Ağustos #7

Page 1

Sayı 7 Mayıs 2020

kavickivac


LA VE NDE R

Lavender Kimdir? Bizler, üniversiteli LGBTİQ+’lar olarak, maruz bırakıldığımız ayrımcılık ve şiddeti gündemleştirmek, maruz bırakıldığımız sosyal izolasyonu bir arada kırmak için ihtiyacımız olan güvenli alanı yaratmak, yaşadıklarımıza ilişkin çözüm yolları üretmek amacıyla Ege Üniversitesi’nde örgütlenen LGBTİQ+ öğrenci topluluğuyuz. Hep birlikte toplumsal cinsiyet perspektifinde hak temelli çalışmalar yürütüyor, farkındalık temelli etkinlikler düzenliyor, kampüslerde ve şehrin her yerinde var olan LGBTİQ+’lar olduğumuzu ve bulunduğumuz alanların tümünün yönetiminde söz sahibi olduğumuzu haykırıyoruz! Ege Üniversitesi öğrencisi olan veya olmayan, toplumsal cinsiyet temelli şiddete karşı mücadelesini bizimle beraber sürdürmek isteyen herkese açığız. Sen de gel, bize katıl. Bütün renklerinle gel; siyahlarınla, pembelerinle, kimliklerinle, kimliksizliğinle gel. Biz hep beraber dünyanın bütün renklerini görüyor ve gökkuşağına inanmayı seçiyoruz!

Neden Lavender? Lavender LGBTİQ+’ya isim arama sürecinde çok heyecanlı ve endişeliydik. Ne yapacağımızdan, yapmayı umduğumuz faaliyetleri başarıp başaramayacağımız konusunda tedirgindik. Seçilen ismin LGBTİQ+ tarihinden gelmesini istiyor ve aynı zamanda pozitif çağrışımlarda bulunması gerektiğini düşünüyorduk. Hem anlamlı, hem de modern; hem tarihimizden izler içeren, hem de yeni bir gelecek vaad eden… Mor renginin LGBTİQ+ tarihindeki yeri ve Lavender Menace örgütünün varlığı bize ilham verdi diyebiliriz. Bir destekçimizin umut ve tarih dolu önerisiyle kendimiz için en uygun ismi bulmuş olduk. Hiç pişman olmadığımız gibi hep çok sevdik ismimizi, ailemiz gibi, koşuyoruz o günden beri lavantalara, lavantalara doğru…

Değerlerimiz Lavender, karar alma süreçlerinin tamamını konsensus ile sürdürmektedir. Lavender vegandır, hayvansal ürün üreten hiçbir kurum ile işbirliği yapmaz, etkinliklerinde ve toplantılarında hayvansal ürün tüketimine izin vermez. Lavender, şiddet karşıtıdır. Toplantılarda ve etkinliklerde sağlıklı ve pozitif bir ortam istediğimiz için yüksek sesle konuşmayı, ofansif tanımlar kullanmayı, hiyerarşi içeren tavırlarda bulunmayı, birine duygusal, fiziksel yada psikolojik şiddet uygulanmasını kabul etmez ve şiddet içeren durumlarla karşılaştığında kurum içinde bu şiddetle mücadele eder.


İÇİNDEKİLER EMRE ADANIR

4

MELİKA

5

MELİKA

5

OĞUZ ZİYA ANIL

6

OĞUZ ZİYA ANIL

6

LAVENDER LGBTIQ+

7

BURÇAK

8

AYDA KARACA

10

POSTER

12

ÖZEL

14

MELİKA

18

MELİKA

19

NAZLI YILDIRIM

20

BARAN MİS

22

LAVENDER LGBTİQ+

23

Bu Yazıyı Neden Okumalıyız Bahar

Bir şey ver bana Çoğalmak

Manta Vatozu

Yaşasın 1 Mayıs

Gilligan’ın Alaka Etiği hakkında Resim

Alex Nabaum Bizler De Bir Gün Çocuktuk Sonbahar Kolaj

Fotoğraf

Bulmaca

#IDAHOBIT2020


Emre Adanır

BU YAZIYI NEDEN OKUMALIYIZ? Bu yazıyı okumalıyız kısmından pek de emin değilim. Ancak bu yazıda uzun zamandır içselleştirdiğim ütopyalardan, distopyalardan, gerçekle alakasız aşk acılarından, yalnızlıktan ve meşrulaştırmaya çalıştığım ‘acılar bizi biz yapar’ olumlamalarından uzaklaşacağım ve bu günlerde ziyaret ne demek unutsak da beş çayında gerçekleri ziyaret edip karşısında şarap yudumlayacağım -ya da bilgisayarımın karşısında bilmiyorum.Görünür olmanın, önemli kılınmanın, tanınmanın ya da hatırlanmanın açlığıyla günlerimizi geçirdiğimiz bir hayat içinde çoğu zaman birbirimizin başarısından mutluluk duymaktan alıkoyuyoruz kendimizi. Aslında bir Polyanna değilsek çok normal karşılanabilir bir durum ama gelinen son nokta -en azından banagösteriyor ki durum artık bir başkasının başarısından mutlu olmamaktan ziyade mutsuzluk hissi bile uyandırıyor. Genel bir yargıyla konuşuyorum ama inanın kendimi de bunun içinde görüyorum. Belli bir kitle tarafından tanınmıyorsanız ya da yaptığınız işler birilerinin kulağına gitmemişse haliniz hatırınız bile sorulmuyor. Uyuyor, uyanıyor ve bunu tekrar ediyorsunuz. Birileri tarafından tanınmak bir yana bazen sadece takdir edilmek isteseniz de çevrenizin kendileri için inşa ettiği konforlu alanına dahil olamıyorsunuz. Bize öğretilen gibi iyi ve kötünün sonsuza dek sürecek bir savaşı olduğuna inanıyoruz. Tanıştığımız, ilişkilendiğimiz kişilerden kendimizi öyle saklıyoruz ki, bizi gerçekten tanıma fırsatı bulduklarında hayrete 4

düşüyorlar. Özgürlük için savaşırken aslında kendimizi ‘acaba dışarıdan kötü görünür müyüm?’ düşüncesine esir ediyoruz. Kendime atadığım karantinamın kaçıncı gününde olduğumu bilmiyorum ama, bu süre içinde kendimi sürekli, yoğun bir düşünme eylemine maruz bıraktım. Sorumluluklarımı yerine getirdiğim zamanlar dışında olabildiğince -ne haddime bilmiyorum ama- hepimiz hakkında düşündüm ve kendimce bir sonuca vardım. İnsanları bize benziyor, benzemiyor, başarılı, başarısız, iyi, kötü diye etiketlemektense takdir etmeyi öğrenmeliyiz. Özgür bırakmalı ve özgür olmalıyız. Çünkü biz aslında yargıladıklarımızdan ya da yargılandıklarımızdan ibaret değiliz. Kendimizi ve başkalarını yargılamaktan artık vazgeçmeliyiz. Karşımıza bir başarı geldiğinde ‘bunu neden ben yapmadım?’ ya da ‘hemen daha iyisiniz yapmalıyım’ yerine ‘onu takdir etmeliyim’ demeli ve en azından eylem öznesinin başarısını paylaşarak mutlu olmayı denemeliyiz. Başarısızlık aramak ve açık kollamak yerine eksiklerini tamamlamalı, boşluklarını doldurmalıyız. Paylaşmayı öğrendiğimizde inanıyorum ki başkalarının mutluluğundan ya da başarısından kaynaklı huzursuzluğumuz son bulacak. Sevgiyle kalın...


Melika

Bahar beyaz yaseminler altında yürüyorum Kokuları sarıyor bedenimi insanın canı böyle havalarda oyun çekiyor Ne güzel şimdi dans etmek çimlerin üzerinde Ve yaşamak ne güzel böyle günlerde Kuşlar bugün benim için ötüyor Benim için doğmuş sanki güneş Çiçekler benim şarkımı söylüyor Ve şiirler yazıyorum kağıda, Yarına yazıyorum, Sana yazıyorum; dinle!

Bir şey var bana Derler ki her bir olumsuz düşünce bir küçük leke surermis kadere. Sanki hiçbir günahı yokmuş gibi kaderin, bizim elimizdeymis hayatımızın ipleri. Derler ki zihin yaratırmış sevgiliyi, zihin yaratirmis düşmanı ve de geleceği. Ben de inandım uzun zaman boyunca, ama hala elimde nemli bir bavuldan başka bir şey yok. Ne güzel şey pozitivizm, içime su serpiyor, oh! Oh ne güzel mavi gökyüzü, ne güzel bu berrak sular. Sevgilimin dilinde benim adım var, ah ne güzel, ne güzel, ne güzel! Ama benim zihnim acıyı yaratmayı sever. Bir anlam ver bana, ver bana bir anlam mavi sular! Bana bir şey kat bak yine boş hissediyor içim. Bana bir isim ver, unuttum benimkini, bir şey söyle bana, bir şey ver! “Bir şey ver bana, seni seviyorum.”

5


Oğuz Ziya Anıl

Çoğalmak Sen beni sevip sevip çoğaltıyorsun Tanrı senden razı olsun Tanrı seni sevdiklerine bağışlasın Sen diğer erkeklerden tamamen farklısın Onlar severken ben boyuna azalıyordum Onlarla nesli tükenen manta vatozu gibiydim Son otuz körfez muturundan* biriydim onlarla Ya da dağ gorili gibiydim Ruanda’da Seninle öyle miyim… Değilim işte Seninle kediler gibiyim ben şimdi Güvercinler gibiyim ve her yerdeyim her sokakta Ve bütün şehirlerdeyim Doğrusu seninle maşallahım var benim! Çünkü sen beni sevip sevip boyuna çoğaltıyorsun

Manta Vatozu Manta vatozu Kendini kuş zannediyor Manta vatozuna göre bu dünyada Neyin deniz Neyin gökyüzü olduğu konusunda Bütün canlılar yanılıyor Bu konuda sen yanılıyorsun Bu konuda mavi balina dağ gorili Ve süslü deniztavşanları yanılıyor Bak! Manta vatozu yüzgeçlerini çırpıyor O gerçekten çok acayip bir balık Belki de manta vatozu benden daha Acayip olan tek canlı bu dünyada

*Körfez muturu ya da vakita. Ben bu şiiri yazdığım zaman dünyada otuz körfez muturu kaldığı söyleniyordu. O zamandan beri birey sayısı daha da azaldı.

6

Manta vatozu kendini kuş zannediyor Manta vatozu kendini kuş zannediyor Manta vatozu kendini kuş zannediyor Ve ben kendimi ne zannettiğimi bilmiyorum


Yaşasın 1 Mayıs! Bu sene her zamankinden farklı karşılıyoruz 1 Mayıs’ı. Salgın koşullarından ötürü alanlarda olamasak da biliyoruz ki yalnız değiliz. Aramıza fiziksel olarak mesafe girmiş olsa da dayanışmanın ruhunu daha fazla hissedeceğimiz tarihi bir 1 Mayıs’a şahit oluyoruz. Pandemi koşullarının derinleştirdiği krizin faturasının da emekçilere kesildiği bu günlerde, taleplerimizi dile getirmenin ve dayanışmayı güçlendirmenin çok önemli olduğunu biliyoruz. Ekonomik krizin oldukça sert hissedildiği bu günlerde, işçilerin ücretsiz izne zorlanması hayatı daha da zor hale getirmekte, zaten geçinemediğimiz bu süreçte işçileri çözümsüzlüğe sürüklemektedir. Hala çalışmakta olan işçilerin ise çalışma koşulları ne pandemiye uygun hale getiriliyor ne de evde kalmaları mümkün oluyor. İktidar evde kal çağrısını sürdürürken işçiler hayatlarını tehlikeye atarak çalışmaya devam etmek zorunda kalıyorlar. Biz öğrenciler ise uzaktan eğitim adı altında bir karmaşanın içerisine sürüklendik. Hepimiz aynı koşullarda varsayılıp internet üzerinden eğitim dayatmasıyla karşı karşıya kaldık. Bu nedenle eğitim hayatına ara vermek zorunda kalan öğrencilere, okul dondurmak bir lütuf gibi sunuldu. Öğrenciler, kalamadıkları evlerin, yurtların ücretlerini ödemek zorunda kalıyorlar. Pandeminin faturası aynı zamanda öğrencilere de ağır bir şekilde kesilmiş oluyor. Bu 1 Mayıs’ta da çalışan, çalışamayan, emeği görünür kılınmayan bütün LGBTİQ+’ların talepleri taleplerimizdir diyoruz. İstihdam alanlarına dahi girmekte oldukça güçlük çekerken kendimiz gibi olamadığımız iş yerlerini kabul etmiyor ve LGBTİQ+ hakları sendikal haklardır diyoruz. Seks işçilerinin içinde bulunduğumuz pandemi döneminde çalışamadıkları için kira, gıda ihtiyaçlarını ve giderlerini karşılamaktan yoksun bırakılıyorlar. Koşullar fırsat bilinerek, LGBTİQ+’lara yöneltilen nefret suçlarının acilen durdurulmasını talep ediyoruz. Bu 1 Mayıs’ta da LGBTİQ+ hakları insan haklarıdır şiarımızı yükseltiyoruz ve haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha söylüyoruz. 1 Mayıs alanında bir araya gelemediğimiz bütün dostlarımızın yüreğini yüreklerimizin yanında hissediyor, dayanışmayı büyüterek bu zorlu günlerin içinden çıkacağımıza inanıyoruz. Taleplerimizden asla vazgeçmeyeceğimizi ve haklarımızın sonuna kadar savunucusu olacağımızı bu sene alanlardan olamasa da evlerimizden, iş yerlerimizden, fabrikalardan, okullarımızdan haykırıyoruz. Asla yalnız yürümediğimiz bu yolda 1 Mayıs’ı coşkuyla karşılıyor “Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Bütün Ötekilerin Birliği!” diyoruz.

Lavender LGBTİQ+

7


Burçak

Gilligan’ın Alaka Etiği hakkında

Gilligan’ın Alaka Etiği hakkında ne düşünüyorsunuz? Feminist bir etik kuram olarak size ikna edici ve kabul edilebilir geldi mi, yoksa bu etiğe yöneltebileceğiniz eleştiriler var mı? Gilligan’ın alaka etiğinin yeni bir perspektif ihtiyacına karşılık geldiğini görüyoruz. Çünkü onun söylemlerinde ve sosyal bilimlere katkılarında da gördüğümüz üzere, bu dünya kadınların gözünden kayıt altına alınmıyor. Kayıt altına alınmak derken söylemek istediğim sadece tarih yazıcılığı ve anlatıcılık değil. Bunlardan hareketle veya bunlardan bağımsız; sanat, felsefe, bilim gibi insanlık tarihinin günlüğü diyebileceğimiz ilgi alanları veya dünya nimetleri. Bahsettiğim bütün unsurlarda kalemi tutanın, kamerayı tutanın, fırçayı tutanın, matematiği kuralını yazanın erkek olduğunu görmek çok kolay. Burada anlatmak istediğim bu işleri tarih boyunca büyük ölçekte erkeklerin yaptığı değil, bu işleri yapmak için kadınsan bile erkek olman gerektiği. Çünkü daha ahlak felsefesine gelmeden, gündelik hayatın, hatta doğrudan hayatın erkek olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda Gilligan’ın “ses” metaforuna dikkat çekmek gerekiyor. Onun kadın sesinin kişisellikten 8

uzaklaşmasının sebeplerini incelemesinin nedeni, kadın seslerinin tarih boyu sınırlandırılmış olması ve kadınların farkında olarak veya olmayarak erkek egemen ve tamamen erkek odaklı inşa edilmiş bir yaşam düzenini sürdürmesidir. Gilligan aynı zamanda bir psikologdur ve onun alaka etiğinde psikolog yanının da yansımaları görülür. Kohlberg;in ahlaki gelişim şemasının, evrensel olduğuna inanıldığını, lakin tamamen tek taraflı yani kadını yok sayan bir bakış açısıyla hazırlandığını söyler ve eleştirir. Buradan hareketle Gilligan; kadına ait olduğunu düşündüğü kişilik özelliklerinin ve ahlaki tutumların değersizleştirildiğine dikkat çeker. Gilligan hiç şüphesiz erkeklik çatısına alınmayan özelliklerin aşağılanması konusunda haklıdır. Nitekim bunu erkek olmayan doğrudan kadındır gibi okumak günümüz dünyasında yetersiz kalıyor. Onun düşüncelerinin yaklaşık kırk yıl önce dile getirmesini göz ardı etmeden, bugün dünyada cinsiyetler konusunda çok farklı ve çok fazla şey söylediğimizi hatırlamakta fayda var. Bu bağlamda benim aklıma gelen bir başka konu da, son günlerde dahi uzun tartışmalara

sebep olmaya devam eden Queer Teori. Gilligan’ın kadına atfedildiğini söylediği birçok şey bugün queer çatısı altında anlaşılmaya, okunmaya çalışıyor. Çünkü gey bir kişi erkek olmasına rağmen, erkek dünyanın ayrıcalıklarından faydalanamıyor. Tekrar psikolojik temelli ahlak anlayışına yöneltilen eleştirilere dönecek olursak, bu kez Gilligan’ın Freud’un iddiası olan oğlan çocuklarının anneleriyle olan bağlantısını kız çocuklarına göre daha erken kestiklerinden dolayı, daha ahlaklı oldukları tezine karşı çıkar. Nitekim liberal zihinlerin, yarardan başka bir şeyi görmeyen gözleri için Freud ve Kohlberg haklı olabilir. Lakin bu dünyaya sadece o gözle bakmayan insanlığın en az yarısı kadar kitle için aynı bakış açısını doğru olmadığını söyleyebiliriz. Gilligan’da, Kohlberg ve Freud’a itiraz ederken, kadınların ahlaki olarak kadınların erkeklerden daha aşağıda olduğunu asla kabul etmez. Farklılık hiçbir zaman aşağı olmak için bir neden olarak sunulamaz. Sadece cinsiyet üzerinden değil, günümüz dünyasında “problem” olarak görülen birçok konu için aynı tutumda olmak ahlaki olandır. Gilligan, Kohlberg’in


yorumladığı “Heinz vakası” adı verilen örnek olayı “evrenselin” dışında okumuştur. Hayati bir durumda, ilaca ulaşmanın imkansızlıkları dâhilinde ortaya çıkabilecek durumları iki cinsiyet üzerinden izleyen Kohlberg, erkeğin ilacı çalmakta bir sıkıntı görmemesini ahlaki bir gelişim olarak görürken, kadının bir adım sonrasını da görmesini daha aşağı bir ahlak olarak değerlendirmiştir. Kohlberg’in tavrının yanlı olduğu aşikârdır. Gilligan’a göre, böyle bir durumda tek bir doğru davranış görmek mümkün değildir. Gilligan Kohlberg’in ahlaki gelişim şemasının çoğunluk tarafından kabul edilmiş olmasını doğruluk ölçütü olarak kabul etmemektedir. Çoğunluk tarafından kabulün doğruluk ölçütü sayılması, dünyanın her yerinde hemen hemen her konuda düşülen büyük bir yanılgıdır, belki de büyük bir manipülasyondur. Nitekim iktidar unsurları günümüzde kitleleri yönlendirmek için savaştan veya zor kullanmadan ziyade manipülasyonu tercih etmektedirler. Kanaatim sadece devletler nezrinde değil, evin içinde dahi manipülasyonun aktif bir biçimde kullanıldığı yönündedir. Hatta son dönemlerde “mansplaining” olarak adlandırılan erkekçe manipülasyon biçimi bunun bütün kadınlara belki de en

çok sirayet ettiği noktalardan bir tanesidir. Gilligan’a göre tek bir etik anlayışı yoktur. Ona göre iki farklı perspektif vardır ve bu iki farklı perspektif cinsiyet üzerinden çeşitlenir. Gilligan bu bağlamda “cinsiyetin bir değil bin yayla” olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Bu hatırlatma herkesi kapsayacak genel bir ahlakın mümkün olup olmayacağını sorgulamakta yardımcı olabilir. Gilligan kendisinden başkasını düşünme konusunda kadınların daha gelişmiş olduğunu söyler. Nitekim bebek bakımı bunun iyi bir göstergesi olabilir. Bir başkasını düşünmenin ahlaki yönüyle, kendi için bir gelişim peşinde olan iki farklı duruş aynı paralellikte değillerdir. Bu sebeple ortak bir değerlendirme çabası diğerini daha değersiz kılacaktır ki bu kadının yatay hareketlerinin değersiz görülmesiyle somut bir biçimde örneklendirilebilir. Alaka etiği yok sayıldığı takdirde tek bir etiğin olduğunu söylemek mümkündür. Oysa alaka etiği, kapsayıcıdır. Onun kürtaj üzerine yaptığı araştırmasında da bu durumu ayrıntılı bir şekilde kavramak mümkündür. Kadınlar birinci basamakta kendi çıkarlarını öne çıkartırlar, ikinci basamakta başkalarının çıkarlarını öne

çıkarırlar, ilkeli evre sayılan üçüncü evre de ise bir denge söz konusudur. Nitekim bu denge hiçbir evrensel erkek ilkesinin, ısrarla çıkmaya çalıştığı zirvesinde yoktur. Gilligan anlama, nezaket, duyarlılık gibi değerler üzerine inşa ettiği alaka etiğinin başkalarıyla ortaklaştığından dolayı iyi olduğunu dile getirir. Bütün bu anlatılar doğrultusunda alaka etiği benim için oldukça ikna edici ve kabul edilebilirdir. Çünkü herhangi bir iktidarın, kendinden olmayanı nasıl çarpıttığı, günümüz liberal dünyasında gizlenmiyor bile artık. Bu bağlamda bilim, felsefe ve birçok alanda çarpıtmaları olduğunu biliyoruz. Nitekim değer yükseltme etkenin edilgen olanı aşağı göstermesi yoluyla da yapılabiliyor. Alaka etiği bütün bu “en iyiyi arama çırpınışlarının” arasında sakinliği ve duruluğu çağrıştırıyor. Sanki çırpınmasak yüzecekmişiz gibi. Nezaket, barış, duyarlılık bugün açlığı çekilen ve yokluklarıyla karanlığa gidişimizi hızlandıran unsurlar. Alaka etiği bu zorlu arayışın içinde bütün “dişilliğiyle” kurtarıcı ve kollayıcı görünüyor. Lakin erkeklerin bu dünyası artık o kadar kanıksandı ki gerçek sanılıyor. Bu yanılsamayı değiştirecek bir güce ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu gücün alaka etiğini içererek güçlenmesi ne kadar mümkün bilmiyorum. 9


Ayda Karaca



12

Alex Nabaum


13


Emre Adanır

Neydik ne olduk şimdi ne olacağız? Kısacık hayatlarımıza neler sığdırdık neler. Doğduk öncelikle. Belki de en zoru buydu. Kötülüklerle dolu dünyaya gözlerimizi açıp kendimiz için en iyisini arayacağımız bir yarışın start çizgisiydi bu. Hiç durmadan koşmamız gerekiyordu. Durmak yasaktı. Ara vermemiz mümkün bile değildi. Kimi zaman koşmaktan yorulup yürüsek de yola bir şekilde devam etmeye mecburduk. Savaş ya da savaşçılık doğru bulduğumuz bir şey olmasa da birçok şeyle savaşmak zorunda bırakıldık. Savaşmak istemesek de savaşmayı öğrendik. Ayıplandık, ötekileştirildik, dışlandık, hakaret edildik, parmakla gösterilen ‘o’ olduk. Henüz kendimiz bile kim olduğumuzun 14

farkında değilken ve bununla ilgili tek söz edemezken kimliğimiz, kişiliğimiz bir başkası tarafından hep tahmin edildi ya da direkt olarak atandı. Üstelik bu yüzden yaftalar bile yedik. Dışarda oyun oynamak isterken kapalı perdelerin kenarından oyun oynayan diğerlerini izledik. Çocukluk devri belki birçoğumuz için hiç açılmadan kapanan bir defter oldu ve hiçbirimiz yıllar sonra üstündeki tozu silip de içinde ne yazdığına bakmaya cesaret edemedik. Ama biz de çocuk olduk. Biz LGBTİ+ çocuklardık. Belki eskiden oynayamadık, ama artıl tüm şehirlerde oyunlar oynayacağız, kahkahalarımızla sokaklarda koşacağız. Biz yok sayılsak da vardık, varız, var olacağız!


Zeynep

İyi ki Lubunyayım Orasında burasında gökkuşağı olan, rengarenk kıyafetler giymeyi seviyorum. Çünkü giysilerimin beni yansıttığını düşünüyorum ve kimliğimin çok büyük bir parçası olan queerliğimi böyle dışa vurabilmek bana çok iyi hissettiriyor. Çocukluğuma ait -çizimini gördüğünüzbu fotoğrafı da o yüzden çok seviyorum. Fotoğrafın çekildiği zamanlar biseksüel bir çocuk olduğumdan haberim yok, çünkü böyle bir varoluşa sahip olma şansımdan bana bahseden yok. Yıllar boyunca üzerime boca edilecek heteroseksizm ve monoseksizm bombardımanının daha ilk yılları… Bundan yaklaşık 11-12 yıl sonra heteroseksüel olmadığımı fark ediyorum,

oğlanlardan hoşlanmanın tek seçeneğim olmadığını. Ondan bir süre sonra da transfeminizmle tanışıyorum, cinsiyetin iki değil bin yayla olduğunu öğreniyorum. Çocukluğumdan beri içgüdü ve mantıkla destekçisi olduğum hareketin tam içinde buluveriyorum kendimi. Şimdi geriye dönüp bu kız çocuğuna bir şeyler söyleyebilecek olsam rengarenk çoraplarını çok beğendiğim haricinde hiçbir şey söylemem, tek bir tavsiye vermem. Çünkü biliyorum ki kendi yolunu bulacak, düşe kalka istediği kişi olmayı öğrenecek ve dönüp kendi omuzlarından öpecek. “İyi ki lubunyayım.” demekten ise hiç vazgeçmeyecek. 15


Burçak

Ortega Burçaklar Vardır! Geçenlerde annem sordu top oynamayı gerçekten seviyor musun? Diye. Beni tanıyanlar için sorunun garipliği ortada aslında. El kadar bebeyken de top peşinde koşmaya bayılırdım, şimdi de bayılıyorum. Ama annem 23 senedir bunu bile bastırmış ya da ciddiye almamış olacak ki inanamıyor hala garibim. Nitekim bu top işi hep başıma bela açmıştır. Bu dünyada çocuklar sevdiği oyunu oynar gibi bir durum ne yazık ki mümkün değildir. Çünkü çocuklar kendilerine atanan oyunları oynamadıklarında zorbalığa uğrarlar. Top oynamak da tamamen oğlanların hakkı bir olaydır. Ben çocukluğumu Mamak’ta gecekondu mahallesinde geçirdim. Bir çocuk için sosyal anlamda pozitif bir şeydir gecekondu mahallesinde büyümek. Çünkü bahçeler, sokaklar, birbirini tanıyan insanlar oyun oynamak için geniş bir alanı işaret eder. En azından bizim mahallemiz için durum böyleydi. Sabah evden çıkmakla oyun mesaisi başlar, çoğunlukla hava kararana kadar devam ederdi. Her sabah kolumun altına bir top alır sokağa fırlardım. Şortumun altına giydiğim uzun beyaz çoraplarımla

kendimi motive ettiğime inanırdım. Bir gün yine mahalleden arkadaşlarımla top oynarken, çorapların gücüyle gerçekten motive olduğumdan sanırım inanılmaz iyi bir performans ortaya koyuyordum. Grubumuzda da iyi top oynayan, o oyunluk dönemin sevilen futbolcularının ismiyle anılırdı. Örneğin gol atınca “Burçaaak gooolll” demezdik de “Ortegaaa gooolll” derdik. Ben sergilediğim iyi performansa güvenerek attığım gol sonrasında “Ortegaaaa goooll” diye sevindim. Ben daha sevinç gösterimi tamamlayamadan deli saçması bir arkadaşım, “kızlar Ortega” olamaz diye ortalığı yıkmaya başladı. Keyfimi inanılmaz kaçırmıştı, önce kavgamı verdim; Ortega’yı o çirkef çocuğa yedirmezdim ama sonra üzüntüm ağır bastığından evin yolunu tuttum. Günlerce top oynamadım. Bu durum aile fertlerinin dikkatini çekince durumu anlattım. Bizimkiler yalan yok bu konularda iyidirler. Annem o hafta pazardan Ortega forması almış bana. Forma falan biraz keyfim yerine geldi tabi ama beynimdeki gerçekten kızlar Ortega olamaz düşüncesini yıkamıyordum. Çünkü ne bir kadın futbolcu görüyordum ne de sokakta benden başka futbol oynayan “benim


gibi çocuk”. Bu soruyla beraber, yıllar geçtikçe tatsız cinsiyet karmaşaları beynimi daha çok meşgul etti. Şimdi Ortega olmayacağımı iddia eden çirkef çocuğa söyleyecek iki çift lafım var! (elimi belime koymak suretiyle) Behey canavarlaşmış toplumun azman çocuğu, ben bugün 23 yaşındayım, Allah seni inandırsın şimdiye kadar kaç kez Ortega oldum, kaç kez Alex oldum hatırlamıyorum ve ne seninle ne de senin gibilerle kavga etmekten hiç vazgeçmedim. Bu dünyadan istediğimi olmadan gitmeyeceğime eminim. Bugün bir takım kurmam gerekse, seni kenara reklam panosu olarak bile koymam hayatım. Bir de; biraz üzülmüş, kafasından deli soruları hiç eksilmemiş küçük Burçak, üzülecek bir şey yok öğrendin, bütün sorularına cevaplar buldun, olduğun gibi kendini kabul ettin, böyle çok mutlu oldun, ne kavgan bitti ne sevdan. Bir çocukluktu yaşandı bitti ama yaşadığın her şey bugün seni sen yaptı. Anın mücadelemizde yaşayacak hayatım yürü be.


Melika

Sonbahar Şu an, buradayım. Olmak istemediğim ama olmam gereken yerde. Olmak istediğim yer ait olduğum yer değil, biliyorum. Biliyorum ki benim için en iyi olan yalnız olmak. Mavi hissediyorum, etrafım sonbahar. Ölü olmalı bütün şehirlerim, yeniden doğmak için her gün doğumuyla. Ölü olmalı bütün hislerim, hayattalarken nefes almaya yer yok… Eksik kalmalı bütün anılar, her zaman mutluluğa bir adım kala bitmeli nefesim. Yazmayı bilmiyorum, ellerim yok. Şarkı söyleyemiyorum, sesim yok. Göremiyorum, gözlerim yok. Sevemiyorum, kalbim yok. Kim çaldı benden kalbimi? Kim çaldı benden özgürlüğümü? Sevmek için izin almak mı gerek? İstemezlerse senin sevgini, sevgin sevgi değil midir? Döktüğün gözyaşları uğruna bir şimşek çak geceye. Şimdi,hemen! Hisset, tanı, kabul et, bil, bil, bil yalnızlığını! Maviyim, etrafım sonbahar. Hissediyorum içimde, damarlarımda yalnızlığı. Tanıyorum onu, kabul ediyorum. O benim bir parçam. Ben oyum aslında, o da ben. Özgürleşmek için ona ihtiyacım var. Bağlarsam kalbimi birine nasıl yelken açarım dünyanın denizlerine? Ne kadar da acınası, kendimi bağlayacak birini bulsam köle olmaya razıyım oysa. Aslında beni korkutan da tam olarak bu galiba. Bir kere demir atarsam bir karaya, biliyorum, asla ayrılmak istemeyeceğim. Mavi her yanım, etrafım sonbahar. Son bir kez daha yazıyorum özgürlük için, yalnızlık için. Biliyorum onlar ruhumdan bir parça. Biliyorum, tanıyorum, kabul ediyorum. Maviyim, etrafım sonbahar.

18


Melika

19


Nazl覺 Y覺ld覺r覺m

20


21


Baran Mis

Sol taraftaki kelimeleri bulun ve bulmacayÄą tamamlayÄąn

22


#IDAHOBIT 2020 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi ve Transfobi Karşıtlığı Günü, LGBTİ+’ların maruz bırakıldığı ayrımcılığa dikkat çekmek amacıyla 15 yıl önce ilk kez duyurulduğu günden bu yana dünyanın dört bir yanında kutlanıyor. Bugün vesilesiyle, tüm LGBTİ+’lar özgür ve güvenli bir yaşam sürene dek mücadeleyi bırakmayacağımızı, dayanışmamızı sürdüreceğimizi hatırlatıyoruz. Türkiye’de ve dünyada LGBTİ+ kimliklerimizden dolayı gördüğümüz psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddet duracak, ayrımcılıklar ve hak ihlalleri kalkacak; biz tüm güzelliğimizle, kimliklerimiz ve kimliksizliklerimizle var olmaya devam edeceğiz. Her geçen gün mücadelemizi büyütüyor; LGBTİ+ öğrenciler, işçiler, mülteciler, çocuklar, gençler ve yaşlılar olarak hayatın her alanında gururla yürüyoruz. Nefrete ve fobiye karşı lavantalar ekiyoruz. Dayatılmış anlayışlara uyup sırt çevirmeyen, “el alem ne der” demeyen ailelere, seçilmiş ailelere, anne ve ablalara, tüm alternatif aile pratiklerine selam olsun diyoruz. Kahkahalarımız her neredeysek peşimizi bırakmasın, hiçbir lubunyanın gülüşü yüzünden eksik olmasın.

17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi, İnterfobi ve Transfobi Karşıtlığı Günü Kutlu Olsun! Lavender LGBTİQ+

23


NEFRETİ BIRAK 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi, İnterfobi ve Transfobi Karşıtlığı Günü Kutlu Olsun!

Instagram lavenderlgbtiq Facebook lavenderlgbtiq Twitter lavenderlgbtiq Issuu lavenderlgbtiq Web lavenderlgbtiq.org


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.