Ağustos #3

Page 1

Sayı 3 Kasım 2019


LA VE NDE R

Lavender Kimdir? Bizler, üniversiteli LGBTİQ+’lar olarak, maruz bırakıldığımız ayrımcılık ve şiddeti gündemleştirmek, maruz bırakıldığımız sosyal izolasyonu bir arada kırmak için ihtiyacımız olan güvenli alanı yaratmak, yaşadıklarımıza ilişkin çözüm yolları üretmek amacıyla Ege Üniversitesi’nde örgütlenen LGBTİQ+ öğrenci topluluğuyuz. Hep birlikte toplumsal cinsiyet perspektifinde hak temelli çalışmalar yürütüyor, farkındalık temelli etkinlikler düzenliyor, kampüslerde ve şehrin her yerinde var olan LGBTİQ+’lar olduğumuzu ve bulunduğumuz alanların tümünün yönetiminde söz sahibi olduğumuzu haykırıyoruz! Ege Üniversitesi öğrencisi olan veya olmayan, toplumsal cinsiyet temelli şiddete karşı mücadelesini bizimle beraber sürdürmek isteyen herkese açığız. Sen de gel, bize katıl. Bütün renklerinle gel; siyahlarınla, pembelerinle, kimliklerinle, kimliksizliğinle gel. Biz hep beraber dünyanın bütün renklerini görüyor ve gökkuşağına inanmayı seçiyoruz!

Neden Lavender? Lavender LGBTİQ+’ya isim arama sürecinde çok heyecanlı ve endişeliydik. Ne yapacağımızdan, yapmayı umduğumuz faaliyetleri başarıp başaramayacağımız konusunda tedirgindik. Seçilen ismin LGBTİQ+ tarihinden gelmesini istiyor ve aynı zamanda pozitif çağrışımlarda bulunması gerektiğini düşünüyorduk. Hem anlamlı, hem de modern; hem tarihimizden izler içeren, hem de yeni bir gelecek vaad eden… Mor renginin LGBTİQ+ tarihindeki yeri ve Lavender Menace örgütünün varlığı bize ilham verdi diyebiliriz. Bir destekçimizin umut ve tarih dolu önerisiyle kendimiz için en uygun ismi bulmuş olduk. Hiç pişman olmadığımız gibi hep çok sevdik ismimizi, ailemiz gibi, koşuyoruz o günden beri lavantalara, lavantalara doğru…

Değerlerimiz Lavender, karar alma süreçlerinin tamamını konsensus ile sürdürmektedir. Lavender vegandır, hayvansal ürün üreten hiçbir kurum ile işbirliği yapmaz, etkinliklerinde ve toplantılarında hayvansal ürün tüketimine izin vermez. Lavender, şiddet karşıtıdır. Toplantılarda ve etkinliklerde sağlıklı ve pozitif bir ortam istediğimiz için yüksek sesle konuşmayı, ofansif tanımlar kullanmayı, hiyerarşi içeren tavırlarda bulunmayı, birine duygusal, fiziksel yada psikolojik şiddet uygulanmasını kabul etmez ve şiddet içeren durumlarla karşılaştığında kurum içinde bu şiddetle mücadele eder.


İÇİNDEKİLER SEYYAR

4

KAVICKIVAC

5

DENIZ Ç.

6

MELIKA

7

CADI

8

DENIZ Ç.

9

POSTER

10

KAVICKIVAC

12

EMRE ADANIR

14

SEYYAR

15

UTKU ZEYBEK

16

SEYYAR

18

Kolaj

#KadınKatliamıVar Kolaj

Ay Işığı - A Cliche Sus Bırak Bugün Bizim Olsun Kolaj

Marsha P. Johnson #ZorOlmalıydı

Bir Sebebi Yok Kolaj

Tilki Sanat Röportajı Vegan Çarşaf Böreği Tarifi


Seyyar

4


kavickivac

#KadınKatliamıVar Yine tecavüz, yine cinayet! Kadınlar ölmüyor, öldürülüyor. Son günlerde dilimizden düşmeyen 3 kelime; kadın, tecavüz, cinayet. Her gün manşetlerde yeni bir katili okuyoruz. Sizce suçlu sadece katil mi? Buna cevap verme hakkım olsaydı hayır derdim. Sistemi değil, sistemi yaratanları suçlayacağım. Sözde seçilmişlerin söylemlerine bakıldığında katilin bize ekranlardan seslendiğini görüyoruz. Asıl cezayı bu suça azmettirenler, o söylemlerin sahipleri almalıdır. Tecavüzcüyü, katili haklı gösteren o söylemler... Bu ülkede birileri çıkıp mini etek giyiyorsan ellerler diyebiliyor, okul müdürü taciz timi oluşturuyor, “halkın” temsilcisi bir milletvekili çıkıp tokmakla bir diğer vekili yaralayabiliyor, bir kadının bedeni yanmış bulunurken ertesi gün üstünden araba ile geçilen bir kadının haberini okuyor, aynı anda bir “sanatçı”nın iğrenç söylemlerine maruz kalıyoruz. Erkek egemen toplumumuzda herkes kadınlar hakkında söz/ karar sahibi olabiliyor. Kadına ne yapacağını ne yapmayacağını anlatıyor. Kadınları cinsel obje, hizmetçi gibi gördükleri yetmiyor köleleri yapıyor, sokakta giydiğinden tut, attığı kahkahaya karışıyorlar. Gülmeyin diyorlar kadına, gülmek sana yakışmaz diyorlar. Kadın eziliyor, görülmüyor. Peki bunun için, bu yapılanlara dur diyebilmek için neler yapılıyor? Ülkede kadınların ayaklandığını görüyoruz. Yürüyüşler, eylemler yapılıyor. Peki, sorun ne? Bunca sese rağmen kaybeden neden biziz? Neden mi biziz? Şu her sorunu ayrı görmeyi bırakmamız gerekiyor artık. Her olaya farklı bakmayı, her olayı farklı kitlelerin sorunu olarak görmeyi bırakmamız lazım. Bir kadın öldürülüyor, erkekler yürüyemiyor. LGBTİ bir birey öldürülüyor, heterolar yürümüyor, Kürt öldürülüyor, Türk susuyor. Bu mudur zihniyet. Sorunun neden temeline bakmıyoruz. Hepsinin suçlusunun/ katilinin aynı olduğunu neden görmüyoruz. Bir olmak yerine neden ayrı ayrı mücadele ediyoruz. Kadınlar ölmeyince ya da Kürtler ya da LGBTİ’ler, sorun ortadan kalkacak mı? Tek tek sorunlarla mücadele edileceğine neden birlik olunup sorunu yaratan ile mücadele edilmiyor? Ayrı ayrı konuşacağımıza neden bir olup haykırmıyoruz? Hata yapıyoruz. Bu soruları sormanın, birlik olmanın, birlikte mücadele etmenin zamanı geldi.

5


Deniz Ç.

6


Melika

Ay Işığı Seninle bütün klişeleri yaşamak istiyorum. Bütün yolları gezmek, bütün güneşleri görmek istiyorum. Acıların da dahil buna, korkularında da. Heyecanın da dahil, huysuzluğun da. Bütün o anlamsızlıkları, bütün o derinlikleri görmek istiyorum. Bütün ahlar bedenimi ele geçirinceye kadar, Ay ışığı bütün acıyı yıkayıncaya ve içimize inanç tohumları ekinceye kadar Sen beni öpünceye kadar bitmeyecek bekleyişim. bana bir kapı aç, pencere de olur. ben hayatına tırmanmanın bir yolunu bulurum.

A cliche Saklanmak istiyorum Kendimi kocaman duvarların altına gizlemek istiyorum Şiir yazmak istemiyorum Şiir olmanı istemiyorum Bağırmak istemiyorum sana Biliyorum gelmezsin

7


Cadı

Sus bırak bugün bizim olsun Sus bırak bugün bizim olsun Tek kelime kaybedecek vakit yok Martılara simit atılmasın bugün Balıkçılar ağlarını çekmeyiversinler Sus bırak bugün bizim olsun Telefonları kapayalım Açmaya vakit yok Boşver bugün bizi bulamayıversinler Sus bırak bugün bizim olsun Kımıldamasın yerinden otobüsler Trafiğe takılacak vakit yok Bugün kaldırım taşları seslerimizi dinlesin Sus bırak bugün bizim olsun Ama sen yinede koy kahvenin suyunu Kafede sıra bekleyecek vakit yok Şeker gerekmez şayet çayımı sen getireceksen Sus bırak bugün bizim olsun Açma televizyonu İzleyecek vakit yok Dön bana bir şey izleyeceksen Sus bırak bugün bizim olsun Yakma kaloriferleri Isınacak vakit yok Eğer üşürsen bana sarılırsın Sus bırak bugün bizim olsun Kurma alarmı Uyanacak vakit yok Güneş bugün bizimle doğsun Aman boşver diğer günler onların olsun Kapayalım konuyu Kıskanacak vakit yok Saat on ikiyi vurmak üzere

8


Deniz Ç.

9


10

Marsha P. Johnson, 1970’lerde sokak insanlarına ve eşcinsellere yapılan haksız muameleyi protesto etmek için NYC’nin Bellevue Hastanesi’nin önünde grev gözcülüğü yaparken.


11


kavickivac

#ZorOlmalıydı Bir elimle sigaramı içiyor, arada sigarayı bırakıp kahvemi yudumluyorum. Sigaramın bitmesi de ayrı dert. Kutuyu aç, sigarayı çıkar, tekrar yak. Ne kadar zor geliyor tahmin edilemez. Yazdığım her cümleden sonra ekranın yanında olan pandam ile göz göze geliyor, cümlenin gerekli olup olmadığına karar verdikten sonra gereksizse siliyor gerekliyse kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ekranın ışığı bazen gözümü ağrıtmaya başlıyor, bu sırada kahvemi tazeleme bahanesiyle mutfağa geçiyorum. Odamdan mutfağa yürüyor değil de kırk iki kilometrelik İstanbul Maratonu’nu koşuyor gibiyim. Her şey yorucu, her şey hüzünlü bugün bu evde, pandam bile. Peki, nereden geliyor bu hüzün? Gördüğüm anda her şeyin değişeceğini anlamıştım, kalbimin atışının değişmesinden. İlgi çekiciydi, bir o kadar da güzel. Başta gözlerimi kaçırsam da onu izlemekten kendimi alamıyor, gözlerine odaklanmış rengini seçmeye çalışıyordum, en sevdiğim renk olacaktı fark ettiğim anda. Çekinmeden, utanmadan seyretmeye devam ediyor, her yerini inceliyordum, dışı böyleyse içi nasıldır diyerek. Elbette konuyu cinselliğe getirmeyeceğim. Biraz romantik olun, lütfen. Onu betimlemek, sayfalarca anlatmak, gözünüzde canlandırmak istiyorum ama yapmam, yapamam, onu görmenizi kıskanırım. Vücudunun her noktasında, giydiği her kıyafetle, ağzından çıkan her sözle farklı bir şehre gidiyor, o şehirde onla bir kafede sohbet ediyor, elinden tutuyor, sessizce fısıldıyordum kulağına mükemmelliğini. Bulunduğum

12

yeri, yapmam gerekenleri unutmuş ona odaklanıyordum. Görüntü ile başlayan ilgi zamanla arttı ve onun hakkında fiziksel görünüşünden çok daha fazlasını öğrenmek istiyordum. Sürekli mesaj atıyor, buluşuyor, onu tanımaya çalışıyordum. Tanıdım, tanıdıkça sevmeye başladım. Çok fazla düşünüyor, çok fazla hayal kuruyordum onunla, içinde onun var olduğu bir dünyayla. Attığım her adımda adını söylüyor, acaba o ne yapıyor, o neler düşünüyor, o da benim adımı mı anıyor yoksa bir başkası mı var aklında diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Buluşmalarımızda ki tavrından, söylediği sözlerden hoşlandığını hissediyordum. Dayanamayıp duygularımı, onla renklenen kalbimi anlatmaya başladım, gözyaşlarımla bulanıklaşan telefonla yazdığım mesajlarda. Gelen mesajı okuyabilmek için göz yaşımı silince arkadaş kalmamızı istediğini anlatan bir kaç cümle ile karşılaştım. Az önce mutluluktan ağlıyorken gözyaşlarımın sebebi hissettiğim acı olmaya başladı. Ağladığımı hissetmiş olmalı ki ağlama diye bir mesaj attı, ardından seni gerçekten sevseydim şuan ağlamana izin vermez sana seni seviyorum derdim yazılı bir mesaj daha belirdi ekranda. Sevmeye devam edemiyordum, izin vermiyordu. Oysa ki kime nasıl duygular hissedebileceğime karar verme gibi bir hakkı yoktu. Kullandığı sözler canımı o kadar acıtmıştı ki sustum ve sadece ağladım. Hiçbir şey olmamış gibi uyandığım ertesi gün ondan seni seviyorum diye bir mesaj


aldım. Saatler öncesinde yaşadığım acıyı, döktüğüm gözyaşlarını unutup ben de diyerek yanıtladım. Bazı sebeplerden, benle ilgili emin olamadığı şeylerden dolayı söyleyemiyormuş. Ve sevgili olduk. Mükemmel bir ilişki, mutlu iki kişi, daha iyisi sosyalizm herhalde. Mükemmel diyorum, sadece ben değil bunu ikimiz de diyoruz. Peki, hüzün neden? Bugün ailesi ile bazı sorunlar yaşadı, ilişkimizle ilgili bir problem varmış, bazı nedenlerden dolayı ailesi bu ilişkiden vazgeçmesini, benle ilişkisini kesmesini, beni hayatından çıkarmasını istemiş. Katiyen olmaz, böyle bir şeye asla izin veremem dedim, bir yandan uzun zamandır dökmediğim, belki de yüzümün

özlediği gözyaşlarımla. Kısa bir süre aramızdaki iletişimi azaltmak, ardından ise ilişkimizi nasıl yürüteceğimize karar veririz diye düşünürken ben “Beni unut.” diye bir mesaj aldım ondan, en büyük korkum buymuş meğer, yeni fark ediyorum. Bana hediye ettiği, şuan ekrana yaslanmış duran pandaya sarılıp gözyaşlarıma hıçkırıklarımı ekledim. Birkaç saat sonra en başta yazmasını gerekeni yazarak benden biraz zaman istedi, tamam diyerek bitirdim konuşmayı. Gözyaşlarım, hıçkırıklarım durdu, yerine odayı kaplayan derin bir hüzün ve sessizlik yerleşti. Sonrası mı? Sonrası yok, pandayı masaya bırakıp yazmaya başladım. Nasıl diyebildi? Bir anda aşkını, aşkımı, aşkımızı hiçe sayarak nasıl beni unut diyebildi? Zor olmalıydı, bana beni unut diyebilmek, benim ona böyle bir cümleyi kurmamın zor olduğu gibi.

13


Emre Adanır

bir sebebi yok, yalnızca öpüyorum Bazen tanımsız bırakıyorum seni. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım biri olmana karşın, tanımsız bırakıyorum. Seninle olmakla, seninle birlikte yaşamakla gizli gizli gurur duyuyorum. Ne zaman gökyüzüne baksam seni arıyorum. Bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını hayal ediyorum. Kendime sır veriyorum sana olan hayranlığımı ve sevgimi. Hüzünlüyüm çoğu zaman. Ağlıyorum. Beraber yapacak çokça işimiz var, biliyorum. Bizi kucaklayacak dostlarımız var. Dövüşmemiz gereken düşmanlarımız var. Kaçmamız gereken anılarımız var. Gitmediğimiz onca yer, sevişmediğimiz onca yatak var. Sana söylemediğim birçok şarkı var. Biliyorum bana söyleyecek çok sözün var. Ama tanımsız bırakıyorum seni... Bazen de öylesine benimsiyorum benim sevgilim olduğunu. Sana olan tarifsiz duygularımın ne anlama geldiğini biliyorum. Yanına gelmem gerektiğini, bizim gerçekten biz olmamız için bunun gerektiğini iliklerime kadar hissediyorum. Aramızdaki bu menfaatsiz duyguların adına aşk diyorum. Aşık oluyorum, ben kayboluyorum. Kafamı karıştırıyor varlığın ve yokluğun. Varlığının bu kadar belirsiz olması gözümü korkutuyor. Silüetini görüyorum ama ona doğru gidersem kaybolacak gibi geliyor. Seni bana imkansız kılan her şeyden nefret ediyorum. Gülüşlerimin sebebinin ağlayamamam olduğunu söylüyorlar, inanmıyorum. Ne olmuş gözlerim dolu dolu bakarken gülüyorsam? Bu gece bir bira daha fazla içiyorsam ne olmuş? Ben sana giden tüm yolları seviyorum. Kimse inanmasa da ben geleceğine inanıyorum. Bir sebebi yok, yalnızca öpüyorum...

14


Seyyar

15


Utku Zeybek

T I L K I S A N A T BANA BIRAZ KENDINIZDEN BAHSEDER MISINIZ? VE TABIKI TILKI SANAT’TAN? İzmir’de doğdum. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde Fotoğrafçılık ve Kameramanlık üzerine ön lisans yaptım. Sonrasında Ege Üniversitesi’nde Radyo Televizyon ve Sinema bitirdim. 4-5 yıldır fotoğrafçılıkla ilgileniyorum. Bu yılın Nisan ayında Tilki Sanat oluşmaya başladı ve başlangıcından itibaren içindeyim. Şu anda da Queer Sinema atölyesi veriyorum. Tilki Sanat disiplinlerarası bir sanat alanı. Sanatımız alternatif sanat alanları ve alternatif sanatçılarla gerçekleşiyor. Sergiler, atölyeler, seminerler, sergiler... Bunların hepsini Tilki Sanat’ta görüyoruz. Farklı sesler ve farklı renklerle Tilki Sanat yoluna devam ediyor. Bu bağlamda Queer Sinema önemli yer tutuyor. Bunların haricinde Feminist atölyeler, kadın çalışmaları, vegan anlatıcılığı gibi çalışmalarımızda oluyor. Değindiğimiz noktalar genel olarak alternatif konular oluyor bunun örneği olarak “Buluntu” sergimizi gösterebilirim.

16

QUEER SINEMA TAM OLARAK NEDIR? Queer Sinemayı yorumlamak için önce queer terimini bilmek gerekiyor. Kısaca anlatacak olursam heteroseksist ve heteronormatif kalıplara karşı gelen, biraz muhalif, biraz politik ve kendini cinsiyetsiz atfeden kimliklere queer diyoruz. Burada sadece bir kişiden değil bir nesneden bir renkten de bahsetmemiz mümkün. Queer Sinemaya gelecek olursak Queer i filmde özne noktasına alarak izleyicilerde bir farkındalık oluşturan bir sinema türü diyebiliriz. Aynı zamanda içsel sorunları ve bunaltıları da göstererek queer kimliklerin kendilerini var etme biçimleri olarak da işleniyor. Bu noktada muhalif ve politik olması doğal bir süreç ama muhalif ya da politik olmadan işlenen queer sinemalar da mevcut. 20-30 yıl içinde queer kavramının literatüre kazandırılması ile birlikte sanatta da bir hayli yer bulmaya başladı. Heteronormatif içinde queer sinema zaten postken Yeni Queer Sinema daha da bir post modern anlam katıyor. Yeni Queer Sinema 4-5 yıl içerisinde oluşmaya başladı. Bu türde queer bireyler özne konumundan yan rollere, ikincil hatta üçüncül perspektifte görüyoruz. Dünya şuan farklı bir yere gidiyor. Haliyle sanat ve sinemada o şekilde bu bağlamda Yeni Queer Sineması bu dünyanın evrildiği noktayı yakalayabilecek potansiyele sahip.


BÖYLE BIR ATÖLYE ARAŞTIRMALARIM KADARI ILE İZMIR’DE ILK. PEKI BU ILK OLMANIN HEYECANI SIZE NASIL YANSIYOR?

TÜRKIYEDE KI QUEER SINEMA KÜLTÜRÜNDEN BIRAZ BAHSEDER MISINIZ? HANGI SEVIYEDE BU SINEMA TÜRÜ?

İlk olmanın bana verdiği heyecandan öte bir sorumluluk duygusu var. Ben de bu şehirde yaşayan birisi olarak neden daha önce küçük topluluklar haricinde queer kavramlar atölyelerde hayata geçirilemiyor? Bizimde aslında fark ettiğimiz ve eksikliğini hissettiğimiz bir durumdu. Bizde neden bunu yapmayalım dedik. Bu durumda benim bir atölye yapmam tabiki heyecanlandırıyor. Yani insanlara bu tanımı tanıtmak hem de bunu sanatla yapmak heyecan verse de dediğim gibi heyecandan öte bir sorumluluk.

Türkiye’deki kavramlar genellikle queer olarak değil, daha yüzeysel olduğu için haliyle bu sanata da yansıyor. Bu konuda Türkiye tabii ki eksik. Queer Sinema olarak ele alacak olursak, içine girebilecek filmlerimiz mevcut. Arif Yılmaz’ın “Düş Gezginleri “ (1992), Caner Alper ve Mehmet Binay’ın “Zenne’si” (2011), Orhan Oğuz’un “Dönersen Islık Çal’ı (1992), bu filmler örnek olabilir. Kimilerine göre içine Ferzan Özpetek sinamasını da alabiliriz.

17


Seyyar

Mahallenizin Delikanlısı Seyyar Ablanızdan

Vegan Çarşaf Böreği Tarifi Evet yavrularım... Bu aralar biraz zayıfladım. Tığ gibi oldum. “Kız Seyyar azcık etine dolgun ol, ele gel.” dedim ve formumu geri kazanmaya karar verdim. Bir kaç kişiye de baktım. Anam hepsi mi sıska olur gençlerin! Ben de hal böyleyken dedim ki: “Yavrularıma börek tarifi vereyimde azıcık kilo alsınlar, kendilerine gelsinler.” Yavrularıma afiyet olsun...

Önce Malzemeler: - Her kişi için 2 tane yufka İç Harcı İçin: - Her kişi için 3 tane patates - Pul biber - Karabiber - Tuz - Zeytinyağı

Önlüğünü Tak Bacım 1. Patatesleri suyu ile okşadıktan sonra soyarak rendeleyelim (daha çabuk oluyor) 2. Tavamıza zeytinyağı ekleyerek biraz ısınmasını bekleyelim. 3. Patateslerimizi aşkla yanan yağ ile kavuşturalım. Sevenleri ayrı tutmak olmaz. 4. Sonra zeytinyağı ve patatesin üzerine karabiber, pul biber ve tuzu ebeveynlerinin yatağında yatan çocuk edasıyla üzerlerine serpelim. Sonuçta en az 3 çocuk demiş büyüklerimiz(!)… 5. Biraz karıştırdıktan sonra tavanın altını kapatalım. İçimiz hazır. 6. Geniş bir masanın üzerine bir çarşaf açıyoruz ve aldığımız yufkamızı teker teker açıyoruz. (Yufkaları poşetinden çıkartın ki misafir sizin açtığınızı sansın. Şanınız yürür…)

18


7. Yufkalarımızı zeytinyağı ve su karışımımızla veya yalayarak güzelce ıslatıyoruz. 8. İçimizi yufkanın her yerine gelecek şekilde dağıtıyoruz. 9. Çarşafın bir ucundan yavaşça yukarı kaldırarak yufkanın kar topu gibi yuvarlanarak büyümesini sağlıyoruz. Rulomuz hazır. 10. Yağladığımız tepsiye rulolarımızı (1 taneyle kim doyacak kız) yerleştiriyoruz. 11. Üzerini tekrar zeytinyağı ve su karışımıyla ya da yalayarak ıslatıyoruz. 12. Daha önceden ısıtılmış 180 derecelik fırınımıza attığımız tepsimizi yaklaşık olarak 25 dk. sonra çıkartıp servis edebiliriz. 13. Afiyet olsun yavrularım. 19


TRANS CINAYETLERI POLITIKTIR 20 KASIM NEFRET SUÇU MAĞDURU TRANSLARI ANMA GÜNÜ


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.