Dinamik "Gezi Parkı" Özel Eki

Page 1

Mayıs 2014

GEZİ EKİ

dinamik@buik.net

@DinamikGazete

gazete

İllüstrasyon: Yiğit Karagöz

Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü süreli yayınıdır. Ücretsizdir.

Gezi Eylemleri’nin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Gezi'yi nasıl yorumladık, süreç bize neler anlattı? Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin fikirlerini sizin için derledik.

Katkı Sunanlar: Bu ekin ortaya çıkması için fikir veren danışman hocamız Serhat Uyurkulak’a, görüşlerini bizimle paylaşan tüm akademisyenlerimize ve yazar İhsan Eliaçık’a teşekkür ederiz.

Barış Büyükokutan Yardımcı Doç. Dr. - Sosyoloji Tuna Kuyucu Yardımcı Doç. Dr. – Sosyoloji Gün Kut Doç. Dr. – Siyaset Bilimi ve Uluslarası İlişkiler Betül Tanbay Prof. Dr. – Matematik Esra MunganYardımcı Doç. Dr. - Psikoloji Yeşim AratProf. Dr. - Siyaset Bilimi ve Uluslarası İlişkiler – Bölüm Başkanı İhsan EliaçıkYazar

1

Güncel haberler için www.dinamikgazete.com

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ İŞLETME VE EKONOMİ KULÜBÜ


02

Gezi Özel Eki

GEZİ EKİ'NE BAŞLARKEN Dinamik Gazete’14 Ekibi dinamik@buik.net

Gezi Parkı olayları, Türkiye’nin en büyük kitlesel hareketlerinden biri olarak uzun süre gündemimizde kaldı. 27 Mayıs günü, 50 civarında çevreci gencin, parktaki inşaatı durdurma amacıyla çadırlar kurmasıyla başlayan eylem; 29 Mayıs günü sabah 05:00 civarında çadırda kalan gençlere polisin şiddetli müdahalesi ve aynı gün inşaat ekibinin çalışmalara tekrar başlamasıyla, yüzbinlerin tepkisini çekti. O tarihten itibaren artan polis şiddeti ve 30 Mayıs günü eylemcilerin çadırlarının yakılması, olayları ülke genelinde milyonların katıldığı bir eyleme dönüştürdü. Uygulanan orantısız polis şiddetine, yitirilen canlara, yaralanmalara ve medyanın olayları halktan gizlemeye yönelik yayın politikalarına tepki olarak Gezi Parkı eylemleri 31 Mayıs’tan itibaren tüm Türkiye’ye yayıldı. Sosyal medyanın çok aktif bir şekilde kullanılması ve bunun zaman zaman yarattığı dezenformasyon, eylemcilerin çok farklı kesimlerden olması, örgütsüzlük ve gençlerin yoğun katılımı gibi yönleriyle de Gezi sebepleri, gelişimi ve toplumsal etkileri uzun süre konuşulacak bir hareket oldu. Dinamik Gazete ekibi olarak, özellikle apolitikleştiği düşünülen gençleri sokağa çıkartan böylesi geniş çaplı bir hareketin, olayın sıcaklığından sıyrılmış bir şekilde, sağduyulu bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bir kampüs gazetesi olarak, kampüs bileşenlerini ve tüm Türkiye’yi bu denli etkisine alan bir hareketin; soğukkanlı bir incelemeye tabi

tutulması gerektiği gerçeğiyle Gezi Eki’ni hazırlamaya karar verdik. Yola çıkarken, kampüs bileşenlerinin ve süreçte öne çıkan farklı kesimlerin bu konudaki düşüncelerinin değerli olduğu bilinciyle hareket ettik. Eki hazırlarken, hem Gezi’yi anlamlandırmaya çalışan hem de Gezi’ye eleştirel yaklaşan görüşler bularak adil bir yaklaşım sağlamak adına farklı görüşlerdeki çeşitli oluşumlara başvurduk. Ancak Gezi olaylarına eleştirel yaklaşan kişi ve gruplardan olumlu dönüşler alamadık. Ayrıca üniversitemiz dışından başvurduğumuz kaynaklar-İhsan Eliaçık haricinde- genel olarak talebimize olumlu cevap vermediler. Ekte görüşlerini aldığımız kişilere; Gezi olaylarının doğuşu, büyüme ve farklı kesimlere yayılma sebepleri, orta sınıfın eyleme yaklaşımı, hükümet ve Taksim Dayanışması arasındaki görüşme, “apolitik” gençlerin sokağa çıkması, eylemin geleceğe dair siyasi etkileri ve eylemdeki örgütsüzlük üzerine sorular yönelttik. Belirttiğimiz gibi aldığımız olumsuz dönütler sebebiyle de farklı kişilere yöneltmek istediğimiz bazı sorulara da cevap bulamamış olduk. Bu soruları hazırlarken, olayın üzerinden makul bir süre geçmesiyle tekrar irdelenmesinin faydalı olacağını düşündüğümüz; sadece olayların yaşandığı döneme ait değil, ülkenin ve bizlerin bugününü ve geleceğini etkileyecek konulara değinmeye çalıştık. Umarız, Gezi Parkı olaylarına dair sağlıklı bir değerlendirmede bulunma çabamız; gelecekte, bu tarihi eyleme ışık tutacak izler arasında bulunur.


Barış Büyükokutan

Yardımcı Doç. Dr. – Sosyoloji

12/2013

Gezi Özel Eki

03

“İnsanlara apolitik olarak görünen şey aslında sadece o kuşağın kendini koruma mekanizmasıydı.” Çoğu insan tarafından apolitik olarak adlandırılan bir neslin sokağa döküldüğünü gördük Gezi’de. Bunun sebebi neydi sizce? O neslin apolitik olup olmadığı bence çok tartışılır. Bizim bölümümüzde ders veren bir hocamızın uzun süredir iddiası 80 kuşağının, yani X kuşağı ya da Y kuşağı ya da ismini ne koyarsanız koyun, aslında apolitik gibi görünüp apolitik olmadığı. Yani uzun süredir insanlara apolitik olarak görünen şey aslında sadece o kuşağın kendini koruma mekanizmasıydı; çünkü klasik anlamda politik ifade özgürlüğü olmayan bir nesilden bahsediyoruz, ortaokulda lisede siyasi görüş sergilemek 1980 Türkiye’sinden sonra pek de mümkün olmayan bir şeydi. O kuşak da biraz apolitiktik yapar gibi yapıp kendisine başka bir dünya kurdu. Bizim Gezi’de gördüğümüz, aslında Gezi’den önce gördüğümüz şey: O kuşağın smartphone’ları ve interneti kullanarak kurduğu dünyanın kendini yeni bir tür siyasi ifade ve kitle siyasi eylemine dönüştürmesiydi. Yani bunun sebeplerine gelince ortada tek bir sebep yok. Birçok şey var en önemlisi tabi ki polis şiddeti. O 31 Mayıs akşamı yaşanan şeylere yol açan, işte parka saat 5’te girip çadır yakmalar milletin gözüne gözüne biber gazı sıkmaların yarattığı bir infaal vardı ama tabi bu aslında bardağı taşıran son damla oldu. Çünkü polis şiddeti Türkiye’de düşük dozda her yerde var, yani Türkiye’de insanlar polise gitmez, istemezler. İnsanlara “İnşallah kolay kolay yolun düşmesin.” denir. En azından 1980’den beri böyledir bu. Daha öncesinde de çok farklı değildi sanırım; çünkü polis Türkiye’de açıkçası daha sağlam demokrasilerdeki gibi bir polis değil, olmadı öyle. Bunun üstüne tabi şu anki iktidarın hem seküler hayat tarzını hem de kendisi gibi olmayan İslamcıları da kısıtlayan bir takım uygulamaları

geldi; bunların biri çok bariz içki düzenlemesi. Diyorlar ki yasak yok düzenleme yaptık ama bunun bir yasak olduğu ve bir sürü insanı alıştığından çok farklı bir şekilde yaşamaya zorladığı ortada. Bunun içinde Emek Sineması’nın başına gelenler vardı ve orada önemli bir direniş oluştu. Yani politik baskı illa bir patlamaya yol açacak diye bir şey yok, birilerinin organize etmesi lazım ve bunu Emek Sineması içinde örgütlenenler yaptı. Tabi bu konuya daha alakalı gruplar Taksim Dayanışması ve Platformu yaptı. Bunlar çok uzun süre çok zor ve çok ödüllendirici olmayan bir işi götürdüler. Bu insanlar sokağa dökülelim diye bu çalışmayı yapmadılar ama insanlar organize olduğu zaman ve organize olmayan insanlara da olay bir şekilde dokunduğu zaman böyle patlama noktaları yaşanabiliyor. Bir de Gezi özelinde dikkate alınması gereken bir şey bilmiyorum; çok da abartmamak lazım ama bütün dünyada son birkaç yıldır devrimci bir dalga var. Gezi’nin devrimci bir hareket olduğunu söylemiyorum ama insanlar Mısır’da olup bitenleri gördükçe tahayyülleri değişiyor. Yani insanların “Başkaları sokağa çıkıp seslerini duyurabiliyor, Mısırdakiler bile yapabiliyor” gibi düşünceler gönüllerinden geçmiştir. Bunun başka yerlerde örnekleri de var. Zira hatırlarsanız ‘Occupy Wall Street’le ilintilendirildi, o sırada Brezilya’da birtakım şeyler oldu, Bulgaristan’da birtakım şeyler oldu daha sonra da Estonya başbakanı kalabalığın

Peki, politik ve sosyal açıdan ne değişti? Ve bu değişim ileride ne tür bir etki uyandıracak? Toplumsal bilinç arttı mı? Şöyle bir değişim kesinlikle her-

kesin üstünde uzlaşabileceği bir şey: Geziden önce ve sonra diye bir durum var. İnsanlar Gezi’yi bir milat olarak görüyorlar, iyi ya da kötü. Gezici ve karşı Gezici gibi vurgular oluştu. Tabi bunlar sıkıntılı basitleştirmeler ama böyle bir etkisi oldu. Bilinç olayına gelince, Gezi insanların bilinçlenmesine yol açtı mı açmadı mı bence bu soruyu biraz basit sormak gibi geliyor; çünkü dediğim gibi Gezi’ye hükümetin tek bir hareketi sebep olmadı. 10 yıllık bir iktidar sürecinin sonunda gelinen bir noktadan bahsediyoruz. Türk Devleti’nin 150 yıllık bir ben bilirimciliğinden bahsediyoruz. Başbakanın bunu çok ileri götürdüğünü düşünenler var; ama başbakan Gezi’de kullandığı dilin çoğunu kendi icat etmedi, daha önceki siyasetçilerden aldı ve laikçi olarak adlandırdığı liderlerden kullandığı diller de oldu. Şöyle bir şey var, uzun bir süre daha Gezi’nin mirası tartışılacak. Gezi’yi kim yaptı, Gezi’nin güzelliğinin kredisi kime gidecek, Gezi’de yolunda gitmeyen olayların faturası kime kesilecek, böyle bir takım hesaplaşmalar olmasını bekliyorum. Bunun ötesinde açıkçası kişisel umudum, Gezi’nin Türk siyasetinde bir silkinmeye yol açması. Çünkü Türkiye’nin asıl sorunu bence Ak Parti’nin şu ya da bu politikası değil. Türkiye’nin asıl sorunu Ak Parti’ye karşı hiçbir alternatif siyasi partinin olmaması. Yani Türkiye’de yarın seçim olsa, 2 yıl sonra olsa ya da 3 yıl sonra olsa seçimin galibi belli. Çünkü ana muhalefet hala çok beceriksiz, hala çok kafası karışık, kendisini bulmaya çalışıyor ama bir yandan da 20 yıl önceki reflekslerine sarılıyor. Açıkçası, başkalarının da söylediği bir şey bu ben de katılıyorum, Gezi’nin ilk sillesini AKP değil CHP yiyebilir ve bunun çok da kötü bir şey olacağından açıkçası emin değilim.


04

Tuna Kuyucu

Gezi Özel Eki

Yardımcı Doç. Dr. - Sosyoloji

“Gezi, sınıf temelli bir hareket değildi.”

Kadın hakları savunucuları, LGBT aktivistleri, Çarşı grubu gibi çeşitli katılımcılar hakkında ne düşünüyorsunuz? Daha çok insan hakları ve kimlik mücadelesi ön planda olan katılımcılar. Çarşı grubunun profilini pek bilmediğim için analiz etmek zor ama Çarşı muhalif ve oldukça Kemalist damarı olan bir grup. AKP’nin Kemalizm’e olan tavrından dolayı sinirlenmiş olabilir diye düşünüyorum. Ama bir sosyal bilimci olarak bu konularda ancak tahminlerde bulunabiliyoruz. Benim gibi insanların neden orada olduğunu anlıyorum, çünkü kendimi biliyorum. Ama Gezi’de yüzbinlerce insan vardı. İstanbulun çeşit çeşit yerlerinde insanlar dışarıya çıktı; Gazi Mahallesi’nde de, Maltepe’de de

Bağdat Caddesi’nde de. Genelleme yapmak çok zor.

Gezi olayları sosyal medyada çok fazla yer buldu, sizce bu bir popülizme dönüştü mü? Festival havasındaydı, böyle olması iyiydi, Gezi’yi Gezi yapan şeydi. “Dans etmeden devrim mi olur?” diye bir laf vardır. Hareketin çıkış noktası da bedensellikle, sadece kendi bedenine sahip olma ve bunu ifade edebilme isteğiyle ilgili. Beden üzerinden sergilenen performansların, dansların yoğun yer alması da beni şaşırtmıyor. Gezi hareketi işçi sınıfının kolektif haklarını temsilen vs. çıkmadı ortaya; daha çok kendini ifade özgürlüğü, genç insanların bedenleriyle ilişkileri ve bunun devletin zapturaptı altına girmesini istememesiyle alakalıydı.

Gezi Direnişi’nin insanların kentlere bakışında değişiklik yarattığını düşünüyor musunuz? Ben Kent Sosyolojisi alanında çalışan bir insanım, uzun yıllardır Gezi de

dahil olmak üzere bu işlerin içindeyim. Gezi parkı olayından tam bir sene önce Mayıs ayında Gezi’de, Gezi için bir toplantı duyurusu yapılmıştı. Bütün mahalle dernekleri, platformları, Taksim platformu, Halk evleri vs. hepsi davet edildi. Ben de gitmiştim, sadece 150 kişiydi; bir sene sonra 150 bin kişi aynı yeri dolduruyordu, yani çok tuhaf. Ben bir sosyolog olarak bu tip hareketlerin transformatif etkisiyle çok ilgileniyorum. İnsanlar kamusal alan hakkı için orada bulunmadılar ama orada bulunmanın sonucu olarak kamusal alan bilinçleri gelişmeye başladı. Kimse ne Gezi Parkını, ne de Abbasağa Parkı gibi halk parklarını kullanıyordu. Şimdi bin kişi orada buluşuyor, parkların ve kamusal alanların önemi arttı. Bu hem ilginç hem de heyecan verici bir şey. Eskiden kentsel dönüşüm, üst-orta sınıf için tehdit objesi olan gecekonduların kaldırılmasıydı. Şimdi gecekondularda çeşitli nedenlerden dolayı yaşamak zorunda kalmış insanların yaşadığına dair, kamusal alan hakkı bilinci, anlayışı gelişmeye başladı. Sadece Kemalist dürtülerle Bağdat Caddesi’ndeki protestolara katılmış insanlar için transformatif bir şey yaşanmamış olabilir tabi ama Gezi’ye, mahalle platformlarına, forumlara aktif katılmış olanlarda böyle şeyler

Gezi hareketi işçi sınıfının kolektif haklarını temsilen vs. çıkmadı ortaya; daha çok kendini ifade özgürlüğü, genç insanların bedenleriyle ilişkileri ve bunun devletin zapturaptı altına girmesini istememesiyle alakalıydı.

Gezi Direnişi’nde öğrenciler, orta sınıf gibi kesimler ön plandaydı. Neden bu profiller öne çıktı? Yüzbinlerce kişinin dahil olduğu bir hareketten bahsediyoruz. Polisin ilk müdahale ettiği akşam için baktığımızda sadece öğrenciler ve orta sınıf vardı demek pek doğru olmaz. Tarlabaşından, Armutlu’dan gelen kişiler de vardı. Heterojen bir kompozisyondu diyebiliriz. Belli bir kesimin sayıca fazla olduğunu varsayarsak, neden fazlalardı? Gündüz öğrenciler fazlaydı çünkü gündüz gelmeleri kolay. Beyaz yakalılar vs. daha önce siyasi aktivist olmayan, olsa da göstermeyen insanlar da hayat tarzlarına yapılan müdahalelelerden duydukları rahatsızlıkla geliyorlardı. Otoriter bir hükümetin hayat tarzlarına müdahalesinden rahatsız olacak kesim; elbette daha eğitimli, dünyaya entegre, bireysellik skalasında önde olan kişiler. Öyle olmasaydı, Gezi’de daha fazla kent yoksullarını vs. görmemiz gerekirdi. Sınıf temelli bir hareket olsaydı çok daha farklı profilden insanların bir araya geldiği bir hareket haline gelirdi ki gelmedi.

12/2013

gerçekleşiyor. Bir kent yönetimi açısından bakarsak, bu kente tekrar başkan seçilecek kişi bunları dikkate almak zorunda olduğunu artık biliyor ve siyasetçiler de buna karşılık verecek bir dil oluşturuyor. Çok farklı grupların olmasını insanlar biraz romantize ettiler “ne kadar şahane herkes bir arada, liderlik yok” vs. şeklinde ama herkes bir anda kopup gitti. Uzun vadede insanlarda bir bilinç dönüşümü yaşanıyor ama bir siyasi proje olarak ortaya bir şey çıkamıyor.

“Apolitik bir gençlik vardı, Gezi’den sonra politize oldu” görüşüne katılıyor musunuz? Politikayı nasıl tanımladığımıza bağlı; nasıl giyineceğine, nasıl yaşayacağına kendi karar vermek isteyen bir gençlik var ve asıl politika, bireyin nasıl yaşayacağına kendi karar vermesi. Bu açıdan çok da politik bir gençlik var bana göre. Kadınların eşit işe eşit ücret mücadelesi de özgürlük mücadelesi, “ben istediğimle yatar, kalkarım” da öyle. Politika sadece işçi sınıfı hakları vs. değil, insanların birebir hayatı. Bu tarz transformasyonlar diğerlerini de değiştirecek güce sahip, ayırmamak lazım böyle şeyleri. Yine de Gezi’de olanları çok değerli ve önemli bulmak lazım.


Gün Kut Assoc.Prof. Dr. (Doç. Dr.) – Siyaset Bilimi ve Uluslarası İlişkiler

3/2014

“Siyasi otoritenin bir sınırı vardır, o sınır da kamu vicdanıdır.”

05

Eylemin büyümesindeki en büyük etken, siyasi otoritenin eylemden rahatsızlığını algılayan uygulamacı küçük bürokrasinn aşırı tepki göstermesi oldu.

dönüşmedi, olduğu kadarıyla kaldı demek indirgemeci bir yaklaşım olur. Bence Gezi, etki olarak boyutundan büyük, içerik olarak çoğulcu ve önemli bir tepki anı oldu Türkiye için. Başka bir şeye dönüşmedi diye değerinden bir şey kaybetmiyor.

Eylem boyunca parktaki toplumsal birliktelik, paylaşım, ücretsiz yemek alanlarının kurulması, Gezi Kütüphanesi gibi örnekler

Türkiye için önemli tecrübelerdi. Gezi’nin mülkiyet kavramına bakışta bir değişim yarattığını düşündünüz mü? Komün örnekleri, tarih boyunca toplumsal tepkilerin organik olarak ortaya çıktığı durumlarda hep olmuştur. Ama bunun mülkiyetsizliğe doğru evrilmesi için, komünü oluşturan şartların dışında birtakım şeyler olmuş olması gerekirdi. Taksim’deki komün 2 yıl sürseydi orada da insanlar zamanla farklılaşmaya başlayacaktı. Gezi zaten özel mülkiyete konu olan bir alan değil; kamuya açık olan bir alanın iktidar tarafından ele geçirilmesi söz konusu olduğundan, tepkiyi kamusal bilinç olarak yorumlamalıyız. Herkese ait bir şeye açıkça “size ne” tavrıyla el konuyordu, tepkiyi yaratan bu tavır oldu.

Sizce eylemin büyümesindeki en büyük etken neydi? Eylemin büyümesindeki en büyük etken, siyasi otoritenin eylemden rahatsızlığını algılayan uygulamacı küçük bürokrasinin aşırı tepki göstermesi oldu. Bürokrasi katmanlarında aşağı indikçe, yukarıdan gelen tepki kontrolden çıkıyor. Teker teker herkesin yüzüne gazfişeği atın emri hiçbir zaman

Gezi’nin siyasi bir örgütlülüğe dönüşmemesinde, eylemde ön planda olan X kuşağı etkili miydi? İlk olarak, Gezi’nin siyasi bir hareket olduğunu düşünüyorum; siyasi bir dürtüye karşı toplu bir siyasi tepki hareketi olarak ortaya çıktı ve tarihteki yerini aldı. Onun herhangi bir siyasi partiye, derneğe veya başka bir şeye dönüşme beklentisi neden olsun? Her tepki bir şeye dönüşmek zorunda değil. Kendi işlevini başarıyla yerine getirmiş bir hareketti Gezi. İkinci olarak, siyaset söz konusu olduğunda hiçbir şeyin kuşak düzeyinde genellenemeyeceği kanaatindeyim. Türkiye gibi kalabalık sayılacak ülkelerde, her kuşak içinde, her türlü görüş ve çeşitli dışa vurumlar vardır. Dolayısıyla şu denklemi kabul edemiyorum: X kuşağı tanım itibariyle siyasi tecrübeden uzaktır ve onun için Gezi farklı nitelikte bir harekete

Gezi Özel Eki

gelmedi fakat en tepedekinin tepkisini fark eden en alttakinin görünür şiddeti aslında her şeyi tetikledi. Aslen iktidarlarda sorumluluk taşıyanlar, kontrolden çıkmaya izin vermeyecek mahareti göstermek zorundalar fakat Gezi’de bu yapılmadı.

Türkiye, Gezi sürecinden ve sonrasından neler kazandı? Bu süreçte iki şeyi gözden kaçırmamak önemli: Bir, başbakanın geri adım atmama söylemi, ikincisiyse her konuda atılmış açık geri adımlar. AKM’nin yıkılması, AVM yapılması, Topçu Kışlası İnşaası... Bunların hepsinden geri adım atıldı aslında. Retorikle(söylem) realite birbirinden koptu o dönemde. Türkiye’nin temel kazanımı, siyasi otoritenin bir sınırı vardır, o sınır da kamu vicdanıdır denilmesiydi. O vicdani sınırı zorlayacak her adımınız, ne kadar güçlü olursanız olun, sizin karşınıza muhalefet çıkarır. İktidar sınırlarını zorlamış ve toplumsal bir muhalefet görmüştür. Muhalefet illa örgütlü olmak zorunda değil, örgütleyecek yapılar yoksa muhalefet, başka yerlerden ve beklenmedik şekillerde ortya çıkabilir. Gezi de bunun bariz bir örneği oldu.


Betül Tanbay

Gezi Özel Eki

Profesör Dr. Betül Tanbay Matematik Bölümü / Taksim Platformu.

“Hükümet, toplantımızda önemli mesajlar aldı.” 3/12/2013 Gezi Parkı olayları döneminde Başbakanla görüşen heyet içerisindeydiniz. Neden çağrılanlar arasındaydınız? Başbakanın Gezi olayları başladıktan sonra görüştüğü ilk heyetteydim. Üniversitenin gazetesi olduğu için hemen belirtmek isterim, bir üniversite öğretim üyesi olarak gitmedim. Taksim Platformu adındaki oluşumun kurulduğundan beri içinde olduğum için çağırıldım. ”Bu iş nasıl başladı?”, “Taksim’le ilgili çalışmalar neydi?” ve “Nasıl 28 Mayıs sabahı insanlar Taksim’e gitti?” gibi soruların cevapları hakkında bilgi almak istedi Başbakan ve bilgisi olabileceğini düşündükleri insanlardan bir heyet kurdular. Birlikte çalışmış insanlar oraya çağırılmadı, neredeyse kimseyi tanımıyordum, herkes tek tek çağırıldı. Ben akbilli bir vatandaş olarak gittim. Gittiğimiz zaman da birbirimizi tanımadığımızı, tek tek bilgilerimizi ve tecrübelerimizi anlatacağımızı belirttik.

Toplantı nasıl geçti, neler oldu? Toplantıya davet edilirken bana başbakanla samimi, gayri resmi ortamda bir sohbet ve bilgi aktarım toplantısı olacağı söylenmişti. Ama hükümetten 3 bakan ve sözcüsünün olması, ayrıca 25 kişilik bir masada 11 kişinin davet edilenler, 14 kişininse hükümet tarafından kişiler olması benim için sürprizdi. Bu resmi görüntüye rağmen karşılıklı bir miktar iyi niyet vardı tahminimce, yani hem bizi çağıranlar hem de gidenler, orada bir çö-

züm bulmaya çalışıyordu. O sebeple gayet olumlu bir toplantıydı. 4,5 saat sürdü. O süre içinde kimse masadan kalkmadı. Bu sürenin 4 saati başbakanın bizi dinlemesiyle geçti. Kendi not aldı, en az iki kişi daha not alıyordu, ben de not aldım. Bence bu notlar bir gün bir yerlerde çıkacaktır ve ilginç olacaktır. Benim için asıl ilginç olan, heyette bulunan 6 gencin konuşmasıydı. Bu gençler parkta yatmış kalkmış gençlerdi. Aralarında üniversiteyi yeni bitirmiş, yurt dışında okumuş ve parka gelip yatmışlar da; İmam Hatip okulunda yetişip mimar olmuş olanlar da vardı. Bir kısmı AKP’nin belediye teşkilatlarında da çalışmış insanlardı. Yani bu 6 gencin en önemli ortak noktası, en ufak bir AKP önyargısı ve düşmanlığı beslemeyen insanlar olmalarıydı ve buna mukabil AKP’nin ve iktidarın gördüğü en ağır ve samimi eleştirileri yapma cesaretlerinin olmasıydı. Hepsi çok heyecanlıydı, çünkü haliyle bu müthiş şiddet olayından yeni çıkmışlardı. Henüz park da doluydu biz gittiğimizde, bir gün evvel Taksim Meydanı tomalarla güya temizlenmişti ama hala binlerce kişi parkta yatıyordu ve bekliyordu. O gerilim altında gördüğüm en cesur, en açık konuşmalarını yapıp

3.12.2013

en ağır eleştirilerde bulundular ve zannediyorum bunun önemli etkileri oldu. Etkilerinden bir tanesi; o güne kadar her mikrofonu aldığında Başbakan “Topçu Kışlasını yapacağım.” diyordu. O günden itibaren bir kere bile dediğini duymadım. Demek ki önemli bir şey oldu, bunun gerçekten bütün halk tarafından istenmediği konusunda ciddi bir mesaj geçti. İkinci olarak; bence belli etseler de etmeseler de hükümetin oradaki bütün temsilcileri anladılar ki, dış mihraklar tarafından düzenlenmiş bir Gezi Direnişi yok. Başlangıcını, nasıl geliştiğini çok iyi anladılar. Bu olayın hükümeti düşürmek isteyenlerin komplosu olmadığının bir ispatı da o günkü toplantının notlarıdır diye düşünüyorum. Üçüncü olarak; sanıyorum o toplantıdan bir anlaşma ile ayrılmak istendi. Bizlerle anlaşıp parkın boşalmasını beklemek gibi bir senaryo düşünmüş olabilirler. Bu yapılmış veya yapılmamıştır, bilmiyorum ama en azından biz toplantıda, böyle bir şeyin imkânsız olduğunu çok net bir biçimde ifade ettik. Bu toplantının sonucunda bir çözüm bulmanın söz konusu olmadığını, bizlerin bilgi vermek üzere gitmiş vatandaşlar olduğumuzu anlattık ve bizim üzerimizden çözüm bulunduğu şeklinde manipülasyon yapılmaması konusunda da uyardık. Gezi olaylarının geldiği boyutun tamamen hükümetin politikalarının ve şiddetin sonucu olduğunu; bu yüzden de çözüm bulmanın yetki-

Hükümetin oradaki bütün temsilcileri anladılar ki, dış mihraklar tarafından düzenlenmiş bir Gezi Direnişi yok.

06

si olanların sorumluluğunda olduğunu çok net bir biçimde belirttik. Bundan sonra ertesi gün kurumsal bir toplantı yapıldı. Orada Taksim Dayanışması ismi altında kurulmuş olan bir şemsiye örgütler birliği gidip konuştu. Kimsenin Gezi olaylarını temsil etme gücü ve yetkisi yoktu, hükümet de bunu biliyordu. Muhatap aradılar çünkü muhatapla anlaşmaya gitmek daha kolaydır. Ama ortada çok özgür bir hareket vardı. O hareketin muhatabı da tek bir kişi ya da tek bir kuruluş olamazdı. Yine de bulmuş gibi yaparak referandum gibi laflar edilmeye kalkındı. Bunlar hiçbir şekilde bu görüşmelerin sonucu olarak ilan edilecek şeyler değil. En basitinden ertesi gün, zannediyorum Taksim Dayanışması’ndan bazı üyelerin çağırıldığı toplantıdan Başbakan şöyle bir deklarasyonla çıktı: “Mahkeme kararını bekleyeceğiz.” Ben bir mantıkçı olarak buna bir şey söylemeyeyim. Bu cümle bir totolojidir. Yani bir devlet yetkilisinin devletin mahkemesinin kararını bekleyeceğini söylemesi hiçbir şey söylememesiyle aynıdır. Daha doğrusu ürkütücüdür. Çünkü beklemeden nasıl olabilirdi ki sorusunu sordurur. Ama Taksim’de “beklemeden nasıl olur ki”yi de bir miktar gördük.


Esra Mungan Yard.Doç.Dr – Psikoloji

12/2013

Gezi Özel Eki

07

“…örgütsüz kişilerin birçok konuda daha kolay dönüşebildiklerini düşünenlerdenim.” Gezi Parkı direnişine destek verenlerin birçoğunun herhangi bir örgüte mensup olmadığı birçok defa vurgulandı. Sizce bunun direnişe nasıl bir etkisi oldu? Örgütsüzlüğün avantaj ve dezavantajları nelerdi? Gezi’de örgütlü olmayan geniş bir kitlenin olduğu bir gerçek ve Gezi’yi, örneğin 1 Mayıs Taksim mücadelelerinden farklı kılan başlıca şey de buydu bence. Bunu ne doğrudan olumlu ne de doğrudan olumsuz bir şey olarak değerlendirmek istiyorum. Belki hem olumlu hem olumsuzu eşit oranda taşıyan bir durum olarak düşünmek mümkün. Örneğin örgütlü olmayan eylemcilerin ilk defa; 1 Mayıs’larda devletin Taksim nedeniyle yıllarca -ve nihayet 2013’te tekrar- gösterdiği polis şiddeti yüzünü daha farklı bir açıdan anlayabildiğini, oradaki ortak meseleyi görebilmeye başladığı-

“Gezi Türkiye’deki vahim demokrasi açıklarını gözler önüne serdi.” Sizce eylem bu kadar geniş kitlelere ulaşmayı nasıl başardı? Çevik kuvvetin 30 Mayıs günü sabaha karşı, parkta nöbet tutanlara orantısız güç kullanması ve bu bilginin paylaşılmasi destek akınını tetikledi. Günümüzde toplumsal hareketlerin hepsi geleneksel siyasal kurumların, talepleri yansıtıp gereklerini yerine getirememeleri

nı düşünüyorum. Bunun bir grup “marjinal”, “örgütçü”, “densiz” kişinin “gereksiz meydan ısrarı” olduğu medya propagandası perspektifi yerine, aslında 1 Mayıs Taksim talebinin Gezi’deki ağaçların kesilmeme talebiyle ortaklaştığının görülebildiğini düşünüyorum. Nitekim Gezi Eylemi’nin bu ‘örgütsüz kesiminin bakışını genişletme’ etkisini doğrudan haziran sonundaki LGBT onur yürüyüşlerinde gördük. Daha önce asla bu tarz bir yürüyüşe katılmayacak kişiler katıldı ve böylece İstanbul’da gelmiş geçmiş en kalabalık onur yürüyüşü yapılmış oldu. Bu çok önemli bir kazanım. Kısaca, örgütsüz kişilerin birçok konuda daha kolay dönüşebildiklerini, eski fikirlerini yeniden gözden geçirip değişebildiklerini düşünenlerdenim. Öte yandan Gezi eyleminde birçok kişinin örgütsüz olmasının biraz

sonucu ortaya çıkmıştır. Bir boşluk doldururlar. Vatandaşların sivil hak ve özgürlük talepleri, ne hükümet ne de muhalefet partileri tarafından dile getirilemediği ve karşılanmadığı için eylemler bu kadar geniş kitlelere ulaştı. Tabii iletişim teknolojilerinin dönüşmüş olması- herkesin her şeyden çok çabuk haberdar olabilmesi; protescuların şiddet içermeyen kendileri ve herkes ile barışık protesto dilleri de bu başarının arkasındaki etkenlerdi.

olumsuz diye adlandıracağım yansımasını sonraki forumlar döneminde görebildik. İlk defa yeni bir kendini ifade etme biçimi ortaya çıktı ama örgütlü olmamaktan dolayı bunun siyaseti dönüştürücü mekanizmalara nasıl çevrilebileceği konusunda bir “bilmeme hali” vardı sanki. Var olan örgütlerin önerileri biraz örgütlülükleri nedeniyle tedirginlikle karşılandığı izlenimini edindim. Ama tabii ki insanların örgütlü olmanın önemini anlamalarının da vakit alacağını düşünüyorum, sonuç olarak 1980 sonrasının neoliberal, anti-ör-

gütçü söyleminin büyük bir başarı kazandığını da biliyoruz. Ancak o zihniyetin de giderek kırılmaya, eski tartışılmaz konumunu yitirmeye başladığını. Nihai olarak hemen olamasa da zaman içinde bu korkunç zihniyetin yeni bir örgütlülük üzerinden aşılacağını düşünüyorum. Nitekim 2001’de Porto Alegre’lerle başlayan ve günümüzde Öfkeliler Hareketi ve İşgal hareketleriyle giderek daha sıklaşan bir toplumsal hareketlilik dönemine girdiğimizi görüyoruz ve bu beni inanılmaz ümitlendiriyor.

Farklı grupları bir araya getirerek ezberi bozan şey ne idi? LGBT ve birçok grubun eylemde bir arada yer alışı toplumsal hoşgörüde kalıcı bir adım olarak yorumlanabilir mi? Gezi protestoları hem Türkiye’deki vahim demokrasi açıklarını göz önüne sermiş, hem de toplumdaki demokratik değerlere barışçıl yollarla sahip çıkma güdüsünün gücünü ve yaratıcılığını vurgulamıştır. Farklı grupların özgürlükler ve sivil haklar gibi çok geniş bir ortak paydada buluşması zaten ezber bozuyordu. Bu birliktelik ne kadar kalıcı olur bilmiyorum. Ama Gezi ile ilgili önemli olan böyle bir filizlenmenin olabilmesi -zaten protesto hareketleri kalıcı değildir- sonra onların dile getirdiği değerler zaman içinde toplum tarafından benimsenirse kurumsallaşır. Kadın hareketinde

de böyle olmuştur. Zaman içinde kadınların vurguladığı öncelikler ve değerler sokaklardan kurumlara taşınmış ve benimsenmiştir.

Yeşim Arat Prof. Dr. - Siyaset Bilimi ve Uluslarası İlişkiler Bölüm Başkanı

3/2014


İhsan Eliaçık

Gezi Özel Eki

Yazar

yönlendirmeye kalktı. Muhafazakâr kesimlere yalanlar söylendi ‘Camide içki içildi, başörtülülere saldırıldı, bayrak yakıldı’ gibi ve gözümüzün içine bakarak söyledi bunları başbakan. Yalan olduğunu kendisi de biliyordu ama iğfal yaratmak ve muhafazakar kitlenin oraya gelmesini önlemek için yapabileceği başka bir şey yoktu. 70’li yıllarda da başvurulan muhafazakar-sağcı devlet yalanlarına başvurdu. Komünistler gelip camileri ahır yapacak, ezanları susturacak gibi şeyler söylenirdi o zamanlar da seçim meydanlarında. Muhafazakar kitle üzerinde de gayet etkili oldu bu yalanlar. Gezi böyle geçti. Gezi’den sonra ramazan ayı girdi; “Yeryüzü İftarları” oldu; Gezi ruhu ülkenin manevi iklimiyle buluştu; forumlar oldu; toplantılar festivaller, paneller...

Antikapitalist Müslümanların ve sizin Gezi’deki rolünüzü nasıl tanımlıyorsunuz? Biz orada sayıca çok fazla değildik, Cuma namazında en fazla 150-200 kişiydik. 2 defa cuma namazı kılındı, çağrı yaptık ve icabet eden çok oldu, Miraç Kandili’ni yaklaşık 10 bin kişi kutladık, Yeryüzü iftarlarına 15 bin kişi katıldı. Antikapitalist Müslümanlar yaklaşık 80-100 kişi ama sembolik olarak orada duruşumuz, misyonumuz çok büyük anlam ifade ediyordu. Orada yaptıklarımızın hiçbiri bize ait değildi, Gezi’deki insanlar bize kandil kutlamak istediklerini, Kur’an okunması, dua okunması gerektiğini söylediler ve bunu bizim yapmamızın yakışık alacağını söylediler. Bizler de Kur’an okuyup dua ettik. Bu durum hükümeti çok kızdırdı, bizim din düşmanı olmamız gerekiyordu onlara göre. Orada 19 gün boyunca mescit olmasına; başörtülülerin, türbanlıların olmasına, namaz kılanların korunmasına, dine

Gezi ruhunu tanımlamak gerekirse; sanıldığı üç şey ‘darbeci, dış mihrak oyunu ve din düşmanı’ değildir. Bu beş şey; ‘doğa sevgisi, özgürlük tutkusu, görüşlere saygı, dayanışmacı antikapitalist ruh ve bir renk cümbüşü halindeki çoğulculuktur. saygı görüntüleri yansımasına çok kızdılar. Hatta başbakanın bu kadar kızgın olmasının en büyük sebeplerinden birisi de bizim orada bulunuşumuzdur. Biz oradaki vaazlarımızla, yaptıklarımızla başbakanın elindeki bir kozu aldık. O iftiralarına devam etti ama insanlar artık ona o kadar inanmamaya başladı. ‘Türkiye’ de sosyalistlerin, Alevilerin, Kürtlerin olduğu yerde dine saygı olmaz’ algısını yıktık. Gezideki insanların dine saygı anlayışı bizim anlattığımız din çerçevesinde dine ilgiye dönüştü.

www.buik.boun.edu.tr

Antikapitalist Müslümanlar Gezi süreci boyunca önemli bir simge oldu. Gezi sizin için tam olarak ne anlam ifade ediyor? Gezi’de verilmek istenen mesaj neydi ve bu mesajın bir Gezi ruhu yarattığını düşünüyor musunuz? Biz Gezi’ye birkaç sebepten dolayı katıldık. İlk ve yalın sebep ağaçların kesilmemesi ve parkın yok olmamasıdır. Orası zengin kapitalistlere peşkeş çekilmesin; herkesin gidip çay içtiği, yoksulların oturmak için para ödemediği bir yer olarak kalsın istiyoruz. Buralar rant merkezi yapılmak isteniyor buna itiraz etmeye gittik. Hiç tahmin etmedikleri bir tepkiyle karşılaştılar, olay park olmaktan çıktı ve 15 yıldır hükümete ve bu kökten gelen iktidarlara karşı bir itiraza dönüştü. Tabi hükümet de bunu tehdit olarak gördüğü için

Avrupa’ya çağrılıyorum Gezi ile ilgili. Aleviler, Kürtler, sosyalistler ve kendilerini sorgulayan İslamcılar çağırıyor daha çok. Gezi ruhu diye bir şey vardır ve bunu ilerletmek gerekiyor. Gezi ruhunu tanımlamak gerekirse; sanıldığı üç şey ‘darbeci, dış mihrak oyunu ve din düşmanı’ değildir. Bu beş şey; ‘doğa sevgisi, özgürlük tutkusu, görüşlere saygı, dayanışmacı antikapitalist ruh ve bir renk cümbüşü halindeki çoğulculuktur. Bunlardan birinin devreden çıktığı an bu ruh bozulur. Bu ruh Türkiye’nin, devletin ve siyasi partilerin sahip olması gereken şeydir. Bir yandan namaz kılınırken bir taraftan gençler onları koruyor, mescitte bir ateist ve Müslüman rahatça tartışabiliyor, bir ulusalcı ve PKKlı beraber bayrak sallıyor, mescidin büyük kısmını LGBT yapıyor. Bunlar rüya gibiydi ve gerçek oldu. En önemlisi de renk cümbüşü halinde çoğulculuk, yani farklı grupların bir arada olmasıdır. Orada bir grup hakim olmaya çalıştığı an bu ruh zedelenir. Bu Türkiye için çok önemlidir ve buradan yola çıkarak siyasi oluşumları, partileri Gezi ruhuna göre sorgulayabiliriz.

“Gezi ruhu diye bir şey var ve bunu ilerletmek gerekiyor.”

Sahibi Sahibi: Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü adına Tolgacan Ceylan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tolgacan Ceylan Genel Yayın Yönetmeni Kıvılcım Değirmencioğlu Editörler Alper Sezer, Merve Baysal Yazı ve Reklam İşleri Sorumluları Ahmet Berkay Karakaş, Elif Turhan, Melike Duygu, Orhun Arda Köksal Röportaj Kurulu Ece Yılmaz, Burak Serin, Süveyda Ece Çil, Mert Tural, Şimal Parlak Yayın Kurulu Kadir Aydın, Bilge Eralp, Gözde Oral, Kıvılcım Değirmencioğlu, Müge Kurtipek, Nuri Sayraç, Servet Ünal Görsel Yönetmen Bertuğ Yasavullar Matbaa Yılmazlar Basım Yayın Matbaacılık Pro. Tic. Ltd. Şti. Tel: 0212 565 56 82 www. yilmazlarbasim.com.tr


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.