Dinamik Gazete 15. Sayı

Page 1

Aralık 2015 Sayı: 77

dinamik@buik.net www.dinamikgazete.com

@DinamikGazete

gazete

Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü süreli yayınıdır. Ücretsizdir.

Rektörün Gözünden Kampüs Yaşamı Boğaziçi’nden Dolmabahçe’ye Başbakanlık Başdanışmanlığı’na atanması farklı kesimlerde farklı tepkilerle karşılanan, Boğaziçi mezunu, böyle bir göreve atanan ilk Hristiyan vatandaş olan Etyen Mahçupyan’la görüştük. Hem kendisine yönelik eleştirileri hem de Türkiye gündemi ve siyaseti üzerine görüşlerini bildirdi. Sayfa 18’de

Geçtiğimiz sene Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu’ndan akademik gündemi dinledikten sonra bu sefer kampüs yaşamıyla ilgili merak edilen soruları cevapladı. Sayfa 14’de

Boğaziçi’nin Gökkuşağı: luBUnya Kampüste talepleri, çalışmaları ve etkinlikleriyle öne çıkan Boğaziçi LGBTİ Çalışmaları Topluluğu (luBUnya) son zamanlarda da ‘Cinsiyetsiz Tuvalet’ talepleriyle gündemde. Sayfa 4’te

ARADIĞIMIZ DESTEK YANIBAŞIMIZDA: MENTORSHIP PROGRAMI

16

12

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ İŞLETME VE EKONOMİ KULÜBÜ


2

kampüs Genel Yayın Yönetmeni

Mehmet Evrim Saraç mehmetevrim.sarac@buik.net

Konuşuyoruz da yapıyor muyuz? Bu 'mesela' ların, gerçekleşmesi zor hayallerin, dar kapsamlı ütopyaların yazısı; bu bizim aramızda 15 dakikasını geçiren birinin bile katılabileceği, ama bu toplumun fertlerinin 'iyi güzel yazmışsın, ama boşa yazmışsın' diyebileceği bir yazı. En sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim, zira sonuna kadar okumayan da bilsin; Sürç-ü lisan ettiysek affola.

İşçi ölümleri azalsın, devlet şunu yapsın burayı denetlesin deriz; deriz ama yapıcı bir şey söyler miyiz? Ne oldu ne bitti devlet söylediklerini yaptı mı kontrol eder miyiz, etmeyiz.

Metro şöyle böyle gece yok demeyip, çözüm bulmaya çalışırız, yarım saatte olsun, çift bilet kessin, her durakta durmasın der; sesimizi duyurup bunu dinletmeye çalışırız.

Ama gelgelelim siz yine de ‘işi bilin, işe gitmeyin’ ;)

k Yo

%

Starbucks’ın kapatılmasını onaylıyor musunuz?

ır

Her şeyi geçtim; az bir şey karşımızdakini dinlesek, mesela biraz olsun işittiğimizi düşünüp kafamızda tartsak öyle eleştirsek belki de daha demokratik, daha güçlü ve kendine daha güvenen bir toplum olacağız. Kim bilir, ‘mesela’ larımız gün gelir gerçek olur, ‘iyi ki’ değişmişiz deriz.

H ay

Uzun lafın kısası; işimize geleni duyar, işimize geldiği gibi konuşuruz,

‘Bugün bilmem kaç tane iş kazası oldu’ haberlerini kaderdir diyip geçmeyiz, devlet bunu denetlesin veya denetletsin ama nasıl yapsın hadi biz de kafa patlatalım, çorbada tuzumuz olsun der boş konuşmayız, yapıcı onarıcı oluruz.

Uzun zamandan beri okulumuzda tartışma konusu olan Starbucks bu ay itibariyle kapandı. Starbucks 2 yıl önce “Boğaziçi Starbucks’ta Şenlik Var” adı altında 80 gün süren fiziksel bir işgale uğramıştı ve ilginç görüntülerle karşılaşmıştık. Fiziksel işgal bittikten sonra öğrencilerin bir kısmı Starbucks’ı boykot etmeye devam etmişti. Öğrenciler uluslararası kahve zincirinden çok Kooperatif Kantin fikrini desteklemişlerdi. Bazı öğrenciler ise işgali anlamsız bulup Starbucks’ı okul için bir artı olarak görmüştü. Sonuç olarak Starbucks kasım ayında son hizmetini verdi ve kapandı.

37

Metrobüse atar tutarız; kalabalık, sıkışık, kokuyor, otobanın şeridini niye aldılar deriz; gece neden metro, otobüs, tramvay yok diye yakınıp söveriz belediyeye. Ama iş biraz düşünüp çözüm üretmeye gelince kendimizi geri çekeriz, ben memnunum ya böyle iyi der; metrobüse de bineriz 00.00 metrosunu yakalamak için depar da atarız.

Biz istersek, ‘keşke’lerden kurtulur, ‘mesela’ları gerçek yaparsak, duymaya değil dinlemeye başlarsak, bakarken görmek için çabalarsak, eleştirirken elimizi taşın altına koyarsak böyle gitmez.

ri m

İşimize gelirse Filistin’deki çocukları duyarız onu anlatanları dinleriz, ama gün gelir Soma’daki evlatların çığlığını duymayız, işitmeyiz.

Peki bu hep böyle geldiği gibi mi gidecek?

Gerçekten beğenmediğimiz şeylere ‘beğendim, ama’ yerine ‘beğenmedim, belki burayı böyle yapabilirsin’ dersek, beğendiklerimize çamur atmassak yapıcı oluruz, sadece bakmayız, görebiliriz de.

Kampü İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde ders olarak okutulan Linguistic İngiliz Dili ve Edebiyatı bünyesinden ayrıldı ve tek başına bir departman oldu. Linguistic departmanında yüksek lisans ve doktora programları mevcut. Öğrencilerin master için minimum 24 kredi doktora içinse minimum 25 kredi ders almaları gerekmekte.

Boğaziçi Üniversitesi artık Snapchat’te! Açıklama resmi olarak okulun Twitter hesabından geldi. Okulumuzu takip etmek isteyenler “unibogazici”ni Snapchat’ten ekleyebilir.

% 2 9 Fi k

Biz bir şeye ‘çok çok beğendim’ diyorsak o şey güzele yakındır, ‘çok beğendim’ diyorsak eh iştedir, hele sadece ‘beğendim’ diyorsak hoşumuza bile gitmemiştir. Çünkü biz kötüye kötü demeyi bile bilmeyiz.

yapıcı olmaktan üşeniriz, lafla peynir gemisi yürütmeyi severiz.

% 3 4 Eve t

Dikkat edin kantinde, bahçede, hastanede, parkta neredeyse her yerde biz hep çok konuşuruz, anlatırız, eleştiririz, sayıp söveriz. Ama bunların hepsi lafta kalır, ne yapıcı bir şey söyleriz ne de söylediğimizi uygulamaya çalışırız. Bu zaten mevzunun ikinci kısmı, asıl bundan da vahimi biz hiç dinlemeyiz. Dinliyor gibi görünsek de duymayız, duyduklarımızın çoğu da bir kulağımızdan girer diğerinden çıkar, bakarız ama görmeyiz anlayacağın.

Başbakan Ahmet Davutoğlu Uluslararası Ticaret Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Emine Nur Günay’ı ekonomi başdanışmanı yaptı. Ekonomi başdanışmanı olarak Günay, G20 toplantılarına Başbakan Davutoğlu ile eşlik etti. Emine Nur Günay’ın bu pozisyona getirilmesindeki en önemli etken ise Başbakan Davutoğlu’nun öncelik verdiği ekonomik programın temel taşı olan inovasyon temelli büyüme modelinin uzmanı olması. Emine Nur Günay ayrıca okulumuzun ekonomi bölümü mezunu.

Okulumuzda 3-28 Kasım tarihleri arası, CİTÖK ve BÜKAK tarafından Cinsel Tacize Karşı Farkındalık Ayı ilan edildi. Bu ayın düzenlenmesindeki amaç ise okulumuz ve çevresinde yaşanan cinsel taciz vakalarına karşı farkındalık yaratmak, buna bir dur demek ve CİTÖK’ün tanıtımını yapmak. CİTÖK kampanya simgesi olarak tüm kampüslerde düdük ve rozet dağıttı. Bu ay adına Mithat


üste Neler Oluyor? m

1E

v

k ri % 3 2 Fi

Alam Film Merkezi’nde film gösterimi, 19 Kasım Çarşamba günü bu tip vakalara karşı yapılabileceklerin konuşulduğu bir forum düzenlendi ve öğrenci çevrelerine farkındalık kazandırıldı. Ay boyunca çeşitli paneller ve etkinliklerle, üniversitede cinsel tacize karşı farkındalık gündemde tutuldu.

%2

k Yo

Hazırlık derslerine kartlı girişi doğru buluyor musunuz?

y ır

%3

Öğreci İşgal Mekanı’nı sevdiniz mi?

4

Ha

5 Fi k r i m Y ok

et

%4

Ev

yır

Profesyonel Lig ve Üniversiteler Ligi’nde toplam 4 kez okulumuza şampiyonluk getiren Boğaziçi Sultans yeni sezona başarılı bir giriş yaptı. Geçen sezonun iddialı takımlarından biri olan İTÜ Hornets ile İTÜ stadyumunda karşılaştı ve maçı

Bu sene hazırlık derslerindeki yoklama sistemiyle ilgili bir değişiklik olacak. Sene başında yoklamaların artık öğretmen eliyle değil kartlı sistemle alınacağı belirtilmişti. Okul başlayalı 3 ay oldu ama kartlı sistem hala devreye girmemiş durumda. Kartlı sistemle yoklamanın aralık ayı itibariyle devreye gireceği söyleniyor. Öğrencilerin çoğu ise kartlı yoklama sistemine destek vermekte. Öğretmenlerin bazen yoklamayı kaçırabildiği bundan dolayı haksızlık olduğunu belirten öğrenciler yeni sistemle birlikte bunun önüne geçileceğini düşünüyor. Ayrıca “derse gitmem arkadaşım kartımı basar” fikri de öğrenciler arasında oldukça popüler ama sanıldığı gibi turnikeler boş bırakılmayacak, yanında güvenlik birimleri bulunacak. Dolayısıyla,

Bu sene Güney YADYOK kapandı ve Hazırlık eğitiminin hazırlık eğitimi Kuzey Kampüs’teki tameme Kilyos’a yeni YADYOK binasına taşındı. Bir taşınmaya diğer adım ise hazırlık eğitiminin çalışılmasına nasıl tamamen Kilyos’taki YADYOK’a bakıyorsunuz? taşınması olacak. Geçen seneki sayımıza verdiği röportajda rektöF % rümüzün belirttiği üzere, 2015-2016 ikr im 4 eğitim öğretim yılı itibariyle ister Yo k şehir içi ister şehir dışı olsun hazırlık okuyacak öğrenciler Kilyos’ta eğitim görecek. Bazı akademisyenler ise bu Kuzey Kampüs’te kütüphanenin tip planlamaların onlara danışılmaönündeki Atatürk heykelinin ardan yapılmasından şikayetçi. kasında bulunan kule yok oldu. Bu kulenin neden kaldırıldığı hakkında herhangi bir bilgi yok ve nerede olduğu da bilinmiyor. “Boğaziçi Zirvesi – Büyülü Bir Gün” etkinliği kapsamında 400’ü aşkın Boğaziçi mezunu kampüste toplandı. 22 Kasım Cumartesi günü edebiyat, siyaset, sanat, kültür, spor gibi çeşitli alanları kapsayan dersler verildi. Birçok değerli isim (Burhan Karaçam, Levent Üzümcü, İsmail Küçükkaya, Prof. Dr. Binnaz Toprak, Bu sene ilki düzenlenecek Boğaziçi Pelin Batu, Aret Vartanyan, Deniz Öykü Yarışması, edebiyata ve yazGökçe, Emre Aköz, Levent Erden, maya ilgi duyan genç öykücüleri Güler Köknar, Seda Kaya Güler, Buhedefliyor. Bu yarışma birinci, ikinci lut Öncü, İdil Türkmenoğlu, Hakan gibi bir derecelendirme yerine en Yılmaz, Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, iyi 10 öyküyü seçiyor, bunları eleşNilsen Altıntaş, Nevşah Fidan Katirmen ve öykücülerle buluşturup ramehmet, Tijen Mergen, Binnur yazarlara birebir kritik fırsatı vaat Zaimler, İbrahim Betil, Gönül Karaediyor. Detaylar ve katılım koşulları hanoğlu, İrfan Koçsel, Prof. Dr. Yankı için: http://www.bogazicioykuyarisYazgan, Ezel Akay, Seyhan Arman, masi.com/ Nadire Mater) etkinliğe katıldı, ko-

% 32

Sarıtepe Kampüsü’nde yemekhane saatlerinde yaşanan yer bulma sıkıntısını çözme amacıyla sene sonunda yemekhanenin genişletilmesine karar verildi. Şu an inşaat çalışmaları bitmiş durumda ve kısa süre içinde yemekhanenin yeni kısmının açılması planlanıyor. Bu dönem yeniden düzenlenen yemekhane saatleri pek bir değişim yaratmadı ama bu kez öğrencilerin yer bulamama endişesine çare getirilmiş gibi görünüyor.

lu m

%21

lu

% 64 O

Kuzey kantine giderken merdivenlerin sağındaki yapı mutlaka ilginizi çekmiştir. “Öğrenci İşgal Mekanı” adı verilen bu yer öğrenci faaliyetlerine ayrılacak. Yani öğrenci odaklı, öğrencilerin tasarlayacağı bir yer olacak. Geçen sene buraya ING Bank ATM’si yapılması planlanıyordu. Bir grup öğrenci bu fikri desteklememişti ve olaylar yaşanmıştı, hatta öğrencilerin ATM açılmasını protesto eden videoları Youtube’da hala mevcut. Belli ki öğrencilerin karşı tutumunu okul idaresi dikkate almış ve öğrencilere özel bir yer ayırmış.

m

Ol

u

Kilyos’taki yurt inşaatının aralık ayının başında tamamlanması bekleniyor. Normalde bu yurt inşaatının eylülde bitmesi, yani yurdun yeni eğitim öğretim yılına yetiştirilmesi planlanıyordu. Yeni yurtlar sayesinde hazırlık eğitimi tamamen Kilyos’a taşındığında İstanbul’dan gelen öğrenciler burada konaklayabilecek. 2015 Ocak ayında buraya öğrenci alımının başlaması söz konusu ama YADYOK’tan resmi bir açıklama yok.

z

canan.ercan@boun.edu.

nuşmalar yaptı. Saat 16.40 ile 18.00 arası ise “Büyülü Kokteyl” gerçekleşti.

su

Canan Ercan

9 Ha

cem .özdemir@boun.edu.tr

başka kart basmak kolay olmayacak, aksi takdirde disiplin suçları devreye girecek.

et

12-18’lik bir skorla kazandı. Boğaziçi Sultans 29-30 Kasım tarihleri arasında Gazi Warriors ile karşılaşacak. Boğaziçi Sultans şu anda Süper ligde 2. Sırada yer almakta. Süper ligde Koç Rams 1, ODTÜ Falcons 3. Sırada yer alıyor.

%4

Cem Özdemir

3

kampüs


04 4

ekonomi kampüs

Editör

Ebrar Bahçivan ebrar.bahcivan@buik.net

Zamansız Bir Yazı

Aslında zamana karşı olan ilgim yeni değil her zaman fazlasıyla büyülü ve ilgi çekici bir şey olduğuna inanmışımdır. Herkesin, bu sefer genelleme yapmıyorum, ortak olarak paylaşabildiği müthiş bir şey değil mi aslında? Şu anı kaç milyar kişiyle paylaştığınızı bir düşünün. Ve sonra o kaç milyar kişinin kaç milyon farklı şey yapabile-

Ekin Bayur ekin.bayur@boun.edu.tr

Aslında zamanından geç okuyorsunuz bu satırları, yine. Farkında olmayabilirsiniz, ki bu tercih ettiğim bir şey değil, bu yazıyı çoktan okuyup bir kenara koymuş olmalıydınız, ama ben yine geç kaldım. Bu aslında zamanını doldurmuş, ama yine de henüz kendini imha etmemişse bir şans vermeli mi acaba? Hepimiz saatlerimizle yaşıyoruz, ama genele vurmak hoş değildir: Çoğumuz saatlerimizle yaşıyoruz. Dakikalar, hatta saniyelerle öyle yarışıyoruz ki, sanki onlar geçmemiz gereken bir şeymiş gibi davranıyoruz. O kadar telaşlıyız ki, yarıştığımız şeyin aslında tam ortasında olduğumuzu ve onu geçmenin aslında bir gerçeklik olmadığını farkedemiyoruz. Kendi oluşturduğumuz kavramlara o kadar yabancılaşmışız ki onları birer rakip, geçilmesi ve yenilmesi gereken bir şey olarak görüyoruz. Mesela bir toplantı var, saat ikide. O toplantıya ikiye iki kala gelmeniz, sizin zamana karşı kazandığınız bir zafer değildir. Sadece vaktinden erken varmışsınızdır. Saat ikiyi geçmeniz teknik olarak ya da pratik olarak mümkün değildir, eğer saat henüz ikiyi geçmiyorsa. Erken varmanın verdiği bu mutluluk komiktir yani, zamanı gelmemiş bir vakti geçtiğinize inanır, büyük bir zafer kazandığınızı düşünürsünüz. Oysa tam olarak yaşanan andasınızdır ve onu geçmek bilinen standartlarda pek de mümkün değildir. Gerçi bu garip mutluluk beni çok da deneyimleyebildiğim bir şey değildir, çünkü ben yaygınlaşmış tabiriyle geç kalanlardanım çoğunlukla. Dakikalar önce varıp zamanı geçtiğine inananların aksine, ben gerçekten zamanı geçirmiş olurum. Benim durumum vakti gelmemiş, ya da henüz beklenen buluşmalarla değil de zamanı geçmiş, başlamış olayların içine yaşanan dakikalarda dahil olmakla ilgili.

Boğaziçi'nin

ceğini… Bu inanılmaz güçlü bir payda ve aynı noktada bu kadar birleşebildiğimiz başka bir şey yok maalesef. Dakikayı bencilce sahiplenmeye kalkmayın sakın, inanın paylaşınca daha güzel. Aslında bu kadar ortak ve her an bizi sarıp sarmalayan bir kavramı ne kadar kolay görmezden geliyoruz. Zaman kavramını kendi yarattığımız saat, dakika gibi kalıpların içine sığdırmaya çalışıp öylece bırakmışız. Saatler sadece zamanın bedene bürünmüş hali. Oysa gerçekten bırakmak mümkün mü ki böyle bir şeyi? En son ne zaman gün batımını farkına vardınız saatinize bakmadan? Ya da en son ne zaman bir anın geçişini bütünüyle hissetiniz ve bundan keyif aldınız, çünkü o anı gerçekten doldurabildiğinize inandınız? Geçip gidişine hakim olamadığımız gibi umursamıyor gibi de davranıyoruz çoğunlukla. Bir anın kıymetini bilmeyip henüz gerçekleşmemiş olana daha çok değer biçiyoruz ve bize eşlik eden ana haksızlık ediyoruz. Erken geliyoruz, geç kalıyoruz, koşuyoruz, ama hiçbir zaman yetişemiyoruz. Çünkü zamanla birlikte değil zamana karşı yaşıyoruz. Sanırım en çok isteyebileceğim şeylerden biri zamanda ileri ya da geri gidebilmek. Bir özel güç, küçük bir sihir ya da bir “time turner” sa bunu sağlayan, zamanın tadına biraz daha varabilmek için bir tane de ben istiyorum. Ama onu bulana kadar, tüm bu koşturmacanın geç kalan bireyi olarak, sanırım biraz biraz hepinizi bekleteceğim. Lütfen kızmayın bana. İsteyerek değil bu yaptığım. Onun yerine çıkarın koyun saatlerinizi bir kenara ve anın tadına varın. Zamanı geldiğine ben orda olacağım. Çok bekletmemek dileğiyle.

Son zamanlarda ‘Cinsiyetsiz Tuvalet’ talepleriyle gündeme gelen Boğaziçi LGBTİ Çalışmaları Topluluğu ‘nun (luBUnya) taleplerini, çalışmalarını ve etkinliklerini birinci ağızdan, 4 senedir luBUnya’da ve Onur Haftası Komite Üyesi olan Ekonomi Bölümü öğrencisi Görkem Ulumeriç’ten dinledik. LGBTI Hareketi LGBTİ hareketi, Türkiye’de 1993 yılında Lambdaistanbul’un kurulmasıyla başladı. 1996 yılında ise LEGATO’nun kurulması, üniversitelerde bu hareketin başlamasına ön ayak oldu. Üniversiteli LGBTİ bireyleri biraraya getirmeyi hedefleyen bu oluşum uzun sürmemiş olsa bile, LGBTİ hareketinin başlaması ve yayılmasında etkili oldu. Boğaziçi LEGATO’nun devamı olan LuBUnya, Boğaziçi’ndeki lezbiyen, gay, biseksüel, trans ve interseks öğrencilerin oluşturduğu, Eylül 2009’da kurulmuş, 20-30 kişilik bir öğrenci topluluğu. Son zamanlarda CİTÖK’ün cinsel taciz farkındalığıyla ilgili yaptığı etkinliklerde sıkça gördüğümüz luBUnya, kendi etkinlikleri ve eylemleriyle de oldukça aktif. luBUnya’nın amacı, diğer LGBTİ toplulukları gibi heteroseksüellerin sahip olduğu haklara sahip olabilmek ve cinsiyetçiliği kampüsten

olabildiğince uzak tutmak . Fakat Türkiye’nin LGBTİ hakları konusundaki tutumunun pek iç açıcı olduğu söylenemez. 2007 yılı ilkbaharında Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir ankette”Hangisi görüşlerine daha yakın?” sorusuna Türkiye’de %14 “Eşcinsellik toplum tarafından kabul edilmesi gereken bir hayat biçimidir.” derken, %57 ise “Eşcinsellik toplum tarafından kabul edilmemesi gereken bir hayat biçimidir.” cevabını veriyor. %29 ise cevap vermemeyi tercih etmiş. Avrupa’nın homoseksüellere karşı nefret suçunun en çok işlendiği ülke Türkiye olmakla birlikte anayasamızda, AB’ye uyum sürecinin başlıca şartlarından olmasına rağmen, nefret suçlarıyla ilgili hiçbir madde bulunmamakta. LGBTİ Hakları Platformu’nun Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na anayasanın 10. Maddesinde yer alan “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebep-


kampüs ekonomi

Gökkuşağı: luBUnya Ya p ıl m a m a l

ı

%9 k o im Y Fikr

3

%

34 6 Ev et %5 Başka Neler Yapılabilir? Boğaziçi Üniversitesi, etik ilkelerindeki “Din, dil, ırk, etnik köken, fikir, cinsiyet, yaş, bedensel engel ve ben-

zeri özellikler nedeniyle ayrımcılık ve ön yargıya yer vermeden hakça ve dürüstçe davranılması esastır.” maddesine “cinsel yönelim” ibaresini ekleyerek cinsiyet-cinsel yönelim farkını resmi olarak kabul etti. Fakat luBUnya’nın Boğaziçi’nden beklediği birkaç şey daha var. LGBTİ bireylerle ilgilenmek üzere okulun idare ettiği bir LGBTİ birimi bunlardan biri. Bu birimin yanında bir Ayrımcılık Komisyonu da istekler arasında. Günlük hayatın dışında, akademik alanda da LGBTİ farkındalığının artmasını bekliyor luBUnya. LGBTİ araştırmalarına bütçe ayrılmasını ve bu konuda akademik araştırma yapılmasına teşvik edilmesi gerektiğini savunuyor. luBUnya tüm bu taleplerinin, etkinliklerinin yanı sıra, henüz bir kulüp statüsünde değil ancak kulüp olmak için gerekli tüzüğü hazırlamış.Yeni isimleri BÜ LGBTİ Çalışmaları Kulübü olacak. LGBTİ kulüp oluşumu olan Bilgi, Galatasaray, Bilkent, Hacettepe ve Çukurova Üniversitelerinin yanına Boğaziçi’ni de eklemek isteyen luBUnya’nın şu an tek eksiği bir logo. Logo bulmak için herkese açık bir yarışma düzenleyerek jürinin seçeceği logoyu kulüp logosu yapmayı planlıyor.

yır

üniversitede cinsiyetsiz yurt odaları ve tuvaletler var. Boğaziçi’nin de dengi üniversiteler gibi bunu uygulaması gerekir” diyor . Cinsiyetli tuvaletlerin cinsiyet ayrımını keskinleştirdiğini ve cinsiyet üzerindeki baskıları da arttırdığını söyleyen Görkem, bu ayrımdan sıyrılabilmek için cinsiyetsiz alanların çok önemli olduğunu da belirtiyor. luBUnya’nın cinsiyetsiz alan taleplerinden bir diğeri de cinsiyetsiz yurt odaları. Birçok karma yurdun ayrılmasıyla LGBTİ öğrencileri kadın ve erkek yurtlarına dağılmış bir durumdalar fakat mümkün olduğunca birlikte aynı odalarda kalarak fiilen bu sorunu aşıyorlar. Yine de homofobik ve transfobik söylemlerle rencide edilen, dışlanan ve yurtlarda sorunlar yaşayan LGBTİ öğrencilerin talebi cinsiyet ayrımı olmadan, karma odalarda kalabilmek. Yurt Dekanlığı’yla cinsiyetsiz yurt odaları hakkında görüşen luBUnya’nın Boğaziçi Üniversitesi’nden beklediği ise öğrencilerin özel ihtiyaçlarını düşünerek LGBTİ öğrenciler için daha uygun koşullar sağlaması.

LGBTİ bireylerin özgürlüklerinin kısıtlandığını düşünüyor musunuz?

Ha

luBUnya’dan Görkem Ulumeriç cinsiyetli tuvaletlerle ilgili olarak , “Avrupa’da ve Amerika’da birçok

%

3

luBUnya Ne İstiyor? Boğaziçi’ne temelde olması gereken ve dünyanın birçok ülkesinde bulunan LGBTİ haklarını getirmek, daha doğrusu heteroseksüellerin sahip oldukları haklara sahip olmak en büyük amaçlarından biri. Son zamanlarda çok konuşulan, sosyal medyada çok tartışılan “Cinsiyetsiz tuvalet” talebi için 19 Kasım 2014’te dilekçe verildi ve basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasında tuvaletlerin toplumsal cinsiyet rollerine hapsedilmesinden duydukları rahatsızlığı, cinsiyetin etiketlendiği yerlerde -tuvalet, yurt odası veya soyunma odası- ortaya çıkması muhtemel akran zorbalığını anlattılar. Cinsiyetsiz tuvaletin heteroseksüelleri de özgürleştireceğini ve üzerlerindeki toplumsal kadınlık ve toplumsal erkeklik rolünün baskısını azaltacağını savunarak sanılanın aksine bütün tuvaletlerin değil, New Hall’da ve YADYOK binasında toplam iki tuvaletin cinsiyetsizleştirilmesini istediler.

a lı

Gözleri Türkiye’den Boğaziçi’ne çevirdiğimizde karşılaştığımız durum tabii ki daha farklı. luBUnya bir kulüp olma aşamasında bir topluluk olarak yıl içinde birçok etkinlik düzenleyerek LGBTİ bireylere farkındalık kazandırmak için uğraşmakla birlikte eşit ve cinsiyetsiz bir okul için de çabalıyor. Her yıl 17 Mayıs tarihinde Kuzey kampüsten Güney kampüse “Boğaziçi Pride” yapılıyor. Yıl içinde film gösterimleri, okumalar, konferanslar ve paneller düzenlemekle birlikte cinsellik vb. konularda atölyeler organize ediyorlar. luBUnya sadece yaptıklarıyla değil yapmaya çalıştıklarıyla da gündeme oturmuş bir topluluk.

luBunya’nın “Cinsiyetsiz Tuvalet” yapılması isteğiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

% 5 7 Ya p ıl m

lerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” hükmüne “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibaresinin eklenmesi için yaptığı başvurudan ise bir sonuç alınamadı.

05 5

1 k %1 Yo rim Fik KORAY DURAK Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, BÜLGBTİ’nin danışman hocası Bir kulüp olarak Lubunya, hem kendini kabul etme ve açılma sürecinde olan öğrencilerimiz için bu süreci daha kolaylaştıracaktır, hem de üniversitedeki LGBTİ bireylerin toplumsallaşması için bir alan olacaktır. Boğaziçi göreceli olarak LGBTİ dostu bir ortama sahip olsa da, LGBTİ öğrencilerimizin boğuşmak zorunda oldukları bir çok ön yargı, elde edemedikleri pek çok hak var. Kampüste LGBTİ etkinlik afişleri bile asıldıktan kısa süre sonra yırtılıyor. Kulüp olmanın getirdiği avantajlar, LGBTİ öğrenciler için üniversitemizi daha yaşanır ve özgür bir yer haline getirecektir. Ayrıca, toplumsal cinsiyet rolleri nin sorgulanması ve kadın-erkek temelli ikili cinsiyet sisteminin yol açtığı sorunların tartışılması, sadece LGBTİler için değil bütün toplum için faydalı olacaktır diyebiliriz. Bu bağlamda, cinsiyetsiz tuvalet talebi de, bizi mekanların ikili cinsiyet sistemi üzerinden düzenlenmesindeki temel aksaklık hakkında düşünmeye davet ediyor.


6

kampüs

GETEM'le Diyologlar Elif Buse Doyuran

buse.doyuran@boun.edu.tr Boğaziçili, kısaltma sevdanı görmezden gelmeyelim, burayı Getem adıyla tanıyorsun. 34 engelli öğrenci için akademik destek, kısmi zamanlı asistan; akademik kadro için de bilgisel danışma hizmeti sağlıyor. Adındaki ‘teknoloji’ yi lafügüzaf sanmayın. Braille yazıcılar, Alper Cem Kefal Piaf cihazı, ekran büyütme sistemiyle kuşatılmış bir laboratuarı mevcut. Hizmetlerin boyutunu Engin Bey şöyle açıklıyor: “Burda baston bile cem.kefal@boun.edu.tr yapıyoruz.” Engin Yılmaz, 2007 Ağustostan bu yana Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Merkezi’nin direktörü. Boğaziçili, kısaltma sevdanı görmezden gelmeyelim, burayı Getem adıyla tanıyorsun. Getem’in iki taşıyıcı sütunundan biri, üniversitenin engelliler birimi olması. 34 engelli öğrenci için akademik destek, kısmi zamanlı asistan; akademik kadro için de bilgisel danışma hizmeti sağlıyor. Adındaki ‘teknoloji’ yi lafügüzaf sanmayın.Braille yazıcılar, Piaf cihazı, ekran büyütme sistemiyle kuşatılmış bir laboratuarı mevcut. Hizmetlerin boyutunu Engin Bey şöyle açıklıyor: “Burda baston bile yapıyoruz.” İkinci sütun eşinden daha kalın: e-kütüphane işlevi. Radyo tiyatrolarından Toefl kitaplarına toplam 15 590 eser türkiye çapında 4500 üyenin hizmetine amade. Türk Telekom ve Sestek’le olan telefon sistemi üyelere arşive ulaşmak için alternatif bir yol da tanıyor. Taranmış metinler ve sanal sesli kitaplar olsa da ana akım seslendirme insan sesiyle. Böylece devreye gönüllü okuyucular giriyor. Seviyorsan git, oku Bizi muhattap alıyorsan sayın okuyucu, muhtemelen görebiliyorsun. Ne yazık ki Getem arşivlerinde Dinamik Gazete bulunmamakta. Bu noktada haberin seçmesi gereken yol, üyelik yerine gönüllü okuyuculuktan bahsetmek. Peki okuyuculuğa neden gönül verilir? Engin Bey’in okuyucu motivasyonları üzerine yaptığı bir araştırma var: “Motifler çeşit çeşit. Dini sebepler, boş zamanı olan için meşguliyet. En verimli yaklaşımsa ‘zaten bir şeyler okuyorum, neden başkaları da dinlemesin’.” Bunlardan biri aklınıza yattıysa veya halihazırda bir bahaneniz varsa ‘nasıl gönüllü okuyucu olunur’a geçiyoruz. Soru iki farklı yoldan çözülebilir. Getem, Kpark ikinci katta, pazar

Kaşındaki yarıkları fark eden bir öğretmen onu, Engelliler Komisyonu ile tanıştırıyor. Burası aynı zamanda Getem’in temellerinin atıldığı yer.

hariç her gün açık iki okuma kabini ile. Ama çoğunlukla tercih edilen yol uzaktan okuyuculuk. Anlamı, kaydı kendi bilgisayarında yapmak, gerekli şartları sağlayan kurulumdan sonra. Beş dakikalık deneme kaydında akıcılık, diksiyon, telaffuz, kayıt kalitesi, ortam gibi kriterlerden geçer not aldığınız akdirde talep edilen kitaplardan seçin ve üç aylık süreniz başlasın. Şimdi karşıya geçebilirsiniz Dünya çoğunluğa göre şekilleniyor, bu şekle uyum sağlama külfeti azınlıkta. Şimdi nüfusun yüzde seksenin kör olduğunu düşünün. Madalyonun aşınmamış yüzünü çevirdik de diyebiliriz. Yeni dünyanın şartlarına adapte olmanız gerekiyor. Baston kullanmanın da incelikleri var. Ve önünüzde yürüyenin farkında olmak, ona çarpmak demek değil. Aceleci olmamak, sabretmek. Uzun süredir kullanmadığınız vasıflardan bahsediyorum, belki de kutusunu hiç açmadınız. Karanlıkta Diyalog, kutunuza gitmeniz için tasarlandı. Dillere pelesenk ‘empati’ kelimesini mecaz anlam tanımadan gerçekleştirmek için. Kendinizi körlerin yerine koymayın, gelin 1,5 saat kör olun. Sizden önce 7 milyondan fazla insan, dünyanın 130 farklı noktasında oldu bile. İstanbul’da kör olmayı tercih ederseniz, Gayrettepe Metrosu’ndaki sergi alanına erişiminiz yeterli. Giriş

için çikolata paketinde altın bilet aramaya gerek yok, gişeden veya www.biletix.com’dan öğrenciyseniz 19, yetişkinseniz 28 liraya hallolur. Yalnız topuklu ayakkabı giymeyin; telefonunuzu, saatinizi çıkarmayı unutmayın. Makyaja, süse hiç gerek yok, karanlıkta hepimiz yakışıklıyız. Hukuğa Giriş dersi alanlar bilir, ‘silahların eşitliği’ diye bir ilke vardır. Karanlıkta kuracağınız ilk diyalog işte bu ilkeyi esas alıyor. Sizi göremeyen rehberinizle tanışmak için zifiri karanlığı beklemelisiniz. Havada yakalanan eller, isim değiş tokuşu derken yol başlıyor. “Bastonu sağ elinize alın ve sol elinizle duvarı bulun.” Duvar ikinci rehberiniz. Birincisi kadar maharetli değil, patikadan ayrıldığınızda sizi geri döndüremez. İlk rehberiniz ise sadece sizin değil alana birlikte girdiğiniz bütün ziyaretçilerin çobanlığına muvafıktır. Çobanlar bu hikayenin isimli kahramanları, biri de Yunus Altunkup. Bir ihtimal daha var, o da görmek mi dersin Yunus Bey’e 15 yaşında tavuk karası teşhisi konuyor. Şu an 34 yaşında ve yüzde on görüyor. Üniversite sınavına ders kitaplarını kasete okutarak hazırlanıp, BOUN Psikolojik Danışmanlık bölümünü kazanıyor. Tabi yedi tepe Boğaziçi, coğrafyası engelli için büyük handikap. Üstüne dersleri Hisar’da çıktı mı, düşüp kalkmalar hayatın bir parçası haline geliyor.

Fark ettiğiniz gibi Yunus Bey, haberimizin tutkalı; Getem’i Karanlıkta Diyalog’a kavuşturan element. Bir yandan da gören-görmeyen dualizminin merkezinde yer alarak iki tarafa da katkıda bulunma şansına sahip.Konvansiyonel engel tanımını kırıyor önce: “Şehir bazında düşünelim engeli. Topuklu giyen kadın için bozuk kaldırım taşları engeldir. Ya da yanına bebek arabası almadan iki kere düşünürsün.” Bu tip komplikasyonlara çözüm getirmek yerine etkilenen bireyleri toplumdan dışlamanın tanıdık geldiğini inkar edemiyoruz. Engelliliğe birey seviyesinden bakmak için de, projenin küratörü Andreas Heinecke’i tanık gösteriyor. “Kör olmak yaşam formlarından biridir ve içinde birçok olanak barındırır.” Tanımın nötralliği, alıştığımız acıma motifinden yoksun oluşu ortada. Diyebiliriz ki, bazen de görmek bir engeldir. Bu engele sahip olmayanlar başka bir ihtimali yaşıyor demektir.


kampüs

Boğaziçi'ne Yeni Yıl Hediyesi: Metro Arda Mert Şehan arda.sehan@boun.edu.tr Hisarüstü Mini Metrosu'nda sona gelinirken, hem Boğaziçililerin hem de mahallelinin heyecanı giderek artıyor. Bölgeye büyük ulaşım kolaylığı sağlayacak projenin, aynı zamanda Hisarüstü'nün kültür ve yaşayışına da çeşitli etkileri olacak. Trafik problemi Boğaziçililer için uzun zamandır sorun teşkil ediyor. Sorunun çözümü için gündemde olan mini metro projesine 2013’te başlandı. Bazı aksaklıklarla açılış tarihi ertelense de, Hisarüstü’nün metrosuna kavuşma tarihi Aralık sonu olarak belirlendi. Tamamı yerli çalışanlardan oluşan bir ekip ile yürütülen projenin maliyeti ise 95 milyon avroyu buldu. 2 yıl gibi rekor bir sürede tamamlanacak olan metro hattı Nisbetiye’deki trafiği rahatlatacak ve bölge ulaşımını hızlandıracağa benziyor. Hisarüstü metrosunun açılışı ile Levent’e 5, Taksim’e 16 dakikada; Yenikapı’ya 23, Atatürk Havalimanı’na 57 dakikada ulaşmak mümkün olacak.

Bu gelişme sayesinde trafik belasına takılmadan ulaşımı sağlanabilecek. Tabii bu kolaylığın yanında metroyla beraber ev kiralarının artma ve mezunların ulaşım kolaylığı sayesinde evlerinden ayrılmama ihtimallerinin belirmesi öğrencileri de düşündürüyorl. “Her Yere Metro, Her Yerde Metro” projesi kapsamında yapılan metro hattı, bazı öğrenciler tarafından, Uçaksavar bölgesinde gerçekleşecek kentsel dönüşüme bir altyapı hazırlığı gibi düşünülüyor. Ancak gökkuşağı konsepti ve rengarenk dekorasyonu ile bu hat bölgenin rengarenk manzarasını ve gençliğin enerjisini yansıtarak mahallenin “öğrenci” atmosferine uyumunu sağlıyor.

7

Editör

Alper Çağan Arslan alpercagan.arslan@buik.net

Bir Yazma Endişesi Köşe yazmak biraz stresli bir iş. Onca konu içinde hem en iyi dillendirebileceğimi hem de en ilgi çekici olanı ararken hangi cümleye başlasam aynı soru kafamı kurcalıyor: insana yazdıklarının değerli ve okunması gerektiğini düşündürten şey ne? E madem gündemimde bu var, başka şeyler yazmak kendimi yetersiz hissettirirdi ve kuvvetli muhtemel yazamazdım da. (Chorus): Köşe yazarken köşe yazmaktan bahsetmek…(inception) Aslında konu tweet atmakla ve hatta konuşmakla da bir o kadar ilgili. Çünkü her defasında birilerinin ciddiye alması için başlıyoruz konuşmaya. Güldürmek için, soru sormak için, eleştirmek için fark eder mi? Ciddiye alınması gerektiğini düşündüğün söyleyecek bir şeylerin olması belki bir özsaygı göstergesi ama cümlelerinin kalıcı olması gerektiği varsayımından hareketle, “yazmak” çok daha aşırı bir eylem. Yazmanın ne kadar kendini beğenmişçe olduğundan bahsetmiyorum aslında. Ne amaçla yazdığını bilen biri küçümserdi bu söylediğimi.(kendini beğenmişçe küçümserdi) Soruyu açmak için o beylik “niye yazıyoruz?” sorusunu da anlamlı buluyorum. Yazan için bunun sayısız gerekçesi var muhakkak. Hepsinin altında bir üsttencilik aramam mümkün değil. Fakir olduğunu ve para kazanmak için çabuk yazmak zorunda olduğunu söyleyen Dostoyevski için bu zorlama bir iddia olurdu. Yazdı, çünkü yazdıklarının piyasada bir değeri vardı(retweet, like ya da görüntülenme sayısı gibi) Ya da Orhan Pamuk’un etkileyici Nobel konuşmasında (babamın bavulu) olduğu

gibi: yazdı çünkü ancak değiştirerek gerçekliğe katlanabiliyordu. Cevabını kendime en yakın bulduğum Ray Bradbury içinse: yazdı, çünkü yazmayı eğlenceli buluyordu. Nerden bakarsan mütevazı bir cevap. Belki artık burda argümanı daha net şekillendirebilirim: yazmayı üsttenci kılan şey ona yüklediğimiz ya da yüklemediğimiz misyon. Burdan hareketle yazdıklarının insanların okuması gerektiği kadar önemli olduğunu düşünmüyor olsan da bu yazmak için bir sorun olmaktan çıkar. Saf halde yazıya kutsal bir misyon yüklemek kolay olanı. Çünkü yazının gücü yazarlara kendilerini tek taraflı anlatma olanağı tanımış. Yazarların gözlem güçleri, aydın olmaları, ahlaklı olmaları (edebedebiyat) topluma yön verme sorumlulukları (çünkü doğru yönü onlar bilirler) vs yine yazarlar tarafından anlatılmış hep. Tüm bu özellikleri reddediyor değilim ki zaten yine yazı yoluyla bir karşı tez oluşturmak tutarlı olmazdı. Bütün bu yazma, değer, amaç meselelerinden sonra söylediğim yalnızca: anlatma arzusu; bir sorumluluk, ihtiyaç, idealizm ya da kendini beğenmişlikten başka başka kavramlarla da alakalı son derece karmaşık ve bir o kadar da belli kategorizasyonların yapılamayacağı bireysel bir süreç. Senin yazın senin kararın kısaca…


8

kampüs

Bir Adalet Hareketi: Boğaziçi Üniversitesi Adalet ve Duyarlılık Timi (BÜDAT) Selena Tezel selena.tezel@buik.net

Kendilerine “Boğaziçi Üniversitesi Duyarlılık ve Adalet Timi (BÜDAT)” diyorlar. 4.5 dakikalık parodi videoları sosyal medyada paylaşıldığı andan itibaren dikkat çekti, beğeniyle izlendi. Peki BÜDAT ekibi kimlerden oluşuyor? Videoda tam olarak neyi eleştirdiler? BÜDAT, başka projelerle de karşımıza çıkacak mı?

Videonun tamamı Güney Kampüs’te çekilmiş: Antikahramanımız Buğra ve ekibi ne zaman bir haksızlık olsa olay yerine koşuyor; suçluyu sosyal medyada ifşa edip cezalandırıyor. Amaçları bu adaletsizliklere engel olmak. Silahları; akıllı telefonları. Hepsi birer maske takıyor ve sık sık antrenman yapıyor. Öğrenciler de, BÜDAT sayesinde adaletli bir üniversite ortamında yaşayabiliyorlar. Senarist ve yapımcı Can Güney Kuseyri, yönetmen Ezgi Yıldırım ve başrol Buğra Korkmaz ile buluştuğumuzda BÜDAT projesine başlamadan önce neler yaptıklarını soruyorum. Kuseyri, kendini “social media influencer” olarak tanımlıyor. MIS bölümünde okuyan Kuseyri, uzun zamandır metin yazarlığı yaptığını söylüyor. Onu, 2011 senesinin Contorium hikayesinden de tanıyoruz. Ezgi Yıldırım daha önceden de yönetmenlik yapmış: 2012’de Cannes Film Festivali’nin Kısa Film yarışmasına filmini göndermiş ve festivale katılmaya hak kazanmış. Gelecekte de film çekmeyi düşün-

düğünü belirtiyor. Başrol Buğra Korkmaz da oyunculuğa alışık olmayan biri değil; “prank” olarak da bilinen sokak tiyatrosu ile ilgileniyor. Çok kısıtlı bir bütçeyle çekilen BÜDAT videosunun arka planında tüm ekibin emeğinin olduğunu söylüyorlar. Çekimlere başlandığında fotoğraf makinesinin lenslerinden başka hiçbir şey yokmuş ellerinde. “Tripodu bile ödünç aldık” diye gülüyor Ezgi. Yapımcı Kuseyri ise tam anlamıyla kolektif bir proje olduğundan bahsediyor. Twitter fenomeni Alper Sarı ve son dönemdeki Artpop videolarıyla tanınan Madır Öktiş de oyuncular arasında ve videonun sosyal medyada paylaşılmasında da çok etkili olmuşlar. Videoda ne anlatmak istedikleri, neyi eleştirdiklerini soruyorum. “Duyarcılık” ve “duyarlılık” arasındaki farkı anlatıyor Kuseyri: “Mesela bir insanın kahvaltıda 5 zeytin alma hakkı varken 6 tane zeytin alması, olay yaratılabilecek bir konu olmamalı. Bir grup işçiye mesai

saatleri içinde yemek verilmemesi ve onların aynı zamanda çalışıyorken bu yemeği yemek zorunda kalmalarıysa bence duyarlılık gösterilmesi gereken bir olay. Bu ülkede insanlar cinsel tercihlerinden ötürü afişe ediliyorken, mesela transfobi sonucu katlediliyorken, bunlara tepki gösterilmesi duyarlılıktır. Ama denizkızı yerine denizkadını demek, dil üzerinde abartılı, dengesiz hassasiyetler göstermek duyarcılıktır. ‘Tercih değil yönelim’ esprimizde de bunu anlatmaya çalıştık. Duyarcılık; insanların gerçekten hassasiyet göstermeleri gereken konularda korkup, suya sabuna dokunmayan konularda aşırı bir duyar şovu yapıp ekmek peşinde koşmalarıdır. Samimiyetsizliktir.” Neyin ekmeği bu diye soruyorum ister istemez: “Tabii ki de kahraman olmanın. İnsanların onayını almanın. Ayriyeten de vicdan rahatlatmanın.” Can’a göre sosyal medya; insanlara ifade özgürlüğü sağlayan bir alan ama denetimi yok. Denetimi olmadığı gibi, insanların gerçekten hatalı şeyleri değil, hatalı olduğunu düşündükleri şeyleri yazıp, birilerini ifşa edip, birilerinin ciddi şekilde mağdur olmasına sebep olabildiği bir platform. İfşaya maruz kalanlara da kendilerini aklamaları için bir olanak sağlanmıyor. Kuseyri ayrıca ‘etik ortak tanım’ın olmadığından bahsediyor: “Birisine göre hatalı olan davranış başkasına göre gayet normal olabilir. Burada insanların başka insanların yargıcı olması durumunun eleştirilmesi gerekiyor.” Ayrıca, BÜDAT ekibi olarak onların da videodaki eleştirilen karakterlerin davranışlarından çok da farklı davranan insanlar olmadıklarından bahsediyor: “Ezgi gördüğü her şeyin videosunu çekiyor. Ben örneğin vakti zamanında sosyal meydada trollük adı altında spekülasyon ve dezenformasyon yaptım. Buğra

bunu doğrudan günlük hayatta uyguladı. Demek istediğim, ‘biz hayatımız boyunca asla eleştirilecek ve hatta dalga geçilecek şeyler yapmadık’, ‘biz sütten çıkmış ak kaşığız’ gibi iddialarımız yok.” Ezgi Yıldırım da BÜDAT’ın bir otorite olmadığını vurguluyor. İfşa kültürünün arkasında “ben bunu yapmalıyım,çünkü benim böyle bir misyonum var, ben kahramanım” şeklinde bir ego tatmini olduğu fikrinde: “İnsanlar birinci şahıs olup müdahale etmek yerine, tepkisiz kalıp sadece fotoğrafını çekmeyi kendilerine görev biliyor. Bu daha kolay çünkü.” Büdat üyesi olmak isteyen bir sürü insan olduğundan bahsediyor başrol Buğra: “Anlamayan, gerçekten ciddiye alanlar da var ama çoğunluk BÜDAT’ın mizahi bir proje olduğunun farkında. Basında sesimizi duyurabildik. Bizimle çalışmak isteyebilecek bir sürü insanla tanıştık. Bunlar da projenin başarıya ulaştığını gösteriyor.” Peki, BÜDAT ne zaman tekrar karşımıza çıkacak? BÜDAT filminin yarısına yakını zaten çekilmiş. Finansal destek bulabilirlerse, filmi tamamlamayı planlıyorlar. Her türlü desteğe açıklar. Kuseyri’nin aklındaysa başka bir proje daha var: Oyun Kulübü’yle birlikte Boğaziçi Quidditch takımı kurmak ve tanıtım klibini çekmek! Yönetmen koltuğunda Yıldırım ile Kuseyri’yi birlikte göreceğimiz projede, BÜDAT ekibi ve görev almak isteyen diğer öğrenciler ile takımlar oluşturulacak, Kuseyri’nin Hogwarts’a benzettiği Güney Kampüs binalarının ortasında gerçek bir Quidditch sahası kurulacak. Uluslararası medyaya haber olabilecek nitelikte bir klip çekmek istediklerini söylüyor ve ODTÜ Quidditch takımına da meydan okuyor: “Boğaziçi Quidditch takımı gümbür gümbür geliyor.”


kampüs

9

BU Amblem Ne Anlama Geliyor?

Adalet Eroğlu adalet.eroglu@boun.edu.tr

Tunahan Yazıcı tunahan.yazici@boun.edu.tr

Bugüne değin üzerinde pek durulmamış bir konu üniversitemizin amblemi. Öyle ki hakkında bulunabilecek kaynaklar çok sınırlı ve kısıtlı bilgiye sahip. Büyük bir titizlikle hazırlandığını ve derin bir anlama sahip olduğunu düşündüğümüz üniversitemizin amblemini sizler için araştırdık Boğaziçi Üniversitesi amblemi kurucu rektör Aptullah Kuran’ın fikir eseridir. Denildiği üzere Aptullah Kuran’ın tasarladığı ve Özer Kabaş’ın bir designer olarak rafine ettiği amblem 1971 – 1972 yılları arasında ortaya çıkmıştır. Aptullah Kuran ile daha önceden RKYO Mühendislik amblemini çizmiş olan Kabaş’ın, tabiri caizse okulun ruhunu anlayan, bilen bu iki değerli insanın birlikte okulumuza kazandırdığı amblemin manasının da derin olacağı aşikârdır. Amblemde ilk bakışta dikkatimizi çeken iki yarım daire, açık mavi Marmara’yı, koyu mavi Karadeniz’i sembolize etmek suretiyle iki deniz ve bu ikisinin arasında bulunan geçittir. Bu geçit boğazı simgelemektedir. Biri aşağı dönük, biri yukarı açık iki kepin de yer aldığı söylenir. Buradan hareketle bu sembolün , “yukarıdan”, yani hocalardan ve doğa etütlerinden aldığı bilgileri”, “aşağıya”, yani kendine ve kendinden bilgisizlere, tekrar doğaya ve yeryüzünde yaşayan herkese ve her canlıya aktarmak için konulduğu çıkarılabilir. Amblemin üst kısmında yer alan kepin aynı zamanda okulun Amerikan geçmişini temsilen bir “çatı”ya benzetilebileceğine dair bir bahis bulunmaktadır. Bu bahsi kepler ve çatının bilgiye verilen önemi de sembolize ettiği şeklinde genişletebiliriz. Bununla birlikte, iki farklı tondaki mavi kütlenin – Marmara ve Karadeniz – bir çizgi üzerinde buluşması Boğaziçi’ni; kültür-

leri, seviyeleri, ekolojileri farklı olan ve bu farklılıklarını renkleri gibi muhafaza eden iki deniz de farklılıklarını korurken birbirleriyle iletişim kuran, bir noktada birleşmiş akıllı insanları temsil ediyor. Amblemin anlamına yönelik

çeşitli geometrik ve numerik analizlere dayanan bir rivayet daha bulunmaktadır. Bilindiği üzere önceleri yazısız ve tarihsiz olan logoya daha sonra bir madalyon içinde Boğaziçi Üniversitesi yazısı ve 1863 tarihi eklenmiştir. 1863, Robert Kolej’in kuruluş tarihidir. Resmi kuruluş tarihi olan 1971’in göz önüne alınmasıyla şöyle bir sonuç çıkarılmaktadır: “Her iki tarih de numerolojik ve geometrik olarak 9’a indirgenmekte ve tarihler içinde dokuz kendisini tekrarlamaktaydı. 9, ilk tek sayı olan üçün karesi olarak

önemlidir. 9 sayısının işlevsel anlamı bütünlük ve mükemmellik fikrini kapsar ve ayrıca üç dünya sentezi yani Tanrı, evren ve insan ile ilgilidir. Kısaca nümerik-sembolik olarak Boğaziçi logosunun bütünlük ve mükemmelliği

kapsadığını; evren, insan ve dolaylı olarak Tanrı sentezini yarattığını düşünebiliriz.” Dahası, aynı rivayete göre Kabaş amblemi tasarlarken Taoistik kozmolojiyi çıkış noktası olarak almıştır. “Taoistik kozmolojinin ögeleri bellidir ve hiç bitmeyen değişim doğanın karakteridir. Bu karakter varlığın ebedi dönüşümün periyodik olduğu anlamına gelir.” Boğaziçi Üniversitesi logosunda bu sembolik fikirler, “s” şeklindeki düz bir çizginin kıvrımsal olarak esas alınıp dairesel hareketteki

tek düzelik iki boyutlu radyal dinamiğe dönüştürülmüş ve Japonların göz damlası adını verdikleri değişik türden bir magatama oluşturulmuştur. Öte yandan “Boğaziçi Üniversitesi logosunu felsefi olarak metafizik anlamda öne çıkaran husus Özer Kabaş’ın tasarımında dairenin karelenmesi olmuştur.” Boğaziçi Üniversitesi logosundaki karenin karşılıklı iki kenarı birer merkez ve aralarındaki mesafe yarıçapı olarak alınıp çizilen iki eşlenik daire, kutsal geometrik bir şekil olan vesica piscisi oluşturur. Ve logo vesika piscis içinde yer alırken kare de dairelenmiş olur. Vesica piscis sembolik kutsal geometrinin ana ilkesidir, kutsal geometri evrensel ve değişmez olanı grafiksel olarak ifade eder. Analizlerin ışığında logonun; evren, insan ve tanrı sentezini oluştururken bütünlük ve mükemmelliği remzeden evrensel düşünceler ışığında bilim ve sanatta en üstün vasıfları hedefleyen dinamik öğretim üyeleri ve öğrencileriyle bütünleştiği belirtilir. Araştırmamız boyunca bizi doğru kaynaklara yönlendiren ve bildiklerini bizimle paylaşan BÜVAK genel müdürü Sayın Behzat Azeri (’73) ve Robert Akademi’nin son mezunlarından, 4 yıl Özer Kabaş’ın, 3 yıl Aptullah Kuran’ın asistanlık görevini üstlenmiş olan Sayın Bülent Becan’a teşekkürlerimizle.


10

kampüs

I was, like, at Boğaziçi... Başak Şıklar basak.siklar@boun.edu.tr Bu dönem okulumuza Amerika’dan değişim öğrencisi olarak gelen Natasha Sakraney’le Türkiye’de yabancı bir öğrenci olmak hakkında konuştuk. Süveyda Ece Çil suveydaece.cil@buik.net

Dur, çok meşgulüm, sosyalleşiyorum. Az sonra okuyacağınız köşe yazısının isteseniz de istemeseniz de gerçeklikle yakından alakası vardır. Birçok Boğaziçilinin hayatının geçtiği 559C’yi geçtiğimiz gün Beşiktaş’ta bekliyordum. Durakta lisede olduklarını tahmin ettiğim üç kız da benimle beraber oturuyorlardı. Yaklaşık yarım saat beraber bekledik ve bu yarım saatin hiçbir saniyesini harcamadan(!) “selfie” çektiklerine, e haliyle de otobüslerini kaçırdıklarına şahit oldum. Şimdi doğruya doğru, şu devirde hepimizin selfiesi var. Çoğumuz sosyal medyada hesaplara sahibiz ve birbirimizi “follow”lamaktayız. Ama teknoloji ve beraberinde getirdikleri ne zaman farkına varmadığımız bir bağımlılık haline geldi, anlamakta zorluk çekiyorum. Bu bağımlılığı sayılara dökmek gerekirse, günde neredeyse 250 defa telefona baktığımız gerçeği açıkçası beni korkutuyor. Yeni “update”leri bekler halde yaşar olduk. Fakat her bir “update”le hayatı yakaladığımızı düşünürken çevremizle kurduğumuz ilişki yüzeysel olmaktan öteye gitmiyor. Hayatımızda yaşananları arkadaşlarımıza yüz yüze anlatıp, gerçek bir ilişki kurmanın verdiği mutluluktan kolayca vazgeçiyoruz. Karşımızdakinin ses tonu, mimik ve jestlerini gözlemlemek neredeyse imkansız olmasına rağmen; kendimizi telefonların parlak ve donmuş ekranlarına teslim ediyoruz. Sizlere çevremde gözlemlediğim birkaç ufak teslimiyet enstantanesi aktarayım: *Shuttle’a bineceğiniz zaman “Boş yer var mı?” sorusuna genellikle şoför cevap veriyor. Çünkü araçtaki insanlar telefonlarının içinde “sosyalleşmek-

le” meşgul. *Masa kalabalık da olsa restoranlarda/kafelerde insanların konuşmadığı, hepsinin başının önüne eğik olduğu 5-10 dakika geçiriliyor. Çünkü “sosyalleşmekle” meşguller. *İnsanlar dersler yüzünden saatlerdir yemek yememiş olsalar bile yemeklerinin fotoğrafını çekmeden yemiyorlar. Çünkü “sosyalleşmek”… *Arkadaşlar arasındaki muhabbet kim kimi “like”lamış, kim nerede ne yapmış, “last seen”i kaçmış ile sınırlı kalıp, gerçekten bir değeri olan konuları konuşmak kenara itiliyor. İnsanlar sığlaşıyor. “sos yal leş mek”. Bazı kelimelerin anlamlarının içini boşalttığımız bir dönemde yaşıyoruz. Sosyalleşip paylaştığımızı sanırken aslında narsisliğimiz ve özgüvensizliklerimizi besliyor, kabul edilme endişemizle yaşamımızı istediğimiz şekle sokabileceğimiz mecralarda kurtuluş ve huzur arıyoruz. Oysa kafamızı biraz olsun kaldırıp, telefonumuzla ya da ipadimizle ya da teknolojik cartımızla curtumuzla olan görünmez bağlarımızı kırabilsek ve çevremizin yeniden farkına varabilsek kendimizle barışık yaşamaya bir adım daha yaklaşabiliriz. Böylece kurulan yüzeysel ilişkilerin bizi tatmin etmediği gerçeğiyle tanışabilir, sanal dünyadaki benliğimizin gerçek benliğimizin önüne geçmesini engelleyerek huzur bulabiliriz. Şimdi biz önce bir “selfie” çekelim, sonra da hiç kimsenin mükemmel olmadığı bir dünyada yaşadığımızı kabullenelim.

Hangi üniversiteden geliyorsun? Kuzey Karolina’daki Duke Üniversitesi’nden geliyorum. Neden değişim programı yapmaya karar verdin? Seyahat etmeyi çok seviyorum bu yüzden üniversitede bir dönemimi yurtdışında geçirme fırsatını değerlendirmek istedim. Neden Türkiye’yi seçtin? Türkiye, aylarımı geçirip hala görülmesi gereken yerleri bitiremeyeceğim bir ülke! Gideceğim yeri seçerken bu şehrin beni yepyeni bir kültürle tanıştıracak olmasına özen gösterdim. İstanbul’un benzersiz konumu ve zengin tarihi beni etkiledi. Ayrıca Boğaziçi gibi prestijli bir üniversitede, İngilizce konuşulmayan bir ülkede derslerimi İngilizce görebiliyor olmak da çok büyük bir faktör. Amerika ve Türkiye arasında gözlemlediğin farklılıklar neler? Türkçe çok bilmediğim için gözlemlerim biraz yüzeysel kalıyor ama fark ettiğim bazı şeyler oldu. Mesela her yerdeki Türk bayrakları Amerika’da var olmayan bir milliyetçilik anlayışı olduğunu gösteriyor. Ayrıca insanlar toplu taşıtlarda daha sessiz duruyor. Türkiye ve Amerika birbirinden farklı ülkeler olsa da üniversite kampüsünde bir araya gelmek benzerlikler yaratıyor. Amerika’da da Türkiye’de de öğrenciler aynı. Hepimiz sınavlar için stresleniyoruz, aktivitelere katılmak ve aynı zamanda da arkadaşlarımıza vakit ayırmak istiyoruz. Buraya uyum sağlayabildiğini düşünüyor musun? Bence oldukça iyi uyum sağladım. Boğaziçi’ndeki herkesin yaklaşımı çok samimi. Oda ve takım arkadaşlarımla tanıştığım için çok şanslı hissediyorum. Ama keşke sürekli Amerikalılarla vakit geçirmek yerine daha fazla Türk arkadaş edinseydim. Türkiye’deki eğitim sistemi Amerika’dakinden hangi noktalarda farklı? Sence hangisi daha

iyi? Türkiye’nin kesinlikle bizdekinden daha farklı bir eğitim sistemi var ama biri ötekinden daha iyi diyemem. İki sistemin de artıları var. Amerika’da hangi bölümde okuyacağınızı üniversiteye girdikten bir iki yıl sonra seçebiliyorsunuz. Benim için bu özellik çok yararlıydı. Boğaziçi’nde de ders programını çok seviyorum. 50 dakikadan fazla ders olmuyor ve hemen çay arasına çıkabiliyoruz! Boş vaktini nasıl değerlendiriyorsun? Boş vakitlerimi sadece İstanbul’u değil, bir ülke olarak Türkiye’yi tanımaya çalışarak geçiriyorum. Doğu Anadolu, İzmir, Efes, Bodrum ve Kapadokya gibi yerleri gezme fırsatına ulaştım. Seyahat etmediğim zaman genellikle çalışıyorum, voleybol oynuyorum, arkadaşlarımla vakit geçiriyorum ve yiyebildiğim kadar Türk yemeği yiyorum! Burada geçirdiğin süre zarfında neler kazandın? Kendinde değişiklikler gözlemliyor musun? İstanbul’daki zamanımda daha rahat davranabilmeyi öğrendim. Burada yaşamak kesinlikle benim için değişik bir macera oldu. İstanbul’da defalarca kendimi değişik mahallelerde bulup kayboldum. Bütün bu süreçte kendime olan güvenim arttı ve yeni koşullara uyum sağlayabileceğimi gördüm. İstanbul sayesinde trafiğe de alıştım! *Çeviri: Süveyda Ece Çil


kampüs

11

ÖTK'da Devir Teslim Cem Aksoy cem.aksoy@buik.net

Facebook kampanyalarıyla, retweettlerle, capslerle ve hatta fenomenlerle geçen bir ÖTK seçimi kampanyası sonuçlandı. Yeni kurulun üyeleri ve bu senenin başkanı belirlendi.

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler 2. sınıf öğrencisi Mert Nacakgediği 2014-2015 döneminin ÖTK başkanı oldu. Dinamik Ekibi olarak kendisiyle konuşup bu senenin ÖTK’sının yapmak istedikleri üzerine konuştuk. Öncelikle yeni ÖTK hayırlı olsun. Bize biraz ÖTK’nın çalışma şeklinden ve yapısından bahsedebilir misin? Teşekkür ederim tüm kurul adına. Hareketli ve renkli bir seçim süreci geçirdik. Her bölümden aday sayısının ve katılımın arttığı bir seçim oldu. ÖTK olarak bizleri destekleyen ve yönetimdeki sesimizi daha güçlü kılan herkese teşekkür ediyorum. Seçim sonuçları belli olduktan sonra 6 fakülte temsilcisinden oluşan Üst Kurul ile çalışmalarımıza başladık. “Herkes için Herkesle ÖTK” projemizi hayata geçirmek için kurulumuz içinde birçok komisyon kurduk, var olanların dinamiğine ivme kattık. Örneğin Yurtlar Komisyonu, Ulaşım Komisyonu, Yapı ve Çevre Komisyonu gibi okulumuzun muhtelif sorunlarına daha iyi eğilebilecek, pratik ve akılcı çözümler üretebilecek bir yapı oluşturmak istedik. Hiyerarşik yapı gözetmeden oluşturduğumuz komisyonlarımız, medya organlarımızdan duyurulup ÖTK da olsun olmasın bütün öğrencilere açık bir ekiple bu seneki çalışmaları yürütmek istiyoruz. Bu anlayış doğrultusunda bütün öğrencilerin aklındaki projelerin, proje sahiplerinin kendi isimleriyle, doğrudan Rektörlüğe iletilmesini sağlayacağız. Projenin kabulü söz konusu olduğunda bu proje, öneren kişinin ismiyle duyurulacak. Böylece pratik çözümler üretebilen, farkındalığı yüksek Boğaziçi öğrencisi kendi üniversitesinde kendi kararlarını alırken ÖTK bunun altyapısını oluşturacak bir organ olacak.

Bu projeyle kampüs sorunlarına ilginin ve kampüsü sahiplenmenin artacağı muhakkak. Bu yeni anlayış ÖTK’da kurumsallaşabilecek mi, seneye ÖTK aynı anlayışla yönetilebilecek mi? Biz bu projenin gerçekleşmesi dahilinde yeni yeni oluşan ÖTK farkındalığını en üst seviyeye taşıma arzusundayız. Mesela, Superdorm’da kalorifer sıkıntısı vardı. Arkadaşımız bizle iletişime geçti, biz de bu konuyu Öğrenci İşleri Dekanımız Biray Kolluoğlu’na ilettik. Ertesi gün bu sorun halledildi, kaloriferler istenilen sıcaklıkta yanmaya başladı. Bu noktada mesele bize ulaşmak; bu farkındalığı sağlarsak ilerleyen senelerde de artarak bu anlayışı kalıcılaştırabiliriz.

Ya ÖTK’nın hayata geçirmek istedikleri nelerdir? ÖTK olarak bu dönem ses getirecek, büyük projelere imza atmak istiyoruz. Üniversitemizdeki her öğrencinin görmek ve içinde yaşamak istediği kampüsü onlarla beraber yaratmak istiyoruz. Mesela, üniversitemizin öğrenci kitlesi her geçen yıl Güney’den Kuzey’e kayıyor. Her sene artan kontenjanlarla Kuzey Kampüs’te öğrencilerin sosyalleşebileceği kapalı ve açık alan sorunları yaşanıyor. Yönetimimiz de Rektör Danışmanı Fikret Adaman’ın öncülüğünde yeni bir Kuzey Kampüs için çalışmalar yapıyor. Bizler de ÖTK olarak öğrencilerin hassasiyetlerini ve beklentilerini en iyi şekilde sunmaya, hayalimizdeki kampüsü gerçekleştirmeye çalışacağız. Bunun dışında kampüsümüzde oluşturacağımız bir denetleme komisyonu vasıtası ile daha temiz, daha hijyenik bir kampüs için gayret göstereceğiz. Ders programında sınırlamalar, hazırlık eğitimindeki kalite, kulüplerimizin daha verimli çalışmaları için gereken fiziki im-

kanların sağlanması ve daha pek çok konuda projemiz mevcut. Bu sene aldığı sözlerle değil, sonuçlarla iftihar eden bir ÖTK için tüm projelerimizi gerçekleştirmek istiyoruz. Bu sene seçim sürecinde fenomenlerden sosyal medya hesaplarına, Snapchatten komikli capslere kadar değişik tanıtımlar yapıldığına şahit olduk. Bu sene seçim sürecini geçmiş senelerden renkli kılan sebep nedir? Evet, bu sene gerçekten de sosyal medya üzerinden ÖTK seçimi için birçok kampanya yapıldı. Adaylar için de sevindiriciydi tabi. Seçimlerdeki katılım oranı önceki senelere göre bir hayli arttı. ÖTK nın atıl ya-

pısından kurtulup yönetimde etkin hale gelen bir kurul olması başlıca sebebiydi bence. Herkes bu kurulun bir parçası olmak gerek bölümleri için gerek okulları için çalışmalar yapmak istiyordu çünkü artık taleplerinin hiç zaman kaybetmeden ileten bir ÖTK oluşmaya başlamıştı. Benim adıma da renkli geçti seçim süreci. Bence seçimde sosyal medyada yürütülen kampanyalardan çok birebir yüz yüze yürüttüğünüz ilişkiler ve bölümünüz için daha önce yaptığınız çalışmalardan oluşan güven ortamı etkili oluyor. Dönemce yürüttüğümüz seçim çalışmamızdaki başarıyı da buna borçlu olduğumuzu düşünüyorum.


12

kampüs

Aradığımız Destek Yanı Başımızda: Mentorship Programı İlayda Çiloğlu ilayda.coglu@boun.edu.tr “Odyssey’de belirtildiğine göre Ilthaca Kralı Odysseus, Troya seferine çıkmadan önce evini ve oğlu Telemakhos’un eğitimini “Ona bildiğin her şeyi öğret!” diyerek arkadaşı Mentor’e emanet eder. Mentor ise Telemakhos’a ne yapması gerektiğini hiçbir zaman söylemez ama gerekli her şeyi öğrenmesine ve doğru kararlar almasına yardım eder.” Amacı öğrencilere kariyerlerine ilk adımı atarken yardım etmek ve Boğaziçi mezunları ile öğrencileri arasında deneyimlerin paylaşılmasını sağlamak olan programın temelleri Bümed tarafından 2003 yılında atılmış ve yıllar içinde koca bir aileye dönüşmüş. Programın hayatına dokunduğu kişi sayısı hiç de az değil; 176 kişiyle ile yola çıkılmış, 2013 yılında 280 ve 2014 yılında 600 kişiye ulaşılmış durumda. Programın koordinatörlüğünü son bir yıldır Boğaziçi mezunlarından Melek Ülkü Arısoy üstlenmiş ve daha çok mentor-menteeye ulaşmak adına çalışmalarına son hızla devam ediyor. Gazetimize vakit ayırdığı için teşekkür ediyor ve size Melek Hanım ile ettiğimiz sohbetten Mentorship Programı hakkında kısa bilgiler vermek istiyorum: Mentor ve mentee olmak için aranan şartlar nelerdir? Mentor olmak için en az 5 yıl önce Boğaziçi’nden mezun olmuş olmak, insan ilişkilerinde yeterli

olmak ve ayda minimum 2 saati bu işe ayırabilmek; mentee olmak içinse üniversitenin 3. veya 4. Sınıflarında okuyor olmak gerekiyor. Eşleştirme nasıl yapılıyor? Menteelerin başvuru formunda doldurdukları kriterlere uygun mentor adaylarını belirliyoruz. Programın merkezi hem mentee hem de mentorden oluştuğundan her iki tarafın da doldurduğu formlar tek tek değerlendirmeye özen gösteriyoruz. Bu eşleşme bir eğitim dönemini kapsadığından gelecek yıl başvurursanız farklı bir mentor ile eşleşiyorsunuz. Sağladığınız hizmetlerden biri de E-Mentorlük, hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Yine 2003’ten beri devam eden bir program ve yurtdışında kariyer sahibi olmak isteyen öğrencilerimizin ihtiyacını karşılamak adına oluşturuldu. Aynı zamanda erasmus/ exchange’e gidenlere de yardımcı oluyor. Mentor-Mentee arasındaki iletişim e-mail veya telefon ile sağ-

lanıyor. Serhat Yüksel Ekonomi Yüksek Lisans’08, Finansbank’ta Kıdemli Müfettiş Karşılıksız olarak yapılan bu programa dahil olmaya nasıl ve hangi hislerle karar verdiniz? Aslında ben bu soruya tersinden bakıp ve neden olmasın ki diye düşünüyorum çünkü bu hayatta hala manevi yönümüzü korumamız gerektiğine ve menfaat gözetmeksizin de hareket edebileceğimize inanıyorum.

çalışıyoruz. Önerdiğim kitapları okuyor, sonrasında üzerinde tartışıyoruz. Sorularını ben cevaplıyorum ama ek olarak çevremde konuyla ilgili arkadaşlarımla da görüşme ayarlamaya çalışıyorum. Merve Yayla Matematik Öğretmenliği’15

Programın size sagladıkları neler oldu? Zaten ekonomi ve finans alanında deneyimli biriyle konuşmaya ihtiyacım olduğundan bu isteğim doğrultusunda formu doldurdum Program ne kadar vaktinizi alıyor? ve mentorüm ile de böyle eşleştim. Ayda 3 saati geçmeden ağırlıklı Matematik öğretmenliği okuduolarak mail ile ve ayda bir kere de ğumdan bu alana nasıl dahil olabiyüzyüze görüşüyoruz. lirim, neler yapmalıyım gibi sorular vardı kafamda ve Serhat Bey sayeMenteeniz ile bir yol haritası çizdi- sinde cevap bulmaya başladım. niz mi? Kesinlikle. İlk aşamada Merve’nin Mentorünüz ile ilişkinizi nasıl tane istediğini tespit etmeye çalıştık. nımlarsınız? Şimdi ise matematik öğretmenliKendimi keşfetmemi sağlayan bir ğinden bankacılık sektörüne geçişi mentorüm var; bu yüzden son derenasıl sağlarız sorusunun üstünde ce mükemmel bir bağımız var.


kampüs

Boun Goes Green! Tuğçe Sakallıoğlu

BounToGreen tugce.sakallioglu@boun.edu.tr Plastik, kağıt, cam gibi atıkların ayrı ayrı atılması gerektiği biliniyor, peki ya elektronik atıklar? BounToGreen ekibi geliştirdikleri projeyle hem e-atık sorununu çözmeyi hem de bu projeye verilen destekle tasarrufa katkıda bulunmayı hedefliyor. Kimdir BounToGreen? BounToGreen ekibi Yeşilist ve Amerikan Konsolosluğu tarafından Türkiye’deki ilk kampüsler arası çevre yarışması “Students Go Green”de doğdu. Students Go Green; Boğaziçi Üniversitesi, İTÜ, Özyeğin Üniversitesi, Sabancı Üüniversitesi ve Koç Üniversitesi’nden öğrencilerin bir araya gelerek kampüslerindeki çevre sorunlarıyla ilgili bir proje geliştirdiği ve birbirleriyle yarıştığı bir etkinlik. BounToGreen, 4 kişilik bir ekipten oluşuyor veCafe yeşilin her tonunun bulunduğu Smyrna okulumuzu daha da sürdürülebilir hale getirmeye çalışıyor.

Ekip, “Kampüslerimizin çevre sorunları neler ve biz neler yapabiliriz?” sorusuyla yarışmaya hazırlanmaya başlamış. Plastik, kağıt, cam gibi atıkların ayrı ayrı atılması gerektiği pek çok kişi tarafından biliniyor, peki ya elektronik atıklar? Elektronik cihazların kullanımı ve kullanımla oluşan elektronik atıklar gün geçtikçe artmakta. Ekip bu sorundan yola çıkarak projelerinde elektronik atıkların geri dönüşümüne odaklanmaya karar veriyor. Rektör danışmanı Prof. Dr. Fikret Adaman ve Çevre Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Nilgün Cılız’ın fikir ve destekleri’yle projeye başlanıyor.

E-Atık Nedir? Bir düşünelim 1998’den kalan emektar bilgisayarınıza ne oldu? Elektronik atık yani kısaca e-atık; eski telefon, bilgisayar ve ekipmanları, beyaz eşyalar, küçük ev aletleri, floresan lamba, cd gibi artık kullanamadığımız, ömrünü tamamlamış cihazlara deniyor. Aslında hepimizin evlerinde bulunan ve ne yapacağımızı bilemediğimiz yer kaplayan şeyler. Ancak içerdikleri kurşun, cıva, kadmiyum, krom, bakır gibi ağır metallerden dolayı insan ve çevre sağlığı açısından ciddi tehditler oluşturuyorlar. Uygun adımlardan geçerek geri dönüşüme katılmaları gerekiyor. Artık E-Atıklar Mavi Kafes Kutulara Peki Güney, Kuzey, Hisar ve Kilyos Kampüslerindeki mavi kafes kutuları fark ettiniz mi? Bu kutular BounToGreen ekibinin projesi kapsamında, okulumuz bünyesinde elektronik atık toplanması amacıyla yerleştirildi. Toplanan e-atıklar karşılığında okulumuzdaki musluklar sensörlü hale getirilecek ve %60 su tasarrufu sağlanacak. Böylece hem toksik etkisi olan kirleticilerin çevreye zararı önlenmiş hem de su tasarrufu sağlanmış olacak. Ekip okulu bir adım ileriye taşıyacak bu projede, tüm Boğaziçililerin desteğini bekliyor.

13

Saygı Duyma Selena Tezel selena.tezel@buik.net

"Herkesin fikrine saygım var." “Tercih etmem ama saygı duyarım.” “Saygı duyuyorum , ama katılmıyorum.” Neden herkesin fikrine saygınız var? Neden katılmadığınız bir fikre saygı duyma zorunluluğu içine giriyorsunuz? Saygı, bu kadar kolay ve rahatlıkla ortaya çıkabilen bir duygu ya da algı mı ki? Bu nasıl olabildiğini anlayamadığım bir şekilde herkesin fikrine saygı duyduğunu ifade eden insanlar, beni rahatsız ediyor. Öznel olarak, benim birine saygı duyabilmem için, o kişiyle aramızda ortak bir payda olması gerekiyor, benim kabul ettiğim değerleri paylaşmamız gerekiyor. Hatta onu saygıdeğer buluyorsam, ona özeniyorumdur bile diyebilirim. Benim önem derecesini yüksekte tuttuğum bu algı, nam-ı diğer saygı, nasıl olabiliyor da bu “açık görüşlü” insanlar tarafından böyle çer çöp edilebiliyor? Bence bir fikre saygı duyduğunu ama katılmadığını dile getiren insanlar, yapmacıklar. Bence bu türden bir saygı, aslında onaylanmayan düşüncelerin veya yaşam tarzlarının doğrudan reddedilememesinin bir sığınağı. Muhatap kişiyi yaptığı eylemin bir değeri olduğuna ikna etmeye çalışan; fakat bu değerin saygı duyduğunu söyleyen o kişinin dünya görüşünde bir karşılığı, bir yeri olmadığını bildiren bir yaklaşım bu. Gereksiz bir tolerasyon. Saygıya kaynaklık eden unsurlar, elbette, kişiden kişiye göre değişir. Bir müzik enstrümanını profesyonelce çalmak saygıya kaynaklık eden bir eylem olabilir. Başkası için, güzel konuşmak eylemi saygıdeğerdir belki. Bir başkası için dünyayı gezmek, bir başkası için belki hiç araba kazası yapmamış olmak. Belki 100 metreyi 9 saniye 58 salisede koşmak. Bir film çekmek belki. Farklılıklara gelirsek, bunlar saygıya değer şeyler değil. Nötr yaklaşılması gereken varyasyon-

lar sadece. Toplumumuzunsa asla ve asla başaramadığı kavramları birbirinden ayırma yetisinde çuvalladığını gösteren bir alan daha. Misal, homoseksüellere saygı duyulması için sık sık çağrı yapılır. “Eşcinsellere saygı duyuyorum” der biri. Bu kişi, haklarında cinsel yönelimlerinin kendisininkinden farklı olması gerçeği dışında bilgiye sahip olmadığı homoseksüelleri, sırf homoseksüeller diye saygıdeğer bulamaz –medeni cesaret ya da dürüstlük kapsamında belki bulabilir, o ayrı. Bir başka aykırı grup olarak ateistler için de saygı bağışı çağrısı yapılır: Yine bir varyasyon olarak, inancın kutuplaştığı bölgelerde, nedense, bir başka etken olan saygı işin içine giriyor ve saygı çağrısında bulunan birey hoş görme içgüdüsüyle bir saygı bahşediyor kendisinden farklı olan, ve sadece farklı olup bir eksikliği ya da fazlalığı olmayan o diğer bireye. Sonuç olarak; düşüncelerdeki, yaşam tarzlarındaki farklılıklar, belki aykırılıklar, nötr yaklaşılması ve olağan kabul edilmesi gerekirken, “saygı duyma zorunluluğu” yanlış algısı içerisinde samimiyetsiz ve gereksiz yaklaşımlara tabi oluyor. Üstüne üstlük, saygı gibi, bence çok değerli bir kavram dile pelesenk ediliyor. Bol keseden saygı dağıtan bu insanlar, hoşgörü kılıfı altında bir “horgörü” yaratıyor. Karşı tarafta, aslında onun fikrinin de değerli, onun yaşam tarzının da kabul edilebilir olduğu algısı yaratmak için başvurulan bu yaklaşım, ötekileştirmekten başka bir sonuç vermiyor. Bırakın, açık sözlü olalım, onaylamıyorsak onaylamayalım; yorumlarımızda samimi olalım.


14

kampüs

Rektörün Gözünden

Geçtiğimiz sene Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu’ndan akademik gündemi dinledikten sonra bu sefer kampüs yaşamıyla ilgili merak edilenleri sizler için öğrendik. “Öncelikle hepinizi sevgiyle kucaklıyorum ve bu röportaj imkanını bana verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Bu görüşmeyi; bir rektör ve öğrenci görüşmesindense, hiyerarşisiz, meselelerimizi beraber çözmeye çalıştığımız bir beyin fırtınası içinde ne yapabileceğimi değerlendirdiğimiz bir toplantı olarak algılıyorum.” Yemek saatlerinde yemekhanelerde uzun süre beklemeye yol açan kuyruklar oluşuyor. Benzer şekilde, yemekhaneye girişte kullanılan BU Card bakiyesini doldurmak için Garanti ATMleri önünde sırada çok bekleniyor. Bu konular hakkında ne düşünüyorsunuz? Kartlı sistemi daha efektif kullanmak için bir proje var mı? Yaşadığınız sıkıntıların farkındayız ve yakından takip ediyoruz. Yemek saatlerinde yemekhane ve Garanti ATM’lerindeki kuyruklar üzerinden kartlı sistemi niçin kullandığımızı

anlamaya çalışalım. Üniversite yönetimi olarak en iyi yemeği en ucuza sunmaya çalışıyoruz. Benim öğrencim en iyi yemeği en ucuza yemelidir. Böyle bir misyonla yola çıktık, talep artışının kaynağı buysa demek ki doğru bir şey yapmışız. Boğaziçili simitle beslensin istemiyorum. Öte yandan, üniversitenin nüfusu sürekli artıyor. Bu, ÖSYM kontenjanlarımızın artmasından değil. Farklı kanallardan ve lisans üstünden gelen öğrenci sayısının artmasıyla her sene daha kalabalıklaşıyoruz. Bu yüzden iki senedir yemekhanelerin kapasitesini arttırmaya ve alternatif yerler yaratmaya çalışıyoruz. Yemekhanenin yanını açtık, şu ara Kare Blok girişinde genişleme yapıyoruz. Her yere köşeler açmaya başladık, mümkün her yeri değerlendirmeye başlıyoruz. Güney yemekhanenin önüne bir alan açtık. Bebek kapıyı toparladık, şimdi tekrar tadilat yapıp üstü kapalı hale getireceğiz. Fakat, nüfus ve talep

artışına paralel baktığımız zaman bunların yetmediği aşikar, dolayısıyla yemek saatlerini uzattık. Smart kart ise Boğaziçi Üniversitesi’nde yıllardır konuşulan bir konu. Binalara girişte, kütüphanede, çamaşırhanede, yurtta, her alanda tek kartla her şeyi yapmanızı sağlamak istiyoruz ve bu çok kolay bir iş değil. Önce 2013 girişlilere, sonra diğer öğrencilere dağıtıldı. Şu an mezunlara ve personelimize dağıtıyoruz. Vakıf, Teknopark gibi kurumların çalışanlarına da, tek kartla okuldaki her türlü işlemlerini yapabilecekleri ortamı sunmaya çalışıyoruz. Karta kredi dolumu yaparak para kullanımını bırakalım, daha şeffaf bir sistem kuralım istiyoruz. Bu sistemle bankalar üzerinden para dönmeden işlerimizi yapabilelim. Yemekhanelerde kart kullanımından dolayı kuyruklar oluyorsa bunun da geçici olduğunu düşünüyorum. Karta sahip olmayan, kart

kullanımına alışmamış insanlar var ve kuyruklarda problemler çıkabiliyor. Bunların tamamını yeni bir BU Card ofisi kurarak halletmeye çalışacağız. Ofis üniversiteye giren herkese niteliğine göre kartlar verecek, ziyaretçi, geçici,yabancı, öğrenci kartı gibi. Kartın dolumunu ATM’lerden yapmak istiyoruz. ATMleri belli bir alana topladık. Bu sebeple yemekhaneye yakın bir ATM düşünmüyoruz. Yemekhane girişlerine bilgisayarlar koyulabilir ve bu sistemle kartlarını doldurulabilir. Karta geçmenin önemi hızlı akışı sağlamak ve kuyrukların oluşmasını önlemek. Kartlı sistem, işlem süresini azalttığı için en efektif yöntem. Hesapların kontrolü açısından da daha şeffaf ve daha güvenilir. Sistemi yerleştirmek için zamana ihtiyaç var. Ayrıca kartlarınızı Ziraat ATM’lerinden de doldurabileceksiniz. Öncelikle Kuzey girişine bir Ziraat ATM’si gelecek.


kampüs

15

Kampüs Yaşamı Kış aylarında öğrenciler vakit geçirecek kapalı alan bulmakta sıkıntı çekiyor, kantin içlerinde ya da kütüphanede yer kalmıyor. Kapalı alan sorunu öğrencilerin yıllardır muzdarip olduğu bir konu. Kuzey’de bir gayret var, okulun başka bir çalışması var mı? Bunun farkındayız fakat tüm bunların temelinde Boğaziçi’nin imar durumu var. 2 milyon metrekareye kampüs alanımız var ve bu alanlar çok değerli. Türkiye’nin en özel 3 kampüsüne sahibiz; Kilyos, Kandilli ve Güney. Bu kampüslerin imar durumunu bağlayıcı mevzuat var. Güney Kampüs’e inşaat yapılması imkansız. Kandilli’nin 300-320 dönüm arazisinin büyük kısmı Boğaziçi ön görünümünde ve yapılaşma izni yok, ancak geri görünümde belli şartlarla imar izni var. Kilyos da sit alanı, koruma alanı, imar sıkıntıları var. Bu şartlarda Kuzey’de de inşaat izninin üstüne çıkmış durumdayız. Buralarda yeni yer yaratmak sorun. Bu kampüslerde imar mevzuatının el verdiği şekilde değişiklik taleplerimiz var, onları takip ediyoruz. Hem bir devlet üniversitesi hem de çevreye, şehirleşmeye ve kentsel dönüşüme çok titiz yaklaşan bir yönetim olarak imarımızın kesinlikle içinde bulunduğumuz kampüslerin doğal, kültürel dokusunu zedelememesi lazım. Yoksa hep buralarda bir alternatif yer arayışındayız. Kütüphaneyi 7/24 e çevirdik. Turgut Noyan gibi bir binayı yıktık ve zor bir inşaatla yeni bir bina yaptık. Terasında, yaza doğru, yemek imkanı sağlayacak bir alan açmaya çalışıyoruz. Kütüphanede makinelerle sıcak ve soğuk içecek sağladık, önceki ÖTK’nın bu konularda çalışmaları da vardı zaten. Gelen her isteği karşılamaya çalışıyoruz. Görmediğimiz, aklımıza gelmemiş bir yer varsa bunları da düzenlemek isteriz. Ben de, haftada iki gün, Kuzey’i erken saatlerde dolaşıyorum. Kilyos’ta ise yemekhaneyi iki katına çıkardık. Üçüncü bir yurt yaptık. O yurdun alt katında öğrenci merkezi olacak, yerin iç dekorasyonunu yapıyoruz.

Keşke Kuzey’de boş bir alan olsa da bir plan yapsak. Kuzey YADYOK’un yıkılıp büyük bir bina yapılması olabilir, projesi de hazır. Fakat orayı yıktığımız zaman iki sene kullanılmaması gerekiyor. Onu, o rahatlığı yakalayabileceğimiz bir dönemde yapmamız gerekir. Seneye Kilyos’a giden öğrenci sayısını arttırırsak yıkabiliriz. 2015’ten itibaren de Kuzey YADYOK sınıflarını toparlayıp kullanırsak binayı yıkmadan bir fonksiyon kazandırabiliriz. Öğrenci işgal mekanı ise, öğrencilerle konuşularak yapıldı. Eğer tasarım kullanışlı değilse kaldırıp düz masalar koyabiliriz.Sebep soğuklarsa yanını camla kapatabiliriz. Dunkin Donut’ın arkasındaki yerin de tadilatı bitince oraya da birkaç masa koyacağız. Turgut Noyan’ın üst katında yaza doğru bir yemek yeri yapılacak. Bebek Kapı Cafe’yi açtık ve şu an üstünü kapatıyoruz. Starbucks’ın kapatılacağı kampüs içinde konuşulan konulardan. sizin bu konu hakkında söylemek istedikleriniz nelerdir? Starbucks’ın sözleşmesi bitiyor ve orayı ne şekilde kullanabileceğimize dair alternatifler düşünüyoruz. Ticaret Kanunu ve Kiracı Koruma Kanununa göre bir ticari alanda, ti-

cari işletmeyi çıkartıp yerine başka bir işletmeye kiraya veremezsiniz, koşulları vardır. Ama Starbucks’ın sözleşmesi bu ay dolduğu için, o alanı farklı şekilde kullanmayı planlıyoruz. Hazırlığın Kilyos’a taşınması planlarını biliyoruz, ilk aşama hazırlığı Güney’den Kuzey’e almak mıydı? Bundan sonraki süreç nasıl işleyecek? Hazırlıktaki okutmanlarla bir toplantımız oldu ve onlara da aynı ifadelerde bulundum. Benim için öğrenciler her zaman en önemli olmuştur. Ben öğrenciyi üzecek, sıkacak bir şey yapmak istemem. Hazırlıkta yaklaşık 1800 kişi var, bu kadar kişinin Kilyos’ta bir yıl okuduğunu ve orada yurtta kaldığını hayal edelim; o kampüsün ne kadar canlı olacağını düşünebiliyor musunuz? Bir kampüsün yaşamının yeşermesi için en önemli şey öğrenci. Kilyos’ta şimdikinin 3 katı öğrenci olsa, üniversitenin oraya taşıyacağı imkanlar o misli artardı. Boğaziçi’ne Kilyos, 1985’te hazırlık kampüsü olmak üzere verilmiş. 30 senede üniversite oraya 700 kadar öğrenciyi götürebilmiş, yani bu süreci tamamlayamamış. 2000’den beri tüm rektörler de koşulları im-

kanları çerçevesinde yükseltmeye çalışmış ve bu süreçte öğrenci sayısı 700’e kadar çıkmış. En son Kadri Bey ikinci yurdu açmış. Bu her yönetimin ilerlettiği bir durum. Diğer yönetimlerden sonra biz de üçüncü yurdu açtık. Yurt imkanı vermeden öğrencinin kalmasını beklememyiz. Hem derslik hem de yurt alt yapısını maksimuma getirmek gerek. Göreve geldiğimde remedial öğrenci problemiyle karşılaştım. Onların önerisi Kilyos’taki alt yapıyı geliştirmemiz ve onlara da imkan sağlamamız yönündeydi. İki senedir de Kilyos’ta elimizden geleni yapıyoruz. Üçüncü yurdun yanında bir de spor tesisi inşa ediyoruz. Bir master plan da yapıldı. Tabii ki bir seneye her şey bitmeyecek ama en az 400 öğrenciye alan sağlanacak. Tamamını yapabilmek için bir bu kadar daha gayret sarf etmek gerekir. Hocalarımız Kilyos’a taşınma konusuna üzüldüler, ben de onları üzdüğüm için üzüldüm. Ben şunu ifade ediyorum ki orada yaşayarak, orada spor yaparak, orada kulüp faaliyetleri yürüterek Kilyos Türkiye’nin en iyi kampüsü olacak. Şu anda ulaşım zormuş gibi geliyor. Ama unutmayalım ki bir çok üniversite İstanbul’un uzak kesimlerine


16

kampüs

dağılmış durumda. Ben okutman arkadaşlarımızın da bizi anlayacağını ümit ediyorum. İngilizce eğitimi bazılarına iki dönem yetmeyebilir, bu sebeple bir komisyon kurmuştuk. Geçen sene hazırlık üç döneme çıktı ve bu sene onu deneyeceğiz. Bu yaz üçüncü dönemi okuyacak arkadaşlarımız. Kimler okuyacak, başarıları ne olacak hepsini göreceğiz. Akademik olarak öğrenciye uzanabilmek adına önemli değişiklikler yapıldığını düşünüyorum. tümleştiren, herkesi kucaklayan bir yapı içinde Kilyos’un gelecek yıllarda hazırlıklar için çok iyi bir yaşam alanı olmasını ümit ediyorum. Kilyos’un yeşil bir kampüs olması için de, bir rüzgar tribünü projesini aralıkta hayata geçireceğiz. Kampüsün enerji ihtiyacını da buradan karşılayacağız. Ayrıca Mühendislik Fakültesi’nden belli araştırma grupları da Kilyos’ta laboratuvarlar kurmaya başladı. Enerji, inşaat, makine gibi alanlarda laboratuvarlar kuruldu. Her dönem başı Registration sisteminden kaynaklanan sıkıntılar yaşanıyor. Sistemi geliştirmek mümkün mü, bu yönde bir çalışma var mı? Sizin çektiğiniz her türlü sıkıntıyı anında burada hissediyoruz ve bunun üstüne gidiyoruz. ÖBİKAS ve kayıt sistemi ile ilgili sıkıntıların kaynaklarını bir kaç kategoriye ayırmak lazım: Biri, kayıt döneminde internetteki yavaşlık, internete ulaşamamak; yani daha donanımsal, daha alt yapısal bir mesele. Aslında iki senedir üniversitenin internet alt yapısını geliştirmek için çalışıyoruz ve ciddi oranda farklılılar yarattık. Özellikle Tuna Kuyucu Hocamız da bu göreve geldiğinden beri altyapıyı genişletme çalışmalarına hız verdi. Ancak üniversitenin alt yapısını köklü bir şekilde değiştirmek ve okula gelen fiber internet giriş kapasitemizi arttırmamız lazım. Bu konuda da servis sağlayıcı firma ile görüşmelerimiz devam etmekte, tüm kampüslerin girdi çıktısı tek bir yerden olduğu ve veri paylaşımı çok arttığı için bazı alt yapı sıkıntıları yaşıyoruz. Bu sıkıntılar da kayıt dönemindeki sorunlara zemin hazırlıyor. Sağlayıcı firmayla yapılacak görüşmelerle, alt yapıyı güçlendirecek ve bu sorunların önüne geçeceğiz.

Problemlerin bir sebebi de ÖBİKAS’ın esasen senatonun ve üniversitenin yönetim kurulunun akademik kurallarına göre formatlanmış ve modellenmiş durumda olması olabilir. O kurallara, o yönetmeliklere karşı bir şey yapabilmek mümkün değil. Belki bir dersi almak istiyorsunuz, sistem ona izin vermiyor, kızıyorsunuz. Biz daha smart bir sistem yaratmaya çalıştık. Üniversitenin eğitim öğretim yönetmeliklerine göre tasarladık. Bu yüzden o yönetmeliklerle çelişecek hareketleri öğrencilerin yapmasına veya danışmanlarının bunu onaylamasına izin vermiyoruz. Ama çok katı bir yapı değil. Ana noktalara belli bir kural getirmeye çalışıyoruz. Bazen hem öğrencilerimiz hem danışmanlarımız, hem hocalarımız şu dersi alamıyoruz, şu dersi veremiyoruz diye geliyorlar. Biz de neden öyle olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Hayatımız her geçen gün daha karmaşık hale gelmesi bazı sıkıntıların doğmasına neden oluyor. Dijitalleşmenin bu derece hızlandığı bir ortamda bu hıza biz de ayak uydurmak için belli başlı çalışmalar yapıyoruz. ÖBİKAS sistemi üzerinden e-dilekçe almak, lisansüstü başvurularını online almak bu çalışmalardan bazıları. Aslında hemen hemen akademik hayatımızın tamamını ÖBİKAS üzerinden yürütmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken bazı yazılım sorunları

da ortaya çıkıyor tabi ki. Ben daha ziyade donanımdan bahsettim. Onu geliştirmeye çalıştırıyoruz, kurallar değiştikçe o algoritmanın ve tabii ki yazılımın kendisinin de değişmesi gerekiyor. Yazılımda çıkan sorunları ikiye ayırmak gerekiyor. Şimdi uzun zamandır aynı grup bu yazılımı hazırlamış, yapmış, biz orada da bu yazılımla ilgili sorunları çözebilmek için en azından iki ayrı grup oluşturacağız. Yazılıma yeni algoritmaları, yeni işlevleri kazandırmak için ÖBİKASla çalışan bir grup ve bir de helpdesk olacak. Yani orada da ciddi bir yapılanma içindeyiz. Ayşe Mumcu hocamız, Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı sürekli bu konu üzerinde. Farkında değilmişiz gibi düşünmeyin. Ayşe Hoca bölüm başkanlarıyla bir toplantı yaptı. Onlardan talepleri aldı, sonra ÖTK temsilcileriyle ve öğrencilerle toplandı. ÖBİKAS’la ilgili sıkıntıları öğrendiler. Tek tek çözmeye çalışıyoruz. Şunu unutmamak gerekiyor, bu sistem Türkiye’de hazırlanmış ilk sistemdi, birçok üniversite bunu örnek almıştı. Dediğim gibi birinci mesele daha akıllı bir algoritma geliştirmek. Her seferinde başka bir kural koyuyoruz. İkincisi, sayılar arttıkça programda bazı sıkıntılar oluyor ama kontrol etmeye çalışıyoruz. Bunu sistemi aksatmadan yapmaya çalışıyoruz.

Registration sistemi üzerinden başvurulan değişim programları geçtiğimiz günlerde bazı öğrencilerin mağdur olmasına sebep oldu. Başvurusunu yapan ama ismi yerleştirme listesinde olmayan öğrenciler dilekçeler topladı. Yaşanan bu problemle ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu Erasmus/Exchange öğrencilerin işlemlerini de ÖBİKAS’ın içine aldık. Yaşanan sıkıntı yeni bir yazılım kullanmaya geçişte yaşanan bir sorun. Yeter ki çabuk teşhis edip, çabuk düzeltebilelim, hak kaybı yaratmayalım. Ümit ediyorum ki yazılımın genişletilmesi noktasında çıkan hatalar düzeltilecektir. Bu vesileyle yazılım da gözden geçirilmiş oluyor. Aslında burada daha iyiye ulaşabilmek için bizim sistemi denetleyen on beş bin öğrencimiz var. Sistem kendi içinde otokontrol yapıyor. Öğrenciden bir eleştiri geldiğinde rahatsız olmuyorum; çünkü bir karar alınıyor ve bir yerde bunu takip etmek mümkün değil. Yönetim dediğiniz 10 kişilik bir ekip. Sizden bize bir eleştiri gelmeden düzeltemeyiz. Burası hepimizin, aksaklıkları hep beraber düzeltebiliriz. ÖBİKAS gibi bu tarz sistemlerde yaşanan her sorunu bize aktarmanız ve bunların beraber tartışılarak düzeltilmesi gerekiyor. Kampüsler arası ulaşımdan yana öğrencilerin bazı problemleri ve talepleri var; shuttle sıklığı, Kilyos’a sefer sayısı gibi. Bu konu-


kampüs larda çalışmalar var mı? Son zamanlarda ulaşım meselesi önemli bir sorun haline geldi. Noktalar arası shuttle sayısı; araçların sürati, yolculuk süresi, kalkış aralıklarına bağlı olarak hesaplanıyor. Yapılan hesaplar doğrultusunda şu anda yediden fazla araç olması Hisarüstü trafiğinden dolayı verimi düşürecek. Metronun açılmasıyla beraber trafiğin rahatlayacağını ve bekleme sürelerinin kısalacağını düşünüyorum. Ama bu aşamadan önce gerekli çalışmaları yapacağız, shuttle sayısını arttırabiliyorsak ve gerekliyse araç sayısını da arttıracağız. Kilyos’a geleceksek; yaşanan problem bizden ziyade belediye kaynaklı. Otobüslerdeki aksama dolaylı olarak bizi de etkiliyor. Bu konu hususunda belediyeyle görüşmelerimiz sürüyor ve ocaktan itibaren seferlerin artmasını bekliyoruz. Önümüzdeki senelerde, Kilyos nüfusunun artmasına paralel Hacıosman Metro- Kilyos arasına shuttle’lar koymayı planlıyoruz. Yakın zamanda okulda bir mobbing iddiası oldu. Bu iddialar ciddi bir araştırmaya tabii tutuluyor mu, okulun bu konudaki politikası nedir? Bu konunun yeterince konuşulduğunu düşünüyorum ve özel olarak girmek istemiyorum. Ben Boğaziçi’nde mobbing olduğuna inanmıyorum. Araştırma görevlilerinden tutun, öğretim görevlisi olarak her statüde çalıştım. Sadece kendi bölümümde değil, bu üniversitenin diğer tüm komisyonlarında 40 yıldır arkadaşlarım var ve herhangi bir baskıya rastlamadım. Biz çok özgürüz. Yalnız özgürlük demek kuralları ve gereklilikleri yerine getirmemek anlamına gelmiyor. Ben hep özgür hissettim ve özgür olduğum için kaldım. Kamu üniversitesi demek, kamusallık demektir, özgürlüktür; hepimizin burada olmasının önemli bir nedenidir. Ben Boğaziçi’nde bundan vazgeçildiğini hiç görmedim. Ancak öğretim üyeliği büyük bir sorumluluğun paylaşılması demektir. Sistemin kendi içinde getirdiği belli kurallar var. Bunların biri de bizim ders yükümüz ve bizim görevimiz. Diyebilir miyiz “O sizin mecburi dersiniz ama biz onu açmayacağız.”. Böyle bir şey yok. Sizin vermediğiniz dersi arkadaşınız verir, arkadaşınızın alma-

17

dığı master öğrencisini ben alırım. Üniversite ve bölümleri içerisinde konuşulmayan bazı dengeler vardır. Bu dengeleri zorlamak özgürlük değildir, bilakis saygısızlığa ve görev ihmaline girmektir Çok genel konuşuyorum, hiçbir tarafa söylemiyorum ama özgürlük, iyi niyet suistimali noktasına gelmemeli. Büyük bir görevi herkes en iyi şekilde yapmak zorundadır. Üniversiteye devamlılığı konusunda benim bir 30 seneme bakmanızı isterim: yıllık izinlerimi kullanmış mıyım, doğum izni kullanmış mıyım, işe ne zaman gelip gitmişim. Benim kendi içinde bulunduğum bölümlerde bu dengeler son derece oturmuştur. Ben Boğaziçi’nin büyük bir bölümünde böyle olduğunu düşünüyorum. Hayatımda mobbing yaşamadım, çevremde yaşayanı da görmedim. Bir işi iyi, zamanında ve kaliteli yapmak, takım içinde çalışmak ve bu sistem için çalışmak bence önemli. Bir görevli düşünün: diyelim ki bu arkadaştan verim alınamıyor. Bu maalesef çok yaygın. Biz bu arkadaşın çalışmasından memnun değilsek nasıl ifade edip nasıl düzelteceğiz? Mobbing konusunu çok dikkatli değerlendirmek gerekir. Bir noktada yönetişim modelinin hiçbir şekilde çalışmama tehlikesi var. Yani ben bir daire başkanı, bir şube müdürü olarak deliler gibi çalışırken yanımda çalışan arkadaşlarımın da belli bir şekilde çalışmasını isterim. Bu bir piramit. Piramidin temeli sağlam olursa yukarıya da öyle gider. Mobbing vardır, muhakkak vardır. Ancak ben bunun çok iyi tanımlanamayacağını düşünüyorum, bu çok dikkat gerektirir ve yanlış bir tanımlama bir kurumun tüm yönetişim sistemini altüst edebilir. Söylenen her şeyin mobbing olarak algılanması da işleri yapılamaz noktaya götürebilir. İki durumu birbirinden ayırmak için mekanizmalar oluşturmak lazım. Bize bu konuda gelen her şikayetin üstüne gidiyoruz ve soruşturma komisyonu kuruyoruz, meseleyi derinlemesine inceliyoruz. Bugüne kadar akademik mobbing olmadı, onu söyleyeyim. Ama bize gelen idari personel konularının her birinin üzerine gittik. Bu konuda son olarak eklemek isterim ki biz ‘’mobbing değildir.” diye yaklaşmıyoruz, “mobbing olabilir mi?” diye yak-

laşıyoruz. Mobbingi Boğaziçi’nden uzaklaştırmaya çalışıyorum. Bildiğiniz gibi CİTÖK bu dönem çalışmalarını arttırdı. Hem kasımda yapılan etkinlikler hem de okuldaki cinsel taciz vakalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Cinsel taciz konusu çok önemli ve üstüne konuşulması gecikmiş bir konu. Çok önemli bir girişim olan CİTÖK , rektörlük görevine gelir gelmez ilk kurduğum komisyondu. Dünyadaki bir çok üniversitede bu tarz komisyonlar var. Bu alanda yapılan her şeyi sonuna kadar destekliyorum. Komisyonda görev alan, faaliyetlere katılan tüm hocalarımıza teşekkür ediyorum. Bu sadece kadın erkek meselesi değil, erkekten ziyade kadına karşı yapıldığı için üstü kapatılan bir konu. Toplumumuzda erkek için, kadın için cinsel taciz nedir bilinmiyor; biz öncelikle bunu tanımlamalıyız. Mağdur tarafın bunu söylemekten utanıp kendine kızdığını ve bu kızgınlıkla kendini mutsuz hissettiğini düşünüyorum. Biz, cinsel taciz nedir öğretmek ve birey cinsel tacize maruz kalmışsa bunu söylemekten utanmamasını sağlamak istiyoruz. Mağdur değil, taciz eden suçlu. Eğer birisi hayır diyorsa, o sadece hayırdır. Kim tacize uğruyorsa kurumsal olarak arkasındayız. Bir kişi kendini tacize uğramış his-

sediyorsa onu fikrinden caydırmamamız gerekiyor. Önemli olan onu hissetmiş olmasıdır, hissediyorsa ortada bir taciz vardır. Bizim kurum olarak bu konuda çok duyarlı olmamız lazım. Cinsel tacizlerin özgürlüklere, insan haklarına aykırı olduğunu bilmemiz gerekiyor. Hepimiz bu işin sonuna kadar bekçisi olmalıyız. Geçtiğimiz yıl, kampüse mescid açılması yönünde talepler dile getirilmişti. Bu talebi nasıl değerlendiriyorsunuz, şimdiye dek bu konuyla ilgili herhangi bir adım atıldı mı?* İki senedir bu talep geliyor. 2011 ve 2013’ün başında çok sayıda dilekçe toplandı, etkinlikler düzenlendi. Uygun yerlerde namaz kılınıyor. Bireysel olarak benimle, Öğrenci Dekanıyla görüşüldü. İki senedir de bu ihtiyacı yakından görüyorum. Ben, öğrencilerin her ihtiyacını karşılamaya çalışırken bu olaya duyarsız olmadığımı belirtmeliyim. Son dönemde yine Biray Hocayla konuşan öğrencilerimiz oldu ve bu konuyu da değerlendirmekteyiz. Öğrencilerimizin dışında, okuldaki etkinliklere Türkiye’den ve yurtdışından gelen katılımcılar için de ibadetlerini yapabilecekleri bir oda eksikliğinin farkındayız, geçici değil kalıcı bir çözüm için değerlendirmelerimiz sürüyor. *Gazete basım aşamasındayken ibadet odası(prayer room) açılacağı kararı açıklandı.


18

siyaset

Cem Aksoy

Merve Dumanlı

cem.aksoy@buik.net

merve.dumanlı@boun.edu.tr

Sinan Kırçova sinan.kırcova@boun.edu.tr Başbakanlıktaki görevinizin yetki alanı nedir? Karar alma süreçlerine ne şekilde dahil oluyorsunuz? Çalışma temponuz nasıl? Nasıl bir temas halindesiniz Başbakanlık ve hükümetle? Bu yeni oturtulan bir sistem şu anda. Son dönemde danışmanlar başbakanla gündelik rutin üzerinden çalışan insanlardı. Başbakan bunlara farklı bir tür danışmanlığı da eklemliyor. Benim gibi 4-5 kişi var şu anda. Bunlardan bazılarıyla daha konu bazlı çalışacağı gözüküyor. Bazılarıyla daha genel olacak. Benimki bu daha genel olanı. Dolayısıyla herhangi bir tek konum yok benim şu anda sorumlu olduğum. Haftada iki gün Ankara’da olacağım. Seyahatler olacak yurtdışına. Biraz yolda çıkacak olan bir düzenleme demeliyim. Yeni görevle ilgili medya camiasından, entelektüel çevrelerden, Ermeni cemaatinden değişik tepkiler geldi. İktidar partisine mensup milletvekillerinden de son zamanlarda eleştiriler yöneldi, yolsuzluk meseleleri hakkındaki açıklamalarınızla ilgili. Bu eleştirilere ne yanıt verirsiniz? Eleştiri her taraftan gelebilir. Geniş yelpazeli bir toplum bu. Ermenilerden başlarsak, bir çok tebrik de geldi. Muhtemelen bir çok olumsuz değerlendirme mevcuttur. Ama çok ilgilendiğimi söyleyemem. Çok bilmiyorum ama kulağıma gelenler, çalınanlardan basmakalıp olduğunu söyleyebileceğim bir eleştiri, hükümetin 1915’in 100. yılına giderken Ermeni kimlikli birisini danışman yapması. Ama tabi bu bir yakıştırma. Şu ana kadar Başbakanla epey uzun bir süre geçirdim. Hiç Ermeni meselesi konu olmadı mesela. Yolsuzluklar meselesini de sordun. Bu, şu anda Türkiye’de gündemin

Boğaziçi'nden

Etyen Mahçupyan’ın Başbakanlık Başdanışmanlığı’na atanması farklı kesimlerde farklı tepkiler, eleştiriler ve övgülerle karşılandı. Biz de, Boğaziçi mezunu, Türkiye Cumhuriyeti’nde böyle bir vazifeye atanan ilk Hristiyan vatandaş olan Etyen Mahçupyan’la görüştük. Hem kendisine yönelik eleştirileri hem de Türkiye gündemi ve siyaseti üzerine konuştuk. siyaseten anlamlı kıldığı bir olay. Şöyle diyeyim yolsuzluklar tartışması geçmişte oldu, yapıldı. Ben bu konuda 4-5 defa yazı yazdım. Zaman Gazetesi’nde yazdığım zamanlarda yazdım. Söylediğim “toplumun yüzde 70’i, Ak Parti’ye oy verenlerin %50’si yolsuzluk olduğunu düşünüyor” lafı, zaten anketlerden, saha çalışmasından çıkan bir sonuç. Şu anda bunun yeniden öne çıkmasının nedeni, muhtemelen, seçimlere. Muhalefet bir kaldıraç bulmaya çalışıyor kendisine ve çok da fazla eleştirecek bir şey bulamıyor aslında. Benim üzerimden de Başbakan’ı yıpratır mıyız diye düşünüyor olabilirler. Tabii AK Parti içinden de belki bazı insanları rahatsız etmiş olabilir. Onlar dışarıdan yapıldığı zaman daha rahat karşılıyorlar bazı eleştirileri; ama içeride, yüksek sesle konuşulduğunda rahatsız olabilirler. Bu da bir kültür meselesi. Bunu da ben normal karşıladım. Biz genel olarak çok özeleştiriye açık bir toplum değiliz. Özeleştiri yaptığımızda da bunun olabildiliğince kapalı kapılar ardında kalmasını istiyoruz. Bu tür alışkanlıklar belki yadırgattı. Ama benim açımdan olay geçmişte söylediğim şeyin sorulduğunda tekrar söylenmesinden ibaretti. Yoksa onun ötesinde bir şey değil. Robert Kolej’den mezun olup, lisans eğitiminizi Boğaziçi Üniversitesi’nde aldınız. Boğaziçi’nin entelektüel kimliğinizdeki yeri nedir? Açıkça söylemek gerekirse Robert’inki daha fazla. Lise, daha kendi iç tutarlılığı olan bir ekoldü. Biz tam geçiş döneminde olduk. Eski, Boğaziçi olmadan, o zamanki adıyla Robert Kolej üniversitenin

de adıydı tabi. O zaman çok daha az insanlı, daha kendine has bir yapısı vardı üniversitenin. Biz ilk Boğaziçi mezunlarıyız. O dönemde yavaş yavaş bir genişleme oldu. Ama yine de eski ve yeninin bir karışımı bir hali vardı. Yani şu var: Boğaziçi diye düşündüğüm zaman akademik yönü açısından çok üstün bir şey hatırlamıyorum. Benim üzerimde iz bırakan şey akademik tarafı değil. O eskiden aldığı geleneğin epeyce özgün bir ortamda harmanlanması, bunun insanların kişiliklerini geliştirmelerine izin verecek şekilde sunulması. Bu, lise kısmının da en önemli özelliğiydi. Şu anda da aklımda kalan, “benim üzerimde ne iz bırakmış” diye düşündüğüm zaman bu özelliği daha ön planda. Biraz da şimdisine gelelim. Yusuf Kaplan’ın bir yazısı oldu bu konuda: “Erdoğan’a 20 öneri” yazısında Boğaziçi, ODTÜ gibi okulların kapatılmasını önermişti. Son dönemde iktidara yakın çevrelerden bu yönlü eleştiriler var. Bu konuda ne

diyeceksiniz? Hükümetin bu tür eleştirileri ya da önerileri ciddiye aldığına hiç tanık olmadım. Bu tür fikirler var ama bu fikir Boğaziçi’yle ODTÜ’yle alakalı bir fikir değil. Bu fikir, şu anda İslami dünyada yeni bir benlik arayışının sonucu olarak ortaya çıkmış olan bir fikir. Yani “Biz kimiz? Biz nasıl biz olabiliriz? Dolayısıyla bize benzemeyen öğelerden sıyrılmamız lazım mı değil mi?” Buradan giderek de “Yabancı okullar bize benzemeyen öğelerin bir kısmı mıdır? Yabancı okulların değişmesi ya da bir şekilde dönüştürülmesi Türkiye’yi bir şekilde daha kendi kültürü üzerine kurulu bir ülke yapar mı?” Buna benzer şeyler tartışılıyor. Sadece üniversite kavramına oturtulan bir eleştiri değil bu. Yani Boğaziçi Üniversitesi hala en iyi üniversitelerden birisi. Sonuç olarak kaybedilmemesi gereken bir imkan Türkiye açısından. Türkiye AK Parti’yle beraber büyük bir değişim yaşadı ve ya-


siyaset

Dolmabahçe'ye şamaya devam ediyor. Nedir bu değişim? Bu değişimi, sadece Ak Parti’nin 2023 hedeflerinden, “Yeni Türkiye” olarak adını koyduğu siyasi icraatlerden mi ibaret, yoksa bunu aşan daha farklı bir değişim mi var? Siz nasıl tanımlarsınız? Bir kere bir sosyolojik değişim var. Sosyolojik değişim bütün grupları etkiledi. Eski Ülkücüler, eski Ülkücüler gibi değil. Yani en azından çoğulculaştılar. Kendi içlerinde parçalandılar. Mesela bazıları Kürt Meselesi’yle ilgili çözümü destekleyebilir. Halbuki, ideolojik olarak böyle bir şey olmaması lazım. Aynı şekilde laik kesimde, bir yeni demokratik arayış ortaya çıktı son on yılda. AK Parti’nin önemi şu: En büyük değişim İslami kesimde yaşandı ve de o yaşanan değişimin siyasi bir karşılığı oldu. Aynı siyasi karşılık laik kesimde olsaydı, CHP dönüşseydi, biz belki bugün CHP’yi konuşuyor olacaktık, Türkiye’nin taşıyıcısı olarak. AK Parti, gerçekten çok radikal sayılabilecek bir sosyolojik dönüşümün üzerine oturdu. Sörf yapan bir sörfçünün nasıl büyük bir dalgayı yakalaması gibi AK Parti de İslami kesimdeki o büyük dönüşüm dalgasını yakalayıp kendini onun üzerinden bir sonraki dalgaya attı. Bunu yaparken de bilinçli yaptı. Belki de kritik şeylerden birisi de buydu. Çünkü bazen tarih önünüze bir şey çıkartır, yaparsınız sonra dönüp baktığınızda bu imkanı ne kadar kullandığınızı sorgulamanız gerekebilir. AK Parti işin başında zaten kendisinin niçin var olduğunu biliyordu. Liderlik kadrosu buna çok vakıftı. Hala öyle. Bu da AK Parti’yi sürekli olarak alternatif kılıyor. Hatta şu sıralar tek alternatif kılmaya başladı. Öyle gözüküyor ki misyonunu tamamlayana kadar hem parti olarak hem de dönüşüm anlamında bir rakip çıkmayacak. Dolayısıyla buna baktığımız zaman bu sadece AK Parti’nin başarısı gibi değil, bu bir tarihsel moment. Bu tarihsel momentte İslami kesim bir atak yaptı, laik kesim buna gerekli cevabı veremedi. Böyle olunca da bir asimetri oldu. Yani muhalefetin bir gelecek tahayyülü yok Türkiye’de. Esas problem o. O

yüzden insanlar ya oy vermiyorlar ya da AK Parti’yi sevmedikleri için oy veriyorlar. Bu da iyi bir siyasi parti yapmıyor onları. Bu gelecek tahayyüllerinin olmamasının nedenlerinden biri de bizzat laik kesimdeki sıkışma. Laik kesim birden bire bir şokla karşılaştı. Çok fazla fark edilmemiş imtiyazlara alışmıştı laik kesim. Yani birtakım imtiyazları kullanıyorsunuz ama onların imtiyaz olduğunu anlamıyorsunuz, onlar size normal, doğal hayatın parçası gibi geliyor. Sonra birden kamusal alan genişliyor. Yepyeni insanlar giriyor, artık siz o eski imtiyazlarınızı kullanamıyorsunuz. Bu da psikolojik sıkıntı yaratıyor. Psikolojik olduğu için buna siyasi bir cevap vermekte zorlanıyorsunuz. Böyle olunca AK Parti’nin eli çok rahatladı aslında. AK Parti zaman zaman eksik de yapsa zaman zaman yanlış da yapsa ana tabloda başarılı olmaya devam etti, o kadar geniş kitlelere yeni imkanlar sundu ki o geniş kitleler bunu elinden kaçırmak istemiyor. Dolayısıyla da AK Parti’yi desteklemeye devam ediyor. Bu başarı hikayesi var ama bu başarı 3-5 kişinin kişisel olayından kaynaklanmıyor. Hem bir büyük dönüşüm, hem de bu büyük dönüşümde bazı kesimlerin yetersiz kalması. Al Jazeera Türk’e verdiğiniz bir röportajda muhafazakar kesimde özellikle gençlik üzerinden değişim ve siyasetle kurulan ilişkiden bahsetmiştiniz. Bir de seküler kesime bakalım. Yani seküler kesimin, özellikle gençlerin, yeni gelen kuşakların, siyasetle olan ilişkisini nasıl tanımlanacak? Nasıl bir değişim içerisinde? Daha politize mi yoksa daha küskün mü? Laik kesimde şöyle bir sıkıntı var. Toplumu tanımıyor. Toplumla çok iç içe değiliz ve kompartmanlar halinde fazla uzun süre yaşamış durumdayız. Ve de bize benzemeyenin kültürünü, yaşam biçimini, alışkanlıklarını, halini, tavrını, selam verme biçimini, oturup kalkmasından tutun da her şeyini yadırgatıcı bir tavır olarak algılıyoruz. Bu kesimin

çocukları da doğal olarak bunu ailelerinden alıyorlar. Siyasete müdahil olmayı zorlaştıran bir durum bu. Çünkü siyaset demokratikleştikçe, çoğulculaştıkça size benzemeyen, burada laik-muhafazakar kesimlerin sosyolojisine baktığınızda sadece size benzemeyen değil, sizin hor gördüğünüz insanlarla berabersiniz. Bu da öyle kolay olacak bir şey gibi gözükmüyor bir çok insan için. Dolayısıyla bir içe kapanma yaşanıyor. Şimdi bu içe kapanma Türkiye bağlamında yaşanıyor ama küresel olarak gençler şimdi bütün dünyayla muhataplar. Kendi odalarına girdiklerinde dünyaya açılabiliyorlar. Sokağa çıktığında içine kapanan eve girdiğinde dünyaya açılan bir insandan bahsediyoruz. Tabi herkes böyle durumlarda daha kendine uyan, kolay yolları seçer. Gördüğüm kadarıyla da laik kesimin genç insanları şu anda küresel dünya vatandaşı olmaya doğru bir eğilim taşıyorlar kendi içlerinde, ama aynı zamanda da Türkiye’ye yabancılaşma riski taşıyorlar. Bu ikilem şöyle çözülür, böyle çözülür demek mümkün değil, bunu yaşayarak göreceğiz. Şu anda benim gördüğüm kadarıyla bu tür ikilemler yaşayan ama tek tek baktığımız zaman giderek daha iyi eğitimli, ufku açık bir çok insan var. Şöyle bir eleştiri

19

yapmak mümkün: Laik kesim, biraz kategorik söylersem vurucu olması adına, siyasetten hiç anlamıyor. Bunu öğrenmesi gerekiyor. Bu, tabii kendi kendine oturup öğrenilecek bir şey değil, bu grup halinde eylem içinde konuşarak vs. olabilecek bir şey. Zamana yayılarak olabilecek bir şey. Ben o yüzden bir sonraki neslin, 10 yıl içinde gelecek olan laik kesim neslinin parçalı olacağını düşünüyorum. Bir bölümünün tamamen apolitik, bir diğer bölümünün de şu anda olmadığı kadar siyasetin içinde olacağını düşünüyorum. Türkiye’de bir kutuplaşma da var aynı zamanda değişimlerin ve politikaya farklı duruşların da yarattığı. Bunun kaynağı nedir? Toplum ikiye mi bölünmüş, yoksa medya, siyaset ve sivil toplum alanlarından ibaret bir kavga mı? Bu kutuplaşmanın çok temel bir nedeni AK Parti’nin hazmedilememesi. AK Parti hazmedilemediği için 2002’de geldiğinden beri devamlı Ergenekon, Balyoz, kapatma davası, 367 kararı, 27 Nisan...Koyduğunuz zaman ardarda, on sene içinde bu kadar çok engelleme girişimi, herhalde, başka hiçbir zaman hiçbir yerde olmamıştır. AK Parti de buna karşı kavga etti. Kutuplaşma dediğimiz şey haliyle ortaya çıkıyor. İki


20

siyaset

taraf var, ikisi de birbirinin bel altından vurmaya çalışıyor, yani ikisi de ayakta durmaya çalışıyor. Özellikle AK Parti için hayat memat meselesiydi bu. Fakat bu kutuplaşma AK Parti’nin kendi tabanında çok mevcut değil. Yani AK Parti tabanı kendini kutup gibi hissetmiyor. Laik kesim öyle hissediyor. Kendisini kutup hisseden kutuplaşıyor aslında. Sosyolojik olarak AK Parti rahatlamış durumda, bugün Türkiye’de kendilerini normal görüyorlar. Ve “herkes olsun, hani herkes gelsin, çoğulculuk olsun” diyorlar. Ama Parti öyle davranmadı ve Parti kendini savunmak ihtiyacı hissetti. Ve bu da doğal olarak medyaya yansıdı çünkü medya çok fazla siyasete sıkışmış Türkiye’de. Toplumda ne olup bittiğiyle ilgili bir medya değil, hiçbir zaman da olmadı zaten. Hatta siyaset bile dememek lazım, bazı siyasi aktörler ne diyor, sırf bunun üzerinden, üç beş kişinin demeçleri üzerinden gündem yaratmaya çok alışık bir medya. O öyle yapınca da Tayyip Erdoğan bunu kullandı. Bu sayede de gerilimi ayakta tuttu. Bu gerilim Türkiye’nin geneline AK Parti tehdit altında mesajını verdi. Bu mesajla da AK Parti’ye olan oylar arttı. O yüzden yani AK Parti açısından bakıldığı zaman çok rasyonel bir durum bu. Hele bu son üç seçime doğru giderken daha da anlaşılır bir durum. Hele bu son üç seçime giderken Gezi’nin başka bir olaya doğru dönüştürülmesi, sonra 17-25 Aralık süreci ve hatta şu aralar Anayasa Mahkemesi’nin baraj tartişması vs. bütün bunlar tabanda AK Partiyi daha da korumamız lazım duygusu uyandırıyor. Öyle olunca da ister adına kutuplaşma diyin, ister başka bir şey diyelim, bu

bölünme AK Partiye yarıyor ve AK Parti’nin de buna bir itirazı olmadığı sürece de devam ediyor. Medya ve sivil toplum ise zaten gerçekte siyasetle haşır neşir olmadığı için, hem alışkanlıklar böyle olduğu için, hem de kendisini siyasi aktör sandığı için bu tür bir çizgi izliyor ve o zaman da bu noktaya geliyoruz. Geleceğini nasıl görüyorsunuz bunun? Seçimden sonra ben bunun radikal bir biçimde değişebileceğini düşünüyorum. Birden bire olmaz ama önümüzdeki seçim AK Parti aynı şekilde kazanırsa, bir iki yıl içinde, önce iş dünyasının önemli bir karar vereceğini düşünüyorum. İş dünyası biraz ortada kaldı, özellikle merkez iş dünyası diyelim, büyük holdingler vs. Çünkü onlara sürekli AK Parti’nin gidici olduğu söylendi. Onlar da tam bilemediler ama onlar bilemeyince yeni iş adamları geldi, alana girdi ve daha başarılı olmaya yürüdüler. Eğer AK Parti bu seçimleri de böyle kazanırsa merkez iş dünyasının “AK Parti’yle beraber yaşamayı artık kabul edelim, ona uygun davranalım” diyeceğini sanıyorum. Zaten ufak ufak bunun adımlarını da görüyoruz. Mesela Koç grubu hükümete, bir sene öncesine göre, epeyce daha yakın davranıyor . Bütün büyük gruplar öyle. Geçen gün başbakan Koç grubunun fabrikasının açılışına gitti. Orada bu değişiklik olduğunda, ben medyanın da değişeceğini düşünüyorum. Medya birebir bağlı sermaye yapısına. O yüzden de medyanın hem dil olarak hem insan malzemesi olarak kendini buna adapte edeceğini düşünüyorum. Muhtemelen, Davutoğlu dönemiyle beraber zaten

dili yumuşatacaktır. O yüzden de şu anda bu kutuplaşmanın bitmesi dediğimiz şey bir tür çoğulculaşma olacak bence. Gene tabii çok radikal uçlar olacak Türkiye’de, onlar ayrı. Çözüm süreci halkta bir umut yarattı ama şu anda bir muğlaklık var. İnsanlar çözüm sürecini destekliyor, fakat içeriğini, ne olacağını, ne gibi reformlar geleceğini ne istikamette gideceğini bilmiyor. Çözüm süreciyle ilgili önümüzdeki günlerde ne beklemeliyiz ve neler yapılıyor? Çözüm Süreci’nin çok önemli bir başarısı var. Toplumu buna psikolojik olarak hazırladı, toplum buna sahip çıktı. Toplum eski günlere dönmek istemiyor, bu çok önemli bir teminat. Siyasi aktörleri halk zorluyor. Yani “düşün, anlaş, iyi bir şey yap” diyor. Buna bağlı olarak da şiddet tamamen kaybetmiş durumda. Bunu da bu 6-8 Ekim Olayı’ndan sonraki saha çalışmalarında görüyoruz . Daha ağustosta yüzde on almıştı Demirtaş, birden bire tekrar yüzde altıya indi oy. Yani toplum böyle bir şey istemiyor, toplum bu tür kendini kandırılmış hissediyor bu tür olaylar olduğu zaman. Sorumluluk sahibi gibi davranmalarını istiyor. O sorumluluğu taşımalarını istiyor aktörlerden. Tabii bu işler deneyimle oluyor. Dünyanın her yerinde de böyle oldu, İrlanda’ya baktığın zaman tamamen anlaşıp bittikten sonra savaştılar, bir iki kere böyle yaptılar.Türkiye’nin oraya döneceğini ben artık düşünmüyorum. Eninde sonunda anlaşmak zorunda olduğunuz duygusuyla yaşanacak olan bir süreç olarak görünüyor önümüzdeki süreç. Tabii esas kritik ve şu anda da problem yaratan nokta örgütün ne olacağı. Çünkü sonuçta temel haklar verilecek zaten, Türkiye o eşiği geçti. Hükümetin de öyle bir bariyeri yok fikren. Türkiye daha demokratik bir toplum olacak. Ama daha demokratik bir toplum demek daha çoğulcu olmak demek. Herkesin siyasete girdiği, herkesin kendi değişik fikriyle kamusal alana çıktığı bir yer. Ve demokrasi belirsizliği de getiriyor. Demokrat bir düzen bir sonraki adımın ne olacağını bilmediğimiz bir düzendir. Çünkü insanların ne talep edeceklerini bilmiyoruz, nasıl tartışacaklarını bilmiyoruz, nasıl anlaşmaya varacaklarını bilmiyoruz. Oysa demokrasi belirsizliğe razı olmak, o kadar güçlü hissedebil-

mektir. Burada da aktörlerden biri, örgüt, belirsizliğe hazır değil. Çünkü o hep örgüt olarak davranmış; yani örgüt karar vermiş halkın ne istediğine, toplum için neyin iyi olduğuna vs, şimdi bu tür bir ortam geldiği zaman seçimlere girecek. Başka partiler çıkacak birini alacak, birini alamayacak... Hatta belki de pkkhdp çizgisi içinde ayrışmalar olacak. Her siyasi partide olduğu gibi çatlak sesler çıkacak. Buna psikolojik olarak hazır değiller. Bunu daha da komplike hale getiren şey Orta Doğu. Rojava ortaya çıkınca bağımsız bir Kürt devleti daha olabilir mi sorusu ortaya çıkıyor, deneniyor bu. Ondan sonra kaybetme riskiyle büyük bir psikolojik travma yaşanıyor. Şunu da belki görmek lazım. Bugün kendisine Kürt liderleri diyen insanlar şu soruyu muhtemelen soruyorlar kendilerine: “eğer biz bugün bağımsız bir Kürt devletini reddedip tamamen Türkiye’ye entegre olan bir yeni düzen yaratırsak, 20 sene sonra bazıları bizi sizin elinize fırsat geçmişti kullanmadınız” diye suçlarlar ise cevabımız ne olabilir. Şimdi bu psikolojik bir baskı ve muhtemelen bunu düşünen insanlar var bu yapının içinde. O yüzden de kendi içlerinde öyle kolay bir şekilde barışa yürümek mümkün olmayabiliyor. Güven sorunu da zaten tam olarak halledilmese bile artık sorun değil. Çünkü toplum zaten bunu sahipleniyor. O yüzden de çözüm sürecinin nereye gideceği belli. Engellenebilir mi? Engellenebilir, kolay da engellemek çünkü böyle şeyleri. Hani durdurabilirsiniz bir süre ama sadece bir süre. O süre geçtiği zaman daha da büyük bir ivmeyle çözüme doğru gider yani olay. O yüzden evet, çözüme gideceği kesin bence. Yol haritasında reform olarak planlar var mı? Ana dil talepleri gibi? Temel insan hakları bağlamında olan şeyler var. Onlarda bir soru işareti olabileceğini sanmıyorum. Eninde sonunda o seviyede bir demokratik düzene zaten geçilecek ve geçilmek de isteniyor. Daha ziyade örgüt ve liderlik kadrosu ne olacak, bu yapı ne olacak, nasıl çalışacak gibi sorular bir pazarlık konusu olabilir ve ucu açık konular. Burada da iki taraf anlaşacak, dışarıdan üçüncü bir şahsın gelip “siz yanlış anlaştınız” demesinin bir mantığı yok.



22

kültür-sanat

A Capella Boğaziçi Pelin Kumcular

pelin kumcular@boun.edu.tr Akapella bundan 10 yıl öncesine kadar nerdeyse kimsenin duymadığı bir müzik türüydü ta ki Boğaziçili, müziğe aşık bir grup çıkana kadar. ‘A Capella Boğaziçi’ bundan tam 9 yıl önce Türkiye’deki ilk akapella albümününü çıkartı. Çok emek isteyen ama dinlemesi de bir o kadar zevkli olan akapella’yı, Türkiye’ye tanıtan ‘A Capella Boğaziçi’ grubunu yakından tanımak istedik ve sorularımızı yönelttik. A Capella Boğaziçi ne zaman ve nasıl kuruldu? A Capella Boğaziçi, 2002 yılında Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü’nde kuruldu. Grubu kuran herkes o esnada kulübün korolarında şeflik veya koristlik yapıyordu. İlham kaynağımız olan dünyaca ünlü Swingle Singers, The Real Group, Vox One gibi gruplar bu işi korolara göre daha küçük kadrolarla yaptığı için kulağa daha güzel geldiğini ve bizim de böyle bir formasyona gitmemiz gerektiğini düşündük; ortaya A Capella Boğaziçi çıktı. A Capella Boğaziçi’nin kurulurken amacı neydi ve şu an hedeflediğiniz yerde misiniz? Kuruluş amacımız, a capella yani enstrüman eşliksiz, sadece insan sesiyle yapılan müziği Türkiye’de icra etmek ve ülkemizin müzik kültürünü a capella müzikle yansıtmaktı. Şu an çıkardığımız işlere bakacak olursak bu amacı büyük ölçüde gerçekleştirdiğimizi ve daha büyük hedeflere doğru emin adımlarla ilerlediğimizi söyleyebiliriz Grubunuzun üyelerini tanıyabilir miyiz? Grubunuzun üyelerinde değişiklik oldu mu? Grubumuz beş kişiden oluşuyor: Ali Göktürk (bas), Cesur Özdemir (bariton), Recep Gül (tenor, aranjör), Ezgi Arslan (alto) ve Ceren Gündoğdu (soprano). Bu kadroda karar kılana dek elbette birçok değişim yaşadık, deyim yerindeyse evrimleştik. Grubun ilk kadrosundan günümüze kadar devam eden isimler ise Recep ve Ali. Grup üyeleri ‘A Capella Boğaziçi ’dışında neler yapıyor? Ali, özel bir üniversitede matematik dersi veriyor, ayrıca iki adet progresif metal grubunda klavye çalıyor.Recep, İstanbul

Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’nda müzik teorisi ve kompozisyon dersleri veriyor, bunun yanı sıra A Capella Boğaziçi’nin tüm aranjmanlarını yapıyor.Cesur, bir yandan MİAM’da şeflik yüksek lisansına devam ederken diğer yandan Rezonans adlı çağdaş müzik korosunda yardımcı şef olarak görev yapıyor.Ezgi, serbest çevirmen olarak çalışıyor, bunun yanı sıra çizgi film ve dizi karakterleri seslendiriyor.Ceren, müzikal sanatçısı ve müzikle ilgili bir televizyon programı sunuyor, ayrıca solistliğini yaptığı bir orkestra ile birlikte çalışmalarını sürdürüyor. A Capella müziğin ülkemizde yeterince tanındığını düşünüyor musunuz? Siz bu türü tanıtım amaçlı çalışmalar yapıyor musunuz? Biz bu işe başladığımızda pek çok kimse a capella ne demek bilmiyordu. Bu nedenle şu anda geldiğimiz noktada geçmişe oranla çok daha iyi bir yerde olmakla birlikte bu müzik türünü tanıtmak ve sevdirmek adına alınacak daha çok yolun olduğunu düşünüyoruz.Bol

bol konser verip, sosyal medyada yaydığımız eğlenceli videolarla bu tanıtıma katkıda bulunmaya çalışıyoruz. A Capella müzik yapmak zor mu?Haftada kaç saat çalışıyorsunuz?Çalışma tekniğiniz hakkında bilgi verir misiniz? A capella müzik, aslında müzikle birazcık ilgisi olan ve şarkı söylemeyi seven herkesin yapabileceği bir müzik türü. Herhangi bir enstrümanlı grup gibi senelerce enstrüman eğitimi almanıza gerek yok.Ancak profesyonel düzeyde yapmaya kalktığınızda enstrümanlı gruplardan çok daha fazla zaman isteyen ve provaya ihtiyaç duyan bir müzik türü.Yani bu işi iyi yapmak hiç de kolay değil.Yoğunluğumuza göre prova takvimimiz değişiyor. Genelde haftada en az 2-3 prova alıyoruz, ama albüm öncesinde veya büyük bir konser ya da festival yaklaşırken her gün 3-4 saat prova aldığımız bile oluyor. Bunlarla birlikte çalışmak sadece prova yapmaktan ibaret değil.Parçaların aranje edilmesi, provalar, çeşitli konularda yapılan beyin fırtınaları, fotoğraf ve video

çekimleri derken büyük bir mesai yaptığımızı söyleyebiliriz. A Capella enstrüman olarak insan sesinin kullanıldığı çok sesli müzik diye tanımlanıyor. Sizin için akapella ne ifade ediyor, siz nasıl tanımlıyorsunuz? A capella müzik illaki çok sesli olmak zorunda değil tabii ki, ama Batı müziği geleneğinden gelen bir tür olduğu için çok seslilik daha çok karşımıza çıkıyor. Temelde “a capella” terimi, herhangi bir enstrüman kullanmadan sadece insan sesiyle yapılan müzik demek.Ama bizim için tabii ki bundan çok daha fazlasını ifade ediyor. Bizce insan sesini en iyi ifade eden, dinleyiciye en yalın ve en güzel haliyle ortaya koyan müzik türü ve birden fazla sesin birbiriyle etkileşiminden doğan armoni de bu işin en baştan çıkarıcı parçası. Grubunuzu kurarken albüm çıkarma amacınız var mıydı?Türkiye’deki ilk akapella albümü olan ilk albümünüzün çıkış hikâyesini anlatır mısınz? İlk başlarda açıkçası albüm fikri aklımızın ucundan bile geçmezdi.


kültür-sanat

Biz bu işi gerçekten çok ama çok eğlendiğimiz ve şarkı söylemeyi çok sevdiğimiz için yapmaya başladık.Daha sonra bir tesadüf eseri İKSV Genç Caz yarışmasından haberimiz oldu, katılalım dedik. Taksim’de derme çatma bir stüdyoda ilk demo kaydımızı aldık ve yarışmaya katıldık.İki sene üst üste yarışmaya seçilen gruplardan biri olduk ve bir akşam, jüri üyelerinden Kerem Görsev bizi arayarak yaptığımız işten çok etkilendiğini söyledi ve bu işi bir albüme dökmemiz gerektiği konusunda bizi ikna etti. Biz bir süre daha halen bu işin gerçekliğine inanamadık! Herşey çok hızlı ilerledi. Sonra bir baktık ki İstanbul Caz Festivalinin ana gruplarından biri olmuşuz ve Türkiye’nin ilk a capella caz albümünü kaydetmişiz. Bu bizim için çok gurur vericiydi tabii ki ve bu işe ön ayak olan Kerem Görsev’e müteşekkiriz. Ne tür şarkıları seslendirmeyi seviyorsunuz?Şarkılarınızı nasıl seçiyorsunuz? Şu ana kadar repertuvarımız genellikle klasik ve caz ekollerine ait parçalardan oluştuysa da, yavaş yavaş popüler dünyaya doğru adım attığımız bir döneme girdik. Eurasian Tales de dahil olmak üzere albümlerimiz ve performanslarımız genellikle caz parçalarından veya caz/klasik alt yapılı çeşitli eserlerden oluşuyordu. Bu gidişat bize müzikal anlamda haz verdiyse de, daha popüler parçalar seslendirirken seyircilerin tepkisi sayesinde yepyeni bir hazzı keşfettik: izleyenlerimizin bize eşlik edebilmesi ve eğlenmesi. Artık bu yönde bir repertuvarımız da olacağı için oldukça geniş bir yelpazede parçalar seslendirdiğimizi söyleyebiliriz. Geçmişimizi, şimdi neler yaptığımızı ve sürprizlerimizi takip etmek isteyen herkes, bizi facebook.com/ acapellabogazici adresinden takip ederek videolarımızı izleyebilir Eğer Boğaziçi’nde değil başka bir üniversitede ya da başka bir platformda buluşsaydınız bu grup bugün bulunduğunuz yere gelebilir miydi?’A Capella Boğaziçi’nin oluşumunda Boğaziçi Üniversitesi’nin yeri ne?

Boğaziçi Üniversitesi, kültür ve sanata değer veren ve bu alanlarda yapılan işleri destekleyen bir eğitim ve öğretim kurumu.Burada öğrenci olmanın ve Müzik Kulübü’nde bir araya gelmenin, şu anki vizyonumuza sahip olmamızda büyük katkısı olduğu ise yadsınamaz bir gerçek. Bugüne kadar birçok festivallere ve konserlere katıldınız. Bu konserler ve festivaller size neler kattı? Buralarda yaşadığınız ve unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız? Galiba ilkler hep en unutulmazlardan oluyor.İlk katıldığımız festivallerden biri olan Eskişehir Genç Caz Müzisyenleri Festivali’nin yeri her zaman bambaşka olmuştur. Bizi ve bu müzik türünü hiç dinlememiş bir seyirci önüne ilk defa çıkacaktık ve konser öncesi çok tedirgindik. Ama konser bittiğinde seyirciler bizi o kadar büyük bir coşkuyla alkışladı ki biz bile olan bitene inanamamıştık. İlk konseriniz nerede ve nasıldı? İlk konserimiz, IKSV’nin düzenlediği genç caz yarışması kapsamında Taksim’de Zencefil adlı küçük bir kafedeydi.Aslında daha önce çeşitli yerlerde 3-4 parçalık dinletiler yapmıştık ama bu bizim ilk tam konserimizdi.Bizim için inanılmaz bir deneyimdi. Tanıdığımız, tanımadığımız ve bizi merak eden birçok kişi salonu doldurmuştu. Konser sonrası çok güzel eleştiriler aldık ve bunlar, bizim için yola devam etmenin en büyük motivasyonlarından biri oldu. 10 yıl sonra A Capella Boğaziçi’ni nerede görmek istiyorsunuz? Gelecek ile ilgili planlarınızdan bahseder misiniz? İlk iki albümüz klasik ve caz parçalarından oluşuyordu.Artık biraz daha bizim yurdumuzdan çıkan müziklere yöneldik ve önümüzdeki on yıl içinde, her biri bir öncekinden daha heyecan verici yeni albümler hazırlamak niyetindeyiz. En büyük hedeflerimizden biri ise a capella dünyasının Türkiye dışındaki kesiminde de bir marka olmak ve yurt dışındaki festivallerde ana gruplar arasına girmek.

Bir Kurtarılmış Bölge Olarak Boğaziçi

23

Cem Aksoy cem.aksoy@buik.net

Etyen Mahçupyan’la yaptığımız röportajda değinilen bazı noktalar, beni içinde yaşadığımız kampüse dair bazı hususları tekrar düşünmeye sevk etti. Kampüste olduğu iddia edilen çoğulculuk ve hoşgörü ortamının o kadar da olmadığını düşündüğümü geçen sayıda yazmıştım, fakat bunu çok küçük ve etkisi sınırlı bir grubun taşkınlıklarına bağlamıştım. Lakin hacim itibarı ile böyle grupları kapsayan fakat onları aşan bir vaziyet söz konusu mudur diye düşünmüyor değilim. Laik kesimin imkanlarını ve imtiyazlarını; hor gördüğü, küçümsediği insanlara kaptırmasıyla içine kapanmaya başladığı tespitine katılıyorum. Şüphesiz bu imtiyazların başında siyaseti ve kamusal alandaki hakimiyeti askere devretmesi geliyordu ki, seçimlerle iktidarın belirlendiği bir düzende fazla da bir seçeneği yoktu. Ne zaman ki bu vaziyet sürdürülemez hale geldi, o vakit dünün imtiyazı bugün züll oldu. Nitekim imtiyaz sahipleri siyaseti yapmayı unutmuş, topluma yabancılaşmışlardı. Son bir kaç yılda ise askeri vesayetin hızla hayatımızdan çıktığına şahit olduk. Dünün siyaset yapmayı unutmuş eliti, aniden güçlü ve politize bir rakiple karşı karşıya kalmış oldu. Siyaseten vermesi gereken cevabı veremedikçe de kendi zaviyesine çekildi. Buraya kadar yeni bir şey yok. Şimdi işin gevezeliğine giriyorum. Soğuk Savaş sonrası sol akımlar, küreselleşme karşıtlığı gibi çeşitli sistem karşıtı fikirlerin artan popülaritesini, acaba Militarist-Kemalist ideolojinin kaybettiği meşruiyetin yerine konmaya çalışılan ve sivil bir gündemle var olan bir nevi statüleri koruma aracı olarak yorumlayabilir miyiz? Laik grupların mevcut haline tutunmak isteyen kesimlerinin, kendilerine rakip olan muhafazakar çevreyle uzlaşmaksızın, pozisyonunu siyaseten meşru bir zemine oturtma çabasıdır diyebilir miyiz? Uzlaşmaksızın: çünkü hâlâ muhafazakar değerlerin giremeyeceği bir fikri alan olarak gördükleri temeller üzerinden siyasi pratiği icra ediyorlar. Bu hareketlerin felsefesini, doğrularını, yanlışlarını tartışmak değil

niyetim. Pratiğini ve taşıyıcılarını anlamaya çalışıyorum. Ve diyorum ki bu fikirleri, fikri taşıyan zihinlerin hikâyelerinden ayrı düşünmeyelim. Eğer mesele benim arz ettiğim gibiyse, ortaya çıkan halde elimizde vatandaşa anlatılarak hassasiyet yaratılması beklenen fikirler ve bu fikirlerle inziva halini meşrulaştıran insanlar var. Diyaloğu reddettiği kesimlerle mevcut gerilimi, kendini mazidekinden daha sivil fikirlerle yeniden üreten bir kesim. Bunun da göstergesi belli muhitlere ve kalelere hapsolarak buralardan çık(a)mama hali. Öte yandan buna yönelik bir arzu ve gayret tespit etmek de mümkün değil. Global bir sistemi eleştirenler, sanki kurtarılmış bölgelerle mutlu gibiler. Tabi buradaki sıkıntı, toplumun genelinin yadırgadığı ve rağbet etmediği fikirlere onları dahil etme arzusunda olmamakta başlıyor. Böyle baktığımızda, kampüste birden fazla kimliğin mevcudiyetinin çoğulcu yahut demokratik bir ortamı sağlama noktasında noksan olduğunu görürüz. Nitekim vaziyet öyledir ki, mahalle sınırları haricinde etkisi olmayacak fikirler, kampüs kapısının arkasında kendilerine bir kale, bir zaviye elde etmiş ve kampüs bu inzivanın mekanı olmuş. Bu içe kapanma halinin ve bunun sancılarının da yansıtıldığı yerin kampüs olmasının yanı sıra, bu sürecin, sürece dahil olmak istemeyenler üzerinden tanımlanmaya başladığını hissediyorum. Dahası bu ihtimalin, çoğulculuk ve demokrasi gibi, parçası olduğumuz camianın 150 yıllık gelenekleriyle ne kadar uzlaşabilir olduğu hususunda şüphelerim var.


24

kültür-sanat

Asırlık Türk Sineması Ada Örken ada.orken@boun.edu.tr Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç olan Türk sineması bu sene yüzüncü yılını kutluyor. Rusların, 93 Harbi sonrası Ayestefanos’ta bir zafer anıtı dikerken Türk sinemasının ilk tohumlarını attıklarından haberleri yoktu. 1. Dünya Savaşı’nda kabaran milli duygular ile planlanan ilk eylemlerden biri Ayestefanos’taki bu anıtın yıkılması oldu. Aylar önceden planlanan yıkımı filme almak için, Viyana’daki Sacha-Messter Gasselschaft isimli yapım şirketiyle anlaşmalar yapıldı. Ancak milli duygular öylesine ön plandaydı ki filmi bir Türk’ün çekmesi gerektiğine karar verildi. Bu görev için daha önce sinema işlerinde çalışmış olan yedek subay Fuat Uzkınay seçildi. 14 Kasım 1914’te “Ayestefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı belgesel film çekildi. Her ne kadar filmin günümüze ulaşmış bir kopyası bulunmadığı için varlığı şaibeli olsa da Türk sinemasının miladı olarak bu tarih kabul edildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Amerikan sineması benzeri işler yapılırken 60’lardan itibaren sinemamız ulusal bir kimlik kazandı. 1960’lı yıllar yapım, üretim ve dağıtım gücü açısından Türk sinemasının altın çağı olarak tarihe geçti. 80’lerde siyasi baskılar, 90’larda ekonomik kriz, günümüzdeyse salon ve dağıtım sorunlarıyla karşılaşan Türk sineması, yeni yö-

netmenleri ve bir asırlık tecrübesiyle geleceğe umutla bakıyor. 100. Yıl Kutlamaları 100. yıl etkinlikleri kapsamında Sinema Genel Müdürlüğü ve PTT’nin ortaklığıyla “Türk Sinemasının 100. Yılı Özel Anma Pulu” satışa sunuldu. 14 Kasım günü tanıtımı yapılan pul, koleksiyonerlerden büyük ilgi gördü ve saatler içinde tükendi. Tanıtım çalışmaları kapsamında İstanbul Ticaret Üniversitesi, MÜSİAD ve Beyoğlu Belediyesi’nin işbirliğiyle gerçekleştirilen bir başka etkinlik ise “Türkiye’de Sinema Tarihi” sempozyumu oldu. 17-19 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilen sempozyumda “Türk Sinemasında Dağıtım ve Salon Sorunları”, “Türk Sinema Tarihi Yazımı ve Sorunları”, “Türk Sineması ve Özgünlük Anlayışı”, “Türk Sinemasında Modernleş(tir)me” ve “Türk

Sineması ve Toplumsal Tarih” başlıklı 5 panel yer aldı. Türker İnanoğlu Vakfı Müzesi ise 100. Yıl kutlamalarına “Türk Sinemasında Makyaj ve Aksesuarın 100 Yıllık Yolculuğu” adlı sergiyle katıldı. 8 Şubat 2015’ e kadar açık kalacak olan sergide özel arşivlerden bir araya getirilen fotoğraf, belge ve aksesuarlarla, Türk sinemasında makyajın serüveni gözler önüne seriliyor. 100 Yıl 100 Film 100. yıl çalışmaları kapsamında yapılan etkinliklerden bir başkası da internet üzerinden yapılan bir anketle en iyi 100 Türk filminin belirlenmesi oldu. Üç yüzden fazla filmin yarıştığı ankette 367.620 oy kullanıldı. Birinciliği Susuz Yaz filmi kazanırken ilk ona giren diğer filmler ise sırasıyla Hababam Sınıfı, Babam ve Oğlum, Eşkıya, Canım Kardeşim, Selvi Boylum Al Yazmalım, Züğürt

Ağa, Yol, Vizontele ve Bir Zamanlar Anadolu’da oldu. 100 Yıllık Aşk: Türkiye’de Sinema ve Seyirci İlişkisi 100. yıl faaliyetleri kapsamında dikkate değer çalışmalardan bir diğeri de İstanbul Modern’in 100 Yıllık Aşk Sergisi. Sergi; yazılı, görsel ve sesli kaynaklardan yararlanarak seyircinin sinemayla ilişkisini mercek altına alıyor. Kişisel arşivler serginin temel kaynağını oluşturuyor. Gazete ilanları, afişler, yıldızlardan imzalı fotoğraflar, dergi kapakları ve hayran mektupları bulunduran sergi, seyirci fanatizmine de özel bir yer ayırmış. “Sinema Seyircisi Fanatiktir” isimli bölümde Türkan Şoray, Yılmaz Güney ve Filiz Akın’a fanatizm seviyesinde hayranlık besleyen üç izleyicinin koleksiyonları ve röportajları yer alıyor. Serginin en ilgi çekici bölümlerinden biri de seyircinin film müzikleriyle kurduğu ilişkiyi konu alan interaktif alan. Ziyaretçiler bu bölümde seçtikleri şarkının plağını dinlerken eş zamanlı olarak şarkının yer aldığı film sahnesini izleyebiliyorlar. Sergi için hazırlanan özel video ise 50’ye yakın filmden sinema ve seyirci ilişkisini konu alan sahneleri bir araya getiriyor. Bu yönüyle 1950’lerden bu yana sinema-seyirci ilişkisi üzerine önemli bir tarihi belge niteliği taşıyor. 25 Eylül 2014’te ziyarete açılan sergi 15 Ocak 2015’e kadar açık kalacak.


mekan

25

Down Cafe: "Sadece Farklıyız" İpek Eren ipek.eren@boun.edu.tr Şişli’de bulunan Down Cafe 18 ile 35 yaş arasındaki Down sendromlu, zihinsel engelli ve otistik bireylerin garsonluk yaparak hayata katılmasına yardımcı oluyor. 2011 yılından beri hizmet veren cafe, Cemal Sururi Sokak’ta, Profilo AVM’nin hemen arkasında bulunuyor. Asıl kuruluş amacı engellilere olan ön yargıyı kırmak, sosyalleşmeleri için zemin hazırlayarak onları topluma kazandırmak. Bu sebeple kafede yaşları 18 ile 35 arasında değişen 30 engelli genç dönüşümlü olarak çalışıyor. Ayrıca, her hafta bir gencin annesi kafeye gelip yemek yapıyor, bulaşıklara yardım ediyor. Ay sonlarında ise bu gençler çalışmalarının karşılığında maaş alıyorlar. “Ön Yargıyı Kırmaya Çalışıyoruz” İstanbul Zihinsel Engelliler Vakfı (İZEV) çocuklarının annelerinin kurduğu Alternatif Yaşamı Destekleme Derneği (ADER) tarafından gerçekleştirilen Down Cafe projesi, Şişli Belediyesi tarafından da destek görüyor. Mekanın kirası belediye tarafından karşılanıyor.

Kafenin işletmecisi Selma Singen, yapılan bağışların kafeye finansal destek sağladığını belirtti. Bağışlar eksiklerin giderilmesinde ve cafenin güzelleştirilmesinde kullanılmakta. Singen kafe açıldığında yaşadıkları sıkıntılardan da bahsetti: “Kafe ilk açıldığında müşteri bulabilmek için engelli gençlerimizle birlikte yoldaki insanlara gittik öğle yemeğinizi bizde yiyin, gelin kahve ikram edelim dedik. Ama yolunu değiştirip karşı kaldırıma geçen bile oldu.Tabi zamanla kafe duyulmaya başlayınca belli bir müşteri kitlesi de oluşmaya başladı. İnsanlar ön yargılıydı fakat biz de burada bu ön yargıyı kırmaya çalışıyoruz. Herhangi bir sponsorumuz yok zaten buradaki öncelikli amacımız bu gençlerimize sosyal açıdan destek olmak. Artık insanlar gelip öğle yemeklerini bizde yiyor, üniversiteli gruplar geliyor, engelli gençlerimizle vakit geçiriyorlar.”

Selma Singen çalışan gençlerle ilgili herhangi bir problem yaşanmadığını belirtti. Yaşanan problemlerin ise engelli gençlerden ziyade toplumun bilinçsizliği ve duyarsızlığından kaynaklandığını dile getirdi. “Metroda bile engelli biri yanına oturunca yer değiştiren insanlar oluyor.Toplumun bu konuda duyarlılık kazanması için bu kafe çok iyi bir fırsat.Çünkü onlar zararlı değil aksine bebek gibi savunmasızlar ve korunmaya ihtiyaçları var.Onlara sevgi ve ilgi gösterdiğiniz takdirde karşılığını da aynı şekilde alıyorsunuz.” Çalışmaya gelen engelli gençler önce belirli bir eğitimden geçiyorlar sonra çalışmaya başlıyorlar. Çoğu önce otelcilik okulunda servis hizmeti eğitimi alıyor. Eğitim sonunda sertifikalarını alıp kafeye geliyorlar. Şuan kafede 30 engelli genç çalışmakta. Down kafede deneyim kazanıp başka yerlerde çalışmaya başlayan gençler de var. Selma Singen de bir engelli gencin, Sezin’in annesi ve kızı Sezin de onunla birlikte kafede çalışıyor. Singen kızı için “Önceden çok sessizdi fakat çalışmayla birlikte özgüveni artıyor, haklarını arıyor. Para kazanıp onunla hesap yapmayı öğreniyor. Yani bu çalışma deneyimi bu gençlere çok şey katıyor.” diyor.

Şuan için haftada sadece birgün çalışma fırsatı bulan gençler daha çok çalışmayı istiyorlar, haftanın diğer günleri eğitime gitmek yerine işe gelmek istiyorlar. Başka Projeler de Var “Her doğan 100 çocuktan 3’ünün engelli olduğu bir gerçek. Bu yüzden onlara da her insana tanınan çalışma hakkını tanımalıyız.” diyen Singen başka projelerin de olduğunu belirtti. Engellilerin hem çalışıp hem de barınabileceği bir proje gerçekleştirmek istediğini söyleyen Singen , “Onların kendilerine ait bir cafeye, pastaneye , jimnastik salonuna sahip olabileceği bir projemiz var. Aynı zamanda biz ailelerine bir şey olduğu takdirde onların bakımlarını garanti altına almak için böyle bir proje düşünüyoruz.Bunun için de devletten arazi bekliyoruz.” dedi. Aralıkta Tiyatro Oyunu Cafedeki gençler cumartesi günlerini kendilerine ayırıp cafede tiyatro ve yoga yapıyorlar. Sosyal etkinlikleri çok seven engelli gençler üniversitelerin festivallerine de katılıyor. Şu anda da bir tiyatro oyunu üzerinde çalışan gençlerin aralıkta üniversitelerde gösterileri gerçekleşecek.


26

ekonomi

Boğaziçi'nde Ekonomi Finans Yenilikleri Emin Şahan Çenberlitaş

emin.cenberlitas@boun.edu.tr Candemir Yılmaz candemir.yilmaz@buik.net

Üniversitemizde bu sene ekonomi alanında atılan iki önemli adım olan Ekonomi Deneyleri ve Finans Merkezini sizler için araştırdık.

Mutlu Olmak Zorunda Mıyım? Geçmişten günümüze tüm insanların aynı amaç doğrultusunda yaşadıkları herkesçe kabul edilmiştir. Yıllar geçtikçe bu amaca ulaşma yolunda atılan adımlar çeşitlenmiş, bakış açıları değişmiş, bu doğrultuda farklı görüşler belirtilmiştir. Ancak bahsedilen ‘amaç’ her zaman aynı kalmıştır ve gelecekte de böyle olacağı pek olasıdır. Peki, nedir bu amaç? Tabi ki de insanoğlunun 14,7 milyar yıl geçmişi olan ve sonsuz kabul edilen bu evrende yaşayacakları ortalama 70-80 yılı mutlu geçirme çabasıdır. 21. yüzyılın geçmişe kıyasla birçok yönden daha karmaşık ve daha çok anlam belirten mutluluk algısı, günümüzde hayatımızın tam merkezine oturtulmuş durumda. Özellikle de gelişen kitle iletişim araçları sayesinde mutlu olmak bir ihtiyaçtan çok zorunluluk haline getirilmiştir. Doğumumuzda bile ileride daha iyi bir geleceğe sahip olmamız için edilen dualar, ülkenin en başarılı üniversitelerinin bahçelerine gömülen göbek bağları, 4 yaşındaki çocukların İngilizce eğitim alsın diye özel anaokullarına gönderilmesi hep bu doğrultuda atılan adımlar. Peki, hayatımızın her saniyesinde pompalanan bu mutluluk hissine sahip olmak zorunda mıyız, ya da şöyle basitleştirirsek, mutsuz olmaya hakkımız yok mudur? Mutsuzluk sahiden de bu kadar korkulması gereken bir şey midir? ** Dikkat edilmesi gereken nokta ‘mutlu olmayı’ hayatlarının tek gayesi olarak belirlemiş insanların aslında gerçek anlamda mutlu olamayacaklarıdır. Hayatlarındaki planlamayı her zaman mutlu olmak üzerine oluşturan insanlar hiçbir zaman kendilerini yeterli hissedemeyecek ve sürekli olarak mutlu olma şartının baskısı altında yaşayacaklardır. Bu baskı da bir insanı mutlu etmek dışında korkulan her şeye sebep olabilir. Aynı zamanda olguları yaratan da onların zıtlığıdır. Yani karanlığın varlığı ışığın yokluğuna bağlıdır veya iyiyi iyi yapan

kötülüğün varlığıdır. Bu açıdan bakıldığında mutsuzluğu tatmamış veya kendisini sürekli mutlu olmaya şartlayan insanlar daha ‘mutluluğun’ anlamını bile kavrayamamışlardır. Sahip olmak istediği şeyin yokluğunu hissetmeyen insan istediği şeye sahip olsa da onu hiçbir zaman anlamlandıramayacaktır. ** Söylemeye çalıştığım tabi ki mutluluğun veya mutlu olma isteğinin aptalca olduğu değil. Bir yeraltı edebiyatı yazarı edasıyla mutsuzluğu ve dibe vurmayı yüceltmiyorum. Yalnızca mutlu olma amacının çarptırıldığını ve bunun özellikle de yüzyılımızda çok güzel sömürüldüğünü düşünüyorum. Artık kendimiz için de mutlu olmayı bıraktık, sadece çevremizdeki insanlar bizi mutlu, sosyal, canlı görsün istiyoruz. Bu yüzden neredeyse hepimizin kullandığı sosyal medya uygulamalarına bu kadar çok rağbet gösteriyoruz. Yaratmaya çalıştığımız ‘suni’ bir mutluluk, gerçek değil. ** Ben de diyorum ki, mutlu olma gerekliliğinin totaliterleştiği, mutsuz olma özgürlüğünün bile elimizden alındığı bir dönemde mutluluk kavramı üzerine kafa yormak çok önemli. Kendi hayatının farkına varan insan sayısı arttıkça suni mutluluklar azalacak, insanlar mutluluğun değerini daha iyi anlayacaktır. Herkese mutsuz olmanın özgürlüğü altında geçirecekleri güzel günler diliyorum. Görüşürüz.

Üniversitemizde bu sene ekonomi alanında atılan iki önemli adım olan Ekonomi Deneyleri ve Finans Merkezini sizler için araştırdık. Güney Kampüs’te geçen yıl Finansbank şubesi olarak kullanılan binada artık Finans Uygulama ve Araştırma Merkezi var. Proje aslen iki merkezden oluşuyor. Prof. Dr. Vedat Akgiray’ın başkanlığını yaptığı Kurumsal Yönetim Planlama Merkezi (CCG) ve Yrd. Dç. Dr. Ali Coşkun’un başında bulunduğu Finans Uygulama ve Araştırma Merkezi (CARF). Türkiye’nin en önemli inovasyon merkezi olması hedeflenen İstanbul Teknopark’ın yapımı Borsa İstanbul’un İstinye’deki arazisinde devam ediyor. Boğaziçi Üniversitesi de bu projeye destek verenlerden. Proje aşamasında YÖK’ün de izniyle okulumuzda bir Finans Merkezi açılması fikri doğmuş ve 2014 yılının başında bu proje hayata geçirilmiş. Tamamen Boğaziçi Rektörlüğüne bağlı ve tüm fakültelerden öğretim üyelerinin görev yapacağı merkez İstanbul Teknopark’la ortak çalışmalar yürütecek. Tabii akla hemen öğrenciler merkezden ve kurulacak teknoparktan nasıl faydalanacaklar sorusu geliyor. Finans projelerinin hızlanmasıyla, merkezde öğrenciler için asistanlık fırsatları ortaya çıkacak. Sektörde yer almayı hedefleyen öğrenciler bu projelerde görev alarak önemli isimlerle çalışma imkanı yakalayacaklar. Teknopark’ın içinde planlanan bir Kuluçka Merkezi projesi var. Bu proje hayata geçirilebilirse girişimcilik tarafını kuvvetli gören öğrenciler burada kendilerini ve fikirlerini gösterme fırsatı bulacaklar. Merkez ayrıca finansal okur-yazarlığı artırmak için eğitimler düzenliyor. Bir

“Öğrenci Forumu” oluşturmak da proje aşamasındaki fikirlerden biri. OECD ve NASDAQ gibi çok önemli finans kuruluşlarıyla ortak çalışmalar da yürüten bu projeye nasıl dahil olabilirim sorusunun yanıtı da şu: Ali Hoca ve ekibi sizleri bir çay içmek üzere Merkeze bekliyorlar. Bilmeyenler için Güney Kampüs’te bankamatiklerin hemen arkasındaki binadalar. Biz, şimdilik bu projelere çok ilgi duymasanız bile gidip merkezi görmenizi, onların hoşsohbetinden ve ufkundan faydalanmanızı öneriyoruz. Bunun dışında daha ayrıntılı bilgiye ccf.boun.edu.tr ve carf.boun. edu.tr adreslerinden ulaşabilirsiniz. EKONOMİ DENEYLERİ Ekonomi alanında üniversitemizde başka bir proje de Ekonomi Deneyleri. İlkinin aralık ayı başında yapılması hedeflenen deneyler için projenin başındaki isim Ass. Prof. Mehmet Gürdal’a sorularımızı sorduk. Deneyler iki çeşit. Laboratuvar deneyleri ve internet üzerinden gerçekleştirilen deneyler. Öğrencilerin para kazanabileceği ekonomik temelli karar verme oyunlarından oluşan deneylerde. oynadığınız kişileri tanımıyorsunuz, sizin kimliğiniz de kararlarınızla ilişkilendirilmiyor. Deneyin sonunda kazandığınız paraysa sizin oluyor. (Meblağ 10 ila 40 tl arasında değişiyor.) Deneyler bireylerin karar verme mekanizmasını ölçmeyi hedefleyince gerçek para kullanılması zorunlu oluyor. Böylece bireylerin gerçek hayatta çıkarlarını düşünerek vereceği kararları vermesi sağlanıyor. Deneylere katılım tamamen gönüllülük esasına dayalı. Deneylere katılmak istiyorsanız econlab.boun.edu.tr üzerinden kaydolabilirsiniz.


27

spor

Kampüste Spor Tesisleri % Kil 4 yo s

% 1 8 Diğer ar

Hangi spor tesisini kullanıyorsunuz?

% 18

Hi

s www.buik.boun.edu.tr

www.dinamikgazete.com

Kilyos’ta Spor Boğaziçi kampüsleri arasında belki de en çok ihmal edilen kampüs olan Kilyos’ta, hazırlık öğrencilerinin kullanımı için 1.Kilyos Yurdu’nun zemin katında küçük bir fitness salonu ve açık basketbol kortu bulunmakta. Diğer spor tesislerine bakıldığında donanım açısından zayıf kaldığı görülüyor.

Bümed Boğaziçi Mezunlar Derneği, bünyesinde üniversitemizin en modern ve donanımlı fitness salonunu bulunduruyor. Ayrıca eğitmenlerden stüdyo dersleri alabilme fırsatı da sunmakta. Bümed yazın da açık yüzme havuzu ve Kilyos’taki plajıyla İstanbul’un sıcağında bizlere hizmet vermeyi sürdürüyor.

Uçaksavar Spor Kompleksi Uçaksavar Spor Kompleksi içinde stadyumu, atletizm pisti,fitness salonu,spor salonu ve ergo-room bulundurmakta. Fitness salonu 30 adet fitness aletiyle stadyumun altında bulunuyor. Tesis kullanım saatleri hafta içi 09.00 -20.30 olup hafta sonu 09.00-19.00. 400 metrelik, 6 kulvarlı atletizm pisti okul takımı ve beden dersleri dışında öğrencilerin kullanımına da açık.

5 U ç a ks a va r

ıyo

Hisar Spor Tesisi Güney Kampüsün yanında sönük kalan Hisar Kampüsünü canlandıran ve meraklısına belki de her gün gidilecek bir yer haline getiren Hisar Spor Tesisi 2007 yılında hizmete girmiş. Üç bloktan oluşan tesis, kapalı yüzme havuzu ve donanımlı fitness salonuyla öğrencilere konforlu spor yapma fırsatı sağlamakta. Tesisten günlük veya abone olarak kampüs dışındaki spor salonlarından düşük fiyatlara yararlanılabilir. Tesis; spor aletlerinin yanı sıra 6 kulvardan oluşan, ortalama 1.75 metre derinliğindeki kapalı yüzme havuzunu da bünyesinde bulunduruyor. Her gün 07.30-21.30 saatleri arasında açık olan tesisin 07.30-09.00 saatleri Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri ve idari personelin kullanımına ayrılmış. BÜ öğrencileri günlük 8 tl ve 6 aylık abonelikle 300 tl ödeyerek hem fitness salonunu hem de kapalı yüzme havuzunu kullanabilir.

%1

% 4 1 Ku lla n m

Güney Açık Yüzme Havuzu Boğaziçi Üniversitesi açık yüzme havuzu, Bebek Kapı girişinde bulunuyor. 50 metrelik, 5 kulvarlı havuz Boğaziçi öğrenci ve personeline yaz sezonu hizmet vermekte .Giriş için öğrenci kartı ve giriş ücreti gerekli olup fiyatlar günlük giriş veya aylık abonelik üzerinden belirlenmektedir.

%4 ed m Bü

m

yeliz.arda@boun.edu.tr

Yemekhane yemekleri,sınavlar,çalışmalar,sabahlamalar...Bunların arasında Boğaziçili spor yapar mı? Bilmeyenler ve bilmeyi reddedenler! Sizin için kampüsteki spor tesislerini yazdık.

ru

Yeliz Arda

Sahibi Sahibi: Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü adına Servet Ünal Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Evrim Saraç Editörler Alper Çağan Arslan, Ebrar Bahçivan Yazı ve Reklam İşleri Sorumluları Candemir Yılmaz, Cem Aksoy, Selena Tezel, Süveyda Ece Çil Yazı Kurulu Ada Örken, Adalet Eroğlu, Arda Mert Şehan, Başak Şıklar, Canan Ercan, Cem Özdemir, Elif Buse Doyuran, Ekin Bayur, Emin Çenberlitaş, İpek Eren, İlayda Çiloğlu, Merve Dumanlı, Pelin Kumcular, Sinan Kırçova, Tunahan Yazıcı, Yeliz Arda Görsel Yönetmen Ebrar Bahçivan Matbaa

Park Baskı ve Reklam Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. Tel: 0212 613 72 74

*Gazetede yazılanlar tamamen yazarların kendi sorumluluğuna aittir.



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.