214

Page 1

14 A¤ustos 2014 • 1,25 TL

Y›l 9 • Say› 214

Kriz Çankaya’da çözüm sokakta Erdo¤an son 30 y›l›n en düflük kat›l›ml› seçiminde Cumhurbaflkan› oldu ama sonuç ne düzenin krizine ne de AKP’nin düflüfl e¤ilimine derman oldu Diktatörlük heveslisi Erdo¤an tek adam sultas›na halel getirmeyecek bir düzen kurmaya çal›fl›rken AKP içi krizlere yol aç›yor

Ne kendini ne sistemi kurtarabilecek

Eflit ve özgür bir ülkenin inflaas› için sokakta verilecek her kavga düzenin krizini derinlefltirecek. Hayalini kurdu¤u koltukta Erdo¤an’a rahat yok

Sf. 3

DOSYA

Sol mahalleleri nas›l bilirsiniz? Geleneksel sol mahalleler ço¤u insan için standartlaflm›fl çat›flma ve eylem haberlerinden ibaret. Oysa tarihleri, mücadele dinamikleri, çeliflkileri, yaratt›klar› gelenekler ve örgütlenmeleriyle günümüzün sol mahalle gerçe¤ini bu basmakal›p yarg›larla anlamak mümkün de¤il. Halk›n Sesi olarak Gezi direniflinin Haziran ‹syan›’na dönüflmesinde en önemli dinamiklerden biri olan sol mahallelerin gerçe¤ini daha iyi anlamak için çat›flman›n ötesinde görünenlere bakacak bir dosya çal›flmas›na bafll›yoruz. Dosyam›zda ilk dura¤›m›z ‹stanbul Sar›gazi. Duvarlar›n dile gelip bir fleyler anlatt›¤› bu mahallede aktüel geliflmeleri mahalleliyle de¤erlendirerek bafll›yoruz... SF 11

AKP yol veriyor, Ifi‹D katlediyor, halklar direniyor ABD emperyalizminin Ortado¤u’daki hakimiyet krizini aflmak üzere Türkiye gibi tafleronlar›n› öne sürerek devreye soktu¤u strateji, bölgede s›n›rlar›n de¤iflti¤i, dünyan›n dört yan›ndan bölgeye ak›n eden cihatç›lar›n tetikledi¤i iç savafllar›n yafland›¤›, yüzbinlerce insan›n yaflam›n› kaybetti¤i din ve mezhep temelli katliamlara yol açt›. Tayyip Erdo¤an Davuto¤lu ikilisinin Ortado¤u politikas›n›n bir sonucu olarak bu ülke topraklar›n› ve halklar›, mezhep çat›flmas› yarat›lmas›ndan provokasyonlara kadar Ifi‹D çetelerinin her türlü tehdit ve müdahalesinin hedefi haline getirdi. 10 A¤ustos'taki seçimle Cumhurbaflkanl›¤› koltu¤una oturan Erdo¤an'›n körükledi¤i mezhepçi-cihatç› faflizme karfl› direnen halklar Erdo¤an'›n savafl suçlusu oldu¤unu dile getiriyor, 1 Eylül Dünya Bar›fl günü yaklafl›rken Türkiye halklar› AKP'ye karfl› sokakta olmaya haz›rlan›yor.

Eğitim sistemini Bilal belirliyor Bilal Erdo¤an’a ait oldu¤u iddia edilen ses kayd› ile onun baflkan› oldu¤u TÜRGEV arac›l›¤› ile e¤itim sistemini kimin belirledi¤i aleniyete kavufltu. Ses kayd›na göre Türkiye’deki e¤itim politikalar› ‹lim Yayma Cemiye-

ti, TÜRGEV, ÖNDER, Ensar Vakf› taraf›ndan belirleniyor. Bilal’in 1 milyon imam hatip ö¤rencisi hedefi için gerici örgütler toplan›yor, e¤itim sistemini belirliyor. Karma e¤itim bitirilmek isteniyor, imam hatiplere teflvik sa¤lan›yor. SF 7

AKP’nin cezasını Suriyelilere ödetme AKP’nin savafl politikalar›, Suriye’deki iç savafltan kaçarak Türkiye’ye gelen yoksul ve ma¤dur Suriye halk›n› s›n›r›n bu taraf›nda emek sömürüsü, cinsel, fiziksel sald›-

r›lar, salg›n hastal›klar ve dilencilefltirme çeteleriyle baflbafla b›rakt›. 1,5 milyonu aflk›n Suriyeli Türkiye’de de çetin bir yaflam savafl›yla yüz yüze. SF 2


SURİYELİ GÖÇMENLER

2

14 A¤ustos 2014 / 27 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

AKP'nin cezasını Suriyelilere ödetme! Suriye’de 2011 y›l›ndan beri sürdürülen iç savafl yüzünden yaklafl›k 4 milyon Suriyeli evini terk etti. Bunlar›n 2,5 milyon Suriyeli ise Türkiye, Ürdün ve Lübnan gibi komflu ülkelere s›¤›nd›. ABD emperyalizminin Ortado¤u’da yaflad›¤› hakimiyet krizini aflmak üzere Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi tafleronlar›n› öne sürerek devreye soktu¤u strateji, bölgede s›n›rlar›n de¤iflti-

DEMET YILAN

S

avaşın ilk dönemlerinde kampların iktidar tarafından cihatçı çetelere lojistik destek ve eleman sağlamanın, askeri eğitim yapmanın da aracı haline sokulmasıyla savaş mağduru Suriyeliler aynı zamanda cihatçılara kalkan haline getirildi. Kamplar denetlenmedi, toplumsal muhalefetin gözlemci olma ve denetime katılma talepleri reddedildi. Zaman geçtikçe yasal ve yasadışı yollardan ülkeye giren Suriyeli sayısı 1.5 milyonu aştı. AKP’nin sınır hattında cihatçılara serbest geçiş sağlamasıyla birlikte savaşın sınıra yakın yerlerde şiddetlenmesi, Türkiye’nin Suriye ile 877 kilometre ile en uzun sınıra sahip olması ve pek çok Suriyelinin Türkiye’de yakınlarının bulunması ülkeye yönelik akını hızlandırdı. Ancak savaş AKP’nin beklediği biçimde ilerlemeyip uzadıkça Türkiye’ye giriş yapan Suriyeli sayısı da 1,5 milyonun üzerine tırmandı. 1.5 milyon Suriyelinin sadece 218 bini 10 ile yayılmış 22 kampta barınıyor. Kamp sayısının yetersizliği, yaşam koşullarının kö-

¤i, dünyan›n dört yan›ndan bölgeye ak›n eden cihatç›lar›n tetikledi¤i iç savafllar›n yafland›¤›, din ve mezhep temelli katliamlarla ilerleyen bir sürecin önünü açt›. Bu süreçte Suriye baflta olmak üzere savafl›n yay›ld›¤› bölgede yüz binlerce insan yaflam›n› yitirirken milyonlarca insan ise ülkesini terk etmek zorunda kald›. AKP iktidar› bir yandan emperyalist müdahalenin zeminini

oluflturmada bir ad›m olarak çetelere sundu¤u lojistik destek ile Suriye’de iç savafl› tetiklerken insani yard›m için kurulan mülteci kamplar›n› dahi bu stratejinin parças› haline getirdi. Bata¤a saplanan “güçlü bölge liderli¤i” iddias›n› illüzyonla kurtar›yordu. Savaflta pozisyonunu etkinlefltirmek için Suriyelileri ülkeye ça¤›ran AKP’nin izledi¤i politika o ça¤r›ya uyan yoksul ve ma¤-

dur Suriye halk›n› s›n›r›n bu yakas›nda emek sömürüsü, cinsel, fiziksel sald›r›lar, salg›n hastal›klar, dilencilefltirme çeteleri ile baflbafla b›rakt›. Mülteci kabul edilmedikleri için sosyal, ekonomik ve medeni haklara, düflünce ve dolafl›m özgürlü¤üne sahip olmayan Suriyelilerin yaflad›klar› tüm ma¤duriyetin siyasi sorumlulu¤u AKP’nin savafl suçlar›yla kabaran siciline eklendi

tüleşmesi ve güvencesizlik Suriyelilerin büyük çoğunluğunu, kamplarda kalmak yerine önce Hatay başta olmak üzere Antep, Maraş, İstanbul, Ankara, İzmir ve Van gibi büyükşehirlere, ardından neredeyse tüm illere yayılmasına yol açtı. İstanbul’da 150 bin, Ankara’da 60 bin Suriyeli varken Antep’te nüfusun yüzde 11’i, Kilis’te ise yüzde 67’si Suriyeli. Suriye halkının ülkesini terk etmesine neden olan savaş politikalarının yürütücülerinden AKP iktidarının “Onlar misafirimiz” söylemi de burada tıkandı. Bir mülteci dramı ve giderek körüklenen göçmen düşmanlığı artarken AKP iktidarı siyasi sorumluluktan kaçarak “misafirimiz” dediği Suriyelileri her türlü saldırıya ve istismara açık biçimde ortada bıraktı. AKP yükselen maliyet ve Suriyelilere yönelik linçe varan saldırılar gibi olayların yaşanması karşısında Suriyeli mülteciler sorununu görünmez kılmak üzere “Kamplara götüreceğiz” söylemine sarıldı. Çünkü AKP bugün Suriyelilere yönelen tepkinin asıl adresinin ve hesap sorulması gerekenin bizzat kendisi olduğunu bili-

Suriyeliler sald›r›lar›n hedefinde

‘Mülteci sayılmalılar’ Hayatın bekleme odasında sömürü, saldırı ve düşmanlık Türkiye, “coğrafi çekince” koyduğu anlaşmalar nedeniyle Ortadoğu’dan mülteci kabul etmiyor. Türkiye’deki Suriyeliler ise “Geçici Kontrol Rejimi” adı verilen bir statüde bulunuyor. Peki, AKP’nin ulusal ve uluslararası hukukta hiçbir karşılığı olmayan “misafir” kelimesi ile andığı Suriyeliler ülkelerindeki savaştan kaçarken Türkiye’de neler yaşıyorlar? HUKUK YOK, HAK YOK Hatay’da sınır kamplarında yaklaşık 1 yıl boyunca görev yapmış olan hemşirelerden Sinem Özkaya, Halkın Sesi’ne konuştu. Özkaya, Suriyelilerin mülteci kamplarında barınmak istemediklerini çünkü kampların çok kalabalık olduğunu ve çoğunlukla cihatçı çetelerin üssü haline getirildiğini belirtiyor. Kendi çalıştığı dönem için ayrıca sağlık hizmetlerine erişim noktasında da Suriyelilerin, cihatçı çetelerin militanlarının sahip olduğu “ayrıcalığa” sahip bulunmadığını, devlet hastanelerindeki sevk zincirinde kadın ve çocukların, cihatçı katillerin çok gerisinde kaldığını söylüyor. Kentlere göçen Suriyelilerin açık alanlarda, parklarda, sokaklarda ya da İstanbul Fikirtepe’de olduğu gibi kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılmış metruk binalarda kaldığı ya da ailelerin birleşerek çok kötü koşullardaki evleri kiraladığı biliniyor. Sağlıklı içme ve kullanım suyundan ve sağlıklı barınma ve yaşama şartlarından uzak Suriyeliler ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya. Tedavi olanakları ise çok zayıf. Çünkü ancak valiliklere kayıtlı olanlar sağlık hizmetinden yararlanıyor Suriyeli çocukların ise eğitim hakkından bahsetmek imkansız. Suriyelilerin gündelik yaşamlarını sürdürmesinde en büyük bariyerlerden biri de dil sorunu. SI⁄INMACI DEMEK UCUZ ‹fiGÜCÜ DEMEK Suriyeliler patronlar için ucuz işgücü demek. Türkiye’de hiçbir sosyal güvenceye sahip olmayan Suriyeliler

özellikle inşaat, hamallık, çobanlık gibi ağır ve geçici işlerde kötü koşullarda, düşük ücretlerle çalışıyorlar. Sadece barınma ve karın tokluğuna tekstil atölyelerinde çalışan çok sayıda Suriyeli olduğu gibi çocuk işçilik oranı da çok yüksek. İş kazalarında yaralandıklarında hiçbir hakları olmadığı gibi Türkiye’de giderek tırmanan iş cinayetlerinde de çok sayıda Suriyelinin yaşamını kaybettiği biliniyor. Konya Ereğli’de yem karma makinasına düşerek parçalanan; Antep’te, Tarsus’ta, Bitlis Tatvan’da inşaattan düşerek; Urfa’da elektrik akımına kapılarak ölen Suriyeli işçiler sadece bu yaz aylarında kayıtlara geçenler. Suriyeli işçiler çoğu zaman çalıştırıldıktan sonra ücreti verilmeyerek işten atılıyor, şiddet ve baskı ile fazla çalışmaya zorlanıyor. Patronlar, Türkiye’deki Suriyelileri emek maliyetini düşürmek, ücret, çalışma koşulları ve örgütlenmeye dönük işçilerin taleplerini bastırmak üzere fırsat olarak değerlendiriliyor. Bunun çarpıcı bir örneği madencilik sektöründe yaşanıyor. Ege Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Arslan Erdinç, sektörlerinde işçilerin işi beğenmediğini söyleyip Faruk Çelik’le görüşerek Suriyeli mülteci çalıştırma talebini iletti. AKP de sermayenin düşük pirimle Suriyeli işçi çalıştırmasının önünü açacak bir yasal düzenleme hazırladı. Suriyeli işçilerin kimi zaman karın tokluğuna kimi zaman ortalama ücretlerin üçte birine çalışması işçileri birbirine düşürmenin ve bölmenin de aracı haline getiriliyor. Göçmen düşmanlığının tırmanışı ve Suriyelilere yönelik fiili saldırıların temellerinden birini oluşturuyor. Suriyelilerin kentlerinden gitmesi için eylem yapanların dilerinden “Ekmeğimizi çaldılar, piyasayı düşürdüler” sözleri düşmüyor. Suriyeliler için dilencilik ise işçilikle geçişli bir durum. İş bulma şansları olmayan Suriyeli kadınlar ve küçük yaştaki çocuklar yaşamak için dilenmeye mecbur bırakılıyor.

Türkiye’deki Suriyelilerin durumunun krize dönüşmesinin sebeplerinden biri de konunun hukuksal boyutu. Türkiye, Birleşmiş Milletler’in 1951 yılında imzaladığı mültecilerle ilgili sözleşmesine koyduğu “coğrafi çekince” nedeniyle sadece Avrupa ülkelerinden ve Türki cumhuriyetlerden gelen sığınmacıları mülteci olarak kabul ediyor. Suriye hariç Ortadoğu ve Afrika ülkeleri başta olmak üzere diğer yerlerden gelenler ise sadece, mülteci olarak başka bir ülkeye gönderilmek üzere bekletiliyor. Türkiye’deki Suriyeliler ise farklı olarak “Geçici Kontrol Rejimi” adı verilen bir statüde yer alıyor. Ancak açık sınır politikası yürüten

Türkiye’de bulunan Suriyeliler mülteci olmadıkları için kayıt altına alınmıyor, kaçak yoldan gelen Suriyeliler yakalandıklarında sınır dışı edilmiyor. Konu ile ilgili gazetemize konuşan Av. Hatice Can, Türkiye’de sayıları 1,5 milyon civarında olan Suriyelilerin bu kadar büyük krizlere yol açmasının sorumlusunun Türkiye’nin politikaları olduğunu ve bunların derhal değiştirilmesini gerektiğini, BM sözleşmesindeki coğrafi çekincenin kaldırılarak Suriyelilerin mülteci olarak kabul edilmesi gerektiğini söyledi. Can, soruna en temelde sığınmacıların tüm insani haklarını savunma ekseninde bakılması gerektiğini de ekledi.

Kad›nlar için her yer savafl Her savaşta olduğu gibi Ortadoğu’da yürütülen saTALEPLER vaşın da en ağır yükünü l›, iç I Suriye’ye yönelik savafl politikalar› durdurulma kadınlar çekiyor. Göçmen k lojisti tüm an kurul ile l› kana AKP üzere Suriyeli kadınlar hem ucuz savafl› tetiklemek kalapoliti destek a¤lar› ortadan kald›r›lmal›d›r. AKP savafl işgücü olarak kullanıyor r›n›n hesab›n› vermelidir. hem de fuhuşa ve çocuk için I Göçmen düflmanl›¤›na ve ayr›mc›l›¤› enellemek yaşta evliliğe ya da kuma lidir. rülme sürdü dele sistematik bir müca olarak evlenmeye zorlanıci I Savafltan kaçan Suriyelilerin hukuki statüsü mülte yor, daha doğrusu satılıyaflam ca ‹nsan . olarak tan›nmal› ve haklar› verilmelidir yorlar. Suriyeli kadınlar nmal›d›r. koflullar› e¤itim, sa¤l›k, bar›nma gibi haklar sa¤la hem kamp içinde hem de i unasker tüm i iliflkil ile › savafl iç e Suriy I Kamplar kamp dışında cinsel saldılarda Kamp . al›d›r aç›lm time dene l›, ›r›lma ar›nd surlardan rıya maruz kalıyor, şiddet ›nmal sa¤la lar› koflul ca yaflam görüyor. Evlerde gündelik- kalan Suriyeliler için insan d›r. çilik yapan kadınlar, 75an I Savafltan kaçarak Türkiye topraklar›nda yaflay 100 liralık iş için 10-15 lira cema ile nesi baha s› anma karfl›l ›n çlar›n ihtiya halk› Suriye alıyor. Çocukların bakımımez. edile at, tarikat a¤lar› ya da STK’lara teslim nı da omuzlayan kadınlar, I Çal›flma izni sorunu ortadan kald›r›lmal›, kay›t kentlerde yoksulluğa ve üceflit ifle eflit ve al› lanm yasak ›rma çal›flt s›z/güvencesiz sağlıksız koşullara mahret ilkesi uygulanmal›d›r. kum edilmiş durumda. ÇogüI Kad›nlar›n ma¤duriyeti önlenmeli, yaflamlar› ğu kadın yaşamsal ihtiyaçzora fuhufl da ya e evlili¤ t, fiidde vence alt›na al›nmal›d›r. larla birlikte psikolojik ›d›r. ›lmal and›r cezal de biçim a¤›r ›lar lama, cinsel sald›r desteğe ihtiyaç duyuyor.

AKP iktidarının Suriye politikası ülke içinde de göçmen düşmanlığının ve şovenizmin kışkırtılmasıyla Suriyelilere dönük tepkilere, protestolara ve fiziki saldırılara dönüştü. Ayrımcılık ve nefret, söylem düzeyinde de sürekli yeniden üretiliyor. Sınır kentlerinde cihatçıların varlığı ile tetiklenen can güvenliğine yönelik tehdit algısı, ücretlerde düşüş, işsizlik veya kira fiyatlarında artış gibi gündelik yaşama yayılan gerçek sorunlar Suriyelilere karşı bir öfke birikimi yaratıyor. Soruna ilerici kanallardan müdahale edilip, Suriyelileri Türkiye’ye göçmek zorunda bırakan ve bu koşullarda yaşamalarına neden olan AKP asıl hedef olarak gösterilmedikçe tepki gerici-şoven kanallardan Suriyelilere yöneliyor. Son dönemde giderek sıklaşan saldırılardan birkaç örnek: Ankara Ankara’nın Altındağ ilçesinde 9 Mayıs günü yaklaşık 100 kişilik bir grup Suriyelilere karşı eylem gerçekleştirdi. Maraş 13 Temmuz günü “Suriyelileri istemiyoruz” eylemi gerçekleşti.

Eylemde Arapça yazıların bulunduğu kent merkezindeki pek çok tabela indirildi. Ardından da eylemci grup Suriye plakalı araçlara ve araçların içindeki Suriyelilere saldırdı. İstanbul Başakşehir’de evini Suriyelilere kiraya veren ev sahiplerine de tepki gösteren grup “Bütün Suriyeliler burayı terk edene kadar eylemlerimize devam edeceğiz, aksi takdirde çok kişinin canı yanacak” açıklamasında bulundu. Antep “Suriyelileri istemiyoruz” eylemlerinden biri de Gaziantep’te gerçekleşti. Yüzlerce kişinin katıldığı eylemde AKP’li Belediye Başkanı Fatma Şahin’e de tepki vardı. Kayseri 30 Temmuz günü Kayseri’de eli sopalı bir grup “Suriyeli avına” çıktı. Suriyelilerin araçlarına saldıran gruba polis müdahale etti. Urfa Hal pazarında hamal olarak çalışan işçiler, az ücret karşılığı güvencesiz olarak çalışan Suriyelilere işlerini ellerinden aldıkları gerekçesiyle saldırdı. İşçiler Suriyelilerin yataklarını ateşe verdi.


3

GÜNDEM 14 A¤ustos 2014 / 27 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

Tayyip’in derdi dermanı bir Erdoğan’ın kabarık dosyası ve devlet olanaklarıyla bizzat oluşturup merkezinde yer aldığı kriminal çıkar ağı, siyasi iktidarı şahsi tekeline alma eğilimini bir ihtiras sorununun ötesinde bir zorunluluk haline getiriyor

T

ayyip Erdoğan daha Çankaya’ya çıkmadan, asıl sorunun seçim sürecinde değil Erdoğan seçildikten sonrasına yaşanacağı biliniyor, tartışılıyordu. Erdoğan seçildikten sonra AKP’nin başına inisiyatif sahibi biri mi gelecek, yoksa Erdoğan’ın hayalindeki fiili başkanlık rejimine uygun biatçı biri mi? Bu tartışma gizlisi saklısı kalmayan bir Tayyip Erdoğan–Abdullah Gül gerilimi biçiminde yaşandı. Seçimin hemen ardından yaşanan bir dizi gelişme ise Erdoğan’ın, Gül’e inisiyatif tanımayacağı ve biatçı birini partinin başına geçirerek bütün ipleri elde tutma çabasını sürdüreceğini ortaya koydu. “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisiyle ilişiği kesilir ve TBMM üyeliği sona erer” şeklindeki Anayasa hükmüne (101. Madde) rağmen Erdoğan, ne partisiyle ilişiğini kesti ne de TBMM üyeliğini sonlandırdı. Cumhurbaşkanlığı’nı Abdullah Gül’den devralacağı 28 Ağustos’a kadar “boş boş” oturmak yerine, parti MKYK’sını toplayıp AKP’nin geleceğini biçimlendirme sürecini 27 Ağustos’taki

Olağanüstü Genel Kurul’da tamamlayacağı bir plan çıkardı. Doğal olarak Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından AKP’ye döneceğini ilan eden Abdullah Gül, 27 Ağustos’ta genel başkanlık yarışına giremeyecek, başbakan olamayacak. Peki kim olacak? Üç dönem kuralına takılmayan ve Erdoğan’ın sözünden çıkması beklenmeyen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun adı giderek öne çıktı. Davutoğlu’nun 12 yıllık sağ kolu olarak bilinen danışmanı Ali Sarıkaya’nın, Başbakan Başdanışmanı olarak atanması da Başbakanlığı için işaret olarak yorumlandı. Köşe yazarlarından partinin sesi çok çıkan isimlerine kadar Ancak Gül’ün partide etkili pozisyon almasını isteyenler ile istemeyenler arasında bir tartışma yürüyor. Yalçın Akdoğan gibi sıkı Erdoğancılar Gül’ü uyarırken, Bülent Arınç gibi Gül’den yana tavır koyanlar da daha dengeli bir üslupla Gül’ün her şekilde etkili bir pozisyon alması gerektiğini savunuyor. İki taraf

da yarı tehdit yarı uyarı biçiminde ihtilafın görüntüsünün bile AKP iktidarının genel çıkarlarına zarar vereceğini söylüyor. Ancak bu ihtilaf Tayyip Erdoğan’ın ya da Abdullah Gül’ün kişisel hırslarından kaynaklanan giderilebilir bir sorun değil. İktidarına kalıcı bir temel kazandırmayı 12 yıldır başaramayan AKP’nin iki belirleyici gücü var. Biri tek adam olmak isteyen ancak buna tam bir anayasal güvence kazandırmamış olan Tayyip Erdoğan,

diğeri 3 dönem kuralıyla bertaraf edilememiş ve egemen sınıfların “Erdoğan’sız AKP” beklentileri açısından tek şans olarak görülen Abdullah Gül. Erdoğan’ın kabarık dosyası ve devlet olanaklarıyla bizzat oluşturduğu ve merkezinde yer aldığı kriminal çıkar ağı, siyasi iktidarı şahsi tekeline alma eğilimini bir ihtiras sorununun ötesinde bir zorunluluk haline getiriyor. Öte yandan Erdoğan’ın yönetme tarzı

Haziran İsyanı’ndan bu yana pek çok badireyle karşı karşıya kalan AKP’nin iktidarını korudu ancak gerileme sürecini de tersine çeviremedi. 2015 seçimlerinde yeni Anayasa çalışmaları için yeterli bir çoğunluk (en az 330 milletvekili) peşinde olan AKP’nin bunun için Erdoğan’ın biatçı / inisiyatifsiz AKP başkanı tercihinin aksine güçlü bir liderliğe ihtiyacı var. 2015 seçimlerine kadar uzaması muhtemel kriz de burada düğümleniyor.

Bizim mücadelemiz, onların krizi büyüyecek

Cumhurbaflkanl›¤› seçimlerinin ard›ndan soka¤a ilk ç›kan Halkevleri oldu. Ankara Güvenpark’ta bir araya gelen Halkevleri üyeleri, seçimin ard›ndan Tayyip Erdo¤an’a seslendi, AKP’ye ve otoriter rejimine biat etmeyece¤ini hayk›rd›.

Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy seçimlerin ard›ndan yapt›¤› aç›klamada seçim sonuçlar›n›n neoliberal gericili¤in krizlerini çözmeyece¤ini, tam tersine daha da büyütece¤ini vurgulad›. Ersoy “Toplumsal muhalefet hareketinin en dinamik öznelerinden biri olan Halkevleri olarak üzerimize düflen “yeni görevler”in bilincindeyiz… Halkevleri olarak, halk›n haklar› temelinde ba¤›ms›z, militan, meflru ve kitlesel bir mücadele hatt›n›n çeflitlendirilerek büyütülmesini önemli bir görev olarak kabul ediyoruz” dedi. Haziran ‹syan› ile gücünü gören halk›n bundan sonraki süreçte siyasete müdahalesinin hem bir zorunluluk hem de bir tercih olarak parlamentonun d›fl›nda olaca¤›n› vurgulayan Ersoy Halkevleri olarak

neoliberal gericili¤in krizlerine; iktidar krizine, toplumsal meflruiyet krizine, ahlaki yozlaflma krizine halk›n bir siyasal özne olarak müdahalesini örgütlemek ve buna uygun mücadele araçlar›n› gelifltirmenin görevleri oldu¤unu ifade etti. Ersoy aç›klamas›n› “Seçimden krizi aflacak bir formül üretemeden ç›kan Erdo¤an ve AKP iktidar›n›n neoliberal ‹slamc› rejimin restorasyonuna yönelik hamlelerini de Erdo¤an’›n talan, yolsuzluk ve zorbal›k düzenini sürdürmek için tek adam e¤ilimlerini diktatörlü¤e evriltmesine de izin vermeyece¤iz. Sokakta verece¤imiz hak kavgas› onlar›n krizini; bizim özgür ve eflit bir ülkenin inflas› için kat etti¤imiz yolu büyütecek” sözleri ile bitirdi.

Ne kendini ne sistemi kurtarabilecek Ve tahmin edilen, beklenen oldu; Tayyip Erdoğan ilk turda cumhurbaşkanı. Böylece ikinci turu “beklemeye” gerek kalmadı. Adaylar da daha büyük masraflardan kurtulmuş oldular. Kuşkusuz bu seçimin en belirgin özelliği, katılım oranının düşüklüğü oldu. 1982 anayasasıyla oy vermek zorunlu bir hale dönüştükten sonra, bu seçimlerde katılım oranı 12 Eylül'den sonra ilk kez %74.3'le dibi gördü. Yani dört seçmenden biri oyunu kullanmadı. Bunun nedeni Tayyip Erdoğan’ın ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun oy verilebilecek şahsiyetler olarak görülmemesidir. Bu durum aynı zamanda “temsili demokrasinin” krizine işarettir. CHP ve MHP’nin, 30 Mart seçimlerine göre oyu azaldığı gibi, AKP’nin (Tayyip Erdoğan’ın) de oyu azalmıştır. AKP’nin girdiği düşüş eğilimi devam etmektedir. Artık yere çakılmanın kaçınılmaz bir “kader” olduğunun bilincinde olan Erdoğan, son bir hamle ile Cumhurbaşkanlığı Köşküne sıçramayı “başarmış”tır. Böylece soygun, yağma, talan düzenini bir süre de olsa uzatabileceğinin hesabını yapmaktadır. Ancak bu atak, neoliberal gerici düzenin krizlerinin hiçbirine çözüm olmayacaktır. Kendi seçmen kitlesi karşısındaki meşruiyeti bile her geçen gün erimektedir. Kuşkusuz bu duruma 17 Aralık’ta üzerine yapışan “hırsız” damgasının etkisi olduğu kadar asıl “sorumlu” Haziran İsyanı’dır. Haziran İsyanı ile açığa çıkan toplumsal meşruiyet krizi, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı oldu diye ne tarihten silinecek ne de bir daha kendini göstermekten vazgeçecektir. Artık AKP’liler ne partilerini ne de Erdoğan’ı açıkça savunamamaktadır. Tayyip Erdoğan, talan, yağma, hırsızlık suçlarından aklanarak Köşk’e

çıkmamaktadır. Hele hele savaş suçlusu olduğunu Ortadoğu halkları unutmayacaktır. Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturunca cari açık dengelenmeyecek, dış borçlar sıfırlanmayacaktır. Hatta ekonomik yapı çok daha kırılgan hale gelecektir. Tekelci sermayenin iktidar olanaklarını paylaşma kavgası sertleşeceği gibi, bu paylaşımı yönetmeye çalışacak AKP kadroları arasındaki dalaş da büyüyecektir. Cumhurbaşkanlığını ve başbakanlığı aynı anda yapmaya çalışacağı kesin olan Tayyip Erdoğan diktası, sistem için yeni bir siyasi krizin başlangıcıdır. Kimlerin bakan olacağına kendisinin karar vereceği, emrini yerine getirmeyen bakanları azledeceği bir ilişki kurmaya çalışacaktır. Artık yasa taslakları Köşk’te hazırlanacak, Hükümet tasarısı damgası vurulduktan sonra Meclis’e gönderilecektir. Bütün bürokratların görev onayının mercisi Köşk olacaktır. İhale zarfları da oraya gelecek ve hatta başbakanlığın örtülü ödeneği de cumhurbaşkanlığının ödeneğine eklenecektir. Dışişleri politikasının sürdürülmesindeki sorumsuz yetkili halinin aynen devam edeceğine ise hiç kuşku yok elbette. AKP’nin içinde bulunduğu ve içine gireceği tüm krizler karşısında en büyük “avantajı” ise düzen içi siyasal aktörlerin (partilerin) zaafları ve politik tercihleridir. MHP zaten konu dışıdır. Ama artık CHP de halkın talepleri ile sistemin ihtiyaçları karşısında yaptığı açık tercihlerle AKP’nin krizlerine halktan yana müdahale edebilecek tüm dinamizmini tüketmiştir. Uzun zamandır neoliberal sistemin tüm ihtiyaçlarını karşılayacağı vaadiyle iktidar olmaya çalışan CHP yönetimi, en son Ekmeleddin tercihi ile bu sistemin dini gericilikle

yönetilmesine de aday olduğunu kanıtlamıştır. Aslı varken çakmasını niye tercih etsinler! Deniz Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu’nun geçmesiyle parti içi kavgayı (dönem dönem üstü örtük yaşasa da) bir süredir erteleyen “sosyal demokrat profesyoneller” artık tüm hızlarıyla çarpışabilirler. Bu çarpışma da sadece Tayyip’in konuşma metinlerinin ve CHP’nin “kadrolu delegelerinin” gündemi halinde yaşanır. Üstelik çatışmanın bayraktarlığını ulusalcı/milliyetçi milletvekillerinin yapıyor/yapacak olması da bu dalaştan CHP kitlesinin (özellikle Alevilerin ve sola eğilimli topluluğun) beklentisi olan ilerici bir çıkışın gerçekleşmeyeceğinin bir başka göstergesidir. Yıllardır, yılmadan, her türlü “kazık”ı yemesine rağmen her seçim sandığı kurulduğunda gidip CHP’ye oy veren önemli bir topluluk, bu seçimde hayatlarında belki de ilk kez farklı bir tercih yapmış ve Kürt bir adaya, Selahattin Demirtaş’a oy vermiştir. (Bu noktada CHP kitlesinin tamamını ve özellikle Alevileri ulusalcı/milliyetçi çizginin mutlak boyunduruğu altında kabul edenlerin de bir özeleştiri yapmaya ihtiyacı var). Demirtaş’ın aldığı yüzde 9,8’lik oyun kuşkusuz en önemli nedeni CHP’nin Ekmeleddin’i aday yapmasıdır. Ayrıca seçimin ikinci tura kalacağı beklentisi Demirtaş tercihini güçlendirmiştir. Tüm bunlara eklenmesi gereken kuşkusuz Selahattin Demirtaş tarafından sürdürülen propaganda çalışmasıdır. Böyle bir başarı Kürt siyasi hareketinin tarihinde, seçimler aracılığıyla verilmiş en büyük desteği ifade etmektedir. Asıl önemli olan ise bu desteğin kalıcı hale getirilmesidir ve bu noktada (CHP’nin tercihleri etkili olacağı kadar) Kürt siyasi hareketinin izleyeceği çizgi belirleyici

olacaktır. Unutulmamalıdır ki Demirtaş’a verilen oylar ne HDP bileşenlerine ne de AKP ile sürdürülen müzakereye verilmiştir, açıklanan politik programa, çizilen profile ve öne çıkarılan ortak talepleredir. Yani asıl yapılması gereken bileşen sayısını artırmaya çalışmak değil, taahhüt edilen çizginin sürekliliğini sağlamaktır. Bu bakımdan Kürt hareketinin atmakla karşı karşıya kalacağı adımların kolay olmayacağı görülebilir. Zorluk yaşanacak ilk konulardan biri laiklik anlayışı ve bunun tutarlı savunusudur. Bununla birlikte, tüm ezilenlerin taleplerini sadece dile getirmekle kalmamak, onların fiili mücadelesinin (Kürt burjuvaları karşısına alma pahasına) aktif parçası olup olmama tercihidir. Bu başlıklar kuşkusuz daha da arttırılabilir. Bununla birlikte bu oy oranına bakıp farklı sol toplulukların, şimdiden dokuz ay sonraki (Haziran 2015) seçimler için hesap yapmasının çok erken olduğunu söylemeye bile gerek yok. Hatta tam tersine şimdiden yapılacak bu tür yönlendirmeler, önümüzdeki dönemin zorunlu mücadelelerinin ertelenmesine yol açacak ve artık tam anlamıyla işlevsizleşecek (sadece dolaylı bir kürsüye dönüşecek) parlamentonun sahte umudunu büyütecektir. Devrimcilerin çok farklı cephelerde, çok farklı gündemlerle mücadele etmesinin gerekli olduğu yoğun bir dönemin içerisindeyiz. Üstelik mücadeleyi tek bir aracın (yasal parti mesela) sırtına yıkmadan, halkın hak mücadelelerinin ihtiyacı olan her türlü mücadele aracını organik bir ilişkiyle kullanmayı amaçlayanlar için daha da “çetrefilli” bir süreç. Örneğin; gericiliğe karşı mücadele bir yandan bağımsız bir mücadele olarak sürdürürken diğer yandan savaşa karşı mücadelenin de bir

parçası olarak verilmeli. Benzer bir durum diğer mücadele başlıkları için de geçerli olacaktır. Bununla birlikte seçim süreçlerinin (ve hatta böylesine üç seçimi barındıran dönemlerin) fiili, meşru ve militan bir siyaset yapma tarzını tercih edenler için kolay geçmeyeceği zaten ifade ediliyor/biliniyordu. “Mahalle baskısı”nın dozu, bu tür sandık dönemlerinde hep yüksek olmuştur. Ancak halkın hakları devredilemeyeceği gibi halkın hak mücadelesi de devredilemez. Bu gerçeği bir kez daha ve bir daha (üstelik farklı mücadele etme yöntemlerinin başat hale getirilmeye çalışıldığı bu süreçte) göstermeli ve kanıtlamalıyız. Yaşadığımız dönem, ülkemiz halklarının tarihinde çok önemli bir kesitte yer alıyor/yer alacak. Bu kesitin belki tam anlamıyla kavranması yıllar sonra olabilecek. Ancak şimdiden daha önce yaşanmamış bir dizi “kırılmaya” tanıklık ettik, bizzat içinde yer aldık. Kuşkusuz bunların en başında “Haziran İsyanı” bulunuyor. Egemenlerin zımnen ya da doğrudan onay verdikleri yeni cumhurbaşkanlığı/başbakanlık modeli bir başka “kırılma noktası” olacak. Hatta Selahattin Demirtaş’ın aldığı oy sayısı bile Kürt hareketini farklı değerlendirmelere/gelişmelere açık hale getirecektir. Yanı başımızdaki coğrafyanın (Ortadoğu’nun) yaklaşık yüz yıl sonra yeniden sınırlarının çizilmeye çalışıldığı, üstelik bu sınırların çizilmesine gerici bir mezhep savaşının tetikçi olarak kullanıldığı bir dönemin içinden geçiyoruz. Devrimci politikanın başarısı aynı zamanda konjonktürü doğru değerlendirmeyle de doğrudan bağlantılıdır. Bu “kırılma noktalarından” çıkarılacak derslerle birlikte, bu döneme yapılacak devrimci müdahaleler halkın siyasi

iktidar mücadelesinde tarihsel sıçramalara yol açabilecektir. Gücümüzü büyülü laflardan, mistik araçlardan, başka güçlere yaslanmaktan alan bir hareket hiç olmadık, emeğimizden, politik üretimimizden ve militanlığımızdan aldık. Bizi farklı kılan da bunlar oldu. Halkın siyasi iktidar mücadelesinin yeni “görevler”ini de aynı yoğun emekle, aynı politik kavrayışla ve aynı militanlıkla karşılayıp, yerine getireceğiz. 1 Sadece Tayyip Erdoğan için harcadığı para 300 milyon liradan fazla. Bu pastadan pay almak için sıraya giren büyük medya kuruluşları ve AKP’li matbaalar, seçimin ikinci tura kalmamasına en çok üzülenler olsa gerek! 2 1983 %92.3/1987 %93.3/1991 %83.9/1995 %85.2/1999 %87.1/2002 %79.1/2007 %84.2/2011 %83.2 3 30 Mart’ta AKP 20 milyon 520 bin; CHP 12 milyon 552 bin; MHP 6 milyon 875 bin oy aldı Bu seçimde ise Erdoğan 20.670.839 Ekmeleddin 15.434.210 oy aldı. CHP ve MHP’nin kaybettiği toplam 5 milyon civarındaki oyun, önemli bir miktarının, MHP seçmeninden Erdoğan’a kaydığı kesin olduğuna göre 30 Mart’ta AKP’ye oy verenlerin bir kısmı bu seçimlerde Erdoğan’a oy vermemiştir, ya da oy kullanmamıştır. MHP'nin kalesi olarak görülen Karabük, Adana, Manisa, Osmaniye gibi illerde Erdoğan, İhsanoğlu ile başabaş gitti hatta bazı yerlerde birinci çıktı. 4 Seçimin daha ertesi günü, uluslararası değerlendirme kuruluşu Fitch, Erdoğan’ın seçilmesinin riskleri azaltmayacağını, yeni sokak hareketlerinin yaşanabileceğini söyledi, borsa yüzde 2,5’luk düşüş yaşadı. 5 30 Mart’ta HDP-BDP’nin aldığı oy 2 milyon 895 bin iken Demirtaş’ın bu seçimde aldığı oy 3 milyon 707 bin olmuştur. 6 Bu noktada, AKP’li Kürtleri hedefleyen bir propaganda çalışması da tercih edilebilirdi, bunun yapılmamış olması önemli ayırt ediciliktir.


4

GÜNDEM 14 A¤ustos 2014 / 27 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

Direnifl, üzerine düfleni yapt› rdoğan muradına erdi, cumhurbaşkanlığına kapağı attı. Bu noktadan sonra "%52'yle mi seçildi, %38'le mi seçildi" tartışması boş. Esas soru, "diktatörlüğün seçimi olur mu" sorusudur ve cevabı besbellidir, "olmaz"... Diktatörlük, halkın %99,9'u da onaylasa diktatörlüktür ve gayrı meşrudur. Direnişin meşruiyeti, diktatörün aldığı oy oranıyla gölgelenmez. Aksine diktatör diktatörlüğünü uygulayarak ne kadar çok oy alırsa direniş o kadar meşrudur, hayatidir ve umut kaynağıdır. Erdoğan halihazırda kurmuş olduğu diktatörlüğünü oylattı ve istediği sonucu aldı. Türkiye halkı Erdoğan'ı cumhurbaşkanı seçmese diktatörlüğü sandığa gömmüş olur muydu? Hiçbir diktatörlük "sandığa gömülmez", diktatörler toprağa gömülürler. Diktatörleri toprağa gömen de oylar değil, halkın devrimci eylemidir. Yani seçimler, yapılmadan önce de bildiğimiz bir gerçeği yeniden hepimizin önüne koydu: Bugün Erdoğan diktatörlüğünü yıkacak olan egemen güçlerin bir kesiminden gelecek "normalleştirme" manevraları değil, halkın eşitlikçi, özgürlükçü direnişidir. CHP, MHP, Gülen ve patronların, 17 Aralık, 30 Mart ve 10 Ağustos ile halk direnişini cebe atma girişimleri boşa çıktı. CHP seçmeninin %15'i oyunu Demirtaş'a verdi, daha da fazlası sandığa gitmedi. Direniş, kendisine dayatılan "egemen sınıf alternatifini" onaylamayı, yerel seçimlerin aksine, bu kez (1. turda) reddetti. Direnişin bu "reddiyesi" üzerinden, hem temsil alanında hem de sokakta bir başka siyasi süreç gelişebilecek mi? Türkiye ve Kürdistan Sosyalistleri bu reddiyeyi, diktatörlüğe karşı daha güçlü bir halk direnişine ve politik temsil düzlemine taşıyabilecekler mi? Sorunları bilinen ve bugüne dek hal yolu bulunmamış olan bu "görev"i sırtlanacak yeterince omuz ortaya çıkacak mı? Ekmeleddin'e oy vermektense sandığa gitmeyen veya Demirtaş'a oy veren milyonlar (ve kendisinden utanarak Ekmeleddin'e oy verme "mecburiyetinin" altında ezilen bir o kadarı) için yeni bir siyasi kulvar üretebilecek miyiz? Önümüzde duran sorun budur. Bir nebze sağ duyusu olan herkes biliyor ki, HDP, CHP'nin sağa açılım politikasına "bu kadar da olmaz" diyen kitlelerin tepkisinden kazandığı 1. tur oylarını "cepte" görür ve "biz artık Ferda ana muhalefet olduk" sarKoç hoşluğuyla davranırsa, olacak olan, bu "tepki oylaferdakoc@ rı"nın 2015 Genel Seçimlehotmail.com rinde "evlerine dönmesi" olacak. (Elbette CHP'nin de eli armut toplamayacak, Genel Seçimler’e kadar seçmen kitlesiyle barışmanın yollarını arayacak) CHP kitlesinde patlak veren bu sandık tepkisinin, Türkiye ve Kürdistan halk direnişlerinin siyasi süreçlerini kaynaştıracak kadar güçlü bir iç dinamizme sahip olmadığının farkında olmalıyız. Demirtaş'a yönelen CHP oylarının hatırı sayılır bir kısmının "1. Turda Selahattin, 2. Turda Ekmeleddin" denilerek verildiğini, HDP'nin ise seçimin 2. Tura kalması halinde "boykot" tutumu alacağını düşünürsek bu yakınsamanın kendiliğinden "ilerleyeceğine" ilişkin hayallerle "coşmamamız" gerektiği de açık. Bu tepkinin yeni bir sol siyaset kulvarının açılmasına hizmet edebilmesi için Kürt siyasi hareketinin, sosyalist hareketin ve sol sosyal demokratların Türkiye ve Kürdistan'daki halk direnişlerini harmonize etmeyi temel görev saymaları birinci şarttır. İşe, bu harmonizasyonun, sözünü ettiğimiz her bir siyasi kümenin kendi konumunda ciddi değişiklikler yapmasını gerektirdiğini kabul ederek başlamak gerekir. İlk hamlenin Kürt siyasi hareketinden gelmesi gerektiği de aşikardır. Demirtaş'a yönelen CHP oylarının kesişim kümeleri de olan değişik gruplardan geldiğini biliyoruz. Ortadoğu'da yükselen Şeriatçı terör ve Türkiye'de derinleşen Alevi düşmanlığından endişelenen sola açık Alevi toplulukları ve sosyalizme eğilimli (ama Atatürkçülüğü de elden bırakmayan) eğitimli sosyal demokratlar bu kitlenin iki büyük grubu. PYD ve PKK'nin IŞİD terörüne karşı direnişin merkezine oturması, Demirtaş'ın "ayrımcılığa karşı", laik, ilerici ve sol söylemi ustalıkla öne çıkarması, daha önce BDP'ye hiç oy vermeyen bu iki grubun Demirtaş'ı 1. tur seçeneği haline getirmesinde belirleyici oldu. Demirtaş, Kürt siyasi hareketinin (sol liberallerin ve Kürt milliyetçi aydınlarının yönlendirmeleriyle) "laikliği" savunmaktan uzak duran, "sol" kimliği belirsizleştiren, Filistin direnişi ile arasına mesafe koyan ortalama söylemini aşarak, laikliği ve solu vurgulayan, İsrail saldırganlığı ile IŞİD terörünü açıkça aynı kefeye koyan ikirciksiz bir sol siyaset dilini kurarak Türkiye'nin sol seçmeninin genişçe bir kitlesi ile temas kurulabileceğini gösterdi. Demirtaş'ın kurduğu bu dil, Kürt seçmeninin HDP'ye verdiği destekte hesaba katılabilir bir azalmaya da yol açmadı. Böylece sol liberallerin ve Kürt milliyetçi aydınlarının Kürt Özgürlük Hareketi'ne salladıkları umacıların gerçek olmadığı da ortaya çıkmış oldu. Bu tablo Kürt siyasi hareketinin Türkiye solu ile "yedekleyici" ilişki tarzını değiştirmesine ve sol liberallerin ve Kürt milliyetçi aydınlarının kurduğu ideolojik barajları aşmaya yetecek mi? Bu soruların yanıtını hep birlikte alacağız. Kürdistan devrimi süreci ile Türkiye devrimi sürecini tarihin bu aşamasında tek bir devrimci süreç olarak örgütlemenin ve geliştirmenin olanaklı olmadığı bir gerçek ama bu iki süreci birbiriyle uyumlu ve birbirini geliştirici hale getirecek bir "siyaset"in üretilebilir olduğu bir döneme girdiğimizi düşünmek için nedenler giderek artıyor.

E

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Ergenekon Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No: 175/2 fi‹fiL‹/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

Cumhur krizi Çankaya’da, diktatör sevdal›s› soka¤›n hedefinde Seçim sonuçlar› Erdo¤an’› Çankaya’ya ç›karsa da Haziran ‹syan›’n›n ard›ndan iktidar blo¤u içinde oluflan krizi iktidar tekelini güçlendirerek aflma hesaplar›n› zora sokuyor. Meflrulu¤u tart›flmal› ve toplumun genifl kesimlerinin nefretini kazanm›fl bir diktatörlük sevdal›s›n›n Çankaya’ya tafl›nmas› sistem içinden oldu¤u kadar sistem d›fl›ndan, sokaktan meydan okumalara da davetiye ç›kar›yor. Henüz ilk günden yap›lmaya bafllanan eylemler bunun iflareti çoğunluk sadece onu tercih etmeyenlerden değil ona karşı olanlardan oluşuyor.

ÖZGE OZAN

K

endi iktidarını korumak için cumhurbaşkanlığını zorunluluk olarak gören Tayyip Erdoğan devlet olanaklarını, para ve güç ilişkilerini, propaganda kanallarını seferber ederek Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ölüm kalım meselesi haline getirmiş, kampanya boyunca “icracı cumhurbaşkanlığı” ile fiilen başkanlık sistemini işleteceğini göstermişti. Erdoğan seçimi kazanarak iktidarda kalma süresini uzattı. Ama hedeflerini tutturamadı. Erdoğan’ın, Çankaya’ya toplam seçmenin yüzde 38’in oyuyla çıkması, AKP’nin inişinin sürdüğünü gösterdi, Erdoğan’ın rejim krizini iktidar üzerindeki tekelini pekiştirecek bir fiili başkanlıkla aşma, bu seçimden edineceği güçle egemen sınıflara hala tek alternatif olduğunu gösterme hesapları da zora girdi. Üstelik AKP’de kazan kaynamaya başladı. Katılım oranı ve Erdoğan karşıtı oylar toplumsal meşruiyet krizini de cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıyacağını bir kez daha gösterdi. Yağma, talan, hırsızlık dosyaları Roboski’den Gezi’ye ölümlerle, katliamlarla sonuçlanan emirleri, savaş suçları hakkında ne yargılanan ne de “aklanabilen” Erdoğan attığı her adımda sokağın, muhalefetin hedefinde olacak.

MEfiRU‹YET KR‹Z‹ SÜRÜYOR Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda, rakipleri karşısındaki tüm avantajlarına karşın toplam seçmenin ancak yüzde 38, oy kullanan seçmenin de yüzde 51,8’inin oyunu alarak Çankaya’ya çıktı. Haziran İsyanı’nda görüldüğü gibi Erdoğan karşısındaki

BAfiKANLIK HESAPLARI ZORDA, KR‹Z BAK‹ Mevcut seçmen desteği ile AKP’nin 2015 genel seçimlerinde Anayasa değişikliği yapacak çoğunluğa erişmesi mümkün görünmüyor. Erdoğan’ın kendisine biat edecek etkisiz bir yönetim oluşturması durumunda AKP’nin tersine çevrilemeyen gerileme sürecinin genel seçimlerde daha olumsuz bir tablo açığa çıkarması da muhtemel. Bu durum, iktidar bloğu içindeki kriz halinin devamını garantilerken AKP içi iktidar mücadelesinde de etkili figürlerin elini güçlendiriyor. SOKAK SEÇENE⁄‹N‹N ÖNÜ AÇIK Öte yandan Haziran İsyanı’nda AKP karşısında etkili bir siyaset biçimi olarak sokağı keşfeden kitlelerin sandıktan beklentilerinin kısmen gerilediği görülüyor. 30 Mart yerel seçimlerinde büyük bir beklentiyle sandığa yönelen AKP ve Erdoğan karşıtı öfke yüzde 89’luk katılım oranına yansımıştı. Yaklaşık 14 milyon seçmenin oy kullanmadığı cumhurbaşkanlığı seçiminde ise katılım yüzde 75’in altında kaldı. Ne var ki bu bir depolitizasyondan çok büyük oranda politize olmuş kitlelerin tepkilerini farklı siyasi kanallarla yansıtma eğilimine işaret ediyor. Bu koşullarda, meşruluğu tartışmalı ve toplumun geniş kesimlerinin nefretini kazanmış bir diktatörlük sevdalısının Çankaya’ya taşınması sistem içinden olduğu kadar sistem dışından, sokaktan meydan okumalara da davetiye çıkarıyor.

Çatısı sağ olanın adayı sandıktan çıkmadı Seçim sonuçlar› ‘sa¤a aç›lma’ stratejisinin baflar›s›zl›¤›n› tescillerken oy vermeyenler ve HDP’ye kayan oylar CHP yönetimine Alevi ve isyanc› taban›n›n ‘çantada keklik’ olmad›¤›n› gösterdi

UTKU O⁄UL

C

umhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin önerisi ve MHP’nin desteğiyle ‘çatı adayı’ yapılan ve 10’un üzerinde partiden destek aldığını söyleyen Ekmeleddin İhsanoğlu yüzde 38,46 oy aldı. Ancak yerel seçimlerde çatıyı oluşturan partilerin oy oranları toplamı yüzde 45’i geçiyordu. CHP ve MHP’nin yerel seçim oyu yaklaşık 19,5 milyonken, İhsanoğlu’nun oyu 15,5 milyonda kaldı.

MHP’DE ÇÖZÜLME İllere göre CHP ve MHP’nin yerel seçimlerdeki oy oranları ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İhsanoğlu’nun aldığı oy oranı karşılaştırıldığında; kıyı şeritleri dışındaki Anadolu illerinde MHP tabanından AKP’ye kaymalar olduğu görülüyor. MHP oylarının yüksek olduğu Aksaray, Sivas, Afyonkarahisar, Çankırı, Yozgat, Kilis, Gümüşhane, Maraş, Erzurum, Bayburt gibi illerde çatının oy kaybı yüzde 14-18 arası arasında değişti.

TANIDIKÇA SEVMED‹LER, TIPIfi TIPIfi G‹TMED‹LER CHP içindeki milletvekillerinden, Alevi örgütlerinden, Haziran İsyanı’na sokağa çıkan tabanından İhsanoğlu’na yönelik tepkiler karşısında Kılıçdaroğlu sertleşmiş “Kalkmışız biz sandığa gitmeyeceğiz. Niye gitmeyeceğiz? O da Erdoğan’a benziyor, bu da Erdoğan’a benziyor. Adam gibi tıpış tıpış sandığa gideceksiniz” cümlelerini kurmuştu. Seçim sonuçları ‘sağa açılma’ stratejisinin başarısızlığını tescillerken oy vermeyenler ve HDP’ye kayan oylar CHP yönetimine Alevi ve isyancı tabanının “çantada keklik” olmadığını gösterdi. KEND‹N‹ GAL‹P SANAN MA⁄LUP Ekmeleddin İhsanoğlu, aldığı oyu “başarı” olarak niteledi ve ‘Bu yolda galip sayılır mağlup da’ dedi. İhsanoğlu’na CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin de “Seçimin kazananı CHP’dir” açıklamasıyla katılırken

Demirtaş ‘sol’dan kazandı S

eçimin galibi Erdoğan oy sayısında yerinde sayıp, CHP-MHP’nin “çatı”sı oy kaybederken Demirtaş hem oy oranında hem de oy sayısında ciddi bir artış yakaladı. Başarının en önemli nedeni, HDP ve Demirtaş’ın 3 adaylı seçim sürecinde “yeni yaşam” sloganıyla tüm toplumsal kesimlere hitap eden sol bir söylemle hareket etmesi oldu. CHP’nin İhsanoğlu tercihi de laiklik kaygısının sandık tavrında belirleyici olduğu kesimleri, CHP tabanının sola dönük kesimlerini etkileyerek Demirtaş’a yönlendirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP tarafından “Yeni yaşam” sloganıyla aday gösterilen Selahattin Demirtaş kısıtlı olanaklarla yürüttüğü seçim kampanyasında egemen medyanın yanlılığına ve türlü engellemelere rağmen seçim barajı olan yüzde onluk dilime yaklaştı. Bu duruma seçimlere katılım oranının düşüklüğü etki etse de bu oran HDP projesinin nasıl devam edeceği konusunda önemli bir tartışmaya zemin oluşturdu. Yerel seçimle arasındaki oy artışını belirleyen önemli bir faktör de

Selahattin Demirtaş’ın siyaset üslubu ve söylemlerinin tüm ezilen halkları kucaklayacak nitelikte olması.

‘BARIfiIN EL‹ GÜÇLEND‹’ Demirtaş seçim sonrası çağrılarının ülkenin her yerinde karşılık bulduğunu ve HDP’nin ana muhalefet eksenini oluşturacağını ifade ederken seçim sonuçları konusunda Erdoğan’ı arayarak tebrik etti. Pervin Buldan ise seçim sonuçlarında HDP yanında AKP’nin aldığı oyu da pozitif yorumlayarak sürecin taraflarından Erdoğan ve Demirtaş'ın toplam oyu yüzde 60'ı geçmiş olmasını barış sürecinin güçlenmesi olarak yorumladı. Pervin Buldan ‘‘Bu sadece bizim Türkiye’ye açılma konusunda verdiğimiz mesajlar değil, barış sürecine de oy verildi. Alınan oylar Türkiye’de tarihi öneme sahip yeni bir başlangıç. HDP’nin oyları ile birlikte artık barış sürecinin de eli güçlenmiş oldu’’ dedi. 2011’DEN 2014’E ‹N‹fi VE ÇIKIfi 2011 yılında genel seçimlerde bağımsız adayların toplam

oyu 2 milyon 819 bin 917, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde ise 2 milyon 895 bin oy aldı. Ancak cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına göre 3 milyon 952 bin 283 oy alan HDP, 30 Mart 2014 yerel seçimlerine göre oyunu 1 milyon 57 bin 937 arttırmış görünüyor. 2011 genel seçimlerine göre de 1 milyon 132 bin 366 kadar artırdı.

BATIDA ‘TÜRK‹YELEfiME’ PROJES‹ HDP bu yeni bir milyon seçmenin tamamını Kürt illerinden kazanmadı. Demirtaş her ne kadar Kürt illerinde siyasi hareketin ‘geleneksel’ oyunu alsa da bütün Kürtlerin oylarını alamadı; son 30 Mart seçimlerinde AKP’ye oy veren Kürt seçmenler gene AKP’ye verdi; ancak Demirtaş BDP’nin Gü-

neydoğu’daki Kürt oylarını korurken, Batı’da oylarını arttırdı. Bu haliyle Demirtaş “Kürt etnik kimlik partisinin temsilcisi” olmanın dışında bir kapı araladı. Bunun en önemli örneği ise metropol kentlerinde oylarını, İstanbul'da 413 bin 315’ten 603 bin 703’e, Ankara'da 28 bin 232’den 95 bin 410'a ve İzmir'de de 88 bin 710’dan 178 bin 834'e yükseltmesi oldu.

BOZKIR’DAN DA OY ALDI Demirtaş, milliyetçi oyların yoğun olduğu iller arasından Yozgat’ta 4 bin 937 oy aldı. Sivas’ta yerel seçimlerde 271 iken 4 bin 400’e, Konya’da 23 bin 420 iken 34 bin 88'e yükseltti. Karadeniz Bölgesinde yerel seçimlerde aldığı 11 bin oyu 70 bine yükseldi.

Kılıçdaroğlu seçim sonrası ilk değerlendirmelerinde “Tatilciler, boykotçular olmasa 2. tura kalacaktı” sözleriyle sandığa gitmeyenleri suçladı. Kılıçdaroğlu, ‘CHP’nin sağa açılma stratejisini sürdürmek istediğini “Bugün seçim olsa yine İhsanoğlu’nu aday gösteririm” diyerek belli etti.

CHP’DE ‹LK ÇATLAK ULUSALCI KANATTAN CHP’de seçim yenilgisiyle ilk çatlak ‘ulusalcı’ kanattan geldi. 21 milletvekilinin İhsanoğlu’nun adaylık önergesine imza atmadığı CHP’de 5 milletvekili ile birlikte açıklama yapan milletvekili Emine Ülker Tarhan, “Genel Başkan ve ekibi seçmeni suçlamaktan vazgeçip makamından çekilmeli ve kurultaya gitmeli” derken aday tercihiyle cumhurbaşkanlığının Erdoğan’a hediye edildiğini söyledi. CHP’li vekil Muharrem İnce de sosyal medyadan yaptığı açıklamayla Kılıçdaroğlu’nu eleştirirdi.

14 milyondan fazla seçmen sand›¤a gitmedi Cumhurbaflkanl›¤› seçimi öncesi anket flirketleri yüzde 90’lar›n üzerinde kat›l›m beklediklerini aç›klarken seçimde durum tam tersi ç›kt›. Yaklafl›k 56 milyon seçmenin yaklafl›k 14 milyonu sand›¤a gitmezken seçime kat›l›m oran› yüzde 74’te kald›. Bu oran son 12 y›l›n en düflü¤ü. Haziran ‹syan› sonras› yerel seçimlerde seçime yaklafl›k yüzde 90 kat›l›m olurken on binlerce insan AKP’nin hile ve usulsüzlüklerine karfl› saatlerce oylar›n›n bafl›nda beklemifl, seçim sonuçlar›n›n hileli oldu¤unu belirtip YSK’ya yo¤un tepki göstermiflti. Yaklafl›k 7 milyon seçmen; yerel seçimin getirdi¤i umutsuzluk, çat› aday› projesine tepki ve cumhurbaflkanl›¤› seçimlerinde kendileri için bir seçenek bulamamak gibi nedenlerle yerel seçimlerde gitti¤i sand›¤a cumhurbaflkanl›¤› seçiminde gitmedi. Sand›¤a gitmeyen 14 milyonun 2,5 milyona yak›n k›sm›n› yaln›zca 360 bin oy kullanan yurt d›fl› seçmenleri oluflturdu.


5

DÜNYA 14 A¤ustos 2014 / 27 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

AKP yol veriyor

IŞİD Halklar katlediyor direniyor IŞİD’in en büyük müşterisi Türkiye

¤› Rakka’da “‹slam Devleti”nin temellerini att› geçirdi¤i ele yla yolu nüfuzunu geniflleten, biat etler ile aflir n ç›ka › karfl Deyrizor’da otoritesine bu olan gru çete bir r di¤e ü tü¤ “fikri ayr›l›¤a” düfl , n Ifi‹D Nusra Cephesi’nin isyan›n› bast›ra en zengin ünd yön lar› nak kay rji ene Suriye’nin ediyor. trol olan bu bölgelerini tamamen kon Suriye ’in Ifi‹D la Bu bölgeler genel anlam›y or. Ifi‹D, ediy sil tem ünü taraf›ndaki ekonomik güc üntrol kon rolü pet ¤i etti ilkel yöntemlerle elde ad) Aby Tel ve s ablu (Cer dan deki iki s›n›r kap›s›n Türkiye’ye “ihraç ediyor.” elde etti¤i Ifi‹D çetelerinin ilkel yöntemlerle etmesi ç petrolü çok ucuz fiyata d›flar›ya ihra an bir ›rlan haz Haziran ay›nda Rusya taraf›ndan i’ne sey Kon k enli tasla¤›n Birlemifl Milletler Güv ak tasl ve i geld e dem sunulmas›yla yeniden gün aya lam aç›k ›lan yap an f›nd kabul edildi. BM tara teröre mali göre, Ifi‹D’den petrol al›nmas›n›n petrol destek say›labilece¤i belirtildi ve mas›yla al›n sine liste kara ’nin BM al›c›lar›n›n sonuçlanaca¤› ifade edildi.

VEC‹H CUZDAN

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çeteleri Lübnan’dan Suriye’ye, Rojava’dan Irak’a kadar birçok bölgede katliamlar eşliğinde sistematik saldırılarını artırdı. Lübnan’ın Arsal bölgesi ile Irak Kürdistan’ındaki Şengal’e eş zamanlı saldırılar başlatan IŞİD çeteleri, bu bölgelerde yaşayan halkları hedef alırken, karşısında direniş gruplarını buldu. Şengal’deki saldırıları Êzidi halkına yönelik katliama dönüştüren bu çetelere yönelik oluşturulan direniş cephesi birçok bölgeyi kurtarırken, emperyalist güçlerin bizatihi palazlandırdığı IŞİD’in Erbil’e yaklaşması üzerine ABD operasyonları başladı. Bu savaşın en önemli taraflarından AKP ise aylardır IŞİD’in elinde olan 49 konsolosluk çalışanının canlı kalkana dönüştürülmesine seyirci kaldığı gibi, her türlü lojistik desteği sunduğu “cihatçı kardeşleri” tarafından İstanbul’a yönelik bir eylemle tehdit de edildi KOBANE VE HASEKE’YE YÖNEL‹K Ifi‹D SALDIRILARI Haziran’da Musul’u ele geçirmesinin ardından lojistik gücünü artıran IŞİD çeteleri, Irak ile Suriye arasındaki sınırları kaldırmış ve halifelik ilanını açıklamıştı. IŞİD, Temmuz ayından itibaren Rojava’nın Kobane kantonuna ağır silahlarla saldırdı. Çeteler bu bölgeyi ele geçirerek Rojava'nın doğu ucundaki Cizire kantonu ile batı tarafındaki Afrin kantonunu birbi-

rinden ayırmak ve kendi kontrollerindeki Cerablus ile Tel Abyad'ı birbirine bağlamak istedi, ancak Rojava’nın öz savunma gücü Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) direnişiyle karşılaştı. Saldırılarını Kobane ile sınırlı tutmayan IŞİD, Temmuz sonlarında Rakka’da Suriye ordusunun kontrolündeki son yer olan 17. Tümeni tonlarca bomba yüklü iki araçla gerçekleştirilen intihar saldırısı ve hemen arkasından ağır silahlarla saldırarak ele geçirdi. Çok geçmeden Haseke’nin güneyinde bulunan ve Suriye ordusunun kontrolündeki 121. Alay’a saldırdı ve burayı da işgal etti. Saldırılarını Haseke yönüne genişleten IŞİD çetelerine karşı, Suriye ordusu ve YPG güçleri koordineli bir şekilde savaşmaya başladı. Ifi‹D’‹N TUTMAYAN HESAPLARI Rojava’da istediğini elde edemeyince gücünü Musul’da yoğunlaştıran IŞİD bu kenti merkez alarak doğu-batı yönlü bir saldırı başlattı. Ağustos ayı başlarında Êzidi Kürtlerinin yoğun olduğu Şengal’e (Sincar) saldırı başlatan IŞİD, daha önce işgal ettiği Türkmen kenti Tel Afer üzerinden Suriye sınırındaki Rabia ilçesine yönelik saldırılarını da artırdı. Musul’un işgali sırasında IŞİD’e karşı tek bir direniş dahi göstermeyen ve bölgeden kaçan Irak ordusunu örnek alan Federal Kürdistan bölgesinin askeri gücü peşmergeler, Şengal’i de terk etti ve halkı sa-

vunmasız bıraktı. Musul’un işgali sırasında Irak Başbakanı Nuri el Maliki ve Irak ordusunu eleştiren Kürdistan Bölgesel Yönetimi lideri Mesud Barzani, peşmergenin bu tavrı sonrası sorumlu tüm komutanlarını cezalandırılacağını söylemekle yetindi. Peşmergelerin Rojava’daki güvenli bölgelere geçişine olanak sağlayan YPG güçleriyse Şengal’e doğru yola çıktı. Şengal’in düşmesiyle bölgedeki Êzidilere yönelik kara propaganda faaliyetleri başlatan IŞİD çeteleri, yine katliam sinyali verdi. Şengal sadece Êzidi halkının değil aynı zamanda Tel Afer’deki işgal sonrası Şii Türkmenlerin sığındığı, az sayıda da olsa Süryani halkın da yaşadığı yaklaşık 30 bin nüfuslu bir bölge. IŞİD’in Şengal’e girmesiyle binlerce kişi katliam korkusuyla bölgeyi terk etti. Halkın bir kısmı Federal Kürdistan bölgesindeki Duhok’a ulaşabilirken, ulaşamayan binlercesi korunmasız, açlık ve susuzluğa terk edilmiş bir halde Şengal dağlarına sığındı. İlk tepkiyi YPG ve YPJ güçleri gösterdi, peşmergenin çekilmesinin ardından IŞİD ablukasını kırmak üzere Şengal dağlarına çıkarma yaptı. PKK liderlerinden Murat Karayılan da Şengal’e müdahale edeceklerini açıkladı ve aynı gün sabah saatlerinde gerillalar Şengal’e doğru yola çıktı. Ayrıca Şengal halkından gönüllülerin katılımıyla da Şengal Direniş Birlikleri bölgedeki IŞİD çetelerine yönelik birtakım eylemlerde bulundu.

Önemli başarılar elde eden tüm çabalara karşın IŞİD çetelerinin bölgeye yönelik saldırıları sonrası ortaya korkunç bir bilanço çıktı. En az 3 bin kişi hayatını kaybetti, 5 bini kaçırıldı, 300 çocuk ve yaşlı açlıktan can verdi. Irak hükümeti, IŞİD’in en az 500 Êzidi’yi katlettiğini, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda Êzidi’nin IŞİD çeteleri tarafından diri diri gömüldüğüne dair ellerinde deliller bulunduğunu ve yaklaşık 300 kadının da köle olarak kaçırıldığını açıkladı. Musul ile Erbil arasında bulunan ve çoğunlukla Hristiyanların yaşadığı 50 bin nüfuslu Karakuş kentinin de IŞİD tarafından işgal edilmesi sonrasında binlerce insan Erbil’e sığındı. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Temmuz ayı raporuna göre, IŞİD Musul’u ele geçirdiği 10 Haziran’dan bu yana en az 200 Türkmen, Şabak ve Êzidi’yi alıkoydu ve bunlardan en az 11’ini öldürdü. Aynı günlerde Irak’ın Suriye sınırındaki Rabia ilçesine de saldıran IŞİD çeteleri eş zamanlı Rojava’nın Tirbespiye mıntıkasına bağlı Hamedan, Arcê, Til Nasir ve Til Maruf köylerine saldırı başlattı. YPG güçleri, çetelerin Rabia’dan Til Maruf’a kadar uzanan 200 km’lik bir hatta saldırdığını açıkladı. IŞİD çetelerine yönelik karşı bir saldırı başlatan YPG güçleri IŞİD’e ağır kayıplar verdirdi ve bu operasyon sonucunda Rabia kasabasının büyük bir bölümünden çeteleri çıkardı.

Diren Gazze, Rojava, Şengal Uluslararas› Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) Filistin baflta olmak üzere Ortado¤u halklar›yla dayan›flmak için yapt›¤› ça¤r› sonucu 7 A¤ustos’ta dünyan›n dört bir yan›nda oldu¤u gibi Türkiye’de de emekçiler sokaklara ç›kt›. D‹SK, KESK, TTB ve TMMOB ‹stanbul, Ankara, Mersin ve Konya’da kitle-

sel bir flekilde soka¤a ç›karken Soma’da da Dev Maden Sen ça¤r›s›yla bir eylem düzenlendi. Aç›klamalarda ABD’nin deste¤iyle bir ayda 2 bine yak›n Filistinliyi katleden ‹srail’e benzer flekilde kendinden olmayan› düflman gören gözü dönmüfl Ifi‹D çetesinin de Irak ve Suriye’de her geçen gün yeni

katliamlar yaratt›¤› belirtilerek direnen halklar›n kardeflli¤ine dikkat çekildi: “Bugün ‘Diren Filistin’ demek, ‘Diren Rojava’ demektir, ‘Diren fiengal’ demektir. Ortado¤u halklar› emperyalizmin kendisini mahkum etmek istedi¤i bu barbarl›¤a ve karanl›¤a mahkum olmayacakt›r. Türkiye halklar›n›n yüre¤i direnenlerin yan›ndad›r.”

IŞİD’den AKP’ye ‘reaksiyon’: Barajı açın yoksa İstanbul’u vururuz news.vice.com sitesinin hazırladığı 5 bölümlük IŞİD belgeselinin, örgütün kontrolündeki Suriye’nin Fırat Nehri kıyısındaki Rakka kentinde çekildiği belirtilen bir bölümünde IŞİD Basın Sözcüsü Ebu Musa Türkiye’yi açıktan tehdit etti. Fırat Nehri üzerindeki Atatürk Barajı’nda su tutulması nedeniyle Rakka’da yaşanan su sıkıntısı üzerine konuşulurken IŞİD basın sözcüsü Ebu Musa doğrudan AKP’ye seslendi: “Allah’a mürted (dinden dönmüş) hükümet (Türkiye’yi kastediyor) kararlarını gözden geçirsin diye dua ediyorum. Eğer gözden geçirmezse İstanbul’u özgürleştirerek biz göz-

den geçireceğiz.” Ancak IŞİD’in sözcüsü tehdit ededursun, 11 Haziran’dan beri alıkonulan 49 Türkiye vatandaşı hala IŞİD’in elindeyken AKP’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, IŞİD’e yakın sitelerde övgüye mazhar olan açıklamalarda bulundu. Davutoğlu açıklamasında bir taraftan AKP hükümetinin IŞİD’e destek verdiğini söyleyenler için, “IŞİD Türkiye’den destek alıyor diyenler kördür ya da haindir” derken, diğer taraftan IŞİD’in bölgedeki hoşnutsuzluklar sonucu doğan geniş bir reaksiyon olduğunu belirtti. IŞİD’in kozmopolit yapısına dikkat çeken Davutoğlu (Oraya katılanlar arasında Türkler,

Araplar, Kürtler vardır) bu çetenin, hoşnutsuzluklar ve öfkeler sonucu doğan geniş bir reaksiyon olduğunu savundu. Aslında Ebu Musa adlı çetecinin Rakka’daki su sıkıntısı konusunda direk muhatabı olan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hükümet adına cevabı Erdoğan’ın milli içki ilan ettiği ayran üzerinden verdi: “Ayranımız kabardığı zaman kimse Türkiye’yi tutamaz.” IŞİD gibi ciddi bir tehdit karşısında AKP’nin ciddiyetten ve güven vermekten uzak tutumunun Türkiye’ye zarardan başka kar getirisi olmayacak.

Yarattığın IŞİD’e bir hiza ver Ifi‹D’in Erbil’e ilerleyiflinin rahats›z etti¤i güçlerin bafl›nda gelen ABD, bu tehdide iliflkin tavr›n› 7 A¤ustos’ta bir bas›n aç›klamas›yla birinci a¤›zdan duyurdu. ABD Baflkan› Barack Obama, Ifi‹D tehdidine karfl› hava kuvvetlerine nokta operasyon yetkisi verdi¤ini aç›klad›. Hemen ertesi gün (8 A¤ustos) Pentagon Sözcüsü John Kirby, ABD savafl uçaklar›n›n Erbil yak›nlar›nda Ifi‹D hedeflerini vurdu¤unu aç›klad›. 9-12 A¤ustos tarihleri aras›nda ABD savafl uçaklar› Ifi‹D’e yönelik üç hava sald›r›s› daha gerçeklefltirdi. Baflta Erbil’e olmak üzere, Körfez monarflilerini ve Türkiye’yi içine alan Ifi‹D tehdidi, 2003’te ABD’nin Irak iflgaliyle do¤du ve 2011’den itibaren Suriye savafl›yla bölgede genifl bir co¤rafyada emperyalistler ve aktif tafleronlar›n›n eliyle palazland›r›ld›. Bugün ise ABD’nin, iflgal sonras› milyonlarca dolar harcad›¤› Irak ordusundan sonra bölgedeki önemli ittifak› Barzani yönetimini tehdit eden, kendi yaratt›¤› canavar olan -ancak kontrolden ç›kan- Ifi‹D’e karfl›, Katar’dan havalanan savafl uçaklar›n› devreye sokmaktan baflka bir çaresi kalmad›¤› görülüyor.


KENT ÇEVRE

6

14 A¤ustos 2014 / 27 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

Zonguldak Devrek’te yap›m› devam eden HES’ler için düzenlenen toplant›y› köylü kad›nlar bast›. DS‹ yetkililerinin köylüleri ikna etmek için flirket yetkililerinden çok daha fazla çaba harcamas›na tepki göstererek DS‹ yetkililerine ne zamandan beri flirketlerin avukatl›¤›n› üstlendiklerini sordular. Görevliler salondan ayr›lmak zorunda kald›. Trabzonda’da HES için toplant›n›n yap›laca¤› müftülük önünde toplanan halk, flirket yetkililerini binaya sokmad›.

ÇED toplant›lar›na geçit yok: ‘Karfl› gelmek için buraday›z’ ÖZEN TAÇYILDIZ

Y

aşam alanlarımızı talana açan AKP, iktidarını da memlekete köşe bucak yaydığı HES’lere, RES’lere, “çılgın” projelere yaslamış durumda. Sermayeyle el ele, alelacele iş bitirmeye çalışırken mevzuata göre bu projeleri çevreye de uydurmak durumunda; yani yapılacak projenin çevreye zarar vermemesi veya bu zararların giderilebilir düzeyde olması gerekiyor. Bunun için de otoyol, termik santral, nükleer santral, HES, baraj, maden, petrol ve jeotermal arama faaliyetleri projeleri için şart koşulmuş, yönetmeliğe tabi kılınmış bir ÇED süreci var. ÇED Yönetmeliği gereği, projenin yapılacağı bölgede “halkı proje hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere” halkın katılımıyla toplantı düzenlenmek zorunda. Aslında hayli teknik bir terim olan ÇED’i bugün bu kadar bilinir kılan da işte bu zorunluluk. Çünkü bu bilgilendirme işi kağıt üstündeki gibi bir prosedür olarak kalmıyor. Aksine şirketler ve iktidar için zorlu bir süreç. PROJE DED‹⁄‹ YAfiAM ALANINA SALDIRI Onların “bilgi”sini vereceği, “proje” dediği şey, halkın yaşam alanlarını bitirecek maden ocağı, taş ocağı, santral, HES. Toprağı, tarlayı, ormanı, dereyi geri dönülmez biçimde tahrip edip sonra da çekip gidecek şirketler, bölgeyi yıllardır orada yaşayan halka anlatacak, projelerinin memlekete sağlayacağı “katkı”dan, bölgede yaratacağı “iş imkanları”ndan bahsedecekler. Bu haliyle bu toplantılar aslında sermayeyle halkın somut bir buluşma düzeneği

Yaşam alanlarımızı talana açan AKP, projeleri için ÇED sürecine uymak, katılım toplantısı yapmak zorunda. HES’lerle, santrallerle, madenlerle, taş ocaklarıyla toprakları gasp edilen halk, bu toplantıları yaptırır mı? ve anı. Çevre Müdürlüğü’nden, Bakanlıktan hatta belki “beyefendi”den iş bitirmiş şirket, Anadolu’nun bir köyünde, devlet yetkilileri ile kolkola halkın karşısına bilgilendirme toplantısına çıkacak. Yanlarına devletin şiddet aygıtı polisi, jandarmayı da katarak. Bölge halkı da en somut, basit, doğrudan tepkisini veriyor; toplantıları yaptırmıyor. Hatta şirket-devlet görevlilerini toplantının yapılacağı binaya dahi sokmuyor. Projeyi daha baştan “sabote” ediyor. “KONUfiACAK B‹RfiEY YOK, SUYUMUZU KONUfiMAYIZ” Bu yazı yazılırken dahi başlamadan biten bir ÇED toplantısı haberi geldi. Kırklareli Vize’de köylerindeki ormanlık alandan geçecek enerji hattına karşı çıkan köylüler, toplantının yapılmasına izin vermemişlerdi. Onlardan birkaç gün önce Zonguldaklılar ayaktaydı. Termik santral bilgilendirme toplantısının başlayacağı sırada toplantıya giren ve ıslıklarla, sloganlarla kürsüye çıkan Zonguldaklılar, ÇED toplantısının yapılamadığına dair tutanak tutturarak şirketi salondan kovdu. Aybaşında Trabzon’da, derelerinden Rize’deki HES’e su almak isteyen şirketin toplantı yapacağı Hayrat İlçe Müftülüğü önünde toplanan halk, şirket ve

ISA KISA I Tarihi dokusu, özgün mimarisi ve yefliller içindeki görüntüsüyle Ankara’n›n ünlü yerleflim bölgelerinden Devlet Mahallesi de rant kurban› oluyor. 1. Derece Kentsel Sit alan› olan Devlet Mahallesi’ni daha önce riskli alan bahanesiyle kentsel dönüflüm kapsam›na alan, ancak bu karar› Dan›fltay’dan dönen Bakanlar Kurulu, mahalledeki tafl›nmazlar›n ‘ekonomiye kazand›r›lmas›’ için Maliye, Ö‹B ve TOK‹’yi yetkili k›ld›. Mimarlar Odas› Ankara fiubesi, konuyu yarg›ya tafl›ma karar› ald›. I Hükümet, K›y› Yasas›’nda yapt›¤› de¤ifliklikle sahillerin talan kapsam›n› geniflletti. K›y›lara yap›labilecek tesislere “ibadethane” eklendi, yat limanlar›n-

da yüksek yap›lar›n önü aç›ld› I Üsküdar Belediye Baflkan› Hilmi Tükmen, Çengelköy’de 8 milyon TL de¤erinde yaklafl›k 9 bin metrekarelik bir araziyi TOK‹’ye devretmek için belediye meclisinden yetki istedi. CHP Üsküdar Belediye Meclisi Grubu ise ret oyu kulland› I MNG Holding’in Artvin’de yapmak istedi¤i Kavak HES için Bakanlar Kurulu’nun ald›¤› acele kamulaflt›rma karar› do¤rultusunda yürütülen acele el koyma ifllemlerini mahkeme durdurdu. MNG, inflaat› bir an önce bitirmek için ÇED raporunda hile yapm›fl, Çevre ‹l Müdürlü¤ü’nden 24 saat aral›ks›z çal›flma izni alm›flt›.

Çevre İl Müdürlüğü yetkililerini binaya sokmadı. AKP’li Hayrat Belediye Başkanı Mehmet Nuhoğlu’nun devreye girmek istemesi üzerine de “Konuşacak bir şey yok, suyumuzu konuşmayız, daha önce de çok duyduk bu konuşmaları, Hayrat’ı terk etsinler” diyerek tepki gösterdiler. Toplantı kimsenin katılmaması sonucu iptal edilirken müftülük önünde bekleyen halk, önlem olarak mesai saatinin bitimine kadar bekledi. TUTANAK DA HALKIN ZORUYLA Cerattepe’de maden sahası kurmak isteyen Cengiz İnşaat’ın ÇED toplantısını yaptırmayan halk, toplantı tutanağını almaları polis tarafından engellenince salondan çıkarak Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne yürüdüler, yolu trafiğe kapattılar. Haziran’da İzmir Dikili’de balık çiftliği için düzenlenen ÇED bilgilendirme toplantısına izin vermeyen bölge halkı da, tepkiler karşısında ayrılmak isteyen ama toplantı tutanağı düzenlemeyen görevlileri “Halk bilgilenmek istemediği için toplantı yapılamadı” tutanağı tutmadan bırakmamışlardı. Bursalılarsa, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde yapımı planlanan buhar ve elektrik santralinin ÇED değerlendirme toplantısının Bursa’da yapılmasına izin verilmeyince hazırladıkları binlerce

dilekçeyi Ankara’ya gönderdi, projenin durdurulmasını istedi. AKP E⁄‹YOR, BÜKÜYOR, OLMUYOR Toplantıları yaptırmayan halk, buna ilişkin tutanak tutturuyor, şirket yetkilileriyle gelen devlet görevlilerinin gayretini ifşa ediyor, kendisinden kaçırılan toplantıların dahi peşini bırakmıyor. AKP’nin bu dinamiği kendi haline bırakması mümkün değil elbette. Bir taraftan ÇED muafiyeti yaratmaya, bir taraftan da ÇED süreçlerini denetimsizleştirmeye/işlevsizleştirmeye çalışıyor. Defalarca yargının iptal kararlarına rağmen torba yasayla geçirdiği bir takım projelere ÇED muafiyeti, 3 Temmuz’da Anayasa Mahkemesi’nde iptal edildi. Mahkeme, Mayıs 2013’ten itibaren planlama aşaması geçmiş veya ihalesi yapılmış projelere getirilen ÇED muafiyetini iptal etti. Bu projeler içinde 3. Köprü, İzmir-İstanbul otoyolu gibi AKP’nin “dev” projeleri de var. Temmuz sonunda da Danıştay, ÇED yönetmeliğinde yapılan değişikliklerin yürütmesini durdurdu. Değişikliklerle ÇED sürecinin kapsamı daraltılmış, denetimi özel şirketlere devredilmiş, halkın katılım hakkı kısıtlanmıştı. Bu iptallere rağmen aynı maddeler bakanlığın hazırladığı yeni ÇED yönetmelik taslağında yeniden yerlerini aldılar. Muhtemelen bir yerlerde de ÇED toplantısını başlamadan bitirmek için birileri yerini almıştır. AKP’yi yasaları eğip-bükmeye, devlet-şirket görevlilerini toplantıları terk etmeye zorlayan mücadele yaşam alanlarını sermayeye bırakacak gibi değil. Bursa’da mermer ocaklarına direnen köylü kadınların gelen yetkilileri kovarken dediği gibi “Karşı gelmek için buradayız!”

HES’ler için sıra doğal sit alanlarında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın “Doğal Sit Alanlarında Planlanan HES Projelerinin Gerçekleştirilmesine Yönelik İlke Kararı” 12 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayımlandı. HES yapımına izin verilmeyecek durumların sayıldığı maddeyle başlayan karar, aslında doğal sit alanlarında HES’lerin önünü açıyor. Karara göre, doğal sit alanları için hazırlanacak Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporları’nın sonucuna göre HES’lere izin verilebilecek. Her ne kadar, bölge halkının içme ve tarımsal amaçlı su kullanım ihtiyaçlarının dikkate alınması, biyolojik çeşitliliğin devamının teminat altına alınması gibi şartlar getirilmiş olsa da bu maddeyle doğal sit alanları HES’lere açılacak. Bakanlıkça belirlenen kişiler tarafından hazırlanan ve nihai kararı Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın verdiği, dolayısıyla bilimselliği ve bağımsızlığı tartışmalı olabilecek bu raporlarla sit alanlarının HES’lere açılması bir yana, sit alanlarının yeniden değerlendirileceği de kararda

yer aldı. Sözkonusu izinlerin verileceği belirtilirken “Doğal sit alanlarında yeniden değerlendirme yapılıncaya kadar” ibaresi kullanıldı. S‹T ALANINDAN “MA⁄DUR VATANDAfi” K‹M? Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere göre 2020 yılına kadar korunacak doğal sit alanlarını arttırması gerekirken Tayyip Erdoğan, 2 Mart’ta Muğla’daki seçim mitinginde yaptığı “Doğal sit alanlarını yeniden değerlendireceğiz” açıklaması ile doğal sitlerin bitirileceğini haber vermişti. Erdoğan, “İnşallah önümüzdeki 1,5 yıl içinde üniversitelerimizle işbirliği halinde ekolojik temelli bilimsel çalışmaları da bitireceğiz. Bu alanlarda ilgili vatandaşlarımızın mağduriyetine yol açan keyfi uygulamalara son vereceğiz” demişti. Erdoğan’ın sahibi olduğu iddia edilen Urla’daki villaların bulunduğu arazinin sit alanı statüsünün düşürüldüğü ortaya çıkmıştı.

Moda Bostanı’nı direniş kurtaracak Caferağa Dayanışması tarafından kurulan Moda Gezi Bostanı, 31 Temmuz sabahı İBB dozerlerinin saldırısına uğradı. Kadıköy Belediyesi’nin afet toplanma alanı olarak belirlediği ancak İBB tarafından otopark yapılmak istenen alan bu yıl bahar aylarında Caferağa Dayanışması üyeleri tarafından temizlenerek Moda Gezi Bostanı’na dönüştürülmüş, bostanda 14 Nisan günü düzenlenen Ekim Şenliği’nin ardından, 20 Temmuz’da da hasat şenliği düzenlenmişti. İBB’nin dozer-

lerle alana girmesinin ardından Caferağa Dayanışması çağrısıyla mahalleli direnişe geçti, alanda çadırlar kurdu. Bostanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin otoparka dair ruhsat ve izinleri kaldırmasını isteyen imza kampanyası başlatıldı. İmza metninde alanın deprem toplanma alanı olarak belirlendiği ve buranın mahallelilerin tek nefes alabilecekleri yer olduğu belirtildi. Kadıköy Belediyesi de İBB’ye başvurarak ruhsat iptali talebinde bulundu. Bostanda nöbet devam ediyor.

Gökçek’in üst geçitleri dökülüyor Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in görevi olduğunu unutarak yapmakla övündüğü yaya üst geçitleri bir bir çürüyerek çöküyor. 5 Ağustos’ta, Kızılay Mithatpaşa Caddesi’ndeki yaya üst geçidinde, metal dış kaplaması daha 2 yıl önce yapılmasına rağmen çürümeden dolayı çökme meydana geldi. Yaya ve araç trafiğinin en yoğun olduğu öğle saatlerinde meydana gelen çökme sonucu ciddi hasar oluştu, çevrede bulunanların uyarıları sonucu herhangi bir yaralanma olmadı. Yaya ve araç trafiği ancak halkın tepkisiyle kısmen kapatılırken Büyükşehir Belediyesi ekipleri ise güvenlik önlemi bile almaksızın getirilen

bir iş makinesiyle üst geçidi altından destekledi. Belediye ekipleri köprünün “çökmemesi için ağırlığını azaltmak amacıyla” köprüdeki zemin taşlarını çıkarmaya başladı, dökülen molozlar yüzünden bir işçi ezilme tehlikesi geçirdi. Kaplama sökülürken de bazı işçiler metal blokların altında ezilme tehlikesi geçirdi. Üst geçidin yarattığı gerçek tehlike ise kaplama tamamen sökülünce ortaya çıktı. Daha 2 yıl önce yapılan metal dış kaplamasını çürüten şey geçidin ana iskelesiydi. Her gün binlerce kişinin geçtiği üst geçidin ana gövdesi ve metal iskeleti bakımsızlıktan dolayı paslanmış hatta çoğu yerde çürümüş kendi ağırlığını bile zor taşır durumda kalmıştı.


7

EĞİTİM 14 A¤ustos 2014 / 27 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

‹stanbul Yeflilbahar Ortaokulu’nun ö¤renci, ö¤retmen ve velilerinin talepleri 1) 4+4+4’ün y›k›c› uygulamalar›na son verilsin. Geçti¤imiz y›llarda yaflanan ma¤duriyetlere yeni ma¤duriyetler eklenmesin. 2) Kalabal›k s›n›flarda e¤itim niteli¤i düflmesin. Okul kazalar›na davetiye ç›kart›lmas›n. 3) E¤itimcilerin, sendikac›lar›n, mahalle halk›n›n, velilerin ve ö¤rencilerin taleplerine kulak verilsin. 4) Kamu okullar›n›n e¤itim niteli¤i düflürrülerek özel okullara potansiyel müflteriler yarat›lmas›n. 5) Okullar›m›z kapat›l›p yerlerine al›flverifl merkezleri, oteller ve özel okullar yap›lmas›n. 6) Yurttafllara paras›z, bilimsel, kamusal e¤itim olanaklar› sunulsun. Anayasa ile de garanti alt›na al›nm›fl olan sosyal devlet anlay›fl› hayata geçirilsin.

E¤itim sistemini Bilal belirliyor: ‘K›zl› erkekli olmas›n, imam hatip olsun’ TUBA GÜNEfi

T

apeler devri kapanmışa benziyordu. Ancak Bilal Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ses kaydı ile onun başkanı olduğu TÜRGEV aracılığı ile eğitim sistemini kimin belirlediği aleniyete kavuştu. CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’in yaptığı basın toplantısında Bilal Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı dinletildi. Kayda göre Türkiye’deki eğitim politikaları İlim Yayma Cemiyeti, TÜRGEV, ÖNDER, Ensar Vakfı tarafından belirleniyor.

‘ALIN S‹ZE ÖZEL ‹MAM HAT‹P’ Bu vakıf ve derneklerin yaptığı bir toplantının açığa çıktığı kayıtlarda Bilal Erdoğan eğitim sistemi hakkında şöyle karar veriyor: “Yeni planlanan okulları da ya kız ya erkek olarak planlayalım. Yani şimdi yeni planlananlarda ‘hem kız hem erkek olarak’ gelen projeler oluyor. Onları orta okul ve lise diye çevirelim. ‘Bu kız mı olacak, erkek mi olacak’ diyelim. Yani kız-erkek aynı kampus içinde düşünmeyelim. Artık düz lise de düşünmeyelim. Artık hepsi Anadolu lisesi..." Bilal Erdoğan aynı kayıtlarda özel okullarda 40 ders saatinin 11’inin din derslerine ayrılmasını istiyor ve “Alın size bir özel imam hatip lisesi” diyor. Ayrıca imam hatiplere ilgiyi artırmak için Arapça ve Kürtçe eğitim de verilmesi için talimat veriyor.

Bilal’in 1 milyon imam hatip öğrencisi hedefi için gerici örgütler toplanıyor, eğitim sistemini belirliyor. Karma eğitim bitirilmek isteniyor, imam hatiplere teşvik sağlanıyor ‘‹MAM HAT‹PE TALEP VAR’ Böylelikle kapatılan okullar ve açılan imam hatip okulları ile ilgili soru önergelerine “Ne yapalım talep var” diyen Nabi Avcı’nın kimin talebinden bahsettiği açıklığa kavuşuyor. Noktayı da elbette baba Erdoğan koyuyor. Recep Tayyip Erdoğan, veli ve öğrencilerinin direnişe geçtiği ve yıkılan Ahmet Sani Gezici Lisesi yerine yapılacak Kadıköy Kız İmam Hatip Lisesi ile ilgili konuşurken, “Mimar değilim ama biraz estetik zevkim vardır. Mimarlar çiziyor, ben de inceliyorum. Onay verince başlıyoruz” diyor. B‹LAL SIFIRLIYOR, E⁄‹T‹M GER‹C‹LEfi‹YOR Bu sırada oğul Bilal Erdoğan TÜRGEV aracılığı ile “sıfırlamaya” devam ediyor. Gaziantep Şahinbey Belediyesi vakfa bedelsiz olarak 25 yıllığına 23 bin metrekarelik iki arsa, Şehitkamil Belediyesi de 3 bin metrekarelik arsa veriyor. CHP Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt de bir başka hamleye dikkat çekiyor: Ensar Vakfı ve TÜRGEV kamu yararına vakıflar

içine alınıyor. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) listeden çıkarılıyor. Bu adım başka bir hamleyle tamamlanıyor. ÇYDD’nin Hakkari Çağdaş Yaşam Kız Yatılı İ.Ö.Bölge Okulu kız Anadolu imam hatip lisesine dönüştürülüyor. Müdürü görevden alınıyor. ‹MAM HAT‹PE TEfiV‹K ED‹N Milli Eğitim Müdürlükleri boş durmuyor. Ankara İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Hilmi Karabacak, ilçe milli eğitim müdürlüklerine yazı gönderiyor. İmam hatiplerde başarıyı üst seviyeye çekmek için “TEOG sınavlarında başarılı olan öğrencilerin imam hatip liselerini tercihlerinin sağlanması konusunda azami çabanın gösterilmesi”ni istiyor. İddialara göre ilçe milli eğitim müdürlükleri de imam hatipi tercih eden öğrencilerin servis, yemek ve giyim masrafları konusunda kolaylık sağlıyor. Kimi yerlerde müftülerin dahi imam hatipe ikna için seferber edildiği ifade ediliyor. Bir başka gerçeğe de çocuğu dokuzuncu sınıfa geçtiğinde mağduriyet yaşayan CHP Balıkesir

Milletvekili Namık Havutça dikkat çekiyor. Öğrenciler, sınavla bir okula yerleştirilmedikleri durumda otomatik olarak en yakın okula kayıt ediliyor. Ancak, okullar dönüştürülüp, imam hatipler artırıldıkça, öğrenciler tercih etmese de evlerine yakın olduğu için imam hatiplere kayıt olmak zorunda kalıyor. E⁄‹T‹MDE LA‹KL‹K ZORUNLU Eğitim-Sen konuyla ilgili yaptığı açıklamada eğitimin dini kurallara göre ya da herkesin inancına uygun bir içerikte düzenlenmesi durumunda, karma eğitimin hedef haline getirilmesinin kaçınılmaz olduğu söylendi. Eğitim-Sen, eğitim biliminin en temel ilkeleri ile çelişen böylesine çarpık ve çağdışı bir yaklaşımın yeniden gündeme getirilerek tartışmaya açılmasının utanç verici bir durum olduğunu belirtti. Laik eğitimin en önemli ayaklarından birisinin “karma eğitim” olduğunu anlatan basın açıklamasında “Karma eğitimle öğretim, kız ve erkek öğrencilerin küçük yaşlardan itibaren bir arada eğitilmelerini sağlayarak, toplumda kadın erkek eşitliğini yaşama geçirmeyi kolaylaştırmaktadır. Bu şekilde farklı cinslerin küçük yaşlardan itibaren birbirini tanıması, farklılıklarına saygı göstermesi öğretilebilmektedir. Karma eğitime karşı çıkmak, öncelikle kadın erkek eşitliğine karşı çıkmak, kadının toplumsal yaşamdaki yeri ve önemini geri plana itmek demektir” dendi.

‘Okuluma

dokunma!’ G

öztepe Dayanışması, öğrenciler, veliler ve mahallelilerden oluşan Göztepe Okuluma Dokunma İnisiyatifi başta Kadıköy olmak üzere İstanbul genelinde eğitimin tek tipleştirilmesini, piyasalaştırılmasını ve ranta açılmasını protesto etti. “Okullarımızın gericileştirilmesine izin vermiyoruz!” diyen İnisiyatif, Eğitim Sen İstanbul 2 No’lu Şube, Kadıköy Kent Dayanışması, İstanbul Kent Savunması ile birlikte eylem yaptı. 7 Ağustos’taki eylemde, TÜRGEV Başkanı Bilal Erdoğan’ın eğitimde gericileştirme projelerinin açığa çıktığı ses kayıtlarına da gönderme yapıldı. Henüz yıkılan Ahmet Sani Gezici Lisesi’nin velileri de açtıkları pankartta “Alo Babacım, eğitimi sıfırladık” dedi. OKULLAR TEHD‹T ALTINDA Yapılan basın açıklamasında Acıbadem’in tek akademik devlet lisesi olan Ahmet Sani Gezici Lisesi’nin, imam-hatip yurdu yapılacağı gerekçesi ile, mahallelinin ve velilerin ay-

larca süren mücadelesine rağmen yıkılması, 2012’de Bostancı’daki Zehra Hanım ve Erenköy’deki Mehmet Akif Ersoy Ortaokulları, 2013’te Acıbadem’deki Özdemiroğlu Ortaokulu’nun imam-hatip ortaokullarına dönüştürülmesi, Kadıköy’deki üç lisenin imam-hatip lisesi olduğu ve Uzunçayır’a üniversite kampuslarını aratmayacak büyüklükte Kadıköy Erkek Anadolu Lisesi açıldığı, Kaptan Hasanpaşa İlkokulu’nun geçtiğimiz yıl kademeli olarak imam-hatip ortaokuluna dönüştürüldüğü ve seminer döneminde filli işgale uğrayarak tamamen boşaltıldığı hatırlatıldı. Şimdi de Yeşilbahar Ortaokulu’nun imam hatibe dönüştürüleceğini, 50. Yıl Cumhuriyet Feridun Tümer, İlhami Ahmed Örnekal ve Yeşilbahar Ortaokulları’nın bir binada birleştirileceğini öğrenen halk, resmi yazı olmamasına rağmen çalışmaların yapıldığını söyledi. İnisiyatif, birlikte hareket etmeye ve düzenli eylem yapmaya devam ediyor.

‘Özel okullara teşvik için öğrencilere para desteği’ D

Sınavlar için skandal yasa B

aşbakan’ın “Artık SBS yapmayacağız” diye duyurduğu sistem, bu yıl yeni bir rekabetçi sınav sistemine dayanan TEOG ile hayata geçirildi. Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sistemi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Artık dershanelere ihtiyaç” yok diye duyurduğu ve hükümetin cemaati “paralel yapı” diye nitelediği bir eğitim öğretim yılını belirledi. Ancak sınavlar yeni bir skandala sebep oldu. Yaklaşık 1 milyon 300 bin öğrencinin sonuç beklediği sınavlar üç kez hesaplandı. Ankara 13. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurdu. Bakanlık, lütfeder gibi yargılamanın devamına ilişkin haklarından vazgeçtiğini duyurdu. ‘K‹MSE TED‹RG‹N OLMASIN’ Bakanlığın hatalarından dolayı yüz binlerce öğrencinin mağdur

olduğu sürece rağmen Bakanlık, hukuk dışılıkta sınır tanımayacaklarını gösteren bir yasayla gururlanarak bir açıklama yaptı. Sınavların tekrar değerlendirilmek zorunda kalmasıyla ilgili “Önümüzdeki dönemde veliler ve öğrenciler tedirgin edilemeyecek” diye konuşan Bakan Nabi Avcı, büyük bir hukuk skandalı olan Torba Yasa maddesini savundu. 6 Temmuz’da geçen Torba Yasa’yı Avcı şöyle anlatıyor: “Bundan sonra Millî Eğitim Bakanlığı´nın yaptığı sınavlarla ilgili eğer mahkemeye müracaat edilecekse, 10 gün içinde müracaat edilsin; mahkeme belli bir süre içerisinde esastan görüşerek karar versin". Yasa bu haliyle, hem kanunların genelliği ilkesine aykırı hem de vatandaşların hukuki haklarını kullanmalarına engel oluşturuyor.

evlet okullarında velilerden temizlik, spor vb. isimler altında paralar toplanıp, taşeron işçiler çalıştırılırken, Milli Eğitim Bakanlığı paralı eğitim için bir adım daha attı. Bakanlık, parasız, nitelikli eğitim beklentilerine rağmen müjdeyi özel okullara verdi: “Özel okullar genellikle kontenjanlarını dolduramıyor ve bundan şikâyet ediyorlardı. Hükümetimiz, özel okulların atıl kapasitelerini değerlendirmek amacıyla boş kalan kapasiteyi, maddi şartları müsait olmayan çalışkan öğrencilere burs vererek doldurmayı, bir şekilde özel okullara yerleştirmeye imkân tanınarak…” diye devam eden açıklamayı yaptı. Bakanlık, “dar gelirli” ve “çalışkan” öğrencilere özel okullarda okumaları için maddi destekte bulunacak. 2500 ila 3500 lira arasında bir destekle öğrencileri özel okullara yönlendiren Milli Eğitim Bakanlığı, bu des-

tek için ara sınıflarda okuma veya azınlık okullarında okuma şartı arıyor. ‘ÇALIfiKAN OLSUN, YOKSUL OLSUN’ 250 bin öğrenciyi kapsama alan destekten yararlanmak isteyen öğrenciler için bir tespit formu düzenlendi. Bu formda öğrencilere, çeşitli durumlarına göre puanlar veriliyor. Okuldaki başarı durumu ya da spor uluslararası yarışmalarda aldığı derecelere göre puan ve-

rilecek öğrenciler, ailenin aylık gelirine göre ayrıca değerlendirmeye alınacak. Kardeş sayısı fazla olan öğrenci daha fazla puan alırken, disiplin cezası varsa daha düşük puan alacak. Ancak tüm bu şartlar, 2014 yılı için hazırlanan Özel Okullarda Öğrenim Görecek Öğrenciler İçin Verilecek Eğitim ve Öğretim Desteği Uygulama Kılavuzu’nda yer alıyor. Yani 250 bin öğrenci için 2015’te durum ne olur, belli olmaz. Bu yıl ortalama 3000 lira des-

AKP öğrencilere özel okullara gitmeleri için ortalama 3000 lira destek vereceğini söylüyor, oysa kamu kaynaklarıyla desteklenen özel okul sistemi ve eğitim ‘piyasası’

tekle 10 bin lirayı aşan özel okullara kayıt yaptıran öğrencinin geleceği de destek alamayan diğer öğrencilerin ne olacağı da belirsiz. KAZANAN ÖZEL OKULLAR OLACAK Ancak özel okullarla ilgili durum biraz daha net. Çünkü hükümet, onların para kazanması için elinden geleni yapıyor. Her türlü özel okul ve özel rehabilitasyon merkezlerinin kazançları, faaliyete geçmesinden itibaren 5 vergilendirme döneminde gelir ve yüzde 20 oranındaki kurumlar vergisinden istisna tutuluyor. Eğitimin piyasalaştırılması ve ticarileştirilmesi için sermayeyi teşvik eden hükümet bu kez velilere yöneliyor. Eğitim Sen İstanbul 2 Nolu Şube hükümetin eğitim politikalarını eleştirerek, “Yapılması gereken, kamusal kaynakların yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, toplumsal çıkarlar gözetilerek değerlendirilmesi ve sadece eğitimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payının arttırılmasıdır. Halktan toplanan vergilerin, devlet okulları için harcanmayıp, özel okullara aktarılmak istenmesi kabul edilemez bir durumdur” diyor. Sendika, kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim talebi gerçekleşmediği sürece, ne eğitimin niteliğini yükseltmenin ne de eğitimde yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretmenin mümkün olduğunu vurguluyor.


8

EMEK 14 A¤ustos 2014 / 27 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi Soma’da 301 madencinin katledilmesinin üzerinden 2 ay geçti, iflçi ölümleri sürüyor. Temmuzda 123 emekçi yaflam›n› yitirdi. Ölümler A¤ustos’ta da sürdü. Ordu Üniversitesi

Erdo¤an korporatizmi Cumhurbaşkanımızı seçtik. Erdoğan’ın tek adamlığına giden yola girmiş olduk. AKP iktidarı aslında yeni kapitalist düzenin siyasal iktidarını oluşturma gayretinden başka bir şey yapmıyor. Yeni kapitalist düzen dediğimiz neoliberalizm. Yani uluslararası alanda sosyalist tehdidin, ulusal planda emekçilerin siyasal ve sendikal örgütlerinin baskısının olmadığı, emek sömürüsünün azamileştirildiği vahşi kapitalist düzenin adı. Bu rejim Türkiye’de ilk kez,12 Eylül faşizmini saymazsak, ANAP iktidarı eliyle kurulmaya çalışılmıştı. ANAP lideri Özal da tıpkı Erdoğan gibi kişiselleştirilmiş bir yürütme gücü kurarak yeni kapitalist düzeni uygulamak istemişti. Amaç sadece kişisel diktatörlük merakı değildi, yeni kapitalist düzenin halk düşmanı uygulamalarının (parlamento, yargı, muhalefet partileri vb.) sistem için engellere takılmadan hızla yasallaşması ve yürürlüğe girmesi idi. Belki gençler hatırlamaz o zaman da emek muhalefeti popüler anlamda doğrudan Özal’ı hedef alan bir siyasal mücadele yürütmüştü. “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” sloganı çok tutmuştu emekçiler arasında. Siyasal anlamda ise “Özal Diktatörlüğü” kavramı literatürümüze girmişti. Ancak o günün siyasal denklemi içinde Özal bunu başaramadı, geri adım atmak zorunda kaldı ve ANAP eridi gitti. Türkiye, yeni kapitalist düzeninin alt yapısını emek muhalefetinin cılız olduğu 1990’lı yıllar boyunca oluşturmaya çalışTufan tı. Özelleştirme, taşeronlaştırma uygulamaları büyük ölçüde yapıldı. Ancak siyaSertlek sal yönetim mekanizması buna uygun Dev Sa¤l›k-‹fl hale getirilemedi. Türkiye’nin iç siyasal Yönetim Kurulu denklemleri ve yakın coğrafyamızdaki konjonktür buna izin vermedi. İslamcı AKP iktidarı bu denklemin çözümünü sağladı ve süreç Özal’dan sonra kaldığı yerden tekrar başladı. Zira dünya çapında emekçilere kan kusturan yeni kapitalist düzen bizim gibi ülkelerde ancak ve ancak “güçlü yürütme” eliyle uygulanabiliyor. Bunun somut şekillenişi ise kişisel diktatörlüğe daralmış bir otoriter rejim. Erdoğan bunun için bütün özellikleriyle mükemmel bir lider olarak siyasetteki yerini aldı. Ancak Erdoğan’ın Özal ile benzerliği buraya kadar. Özal, yeni kapitalist düzeni idare etmek isterken bunu sadece devir aldığı 12 Eylül faşizminin devlet mekanizmalarını kullanarak yapmaya çalıştı. Bu; çıplak bir baskı aygıtının oluşturulmasından ibaretti. Özal’ın temsil ettiği saf neoliberal ideoloji ve bu bağlamda kurduğu toplumsal ilişki bundan başkasını yapmaya izin vermiyordu. Özal, kendi mitinginde “açım” diye döviz gösteren işçiye gönül rahatlığıyla “ben yoksulu sevmem” diye sınıfsal bir tepki gösterebiliyordu. Bu, Erdoğan’ın şikayette bulunan bir çiftçiye “Ananı al da git” küstahlığından başka bir şeydi. Erdoğan saf bir neoliberal ideolojiyi temsil etmiyor. İslam sosuyla tatlandırılmış bir yeni kapitalist düzeni kurmak için işbaşında. İslam ise Türkiye toplumunun ilişki biçimlerini belirleyen en güçlü ve köklü dinamik. AKP iktidarı bu olguyu çok iyi kullanarak toplumu yönetme becerisini bugüne kadar gösterdi. Konumuz açısından İslam ile kapitalizmi birbirine yakınlaştıran hususlardan biri ise İslam’ın “merhamet”, “sosyal yardımlaşma” gibi kavramlarıyla kapitalizmin “korporatizm” özelliği oluyor. Korporatizm İtalyan faşizminde olduğu gibi hem açık faşist rejimlerinde hem de Güney Amerika’nın 19501960’lı yıllarında olduğu gibi “gizli faşist” rejimlerinde uygulanan bir yönetme biçimi. Yoksulları besleyerek, örgütleyerek diktatörlüğün payandası haline getiren rejimin adı korporatizm. Erdoğan diktatörlüğünün kuracağı yeni emek rejimi bu anlamıyla büyük oranda korporatist özellikler taşıyacak gibi görünüyor. Bugüne kadar gerek devletin imkanlarının gerek iktidara bağlı dinsel ve dinsel olmayan “sivil” kuruluşların imkanlarının AKP seçmeni yoksul vatandaşları ayakta tutmak için ne kadar ustaca kullanıldığını gördük. Erdoğan diktatörlüğünün oyununu bozacak (Kürt hareketinin dinamiklerini saymazsak) tek gelişme dinamiği, bugünkü cılızlığına rağmen, emek hareketi(*). Çünkü diğer dinamiklere (Aleviler, Kürtler...) göre toplumsal bölünmeleri dikine kesen bir dinamik. Emek alanındaki son sendikal istatistikler HAK-İŞ’in üye sayısının ne kadar hızla arttırıldığını gösteriyor, birkaç sene öncesine kada MEMUR-SEN örneğinde görüldüğü gibi. AKP’nin mahalli teşkilatları ve dini oluşumlar eliyle yerleşim yerlerindeki örgütlenmelerini de bu sürecin parçası olarak görmek durumundayız. Erdoğan diktatörlüğü yeni kapitalist düzenin mağdurlarının rejim açısından bir tehdit oluşturmasının önüne geçmek için öncelikle onları gerek ekonomik rüşvetlerle gerek diktatörlük mekanizmasına bağlı örgütsel mekanizmalarda organize ederek etkisizleştirme operasyonunu güçlendirerek kendini yapılandıracak. “Zor” kullanma mekanizmaları bunun paralelinde örtülü bir tehdit veya gerektiğinde açık olarak kullanılan bir güç olarak yerini alacak. İslami ideoloji ve dini inanç söylemleri bütün bu rezilliği meşrulaştıran bir örtü olarak işlev gördü, görecek. Başta emek hareketi ve tüm toplumsal muhalefet kesimleri olarak bu süreci görerek kendi mücadele programlarını, söylem ve pratiklerini gözden geçirmeli ve yarınlara hazırlanmalıyız. (*) Emek hareketinden kastımız sadece çalışanların hak mücadeleleri değil, HES’lere karşı kır yoksullarının, kentsel yıkımlara karşı kent yoksullarının, çevre kıyımlarına karşı vatandaşların verdiği toplumsal mücadele benzerleridir.

tafllar›n alt›nda kalan 1 iflçi, 150 liral›k sensörü bozuk olan demir kap›n›n üzerine kapanmas› sonucu bir bas›n iflçisi, Urfa Akçakale’de elektrik ak›m›na kap›lan enerji iflçisi hayat›n› kaybetti.

Hacettepe Hastanesi’nde Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri, güvensiz ve güvencesiz çal›flma koflullar›na karfl› 8 A¤ustos’ta eylem yapt›. Bir tafleron sa¤l›k iflçisi baflka ifl yapmaya zorlanm›fl ve ifl kazas› geçirmiflti.

Hak-‹fl AKP iflbirli¤inin istatistikleri ZAR‹FE AKBULUT

‘Aksiyon Dershaneleri’

Ç

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 25 Temmuz 2014’te Resmi Gazete’de yayımlanan işçi sendikaları istatistiklerine göre kayıtlı 12 milyon 287 bin işçinin 1 milyon 189 bini yani yüzde 9,7’si sendikalı. Ancak bu işçilerin 746 bini toplu iş sözleşmesinden yararlanabiliyor. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu Sözleşme Kanunu’na göre bir sendikanın üyeleri adına toplu sözleşme yapmasının koşulu, işkolunda çalışan işçilerin yüzde 1’ini örgütlemesi ve işyerindeki işçilerin yarısından bir fazlasını, işletmelerde de işçilerin yüzde 40’ından bir fazlasını üye yapması. Bu nedenle birçok sendikanın toplu sözleşme için yetkisi yok. İstatistiklere göre sendikalı işçi sayısında 2013 Temmuz’undan bu yana 160 bin, 2014 Ocak’tan bu yana da 92 bin artış söz konusu.

‘BEN‹M SEND‹KAMDAN DE⁄‹LSEN TANIMAM’ Sendikalıların artışı “örgütlenme özgürlüğü gelişiyormuş” gibi görünse de bu artışı yaratan AKP yandaşı sendikalar. 2013 Temmuz’undan bu yana Hak-İş, en fazla büyüyen konfederasyon oldu. En çok artış genel hizmetler, finans, sağlık, taşıma ve medya alanlarında yaşandı. Belediye seçimlerinden sonra belediye işçilerinin çalıştıkları genel hizmetler işkolunda örgütlenen Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş neredeyse iki kat büyüdü, yeni kurulan Öz Finans-İş dört kat büyüyüp barajı geçti, Öz Sağlık-İş kurulduğu anda barajı geçti, sekiz kat büyüyen Öz Taşıma-İş barajı geçti. Sendikalar Yasası çıktığında kurulan Medya-İş de barajı kurulur kurulmaz geçmişti. Üye sayısını 251 bine çıkaran Hak-İş yüzde 31 oranında büyüdü. Hak-İş’in ardından en çok büyüyen

AKP’nin Öz Sağlık-İş’i

Daha önce kamu emekçileri alan›nda Aktif E¤itim-Sen’in kurulmas› ve birçok üyenin MemurSen’den ayr›lmas›yla görünür olan Cemaat-AKP gerilimi iflçi sendikalar› alan›na da önce Pak sendikalar ard›ndan da Aksiyon‹fl Konfederasyonu olarak yans›d›. 2013 sonlar›nda kurulan ve 2014 Ocak istatistiklerine Pak sendikalar olarak giren Gülen Cemaatine yak›n sendikalar da Aksiyon-‹fl ad› alt›nda bir konfederasyon kurdu. Yeni kurulan Aksiyon-‹fl’in üye say›s› 11 bin 86 ve bu say›n›n büyük k›sm›, afla¤› yukar› 8 bin kadar› E¤itim, Ticaret, Büro ve Güzel Sanatlar iflkolunda. Bu iflkolunda sendikan›n temel üye taban› dershane ö¤retmenlerinden olufluyor.

Sendika istatistikleri açıklandı. Taşeron yasasını AKP ile birlikte hazırlayan Hak-İş, haklarından arındırılmış kamudaki taşeron şirket işçilerine adres gösteriliyor konfederasyon DİSK oldu. Yüzde 4 büyüyen DİSK üye sayısını 111 bin 938’e çıkardı. Türk-İş ise yüzde 2,5 artışla 788 bin 388 üyeye ulaştı. AKP’N‹N TORBASINDAN HAK-‹fi ÇIKTI Önceden DİSK karşısında Türk-İş’in bazı sendikalarını destekleyen devletin artık Hak-İş’i de desteklediği Torba Yasa’da iyice açığa çıktı. Bu yasa AKP’nin ve Hak-İş’in ihtiyaçları doğrultusunda hazırlandı. 1976’da kurulan, 12 Eylül sonrası 1984’te yeniden çalışmaya başlayan Hak-İş en büyük gelişmesini son 2 yılda gösterdi. Hak-İş’in temel ilkeleri, nasıl büyüdüğü sorusuna yanıt oluşturabilir: “uzlaşma, çıkar paralelliği, sivil toplum örgütlerinin birlikte ortak girişim grupları kurması…” Hak-İş birkaç yıl öncesine kadar belediyelerde, metal, tekstil, gıda ve ağaç işkollarında örgütlüydü. Tekstil ve gıda işkollarında özel sektördeki örgütlenmeleri, işverenin sı-

nırlarına kadar sendikacılık yapılabildiği için güç kaybetmeye başladı. Demir-çelik fabrikalarında örgütlenmesi olan Çelik-İş, özelleştirme süreçleriyle giderek etkisizleşti. Hak-İş’in genel hizmetler işkolundaki örgütü Hizmetİş’in sınırı ise AKP’li belediyelerden ibaretti. Özel sektörün çalışma yaşamındaki ağırlığının artmasıyla Hak-İş de yönünü kamu alanına çevirdi. Kamu işçilerinin büyük kısmı taşeron şirketlerde çalıştırılan işçilerdi. Taşeron sisteminde AKP hükümeti açısından iki temel sorun vardı. Bu sorunların ilki alanın devlet tarafından tam anlamıyla denetlenememesi ikincisi ise fiili, meşru, militan bir sendikacılık çizgisine sahip Devrimci Sağlık-İş’in bu alandaki örgütlülüğü. Taşeron yasasıyla taşeron şirketlerde çalıştırılan işçilerin kamu işverenleriyle toplu iş sözleşmesi yapmasının önü açıldı. Hastanelerdeki temizlik işçilerini genel hizmetler,

Öz Sa¤l›k-‹fl’in 27 Nisan 2014’te yapt›¤› 1. Ola¤an Genel Kurulu’nda baflkanl›¤a Yavuz Aksano¤lu, genel sekreterli¤e de Jülide Sar›ero¤lu “atand›”. Tüzü¤ünün 10’uncu maddesinde “Dil, din, ›rk, cinsiyet, renk, aile, mezhep ve siyasi kanaat fark› gözetmeksizin kendi de¤erini, manevi mesuliyetini ve toplum hayat›ndaki görevini bilen bir iflçi toplulu¤u meydana getirmek için h›zl› ve güçlü sendikal teflkilatlanma, hür sendikac›l›k, toplu ifl sözleflmesi ve grev hak-

veri giriş elemanlarını büro, ticaret, eğitim ve güzel sanatlar, kalan işçileri de sağlık işkolunda göstererek hem taşeron şirketlerin kârını daha önceden kurduğu, AKP tarafından atanan CEO’ların yönettiği kamu hastane birlikleri vasıtasıyla merkezileştirdi hem de bu yöntemle muvazaayı ortadan kaldırdı. Taşeron sağlık işçilerinin örgütlenme zeminine yönelik bu saldırı Hak-İş’in Öz Sağlık-İş’i kurup dört ay içinde toplu iş sözleşmesi barajını geçmesiyle paralel bir şekilde yürüdü. Örneğin Adana’daki Dr. Aşkın Tüfekçi Devlet Hastanesi’ndeki taşeron şirket müdürleri, sağlık işçilerinin e-devlet şifrelerini toplayıp Öz Sağlıkİş uzmanlarına verdi ve bu işçiler bir anda Öz Sağlık-İş’e üye yapıldı. MÜCADELE SÜRECEK AKP’nin Hak-İş ile el ele yürüttüğü bu süreç, AKP’nin Memur-Sen eliyle kamu emekçileri alanında yürü-

tüğü saldırıların benzeri niteliğinde. Hak-İş bünyesinde işçilerin mücadele olanaklarının son derece dar olduğunu belirten Devrimci Sağlık-İş Genel Sekreteri Gürsel Kaya taşerona karşı mücadelenin temel anlamıyla güvencesizleştirmeye karşı bir süreç olduğunu söyledi. Sağlık kuruluşlarında işkolunun değişik bölümlere bölünüp farklı işkollarında gösterilmesinin halkın nitelikli sağlık hizmeti alması önünde büyük bir engel olduğunu belirten Kaya, bu sürecin halkın sağlık hakkına dönük de bir saldırı olduğunun altını çiziyor. AKP hükümetinin emeğe yönelik saldırılarının politik bir biçimde sürdüğünü ve bu saldırılara karşı verilecek mücadelenin kaçınılmaz olarak politik biçim de taşıyacağını ifade eden Kaya güvencesizleştirmeye karşı mücadelenin tüm emek alanlarında sürdürüleceğini belirtti.

lar›n›n korunup gelifltirilmesi yolunda çaba göstermeyi,” hedefleyen Öz Sa¤l›k-‹fl’in Genel Baflkan› Yavuz Aksano¤lu cumhurbaflkanl›¤› seçimlerinde AKP militan› olarak görev yapt›. Aksano¤lu’nun Twitter profil resmi, Erdo¤an logosuydu. Sendikan›n Genel Sekreteri sa¤l›k iflkoluyla alakas› olmayan AKP’li profesyonel Jülide Sar›ero¤lu AKP Genel Merkez Kad›n Kollar› MKYK üyesiydi ve Hak-‹fl Kad›n Komitesi Baflkan› idi.

Patrona kıyak var emekçiye zam yok S

6 A¤ustos’ta Mu¤la’da miting düzenleyen Tayyip Erdo¤an ile görüflmek isteyen Yata¤an iflçilerine polis sald›rd›

KOÜ Tıp Fakültesi’nde direnişçilere saldırı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 72 gündür işlerini geri dönmek için direnişlerini sürdüren Devrimci Sağlık-İş üyesi işçilere 12 Ağustos günü polis saldırdı. Rektör Sezer Komsuoğlu’nun talimatı ile saldıran polisin bahanesi işçilerin taliplerini yazdıkları pankarttı. Polis ile özel güvenlikçilerin saldırısı sonucu 2 işçi gözaltına

Yerleflkesi’nde su pompas›n› tamir ederken elektrik ak›m›na kap›lan 2 iflçi, Kocaeli SEDAfi’ta elektrik ak›m›na kap›lan 1 iflçi, ‹zmir Bergama’da ifl makinesinin hidrolik hortumunun kopmas› sonucu

alındı. Aynı saatlerde direnişteki SÜTAŞ işçileri de saldırıya uğradı. Saldırının, istatistikler açıklandıktan ve Öz Sağlık-İş’in işkolu barajını geçtikten sonra gerçekleşmesi dikkat çekti

endikaya üye oldukları için işten atılan işçilere destek olmak amacıyla Sütaş ürünlerine boykot çağrısı yapan Tek Gıda-İş’ in İzmir 7 No’lu Şube ve İstanbul Avrupa Yakası şubeleri, Sütaş işverenin şikâyeti üzerine polis tarafından basıldı. Arama yapılan şubelerde, Sütaş boykotuna ilişkin basılı malzemeler toplandı, şube başkanlarının ifadeleri alındı. Gerekçe ise boykot kampanyasının haksız rekabete giriyor olması. Sütaş’ın Karacabey ve Aksaray’daki fabrikaları önünde 13 Nisan’dan direnen işçilerin başlattığı boykot kampanyası yoğun destek bulmuş ve üretimin düşmesine neden olmuştu.

Direnenler kazanıyor, direnişin sesi büyüyor Kocaeli Gebze’de kurulu bulunan Kent Gıda Fabrikası’nda işçilerin 15 Temmuz’da başlattığı grev 8 Ağustos’ta kazanımla sonuçlandı. Birinci 6 ayda 1500 TL’nin altında ücret alanlara 50 TL iyileştirme zammı uygulanacak ve daha sonra tüm işçilere seyyanen ayda 200 TL zam, ikinci 6 ayda ise ay 130 TL seyyanen zam yapılacak.DİSK Tümkaİş’te örgütlü Kimberly Clark işçileri 7 Ağustos’ta 43 günlük direnişlerini kazanımla sonuçlandırdı. İhbar

C‹NER’E VERG‹ KIYA⁄I Yolsuzluk skandalında hükümetle yakın ilişkisi ortaya çıkan Ciner Grubu’na ait Park Termik AŞ’ye 2013’te 5,1 milyon TL vergi kıyağı yapıldı ancak aynı firmanın işçilerinin grevi Bakanlar Kurulu’nun erteleme kararıyla engellendi. İşletmeye 2013’te 1,3 milyon TL prim teşviki, 1,7 milyon vergi muafiyeti ve 2,1 milyon TL vergi indirimi yapıldı ve 14,4 milyon TL vergisi de ertelendi, 2014 için de 12,7 milyon TL vergi indirimi sözü verildi. İşletme devlete maden kirası için 4, 1 milyon, rödovans işlemlerine de 3,2 milyon TL ödüyor. Park Termik AŞ’ye ait

Çayırhan linyit işletmelerindeki işçiler ücret artışı için greve çıkmış, ancak Bakanlar Kurulu grevi “Milli güvenlik ve halk sağlığını tehdit ettiği” gerekçesiyle yasaklamıştı. Ciner Grubu’na ait AfşinElbistan Çöllolar madeninde de grev aynı gerekçeyle ertelenmişti. Oysa firma ürettiği ürünlerden elde ettiği 261 milyon 13 bin 293 TL’nin, 226 milyon 524 bin 686 TL’si ihracattan oluşuyor. Yani ürünler ülkeye değil yurt dışına satılıyor. Ayrıca genel idare masrafları ile işçilere verilen ücretin hemen hemen eşit olması da dikkat çekti.

İnşaat-İş kuruldu İnşaat İşçileri Sendikası 7 Ağustos günü resmen kuruldu. Sendika kuruluşunu iki yıldır ücretlerini alamayan Star TOWERS işçilerinin İstanbul’daki şantiyede gerçekleştirdiği eylemi ile duyurdu.

SES 18 yaşında tazminatlarının 52 gün üzerinden verilmesi sağlandı. Grev sırasında işten atılan 5 işçiden 3’ü de işe geri döndü. Enerji Sen üyelerinin VEDAŞ direnişi sürüyor.

SES Merkez Yönetim Kurulu yayımladığı basın açıklamasıyla SES’in kuruluş yıldönümünü kutladı. Basın açıklamasında SES’in kuruluşundan itibaren mücadele ettiği neoliberal politikalara, bugünkü kölece çalışma koşullarına karşı mücadeleye dikkat çekildi.


9

ULAŞIM 14 Ağustos 2014 / 27 Ağustos 2014

Halk›n Sesi

H A L K O T O B Ü S L E R İ N D E TA Ş E R O N VA R , D EN E T İ M YO K , ' K A Z A ' B O L

Can güvenli¤i için nitelikli ulafl›m hakk›

Taşeronlaştırma, denetimsizlik ve yoğun çalışma nedeniyle belediye otobüsleri peş peşe kazalarla gündeme gelmeye başladı. Can güvenliğimizi tehdit eden mevcut ulaşım politikaları, can güvenliği talebini de ulaşım hakkı mücadelesinin temel başlıklarından biri haline getiriyor MEHTAP METİNOĞLU

T

emmuz sonu ve Ağustos ayı başında, başta İstanbul olmak üzere Ankara ve Denizli'de belediye otobüsleri peş peşe yaptıkları kazalarla gündeme geldi. 27 Temmuz-8 Ağustos tarihleri arasında yaşanan şehir içi otobüs kazalarında toplam 8 kişi hayatını kaybederken çoğu ağır olmak üzere onlarca kişi yaralandı. Art arda yaşanan kazaların temelinde ise toplu ulaşım hizmetlerinin çökertilmesi, ulaşım hizmetlerinin piyasalaştırılması, taşeronlaştırılması ve özelleştirilmesi yatıyor. Diğer taraftan AKP iktidarının piyasacı belediyecilik anlayışıyla belirlenen ulaşım politikasına göre hiçbir zam yapma fırsatı kaçırılmıyor. Kazaların en çok yaşandığı İstanbul'da haziran ayında yapılan ulaşım zammıyla tam biletin fiyatı 1.95 liradan 2.15 liraya, öğrenci biletininki 1 liradan 1.10 liraya çıkarılmıştı. Yoksullar, emekçiler ve öğrenciler bugüne kadar parasız ulaşım hakkı için

Kaç›n, belediye otobüsü geliyor! 8 Ağustos: Denizli'de Büyükşehir Belediyesi’ne ait otobüsün servis minibüsüne arkadan çarpması sonucu 20 kişi yaralandı. 5 Ağustos: Ankara'da kamyonet ile EGO otobüsünün çarpışması sonucu 1 kişi öldü, 2 kişi yaralandı. 1 Ağustos: Denizli kent merkezinde, kırmızı ışık ihlali yaptığı söylenen Büyükşehir Belediyesi’ne ait yolcu otobüsü, bir otomobile çarptıktan sonra markete girdi. Kazada otobüs şoförüyle yolculardan biri öldü, 16 kişi yaralandı. 1 Ağustos: İstanbul Kabataş'ta erguvan rengi belediye otobüsü kontrolünü kaybetti ve Adalar-Kadıköy seferlerinin yapıldığı vapur iskelesi çevresinde bulunan büfeyle otobüs durağına girdi. 2'si ağır 13 kişi yaralandı. 31 Temmuz: Ümraniye'de ekmek almak için dışarı çıkan Sultan Koçoğlu geri geri giden özel halk otobüsünün altında kalarak yaşamını yitirdi. 29 Temmuz: Bayramın ikinci günü Ümraniye, Şile Yolu'nda seyir halinde bulunan Özel Halk Otobüsü, arıza yapan araca çarpmamak için yol kenarındaki bariyere ve istinat duvarına sürtünerek durdu. 20 kişi yaralandı. 27 Temmuz: Tuzla'dan Cevizlibağ'a giden 500T numaralı özel halk otobüsünde çıkan yangında dört kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı. TEM otoyolu üzerinde Kavacık Elmalı mevkiinde çıkan yangının otobüsün bariyerlere çarpması sonrası meydana geldiği söylendi.

metrobüs-otobüs duraklarında, mahallelerde eylemler yaptı. Bugün ise yaşanan "kazaların" ve ulaşım politikasının "kazaları" tetiklemesi nedeniyle can güvenliği talebi, nitelikli ulaşım hakkı mücadelesinin temel başlıklarından birini oluşturuyor. SENDİKASIZ VE SİGORTASIZ ŞOFÖRLER 20 SAAT DİREKSİYON BAŞINDA Kar odaklı ulaşım modelinin temel alınması sonucu toplu ulaşım hizmetinin taşeronlaştırılıp özelleştirilmesi, şoförlerin çalışma koşulları ve araçların bakımıyla doğrudan bağlantılı. İstanbul'da İETT (yeşil), Özel Halk Otobüsü (mavi) ve İstanbul Otobüs AŞ'ye bağlı (erguvan) olmak üzere üç çeşit otobüs var. İETT dışındakiler özel ve yarı özel konumda. Hepsinin denetimi de İETT'ye yani belediyeye ait. Söz konusu tarih aralığında gerçekleşen kazaların dördü Özel Halk Otobüsü'ne (ÖHO), Kabataş'ta 1 Ağustos günü kontrolünü kaybeden ve vapur iskelesi çevresindeki büfeyle durağa giren otobüs ise İstanbul Otobüs AŞ'ye (İOA) aitti. Kabataş'ta yaşanan kaza sonrası açıklama yapan Erguvan Otobüsleri Derneği Başkanı Murat Özdemir, şoförlerin çalışma koşullarına ve denetim eksikliğine dikkat çekti. "Biz yetkilileri defalarca uyardık. Bu kazaların olacağı belliydi. Özel halk otobüslerinde şoförler fazla

para için iki şoför yerine çalışıyor. Yani 7 saat çalışması gerekirken günde 20-22 saat çalıştığı oluyor" diyen Özdemir, ücretlerin yükseltilmesi, sertifikasız şoförlerin ve araç bakımının denetlenmesi gerektiğini söyledi. Ehliyetsiz, sertifikasız, sigortasız çalışan şoförler olduğunu belirten Özdemir, "Sertifika bir kişinin otobüs şoförü olabilmesi için geçtiği özel eğitim sonrası verilir. Ama kimse denetlemiyor bunları. Kazadan sonra şimdi adım başı denetim var. Eskiden yüzümüze bakmayan trafik polisi şimdi her şeye ceza kesiyor. Bunun parası da bizim cebimizden çıkıyor" dedi. Özdemir, şoförlerin eskiden kazandığı parayı kazanabilmek için daha çok çalıştığını şöyle anlattı: "On sene önce günlük 70 lira yevmiye ile 2 bin 100 lira kazanırdık. Şimdi de aynı para, üstelik şimdi yeme içmeyi cebimizden ödüyoruz. Yani şoförler fazla çalışmaya mecbur bırakılıyor." İstanbul Otobüs AŞ örneğini veren Eski Belediye-İş Sendikası İstanbul İETT Taşıt Şubesi Başkanı Saadettin Öztürk, otobüslerin bir kısmının özelleştirildikten sonra şoförlerin durumunun eskisine göre kötüleşti-

ğini belirtti. Şoförlerin sendikasız olduğunu ve kanuna göre kent içi ulaşımda 7 saatten fazla çalışmanın yasak olduğunu vurgulayan Öztürk, Özel Halk Otobüsü şoförlerinin günde en az 12 saat çalışmak zorunda kaldığını söyledi. BAKIM-ONARIM DA TAŞERONDA Yaşanan kazaların bir diğer nedeni ise araç bakım-onarım faaliyetlerinin yeterince yetkin kişiler tarafından yapılmaması. Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Sekreteri Cenk Cihangir, 2011 yılından bu yana toplu taşıma araçlarında yaşanabilecek kazalara ilişkin hükümeti uyardıklarını ancak uyarılarının dikkate alınmadığını söyledi. Cihangir, 14 araç bakım istasyonu bulunan İETT’nin daha ucuz işgücü, daha fazla kar mantığıyla taşeron ve tecrübesiz işçi çalıştırdığını vurguladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Ulaşım AŞ yetkilileri tarafından araç muayene işlemlerinin denetlenmesi zorunlu ancak bakım onarım faaliyetlerinin taşeronlaştırılması, yetkisiz insanların bu işlemleri yapması, kaydın tutulmaması ve bakım onarım faaliyetini yapan firma ya da kurumun de-

netlenmemesi "kazalara" davetiye çıkaran bir diğer unsur. GEÇİCİ ÇÖZÜMLER KAZALARI ENGELLEYEMEZ İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, otobüs kazalarıyla ilgili "ekibinin" konu üzerinde çalıştığını söylemek dışında herhangi bir yaptırımdan bahsetmedi. İETT Genel Müdürlüğü'nde 4 Ağustos günü yapılan toplantıya İETT Genel Müdürü Mümin Kahveci, yardımcıları, Özel Halk Otobüsü Şirketleri Yönetim Kurulu Başkanları katıldı. Toplantı sonucunda "acil" olarak bazı önlemlerin uygulanmasına karar verildi. Yapılması kararlaştırılan denetimler arasında, mevcut şoför sertifikalarının güncellenmesi, yaklaşık 4 bin şoförün psikoteknik muayene ve güvenli sürüş eğitiminden geçirilmesi, manevi hali riskli görülen şoförün o gün trafiğe çıkarılmaması ve yılda bir kez yapılan araç muayenelerinin gerektiği hallerde zaman aralığı gözetmeksizin tekrarlanması yer alıyor. Kar odaklı ulaşım modeliyle taşeron çalışma devam ettiği sürece, alınan kararlar "göstermelik ve geçici" olmaktan öteye gitmeyecek. İnsanca yaşanabilir bir kent için nitelikli, parasız toplu ulaşım mücadelesi yılların biriktirdikleriyle dinamikliğini koruyor. Son dönemde yaşanan "kazalarla" birlikte ulaşım hakkı mücadelesinin başlıca gündemlerinden birini de "can güvenliği sorunu" oluşturuyor.

Halk otobüsünü yakan kaçak yağ mı? İ

stanbul’da 27 Temmuz günü Tuzla'dan Cevizlibağ'a giden 500T numaralı Özel Halk Otobüsü'nde çıkan yangında dört kişi hayatını kaybetmiş, 15 kişi yaralanmıştı. Yangının ardından toplu taşıma araçlarında, 10 numara yağ kullanıldığı yönündeki iddialar gündeme geldi. 10 numara yağ, atık yağların içine solvent maddesi katılarak daha az yoğun hale getirilen kimyasal maddeye verilen ad. Türkiye'de kullanımı yasak ancak ucuz olması nedeniyle oldukça rağbet görüyor. Türkiye’deki otobüs ve minibüslerin motorin yakıtına göre üretildiğini söyleyen Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Sekreteri Cenk Cihangir, 10 numara yağ hakkında şöyle konuştu: “Motorin yağının sıcaklığa karşı belli bir dayanma gücü var. 10 numaralı yağın ise yanma ihtimali çok yüksektir. Birden parlayıp, tutuşarak patlama özelliğine sahiptir.” Otobüslerin özellikle fren-balata ve tekerleklerindeki eskiliğin kazalarda etkili olduğunu vurgulayan Afet Eğitim, Uygulama ve Araştırma Uzmanı Yrd. Doç. Dr.

Kubilay Kaptan, “Özellikle bir halk otobüsünün, gün içerisinde gittiği mesafe düşünüldüğünde, en fazla tüketim kalemleri olan benzin konusunda yapacakları bir şey yok, ama ikinci en çok tüketim kalemi yağ konusunda, kaçak yağ kullanma yoluna gidiyorlar” şeklinde konuştu. Kaçak yağın, piyasada rahatlıkla bulunabildiğini ve en kötü özelliğinin de çok çabuk alev alması olduğunu belirten Kaptan “Şu an kullanılan otobüslerin çoğunluğu eski, en ufak bir kıvılcım yaratması sonucu, özellikle bu sıcaklarda, bu yağ hemen alev alıyor. Maalesef çabucak söndürmenin de çok fazla bir yolu yok” ifadelerini kullandı. 4 YOLCUNUN ÖLÜMÜNDEN ULAŞTIRMA BAKANLIĞI SORUMLU 2012 yılında Sanayi Bakanlığı tarafından çıkarılan yönetmelikte otobüs ve minibüslere “yangın algılama ve koruma sistemi bulundurma” zorunluluğu getirildi. 1 Ocak 2014'ten itibaren bu sistemin uygulanması zorunlu

kılındı. Ancak yönetmeliğin uygulanmasına yönelik genelge Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından bir türlü yayınlanmadı. Yayımlanmayarak yürürlüğe girmesi engellenen bu yönetmeliğe göre Kavacık’ta yanan

otobüste yangın algılama sisteminin olması gerekiyordu. Devamında neler olduğunu MMO yöneticisi Cihangir şöyle anlatıyor: “Ama Ulaştırma Bakanlığı görevini yapmayıp bununla ilgili genelgeyi araç muayene istasyonlarına gönder-

mediği için bu kazayı bu kadar ağır yaşadık. Eğer otobüste yangın algılama sistemi olsaydı yolcular anında tahliye edilecekti. Bu nedenle de yaşamını yitiren 4 kişinin ana sorumluluğu Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’ndadır.”


10

ALEVİLER 14 Ağustos 2014 / 27 Ağustos 2014

Halk›n Sesi

A D I M A D I M İ L E R L E Y EN T EH Lİ K E Y E K A R Ş I M Ü C A D E L E TA R T I Ş I LI YO R

'Mezhepçi-cihatçı faşizme karşı direniş!'

Halkevleri, "Aleviler Ne Yapmalı?" başlıklı forum ile Ortadoğu'da ve Türkiye'de tırmandırılan mezhepçiliğe karşı direniş ve dayanışma eksenli yeni bir mücadele programının ilk adımını attı

'İslam için katledenler Gazze'ye sessiz' Forumun konuklar›ndan birisi de Filistinli gazeteci Hasan Tahravi idi. ‹flgalci ‹srail güçlerinin Filistin halk›n›n birli¤ini parçalamay› ve direnifl örgütlerini sonland›rmay› amaçlayan katliamlar›n›n yine Filistin halk›n›n direnifliyle karfl›laflt›¤›n› söyleyen Tahravi, Gazze'ye yönelik abluka kalkana, Filistin topraklar› iflgalcilerden temizlenene kadar direniflin sürece¤ini HASAN TAHRAV‹ vurgulad›. Tahravi'nin sunumunda en önemli vurgu ise Ortado¤u'da "‹slam" ad›na yürütülen politikalar›n ikiyüzlülü¤üne iliflkin oldu. Tahravi, Suriye ve Irak'ta ‹slam ad›na mezhepçili¤i körükleyen ve katliamlar yapan cihatç›lar›n mevzubahis Gazze oldu¤unda "‹srail ile mücadelemiz daha sonra olacak" gerekçesinin arkas›nda s›¤›nd›¤›na dikkat çekti. Tahravi, Filistin'deki gerçek direniflin bölgedeki tüm halklar›n özgürlü¤ü için yürütülmesi gerekti¤inin alt›n› çizdi.

Özsavunma ve devrimci direniş zorunluluğu Halkevleri, 3 A¤ustos'taki forumda yürütülen tart›flmalar ve önerilen talepler ›fl›¤›nda 7 A¤ustos'ta forumun sonuç metnini yay›mlad›. Ortado¤u'nun emperyalizmin yeniden sömürgelefltirme savafl› alt›nda, yeni kamplaflma ve çat›flmalar›n içerisine çekildi¤i, toplumlar›n etnik-dinsel-mezhepsel farkl›l›klar›na göre parçalan›rken s›n›f çeliflkilerinin perdelendi¤i söylenen aç›klamada, AKP'nin de Suriye'deki kirli savafl yang›n›na benzin tafl›d›¤› belirtildi. Halkevleri farkl› bölgelerden gelen tart›flmalar ›fl›¤›nda emperyalizmin, ittifak› siyasal ‹slamc›lar ve cihatç›lar ile yürüttü¤ü tahribata ve kamplaflmalara karfl› antiemperyalist, laik, eflitlikçi, özgürlükçü, demokratik ilkeler temelinde öz savunma önlemlerinin al›nmas›n›n zorunluluk haline geldi¤inin alt›n› çizdi. Mezhepçi-cihatç› gericili¤in derinlefltirdi¤i erkek egemen, gerici, kad›n düflman› politikalara karfl› kad›nlar›n eflitli¤i ve özgürlü¤ünün esas al›nd›¤› özel bir kad›n mücadelesi; e¤itim alan›nda tüm mezhepçi uygulamalar›n gayrimeflru ilan edildi¤i bir mücadele çizgisi; kentlere ve yaflam alanlar›na yönelik tahribata karfl› kentlere ve yaflam alanlar›na sahip ç›k›lmas› görevi de aç›klamadaki tespitler aras›nda yer ald›. Sonuç metninde Alevilerin sorunlar›n›n çözümünün, CHP gibi istismar güdüsüyle hareket eden partilerde ve devlette pozisyon tutmaya endekslenen yaklafl›mlar yerine antifaflist, devrimci bir direnifl hatt›ndan geçti¤i de vurguland›.

ÇAĞLAR ÖZBİLGİN

İ

ktidarının krizlerini geleneksel sağ seçmeni arkasında saflaştırarak aşmaya çalışan, emperyalizmin taşeronluğunu Suriye Savaşı'nda cihatçı çeteleri besleyerek yürüten AKP'nin mezhepçi politikaları tırmandırması yeni bir mücadele hattını zorunlu kılıyor. Ortadoğu'da ve Türkiye'de ABD işbirliğindeki AKP-IŞİD eksenli gericimezhepçi politikaların hasım olarak gösterdiği Alevilerin ne yapması gerektiği Halkevleri'nin çağrısıyla düzenlenen forumda masaya yatırıldı. Ülkenin dört bir yanındaki Halkevleri şubelerinde yürütülen tartışmalar 3 Ağustos'ta Ankara'ya taşındı. Forum, açılış konuşmasında Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy'un da dediği gibi, Alevilerin örgütlendirilen Sünni gericiliğe karşı yeni bir mücadele programı yaratabilmesinin olanaklarını ortaya çıkardı. Forumla birlikte atılan ilk adım, mezhepçi faşizme karşı direniş hattının inşası için örgütlenme üzerine yeni adımların ve tartışmaların habercisi oldu. ALEVILER ORTADOĞU'DA HEDEF Forumun ilk iki bölümünde Alevilerin Osmanlı'dan bugüne tarihsel gelişimi, farklı coğrafyalar üzerinde dağılmış kesimler arasındaki ilişkiler, inanç ve kültür özellikleri ve yeni dönem savaş politikaları içerisindeki konumu üzerine sunumlar yapıldı. Araştırmacı-yazar Hamza Aksüt farklı coğrafyalardaki Aleviler arasındaki dayanışma ağlarının önemine dikkat çekerek Suriye Savaşı'nı değerlendirdi. Bir diğer araştırmacı yazar Tevfik Usluoğlu ise emperyalizmin krizi, ABD'nin savaş politikalarının hedefindeki Suriye'de mücadele yöntemleri üzerine bir tartışma yürüttü, cihatçılara karşı kurulan "öz savunma güçleri"nin önemini aktardı. TTB Merkez Konsey üyesi Hande Arpat ise emperyalizmin Ortadoğu’daki yeni savaş stratejisini Suriye, Irak ve Filistin'de hastanelerin, ambulansların ve sağlık çalışanlarının hedef alınması üzerinden anlattı. DEVRIMCILER VE ALEVILER BULUŞTU, DIRENDI İkinci oturumda ise gerici-mezhepçi politikaların Türkiye ayağı üzerine sunumlar gerçekleşti. Alevi

dedesi Hüseyin Dede Kargınoğlu 16. yüzyıl Osmanlı'sından Cumhuriyet dönemine Alevilerin sürekli "katli vacip" görüldüğünü söylerken, foruma katılamayan PSAKD eski Yöneticisi Kelime Ata gönderdiği tebliğde 1970'li yıllarda Alevilerle devrimcilerin yakın ilişkisinin katliamlara karşı bir direniş mevzisi kurduğunu belirtti. Halkevleri GYK üyesi Kutay Meriç de Alevilerin mezhepçiliğe karşı devrimcilerle omuz omuza durmasının Çorum'daki katliam girişiminde Türkiye sol tarihinin en kitlesel halk direnişini yarattığını aktardı. Meriç, günümüzde de devrimciler ile Alevileri buluşturacak bir çizgiye ihtiyaç olduğunun altını çizdi. YENI BIR MÜCADELE HATTI OLANAKLI Forumun son oturumunda ise mücadele programının sac ayakları üzerine tartışmalar yürütüldü. Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut devrimcilerin 12 Eylül'den önce sivil faşistler eliyle yürütülen mezhepçiliği boşa düşürdüğünü hatırlattı, AKP eliyle yürütülen gerici-mezhepçi politikalara karşı da yeni mücadele olanakları doğduğunu dile getirdi. ODTÜ Öğretim üyesi Doç.Dr. Mustafa Şen Türkiye'de laikliğin temel ilke olduğuna ilişkin teze yönelik eleştirilerini Diyanet örneği üzerinden sundu. Şen, Hanefiliği besleyen geleneksel İslamcılığın, Selefi İslamcılığa dönüşmesinin tehlikelerine dikkat çekti. SINIF SİYASETİ İLE KİMLİK SİYASETİ İÇ İÇE SBF Öğretim üyesi Prof.Dr. Metin Özuğurlu ise emperyalizmin yeni sömürgecilik ilişkilerini derinleştirdiğini, sınıf siyaseti ile kimlik siyasetinin bu doğrultuda iç içelik taşır hale geldiğini ifade etti. Özuğurlu, "Ne Yapmalı?" sorusuna yanıtın devrimcilerin tarihsel birikimlerinden geçtiğini kaydetti. "Aleviler Ne Yapmalı?" başlıklı forumun üçüncü oturumunda Türkiye'nin farklı bölgelerindeki deneyimler de kürsüde yer buldu. AKP'nin mezhepçi politikalarının sonuçları göz önünde bulundurulduğunda kadınların fiili, meşru ve militan bir mücadele çizgisi örgütlemesinin zorunluluk halinİ aldığı belirtilirken, eğitim alanında da 4+4+4 sürecindeki gibi militan hak mücadelesi pratiklerinin yaratılabileceğine dikkat çekildi.

Rojava’da direniş ve üçüncü çizgi Ortado¤u'da ve Türkiye'de t›rmand›r›lan mezhepçi politikalara karfl› "Aleviler Ne Yapmal›?" sorusuna yan›t›n arand›¤› foruma önemli katk›lardan birini Rojava Devrimi'nden Yekitiya Star D›fl ‹liflkiler Sorumlusu Halima Youssef yapt›. Rojava'daki direniflin ve devrimin hem Esad rejimine hem de Ifi‹D'e karfl› halklar›n haklar› için oldu¤unu söyleyen Youssef, HAL‹MA YOUSSEF Ifi‹D'in vahfli savafl yöntemlerinin uluslararas› düzlemde elefltirildi¤ini fakat müdahalelerin ancak emperyalizmin bölge politikalar› dahilinde gerçekleflti¤ini belirtti. Haseke, Kobane ve fiengal'deki savafla iliflkin güncel bir aktar›m yapan Youssef, Rojava Devrimi'nin direnifl çizgisini flu sözlerle aktard›: "Rojava'da ne rejim ne de gerici muhalefet; biz üçüncü bir çizgiyi, demokratik özerkli¤i ilan ettik. Her halk›n kendi dili ve kimli¤iyle yaflayaca¤› bir Ortado¤u'yu amaçl›yor, siyasetimizi bu u¤urda derinlefltiriyoruz. Üçüncü çizgide hem savafl›yor hem de yeni olan› infla ediyoruz." Youssef sunumunda Rojava'daki devrimin ayn› zamanda bir kad›n devrimi de oldu¤unu, kad›nlar›n devrimin her aflamas›nda en ön safta savaflt›¤›n› aktard›. Rojava halk›n›n, öz savunma güçleri odakl› direnifl çizgisi ile halklar›n haklar›n› temel alan yeniden infla sürecini iç içe yürüten mücadele çizgisi mezhepçi politikalara karfl› oluflturulacak mücadele program›na da bir dizi ipucu vermifl oldu.

Savaş karşıtı mücadelede Halk Meclisleri "Aleviler Ne Yapmal›?" forumunda özellikle Suriye Savafl›'n›n ve mezhepçi politikalar›n sonuçlar›n› kentleri cihatç›lar›n üssü haline getirilen Hatayl›lar›n aktar›m› önemli bir yer tuttu. Hatay ad›na aktar›m yapan Mahir Mansuro¤lu, 25 Temmuz'da Hatay'da yapt›klar› forumda bir dizi tart›flma yürüttüklerini ve talepler listesi haz›rlad›klar›n› söyledi. Kentin MAH‹R MANSURO⁄LU farkl› etnik-mezhepsel unsurlar› bünyesinde bar›nd›rd›¤›n› kaydeden Mansuro¤lu, savafl karfl›t› mücadelenin tüm bu unsurlar›n bir araya gelece¤i "Halk Meclisleri" örgütlenmeleri ile verilebilece¤ini belirtti. Mansuro¤lu, Hatayl›lar›n oluflturdu¤u talepleri ise flöyle s›ralad›: Eflit yurttafll›k hakk› savunulmal›; din dersi zorunlu olmaktan ç›kar›lmal›; Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› kald›r›lmal›; savafl ma¤durlar›n›n s›¤›nma hakk› korunmal›, aç›k s›n›r politikas›ndan vazgeçilmeli; cihatç› katiller yarg›lanmal› ve cezaland›r›lmal›; Arapça anadil hakk› savunulmal›; can güvenli¤i ve öz savunma konular›nda somut ad›mlar at›lmal›.


11

BİZİM MAHALLE 14 Ağustos 2014 / 27 Ağustos 2014

i Sol mahalleler ? z i n i s r i l i b l › s a n

Halk›n Sesi

olduktan sonra Hasan Ferit Gedik’in ve Uğur Kurt’un öldürülmelerinde olduğu gibi provokatif çete ve polis saldırılarıyla ve ardından sol içi gerilimlerle gündeme gelen sol mahalleleri daha iyi anlamak için çatışmanın gerçekte nasıl yaşandığına ve çatışmanın ötesinde görünenlere bakmakta fayda var. Sol mahalleler dosyamızda ilk durağımız Sarıgazi. Sorunun sıcaklığı nedeniyle aşağıda ağırlıkla sol içi gerilimin yansımalarına yer verdik. Dosyanın geniş haline Sendika.Org’dan ulaşabilirsiniz.

Geleneksel sol mahallelere ilişkin genel algı standartlaşmış “çatışma” ve eylem haberleriyle şekillendiriliyor. Örneğin Gazi ile ilgili 10 haberin 9’u “Gazi halkı karakola doğru yürüyüşe geçti ve çatışma başladı…” kalıbında. Sanki herkesin doğuştan solcu olduğu, çatışmak için bahane aradığı gerçek üstü bir mekandan söz ediliyor. Oysa böylesi anlatımlar, günümüzün sol mahalle gerçeğini yansıtmaktan uzak. Haziran İsyanı’nda direnişin militanlığını ve devamını sağlayan en önemli dinamiklerden biri

K A P I D A T E H D İ T , İ Ç E R D E K AV G A , B İ R Y E R D E B İ R YA N L I Ş VA R

Sarıgazi’nin kavgası ALİ ERGİN DEMİRHAN

İ

slamcı gruplar 28 Temmuz’da Sarıgazi’ye 10 km mesafedeki Ömerli’de IŞİD’e destek ve cihat çağrılarının yapıldığı toplu bir bayram namazı şovu sergiledi. Ertesi gün ise bu vakadan henüz bihaber olan sol mahallelerde bambaşka bir gerilim patlak vermiş, yayılıyordu. Nurtepe’de HDPHalk Cephesi arasında başlayan stant kavgası Okmeydanı ve Gazi’nin yanı sıra Sarıgazi’ye de uzandı. Sarıgazi’deki çatışma hafife alınmayacak ölçüde Alevi-Kürt gerilimini de yükselten bir tonda ilerledi. Cem Evi’ne molotof kokteyli atıldığı söylentisi hızla yayıldı. Kendisini sürekli tehdit altına hisseden ve mezhepsel farklılıkların kısmi etkisi nedeniyle de aralarında mesafe bulunan iki toplumsal kesim, öfkelerini birbirlerine yöneltti. Kavgaya girenler arasında politik grup taraftarlarının yanı sıra barikatların kaldırılmamasını ya da çatışmanın devamını isteyen hayli geniş bir kalabalık daha vardı. Gençlik toplulukları, hemşeriler ve akrabalar, sol grupların cezalandırma eylemlerine maruz kalmış yerel mafya uzantıları, karşı tarafta hasmı olduğunu düşünen ve bu kavga vesilesiyle hesabını görmeye çalışan alakalı alakasız bir topluluk... AKP’ye, devlet şiddetine ve devlet bağlantılı çetelere karşı doğal müttefik olan gruplar arasındaki bu can sıkıcı çatışmanın ve gerilimin devam etmeyeceğinin güvencesi yok. Elbette bu durum polisin ve devlet bağlantılı çetelerin bilgisi dahilinde. Gerilimin izlerini yerinde görmek için Sarıgazi’ye gittik.

SARIGAZİ YOLLARI Sarıgazi 1970’lerdeki kadar uzak değil ama o kadar yakın da değil. Kucağında çocuklu kadınların bile oturacak

yer bulamadığı 11ÜS otobüslerinde balık istifi yolculuk yapmayı göze alırsanız, Üsküdar sahilden hareket edip Ümraniye ve Çekmeköy’ü de geride bırakıp Sarıgazi’ye varmanız bir buçuk saati buluyor. Ama yoğun saatlerde evvela çileden çıkaran uzun bir kuyrukta beklemeniz gerekecek. Bu sorun 2013 sonbaharında Sarıgazi Halkevi Ulaşım Hakkı Meclisi’nin “11ÜS Sarıgazi Sana KÜS” sloganıyla örgütlediği bir kampanyayla da gündeme getirilmiş. Mahalle halkı şimdi de baz istasyonlarına karşı etkili bir mücadele veriyor, izinsiz takılan baz istasyonlarını bir bir söküyor. 2 Temmuz’un kitlesel etkinliklerli anıldığı ve kadın cinayetlerinin kitlesel kadın eylemleriyle karşılandığı mahallede Haziran İsyanı’nda da kendini ispatlayan ciddi bir dinamizm var. 11ÜS güzergahında “solun kalesi” İnönü Mahallesi’nde indiğinizde ana cadde üzerinde sizi bankalar, müzikholler ve ilçenin tek AVM’si SancakPark karşılıyor. Mahalle’nin içine girdiğinizde ise yazılamalardan gözünüzü alamıyorsunuz. Afiş asacak, yazı yazacak yer pek kalmamış. Sol gruplar birbirlerinin afişini, yazılamasını kapatmamakta oldukça özenli. Duvarlarda çoğunlukla seçimleri boykota çağıran ya da iktidar ve ana muhalefet partisinin adaylarını eleştiren afişler ve devrimci örgütlerin imzalarından oluşan yazılamalar yer alıyor. Mahallelinin iddiası şu ki, Halk Cephesi-HDP gerilimi yaşanmasaydı Selahattin Demirtaş daha fazla oy alabilirdi ancak çatışma nedeniyle vazgeçenler oldu. Haziran İsyanı sürecinde Gülsuyu’nda çetelerce katledilen Hasan Ferit Gedik’in 14 Ağustos’ta görülecek davasına çağrı afişleri de dört yanda göze çarpıyor. Gedik’in aynı zamanda Tokatlı olması, Tokatlıların yoğun olduğu bölgede davaya yönelik ilgiyi daha da artırmış.

Sarıgazi Haklar Derneği binası önüne geldiğinizde Halk Cephesi imzalı şöyle bir pankart görüyorsunuz: “Sol içi çatışma değil, devrimcilere çetelerin saldırısı var, ABD’ye AKP’ye tek bir taş atmayanlar devrimcilere kurşun yağdırıyorlar.” HDP açıklamalarında da yine karşı tarafı çetecilikle suçlayan vurgular hakim.

“IŞİD denilen çetenin mahallelerimize kadar girdiği bu dönemde güçlerimizi gerici, faşist çetelere karşı ortaklaştırmak tarihi sorumluluktur”

GÜN BİRLİK GÜNÜ Çatışmalar sırasında ciddi hasar gören dernek binası içindeki kırık dökük eşyalar dışarı çıkarılmış, öylece kenarda bekliyor, duruma ve algıya göre farklı şeyler anlatıyor. Herkesin kendine göre farklı bir ders çıkarabileceği bu çatışma kalıntıları, yarın resmi kolluk güçlerinin ya da devlet destekli çetelerin saldırılarına karşı omuz omuza direnişin barikat malzemesi olabilir, gerekli ders çıkarılmazsa bu saldırıya hep birlikte maruz kalan sol gruplar arası çatışmanın malzemesi de olabilir. Halk Cephesi - HDP çatışması hem seçimlerin yaklaşması hem de az sayıda sol kurum ve yerel inisiyatifin devreye girmesi sonucu kesildi. Sarıgazi’de Cem Evi, yöre dernekleri ve Halkevleri 2 Ağustos’ta “Gün kavga, çatışma günü değil, birlik ve beraberlik günüdür” diyerek kitlesel bir eylem yapıp, Ömerli’de gerçekleştirilen cihat çağrılı etkinliğe dikkat çekerek “IŞİD denilen çetenin mahallelerimize kadar girdiği bu dönemde güçlerimizi gerici, faşist çetelere karşı ortaklaştırmak tarihi sorumluluktur” açıklamasında bulundu. Duvarlarında devrim için yaşamını vermiş evlatlarının gülümseyen fotoğrafları, kapısında IŞİD tehdidi, içerde hem potansiyel bir gerilim hem de güçlerini ortaklaştırma yönünde tarihsel sorumluluğuyla Sarıgazi kavgasına devam ediyor.

Sol gruplar aras› gerilimi f›rsat bilen polis normal koflullarda göstermedi¤i bir cesaretle mahalleye sald›rm›fl. Bu binan›n duvar› sald›r›da kullan›lan bir TOMA’n›n çarpmas› sonucu hasar görmüfl.

Kavgadan kavgaya bir tarih... R

ivayete göre öyküsü İstanbul’un fethedildiği zamanlara kadar uzanan Sarıgazi’nin kentin bir parçası haline gelmesi 1970’li yıllarda kırdan kente göçle birlikte başlamış. Bölgeye 1972’de gelip yerleşen bir mahalle sakini 41’inci haneyi kendisinin yaptığını söylüyor. 1976 yılında çekilen Hababam Sınıfı Uyanıyor filminde Özel Çamlıca Lisesi’nden mezun olan Çalışkan Ahmet’in öğretmenlik yapmak için gittiği “uzaktaki” köyünün okulu da aslında Sarıgazi’nin hemen yanı başında bulunan Çekmeköy İlkokulu. 1970’lerin sonunda çevresindeki fabrikalarla hem göç çeken hem de ufak çaplı sendikal çalışmalara sahne olan bölgede, nüfus artışı ve gecekondulaşmayla birlikte 1980’lerin ikinci yarısın-

da arazi mafyası ve bu mafyaya karşı mücadele yükselmiş. Devrimciler arazileri mafyanın elinden alıp halka dağıtmış. Kışlalarla çevrili, jandarma kontrolündeki bu bölgede daha sonra devletin kolluk güçlerinin devrimcilere yönelik baskılarının yanı sıra kültürel dönüşümün yol açtığı toplumsal gerilimler baş göstermiş. Bu gerilimler iç içe geçmiş. Devlet pek çok sol mahallede olduğu gibi fuhuş, kumar, uyuşturucu ve alkolün önünü açmış ve 1990’ların ortalarında “Fuhuş, kumar, alkol Sarıgazi’den defol” kampanyası düzenlenmiş. Bu kampanyayı yürüten devrimciler mafyayı tepelerken birden devlet ile karşı karşıya gelmiş, uydurma delillerle desteklenen ciddi operasyonlara maruz kalmış.

‘Herkesin elinde silah, bizim elimizde teneke’ “Kürtler ve Aleviler birlikte durursak bir şey oluruz, Kürtler ve Aleviler birbirine sırtını dönerse, ciddi saldırılara maruz kalabiliriz”

I

ŞİD’in İstanbul’daki taraftarlarının Ömerli’deki cihat çağrılı etkinliğini ve onun hemen ardından gündeme gelen sol içi gerilimi bir de Sarıgazi Cem Evi’nin başkanı ve Dede’si Kasım Ülker’in ağzından dinledik: “Dün (9 Ağustos) Taşdelen’de mesire alanında yine cihatçıları gördük. Konuştuğumuzda dalga dümen gibi anlaşılıyor ama IŞİD gerçeği var. IŞİD’i destekleyen bir hükümet var.” “IŞİD Türkiye’de gizliden aşikara çıkma aşamasında. Ömerli’deki toplu bayram namazı, 5 bin kişilik toplu piknik, cihat çağrıları kapımızın önünde yaşanan bir şey.” “Sünni bir devlet kuruyorlar. En büyük düşman olarak da Alevileri görüyorlar. Cihatta Alevilerin malını, karısını, kızını helal görüyorlar.” “Alevilerin dedikoduyu bırak-

ması lazım. Herkesin elinde silah, bizim elimizde teneke var.” Sarıgazi’nin Dede’si Ülker, Alevilerin bir yandan albenili sözlerle pasifize edildiğine bir yandan da birbirine düşürülmek istendiğine dikkat çekiyor: “Bize hep dediler ki, ‘Sövene karşı dilsiz, dövene karşı elsiz olun.’ Bunun dışında ne yaptılar? Buradaki sol güçlü, nasıl çözecek? Birbirine düşürerek… Uyuşturucuyla, müzikholle, bonzaiyle… Sultanbeyli’deki adam neden içmeye buraya geliyor!” Ülker, çatışmalar yaşandığında Cem Evi olarak iki tarafla da görüşerek çatışmaya son verilmesini istediklerini belirtiyor ve sözü yeniden cihatçı çetelere getiriyor: “IŞİD geldiğinde ilk götüreceği kişilerden biri benim. Sol birbiriyle barışık olması gerekirken birbirimize düştük.” Ülker, Türkiye’de yaşananları

İran İslam Devrimi sürecine benzetirken, CHP’ye yönelik itirazları ve boykot çağrılarını da eleştiriyor. “İhsanoğlu’nun adaylığı içinize sindi mi peki” diye sorduğumuzda ise “Hayır, sinmedi” diyor. Ama yine de oyunu CHP’nin adayına verdiğini, Kemal Kılıçdaroğlu’na bir bağla yaklaştıklarını, Kılıçdaroğlu’nun dürüst olduğunu ancak liderlik edemediğini söylüyor, ulusalcı kanat karşısında daha sert tutum alınmasını istiyor. Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliği nedeniyle çekingen davranmasını eleştirerek “Alevi başbakan olur mu diye anket yaptırırsanız bitmişsiniz” diyor. Ülker ayrıca sık sık Hasip Kaplan’ın adını anarak, Kürt hareketinin özgüvenli tutumundan övgü ve imrenmeyle bahsediyor: “Aleviler 20 milyon, Kürtler 10 milyon. Kürtler istediğini aldı,

Aleviler peki?” Sözü yine çatışmaların bir Kürt-Alevi gerilimi şeklinde yaşanıp yaşanmadığına getiriyoruz. Ülker, olaylar sırasında yaşlıların “Kürtler Cem Evi’ni basmış” diye bir dedikodu yaymasının da etkisiyle olumsuz bir atmosfer oluştuğunu dile getiriyor. Öte yandan Ülker’in dile getirmekten imtina ettiği ancak alenen yaşanan olumsuzluklar da var. Çatışmalar sırasında tarafların etrafında biriken kimi ikincil unsurların mezhepsel – şoven söylemlerle ortalığı kızıştırmaya meyledebildiği de görülmüş. Sarıgazi’nin Dede’si Ülker, sözünü samimi beklentisini ve riskleri vurgulayarak bağlıyor: “Kürtler ve Aleviler birlikte durursak bir şey oluruz, Kürtler ve Aleviler birbirine sırtını dönerse, ciddi saldırılara maruz kalabiliriz.”

1999 depreminin ardından ise yeni bir evre başlamış. Bölgenin depreme dayanıklı olduğunun açıklanmasının ardından, inşaat patlaması eşliğinde kiralar ve emlak fiyatları da katlanmış. 2008’de Ümraniye ilçesine bağlı bir belde iken yapılan idari değişiklikle, yine Ümraniye’ye bağlı Yenidoğan ve Kartal’a bağlı Samandıra beldeleri ile birlikte Sancaktepe adı altında yeni bir ilçeye dönüştürülmüş. Şimdi Anadolu yakasının sol-sosyal demokrat ve İslamcı kutuplarının ortasında kültürel, mezhepsel ve sınıfsal çelişkileri en sert biçimlerde yaşıyor. Sarıgazili devrimciler de bu gerilim ve çelişkilere, ezilen kesimleri egemenlerden gelen asıl tehdit karşısında bir araya getirecek bir mücadele çizgisiyle müdahale etmeye çalışıyor.

KASIM ÜLKER


12

KİBELE 14 Temmuz 2014 / 27 A¤ustos 2014

Halk›n Sesi

‘Kad›n cinayetlerinin karfl›s›nda dayan›flmay› büyütüyoruz’

‘Faillerin peşini bırakmayacağız!’

Kadın cinayetleri her geçen gün artarken, kadınlar da kadın düşmanlığına karşı mücadelelerini büyütüyor. Kocaeli’nde yol gösterici bir dirençle kadınlar sokakta ve adliye önlerinde seslerini yükseltiyorlar MEL‹HA KAPLAN

K

adına yönelik şiddetin en çok yaşandığı kentlerden biri de Kocaeli. 13 belediyesinden 13'ü de AKP’li olan Kocaeli, AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarının en hızlı hayata geçirildiği ve bununla doğru orantılı olarak kadına yönelik şiddetin de en hızlı arttığı bir kent. Valisi, belediye başkanları, polisleri ve hakimlerine kadar kentin tüm idari kadroları, kent yaşamının ve içerisinde yaşayanların muhafazakarlaşmasına yönelik politikaların, yargı kararlarının savunucusu halinde. Örneğin, Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu Karamürsel’deki sahile kadın ve erkeğin ayrı alanlarda denize girmesi gerektiğini söyleyerek demir paravan yaptırdı. Bunun üzerine paravan ilçede oturanlar tarafından yıkılarak uygulama sonlandırıldı. Kentin ve ülkenin hemen hemen her sokağında cinsel istismardan şid-

dete, cinayete birçok olay yaşanırken yaşanan tüm olaylar her seferinde iktidar tarafından meşrulaştırılıyor, kadın düşmanı söylemlerle kadın cinayetlerinin önü açılıyor. Mahkemelerin verdiği 'haksız tahrik indirimi' kararlarıyla kadın düşmanları adeta ödüllendiriliyor. Devlet, kadına yönelik şiddeti, tecavüzü önleyici adımlar atmak bir yana koruma altındaki kız çocukları dahi tecavüze uğruyor. Gölcük’te 13 yaşında 29 kişi tarafından tecavüze uğrayan Ö.Y koruma altında bir kez daha tecavüze uğramıştı. Bu kadar şiddet olaylarının yaşandığı, her şiddet davasının cezasızlıkla sonuçlandığı, tecavüze uğrayan kız çocuklarının suçlu bulunduğu, karakola sığınan kadınların evlerine geri gönderilip ölüme mahkum edildiği, AKP iktidarının gerici-muhafazakar politikalarının harfiyen uygulandığı Kocaeli’nde kadınların yaşama hakkı her geçen gün gasp ediliyor. Kocaeli Kadın Platformu da işte tüm bunlarla ortak

mücadele hattını örmek için kuruldu. İçerisinde sendikaların, kadın örgütlerinin, siyasi partilerin, Alevi derneklerinin, baro kadın komisyonunun, sosyal hizmet çalışanlarının bulunduğu platform birçok kurum ve kişiyle birlikte öncelikle şiddete, tecavüze maruz kalan kadınlara, hukuki ve psikolojik desteğin sağlandığı, yaşanan olayın teşhir edildiği, davaların takip edildiği, şiddet sonrası rehabilitasyon dönemini de içeren bir süreci örgütlüyor. Son iki yıldır birçok olaya şahitlik eden platform, birçok kadın davasının açılmasını sağladı. Açılan davalarda adliye önlerinde yaptıkları eylemlerle davaya müdahil olup kadın düşmanı mekanları ve erkekleri teşhir etti. Platform başlangıçta sadece kentin yerel basınından öğrenilen olaylara müdahil olurken, bugün şiddete karşı mücadelede kurumsallaşarak birçok kadının başvurduğu bir yer haline geldi. Kadın hareketi şu süreçte şiddet vakaları gerçekleşmeden müdahale

edebilmenin araçlarını tartışsa da var olan davaların takibi ve faillerin cezalandırılması da mücadele araçlarından biri halinde. Kadınlar ilk olarak platforma başvuruyor. Dava süreçlerinin takip edilmesini, tecavüzcünün, şiddet uygulayan kocanın en ağır cezayı almalarını istiyorlar. Adliye önlerinde gerçekleştirilen eylemlerin mahkemeyi etkilediğini düşünüyorlar ve her mahkeme öncesinde ‘Geleceksiniz değil mi?’ diye platformu aramaktan vazgeçmiyorlar. Şiddet gören kadınlar uğradıkları fiziksel şiddetin yanı sıra psikolojik olarak da şiddet görüyorlar. Kocasından boşanmak isteyen kadına ailesi, akrabaları tarafından boşanmaması için psikolojik şiddet uygulanıyor. Ailenin şiddetinden platform da payına düşeni alıyor. Kadınları bu baskıya karşı dayanışma ile korumaya çalışan platform bileşenleri çoğu zaman ailelerin baskısı ve tehdidine maruz kalıyor.

AKP’yi güle güle yıkacağız! Halkevci Kad›nlar, Bülent Ar›nç’›n “Kahkaha atan kad›n iffetsizdir” aç›klamas›n›n ard›ndan “Mutsuzlu¤un iktidar› AKP’yi kahkahalar›m›zla y›kaca¤›z” diyerek 7 A¤ustos’ta Ankara’da soka¤a ç›kt›. Güvenpark’a yürüyen kad›nlar artan kad›n düflmanl›¤›na, kirli savafl politikalar›yla kad›nlar›n katledilmesine karfl› hem davullar›yla, kahkahalar›yla seslerini yükseltti hem de baflta Bülent Ar›nç olmak üzerine AKP’lilere kad›n bedenini tan›tt›. Cumhurbaflkanl›¤› seçimleri öncesinde yap›lan eylemde kad›nlar “Gericili¤in iki yüzüne de mecbur de¤iliz” diyerek Erdo¤an ve ‹hsano¤lu’nun resimlerinin oldu¤u reklam panolar›n› k›rm›z›ya boyad›. Kad›nlar yürüyüflte Rojaval› kad›nlara da selam gönderdi.

Kocaeli’nde kadınlar yalnız değil! Kocaeli Kadın Platformu’nun bileşenlerinden EğitimSen’in kadın sekreteri Çağla Aslan ve Kadın Emeği Kolektifi’nden Gizem Güzel ile platformun kuruluşu, davalara nasıl müdahil oldukları ve mücadele ederken karşılarına çıkan zorluklar hakkında sohbet ettik. Kocaeli Kadın Platformu’na gelen şiddet vakalarına nasıl müdahil oluyorsunuz? Çağla: Kocaeli Kadın Platformu olarak farklı kurum ve kuruluşlardan oluşan kadınlar vasıtası ile ilimizde, ülke genelinde kadına yönelik her türlü taciz, tecavüz, şiddet, cinayet vakalarını takip ediyor ve bir araya gelerek acil önlem ve çözüm yollarını tartışıyoruz. Gizem: Herhangi bir şiddet vakası öğrendiğimizde şiddet gören kadınla iletişim kurmaya çalışıyoruz. Şiddet, taciz, tecavüz olaylarında hukuki süreçler için avukat desteğinde ve psikolojik tedavi için yönlendirmelerde bulunuyoruz. Davaların görünür olması için yerel basın araçlarını ve sokağı kullanarak farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Mücadele ederken ne tür zorluklarla karşılaşıyorsunuz? Çağla: Hükümet, polis ve yargının muhafazakar, gerici, kadın düşmanı söylemleri, kararları ve eylemleri karşımıza en çok çıkan engel. Gizem: Tabii şiddet gören kadının ailesinden, şiddeti uygulayan erkeğin ailesinden veya kendisinden tehditler aldığımız, hatta saldırıya uğradığımız oluyor. Örneğin; bir kafede çalışan genç bir kadına kafe sahibinin şiddet uyguladığını öğrenip, olay yerine giden bir arkadaşımızı, kafe sahibi tehdit edip üstüne yürüdü. Ö.Y’nin tecavüz davasında bir arkadaşımıza sanık yakınlarından bir kadın vurmuştu. Kocası tarafından bıçaklanan Elveda’nın boşanma davası sürecinde de aileden ciddi tehditler almıştık. Uzun zamandır kentte yürüttüğünüz şiddetle mücadele kentte bir kadın dayanışması yarattı mı? Çağla: Yaptığımız çalışmaların kentimizdeki kadınlarında erkeklerden bağımsız bir birey olduklarını kavrama, kendi haklarını savunma konusunda güç kazanma sonucunu doğurduğunu düşünüyoruz. Kadın dayanışması, boyun eğmeme her tür baskı ve işkenceye direnme eğilimini güçlendiriyor. Gizem: Özellikle son yıllarda Kocaeli’de yaşanan şiddet, taciz, tecavüz olaylarında şehirde farkındalık ya-

Bu deneyimlerden biri de Kocaeli Kadın Platformu. Platform bileşeni kadınlarla platformu, kadına yönelik şiddeti ve mücadele yöntemlerini konuştuk ratma hatta karar süreçlerinde erkekten yana olan yargı üzerinde bile basınç uygulama konusunda Kocaeli Kadın Platformu olarak çok fazla yol kat ettik. Özellikle Gölcük’te tecavüze uğrayan Ö.Y’nin her duruşmasında adliye önünde olmamız ve sürekli karara ilişkin haksız tahrik indirimlerine karşı söylemlerimiz ile davanın üstü örtülemedi ve her sanık ceza aldı. Cezalar tatmin edici olmasa da şehirde kadına yönelik şiddete, tacize, tecavüze karşı kadınların mücadelesinin süreceğini ve takipçisi olacağımızı duyurmuş olduk. Hatta Ö.Y’nin davası sürecinde istismara uğrayan başka bir kız çocuğu ve annesi platforma ulaşıp bizden destek istedi. Şimdi hala o davanın takipçiliğini yapıp taciz tecavüzcülerin yargılanması için mücadele ediyoruz. Müdahil olduğunuz şiddet, taciz ve tecavüz vakalarından bir kaçını anlatabilir misiniz? Çağla: Platform olarak Ö.Y’nin davasını takip ettik. Karar 15 Nisan’da çıktı. 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde

karara bağlandı. Basına kapalı davanın son celsesi tam 3 saat sürdü. Sanıklardan U.N.K.'ya farklı suçlamalarla toplam 12 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Mahkeme heyeti, tutuksuz olarak yargılanan sanıklardan İ.K., E.D., S.A., Ş.T.'yi ise 10'ar yıl ağır hapis cezasına çarptırdı. Tutuklu sanıklardan U.A. 9 yıl 9 ay 15 gün, C.B. ve F.V.B. ise toplam 9 yıl 2 ay hapis cezası aldı. C.O. da 3 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ülke genelinde yükseltilen “Kadın katliamı var, meclis olağanüstü toplansın” talebiyle yapılan eş zamanlı eylemler kapsamında biz de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı önündeydik. Bunların haricinde ilimizdeki kadınlara yönelik her türlü taciz, şiddet, mobbing vakalarını takip ediyor veya eylem ya da basın toplantısı yaparak müdahil oluyoruz. Kocaelili kadınlar olarak birbirimizi hiç yalnız bırakmıyoruz. Gizem: Derbent’te oturan Aysel kocasından şiddet görmüş ve kocası bıçağa yöneldiği sırada balkondan atlayıp hastaneye kaldırılmıştı. Kadın daha öncede koca-

sından şiddet görmüş karakola gitmiş ama polisler eve geri gönderip hiçbir işlem yapmamış. Hastaneden çıkarılırken birlikte karakola gidip ifade verdikten sonra sığınma evine yerleştirilmesini sağladık. Bütün ailesi hastanede şikayetçi olmaması için psikolojik baskı yaparken bizim koşulsuz ona destek olmamız ona güven vermişti. Sonunda bir kadın daha erkekler tarafından öldürülmeden engel olabilmiştik. Sevgi Zağlı İzmit’in merkezinde sokak ortasında bıçak darbeleriyle öldürüldüğünde tesadüfen oradan geçen bir arkadaşın şahit olması ile olaya müdahil olmuştuk. Sevgi daha gencecik hayat dolu bir kadınken erkek şiddeti onu aramızdan almıştı. Şimdi onun gibi gülümsemesi umut veren kızı ile Sevgi’nin hesabını sormak için omuz omuza verdik. Elveda ise her gün ölüm korkusu ile yaşadığı evde artık erkek şiddetinden uzakta çocukları ile birlikte yaşıyor.

Son olarak... Çağla: Bizler platform olarak kadına yönelik her türlü haksızlıkta hızlı bir haberleşme ağı ile toplanıp basın yolu ile kamuoyunu bilgilendirerek bu tür olayların meşrulaştırılmayıp bir daha gerçekleşmemesi umudu ile kalıcı önlemler alınması için birlikte çalışmalar yürütüyoruz. Gizem: Türkiye’de şiddetin tacizin, tecavüzün en çok yaşandığı şehirlerden birinde sınırlı kadınla çalışma yürütüyoruz. Avukat, psikolog vb. konularda çok sınırlı sayıda gönüllü kişi ile müdahale etmeye çalışıyoruz. Kocaeli‘nde yeterli sayıda sığınma evi yok. Kadına yönelik şiddet taciz, tecavüzde ile ilgili hiçbir önlem alınmıyor. Polisler şiddet gören kadınları evlerine gönderiyor, koruma talep kadınlara koruma verilmiyor, hakimler erkekten yana karar veriyor, kentin her yerinde bir kadın öldürülüyor ve biz bu zorluklar içerisinde kadın mücadelesi yürütmeye çalışıyoruz. Ama umudumuzu, inancımızı ve öfkemizi hiçbir şekilde yitirmeyeceğiz.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.