215

Page 1

28 A¤ustos 2014 • 1,25 TL

Y›l 9 • Say› 215

B E T O N V E S AVA Ş A Ğ A L A R I N I N S U Ç O R TA K L I Ğ I N A K A R Ş I

Halklar›n direnifli kazanacak

şyşyşyş yşyşy şyşyşy şyşyş yşyşy şyşy Sf. 3

Erdo¤an, köflke ç›karken hukuku çöpe att›. Bu onun için yaln›zca bir tercih de¤il zorunluluk. Çünkü hukuk ve adalet ifllese kendisi çöpe at›lacak

‹ktidar krizi sürerken eski yol arkadafllar›na bile güveni kalmayan Erdo¤an, yerine savafl politikalar›ndaki suç orta¤› Davuto¤lu’nu atad›

Bu sistem art›k kimseye hak hukuk adalet vaat etmiyor. AKP’nin savafl ve ya¤ma politikalar›na karfl› direnenler sokaktaki gücüne güveniyor

Halklar savafla karfl› sokakta Ortado¤u’da bölgesel bir mezhep savafl› haline gelen Suriye ve Irak savafl›na, emperyalist müdahalelere, cihatç› katillere ve savafl suçlusu Erdo¤an-Davuto¤lu ikilisine karfl› ülkenin dört bir

yan›nda eylemler düzenleniyor. Ortado¤u halklar›yla dayan›flmay› büyütmenin yolunun AKP’nin savafl politikalar›n› durdurmak oldu¤unu söyleyen emek ve demokrasi güçleri 1 Eylül’de soka¤› adres gösteriyor. SF 5

ABD’nin kara yüzü

Tuzluçay›r polislere dar Haziran ‹syan›’ndan Cami-Cemevi Direnifli’ne uzanan süreçte aylarca polis sald›r›lar›na karfl› direnen Tuzluçay›rl›lar, Cami-Cemevi’ni karakol belleyen polise mahallelerini dar etmeyi sürdürüyor. ‹nflaat alan›nda görevli üç çevik kuvvet polisi, girdikleri markette Mamakl› gençleri karfl›lar›nda buldu. Polisleri al›flverifl yaparken gören Halkevleri üyesi Mamakl› gençler “Defolun buradan. Mahallemizde katilleri istemiyoruz. Berkin’in, Ali ‹smail’in, Ethem’in katillerini mahallemizde istemiyoruz. Elinizi kolunuzu sallayarak mahallemizde gezemezsiniz” diyerek polisleri kovdu. Marketteki di¤er mahalleliler de protestoya destek verince polisler ellerindeki pofletleri b›rakarak h›zla marketten ç›kt›. Mahalleli polisi yol buyunca takip ederek sokakta protestoyu sürdürdü. Polisler karakola dönüfltürdükleri inflaata “Çocuk katilleri” ve “mahallemizden defolun” sloganlar› eflli¤inde s›¤›nmak zorunda kald›.

Ahmet Atakan ölümsüzdür Haziran ‹syan›’n›n direniflçi kentlerinden Antakya’n›n üç fidan›ndan biri Ahmet Atakan. Savafl karfl›t› mücadelede Halkevleri ile buluflmufl, isyana en önde kat›lm›flt›. Gökçek’in, ‘yol projesini’ protesto eden ODTÜ’lülere polis ordusuyla sald›rmas›n›n ard›ndan ülke genelinde soka¤a ç›kan binlerce direniflçinin aras›ndayd›.

10 Eylül 2013’te Antakya’da yap›lan eylemde halka yönelik polis sald›r›s› nedeniyle yaflam›n› yitirdi. Yoldafllar› Ahmet’in ad›n›, bugün direniflçi abilerini örnek alan Armutlulu çocuklar›n ayr›lmak istemedi¤i bir kütüphane kurarak yaflat›yor. Ahmet Atakan, eflitlik ve özgürlük mücadelemizde yafl›yor!

DOSYA

ABD’nin Ferguson kasabas›nda polisin siyahi genç Michael Brown’u öldürmesinin ard›ndan bafllayan eylemler, ›rkç›l›¤a karfl› bir isyana dönüfltü. Yasalar önünde ayr›mc›-

l›klar sona erse de siyahilerin sosyal yaflamda karfl›laflt›¤› ötekilefltirme, Obama’n›n ABD’nin ilk siyahi baflkan› olmas›n›n bir anlam› olmad›¤›n› gösteriyor. SF 6

‘Merak etmeyin Gazi geliyor’ Sol mahalleler dosyam›zda ikinci dura¤›m›z ‹stanbul Gazi Mahallesi. Mahallenin 1970’lerin bafl›nda k›rdaki çözülmenin yaratt›¤› ilk göç dalgalar›yla kuruluflunu, devrimcilerin “her gece bir gecekondu” yapt›¤› günleri, 12 Eylül’ü karfl›lay›fl›n›, 1990’larda bu kez kirli savaflla zorla göç ettirilen

Kürt nüfusun mahalleye eklemleniflini, Gazi ‹syan›’ndan Gezi ‹syan›’na toplumsal hareketlenmelerini bu süreçlerin canl› tan›klar› ve özneleriyle konufltuk. Bir yanda Gazi’ye özel polis fliddeti, bir yanda kentsel dönüflüm, temel hizmetlerin piyasalaflt›r›lmas› ve yoksulluk...SF 10

Madenciler verilen sözleri unutmadı Soma Maden Katliam›’n›n üzerinden 3 ay geçmesine ra¤men , Soma’da madencilerin koflullar›nda hiçbir de¤ifliklik yok. Maden iflçilerinin çal›flma koflul-

Dilflat Aktafl / Sayfa 2

Ferda Koç / Sayfa 4

Tufan Sertlek / Sayfa 8

Kad›n direniflini büyütüyoruz

Laikli¤i yeniden düflünmek

Seri cinayetler

lar›n› iyilefltirece¤i söylenen yasay› seçimlere kurban eden AKP’nin sözünü tutmas›n› isteyen madenciler, 22 A¤ustos’ta soka¤a ç›kt›. SF 8


2

KİBELE 28 A¤ustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

Gericili¤e karfl› kad›nl› erkekli mücadeleye Antalya’da 72 dönümlük bölümü kapat›larak ayr›lan Sar›su sahilinin kad›n plaj›na dönüfltürülmesi üzerine Halkevleri ve Ö¤renci Kolektifleri “Kad›nl› erkekli denize giriyoruz” diyerek, AKP’nin topluma dayatt›¤› gerici, muhafazakar yaflam biçimine karfl› denize girme eylemi yapt›. Kad›nlar, AKP’nin gerici, cinsiyetçi politikalar›n›n bir parças› olan toplumsal yaflam›n kad›n ve erkek için ayr› düzenlenmesine karfl› mücadele ediyorlar. Okuldan iflyerine, hastaneden toplu ulafl›ma kadar kad›nlar›n erkeklerle ayn› ortamda bulunmas›n›n engellenmesine yönelik uygulamalar›n›n bir yans›mas› olan kad›nlar plaj›na da kad›nlara özgürlük getirmeyece¤i için karfl› ç›k›yorlar. Sar›su Plaj›’n›n bir bölümünün kad›n plaj› haline getirilmesi, Ar›nç’›n kad›nlar›n toplum içinde kahkaha atmalar›n›

iffetsizlik olarak nitelemesi ve Samsun müftüsünün kad›nl› erkekli oyun oynaman›n günah oldu¤una yönelik aç›klamalar›n›n üzerine Sar›su piknik alan›nda biraraya gelen Halkevleri ve Ö¤renci Kolektifleri üyeleri burada bir bas›n aç›klamas› yaparak önce kad›nl› erkekli horon kurdu, ard›ndan hep beraber denize girdi. Eylemin ça¤r›s›n›n sosyal medyada yayg›nlaflmas› üzerine bas›n›n hedefine oturan Halkevleri ve Kolektifler’i Takvim Gazetesi hedef gösterirken, Oral Çal›fllar da “Laikçi muhafazakarlar” diyerek AKP gericili¤ine toz kondurmad›. Oral Çal›fllar, laikçi muhafazakarlar›n türbanl› kad›n›n soka¤a ç›kmas›n› istemedi¤ini, bu tür uygulamalarla kad›nlar›n “özgürce” toplumsal yaflama kat›labildi¤ini iddia etti. Bu yaz› üzerine birer aç›klama yapan Halkevci Kad›nlar

ve Antalyal› kad›nlar Oral Çal›fllar’›n sand›¤›n›n aksine AKP’nin gerici, cinsiyetçi uygulamalar›n›n türbanl› ya da türbans›z kad›nlara özgürlük getirmedi¤ini belirtti. “Kad›n ve erkek aras›na sürekli set çekip, iki cinsin bir araya geldi¤inde mutlaka ‘cinsellik’ ça¤r›flt›ran bir eyleme giriflece¤ini topluma iflleyen erkek egemen, gerici zihniyetle inad›na mücadele edece¤iz” diyen kad›nlar erkek egemenli¤ine karfl› mücadeleye devam edeceklerini vurgulad›. Eylemin ça¤r›c›s› olan Antalya Halkevi’nden kad›nlar ise Oral Çal›fllar’›n yaz›s›na birkaç soruyla yan›t verdi. Antalya Halkevi Baflkan› Ayten Ceyhan’›n yazd›¤› yaz›da kad›nlar Çal›fllar’a “Kahkaha atmam›zdan, k›zl› erkekli ayn› evde yaflamam›zdan, hamile hamile dolaflmam›zdan da rahats›z oluyor musun?” diye sordu.

‘Direnişi ve özgürlüğü örgütlüyoruz’ Savaşın, gericiliğin, katliamların ortasında kadın yaşamları… Irak’ta, Suriye’de, Şengal’de, Halep’te ya da göç ettikleri Türkiye’de savaş, kadınlar için ölüm, taciz, tecavüz, işkence ve katliam demek. Halkevci Kadınlar Ortadoğu’daki savaşa, savaşın iktidarı AKP’ye karşı tüm kadınları sokağa çağırıyor TU⁄ÇE ÖZÇEL‹K

2

011 yılında Suriye’de iç savaşın başladığı günden, bugün IŞİD çetelerinin Irak başta olmak üzere tüm Ortadoğu’da sürdürdüğü katliamlara kadar kentler işgal edildi, kurtarıldı, kamplar kuruldu, başka ülkelere göç edildi ama savaşın kadınlara yönelik sonucu değişmedi: İşkence, katliam, tecavüz, taciz, açlık, yoksulluk… Emperyalist saldırganlığın, Suriye’de cihatçı çeteleri destekleme politikası tüm coğrafyayı din ve mezhep temelli bir savaşın içine sürükledi. AKP’nin terörist ilan edemediği cihatçı çeteler Suriye’de, Irak’ta aldıkları tüm kentlerde önce kadınları tutsak ettiler. Kadınları savaş ganimeti olarak gören cihatçı çeteler, genç kadınları ya din değiştirip evlenmeye zorluyor ya da öldürmekle tehdit ediyor. İşgal ettikleri kentlerde kapı kapı dolaşarak evlerde bulunan bekar kadınlarla evlenmek istiyorlar. Şengalli yüzlerce Ezidi kadın IŞİD’in eline esir olarak düşüp pazarlarda satılmamak ve tecavüze uğramamak için intihar ederken IŞİD alıkoyduğu kadınları zincirlerle birbirine bağlayarak Suudi Arabistan gibi İslam ülkelerindeki pazarlarda 100 ila 400 dolara satıyor. Suriyeli

kadınlar da bir günde birden fazla çete militanıyla evlendirilerek sistematik olarak tecavüze uğruyor. Cihatçı çetelerin hedefinde özellikle Kürt kadınları var. Kürt kadınlarının militanlara helal olduğu fetvaları yayımlayan çeteler en az bin 500 Ezidi kadınını kaçırmış durumda. IŞİD işgal ettiği kentlerde ilk fetvalarını kadınlara yönelik veriyor. Kadınların her yerini örten çarşafsız veya yalnız başına sokağa çıkması halinde eşi de kendisi de kırbaç cezasına çarptırılıyor. Cihatçı çetelerin bir başka fetvası ise Musul’da yaşayan 4 milyon kadının sünnet olması yönünde.

Savafl›n iktidar›na karfl› kad›nlar sokakta

KAMPLAR KURTULUfi DE⁄‹L

Suriye’den göç edenler ve Şengal’den gelen Ezidiler Türkiye’deki kamplara yerleştirildiler. Türkiye’nin çeşitli illerinde kamplarda ve kampların dışında 1 buçuk milyon Suriyeli var. Türkiye’nin çeşitli illerine yayılmış olan Suriyeli mülteciler savaştan kaçarak sığındıkları ülke topraklarında da ırkçı saldırganlığın hedefi haline geldi. Özellikle son iki aydır Antep başta olmak üzere Suriyelilerin evleri ve işyerleri talan ediliyor, çalışmak için gittikleri yerlerde linç girişimleriyle karşı karşıya kalıyorlar. Kamplardaki olumsuz koşullar en çok kadınları etkiliyor. Temiz suya erişimin, banyo ve kişisel hijyen malzemelerinin sınırlı olması, çocuk mama-

sının kısıtlı olması en temel sorunlarından biri. Hükümet her ne kadar kamplarda bir pratisyen, iki jinekolog ve iki pediatris bulundurduklarını iddia etse de kampta kalanlar, doktorların sürekli kamplarda bulunmadığını belirtiyor. Kamplarda küçük yaşta ve zorla evlendirilme çok yaygın. Çoğu çok yoksul olan aileler kız çocuklarını para karşılığında Arap, Türk erkekleriyle evlendirmek zorunda kalıyorlar. Kız çocukları kimi zaman kuma olarak kimi zaman da kendilerinden 3040 yaş büyük erkeklere 5 bin lira karşılığında satılıyor. IŞİD’in katliamından kaçan Ezidiler için de durum farklı değil göç ettikleri bölgelerdeki kötü koşullar nedeniyle toplam 70 çocuk ile yaşlı ve kadınlardan oluşan 100 kişi hayatını kaybetti. SAVAfiIN ‹Ç‹NDE B‹R UMUT: ROJAVA

Katliam coğrafyasının orta yerinde Suriye’de tüm zulme rağmen bir umut yeşeriyor, adı Rojava. Bir kadın devrimi olan Rojava’da kadınlar, sadece hayatta kalma mücadelesi değil kadın özgürlük mücadelesi de veriyorlar. Suriye’deki iç savaşın başladığı ilk günden bu yana cihatçı çetelerin hedefinde olan Kürt kadınları kendi özsavunma birliklerini kuruyorlar. Rojava’da toplumsal yaşamın her alanında var olan kadınlar siyasette de cephede de temsiliyete sahip. Suriye ve Şengal’de de çetelerden kaçan kadınlar Rojava kadın gerilla birlikleri olan YPJ saflarına katılarak cihatçı çetelere karşı savaşıyor.

Ortado¤u’da savafl, Türkiye’nin dört bir yan›nda yard›m kampanyas› ve eylemler sürerken 1 Eylül Dünya Bar›fl Günü’nün kad›nlar için bu y›l ayr› bir anlam› var. Ortado¤u’da ve ülkenin dört bir yan›nda cihatç› çetelerin tehditleri devam ederken Türkiye’de kad›n cinayetlerinin s›klafl›yor. Halkevci Kad›nlar ise bu co¤rafyada süren kirli savafl›n ma¤duru olmamak için tüm kad›nlar› 1 Eylül’de soka¤a ça¤›r›yor. AKP’nin savafl suçlar›n› örtmesine, Türkiye’ye gelen göçmen kad›nlar›n ikinci bir sald›r›ya u¤ramas›na, Ifi‹D baflta olmak

Savaşın içindeki Antakyalı kadınlar Suriye’de savaşın başlamasının üzerinden 3 yıl geçti. 3 yıldır savaş bölgesinin sınırında ancak savaşın tam içinde yaşayan Antakyalı kadınlar savaşa ve gericiliğe karşı yaşamı yeniden örgütlemek için mücadele ediyor. Antakya’da yaşayan nüfusun çoğunluğu kadın. Erkekler genellikle yurtdışında çalıştığı için kadınlar neredeyse yıl boyunca kentte yalnız kalıyor. Savaşın öncesinde geceleri de rahatça sokağa çıkabilen kadınlar, 3 yıldır kent hayatına rahatça katılamıyor. Suriye’deki savaşla başlayan ve IŞİD’in sınırdaki eylemlilikleri nedeniyle kadınlar ne gece ne de gündüz sokakta rahat değiller. Çocuklarını yalnız bir yere gönderemiyor, dershaneye dahi çocuklarla birlikte gidip geliyorlar. AKP’nin kadınların hayatlarına yönelik gerici, cinsiyetçi söylemlerini ve uygulamalarını, Ortadoğu’daki savaş çığırtkanı pozisyonunu yaşamlarının içinde hisseden Antakyalı kadınlar, savaşa ve gericiliğe karşı örgütleniyor. Reyhanlı ve Cilvegözü patlamalarından önce halk toplantılarıyla başlayan savaş karşıtı mücadele, toplantılardaki örgütlülük ve

üzere cihatç› çetelerin mahallelerde cirit atmas›na izin vermemek, savafl›n ve gericili¤in iktidar› AKP’yi durdurmak için Halkevci Kad›nlar, kad›n direniflini büyütüyor ve bar›fl› kurmak için ülkenin dört bir yan›nda 1 Eylül haftas› boyunca soka¤a ç›k›yor. Ortado¤u’da geliflen savafl› do¤rudan k›flk›rtan, cihatç› çetelere mühimmat deste¤i yapan AKP hükümeti ve savafl suçlusu yeni Baflbakan› Davuto¤lu bu savafl›n yaratt›¤› y›k›m›n bafl sorumlular›. 30 y›ld›r Kürt halk›na yönelik asimilas-

toplumsal yaşamın tamamına müdahale edebilme ihtiyacıyla Halk Meclisi’ne evriliyor. Bu süreçte kadınlar da Anneler Yürüyüşü’nün ardından yürüttükleri tartışmalarda kadınların Haziran İsyanı ve savaş karşıtı mücadeledeki ileri konumları ve savaşın özellikle kadınlara getirdiği şiddet ve baskıyla mücadele edebilmek için Kadın Meclisleri kurma kararı aldı. ‘GELECEKLER‹ VARSA GÖRECEKLER‹ DE VAR’

IŞİD’in sosyal medya hesaplarından paylaştığı başı kesik kadın fotoğrafları ve altına Antakyalı kadınları da aynı sonun beklediğine dair yazıları fotoğraflarla Antakya’daki özellikle Alevi kadınlarını tehdit ettiğini söylüyorlar. Yıllardır kenti yaşanmaz hale getiren, Antakyalı kadınların kenti özgürce kullanmalarını engelleyen bu örgüte karşı özsavunma yöntemlerini tartışan kadınların, IŞİD’e cevabı net: “Gelecekleri varsa görecekleri de var.” Suriyeli ve Şengalli kadınlara yönelik şiddet, tecavüz ve alıkoymalara karşı Antakyalı kadınlar öfkeli. Kurdukları Kadın Meclisi’yle yapacakları ilk iş olan forumun tartışma başlıklarından biri de bu olacak.

yon ve imha savafl›na karfl› mücadele eden Türkiyeli kad›nlar da Ortado¤u’daki k›zkardeflleriyle dayan›flma için hafta boyunca sokaktayd›. Katledilen, kaç›r›lan, tecavüze u¤rayan fiengalli ve Suriyeli kad›nlar için ‹stanbul, Ankara, Diyarbak›r, Bursa, Mersin, Adana, Hakkari, Mardin, Dersim ve ‹zmir’de soka¤a ç›k›ld›. Ifi‹D tehdidiyle yaflayan, göç yollar›nda, patlamalarda, iflkencede öldürülen ve tüm bu zulme direnen kad›nlar›n yan›nda olduklar›n› belirten kad›nlar AKP hükümetini bu katliam›n bir parças› olmaktan vazgeçmeye ça¤›rd›.

Katliamlara karfl› kad›n direniflini büyütece¤iz “İntifada savaştan öte bir şey. Savaşlar günler ya da aylar sürer, fakat bizim için İntifada bir yaşam biçimi” “…herkes yapabildiği ne varsa yapıyor. Bu bizim yaşam biçimimiz ve kazanana kadar başka hiçbir şey önemli değil”* Ortadoğu’da emperyalistler ve işbirlikçilerinin tetiklediği, mezhepçi, gerici, kadın düşmanı politikalarla derinleşen savaş karşısında halkların ortak direnişi; IŞİD’e ve tüm cihatçı katil sürülerine karşı eşit ve özgür bir yaşam kuran Rojavalı, on yıllardır kuşatma ve işgale karşı “direniş bizim yaşam biçimimiz” diyen Filistinli, kadın katliamına sessiz kalmayarak kızkardeşlik köprüsünü kuran tüm kadınlarla büyüyor. Ortadoğu’da savaş ve direniş büyürken Türkiye’de Tayyip Erdoğan, diktatörlüğünü pekiştirmenin hayaliyle Cumhurbaşkanlığı görevini devralıyor. Başbakanlık makamına da mezhepçi saldırıların, kadın katliamları-

nın suç ortağı Davutoğlu’nu atıyor. Bizler de katliamlara karşı yaşam ve özgürlük mücadelesini, kadınların savaşa ve gericiliğe karşı örgütlü gücünü hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da büyütmeye hazırlanıyoruz. Savaş ve çatışma koşullarının kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin hedeflerini ve taleplerini görünmez kıldığı bir süreçte Ortadoğu’da ve Türkiye’de mezhepçilik, gericilik, cihatçılıkla beslenen erkek egemen sisteme ve onun siyasi temsilcilerine karşı mücadeleyi büyütmek üzere sokağa çıkıyoruz. Ortadoğu’daki kadın katliamlarını durdurma mücadelesinin somut hedefi ise; AKP iktidarının savaş politikalarını durduracak bir süreci örgütlemek. Siyasi iktidar savaşı tetiklemek için kullandığı kanalların kapatılması, cihatçı katillere açtığı sınırlarda “güvenliğin sağlanması”, “cihatçı çetelerin

engellenerek yargılanması”, “AKP iktidarının savaş suçlarının açığa çıkarılması”, mülteci kamplarının bir kısmı cihatçı katillerin eğitim kamplarına dönmüşken ve kampların denetimleri yaptırılmazken “kampların denetlenmesi” talebini büyütmek, savaştan kaçarak bu topraklara sığınan halkların haklarını savunmak. Ve elbette oturdukları koltuklardan indirip, başta Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu olmak üzere tüm savaş suçlularının yargılanmasını sağlamak. Mücadeleyi Türkiye halklarının Ezidi, Kürt, Arap, Türkmen, Süryani kadınlarla dayanışmayı büyüterek, halkların kızkardeşliği çizgisinin güçlendirerek sürdürebilmemiz gerekiyor. Savaş, bugün ülkenin dört bir yanına dağılan Suriyeli sığınmacılara yönelik milliyetçi saldırılarla her yerde hissediliyor. Ancak bizler göçmen kadınlara yönelen savaş gerçeğini, bulunduğumuz her yerde artan kadına

yönelik şiddet ve kadın cinayetleriyle, devlet/erkek terörüyle ve yaşamlarımızı kahkahalarımıza kadar kuşatan gericilik tehdidiyle özdeşleştirerek yaşıyoruz. Bu nedenle Ortadoğu’daki kadın katliamını durdurma hedefiyle harekete geçen kadınlar olarak, emperyalistlerden, savaşın suç ortaklarından ve besledikleri cihatçı çetelerden hesap sorarken bir yandan şiddetin, mezhepçiliğin, gericiliğin yaşamlarımızı kuşatan her biçimine karşı kadınların direniş cephesini büyüteceğiz. “Kadına şiddetin yeni yüzü olmayacağım, ölürsem mücadele ederek öleceğim” diyen ve kahkahalarıyla yaşamlarımızı aydınlatan milyonlarca kızkardeşimizin mücadelesini Rojova’daki mücadeleyle buluşturarak büyüteceğiz. Bugün, şiddeti, katliamları ve savaşı mümkün kılan ve onlardan beslenen erkek egemen sistemin kuşattığı yaşamın bütün alanları kadınlar için dayanışmayla

büyütülen direniş alanlarıdır. Tıpkı “İntifada bizim için bir yaşam biçimi” diyen Filistinli kadınlar gibi direniş bir yaşam Dilflat biçimidir. Aktafl Yine bugün direniş Antakya’da savaşa karşı Halkevleri kadın meclisleri biçimini Kad›n Sekreteri alırken, başta İstanbul olmak üzere dayanışmayla büyütülen kadın cinayetlerine karşı acil önlem grubudur. Kürtaj hakkı eylemlerinde görünür olan, Haziran’da isyana dönüşen, bugün kadın katliamlarına karşı dört bir yanda büyüyen ve örgütlenen kadınların isyanı ve direnişlerdir. Filistinli kızkardeşimizin dediği gibi bu kavgada herkes yapabileceği ne varsa yapacak” *İntifadaki kadınlardan Bana ve Nadia


3

GÜNDEM 28 A¤ustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

‘Gerçek sorumlulardan hesap sormak zorunday›z’ Antep’ten yayılan ve neredeyse Suriyeli avına dönüşen saldırıları İstanbul İkitelli’de asılsız iddialar ile tetiklenen ve faşistlerin başrol aldığı linç girişimi izledi. İkitellili devrimciler mahalle halkı ile birlikte nöbet tutarak saldırıların sürmesini engelledi

A

KP iktidarının dış politikada elini güçlendirmek için koz olarak kullanmaya çalıştığı Suriyeli göçmen politikası iflas etti. Suriyeli göçmenlere yönelik nefret ve ayrımcı söylemler ırkçı-milliyetçi önyargılarla saldırı dalgalarına dönüşüyor. Küçük bir dedikodu, bir adli vaka ya da doğrudan faşist provokasyonla sokağa çıkanlar ellerinde sopa ve kesici aletlerle sokak sokak dolaşarak, Suriyeli avına çıkabiliyor. Yakaladıkları herhangi bir Suriyeliyi öldürme girişiminde bulunup, Arapça yazılı tabelaları taşlıyor, Suriyelilerin kaldığı evleri ateşe verebiliyor. AKP iktidarı ise sayıları yüzbinlere varan göçmenlerin yaşadığı insanlık dramını çö-

zecek adımlar atmaz ve artan göçmen düşmanlığının ve şovenizmin önlemesine dair hiçbir somut politika üretmezken, Arapça tabelaları söküp göçmenleri kamplara kapatarak sorunu görünmez kılmaya çalışıyor. SUR‹YEL‹LER ÖLÜME DÖNÜYOR Saldırılar karşısında işsizlik ve açlık koşullarında yaşamlarını sürdürmeye çalışan Suriyeliler tecrit ediliyor, ölüm tehdidi altında zaten zorunlu göçle geldikleri yerlerden de sürülüyor. Yüzlerce Suriyeli de linç girişimlerinin ardından ölmeyi göze alarak ülkelerine, savaşın içine geri dönüyor. Bunun en çarpıcı örneği Antep’te yaşandı.

Antep’ten gönderilen Suriyeli göçmenler

Antep'te, 11 Ağustos’ta ev sahibi Hıdır Çalar’ın Suriyeli kiracıları tarafından bıçaklanarak öldürüldüğü duyumu üzerine binlerce kişi Suriyelileri istemediklerini söyleyerek 3 gün boyunca geceleri kentin çeşitli semtlerinde eylem yaptı. Eylemler sırasında 13 Suriyeli bıçak ve sopa darbeleriyle yaralandı. Olaylara katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınan 50'yi aşkın gösterici, sorgulamalarının ardından savcılık kararıyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Yaşam koşulları kötü veya risk altında olduğu saptanan 400 aile ise kamplara gönderildi. Saldırıların artması üzerine günde ortalama 500 mülteci de Suriye’ye dönmeye başladı.

‹kitelli’de sald›r›n›n büyümesini devrimciler engelledi

‘Ev sahibi bizi korudu’

Suriyelilere karfl› bir ›rkç› sald›r› da 24 A¤ustos günü ‹stanbul’da gerçekleflti. Küçükçekmece ‹kitelli’de Atatürk Mahallesi ve Mehmet Akif Mahallesi’nin bulundu¤u bölgede yaflanan provokasyonun ard›ndan kalabal›k bir grup, Suriyeli göçmenlere yönelik linç girifliminde bulundu. Elinde silah bulunan bir kiflinin yönlendirdi¤i sald›r›da Suriyelilerin yaflad›¤› mekanlar›n camlar› k›r›l›rken arabalar› ters çevrildi. Sald›r›lar s›ras›nda baz› Suriyeliler yaraland›. Suriyelilere ait

Halk›n Sesi olarak sald›r›n›n gerçekleflti¤i mahallede yaflayan ve çocuklar›n› iki y›ld›r ‹kitelli Halkevi Yaz Okulu’na gönderen bir ailenin kap›s›n› çal›yoruz. Evde iyi Türkçe bilen bir akraba var, ismi Meryem Kas›m. Biz sormadan anlatmaya bafll›yor: “Dün ç›kan olaylarda arkadafllar›m›z yaraland›. Bugün bekar yaflayanlar göç etmeye bafllad› bile, ‹kitelli’de kalm›yorlar. Benim kocam da flimdiden ‘fliddet artarsa Yunanistan’a kaçal›m’ diye planlar yap›yor ama ben kabul etmiyorum. Art›k sabr›m kalmad›, ne olacaksa olsun. Yurtd›fl›na gitmek kolay de¤il, kaçak gidenler hayatlar›n› kaybediyor.” “Dünkü sald›r›n›n sebebini de anlayam›yoruz. fiu ana kadar ufak sürtüflmeler d›fl›nda ‹kitelli’deki halk genel olarak bizi kabul etmiflti. Örne¤in dün akrabalar›m›n bulundu¤u apartmana silahlarla girmifller evde çocuklar ve kad›nlar varm›fl. Apartman›n sahibi olan Türk önlerinde durmufl, ‘Benim apartman›ma giremezsiniz, onlara da dokunamazs›n›z’ demifl. Çok fazla söylenti var, Kürtler size sald›racak diyorlar.” “Sizce devlet bize ne yapar? Kamp diyorlar ama ‹kitelli’de on binlerce Suriyeli var bunu nas›l yapacaklar? Kamplar kaç kiflilik olacak, konteyn›rlarda m› yaflayaca¤›z?”

oldu¤u belli olan berber ve lokantalar›n da büyük zarar gördü¤ü olaylarda, sald›r›n›n daha de ileri gitmesini mahallenin ilerici, demokrat ve devrimci kurumlar›ndan kifliler engelledi. Polis ve faflistler mahalleye yönelik sald›r›y› f›rsat bilerek devrimcilerin yo¤unlukta oldu¤u Atatürk Mahallesi’ne girmeye çal›flt›, ancak bu sald›r› geri püskürtüldü. Yaflanan sald›r›n›n ard›ndan ‹kitelli halk› mahallesini savunmaya devam etti. Sald›r›dan sonraki akflam ‹kitelli Cemevi önünde bir araya gelen ilerici, demokrat, devrimci kurum ve kifliler Atatürk Mahallesi'nin girifllerinde nöbet tutarak olas› bir sald›r›n›n önüne geçti. Suriyeli göçmenlerin yaflam koflullar›n› iyilefltirmek, tepkiyi büyüten ucuz iflçilik, kira art›fl› gibi sonuçlar› ve ›rkç› sald›r›lar› engellemek için hiçbir ad›m atmayan AKP'nin polisleri ise mahalle üzerinde helikopterle keflif turlar› atarken onlarca çevik ve sivil polisi bölgeye y›¤d›. ‹kitelli halk› mahallede dayan›flma ortam› sa¤lanana dek sokaklarda olaca¤›n› duyurdu.

Mahallede yaflananlar› konufltu¤umuz bir di¤er isim ise 1989’dan beri orada yaflayan ve ikitelli Halkevi üyesi olan Yasemin Acar. Acar’a çözüm ne diye sordu¤umuzda verdi¤i yan›t her fleyi özetliyor: “Çözüm de bizim bu süreçte mahallede yapt›¤›m›z gibi bir kardefllik ortam› yaratmak. Suriyeli insanlara k›zan kiflilere adres olarak AKP ve Erdo¤an’› göstermeliyiz. Tüm bu sürecin gerçek sorumlular›ndan hesap sormak zorunday›z.”

Yasemin Acar

Art›k AKP için f›rt›na biçme zaman› Ve Ahmet Davutoğlu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 26. Başbakanı oldu. Bu makam için ciddi bir siyasi birikime, geniş bir kitle desteğine, kanıtlanmış bir örgütsel yeteneğe gerek duymadı. Sadece tek bir şahsın ihtiyaçlarını kestirip, bu ihtiyaçları karşılaması yetti. Kendisini siyaset dünyamıza “kazandıran” Abdullah Gül’den[1] uzak durdu, paralel yapıyla çok çetin bir savaş vereceğinin teminatını verdi ve hepsinden önemlisi Dışişleri Bakanı olduğu günden beri dışişleri politikasını tamamen iç politikanın (yani Tayyip Erdoğan’ın) ihtiyaçlarına göre şekillendirdi. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin sonuçtan çok yürütülüş biçimi ve söylem üzerine kurduğu sürdürdüğü dış politika, ülke tarihinde ilk kez AKP döneminde bu denli oya tahvil edilmiştir. Hükümetler değişse de devletin değişmeyen dışişleri politikası (ve dışişleri kadroları) Davutoğlu döneminde köklü değişiklere uğradı. Ancak bu durum yeni bir sistem ve tarz getirmediği gibi neredeyse hiçbir uluslararası ilişkide amaçlanan sonucu elde etmedi ve gerçek bir başarısızlığa dönüştü.[2] En büyük başarısızlığı ise kuşkusuz Suriye. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile 50’den fazla görüşme yaptı, hatta Erdoğan’la birlikte Suriyeli bakanlarla ortak bakanlar kurulu toplantısı örgütlediler. Ancak Tunus ve Mısır’da başlayan rejim değişikliklerinin ardından Esad'ın da devrileceğini varsayarak bu görüşmeleri kesti. Ağustos 2012’de NTV’de katıldığı bir programda, gazetecilerin, “Esad ne zaman gider?” sorusuna “Haftalarla sınırlı. Birkaç hafta içinde” yanıtını verdi. Yine Ağustos 2012'de, Suriye’den gelen mültecilerle ilgili olarak, “Kırmızı çizgimiz 100 bin mülteci” dedi. Aradan geçen iki yılda Esad hala devlet başkanı, mülteci sayısı ise 1,5 milyon. Musul’daki Başkonsolosluk personeli, IŞİD tarafından 11 Haziran 2014’te kaçırıldığında, “Kim-

se gücümüzü sınamaya kalkmasın” diye gürledi, o günden bu yana AKP, IŞİD’in elinde “gönüllü rehine” oldu. Böyle bir şahsın başbakan olarak bu ülkeye, bu halklara kazandıracağı hiçbir şey yok. Ama Tayyip Erdoğan’a kazandıracağı çok şey olmalı ki hiçbir liyakat kriterini barındırmayan bu şahıs kendisi tarafından başbakan yapıldı. Ahmet Davutoğlu bu ülkenin değil, Tayyip Erdoğan’ın başbakanıdır.[3] Ve asıl olarak ona hizmet edecektir. Hukuksuzluklarını göz ardı edecek, yolsuzluklarının uluslararası çapta büyümesini sağlayacak, onun yerine yalan söyleyecek, sesi kısıldığında sesi olacak[4], onun emirlerini aktaracak ve ona her şartta siper olacak bir başbakan. Ona bu makamı ne oy sandığı, ne partisi verdi, ne de kişisel başarısı sağladı. “Doğal olarak” ona bu makamı veren için çalışmaya, kraldan çok kralcı olmaya mecbur. Ve Dışişleri Bakanlığında yaptığı gibi sürekli yeni sorunlar, yeni krizler yaratmaya. Tayyip Erdoğan’da ise değişen bir şey yok, nasıl başbakanlık yaptıysa öyle cumhurbaşkanlığı yapacak. Ait olduğu düzenin hukukuna uymak bile onun için imkansız. Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını Resmi Gazete’de yayımlatmadı. Milletvekilliğine ve başbakanlığa üç-beş gün bile yasal olarak ara vermek onun için katlanılamaz bir durum. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar ayarlamak zorunda. Çünkü AKP ile kurulan düzen boşluk kabul etmiyor. Bütün bilgiyi ve yürütmeyi tek bir merkezde toplamak Tayyip Erdoğan için hem bir zorunluluk hem de bir tercih. Hem başbakanlık hem de cumhurbaşkanlığını yapacak olması ise AKP’nin en zayıf noktası olacak. Davalarının (davasının) en güçlü göründüğü dönemde en büyük zayıflamasını yaşayacak. Artık AKP için fırtına biçme zamanı. 12 yıl boyunca yarattığı sorunları çözemeyeceği gibi bu sorunlar hem katlanarak büyüyecek

hem yenileri eklenecek. Suriye’den, kendi vatanlarından kaçmak zorunda kalan (daha AKP’nin adını bile koyamadığı) sayıları 1 buçuk milyona ulaşan sığınmacılar, mülteciler. Patronlar için arayıp da bulamadıkları fırsat; boğaz tokluğuna çalışan yüz binlerce köle. Ne haklarını arayabilirler ne alamadıkları maaşlarını. AKP ise “üç maymunu” oynamakta. Doğrudan kendisinin neden olduğu bu sonucun; etkileri kendisine yönelmediği sürece her türlü ırkçı eğilimi, eylemi yaratmasında hiçbir sakınca görmüyor. Bu konuda tepkinin asıl yöneltilmesi gereken hedef AKP kadrolarıdır. Suriye’de iç savaş çıkartmayı destekleyen, milyonlarca insanın geleceğini değiştiren AKP politikaları, bu kadrolar aracılığı ile yaygınlık kazanmıştır. Suriyelilere karşı nefret ve öfke saçan faşistlerin ve gericilerin Avrupa’daki (ya da dünyanın diğer yerlerindeki) ırkçılardan/faşistlerden hiçbir farkı yoktur, Suriyeli göçmenlerden şikayet etmeye hakkı da yoktur. Şikayet edebilecekleri tek şey AKP iktidarının kendisidir. Bugün Suriyelilerin zorla geri gönderilmesini isteyenler, ilk önce kendi vatandaşlarının (sayıları 3 milyonu bulan) Avrupa’dan geri gelmesini savunsunlar/sağlasınlar. Üstelik unutmasınlar ki Suriyeli sığınmacılar/mülteciler bu topraklara kendi istekleriyle gelmediler, AKP’nin parçası olduğu bir tezgahın zorunlu göç edenleri onlar. Bölge din ve mezhep temelli savaşların coğrafyası haline gelirken Suriye’den Şengal’e bölge halkları savaştan kaçarak bu topraklara sığınırken Ortadoğu’da halkların emperyalistlere, işbirlikçilere ve mezhepçi faşizme, dinsel gericiliğe karşı direnişi büyütmesi ertelenemez bir görev. 1 Eylül öncesi ısınan sokaklar savaş suçlularına dar edilmeli. Üstelik Türkiye halkları için hedef açık; biri cumhurbaşkanlığı diğeri başbakanlık koltuğuna oturan, diğeri hakkında ise MİT müsteşarı

mı kalsın dışişleri koltuğuna mı otursun diye yer aranan üçlü savaş çetesi hesap vermeli. Bölge halkları ile en büyük dayanışma AKP’nin savaş politikalarını durdurmak ve onları oturdukları koltuklardan alaşağı etmek olacak. Elbette bu ülke topraklarında cihatçı çetelere örgütlenme zeminini yaratan gericiliğe karşı mücadele, bugün toplumsal yaşamın her alanı ve anında yükseltilmek zorunda. Eğitimin dinselleştirilmesinden kadınların toplumsal yaşamdan tecrit edilmesine, Alevilere yönelik mezhepçi saldırılardan müftülük fetvalarına kadar iktidarın toplumsal gericiliği örgütlemek üzere attığı her adım misliyle karşılık bulmalı… IŞİD, uyguladığı “Sünni terör” ile sınırın hemen yanı başında yaktığı yangını büyütüyor. AKP’nin buna yanıtı da “üç maymunu” oynamak. Bu terör ülke sınırları içinde de kendisine uygulama alanı bulduğunda ise yine bu durumu fırsata dönüştürecek formüller arayacak. Bu durumun gelecekte kendisi için de tehlike yaratacağını bilen başta ABD ve Almanya olmak üzere bazı emperyalist ülkeler şimdiden oyun alanına sızmış durumdalar.[5] Ülke yabancı istihbarat örgütlerinin cirit oynadığı (bu ata sporunu bizimkilerden daha iyi bildikleri kesin) saha haline geldi. ABD, Almanya’nın bölgedeki rolünü zayıflatmak için “Türkiye’nin Almanya tarafından dinlendiği” bilgisini sızdırıyor. AKP’nin elinden ne gelebilir ki, rüzgar eken kendisi değil mi? Erdoğan-Davutoğlu ekürisinin tek sorunu bunlar olsa şükrederlerdi herhalde. Kapıda bekleyen ekonomik kriz bir başka büyük dertleri olacak. Artık ucuz sıcak para bulma dönemi kapanıyor. Ali Babacan’ı ikna edebilirlerse psikolojik güveni bir süre daha sağlayabilecekleri hayali peşindeler. Tabii bir de yağma ve talan ekonomisi var, güvendikleri. Rant yaratıp, rantı paylaşmanın “dayanılmaz ca-

zibesi” hala AKP’nin sattığı en değerli mal. Şimdi sırada ülkenin yeraltı zenginlikleri, madenler var. AKP’nin son dönemi, yağmalanacak ne kaldıysa hepsini, hem de en kestirme yoldan yağmalamaktan geçecek. AKP en güçlü rüzgarı sokağa ekmişti. Hatta fırtınanın bir kısmını Haziran’da “tahsil” de etmişti. Ancak epey bir miktar alacağı kaldı. Bu dönem çiçeği burnunda yeni başbakanın uğraşacağı en büyük dert, tıpkı kendisinden öncekinin olduğu gibi yine sokak olacak. Sokakta tezgahlarını bozan toplumsal muhalefetin dinamik, devrimci güçleri olacak. İstedikleri kadar kapalı kapılar ardında tezgahlarını planlasınlar, eninde sonunda bu tezgahları sokakta uygulamaya çalışmayacaklar mı? İşte örneği Galataport, yapabildiler mi toplantılarını? Fatih Ormanı’nın talan projesini ofislerindeki maketlere bakarak hayal etsinler. Artvin Arhavi’de HES’i durdurup AKP’li belediyeyi ‘hepimiz inşaat şirketiyiz” yazılı dövizlerin taşındığı ve AKP teşkilatından başka kimsenin katılmadığı HES’e destek mitingleri yapmak zorunda bırakan, Anadolu’nun dört bir yanında taş ocaklarından, madenlere, atık tesislerinden HES’lere ÇED toplantılarını yaptırmayan, kentlerine, korularına, bostanlarına, okullarına sahip çıkanların örgütlediği hak mücadelesi sokağın en dinamik yönünü oluşturuyor. Şimdiye kadar yaşananlar (ve yaşanacak olanlar) göstermektedir ki AKP'nin elini rahatlatan en önemli koz, muhalefetin parlamento içine hapsolmasıdır. Bu noktada CHP'nin hakkını teslim etmek gerek. AKP karşıtı potansiyeli hem parlamentoya yönlendirmek hem de AKP'lileşerek AKP'ye rakip olmaya çalışmak, CHP yönetiminin nadide taktikleri. Bir malın gerçeği varken çakmasını kimsenin almayacağı açık ama bu yalın gerçek Kurultay öncesi 'muhafazakar açılıma devam'

diyen Kılıçdaroğlu'nun kendi deyimiyle 'bilinçli politikasını' değiştirmiyor. Açık ki Kılıçdaroğlu neoliberal-İslamcı düzenle uzlaşmış ve misyonunu toplumsal muhalefeti de bu düzenle uyumlulaştırma olarak tanımlamış bir CHP konusunda net. Peki ya Haziran 2015'e kadar Tayyip Erdoğan için “yok varsayılacağı” kesin olan parlamentoyu şimdiden gündemlerinin baş köşesine koyan diğer muhalefet güçleri? Aslında dipnot olmayı hak eden bir uyarıyı da şimdiden Haziran’da yapılacak seçimleri dert edinen solculara söylemek gerek. Emeğinizi heba etmeyin. Gözünüzü, yüreğinizi, hayallerinizi sokaktan ayırmayın… Dipnotlar: [1] Davutoğlu, ‘Büyükelçi’ unvanını, onu Malezya’dan Ankara’ya getiren Abdullah Gül’ün isteğiyle edindi. [2] Davutoğlu’nun icraatlarından birkaçını hatırlamak yerinde olur. Bakan olur olmaz ilk icraatı Batı’nın ‘terörist’ kabul ettiği Hamas Lideri Halid Meşal’in ağırlanmasıydı, daha sonra soykırım ile suçlanan ve ‘Darfur Kasabı’ lakaplı Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir 2009’da ülkeye davet etti. Ama bu davet, Batılı ülkelerin verdiği notalar sonucunda iptal edilmek zorunda kaldı. Ermenistan sorunu çözeceğim diye girişimde bulundu, ama Ermenistan’ı da Azerbaycan’ı da daha düşman hale getirdi. İran’ın nükleer silahları için aracı olacaktı, tam anlamıyla devre dışı kaldı. Bugün Ortadoğu’da pek çok ülkede büyükelçi yok. Tarihte ilk defa bir Türkiye büyükelçisi istenmeyen kişi ilan edildi; Kahire Büyükelçisi. En son ki rezaleti ise İŞİD tarafından kaçırılan ve hala esir tutulan 49 konsolosluk görevlisi. [3] Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde sürekli başvurduğu; benim bakanım, benim valim, benim belediye başkanım söylemlerinde olduğu gibi. [4] 30 Mart seçimlerinde Erdoğan’ın sesi kısılınca Konya’daki mitingde onun yerine yaptığı konuşma ile ilk testten geç-

mişti. [5] Bulgaristan’ın Türkiye sınırına hem duvar örülmeye hem de hendekler kazılmaya başlandı bile


4

GÜNDEM 28 A¤ustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

Laikli¤i yeniden düflünmek alkevleri’nin Antalya Belediyesi'nin "kadınlara mahsus plaj" uygulamasına yönelik tepkisi, Oral Çalışlar'dan Binnaz Toprak'a kadar bir dizi "sol" görünümlü liberal aydının küçümsemesiyle karşılandı. Çalışlar, Halkevcilerin (ve esas olarak da Halkevci kadınların) kadınlar plajına karşı tepkisini "laikçi muhafazakarlık" olarak nitelendirdi. Çalışlar'a göre kadınlar plajı, örtülü kadınların modern yaşamla kaynaşması yönündeki bir toplumsal ilerlemeyi temsil ediyordu. Toprak, "kendi gençliğinde Bostancı'da kadınlar plajı olduğunu söyleyerek gösterilen tepkiyi anlayamadığını, erkeklerle bir arada denize girmekten çekinen kadınlar için ayrı plajların oluşturulabileceğini" söyledi. Bugüne kadar laiklik tartışmasını "Kemalist Cumhuriyetçilik" ve "ifade özgürlüğü" bağlamında tartışan ve "özgürlükçü laiklik" denilen devekuşuna binen sosyalistler tartışmanın dışında kalmayı yeğlediler. "Antalya olayı", İslam Devleti'nin (ID) Türkiye sınırlarına dayandığı, kamusal yaşamın "ulemaya sorularak" düzenlenmesini isteyen Erdoğan'ın Cumhurbaşbakanı olduğu günlerde Türkiye sosyalist hareketinin laiklik konusundaki iç tartışmasının gerçek hayatla bağlarının ne denli zayıf olduğunu bir kere daha gösterdi. İçinde bulunduğumuz politik momentte Türkiye sosyalist hareketinin laiklik sorununu yeniden tartışmaya ihtiyacı var. Haziran İsyanı bağlamında yaşanmakta olan siyasal toplumsal dönüşüm bir yandan, Ortadoğu coğrafyasında başgösteren yeni şeriatçı-cihatçı dalga diğer yandan Türkiye sosyalist hareketinin laiklik konusundaki siyasi tutumunu gözden geçirmesini gerektiriyor. Türkiye Sosyalist Hareketi de Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi de bugüne kadar Türkiye'deki laiklik sorununu, "Kemalist Cumhuriyetçilik" ile "Siyasi İslam" arasındaki siyasal toplumsal çatışmaya "kendi bulundukları yerden" bakarak tartıştılar. Siyasi İslam’ın "toplumsallaşması" sürecinde devlet iktidarıyla girdiği çatışmanın devlet tarafınFerda da özgürlük düşmanlığıyla damgalı 12 Eylül'cüleKoç rin "faşist Kemalizm"inin ferdakoc@ bulunması, sosyalistlerin hotmail.com bu çatışma karşısındaki tutumunda belirsizlik yarattı. 1985'den bugüne Sosyalistler 12 Eylül Anayasası’yla "sivilleştirilen" faşizme karşı özgürlük ve demokrasi için mücadeleyi ön plana almışlardı. Siyasi İslam "sivilleştirilen faşizmin" devlet iktidarıyla girdiği siyasi toplumsal çatışmayı ifade özgürlüğü bağlamına oturtmayı başararak sosyalistleri tereddüde düşürdü. "Kırk katır mı kırk satır mı" ikileminde kalan sosyalistler, "din ve vicdan özgürlüğü" ile "ifade özgürlüğü" arasındaki ilişkiyi belirsizleştiren "özgürlükçü laiklik" kavramına sarılarak topu taca attılar. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ise Siyasi İslam'ın Kemalist Cumhuriyetçilikle sorununu "Kemalizm karşıtlığı" ve "kimlik sorunu" bağlamında ele alarak bir başka yoldan "özgürlükçü laiklik" kavramına ulaştı. Liberalizmin etkisi altında oluşturulan "özgürlükçü laiklik" kavramının özlü bir tanımı son olarak Selahattin Demirtaş'ın Yeni Yaşam Bildirgesi'nde yapıldı. Demirtaş, "Din ve vicdan özgürlüğünü içselleştirmiş, dini devletin tekelinden kurtaracak ve siyasetin aracı olmaktan çıkaracak, dini inancı olan veya olmayan herkesin eşit yurttaşlık temelinde istediği gibi yaşayabilmesine imkan veren özgürlükçü laiklik geliştirilmelidir" diyordu. özgürlükçü laikliğin bu ve buna benzer tanımları, "akademik" olarak son derece dengeli, dikkatli ve doğru gibi görünse de Türkiye'de toplumsal yaşamın dinselleştirilmesine bağlı olarak genelleşen muhafazakarlığa karşı etkili bir baraj oluşturmak için elverişli bir temel sunmadığı ortada. Çünkü bu tanım laikliği bir "din ve vicdan özgürlüğü" sorunu olarak sunmakta, devletin dini inancın toplumsal uygulaması karşısındaki denetleyici rolünü bir "sorun" olarak görmektedir. Oysa gerek AKP iktidarının, gerekse de IŞİD tehdidinde somutlaşan şeriatçı dalganın tehdidi altındaki toplumsal kesimler için "Laiklik" ilkesinin yakıcı anlamı, "dinci hareketlerin tehdidinden koruyan bir kamusal kalkan"ın oluşturulmasıdır. "Antalya Olayı", ikili bir “kapatma” hareketi, kadınlara ve halkın haklarına yönelik ikili bir tehdittir: Antalya olayı, "din ve vicdan özgürlüğü"yle sarılmış bir "kadın kapatma" hareketi olarak kadınları tehdit etmektedir. Ve Antalya Olayı, her bir santimetrekaresi bu ülkede yaşayan kadın erkek herkesin hakkı olan sahilleri belirli bir inançtan erkeklerin (ve onlar üzerinden rant sağlayan sermayenin) "kapatması" haline getirerek halkın haklarını tehdit etmektedir. Bu ikili karakteriyle Antalya olayı bir "neoliberal siyasal İslam" olayıdır. Antalya olayı aynı zamanda, sosyalistlerin laiklik tartışmasında "laikliği" kimin ve neyin savunma silahı haline getirmeleri gerektiği konusuna odaklanmalarını vurgulayan, somut bir ilerici halk direnişi örneği olarak kavranmalıdır.

H

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Ergenekon Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No: 175/2 fi‹fiL‹/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

Erdo¤an, yerine suç orta¤›n› atad› Cumhurbaflkan› seçildikten sonra daha ilk ad›mda anayasal suç iflleyerek Baflbakanl›k ve parti genel baflkanl›¤› koltu¤unda oturmaya devam eden Tayyip Erdo¤an fiilen “partili cumhurbaflkanl›¤›” sistemini uygulamaya geçirirken baflbakanl›¤a savafl politikalar›ndaki suç orta¤› Ahmet Davuto¤lu’nu atad› ÖZGE OZAN

T

ayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı siyasal krize çare olmadığı gibi verili sistemin fiili adımlarla zorlandığı bir süreci hızlandırdı. Anayasa’nın 101. maddesinde yer alan “Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” hükmünü ihlal eden ve seçim sonuçlarını Resmi Gazete’de yayımlatmayarak “kanuna karşı hile” suçunu da işleyen Erdoğan için bu durum hem tercih hem zorunluluk. Seçim sonuçları Erdoğan için derinleşen rejim krizini çözecek olanakları üretmedi. En son IŞİD’in Musul rehinelerinde simgeleşen Ortadoğu politikasının krizi, ekonomik kriz emareleri, sermayenin tüm fraksiyonlarını temsil edebilmekten uzaklaşmış olması, iktidarının merkezine oturttuğu yolsuzluklarla anılan çetevari ilişkilerin sürekliliğinin sağlanması sorunu, güvenlik ve yargı alanında etkileri süren AKP-Cemaat çatışmaları, AKP içi gerilimler ve Haziran İsyanı’nda kendini gösteren sokak dinamiği Erdoğan’ı iktidarını korumak için yetkiyi tek elde toplamaya ve bu uğurda hukuk tanımamaya zorluyor. Bu hukuk-teamül tanımazlık, Erdoğan’ın örgütüne yönelik “dava şuuruyla hareket edin” sözleriyle birlikte gerçek anlamını buluyor. Dava uğrunda her şey yapılabilir!

ZAMANINI BEKLEYENLER VAR Erdoğan için başbakan ve parti genel başkanını tek elden belirlemiş olmak da AKP içindeki gerilimleri ortadan kaldırmaya yetmedi. Erdoğan “sadakat kriterini” temel alarak seçimini yaptığını vurguladığı konuşmasıyla Ahmet Davutoğlu’nu başbakan olarak atadı. Ancak Gül’ün “siyasete ben soktum” dediği Davutoğlu’nun atandığı bu süreçte, Abdullah Gül’ü ve eşi Hayrünnisa Gül’ü susturmak mümkün olmadı. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından siyasi alana Akdoğan ve Arınç arasındaki “yeni yetmeler” polemiği ile yansıyan parti içi gerilim Gül’ün adaylığının önünün parti kongre tarihinin 27 Ağustos olarak belirlenerek kesilmesi ve Erdoğan’ın otoritesini kullanması ile fiili bir ayrılığa dönüşmedi. Gül ve Arınç ikilisi ile simgelenen parti içi güç odakları AKP içi bölünmeye yönelik beklentiyi boşa çıkarırken, bu ikili siyasal olarak kendilerini daha fazla yıpratmayacak ve “çağrıldıkları zaman” güçlü biçimde inisiyatif alabilecekleri bir pozisyona geri çekildi. “AMA FAZLA SUSMAYACA⁄IM” Cumhurbaşkanlığı veda resepsiyonunda Abdullah Gül’ün “Bizim cenahtan epey saygısızlık gördüm” açıklamasının ardından asıl gündeme oturan ise Hayrinüssa Gül’ün Erdoğan’ın sözcülüğünü ya-

pan Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi’nin elini sıkmaması ve “Fazla susmayacağım; asıl intifadayı ben başlatacağım” sözleri oldu. Gül ise yayımladığı veda açıklamasında “Siyasi kimliğime rağmen, tarafsızlığımı titizlikle korudum” derken kuvvetler ayrılığı ilkesinin, denge-fren sisteminin demokrasi için öneminin altını çizdi, basın özgürlüğünün önemine değindi ve “ülkemizin ulaştığı düzeye ve geleneksel ahlak ve adabımıza yakışan yeni bir siyaset üslubuna olan ihtiyaç” diyerek Erdoğan’ın üslubuna gönderme yaptı. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna “paralel yapı” ile

mücadele şiarıyla çıkan ve TBB Başkanı Feyzioğlu nedeniyle adli yıl açılışına katılmayacağı açıklanan Erdoğan karşısında Gül’ün veda mektubunda “Kutuplaşma ve rövanşizm, intikamcılık eğilimleri tespit ettiğim zamanlarda, bunlardan kaçınılmasını hep arzu ve telkin ettim” sözlerine yer verildi. Gül’ün veda mesajındaki vurgular, Davutoğlu başbakan olsa da Erdoğan’ın fiili başkanlık rejimi içinden partiyi yönetmesine yönelik itirazların yükseleceğini ve parti içinde çok merkezli yapının iktidar bloğu içindeki kaymalara da bağlı olarak çatışma zemini üretmeye devam edeceğini gösteriyor.

CHP: Muhafazakar açılıma devam C

umhurbaşkanlığı seçimlerinde alınan yenilgi CHP’yi kurultaya götüren süreci başlattı. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterildiği seçimlerde CHP tabanı Kılıçdaroğlu’nun seçim politikasını İhsanoğlu’nu Erdoğan karşısında kerhen destekleme, sandığa gitmeme ve Demirtaş’a oy verme tavrı ile karşıladı. CHP iki milyona yakın seçmeni kaybetti. Seçimlerin ardından CHP’de Kılıçdaroğlu yönetimine karşı ilk bayrak açan ise “Ulusalcı kanat” olarak tanımlanan milletvekilleri oldu. Emine Ülker Tarhan sözcülüğünde toplanan vekiller Kılıçdaroğlu’nu istifaya çağırırken, kurultayın toplanmasını istedi. Bu çıkışı Genel Başkan Yardımcısı Muharrem İnce’nin kurultay çağrısı ve genel başkanlığa adaylığını ilan etmesi izledi.

KURULTAY’A EVET, DE⁄‹fi‹ME HAYIR Kemal Kılıçdaroğlu mevcut delege yapısı ile kazanacağına emin olduğu Kurultay’ı 5-6 Eylül tarihlerinde toplayacağını ilan etti. Kılıçdaroğlu yönetimi bu hızlı Kurultay’la hem parti içi muhalefeti tasfiye etmeyi hem

CHP 5-6 Eylül’de Kurultay’a gidiyor. K›l›çdaro¤lu yerel seçimlerde ve Cumhurbaflkan› seçimlerinde yenilgiyle sonuçlanan sa¤muhafazakar çizgiyle yak›nlaflma politikas›n› sürdürüyor de örgütü kendi ihtiyaçlarına göre yapılandırmayı planlıyor. CHP örgütünün, kendi içinden daha sol ve demokrat bir akım çıkartma yeteneğine sahip olmaması mevcut yönetimin tek alternatifinin delege gücü de zayıf olan ulusalcı-milliyetçi kanat olmasına neden oluyor. Sarıgül’ün de desteğini alan Kılıçdaroğlu kurultay ile “Ulusalcı”ları tasfiye edip, solu yedekte tutarak “sağa kayma” sürecinde de meşruiyet zemini oluşturacak.

“SOL KANAT”IN SES‹ KISIK 2015 seçimlerinin yaklaşıyor olması ise Kurultay’a yönelik tu-

tumların yine milletvekili olma, parti yönetiminde görev alma kaygılarıyla şekillendirileceğini gösteriyor. Bunun en belirgin göstergelerinden biri CHP içinde “sol”da görünen ve Haziran İsyanı’nda sokakla ilişki kuran milletvekillerinin CHP merkezinin politikalarını eleştirme yönündeki çekingenliği ve ‘muhafazakar açılıma devam” diyen Kılıçdaroğlu’nun yanında yer almaları. Kılıçdaroğlu da 2015 genel seçimlerini parti içi krizi ve taban tepkilerini bastırmanın aracı haline getirmiş durumda. CHP içinden “sol”a dair tek ses ise kendilerine sol kanat ismini veren ve partide etkili pozisyonu

kalmayan eski milletvekilleri Ercan Karakaş ile Kenan Sönmez’in de içinde bulunduğu bir gruptan geldi. “Sol kanat” adına yapılan açıklamada “Sağın ve siyasal İslam’ın temsilcilerinden bu ülkeye hayır gelmediği gibi ülkemizin sorunlarına yeni sorunlar kattılar” denildi, kongre süreçleri işletilerek örgütün yenilenmesi çağrısı yapıldı.

MUHAFAZAKAR AÇILIMA DEVAM Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra tatilcileri, anket şirketlerini, seçim için çalışmayan parti içi muhalifleri ve solu suç-

layan Kılıçdaroğlu Kurultay yaklaşırken “sağa açılım” politikasının arkasında durmaya devam ediyor. Kılıçdaroğlu Hürriyet’ten Fatih Çekirge’ye verdiği röportajda önümüzdeki dönem “muhafazakarlara açılım” dönemi olacak açıklamasını yaptı. Taraf gazetesinden Tuba Tekerek’e verdiği röportajda ise “Bizim dindarlarla barışmamız lazım” derken Mansur Yavaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu gibi sağ isimleri aday göstermesinin deneme yanılma değil bilinçli bir politika olduğunu vurguladı, bu çizginin tabanda karşılığını bulduğunu iddia ederken sağ isimleri partiye davet ettiklerini söyledi. Bu söylem üzerine ilk icraat eski Saadet Partili ve Has Parti kurucularından Mehmet Bekaroğlu’na Parti Meclisi üyeliği önerilmesi oldu. Kılıçdaroğlu’nun tutumu cemaatle, tüm sağ siyasi güçlerle, Süleyman Demirel’le, ABD ile, tekelci sermayeyle ittifak arayışları içinde neoliberal ve İslamcı düzenle doğrudan uzlaşmış ve toplumsal muhalefeti de bu düzenle uyumlulaştırma görevi üstlenmiş bir CHP’nin inşası politikasının süreceğini gösteriyor.

‘Provokasyon aralığında’ müzakere C

umhurbaşkanlığı seçiminin hemen ardından HDP heyetinin İmralı ziyareti sırasında Öcalan “30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır” açıklaması yaptı. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı koltuğunu fiili bir başkanlık sistemi için kullanacağını gösterdiği bir dönemde Öcalan’ın açıklaması Kürt hareketine yakın kimi aydınlar tarafından eleştirilerle karşılandı. Nuray Mert, Öcalan’ın ‘demokratik devlet’ inşası için ‘tarihsel dönüşüm ve oluşan zeminden söz etmesinin en iyi ihtimalle muhafazakar hareket ile Kürtler arası pazarlıktan demokrasi çıkacağına işaret ettiğini vurgulayarak Türkiye’nin halihazırda -Çankaya’nın siyasetin merkezi olduğuotoriter bir düzene geçiş yaptığını ve gördüğü zeminin demokrasi zemini ile uzaktan yakından alakası olmadığını yazdı. Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası bir açıklama da hükümetten gelmiş, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay “Yol haritası eylüle kadar netleşecek, İmralı’ya yeni heyetler gidecek. Kandil ve Avrupa ile görüşmelerin yapılmasında fayda var. Oluşacak yeni heyetimizin Kandil’le de direkt görüşmesini arzu ediyorum” demişti.

‘AKP ATEfiLE OYNUYOR’ 15 Ağustos tarihinde, 10 aydır Lice Yolçatı Köyü mezarlığında bulunan Mahsum Korkmaz heykelinin ‘açılışı yapıldı’.

19 Ağustos’ta sabaha karşı heykeli yıkmak üzere binlerce askerin düzenlediği saldırıda Mehdi Taşkın başından vurularak öldürüldü. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı aynı gün yaptığı açıklamada “AKP zihniyeti IŞİD zihniyetidir” diyerek AKP’nin ateşle oynadığını “zaten olamayan bir süreci”, çatışmasızlık ortamını dinamitlediğini belirtti. KCK, Kürt halkını omuz omuza direnişi yükseltmeye çağırdı. HPG ise asker saldırısında halkın fazla zarar görmesini önlemek üzere gerilla güçlerinin müdahalede bulunduğunu duyurdu ve hesap sormak için yaptıkları misilleme eylemlerinde 12 asker ve polisin öldürüldüğünü açıkladı. TSK ise resmi sitesinde saldırı bilgilerine yer verdi ama ölü ve yaralı olmadığını duyurdu.

‘ANITLARIN EN GÜZEL‹ MÜZAKERE VE ÇÖZÜM OLASILI⁄I’ Lice protestoları diğer illere yayılıp çatışmalar sürerken HDP’den bir heyet Kandil’e gitti. Kürt hareketinde bu defa anıtla ilgili “provokasyon” söylemi başladı. Özgür Gündem’de yazan Delil Karakoçan, Öcalan’ın sözlerini Kürt halkının 30 yıllık beklentisinin karşılığı olarak yorumlarken “Lice provokasyonunun” bunu gölgelediğini söyledi. Karakoçan “Sürece uygun olmayan ve askeri figürleri ön plana çıkaran bu zamansız yapıt” diyerek heykeli ve açılma zamanını eleştirirken heykelin saldırgan ve provokatif seramonilerle yıkıldığını ve karşılıklı -Atatürk büstlerinin yıkılması gibi- provokasyonların geliştiğini söyledi. Karakoçan, “Kürt

sorununda bir provokasyon aralığı var” derken heykelin dikilmesiyle başlayan sürecin spontane olmadığını belirtti ve “Lice provokasyonu”nun çözüm olasılığına yönelik savaş ağalarının tepkisi olduğunu yazdı. Karakoçan “Müzakere ve çözüm olasılığı, anıtların en güzeli, en büyüğü ve en anlamlısıdır” diyerek ‘Provokasyona gelip sürece zarar vermeyelim’ dedi.

HEYKEL ‹Ç‹N SORUfiTURMA, MÜZAKERE ‹Ç‹N ‹LKE PAKET‹ KCK yetkilileri ile görüşmek üzere Kandil’e giden HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken dönüşte yaptığı açıklamada, KCK yetkililerinin Lice’deki heykelin KCK merkez organlarıyla ortaklaşılmadan dikilmesi ve sonrasında yaşanan gelişmelerle ilgili bölgedeki yerel birimler hakkında, “etkin soruşturma” başlattığını aktardı. Baluken KCK'nin sürece yönelik talebini şöyle özetledi; “Müzakere heyetlerinin genişlemesi, görüşmeleri kayıt altına alacak sekretaryanın oluşturulması, süreci denetleyecek izleme kurulunun oluşturulması, İmralı'da Öcalan'la farklı heyetlerin görüşmesinin önünün açılması, Öcalan'ın koşullarının değiştirilmesi, müzakere pozisyonuna denk düşecek çalışmaları yapabileceği koşulların oluşturulması, devletin ateşkesi ihlal anlamına gelen karakol yapımları HES, güvenlik barajları yapımlarına son vermesi”.


5

GÜNDEM 28 Ağustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

DÖKTÜK LERİ K A NDA BOĞULACA K LA R

Savaş suçlularına koltuk kurtuluş değil Tayyip Erdo¤an-Ahmet Davuto¤lu-Hakan Fidan’dan oluflan “Savafl Troykas›” ya da daha yak›flan ad›yla “üçlü çete” iktidar›n tepesine yap›flarak hem kendilerini hem de vazgeçemedikleri savafl politikalar›n› güvence alt›na almaya çal›fl›yor. Türkiye tarihinin en kanl› sald›r›s› Reyhanl› kat-

liam›n›n ve s›n›r kentlerinden tüm ülkeye yay›lan ateflin, Suriye’de yüz binlerin katledildi¤i mezhepçi terörün, Kürtlere kan ve savafl vaat eden “bar›fl” sürecinin bu önde gelen suç ortaklar›, hem birbirlerine hem koltuklar›na sar›lm›fl, hesap vermekten kurtulacaklar›n› san›yor. Erdo¤an Çanka-

ya’yla, Davuto¤lu Baflbakanl›kla, Fidan D›fliflleri Bakanl›¤› ya da istihbarat içinde muhtemel bir terfi ile arz› endam edecek. Ama savafl suçlar›n› ve katliamlar› ne cumhurbaflkanl›¤› aklayacak, ne baflbakanl›k. Halklar halk düflmanlar›ndan hesap soracak.

İşgalciyle koşar adım bataklığa... ÇAĞLAR ÖZBİLGİN

I

rak’ı işgale giden ABD askerlerinin Türkiye topraklarını kullanması için AKP tarafından hazırlanan savaş tezkeresi, Türkiye sosyalist hareketinin öncülüğünde yükselen savaş karşıtı muhalefetin basıncı altında 1 Mart 2003’te TBMM’de yapılan oylamada reddedildi. 1 Mart’ta yanlış oy hesabı yaparak istemediği bir sonuçla yüz yüze gelen AKP, ABD’ye kendini ispatlamak için 20 Mart’ta İncirlik Üssü’nü ve Türkiye hava sahasını ABD’ye açan bir tezkereyi firesiz oylayarak TBMM’den geçirdi. 1 milyon kişinin öldüğü işgalde, ülkeyi kana boğan savaş uçakları Türkiye’den havalanıyordu. 1 Mart tezkeresinin reddi ile sosyalist hareket sadece emperyalist savaşa karşı örnek bir deneyim yaratmakla kalmadı, ABD emperyaliz-

minin Irak işgalinde istediği başarıyı elde edememesine ve anti-emperyalist direnişin güç kazanmasına katkıda bulundu. AKP teşvikiyle işgalci şirketlerin taşeronluk işlerini yürütmekle övünen Türkiye, çoğunluğu radikal İslamcılar tarafından kafası kesilen kamyon şoförleri olmak üzere 200’e yakın işçi ölümüyle, işgal altındaki Irak’ta ABD ve İngiltere’den sonra en fazla can kaybı yaşayan üçüncü ülke oldu. Afganistan-Pakistan coğrafyası, ABD için bir başka bataklık oldu. ABD, Vietnam’dan sonra tarihinin en büyük savaşını verirken, “Müslüman ağırlıklı” tek NATO ülkesi Türkiye’ye de askeri destek görevini biçti. Gulbettin Hikmetvar’ın dizinin dibine çökmüş Tayyip Erdoğan’ın iktidarı da bu görevin uygulayıcısıydı. AKP başkent Kabil’de kukla yönetimi koruyan TSK’ye bağlı askerlerin bölgedeki görev süresini

uzattı. 15 TSK mensubu işgal güçlerinin emrinde silah başında yaşamını yitirdi. İSRAIL’I KORU, LÜBNANLILARI KAÇIR 2006 Lübnan-İsrail savaşında, direniş güçlerinin yenilgiye uğrattığı İsrail için “BM Barış Gücü” konuşlandırıldığında AKP yine askeri destek yollamıştı. Lübnan İsrail sınırında, İsrail’i korumak üzere konuşlandırılan “Barış Gücü” adlı uluslararası işgal gücündeki Türk askerleri 2006’dan 2013’e kadar görev yaptı. 2013 itibariyle Türk askeri artık Lübnan’da protesto edilir hale geldiği için daha fazla kalması da mümkün değildi. Çünkü Mayıs 2012’de İran’dan dönen 11 Şii hacı, CIA’nın talepleri doğrultusunda Türkiye sınırında kaçırılmış ve Lübnanlılar AKP hükümetinin olayla doğrudan bağlantılı olduğunu yazmıştı. Şii hacılar geriliminin

sonuçları; AKP’nin ve Türk askerinin “barış” diye gittikleri Lübnan’da protesto gösterileri ile uğurlanması ile sınırlı kalmadı, ülkede peş peşe Türkiyeliler kaçırıldı. AFRIKA BOYNUZU’NDA SÖMÜRGECILIK HAYALI AKP’nin “yeni Osmanlı” ve “bölgesel güç” safsataları öncülüğünde kapıldığı hayaller Afrika’ya kadar uzandı. Neoliberal yenisömürgeciliğin Afrika çıkarmasından kırıntılar kapma hevesiyle 2009’da “deniz ticareti güvenliği” gerekçesiyle deniz yolunu işgale giden NATO gücüne Türk savaş gemileri destek verdi. AKP karada da faaldi. Somali halkına “yardım eli” olarak sunulan şovlar, zamanla Somali’nin iç işlerıne müdahaleye, demokratik ve barışçıl bir ülke için bedel ödeyen Somaliland’ın Somali’ye şiddetle bağlanmasına yönelik hamlelere dönüştü.

İsrail’e kalkan olan Filistin’e dost olamaz A

KP’nin ikiyüzlülüğünün zirveye ulaştığı konu Filistin sorunu. Ortadoğu’daki işgal politikalarını, dünyanın dört bir yanında sürdürdüğü siyasi-askeri-ekonomik ilişkilere sırt dayayarak derinleştiren, İsrail’e kurulduğu yıldan bugüne desteğini esirgemeyen Türkiye egemenleri AKP iktidarıyla bu ilişkileri çok daha ileriye taşıdı. Askeri düzlemde 12 anlaşmanın, NATO işbirliğinin ve ticaret şemsiyesi altında gizlenen onlarca ortaklığın önüne, ne Tayyip Erdoğan’ın “Tepkim moderatöreydi” sözleriyle kıvırdığı Davos diklenişi ne de Mavi Marmara’da cihatçılara destek veren İHH üyelerinin öldürülmesi geçebildi. Diplomatik şovlarla perdelenmeye çalışılan, işgalci İsrail devletinin katliamlarına ortak olmaydı. Tayyip Erdoğan Filistin halkının direnişini miting meydanlarına malzeme olarak sunarken, Türkiye İsrail’in en büyük 5. ticaret ortağı oldu. Bu ticaret, İsrail’in Filistinlilerin evlerini yıkmak için kullandığı iş makinelerini, Filistin’in taş atan çocuklarına karşı kullanılan savaş uçaklarını, TOMA’ları, akrepleri ve elektronik sistemleri içerdi. İsrail ile tüm ilişkilerin askıya alınmasını ve gerçek bir boykotun hayata geçirilmesini talep eden Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin çağrılarına ise kulaklar hep tıkalı kaldı.

Halklar savaşa karşı sokakta Muhalefet güçleri 1 Eylül’ü sokakta karşılıyor. Ortadoğu’da bölgesel bir mezhep savaşı haline gelen Suriye ve Irak savaşına, emperyalist müdahalelere, cihatçı katillere ve savaş suçlusu Erdoğan-Davutoğlu ikilisine karşı ülkenin dört bir yanında eylemler düzenleniyor. Ortadoğu halklarıyla dayanışmayı büyütmenin yolunun AKP’nin savaş politikalarını durdurmak olduğunu söyleyen emek ve demokrasi güçleri sokağı adres gösteriyor. 2011’den beri Suriye savaşının sonuçlarını yaşayan Antakya Halkı 1 Eylül’de büyük halk mitinginde buluşacak. Hatay Halkevi ‘’emperyalizmin savaşına, AKP’nin mezhepçiliğine, cihatçıların katliamlarına karşı” Hataylıları savaş karşıtı mücadele içinde kurulan halk meclisleri ile sokağa çıkmaya çağırıyor. ‘Savaş suçlarını, hırsızlığı, katliamları, kadın düşmanlığını cumhurbaşkanlığı aklamaz” diyen İstanbul Halkevleri de Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını devraldığı 28 Ağustos’ta Taksim Tünel’de yürüyüş düzenleyecek. İstanbul’da 1 Eylül mitingi ise 31 Ağustos’ta gerçekleştirilecek. Okmeydanı halkının 24 Ağustos’ta gerçekleştirdiği eylemle de savaş politikalarını durdurma çağrısı yapıldı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB de “1 Eylül Dünya Barış Günü” nde Silopi’den Yayladağı’na kadar sınır kentlerinde barış zincirleri kurarak savaş çetelerine, savaş tüccarlarına, savaş kışkırtıcılarına meydan okuyacağını açıkladı.

TÜRKIY E-İSRAİL İLİŞKİSİNİN SON I Türkiye Aral›k 2012’de NATO’da ‹srail’e yönelik vetosunu kald›rd›. I TMSF’nin el koydu¤u BMC ile ‹srailli Hatehof firmas›n›n TSK için üretti¤i Kirpi tipi askeri araçlar Hatehof’un kâr›n› ikiye katlamas›n› sa¤lad›. I fiubat 2014’te bafllat›lan ve Türkiye’nin de ortak oldu¤u Bar›fl Kartal› projesi kapsam›nda üretilip ‹srail’e sat›lan Boeingler, birkaç ay sonra Filistinlilere yönelik katliamlarda kullan›ld›. I ‹srail’in Filistinli tafl atan çocuklar›n üstüne sürdü¤ü TOMA ve akrepler Türkiye’de polise z›rhl› araç

İKİ YILINDAN:

üreten Otokar ile MAN Grup taraf›ndan üretildi. I Türkiyeli H‹DROMEK’in üretti¤i araçlar, Filistinlilerin evlerini y›kmak için ‹srail’e sat›ld›. I TSK ‹sraillli Beth-el flirketinin müflterileri aras›nda. I Türkiye’de faaliyet yürüten Bank Pozitif/Bank Hapoalim ‹srail ordusunu finanse etmeyi sürdürdü. I May›s 2014’te Balt›k Denizi’nde Dynamic Monarch-14” adl› NATO tatbikat›nda ‹srail ve Türkiye ordular› birlikteydi. I Kürecik NATO füze kalkan›ndaki istihbarat, ayn› üssün paralelini kullanan ‹srail’e aktar›l›yor.

“ B A H A R ” D A N K A N L I B ATA K L I K YA R ATA N S T R AT EJ İ S T

Ellerinde yüzbinlerin kanı O

rtadoğu halklarının Aralık 2010’da Tunus’ta başlayıp bölgeye yayılan ve dengeleri sarsan isyanlarının ardından emperyalist çıkarlar doğrultusunda askeri, siyasi müdahaleler gündeme gelince AKP de emperyalizmin aktif taşeronu olarak sahne aldı. Ahmet Davutoğlu’nun emperyalistler adına rol alarak “imparatorluk” diriltme hayallerine dayanan stratejisi, Erdoğan’ın mutlak desteği altında ilerledi. Hesapta, emperyalistlerin doğrudan müdahale edemedikleri krizli alanlarda “çözüm için ben varım ataklığında” davranılıp güç olunacaktı. Bu yolda başarılı olacağından o kadar emindi ki, savaş suçları dahil her yolu mübah, yarattığı kanlı bataklıkta halkların boğulmasını teferruat saydı. Libya’ya yönelik NATO saldırısı için asker gönderen AKP, Körfez ülkelerindeki katliamlara sessiz onay verdi, Mısır ve Tunus’ta ABD ile uyumlu İslamcı baskı rejimlerinin inşası için elinden geleni yaptı. Ancak bölgesel güç iddiasını ispatlayacak asıl hamle olarak Suriye’deki mezhepçi “iç” savaşın 1 numaralı “dış” tarafı oldu. 200 bine yakın insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarcasının yerinden yurdundan edildiği savaşta siyasi çözüm girişimlerini baltaladı, El Kaide ve IŞİD dahil tüm cihat-

çı çetelere lojistik destek sundu, adı kimyasal saldırılara karıştı, sınır kentlerini cihatçı katillerin faaliyet alanına çevirdi. Libya’da pastadan pay kapayım derken, sermayenin eskisinden de az iş kapabildiği noktaya sürüklenmesine yol açtı. Ayaklanmalar dalgasına karşı geliştirilen ikiyüzlü politika da hezimeti pekiştirdi. Erdoğan, Mısır ve Tunus için sarf ettiği sözlerin binde birini Suudi askerlerinin bastırdığı Bahreyn halk hareketi için söylemedi. Libya’ya NATO müdahalesi gündeme geldiğinde başta “NATO’nun Libya’da ne işi var” diye diklenirken, sadece birkaç hafta sonra limanları ve donanmayı işgalin emrine verdi. Tunus ve Mısır’da devrik yönetimlerden daha baskıcı ve gerici bir rejimi tesis etmek üzere iktidara taşınan Müslüman Kardeşler çizgisi, aynı halk isyanlarını izleyen bir darbe ile tarihin çöplüğüne gönderilirken; Tayyip Erdoğan “Rabia”yı Haziran İsyanı karşısında kutuplaştırıcı bir iç politikasının malzemesine dönüştürmekle meşguldü. SURİYE’DE DÖKTÜKLERI KANDA BOĞULACAKLAR Ortadoğu’da halk hareketlerini izleyen emperyalist müdahale sürecinin en uzun erimli ve yıkıcı

sonuçları AKP’nin birinci derecede sorumluluk sahibi olduğu Suriye krizinde yaşanıyor. Üstelik mezhepçi iç savaşın başarısızlığa uğramasının ardından ABD ve Avrupa basınında AKP’yi Suriye’deki kimyasal saldırı gibi savaş suçları ile, El Kaide ve IŞİD’e destek vermekle suçlayan haberler gittikçe sıklaşıyor. Buna “cihatçılara desteğin kesilmesi” yönünde açık-örtülü diplomatik baskı da eşlik ediyor. AKP’nin Suriye’de kışkırttığı savaş şu sonuçlara yol açtı: Yaklaşık 200 bin kişi öldü, 1 milyondan fazlası Türkiye’ye sığınmak üzere 5 milyon Suriyeli evini terk etti. Sığınmacılara hukuki statü tanımayarak sorumluluğu reddeden AKP, Suriyelilerin dilenciliğe, fuhuş ağlarına itilmesine, ırkçı saldırılara maruz kalmasına göz yumdu. Suriye halkının en önemli birikimlerinden Halep’teki fabrikalar sökülüp Antep’te “hurda” diye satıldı. AKP, Suriye’nin kuzeyinde öz yönetimler kuran Kürtleri bertaraf etmek için El Nusra ve IŞİD’i destekledi. İç savaşa meşruiyet kazandırmak için Alevileri hedef gösteren mezhepçi şoven bir dil kullandı. Sınır kentlerinde cihatçılara sınırsız serbestlik tanıyarak Reyhanlı, Akçakale, Cilvegözü ve Afyon’da yaşanan katliamlara zemin hazırladı.

Şam Guta’daki kimyasal saldırının, ABD müdahalesine zemin hazırlamak isteyen Türkiye tarafından organize edildiği iddialar arasında. Libya-Türkiye-Suriye cihatçı hattı artık en etkili ABD gazetelerinin başyazılarında ifşa ediliyor. IŞİD’in Türkiye’den eleman ve para toplamasına göz yumdu; Katar’ın silah, para ve teçhizat desteğini IŞİD’e ulaştırdı; THY ve liman olanaklarını cihatçı çetelere seferber etti; yaralı çete unsurlarını özel olarak tedavi ettirdi; çetelerle savaşan Suriye askerlerine ve Kürt milislerine ateş açtırdı. Suriye’de karıştığı savaş suçlarının haddi hesabı olmayan AKP, üstelik yaptıklarını kabul de ediyor. Tape operasyonlarında yayımlanan savaş planı ses kaydı AKP tarafından doğrulanmıştı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler arasındaki görüşmenin kaydı, Suriye’ye yönelik savaş politikasının sınır tanımadığını gözler önüne serdi. Tayyip Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik askeri müdahale için gerekçe aradığını konuşan dörtlü bunun için MİT ve denetimindeki silahlı gruplar aracılığıyla Türkiye’ye ya da Süleyman Şah Türbesi’ne saldırı yapılabileceğini konuşuyordu. Gizlisi saklısı kalmayan savaş suçları, her gün bir öncekini gölgede bırakacak şekilde ifşa olmaya, AKP’nin dosyası kabarmaya devam ediyor.


6

DÜNYA 28 Ağustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

F E R G U S O N ’ DA I R KÇ I LI Ğ A K A R Ş I İ S YA N

ABD’nin kara yüzü

ABD'nin Missouri eyaletinin Ferguson kasabasında siyahi genç Michael Brown'un vurulmasının ardından başlayan protestolar günlerce sürdü. Polis saldırıları isyanı büyüttü PELİN ZORBAY

F

erguson’da siyahi genç Michael Brown’un öldürülmesiyle başlayan eylemler, ırkçılığa karşı bir isyana dönüştü. Gösterilerde yaşanan hak ihlalleri, siyahilerin düşük ücretli işlerde ve ülkenin daha yoksul kesimlerinde yaşaması, polisin siyahilere potansiyel suçlu muamelesi yapması ve gelir adaletsizliği bu ayaklanmanın başlıca nedenleri. Brown’un öldürülmesiyle ilgili yapılan soruşturmaya basın yasağı getirilmesi, Brown’un suçlu olduğu imasıyla polisi aklama çabaları, beyazların çoğunun Brown’un haksız yere öldürülmesine sessiz kalması ve yapılan an-

ketler ABD’de ırkçılık sorununun ciddiyetini koruduğunu gösteriyor. Yasalar önünde ayrımcılıklar sona erse de siyahilerin sosyal yaşamda maruz kaldığı ötekileştirme ABD’nin ilk siyahi devlet başkanı Obama’nın siyahi olmasının sembolik olduğunu ve beyaz egemenliğini değiştiremediğini gösteriyor. “ELLERIM HAVADA, ATEŞ ETME” Eylemciler, Brown'un vurulmadan önceki haline dikkat çekmek için ellerini havaya kaldırarak ''Ellerim havada, ateş etme'' yazılı dövizler taşıdı. Eylemlerde yabancı gazetecilerin de yer aldığı çok sayıda kişi gözaltına alındı. Protestolar, Fergu-

Hatay’a komşu ‘İslam Emirliği’ El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi “‹slami Emirlik” ilan ederek kontrolündeki bölgelerde fleriat kurallar›n› uygulamaya bafllad›. Türkiye s›n›r›ndaki ‹dlip ili k›rsal›n› kontrolünde tutan Nusra, Hatay’›n Suriye s›n›r›ndaki ilçeleri Reyhanl›’dan Yaylada¤›’na kadar olan 60 km’lik bölgede Türkiye il komflu oldu. Deyrizor’da kontrolündeki bölgeleri Ifi‹D’e kapt›rmas›n›n ard›ndan Suriye’de yönünü bat›ya çeviren Nusra Cephesi, Ifi‹D karfl›s›nda sars›lan nüfuzunu yine Ifi‹D’in stratejisiyle geri kazanmaya

çal›fl›yor. Nusra, ‹slam Emirli¤i ilan›yla cihatç› ak›fl›n› ve Körfez monarflilerindeki ba¤›flç›lardan gelecek yard›mlar› art›rmak istiyor. Bu do¤rultuda, 2012’de Nusra taraf›ndan Suriye’de kaç›r›ld›¤› belirtilen ABD’li gazeteci Peter Theo Curtis, Katar’›n arabuluculu¤uyla serbest b›rak›ld›. ABD yönetimi bu durumu memnuniyetle karfl›larken bu geliflmenin Ifi‹D’in ABD’li gazeteci James Foley’in infaz edildi¤i görüntüler eflli¤inde ABD’yi uyarmas› sonras›nda yaflanmas› dikkat çekiyor.

IŞİD’e karşı Kürtlerden ortak cephe Ifi‹D çetelerinin A¤ustos ay› bafllar›nda Suriye ve Irak’ta Kürtlerin yo¤un yaflad›¤› bölgeleri hedef alan sald›r›lar›na karfl› Rojava’n›n öz savunma gücü Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve PKK, Federal Kürdistan bölgesinin gücü peflmerge birliklerince oluflturulan direnifl cephesi ortak savunma yapt›. Özellikle YPG ve PKK’nin öncülü¤ünde Mahmur’un çetelerden geri al›nmas›n›n ard›ndan Federal Kürdistan bölgesi Baflkan› Mesud Barzani buray› ziyaret edip HPG komutanlar›yla görüfltü ve kendilerine teflekkür etti. Eflzamanl› olarak A¤ustos bafl›ndan bu yana Ifi‹D’e karfl› ortak askeri cephe kurulmas› ça¤r›lar›n› yapan Murat Karay›lan da peflmerge komutan›n› a¤›rlad›. Ifi‹D’in fiengal’e ve Êzidi halk›na yönelik sald›r›lar› sonras›nda ‘geri çekilen’ peflmergelerin Rojava’daki güvenli bölgelere geçi-

flini sa¤layan YPG güçleri, Ifi‹D’in Suriye ve Irak’taki efl zamanl› sald›r›lar› sonras›nda PKK’nin deste¤iyle çeteleri geri püskürttü. fiengal’deki çekilme sonras› Erbil’e 50 km kadar yaklaflan Ifi‹D çeteleri karfl›s›nda hiddetlenen Barzani, Musul’dan kaçarken yerden yere vurdu¤u Irak ordusunun konumuna düflen askeri gücü peflmergeye soruflturma açmakla yetindi. Öyle ki Barzani son geliflmeler karfl›s›nda emekli peflmergeleri göreve ça¤›rmak durumunda kald›.

son'la sınırlı kalmadı. Detroit, Los Angeles, Washington, Chicago, New York, Miami ve Phoenix gibi şehirlerde de siyahi gencin vurulması ve polisin aşırı şiddeti protesto edildi. Ayrıca, Michael Brown'un öldürülmesinden 11 gün sonra vurulduğu yerin birkaç mil ötesinde iki polis kendisine bıçak çektiğini iddia edip K. Powell adlı bir siyahi genci daha öldürdü. ANKETLER IRKÇILIĞI GÖSTERİYOR 2010'da Ferguson'da yapılan nüfus sayımına göre bölgede yaşayanların yüzde 67'si siyahi. Ama sadece 3 siyahi polis var. Bu da temsiliyet sorununu gösteriyor. Ferguson'da beyazların yaşadığı bölgede

kişi başı yıllık gelirin ortalama 50 bin Dolar iken siyahilerin yaşadığı bölgede 18 bin Dolar olması ise gelir adaletsizliğini gündeme getirdi. Pew Araştırma Merkezi’nin Ferguson'da yaşananlar hakkında ulusal çapta yaptığı bir ankette “Brown'un öldürülmesi ırkçılık konusunda önemli bir tartışmayı gündeme getirdi mi?” derken siyahi Amerikalıların yüzde 80'i, beyazlarınsa sadece yüzde 37'si evet dedi. Başta ırkçı örgüt Ku Klux Klan’ın Missouri’deki kolu olmak üzere siyahi karşıtlarının Brown’u vuran polis memuru Darren Wilson için başlattığı yardım kampanyasında yüz binlerce dolar toplandı. Bunlar, ABD'de ırkçılık sorununun hala devam ettiğini gösteriyor.

?

Ne olmuştu

9 A¤ustos’ta 18 yafl›ndaki Michael Brown arkadafl›yla yürürken polis taraf›ndan durduruldu. Görgü tan›klar›n›n ifadelerine göre silahs›z olan ve ellerini havaya kald›r›p teslim olan Brown polisin atefl etmesi sonucu hayat›n› kaybetti. Adli T›p Uzman› Dr. Michael Baden, Brown'un 6 mermiyle vuruldu¤unu ve kurflunlardan ikisinin Brown'un bafl›na isabet etti¤ini, bafl›ndaki hariç tüm yaralardan sa¤ ç›kabilece¤ini söyledi. Mermilerin yak›ndan olmamas› ve Brown'un vücudunda herhangi bir mücadele izine rastlanmamas› Brown'u kavga ederken kendini savunmak için vurdu¤unu söyleyen polisin ifadeleriyle çelifliyor. Brown’u vuran polis Darren Wilson olay üzerine ücretli zorunlu izne ç›kar›ld›. Adalet Bakanl›¤› Brown'un öldürülmesiyle ilgili soruflturma bafllatt›. Olay› ö¤renen Fergusonl› siyahiler, Obama’n›n itidal ça¤r›s›na ra¤men isyan etti. 18 yafl›ndaki silahs›z gencin öldürülmesine karfl› Brown için adalet isteyenlere polis çok sert flekilde sald›rd›. Eylemcilere tanklar ve z›rhl› araçlarla, askeri yöntemlerle sald›r›lmas› öfkeyi körükledi. Kasabadaki eylemler üzerine Missouri Valisi Jay Nixon ola¤anüstü hal ve soka¤a ç›kma yasa¤› ilan etti. Yasa¤a ra¤men devam eden protestolara polis göz yaflart›c› gaz ve plastik mermi ile sald›rd›, onlarca kifliyi gözalt›na ald›. Ferguson polis flefinin, Brown'un h›rs›zl›k zanl›s› oldu¤unu söylemesi , Brown'u marketten puro çalarken gösteren görüntülerin yay›nlanmas› üzerine gerilim artt›. Ama polis memurunun Brown’u yol ortas›nda yürüdü¤ü için durdurdu¤unu söylemesi olay›n h›rs›zl›kla ilgisi olmad›¤›n› gösteriyor. Günlerce süren protestolarda Ulusal Muhaf›zlar da görevlendirildi ancak yo¤un tepkiler üzerine geri çekildiler.

IŞİD ÇET ESİNİN İLER LEY İŞİNE K A RŞI Y ENİ A DIM LA R

İttifak çok, garanti yok VECİH CUZDAN

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çetelerinin ilerleyişiyle birlikte dengelerin değiştiği Ortadoğu’da zorunlu ittifaklar da çoğalıyor. Irak ve Suriye orduları, Şii ve Sünni milis gruplar, PKK ve YPG güçleri, peşmerge grupları ile Suriye’deki diğer cihatçı çetelerle aynı anda birçok yerde savaşan IŞİD çeteleri şimdi de ABD’nin hava saldırılarının hedefinde. İran, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yardımcı olurken, Irak’ta da ABD’nin destek ve teşvikiyle yeni Bağdat yönetimi ve Erbil arasında yakınlaşma yaşanıyor. IŞİD’in, ağır kayıplar vermesine karşın Suriye ve Irak’ta nüfuzunu artırması ise kafalarda soru işaretleri yaratıyor. IŞİD’LE SAVAŞAN DA ÇOK, DESTEK VEREN DE Cephe savaşlarında IŞİD’e kayıplar verdirilmesine karşın, insan, para ve lojistik kaynaklarının “uyarılara” rağmen kesilmemesi örgütün güç kaybını telafi etmesini sağlıyor. Katar, Suudi Arabistan gibi isimleri sıkça dillendirilenlerin yanında, Kuveyt gibi Körfez monarşilerindeki bağışçılardan gelen destek, Türkiye üzerinden IŞİD’e aktarılıyor. Ayrıca Suriye ve Irak’ta su ve petrol kaynaklarının yer aldığı bölgelerde hakimiyet kuran IŞİD, Türkiye sınırında ele geçirdiği iki sınır kapısı üzerinden kaçak petrol satıyor. İlk başta kapatıldığı duyurulan bu kapılar, şimdi Musul’da IŞİD eline düşen 49 rehinenin can güvenliği gerekçe gösterilerek açık tutuluyor. Öte yandan ABD ve Avrupa basınında Türkiye’nin sınırlarını IŞİD’e yönelik cihatçı ve para akışı ile lojistik destek için açtığı gerçeği ciddiyetle haber olmaya başladı. Yıllardır bilinen gerçekler şimdi manşetlere taşınırken AKP üzerinde, “ilişkiyi kes” baskısı artıyor. SURİYE’DEN BATIYA İŞBİRLİĞİ ÇAĞRISI! ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel ile Genelkurmay Başkanı

Martin Dempsey “IŞİD’in ABD’nin bölgedeki tüm çıkarlarına yönelik bir tehdit oluşturduğunu” belirtti ve IŞİD’in Suriye yapılanmasına dikkat çekerek buradaki mevzilere yönelik operasyon sinyali verdiler. Bunun üzerine, Suriye Dışişleri Bakanı Muallim 25 Ağustos’ta başkent Şam’da bir basın toplantısı düzenledi. Muallim hava müdahalesinin yeterliliğini sorgulayarak, IŞİD’in finans kaynaklarının durdurulması gerektiğini belirtti. Muallim, “Suriye’nin egemenliğine saygı duyulması ve hükümetinin muhatap alınması şartıyla teröre karşı bölgesel ve uluslararası işbirliğine açık olduklarını” söyledi ve ABD’nin IŞİD’e karşı başlattığı hava saldırılarını Suriye’yi de kapsayacak şekilde genişletmesi durumunda Suriye hava savunma sistemlerinin devreye girebileceği uyarısında bulundu. Muallim’in açıklamalarına yanıt ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki’den geldi. Psaki açıklamasında, “Amerikalıların hayatları risk altında olduğunda, kendi çıkarlarımızı savunmamız söz konusuysa Suriye rejiminin onayını aramayız” derken, Batı’nın önde gelen birçok medya kuruluşu ABD’li üst düzey

kaynaklara dayandırdıkları haberlerinde, ABD’nin Şam yönetimine bilgi vermeksizin Suriye üzerinde insansız hava araçlarını da içeren keşif uçuşları düzenlemeye hazırlandığını belirtti. Independent’in deneyimli Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn de 23 Ağustos tarihli yazısında ABD’nin açıktan veya gizlice Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la uyumlu hareket etmesi gerekebileceğini belirtti. Cockburn yazısında, “Independent’a konuşan ve ismini vermek istemeyen bir kaynak, ABD’nin Esad’a el altından, Alman İstihbarat Servisi (BND) aracılığıyla, örgüt liderlerinin kesin konumları konusunda istihbarat vererek yardımcı olduğunu” ifade etti. Bu durum, Suriye uçaklarının ve ağır silahlarının, muhaliflerin merkezleri ve liderlerini nasıl doğru bir şekilde hedef aldığını açıklıyor olabilir” ifadelerini kullandı. SURİYE ORDUSUNUN RAKKA’DAKİ SON KALESİ DÜŞTÜ Suriye ordusunun kuzeydeki son noktası olan Rakka iline bağlı Tabka Askeri Havaalanı'na yönelik geniş çaplı bir saldırı başlatan IŞİD çeteleri, günlerce süren çatışmaların

ardından 24 Ağustos tarihinde burayı işgal etti. Tabka’nın düşmesiyle IŞİD Rakka’yı tamamen ele geçirmiş oldu. IŞİD’in Suriye’de Halep’te nüfuzunu artırıp, Rakka’nın tamamını ele geçirmesi, Irak’ta yönünü doğuya çevirerek ilerlemeye çalışması bu ülkelerde farklı güçler arasında zorunlu konjonktürel ittifaklara yol açıyor. Ancak Irak ve Suriye’de farklı tarafların eşgüdümlü askeri operasyonlar ile IŞİD’e ağır kayıplar verdirmesi sorunu çözmüyor, tersine emperyalizm karşıtı öfkeyi IŞİD sempatisine dönüştürüyor. Emperyalizmin Irak işgalinin yarattığı, aktif taşeronlarının palazlandırdığı Ortadoğu halklarının düşmanı IŞİD’e karşı ABD, şimdilerde düzenlediği hava saldırılarıyla ‘halkların kurtarıcısı’ görüntüsü vermeye çalışıyor. Ancak bu çeteleri palazlandıran ABD’nin ve aktif taşeronlarının IŞİD’e karşı tutum alışlarının Ortadoğu halkları açısından güven veren bir tarafı yok. Halklar asıl olarak kendi öz güçlerine güvenebilecekleri şiddetli bir çatışmayla karşı karşıya.


7

EĞİTİM 28 A¤ustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

‘‹mam hatip ve özel okul dayatmas›na hay›r’ Öğrencilerin, velilerin, öğretmenlerin eğitimdeki dönüşüme tepkileri sürüyor. Milli Eğitim Müdürlüklerine yürüyor, okul önünde eylem yapıyor, standlar açıp imza topluyorlar

Okullar bir bir imam hatiplere dönüştürülüyor. TEOG'la 40 bin öğrenci tercih etmemesine rağmen imam hatiplere, birçok öğrenci de kilometrelerce uzaklıktaki okullara yerleştirildi UTKU O⁄UL

A

KP'nin 4+4+4’le ivmelendirdiği eğitimde gericileştirme ve piyasalaştırma politikaları sürüyor. Okul müdürlüklerindeki kadrolaşma hamlesi, öğrencilerin zorla imam hatip ya da mesyek lisesine yerleştirildiği, yeni liselere giriş sistemi TEOG (Temel eğitimden orta öğretime geçiş) ve ilk-orta okulların imam hatiplere dönüştürülmesi saldırının son biçimleri. TEOG: ‹MAM HAT‹PLERE 'ZORLA' G‹R‹fi S‹STEM‹ TEOG'la artık öğrenciler istekleri dışında imam hatibe yerleştiriliyor. Tercih yapmayan 134 bin 700 öğrencinin 40 bini imam hatiplere yerleştirildi. Milli Eğitim Bakanlığı işi öyle bir boyuta vardırdı ki Ermeni okulundan mezun gayrimüslim Arda Christof, imam hatipli yapıldı. Bunun yanında 1 milyon 57 bin öğrenci doğrudan gitmek istediği okulu seçtiği A grubu tercihlerine yerleşirken 78 bin 500 öğrenci gitmek istediği okulun değil, okul türünün tercih edildiği B grubu tercihine yerleşti. B grubu tercihleri ayrı bir mağduriyet doğurdu ve öğrenciler evlerinden kilometrelerce uzaklıktaki okullara gönderildi. Antalya'da 150, İzmir'de 130, İstanbul'da

125 km uzaklıktaki okullara yerleştirilen öğrenciler var. Düz liseleri kaldıran AKP, Anadolu ve Fen liselerine yerleşemeyen öğrencileri meslek ve imam hatip liselerini seçmek zorunda bırakmıştı. Bu yıl tercih yapmayanların 94 bini meslek liselerine yerleştirildi. Meslek liselerine yerleşen binlerce öğrenci erken yaşta, ucuz işgücü ordusuna aday olmaya devam ediyor. İmam hatipler kadar devlet desteği alamayan bu liseler artık yeni öğrencileri kaldıramayacak noktaya gelmiş durumda. 'Ç‹LE NAK‹L‹M Ç‹LE' Milli Eğitim Bakanlığı “40 bin öğrenci imam hatibe gitmek zorunda değil nakil yapabilirler” dese de yeni nakil sistemi öyle demiyor. 25 Ağustos'ta başlayıp 5 hafta sürecek nakil dönemi engellerle dolu. Öncelikle nakil için öğrencinin yerleştirildiği okula başvurması gerek. Bu, bazı öğrenciler için saatlerce uzaklıktaki okullar anlamına geliyor. Nakil işlemleri haftalık periyotlarla sürüyor. Öğrenci ve veliler, nakil işleminde dilediği okula yerleşememe durumunda nakil süresi boyunca her hafta aynı zorluğu çekmek zorunda. ‘Yıldırma’ politikalarıyla dolu nakil süresinde istediği okula yerleşemeyenler iki seçeneğe mahkum: Özel okul (İstanbul'da özel okul yıllık ücretleri yemek ve ulaşımla birlikte

7 bin müdür görevden al›nd›

20 ila 40 bin lira arasında) veya özel okul ücretini karşılayamayanların açık liseyi tercih ederek örgün eğitimden kopmak zorunda kalması. TEOG sonuçlarının açıklandığı günlerde özel okullarda eğitim görecek 250 bin öğrenci için verilecek teşviklerin süresi 29 Ağustos'a uzatıldı. Böylece AKP imam hatipleri büyüterek gerici dönüşümünü sürdürürken diğer yandan insanları özel okullara mahkum ederek eğitimde piyasacılığı tırmandırıyor. MÜCADELE SÜRÜYOR Dönüşen okullara, TEOG’la gelen mağduriyetlere tepkiler; okul önlerine, milli eğitim müdürlüklerine, sokağa yansıyor. Okulları dönüştürerek çocukları imam hatiplere mecbur etmeye çalışan AKP; bununla da yetinmiyor, gözünü halk eğitim binalarına dikiyor. Ban-

AKP çıkardığı yönetmelikle 4 görev yılını dolduran okul müdürlerinin görevden alınmasına, yeni değerlendirme sistemini geçmeleri halinde görevlerine devam edebilmesine 'hükmetmişti'. Değerlendirmede verilen puanların yüzde 60'lık dilimi AKP teşkiyatı gibi çalışan milli eğitim müdürlerine ait

dırma ve Bafra’da halk, halk eğitim binalarına da sahip çıkıyor, binaların imam hatibe çevrilmesine karşı mücadele ediyor. İstanbul Kadıköy’de ve Kartal'da, Çanakkale’de okullarına sahip çıkanların mücadelesi yeni eğitim döneminin başlangıcı yaklaşırken sürüyor. 'OKULUMA DOKUNMA!' Kadıköy halkı, imam hatip ve özel okul dayatmasına karşı mücadele ediyor, imam hatibe çevrilen Yeşilbahar Ortaokulu için mücadeleyi büyütüyor. Kadıköy’deki eylemlere ‘yaşanabilir bir kent hakkı için’ mücadele edenler de katılıyor; mücadele, bostanlarına ve parklarına sahip çıkanların mücadelesiyle birleşiyor. ‘Göztepe Okuluma Dokunma İnisiyatifi’ 25 Ağustos’tan 13 Eylül’e kadar sürecek bir eylem takvimi oluşturdu. İnisiyatif ilk eylemini 25 Ağustos'ta Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne yürüyerek yaptı. Milli Eğitim Müdürü’yle görüşmek isteyen muhtarlar, veliler, Eğitim Sen'li öğretmenler bahanelere aldırış etmeden binaya girerek nöbet tuttu, sonunda

olunca 4 görev yılını dolduran 16 bin müdürden 7 bini görevden alındı. AKP’ye biat etmeyen eğitimcilerin bileti kesildi. Yandaş sendika Eğitim Bir Sen’li olmayan müdürlerin barajın bir puan altında bırakılması, Karabük'te geçen ay ölen bir müdürün tam puan alması gibi örnekler açığa çıktı.

müdürle görüştü ve karardan dönülmesi için bir de ihtirname verdi. İhtarnamenin sonuç kısmı şöyle: "Yeşilbahar Ortaokulu’nun imam hatipleştirilmesine ilişkin işlemin geri alınması ile eşit, parasız, bilimsel, laik eğitim hakkının ivedilikle sağlanmasını aksi durumda hakkımızı almak için gerekli tüm girişimlerde bulunulacağını ihtaren bildiririz" Kadıköy halkının mücadeleleri 29 Ağustos'ta Boğa'dan yapılacak yürüyüş, 5 Eylül'de Selamiçeşme Özgürlük Parkı'ndaki şenlik, 13 Eylül'de okula yapılacak yürüyüşle sürecek. Ayrıca okul önünde ve çevresinde açılan standlar, toplanan imzalarla 'Okuluma dokunma' kampanyası gündemde tutuluyor. KARTAL DA E⁄‹T‹M HAKKI ‹Ç‹N SOKAKTA Kadıköy'deki mücadele başka okullara örnek oluştururken İstanbul Kartal Milli Eğitim Vakfı Ortaokulu'nda veliler benzer bir eylem programı oluşturdu.

KESK Genel Merkezi'nden açıklama yapan Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca “Eğitimde tarihin en kapsamlı tasfiye ve siyasal kadrolaşma operasyonu gerçekleştirilmiştir” dedi. "Yıllardır eğitim kurumlarını 'şirket' gibi yönetmek, okullarımızı 'ticari işletme' haline getirmek için uğraşan

Hürriyet Mahallesi'ndeki İmam

Hatip Ortaokulu'nun tadilata girmesiyle 13 sınıfın Milli Eğitim Vakfı Ortaokulu'na taşınması kararı alınmıştı. Buna karşı veliler bir yandan imza toplarken diğer yandan okul önüne bir yürüyüş gerçekleştirdi. Sıradaki eylem adresleri de 27 Ağustos'ta Kartal İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü. HALK OKULUNU, KAMU B‹NASINI ‹MAM HAT‹BE TESL‹M ETMEK ‹STEM‹YOR Çanakkale'de yeniden inşa edilen Merkez İlköğretim Okulu binasının imam hatip yapılması üzerine Cevatpaşa Mahallesi isyan etti. Bir meclis kuran mahalleli bir dizi toplantının ardından eylemlerine başladı. Okullarını geri isteyen Cevatpaşa halkı, eylemler yapıp Kordon'da imza standı açıyor. Edirne ve Bandırma'da halk eğitim binalarının imam hatipleştirilmesine halk tepki gösterdi. Bandırma'da yeni Halk Eğitim Merkezi binası imam hatibe çevrilince imzalar toplayan halk, İlçe Milli Eğitim Müdürü'nün kapısına dayandı, imzalarını teslim edip karar geri alınmazsa mücadele edeceklerini ilan etti.

MEB, ülke çapında başlattığı siyasal kadrolaşma operasyonuyla başta Eğitim Sen üyesi müdürler olmak üzere, bugüne kadar karşısında engel olarak gördüğü bütün eğitim yöneticilerini tek tek tespit edip ayıklamıştır" diyen Karaca, yandaş sendika üyelerine alan açıldığını vurguladı.

Okul öncesi eğitimde yeni dönem: ‘Kadınlar evine’ DEMET YILAN

O

kul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’ndeki değişiklikle artık okul öncesi eğitimde tam gün yerine sabah ve öğlen olmak üzere ikili eğitim verilecek. Uygulamanın okul öncesi eğitimde okullaşmayı artırmayı hedeflediği söylense de, durum hem velileri hem de öğretmenleri zora sokuyor. Çalışan veliler için düzenleme “Ya çalışma, çocuğa bak ya da özel okula kayıt yaptır” anlamına gelirken öğretmenler için güvencesiz çalışma demek.

ÖZEL OKULLARA TEfiVIK Bu değişiklikle çalışan veliler çocuklarını özel anaokullarına göndermek zorunda bırakılıyor. Çünkü yarım gün eğitim verilecek olan anaokullarında iki gruba da kayıt yaptırabilmek mümkün değil. Veliler ya devlet okuluna kayıt yaptırıp kalan zamanda etüt ücreti ödeyecek ya da tam gün eğitim veren bir özel anaokuluna kayıt yaptıracak. YÖNETMELIK KADINLARA “EVE DÖNÜN” D‹YOR Kamusal olması gereken çocuk bakımı zaten kadınların sorumluluğu gibi gösterilirken pek çok kadının çocuk sahibi olduğu

14 Nisan 2014’te başlayan Passolig’e Fenerbahçe’nin de dahil olmasıyla, Süper Lig ve 1. Lig takımlarının tamamı uygulamaya katılmış oldu. Taraftarın kimlik bilgilerini, hakkındaki özel bilgileri vermesi, kelimenin tam manasıyla ‘fişlenme’si anlamına gelen uygulamanın ihalesi Tayyip Erdoğan’ın ‘bizim Çalık’ dediği Çalık Grubu’na ait Aktifbank’a verilmiş, on binlerce taraftar Aktifbank’ın müşterisi haline getirilmişti. Kendi takımından başka takımın maçını izleyememek ve her maç için 2 lira ek ücret ödemek anlamına da gelen uygulama bu yıldan itibaren tüm kulüpler için zorunlu. TARAFTARIN TEPK‹S‹ DAHA ÇOK SU GÖTÜRÜR Geçen sezon sonundan beri taraftarlar çeşitli eylem ve boykot kampanyalarıyla uygulamaya karşı çıkıyor. 36 takımı kapsayan Passolig’te TV, gazete ve internette yer alan yoğun reklamlara rağmen bugüne dek satılan kart sayısı 202 bin. Sadece Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un stad kapasiteleri toplamı ise 203 bin. Yeni sezonun başlamasına sayılı günler kala kulüplerin kombine kart satışları da

için çalışamadığı Türkiye’de bu uygulamayla çalışan kadınlara “Eve dönüp çocuk bakın” deniliyor. Gazetemize konuşan Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Eylem Türk şöyle açıklıyor: “Bu düzenlemenin aslında bir taş ile iki kuş vurduğunu düşünüyorum. Devlet eliyle eşitlik ilkesi temelinde ve ücretsiz olarak verilmesi gereken kamusal eğitimin tasfiye edilmesi sağlanıyor. Devlet, sırtından eğitim yükünü atmak ve eğitim piyasası oluşturmak istiyor, ‘paran kadar’ eğitim alacaksın diyor. Bunu sırtını muhafazakar teamüllere dayayarak yapıyor. Kadına çocuğunu özel okulda okutacak kadar zengin değilsen ‘Gir evine çocu-

ğuna bak’ diyor. Çocuğumu şu an gönderdiğimden daha iyi bir özel okula gönderme şansım yok, ancak seneye ilkokula başlayacağı için devlete okuluna gitmesini istiyorum bu yüzden devlet okuluna göndereceğim ve öğleden sonra ona bakacak birini bulmaya çalışacağım. Bu benim için çok ciddi bir ekonomik bir yük oluşturacak.” Bir diğer veli Füsun Karaoğlan da çocuğunu anaokuluna gönderiyor. İkili eğitimin çocuk sayısını artıracağı gerekçesinin aldatmaca olduğunu söyleyen Füsun, anaokulunda eğitim saati dışında ücretli kulüp faaliyeti yapılacak olmasının okul öncesi eğitimin daha da pahalı olacağı anlamına gel-

‘Sezon boş stadlarla açılacak’

önceki yıllara göre düştü. 2 milyon nüfuslu Antalya’da yalnızca 580 Passolig kart ve 20 kombine satıldı. 4 stadı bile dolduramayan kart satışına ve taraftarların tepkisine karşı Aktifbank ve kulüpler ‘kırk takla atıyor’. Adana Demirspor’da yönetim, Passolig yetkilileriyle ortak çağrı yaptı. Bursa, Akhisar, Rize; kent meydanlarında kart tanıtım standları açmak zorunda

kaldı. Rize’deki standa futbolcularla katılan teknik direktör Mehmet Özdilek, kendisi kart alıp taraftara mesaj vermeye çalıştı. 2 takımlı Kayseri’de rağbet oldukça düşük olunca vali bile Passolig çağrısı yapmak zorunda kaldı, “Almazsanız mağdur olursunuz” diyerek ‘kibarca’ tehdit etti. Eskişehir’de yönetim altına imza attıkları uygulamanın “kötü bir şey” olduğunu kabul edip taraftarına yalvardı. Asbaşkan Bahadır

diğini belirtti. Karaoğlan, uygulamanın 12 yıllık AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarının devamı olduğunu söyledi. Ö⁄RETMENLERE GÜVENCES‹ZL‹K Eğitim Sen de bu değişiklikle ilgili bir açıklama yaparak uygulamanın öğretmenler için güvencesizlik anlamına geldiğini belirtti. Mayıs ayında MEB tarafından yapılan açıklamada okul öncesi eğitimde 15 bin öğretmene ihtiyaç olduğu belirtilmişti. Bu uygulamayla bu sayı iki katına çıkacak. Eğitim Sen de bu ihtiyacın ücretli ve güvencesiz çalıştırılacak öğretmenlerle karşılanacağını söylüyor. SPOR

Ünalan “Taraftarın tepkilerine katılıyorum ama mutlaka Passolig müracaatı olmalı” dedi. ALAN DA MA⁄DUR Kayseri ve Konya’dan gelen tepkiler açıklamaların aksine kart alanların mağdur olduğunu gösteriyor. Urfa’da başvuru yapanlar, iki haftadır kart beklerken Passolig’in iletişim numaralarını arayıp ulaşamıyor. Konya’da ise yönetim taraftarın tepkileri üzerine, Passolig satışında sık sık arıza çıktığını, Passolig yetkilileriyle görüşüp olumlu bir yanıt alamadıklarını ifade eden bir açıklama yaptı. Taraftar gruplarının boykot çağrıları sürüyor. Son olarak Trabzonspor’un ‘Vira’ taraftar grubu uygulamanın taraftarı ‘kulübüne katkı vermek için’ diyerek kandırmaya çalışmasını teşhir etti, boykot çağrısını güncelledi. Passolig’e verecekleri 25 liradan kulübe yalnızca 8 lira kalacağını belirtip Passolig almak yerine kulübe direkt 25 lira bağışlama çağrısı yaptı. Trabzonspor-Rostov Avrupa Ligi maçındaysa tribünler boş kaldı, bazı taraftarlar güvenliği atlatıp kartsız giriş yaptı.


8

EMEK 28 A¤ustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi Soma Katliam›’n›n ard›ndan madenlerde ifl cinayetleri devam ediyor. Eynez Oca¤›’n›n oldu¤u bölgede hafriyat ifli yaparken damperin alt›nda kalan 1 iflçi, Kütahya Emet'te bir bor madeninde

Seri cinayetler Erdoğan, her canlı gibi ölümü tadıp musalla taşına boylu boyunca uzandığında, cenaze namazını kılan cemaatten helallik istemek için “mevtayı nasıl bilirdiniz?” diye sorduğunda hoca efendi, lafı dosdoğru söylemek lazım gelir: “İşçi katili bilirdik hocam” 12 yıllık iktidarı boyunca AKP’nin en istikrarlı icraatlarından biri iş cinayetleri olsa gerek. Son 3 yılın istatistikleri yıllık ortalama 1200 işçinin cinayete kurban gittiğini gösteriyor. Ortalama günde 3 kişi… İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verdiği bilgiye göre temmuz ayında 123 işçi cinayete kurban gitmiş. Günde 4 kişi. Bir seri katil gibi çalışıyor Erdoğan. Öldürmeye doyamıyor… Tıpkı bir seri katil gibi kurbanlarına dönüp bakmıyor, çünkü o bir seri katil, hep bir sonrakini düşünüyor, onu planlıyor! Soma’da bir anda 301 madenciyi öldürdü, hiç umursamadı. “İşin fıtratından” dedi çıktı gitti. Zira daha sıradakiler vardı… Bizim seri katilimizin şifresi çözülünce görüldü ki; aslında bir zekâ pırıltısı yok cinayet kurgusunda. Pespaye bir kapitalist katil. Belki de bütün o karizmasındaki, maharetindeki sıradanlık… Bu büyük cinayet listesini görenler başka bir pırıltı bekliyor. Oysa o tıpkı bir kapitalist gibi kendini “iş yapma”ya adamış. İş yapılsın da nasıl yapılırsa yapılsın… Yollar, köprüler, metrolar, HES’ler… Memleket aldı başını gidiyor… Oysa bütün cinayetler bu işler yapılırken işleniyor. Peki seri katil Tufan neden yakalanamıyor? Çok zeki olmadığını söylemiştik. Bütün mahareti sıraSertlek danlığında… Sıradanlık aynı zamanda Dev Sa¤l›k-‹fl niteliksiz çoğunluğa içkin olmak anlamıYönetim Kurulu na gelir. Yani cinayetleri izleyenlerle katil aynı yerdedir. Cinayetleri aynı yerden izledikleri için katili göremiyorlar… O yer; kan çektiği için Soma’ya gelen Erdoğan’a “suçüstü” yapmak yerine “Maden olmazsa biz ne yaparız” diyerek sonraki cinayetlere davetiye çıkarmaktır. Soma’dan bir sonraki ay 146 işçi cinayetlere kurban gitti. Erdoğan şimdi Cumhurbaşkanı oluyor. Cinayetleri perde gerisinden daha kolaylıkla ve ustalıkla işlemek için makam koltuğunun arkasına geçiyor. 2023 büyük işçi cinayetlerinin zirve yaptığı bir hedef haline geldi bugünden. Şu anda Avrupa şampiyonu olmuş durumdayız. Eminiz Erdoğan’ın 2023 hedefinde dünya şampiyonluğunu yakalamak vardır. Bu seri cinayet silsilesini nasıl durduracağız? Katili yakalayarak sorunu çözebilir miyiz, mümkün değil. Zira kapitalizm sürekli işçi katili üreten bir bataklık gibidir. Erdoğan’dan önce de iş cinayetleri vardı sonrasında da olacak. İş cinayetlerini durdurabilmenin yegâne yolu katil ile kurbanlarının kesiştiği yolların iyi bilinmesidir. Bu kesişme noktası ekonomik büyümenin kutsanmasıdır. Büyüme olsun da ne pahasına olursa olsun… Bu kesişme noktasında, yani sermaye sınıfı açısından büyüme emekçiler açısından ekmek parası kazanma isteğinin bir cinayete yol açmaması için ne yapılması gerekir. Öncelikle ve kısa vadeli olarak katille mağdurun bu buluşma noktasında katilin elini kolunu bağlamak ve en azından onu etkisiz hale getirmenin bir yolunu bulmak gerektiği açıktır. Kuşkusuz bunun için öncelikle cinayete kurban gideceklerin bunun gerekliliği hususunda bilinçli, örgütlü ve kararlı olmaları şarttır. Öyle olmayınca tıkır tıkır işleyen bir çarkın içinde ara sıra kırılan ama hemen yenilenen bir dişliden farkımız kalmıyor. İstanbul Tıp Fakültesi’nde çalışırken akıl almaz işlere koşuşturulan, hiçbir eğitim almamışken tıbbi atık tahliyesinde çalıştırılan, sonra tıkanmış lağım temizlemeye gönderilen ve patlayan lağımın altında kalıp hepatite yakalanarak hayatını kaybeden Zafer Açıkgözoğlu gibi… Kapitalizm önce iş, sonra işçi, der… Eskiden, işçi hareketinin güçlü olduğu dönemlerden gelen alışkanlıkla işçi sağlığı ve güvenliği denirdi, Erdoğan bunu değiştirdi: İş sağlığı ve güvenliği denmeye başlandı. Çünkü böyle denmeye başlandığında işlenen cinayetleri gizlemenin daha kolaylaşacağını çok iyi biliyor, hatta kurbanlarının ve yakınlarının da bu şekilde düşünmeye başlaması sonucu iş cinayetlerinin gerçekleşmesi çok daha kolaylaşıyor. Sonuç olarak, ölümleri durdurmak için öncelikle ölüm nedeninin bir cinayet olduğunun anlaşılması gerekiyor. Zira ancak cinayet olduğu kabul edildiğinde “Katil kim” sorusu akla geliyor!

kalp krizi geçiren 1 iflçi, öldü. Zonguldak'ta Erci Madencilik'e ait madende meydana gelen göçükte saatlerce mahsur kalan 9 iflçi yaraland›. ‹fl kazalar›na yol açan insanl›k d›fl› çal›flma koflullar›

bir bir iflçilerin can›n› al›rken, çocuk iflçiler de yaflam›n› kaybediyor. Rize’de elektrik ak›m›n› kap›lan 16 yafl›ndaki çocuk iflçi, Samsun'da iflçi servisinin kazas› sonucu 13 yafl›ndaki çocuk tar›m

iflçisi, Denizli OSB'de kolunu makineye kapt›ran 16 yafl›ndaki çocuk iflçi, Akçakoca’ya denizde bo¤ulan 13 yafl›ndaki tar›m iflçisi çocuk hayat›n› kaybetti.

Can güvenli¤inin garantisi mücadele ZAR‹FE AKBULUT

Madenci, sözleri unutmadı!

E

mek hareketinde işçi sağlığı ve iş güvenliği (İSG) talebi günden güne daha fazla görünür hale geliyor. Sendikalar çalışmalarında İSG'yi daha fazla gündemlerine alıyor. Bu konuda en ileri örneklerden birini sergileyen sendika ise DİSK/Enerji-Sen. DİSK Enerji-Sen tarafından elektrik dağıtım şirketlerinde yürütülen örgütlenmelerde işçi sağlığı merkezi bir konumda. Geçen seneki genel kurulda merkez yöneticilerinden birini İSG Sekreteri olarak belirleyen sendika, örgütlendiği işyerlerinde işçilerin can güvenliğini birinci öncelik olarak ele alıyor. Halkın Sesi’ne konuşan DİSK Enerji Sen Genel Başkanı Ali Duman, grev yasağının olduğu ve sektörün önemli bir kısmının patron ve devlet yanlısı TES-İŞ sendikasında örgütlendiği işkolunda İSG talepli iş bırakma eylemlerini Enerji-Sen için temel mücadele araçlarından biri haline getirdiklerini söyledi. Duman, iş bırakma eylemlerinin, aynı zamanda işbirlikçi TES-İŞ tarafından toplu sözleşme oyunu ile oyalanmaya çalışılan BEDAŞ işçisinin, gerçek sorunlarına hak alıcı bir tarzda müdahale edilebileceğini göstermesi açısından önemli olduğunun altını çizdi. Daha önce İzmir, Dersim, Ağrı, Diyarbakır ve Hakkari’de, İSG Yasası’nın ‘işçinin can güvenliğinin olmadığı çalışma ortamında, çalışmaktan kaçınma hakkının’ olduğunu ifade eden 13. maddesi dayanak gösterilerek iş bırakma eylemleri örgütlendi. Bu anlamda önemli kazanımlar da elde edildi. Enerji-Sen son olarak BEDAŞ’ta 21 Temmuz’da İSG önlemlerinin yetersizliği vurgulayarak iş bıraktı. İstanbul Avrupa Yakası’nda 8 işletmede 700’e yakın işçinin katıldığı iş bırakma eylemine BEDAŞ yönetimi işten atma saldırısı ile yanıt verdi. Avcılar işletmesinde önce 2, daha sonra da 24 işçi işten çıkarıldı. BEDAŞ’ta örgütlendiği 3 yılda defalarca işten atma saldırısı ile karşılaşan ve hepsini (Biri 208 gün sürdü) direnişlerle kazanan Enerji-Sen üyesi işçiler yeniden direnişe geçti. Direnişçi işçiler BEDAŞ Genel Müdürlüğü karşısındaki 5 katlı binanın ça-

‘1 Mayıs yargılanamaz!’

tısına çıktı. Bütün gün çatıda direnen işçilerin pankartında “BEDAŞ’ta çalışırken ölmek istemiyoruz dedik, işten atıldık. İşimizi istiyoruz” yazılıydı. KAMUDA YOK SAYILAN ‹SG Yoğun bir örgütsüzleştirme saldırısı altında olan kamudaki taşeron şirket işçileri can güvenliği konusunda işçi sınıfının en güvencesiz kesimini oluşturuyor. Son günlerde yaşanan iş cinayetlerinde de bu durum açığa çıkıyor. Kocaeli Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi inşaatında 20 Ağustos tarihinde bir işçi, İTÜ’de Elektrik-Elektronik Fakültesi Ek Bina inşaatında yine bir işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. İÜ Çapa Tıp Fakültesi’nde görev tanımı dışında zorla kanalizasyon temizlettirilen taşeron sağlık işçisi Zafer Açıkgözoğlu kaptığı enfeksiyon nedeniyle 17 Ağustos günü tedavisi devam ederken hayatını kaybetti. Kamu işyerlerinde çalışan taşeron işçilerin iş cinayetlerinde hayatını kaybetmesinin temel nedeni örgütsüzlük olsa da tek neden bu değil. 2012 Temmuz’unda yürürlüğe giren İSG Kanunu’nda kamu işyerleri için İSG hizmetlerinin hayata geçirilmesi Temmuz 2016’ya ertelendi. Bu nedenle kamu kuruluşlarında İSG önlemlerini hayata geçirme zorunluluğu yok. Erteleme, taşeron için geçerli olmasa da kamu kurum yöneticilerinin bu konuda önlem almaması ve zorunlulukları gündeme getirmemesi sonucu iş cinayetleri sürüyor. Bir diğer neden ise bizzat İSG Yasası’nın uygulayıcısı olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın tavrı. Bakanlık, yasanın yayımlanmasının ardından İSG önlemleri alarak “mağdur olan”(!) işverenleri

daha fazla “mağdur” etmemek için pro-aktif denetim adı altında yeni bir uygulamaya geçti. Bu uygulamaya göre işyerlerinde denetim yapan müfettişler gördükleri eksiklikler için ceza kesemiyor. Müfettiş denetlediği işyerinde gördüğü eksiklikleri işverene bildirerek bunların tamamlanması için “makul” bir süre veriyor, bu sürenin sonunda eksiklikler tamamlanmazsa ceza kesebiliyor. Bu nedenle işverenler müfettiş gelene kadar ek maliyet oluşturan İSG önlemlerini almıyor. Bakanlık bünyesindeki müfettiş sayısının yetersizliği de göz önünde bulundurulduğunda halen denetim geçirmemiş ve herhangi bir İSG önlemi almamış on binlerce işyeri ve burada çalışan milyonlarca işçinin can güvenliği konusunda hiçbir şey yapılmıyor. ÇÖZÜM ‹SG TALEPL‹ HAK MÜCADELES‹NDE Ali Duman, son olarak şunları söyledi: “Zorunluklar sonucunda yasalaşan İSG Kanunu’na rağmen iş cinayetleri ve sağlıksız çalışma koşullarında herhangi bir olumlu gidişat yaşanmıyor. Sermayenin kar hırsı, devletin ise göstermelik uygulamaları her gün madenlerde, şantiyelerde, fabrikalarda, bürolarda sağlığından, canından olan milyonlarca emekçiye umut vermiyor. Umut, emek hareketi içinde günden güne görünür olan, işçi sağlığı ve iş güvenliği talebini emekçilerin hak mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak gören çizgide. Bu çizgi ne kadar güçlenir, hak alıcı eylemler ne kadar çoğalırsa yaşamak için ölenler o kadar azalacak.”

Türkiye’nin en büyük ifl cinayetinin yafland›¤› Soma’da D‹SK Dev Maden-Sen öncülü¤ünde yap›lan eylem ve etkinliklerle, katliam›n üzerinden üç ay geçmesine ra¤men bu süre içerisinde katliamda ölen iflçilerin ailelerine yap›lan yard›mlar d›fl›nda kalanlar için herhangi bir ad›m at›lmad›. Soma madencilerine verilen sözlerin yerine getirilmedi¤i hat›rlat›ld›. Maden iflçilerinin çal›flma koflullar›nda iyileflme yarataca¤› iddia edilen yasal düzenlemelerin seçimlere ve ülke gündemine kurban edilmesine karfl› madenciler 22 A¤ustos’ta, “Ocaklar kamulaflt›r›ls›n, tafleron çal›flma yasaklans›n” talebiyle yürüdü. D‹SK Genel Baflkan› Kani Beko, CHP’li milletvekilleri Süleyman Çelebi ve Özgür Özel ile sanatç› Tar›k Akan ve maden katliam›nda hayat›n› kaybeden iflçilerin yak›nlar› ile maden iflçilerinin de aralar›nda bulundu¤u yüzlerce kifli ,”Madenciye verilen sözler tutulsun, Soma’n›n yaralar› sar›ls›n” diyerek, Soma Madenci Heykeli önünde buluflup Hükümet Kona¤› önüne yürüdü. Hükümet Kona¤› önünde yap›lan konuflmalar›n ard›ndan 13 May›s Park›’nda Tar›k Akan’›n baflrolde oynad›¤› Maden filmi hep birlikte izlendi. Yürüyüfl boyunca madencilerin coflkusu alk›fllarla, z›lg›tlarla, ›sl›klarla hiç azalmadan devam etti. Maden iflçileri hesap soran sloganlar› ile susmayacaklar›n› ve hiçbir bask›n›n kendilerini sindirmeyece¤ini bir kez daha katil AKP’nin yüzüne sokaklarda hayk›rd›.

1 Mayıs 2014 çağrısıyla ilgili 1 Mayıs bileşenlerinden DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Genel Başkanı Lami Özgen ve DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu 2911 sayılı kanuna aykırı olarak “Halkı suç işlemeye teşvik” suçlamasıyla Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde 15 Ağustos günü ifade vermeye çağırıldı. İfadeden önce, 1 Mayıs’ta Taksim’i yasadışı yasaklayan, işçilere saldıran, gözaltına alan, yaralayan, işkence yapan ve 24 saat öncesinde sıkıyönetim ilan etmek suretiyle 15 milyon İstanbullunun temel haklarını ihlal eden AKP hükümetinin 1 Mayıs'ı yargılayamayacağını söyleyen emek örgütü temsilcileri, “Taksim 1 Mayıs alanıdır” diyerek önümüzdeki yılda Taksim'de olacaklarını söyledi.

Sendika düşmanlığına ve taşeron sistemine karşı direniş sürüyor SEND‹KA DÜfiMANLI⁄INA KARfiI Z‹NC‹RL‹ EYLEM Kocaeli Çayırova’daki M&T Reklam fabrikasında çalışan Birleşik Metal-İş üyesi işçiler çalışma, örgütlenme ve toplu sözleşme hakkı mücadelesi yürütürken işten çıkarıldı. Tazminat hakkı verilmeden işten çıkarılan 110 işçinin fabrika önündeki direnişinin 104. gününde işçiler kendilerini fabrikanın kapısına zincirledi. Sabah başlayan eylem akşam saatlerine kadar sürdü. Vardiyadan çıkan işçilerin de destek verdiği eyleme jandarma saldırdı. İşçiler, zincirleri kesilerek gözaltına alındı. MÜCADELEM‹Z TAfiERONA DUR DEMEK ‹Ç‹N Mersin’de park işini yürüten Parktur Otopark Yönetim Sistemleri taşeron firmasındaki

işçiler, Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İmar İnşaat A.Ş.’nin şirketleri ile sözleşmeyi tek taraflı feshetmesi üzerine işsiz kalacaklarını söyleyerek 13 Ağustos’ta Atatürk Parkı’nda direnişe geçti. İşçilerden Nihal Türgüven, 3 ay önce işe başlamış.

‘‘Gündüz direnişteyim, gece de geçimimi sağlamak için çöplerden şişe ve kutular topluyorum’’ diyen Nihal, iş güvencesini ortadan kaldıran taşerona karşı mücadele ettiklerini söylüyor. MUNZUR SU’DA F‹‹L‹ GREV ZAFERLE SONA ERD‹ Dersim'de DİSK’e bağlı Gıda-İş sendikası ile Munzur Su AŞ arasında sendikanın tanınmaması üzerine başlayan anlaşmazlık sonrası Munzur Su işçileri 23 Ağustos’ta greve çıktı. 4 günlük fiili grevin ardından grev zaferle sonuçlandı. İşverenin çağrısıyla yapılan toplantıda grev sebebiyle hiçbir işçiye disiplin cezası uygulanmaması, soruşturma açılmaması; grevde geçen süre için işçilerin ücretlerinin ödenmesi; sendika temsilcilerinin tanınması ve işyerindeki bütün görüşmelerin temsilci

işçilerle yapılması; mevsimlik işçilere süreklilik sağlanması talepleri kabul edildi. DİSK Gıda-İş, TİS için görüşmelerin başladığını duyurarak işçilerin ortak iradesiyle grevi sonlandırdı.

ALANYA DEVLET HASTANES‹’NDE D‹REN‹fiÇ‹LERE SALDIRI Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından işçi sınıfına dönük saldırılar sürüyor. Alanya Devlet Hastanesi’nde Devrimci Sağlıkİş’e üye oldukları için işten atılan ve 140 gündür hastane bahçesine çadır kurup direniş yapan 2 işçiye, 18 Ağustos günü başhekimin emriyle polis saldırdı. Gece yarısı çadıra ve taleplerinin yazılı olduğu pankarta el koyan polis, işçileri gözaltına aldı. Ertesi gün yönetimin tutumunu protesto eden ve işe geri alınmak için basın açıklaması yapan 2 işçi yine polisin saldırısına uğrayarak gözaltına alındı. İşçiler, “çadırımızı sökseniz de direnişi engelleyemezsiniz” diyerek, elle yazdıkları “İşçi düşmanı Başhekim, baskılara boyun eğmeyeceğiz” pankartını hastanenin çatısına astı.


9

SERMAYE 28 Ağustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

EMPERYA LİST LER KRİZİN BEDELİNİ TÜRKİY E’Y E DE ÖDETECEK

‹nflaat›n kap›s›na dayanan kriz

Dünyada kriz tartışmaları büyürken Türkiye’nin de içinde bulunduğu “yükselen ekonomiler” gelişmiş ülkelerin krizinin faturasını ödüyor MEHTAP METİNOĞLU

P

ara dergisinin “iş dünyası kulislerinden” edindiği habere göre, 3. Havalimanı’nın finansmanını Ziraat Bankası liderliğindeki 6 banka sağlayacak. Söz konusu 6 banka ve Ziraat Bankası, 3. Köprü’nün finansmanında da yer almıştı. Bir kamu bankası olan Ziraat Bankası’nın “misyonu” ve öncelikleri ile 3. Havalimanı’nın özel sektör odaklı bir yapişlet-devret projesi olmasındaki çelişkiyi, İstanbul’un bozulan ekolojik dengesini bir tarafa bırakalım. AKP “çılgın projelerinin” finansmanını üstlenecek “çılgın yatırımcılar” bulamıyor mu? Neden tüm “çılgın projeler” hazine garantisi altında yapılıyor ya da garanti vaat ediliyor? AKP, Türkiye’nin her karışını şantiyeye çeviren inşaata dayalı ekonomi politikasında büyüyen konut kriziyle, alıcısı olmayan “çılgın projeleriyle” iyiden iyiye tökezliyor. İnşaat sektöründe ve genelde Türkiye ekonomisindeki krizi tetikleyen parametreler arasında, yabancı para girişinin yılın ilk altı ayında yüzde 60 azalması, tarım dışı işsizlik oranının yüzde 12’nin üzerine çıkması, enflasyonun çift haneli sayılara dayanması,

2014 Mayıs’ından sonra büyümenin durması ve daha birçok unsur bulunuyor. Ayrıca jeopolitik gerilimlerin ortasında yer alan Türkiye’nin AKP eliyle her geçen gün daha çok batağa saplanan dış politika ataklarıyla, ülke içinde 17 Aralık’tan bu yana açık biçimde süren iktidar çatışması ekonomik dengeleri sarsıyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz koşulları, gelişmiş kapitalist ülkelerin ekonomi programlarından ve para politikalarından bağımsız değil. ABD Merkez Bankası’nın (FED) her para politikası değişikliği açıklamasında Türkiye piyasalarının sarsılması, ekonominin emperyalist küresel finans kapitale göbekten bağımlı olduğunun ve krizlere yatkınlığının delili. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’ndan (TCMB) çok FED’in kararlarının belirlediği ekonomi politikasının kriziyle AKP bugün “çılgın projelerine” yatırım yapacak yabancı sermaye bulamıyor. Bu kriz koşullarında ise “devlet güvencesini” devreye sokarak çözüm yaratmaya çabalıyor. Dünyada kriz tartışmaları yeniden alevlenirken AKP’nin ekonomiyi kısa vadeli çözümlerle idare

etmesi yetersiz kalacak ve kendi içinde yeni krizlere evrilecek gibi görünüyor. İktisatçıların tartışmalarına göre kapitalist kriz yeni bir evreye girdi ve gelişmiş kapitalist ülkeler tarafından bu krizin faturası azgelişmiş ülkelere kesiliyor. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu “yükselen ekonomiler” ise kapitalist krizin faturasını ödeyenler-ödeyecek olanlar arasında bulunuyor. ABD KRİZİNİ DÜNYAYA MAL EDİYOR 2008’den bu yana krizle boğuşan Avrupa’da ağır borç yüküne karşı yeni parasal önlemler alınırken ABD ekonomisine ilişkin yayımlanan resmi veriler piyasalardaki “endişeyi” artırdı. ABD ekonomisi 2014 yılının ilk üç ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2,9 oranında küçüldü, daraldı. Sendika.Org yazarı ve iktisatçı Prof. Mustafa Durmuş, üç kısımda incelediği “Küresel kapitalist krizde son durum” yazı dizisinde gelişmiş kapitalist ülkelerin ekonomisi özellikle de küresel kapitalizmin dinamosu ve en büyük ekonomisi konumunda olan ABD ekonomisi hakkında şöyle yazdı: “ABD ekonomisinin 2014 yılını yüzde 4-5’lik bir büyüme hızı ile tamamlayabileceği yönün-

deki resmi öngörü ciddi olarak zayıfladı. ABD ekonomisi büyüme açısından olması gereken yerin yüzde 12,5 gerisinde duruyor. Benzer bir durum aslında diğer metropol ülkeler için de geçerli. Örneğin, bu fiili GSYH düzeyi – potansiyel GSYH düzeyi farkı Britanya’da yüzde 18,5 ve İspanya’da yüzde 29,0. Gelişmiş kapitalist ülkeler genelinde ise ortalama yüzde 7,5-10 civarında.” ABD ve AB’deki ekonomik daralma, başta FED olmak üzere birçok uluslararası örgütün büyüme tahminini bir kez daha aşağı doğru çekmesine neden oldu. 2008 krizi sonrasında başta FED olmak üzere metropol merkez bankaları derin bir çöküşü önleyebilmek için onlarca trilyon doları bankacılık sisteminde dolaşıma sokmuştu. İçinde bulunduğu ekonomik durgunluk halinden çıkmak için çeşitli para politikası yöntemleri deneyen gelişmiş ülkeler, her ay piyasaya pompaladığı milyar dolarlık taze parayla ekonomiyi canlandırmayı hedefliyordu. Ancak bu politika da bir yere kadar işledi. Yeni finansal kriz emarelerinin baş göstermesi üzerine FED yeniden politika değişikliğine gitti. FED’in son kararı ise bol sıcak para döneminde “yükselen ekonomi” olarak adlandırılan azgelişmiş ülkelerin

kaynak akışını sekteye uğrattı. TÜRKİYE FED’E GÖBEKTEN BAĞLI FED’in Mayıs 2013’te para musluklarını kısma kararının temelinde kendi ekonomik canlanmasını sağlayabilmek yatıyor. Bunun için de sermayesini “yükselen ekonomilerden” çekecek. Mustafa Durmuş, Sendika.Org’daki makalesinde sermayenin azgelişmişten gelişmişe doğru seyrini şöyle açıklıyor: “Şimdi bu fonların geriye dönmeye başlaması azgelişmiş ekonomileri vurmaktadır. Bu uzun dönemli çıkış doğrusal bir hat gibi ilerlemekten ziyade dur-kalk ve ileri gidiş ve geri dönüş ve taktiksel geciktirmeler biçimlerinde ilerlemektedir. Böylece bir yandan da azgelişmiş ekonomiler üzerindeki daraltıcı etkiler yumuşatılmaya çalışılmaktadır.” ABD’li iktisatçı Jack Rasmus’a göre gelişmiş ülkeler, merkez bankaları aracılığıyla, son beş yıllık durgunluklarını ve toparlanmadaki başarısızlıklarının sonuçlarını azgelişmişlere ödettiriyor. Türkiye’de ekonomi için şimdiden yakıcı sorun olarak baş gösteren sermaye çıkışının artması, enflasyonun tırmanması, ihracatın yavaşlaması gibi etkenler “gelecek” günlerde daha ezici olacak gibi görünüyor.

Ora’da batan milyonlar Ziraat’ten ç›kt› Bayrampaşa’da 70 dönüm l ü k arazi üzerine kurulu "Ora AVM" isimli projenin sahibi Ora İstanbul Gayrimenkul Yatırım ve Geliştirme AŞ hakkında 2013 yılında yürütülen iflas erteleme davasında mahkeme, şirketin iflasına karar vermişti. 270 milyon Euro’luk kredi alacağı ile Ziraat Bankası başı çekiyordu.

Merkez Bankalar› finansal krizi tetikliyor! “Merkez bankalarının bankası” olarak da anılan Bank of International Settlement’in (BIS) 2014 raporunda, 2008 krizi öncesinde olduğu gibi finansal balonların şişirildiği bunun da yeni bir küresel finansal krizin koşullarını yarattığı açıklandı. BIS’e göre son gelişmeler ile 2008 krizi öncesinde yaşanan gelişmelerin birbirine çok benzemesi dünya ekonomisinin geleceği açısından ciddi bir endişe kaynağı oluşturuyor. BIS, 2008 krizine giden süreçte yaşanmış olan finansal gelişmelerin sürdürülemezliğine dikkat çekmiş ve uyarılarda bulunmuştu.

Konutta sat›fl yok inflaata devam T

ürkiye'de konut satışları geçen yıl aynı aya göre yüzde 20 düştü. Mortgage ile yapılan satışlardaki düşüş ise yüzde 32'ye ulaştı. Oysa bu yıl geçen yılın aynı ayına göre daha düşük faiz oranları uygulanmıştı. Satış az ama konut yapma hızı aynı şekilde devam ediyor. KonutDer Başkanı Ömer Faruk Çelik üretimin azalmamasını şöyle açıklıyor: "Satışlar düştü ama firmanın iş yapma iştahı devam ediyor. Çünkü karlılık problemi var. Çok hacimle makul bir karlılık yapmaları

gerekiyor. Çok adet üretip çok adet satmaya çalışıyorlar. Yani herkes büyük riskler alıp bunu yönetmeye çalışıyor." Wall Street Journal Türkiye’nin haberine göre inşaat şirketleri, düşen satışları iki seçim arası psikolojisine ve jeopolitik gerginliğe bağlıyor. Konut sektörü, Haziran ayında 4 ay sonra ilk kez tek haneli düşüş yaşamıştı. Ama Temmuz ayındaki düşüş ile birlikte, sektörün 7 aylık satış hacim kaybı, önceki yıl aynı döneme göre yüzde 9'u bulmuş oldu.


BİZİM MAHALLELER

10

28 Ağustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

i r e l e l l a h a m l o S ? z i n i s r i l i b l › s na -2-

Sol mahallelerde ikinci durağımız İstanbul Gazi Mahallesi. Mahallenin 1970’lerde kırdaki çözülmenin yarattığı ilk göç dalgalarıyla kuruluşunu, “her gece bir gecekondu” yapılan günleri, 1990’larda kirli savaşla göçe zorlanan Kürt nüfusunun mahalleye eklemlenişini, Gazi İsyanı’ndan Gezi İsyanı’na toplumsal hareketlenmelerini bu süreçlerin canlı tanıkları ve özneleriyle konuştuk. Bir yandan Gazi’ye özel polis şiddetinin, bir yandan kentsel dönüşüm, temel hizmetlerin piyasalaştırılması ve yoksulluğun,

bir yandan da toplumsal çürümeyi kışkırtan çete-mafya ilişkilerinin kuşatması altındaki Gazi, iç ve dış sorunları eksik olmayan büyük bir devrimci potansiyelin adresi. Bu potansiyel Gezi’de birkaç kez on binlerce kişinin otoyola inip Taksim’e doğru yola çıkmasıyla heyecan yaratmıştı. Gittiğimizde gördük ki Gezi, Gazi’yi de değiştirmiş. Elbette sorunlar ortadan kalkmamış ama Gazililerin ufku daha da genişlemiş, parklar daha da renklenmiş, mücadele daha da çeşitlenmiş.

“ TA K S İ M ’ D E N Ç A Ğ I R I Y O R L A R , TA K S İ M ’ E Y Ü R Ü Y E C E Ğ İ Z , B İ T T İ ! ”

“Merak etmeyin, Gazi geliyor!”

Gezi Parkı’nda polis saldırısının en şiddetli olduğu 11 ve 15 Haziran günlerinde iki gece de on binlerce Gazilinin otoyola çıktığı duyulmuş ve “Merak etmeyin, Gazi geliyor” denmişti. Aslında biraz merak etmekte fayda var. Merak ettik, Gazi’ye gittik... ALİ ERGİN DEMİRHAN

G

azi Mahallesi diye bildiğimiz ve bugün 4 mahalleyi ve 200-250 bin nüfusu barındıran bölge, 1970’lerden bu yana biri Alevi diğeri Kürt ağırlıklı iki göç dalgası ile oluştu. İlk göç dalgasında kırın çözülmesi, ikincisinde kirli savaş etkili oldu. Gazililer böyle proleterleşince, proleter sınıf kimlikleri ile Alevi ve Kürt kimlikleri iç içe geçti. Mahallenin ruhu, 40 yıldır devrimci mücadelede yaşamını yitirenlerin kolektif hafızada yer eden izleriyle oluşan siyasi gelenekler ve devrimci romantizm ile oluştu. Ancak yaşamın her alanındaki sermaye saldırıları altında devingen sınıf mücadelelerinin odağındaki mahallenin politikleşmesini basit bir romantizmle tanımlamak mümkün değil. Gezi Parkı’nda polis saldırısının en şiddetli olduğu iki gece on binlerce Gazilinin otoyola çıktığı duyulmuş ve “Merak etmeyin, Gazi geliyor” denmişti. Aslında biraz merak etmekte fayda var. Merak ettik, Gazi’ye gittik. (Gözlem ve söyleşilerimizin tamamına Sendika.Org’dan ulaşabilirsiniz.) Pazar sabahı Yeni Karakol durağında inip, duvarlarında kızıl bayrakların dalgalandığı

mezarlığı geçtikten sonra mahalle ile Alibey Barajı arasındaki ormanlık alana geçiyoruz. Haftasonları yalnızca Gazililer değil, diğer mahallelerden pek çok insan da piknik için ormana geliyor. Belediyenin iki yıl önce paralılaştırmak üzere düzenlediği ormanlık alanın girişine turnikeler konmuş ancak yaya geçişi parasız. Araç girişi paralı ama henüz yaya girişini paralılaştırmaya cesaret edememişler. Piknik alanında emekli işçi Ali Kavak’la buluşuyoruz. 43 yıldır burada yaşıyor. Sivas’ın Hafik ilçesinde dünyaya gelmiş, 1969’da İstanbul’a göçmüş. Bölüne bölüne ufalan topraklar karın doyurmayınca göç etmişler. 1971’de Gazi’ye gelip bir gecekondu yapmışlar. “O zamanlar bizim evle birlikte 15-16 ev vardı” diyor. Birkaç yıl içinde göç yoğunlaşmış. Ağırlıkla Sivas, Erzurum, Muş, Varto, Dersim’den göç alınmış. “HER GECE BİR GECEKONDU” Dönemin devrimci örgütleri her gece bir gecekondu yapıyormuş gelenlere. Duvarlar örülüp, üstüne Halkın Kurtuluşu, Devrimci Sol, Devrimci Yol yazılıyormuş: “Sabah gelip bakıyorlardı, nereden bilecekler ki bir gecede kuruldu, inanmıyorlardı.”

Bir gece uykusundan “devrim oldu” diyerek sıçrıyor. Evin içinde bağırmaya başlıyor. Babasının tokatlarıyla kendisine geliyor. Tesadüf o ki o sabah 12 Eylül 1980 sabahı ve babasının tokatlarından birkaç saat sonra askeri yönetimle tanışıyorlar. 12 Eylül’ün ilk günlerinde kahvelere girip darbeye karşı direniş çağrısı yaptıklarını, ancak halkın çağrılara kulak vermek bir yana, kendileri konuşurken kahveleri terk ettiğini söylüyor. 1980’lerde Kürt göçü başlıyor ve 1990’ların kirli savaş politikalarının da etkisiyle şimdi mahallenin özel bir katmanı olan Şırnak ve Ağrı ağırlıklı Kürt nüfus artmaya başlıyor. 12 Mart 1995 Gazi Katliamı’nı ise Alevilerin, Cemevi’nin birilerini rahatsız etmesine bağlıyor. BURAYA HAKİM OLAN HALK Mahallenin mevcut siyasi ortamına dair ne düşündüğünü soruyoruz, Gazi’ye hakim olan ne? “Buraya hakim olan halk. Halk ayaklanırsa iş ciddi” diyor ve Gezi günlerinde on binlerce kişinin TEM’e çıktığını hatırlatarak, fraksiyonların kendi başına örgütlediği işlerle bu hareketler arasında uçurum olduğuna dikkat çekiyor. Fraksiyoner davranışlardan rahatsızlığını gizlemiyor.

“Gezi’de 7’den 70’e herkes sokaktaydı, TEM kesildi, halk Taksim’e çıktı. Herkes kendine maledince kendini geri çekti” aslında şiddetli polis saldırısı, bazı etkili kurumların kendi başına inisiyatif alıp yön değiştirmesi vb durumlar da var ancak o, eleştirisini fraksiyoner davranışlar üzerinde yoğunlaştırıyor: “Taksim’den çağırdılar, Taksim’e yürüyeceğiz, bitti. Ama senin talimatınla yürümem.”

nüz ciddi bir durumla karşı karşıya olmadıklarını söylüyorlar. Çocukları Şişli’de okuyor. “Siyasi olaylar” nedeniyle Gazi’de okumasını istememişler. Devrimci örgütlerin faaliyetlerine mesafeliler ama Gezi eylemlerine katılmış: “Gezi’de herkes dışarıdaydı.” Gazi’nin neden bu kadar politik ve olaylı olduğunu soruyoruz. Damat yanıtlıyor: “Buradakiler ezilenleri seviyor.”

“BIRAK TAPU VERMESİNLER” Ormandan çıkıp mahallenin bahçeli gecekondularla kaplı bölgesinden geçiyoruz. Bir tarafta orman, bir tarafta baraj ve karşıda ufku çepeçevre sarmış Levent’in gökdelenleri, pusların gerisinde ise Çamlıca tepeleri. Sivas Zaralı bir aileye konuk oluyoruz. Evin annesi 1943 doğumlu Zühre Temur. 36 yıldır burada yaşıyor. “Ev sizin mi, kira mı?” “Bizim.” “Tapu var mı peki?” “Vergi veririz, tapu yok.” Damadı söze giriyor; “Bırak tapu vermesinler, tapu verseler bina dikerler. Bir gecekondularda, bir mezarlıklarda ağaç var.” Karşı gökdelenleri gösterip, “Buradan bakınca beton görünüyor.” Kentsel dönüşüm konusunda Ali Ağaoğlu’nun buralarla ilgilendiğini, 5 yıldır söylentiler olduğunu ancak he-

“ŞENGAL’E GİDERİZ” Heykel Park’ta Uludere Gençlik İnisiyatifi’nin Şengal’e yardım çadırına konuk oluyoruz. Parktakilerin çoğunluğu “93’ten sonra dayatmalarla gelen” Şırnaklılar. İnisiyatif’ten Emin Seyhan, Uludere’ye 2 bin Ezidi’nin geldiğini söylüyor ve neden yardım topladıklarını açıklıyor: “Bir ilçe belediyesi bu kadar insanın ihtiyacını tek başına karşılayamaz.” Rojava’ya, Şengal’e desteğe gidenleri soruyoruz, buralardan da var diyoruz, teyit ediyorlar. “Çoluk çocuk sahibi olmasaydık hepimiz giderdik. Gerekirse gideriz yine de.” Ailesi IŞİD saldırısı altındaki Mahmur kampında olan Mehmet Emin söze giriyor: “Tayyip Erdoğan eğer IŞİD’e yardım ederse, biz de çocuk kadın demeden gideceğiz, emin olabilir.”

‘O işe devrimciler bakıyor’ G MUSTAFA KESK‹N

MEHMET EM‹N

ZÜHRE TEMUR

GAMZE ‹Y‹DO⁄AN

AL‹ KAVAK

“Olayların faydası da var” M

ahalle halkında özellikle rutine binen korsan eylemler ve sol içi gerilimler nedeniyle “olaylara” karşı mesafeli bir tutum olsa da, devrimci örgütlerin “olay” çıkarma potansiyelinin mahallenin ortak yaşam alanlarını koruduğunun da farkındalar. O nedenle yerine göre övüp yerine göre eleştiriyorlar. Gezi Direnişi’nin de etkisiyle yeşil alan ve parklar yeni bir mücadele odağı haline gelmiş. Ormanlık alanı paralılaştırmak üzere girişe turnike koyan belediyenin iki yıldır buna neden cesaret edemediğini sorduğumuz bir mahalleli, gülümseyerek “Olayların faydası da var” diyor. Olayların faydasını parklarda da görebiliyoruz. Mücadele Birliği, resmi adı Okul Parkı olan Kemal Pir Parkı’na ölüm orucu direnişçisi Aysun Bozdoğan adına kurulan anfide kültürel etkinlikler düzenliyor. Parkın karşısında yeni kurulan Ayışığı Gazi Ekin Sanat ve Halk Kütüphanesi’nde, Platform üyesi Gamze İyidoğan’la konuşuyoruz.

Mahalledeki yozlaşma sorununa karşı, okul çıkışı çocukların gidebileceği alternatif bir faaliyet alanı olarak kütüphanesiz mahalleye kütüphane kurmak istemişler. “Yozlaşma ile neyi kastediyorsunuz?” diye soruyoruz, anlatıyor: “Köşe başı gruplaşmaları içinde gençler daha sonra çetevari ilişkilere giriyor. Bonzai çok yaygın. İlköğretim önünde dahi bulunabiliyor. Torbacılar uyuşturucu işinde en zayıf halka. Örgütler onları döverek işi çözebileceklerini sandı. Torbacılar da suçlu ama dövmek, işkence etmek, teşhir etmek doğru değil. Onlara ne sunduk. Önce

bataklığı kurutmak lazım. Sistemi alaşağı etmeliyiz. Park bekçisi değiliz ki.” Sol içi gerilimleri soruyoruz, hoşnutsuz bir yüz ifadesi ile, sıradan Gazili yurttaşın sözlerini aktarıyor: “Eskiden devrimcilerin elinde silah varken biz güvenle yatardık. Artık merdiven boşluğuna giriyoruz.” Daha sonra Millet Caddesi’nde HDP’li esnafla sol içi gerilimleri ve çeteleşme sorunu konuşuyoruz. Esnaftan Mustafa Keskin, HDP-Halk Cephesi çatışmasıyla ilgili olarak yaşananları provokatörlük olarak tanımlıyor: “Biz bu kavgayı sürdürmeyeceğiz. Alevilerle karşı karşıya gelmeyeceğiz. Kendimizi hiç ayırt etmedik Kürt-Alevi diye.” Çete vb suçlamalara karşı “Siyaset yapıyoruz, çete denmez. Muhatap olmayacağız. Parti kararımızdır.” Çeteleşmenin bütün toplumsal kesimler açısından sorun olduğunu söyleyip bazı devrimci grupların yürüttüğü “cezalandırma” eylemlerine tepki gösteriyor: “Çocuklarımızın kafasına mı sıkalım! Biz başka bir hayata çekmeliyiz.”

azili yurttaşlar hırsızlık, uyuşturucu vb olaylardan şikayet etmeye karakola gittiklerinde şu yanıtı alıyor: “O işlere biz bakmıyoruz, devrimcilere gidin.” Çünkü devlet Gazi’de şiddet uygulamaya odaklanmış. Halkın temel haklarını da piyasaya açmış. Gazi’de devlet hastanesi yok. 11 ilköğretim okulu, 3 sağlık ocağı, 3 de özel hastane var. Biri Anadolu Lisesi diğeri Ticaret Lisesi iki lise var ve ikisi de puanlı öğrenci aldığı için pek çok öğrenci zorunlu olarak semt dışına gidiyor. Mahalle halkı açısından eğitim ve sağlık hizmetine erişememek büyük sorun. Gazi Halkevi de eğitim alanındaki çalışmalarıyla öne çıkıyor. Kıvanç Yıldırım üç yıldır düzenledikleri yaz okullarına her yıl 150-200 öğrencinin katıldığını belirtiyor. 4+4+4’e geçiş sürecinde Sultangazi Eğitim Hakkı Meclisi’ni kurmuşlar. Meclis 2013’te zorla İmam Hatip’e kaydedilen çoğunluğu Alevi 3000 öğrencinin sorununu gündeme getirmiş. Kamuoyu ilgisinin de yoğunlaşması üzerine öğrenciler istedikleri okullara

kaydolabilmiş. Halkevi’nin önündeki parkı, bakımsız bir “maganda mekanı” olmaktan çıkarıp ailelerin rahatça gidip gelebildiği ve akşam saatlerinde dolup taşan bir uğrak yerine dönüştürmüşler. Şimdi de belediyenin parkı benzin istasyonuna çevirme planına karşı mahalleliyi seferber etmiş, belediye başkanını uyarmışlar. Öte yandan Halkevciler mahalleye ilişkin sorunları mahallelinin doğrudan katılımı olmadan çözmenin doğru olmadığını düşünüyor. Çünkü halkın kendi sorunlarının çözümünü devrimcilere havale etme eğiliminin beslenmesinin pek de ‘hayırlı’ sonuçlara yol açmadığı görülüyor. Devlet kurumlarına güveni kalmayan mahallelinin kendi işini başkasına gördürmeye meyletmesi ile, sol eğilimli gençlik gruplarının zamanla mafyavari faaliyetlere yönelmesi arasında dolaysız bir bağlantı var. Gazi an gelip on binlerle yollara dökülebiliyorsa, bu, “o işlere” yalnızca devrimciler değil bütün halk bakabildiğinde oluyor.


11

BARINMA / SOMA 28 Ağustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

B A R I N M A S O R U N U N A D AYA N I Ş M A İ L E A LT E R N AT İ F B İ R Ç Ö Z Ü M :

Hürriyet Öğrenci Evi açılıyor GÜNEŞ TOKSÖZ

H

alkevleri Vakfı ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın Ankaralı üniversitelilerin barınma sorununa çözüm arayışında ortaklaşa bir alternatif proje yaratma hedefiyle çıktığı yolda dayanışma ile kurulan “Hürriyet Öğrenci Evi” ilk öğrencileriyle buluşmaya hazırlanıyor. Ankara’da yeterli devlet yurdu bulunmaması, öğrencilerin devlet yurtlarında AKP’nin gerici ve cinsiyetçi baskısıyla karşı karşıya kalması, öğrencilerin ya kar amaçlı özel yurtlarda sermayenin insafına bırakılması ya da cemaat yurtlarına mahkum bırakılması barınma sorununu giderek büyütüyor. Üniversitelilerin bu sorununun öğrencilerin baskıya maruz kalmadan, insani koşullarda barınacağı yurtların kamusal kaynaklarla kurulması ve barınmanın bir hak olarak kabul edilmesi mücadelesini destekleyen iki vakıf mevcut koşullarda bir alternatifin de başarılabileceğini göstermek istedi. Çözüme katkı için bir araya gelen Halkevleri Vakfı ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı yaz başında yaptıkları açıklama ile bir yurt projesi başlattıklarını açıkladılar. CEMEVİ BİNASINDAN YURDA Yaz ayları başında yapımına başlanan yurdun binası aslında Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’na ait bir Cemevi binası. Hacı Bektaş Veli Vakfı, Halkevleri Vakfı’yla birlikte barınma sorunu yaşayan üniversiteliler için yurt projesini başlattıktan sonra bir bina arayışı içine girmiş; daha sonra bu binanın yeniden restore edildiği zaman bir öğrenci yurdu için uygun olacağı kararlaştırılmış. Halkın Sesi gazetesi olarak yapımı ve ilerleyişini yakından takip ettiğimiz restore çalışmaları yurt haline getirilecek binanın baştan aşağı yeniden düzenlenmesi ile başladı. Duvarların yıkılıp yalıtımlı özel malzemeler kullanılarak yeniden yapılması, döşemelerin yenilenmesi, tüm tesisatın güvenli ve sağlıklı bir biçimde yenilenmesi, çalışma salonu, yemekhane ve odaların projelendirilip yapılmasının yanısıra odaların bulunduğu katlarda yer alacak çamaşır yıkama odaları için ses yalıtımları dahi yapıldı. İnşaat sırasında tek düşünülen burada kalacak üniversitelilerin sağlığı, güvenliği ve rahatıydı. Yurdun inşaat işlerinde son aşamaya gelindi, sırada kullanım için dolapların, çalışma masalarının, yatakların yerleştirilmesi ve iyi bir temizlik var. ÇAĞDAŞ BİR YAŞAM ALANI Hacı Bektaş Veli Vakfı ve Halkevleri Vakfı kadın öğrencilerin kalacağı Hürriyet Öğrenci Evi’nin kayıtları için çıkardıkları

broşürde “Bizler çocuklarını, yani bu ülkenin geleceğini sermayenin kar hırsına, cemaat ve tarikatlara, gerici ve baskıcı anlayışa teslim etmek istemeyenler insani açıdan yaşanabilir, nitelikli bir yurdun, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışın yeşermesi için yola çıktık” diyorlar. Görüştüğümüz Halkevleri Vakfı yöneticileri, 160 kişi kapasiteli olacak yurt için Hacı Bektaş Veli Vakfı’yla ortaklaştıktan sonra dayanışma çağrısı yaptıklarını ve bu çağrılar sonucu Türkiye’nin dört bir yanından birçok kurum ve kişiden destek gördüklerini, desteğin sadece maddi olmadığını, yüzlerce mesaj aldıklarını söylüyor. Ankara Dikmen’deki Hürriyet Caddesi üzerinde bulunan Hürriyet Öğrenci Evi, diğer yurtlardan farklı olarak üniversitelilerin insani, sosyal, kültürel ihtiyaçlarını düşünerek hazırlanıyor. Bu deneyimin bir önemi de olası tüm sorunları yurtta kalan üniversitelilerin düşüncelerini ve taleplerini dikkate alarak çözecek olması. İki vakfın yaptığı hazırlıklara göre yurtta üniversitelilerin istek ve ihtiyaçları doğrultusunda geziler ve sosyal aktiviteler yapılacak, film ve tiyatro gösterileri düzenlenecek, rehberlik eğitimleri ve söyleşiler yapılacak. Hürriyet Öğrenci Yurdu’nda ayrıca uzman jinekologlar tarafından kadın sağlığı eğitimleri, diş hekimleri tarafından ağız ve diş sağlığı eğitimleri, diyetisyenler tarafından beslenme ve sağlıklı yaşam eğitimleri, psikologlar tarafından psiko-terapi seansları yapılacak. NİTELİKLİ YURT KOŞULLARI HAZIR Hürriyet Öğrenci Yurdu’nda üniversitelilerin rahat etmesi için fiziki imkanlar da en üst seviyede tutuldu. Yurtta her gün sabah kahvaltısı ve akşam yemeği verilecek, her odada banyo ve tuvalet olacak, odaların hepsinden ulaşılabilir olan sınırsız internet bağlantısı sağlanacak, ayrıca odalardaki banyo ve tuvaletlerde 24 saat sıcak su imkanı olacak. Üniversitelilerin yaşayacağı sorunları minimuma indirmek için yurtta 24 saat güvenlik ve bir de revir olacak. Yurtta ayrıca üniversiteliler için etüt salonu, dinlenme ve TV salonu, zengin içerikli bir kütüphane, bilgisayar odası ve spor salonu olacak; ayrıca odaların bulunduğu her katta çamaşır ve ütü odaları bulunacak. Odalarda bulunacak yataklar ortopedik özellikli olacak ve odalar hafta içi her gün temizlenecek. ÖN KAYITLAR BAŞLADI Halkevleri Vakfı yöneticileri, Eylül ayında faaliyete geçecek yurt için ön kayıtlara başladıklarını, barınma sorununa alternatif bir çözüm arayan bütün üniversiteli kadınları yurda beklediklerini söylüyorlar. Yurda ön kayıt yaptırmak isteyenler Halkevleri Vakfı'nın internet sayfasına http://halkevlerivakfi.org/ adresinden ulaşabilir.

Halkevleri Vakfı ile Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın üniversitelilerin en büyük sorunlarından biri olan barınma sorununa ilişkin alternatif bir çözüm deneyimi olarak başlattığı “Hürriyet Öğrenci Evi” projesi tamamlanıyor

Nereye nasıl gidilir? Hürriyet Ö¤renci Yurdu, Ankara’n›n ulafl›m sorununun az oldu¤u Dikmen bölgesindeki Hürriyet Caddesi üzerinde bulunuyor. Dikmen’e giden bütün dolmufl ve otobüsler arac›l›¤› ile yurda ulafl›m sa¤lanabilir. Ankara Büyükflehir Belediyesi bünyesindeki 154 numaral› Sokullu Mehmet Pafla otobüsüne, 145 numaral› Keklikp›nar› otobüsüne, 183 numaral› Sinan Caddesi otobüsüne ve 187 numaral› ‹lker Mahallesi otobüsüne binilerek yurda 2 ila 4 dk mesafede bulunan duraklardan ulafl›labilir. Ayr›ca Güvenpark’tan kalkan Sokullu Caddesi, ‹lker Caddesi, Keklikp›nar› ve Sinan Caddesi dolmufllar› ile de yurda ulafl›m sa¤lanabilir. Dikmen bölgesinden giden tüm toplu tafl›ma araçlar›na binilerek ayn› zamanda K›z›lay’a

da gidilebilir. Hürriyet Ö¤renci Yurdu ayr›ca birçok devlet üniversitesinin kampüslerine tek araç kullanarak ulafl›labilecek bir konuma sahip. Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe Kampüsü’ne giden ö¤renci servisleri yurda 3-4 dk yürüme mesafesinde bulunan Dikmen Caddesi ve Çetin Emeç Bulvar› üzerinden; ODTÜ’ye giden ODTÜ-Ayranc› dolmufllar› yine Çetin Emeç Bulvar› üzerinden geçiyor. Ayr›ca Ankara Üniversitesi’nin Dil ve Tarih, Co¤rafya Fakültesi Kampüsü’ne ve D›flkap› Kampüsü’ne 154-203 numaral› otobüs ile ulafl›labilir. Ayr›ca Gazi Üniversitesi’nin tüm kampüslerine ve Ankara Üniversitesi’nin di¤er kampüslerine K›z›lay’da otobüsten Ankaray metrosuna aktarma yap›larak ulafl›labilir.

Maden kentinde yaz okulu şenliği:

‘Bu daha başlangıç’ Kınık’taki Halkevleri Soma Madenci Evi Yaz Okulu’nun şenliğinde çocuklar, şarkılar söyledi, resimlerini, el işlerini sergiledi. Şenliklerinde İlkay Akkaya’yı ağırlayan çocuklar, gelecek yaz için şimdiden heyecanlanmaya başladı

H

alkevleri ve Öğrenci Kolektifleri’nin birlikte yürüttüğü Kınık Yaz Okulu şenlikle sona erdi. Soma Maden Katliamı’nda pek çok işçinin hayatını kaybettiği Kınık’ta madenci çocukları, iki ay boyunca devam eden Okumuş İnsan Halkın Yanındadır kampanyası kapsamında öğrendiklerini bu şenlikte aileleri ve kendilerini izlemeye gelen Kınıklılarla paylaştı. Kınık’ta Yaz Okulu’nun ilk günü ‘Terörle mücadele polisleri’ ‘tehlikeli’ buldukları Yaz Okulu’nun gönüllülerini tehdit etmiş, gönüllüler ise işçilerin öfkesini bastırmak için cemaat ağlarını, polis şiddetini devreye sokan, Ensar Vakfı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın işbirliğinde “Kuran Kursu” düzenleyen iktidarın tehditlerinin yaptıkları çalışmayı engelleyemeyeceğini söylemişti. Söyledikleri gibi de oldu. Kınık’ın nam-ı diğer “Taksi’m Meydanı” olan Cumhuriyet Meydanı’ndaki etkinlik madende hayatını kaybedenler için yapılan saygı duruşu ile başladı. Etkinlikte İlkay Akaya da sahne aldı. Kınıklı çocuklara Soma Madenci Evi’ndeki Yaz Okulu’na giden çocuklar da eşlik etti. Kınıklı çocuklar tiyatro gösterilerinde, insanın kendi gücünü keşfetmesinin değerini vurguladı. Bilmiş Çocuğun Şarkıları’nı söyledikleri koroda da kardeşlik, sevgi ve barış hayallerini anlattı. Soma Maden Katliamı’nda babasını kaybeden bir çocuk, babasına ‘Babam gelsin!’ diye seslenerek yazdığı şiirini okudu.

Şenliğe pantomim sanatçısının gösterisi de renk kattı. Şenlikte bölgede mücadele edenler söz alırken DİSK Dev Maden-Sen Genel Başkanı Tayfun Görgün, çalışmayı yapan Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri’ni selamladı. Dev Maden-Sen üyesi işçi Tahir Çetin de birlikte mücadele çağrısı yaptı. Madenci Evi Temsilcisi Ulaş Yavuz, Soma Madenci Evi’ni yaşamı yeniden örgütlemek ve maden işçilerinin insanca yaşam taleplerinin mücadelesini hep birlikte vermek için kurduklarını anlattı ve “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” dedi. Kınıklı gençler adına ise lise öğrencisi Can Kalabaktaş konuştu, Yaz Okulu çalışmasından duyduğu memnuniyeti ifade etti. Öğrenci Kolektifleri’nden Özgür Duran’ın üniversitelilerin yoksul mahallelerde sürdürdükleri kampanyalarını, deprem sonrası Van’da, maden katliamı sonrası Soma’da gerçekleştirdikleri faaliyetleri aktardığı ve Haziran İsyanı’nda yitirilen gençlerin isimlerini andığı konuşması büyük alkış aldı. İlkay Akkaya’nın şarkılarına halaylarla alkışlarla eşlik

eden yüzlerce kişi, sanatçıdan gelecek sene bir atölye çalışması yapması için söz aldı. Halkevleri Yaz Okulu benzer şekilde Soma’da da düzenlenmiş, Madenci Evi’nde düzenlenen yaz okulu tıpkı Kınık’taki gibi 30 Haziran’da başlamıştı. Maden katliamının ardından Soma maden havzasında yaşayanların yaralarını sarmak, dayanışmayı ve mücadeleyi büyütmek için kurulan Soma Madenci Evi’nde çocuklar için bir de oda açılmıştı. Madenci ailelerine hukuki ve psikojik destek sağlayan, bilgilendirici broşür, video gibi araçlar üretip ailelere ulaştıran ve işçilerin, ailelerinin buluşup sorunlarını paylaştıkları mekan olan Madenci Evi’nin açılış şenliğinde de Yaz Okulu çocukları sahne almış ve ürettiklerini sergilemişti.


KENT ÇEVRE

12

28 A¤ustos 2014 / 10 Eylül 2014

Halk›n Sesi

‹ktidar›n› inflaata yaslam›fl AKP’nin sermayeyle kolkola kentlerimizi, do¤am›z›, yaflam alanlar›m›z› talana açmas›na karfl› kavga veriyoruz. Mahkemelerde, ÇED toplant› salonlar›nda, holding önlerinde ya da sokakta. ‹nflaat bariyerleri y›k›l›rken, ÇED toplant›lar bas›l›rken, HES’lerin durdurulmas› meydanlarda kutlan›rken memleketin her yerinde Gezi’den miras bir slogan yank›lan›yor: “Bu daha bafllang›ç mücadeleye devam!” Sadece iktidar de¤il, beraber ifl tuttu¤u sermaye de pay›n› al›yor bu direniflten. Halk onlar›n da kap›s›na dayan›yor: “Kapal› kap›lar ard›nda pazarl›k yapanlar flunu unutmas›nlar, bu kentin sahibi var!”

Do¤a ve iflçi katili

‘Yaşamın bir sahibi var’ ÖZEN TAÇYILDIZ

“B

izim için değil, sermaye için buradasınız!” Doğuş Holding’in Galataport projesi ile Karaköy sahilindeki alana, binalara 30 yıllığına el koymasını “Sizin için buradayız” diyerek anlatmaya giden devlet-şirket yetkilileri bu cevapla karşılandı. Doğuş Holding, Galataport olarak bilinen Salıpazarı Kruvaziyer Limanı Projesi ile Karaköy ve Salıpazarı’ndaki kültür varlığı olan tescilli binaları mağaza ve restorana dönüştürmenin, sahili otel odalarına boğmanın derdinde. Üstelik bütün yasalara, koruma kanunlarına, mahkemece iptal edilen imar planlarına rağmen. Mevzuat gereği halka anlatılması gereken bu proje için de 19 Ağustos’ta bir toplantı düzenlendi. Ama toplantıya ne halk, ne esnaf ne de projenin ve ÇED toplantısının yapılacağı salonun hemen yanıbaşındaki Mimarlar Odası davet edilmişti. Sessizce yapılıp bitirilecekti. Ancak toplantı istedikleri gibi bir prosedür olarak kalamadı. Toplantının yapıla-

cağı salon önünde bir araya gelen İstanbul Kent Savunması üyeleri, “Sermaye defol, İstanbul bizimdir” sloganları ile girdikleri salonda toplantının yapılmasına izin vermedi. Sahilin büyük bir bölümünü özelleştirerek halka kapatacak, bölgeyi soylulaştırarak esnafı yerinden edecek, Haliçport, Okmeydanı-Tarlabaşı kentsel dönüşüm projesi ile birleşince de Beyoğlu’nun özelleştirilmesini gerçekleştirecek projenin toplantısının yapılamayacağı söylendi. Toplantının yapılamayacağını anlayarak dışarı çıkmak isteyen şirket ve bakanlık yetkililerinden tutanak tutmasını isteyen İstanbullular, şirket temsilcilerinin kamu görevlilerini yönlendirerek hazırlattığı “Toplantı yapılamamıştır” tutanağını kabul etmedi. “Yurttaşların haklı ve yoğun tepkisi nedeniyle toplantının açılamadığını” yazan tutanağı kendileri hazırlayıp imzaladılar. “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları ve projeye hiçbir şekilde geçit vermeyeceklerini ilan ederek salondan çıktılar. Böylece sermaye Anadolu’dan sonra büyük kentlerde, bir kentin merkezinde

ÇED toplantısı yaptırmama eylemi ile tanışmış oldu. Anadolu’da halk hep yakalarında zaten. HES’ler, madenler, taş ocakları, elektrik santralleri projelerinin ÇED toplantıları başlamadan bitiyor. Ağustos’un son onbeş gününde; Samsunlular Terme’de kurulacak enerji üretim santralinin ÇED toplantısını yetkilileri kovarak iptal ettirdi. Çünkü “bilgi”si verilecek kömür yakıtlı santralin onlar için anlamı, tarım arazilerinin yok olması, santral deniz suyu ile soğutulacağı için denizdeki canlıların ölmesi, yayılacak radyasyonla tüm Karadeniz’in tehdit altında kalması demek. Çanakkale-Çan Karadağ Köyü’nde ise halk meralarına yapılmak istenen altın madenine karşı direniyor. Onlar da madenci şirketin temsilcilerini konuşturmadan köylerinden kovdular. “Altıncı Şirket Karadağ’ı hemen terk et” sloganları eşliğinde apar topar arabalarına binip köyü terk etmek zorunda kalan ESAN Eczacıbaşı’nın elemanlarının ardından “Diren Karadağ” pankartı köy meydandaki çeşmeye asıldı. Kocaeli Tü-

tünçiftlik’te deniz üzerinde petrol platformu olan Petroline firmasının ÇED toplantısı başlayacağı sırada alkışlarla, ıslıklarla salona giren Güney Mahallesi halkı toplantıya izin vermedi. 22 yıl önce yargı kararlarına rağmen yapılan petrol boru hatlarını bölge sakinlerinin bahçelerinden geçiren şirket o dönemden bu yana ilk kez ÇED toplantısı yapıyordu. Yasal olmayan platformun bu ÇED ile yasal hale getirilmek istenmesine karşı çıkan halk, şirket temsilcisini dışarı çıkardı, ardından da tutanağı düzenleyen yetkiliye müdahale etti. Halkın yoğun muhalefeti nedeniyle toplantının başlatılmadan bitirildiği yazıldı. Mersin Bozyazı’da yapılması planlanan katı atık bertaraf tesisi için yapılan toplantı alkış ve sloganlarla protesto edildi, toplantı salonu terk edildi. Vatandaşların toplantı salonunu terk etmesinin ardından muhtarlar, toplantı öncesi katılımcıların imzalaması planlanan çizelgeyi aldılar ve yerine tesisi mahallelerinde istemediklerine dair bir tutanak tutturup imzalattılar.

AKP iktidar› 3. Köprü, 3. Havaliman› gibi “ç›lg›n” projeler ve HES’lerle yüzbinlerce a¤ac› katledip su varl›klar›n›, canl› yaflam›n› yok ederken yaflam alanlar›m›z› peflkefl çekti¤i yandafl flirketler de iflçileri katlediyor. AKP ihalelerinin gediklisi Limak Holding’in Siirt’in Botan Çay› üzerinde yapt›¤› Alkumru Baraj›’nda 24 A¤ustos’ta herhangi bir uyar› yap›lmadan kapaklar›n aç›lmas› ile baraj etraf›nda piknik yapan insanlar sular alt›nda kald›, 6 kifli yaflam›n› yitirdi. Limak ayn› gün ‹stanbul’da da katliam yap›yordu. Yap›m›n› üstlendi¤i 3. Havaliman›’n›n inflaat alan› içinde bulunan köylerden biri olan Yeniköy’ün en büyük mera alan› Kulakçay›r bölgesinde tam bir do¤a katliam› bafllatt›. Ço¤u yetiflkin mefle ve çam a¤açlar›ndan oluflan ancak göstermelik ÇED raporunda “fundal›k” olarak an›lan alanda mefle a¤açlar› kesildi. Yine ayn› gün, bir bölümü Emine Erdo¤an’›n emriyle imara aç›lan Kuzey Ormanlar›’n›n talan›nda Limak’la ayn› havuzdan beslenen ICA’n›n 3. Köprü flantiyesinde bir tafleron iflçi can verdi. Rant h›rs›yla do¤ay› ve insan yaflam›n› hiçe sayan iktidar ve sermayeye karfl› Kuzey Ormanlar› Savunmas›, ‹stanbul Kent Savunmas›, Ekoloji Meclisi ve ‹flçi Sa¤l›¤› ve ‹fl Güvenli¤i Meclisi 26 A¤ustos’ta Galatasaray Lisesi önünde bas›n aç›klamas› ve oturma eylemi gerçeklefltirdi. “Alkumru: Cinayet mahalli, L‹MAK: Seri katil” yaz›l› pankart önünde oturan eylemciler, yapt›klar› aç›klamada Alkumru Baraj›'n›n aç›ld›¤› Eylül 2011'den bu yana 20 kiflinin öldü¤ünü ancak buna ra¤men Limak’›n hiçbir önlem almad›¤›n›, dolay›s›yla bunun kas›tl› bir cinayet oldu¤unu ifade etti. Aç›klamada AKP’nin de sorumlulu¤una dikkat çekilerek “Bugün Siirt'te yaflanan faciadan Limak kadar devlet de sorumludur. AKP iktidar› ülkenin her yerinde nehirleri, dereleri, havzalar›n› ve oradaki yaflam› yok etmek pahas›na sermayeye devretmektedir” denildi.

‘Çek elini ormandan’ K

uzey Ormanları’nın kentin içinde kalan son parçası Fatih Ormanı Doğuş-Bilgili ortaklığında ranta açılmak isteniyor. Kamuoyuyla paylaşılmayıp el altından dolaştırılan tanıtım kitapçığına göre ormanın orta yerine 15 bin kişilik bir arena, lüks lokantalar, 150 adet lüks villa ve otoparklar kondurulacak. Projenin duyulmasıyla 28 Haziran’da orman girişinde buluşarak eylem yapan yaşam savunucuları Ağustos’ta Bilgili Holding önündeydi. #DirenFatihOrmanı çağrısıyla Beşiktaş Çarşı’da buluşan eylemciler, “Diren orman, diren İstanbul”, “Ormanıma, suyuma, İstanbul’a dokunma” sloganlarıyla Bilgili Holding’in Akaretler’deki binasına

yürüdü. Burada yapılan basın açıklamasında Fatih Ormanı’nı talan ederek kendilerine “doğa içinde” yaşam, eğlence ve rant alanları yaratmaya çalışan Doğuş -Bilgili grubuna bu talan projesinden vazgeçmeleri, bu şirketlerle iş ortaklığı içindeki yönetimlere ise kamu yararı adına karar vermeleri, İstanbul halkına ve doğaya karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri uyarısı yapıldı: “Mahallelerimize, çalıştığımız alanlara komşu ve kamusal niteliğini korumaktan yana sorumlu olduğumuz Fatih Ormanı için son tehdidi yaratan firmaya ve projelerine geçit vermeyeceğiz. Kapalı kapılar ardında pazarlık yapanlar şunu unutmasınlar, bu kentin sahibi var!”

‘Çılgın proje’nin ‘Dereye girdik, da¤lara ç›kt›k, buz üzerinde yürüdük’ bariyerleri yıkıldı A nadolu’da yükselen yaşam hakkı mücadelesinin en önemli ayağı HES’ler. AKP iktidarıyla neredeyse her dere üzerine yapımına izin verilen HES’lere karşı yıllardır devam eden mücadele özellikle Karadeniz’de öne çıkmış durumda. Artvin Arhavililerin mücadelesi ile MNG Holding’in kent içine yapmak istediği Kavak HES için verilen ÇED olumlu kararı durduruldu. Zaferini kent meydanında kutlayan Arhavi halkı “MNG elini deremizden çek”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarıyla şehir merkezinde yürüdü, MNG Holding’e usulsüz imar planı veren ve HES’in önünü açan AKP’li belediyeyi yuhaladı, devasa “HES’e hayır” pankartının önünde horona durdu. Arhavi Doğa Koruma Platformu üyeleri tarafından açılan davada bilirkişinin “Can suyu hesaplamalarında hile yapıldığı, can suyu miktarının düşük gösterildiği, Bakanlığın yanıltılarak ÇED raporunun onaylatıldığı” yönünde hazırladığı raporun ar-

İ

stanbullular bir yeşil alanını AKP ve sermayenin elinden kurtardı. Moda’daki son yeşil alanlardan biri olan ve afet toplanma alanı olarak belirlenen Moda Bostanı’na 31 Temmuz’da otopark yapımı için İBB’nin dozerlerle girmesiyle mahalleli direnişe geçti, alanda çadırlar kurdu, nöbet tutmaya başladı. Bostanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin otoparka dair ruhsat ve izinleri kaldırmasını isteyen imza kampanyası başlatıldı. İBB otopark alanı için verdiği ruhsatı iptal etmek zorunda kaldı. Bir başka yeşil alan olan Validebağ Korusu için de mücadele sürüyor. Koru, 354 bin metrekare alanıyla Anadolu yakasının ikinci büyük yeşil alanı. AKP’li Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen koruda “çılgın” proje peşinde; çocuk parkı, seyir terası, göletler, açıkhava tiyatroları ve düğün salonları yapacak. Validebağ Gönüllüleri Derneği korularını savunuyor. Derneğin çağrısı ile 19 Ağustos’ta düzenlenen forumda otopark inşaatına karşı neler yapılabileceği konuşuldu. Foruma gelen sivil polisler ıslıklarla, yuhalamalarla kovuldu. Ortak kararla otopark için çevrilen alandaki bariyerler “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları ile yıkıldı. Önceki hafta da halk kurulmak istenen otoparkın demirlerini sökmüştü.

Kuzey Ormanları kampa çağırıyor

Kuzey Ormanlar› Savunmas› son nefes kayna¤›m›z Kuzey Ormanlar›’n› savunmaya ça¤›r›yor.

Marmara Bölgesi’nin son do¤al varl›klar›na savafl açanlara karfl› ‹¤neada’dan, Saray’dan, Sapanca’dan, A¤va’dan gelen yaflam savunucular›-

dından Rize İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurmuştu. Ancak tüm bunlar uygun olsa dahi Artvinli mücadeleden vazgeçecek mi? Mahkeme reddetse evine dönecek mi? Platform adına açıklama yapan Erdoğan Güler mücadelenin öyle kazanılmadığını anlatıyor zaten: “Bu mücadeleyi kazanmak hiç kolay olmadı. Bazen dereye girdik, bazen dağlara çıktık, Kamilet’te buz üzerinde yürüdük. ‘Yapamazsınız, başaramazsınız’ diyenler çoktu, direne direne kazandık.” MNG de böyle olacağını biliyor ki AKP’li belediye başkanını yanına katarak yeni oyunlara girişti. Başkan Coşkun Hekimoğlu’nun 26 Ağustos’ta belediyenin ve MNG Holding’in tüm olanaklarını seferber ederek yaptığı “Arhavi’de HES istiyoruz” açıklaması tüm zorlamalara rağmen Arhavililerin tepkisiyle boşa çıktı. Günler öncesinden belediye başkanının gazete ilanı, el ilanı ve belediye anonsu ile basın açıklamasına yaptığı çağrılara Arhavi halkı katılmadı.

n› buluflturacak olan 5-6-7 Eylül’de Belgrad Orman›’nda düzenlenecek kamp, tüm Marmara halk›na sesleniyor.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.