217

Page 1

24 Eylül 2014 • 1,25 TL

Y›l 9 • Say› 217

Yürü üstüne üstüne Gericinin, işbirlikçinin, arsızın

Tüm mücadele alanlar›ndan tek bir hedefe do¤ru... Sf. 3

“Ölümse ölem…”

Fatsa’da siyanürlü alt›n madencili¤ine direnifl sürüyor. Fatsal›lar 7 Eylül’de flirketin bariyerlerle çevirdi¤i alana yürüdü. SF 7 SF 6

Metehan yaşayacak, faşistler üniversiteden defolacak

AKP’nin IŞİD’le danışıklı dövüşü Ifi‹D’le masaya oturarak rehine krizini “kendi yöntemleriyle” çözen AKP’ye, an›nda Ifi‹D karfl›t› koalisyonu iflaret eden ABD, en sonunda Erdo¤an’dan bekledi¤i aç›klamay› ald›. ABD’de Ifi‹D’e karfl› flahin kesilen Erdo¤an’›n, dönüflte bunu nas›l telafi edece¤i merak konusu SF4

KTÜ Ö¤renci Kolektifi’nden Metehan Tuna Göre faflist bir grup taraf›ndan sald›r›ya u¤rad›. Beyin kanamas› geçiren Metehan, ayn› gece ameliyata al›nd›. Hayati tehlikesi süren Metehan için üniversiteliler Türkiye’nin dört bir yan›nda ‘Metehan yaflayacak, faflistler üniversiteden defolacak’ diyerek soka¤a ç›kt›. KTÜ Ö¤renci Kolektifi faflistlerle kolkola giren Rektör’den de hesap soruyor SF 3

‘Bugünün ihtiyacı mücadele içinde birlik, samimiyet ve güvendir’ Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy: “Sol birlik” genel seçimlere 9 ay kala örgütlenmeye giriflildi. Kurulan söylem, tüm ilericilerin, demokratlar›n ve sosyalistlerin bekledi¤i bafll›klara sahip. Ancak bunun kadar önemli olan bu birli¤in ne için, nas›l, kiminle yap›ld›¤›d›r. SF 10 Meliha Kaplan / Sayfa 2

Ali Ergin Demirhan/ Sayfa 4

Ferda Koç / Sayfa 6

Özge Ozan / Sayfa 6

Tufan Sertlek / Sayfa 8

Ayflenur ‹slam...

ABD nerede isterse...

Laiklik sorunu - 2

Bir ucu türban...

Yeni bir din


2

KİBELE 25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Kad›na düflman sermayeye dost Ayflenur ‹slam ile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Ford Otosan'ın Gölcük fabrikasında Ford'un hazırlamış olduğu 'Şiddete Maruz Kalan Kadınlar İçin Koruyucu Önlem' projesini tanıtmaya geldi. AB (Avrupa Birliği) tarafından finanse edilen proje kapsamında Ford şiddete maruz kalan kadın ve çocuklar için kullanılmak üzere bakanlığa 135 araç teslimi yaptı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam Otomotiv sektörünün en büyüklerinden biri olan Ford'un geliştirdiği bu proje ile kadına yönelik şiddeti azaltacağına inanıyor olacak ki tanıtım toplantısında yapmış olduğu konuşmada 'Niyetimiz ve arzumuz bir gün kadın konuk evlerini tamamen kapatmak, bir gün bunlara hiç ihtiyacımız olmayan bir ülke yaratmak' dedi. Ayşenur İslam'ın günümüzün en önemli sorununun sermayenin göstermelik projeleriyle çözüleceğine olan inancı, AKP’nin bundan sonraki kadın politikalarının da neoliberal sistemle uyumlu gideceğinin garantisi. Ford Otosan esnek çalışmanın düşük ücretin ve işten çıkarmaların en fazla olduğu fabrikalardan biri. Kadın işçilere yönelik hak Meliha gasplarının yaşandığı fabrikada kadınların kreş yardımı Kaplan maaşlarına yansıtılarak vergi Kocaeli Kad›n kesintisi yapılıyor. Buna Platformu karşılık sermaye grupları her zaman olduğu gibi bugün de kendini 'kadın dostu' göstermek için çeşitli projeler geliştiriyor. Bakanlığa geldiği günden bu yana kadına yönelik şiddeti çözebilecek tek bir gerçek politika üretemeyen Ayşenur İslam’ın kadına yönelik şiddetin en fazla yaşandığı kentlerden biri olan Kocaeli'ye göstermelik bir proje tanıtmaya gelmesi de bu kentte kadına yönelik şiddetle mücadele eden kadınlar tarafından protesto edilmesi de şaşırtıcı değil. Üstelik proje tanıtımının yapıldığı ilçede, Gölcük'te 2 yıl önce 13 yaşındaki Ö.Y 29 kişinin tecavüzüne maruz kaldığını bile bile. Ö.Y için tek bir adım atmayan İslam, bakanlığını aklamak için “Koruma altında öldürülen kadın yok” demeye devam ediyor. Çok uzak değil daha birkaç ay önce kocasından şiddet gördüğü için çağrılı koruma tedbiri çıkartmış, “Ölümle tehdit ediliyorum” diye ifade verdiği duruşma çıkışında kendisini koruyan memurla birlikte öldürülen Hanime Aslan'ı hatırlamıyor bile! Kadın cinayetlerini görmezden gelmeye devam ediyor.

A

Torba Yasa’dan kadınlara güvencesizlik çıktı Yasa ev Torba Yasa’da doğum borçlanması, tüp bebek yardımı maddelerindeki göstermelik değişimler yer alırken ev işçilerine yönelik maddelerde işçi değil işverenin çıkarı göz önüne alınıyor TU⁄ÇE ÖZÇEL‹K

A

ylardır ülke ve meclis gündeminde olan Torba Yasa onaylandı ve Resmi Gazete’de yayımlandı. Soma Katliamı sonrası maden işçilerinin çalışma koşullarına dair düzenleme yapılacağı gerekçesi ile gündeme getirilen ve içine kadınlara da doğum izninin uzatılması doğum parası verilmesi gibi maddeler eklenerek müjde olarak sunulan Torba Yasa’dan kadınlara “esnek, güvencesiz çalışmaya devam” çıktı. Yasada kadınlara yönelik doğum borçlanması, tüp bebek uygulaması, doğum sonrası bir yıl gece çalışmanın yasaklanması maddeleriyle tanıtılan bu torbadan kadınların yararına ne çıktığına bir bakalım: DO⁄UM BORÇLANMASI

Kadınlar mevcut yasaya göre çalışmaya başladığı tarihten itibaren doğum nedeniyle çalışmaya devam edememişse iki çocuğu için borçlanarak çocuk başına iki yıl erken emekli olabiliyordu. Yeni yasayla çocuk sayısı üçe çıkarıldı ve eski yasada bu haktan yararlanamayan Bağkur ve memur emeklisi kadınlar da doğum borçlanmasından faydalanabilecek. Ancak doğum borçlanmasından faydalana-

bilmek için çocuk sahibi olmadan önce çalışmaya başlamış olmanız ve çocuk nedeniyle doğumdan sonraki iki yıllık sürenin tamamında veya bir kısmında çalışma hakkınızın elinizden alınmış olması gerekiyor. Böylece çocuk bakımını tek başına kadınların üzerine yıkabiliyor çünkü bundan doğan hak kaybını tazmin etmiş oluyor. Doğum borçlanmasıyla erken emeklilik hakkı diye sunulan şey ise yaşı ve borçlanmalarla birlikte prim gün sayısını doldurmuş olma şartını koşuyor. Çocuk başına 300 lira olarak vaadedilen doğum yardımından ise eser yok. Kadınlara bir yıl boyunca gece nöbeti veya vardiyası görevinin verilememesi ise doktor raporuna bağlı, eğer doktor raporunuz yoksa gece nöbeti veya vardiyasına devam edeceksiniz. EV ‹fiÇ‹LER‹NE DA‹R MADDELER ‹fiVERENDEN SORUMLULU⁄U ALDI

Torba Yasa’dan çıkması beklenen bir başka değişiklik ise ev işçilerinin durumuna dair değişikliklerdi. Ancak yeni yasa ev işçisinin işçi sayılmasını sağlamak bir yana ev işçilerinin en önemli taleplerden biri olan iş güvenliği konusundaki sorumluluğu işçiye yükledi. Ev işçilerinin uzun süredir mücadele ettiği bir konu da cam silme ve kimyasal madde kullanımı gibi

konularda iş güvenliği tedbirlerinin gelmesi. Yeni yasayla 10 günden az çalışan bir ev işçisinin işvereni yüzde 2’lik bir iş kazası primi ödeyerek işgüvenliği konusundaki tüm yükümlülüklerin kurtuluyor.Yasanın en temel sorunlarından biri olan ev işçilerini aynı işverende 10 günden az ve 10 günden fazla çalışan olarak ayırması. Ev işçilerinin çoğunun yaygın çalışma biçimi olan haftada bir veya iki haftada bir modeliyle bir ev işçisi aynı işverende en fazla 4 gün çalışabiliyor. Bu maddeye göre aynı işverende 10 günden az çalışan ev işçisi sadece iş kazası ve meslek hastalığı sigortasından faydalanırken sadece 10 günden fazla çalışma durumunda sadece tüm sigorta haklarından faydalanabiliyor. Ev işçisinin çalışma gün sayısını işverenin bildirmesi ise tüm denetimi işverenin eline bırakıyor. Böylece herhangi bir eve 10 günden fazla giden bir ev işçisi için işveren 10 gün bildirerek tüm sigortalarını yapma zorunluluğundan kurtulabilir. Ve bunun nasıl denetleneceği konusu ise muallak.Yasanın getirdiği son sözde yenilik ise ev işçisinin isterse sigorta primini kendisinin ödeyebileceği... Ancak bu hak herkese tanınan ve yasada yeri olan bir hak. Dışardan prim ödeme sistemi bir yenilikmiş gibi sunulması bir yana yeni yasa ev işçilerini geçmişe dönük de borçlandırıyor. Yasaya göre bir ay içerisinde 30 günden az süreli çalışanlar sigortalarının 1 Ocak 2012’den bu yana gelen eksik primlerini kendileri ödeyecekler.

iflçilerini atefle at›yor Halk›n Sesi’ne konuflan ‹MECE Ev ‹flçileri Sendikas›’ndan Serpil Kemalbay, yasan›n ev iflçilerini çal›flma sürelerine göre ay›ran maddesinin Anayasa’ya da ‹fl Yasas›’na da ayk›r› oldu¤unu belirterek Anayasa Mahkemesi’ne baflvurduklar›n› belirtti. Sendika olarak Ankara’ya giderek görüflme yapt›klar›n› anlatan Kemalbay yasadaki boflluklara, hak gasplar› ve kay›plar›na iliflkin sorduklar›n birço¤una cevap alamad›klar›n› ifade etti. Yasada yer almayan ancak as›l önemsedikleri konu olan iflverenin iflçinin sigortas›n› yat›rmas› için vergi indirimi gibi teflviklerin bir baflka torba yasaya kald›¤›n› söyleyen Kemalbay, “Zaten kamusal hak olarak sunulmas› gereken hizmetler ev iflçilerinin omzuna yüklenmifltir” dedi. Torba Yasa’n›n, ev iflçilerinin emeklilik hakk› olmadan çal›flmas›na sebep olacak, ev iflçilerini atefle atan ve güvencesiz çal›flmay› yasal güvence alt›na alan bir yasa oldu¤unu vurgulayan Kemalbay, “Bu sisteme karfl› ç›kacak olan ev iflçilerinin örgütlü mücadelesidir” dedi. Kemalbay, bütün kad›nlar›n ev iflçilerinin örgütlenmesi için mücadeleye destek vermesi, ev iflçilerinin de örgütlenerek geçmifle dönük haklar›n› almak için ad›m atmas› gerekti¤ini hat›rlatt›.

B‹Z NEDEN PROTESTO ETT‹K? Kocaeli'de yaşanan kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde bir kez bile kentimizde göremediğimiz bakan kentimize geldi. Biz İslam’a Kocaeli’de yaşayan kadınlar olarak sokak ortasında boğazı kesilerek katledilen Sevgi Zağlı için, tecavüze uğrayan kızkardeşlerimiz, bu kentin hemen hemen her ilçesinde şiddete maruz kalan onlarca kadın için ne yaptığını sormak için oradaydık. Kadınların yaşam hakkını elinden alan kadın katillerinin mahkemelerde aklanmasına neden seyirci kaldığını öğrenmek istedik. Kadına yönelik şiddeti gerici, muhafazakar AKP iktidarı kullandığı söylemlerle, çıkardığı yasalarla artırmaya devam ediyor. Bizler de her fırsatta AKP iktidarını ve bakanlığını temize çıkarmaya çalışan Ayşenur İslam'ın kadınlara verecek hesabının olduğunu düşündüğümüz için oradaydık. Çünkü onlar “aile” dedikçe bizler katledilmeye devam ediyoruz. Onlar “haksız tahrik” dedikçe kadın cinayetleri meşrulaştırılmaya, her cinayetin önü açılmaya devam ediyor. Biz kadınların Ayşenur İslam'a söyleyecek iki çift lafı vardı. Ancak bakan kadın düşmanı yüzünü bir kez daha gösterdi ve kendisini protesto eden bizleri gözaltına aldırdı. Gericiliğe ve kadın düşmanlığına karşı mücadele eden kadınlar Ayşenur İslam'dan da onun erkek iktidarından da hesap sormaya devam edecekler. Çünkü bizler hazırlanan göstermelik projeler değil, kadına yönelik şiddeti önleyici politikalar geliştirilmesini istiyoruz. Eşitlik ve özgürlüğümüz için mücadele etmeye devam edeceğiz.

#Kadınkatliamıvar, katillerin peşindeyiz

K

adınlar Türkiye’nin dört bir yanında tacize, şiddete, tecavüze karşı ayağa kalkıyor. “Bu ülkede kadın katliamı var” diyen ve Ayşenur İslam’ın “Koruma altında öldürülen kadın yok” açıklaması üzerine harekete geçen kadınlar Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu olarak çalışmalarına devam ediyor. Adliye önlerini, duruşma salonlarını boş bırakmayan kadınlar, yeni kadın cinayetlerinin yaşanmasını engellemek için ve kadın katillerinin cezasını alması için eylemlerine devam ediyor.

Halkevci Kadınlar, 27 Eylül’de Antakya’da “Savaşa, gericiliğe, kadın düşmanlığına karşı direnişi ve dayanışmayı büyütüyoruz” diyerek Kadın Forumu’nda buluşuyor. Suriye savaşının ardından Antakya’da kurulan kadın meclislerinde örgütlenen foruma Türkiye’nin dört bir yanında mücadele eden kadınlar da katılacak.

KADIN C‹NAYETLER‹NE KARfiI SÜREKL‹ EYLEM Acil Önlem Grubu’nun takip ettiği davalardan olan Dicle Yıldırım davası öncesinde kadınlar adliye önünde basın açıklaması

yaptı. Boşanmak istediği eşinin silahlı saldırısına uğrayan Dicle Yıldırım’ın 16 Eylül’de İstanbul Bakırköy Adliyesi’nde görülen duruşmasına giden kadınlar, özel güvenlik görevlilerinin (ÖGB) saldırısına uğradı. Basın açıklamasına katılan aile ve kadınlar saldırıya rağmen açıklamayı adliye bahçesinde yapmak için direnince ÖGB’ler çekilmek zorunda kaldı. Dicle’nin katili Hasan Yıldırım’ın tutukluluk hali devam ederken duruşma 23 Kasım’a ertelendi. Kadınlar, 21 Eylül’de ise Uganda’lı göçmen işçi Jesca Nankabirwa için Kurtuluş’taydı. Yaklaşık bir yıldır Türkiye’de yaşayan tekstil işçisi Nankabirwa 6 Eylül’de kaybolduktan dört gün sonra arkadaşlarının çabaları ile Yenibosna Hastanesi’nin

morgunda bulundu. Nankabirwa savcılık raporlarına ‘şüpheli ölüm’ olarak geçti. Katili ise delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Bunun üzerine kadınlar Türkiye’de yaşayan göçmen kadınların cinsel şiddete ve sömürüye uğradığında başvurabileceği, sivil ve çok dilli bir kriz merkezi kurulması, sınır dışı edilme korkusu olmadan sağlık, barınma ve hukuki destek sağlayan koruma mekanizmalarının oluşturulmasını istedi.

Tacize karşı eylemdeyiz, kadın katliamına karşı nöbetteyiz

A

nkara Batıkent merkezde sözlü taciz ve cinsel saldırıya maruz kalan kadınlar bu durumu teşhir etmek ve tacize karşı örgütlenmek için 12 Eylül’de sokağa çıktı. Sloganlarla, tencere ve düdüklerle yürüyen kadınlar çevredekilerin de desteğini aldı. Mahalle meydanında basın açıklaması yapan kadınlar, tacizcilerden hesap sorana kadar mücadeleyi bırakmayacaklarını ve yaptıkları eylemin bir başlangıç olduğunu dile getirdi. Eylem sırasında yere boş bir kağıt açan kadınlar üzerine “Taciz nedir?” sorusunun yanıtını yazdı ve meydandaki duvara astı. ‘BURADA B‹R KADIN ÖLDÜRÜLDÜ’

Mahallelerinde tacize ve cinsel saldırıya karşı mücadele eden Halkevci Kadınlar, 18

Eylül’de İbrahim Karakoç Parkı’nda TRT sanatçısı Hatice Kaçmaz’ın da öldürülmesi üzerine tekrar harekete geçti. Kendisine evlenme teklif eden adamı reddettiği için parkın ortasında ve güvenlik kulübesinin yakınında öldürülen Hatice için kadınlar parkta nöbet tuttu. Hatice’nin öldürüldüğü yerde mumlar yakan kadınlar, dövizlere Hatice parkta öldürülürken kimsenin görmemiş ve duymamış olmasına dikkat çekmek için “Burada bir kadın öldürüldü” yazdı. Dövizleri Hatice’nin öldürüldüğü yere ve parkın civarına asan kadınlardan birkaçı nöbet devam ederken Hatice’nin ailesiyle görüşmeye gittiler. Aileyle dayanışmaya devam edeceklerini ilan eden Halkevci Kadınlar, parkın çıkışında bulunan tabelaya Hatice Kaçmaz Parkı yazısını astı.


3

GÜNDEM 25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Metehan yaşayacak, faşistler üniversiteden defolacak! Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde rektör destekli faşistler Öğrenci Kolektifleri’nden Metehan Tuna Göre’ye saldırdı. Beyin kanaması geçiren Metehan hastanede yaşam savaşı veriyor. Ülkenin dört bir yanında üniversiteliler ise “Diren Metehan” diyerek faşist saldırılara karşı sokağa çıktı

T

rabzon’da faşist bir grup 21 Eylül akşamı Karadeniz Teknik Üniversitesi Metalurji ve Malzeme Mühendisliği öğrencisi, KTÜ Öğrenci Kolektifi’nden Metehan Tuna Göre’ye saldırdı. Vatandaşların aradığı polis 25 dakika sonra alana gelirken ‘Can güvenliğim yok, şikayetçi olacağım’ diyen Metehan’ı ‘kendin git’ diyerek yaralı halde bıraktı. Beyin kanaması geçiren Metehan aynı gece ameliyata alındı, uyutuldu. Göre’nin arkadaşları ve ailesi hastane önündenden ayrılmazken KTÜ Öğrenci Kolektifi saldırının ertesi günü üniversite içinde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. ‘Mete yaşayacak, çeteler üniversite-

den defolacak’ pankartı açan üniversiteliler, faşist saldırılara karşın faşistlerin Öğrenci Derneği’nde örgütlenmesine, solcu öğrencileri hedef göstermesine ve saldırılarına göz yumduğunu söyledikleri Rektörlüğün de bu saldırıdan sorumlu olduğunu ifade etti. Rektörlükle görüşen öğrenciler tatmin edici hiçbir cevap alamadı. 23 Eylül’de hastane önündeki nöbetlerinde bir basın açıklaması gerçekleştiren üniversiteliler ve Göre’nin ailesi Metehan’a saldıranlardan Alperen Mergen’in tutuklanmasına karşın gözaltına alınan diğer 2 faşistin ‘denetimli serbestlik’ kararı ile dışarıda dolaştığını hatırlatarak tüm ülkeye adalet çağrısında bulundu: “Metehan için, adalet için: Biz

tanığız!” Üniversiteliler ayrıca faşistlerin örgütlendiği Öğrenci Derneği’nin kapatılması gerektiğini belirtti. Eylemde söz alan Göre’nin babası, oğlunun ülke için mücadele ettiğini söyleyerek oğluna saldıran faşistlerin üniversite yöneticileriyle kolkola fotoğraflarını gösterdi. Gazetemiz baskıya verildiği gün (24 Eylül) Metehan yoğun bakımda yaşamak için direnirken Öğrenci Kolektifleri ise ülkenin dört bir yanında faşist saldırılara karşı eyleme geçti. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenlerin gerçekleştirdiği eyleme ÖGB ve polis rektörlük emri ile saldırdı. 5 Üniversiteli yaralandı.

Politeknik Genel Kurulu: İsyanın içinden büyüyen umut H

alkın mühendisleri, mimarları ve şehir plancıları 14 Eyül’de Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde gerçekleşen Politeknik 3. Olağan Genel Kurulu’nda buluştu. Kent ve doğa, güvence, işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi başlıklarının ön plana çıktığı genel kurulda, mühendisler, mimarlar ve şehir plancıları mücadele deneyimlerini, gelecek dönemin mücadele çizgisini ve programını konuştu. Politeknik 3. Olağan Genel Kurulu’na İstanbul, Eskişehir, Kocaeli, Ankara ve Bursa’dan gelen mühendis, mimar ve şehir plancıları

katıldı. Genç mühendislerin yoğun katılımı dikkat çekti. Genel kurul divanı için TMMOB YK ve Politeknik üyesi Neriman Usta başkan olarak seçildi. Politeknik Yönetim Kurulu Başkanı Pınar Hocaoğulları’nın açılış konuşmasıyla başladı. Pınar Hocaoğulları, “Giderek güvencesizleşen mühendislerin emek mücadelesini kurmak ve bu çizgiyi TMMOB’de görünür kılmak iddiasını yükseltmeye devam ediyoruz. Halkın mühendisleri olarak mücadele dolu 2 yılın geride bıraktıklarını belirten Hocaoğulları

“Kimi zaman iş cinayetlerine karşı sahadaydık, teknik incelemelerde bulunduk, teknik raporlarla güvenli çalışma hakkımızı yok sayan katilleri ortaya çıkardık. Kimi zaman yaşam alanlarımıza göz dikenlerin karşısına dikildik. Kimi zaman öğretmenlerle bir okulu yeşillendirdik” ifadelerini kullandı. Hocaoğulları, konuşmasının sonunda Politeknik 3. Olağan Genel Kurulu’nu halkın mühendisleri mücadelesini büyütme buluşması olarak ördüklerini belirtti.

Tüm mücadele alanlar›ndn tek bir hedefe do¤ru... Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık koltukları, o koltuklara oturanlar için yani Erdoğan ve Davutoğlu için hala meşru değiller. Ve güvenlikli de değiller. Tayyip Erdoğan, o yüzden, kişisel davet alamadığı Batı ülkelerinin kapılarından ancak NATO toplantısı, BM toplantısı1 fırsatlarını değerlendirerek girebiliyor. Ahmet Davutoğlu, o yüzden, her fırsatta medyaya şirinlik gösterileri yapmak zorunda kalıyor. 12 yıldır iktidarda olmalarına rağmen, hala sürekli devlet bürokrasisinin kadrolarının yerlerini değiştirip duruyorlar. 2 Her türlü yolsuzluğa, suiistimale göz yummalarına rağmen, kemikleşmiş dar bir ekibin dışında güvenebilecekleri kadroları hala bulamadılar. Kuşkusuz bu sonuca gelinmesinde, artık AKP’nin kendi kitlesi açısından inanılır bir davasının, tutarlı bir politik çizgisinin tamamen ortadan kalkması en önemli etken. Yüzleşilen gerçek, yozlaşmış gerici, faşist diktatörlükten başka bir şey değil. Bundan sonra yapacakları tek şey, iktidarda kalmak için her yolu kullanmak, her türlü tezgahı kurmak olacak. O yüzden Tayyip Erdoğan ABD’de İsrail lobisinin peşinde koşuyor, 3 IŞİD ile her türlü kirli pazarlığı yapıyor, ekonomik göstergeleri ayakta tutabilmek için kara paraya her türlü kolaylığı sağlıyor. Ve AKP kitlesini arkasında tutabilmek için türbanı hala “değerli bir araç” olarak kullanıyor, Fethullah’ı hedef alarak (şimdi de kırmızı bülten çıkartacakmış) cemaate korku salıyor. 4 Ahmet Davutoğlu, rehine krizini “çözdü”. Ve bu krizin bütün nedeninin kendisi olduğunu “unutuverdi”. Tayyip Erdoğan dahil hiçbir AKP kadrosu Ortadoğu’nun şu anki halinden en ufak bir sorumluluk duymuyor. Onlara göre bütün sorumlu, kendilerine destek vermeyen Batılı ülkeler.5 Dört gün içinde Kobane’ye yönelik IŞİD saldırılarından kaçan 140 bin Suriyeli Türkiye’ye geldi, daha öncekilerle birlikte sayının 1,5 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor çünkü gerçek sayıyı hükümet de bilmiyor. Suriye krizinin çıktığı/çıkarıldığı günden bu

yana ölenlerin, katledilenlerin sayısı yüzbinleri geçti (bu sayı da tam olarak bilinmiyor). Ve bölgede insanlık tarihinin en vahşi katliamlarından birİ yaşanıyor ve AKP sayesinde de bu katliamların devam edeceği de görülüyor. IŞİD ile yapılan pazarlık, daha doğrusu kurulan ilişki bir zorunluluk değil, bir tercihtir. AKP iktidarı bu ilişkiden önemli kazançlar sağlamış ve sağlamaya da devam etmektedir. İlk olarak Kürtler karşısında belirlediği siyasetin en önemli parçalarından biri sosyalist bir Kürt siyasetinin bölgede toplumsallaşmasının önüne geçmek, büyümesini engellemekti. Bunu gerçekleştirmek şu an IŞİD’e ihale edilmiş durumda. IŞİD’in AKP’ye getirisi bununla sınırlı değil, elbette. İddia edilen rakam, günlük 2 milyon dolar. IŞİD’in AKP’ye petrol “ihraç ederek” sağladığı gelir. IŞİD’in ve IŞİD sayesinde bölge ile girilen “ekonomik ilişkiler” AKP’ye ülke ekonomisini ayakta tutma olanağı sağlıyor.6 Ayrıca AKP, IŞİD varlığı sayesinde uluslararası ilişkilerde ayrıcalıklı pozisyon elde etmeye çalışırken, IŞİD korkusu sayesinde de Türkiye’de iktidarda “ılımlı İslam”ın kalmasının (yani kendisinin) başta Avrupa olmak üzere bütün emperyalistlerin yararına olacağı propagandasını yapabiliyor. Tüm bunlar rehine takası yapılarak IŞİD’in siyasi muhatap haline getirilmesi, silah sevkiyatının her biçiminin gerçekleştirilmesi ve ülkenin bütün şehirlerinin ve hatta bütün camilerinin IŞİD propagandasına/faaliyetlerine açılması sonucunu doğuruyor. IŞİD’in ne olduğu, ne olmadığına bakılarak da anlaşılabilir! IŞİD, emperyalistlere karşı hatta Siyonizm’e karşı da savaşmıyor. Ulusal kurtuluş mücadelesi de vermiyor. Bir mezhebin, hatta o mezhebin farklı yorumlara sahip mensuplarını da düşman belleyen Vahabi yorumunun esaS alındığı bir çıkar savaşı sürdürüyor. Katliam yapmaya çağırdığı cihatçılara maaş ve prim (katlettikleri insan başına) dağıtıyor, ganimetten pay7 veriyor. AKP, iktidarını sürdürmek için işte böyle bir çeteyle işbirliği içinde. Bu

gerçeğin propaganda edilmesi, AKP karşıtı bir siyasi muhalefete dönüştürülmesi ise burjuva siyasetçilere değil, yine elbette devrimcilere düşmektedir. IŞİD’in varlığı ve faaliyetleri sadece AKP’ye yaramıyor elbette, ABD de IŞİD’in “etinden, sütünden” faydalanıyor. Ortadoğu topraklarının işgalcisi, Ortadoğu halklarının katliamcısı sıfatıyla askerlerini bu topraklardan çekmek zorunda kalan ABD, IŞİD sayesinde şimdi aynı topraklara “kurtarıcı” sıfatıyla dönmüş durumda. Ama IŞİD’i bitirmek için değil elbette. IŞİD’i ya da sayıları bini geçen cihatçı örgütler, havadan atılan birkaç bombayla elbette yok olmayacaklar. Bataklığı kurutmanın tek yolunun, bölge ülkelerinde yaşayan halkların meşru, demokratik iktidarlarının oluşması ve iktidarların güçlenmesiyle sağlanabileceği, kuşkusuz herkesin bildiği bir gerçek. Ancak böyle bir yolun tercih edilmesi ne emperyalistlerin ne yerli işbirlikçilerinin işine gelir. Kürt siyasi hareketi ise böyle bir coğrafyada ve bu coğrafyanın yeni şekillenişinde bir kez daha açmaz yaşıyor. Rojova da, Kobane de varlık-yokluk mücadelesiyle karşı karşıya. Uluslararası dengelere, bölgesel çıkar gruplarına ya da emperyalistler arası çelişki/çatışmalara göre mi bir strateji/taktik belirleyecek, yoksa bir zamanlar Filistin mücadelesi ile simgeleşen bağımsız duruşa, tüm dünya devrimcilerine, antiemperyalistlerine yönelen enternasyonal çağrıya ve başta Filistin halkı olmak üzere bölgedeki antiemperyalist, ilerici güçlerle geliştireceği ortak mücadeleye göre mi bir strateji/taktik belirleyecek? IŞİD’in Kobane saldırısının AKP destekli olduğunu dile getiren Murat Karayılan, Kobane saldırısı ile birlikte Türkiye’deki çözüm sürecinin bittiğini söyledi ancak son sözü yine de Abdullah Öcalan’ın söyleyeceğini ekledi. Öcalan’ın açıklamasında8 ise tercihinin bu olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir durumda. İnisiyatifi elde tutma mücadelesinde PKK’nin birden çok odağı (Öcalan, Kandil, Kürt milletvekilleri vs.) olmasına rağmen

AKP’nin bitmeyen Osmanlı oyunları “şimdilik” süreçte AKP lehine işliyor.9 Tüm bu “yüksek düzeyli” ve riskli siyasal gelişmelere rağmen AKP, iktidarda kalmanın gerektirdiği yatırımları da elden bırakmıyor. AKP, ortaöğretim kurumlarında başörtülü olarak öğretime devam edilebileceği yönünde yönetmelik değişikliği yaptı. 22 Eylül’de Bülent Arınç’ın 10 açıkladığı kararın ardından 23 Eylül’de Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı 5. sınıftan itibaren (10-11 yaş) çocukların “örtünebileceğini” açıkladı. On gün önce de okullarda mescit zorunlu hale getirilmiş, bazı müdürler kadın öğretmen ve öğrencileri türban takmaya zorlamıştı. 4+4+4 ile ilköğretim sistemini parçalayan AKP birçok okulu imam hatipe dönüştürmüş, liselerde yaptığı düzenleme ile birlikte bu yıl TEOG sonuçlarında 40 bini aşkın öğrenci tercih etmediği halde imam hatip liselerine yerleştirilmişti. Üniversitelerde türbanı serbest bırakırken “reşit insanların nasıl giyineceğine kendilerinin karar vermesi gerektiği” argümanını kullanan AKP Hükümeti, şimdi ise “reşit olmayan çocukların” nasıl giyineceğini okul müdürlerine ve ailelerin tercihine “bırakmış” durumda. 12 yıllık iktidarı boyunca ve hatta iktidar olma sürecinde AKP’nin en çok işine yarayan araç “türban” oldu. Bazen “velev ki siyasi simge olsun” oldu, bazen “kıyafet seçme özgürlüğü”, bazen erkek namusunun ayrılmaz bir parçası, bazen analarımızla özdeşlik oldu. Ama hep AKP için oy deposu ve gelecekteki oyların garantisi oldu. Ama hala inanlar mevcut, Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin bunları “dinin bir gereği olarak” yaptığına. Dinin gereğini düşünseler; hırsızlık yapmazlar, rüşvet yemezler, halkın mallarını yağmalamaz, yandaşlarına peşkeş çekmezler, yüzbinlerce insanın katledilmesine neden olmazlar, 11 vs. vs. vs. Bu stratejiye karşı, çiçeği burnunda transferi Bekaroğlu’na yaptığı açıklama ile CHP’nin ne kadar “akıllı”, ne kadar “uyanık” bir yönetici topluluğuna sahip

olduğunu bir kez daha “gördük”; “AKP’nin gündem değiştirme oyunlarına gelmeyeceklermiş!” böylece AKP’nin ilkokullar dahil tüm eğitim alanını gericileştirme hamlelerinin en yakıcı olanlarından birine seyirci kalmayı, herkese önermiş oldular. Üstelik bunu Alevilerin en hassas olduğu bir konuda ve önlerine kapsamlı mücadele başlıkları koydukları bir dönemde yaptılar. Aleviler zorunlu din derslerini boykot edecek ve 12 Ekim’de Ankara’da buluşacaklar. Eğitimin bir bütün olarak gericileştirilmesine karşı mücadele de böylece yine devrimcilere kalmış oldu, tabii bunu “kıytırık görevlerden” saymayan devrimcilere! Bugün; çok başlıkta, çok alanda ve çok farklı düzeyde sürdürülmesi gereken mücadelelerle karşı karşıyayız. Hiçbirini birbirinin yerine ikame etmeden, hepsinin hakkını vererek. Ve bilerek, inatla, fiili direnişle sürdürmediğimiz hiçbir hak mücadelesi başarılı olmayacak. Sadece bölgedeki ezilen, yoksul halka yardım etmek/toplamak yetmeyecek, AKP’nin bölge politikalarını da durdurmak için mücadele etmek gerekecek. Validebağ’da koru nöbeti, Soma’da zeytinlik nöbeti bitmeyecek. Bursa’da taşocağına karşı, Fatsa’da siyanürlü altına karşı sürekli uyanık olacağız. Ve biliyoruz ki diğer okullar, Yeşilbahar gibi mücadele vermedikçe imam hatip olmaktan kendi kendilerine kurtulmayacaklar. Ulaşım hakkı için yolları kesen, İHH’lıları üniversitelerinden kovan, faşist çeteler üniversiteden defolacak diyen üniversiteliler; yollara dökülüp enerji bakanının katılacağı zirveleri iptal ettiren işçiler gibi yaşadığı sorun karşısında bizzat öznesi olacağı militan bir mücadele örgütlemeye girişenler neoliberal, gerici, faşist saldırganlıktan kurtuluşun yolunu açacak. Her bir parça tek bir amaca hizmet edecek bir şekilde işledikçe, halkların geleceğini karartmayı amaç edinen bu neoliberal gerici düzenden bir parçayı daha koparmış olacağız! 1 Erdoğan, BM toplantısı için ABD’ye giderken yanında Egemen Bağış’ı (hani şu bakaracı, makaracı olan)

ve oğlu Bilal’i götürmüş. Biri rüşvete aracılık eden, diğeri rüşvet paralarını stoklayan. 2 Cumhurbaşkanı olur olmaz 31 ilin valisini (toplam valilerin üçte birinden fazla) değiştirdi. Sadece valileri değil, MGK Genel Sekreterini, Emniyet Genel Müdürünü ve TRT Genel Müdürünü de. 3 Erdoğan’ın Dünya Yahudi Kongresi heyeti ile yapacağı görüşme, Yahudilerden kaynaklı olarak yapılamadı. 4 Bu korkunun işe yaradığı durumlar da var yaramadığı da. Yargıtay’ın HSYK’ya göndereceği 3 üye için yapılan seçimi AKP kaybetti. Ama “savaş” sürecek. HSYK’nın 22 üyesi var. Adalet Bakanı ve müsteşarı 2 doğal üye, 4 üyeyi cumhurbaşkanı seçiyor, bir üye de Adalet Akademisi’nden geliyor. Asıl kavga geri kalan 15 üye için. Yargıtay’dan 3, Danıştay’dan 2 ve adli-idari yargıdan 10. 5 Yalçın Akdoğan diyor ki: “Türkiye’nin bu konudaki çağrılarına Batılı ülkeler zamanında cevap verebilselerdi bugün yaşadığımız sorunları yaşamazdık. Öngörüsüz ve dirayetsiz yaklaşımları bölgeyi daha büyük bir çalkantıya sürükledi.” 6 “Ortadoğu bataklığına saplanmanın kendine özgü ekonomik bağlantıları, yansımaları göz ardı edilemez: Mafyalaşan, sınırları eşkıyanın girişçıkışına açılan bir ülkenin ekonomisi de karaparaya teslim olmuştur” Korkut Boratav. 7 Tıpkı Osmanlı padişahlarının (aynı zamanda halifelerinin) fermanlarına benzer bir biçimde “yaygın kötülüklerin kaynakları olanların kanlarının dökülmesi helal, köle ve cariyelerinin yağmalanmasının mübah olduğuna…” 8 “Öcalan görüşmede ‘Devlet oyalama politikasını ısrarla sürdürüyor’ dedi ve bunun kabul edilemez olduğunu bir an önce müzakere sürecinin başlaması gerektiğini belirtti.” 9 Bu arada, Demirtaş’ın ABD ziyareti öncesinde hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar var; cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki söylemleri ve oluşturulan beklentileri! 10 Bülent Arınç’ın ismi her geçtiğinde AKP’nin en ikiyüzlü elamanı olduğu konusunda bir dipnot düşmek zorunlu. 11 Bu arada sormak lazım Tayyip Erdoğan’a, “IŞİD ile pazarlıkta türban da gündeme geldi mi” diye!


4

GÜNDEM 25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

ABD nerede istediyse cihatç›lar orada BD bugün IŞİD ve Nusra gibi cihatçı örgütlerin Irak ve Suriye’de estirdiği teröre karşı “kurtarıcı” rolüne bürünerek bir kez daha Ortadoğu topraklarını bombalıyor. Normalde ABD emperyalizmine, NATO’ya ve emperyalist savaşlara karşı olan çevreler dahi, ABD’nin IŞİD’e karşı savaşını olumlu karşılıyor ya da sessiz onay veriyor. 2003 Irak işgalinin ardından bölgede ve dünya çapında büyük bir meşruiyet krizi yaşayan, tabiri caizse işgal karşıtı direniş tarafından def edilerek 2009’da bölgeden çekilmeye başlayan ABD, şimdi IŞİD sayesinde bir kurtarıcı olarak davet edildiği Ortadoğu’ya dönüyor. Peki burada hayırhah bir tutumla, “varsın ABD cihatçı çetelerle kapışsın, it iti kırsın” denebilir mi? Platon’un “Savaşan iki ordu uzaktan intihar eden tek bir orduya benzer” sözünden hareketle, uzaktan sessizce izlemenin akılcılığından söz edilebilir mi? ABD emperyalizmi ve El Kaide benzeri cihatçı örgütler arasındaki savaş gerçekten de birbirlerini hedef alan bir savaş olsaydı belki düşünülebilirdi. Ancak bu ikili 30 yılı aşkın süredir, sözüm ona birbirleriyle savaşırken yıpranmak ve geri adım atmak bir yana daha da vahşileşip güçlendiler. Afganistan’dan Kosava’ya, Somali’den Suriye’ye etkinlik alanlarını genişletti ve kan gölüne çevirdikleri coğrafyalarda halkları bağımsızlıklarından, özgürlüklerinden, sosyal kazanımlarından vazgeçmek zorunda kaldıkları gerici tahakkümlere boyun eğmeye zorladılar. Bilindiği üzere El Kaide’ye bağlı örgütler, 1979-1989 SovyetAfgan savaşından başlayarak, sayısız çatışmada ABD-NATO tarafından kullanıldı. ABD emperyalizmi, Yeşil Kuşak doktrini çerçevesinde, sosyalist kampı İslamcı Ali Ergin hareketlerle kuşatma Demirhan stratejisini izlediği Soğuk Savaş yıllarında cihatçı ali@ örgütleri açıktan desteksendika.org ledi. Sovyet işgaline karşı ABD-Suudi istihbaratları kontrolünde bir küresel cihat ağının organize edildiği Afganistan savaşı burada önemli bir köşe taşı oldu. Bugün dünya çapında terör estiren cihatçı örgütlerin kökü buradaydı. Yani cihatçı örgütler istedikleri kadar evrim geçirsin ve bağımsız bir çizgi izleme niyeti içinde bulunsunlar doğuştan emperyalizmin istihbarat aygıtlarının denetimi altındaydılar. Daha sonra özellikle ABD’yi hedef alan 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından, ABD emperyalizmi El Kaide benzeri örgütleri “düşman” ilan edip “terörizme karşı savaş” adı altında yeni bir askeri müdahale stratejisine yöneldi. Savaş Afganistan’la (2001-sürüyor) başlayıp Irak’la (2003-sürüyor) devam etti. Daha sonra Somali ve Pakistan’da da “El Kaide’yi hedef alan” askeri saldırılar başlatıldı. El Kaide hedeften çok bahaneydi çünkü savaşın rotası ABD emperyalizminin hakimiyetini kabul ettirmek istediği ülkeler üzerinden ilerliyordu. El Kaide nasılsa ABD’nin vurmak istediği yerde boy gösteriyordu. Örneğin Somali’de 2007’de ABD-İngiliz şirketlerinin petrol yatakları üzerinde yeni imtiyazlar elde etmesinin ardından El Kaide Somali’yi hedef gösterdi. ABD uçakları da 10 Ocak 2007’de El Kaide’yi hedef alıyoruz diyerek Somali’yi vurdu. İki gün sonra vurulanların 70 çoban olduğu açığa çıktı. Aynı yıl El Kaide’nin “tehdit ettiği” ülkeler arasında, ABD’nin arka bahçesindeki hasmı Venezüella da vardı. ABD’nin “kitle imha silahlarına sahip” diyerek rejimi hedef aldığı Irak savaşının ilerleyen aşamalarında, ortada kitle imha silahının olmadığı açığa çıktığında, işgalin sürekliliği Irak İslam Devleti (daha sonra IŞİD adını alacak olan örgüt) gibi cihatçı örgütlerin varlığı gerekçe gösterilerek sağlanıyordu. Bu örgütler bir ölçüde ABD’ye ama daha çok da mezhepsel ve etnik olarak düşman ilan ettikleri Şiiler gibi yerel unsurlara karşı savaşarak, hem ABD askeri varlığına bahane oluşturuyor hem de başarılı bir işgal karşıtı ulusal direniş hareketi oluşmasını engelliyorlardı. İşgal ve emperyalist müdahale biçim değiştirdikçe, cihatçılar da yeni biçimlerde yine emperyalizmin potansiyel hedeflerinde varlıklarını sürdürdü. Emperyalizm cihatçıları, cihatçılar emperyalist müdahaleleri besledi. 2011’de ABD-Suudi-Katar-Türkiye ortaklığında Suriye’de kışkırtılan iç savaşta gelişip serpilen cihatçıların, şimdi yaratıcıları tarafından hedef alınıyor olmalarını hayra yoran varsa bir kez daha düşünsün. Onlar savaşırken aslında bize karşı savaşıyor.

A

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Ergenekon Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No: 175/2 fi‹fiL‹/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

KAH Ifi‹D’‹N HAM‹S‹, KAH ABD NEFER‹, HER DA‹M HA LK DÜfiMANI

AKP’nin IŞİD’le danışıklı dövüşü IŞİD’le masaya oturarak rehine krizini “kendi yöntemleriyle” çözen AKP’ye, anında IŞİD karşıtı koalisyonu işaret eden ABD, en sonunda Erdoğan’dan beklediği açıklamayı aldı. ABD’de IŞİD’e karşı şahin kesilen Erdoğan’ın, dönüşte bunu nasıl telafi edeceği merak konusu

VEC‹H CUZDAN

A

BD Başkanı Barack Obama, 2003 yılında ülkesinin Irak’ı işgaliyle yarattığı “canavarı” (Irak Şam İslam Devleti ya da şimdiki adıyla İslam Devleti), 11 Eylül’ün arifesinde kendi deyimiyle “günümüzde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan gelen en büyük tehdit” olarak lanse etti ve IŞİD karşıtı koalisyonun “4 aşamalı stratejisini” açıkladı. Ağustos ayı başlarından itibaren IŞİD hedeflerine hava saldırılarını düzenleyerek örgütün Irak’taki ilerleyişinin önemli ölçüde durmasını sağlayan ABD, Obama’nın açıklamaları sonrası gözünü Suriye’deki IŞİD hedeflerine dikti. Ancak müttefiklerince koalisyonun en önemli bileşeni olarak takdim edilen ve ‘mühim’ görevler alması beklenen Türkiye, Musul Başkonsolosluğu’nda alıkonan rehineler ile yoğun cihatçı trafiğinin yaşandığı ‘kontrolsüz’ sınırlara işaret ederek uzun süre geri durdu.

TÜRK‹YE, ARAP-ABD B‹LD‹R‹S‹NE ‹MZA ATMADI Daha önce IŞİD’le mücadele için Körfez’deki sicili kirli müttefiklerine aba altından sopa gösteren Washington yönetimi, Obama’nın açıklamaları sonrası bu ülkelerle temasını sıklaştırdı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry koalisyona destek olmaları kapsamında ilk olarak Suudi Arabistan ve Ürdün yönetimleriyle görüşürken, 11 Eylül’de Cidde kentinde Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Umman, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin katıldığı toplantı sonrasında IŞİD’e karşı ortak bildiri yayımlandı. Türkiye’nin de temsil edildiği toplantıda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ortak bildiriye imza atmazken, toplantı sonrası yapılan ortak açıklamada terörizme karşı durmakta ortak bir taahhütte bulunulduğu ve imzacı ülkelerin IŞİD’e para ve militan akışını durdurmak konusunda anlaştığı belirtildi. Ayrıca koordineli bir askeri operasyona destek verilebileceği de aktarıldı. Kerry, Türkiye’nin açıklamada imzası-

nın olmaması konusunda, “Türkiye’nin üstesinden gelmesi gereken hassas sorunları olduğunu, bununla beraber Türkiye’nin yanlarında olduğunu” söyledi.

KERRY TÜRK‹YE’DE 12 Eylül’de temaslarda bulunmak için Türkiye’ye gelen Kerry, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Başbakan Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü. Ankara’nın genel tavrı “Rehineler nedeniyle elimiz kolumuz bağlı” söylemi üzerinden gerçekleşirken, Kerry temaslarını, IŞİD’e karşı yapılacak olan askeri harekata Türkiye’nin katılımı konusunda kamuoyuna açık bir söz alamadan tamamladı. Türkiye’nin IŞİD ile olan danışıklı dövüşüne buradan başlıyoruz. Emperyalizmin IŞİD karşıtı koalisyonu karşısında uzun süre ‘tarafsız’ kalan Türkiye’nin IŞİD ile sadece rehineleri üzerinden bir ilişkisi bulunmadığı herkesin malumu. Son süreçte özellikle Batı basını “IŞİD’in en büyük militan kaynağı, NATO üyesi komşusu Türkiye” sözlerini sıkça dillendirirken, 16 Eylül’de ABD Senatosu Silahlı Hizmetler Komitesi karşısında Savunma Bakanı Chuck Hagel ve Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, çetelere katılmak isteyen ABD veya Avrupa pasaportlu cihatçıların Türkiye üzerinden girişlerini gösteren bir harita ile IŞİD stratejilerini açıklayan bir sunum yaptı. Ayrıca ABD Senatosu’nda IŞİD’in temel para kaynaklarından olan petrol kaçakçılığı konusunda sorulan sorular üzerine Dışişleri Bakanı Kerry petrol kaçakçılığının Türkiye ve Lübnan üzerinden yapıldığını söyledi. Hürriyet’ten Tolga Tanış da, ABD hava saldırılarının bir sonraki hedefinin, Türkiye’ye petrol taşıyan IŞİD tankerleri olabileceğini yazdı. HAL‹FE EMRETT‹ M‹T KURTARDI “Tüm bu olanlar karşısında bizim 49 rehinemize yönelik elimizde bizim de kendimize yönelik bazı değerlendirebileceğimiz imkanlar var. Bizim derdimiz şu: Türkiye, halkının yüzde 99’u Müslüman ülke. Bu 49 arkadaşımızın hepsi Müslüman. Onlara karşı böyle bir yaklaşımın olması bizi üzmüştür” sözleri 16 Eylül’de-

ki Katar ziyareti sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sarf edildi. Bu sözleriyle kendilerini “İslam Devleti” olarak nitelendiren çetelerin Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’ndaki vatandaşlarını alıkoymasına hayıflandığını belirten Erdoğan, rehine krizine ilişkin yaşanacakların da sinyalini vermişti. 20 Eylül’de sabahın erken saatlerinde Başbakan Davutoğlu MİT’in “kendi yöntemleriyle” gerçekleştirdiği bir çalışmayla rehinelerin serbest bırakıldıklarını açıklarken, IŞİD çetelerinin Türkiye’deki yayın organlarından Takva Haber, Türkiye’nin “ABD’nin işgal koalisyonuna katılmayı reddederek yeni bir işgale karşı niyetini ortaya koyduğunu” ve 49 rehinenin “iki devletin karşılıklı oturması” sonucu bırakıldığını belirtti. Hatta IŞİD çetelerine yakın diğer medya kaynakları rehinelerin “Türk hükümetinin İslam Devleti karşıtı koalisyona girmeyeceği açıklamasından sonra” Ebu Bekir El Bağdadi’nin (kendi deyimleriyle Halife İbrahim) emriyle serbest bırakıldıklarını iddia etti.

“VELEV K‹ TAKAS OLDU” 21 Eylül’de bu iddiaları doğrularcasına “Velev ki takas oldu” diyen Erdoğan, “Maddi pazarlık asla mümkün değildir, olmamıştır. Siyasi, diplomatik pazarlık oldu. Neticesinde bu ana ulaştık” sözleriyle çetelerle masaya oturduklarını açıkladı. Yeni Şafak’taki AKP sözcüsü Abdülkadir Selvi de “IŞİD için çok ama çok önemli olan birkaç isim takasta kullanıldı” derken, Hürriyet Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek, sahada AKP’ye yakın çetelerden Tevhid Tugayı’nın öldürdüğü IŞİD komutanlarından Hacı Bekir’in eşi ve çocuklarının da arasında bulunduğu 50 kişinin takasta kullandığını yazdı. Rehinelerin serbest bırakılmasını şova dönüştüren Erdoğan iktidarının zafer sarhoşluğunu kısa kesen ABD’nin ilk açıklaması, Dışişleri Bakanı Kerry’nin “Türkiye, Suriye sınırını kapatmak; yabancı savaşçıların geçişini ve petrol kaçakçılığını durdurmak zorunda” oldu. Kerry, sözü Ankara’nın taahhüt ettiği yardımlara getirerek “Şimdi bu, sözlerle değil, eylemlerle ispat edilecek” dedi.

Batı’nın Irak ve Suriye’de yerel aktörlerin ön plana çıkarması ve desteklemesi fikri Türkiye’nin IŞİD karşıtı koalisyona karşı tutumunu önemli ölçüde etkiliyor. IŞİD’e yönelik kapsamlı operasyonların sahada Esad yönetimi ile YPG/HPG güçlerine avantaj sağlayacağını düşünmek dahi istemeyen Türkiye, bu noktada “Esad’a karşı ılımların desteklenmesi” ile “sınırda tampon bölge kurulması” taleplerini sıklıkla yineliyor. IŞİD karşıtı koalisyondaki konumunu en baştan beri taleplerine göre şekillendirmeye çabalayan Türkiye’nin meramını, 23 Eylül’de New York’taki BM Genel Kurulu toplantıları sonrası müttefiklerine aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington’un kendisinden duymak istediklerini de bir çırpıda açıklayıverdi.

ERDO⁄AN “ÜZER‹NE DÜfiEN‹” YAPAR ABD’nin IŞİD’i Suriye’de vurması hakkında “Olumlu bakıyoruz. Ara vermeden devam edilmeli” diyen Erdoğan hızını alamayarak Türkiye’nin üzerine düşen adımları atacağını vurguladı ve “Katkımız askeri, siyasi her türlü desteği kapsar” diye konuştu. Sonuç itibariyle çetelerle olan yoğun ilişkisi her fırsatta gözler önüne serilen AKP hükümeti, bir taraftan emperyalistlerin bölgesel çıkarları için ‘üzerine düşenleri’ yapma taahhüdü verirken, diğer taraftan IŞİD gibi halk düşmanı bir çeteyle danışıklı dövüşünü sürdürüyor. Suriye’deki vekalet savaşında emperyalistlerin bölgesel çıkarlarına hizmet ederek, ‘ılımlı’ maskesi ardındaki çeteleri destekleyen aktif taşeron AKP, bu süreç dahilinde ne Suriye yönetiminin devrildiğini gördü, ne de Rojava’da kurulan öz yönetime engel olabildi. ABD’nin yarattığı, AKP’nin palazlandırdığı IŞİD’e karşı dışarıda müttefiklerinin yanında şahin kesilen Erdoğan, içerde mezhepçiliğin tavan yaptığı söylemlerle cihatçı çetelere yol açmaya devam ediyor. Erdoğan iktidarının bu adımları, önemli bir bölümü cihatçı katillerle iç içe giren sınırlarımızda bölge halklarına göç ve katliamdan başka bir şey sağlamıyor.

ABD’nin IŞİD operasyonu Suriye’ye uzandı 23 Eylül’de ABD ve befl Arap ülkesi (Suudi Arabistan, Birleflik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Ürdün ve Katar) Suriye’deki Ifi‹D ve Nusra Cephesi’ne ait hedefleri havadan ve denizden füzelerle vurdu. Ifi‹D’in Rakka’daki komuta merkezi, Rakka iline ba¤l› Tel Abyad (Türkiye s›n›r›nda), Ayn ‹sa ile Deyrizor’daki en büyük e¤itim kamplar›ndan biri, Deyrizor iline ba¤l› Meyadin, Ebu Kemal’e ve Haseke’ye ba¤l› fieddade kasabas› ile Irak s›n›r›ndaki Hol bölgelerine sald›r›lar düzenlendi. Ifi‹D’in yan› s›ra ‹dlipHalep aras›ndaki bölgelerde El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi’ne ait hedefler vuruldu. Pentagon Sözcüsü John Kirby, “ABD ordusu ve ortak ülkelerin güçlerinin, avc› ve bombard›man uçaklar› ve Tomahawk kara sald›r› füzelerini kullanarak, Suriye’deki Ifi‹D teröristlerine karfl› askeri eylemde bulundu¤unu teyit edebilirim” dedi. ABD Merkez Kuvvetler Komutanl›¤› yapt›¤› aç›klamada, “ABD ve Bat›l› ç›karlar›n› hedef alan” ve El Kaide mensuplar›ndan olufltu¤u vurgulanan ‘Horasan’ isimli çetelerin Halep’in bat›s›ndaki hedeflerine 8 hava sald›r›s› düzenlendi¤ini belirtti.

ABD Baflkan› Obama operasyonlar›n devam edece¤ini, Ifi‹D karfl›t› koalisyonu daha da geniflleteceklerini aç›klarken, “Bu aç›kças›, bir mücadelenin sonu de¤il, daha do¤rusu bir bafllang›ç” dedi. Konuya dair aç›klamalarda bulunan Suriye D›fliflleri ve Gurbetçiler Bakanl›¤›, ABD’nin Suriye’nin BM daimi temsilcisi Beflflar Caferi’ye, Rakka’daki Ifi‹D hedeflerine hava sald›r›lar› düzenlemeye bafllayaca¤›n› belirtti¤ini, D›fliflleri Bakan› Velid Muallim’in Irak’l› mevkidafl› kanal›yla ABD D›fliflleri Bakan› Kerry’den, ABD’nin baz›lar› Suriye’de olan Ifi‹D üslerini hedef ald›¤›n› belirten bir mesaj ald›¤›n› aç›klad›. Rusya Devlet Baflkan› Vladimir Putin ise bu geliflmeleri do¤rulayan aç›klamas›nda haberdar edilmenin yetersiz oldu¤unu belirterek, “Suriye yönetiminin sald›r›lardan haberdar edilmesi yetersiz. Sald›r›lar›n yap›lmas› için yönetimden izin al›nmas› gerekiyor” derken, ‹ran Cumhurbaflkan› Hasan Ruhani, ABD’nin hava sald›r›lar›n› BM ve Suriye hükümetinden izin almadan gerçeklefltirmesinin hukuka ayk›r› oldu¤unu söyledi.

ABD operasyonu sonras› Türkiye’deki cihatç› çetelerin sempatizanlar› Galatasaray Lisesi önünde eylem yapt›


5

DÜNYA 25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

A KP DESTEKL‹ C‹HATÇILARIN KOBANE SA LDIRISINA KARfiI BÜYÜK D‹REN‹fi

AKP-IŞİD bir yanda, halklar bir yanda ABD'nin yeni müdahalesiyle strateji değişikliğine giden IŞİD'e AKP kollarını açtı. Ne ağır silahlarla yapılan operasyon ne mühimmat ve cihatçı sevkiyatı ne sınırların kapatılması ne de asker-polis saldırısı Kobanê'yi düşürebildi ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

A

BD emperyalizminin Ortadoğu'daki egemenlik krizinin bir sonucu olarak Suriye ve Irak topraklarında doğan IŞİD, yine ABD emperyalizminin egemenlik krizini aşıp ipleri yeniden ele almak üzere giriştiği müdahale konseptinin de gerekçesi oldu. IŞİD ise ağustos ayından itibaren başlayan hava saldırıları üzerine strateji değişikliğine gitti. IŞİD'in yeni stratejisi ise üç sac ayağı üzerinde yükselmeye başladı: Birincisi; hava saldırıları karşısındaki dezavantajını kara savaşındaki avantaj ile dengelemek, egemen olduğu alanlarda karşısına çıkan en direngen güç olarak YPGHPG'yi hedefe oturtmak. İkincisi; hava saldırılarında eğitim merkezleri, tesisleri ve mühimmat depolarının hedef alınmasıyla sarsılmaya başlayan gücünü diri tutmak, bunun için petrol ticareti yaptığı, silah ve mühimmat akışıyla beslendiği, cihatçı çete üyelerinin giriş çıkışlarıyla hareket kabiliyetini genişlettiği Türkiye ile daha yakın olmak. Üstelik bu yakınlığı, AKP iktidarının mezhepçi politikaları ile ideolojik bir yakınlıkla da beslemek. Üçüncüsü; Türkiye'nin ABD merkezli uluslararası koalisyona aktif destek vermeyeceğini beyan etmesinden faydalanmak, emperyalistler ve taşeronları arasındaki ilişkide çatlaklar yaratmak. IŞİD bu stratejisi doğrultusunda Irak'taki askeri güçlerini hızla Rojava'ya, Kobanê kantonuna yönlendirdi ve yoğun bir saldırı başlattı. KOBANÊ, STRATEJ‹K HEDEF IŞİD'in Kobanê'yi hedef seçmesi tesadüf değildi. Kobanê, 250 bin civarı nüfusu ve 300'e yakın köy sayısıyla diğer kantonlara

göre daha küçüktü. Afrîn ve Cezîrê kantonları arasında olması nedeniyle ele geçirilmesi üç bölgedeki YPG güçleri arasındaki bağı koparacaktı. Kobanê doğuda ocak ayında İslami Cephe'den alınan Tel Abyad, güneyde Suriye'deki merkez üssü Rakka, batıda ise Manbij üzerinden kuşatılacaktı. AKP ile yapılan rehine anlaşması da kuzeyden bir baskı yaratacaktı. Menzili 20 kilometreye varabilen ağır silahların da kullanımıyla Kobanê düşürülecekti. ÜÇ KOLDAN Ifi‹D, B‹R KOLDAN AKP AKP, Kobanê operasyonu için elinden geleni ardına koymadı. Kürt haber kaynakları, 17 Eylül günü Türkiye sınırından Rojava'daki IŞİD saflarına yaklaşık 1500 kişinin katıldığını söyledi. Bu iddiayı TCDD trenleri eliyle çete üyelerine mühimmat sevkiyatı yapıldığı iddiası izledi. Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun "Sınır valilerine talimat verdik" dediği gün IŞİD saldırılarından kaçanlara sınırlar kapatıldı. Bir AKP-IŞİD projesi olarak Kobanê operasyonu, tam da plana uygun ilerledi. PYD, Şengal'dekine benzer bir sivil katliama yol açmamak için ilk olarak sivil halkın köylerden tasfiyesini esas aldı. Buna AKP'nin kapadığı sınır hattında yaşanan asker-polis saldırıları ve bölge halkının sınır hattına yığılan binler için seferber olması eklendi. Bu zoraki taktik, IŞİD ilerleyişini hızlandırdı. Beş gün içerisinde doğuda Tel Abyad, batıda da Fırat nehri çevresindeki köyler peş peşe IŞİD'in eline geçti. KOBANE ‹Ç‹N BÖLGESEL SEFERBERL‹K Bölgedeki sivil halkın köylerden tasfiyesiyle birlikte YPG/YPJ direnişi de büyümeye başladı. Savunmasını Kobanê merkezi-

nin yakınındaki Tal Hajîb, Shêran, Alishan, Hajtr gibi köylere kuran YPG birlikleri, yer yer de IŞİD'in eline geçirdiği köylere yönelik eylemler düzenledi. YPG gerillaları, çetelere yönelik saldırılarında savaşın dengesini değiştirebilen ağır silahları hedef aldı, çok sayıda tank imha edildi. Her geçen gün büyüyen direniş, operasyonun birinci haftasında IŞİD ilerleyişini durdurdu. IŞİD ilerleyişinin durmasını sağlayan ana unsur YPG direnişi olmakla birlikte, Esad rejiminin taktikleri de operasyonun dengelerini bozdu. Suriye savaş uçakları 21 Eylül'de Kobanê'nin batısında IŞİD'in ikmal için kullandığı Karakozak Köprüsü'nü vurdu. Kobanê operasyonu ve direnişi Ortadoğu'daki tüm Kürt güçlerini harekete geçirdi. KCK başta olmak üzere Türkiye, Irak ve Suriye'deki silahlı güçlerden, üst yapılardan, demokratik kitle örgütlerinden ve siyasi partilerden Kobanê ile dayanışma ve seferberlik çağrıları yapıldı. Çağrılara Türkiye'den kulak veren yüzlerce Kürt genci sınırı geçerek Kobanê direnişine katıldı.

Rojava'ya karşı tampon bölge AKP, Rojava Devrimi'ni sadece Ifi‹D operasyonunu besleyerek de¤il, "tampon bölge" talebiyle de hedef al›yor. Tayyip Erdo¤an baflkanl›¤›ndaki güvenlik zirvesinden ç›kan tampon bölge karar› do¤rultusunda Genelkurmay haz›rl›klar›na bafllarken, Erdo¤an da icazet almak üzere New York'taki BM Genel Kurulu'na gitti. Tampon bölge kurulumunu da içeren Suriye ve Irak tezkereleri ekim bafl›nda Meclis'e gelecek. CHP, tezkerenin içeri¤ine göre tav›r alacaklar›n› söylerken, MHP bugüne kadar daima tezkereleri onaylayan bir tutum içinde oldu.

Kürt hareketi ise tampon bölge talebini do¤rudan karfl›s›na ald›. HDP Efl Genel Baflkan› Selahattin Demirtafl da Erdo¤an gibi solu¤u ABD'deki kulis faaliyetlerinde al›rken, HDP Milletvekili Hasip Kaplan karar›n uluslararas› hukuka ayk›r› oldu¤unu belirtti. Tampon bölge ile ilgili en sert aç›klama ise KCK Yürütme Konseyi üyesi Murat Karay›lan'dan geldi. Karay›lan, karar› "Türk Ordusu'nun Rojava Kürdistan’› iflgal etmeye kalk›flmas›, tüm Kürt halk›na karfl› yeni bir savafl bafllatmas› anlam›na gelir" sözleriyle de¤erlendirdi.

Direniş sınır tanımaz Kobanê'de IŞİD saldırılarından kaçarak Türkiye sınırına gelen Rojavalıların, asker ve polis barikatlarıyla karşılanması Urfa Suruç'taki Kürt halkını harekete geçirdi. Geçişlerin engellenmesini protesto edenlere asker ve polisin gaz bombalarıyla saldırması ise direnişi sınırın Türkiye tarafına da sıçrattı. 19 Eylül'deki direniş bir gün sonra sonuç verdi ve AKP sınırları açmak zorunda kaldı. Buna karşın geçişleri bir açıp bir kapatan keyfiyet ve zırhlı araçlardan çalınan mehter marşları gerilimi üst düzeyde tuttu. Asker ve polisin sınırdan çekilmesini isteyen Suruçlular günlerce saldırı altında kaldı. Bölge halkının öfkesinin patlama anı ise 21 Eylül'de Efkan Ala, Numan Kurtulmuş ve Mehdi Eker'in Suruç'a ve Mürşitpınar sınır kapısına gitmesi oldu. Bölge halkının tepkisiyle karşılaşan bakanlar, taş ve pet şişe

yağmuru arasında bölgeyi terk etti. Taksim ve Diyarbakır Kobanê için yürüdü Kobanê direnişine destek vermek amacıyla 21 Eylül’de Diyarbakır ve İstanbul'da da eylemler düzenlendi. Yaklaşık 10 bin kişi DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) İl Binası'nda toplanarak Koşuyolu Parkı'na yürüdü. Burada DBP'li yöneticiler tarafından yapılan konuşmalarda IŞİD'in halkların devrimini yok etmeye dönük saldırılarına karşı Kobanê ile birlikte direnileceği belirtildi, barış zinciri kurulması çağrısı yapıldı. İstanbul'da da binler Tünel'den Galatasaray Meydanı'na yürüdü. Meydanda HDP Milletvekili Levent Tüzel tarafından yapılan konuşmada direnişin dayanışma ile büyütüleceği ifade edildi.

Avrupa’da bağımsızlık talebi yükselişte İskoçya’nın bağımsızlığının oylandığı referandumda “Hayır” diyenler kazandı. İskoçya Birleşik Krallık’a bağlı olmaya devam edecek fakat bu referandum uluslar arasındaki eşitsizliklerin ve ayrılıkçı eğilimlerin AB projesine rağmen sürdüğünü gösterdi PEL‹N ZORBAY

A

vrupa Birliği “Sınırlar kalkıyor, refah tüm ülkeleri kapsıyor, ortak bir ulus içinde bütünleşiyoruz” diyerek küreselleşme ideolojisini parlatmaya çalışıyor. Ne var ki Avrupa Birliği Anayasa referandumları kendi iradelerini merkezileşmiş aygıtlara teslim etmek istemeyen Avrupa halklarınca reddedildi. Halkın kendi kaderini kendi belirleme isteği artık sadece kıta ölçeğinde değil tek tek devletlerin içinde de yankı buluyor. İskoçya bağımsızlık referandumunun Belçika, İspanya, Fransa ve diğer ülkelerdeki ayrılıkçı hareketler tarafından yakından izlenmesinin nedeni de bu. 1707’de Birleşme Yasası’yla Birleşik Krallık’a katılan İskoçya, İngiltere’de bulunan ortak bir parlamento tarafından yönetilmeye başlanmıştı. Fakat İskoçlar kendi parlamentoları tarafından yönetilmek istiyordu. 1997’de İskoçya’da yapılan bir referandumla kendi parlamentolarına sahip olma hakkını kazanan İskoçlar 1999’da Edinburgh’daki Holyrood Parlamentosu’nu kurdu. Sınırlı yetkilere sahip olan bu parlamentonun dış politika, savunma ve anayasa gibi konularda yetkisi yoktu. Bağımsızlık yanlısı İskoçya Ulusal Partisi (SNP) 2007’de seçimlerde birinci parti oldu. 2011’de iktidara gelen SNP halkın bağımsızlık talebinin artmasıyla referandum çalışmalarına başladı. 15 Ekim 2012 tarihinde SNP lideri Başbakan Alex Salmond ve Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron İskoçya’nın bağımsızlığının oylanacağı Edinburgh Antlaşması’nı imzaladı. Anlaşmaya göre referandumda tek bir soru sorulacak ve referandum tarihi İskoçya tarafından belirlenecekti. İskoçlar bundan 700 yüzyıl önce 18 Eylül’de Bannockburn meydan savaşında İngilizleri yenmişti.

Referandum için ise kendileri için anlam taşıyan 18 Eylül’ü seçtiler. PARASIZ E⁄‹T‹M VE SA⁄LIK ‹Ç‹N Parasız eğitimin devamını isteyen, İngiltere’nin Ulusal Sağlık Hizmeti’ni (NHS) özelleştirmesine karşı çıkan, yaşlılara ücretsiz bakımı savunan, kendi enerji kaynaklarını kullanmak isteyen, büyük bir bölümü nükleer silahlanma karşıtı olan ve sosyal adalet talep eden, yerel dil statüsünde olan İskoç dilinin resmi statüye ulaştırılmasını ve askeri harcamalara ayrılan bütçenin azalmasını isteyen bağımsızlık yanlıları referandumda ‘Evet’ diyerek vergi bakımından da Londra’ya bağlı olan İskoçya’nın kendi kararlarını kendi alması gerektiğini savundu. İktidardaki SNP ve Evet İskoçya Birliği’nden ayrı olarak İskoçya Yeşiller Partisi, İskoçya Sosyalist Partisi, bazı işçi sendikaları, nükleer silahlanma karşıtları ve

monarşi karşıtı cumhuriyetçilerin oluşturduğu Radikal Bağımsızlık Kampanyası (Radical Independence Campaign) ''Britanya zenginler için, İskoçya bizim olabilir'' sloganıyla ‘Evet’ kampanyasını destekledi. BA⁄IMSIZLIK ‹STEYENLERE EKONOM‹K TEHD‹T Anketlerin gösterdiği bağımsızlık isteyenlerin sayısındaki artış Birlik yanlılarını telaşlandırdı. Britanya’nın üç büyük partisi olan Liberal Demokratlar, Toryler (muhafazakarlar) ve İşçi Partisi, egemen medya ve iktidar referandumda ‘Hayır’ kampanyaları yürüttü. Kraliçe 2. Elizabeth İskoçlara ‘’Umarım gelecekleri hakkında iyi düşünürler’’ yorumuyla “uyarıda” bulundu. Yürütülen kampanyalarda İskoçya halkına yapılan ekonomik tehditler ve belirsizlik vurgusu kararsızların oylarını etkilemiş gözüküyor. David Cameron İskoçya’ya referandum hakkı tanı-

nırken bağımsızlık isteyenlerin yüzde 50’lere yaklaşacağını tahmin etmemişti. İskoçya’nın bağımsızlığı durumunda Birleşik Krallık’ta yaşanacak olan politik, ekonomik ve diplomatik zayıflamalar, İngilizlerin doğalgaz ve Kuzey Denizi’ndeki petrol rezervlerinde ciddi kayıplar yaşayacak olması, Avrupa Parlamentosu’nda temsilci sayısının ve Britanya topraklarının yüzde 32’sinin azalacak olması referandum yaklaşırken David Cameron’un ve üç büyük partinin İskoçya’ya daha fazla özerklik ve kendi ekonomilerinden daha fazla yetki verilmesi taahhütlerinde bulunmasına yol açtı. Yani ‘Hayır’ kampanyasıyla yapılan ekonomik uyarılar referandum sonrası İskoçların ekonomisinin ne olacağı kaygısından değil, mevcut düzenin bu bağımsızlıktan ne kadar etkileneceği endişesiydi. Her ne kadar David Cameron birlik için ‘’aile’’ benzetmesi yapsa ve ayrılmaması için İskoçya’yla pazarlık yoluna gitse de İskoçya'da ulusal bilinç ve değişim isteği birlikte gelişti ve 18 Eylül 2014’de 4.2 milyonluk ülkenin 3.6 milyonu sandık başına gittiği referandumda halkın neredeyse yarısı bağımsızlık için evet dedi. Ülkede referandumun meydana getirdiği siyasallaşma tartışmaların ve bağımsızlık ümidinin devam edeceğini gösteriyor. İskoçya bağımsızlığına kavuşamadı fakat İskoçya’nın bağımsızlık isteği tüm dünyada ilgiyle takip edildi. İskoçya’nın bağımsızlık referandumu Avrupa devletlerinde Galler, Katalonya, Bask, Veneto, Sicilya gibi bağımsızlık isteyen farklı ayrılıkçı hareketlere örnek olabileceği endişesi yarattı. Öte yandan sermayenin uluslar arası birlik projeleri ile sınırların kalkacağı, eşitsizliklerin ve ihtilafların son bulacağı iddiası üzerine kurulu “küreselleşme” ideolojisi de ölümcül bir yara daha aldı.


6

GÜNDEM 25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

HA LKEV LER‹, EZ‹D‹, KÜRT V E TÜRKMENLER ‹Ç‹N YOLA ÇIKIYOR

“İnsanlık yaşasın, insanlar yaşasın” D

aha önceden İsrail’in saldırdığı Filistin ve Lübnan halkı ile dayanışma kampanyası düzenleyen ve tırlar dolusu yardım malzemesini toplayan Halkevleri, IŞİD çetelerinin saldırılarına maruz kalıp Türkiye’ye sığınan ve halen saldırı altında bulunan Ezidi, Kürt ve Türkmenler için bir yardım kampanyası başlattı. Tüm Türkiye çapında düzenlenen yardım kampanyasında öncelikli olarak sığınmacıların temel ihtiyaçları olan bakliyat, sabun, peynir, zeytin, yağ, bebek maması, bebek bezi, kadın pedi gibi malzemeler toplanacak. Ayrıca açılan banka hesabına nakit yardım yapılabilecek. Toplanan yardımlar karşılığında “Yardım Toplama İzin Belgesi” olan görevlilerce makbuz verilecek, teslim edildiğine dair tutanaklar tutulacak. Kampanya Halkevleri üyelerinin ve gönüllülerin olduğu bütün illerde açılacak stantlar aracılığı ile yürütülürken aynı zamanda evlerin kapıları tek tek çalınarak yaygınlaştırılacak. Halkevleri, yardımları ulaştırmak ve dağıtmak için göçlerin yoğunlaştığı Silopi, Cizre, Midyat gibi yerlerin yerel yönetimlerinden de destek alacak. “Bu kampanya etnik/mezhepsel çatışmalara ve mezhepçi faşist saldırılara karşı el birliği ile örülen kardeşlik barikatı olacak” Yardım kampanyasıyla ilgili Halkın Sesi’ne konuşan Halkevleri Kadın Sekreteri Dilşat Aktaş, savaş politikalarına karşı sokakta mücadele

ettiklerini ve bölge halkıyla dayanışma eylemliliklerine katıldıklarını ancak bunu yeterli görmediklerini ve saldırı altındaki halkların yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla bu kampanyayı başlattıklarını söyledi. Aktaş, kampanya süresince sanatçıların da desteği ile konserler ve etkinlikler düzenleneceğini, bu etkinliklerde bilet almak yerine bir paket mama ya da bir teneke peynir ile destek verilebileceğini belirtti.

Aktaş bu kampanyanın sadece Halkevleri’nin değil tüm Türkiye toplumsal muhalefetinin olduğunu söyledi ve “tüm Türkiye’den gelecek yardım malzemesinin” ihtiyacı olan halklara ulaştırılmasını hedeflediklerini vurguladı. 10 Kasım’a kadar sürecek kampanyaya yardım etmek isteyenler yardım malzemelerini en yakınlarındaki Halkevleri şubesine götürebilir veya Halkevleri Genel Merkezi’ne gönderebilir.

Halkevleri Genel Merkezi; Konur Sokak 8/9 Kızılay, Ankara. Tel: 0312 419 27 17 Kampanyaya para yardımında bulunmak isteyenler için kampanyaya ait banka hesabı: İş Bankası Meşrutiyet Şubesi Hesap No: 4213-1042660 IBAN: TR68 0006 4000 0014 2131 0426 60 Halkevleri Genel Merkezi

Bir ucu türban bir ucu Ifi‹D…Bu gerici kuflatmay› da¤›taca¤›z! Okullarda kız çocuklarının başını kapatmayı ailelerinin hakkı, ‘inancın gereği’ olarak açıklayan iktidarın ‘inançlarının gereği’ katliam yapan IŞİD’e ABD tarafından ‘çaresiz’ bırakılmadan karşı çıkamaması arasındaki bağı görebiliyor muyuz? Yanıtımız evet ise laik-bilimsel-özgürleştirici bir eğitim mücadelesi ile cihatçı çetelere, mezhepçi faşizme karşı mücadeleyi aynı direniş hattı içinde örmenin zamanıdır

Özge Ozan ozge@ sendika.org

Desteğiyle büyüttüğü cihatçı çeteler Irak’ta, Suriye’de, Rojava’da katliamlara imza atıp milyonlarca insanın can güvenliğini tehdit ederken, ülke içinde radikal İslamcı örgütlenmelere cihatçı devşirecekleri zeminleri oluşturan AKP, dinci gericiliğin örgütlenmesi yönünde attığı adımlara bir yenisini daha ekledi. Eğitimi dinselleştirme hamlesi, ortaokul ve lisede türbanı serbestleştirme kararı ile sürüyor. 22 Eylül’de gerçekleşen Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı 5. sınıftan itibaren kız çocuklarının okullara türbanla gelebileceğini şu sözlerle duyurdu: ’Karar başörtüsü arzusu içinde olan öğrenciler için…’ D‹NDAR NES‹L: ‹fi C‹NAYET‹NE ‘KADER’ DENS‹N, NEOL‹BERAL GER‹C‹L‹K SÜRSÜN D‹YE AKP iktidarının toplumun dinsel esaslara göre örgütlenmesine yönelik adımlarını ne Ortadoğu’da devlet/toplum yapılarının dini/mezhebi esaslara göre parçalanmasından, mezhep temelli savaşların emperyalizm ve işbirlikçileri eliyle yaygınlaştırılmasından ne de neoli-

beral yağma düzeninin katlettiği her işçi için “kader/fıtrat” söyleminin öne sürülmesinden bağımsız düşünmek mümkün. Ülkenin içinde bulunduğu coğrafyada gelişen ve bugün IŞİD’de somutlaşan şeriatçı-cihatçı örgütler ile organik ilişki içinde olan, IŞİD vahşetini ‘Sünnilerin ezilmesine” bağlayıveren AKP, neoliberal programı uygularken bir yandan da rejime İslami bir yapı kazandırmanın yolunu hazırladı. AKP, iktidarının sürekliliğini de Sünni gericiliği örgütleyerek ve sağın birliğini dinsel temelli bir saflaşma üzerinden sağlayarak güvenceye aldı. Mezhepçilik, iktidar yapısının temel karakterlerinden biri olageldi. Dinsel ideolojiyi yeniden üreten söylemler/uygulamalar AKP açısından talan düzenine “isyan etmeyen/biat eden” bir toplum yaratmanın, toplumun ezilen kesimlerinin gerçek sınıfsal çatışmalar etrafında yan yana ve egemen sınıf siyasetinin yürütücüsü iktidarla karşı karşıya gelmesini engellemenin temel araçlarından biri haline getirildi. Aleviler, sosyalistler, ateistler, kadınlar doğrudan iktidar tarafından dinsel söylemlerle hedef alındı. ‘Dindar nesil yaratmak’ ise iktidar için basitçe bir propaganda söylemi değildi. Eğitim, egemen sınıfın elindeki ideolojik aygıtlar arasında tüm toplumu etkileyen yapısı ve sadece bugünü belirlemek değil geleceği inşa etmek bakımından taşıdığı özelliklerle AKP açısından piyasalaştırma ile dinselleştirmenin iç içe ilerletildiği en kritik alan haline geldi.

‘‹NANÇ ÖZGÜRLÜ⁄Ü’ D‹YE D‹YE D‹NC‹ GER‹C‹L‹K AKP iktidarının 4+4+4 ile uygulamaya geçirdiği zorunluseçmeli din dersleri dayatmasının, imam hatiplere dönüştürülen okulların ardından ‘kılık kıyafet serbestliği’ olarak sunulan ve eğitimde türban serbestliğinin önünü açan düzenleme gelmişti. Üniversitelerde türbanın serbest bırakılması, öğretmenlerin okullara türbanla girmesinin önünün açılması AKP iktidarı ve liberal sözcüleri tarafından ‘inanç özgürlüğüne saygı ve demokratikleşme hamlesi’ olarak sunuldu. AKP’nin Sünni mezhebe dayalı dinsel gericiliğin iktidarı olduğu ve dini kuralların kamusal yaşamda belirleyici hale gelmesinin başta kadınlar olmak üzere toplumun ezilen kesimleri üzerinde katmerlenmiş bir baskı biçimini yeniden ürettiği ise bu tartışma içinde yok sayıldı. Öyle ki tarihi “Demokratik, laik, bilimsel ve anadilinde eğitim” mücadelesiyle anılan Eğitim-Sen’in bile bu atak karşısında üretebildiği cevap serbest kıyafetle (eşorfman/kot) okullara gitmek oldu.1 AKP elbette durmadı. Yüz binlerce liseliye ‘Ya imam hatip ya meslek lisesi’ denildi. TEOG sistemi ile 40 bin öğrenci istekleri dışında imam hatiplere kaydedildi. İmam hatiplere dönüştürülen okullar yetmedi, okulların içine imam hatip sınıfları eklendi. Okullarda mescit zorunlu hale getirildi. Ortaöğretimdeki türban serbestliği kararının ardından sıradaki hedef ise karma eğitim olacak. E⁄‹T‹M‹N D‹NSELLEfiT‹R‹LMES‹N‹N YAPITAfiI DA KADIN DÜfiMANLI⁄I Piyasacılıkla kaynaşmış AKP gericiliğinin temel yapıtaşlarından biri olan kadın düşmanlığı, eğitim alanının dinselleştirilmesi saldırısının da temel akslarından birini oluşturuyor. Kadınlar için, değiştirilemez ilan edilmiş İslami kurallara dayanan yasaklardan biri (örtüneceksin!) ve Siyasal İslam’ın simgesi olan türban, üniversite ve kamuda serbest bırakılırken ‘kadının özgür seçimi/iradesi’ argümanıyla savunuldu. Şimdi ise ortaöğretimdeki kız çocuklarının türbanla okula gelmesi ‘ailelerin çocuklarını nasıl yetiştireceklerini belirleme özgürlüğü’ demagojisi ile savunuluyor. Kadın bedeni ve yaşamı üzerinde dinsel ideoloji/söylem ve pratiklerle kurulan hegemonyanın eğitim alanına kurumsal düzeyde

taşınması açık ki kadınların eşitlik/özgürlük iddiasının da tümden reddidir. Çünkü okullarda kız çocuklarının başını kapatma kararını “ailelere” bırakarak çocukların özgür bireyler olarak var olma hakkını, ‘laiklik’ ilkesini reddeden, kamusal alanda devletin din üzerindeki sınırlayıcı etkisini yok sayan bu uygulamayı getirenler eşitsizliği de fıtrattan (değiştirilemez) saymaktadır. Burada artık tek bir özgürlükten bahsedilebilir; kadınların “kapatılması” ve erkeklerin kadınların “bedenlerini/yaşamlarını” çocukluktan başlayarak denetleme “özgürlüğü.” DURMAYACAKLAR, DURDURALIM! AKP’nin dinci gericiliğin örgütlenmesi yönünde attığı adımların bir sonu olduğunu düşünen varsa yanılıyor. Rejimi ve kamusal alanı “inançların gereği”ni temel alarak belirlemeye başladığınızda bunun sonu yoktur, gün olur adına “devlet” diyen cihatçı çete katliamlarını da “inanç gereği”ne dayandırır. Bugün dinci gericiliğin bir ucu “inanç özgürlüğü” söylemi altında 10 yaşındaki kız çocuklarının dinsel kurallara dayalı bir yaşamın içine iktidar eliyle “kapatılması”, diğer ucu ise gözünü kırpmadan kafa kesen IŞİD’dir. Tam da bu nedenle laik-bilimsel özgürleştirici bir eğitim talebi için mücadele ve türbana sözü/eylemi eğip bükmeden hayır demekle cihatçı çetelere, mezhepçi faşizme karşı direnişi birbirinden ayırmamamız, ortak bir direniş hattı içinde örgütlememiz gerekiyor. Açık ki bu politik coğrafyada toplumsal/siyasal yaşamın dinselleştirilmesine karşı kadın özgürlüğü ve laiklik bayrağını taşıyarak mücadele etmeden ‘fıtrat” ilan edilen işçi katliamları üzerinde yükselen neoliberal yağma düzenini yıkacak gerçek bir sınıf hareketi de inşa edilemez. Ortadoğu’da yaşam ve özgürlük için direnişle dayanışmanın iç içe geçtiği bugün iktidarın savaş politikalarını durdurmak için sokağa çıkıp Kobane direnişini büyütecek, aynı anda türban dayatmasını reddedeceğiz. Bilimsel-laik ve kamusal bir eğitim için AKP’nin neoliberal gerici rejimine meydan okuyacağız. Bu gerici kuşatmayı dağıtacağız! 1- Eğitim-Sen’in yönetiminde etkin olan siyasal anlayışların ‘laiklik’ konusundaki ikircikli tutumları eğitimin dinselleştirilmesine karşı birleşik ve militan bir mücadelenin önünde engel yaratıyor.

Türkiye’de laiklik sorunu -2

K

emalist dönemin laiklik politikalarının "dini devlet güdümüne almaktan" ziyade "dini devletten, devleti de dinden dışlama"ya yönelen keskin bir dışlayıcılıkla nitelendirilmesinin daha doğru olduğunu belirtmiştim. Siyasi İslam sözcülerinin ve sağ ve sol liberallerin iddialarının aksine, dinin devlet güdümüne alınmasına yönelik kurumlaşmalar ve uygulamalar, dinin ihtiva ettiği rejim karşıtı potansiyelin denetim altına alınması amacını taşımıyordu. Tam tersine bugün "dinin devlet güdümüne sokulması" olarak adlandırılan kurum ve uygulamaların temelinde, Kemalizmin dini devletten, devleti dinden dışlama politikasından, Sünni İslamın devlet desteğiyle örgütlenmesi politikasına geçiş bulunmaktadır. Kemalist laiklik politikasındaki bu kırılmanın tarihi manidardır: 1946. Aralık 1946'da MEB bütçesinin tartışılması sırasında gündeme alınan "din eğitimi" konusunda konuşan CHP ajitatörü Hamdullah Suphi Tanrıöver "komünizm tehlikesine karşı manevi direnci sağlamak" üzere okullara din eğitiminin konulmasını istemiş ve izleyen yıllarda CHP iktidarının başlattığı "din açılımı" bugün ortaöğretimde türbanın serbest bırakılmasına kadar uzanan sürecin ilk adımını oluşturmuştur. Dini devlet güdümüne aldığı söylenen kurumlaşma ve uygulamalar, muhafazakar siyaset adamları tarafından "devletin dine yardım etmesi" talebiyle gündeme getirildiler. Cami ve mescitlerin yönetimi ve cami görevlileri (hayrat hademesi) kadrolarının Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmesi, İmam Hatip Kursları ve akabinde Okullarının yeniden açılması, Dini Yayınlar Döner Sermayesi'nin kurulması, Radyoda dini yayınlar yapılması ve ilkokullara Ferda isteğe bağlı din dersinin Koç konulmasıyla başlayan bu süreç, sağcı iktidarlarla ferdakoc@ (CHP'li Günaltay'dan hotmail.com başlayarak Menderes, Ürgüplü, Demirel, Erbakan, Özal ve Erdoğan) istikrarlı bir biçimde yürütülen "Türkiye toplumunun devlet eliyle muhafazakarlaştırılması" projesi olarak bugüne kadar geldi. "Dinin devlet güdümüne alınması"nın kanıtı olarak gösterilen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın dinsel yayınlar ve din adamları üzerindeki otoritesi esas olarak 1950 sonrasında gelişmiştir. Müftülerin seçim usulü 1950'den sonra kaldırılmış, bucak ve köy imam hatipleri 1965'te Diyanet İşleri'nin maaşlı personeli haline getirilmiştir. Din öğretim ve eğitiminin "özel okullar ve kurslar" aracılığıyla yapılması yönündeki öneriler, sağcı politikacılar tarafından reddedilmiş, "din adamı yetiştirmek için kamu desteğinin zorunlu olduğu" ileri sürülmüştür. Din eğitimine verilen devlet desteği, 1965'te çıkarılan 633 sayılı yasada Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görevlerinin "İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek" olarak belirlenmesiyle, dinin toplumun ahlak normlarının oluşumunda temel bir referans olarak kabul edilmesine vardırılmıştır. 1982 Anayasası "toplumsal birleşme ve bütünleşmeye katkı sunma"yı Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görevleri arasına sokarak, Sünni İslamı resmi ideolojinin kaynakları arasına sokmuştur. Bu süreç boyunca devletin dine verdiği desteğin Sünni İslam'la sınırlanması yönünde gösterilen çabalar da özellikle dikkat çekicidir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın örgüt, görev ve yetki alanına ilişkin olarak 1963'te hazırlanan tasarıda yer alan "Mezhepler Müdürlüğü"nün, "milli ve dini birliğin bozulması"na yol açacağı ileri sürülerek tasarıdan çıkarttırılması bu konudaki karakteristik örneklerdendir. Bugünkü laiklik tartışmaları, 1946 sonrasında Sünni İslam'a verilen devlet desteği ile antikomünist Siyasal İslam hareketlerinin gelişimi arasındaki paralellik dikkate alınmadan yapılamaz. 1946 sonrasında Devletin Sünni İslam din eğitimi ve öğretimine verdiği destek, zamanla dinin "genel ahlak" için referans haline getirilmesine, daha sonra "toplumsal birlik ve bütünlük" kaynağı olarak dokunulmazlık kazandırılmasına ve ardından da eğitimin dinselleştirilmesine uzanarak, Sünni İslamın ahlak, siyaset ve eğitim ortamına egemen olduğu bir "muhafazakar toplum" yaratma projesinin hayata geçirilmesinin başlıca adımları olmuştur. Artık tartışılmaz bir biçimde ortadadır ki, Türkiye toplumu, ahlak, siyaset ve eğitim Sünni İslam hegemonyası altına sokularak muhafazakarlaştırılmaktadır. Bu "muhafazakarlaştırma sürecinin" aynı zamanda neoliberal yeni sömürgecilik politikalarının (iç ve dış politika düzlemindeki) bütün yönleriyle konsolide edildiği bir dönemin karakteristik görünümü olduğunun da altı çizilmelidir. Sünni İslam şeriatının genel ahlaki, siyasi ve kamusal hizmet normu haline getirilmesinin temelde neoliberal yeni sömürgeci yıkımı güvence altına aldığı gerçeğinden hareket eden bir laiklik programının oluşturulması ve somut bir mücadele konusu haline getirilmesi Türkiye Sosyalist Hareketinin bugünkü birincil meselelerindendir.


KENT ÇEVRE

7

25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

İs t anbullula r pe şke şe s ey irci kalmıyo r

“Beton kafalar bu geceyi unutmas›n” ÖZEN TAÇYILDIZ “Yaşam alanlarımızın rant ve iktidar uğruna yok edilmesine seyirci kalmadık, kalmayacağız. İnsanca bir yaşam, yaşanılabilir bir kent ısrarımızı bu talana son verene dek sürdürmeye devam edeceğiz.”

2

0 Eylül’de Bakırköy sahilinde toplanan 3 bini aşkın kişi, bu sözlerden hemen önce sahillerini betona boğan inşaatlardan birinin bariyerlerini yıkıyordu. Zeytinburnu-Yeşilköy boyunca bir set gibi sahili kapatan inşaatlara karşı sokağa çıktılar. Sahil şeridinin halktan izole edilmesine, kıyı kanunun uygulanmamasına ve kıyıların ranta açılmasına karşı sahilin yeniden kendilerine açılmasını istiyorlar. İstanbul’un silüetine saplanmış, AKP’li bakanların kapış kapış daire aldığı gökdelenleri istemiyorlar. Yüzyıllardan bu yana süzülüp gelmiş silüette her birinin hakkı var. Kentlerine sahip çıkıyorlar çünkü “Kültür ve tarih varlıkları yok edilmiş, ormanları betona çevrilmiş, iklim dengesi bozulmuş, tarım alanları katledilmiş, elinizi nereye atsanız AVM’ye denk gelen bir kentte, gözünü ranttan ve paradan başka hiç bir şey görmeyen bu düzenin içerisinde nefes alınamayacağını” biliyorlar.

HUKUKU UYGULATMAK EYLEMLE MÜMKÜN İstanbullular Bakırköy’den bir gün önce de kentin kuzeyi için ayaktaydı. 3. köprü gibi çevre riski taşıyan büyük projeleri ÇED kapsamı dışında bırakan yasal değişiklik, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi ancak inşaat devam ediyor, üstelik ÇED süreci başlatılmış değil. Kuzey Ormanları Savunması ve İstanbul Kent

İstanbul’un bir parkından tüm Türkiye’ye yayılan ranta karşı isyan, bugün İstanbul’da hala diri. Korusuna, ormanına, hastanesine, kentinin kıyılarına sahip çıkan İstanbullular, bariyerleri, betonları söküp atıyor Savunması’nın çağrısıyla 19 Eylül’de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde bir araya gelen İstanbullular, hukuksuz 3. köprü projesi için ÇED sürecinin bir an önce başlatılmasını talep ettiler. Taleplerini içeren dilekçelerini müdürlüğe teslim ettiler. Ancak hukuku nasıl uygulatacaklarını bilerek: “Hukuk tanımaz iktidarı, kentimizi, doğamızı ve Marmara Bölgesi’ni büyük bir çevre felaketine sürükleyen 3. köprü hakkındaki mahkeme kararını uygulamak zorunda bırakmak, ancak kitlesel bir seferberlikle ve ısrarlı bir eylem süreciyle mümkün…” “O HASTANE BURAYA GELECEK” 21 Eylül’de ise Taksim ve Küçükçekmece eylem alanıydı. Taksim’de bölgenin en önemli ve stratejik konumundaki Taksim İlkyardım Hastanesi, depreme dayanıksız olduğu ve yenileneceği gerekçesiyle bir yıldır kapalı. Hastane sessizliğe terk edilmiş durumda, bahçesi de otopark olarak kullanılıyor. Hastanelerini geri isteyen İstanbul halkı; Cihangir Forumu, Beyoğlu Kent Savunması ve İstanbul Kent Savunması’nın çağrısıyla 14 Eylül’de hastane bahçesinde buluşarak forum yaptı, 21 Eylül’de de basın açıklaması düzenledi.Talepleri net: Hastane özel değil, bir kamu hastanesi olarak geri gelsin, mahallenin afet toplanma alanı olarak kullanılan hastane bahçesini aynen korunsun, bölgede gerçekleştirilecek plan ve projeler hakkında doğrudan katlım sağlayabilecekleri açık, şeffaf ve demokratik bir süreç işletilsin, yeni hastane yapılana ka-

dar bölge halkının ilkyardım ve sağlık hizmeti ihtiyacını karşılayabilecek bir sağlık birimi kurulsun. “O hastane buraya gelecek” sloganıyla örgütledikleri süreçte sonraki adımları belli, Sağlık Bakanlığı hastaneyi getirmezse bir ay sonra onlar bakanlık önüne gidecek. “MAHALLEME DOKUNMA” Aynı gün, Küçükçekmece’de AKP’li belediyenin yeşil alanları ve belediye binalarını AKP’ye yakın vakıflara vermesi üzerine halk sokaktaydı. Belediye, Atakent Mahallesi’nde bulunan Müzik Akademisi binasının büyük bir bölümünü “Tasavvuf Musikisi” adıyla AKP’ye ve TÜRGEV’e yakın oldu-

ğu bilinen Ensar Vakfı ve İlim Yayma Cemiyeti’ne vermeye hazırlanıyor. Yerel seçimlerden önce kendilerine sosyal tesis sözü olarak verilen bina için 21 Eylül’de Ali İsmail Korkmaz Parkı’nda buluşan mahalleliler, “Artık Yeter, Mahalleme Dokunma” yazılı pankartla Müzik Akademisi binasının önüne kadar yürüdü. Binanın devrine ilişkin protokolün imzalanmasına izin vermeyeceğini söyleyen mahalleli, her ne olursa olsun bu peşkeşe direnmekte kararlı. yine Ali İsmail Korkmaz Parkı’nda binanın kullanımı için önerilerini de birlikte konuşarak belirleyecekler.

BETONLARI SÖKÜP ATTILAR Ve son olarak, bu yazı hazırlanırken, direniş bu defa Boğaz’ın öte yakasından yükseldi. 354 bin metrekare alanıyla Anadolu yakasının ikinci büyük yeşil alanı ve 1. derece doğal sit olan Validebağ Korusu’nu, “çılgın proje” hayalleri olan İBB ve AKP’li Üsküdar Belediyesi’ne karşı halk koruyor. Daha önce koruda otopark yapılmak üzere çevrilen alandaki bariyerleri yıkan İstanbullular, 22 Eylül akşamı da korudaki izci evinde beton kalıplar hazırlandığı haberi üzerine koruya akın etti. Cep telefonu, el feneri ve kafa lambası ışıklarıyla beton kalıplarını ve demirlerini söktü attı, taş ve tahtaları elden ele taşıyarak kullanılamaz hale getirdi. Ayağa kalkmış İstanbul halkı adına son söz onların: “Rant uğruna ciğerlerimizi sökmeye çalışan beton kafalar bu geceyi unutmasın!”

“Ölmez ağacı” Soma’da direniyor “Bugün burada S

oma’daki zeytin ağaçları, AKP’nin iktidarı boyunca inşa ettiği sistemin kristalize bir hali olarak önümüzde duruyor. Her türlü hukuksuzluk ve saldırı adım adım ilerliyor. Süreç AKP ile olağan hale gelen “acele kamulaştırma” ile başladı. 10 Mayıs 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararlarından biri, Soma Kolin Termik Santrali içindi. Gazetede 4 satırla durum anlatılmış, kamulaştırılacak yerlerin parsel numaraları da bir liste olarak iliştirilmişti. Onlarca parsel numarasının yer aldığı liste, santral için Soma’nın Yırca köyünü işaret ediyordu. Köyün 119 parseli Kolin İnşaat için kamulaştırılmıştı. AKP döneminin parlayan yıldızı, ihale gediklisi şirket, önce zeytinlik alanların çevresine 2 metre boyunda çitler çekti. Köylüler Danıştay’da dava açmıştı ve hukuki süreç devam ediyordu ama ne gam. Sürecin asli unsularından biri olan imar planı dahi ortada yoktu. Ama işte acelesi vardı Kolin’in. Zeytin yasası dahi onun için değişiyordu. Zeytinlik sahalarda maden, elektrik, petrol-doğalgaz faaliyetlerinin önünü açacak yasa tasarısının görüşüldüğü komisyonda Enerji ve Tabii Kaynaklar Müsteşarlığı Yardımcısı İlker Sert, kül depolama tesisleri için zeytinliklerin “engel” olduğunu söylüyordu. Meselenin kara propaganda ayağını da AKP Manisa Milletvekili üstlendi. Muzaffer Yurttaş’a göre, bölge “bozuk zeytinlik alanlar”, zeytinliklerin yok

edilmesine karşı tepki veren bölge halkı “isyan çıkarma gayreti içinde olan muhalefet temsilcileri” idi. Tabii ki, “AKP sayesinde ülkemiz zeytin cennetine dönüşmüştü.” Ve şirket 16 Eylül gecesi kepçelerle zeytinliğe girdi, 13 zeytin ağacını söktü. Yırcalılar termik santral yapılacağını duyduklarında ilk olarak 1 Eylül’de eylem yaptı. Var olan santralle sağlıkları bozulmuş, KOAH ve kansere yakalanmış, köyden göç edenler olmuştu. Kalanlarınsa geçimlerini sağladıkları zeytinleri santralden çıkan tozla kaplandığı için değeri düşmüş durumda. 90’lardan itibaren santrallerin sadece Soma’yı değil İzmir’i de içine alacak bir biçimde Bakırçay Vadisi’ni, buradaki verimli tarım arazisini, asırlık ağaçları etkilediği biliniyor. Yeni bir termik santral bu sorunların katlanarak artması demek. Tütün ve pamuk tarımının ardından zeytincilik de biterse köylüye yaşam alanı kalmayacak. Kolin’in zeytinliklere saldırdığı gece köylüler de yaşamlarını savunmaya koştular, iş makinalarını durdurup nöbete başladılar. Sadece bölgede zeytinliği olanlar değil, “Bizim burada zeytinliğimiz yok” diyen çevre köylerden gelenler de, “Biz burada İmam Hatip lisesine çevrilen okulumuz için direndik” diyen gençler de, o bahçelerde gündelik yevmiyeli çalışanlar da nöbette. “Ölmez ağacı” zeytin de Soma’da ayakta. Kepçelerle sökülen ağaçlardan dahi Yırcalılar, zeytinlerini topladı.

ölümse ölem…”

O

rdu Fatsa’da siyanürlü altın madenciliğine karşı halkın direnişi sürüyor. Altıntepe Madencilik tarafından Yukarı Bahçeler Mahallesi Engiz bölgesinde yapılacak altın arama işlemi için ağaçlar kesildi, altının ayrıştırılacağı alanda altyapı işlemleri için hazırlıklar başladı. Kadınların en önde yer aldığı direnişte Fatsalılar 7 Eylül’de şirketin teller ve bariyerlerle çevirdiği alana yürüdü. Kadınlar yıllardır yaşadıkları bölgede şirketin yarattığı yıkıma “Böyle bir kanun mu var?” haykırışları ile karşı çıktı. Önlerini kesen jandarmaya da “Burayı bu hale getirenlere yazıklar olsun, bu lanetleri bura-

ya sokanlara yazık olsun. Öldüren öldürsün bizi, biz fındığa bakıyoruz 1 kilo fındığa bakıyoruz ne yiyeceğiz?” diyerek karşı çıktı ve ekledi: “Bugün burda ölümse ölem külümse külem…” Maden arazisi Kocahisar, Şerefiye, Tepeköy, Bahçeler ve Yukarı Bahçeler köyleri de dahil 8 köyü kapsıyor. 2013 yılında Ordu Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü’nden olumlu ÇED kararı çıkardı. Yaz aylarında siyanürle altın ayrıştırma için kullanılacak kuyularda ağaç kesimine başladı. Köylüler daha önce de tapulu arazilerinden geçen yolları kapatarak şantiye alanına araçların geçmesine müsaade etmemişti.


8

EMEK 25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Yeni bir din tarif etmek ŞİD mevzusu siyasal islamın bir başka boyutunu bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Bir yanda kendisini dindar, muhafazakâr olarak tarif edenlerden etmeyenlere kadar herkes “böyle Müslümanlık olmaz” diye koro yaparken diğer tarafta sessiz sedasız hatırı sayılır kadar genç-orta yaşlı erkek savaşmak için IŞİD’e katılıyor. AKP devleti ABD’nin baskısına daha fazla dayanamayıp IŞİD’e karşı daha net tavır almasıyla birlikte “böyle Müslümanlık olmaz” korosunun daha da güçleneceği beklenmelidir. Kuşkusuz her toplumsal siyasal akımın içinde olduğu gibi İslami hareketin de kendi içinde çeşitli çizgileri vardır. Bir yanda islamı “sevgi, şefkat, rahmet” dini olarak görenler diğer yanda “kelle kesip, kırbaç cezası uygulayarak” islamın kaynağına dönmeyi hayal edenler… Bu ikisi arasında başka renkteki çizgileri saymak da mümkündür… Egemen ideoloji karşısında cılız durumda olan emek hareketi, toplumun karşısına bir alternatif olarak çıkma iddiasında olmadığından bu İslami baskıyı çok fazla hissetmeyebilir. CHP’nin yerel seçimlerdeki tercihleri, cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP’nin “çatı adayı” tercihi bu baskının çok net ifadesidir. Aynı baskı 1990 sonrası kitleselleşme sürecinde Kürt hareketinin de üzerine geldi. Kürt hareketi biraz da bayrağındaki sosyalist sembolleri sökmenin rahatlığıyla siyasetinde dini semboller ve kurumlar oluşturmaya başladı. Egemen ideoloji; İslam dini gibi Türkiye toplumunun tarihsel köklerini etkilemiş bir ideolojik formasyon tarafından kuşatılmış olunca bu baskının dayanılmaz ağırlığı çok daha bariz olarak ortaya çıkıyor. Bu baskı esas olarak egemen ideolojinin taşıyıcıları tarafından değil ve fakat esas olarak kendisini topluma kabul ettirmek isteyen muhalif kesimlerin daha geniş toplumsal kesimlerle buluşma isteğinin doğal sonucuymuş gibi kendini gösterir. Bu anlamıyla edilgen, pasif ve güdülen olan kitlenin aslında hiç de öyle olmadığı ve kendisini değiştirip dönüştürmek isteyenleri çok kuvvetli bir çekim gücüyle kendisine doğru çektiğini görmemiz gerekir. Zira kitleler çok uzun yılların ve hatta tarihsel birikim içerisindeki pek çok öznel ve nesnel koşulların etkilemesiyle kendisi bir öznedir ve sürekli değişip dönüşerek özneliğini korur ve kendisini etkilemek isteyenlerle açık olmayan bir mücadeleyi alttan alta yürütür. Bu durum tersinden Erbakan’ın 1994’te ilk iktidara geldiğinde Tufan mayo defilelerinden tanınan bir mankeni partisine almasında ve Sertlek kamuoyuna tanıtmasında veya Dev Sa¤l›k-‹fl AKP’nin 2010 referandumuna Yönetim Kurulu kadar liberal sol - sağ kesimlerle flört etmesinde de geçerlidir. Din mevzusu bu anlamda eğer bir gün sosyalistler toplumun karşısında hatırı sayılır bir güç haline gelirse benzer bir şekilde gündeme gelecektir. Gelmemesi mümkün değildir. Sosyalistlerin 1960-1980 arasındaki süreçte kısmen bu konuda rahat olması dünyanın kapitalist ve sosyalist olarak ikiye bölünmüş olmasının verdiği ideolojik hegemonya avantajına bağlanabilir. Kaldı ki bu dönemde bile milliyetçi-muhafazakâr egemen ideolojinin sosyalistlere karşı (bütün dünyada olduğu gibi) temel argümanı “dinsizlik” olmuştur. Sosyalist ideoloji ve sınıf hareketi çok net olarak laik bir harekettir. Bu, onun tarihsel köklerini oluşturan pratik-politik sürecin sonucu olarak böyle olduğu gibi bundan bağımsız olarak da dini ideolojinin bilimden-akıldan uzak, otoriter ve totaliter yapısından dolayı da böyledir. Bu bağlamda toplumsal mücadelesinde dini program veya programatik hedeflere yer vermediği gibi dini sembol veya söylemlere de yer vermez, vermemelidir. Sosyalist hareketin İslam dini gibi halen çok canlı ve güçlü bir ideoloji tarafından baskılanacağı gerçeği sosyalistlerin bugünden dinsel ideoloji ve görünümlerine karşı çok net tutumlar belirlemesini gerekli kılar. Bu belirlenim esas olarak ideolojik bir duruşla ifade edilmelidir. Bu olmadığı sürece bazı politik konjönktürler din veya din kökenli toplumsal hareketlerle pragmatik ilişkiler kurulmasını zorlar. Bu durumda ise tıpkı CHP’nin son seçim süreçlerinde yaptığı gibi veya pek çok sosyalistin Demokratik Toplum Kongresi’nin düzenlediği din konulu konferanstaki tutumuna yansıyan “İslam aslında ezilenlerin dini” vb. İslamın bir yanıyla uzlaşma gayretine dönüşebilir. İslamın hangi sınıfların ihtiyacı olarak ortaya çıktığı veya hangi tarihsel sürecin sonunda İslam peygamberinin yeni bir dini tebliğ etme ihtiyacını duyduğu ayrı bir tartışma konusudur. Sosyalistler bu tartışmaları bilimsel yöntemlerle yapmalılar ve kendi duruşlarını tespit etmelidirler. Ezen sınıfları kendi silahıyla içerden vurmak gibi (beyhude) bir işgüzarlıkla islamı yeniden tarif etme gayretine girip, “aslında İslam öyle değil, şöyledir, böyledir” gibi dini referanslarla bir tartışma yürütmeyi kategorik olarak reddetmelidir. Böyle bir tartışmayı hayatının tamamını veya bir kısmını dini esaslar üzerine kurmak isteyen vatandaşlarımız veya akademisyenlerimiz yapabilirler ama sosyalistlerin din tartışmasını bu şekilde yapmak istemesi kendilerini içinden çıkamayacakları bir kuyuya atmalarıyla aynı anlama gelir.

I

Torba Yasa ile taşeron çalışma kamuda temel çalışma haline getirildi. Fiili zorluklarla taşeron işçisinin gasp edilen hakları yeniden verilmiş gibi sunuluyor bütün ihale düzeni bakanlar kuruluna bağlanıyor

B

aşta İş Kanunu olmak üzere 45 ayrı kanuna dair ekleme ve değişiklik içeren Torba yasa, yürürlüğe girdi. Haziran’dan beri TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen Torba Yasa, AKP’nin TBMM faaliyetlerini keyfi olarak düzenlemesine bağlı olarak ancak Eylül ayında meclisten geçti. Bu sürede İş Kanunu’na dair düzenlemelerin içine kara para aklanmasını, meraların yağmalanmasını, internet denetiminin artırılmasını, rantı yüksek mahallelerin bir gecede AKP’li belediyelere bağlanmasını “sağlayacak” maddeler eklendi. Böylece “Yeni Türkiye” düzeninin alt yapısını torba yasayla sağlamlaştırdı. TAfiERON TEK MODEL OLDU 12 yıldır 9 seçimde taşerona kadro müjdesi şişirmesiyle milyonların oyunu isteyen AKP bu ölümcül çalışma biçimini yaygınlaştırmak yerine taşeronu başta kamu olmak üzere egemen çalışma biçimi haline getirdi. Torba Yasa’da taşeron çalışmanın açılan davalar ve kuralsız ihaleler yüzünden devlet üzerine yarattığı yük kaldırıldı. Sistemin tıkanıklıkları açıldı. Fakat taşeron çalışma kamu hizmetlerinde temel çalışma modeli olarak öne çıktı.

Tafleronda torba devri

MADENLERDE MAKYAJ Soma faciasından sonra torbaya giren madencilerin haftalık çalışma saatinin 45 saatten 36’ya düşürülmesi planı maden şirketlerinin yoğun baskısı ile 36 saat yer altı, 9 saat yer üstü diye yeniden tanımlanarak 45 saatte bırakıldı. Maden işçileri için iş güvencesi bakımından kıdem şartının aranmaması, fazla çalışmaların yüzde 100 zamlı ödenmesi, ücretin iki asgari ücretten az olmaması, emeklilik yaşının düşürülmesi, Soma’da hayatını kaybeden işçilerin ailelerine ölüm aylığı bağlanması ve bir yakınlarının kamuda işe alınmasına ilişkin düzenlemeler olumlu düzenlemeler olarak tanımlanabilir. Ancak bu maddeler torba yasayı cilalayan, yüzlerce maden işçisi tarafından peşinen ödenmiş ve hala ödenen bedelin yanında çok küçük kazanımlar olarak değerlendirilebilir. YASADA NE YOK? Yasada bundan sonra gerçekleşebile-

cek tekil veya toplu iş cinayetlerinin önüne geçecek hiçbir düzenleme yok. Madenlerde iş cinayetlerinden beslenen “özelleştirme-rödovans-taşeronlaştırma” şeytan üçgeni yerini korurken, tartışma konusu olan madenlerde yaşam odasını zorunlu tutan ve Türkiye’nin imzalamadığı İLO 176 No’lu sözleşmeye atıf yapan madde ise AKP’li vekillerin ret oylarıyla torba yasadan çıkarıldı. Yasanın yürürlüğe girmesiyle Zonguldak’ta ve Karaman’da maden şirketlerinin fiili lokavt ilan ederek 4500 işçiyi atması, sırtını AKP’ye dayamış sermayenin pervasızlığının ve işçilere çalışırken ölümü emretmesinin ispatı olmuştur. Yasa, AKP’nin işçilerin değil, sermayenin hükümeti olduğunu, milletvekillerinin taşeron işçilerinin değil, taşeron şirketlerinin vekili olduğunu, AKP için bir daha yaşanacak bir Soma’nın, Torunlar’ın, önceden engellenmesi gereken değil, sonradan yatıştırılması ve suçun çeşitli yerlere ihale edilerek ört bas edilmesi gereken bir süreç olduğunu ispatlamıştır. İşçi sınıfının geleceği AKP’nin torbasında değil, alanlarda, direniş çadırlarında, örgütlü mücadelededir.

Madenciye ya ölüm ya açlık T

orba Yasa’yla birlikte maden patronları, maliyetlerin artmasını bahanesiyle işçileri işten atıyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız maliyetin işverene yansıtılmaması için TBMM Plan Bütçe Komisyonu’na önerge vermekle övünüyor ancak işçilerin işsiz kalmasını önleyecek adım atmıyor. Ülkede 6 bin maden işçisi yasadan faydalandırılmamak için işten çıkartıldı. Ocakların kapatılmasına ve iş gücü fazlalığı bahanesiy-

le işsiz kalan madenciler, faturanın kendilerine kesilmesine tepki gösteriyor. ZONGULDAK’TA MADENC‹ ÖFKES‹ Zonguldak'ın Ereğli ilçesi Kandilli beldesinde Hema Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin maden ocağında çalışan 500 işçi, 22 Eylül’de 29 arkadaşlarının işten çıkarılması üzerine üretimi durdurdu. 40 kilometre yürüyerek şehir merkezine ulaşan işçiler Zonguldak

Valiliği’nin önünde oturdu. ‘Öfkeliyiz’ pankartıyla madenciler insanca yaşam koşullarında çalışmak istediklerini söyledi. ‘İşsizlik de mi fıtrat’ diyen işçiler madenlerin kamulaştırılmasını istedi. Şirket eylem yapan işçileri işten atmakla tehdit etti. ÖNCE ‹fiTEN ÇIKARMA SONRA GAZ Aydın’da Atay Holding Linyit A.Ş.’nin kömür işletmesinde çalışan 247 ma-

denciden 138’i işten çıkarılınca ve maden ocağı kapatılınca madenciler de işlerine sahip çıkmak için 22 Eylül’de Atay Holding önüne gitti. Şehir merkezine gelen madenciler, polis barikatıyla karşılaştı. İŞKUR’a yürüyen madencilere, valinin talimatıyla polis saldırdı. Saldırının ardından madenciler, Sulu Park’ta basın açıklaması yaptı, 10 kişilik bir heyet İŞKUR’a giderek taleplerini iletti.

Enerji işçileri tabuta Taşeron gidecek, adalet gelecek girmeyecek! İ

Sendikasızlaştırma var, işçi güvenliği yok

S

ütaş patronu vergi rekortmeni olmakla övünürken, Sütaş işçileri ağır sömürü koşullarında işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmadan ölümle burun buruna çalışıyor. Sütaş patronu ise, işçilerin güvenliği için önlem almıyor. Bir yandan Tek Gıda-İş sendikasına üye olan işçileri örgütlendikleri için işten çıkartıyor diğer yandan ise yaşanan iş kazalarını sansür yoluyla gizlemeye çalışıyor. İşten atılan işçilerin, Sütaş’ın Aksaray ve Bursa Karacabey’deki fabrikalarının önündeki direnişi sürerken, 17 Eylül’de Aksaray fabrikasında Mevlit Uğurlu isimli işçinin sabah saatlerinde işbaşı yaptığı sırada elini makineye kaptırarak geçirdiği “iş kazası” haberi patronun kölelik dayatmaları kadar, işçi güvenliğindeki ihmallerini de günyüzüne çıkardı. Haziran ayında benzer bir iş kazası daha yaşanmış, dört parmağını kaybeden bir işçi yöneticilerin baskısı sonucu evde yaralandığını söylemiş, işçiye bunun karşılığında emekli olana kadar iş güvencesi verilmişti.

ödenmesi maddesini ekleyerek taşeron işçi için asıl işverenin muhatap kılındığı bir toplu sözleşme süreci tanımladı. Bu açıdan taşeron işçi mücadelesi önemli bir kazanım elde etmiş oluyor.

YASA ELDE OLANI VERDI Özellikle, sağlık, enerji ve karayollarında taşerona karşı verilen fiili ve hukuki mücadelelerin sonunda neredeyse tamamı ya iş kanununda var olan ya da Yargıtay kararlarıyla bağlanmış olan taşeron işçinin kıdem tazminatı hakkı, yıllık izin hakkı vb. hakları, torba yasayla yeniden düzenlendi. Taşeronun ayak oyunu ile verilmeyen bu haklar artık mahkeme yoluna gitmeksizin işçilere asıl işveren tarafından verilecek. Yine hukuki mücadele sonucu kamu kurumlarda muvazaalı çalışma tespiti ile kazanılan kadro ve geçmişe dönük işçi haklarını ortadan kaldırmak için muvazaa tespit usulü Yargıtay aşaması eklenerek uzatıldı. Kamuda hangi yardımcı işlerde ihaleye çıkılabileceği, hangi işlerin taşerona verilebileceği kararı Bakanlar Kurulu’na bırakıldı. Torba yasayla taşeron işçinin farklı işkollarında gösterilerek kendi çalıştığı iş kolunda sendikaya üye olması sorunu aşılmadı. Fakat yasa taşeron çalışma açısından bir muamma olan toplu sözleşme sürecini açıklığa kavuşturacak düzenlemeler içeriyor. Yasa toplu sözleşme tarafı olarak kamu işverenini tanımlayarak ve toplu sözleşme ile ihale şartnamesi arasındaki farkların kamu tarafından

Çal›fl›rken can güvenli¤inin sa¤lanmas› ve ifl güvenli¤i malzemesi talep ettikleri gerekçesiyle iflten ç›kart›lan ve 38 gündür direniflte olan Enerji-Sen üyesi 26 BEDAfi iflçisi, ifl cinayetlerine karfl› “tabutlu eylem” yapt›. 17 Eylül’de ‹stanbul Taksim Meydan›’ndan BEDAfi Genel Müdürlü¤ü’ne yürüyen iflçiler, iflçi sa¤l›¤› ve ifl güvenli¤inin sa¤lanmad›¤› BEDAfi’ta sadece bir ayda 32 ifl kazas›n›n yafland›¤›na dikkat çekti. ‹flçiler, ‘‘BEDAfi Soma olmayacak’’ sloganlar›yla, üzerinde son bir ayda yaflanan ifl kazalar›n›n yaz›l› oldu¤u kara tabutu BEDAfi önüne b›rakt›. ‘‘Enerji iflçilerine reva görülen tabutlar› kabul etmiyoruz’’ diyen iflçiler ifle geri al›nana kadar mücadele edeceklerini söyledi.

zmir’de DİSK’in öncülüğünde taşeron çalışmanın yasaklanması talebiyle 22 Eylül’de düzenlenen mitinge binlerce işçi katıldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde çoğunluğu park, bahçe işinde çalışan ve belediyenin şirketi İZENERJİ'de kadrolu olan 1170 işçinin taşeron şirkete devredilmesi kararının ardından, DİSK Genel-İş üyesi işçiler 7 Eylül’den itibaren belediyenin taşeron dayatmasına karşı süresiz nöbet eylemi başlattı. Kentin çeşitli merkezlerinde imza kampanyası düzenleyen işçilerin eylemi yapılan mitingle doruğa ulaştı. “Taşerona geçit yok” diyen sendika üyesi İZENERJİ işçilerinin kortejinde Genel-İş 3 No’lu şube üyesi itfaiye işçileri, taşerona devredilen Karabağlar Belediyesi KarBel işçileri, İZSU işçileri, Konak Belediyesi taşeron işçileri, Buca Belediyesi, Çiğli Belediyesi işçileri de katıldı. Gündoğdu Meydanı’na yapılan coşkulu yürüyüşte, meydana ulaşıldığında iş cinayetlerinde kaybedilen işçiler anısına yüzlerce siyah balon gökyüzüne bırakıldı.

Somalı maden işçilerinin de katıldığı miting de Türk-İş’e bağlı sendikalar ile KESK, TMMOB ve demokratik kitle örgütleri de destek verdi. Mitingde Ortadoğu’da yaşanan IŞİD katliamı da lanetlendi.


9

SERMAYE 25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Ifi‹D petrolünün sefas›n› sürdü s›ra cefas›nda Türkiye'nin emperyalistlerin kontrolü dışında IŞİD petrolüyle kurduğu ilişki ve ortada dönen paranın günlük milyon dolarları bulması, ABD'nin AKP'ye kaçak petrol ticaretini durdurması için baskı yapmasına neden oluyor. Diğer taraftan kara paraya bağımlı Türkiye ekonomisi için kaçakçılık yolları tıkandığında finansal krizlerin ortaya çıkma ihtimali söz konusu MEHTAP MET‹NO⁄LU

S

uriye'de 2011'de başlayan savaşla birlikte bölgedeki güçler dengesi değişkenlik gösterirken TürkiyeSuriye sınırında on yıllardır var olan kaçakçılık güzergahı değişmedi. Bölgede "aktör" haline gelen her yeni güç, petrol kaçakçılığını idame ettirdi. Son dönemde Suriye'nin petrol yatakları ile Türkiye'nin güneyinde kaçakçılığın yapıldığı alanları birbirine bağlayan güzergahın Suriye tarafında IŞİD, Türkiye tarafında ise yıllardır bu işi yapan köylüler ve kimi kaynaklara göre devlet yetkilileri var. Türkiye, bölgede yerleşik hale gelmiş olan kaçakçılığı uzun yıllardır görmezden geldi. IŞİD'in giderek güçlenmesi ve "tehdit unsuru" haline gelmesi, Türkiye'nin sınırdaki "kaçak petrol ticaretine" olan bakışını değiştirmediği gibi durumu fırsata çevirdi. IŞİD'in finansmanını sağlayan, Türkiye'de piyasasını oluşturan kaçak petrol ağının çarkına çomak sokan ise başta ABD olmak üzere emperyalistlerin bu çıkar çarkından

"rahatsız" olmasıydı. Rahatsızlığın nedeni olarak IŞİD'in finansmanının büyük bölümünü bu yolla sağlaması gösteriliyor. Ancak Türkiye'nin emperyalistlerin kontrolü dışında Suriye petrolüyle kurduğu ilişki ve ortada dönen paranın günlük milyon dolarları bulması söz konusu rahatsızlığın diğer yüzünü oluşturuyor. Türkiye ise kaçakçılık ekseninde kurduğu kendine özgü ekonomik bağlantılarıyla bugüne kadar kapıda görünen ekonomik krizleri ötelemeyi başardı. Diğer taraftan mart ayından itibaren bölgedeki petrol kaçakçılığına "zorunlu" müdahalelerde bulunmaya başladı. Bu müdahaleler yeterli olmamış ki ABD basını ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından kaçak petrol ticareti tekrar tekrar dillendirildi. Ifi‹D PETROLÜNÜN BAfiLICA PAZARI TÜRK‹YE The New York Times gazetesi 14 Eylül'de yayımladığı haberde, Türkiye'nin

IŞİD’in para kaynaklarının kurutulmasını engellediğini yazdı. Haberde, IŞİD'in karaborsa olarak sattığı petrol için en büyük pazarlarından birinin Türkiye olduğu belirtildi. ABD’nin Türkiye’yi işbirliğine ikna edemediği için IŞİD’in milyonlarca dolarlık petrol kaçakçılığını önleyemediği vurgulandı. Resmi yetkililere ve bazı uzmanlara dayandırılan haberde, IŞİD’in ucuz petrol ticaretinde Türkiye’nin güneyini önemli bir pazar haline getirdiği belirtildi. Bu karaborsa ticaretten ‘bazı hükümet yetkilileri’nin de rant sağlıyor olabileceği iddia edildi. Habere göre IŞİD’in bu kaynaklardan elde ettiği gelir günde 1 ila 2 milyon dolar arasında. IŞİD’in sadece Irak’ta elinde tuttuğu bölgede günde 25 ila 40 bin varil petrol üretiliyor. Bunun da karaborsada ederi 1,2 milyon dolar. Bu petrolün başlıca pazarlarından biri Türkiye’nin güney koridoru ve Türkiye giderek bu kayıt dışı ekonominin bir parçası oluyor. Haberde bu durum şöyle eleştiriliyor: "Ancak Türk yetkililerin işbirliği yapmaktaki gönülsüzlüğü yüzünden bu kaçakçılık şebekeleri kontrol altına alınamıyor." KAÇAKÇILIK TÜRK‹YE VE LÜBNAN ÜZER‹NDEN YAPILIYOR ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi'nde 18 Eylül'de düzenlenen

oturumda konuşan Dışişleri Bakanı John Kerry, IŞİD'in güçlenmesini Musul'u alarak kaçak petrol satmasına bağladı. Kerry, kaçak petrolün Suriye ile sınırı olan ülkeler üzerinden taşındığını belirterek "Lübnan, Türkiye veya güneyden" dedi. Bu konuda Türk yetkililer ile net görüşmeler yaptıklarını ifade eden Kerry, "Türkiye önümüzdeki günlerde kendi seçimini yapmak durumunda. Ne olacağını göreceğiz" diye konuştu. AKP: SONUNA KADAR ‹NKAR ED‹YORUZ The New York Times gazetesinin haberine AKP'li tepkisi gecikmedi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile birlikte Katar’da bulunan Enerji Bakanı Taner Yıldız 15 Eylül'de yaptığı açıklamada, petrol ticaretinin son litresine kadar resmi işlemlerle yapıldığını iddia etti. Yıldız, “Birisi ‘Kerkük petrolüne IŞİD petrolü karıştı’ diyorsa bizim sorunumuz değil. Böyle bir konu bize aktarılmadı, aktarılması halinde buna karşı tavır alacağımızı tüm dünya bilir” diye konuştu. Yıldız, IŞİD’in Irak’ta ele geçirdiği kuyulardan ham petrol elde ediyor olabileceğini ancak bunun Türkiye’nin değil Irak’ın problemi olduğunu öne sürdü. Yıldız, IŞİD petrolünün kaçak yollarla Türkiye’ye girmiş olup olmayacağı sorusunu ise, “Bize böyle bir bilgi ulaşmadı, ulaştığında da Gümrük Bakanlığımızın mutlaka müdahalesi olacaktır" diye yanıtladı. Demek ki Yıldız'ın

Mart ayından bu yana Hatay sınırında kaçak petrol taşıyan boruları toplayan askerlerin ne yaptığı konusunda hiçbir fikri yoktu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, "Burada bir defa IŞİD'den Türkiye petrol alıyor ifadesi çok çirkin ve kesinlikle yalan. Bu ifadeleri ortaya koyanlar adice bir ifade ortaya koyuyorlar" diyerek ABD basınını 'asparagas' haberler yapmakla suçladı. KARA PARA AKIMI TERS‹NE DÖNERSE F‹NANSAL KR‹Z TET‹KLEN‹R ABD, AKP'ye kaçak petrol ticaretini durdurması için baskı yaparken AKP ise durumu inkar etmekle meşgul. Ne var ki bu trafiğin ekonomik açıdan bir bedeli var. Kara paraya bağımlı Türkiye ekonomisi için kaçakçılık yolları tıkandığında finansal krizler baş gösterebilir. Korkut Boratav'ın Sendika.Org'da yayımlanan "İlk altı ayda milli gelir" başlıklı yazısında bu duruma şöyle dikkat çekiliyor: "Ortadoğu bataklığına saplanmanın kendine özgü ekonomik bağlantıları, yansımaları göz ardı edilemez: Mafyalaşan, sınırları eşkıyanın giriş-çıkışına açılan bir ülkenin ekonomisi de kara-paraya teslim olmuştur. Sadece 2014’ün ilk yedi ayına bakınız: Ekonomiye net kara-para (kayıt-dışı sermaye) girişi 8,2 milyar dolardır. Delikdeşik sınırlar, ithalat ve ihracat rakamlarını da güvenilir olmaktan çıkarır. Bol kepçe girerken ekonomiyi ihya eden kara para akımlarının tersine dönmesi bir finansal krizin tetikleyicisi olabilir."

Bir zamanlar Frans›z Total SA ve Royal Dutch Shell PLC'nin idare etti¤i, Suriye'nin do¤usundaki petrol yataklar›ndan flimdi Ifi‹D akaryak›t ç›kar›yor. Total ve Shell, 2011'de Suriye'deki savafl›n fliddetlenmesiyle ülkeden ayr›lm›flt›. Total, Suriye'nin do¤usundaki Deir ez-Zor eyaletindeki Cafra, Kahar ve Atalla petrol yataklar›nda faaliyet gösterirken Shell, ülkenin ve bölgenin en büyük petrol yata¤› olan El-Ömer'i kontrol eden Suriyeli ortakl›k ifltiraki El Furat Petrol'ün hissedar›yd›. Deir ez-Zor'daki petrol yataklar›na 2012'nin sonunda, “Özgür Suriye Ordusu” el koydu ve bu y›l da bu yataklar› Ifi‹D ele geçirdi.

Tekelci sermayenin ‘inflaat’ k›skançl›¤› Ali Babacan, 2 Eylül’de kat›ld›¤› programda “‹nflaatta kolay para kazanman›n önüne geçmek için imar yasas› ele al›nmal›. ‹mar yasas›na yeni düzenleme gerekiyor” demiflti. Babacan inflaat sektörünün denetlenmesi ve rantlar›n “yönetilmesi” gerekti¤ine dair söylemlerine 15-16 Eylül’de düzenlenen ‹stanbul Finans Zirvesi’nde yapt›¤› konuflmas›nda devam etti. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakan› Fikri Ifl›k da Babacan’›n “kayg›lar›na” ortak oldu¤unu belirtti. Ifl›k, 19 Eylül’deki Türkiye Reel Sektörü De¤erlendirme Toplant›s›’nda yapt›¤› konuflmada inflaat sektörünün banka kredilerindeki oran›n›n artt›¤›n›, imalat sanayinin ise kredilerden ald›¤› pay›n düfltü¤ünü söyledi. Ifl›k bu düflüflü flöyle yorumlad›: "Bunun anlam› flu; bankac›lar inflaatç›lar› sanayicilerden daha çok seviyor. Bu veri, önümüzdeki süreçte imalat sanayinin desteklenmesi aç›s›ndan bize ne yapmam›z gerekti¤ine yönelik ipucu sunuyor." Babacan’la finans sermayesinin de ayn› fikirde oldu¤u, uzun dönem Bankalar Birli¤i baflkanl›¤› yapm›fl olan ‹fl Bankas› Yönetim Kurulu Baflkan› Ersin Özince’nin WSJ Türkiye’ye verdi¤i röportajda görüldü. ‹nflaat sektörünün yükselifli, sanayinin veya üretimin gerileyifli hakk›ndaki soruyu yan›tlayan Özince, “Arazi, iflgücü, enerji gibi üretim maliyetleri aç›s›ndan hatta yasal düzenlemeler aç›s›ndan üretim konusunda ideal durumda de¤iliz" dedi. Özince’nin dikkat çekti¤i “arazi, iflgücü ve enerji” gibi üretim maliyetlerini, inflaat sek-

törüyle k›yaslayacak olursak elbette “sermayesi” olan imalat sanayine de¤il de inflaat sektörüne kay›yor. Arazi fiyatlar›n›n pahal›l›¤›, üzerine bir fabrika yerine “residence” dikmeye teflvik ediyor. ‹nflaattaki tafleron çal›flt›rma sistemi, nispeten daha “güvenceli çal›flma” koflullar›na sahip imalat sanayisi iflçilerine tercih ediliyor. Hele ki TOK‹ kalkan› alt›nda sorumluluklardan kaç›narak yükseltilen inflaatlar, tan›nan kolayl›klar, de¤ifltirilen imar planlar›, “kolay para” kazanmak isteyenlerin ilk adresi haline gelmifl durumda. Tabii ki bu da finans ve imalat sanayinin koçbafllar›n›n (tekelci sermaye) tepkilerine neden oluyor. Seçim süreci nedeniyle ertelenen neoliberal program›n iflletilmemesi, imalat sanayindeki iflgücü maliyetlerinin inflaata göre hala "oldukça" yüksek olmas›, iflçilerin imalat sanayinde örgütlü bir güç olarak bulunmas› tekelci sermayenin "yak›c›" sorunlar›n› oluflturuyor. Birbiri ard›na yap›lan bu aç›klamalar, reform ad› alt›nda yap›lmas› istenen de¤iflikliklerin iflareti. Asl›nda söz konusu beklenti inflaat sektöründeki güvencesiz çal›flt›rma koflullar›n›n benzerlerinin yasal olarak imalatta da uygulanabilmesinin sa¤lanmas›. AKP, bugüne kadar tekelci sermayenin çizdi¤i ekonomi program›n›n d›fl›na ç›kamazken tekelci sermayenin ç›karlar›n› koruyan politikalar› uygulayan Babacan ise, “inflaat sektöründeki ranta” dikkat çekip, “reformlar yolda” diyerek sermayenin beklentilerinin karfl›lanaca¤›n› iflaret ediyor.

“Erdo¤an esti gürledi, ayar› TÜS‹AD verdi” Tayyip Erdo¤an, üç y›l aradan sonra kat›ld›¤› TÜS‹AD Yüksek ‹stiflare Kurulu toplant›s›nda yine “Gezi”den söz etti, 1,5 y›ll›k ezberlerini s›ralad›. New York Times gazetesinin haberini ve kredi derecelendirme kurulufllar›n› Gülen Cemaati ile iliflkilendiren, Koç grubunu Cemaat’e destekle suçlayan Erdo¤an, TÜS‹AD’a ise “yumruklaflma de¤il, tokalaflma” önerdi. Medyada Erdo¤an'›n "suçlamalar›yla" TÜS‹AD üyelerini azarlad›¤› havas› yarat›lmas›na Taraf yazar› Süleyman Yaflar'dan itiraz geldi. Yaflar, 23 Eylül'deki köflesinde toplant›y› flöyle de¤erlendirdi: "Yarat›lan havan›n tam aksine, TÜS‹AD Cumhurbaflkan›’n› ça¤›r›p ayar vermifl." Yaflar, söz konusu tespitini ise Haluk Dinçer'in konuflmas›na

dayand›rd›¤›n› belirtti. Dinçer'in konuflmas›n›n tam metninde son 14 y›la iliflkin tek bir övgü yok. Yaflar söz konusu elefltiri dolu konuflma için flu ifadeleri kulland›: "Bu yap›lan elefltirilere, Cumhurbaflkan› Erdo¤an cevap verece¤i yerde yüksek sesle yapt›¤› konuflmada, baz› ifladamlar›na siz flunu yapt›n›z, bunu yapt›n›z diyerek kendince patron benim demeye çal›flt›. Tabii ba¤›rarak konuflunca sanki ayar› veren Erdo¤an zannedildi. Ama durum farkl›. TÜS‹AD, Cumhurbaflkan›’n› kendi mekân›na ça¤›r›p sakin sakin konuflarak hiçbir iflin iyi gitmedi¤ini söylemifl. Erdo¤an’›n ba¤›rarak söylediklerini de TÜS‹AD üyeleri 'duymad›k' diyerek geçifltirdiler. Yani 'nne söylersen söyle' oldu."


10

YÜZ YÜZE 25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Yenilenme ve solda birlik üzerine

Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy’la, Haziran İsyanı sonrası sol içinde yürütülen yenilenme tartışmalarını, ÖDP’in ön ayak olduğu son toplantılar sürecinde yaşananları ve Halkevleri’nin birliğe dair yaklaşımını konuştuk. “Neoliberalizme karşı halkın hak mücadelelerini örgütlemeyi temel pratik hat olarak önüne koyanlar İsyan’la olumlu bir etkileşim içine girebildi. ‘Yeni’ dönemin mücadele dinamiklerini birleştirecek devrimci politik çizgi de bu

mücadeleler içinden çıkacaktır” diyen Ersoy, şu an esas olanın mücadele içinde yenilenme ve birlik olduğunu belirtti. Ersoy daha önceki başarısız birlik girişimlerinin yinelenmesinin, ciddiyetle ele alınması gereken “solda birlik” fikrine zarar vereceğini de vurgulayarak, hak ve emek mücadeleleri alanında sürmekte olan yaygın direnişlerin solun kritik sorularına yanıtları içeren bir zemin sunduğunu vurguladı.

“Bugünün ihtiyacı mücadele içinde birlik, samimiyet ve güvendir” ÖDP tarafından çağrısı yapılan ve 30 Ağustos’ta ilki gerçekleştirilen toplantıya katılımınız kamuoyuna ‘solda birlik’ başlıklı haberler ile kamuoyuna yansımıştı, ikinci toplantının ardından ise bir deklarasyon yayımlandı. Deklarasyon metninde imzanız yoktu. Aynı gün siz de ‘Bugünün ihtiyacı mücadele içinde birlik, samimiyet ve güvendir’ başlıklı bir yazı kaleme aldınız. Neler yaşandığını özetleyebilir misiniz? Bize ÖDP’den gelen toplantı çağırısı Türkiye’de genel siyasal süreç ve muhalefet üzerine tartışmak amacıyla solun çeşitli kesimlerinden kişiler ve aydınların yer aldığı 71 kişiye yapılmıştı. İlk toplantıda ağırlıklı olarak Ortadoğu’da yaşanan savaş, Türkiye’de rejimin gidişatı ve Haziran İsyanı sonrasında açığa çıkan mücadele dinamikleri ile solun birlikte mücadele olanakları tartışıldı. Sizin de dediğiniz gibi ilk toplantı en azından “çağrı metni”ne aykırı olarak maalesef basına “solda birlik” toplantısı olarak yansıtıldı. Tartışmayı basın aracılığıyla sürdürmeyi doğru bulmadığımız için herhangi bir açıklama yapmayı tercih etmedik. Neden ‘solda birlik’ toplantısı olarak sunulması uygun değildi sizin için? Toplantının çağrı metninde zaten böyle bir şey yoktu. Bugüne kadar yaşanan başarısız “birlik” girişimlerinin bıraktığı olumsuz izleri de dikkate alarak, “birlik” sözünü ve fikrini daha fazla yıpratmamak için bu kadar kolay telaffuz etmemek gerekir. Bunun da ötesinde bizim “birlik” anlayışımız seçim süreçlerinin baskısı ile şekillenen masa başı mekanizmaları değil mücadele içinde birliği esas almaktadır. Birlik, işçi sınıfının tarihsel davasıdır ve başarıldığında sonucu devrimdir. Sosyalizm mücadelesi verenlerin en eski sloganı ve Komünist Manifesto’nun bitiş cümlesi “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!”dir. Bütün sosyalistler birliği önemserler ve koşullarını oluşturmaya çalışırlar. Birlik sadece sosyalistlerin değil toplumun ezilen kesimlerinin de arzusudur. Ancak bu arzuyu gerçekleştirmek öncülerin görevi ve sorumluluğundadır, yoksa başarılamaz. Lafı uzatmayalım, devrimci sınıfların birliği, kapsamlı bir programın, çabanın, mücadelenin ürünü olarak şekillenebilecek bir şeydir. Sosyalistlerin bir araya gelişleri ise daha öznel ve diğeri ile karıştırılmaması gereken bir şeydir. Solun birlikte mücadelesinin öneminin altını çiziyorsunuz, ancak ikinci toplantıda kurulan masadan ayrıldınız. Neden? AKP, neoliberal gerici politikalarını diktatörlükle sürdürmeyi, ülkeyi mezhepçi faşizmle yönetmeyi hedefliyor iken diğer yandan emperyalist çıkarlar doğrultusunda bizzat AKP tarafından tetiklenen bir mezhep savaşı Ortadoğu topraklarında yaşanıyor iken solun birlikte mücadelesinin önemi yadsınamaz. Biz de yadsımıyoruz. Toplantı çağrısına ilk anda olumlu yanıt vermemizin nedeni buydu. Ancak “Birlikte mücadele” için siyasi hedeflerin ortaklaştırılması gereklidir. 21 Eylül’de yapılan İkinci toplantıya özellikle Haziran İsyanı sonrasında birlik siyasetinin hangi amaçla ve nasıl oluşturulması gerektiğini tartışmak ve “birlik tartışmalarına” ilişkin eleştirilerimizi de dillendirmek üzere gittik. Bu ülkede daha bir buçuk yıl önce büyük bir halk isyanı yaşandı. Solun, sosyalistlerin asıl olarak İsyan’la birlikte açığa çıkan mücadele dinamiklerini ve bununla birlikte kendisinin (sol örgütlerin, siyasi partilerin, emek-meslek örgütlerinin) yenilenme dinamiklerini tartışması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak toplantı başladıktan sonra bize iletilen “davetli listesi”nde olmayan ve ilk toplantıya katılmadığı gibi ikincisine katılacağı da belirtilmeyen bir şahsın (Mehmet Soğancı) toplantıya getirildiğini gördük. Söz konusu şahısla ilgili tüm bilgiler daha önce başta ÖDP Eş Genel Başkanı Alper Taş olmak üzere ÖDP çevreleriyle paylaşılmıştı. Bu durum tekrar toplantı başlamadan kendilerine hatırlatıldı. Ancak benim de anlam veremediğim bir biçimde toplantı başladığında söz konusu şahıs toplantı masasında yerini aldı. Tavrımızın ne olacağını bile bile bu şahsı “birlikte mücadele” tartışmalarının yürütüldüğü bir toplantıya getirenlerin bizim orada olmamızı istemedikleri açıktır. AKP tarafından yukarıdan aşağıya örgütlenen ahlaki yozlaşma krizine halkın müdahalesi-

ni örgütlerken, kendi saflarımızda yozlaşmaya izin veremeyiz. Genel Başkan Yardımcımız için “polis” diyecek kadar aymaz, siyasi faaliyetimiz hakkında “karanlık bir yerde, karanlık yüzlü, karanlık beyinli bir grup” diyebilecek kadar siyasi kültürden nasibini almamış bir şahısla önümüzdeki dönem siyasi hedeflerimizi ortaklaştırmamız, solun yenilenmesini tartışmamız tabi ki mümkün değildir. Kimse kusura bakmasın biz o kadar “geniş” değiliz. Solun kendini yenilemesini tartışırken aynı zamanda 91’li yıllarda sol saflara sokulan liberal eğilimlerin etkisiyle unutturulan “geleneksel”, ”evrensel” sol değerlerimizi dostlarımıza hatırlatırız. Devrimci etiğe, devrimci değerlere her türlü saygısızlığı yaptığı kanıtlanmış olanlar da sadece bugün taşıdıkları sıfatlar yüzünden bu Birlik’te taşınamazlar. Sonuç itibariyle ifade edilen birlikte mücadele kriterleriyle çeliştiğinden; bu şekilde tartışma yürütemeyeceğimizi, tavrımızın ne olacağını bile bile söz konusu şahsı bu toplantıya çağıranların bizim orada olmamızı istemediklerini, ancak devrimciler, sosyalistler ile her zaman tartışmaya hazır olduğumuzu, sokakta birlikte mücadele edeceğimize inandığımızı ifade ederek toplantıdan ayrıldık. Masada kalsaydık da ilk toplantıda başlattığımız tartışmayı sürdürecektik. Bu, sol adına yeni bir sandık ittifakı girişimi. Bizim açımızdan seçimlere 9 ay kala adına “birlik” demekten bile kaçınılarak “birlik” çağrısı yapılmasının başkaca bir pratik sonucu olması mümkün değil. Oysa gerek Haziran İsyanı’ndan önce gerekse de sonrasına geçen bir buçuk yıl ihtiyaç duyulan (hatta zaman zaman çeşitli biçimlerde önerilmesine rağmen reddedilen) “sol birlik”, şimdi, genel seçimlere 9 ay kala örgütlenmeye girişilmiş durumda. Kurulan söylem; tüm ilericilerin, demokratların ve sosyalistlerin beklediği, duymak istediği başlıklara, kalıplara sahip. Elbette ki daha önce de söylediğimiz gibi sosyalistlerin birliği çok önemlidir, çok değerlidir. Ancak bunun kadar önemli olan bu birliğin ne için yapıldığı, nasıl yapıldığı, kiminle yapıldığıdır! Yanlış bir politik hedef için, daha önce çok kez denenmiş ve başarılı olmamış yöntemlerle ve yanlış şahıslarla yapılan birlikler sosyalizm mücadelesi için etkisiz olmaktan öte zarar vericidir. Hepimiz biliyoruz Türkiye sol tarihi birlik-ayrışma-birlik sonra tekrar birlikayrışma tarihidir, aynı zamanda. Bizler sosyalistlerin gerçek birliğinin masa başından ziyade mücadele içinde gerçekleşeceğine inanan bir tarihsel mirastan geliyoruz. O tarihsel miras; “devrimcilerin birliği devrimci eylemin birliğinden geçer” diyor. Bu nedenle mücadele içinde birliğe, birlikte mücadeleye evet diyoruz. Haziran İsyanı sonrası hemen her çevre bir “yenilenme” tartışması yürütüyor. Siz

‘yenilenmeyi’ hangi dinamiklerle tarif ediyor, sosyalistlerin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İsyan farklı bir ideolojik-toplumsal düzlem yarattı. Var olan düzene karşı oluşan bu ideolojik-toplumsal saflaşma düzleminin siyasal hedeflere yöneltilmesi, örgütlenmesi sosyalistlerin de en temel tartışma konularından birini oluşturuyor. Ancak sosyalistler bunu yaparken aynı zamanda strateji ve taktiklerinin, örgütsel işleyişlerinin, mücadele tarzlarının ve hatta içerisinde faaliyet sürdürdükleri emekmeslek örgütlerinin nasıl yenileneceğini de tartışmak zorunda. Kuşkusuz bu yenilenme sadece tartışarak değil, isyanın süregiden dinamikleri içinde yer alarak, bu dinamikleri ilerleterek ve siyasal hedefler doğrultusunda sokağı örgütleyerek yapılmalı. Bu durum aynı zamanda eski yapıların, “yeni”nin ihtiyacına göre değişim göstermesini kaçınılmaz kılacaktır. ‹SYANIN TAL‹HS‹ZL‹⁄‹ ÜÇLÜ SEÇ‹M SÜREC‹ Haziran İsyanı’nın en büyük talihsizliği, sonrasında karşı karşıya kaldığı 3’lü seçim dönemi oldu. İlk iki seçimde egemenler, halk muhalefetinin önüne sandığı koyarak siyasal meşruiyetlerini sağlamaya çalıştı. Bu aynı zamanda sokak muhalefetini düzen içi kanallara çekme çabasıydı. Bunda “kısmen başarılı” da oldular. Tayyip Erdoğan sokakta kaybettiği ideolojik-toplumsal meşruiyetini sandıkta gidermeye çalıştı. Yarattığı gerici-neoliberal safları arkasına alarak isyancılara sürekli “sandığa gelin” çağrısı yapması boşuna değildi. Erdoğan ve AKP iktidarı bundan sonra da açık ki toplumsal meşruiyet krizinin üzerini örtmek için halkın önüne “sandık” getirmeye devam edecek. Sosyalistler için en büyük hata halk hareketlerini sandıkta sınamaya kalkmak, önüne hedef olarak sandığı koymak, hak mücadelelerinin siyasallaşması sorununu sandığa, seçime indirgemektir. 30 Mart’ta “bas geç”çiler, 10 Ağustos’ta Ekmeleddinciler solun tarihinde unutulmayacaktır. Parlamentonun işlevsizleştirildiği, hukukun işlemez hale getirildiği, medyanın satın alındığı bir siyasal düzlem karşısında onun “oyun araçlarına” halkın lehine sonuç verebileceği beklentisine devrimciler cephesinden katkı sunmak, bu düzeni toptan değiştirmek isteyen sosyalistlerin amacı olamaz. Haziran İsyanı ve sonrasındaki muhalefet etme yöntemleriyle halk, siyaset yapma kanallarını; neoliberalgerici politikaları durdurma yolunu bulmuştur. Bizim görevimiz, bu yolu ilerletmektir. ‹SYANIN YOLUNDAN G‹DENLER KAZANIYOR Haziran İsyanı’nın açığa çıkarttığı nedir, sorusunun yanıtı ortadadır; öncelikle İsyan,

gerici neoliberal politikalara karşı halkın hakları ekseninde yürüyen mücadelelerin, sınıf mücadelesinin başat çatışma alanı olduğunu gösterdi. İsyanın ardından gelişen direniş eğilimlerinde de görüldüğü gibi meşru, militan, kitlesel mücadele tarzı ve doğrudan eylemle hak alma bilinci yükseldi ve yaygınlaştı. İsyan, hayatın her dokusunda yeni bir siyaset biçimi ve direniş kültürü yarattı. Eylem tarzı değişti. İktidar hedefi olmayan, protesto-basın açıklaması yaparak, kampanyalar örgütleyerek sorunları toplumsallaştırmaya çalışmak tek başına asla yeterli olmadığı gibi doğru da değil. AKP’nin kurduğu düzen her yönüyle çözülüyor. Ortadoğu’da gerçek bir bataklığa gömüldü. Şimdi IŞİD belası tüm Ortadoğu halklarını tehdit ediyor. Neoliberal sömürü düzeninin vahşiliği her gün bir inşaatta, madende, enerji alanında işçi katliamlarına yol açıyor. Bununla birlikte her gün memleketin bir yerinden irili ufaklı yeni bir direniş yükseliyor. Ayakta kalmak için ülkenin yeraltı ve yerüstü varlıklarının yağmalanmasına ihtiyacı olan AKP iktidarı, hukuksuzluğu kural haline getiren uygulamalarla talan ve yağma politikasına hız veriyor. Halk bu koşullar atında iş makinalarının, dozerlerin önüne dikilerek yaşamı ve doğayı savunuyor, haklarına sahip çıkıyor. Haziran İsyanı’nın yolundan gidenler kazanıyor; Edirne’den Hevsel Bahçelerine, Amasya’dan İstanbul Validebağ’a kadar yağma ve talan politikalarını durduruyor. Sosyalistlerin büyük bir bölümü bu mücadelelerin içerisinde oldular ve bunları büyütmeye de devam ediyorlar. Bir bölümü ise isyanın dinamiklerini kavramak, ilerletmek için enerji harcamak yerine hızla eski alışkanlıklarına döndüler. Bugün “hayatımızda hiçbir şey değişmedi ki” diyenlerin, isyan sürerken “kontrolden çıkıyor” korkusunu taşıyanlardan bir farkı yoktur. Evet, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ancak bunu sadece bir “süslü laf” olarak kullanıp hala eski alışkanlıklar ve eski modellendirmelerle bugünün siyasetini ürettiğini sananlar halkın hak mücadelelerinin, güvencesizlik karşıtı mücadelelerinin öznesi olamadılar, olamazlar da. ‘Mücadele içinde birliğe, birlikte mücadeleye evet diyoruz’ dediniz, hangi politik hedeflerle ve hangi pratik zeminde? İsyanla birlikte açığa çıkan mücadele dinamiklerini kavrayacak ve bir iktidar mücadelesine sevk edecek politik hattın oluşturulması ve bu politik hattın gerektirdiği örgütsel yenilenmesinin sağlanması acil görevimizdir. Yoksa klasik ezberlerimizle hareket ederek isyanın ortaya koyduğu yenilenme ihtiyacını karşılayamayız. Bu ihtiyacın karşılanması ancak sürmekte olan pratik mücadeleler içerisinde mümkündür.

Neoliberalizme karşı halkın hak mücadelelerini örgütlemeyi temel pratik hat olarak önüne koyanlar İsyan’la olumlu bir etkileşim içine girebildi. “Yeni” dönemin mücadele dinamiklerini birleştirecek devrimci politik çizgi de bu mücadeleler içinden çıkacaktır. “Önümüzdeki dönem ne yapmalıyız?” sorusuna vereceğimiz yanıt açıktır; haydi hep beraber neoliberal politikalar karşısında doğanın ve kentlerimizin savunulması, kamusal alanın yeniden inşası mücadelesini yükseltelim. Var olan direnişleri büyütelim, olmayanları örgütleyelim, yenilerini katalım. Neoliberal kapitalizme ve onun gerici iktidarı AKP’ye karşı direnişi büyütelim. Tüm sosyalistlere ve haziran isyancılarına çağrımız net; Güvencesiz çalışma koşullarında azgınca sömürülen işçileri örgütleyelim, onun hareketini yaratalım. Gericiliğe, eğitimin dinselleştirilmesine, okullarımızın imam hatipleştirilmesine karşı, var olan okullardaki direnişleri büyütelim, var olanlara yenilerini katalım, velileri, öğretmenleri, öğrencileri örgütleyelim. Tüm bunları yapmak için bir çatı altında toplanmak, hepimizden birer kişiden oluşan komisyonlarla ormana, parka, okula; işyerlerine vs. gitmek gerekmiyor. Tam tersi, mücadele yürütürken deneyimlerimizi paylaşalım, karşılaştığımız sorunları tartışalım, ürettiğimiz çözümleri paylaşalım. Gericiliğe karşı toplumsal yaşamın her alanında ve anında mücadeleyi örgütleyelim; Kadınların toplumsal yaşamdan tecrit edilmesine, Alevilere yönelik mezhepçi saldırılara, AKP iktidarının toplumsal gericiliği örgütlemek üzere attığı her adıma karşı direniş mevzileri yaratalım. Erkek egemen sisteme, gericiliğe ve kadın düşmanlığına karşı kadınların özgürlük mücadelesini yükseltelim. Mezhepçi faşizme karşı, halkın tüm kesimlerini kapsayacak ve birleştirecek laik, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir siyasal çizgi oluşturalım. AKP’nin “çözüm” yalanlarına, savaş politikalarına, ırkçılığa, sosyal şovenizme karşı Kürt sorununun toplumsal ve demokratik çözümü ve yeniden kardeşleşme mücadelesini yükseltelim. Savaşa karşı Ortadoğu halklarıyla dayanışmak için öncelikle AKP’nin savaş politikalarını durduralım, savaş suçlarının hesabını soralım. Halkın bir özne olarak siyasete müdahalesini örgütleyelim, mücadelenin sürekliliğini sağlayacak araçlar geliştirelim ve halkın hakları temelinde fiili, meşru, militan mücadele içerisinde önümüzdeki dönemin örgütsel yapılarını inşa edelim. Bir sonraki isyanı beklememek ya da fiilen olmasa bile bu kez “fikren” dışında kalmamak için…


11

BİZİM MAHALLE 25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

Politik bir halk hareketine do¤ru Sol mahalleler dosyam›zda Tuzluçay›r'›n ilk bölümünde söyledi¤imiz "Mahallede a¤›rl›¤› en fazla hissedilen örgüt Halkevleri" cümlesi bir iddia de¤il, tespitti. Halkevleri Mamak'ta, köklerinden ald›¤› güç ve neoliberal kentsel ya¤ma politikalar›na karfl› hak mücadeleleri

ekseninde gelifltirdi¤i öz savunma hareketleriyle biriktirdi¤i devrimci dinamizmi Haziran ‹syan›'nda ve CamiCemevi Direnifli'nde a盤a ç›kard›. Bu birikim, polislere marketleri dahi dar eden ve barikata kol kola yürüyen mahalle gençlerinin militan ka-

rakteri ile Ethem Sar›sülük Kütüphanesi'nde nüvesi görülebilen toplumsal mülkiyetin inflas› deneyimini de arkas›na katt›. Öyleyse iddiam›z› yineliyoruz: Tuzluçay›r art›k politik bir halk hareketinin imkan›n› gösteren odaklardan biri haline gelmifltir!

Turuncu barikatlar mahallesi nin "ağabeyleri" var. Onlar direnişin ilk günlerinde önce bir kenara çekilmiş. Ne zaman ki "dünkü veletler" polise taş atar hale gelmiş, o zaman sarsılan iktidarlarını yeniden tesis etmek için direnişe uyum sağlamışlar. "Bu mahalle benim, en iyi taşı ben atarım" hissiyatı korkularını, yorgunluklarını bastırmış. Onur Buluşması'ndan Çapulcu Olimpiyatları'na her etkinlikte gençliğin karakteri gözetilmiş.

ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

İ

lk olarak Birikim dergisinde Yasin Durak söz etti onlardan. Ardından İnönü Alpat, “Ankara’daki turuncu bayrakların ‘esbab-ı mucibe’si” olarak onları anlattı. “Angara bebeleri” dedikleri o gençler elbet salt bir iki yazının konusu olmadı. Direniş günlerinde yaptıkları ve yapamadıklarıyla kendilerinden bolca söz ettirdiler. Yapılmış tespitlere benzerlerini katmak değil meramımız. Bu defa Tuzluçayırlı gençlerin politikleşme eğilimlerine dair soru işaretlerine yanıt bulmak için gidiyoruz Tuzluçayır’a.

GÜVENCESIZLIK, IfiSIZLIK, SAVRULMUfiLUK Tuzluçayırlı gençlerin kimisini henüz otobüsten indiğimiz Tuzluçayır Lisesi’nin duvarında otururken buluyoruz. Meydanı gürültülü bulan için muhtarlığın çevresi vazgeçilmez nokta. Bazısı daha yukarıda, Tekmezar Parkı’ndaki genç nüfus yoğunluğuna yönelmiş, bazısı ise sokak aralarında voltada. Gençlerin mahalledeki varlığı sabah ve akşam arasında ciddi bir fark barındırmıyor, çünkü içlerinde liseyi hasbelkader bitirip güvencesiz olarak organize sanayide, anasının/babasının dükkanında, geçici/gündelik işlerde çalışanlar kadar işsizler de var. Yegane mülkü, aileden kalan ve ancak modifiye edildiğinde sahiplik hissi kazandıran arabası olan azınlığı da dahil edersek proleterleştiğinin farkında olmayan o koca işçi kitlesi işte tam karşımızda. Hal böyleyken bir örgüt bu gençler için ne ifade edebilir ya da ne vaat edebilir? Tam da bu noktada araya Halkevleri giriyor. Halkevleri, özellikle de isyandan sonra

MARKETTEN POLIS KOVMA, KÜÇÜK BIR ÖRNEK Yaşama dair isyanlarını Halkevi çevresinde politikleştirebilen Tuzluçayırlı gençlerin marketten polis kovması büyük yankı uyandırdı. O eyleme imza atanlardan Anıl'a olayı anlattırıyoruz. Polislerin markette olduğunu haber alır almaz gittiklerini ve neler olabileceği üzerine fazla da düşünmeden hareket ettiklerini söylüyor. Anıl'ın aktardığına göre marketteki eylem, küçük bir örnek. Mahalledeki gençler daha önce de meydanda gördükleri polisleri bir aşağı semt Abidinpaşa'ya kadar kovalamış.

tüm bu gençler için eksiğiyle gediğiyle bir tabeladan daha fazla anlam taşıyor. ‘‹SYANDAK‹ TESP‹T‹M‹Z‹ TUZLUÇAYIR DO⁄RULADI’ Kendisi de o Tuzluçayırlı gençlerden olan ancak şimdilerde mahallede “Halkevci” kimliğiyle öne çıkan Hamza Doruk Yıldırım ile konuşuyoruz. Tuzluçayırlı gençler için Halkevleri'ni neyin farklı kıldığını soruyoruz. Haziran İsyanı'na bağlıyor ve yanıtlıyor: "Haziran İsyanı’na dair bir sürü tespit yapıldı.

Kimisi basit bir toplumsal patlama olarak gördü, kimisi sınıf ile bağdaştıramadı. Kimisi ise ulusalcı ya da liberal eğilimleri törpülemeyi dert edindi. Kitleyi ajitasyonla sola çekmeye çalıştı. Sonuçta bu yaklaşımların hiçbirisi başarılı olamadı. Biz ise daha en başından ‘sınıfsal bir isyan’ dedik. İsyanın yıllardır yığınak yaptığımız hak mücadelelerinden patladığını gördük. ‘Bu daha başlangıç’ sloganını boşuna atmadık. ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ diye boşuna demedik. Direnişi süreklileştirmeyi ve büyütmeyi he-

defledik. Ona göre adımlar attık, ona göre ilişkiler kurduk. Cami-Cemevi Direnişi attığımız adımların sağlaması oldu." 'YAfiAMLARINA MÜDAHALE ETMEDEN OLMAZ' “İyi ama nasıl?” diye soruyoruz, yanıtlıyor Doruk: "Mesele Halkevi'ne üye yapmanın, eyleme çağırmanın ötesinde. Gençlerin hepsiyle bir ilişki kurmaya çalışıyoruz. Uyuşturucu kullananıyla da, alkol kullananıyla da, internet kafede takılanıyla da. Barikatları güçlendirenler

bu gençlerdi çünkü. Onların yaşamının içinde olmaya, o yaşama müdahale etmeye çalışıyoruz. Halkevi'nde sosyal, kolektif, dayanışmacı bir yaşam olduğunu göstermeye gayret ediyoruz." Tabii ki bir insanın yaşamını değiştirmek o kadar kolay olmuyor. Doruk, "uyuşturucu kullanma", "parkta içki içme" gibi uyarıların, Halkevciler’e saygısından "peki" deyip giden gençler için kalıcı bir çözüm olmadığına dikkat çekiyor. Bir de çevresinde her daim birkaç kişiyi görebileceğimiz mahalle-

Hak mücadelelerinin birikimi

Ethem Sar›sülük Kütüphanesi:

H

Haziran İsyanı, aynı zamanda neoliberalizmin yaşamın hemen her alanındaı özel mülkiyeti dayatmasına karşı da bir isyandı. Toplumsal mülkiyet, söz ve karar hakkıyla iç içe geçerek Gezi Parkı'ndan park forumlarına kadar isyanın her aşamasında yer aldı. Toplumsal mülkiyeti inşa deneyimlerinin Tuzluçayır ayağını bir "kamulaştırma" eylemi olarak Ethem Sarısülük Kütüphanesi'nin kuruluşu oluşturdu. 1970'li yıllarda Dev-Genç'liler tarafından planlanıp Mamak halkının dayanışmasıyla inşa edilen fakat 12 Eylül faşist cuntası tarafından kapatılarak belediyeye devredilen eski

alkevleri'ni Mamak Tuzluçayır'da güçlü kılan sebep 2007'den bu yana çeşitli başlıklar altında AKP iktidarı ve Melih Gökçek ile doğrudan bir çatışma zemini yaratan hak mücadeleleri pratikleri. İşte o deneyimlerden birkaçı: I 2007 yazında yaşanan su krizinde Gökçek'in suyu kestiği ilk adres Mamak oldu. 12 gün boyunca suları akmayan halk bidonlarla sokağa çıktı. Yaklaşık 3 bin kişi Nato Yolu'nu trafiğe kesti, yoldan geçen su tankerine el koydu. Eylem aynı gün sonuç verdi ve bölgedeki su kesintisi son buldu. Mamaklılar, 2008 yazındaki su kesintilerine karşı da soluğu yine sokakta aldı ve su hakkı mücadelesini kazanımla sonuçlandırdı. I Cami-Cemevi inşaatının yükseldiği Kartaltepe Mahallesi'nin 2011 yılında zemininin çöplük olduğu gerekçesiyle taşınmak istenmesine karşı Barınma Hakkı Meclisi harekete geçti. Kentsel dönüşüm projesinin rant amaçlı olduğunu söyleyen bölge halkı, kapısında dayandıkları Mamak Belediyesi'ne geri adım attırdı. I Mamak Belediyesi'nin 2007'den bu yana hemen her yıl parklara dikmek istediği baz istasyonları Halkevleri'nin çağrısıyla bir araya gelen mahalleliler tarafından defalarca söküldü. Belediyenin baz anlaşmaları, kırılan demir

yığınlarının altında kaldı. I AKP'nin sağlıkta yarattığı yıkıma karşı 2012 yılında Halkevleri, SES üyesi sağlık emekçileri, köy dernekleri ve muhtarlar Mamak Sağlık Hakkı Meclisi'ni kurdu. Mahalle mahalle toplantılar yapan, SGK önünde "Katkı/katılım payları haraçtır" diyen Meclis, deneyimlerini ve taleplerini Türkiye Büyük Sağlık Hakkı Meclisi'ne de taşıdı. I Gerek zorunlu din derslerine, gerekse 4+4+4'ün yıkıcı sonuçlarına karşı mücadelenin adresi Mamak Eğitim Hakkı Meclisi oldu. Okullarda yaşanan sorunlara doğrudan müdahale eden Meclis, milli eğitim müdürlüklerinden bakanlığa ve 4+4+4 mitinglerine eğitim hakkını

bölgenin ana gündemi haline getirdi. I Tuzluçayırlıların Gökçek'e tattırdğı en hazin yenilgiler kuşkusuz 2011 ve 2014'teki ulaşım hakkı mücadeleleri oldu. 2011'de ulaşım zamlarını kart basmayarak protesto eden Mamaklılar, ceza niyetine gönderilen 23 yıllık tabutluk otobüsleri 52 gün boyunca işgal etti, kış günlerinde kilometrelerce yol yürüdü, polis saldırılarını püskürttü ve Gökçek'i masaya oturmak zorunda bıraktı. 2014'te Gökçek'in otobüslerin güzergahını değiştirmesi ulaşım kavgasını tetikledi. Otobüsler dolusu insan gün aşırı karakolda alıkonuldu, Kızılay ve Tuzluçayır'da polis saldırıları yaşandı fakat büyüyen mücadele karşısında geri vitese takan yine Gökçek oldu.

OY VAR, GÜVEN YOK Gençler, politik olsun olmasın kendisini sokakta var ediyor etmesine de ya sandık? Anadan babadan ne kadar oluyorsa o kadar CHP'liler. Mansur Yavaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu'na istemeye istemeye oy veren de var, küfreden de. Yine de direnişten sonra (seçimden sonra değil) CHP'ye ve parlamenter demokrasiye duyulan güven tam anlamıyla sarsılmış. CHP'ye umut bağlamıyorlar. Halkevi'nin diğer Anıl'ı durumu tek cümleyle özetliyor: "Abi ben şu bir yılda bi şey öğrendimse, o da CHP'nin hiçbir şeyi öğrenmediği."

Bir toplumsal mülkiyet deneyimi Halkevi, direniş günlerinde halk tarafından geri alındı. 33 yıllık bir hesabı kapatan Halkevciler, geri aldıkları binalarını kütüphaneye dönüştürdü ve Ankara direnişinde katledilen Ethem Sarısülük'ün adını verdi. Kütüphaneyi açtıkları günden bu yana hakkını verecek bir çalışma yürütemediklerini söyleyen Halkevleri üyeleri, ekim ayı itibariyle yeni bir program çıkaracak. Programa göre yeni dönemde park ile bir aradalığı değerlendirilecek kütüphanede eğitim çalışmaları, ilköğretim destek kursları, film gösterimleri, drama çalışmaları, atölyeler ve söyleşiler gibi bir dizi etkinlik yapılacak.

Gençler, 2 Eylül’de ifl cinayetinde yaflam›n› yitiren arkadafllar›n›n ad›n› muhtarl›¤›n yan›ndaki parka vermifl. Gençler art›k yaflam alanlar›n›n adlar›n› kendisi belirliyor.

'Mamak'ta uyuflturucu istemiyoruz' Mevzubahis sol mahalleler olunca devletin uyuşturucu satışına ve kullanıına alan açma politikası da olmazsa olmaz. Mamak'ta benzer bir sorunu tespit eden Halkevleri, parklardaki forumlarda ve ev ziyaretlerinde konuyu bölgenin gündemi haline getirdi. Mücadelenin 13 Eylül'deki ilk eyleminde Tuzluçayır, Şahintepe, Ege ve Mutlu'dan dört kol ile Tekmezar Parkı'na yüründü ve parkta

geniş katılımlı bir forum düzenlendi. Belediye meclis üyelerinin, muhtarların, kadınların, gençlerin katıldığı eylemde çocuğu uyuşturucu kullanan anneler, konuşmalarında uyuşturucu kullanımının çeteler eliyle yaygınlaştırıldığına dikkat çekti. Sokaklarını ve parklarını sosyal bir alana dönüştürmekbir dizi için talep oluşturan Mamaklılar, bir toplum merkezinin de ilk adımını attı.


SOKAĞIN SESİ

12

25 Eylül 2014 / 8 Ekim 2014

Halk›n Sesi

2014 - 2015 direnifl dönemi bafllad› Okulların imam hatiplere dönüştürülmesi yetmedi, Bakanlar Kurulu kararıyla ortaöğretim kurumlarında türban serbestisi getirildi. İmam hatipleştirilmeyen okullar da mescitlerin zorunlu

hale getirilmesiyle ‘payına düşeni aldı’. Eğitimdeki dönüşüm hiç bu kadar sarsıcı olmamıştı, direniş de hiç bu kadar yaygın…

Okul önleri ‘okuluma, müdürüme, çocuğuma dokunma’ talebiyle hakkını arayanlarla doluyor. Milli Eğitim Müdürleri hakkını arayan velilerden, öğretmenlerden makamında da kaçamıyor. Bir yandan TEOG’la gelen sorunlar, imam hatibe dönüştürülen okullar ve okul içine

açılan imam hatip sınıfları, diğer yandan görevden alınan ‘yandaş olmayan’ müdürler… Dönem Türkiye’nin dört bir yanında velilerin, öğretmenlerin ve öğrencilerin eylemleriyle başladı. İmam hatip sınıfı açılan okullar da gerilimlerle başladı...

UTKU O⁄UL

V

eliler ve öğrenciler yeni eğitimöğretim yılına okullarının imam hatibe dönüştürüldüğü haberleriyle girerken farklı yerlerde ‘Okuluma dokunma’ diyenlerin direnişi başladı. Bunlardan imam hatibe dönüştürülen Yeşilbahar Ortaokulu için verilen mücadele kazanıma ulaştı. Resmi yazının da okula gelmesiyle kazanım sağlamlaştırılırken veliler çocuklarını ilk derse alkışlarla uğurladı. Birçok okulu dönüştüren AKP dönüştüremediği okullara ise imam hatip sınıfları açarak imam hatipleri tüm okullara yaymayı hedefliyor. Bu hedef ‘Yeşilbahar’ın verdiği umutla direnişlerle karşılanıyor. Dönüşüme tepki gösteren veliler, Yeşilbahar’ın mücadelesiyle oluşan “Okuluma dokunma” inisiyatifine ulaşıyor, direnişi büyütüyor. Dönüşümden en çok etkilenen il İstanbul olurken AKP’nin stratejik hedeflerinden biri haline gelen ve Yeşilbahar Ortaokulu’nu da sınırlarında bulunduran Kadıköy’de ilginç bir dönüşüm örneği daha yaşanıyor. Okul kapasitesine göre daha az öğrenci bulundurduğu iddiasıyla imam hatibe dönüştürülen Kaptan Hasanpaşa İlkokulu’nda okuyan çocuklar dönüşen okulun önünden İETT otobüsleriyle İnönü İlkokulu’na taşınıyor. Balık istifi taşınan ve güvenlik açısından oldukça zafiyeti bulunan bu otobüsler çocukları okulun kapısında değil, daha uzak bir mesafede indiriyor ve çocuklar cadde üzerinde karşıya geçmek zorunda kalıyor. Ayrıca veliler dönüşümü kendileri istemiş gibi servislerin sorumluluğunu aldıklarına dair bir belge imzalamaya zorlanıyor.

“KARARIMIZ KESINDIR, OKULUMUZ BIZIMDIR” Tüm bunlara isyan eden veliler okul açıldığından beri kapı önünde buluşuyor. 18 Eylül sabahı okul bahçesinde bir araya gelen veliler yaşanan aksaklıkları

Türkiye’nin dört bir yan›nda eylemler sürerken Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi bu dönüflümün plan›n›n çizildi¤i Milli E¤itim Bakanl›¤›’na yürüdü ve Bakan Nabi Avc›’dan hesap sordu. Meclis üyeleri AKP’nin e¤itim sisteminde neden oldu¤u “12 y›lda AKP’li 5 sakan el birli¤i ile e¤itimi s›f›rlad›”, “E¤itimin tüm kademeleri imam hatiplefltirildi” ”Ö¤retmenlerin ifl güvencesi ellerinden al›nd›, ö¤retmenlik itibars›zlaflt›r›ld›” gibi sonuçlar›n yaz›l› oldu¤u ka¤›tlar› y›rtarak ve buruflturarak çöp torbas›na att›. Meclis üyeleri daha sonra bu çöp torbas›n› ve taleplerinin yaz›l› oldu¤u aç›klamay› bakanl›ktan bir yetkiliye teslim etti. belgelerken ertesi gün İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü önündeydi. Sabah ilk görüşme taleplerini reddeden İlçe Milli Eğitim Müdürü, veliler 13.00’da tekrar müdürlük önüne gittiğinde heyetle görüşmeyi kabul etti. “Kararımız kesindir, okulumuz bizimdir” diyen veliler milli eğitim müdürünün “1500 öğrenci bulun okulu vereyim” sözüyle karşılaşırken kendilerine bir mücadele

programı oluşturdu ve eylemlerini sürdürme kararı aldı. “OKULUMA DOKUNMA” Okuluma Dokunma İnisiyatifi’nin çağrısıyla 13 Eylül’de tüm İstanbul’da imam hatip dönüşümüne direnenler buluştu. Kadıköy Altıyol’dan “Yeşilbahar başlangıç mücadeleye devam “, “Bilal elini eğitimden çek” sloganları ile Yoğurtçu

Parkı’na yürüyen veli, öğretmen ve öğrenciler burada bir forum gerçekleştirdi. İki oturum halinde yapılan forumda “Ne yapmalı?” sorusu tartışılırken dönüşüme karşı mücadele eden okullardan temsilciler deneyimlerini paylaştı. Forum sonunda bir koordinasyon kurulu oluşturulması ve mücadelelerin, bilgilerin ortaklaştırılacağı bir web sayfası açılması kararı alındı.

“Okul içinde okul”: Okul içinde gerilim AKP imam hatipleştiremediği okullara imam hatip sınıfı açıyor. Veliler arasında, öğrenciler arasında gerilimlerle eğitim başlarken okul önleri, milli eğitim müdürlükleri eylem alanına dönüşüyor Okullar›n içinde bir anda imam hatip s›n›flar› bitmeye bafllad›. Bu yolla imam hatiplerin artmas› ak›llara AKP Milletvekili Ali Bo¤a’n›n “4+4+4” sistemiyle birlikte, bütün okullar› imam hatip okuluna dönüfltürme flans› yakalad›k” sözünü getirdi. Bu durumdan en çok etkilenen yer ise ‹stanbul’un Beykoz ilçesi. 31 Temmuz’da okullara gönderilen yaz›yla bafllayan 11 ortaokulda imam hatip s›n›flar› aç›lmas› uygulamas›na karfl› veli, ö¤retmen ve Beykoz halk›n›n kat›l›m›yla 18 Eylül’de Beykoz ‹lçe Milli E¤itim Müdürlü¤ü’ne bir yürüyüfl düzenlenirken okullar›n aç›ld›¤› günden beri Paflabahçe Ortaokulu velileri okul önünde açt›klar› stantta imza topluyor. Fazla uza¤a gitmiyoruz, Beykoz’a yak›n ‹stanbul’un bir di¤er ilçesi Kartal’da U¤ur Mumcu Milli E¤itim Vakf› Ortaokulu velileri ve ö¤rencileri iki ay önce kendilerine dan›fl›lmadan okullar›n›n 13 s›n›f›n›n Hürriyet ‹mam Hatip Ortaokulu’na verilmesine karfl› mücadeleye okul aç›l›fl›nda yapt›klar› eylemleriyle devam etti. Ayn› binada iki okul uygulamas› velileri de karfl› karfl›ya getiriyor. ‹mam hatip velilerinin eylem yapan velilere yönelik çirkin sald›r›s› gerilimin sürece¤ini gösteriyor. Benzer bir sald›r› da ‹stanbul Küçükyal›’da gerçekleflti. Kadir Rezan Has ‹lkokulunun imam hatip okuluna dönüfltürülmesine karfl› veliler tepki gösterdi. Çocuklar›n› imam hatibe kaydettiren veliler eylem yapan velilere ‘Gavurlar, Hristiyanlar’ diyerek sald›rd›. Sald›r›ya ra¤men ra¤men eylemlerini gerçeklefltiren veliler “Bizleri kutuplaflt›rmaya çal›fl›yorlar” fleklinde konufltu. Eylem her sabah 8.00’da okul önünde buluflma ça¤r›s›yla sonland›. Baflakflehir’de Akflemsettin Ortaokulu’nun içinde ‹mam Hatip Ortaokulu aç›lmas› velileri isyan ettirdi. Okuldaki 13 dersli¤in imam hatip bölümü için ayr›lmas›yla s›n›f mevcutlar›n›n artmas›na tepki gösteren veliler okul önünde eylem yapt›. Ayn› flekilde fiiflli Talatpafla Ortaokulu’na imam hatip s›n›f› aç›lmas›n› istemeyen veliler ve ö¤retmenler 15 Eylül’den itibaren okul önünde 1500’den fazla imza toplad›. Veliler, fiiflli ‹lçe Milli E¤itim Müdürlü¤ü’ne toplad›klar› imzalar› götürdü. Veliler, eylemlerle ve açt›klar› standlarla direnifli sürdüreceklerini belirtiyor.

Anadolu’da okul önleri: “Teslim olma, okuluna sahip çık” T

üm Türkiye’de okul dönüşümleri devam ediyor. Çanakkale Merkez Ortaokulu’nun İmam Hatip’e dönüştürülmesine tepki gösterenler uygulamayı engellemek için Merkez Ortaokulu önünde basın açıklaması yaptı. Ayrıca daha önce veliler dönüştürüldükten sonra asılan imam hatip tabelasının yerine okulun gerçek tabelasını asmışlardı.

L‹SEL‹LER M‹LL‹ E⁄‹T‹M’E YÜRÜDÜ Manisa Alaşehir 19 Mayıs Orta Okulu’nun İmam Hatip Ortaokulu olması için atılan adımlar üzerine okul bahçesinde toplanan veliler ve öğrenciler, pankartlarla

Anadolu’da okullarından sınıflarından olan öğrenciler ve velileri eylemde. Üstelik AKP’nin kalesi olarak bilinen iller de eylemlere ev sahipliği yaptı “Okulumuza dokunmayın“ eylemi yaparak imza kampanyası ve direnişin başlangiç yaptılar. Alaşehir İmam Hatip Lisesi Müdürlüğü, binalarının yetersiz olduğu, dersliklerin öğrencilere yetersiz kalacağı gerekçesiyle, başka bir okulda eğitim verilmesi talebiyle İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvurdu ve durumu protesto etti. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü de, geçici bir çözüm olarak imam hatiplileri bazı derslikleri boş olan 19 Mayıs Ortaokulu’na taşıdı.

Muğla Fethiye de dönüşümden ve direnişten nasiplenen yerlerden. Okullarının taşınarak mevcut binanın Kız İmam Hatip Lisesi’ne dönüştürülmesine karşı çıkan Fatih Anadolu Lisesi öğrencileri, eylem yaptı. Öğrencilere veliler ve Eğitim- Sen Fethiye Temsilciliği destek verdi. Bir süre okul bahçesinde slogan atan 150 kişi daha sonra Atatürk Caddesi’nden Fethiye Kaymakamlığı’na yürüdü. Ellerinde ‘Teslim olma, okuluna sahip çık’ yazılı pankart taşıyan öğrenciler, ‘Direne direne

kazanacağız’, ‘Karanlığı parçala, geleceğe sahip çık’ sloganları attı ve kaymakamlığa dilekçe verdi. Öğrenciler ve veliler gelişmeleri yakından takip edeceklerini duyurdu. ‹MAM HAT‹PLEfiT‹RMEYE AKP’N‹N KALELER‹NDEN DE TEPK‹ İmam hatiplere tepki AKP’nin seçmen üstünlüğü olmayan yerlerle sınırlı değil. Tayyip Erdoğan’ın memleketi Rize ve AKP’nin çok yüksek oy oranlarına ulaştığı, sağın kalelerinden olarak nitelenen

Afyonkarahisar’da da imam hatip dönüşümüne karşı tepki var. Rize’de paravanlarla kapatılarak bölünen Hasan Sağır Anadolu Lisesi binasının yarısı İmam Hatibe tahsis edilince sınıflarından çıkarılan liseliler, laboratuvar, kütüphane ve konferans salonlarına dolduruldu ve ilk hafta ders işleyemeyip ya boş bırakıldılar ya da film izlemek zorunda kaldılar. Ayrıca kantinin de mescit yapılmasıyla zor duruma düştüler. Çok kalabalık sınıflarda ders işleyemediklerini belirten

Eğitim emekçileri grevde 24 Eylül’de Eğitim Sen, ‘siyasi kadrolaşmaya’, ‘performans uygulaması ve angarya çalışmaya’, ‘rotasyon ve sürgünlere’, ‘4+4+4 eğitim sistemine’ ve ‘zorunlu din derslerine’ dur demek, demokratik, laik, parasız, bilimsel, eşit ve anadilinde eğitime sahip çıkmak

için greve çıktı. Ayrıca Eğitim İş ve Türk Eğitim Sen de grev yaptı. Eğitim hakkı için buluşmalar bununla sınırlı değil, Alevi örgütleri 12 Ekim’de başta zorunlu din dersi uygulaması olmak üzere eğitimdeki gerici dönüşüme karşı büyük bir miting için çağrı yapıyor.

öğrenciler okulun girişini kapatarak oturma eylemi yaptı ve “Sınıflarımızı istiyoruz” sloganları attı. Camlardan çıkan imam hatipli öğrencilerin yanısıra velileleri de eylemdeki öğrencilere sözlü saldırılarda bulundu. Valiliğin eylemlerin ardından imam hatibe ayrılan derslik sayısını azalttı, durum üzerine AKP’liler valiliğe giderek çocuklarını okula göndermeme tehdidinde bulundu ve imam hatibe ayrılan dersliklerin tekrar artırılmasını istedi.

B‹R TEPK‹ DE AFYON’DAN Afyonkarahisar Sandıklı’da ise benzer bir durum trajikomik bir şekilde hayata geçirildi. “Erkeklerle kızların bir arada olması sakıncalı” denilerek Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden 300 erkek halihazırda karma eğitim veren Anadolu Lisesi’ne taşındı. Öğrenciler “Onlar 1517 kişilik sınıflarda ders görürken 100 kişi 1 sınıfa konulduk” diyerek tepki gösterdi. Veliler ve öğrenciler durumu kaymakamlık önünde protesto etti. Protesto üzerine imam hatiplilere 1 hafta izin verildi ve durumun yeniden düzenleneceği bildirildi.

‘Müdürüme dokunma’ AKP’nin yandaş olmayan 4 yılını dolduran okul müdürlerini görevden almasının ardından birçok yerde eylemler düzenlenirken Adana Çukurova Mehmet Bedia Kipri İlköğretim Okulu velileri okulların ilk günü okul müdürlerin görevinden alınmasını protesto etti, kaymakamlığa yürüdü. Ankara’da ise Altındağ Ata-

türk Ortaokulu’nun Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’ne devredilip öğrencilerin Cebeci’ye sürülmesine tepki gösteren veliler önce İl Mili Eğitim Müdürlüğü’ne, ardından Milli Eğitim Bakanlığı’na yürümek istedi. Her iki yürüyüşün de önü polis tarafından kesildi. Veliler eylemlerini Kurtuluş Parkı’nda sürdürdü.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.