219

Page 1

23 Ekim 2014 • 1,25 TL

Y›l 9 • Say› 219

E M P E R YA L ‹ Z M E , M E Z H E P Ç ‹ FA fi ‹ Z M E , G E R ‹ C ‹ L ‹ ⁄ E , A K P ’ Y E K A R fi I

Halkların kardeşlik koridoru

Kobane direnifli, Ifi‹D’in kenti ele geçirmesi üzerine yap›lan hesaplar› bozdu. ABD, KDP, AKP ba¤›ms›zl›¤›n› isteyen bu halk› flimdi de “yard›mlarla” teslim almaya çal›fl›yor Ortado¤u’da bar›fl, demokrasi, ba¤›ms›zl›k, laiklik için halklar›n direniflinden ve dayan›flmas›ndan baflka yol yok. Kobane, halklar›n yard›m›n› ve dayan›flmas›n› bekliyor

Halk›n zoru oyunu bozar Sf.3

Yard›mlar turuncu stantlara

Kobanê düşmedi, düşmeyecek

Ezidi, Türkmen ve Kürt s›¤n›mac›lar için yard›m kampanyas› sürüyor. Yard›mlar için: IBAN:TR68 0006 4000 0014 2131 0426 60 SF:12

Barcelona ve Stalingrad’›n Suruç’ta ifli ne?

2014’ün kirli savaşında kontrgerilla Kobane eylemleri sürerken ‘90’lara geri mi dönüyoruz’ sözü s›kça tekrarland›. Ancak AKP’nin tutumu ve sald›r›larda harekete geçen güçlerle iliflkileri yaflananlar›n basit bir ‘tekrar’ olmad›¤›n› gösteriyor. SF:13

Kobane uluslararas› devrimci dayan›flman›n ve barbarl›¤a karfl› direniflin simgesi olarak an›l›rken faflizme karfl› direnen halklar›n de¤erlerinin de tarihe gömülmedi¤ini görmüfl olduk. Tarih sayfam›z› da Stalingrad ve Madrid direnifllerine ay›rd›k. SF:15

10 soruda HSYK

Bize ulafl›n... @halkinsesigzt

Dünyan›n kay›ts›zl›¤›, koalisyonun sessizli¤i, AKP’nin cephe al›fl›, Irak Kürdistan›’n›n pazarl›k masas›, Ifi‹D’in dört yandan gelen a¤›r sald›r›lar›… Kobanê Direnifli bir ay içerisinde bütün tutum ve hesaplar› tersine çevirdi. Kobanê flimdi bir yandan Ifi‹D’i geri püskürtme bir yandan da ba¤›ms›zl›¤›n› koruma mücadelesi veriyor SF:5

İrlanda ‘parasız’ sudan vazgeçmiyor

Herkesin kendi durdu¤u yerden baflka flekilde yorumlad›¤› HSYK seçim sürecini ve seçimin kazananlar ve kaybedenlerini 10 soruda özetledik. SF:14

Bugüne kadar su faturas› ödemeyen ‹rlanda halk›, hükümetin evlere sayaç takarak suyu paral›laflt›rma giriflimini reddediyor. ‹rlandal›lar “Biz vergilerimizle suyun bedelini zaten ödüyoruz, paras› olmayan›n suyunu kesemezsiniz” diyor. SF: 6

halkinsesiiletisim@gmail.com

Samut Karabulut / Sayfa 4

Ferda Koç / Sayfa 4

Murat Bay / Sayfa 5

Erdo¤an Demir/ Sayfa 8

Aleviler ne yapmamal›?

Türkiye’de Laiklik Sorunu 3

Emanetine sahip ç›k

AKP tasfiyesine karfl›...


2

KİBELE 9 Ekim 2014 / 22 Ekim 2014

Halk›n Sesi

K A DIN K AT L‹AMLA RININ, SAVAfiIN, GER‹C‹L‹⁄‹N K A RfiISINDA

Kadın direnişini büyütmeliyiz!

Kadınlar Kobane için sokakta!

‹stanbul’da Demokratik Özgür Kad›n Hareketi’nin ça¤r›s›yla 17 Ekim’de Tünel’de bir araya gelen kad›nlar Kobane’ye insani yard›m koridoru aç›lmas› talebiyle Galatasaray Meydan›’na meflaleli yürüyüfl gerçeklefltirdi.

Kobane’de kadınların IŞİD’e karşı verdiği direnişi, Türkiye’deki kadınların AKP’ye karşı verdiği direnişte somutlaşıyor. Türkiyeli ve Kobaneli kadınlar, gericiliğe ve savaşa karşı direnişte buluşuyor... lar da Kobane direnişini büyütme çağrısı yaptıklarında bu soruya yanıt vermek durumunda kalıyor. Kobane ile dayanışma çağrılarına kadınlar, yıllardır yapılmayan biçimde, havaalanını işgal etmek, Boğaziçi Köprüsü’nü kesmek gibi eylemlerle Rojava devrimini selamlayarak yanıt verdiler. Yine sokağın halklara kapatıldığı gerici, faşist çetelerin sokaklara salındığı günlerde Mersin’de, Kocaeli’de son olarak İstanbul’da sokakları boş bırakmayacaklarını gösterdiler. Ancak AKP gericiliğine karşı Haziran İsyanı’ndan bu yana mücadelenin aktif öznesi olan pek çok kadın IŞİD ve AKP saldırıları arasında bağ kurabilse de mücadelenin ortak yürütülmesine ilişkin kaygılarla aktif biçimde harekete geçemedi. Arap, Türk, Kürt farklı din ve mezheplerden kadınların savaşa ve gericiliğe karşı ortak mücadele çizgisini dayanışmayla kurmak için “Kobane ile Türkiye’li kadınların ne alakası var?” sorusuna sokakta yanıt üretebilmek gerekiyor.

SEV‹NÇ HOCAO⁄ULLARI

I

ŞİD (Irak Şam İslam Devleti), Kobane başta olmak üzere saldırılarını sürdürüyor. IŞİD çetelerinin karşısındaki kadın direnişini anlatan yazı ve belgesellerde çetelerin kadın düşmanlığı, kadınların sokağa çıkmasının yasaklanması, kadın sünneti, tecavüz, kadın ticareti ile ifade ediliyor. Ancak belki de IŞİD çetelerinin bir kadın tarafından öldürüldüklerinde cennete gidemeyeceklerine dair inancı hepsini birden simgeliyor. Kadın direnişçiler IŞİD çetelerine cehennemin kapılarını aralıyor. Kadınlar, kendilerine hiçbir zaman vaat edilmeyen cenneti, eşitliği ve özgürlüğü yeryüzünde kuruyor. Bu yüzden kadınların Rojava’da erkek egemenliğine, dinci gericiliğe, bedenlerinin ve topraklarının sömürgeleştirilmesine karşı yürüttükleri savaş ve kadın devriminin savunusu bu nedenle ölümüne bir savaş. Bu nedenle Kobane’de IŞİD çetelerine karşı direniş gün geçtikçe kadınların direnişiyle simgeleşiyor. Kobane’de kadınlar IŞİD barbarlığına karşı ölümüne bir savaş verirken sınırların fiilen ortadan kalktığı bu günlerde Türkiye’de de kadınların ana gündemlerinden biri savaş karşıtı mücadele.

Ifi‹D VE AKP GER‹C‹L‹⁄‹ B‹RB‹R‹NDEN BESLEN‹YOR

KOBANE ‹LE TÜRK‹YEL‹ KADINLARIN NE ALAKASI VAR?

IŞİD’in Kobane’ye yönelik saldırılarının yoğunlaştığı günlerde Hopa’dan Diyarbakır’a büyüyen dayanışma ve direnişlere karşı Erdoğan’ın milliyetçi histeriyi kaşıyarak sorduğu “Kobane ile İstanbul’un, Diyarbakır’ın ne alakası var?” sorusu herkesin malumu. Kadın-

Henüz Dışişleri Bakanı iken savaş suçlusu Ahmet Davutoğlu’nun Çumra’da Yörükleri ziyareti sırasında karşısına çıkarak köylerine ilişkin taleplerini ileten kadına yanıtı “Sizin erkekleriniz yok mu, onlar nerede?” olmuştu. “Kadın erkek eşit değildir” fikrinin ötesinde kadının varlığını yok sayan, kadın varlığını yalnızca erkeğe bağımlı olarak tanıyan iktidarın kadınlar tarafından öldürüldüğünde cehenneme gideceğini düşünen IŞİD ile bağını kurabilmek çok da zor değil. Kadınları şeytanlaştırarak var olan erkek egemen sistemin

temsilcileri kadın görünce “şeytan”/düşman görüyor. IŞİD saldırıları Kobane’de, Rojava’da, Suriye’de, Irak’ta kadınları hedef almaya devam ediyor. AKP iktidarının kadın düşmanlığı da kadınların tüm yaşamını kuşatan, kurumsallaşan biçimler aldı. IŞİD’ın ele geçirdiği yerlerde kadınların sokağa çıkmasını yasaklamasıyla eş zamanlı olarak IŞİD’i besleyen iktidarın sözcüsü Bülent Arınç kadınların kahkaha atmaması gerektiğini söyleme cüretini göstererek bir kez daha kadınların yaşamına sınırlar çizmeye çalıştı. Yine IŞİD’in Kobane’ye saldırılarının yoğunlaştığı günlerde değiştirilen bir yönetmelikle üniversitelerde, kamuda türban serbestisinin ardından ortaokul çocuklarına türban “serbestisi” yasalaştı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın din ‘adamları’nın toplumsal yaşamdaki etkileri artarken Kobaneli kadınlara yönelmiş IŞİD silahlarının gölgesinde Samsun Müftüsü 18 yaşındaki yetişkinlerin rızaya dayalı cinselliği ile 7 aylık bebeklere tecavüzü eş tuttuğunu gösteren bir açıklama yaptı. Müftü sözleriyle yetişkinlerin cinselliğini suçlarken tecavüzü normalleştirdi. AKP iktidarının örgütlediği bu zihniyet, beslemesi IŞİD aracılığıyla kadınlara tecavüzü, kadın ticaretini fetvalarla kutsadı. Kadın bedeninin denetiminin ve kadın varlığını yok saymanın sınırları kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ile kadınların yaşam hakkının yok sayılmasına kadar genişliyor. 2014 yılının ilk dört ayında Türkiye’de 207 kadın katledildi. Kadın katliamları erkekler tarafından sürdürülürken,

Hannie: ‘Ben sizden daha iyi vururum’ Dünyada kadın mücadelelerine baktığımızda bizi zengin bir tarih bekliyor. Kimi ulusal kurtuluş mücadelesinde, kimi büyük grevlerin önderliğinde, kimi zorla evlendirilmekten kaçarken çıkıyor karşımıza. Latin Amerika’da kayıp anneleri oluyor, Kobane’de Kadın Savunma Birlikleri. Hepsi farklı yollardan, farklı fikirlerle gitse de, hepsinin ortak bir hedefi var: Kadınların özgürlüğü. Kadınların cesaretle, kararlılıkla sürdürdükleri mücadele; bizlere umut, sisteme ise korku oluyor. Bu yüzdendir ki; Batı Almanya’nın silahlı anti-terörist müfrezelerine “Önce kadınları vurun” öğüdü veriliyor. Biz de Kibele sayfasında yer ve-

relim dedik direnen kadınlara. Umut olsun, yol göstersin diye bugün direnenlere. Erkek egemenliğine, gericiliğe, kadın düşmanlığına, savaşa karşı sokakları terk etmeyen kadınlara. Hikayemiz Hannie Schaft ile başlıyor. Üstüne yağan kurşunlara “Ben sizden daha iyi vururum” diyen Hannie ile. Almanlar 1940’ta Hollanda’yı işgal ettiklerinde, Yahudilere şiddetli baskılar uyguladılar. Hannie, Hollanda Yahudilerine yardım eden ve suikastler örgütleyen bir direnişçiydi. Truus ve Freddie Oversteegen kız kardeşlerle birlikte genellikle erkeklerin üstlendiği eylemlere aktif katılımları ile direniş savaşçıları arasında birer efsane oldular. Hannie,

1945’te bir Alman kontrol noktasında durduruldu ve günlerce işkence gördü. Hollanda’nın kurtuluşundan üç gün önce götürüldüğü tepede ilk kurşun sıyırınca, “Ben sizden daha iyi vururum” dedi. Bunun ardından mermi yağmuruna tutularak öldürüldü. Bugün yanı başımızdaki direnişe bakarak kadınların yıllardır neler biriktirdiğini görebiliriz. Kürt kadınları, emperyalistlere, gerici-mezhepçi çetelere karşı özgürlükleri için, Kadın Devrimini korumak için savaşıyorlar. Dünyadaki tüm kadınların yüreği Kobanê’de; Türkiyeli kadınların direnci gericiliğe ve AKP’ye karşı mücadelede!

Kocaeli'de Kobane için eylem yapan kad›nlar›n eylemine faflistler slogan atarak sözlü sald›r›da bulundu. Kad›nlar, eylemlerini sürdürüp, Ifi‹D zulmünden kaç›p Türkiye'ye s›¤›nanlar için bafllat›lan yard›m kampanyas›n› duyurdu.

sadece kadına yönelik şiddetin tespit edilebilir verileri kitlesel kıyımlar anlamına gelen savaşlarda yaşanan ölümlerle kıyaslanabilecek durumda. BÜTÜN CEPHELERDE MÜCADELEY‹ BÜYÜTMEK

AKP ve IŞİD kadınlara karşı açtıkları savaşı, her gün bir başka cephe ekleyerek büyütürken aynı kaynaktan beslendiğini bildiğimiz bu savaşta bir yandan Kobane ile dayanışmayı, bu savaşın Türkiyeli kadınların da savaşı olduğunu bilerek sürdürmek gerekiyor. Bu savaşın Kobane veya Türkiye’deki herhangi bir cephesi daha stratejik değil. Bugün savaş karşıtlığı, Rojava’da kadınların alaşağı ettiği erkek egemenliğine karşı mücadeleden, Kobane’de kadınların savaştığı IŞİD’in suç ortağı, AKP gericiliğine karşı mücadeleden, AKP’nin IŞİD desteğini kesmekten geçiyor. AKP iktidarı, kadınların, halkların mücadelesinin buluşmasının olanaklarının farkında. Milliyetçilik ve mezhepçilik kışkırtması AKP gericiliğine, faşizmine, kadın düşmanlığına karşı tek yürek olan kadınları ayrıştırmak üzere devrede. Kadınların erkek egemen sisteme, gericiliğe ve kapitalizme karşı mücadelesinde milliyetçi sınırları aşacak bir çizgi için her zamankinden daha çok yaşamın ve mücadelenin bütün zenginliğini kapsayacak kanallar yaratma zorunluluğu var. Ortak bir mücadeleyi büyütüyor olmanın güveni ve sıcaklığıyla mahallelerde kadınların söz ve karar mekanizmalarının, kadın meclislerinin oluşturulması ve yürütülecek çalışmaların hızlandırılması büyük önem taşıyor.

Mersin’de kad›nlar Kobane için yürüdü. Polisin engelleme çabalar›na ra¤men kad›nlar eylemlerini "Kobane düflerse insanl›k da düfler" diyerek sürdürdü.

Samsun’da Çiftlik Akbank Önünde bir araya gelen kad›nlar “Ifi‹D’e destek Rojova’da savafl demektir. Böyle bar›fl olmaz” slogan›yla oturma eylemi yapt›.

‘Samsun müftüsü istifa’ Samsunlu kadınlar, “18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 7 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsahın gözyaşlarıdır” diyen Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk’ü protesto etti. Samsun Çiftlik Süleymaniye Geçidi’nde bir araya gelen kadınlar Samsun Müftüsü hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı. Kadınlar, açıklamada Samsun Müftüsü’nün Camiler ve Din Adamları Haftası kapsamında düzenlenen bir etkinlikte yaptığı konuşmayı hatırlattı. Kadınlar, müftünün bu konuşma ile 7 aylık bir bebeğe tecavüzle, 18 yaşındaki bir bireyin cinselliğini eş tutarak hem kadının hem de erkeğin özgür cinselliğini suçlulaştırmaya çalıştığını belirtirken çocuk istismarı ve cinsel şiddeti meşrulaştırdığını söyledi. Sık sık “Kadın düşmanı, gerici Samsun Müftüsü” sloganının atıldığı açıklamayı gerçekleştiren Halkevci Kadınlar, Üniversiteli Kadın Kolektifi, Liseli Genç Umut’tan Kadınlar, Samsun Mütfüsü’nün zihniyetinin kadınları savaş ganimeti olarak alıp satan IŞİD ile aynı zihniyet olduğu vurguladı ve derhal görevden alınması gerektiği dile getirildi.


3

GÜNDEM 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

Selahaddin Ad›n

Suphi Nejat A¤›rnasl›

Kobane direnişinde yaşıyorlar

Davutoğlu’nun özgürlük-güvenlik uyumu:

Hepiniz teröristsiniz! K

obane eylemleri ile sarsılan AKP iktidarı “güvenlik tedbirleri” alma ihtiyacı belirdiği iddiasıyla hazırladığı ‘güvenlik paketi’nin içeriğini açıkladı. 21 Ekim’de Başbakan Ahmet Davutoğlu “reform” adını verdiği yasal düzenlemenin amacını “özgürlük, güvenlik uyumu” olarak ilan ediyordu. Yeni paketle, yurttaşını düşman gibi gören ceza sistemi anlamına gelen ve “terörle mücadele” kılıfı altında uygulanan Düşman Ceza Hukuku, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına iyiden iyiye yerleşmiş olacak. Paketi, yurttaşların kişisel haklarını korumayı değil, “yaratma potansiyeli” taşıdıkları tehlikeyle mücadeleyi esas alan bu sisteme dahil etmemize gerekçe oluşturan pek çok madde var. Öncelikle paket, hükümet tarafından çözüm sürecinde ön şart olarak “kamu düzeninin sağlanması”nı ileri sürmesi ile gündemimize girdi. Davutoğlu içeriği,”Gördüğümüz ve bildiğimiz tehlikeden korkmayız biz. Hiçbir tehlike karşısında boyun eğmediğimiz gibi stratejik proje olarak benimsediğimiz çözüm süreci konusunda gelen provokasyonlara da boyun eğmeyeceğiz” diye başladığı konuşmayla duyurdu.

Başbakan Davutoğlu, Kobane eylemleri sonrasında ‘güvenlik paketi’ olarak duyurulan yasa hazırlığı için ‘özgürlük-güvenlik uyumu’ kavramını kullanmak gerektiğini söyledi. Oysa en doğru kavram: Düşman Ceza Hukuku DÜZENLEME NE GET‹R‹YOR? Davutoğlu eylemlerde kullanılan molotof kokteylinin patlayıcı madde kapsamına alınacağını, artık hakimlere takdir yetkisi verme lükslerinin olmadığını söyledi. Yüzünü kapatarak eyleme katılanlarla ilgili de ayrıca düzenleme yapılacağını belirten Davutoğlu gözaltı sürelerinde de değişiklik yapılacağını bildirdi. Bu başlıkta da artık savcıların yanında polislerin de gözaltı kararı alabileceğini kaydetti. ‘Toplantı ve gösteri yapma hakkının korunması için alınacak tedbirler’ dediği maddenin tam olarak ne getireceği belli değil, ancak Davutoğlu’nun izah biçimi yeni bir baskının geleceğinin işareti: “Toplantı ve gösteri yapma hakkı demokratik bir haktır, engellenemez. Bu alanda gösteri adı altında her türlü şiddeti yaparım, kimse bana ses çıkaramaz' denirse, ses çıkarılır. Bir vatandaş

'devlet nerede?' diye sorarsa, biz buradan haykıracağız, devlet de burada millet de burada." Davutoğlu, sosyal medyaya uygulanan sansür ve baskı ortamının da genişleteceklerinin işaretlerini verdiği açıklamada, sanal ortamda şiddete, teröre, nefrete çağrı dili anlamına gelecek uygulama, ifade ve yapılan bazı çalışmaların kesinlikle suç olarak telakki edileceğini ve bunların durdurulması için gerekli tedbirlerin alınacağını kaydetti. “Yani dinleme ile ilgili rahatsızlıkların hepimizi nasıl meşgul ettiğini son aylarda biliyoruz” diye gerekçelendirdiği başlıkta da Başbakan, oluşturulacak 17 kişilik "kolluk gözetim komisyonu"nu duyurdu. Buna göre güvenlik birimlerinin yaptığı istihbarat, teknik takip ve dinleme gibi yetkilerinin önce İçişleri Bakanlığı'nda ve Başbakanlık Teftiş Kurulu ve Başbakanlık'ta denetimi

yapılacak. Bu komisyona da rapor sunulacak. Başbakan’ın açıklamalarına göre hiçbir vatandaşın üstü, aracı ya da evinin rastgele ve keyfi şekilde aranmayacak. Ancak kendi deyimi ile “herhangi bir şekilde gelen istihbarat çok güçlü suç işleme delili oluşturacak hale dönüşmüşse bunun için de yine yargı süreçleri de paralelinde işletilmek suretiyle izin alındıktan sonra arama yapılabilecek araçta ve üst aramalarda.” Davutoğlu ayrıca bonzainin uyuşturucu sayılacağını ve uyuşturucu işi yapanların terör muamelesi göreceğini, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıkları’nın atama yetkilerinin İçişleri Bakanlığı’na bağlanacağını, İstanbul Tahkim Mahkemeleri’nin kurulacağını söyledi. Alevi vatandaşların sorunları ile ilgili de çalışmaya yoğunlaşacaklarını duyurdu.

Ifi‹D'e karfl› savaflmak için gitti¤i Kobanê’de 5 Ekim günü hayat›n› kaybeden sosyolog/çevirmen Suphi Nejat A¤›rnasl› ‹stanbul baflta olmak üzere çok say›da kentte gerçeklefltirilen eylemlerle an›ld›. Kobanê'de Paramaz K›z›lbafl kod ad›yla Ifi‹D'e karfl› savundu¤u Mifltenur Tepesi'nde hayat›n› kaybeden Suphi Nejat A¤›rnasl› MLKP üyesiydi. Suphi Nejat’›n ölümünden sonra yay›mlanan son mektubu flu sözlerle bitiyordu; “Türkiye'nin bat›s›nda s›radan emekçi insanlar›n hayat›n› büyüleyecek, s›radan kahramanlar ç›karacak büyük bir ç›k›fl›n tohumlar›n›, hakikat aray›flç›l›¤›n›n öncü ve artç› örgütünü yaratman›z dile¤iyle. Her yürek devrimci bir hücredir! Hayalgücü iktidara!'' Emek Gençli¤i üyesi 18 yafl›ndaki Selahaddin Ad›n’›n da Kobanê’de Ifi‹D çeteleriyle giriflilen çat›flmada yaflam›n› yitirdi¤i aç›kland›. Emek Gençli¤i taraf›ndan yap›lan aç›klamada “Selahaddin Yoldafl›m›z, emperyalist güçlerin ve iflbirlikçilerinin bölgeyi yeniden düzenleme ve Rojava halk›n› bo¤arak teslim alma giriflimlerine karfl› duydu¤u öfkeyle Rojava bölgesine kendi inisiyatifi ile gitme karar› alm›flt›r. Bizler y›llard›r Türkiye’de ba¤›ms›zl›k, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi veren gençler olarak bu yolda mücadelemize devam edece¤iz” denildi.

Halk›n zoru oyunu bozar e ABD’nin ne AKP’nin ne de IŞİD’in planları/hesapları Kobane’de tutmadı. Kobane halkının direnişi hesapları bozdu. En erken çark eden ve plan değiştiren ABD oldu. IŞİD’in bu noktaya gelmesinde en büyük payın sahibi olmasına rağmen Ortadoğu halklarının kurtarıcılığı “misyon”una bir de Kobene Kürtlerini “kurtararak” bir büyük katkı daha yaptı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin göre; Kobani’de IŞİD ile çatışan Kürt grupları silah ve cephane ile desteklememek “sorumsuzluk” olacaktı. Bu “sorumlu” davranışın tahsilatını kat be kat yapacaklarından kimsenin kuşkusu yoktur herhalde. AKP’nin çark etmesi içinse 48 insanın ölmesi, yüzlerce insanın yaralanması ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın açıklamasına göre “35 ile yayılan eylemlerde 212 okul binası, 67 emniyet binası, 25 kaymakamlık binası, 29 parti binası ve aralarında belediye binalarının da olduğu 780 kamu binasının tahrip edilmesi ve toplamda bin 177 aracın kullanılamaz hale gelmesi” gerekti. Haziran İsyanı’nın bir benzeri başta Kürt illeri olmak üzere neredeyse ülkenin yarısına yayılmıştı. Orada gerekçe “üç-beş ağaçtı”, burada ise “ülke toprakları dışındaki bir takım gelişmeler”. Oradaki “palalıların” yerini bu kez “pompalılar” almıştı. Oradaki “teröristler” Gezi’nin gençleri idi burada ise Kürt gençleri olmuştu. Aynı Haziran’da olduğu gibi Tayyip Erdoğan AKP’si sadece “zor”dan anlıyordu. Ve alelacele taktik planlar değiştirildi. Abdullah Öcalan’dan özel ulakla mesajlar getirildi, BDP’lilere ulaştırıldı. ‘Kobane düştü, düşecek’ “müjdesi” veren Tayyip Erdoğan yerine, yeni Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na 'Kobani'ye yardım için işbirliği içindeyiz' açıklaması yaptırıldı. Daha bir hafta önce PKK’yi, PYD’yi ve Esad’ı aynı kefede terörist sayan, IŞİD’e karşı durmak için Esad şartını öne süren Erdoğan-Davutoğlu ikilisi bu kez Irak’taki Peşmergelerin, IŞİD’e karşı PYD’ye destek vermek üzere Kobani’ye geçişini, üstelik silah ve mühimmatla geçişini sağlıyordu. ‘Misliyle hesap soracağız’ diyen İçişleri Bakanı Efkan Ala bu kez ‘çözüme katkıda bulunacaksa, Öcalan'ın cezaevi şartları için milletimiz aleyhine olmayacak adım-

N

ları atarız’ demeye başladı. Yeni taktik planda eski uygulamalar da birden hatırlanıverdi. Unutulmuş olan “Akil İnsanlar” yeniden göreve çağırıldı. Çözüm süreci yeniden hatırlandı. Havuçlar kilerden çıkarılıyordu ama sopa hep elde duruyordu zaten. Sopa’nın bu sefer ki gerekçesi “molotof” ve “eylemlerde kimliğini saklamak” oluşturdu. Ve Davutoğlu Hükümeti, çok değil daha Şubat ayı başında “demokratikleşme paketi” ile değiştirilen birçok düzenlemeden geri adım atmasının ve hatta daha da faşizan sınırlamalar getirilmesini öngören güvenlik paketinin gerekçesini oluşturmuştu. Şubat ayında "suç şüphesinin varlığını gösteren olgular" yerine “somut delil” şartı getiren o zaman ki Hükümet, şimdi “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe” yerine “makul şüphe”nin yeterli olacağını söylüyordu. Paket’in Şubat ayındaki ismi “demokratikleşme” idi, şimdiki adı “reform” oldu. (Tam adı "Özgürlüklerin Korunması ve İç Güvenlik Reform Paketi"). AKP’nin bu kadar hızlı ve rahat dönüşümünü sağlayan aynı zamanda, Cemaat’in HSYK’da gücünü kaybetmesi oldu elbette. Adı “demokratikleşme paketi” olan bir önceki düzenlemede amaç, cemaatin savcılarının yetkilerini kısarak kendilerini korumak iken şimdi Kürtlere karşı yaptırım oluşturarak (yine) kendilerini korumak. Bu arada herkese “bir parmak bal” çalmayı da ihmal etmiyorlar. Bu "güvenlik paketi”nin ilk kısmını Hükümet, bu yasa hükümlerinin uygulayıcısı olacak hakim ve savcılara zam öngören teklifi ekleyerek Meclis'e sundu. Bir de Kürt vatandaşların kendilerini yeniden adlandırmasında kolaylık sağladı, artık “isim veya soy ismi değiştirmek için mahkeme kararı şartını” gerekmeyecek, sadece dilekçe vermek yeterli görülecek. (Zaten devlet, vatandaşlarını isimle tanımıyor ki artık, numara ile tanıyor). Kendilerine düşen bal ise ayakkabı kutularıyla oldu. 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarında toplam 209 “şüpheli”nin tamamı hakkında takipsizlik kararı verildi. (Bağımsız Yargı’nın haklarında takipsizlik kararı verdiği bu 209 kişinin kimler olduğunu bu ülkedeki herkes biliyor zaten). 1 Sonuç itibariyle, hiçbir tutarlı stratejik planı kalmamış, tüm ilik-

lerine kadar yozlaşmış AKP iktidarı, iktidarda kalmak ve iktidarını sürdürmek için (görüldüğü gibi) son noktaya gelene kadar direnecektir. Halkın kararlı, yaygın ve militan (yıkıcı veya yapıcı) direnişi siyasi iktidara mutlaka diz çöktürmektedir, diz çöktürecektir. Ancak her bir adım geri çekildiğinde yeni bir taktikle saldırıyı sürdürmeye çalışacak ve bu arada kendi yamalarını da dikmeyi fırsat bilecektir. Bugün demokratlara, ilericilere, sosyalistlere düşen görev AKP iktidarına halktan yana vurulacak her hamleyi büyütmeye, güçlendirmeye çalışmaktır. Aynı Kobane gündeminde yapıldığı gibi. Devrimciler, krizin çıktığı andan itibaren Kobane’nin yanı başında yerlerini almış, mahallelisinden üniversite gençliğine, kamu çalışanından taşeron işçisine kadar Kobane sınırında yer tutmuştur. Hopa’dan Edirne’ye kadar örgütlü ilişkilerin olduğu her yere Kobane taşınmıştır. Gericilerin ve faşistlerin Kobane gündemini şovenist bir saldırganlığa dönüştürme çabalarına karşı her barikat dayanışmanın, birlikte mücadelenin yeniden üretildiği yerler olmuştur. Gerekçesi ne olursa olsun gerici, faşist saldılar karşısında militan bir karşı koyuşun yanında toplumsal bilincin yaygınlaştırılması da kaçınılmazdır. Kobane’yi bir dış politika sorunu (dış güçlerin tezgahı) olarak gören ya da Kürtlerin sorununa indirgeyen bakış açısı AKP iktidarına karşı mücadeleyi zayıflattığı gibi gerici, faşist saldırıların cüretini arttırmıştır. Gerici ve faşistler için Kobane (Kürtler) sadece bir gerekçedir, asıl amaçları halk üzerinde “sivil şiddetin” korkusunu yayarak sokağı işgal etmektir ve o sokağı (başka nedenlerle de olsa) çıkılamaz hale getirmektir. Devrimciler bu bilinçle hareket ettikleri gibi bu bilincin yaygınlaştırılmasına da çalışmışlardır. Tüm bunları yaparken iç örgüt konformizmi umurlarında olmamış, sol içi yakın akraba rekabetlerini dert etmemiş, kısa/orta/uzun vadeli grup çıkarı yapmamışlardır. Aynı düşünme sistematiği ve davranış tarzı, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da AKP iktidarına halkın çıkarlarından, halkın haklarından doğru vurulacak her darbede de geçerli olacaktır, geçerli olmak zorundadır. Kobane’nin damgasını vurduğu son onbeş günde yaşananlar sol için neyin, nasıl yapılması gerekti-

ğini gösterdiği kadar neyin, nasıl yapılmamasını gerektiğini göstermiştir. Sol siyaset için adeta bir turnusol kağıdı olmuştur,2 her olağanüstü dönemin olağan siyasetlerin ve siyasetçilerin gerçek niteliğini gösterdiği gibi. Açıkça, çok uzatılması ve derinleştirilmesi gerekli olsa da kısaca birkaç siyasal tercihe işaret etmek, solun ortak geleceği, ortak aklı için kaçınılmaz. Kürt sorunu ve Kürt siyasi hareketi ile (söylem oluşturmanın ve kişisel temsiliyeti göstermenin dışında) gerçek bir toplumsal mücadele bağı kurmayan, kendi kitlesinde bile bu konuda ideolojik/politik bir netlik oluşturamayan siyasi yapılar -ki bunların başında ÖDP gelmektedir- bu süreçte neredeyse tamamen devre dışı kalmıştır. Siyaset yapıcıların bu zafiyeti, Batı’da sürdürülmesi zorunlu olan, gerek bağımsız gerekse de Kürt halkıyla birlikte verilmesi gereken mücadeleyi kadük bıraktığı gibi birlikte mücadelenin içinde olmayı arzulayan, gönlü sokakta olan iyi niyetli devrimci unsurları atıllaştırmakta, Kürt halkıyla ve Kürt mücadelesiyle aralarına mesafe koydurmaya neden olmaktadır. Üstelik “Haydi O Zaman” dedikleri, “Bu köhnemiş düzeni zalimlerin başına yıkalım” çağrısı yaptıkları ve “Birleşik Haziran Hareketi”ni3 kurduklarını ilan ettikleri bu dönemde! Kişisel samimiyet zorunlu olduğu kadar siyasetin de samimiliği gerek. Bu noktada üzülerek hatırlatmak gerekir ki devrimciler için Haziran İsyanı yedeklenilmesi gereken değil özneleriyle, içeriğiyle, ruhuyla ilerletilmesi, taşınması gereken bir sorumluluk.4 Ümit edelim, bu sorumluluğu taşısınlar. Birlikte mücadelenin koşulunun aynı masada oturmak, büyük isimlerle adlandırılmakla yetmeyeceği bilinir. Dün olduğu gibi5 bugün ve bundan sonra da devrimciler; ortak bir sol cephenin oluşmasına (başta Türk ve Kürt sosyalistleriyle olmak üzere, toplumun bütün ilerici ve demokrat Alevileri, kadınları, LGBTİ’ler, üniversiteli ve liseli gençleri, kent ve doğa savunucuları, güvenceli güvencesiz emekçileri ile) bütün güçleriyle çalışacak, bu cephenin Karadeniz’de, Trakya’da, Akdeniz’de her bir nüvesini ilmek ilmek örecek, sokağı/barikatı bu cephenin gerçek adresi olarak ikametgah eyleyecekler. Kobane süreci neyin, nasıl

yapılmayacağını da göstermektedir. Kobane’deki Kürtlerin sıkışmışlıklarını, (kaba bir indirgemecilikle) ABD emperyalizmiyle işbirliği yaparak aşmaya çalıştıklarını “tespit etmek” ve bu durumdan Batıdakilere antiemperyalist bir yurtseverlik tavrı üretmeye zorlamak, (zamanlaması ve adresi de göz önüne alındığında) olsa olsa örgütsel ihtiyaçlardan kaynaklanır. Elbette ki şu doğrudur, Kürt Hareketi özellikle son dönem (biraz da can havliyle) ABD ile ilişkilerinde “özensiz” ve siyasal sonuçlarını göz ardı eden bir ilişki içinde görülmektedir. Özellikle bu durumun en vahim yanı Kürt halkı içinde “ABD yardımı”nın kullanılan bir ilişki olarak algılanması yerine, “minnet duyulan” bir ilişki halini alma tehlikesidir. Bu durumun eleştirilmesi, bunun vahim sonuçlar doğuracağına dikkat çekilmesi sosyalistler açısından bir zorunluluk olduğu kadar bir görevdir de. Ancak bilinmektedir ki Kürt Hareketi için böylesi tercihler yeni değildir. Hareket neredeyse varolduğu andan itibaren bölge güçleri arasındaki dengeleri gözetmiş (Esad’la Şam’da, Saddam’la Kandil’de ve hatta Barzani ile arasını “bozmamaya” çalışmış), sosyalist ilkelerin birçoğunu gözardı etmiştir (Bu durumu eleştirenler, kendileri aynı pozisyonda olsalardı, kuşkusuz farklı davranırlardı!). Bunda asıl neden; bölge koşulları (Ortadoğu) olduğu kadar, mücadeleyi “ulusal sorun” olarak kavramlaştırmak (ezilen halk sorunu olarak değil) ve ulusal mücadeleyi (ulusun bütün kesimleriyle) temel alma tercihidir. Kürt siyasi hareketinin kapsamlı bir eleştirisi bu eksenden kurulabilir ve bu eksenden hem Kürt sosyalistlerine hem diğer sosyalistlere “işe yarar” sonuçlar çıkarılabilir. Ancak diğer yandan görülmelidir ki bu hareket, tüm bu “olumsuzluklarına” karşın bölgedeki neredeyse tek laik, ilerici ve demokratik dinamiklere sahip halk hareketidir. Ve Rojava’yı ve Kobane’yi yaratabilmiştir. Bardağın dolu kısmını görmek ve bunu arttırmaya devam etmek yerine, bardağın boş kısmını daha da büyütmeye çalışarak içe siyaset yapmak, sosyalist ilke olarak sunulmamalı. Ayrıca emperyalist dönemin, kapitalist ilişkilerin kapsamlı bir analizine, devrimci strate-

ji çıkarımına dayanmayan bir kaba emperyalizm karşıtlığının sosyalistleri götüreceği yerler (tarihsel örneklerinde olduğu gibi) bellidir; ulusalcılıktan varolan devleti savunmaya, ulusal çıkar adına emperyalistler arası savaşlarda taraf tutmaktan gerici ittifaklara katılmaya kadar uzanır. Bizlerin bu noktadaki dayanak noktamız ise THKP’nin (Mahir Çayan’ın) ülkemizde anti-emperyalist mücadelenin anti-kapitalist ve anti-faşist mücadeleden ayrıştırılamaz olduğunu, kör bir bağımsızlık mücadelesinin verilemeyeceğini ortaya koyan yeni sömürgecilik ve sömürge tipi faşizm tespitleridir. Sahip olduğumuz ideolojik eksen sosyalizmi kimlerle, nasıl ve hangi devrimci yolu izleyerek kuracağımızı işaret ediyor. DİPNOTLAR 1-Bu arada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bu kişilerden “gelecek”te mutlaka hesap sorulacağının ve iki ellerinin iki yakalarında olduğunun müjdesini verdi de halkın yüreğine su serpti. Ama bugün nasıl hesap sorulması gerektiğine ilişkin birkaç ipucu verseydi, CHP’nin peşine daha çok insan katılırdı kuşkusuz. 2-Turnusol kağıdı kimyada kullanılan ayıraçlardan bir tanesidir. Çözeltilerdeki asit ve bazları ayırt etmekte kullanılır. Turnusol, asitle temas ettiğinde kırmızı, bazla temas ettiğinde mavi renk verir. Olağan durumda beyaz olan siyaset, durum değiştiğinde farklı renklere girebilmekte. 3-Bu isimde açıklanması gereken bir durum var elbette. Haziran ile kastedilen geçmişteki Haziran mı, önümüzdeki Haziran mı? 4-Bu ismi koymanın getireceği handikabı fark etmiş olmalı ki, Doğan Tılıç bile durumu açıklama ihtiyacı duymuş; “solun örgütlü örgütsüz farklı kesimlerinin ‘Birleşik Haziran Hareketi’ adıyla birlikte yürüme kararı, bir rol çalma değil asla”. 5-“Dün” konusuna bazı hatırlatmalar yapmak gerek. Solcuların birliğine, sol birliğe karşı çıkan yapıların başında Halkevleri gösterilmekte. Bu durum ya hafıza zayıflığından kaynaklanmakta ya da solcuların birliğinden anlaşılanın farklılığından. Çok kısa da olsa hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar var. Çok değil sadece son üç yılda alınan inisiyatifleri görmek yeter. Halkevleri, referandum tavrında ÖDP, TKP ve EMEP ile ortak tavır alınmasında inisiyatif almıştır. Yine açlık grevleri sürecinde Kürt sorunu konusunda ÖDP ve EMEP ile ortak tutum deklere edilmesinde inisiyatif almıştır. Yerel seçimlerde ortak aday çıkartılmasının zorlanması ve hatta bazı yerlerde ortak aday çıkartılması Halkevleri sayesinde gerçekleşmiştir. Başarısız girişim ise Haziran İsyanı’ndan önce, 2013 yılının başında ortak bir sol günlük gazetenin çıkartılması için yoğun çaba harcanmış ancak TKP ve ÖDP’nin kendi yayınlarından vazgeçememe tutumu bu girişimi sonuçsuz bırakmıştır. Birlikte mücadeleden, sandıkta birlik anlayanların bu inisiyatifleri göz ardı etmesine şaşırmamak gerek


4

GÜNDEM 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

Türkiye’de Laiklik sorunu-3: Sünni-Hanefi ‹slam neden devlet himayesine al›nd›?

T

ürkiye toplumunun "muhafazakar" bir "doğu toplumu" olduğu, toplumun bu öz niteliklerini görmezden gelen Kemalist elitin "tepeden inmeci batıcılığı"nın, toplumun dipten gelen direnci karşısında tutunamadığı, solun toplumun muhafazakar kimliğini ve "doğulu" öz niteliklerini veri sayarak politika geliştirmediği için Türkiye toplumu ile kaynaşamadığı liberallerin yarım yüz yıldır ağızlarında çiğnedikleri bir sakızdır. Bu yaklaşım tarzı Türkiye toplumundaki din kümelerinin ve pratiklerinin tamamını "ayrımsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle" olarak görmekte ve çoğunluğun inancı olan Sünni-Hanefi mezhebine tanınan ayrıcalıkları toplumun etkin talebinin bir sonucu olarak göstermektedir. 1924'ten 1932'ye kadar geçen 8 yıllık bir süre içinde "cenazesini kaldıramaz" hale gelen, "imamlarını dilencileştiren" bir Sünni-Hanefi İslam cemaati gerçeği bu tezlerin hiçbir geçerliliğe sahip olmadığının tarihsel kanıtıdır. Yüzyıllardır herhangi bir devlet korumasına sahip olmayan Aleviliğin ve çok yakın bir zamana kadar kendi haline bırakılmış olan Sünni-Şafi mezhebinin hayatta kalma yeteneği ile karşılaştırıldığında, SünniHanefi mezhebinin Osmanlı'dan bu yana aldığı "devlet desteği"nden yoksun kaldığında dinsel kurumlarını sürdürme yeteneğinin son derece zayıf olduğu görülecektir. Kemalizm’in Anadolu toplumunu Türk kimliği çerçevesindeki tek tipleştirmesinin "zayıf bağı" olan Sünni-Hanefi İslam'ın devlet himayesine alınması, emperyalist yeni sömürgecilik politikalarının gereksinim duyduğu toplumsal temelin inşasının bir parçası olarak ele alınmalıdır. Türkiye toplumunu soyut siyasi ilkelerden hareketle "yeniden inşa etmeye kalkışan" tek girişimin Kemalizm’den geldiği iddiası, ABD emperyalizminin güdümlediği egemen sınıflar oligarşisinin izlediği "Muhafazakar-Türk toplumu" inşa hareketini görmezden gelmektedir. Ferda Bu körlük, Türkiye Koç toplumunda geliştirilen siyasi gericilik ve ırkçılığın ve bu ferdakoc@ temel üzerinde meşruiyet hotmail.com kazandırılan sömürge tipi faşizmin toplumsal kaynaklarının gizlenmesine yardımcı olmaktadır. Sünni-Hanefi inancının devlet himayesi altına alınması, yalnızca "komünizme karşı mücadele"yi değil, aynı zamanda yeni sömürge kapitalizminin inşası için toplumsal bir kabulleniş yaratmayı hedeflemiştir. Bu politikaların yarım yüzyıllık uygulaması, sonunda Siyasal İslam'ı neoliberal yeni sömürge kapitalizminin iktidarı haline getirmiştir. İslamcı-Neoliberal AKP iktidarının iç politikadaki mezhepçi faşizmiyle bütünleşen "tevekkül kapitalizmi"nin dışlama ve güvencesizleştirme potansiyelinin yüksekliği, İslamcı-Neoliberal kamusallığın toplumu bir "dışlanmışlar hapishanesi"ne, üretim alanını emekçiler için ölümcül bir arenaya dönüştürme becerisi, Siyasi İslam’ın Türkiye'deki yeni sömürge kapitalizminin "öz evladı" olduğu gerçeğinin sağlaması olarak karşımızda durmaktadır. AKP'nin İslamcı-Neoliberal politikalarının dış politikadaki izdüşümü olan Türkiye-Katar-Suudi Arabistan koalisyonunun dağılması, Müslüman Kardeşler’in emperyalist güçlerin gözünden düşmesi gibi olgulara bakılarak, ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki sömürgesel fetih ve yeniden sömürgeleştirme politikalarında "Siyasal İslam’ı" gözden çıkardığı ve Ortadoğu'nun "seküler" politik aktörlerini öne çıkarmaya karar verdiği biçimindeki gözlemler son günlerde emperyalizm-sever liberal çevrelerin umut kaynağı olmaktadır. Oysa Ortadoğu'daki işlerini öteden beri Siyasi İslam'ın sponsorluğuyla yürüten emperyalistler için bölgenin seküler aktörlerinin (PKK, FHKC, Arap Solu, Türkiye Solu) içerisinde yer alacağı bir siyasi merkezin "işbirliği"nden çok tehdit vaat ettiği, bunlar dışındaki kumandalı-seküler figürlerin siyasaltoplumsal ağırlık merkezi oluşturamayacak bir zayıflık içinde olduğu bilinmektedir. Bu nedenle ABD emperyalizminin Ortadoğu politikalarındaki güncel revizyonunda "dere geçerken at değiştirmesini" ummak gerçekçi değildir. Yalnızca IŞİD'e karşı oluşturulan "Koalisyon"un siyasi bileşenlerine bakmak bile öngörülen revizyonun Siyasal İslam ittifakını terk etmek değil denetim dışılıklarını yeniden güdümlemeyi amaçladığının anlaşılmasını sağlar. Dolayısıyla Laiklik, Türkiye'de ve Ortadoğu'da neoliberal yıkım ve sömürgecilik politikalarına karşı geliştirilecek eşitlikçi, demokratik, bağımsızlıkçı bir hareketin vazgeçilmez bir kurucu ilkesi olacaktır. Suriye İç Savaşı’nın yarattığı siyasi kriz atmosferi içinde baş gösteren Rojava Devrimi sürecinin Kürt Ulusal Özgürlük hareketine Ortadoğu'nun en önemli demokratik dinamiği imajını kazandırmasında, temsil ettiği "seküler-demokratik alternatif"in belirleyici olması bunun kanıtıdır.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Ergenekon Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No: 175/2 fi‹fiL‹/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

Müzakere masasının bir ayağı çukurda Bugüne kadar müzakere masasında Kürt hareketinin karşısındaki tek muhatap olmanın avantajını kullanan AKP, hala o masanın ucunda ama aynı zamanda kendi yarattığı çukurun içinde, bir çıkış arıyor AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

H

DP heyeti 21 Ekim’de Abdullah Öcalan’la yaptığı görüşme sonrasında 15 Ekim itibariyle “süreç”te yeni bir aşamaya geçildiğini ilan ederek AKP’nin acil somut adım atmasını istedi. Heyetin aktarımlarına göre Öcalan, “Henüz kendi yerelliğimizden yola çıkarak evrensel çözümlere ulaşma şansımız varken bu hamleyi yapmazsak, bölgemiz başka güçlerin, salt kendilerini merkez alan dayatmalarının ve uygulamalarının girdabında telef olacaktır” dedi. Öcalan’ın “başka güçler” ile ABD emperyalizmi liderliğindeki uluslararası koalisyonu kastettiği ortada. IŞİD saldırıları karşısında, Kobanê’ye “yardım koridoru” açılması yönündeki bütün çağrı ve uyarılara rağmen, AKP herhangi bir adım atmamış ve Kobanê’nin düşmesini beklemiş, bu nafile bekleyiş sırasında ABD devreye girmişti. 15 gün içinde yaşananlar yalnız kendisini merkez alan AKP siyasetinin, nasıl ABD dayatmalarını kaçınılmaz hale getirip kendisini de telef edebilecek bir girdaba yol açtığını ortaya koydu. Türkiye’nin IŞİD’e direnen Kobanê’ye kapıları açması için Kürtlerin yanısıra hem Türkiye hem de uluslararası kamuoyundan gelen çağrılar AKP tarafından yok sayılırken, Öcalan 6 Ekim'de kardeşiyle şu mesajı göndermişti: “Çözüm için 15 Ekim'e kadar bekleriz. Gelen heyetlere dediklerimizi aktarırız ondan sonra yapacağımız bir şey kalmaz. Çözüm süreci diyorlar, çözüm süreci diye bir şey yok.” IŞİD saldırılarının doruğa çıktığı o gün gerek Kürt hareketinin gerek sosyalistler başta olmak üzere demokrasi güçlerinin çağrıları ile kitleler AKP-IŞİD ittifakına karşı Kobanê’yle dayanışma için sokaklara döküldü ve 7 Ekim’de do-

ruğa çıkan ve Fırat’ın iki yakasını da sarsan bir halk isyanı yaşandı. Öyle ki AKP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem, “6-7 Ekim’de ikinci Gezi’yi yaşadık” diyecekti. AKP, soluğu İmralı’da aldı ve Öcalan’dan eylemlerin son bulması yönünde çağrı yapmasını istedi. Kobanê’ye yönelik ablukayı kısmen gevşetse de, ne yardım koridoru açmaya ne de IŞİD’e karşı tavır almaya yanaştı. Hava saldırıları ile Kobanê denklemine dahil olan ABD, AKP’nin IŞİD’e karşı adım atmamakta diretmesi karşısında artık sabrının tükendiğini açıktan ifade edip, Erdoğan’a telefonla ayar verme ve AKP’ye ne yapacağını dikte etme aşamasına geçti. 18 Ekim’de Afganistan’dan dönerken uçakta “PYD’nin terörist bir örgüt olduğunu, silah desteği verilemeyeceğini, ABD’nin böylesi isteklerine

‘evet’ diyemeyeceklerini” söyleyen Erdoğan, ertesi sabah kendisini arayan Obama’nın “PYD’ye silah yardımı yapıyoruz, peşmerge Türkiye üzerinden Kobanê’ye geçecek” sözlerini emir telakki etti. Ertesi günkü Bakanlar Kurulu toplantısının ardından AKP tarihinde bir ilk gerçekleşti ve hiçbir açıklama yapılmadı. AKP bütün sözlerini yutmak ve ABD tarafından ne dendiyse onu yapmak zorunda kalmıştı. Süreç artık AKP ile Kürt hareketinin siyasi temsilcileri arasındaki bir süreç olmaktan çıkıp, sokak hareketinden ABD’ye çok farklı siyasal güçlerin dahil olduğu bir başka sürece evrilmiş durumda. Bugüne kadar müzakere masasında Kürt hareketinin karşısındaki tek muhatap olmanın avantajını kullanan AKP, hala o masanın ucunda ama aynı zamanda kendi yarattığı çukurun içinde, Öcalan’a bakıyor, bir çıkış arıyor.

AKP, 6-7 Ekim isyan› karfl›s›nda solu¤u ‹mral›’da ald› ve Öcalan’dan eylemleri durdurmas›n› istedi.

Barış için savaş ikazı 18-19 Ekim 2014 tarihlerinde Ankara'da düzenlenen II. Demokrasi ve Barış Konferansı, müzakere sürecinde yaşanan tıkanmanın basıncı altında ilk konferansa göre daha sınırlı bir katılımla gerçekleşti. Halkların Demokrasi Kongresi’nin (HDK), Halkevleri ve EHP’nin katkılarıyla düzenlediği konferansa Kobanê direnişi damgasını vururken, ABD emperyalizminin ve AKP’nin bölge politikalarının barış önünde engel olduğu, barışın tek güvencesinin halkların direnişi olduğu belirtildi. Demokrasi ve Barış Konferansı Sonuç Bildirgesi’nde, hükümetin

Kobanê politikası “Soykırım teşebbüsüne karşı harekete geçmedi” diye eleştirilirken, yine hükümetin 'çözüm süreci' için sorumluluk üstlenmediği, adım atmadığı belirtildi. 'Onurlu barış'ın esas alınmasını isteyen konferans, baş müzakereci olarak Öcalan'ın koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini belirtti. Bildirgede, “Barış ve çözüm istikametinde kararlı bir yürüyüş başlatılmazsa, son 30 yıldan devraldığımız çatışma potansiyeli, halklarımızı öncekinden çok daha şiddetli ve karmaşık bir kavganın kucağına atabilir” uyarısı yapıldı.

Aleviler ne yapmamal›?

Samut Karabulut Halkevleri Genel Baflkan Yard›mc›s›

12 Ekim’de Alevi Örgütlerinin ‘eğitimde yaşanan hak ihlallerine, ayrımcılığa, asimilasyona karşı’ mitingi vardı. Düzenleyici örgütlerden PSAKD mitingden çekilmiş ve katılım oldukça düşüktü. Edindiğimiz bilgiler miting ve yürüyüş kararı üç alevi örgütü (Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Alevi Kültür Dernekleri) tarafından alınıp, 15 Eylül’de de yürüyüşün başlatıldığı 10 Ekim’de ise PSAKD’ın çeşitli gerekçelerle mitingden çekildiği doğrultusundadır. “Eğitimde hak ihlallerine dikkat çekmek, bu konudaki taleplerimizi toplumsallaştırmak ve yeni öğretim yılında karşı karşıya kaldığımız azgın asimilasyon süreçlerine karşı çıkmak için başlattığımız ve 12 Ekimde Ankara’da yapılacak bir mitingle sonlandıracağımız yürüyüşümüz, ülkemizde yaşanan son gelişmelerde göz önünde bulundurularak ileriki bir zamana ertelenmiştir” (http://www.pirsultan.net/haberdetay-277-12-ekimyuruyusumuz-ertelenmistir.html). PSAKD’nin çekilme gerekçeleri ve provokasyon olacak söylentileri Alevi örgütleri ve toplumu içerisinde

daha çokça tartışılacağa benziyor. Ancak hemen baştan söyleyelim: Aleviler böyle yapmamalı! Alevilerin bir yığın birikmiş sorunları dururken; Ortadoğu’da ve Türkiye’de ABD ve AKP eliyle mezhepçilik tırmandırılırken ve mezhepçilik Alevilerin kafasının kesilmesini farz görürken; Türkiye’de mezhepçi ve Alevilere dönük asimilasyoncu ve açıktan Alevi düşmanlığı yapan siyaset Cumhurbaşkanlığı makamına kadar tırmanmışken yani devletin tüm mekanizmalarına hakim olmuşken Aleviler böyle yapmamalı! AKP sokakları tüm muhaliflere yasaklamaya çalışırken; provokasyonu ve mezhepçi-faşist terörü tırmandırırken; halkları, sivil ve resmi terörle korkutmayasindirmeye çalışırken; asimilasyona, faşizme, Kürt düşmanlığına, Kobane’de AKP destekli bir katlia-

ma karşı insanlık onuru için hayatı pahasına sokağa çıkan yüzbinler AKP tarafından ezilmeye çalışılırken Alevi örgüt yöneticileri böyle yapmamalı! Bunlar daha çoğaltılabilir. Alevilerin yaşanan gelişmeleri can güvenliği kaygısıyla izledikleri, ne yapmalı, nasıl yapmalı sorularına cevap bulmaya çalıştıkları bir süreçte, Alevi toplumunun geleceğini karartmaya mal olacak kimi kişisel kaygıların, korkuların, yetersizliklerin, tereddütlerin, siyasi hesapların hakim olmasına izin verilmemelidir. Mitingin zayıf geçmesinden kimse kendisine, partisine, derneğine, grubuna, makamına fayda beklememeli ve mitingin zayıf geçmesinden kendileri için pozitif politik sonuçlar çıkartanlara dikkat edilmeli ve hoşgörülü yaklaşılmamalıdır. Her şeye rağmen mitingi iptal etmeyerek kararlı duruş göstermeye çalı-

“Hararet nardadır sacda değil/Keramet baştadır tacda değil/Her ne arar isen kendinde ara/Kudüste Mekkede Hacda değil”

şan yöneticiler de mitingin zayıf geçmesini sadece kendi dışlarındaki nedenlere bağlamaya kalkmamalıdır, süreçteki kendi yetersizliklerini de doğru biçimde saptamalıdırlar. Ne yapmamalı, nasıl yapmamalı sorularına eşlik eden bu kadar negatif saptamaya hiç olmazsa bir de pozitif yanıt verme zorunluluğu ortaya çıkıyor, yoksa ortaya oldukça karamsar bir tablo çıkacaktır. Oysa iyimser olmak için epey fazla somut gerekçemiz de var. Haziran İsyanı boyunca ortaya çıkan önemli bir gerçek Alevi gençlerinin taşıdığı direnişçi, devrimci, yaratıcı dinamizmdir. Bu dinamizm kendi kurtuluşlarının bu ülkenin tüm ezilenlerinin kurtuluşundan bağımsız olamayacağını büyük acılarla tecrübe etmiş Alevilerin yaslanması gereken potansiyele de işaret etmektedir. Alevi örgütlenmelerinin güçlendirilmesi ve işleyiş sorunlarının giderilmesinin yanında (ve bunu da gerçekleştirecek), Alevilerin sorunlarının ve bekleyen tehlikelerin üstesinden gelebilme perspektifine, iddiasına sahip ve geniş Alevi kesimlerini kapsamayı hedefleyen meclislerin oluşturulmasına kafa yorulması zamanı geldi, geçiyor.


5

KOBANÊ 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

Kobanê düşmedi, düşmeyecek

Emanetine sahip ç›k! Kobanê gündemi savaşın sıcaklığıyla kavrulurken, savaşın yok ettiği hayatlar da, belirsizlik örtüsü altında kalmaya devam ediyor. On binler; evlatlarını, yuvalarını, topraklarını ve sahip oldukları her şeyi geride bırakarak, omuzlarına yükledikleri acılarıyla yollara düşüp Pirsus’a (Suruç) sığındı. Birkaç hafta önce evlerine, işlerine, okullarına giden, kendi topraklarında özgürce dolaşan insanlar, şimdi çadır kentlere mahkum olmuş, yarına dair onlarca kaygıyı yüreklerinde büyütüyorlar. Rojava Çadır Kenti'nden gönüllü Dilan, “Çocukların hayatları çalındı. Belki de bunun yerini doldurabilecek bir şeyler yapabiliriz. Çocukların becerilerini geliştirebilecekleri bir alana ihtiyaçları var” diyor. Bir başka kampta IŞİD’in elinde bir süre tutulan çocuklardan biriyle karşılaşıyorum. 150 çocuğa Halep’in Halluç Köyü’nde 4 ay boyunca bir medresede zorla din dersi verilmiş. “Bütün günümüz namaz kılarak, ders yaparak ve oturarak geçiyordu. Kapılar kilitliydi" diyor çocuk. Babası ise yaşadıkları en ağır travmanın ise kendilerine iki günde bir izletilen savaş videoları olduğunu anlatıyor. Çocuklara Türkiye’ye giderek propaganda yapmalarını istemişler. “Eğer yanlış bir şey yaparsanız arkadaşlarınızı öldürürüz" diye tehdit etmişler. Bir diğer kampta gönüllü çalışan Emrah ve Çekdar, sosyal medyadan acı paylaşmanın yetersizliğine dikkat çekiyor. Gönüllüler, sığınmacılarla birlikte kamplarda yaşıyor ve tüm zamanlarını onlarla geçiriyor. Ağabey, kardeş, amca, dayı, heval… Emrah anlatıyor: “Biz burada dayanışma kültürünü ve paylaşmaya dayalı bir yaşamı kurmaya çalışıyoruz. Kobanê’de kesintiye uğrayan süreci ve kantonların yaratmaya çalıştığı yeni insanı burada yaşatmaya çalışıyoruz." Bazı yardım malzemelerinin ihtiyaç fazlası olduğu gibi bazı acil ihtiyaçların ise karşılanamadığını anlıyorum. Murat Depolarda toparlanan Bay yardımların kendilerinin bildirdiği adet ve nitelikte muratbay63@ kendilerine ulaştırıldığını ve gmail.com yardımların direkt depolara bırakılmasını ısrarla vurguluyorlar. Haziran İsyanı sonrasında Türk-Kürt kardeşliğinin iktidarın tanımlamalarından kendini kurtarıp, halklar arasında pekiştiğini bolca yazıp, çizip, vurgulasak da bunun pratikte Kobanê ve Pirsus’a pek yansımadığını görüyorum. Son bir ay içerisinde Türkiye’nin batısından insanlar otobüslerle destek için gelseler de, bu durum bölge halkında bazen ”turistik sol gezi” olarak yorumlanıyor. Burada insanlar; savaşın, ölümün, yoksulluğun her halini, iliklerine kadar yaşıyor. Anadolu’nun ve Ortadoğu’nun bütün halkları eğer ki birbirleriyle kardeş ise, işte şimdi bütün ön yargılardan kurtulup kardeşlerinin yanlarında olma zamanıdır. Burada kardeşlerinin anlatacakları çok şey var ama susuyorlar… Şimdi ellerini tutup onları dinlemenin zamanıdır. Yıllar sonra “Kobanê, insanlık onuru adına kadınlarıyla gençleriyle vahşet ordularına karşı savaşırken ne yapıyordun” sorusuna verilecek bir cevabımız olmalıdır. Kamplardaki (büyük çoğunluğu yaşlı ve çocuk olan) insanların anneleri, babaları, kardeşleri Kobanê sokaklarında savaşıyor. Bu insanlar bizlere Kobanê savaşçılarının emaneti. Şimdi emanete sahip çıkmanın zamanı…

Dünyanın kayıtsızlığı, koalisyonun sessizliği, AKP’nin cephe alışı, Irak Kürdistanı’nın pazarlık masası, IŞİD’in dört yandan gelen ağır saldırıları… Kobanê Direnişi bir ay içerisinde bütün tutum ve hesapları tersine çevirdi. Kobanê şimdi bir yandan IŞİD’i geri püskürtme bir yandan da bağımsızlığını koruma mücadelesi veriyor ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

K

obanê Direnişi, ardında bıraktığı beş haftanın her bir gününde "Ortadoğu'nun Stalingrad'ı" nitelemesini daha fazla hak etti. Hak edişin temelinde elbette kent merkezinde ve çevresinde IŞİD saldırılarına karşı yürütülen askeri stratejiler ve mücadele var; ancak sadece bununla açıklamak eksik kalır. PYD/YPG/YPJ öncülüğünde sürdürülen direniş ABD başta olmak üzere emperyalist güçlerden "aktif taşeron" AKP'ye, Esad yönetimi bölgedeki Kürt örgütlülüklerine kadar tüm öznelerin planlarını değiştirmeye zorladı. Kobanê Direnişi ile; ulusal, bölgesel ve uluslararası öznelerin PYD’yi hesaba katmadan denklem oluşturamayacağı netleşti.

KOBANÊ DÜfiMED‹, AKP SALLANDI Tayyip Erdoğan, IŞİD'in Kobanê Kantonu'nda saldırılarına başladığı 15 Eylül'den sonra 20 gün boyunca zar zor ağzında tuttuğu baklayı 7 Ekim günü çıkardı. O "Kobanê düştü, düşecek" derken, muhtemelen danışmanları "Bakın bunlar terör örgütünün uzantıları ama biz bunlara da kucak açtık" dediği konuşma metinlerini dahi hazırlamıştı. Ama egemen medyanın manşetlerine taşıdığı üzere "beklenen olmadı." Kobanê düşmediği gibi, direnişi Türkiye'ye sıçratmasıyla AKP'yi salladı. Peki ama Rakka, Deyreizor, Manbiç, Cerablus, Tel Abyad ve Halep kırsalından tankları, ağır silahları ve binlerce üyesiyle Kobanê'ye yığınak yapan IŞİD; ellerinde hafif silahtan başka bir şeyi olmayan, mermilerini ertesi günü düşünerek sıkan YPG/ YPJ savaşçılarını nasıl alt edemedi? DAR ALANDA CEPHELER IŞİD'in geleneksel hareket tarzı, çöl ve ova arazisinin coğ-

rafi genişliğini kullanarak hızlı birliklerle ilerlemekti. YPG, stratejisini IŞİD'in bu hareket tarzını iyi okuyarak kurdu. Yer yer kontrolün kaybolmasına yol açan sivil halkın paniğine karşın, kantondaki köylerden aşamalı ve hızlı biçimde geri çekildi. Böylece hem Şengal'dekine benzer bir katliamı engelledi, hem de savaş çemberini daraltarak gücünü kent merkezinde mevzilendirdi. IŞİD ise kademe kademe kurallarını YPG'nin belirlediği oyunun içine çekildi. Sıra, YPG'nin stratejisinin temelini oluşturan kent savaşındaydı. Ne de olsa kent YPG'nindi. ÖNCE DURDUR, SONRA VUR Uzaktan havan atışları yaparak Kobanê'nin kenar mahallelerine kadar gelen IŞİD, YPG'nin "daraltılmış alanda cephe" taktiğine uymak zorunda kaldı. Hareket etmeye her yel-

tendiği anda pusuya düşürülen çeteler, yüzlerce kayıp vermeye başladı. IŞİD, ilerleyişinin durdurulması üzerine taktik değişikliğine giderek bomba yüklü araçlarla intihar eylemcilerini devreye soktu. Her patlamada YPG mevzilerinde açılacak gedikten ilerlemeyi hedefledi. Ne var ki YPG, bu saldırıların büyük çoğunluğunu önceden imha edilerek püskürttü. 19 Ekim'de Sendika.Org'a konuşan bir YPG savaşçısının aktarımı da durumu özetliyordu: "Çatışmalarda çok ciddi bir sıkıntı yaşamıyoruz. Biz olduğumuz yerde duruyoruz, onlar geldikçe de vuruyoruz. Bomba yüklü araçlarını 500 metreden fark ediyoruz ve imha ediyoruz." KOAL‹SYONUN ‹NSAFI DE⁄‹L, YPG'N‹N ‹N‹S‹YAT‹F‹ YPG, Serêkaniyê'de gösterdiği ilk pratik ve Şengal'de katlia-

mın boyutlarının daha da büyüasgari düzeyde etkilenen IŞİD, mesini engelleyen hamlesi ile YPG'nin zorladığı cephe düzealanda IŞİD'i durdurabilecek ninde keklik gibi avlanmaya tek güç olarak öne çıktı. Bu inibaşladı, ağır silahlar birer birer siyatifi ile uluslararası kamuoyu- imha edildi. IŞİD'in ikmal hatlanun gözünü üzerine diktiği rını vuran ise Suriye ordusu olYPG, Kobanê Direnişi'ni özeldu. likle üçüncü haftadan itibaren Sonuç olarak; yardımlar başTürkiye'deki serhıldan ve Avrulayana kadarki gelişim seyriyle pa'daki kitlesel yürüyüşler ile Kobanê Direnişi hanesinde pek toplumsallaştırdı. Böylece koaçok dersi barındırdı. Kendisini lisyon güçleri ve AKP sıkıştırıldı, bölgede politika yürüten özneleKobanê'yi "kaderine mahkum rin hemen hemen hepsine kabul eden" yaklaşım meşruluğunu ta- ettiren PYD’nin, savaşın yeni mamen yitirdi. aşamasında emperyalizmin müKobanê Direnişi'ne uzun südahalesi karşında “bağımsız” re kayıtsız kalan koalisyon güççizgisini koruyup koruyamayaleri, 28 Eylül'de başlattığı hava cağı, “belirleyici özne” konumusaldırılarını her geçen gün daha nu yitirip yitirmeyeceği birer soda yoğunlaştırdı. Rakka'da ve ru işareti olarak duruyor. Erbil yolunda geniş coğrafi alanda dağınık hareket edişi ve yatay örgütlenmesiyle hava "S›¤›nmac› say›s› 100 bini geçerse tampon saldırılarından

AKP ne istiyor?

bölge gündeme gelir." Tayyip Erdo¤an'›n 16 Ekim 2012'deki bu sözleri, sadece beyhude diklenifllerinden bir kesit de¤il, ayn› zamanda tampon bölge önermesinin Rojava'da demokratik özerklik ilan›ndan bu yana AKP'nin dilinden düflmedi¤inin de göstergesi. Tampon bölge "silahs›zland›rma" özelli¤iyle bölge halk›n› siyasal haklar›ndan ve savunmas›ndan yoksun b›rakan, "uçufla yasaklanma" özelli¤iyle Suriye ordusunun hareket kabiliyetini s›n›rlay›p Ifi‹D’in elini rahatlatan bir önermeydi. Ancak bununla da yetinmeyip flartlar manzumesine yeni maddeler ekleyen Erdo¤an, "e¤it-donat meselesi" ve "rejim meselesi" diye anlatmaya çal›flt›¤› iki yeni flart ile PYD/YPG'nin "hizadaki muhalefet" çizgisine gelmesini istiyor. Özetle; AKP'nin Suriye'deki flartlar listesi, Türkiye'deki çözüm sürecinden farkl› bir amaç içermiyor: Kürt hareketinin tasfiyesi!

S

Yardım koridoru ne anlama geliyor? Kürt hareketi, Kobanê'de savafl› kent içine çekip direnifli toplumsallaflt›rma politikas›n›n temel talebini ise "yard›m koridoru" olarak belirledi. Talep ilk olarak KCK Yürütme Konseyi üyesi Murat Karay›lan taraf›ndan 7 Ekim'de "Türkiye söz verdi ama sözünü yerine getirmedi. 15 gündür aç›lmayan bir koridor, ambargo ve kuflatma tutumudur" sözleriyle dillendirildi. Kürt hareketinin önerdi¤i yard›m koridoru SerêkaniyêKobanê (Ceylanp›nar-Mürflitp›nar) aras›nda kurulacakt›. Böylece birincisi iki kent aras›ndaki Tel Abyad (Akçakale) Ifi‹D'den temizlenecek ve Ifi‹D'in ana damarlar›ndan biri kopar›lacakt›. ‹kincisi Cezîrê ve Kobanê kantonlar› fiilen birbirine ba¤lanacak ve Rojava'n›n Ifi‹D'e karfl› eli güçlenecekti. Üçüncüsü ve en önemlisi bir aydan fazla süredir Ifi‹D çetelerinin sald›r›lar› alt›ndaki Kobanê halk›na insani yard›m›n önündeki engeller kalkacak, yeni katliamlar yaflanmayacakt›. Karay›lan'›n "verildi" dedi¤i sözün içeri¤i bilinmese de Türkiye s›n›rlar›n›n Irakl› Kürt güçlerinin Kobanê'ye gitmeleri için aç›lmas›, at›lan ad›m›n Kürt hareketinin talebinin gerisinde oldu¤unun göstergesi.

Rojava ve direnişle gelen Kürt uzlaşması

Ifi‹D çetelerinin üç taraftan (do¤u, bat› ve güney) kuflatt›¤› Kobanê’ye askeri, t›bbi ve lojistik destek için aç›lmas› muhtemel iki güzergah bulunuyor: 1. Güzergah: Bu rotan›n kullan›lmas› halinde silah ve askeri güçler, Irak’›n kuzeyindeki Zaho S›n›r Kap›s›’ndan fi›rnak’›n Silopi ilçesine sokulacak ve ‹pek Yolu olarak bilinen uzun hat kullan›larak Kobanê’ye ulaflt›r›lacak. 2. Güzergah: Silah ve peflmerge güçlerinin Irak-Suriye s›n›r›ndaki Fiflhabur S›n›r Kap›s›’ndan geçerek, PYD kontrolündeki Serêkaniyê S›n›r Kap›s›’ndan Urfa’n›n Ceylanp›nar ilçesine girmesi, ve buradan Viranflehir yoluyla Kobanê’ye ulaflt›r›lmas›. Akçakale S›n›r Kap›s›’n›n karfl›s›nda yer alan Tel Abyad ise Ifi‹D’in elinde oldu¤u için kullan›lam›yor.

erêkaniyê Direnişi, Şengal Katliamı ve Kobanê Direnişi’nin en önemli sonuçlarından biri de Kürt halkının dört ülke topraklarındaki dağılmışlığını belirli siyasal ortaklıklar ekseninde toparlaması ve sınırları fiilen muğlaklaştırması oldu. Güney Kürdistan ve Rojava arasında son iki senede “ambargo”ya varacak ölçüde gerilen ilişkiler, 15 Ekim’deki Duhok Zirvesi’nde yeni bir evreye taşındı. Bu yeni evrenin en somut görünümleri “Rojava kantonlarının tanınması” ve “silah yardımlarının yapılması” kararları oldu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu sınırları açtıklarını ilan ederken “Kobanê peşmergeye muhtaç” algısı yaratmaya çalışadursun, Süleymaniye’de eğitilen Kürt savaşçı birlikleri Kobanê’ye hareket etti. Kürt örgütlülükleri arasındaki bu ortaklık, bir dizi gelişmenin sonucu olarak yaşandı. Irak cephesinde; Şengal’deki müdahalesiyle katliamın daha da büyümesini engelleyen YPG/HPG, IŞİD’in Erbil yürüyüşünde ve Rabia’nın geri alınmasında da peşmergeye omuz verdi. Suriye cephesinde ise Abdullah Öcalan’ın demokratik özerklik modeli deneyimlendi, “üçüncü cephe” çizgisi doğrulandı, silahlı muhalefetin ılımlı/radikal unsurlarına karşı çözümü demokratik yöntemlerle arama vurgusu karşılık buldu ve YPG’nin bölgedeki diğer halkların da katılımıyla 45 bin kişilik bir güce dönüşmesi meşruluğunu artırdı. Böylece ortaklığı sağlayan, daha doğru bir ifadeyle Mesut Barzani’nin pazarlık masasında elini zayıflatan Rojava Devrimi’nin iki yılı ve YPG/HPG’nin direniş çizgisi oldu.


6

DÜNYA 23 Ekim 2014 / 5 Kasım 2014

Halk›n Sesi

İrlanda ‘parasız’ sudan vazgeçmiyor PELİN ZORBAY

2

008 yılında İrlanda'da özellikle inşaat ve banka sektörlerinde yaşanan ekonomik kriz nedeniyle hükümet Avrupa Merkez Bankası, IMF ve AB'nin oluşturduğu troyka ile anlaşma yaptı. Yapılan anlaşmaya göre alınan kredi karşılığında İrlanda halkına ek vergiler dayatıldı. Banka kurtarmanın faturası İrlanda halkına kesildi. Ülkede işsizlik yüzde 4'ten yüzde 15'e yükseldi, bütçede ağır kesintilere gidildi, asgari ücret düşürüldü, Türkiye’deki KDV benzeri dolaylı vergiler artırıldı. İrlanda hükümeti son olarak halkın zaten dolaylı vergilerle bedelini ödediği su için evlere su sayaçları yerleştirerek suyu faturalandırma planını uygulamaya başladı. Suyun işletimi ve dağıtımını ise yeni kurulan çevre bakanlığına bağlı Irish Water şirketine verdi. Suyun özelleştirilmesine karşı çıkan ve kendi sözleriyle “iki kere ücret ödemeyi reddeden” halk, 11 Ekim günü Dublin'de 100 bin kişinin katılımıyla büyük bir eylem yaptı. Halk faturaları ödemeyeceğini söyleyerek boykot çağrısı yapıyor. Kampanyayı örgütleyenlerden Boykot Irish Water’dan Tara M. ile Facebook üzerinden görüştük. Tara, Halkın Sesi'ne şunları aktardı: ''11 Ekim'de yaklaşık 100 bin kişi (nüfusumuzun yüzde 2'si) evlerinde kullandıkları suya ödedikleri

Bugüne kadar su faturası ödemeyen İrlanda halkı, hükümetin evlere sayaç takarak suyu paralılaştırma girişimini reddediyor. İrlandalılar “Biz vergilerimizle suyun bedelini zaten ödüyoruz, parası olmayanın suyunu kesemezsiniz” diyor

Belçika kesintilere karfl› sokakta Belçika'nın başkenti Brüksel'de yaklaşık 7 bin kişi yeni merkez sağ hükümetinin sosyal yardım, eğitim, işsizlik ve emeklilik konusundaki hak gasplarına karşı sokağa çıktı. Belçika İşçi Partisi (PTB) tarafından örgütlenen eyleme ''Kaktüs plan'' adı verildi. Eylemde sık sık ''Birleşen halklar asla kaybetmez'', ''Kesintilere hayır'' sloganları atıldı. Emeklilik yaşının 67'ye çıkarılmasına karşı çıkan eylemciler ''Yaşlılar dinlensin, gençlere yer açılsın'' yazılı pankartlar taşıdı.

ücretin artırılmasına karşı Dublin'de bir araya geldi. Sosyal medyadaki bazı söylentilerin aksine, İrlanda'da yaşayanlar zaten yılda ortalama 560 euro olan KDV ve motorlu taşıt vergisiyle evlerde harcadığı suyun parasını ödüyor. Buna rağmen, boru sisteminde yüzde 41 oranında sızıntı olduğuna

dair bilgiler veriliyor ancak hükümetin şebekedeki bu kaçağı gidermek için bir çabası yok. Ülkenin bazı yerlerinde, su tedariğinin banyo yapmayı karşılamayacak durumda olduğu söyleniyor. Ülkenin yeni kurulan su hizmetleri şirketi Irish Water, internet sitelerinde ''hisselerle sınırlı özel

Protestocular Dublin'de bir hastane aç›l›fl›nagelen Taoiseach (Baflbakan) Enda Kenny'i , ''Sokaktaki insan›n gücü, gücün tepesindeki insandan daha büyüktür'' yaz›l› dövizlerle protesto etti.

şirket'' diye tanımlanmasına rağmen, vergi mükelleflerinden şimdiye kadar 1,6 milyar avro ödeme aldı. Ayrıca kolluk kuvvetlerinin koruması ve desteğiyle, barışçıl bir şekilde kendi mülklerine su sayacı takılmasına direnen ev sahiplerini gözaltına aldırdı.” PARASI OLMAYANIN SUYUNU KESEMEZSİNİZ “Su dağıtımı ve altyapı işlerinin halk oylamasına sunulmadan özel şirkete devredilmesine çok öfkelenen halk, kullandıkları suya iki kez ücret ödemeyeceklerini söylüyor. Irish Water'dan gelen sözleşme paketlerinin protesto amacıyla on binlerce ev sahibi tarafından imzalanmadan geri gönderilmesiyle boykot kampanyaları hız kazandı. Birçok yurttaş eğer boykot kampanyası başarıya ulaşamazsa bunun hizmet almaya güçlerinin dahi yetmeyeceği özel bir şirketle yapılacak zımni bir

sözleşmeyle sonlanmasından korkuyor. Bizler, Detroit'te 150 bin evde yaşandığı gibi, eğer bir gün ödemeye gücümüz yetmezse sularımızın kesilmesini kabul ettiğimiz anlamına gelecek olan bu anlaşmayı reddediyoruz. IMF ve Avrupa'nın baskıları yüzünden hükümetimiz özelleştirme sürecine girmek zorunda kaldı. Bizler İrlanda'da bu tür yapılara güvenmiyoruz çünkü onların şirketlerle olan işbirliklerini biliyoruz. Ülkemizi 2008 krizinden beri halkı mağdur eden tasarruf tedbirlerine zorluyorlar ve yoksulluk içinde yaşayan ailelerin rakamları hala korkunç boyutlarda. Kendi dönemlerinde halka zulmeden eski politikacılar ise Irish Water adlı bu yeni kurulan özel şirkette çok yüksek maaşlarla çalışıyorlar.’’ SOSYAL MEDYANIN ROLÜ BÜYÜK “Hong Kong'daki protestolarda da olduğu gibi sosyal medyanın bu direni-

şi örgütlememizde oldukça önemli bir rolü oldu. Yirmi altı şehirde boykotu örgütleyen yaklaşık 200 yerel ve ulusal grup var. Facebook ve Twitter aracılığıyla iletişim kuruyor, güncel haber ve bilgileri takip ediyoruz. Kendi açmış olduğum Boycott Irish Water sayfası geçen hafta 180 bin etkileşim aldı ki benim sayfam oldukça küçük olanlardan. Artık boykota daha çok insanın katılımını sağlamak için sosyal medya kullanmayanlara da ulaşmaya çalışıyoruz. Böylece 1 Kasım'da şehirler çapında yaygınlaştıracağımız protestolar için daha geniş bir ağa ulaşıyoruz.’’ Eylemlerde ‘’Artık yeter’’, ‘’Ödeyemem, ödemeyeceğim’’ sloganları atan ve suyun bir insan hakkı olduğunu söyleyen eylemciler, su sayaçları takmanın bu hakkı ihlal ettiğini, kamusal bir varlık olan suyun tedariğinin kamu bütçesinden sağlanması gerektiğini, sermayeye teslim edilemeyeceğini belirtiyor.

İtalya’da yüz binlerce öğrenci eğitim reformuna karşı ayakta MURAT ÇINAR

M

ilano’dan Palermo’ya İtalya’nın birçok kentinde yüz bine yakın öğrenci hükümetin üzerinde çalıştığı eğitim ve çalışma reformunu 10 Ekim’de protesto etti. ‘Büyük güzellik biziz’ adlı slogan ile meydanlara inen gençlerin atıfta bulunduğu 2014 yabancı film Oscar’ını kazanan filmdi. Toni Servillo’nun başrolünü oynadığı ve Paolo Sorrentino’nun yönetmenliğini yaptığı filmde yolsuzluklarla dolu ve beceriksiz bir siyasi sınıf, çözümsüzlüğe depresyona varırcasına batan bir İtalya ve gelecekten umutsuz bir gençlik tasvir ediliyor. Orta Okullar Ağı ve Üniversite Öğrencileri Birliği’nin ortak hazırladığı eylemler zincirinde bazı kentlerde ufak tefek sorunlar olsa da genel itibariyle sorunsuz geçti. Eylül ayının başında bir video mesaj ile ülkeye yeni eğitim reformunu duyuran İtalya Başbakanı Matteo Renzi eylemcilerin hedefindeydi. 12 aylık bir çalışma ile yapılandırılacağını açıklayan Renzi, reformun ilk adımlarının 15 Eylül’de atılacağını açıkladı. Hedefler arasında güvencesiz çalışan öğretim görevlilerinin kadrolulaştırılması (yaklaşık 150 bin kişi) ve öğrenciler ile eğitim birimlerine destek bulunuyor. Renzi reformun ilk günlerinden beri tüm alakalı kişilerin geri dönüşlerini beklediğini ve böylelikle olası sorunların süreçte çözülebileceğini açıkladı. ÖĞRENCİLER, HERKES İÇİN GÜVENCELİ İŞ TALEP EDİYOR Öte yandan eylemciler Başbakanın reform önerisinin ekonomik temeli olmadığını ve olası yeni iş sözleşmelerinin sosyal devlet ödemelerinden kesinti yapılarak elde edileceğini söylüyor. Buna ek olarak eylem, bilim ve araştırma sek-

‘Büyük güzellik biziz’

İtalya’dan Çapul TV’ye hazırladığı İtalya Günlüğü adlı programla İtalyan toplumsal muhalefetinin gündemini aktaran muhabir arkadaşımız Murat Çınar, ülkeyi sarsan dev öğrenci eylemlerini Halkın Sesi için yazdı töründe mevcut olan ve artan güvencesiz iş kültürünün tamamen ortadan kaldırılmasını ve sınırlı önlemlere son verilmesini talep ediyor. Eylemciler güvenceli çalışma şartlarının sadece belirli bir kesime verilmesinin yanlış olduğunu ve tüm araştırma görevlilerinin sorunlarının çözülmesi gerektiğini savunuyor. Sunulan reformun eleştirilen noktalarından biri de güvencesiz

çalışmadan kadrolu işe geçmeye aday öğretim görevlilerinin bu durumu kent veya eyalet şartı göz etmeksizin kabul etmek zorunda kalması. Reformun bir diğer kritik noktası ise devlet okullarının ihtiyaç durumunda özel sektöre finansman talebinde bulunma yolunun açılması. Finansman vermeyi kabul eden özel şirketler için reformda mali kolaylıklar ve teşvikler de ön görülüyor.

AB’NİN KEMER SIKMA POLİTİKALAINA KARŞI ROMA’DA EYLEM 10 Ekim’de gerçekleşen ilk büyük eylemin ardından 18 Ekim tarihinde de Roma’da ulusal bir eylem gerçekleşti. Almanya, Fransa, Yunanistan, İspanya, İngiltere ve Portekiz’in de içinde bulunduğu uluslararası eylemler zincirinin parçası olan bu eylem Avrupa Birliği’nde uygulanan ve bilhassa eğitimi vuran kemer sıkma siyasetine karşı organize edildi. İtalya’da başkent Roma’da gerçekleşen eyleme yaklaşık 20 bin kişi katıldı. Kısa zamanda eylemin hedefi eğitim üzerinden yapılan kesintileri aştı ve meydanda ırkçılık, güvencesiz iş, faşizm, kemer sıkma siyaseti, evden çıkarılmalar ve gereksiz büyük kamu harcamalarına karşı sloganlar ve örgütler yer aldı. Kısa zamanda örgütlenen eylem Roma’da gerçekleşirken aynı anda Torino kentinde de AB üyesi ülkelerin bakanlarının yaptığı toplantıya karşı bir eylem daha yapılıyordu. 16-17-18 Ekim tarihlerinde üç gün boyunca Torino kentinin farklı yerlerinde ev hakkı, çalışma koşulları, eğitim ve sağlık üzerinde uygulanmakta olan kemer sıkma siyasetine karşı eylemler gerçekleştirildi. İtalya son on günde yaşanan eylemlerin ardından 25 Ekim’de yapılacak ulusal grev ve protestolara hazırlanıyor. Ulusal konfederal sendika CGIL tarafından organize edilen eylemin sloganı “İtalya’yı değiştirmek için; Özgürlük, Onur ve Eşitlik.” Hedefte gene ulusal hükümetin uyuguladığı kemer sıkma siyaseti ve dolaylı olarak Avrupa Birliği’nde her geçen gün yaygınlaşan güvencesiz iş koşulları var. Ulusal eylem başkent Roma’da saat 09.30’da Repubblica Meydanı’ndan başlayacak.

fiili’de Mapuçe direnifli Şili'nin yerli halkı Mapuçeler, siyasi tutsakların serbest bırakılması ve yaşadıkları bölgedeki askeri operasyonların durdurulması için 13 Ekim'de Santiago, Osorno, Arauco, Maule ve daha birçok kentte sokaklara çıktı. Yerel danslar ve şarkılar eşliğinde başlayan, on binlerce kişinin katıldığı eyleme polis saldırdı. Eylemciler tazyikli su ve gaz bombasıyla saldıran polisle direndi. Çatışmalarda yaralananlar olurken 20'den fazla eylemci gözaltına alındı.

Lufthansa pilotlar› grevde Alman havayolu şirketi Lufthansa'da pilotlar greve çıktı. 20 Ekim sabahı başlayıp 21 Ekim akşamı sona eren grev nedeniyle şirket 1450'den fazla uçuşunu iptal etti, yaklaşık 200 bin yolcu bu durumdan etkilendi. Alman pilot sendikası Cockpit grevin sebebinin erken emeklilik talebinin kabul edilmemesi olduğunu bildirdi. Sekizincisi düzenlenen grevlerin en sonuncusu 30 Eylül'de yapılmıştı.

‹ngiltere maafl art›fl› için yürüdü İngiltere'de hükümetin, sendikaların yüzde 1'lik maaş artış talebini maliyeti yüksek olacağı gerekçesiyle kabul etmemesi üzerine sağlık çalışanları 13 Ekim'de greve çıktı. İşçiler 18 Ekim Cumartesi günü 90 bin kişinin katıldığı büyük bir yürüyüşle grevi sonlandırdı. ''Britanya'nın maaş artışına ihtiyacı var'' sloganıyla yapılan eylemin çağrısını TUC (İşçi Sendikaları Kongresi) yaptı. Eyleme diğer kamu çalışanları, emekliler ve nükleer karşıtları da katıldı.


7

ORTADOGU 23 Ekim 2014 / 5 Kasım 2014

Halk›n Sesi

ABD, AKP VE KÖRFEZ ORTAKLIĞI “EĞİT-DONAT” OYUNUYLA YİNE SAHNEDE

“Ilımlılar” saldırıyor, halklar direniyor “Ilımlıların” kanlı sicili ve halkların direnişi

2011’den beri devam eden Suriye’deki vekâlet savafl›nda emperyalistlerin ve aktif tafleronlar›n›n en çok dillendirdi¤i söylem flu: “Il›ml› savaflç›lar› destekliyoruz.” Art›k inand›r›c›l›¤› kalmam›fl bu söylem nedeniyle onlarca katliam yap›larak bölge halklar›n›n kan› döküldü. ABD ve iflbirlikçilerinin “›l›ml›lar›” Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ad› verilen paravan örgütün ard›nda maddi ve lojistik deste¤e nail olurken, arka planda Irak fiam ‹slam Devleti (Ifi‹D) ya da flimdiki ad›yla ‹slam Devleti, El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi ve El Kaide ba¤lant›l› çetelerin çat› örgütü ‹slami Cephe gibi gruplar›n içinde eridiler. Bugün ABD ve müttefikleri bir kez daha “›l›ml›lar” hamlesi yaparak yeni Ifi‹D’ler ve Nusra’lar›n yarat›lmas›na katk› sunmaya haz›rlan›rken, bölge halklar›n›n direnmekten baflka çaresi yok VECİH CUZDAN

A

BD ve müttefikleri, Suriye’de 2011’den bu yana gösterimde olan oyunu tekrar sahnelemek için kolları sıvadılar. Oyunun adı “Ilımlı savaşçıları eğitdonat.” 4.yılında olan vekâlet savaşında ne “ılımlı” makyajı tuttu ne de seküler ve demokratik olduğu iddia edilen ÖSO isimli yapıdan eser kaldı. Son olarak Irak ve Suriye topraklarında bölge halklarını kanı üzerine inşa ettiği “hilafet devleti” ile Batının baş düşmanı haline gelen IŞİD’e karşı ABD öncülüğünde 40’a yakın ülkenin katılımıyla bir koalisyon oluşturuldu. Koalisyon ilk olarak 15 Eylül’de Paris’te toplandı. 17 Eylül’de ise ABD Başkanı Barack Obama’nın, Suriye’nin “ılımlılarının” si-

lahlandırılmasını ve eğitilmesini öngören planı Senato’da kabul edildi. Bu plan için 500 milyon dolarlık bir bütçe ayrıldı. 20 Eylül’de IŞİD’in kaçırdığı 49 Türkiyeli diplomatı serbest bırakmasının ardından Türkiye adına ilk açıklamayı ABD Dışişleri Bakanı John Kerry yapmıştı: “Türkiye, IŞİD’e yönelik mücadelenin ön saflarında yer alacak.” Akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu da Türkiye’nin koalisyonda “ön cephede” yer alacağını açıkladı. Ancak bu şatafatlı çıkışları Erdoğan’ın “şartlarımız var” sözü izledi ve onun öncülük ettiği bu şartları tüm AKP kurmayları haftalardır dillendiriyor. Bazen 3 bazen de 4 olan bu şartların (Güvenli bölge, Uçuşa yasak bölge ve Eğit-Donat) ana fikri-

ni ise “Esed gitmeli” isteği oluşturuyor. ABD’nin “eğit-donat” planını kabul etmesinden günler sonra Erdoan’ın bu şartı öne sürmesi iki ‘müttefik’ arasındaki ayrım noktasını ortaya koyuyor. Erdoğan “ılımlıların” öncelikli hedefinin “Esed rejimi” olması gerektiğini vurgularken, ABD önceliklerinin IŞİD olduğunu ve eğitilenlerin IŞİD karşıtı mücadelede rol alacağını her fırsatta belirtiyor. Üstelik ABD bu planın ilk ayağını Eylül ayında Suudilerle gerçekleştirmişti. Hürriyet’ten Tolga Tanış 12 Ekim tarihli yazısında konuya ilişkin şunları yazmıştı: “Amerikan Yönetimi, Suudların ilk aşamada eğitecekleri 5 bin 400 kişilik gücün öncelikle IŞİD’le savaşacaklarını açıkça söyledi.”

Türkiye’nin “eğit-donat” planındaki rolüne dair Fehim Taştekin Al Monitor’deki 16 Ekim tarihli yazısında şu cümlelere yer verdi: “Buna göre ilk eğitilecek 2 bin kişilik grupta Şam ve Halep civarında yaşayan Türkmenlere ağırlık verilecek. MİT eğitilecek adaylarda ‘esas hedef Esad’ ve ‘güven’ kriterlerini arayacak. Amerikalı ve Türk uzmanlarca verilecek eğitimin yeri belli olmamakla birlikte Kırşehir’in tercih edilebileceği söyleniyor.” Hem Erdoğan hem de gölgesinde çalışan AKP hükümeti IŞİD’i Esad ve PKK/PYD’ye nazaran ehvenişer görüyor. Ve kurmak istedikleri yeni cihatçı çeteler Erdoğan ve yönetiminin “Emevi Cami’sinde namaz kılma” hayallerini süslemeye devam ediyor.

Suriye’de say›lar› bini aflan cihatç› gruplardan hangileri e¤itilecek ve donat›lacak? 2011’den bu yana ayr›m gözetmeksiniz sistematik katliamlar iflleyen bu çeteler bunca giriflimden sonra dahi Nusra, Ifi‹D ve ‹slami Cephe gibi cihatç›larla hareket etmekten geri durmad›. A¤ustos 2013’te Lazkiye’de, fiubat 2014’te Maan’da Alevileri katleden ÖSO çat›s›nda birleflen çeteler, Nusra Cephesi ve Ifi‹D ba¤lant›l› çeteler mi ›l›ml›? Yoksa bu katliamlarda parma¤› olan Suriye Devrimciler Cephesi midir ›l›ml›? Yoksa yine bu katliamlarda yer alan, AKP’nin “mücahit kardeflleri” olan ve liderlerinin ölümleri sonras› Türkiye’nin dört bir yan›nda kendileri için g›yabi cenaze törenleri düzenlenen ‹slami Cephe bileflenleri Ahrar’ufl fiam ve Tevhid Tugay› m›d›r e¤itilip, donat›lacak ›l›ml›lar? Haziran 2011’de Hatla’da fiii köylülerin katleden, Cisr efl fiu¤ur’da iflçileri kamu binalar›n›n çat›s›ndan atan; Haziran 2013’te Guta’da Türkiye’nin ad›n›n geçti¤i sarin sald›r›s›n› düzenleyen; Eylül 2013’te Hristiyanlar›n kadim kasabas› Malula’da, Aral›k 2013’te Adra’da Alevi, H›ristiyan, Dürzi ve ‹smaili sivilleri katleden; Mart 2014’te Ermeni kasabas› Keseb’de yaflayanlar› zorla göç ettiren; son olarak Ekim ay› bafl›nda ‹krime’de okul bombalay›p 45 çocu¤u katleden cihatç› çeteler mi ABD ve aktif tafleronlar›n›n plan›yla ›l›mlaflacak? fiimdilerde Afrin Kantonu’nun güneyinde yer alan ve Halep iline ba¤l› fiiilerin yaflad›¤› Nubbul ile Zahra aylard›r cihatç› çetelerin kuflatmas› alt›nda. Yine ayn› çeteler Hama ili k›rsal›nda “rejim yanl›s›” olmakla suçlad›klar› Sünnileri, “kâfirlikle” suçlad›klar› Hristiyan, ‹smaili, Dürzi, Alevi ve fiiileri hedef al›yor. Hama kent merkezinin kuzeybat›s›ndaki yer alan ve nüfusunun ço¤unlu¤u Hristiyan olan Maharda kentine Nusra Cephesi ve

‹slami Cephe gibi çeteler sald›r›yor. Bölge halk› ise silahlanarak bu çetelere karfl› koymaya çal›fl›yor. Maharda kentinin kuzeydo¤usunda ise onlarca Alevinin katledildi¤i Maan Köyü yer al›yor. Yak›n Do¤u Haber yazar› Hasan Sivri 20 Ekim tarihli yaz›s›nda, Maan’›n kuzeyden aç›lan bir cephe ile cihatç›lar taraf›ndan tehdit alt›nda oldu¤unu ve bu çetelere karfl› binlerce Alevi’nin köyden ç›k›fl›n› sa¤layan “Maan Köyü silahl› komiteleri” ve “Ulusal Savunma Güçleri”nin direndi¤ini belirtti. Ayr›ca Maharda’n›n bat›s›nda Alevi ve Sünnilerin kar›fl›k yaflad›¤› köylerden 840 nüfuslu El Hurra’n›n hiçbir stratejik önemi olmamas›na ra¤men cihatç› çetelerce hedef al›nd›¤›n› ve düzenlenen bombal› sald›r› ile 35 kiflinin katledildi¤ini yazd›. Hama’n›n güneydo¤usunda Suriye’de yaflayan ‹smaililerin en önemli flehri olan Selmiyye’de Dürzi, fiii ve Alevi halk› da yafl›yor. fiehir, Ifi‹D’in ele geçirdi¤i Tabka Hava Üssü’nün, Hama’ya ba¤layan yol üzerinde olmas› sebebiyle de stratejik öneme sahip durumda. Selmiyye’nin do¤u k›rsal›ndaki 13 köy Ifi‹D’in kontrolünde, öyle ki bu köyler sald›r›lar öncesinde boflalt›lm›fl ve buradaki halk kent merkezine s›¤›nm›fl. Do¤u k›rsal›ndaki Ebu Hanaya, Zanuba, El Mabuca, Kalib Asaur ve Ber efl fiarki gibi köylerde komiteler kuran halk ile Ulusal Savunma Güçleri sald›r›lara karfl› direnifle geçtiler. Sivri, Alevi köylerine yönelik Ifi‹D çetelerin a¤›r sald›r›s›na ra¤men halk›n direnmeye devam ettiklerini belirtiyor. ABD, AKP ve Körfez monarflilerinin yaratt›¤› “›l›ml›” katillere Kobanê’den Maan’a, Lazkiye’den Serêkaniyê’ye, Hama’dan Haseke’ye Suriye’nin dört bir yan›nda yaflayan halklar kendi öz savunma gücüyle karfl› koymaya çal›fl›yor.

Suriye savaşı’nda stratejik ataklar Suriye’de, cihatçıları “başkentleri” Halep’te kuşatırken, Hama’nın kuzey kırsalının kontrolü için Morek’e ilerliyor. Güney’de (Kuneytre ve Dera) Nusra ve diğer cihatçılar karşısında savunmada olan Suriye ordusu, Deyrizor’da IŞİD‘e hava destekli operasyonlar düzenliyor

H

alep’in kuzeyinde 2 Ekim gecesinde düzenlediği operasyonlar sonucu Bureyc’den Tel Handarat hattından ve Halep merkez cezaevinden Cubeyleh, Seyfat hattı üzerinden Handarat’a ilerleyen Suriye ordusu, El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi, İslami Cephe ve çoğunlukla Çeçenlerden oluşan Muhacirler Ordusu isimli cihatçı çeteleri bölgeden sürerek Halep kentini tamamen kuşattı. 3 Ekim tarihinde ise, Hizbullah güçlerinin destek verdiği operasyonda Suriye ordusu Handarat Kampı’nı kontrol altına aldı. Londra merkezli muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi ve Suriyeli çeşitli kaynaklarda bu gelişmeyi doğruladı. Gözlemevi Direktörü Rami Abdurrahman ise bölgenin, Nusra Cephesi çeteci-

lerinden “temizlendiğini” açıkladı. Suriye ordusunun bu kazanımı ile Halep şehrinin cihatçılar kontrolündeki doğu kısmı ile yine cihatçıların hâkim olduğu kırsal bölge arasındaki son ikmal hattı kesilmiş oldu. HAMA’DA ORDU MOREK’E İLERLİYOR 7 Ekim tarihinde bir aydır sürdürülen operasyonlar sonucu Suriye ordusu, Hama’nın kuzeyindeki Zor el Mahruka bölgesini ele geçirdi. Bölge, Nusra Cephesi’nin en büyük üssü konumundaydı. Cihatçı çetelere ait çok sayıda tünelin bulunduğu bu bölge lojistik açısından hayati öneme sahip ve buradan civardaki yerleşim merkezlerine havan topu ve roket saldırıları düzenleniyordu. Bölgeye dair önemli bir iddia da bulunan

Suriye askeri yetkilileri, üssün dağların içine Türkiye’den getirilmiş iş makineleri ile kazılarak oluşturulduğunu açıkladı. Nusra’nın en büyük üssünün ele geçirilmesinin ardından Suriye ordusu komutanlarından Albay Suheyl Hasan komutasındaki birlikler, Hama’nın kuzey kırsalında cihatçı çetelerin bulunduğu Morek, Lahaya ve Kafr Zita bölgelerine operasyonlarını sıklaştırdı. Suriye ordusunun Hama’nın kuzey kırsalındaki stratejik öneme sahip Morek kentinde Nusra Cephesi ile yaşadığı şiddetli çatışmaların ardından16 Ekim’de bölgedeki tank taburunu ele geçirirken, Morek’e doğru ilerleyişini sürdürüyor. Morek’teki çatışmalar güney ve doğu hattında sürerken, stratejik öneme sahip bu kentin ele geçirilmesiyle Hama’nın tüm kuzey kırsalı kontrol altına alınmış olacak. GÜNEYDE ÇETELER SALDIRIYOR, İSRAİL DESTEKLİYOR Nusra Cephesi’nin başını çektiği aralarında İslami Cep-

HALEP

DEYR‹ZOR HAMA KIRSALI

fiAM

KUNEYTRE VE DERA

he ve Suriye Devrimciler Cephesi gibi cihatçı çetelerin de bulunduğu örgütler Dera-Kuneytre güzergâhını açmak, Şam’a ve Şam’ın kuşatma altındaki batı kırsalına girmek hedefiyle Suriye’nin güneyinde saldırıya geçmişti. Özellikle Eylül sonunda ve ekim başında yaşanan çatışmalar sonunda, 27 Eylül’deki Vaad El Hak Savaşı’nda cihatçı çeteler Kuneytre’yi ele geçirmiş, 4 Ekim’de Dera’nın kuzeybatı kırsalından Dera’ya saldırı başlattıklarını ilan etmişlerdi.

Suriye ordusunun savunma pozisyonu aldığı bu bölgelerde çatışmalar devam ederken, Kuneytre’nin cihatçıların eline geçmesi sonrası onlarla komşu olan İsrail işgal güçlerinden konuya dair açıklama yapıldı. Ülkesinin gazetesi Haaretz’e konuşan İsrail işgal güçlerinin Savunma Bakanı Moşe Yalon, “Golan’daki Suriye sınırı ÖSO ılımlı muhaliflerin kontrolündeydi ve bizim bu bölgenin köylerinde onlara insani yardımlar sunduğumuz gizli değildir. Bu yardımlar aşırılık-

çı örgütlere sınırlara ulaşma iznini vermemeleri şartına bağlıydı” dedi. Bölgede en etkin grubun Nusra olduğunun bilinmesine karşın çetelere destek verdiklerini kabul eden Yalon, açıklamasında “ılımlılar” efsanesini dillendirmekten de geri durmadı. DEYRİZOR’DA IŞİD’E OPERASYON Suriye ordusu Ekim ayı ortalarında Deyrizor’da IŞİD çetelerinin kontrolündeki Havice Saker (Saker Adası) böl-

gesine hava destekli operasyon başlattı. Stratejik öneme sahip olan Havice Saker bölgesi, Deyrizor ile Fırat nehrinin doğu kıyısında yer alan Hatla’yı birbirine bağlıyor. Ayrıca IŞİD çetelerinden önce bölgeyi kontrol altında tutan Nusra Cephesi ve Özgür Suriye Ordusu’nun arasında bulunduğu çeteler 11 Haziran 2013’te Hatla bölgesindeki bir Şii köyüne baskın düzenlemiş ve en az 60 kişiyi katletmişlerdi.


8

EMEK 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

AKP tasfiyesine karfl› mücadeleyi büyütüyoruz AKP hükümeti iktidara geldiği günden itibaren emeğe karşı saldırı planları yapmaktan, halktan ve emekten değil sermayeden yana olduğunu her yasal düzenlemede her söylemde ifade etmekten kaçınmadı. AKP hükümetinin çıkardığı ilk yasalardan olan 4857 sayılı İş Kanunu ile taşeron çalışma biçimi yerleşik hale getirildi. Esnek ve güvencesiz çalışmayı temel çalışma rejimi haline getirmek için 4857 sayılı İş Kanunu içerisinde pek çok yasal düzenleme yer aldı. Kamuda ve özel sektörde taşeronlaştırma özellikle AKP iktidarıyla birlikte 12 yıl boyunca hızla yayıldı. Kamu kurumlarında işçiler yıllarca adını sanını duymadığı, çoğu zaman kurumun bulunduğu şehirde dahi olmayan ve sürekli değişen şirketler üzerinden çalıştı. Taşeron, özel sektörde başta inşaat olmak üzere birçok işkolunda benimsenirken, kamuda sağlık işkolu taşeronlaştırmada başı çekti. AKP hükümeti sağlık hizmetini piyasalaştırırken sağlık çalışanlarına da güvencesiz çalışmayı dayatan bir sağlık politikası izledi. İşte bu noktada Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası temel kamusal haklardan olan sağlık alanında çalışan taşeron sağlık işçilerinin örgütlenmesini önüne koyan bir mücadele programıyla yola çıktı. Devrimci Sağlık İş, hastanelerde yıllardır çalışan ama başta iş güvencesi olmak üzere kazanılmış tüm hakları gaspedilen, şirket değişiklikleri gerekçe gösterilerek yıllık izin kullandırılmayan, kıdem tazminatı hakkı yok sayılan on binlerce taşeron sağlık işçisinin mücadele örgütü oldu. Yıllardır hastanelerde işçi bile sayılmayan, çoğu kez “personel” ya da firma adlarıyla hitabedilen, bir yönetici gördüğünde yolunu çeviren ya da göz göze gelmemek için çaba harcayan, emeği ve kimliği yok sayılan işçilerin kendisini var ettiği örgütlenme adresi oldu. Yaptığımız eylemlerle, işçi olmaktan kaynaklanan, yasalarda yazılı olan ama kullanamadığımız en temel haklarımızı bile söke söke almanın kavgasını verdik. İşyerlerinden başlayıp şehirlerin meydanlarına, Ankara’da Bakanlıklar ve TBMM önüne kadar uzanan eylemlerimizle, oluşturduğumuz Erdo¤an mücadele anlayışı ile taşeDemir ron çalışmanın kural dışı, ahlak dışı ve gayri insani, Dev Sa¤l›k-‹fl Örgütlenme gayri vicdani yüzünü ortaya Uzman› koyduk. Taşeron işçiliğinin belki de bugün bu kadar tartışılır olmasını sağlayan en önemli dinamiklerden birisi sendikamız Devrimci Sağlık-İş’in ‘’yok sayılanlar kendini var ediyor’’ sloganıyla Ankara’da gerçekleştirdiği ilk “İnsan ihaleyle çalıştırılmaz, sağlıkta taşeron olmaz” mitingiyle başlayan, sadece sağlık alanında değil tüm iş kollarında taşeron çalışmanın kölelik olduğunu, taşeron işçilerin sınıflar mücadelesinde çok güçlü bir bileşen olduğunu açığa çıkaran mücadelesi oldu. Devrimci Sağlık İş’in yıllardır sürdürdüğü eylem çizgisi taşeron işçilerinin mücadelesinin sadece üç beş kuruşun kavgası değil insanca yaşam kavgası olduğunu, çalıştığı hastanelerde önce insan sonra işçi olarak kendini kabul ettirmenin kavgası olduğunu açığa çıkardı. Bu kimlik kavgası birçok işyerinde sendika üye kimlik kartını yaka kartlarının yanında taşıyarak çıktı karşımıza. Başhekimi görünce başını öne eğen taşeron sağlık işçileri örgütlü oldukları zaman aynı başhekim karşısında, çalıştığı hastanenin çatısında, Sağlık Bakanlığı’nın önünde, Çalışma Bakanlığı’nın 9. katında, meclis kapısında taleplerini dile getirmekten kaçınmadı. Şu an gelinen aşamada özellikle AKP iktidarı, Soma Katliamı sonrasında Torba Yasa diye bilinen taşeron çalışma konusunda yıllık izin, 3 yıla kadar uzatılabilen ihaleler, kıdem tazminatının mahkemeler aracılığıyla değil doğrudan asıl işveren tarafından verilmesi gibi kısmi iyileştirmeler getirmek zorunda kaldı. Ayrıca taşeron işçiler açısından büyük bir sıkıntı olan toplu iş sözleşmesi konusunda da temel değişikliklerle bu sorun en azından kâğıt üstünde aşılmış oldu. Taşeron işçiler toplu sözleşmeyi kamu işverenleri sendikası ile yapacak ve ihale bedeli ile toplu sözleşme arasındaki fark kamunun garantisi altında olacak. Yani AKP hükümeti bizim yıllardır mücadelesini verdiğimiz talepleri kağıt üzerinde de olsa kabul etti. Fakat taşeron işçilerinin örgütlülüğünü tasfiye etmeye girişti. Bu tasfiyeyi bir yandan sendikamız Devrimci Sağlık İş’in gerçekte 15 bine yaklaşan üye sayısını son istatistiklerde 619 olarak açıklayarak, diğer yandan da yandaş sendika Hak-İş’i devreye sokarak yapmayı hedefliyor. Sayılar arasındaki bu uçurumun nedeni ise kamu hastanelerinde çalışan sendikamız üyelerinin sağlık işkolu yerine farklı iş kollarında gösterilmesi. Biz gerçeğini biliyoruz. Bizler sağlık hizmetini birlikte ürettiğimiz ekibin bir parçasıyız ve sağlık işçisiyiz. Devrimci Sağlık İş olarak, sermayenin ve onun iktidarının yıllardır verdiğimiz mücadelenin haklı taleplerini “kağıt üzerinde de olsa” tanıma, ancak örgütlülüğümüzü dağıtma” hamlesi karşısında, mücadelemizi toplu sözleşme düzeneğine de taşıma, örgütlülüğümüzü DİSK çatısı altında büyüterek sürdürme kararlılığını hayata geçiriyoruz. Taşeron sağlık işçilerinin örgütlenmesini dağıtmaya ve yandaş sendikalar aracılığıyla tasfiye etmeye yönelen AKP saldırısı karşısında, aynı kararlılık ve direngenlikle DİSK içerisinde Genel-İş ve Sosyal-İş sendikalarımızın çatısı altında mücadelemizi büyüterek sürdürüyoruz. Sermaye, bir işyerini on parçaya bölerek, farklı statülere ve işkollarına parçalayarak sendikal örgütlenmemizi ve sınıf mücadelesini ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bizler sağlık işkolunda, bugüne kadar diğer sağlık çalışanlarıyla ve örgütleriyle yürüttüğümüz ortak örgütlenme ve mücadelemizi artık sağlık işçisinden büro işçisine, genel hizmetler işçisinden güvenlik işçisine kadar yepyeni bir ortak mücadele düzlemine taşıyoruz. Taşerona karşı bu topraklarda biriktirdiğimiz tüm mücadele deneyimlerimiz, direncimiz ve kararlılığımızla…

Kirli pazarl›klar›n›z bizi ilgilendirmez ETHEM AKDO⁄AN / DEV MADEN-SEN

S

oma'da 13 Mayıs'ta yaşanılan katliamın üzerinden beş ay geçti. Bu süreçte Soma, sınıf mücadelesine katkı sunmak isteyen birçok kişiyi misafir etti. Gelenlerin gözüne ilk çarpan meydanın bir tarafında kaymakamlık, bir tarafında belediyenin olduğu ve ikisinin ortasında 14 bin maden işçisinin üye olduğu Türk-İş Maden-İş Sendikası binasıydı. Bu manzara bölgedeki geleneksel sınıf mücadelesinin nasıl şekillendiği hakkında ipuçları veriyordu. Şehrin merkezini tutan bu üçlü yıllarca Soma’yı yönetmiş, gelişebilecek her türlü sınıf hareketinin karşısında sistemin emniyet sübabı görevini üstlenmişti. Yaşanan hak gasplarının, iş cinayetlerinin karşısında, "güzel Somamız, birlik beraberliğimiz bozulmasın" söylemleri ile durumu idare etmeyi becermişlerdi; ta ki 13 Mayıs 2014 tarihine kadar. Türkiye işçi sınıfının gördüğü en büyük katliamının ardından bu düzenek bozuldu. İşçilerin öfkesi ve ‘sorumluların istifası, madenlerin kamulaştırılması, işçi sağlığı önlemlerinin alınması’ talepleri karşısında AKP iktidarının Enerji Bakanı ve Çalışma Bakanı katliamın sorumluluğunu birbirlerinin üzerine atmaya çalıştı. Sokak muhalefetini devlet eliyle bastıran AKP bir yandan da katliamın

İşçilere mezar olurken kapanmayan ocaklar “maliyet” bahanesiyle art arda kapandı. Patronlarla devletin danışıklı dövüşüne işçiler alet edilmek istendi. Kirli pazarlığın sözcülüğünü de sarı sendika üstlendi ama işçiler ‘Dev Maden-Sen’de mücadeleye devam’ dedi Karaman’da 9 madeni kapattı. Öncesinde işçi sağlığı ve güvenliği açısından hiçbir iyileştirmenin yapılmadığı, çalışmanın yasak olduğu bölgelerde işverenler üretime devam ederken Çalışma Bakanlığı da, kaymakamlık da, yetkili sendika Türk-İş Maden-İş de herhangi bir adım atmadı. İşverenlerin yasanın ardından başlattığı “maden kapatma” eylemleri aslında AKP ile bir pazarlığa giriştiğinin göstergesiydi.

yaşandığı ocaklarda çalışan işçileri çift maaş ödeyerek, çeşitli vaatlerde bulunarak susturmaya çalıştı. AKP, vaatleri icraata geçirmeyince DİSK’e bağlı DEV Maden-Sen, işçilerin taleplerinin sesi oldu. Dev Maden-Sen öncülüğünde “Madenciye verilen sözler tutulsun” eylemleri gerçekleştirildi, işçiler taleplerini TBMM’ye taşıdı. Eylemlerin neticesinde AKP tatilde olan Meclis’i jet hızıyla toplayıp torba yasayı çıkardı ve büyük bir iyileştirme gibi duyurdu. Oysa yasayla 6 saatlik çalışma süresi fiilen 7 saate çıkarılırken, gaz maskelerinin kullanımını zorunlu kılan madde değişiklikleri için işverenlere bir yıl süre verildi.

K‹RL‹ PAZARLIK Pazarlık sürecinin göstergeleri 10 Ekim günü Soma’da bire bir yaşandı. Soma Madenleri’nin patronu Alp Gürkan 10 Ekim günü kaymakamlığı ziyaret etti ve ocaklarını tamamen kapattığını açıkladı. Gürkan’ın açıklamasının ardından İş Teftiş Kurulu da madenlerin süresiz kapatıldığını duyurdu. Madenin kapanması karşısında Soma Kaymakamlığı ve Emniyet Müdürlüğü,

‹fiVEREN ‹Ç‹N PARA ‹fiÇ‹DEN DE⁄ERL‹ AKP’nin çıkardığı yasanın ardından işçiler çeşitli eylemler yaparak tepkilerini dile getirirken işverenler de “maliyetlerin artması” bahanesiyle Zonguldak’ta 22,

işçileri eyleme çağırdı. İşçiler, bu çağrıya kulak asmadı. Dev Maden-Sen, sermaye ve devlet arasındaki kirli pazarlığı 12 Ekim günü Soma Meydanı’nda gerçekleştirdiği eylemle teşhir etti. Sermaye ve devlet yetkilileri arasındaki kirli pazarlık sürecinin sözcülüğünü ise dört günün sonunda Türk-İş Maden-İş üstlendi. Maden-İş, ocakların yeniden açıldığını müjde olarak duyurdu. Böylece, 13 Mayıs’tan bu yana kapalı olan bu madenler açılmış oldu. Herhangi bir işçi sağlığı önlemi alınmadan açılan bu madenlere 6 bin işçinin inmesinin de önü açılmış oldu. ‹fiÇ‹LER D‹SK ÇATISI ALTINDA MÜCADELE ED‹YOR Şirketler ve devlet yetkilileri arasındaki orta oyunu işçiler tarafından net bir şekilde görünüyor. İşçiler bu oyunu bozmak için Dev Maden-Sen öncülüğünde yeni bir kültür inşa etme gayretinde. İşçiler güvenceli iş ve insanca yaşam mücadelesini esas alarak DİSK çatısı altında “Ocakların TKİ (Türkiye Kömür İşletmeleri) tarafından işletilmesi, ocakların bağımsız heyet üzerinden denetlenmesinin sağlanması, işçi sağlığı ve güvenliği kurallarının tam olarak uygulanması, taşeron ve dayıbaşı sisteminin yok edilmesi” gibi talepleri tartışarak sokakları ısıtmaya başladı.

Yaşasın AKP adaleti, ölsün inşaat işçileri İstanbul Şişli’deki Torunlar’a ait inşaatın 34’üncü katından düşen asansörde 10 işçinin hayatını kaybettiği iş cinayeti ile ilgili davada yargılananlar hakkında takipsizlik kararı verildi. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Erdal Bağcı’nın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu iddianamede 4’ü tutuklu 25 şüpheli için “taksirle ölüme sebebiyet vermek’ suçundan 2,5 yıldan 22,5’ar yıla kadar hapis cezası talep edilmişti. Soruşturmada Torunlar GYO Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Torun, Yunus Emre Torun, Mehmet Torun,

Lütfü Vardı, Abdülvahit Kaplan, Tuncer Akarçay, Haluk Okur, Bektaş Ateş ve Özmen Özmenoğlu hakkında ‘taksirle ölüme sebebiyet vermek’ ve ‘yargı görevini yapanı etkileme’ suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Torun Center şantiyesinin yanındaki Quasar İstanbul gökdeleni için mahkemenin “kamu yararı ve şehir planlama ilkelerine aykırı” olduğu gerekçesiyle verdiği yürütmeyi durdurma kararına karşın süren inşaatta 17 Ekim günü bir işçi 12. kattan düşerek iş cinayetine kurban gitti.

Tripleks daireler aldılar işçiye ‘para yok’ dediler İstanbul Esenyurt Kıraç’ta Gimsan fabrikası patronu, işçilerin kıdem tazminatlarını ve maaşlarını vermeden şirketin iflasını verdi. Patronun bu saldırısına karşı DİSK Birleşik Metal-İş üyesi işçiler 20 Ekim günü direnişe geçti. Şirketin işçiler yüzünden battığı söylentisine karşı işçiler “Maç için İspanya’ya gidip, yemek beğenmeyip pizza yediler, triblex daireler aldılar. Bize de kurban bayramında 100 lira

harçlık verdiler” diyor Patronun, fabrikadaki makineleri kaçırma ihtimaline karşı işçiler direnişlerini fabrika önünde 24 saat nöbet tutarak sürdürüyor. İşçiler, direnişle birlikte şirket yönetiminin 10 yeni güvenlikçi getirttiğini belirtirken Esenyurt Halkevi üyeleri direnişteki işçilere destek ziyaretinde bulundu ve işçilerle dayanışma içinde olacaklarını bildirdiler.

BEDAfi direnifli için ‘Yaflamaya Dair’ İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınması ve işten atılan arkadaşlarının işe geri alınmasını istedikleri için işten çıkarılan EnerjiSen üyesi 26 işçinin 13 Ağustos’ta başlattıkları direniş sürüyor. Enerji-Sen, direnişteki işçilere destek olması için 3 Kasım günü İstanbul Şişli’deki Kent Kültür Merkezi’nde Genco Erkal’ın Yaşamaya Dair oyununun gösterimini gerçekleştirecek.

DİSK Basın-İş 69. Olağan Genel Kurulu 1-2 Kasım’da

Taşeron öldürür TMMOB Yönetim Kurulu, Teoman Öztürk Ö¤renci Evi’nin temizlik ve bak›m iflleri için tafleron bir flirketten hizmet al›m› karar› ald›. Toplant›ya kat›lanlar aras›nda sadece Neriman Usta, tafleron uygulamas›na karfl› flerh koydu. TMMOB yöneticilerinin biri hariç onay verdi¤i tafleron sistemi nedeniyle ifl cinayetleri devam ediyor. TÜPRAfi’ta boruda gaz s›k›flma sonucu meydana gelen patlamada 26 yafl›ndaki Taner Sa¤lam 14 Ekim günü hayat›n› kaybetti. TÜPRAfi’›n ek tesis inflaat›nda tafleron flirketteki iflçilerin, iflin yetiflebilmesi için bask› alt›nda ve yo¤un bir biçimde çal›flt›r›ld›klar› ö¤renildi. fiirket, bir süre önce tüm izinleri kald›rm›flt›. Bir di¤er ölüm’de Yalova’da gerçekleflti. Yalova’daki Befliktafl Tersanesi’nde çal›flan U¤ur Akay isimli iflçi, 16 Ekim günü denize düflerek yaflam›n› yitirdi. Limter-‹fl, bir aç›klama yay›mlayarak tersanedeki iflçilerin 24 saat boyunca çal›flt›r›ld›¤›n› ve gece çal›flt›rmas› s›ras›nda gözetmen eksi¤i oldu¤unu vurgulad›.

DİSK’in kurucu beş sendikasından biri olan ve Türkiye’nin en eski sendikalarından biri olan DİSK Basın-İş, 69. Olağan Genel Kurulu’nu 1-2 Kasım tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirecek. Genel kurulun ilk günü İstanbul Diş Hekimleri Odası’nda gerçekleştirilecek. İlk gün, matbaa işçileri, gazeteciler ve yayınevi işçilerinin sorunlarının ve çözüme dair önerilerin tartışıldığı bir forum şeklinde yapılacak. DİSK Basın-İş, 2 Kasım günü de DİSK Genel Merkezi’nde yapılacak seçimlerle yönetim organlarını belirleyecek.


9

SERMAYE 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

Orta vadede patrona teflvik iflçiye daha fazla sömürü MEHTAP MET‹NO⁄LU

A

KP tarafından önümüzdeki üç yıl, emekçiler için daha fazla sömürü ve yoksullaşma, sermaye için ise daha fazla kar beklentisinin gerçekleşmesine göre planlandı. 2015-2017 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program (OVP), 8 Ekim'de Ali Babacan tarafından açıklandı. Programın temel amacını büyüme performansını artırma, cari işlemler açığını düşürme, enflasyon hedefine ulaşma oluşturuyor. Program, IMF'nin "önerileri" ve sermaye kesimlerinin beklentilerine göre şekillendirilirken "orta gelir tuzağı" söylemiyle sunuldu. Bu söylem, rekabet gücü önceliğine dayalı bir ekonomi öngörüyor. Çünkü bugünün Türkiye’si, daha düşük emek maliyetleriyle ihracat yapan ya da ileri teknolojiye dayalı ihracat yapan ülkelerle rekabet edebilecek güçte değil. İktidar için çözüm ise emek gücü maliyetini aşağı çeken yapısal reformları devreye sokmak. Orta vadede işçi sınıfı daha fazla hak gaspı ve saldırıyla karşılaşacakken sermaye kesimleri yapısal reformların hızlıca hayata geçmesi için giderek sabırsızlanacak. AKP ise ekonominin kronik sorunları ve yarattığı çelişkilerle "yola devam" etmeye çalışacak. EKONOM‹DE 2023 HEDEFLER‹ HAYAL İthalata ve sıcak para akışına dayalı yapısı ile kırılgan özellik gösteren Türkiye ekonomisinde, tasarruf oranları sürekli olarak azalırken kredi sistemi ve cari işlemler açığı tehlike sinyalleri veriyor. İç tasarrufların yetersiz olduğu, dış borçların katlanarak arttığı bir ortamda IMF'nin “4. Madde Konsültasyon Çalışması” olarak bilinen denetim raporu 3 Ekim’de yayımlandı. Raporu değerlendiren Cumhuriyet'ten Çiğdem Toker, "Dikkatli okunduğunda, tavsiye adı altında hükümete bir dizi 'ev ödevi' verildiği apaçık. Uzun ifadeleri kısalttığınızda ortaya bir 'alarm listesi' çıkıyor" diyor ve şöyle listeliyor: “Ekonomide kur riski var, etki analizi yapmalı. Bankalar yabancı para cinsinden borçlanmayı kısmalı. Şirketlerin borçlanmasını düşürmek için teşvik edici ek önlemler göz önünde tutulmalı. Daha sıkı bir kamu maliyesi duruşuna ihtiyaç var. Enflasyon hedefinin yakalanması böyle mümkün olur. Faiz dışı fazla

Orta vadede işçi sınıfı daha fazla hak gaspıyla karşılaşacak. Sermaye, yapısal reformların hızlıca hayata geçmesi için giderek sabırsızlanacak. AKP ise ekonominin kronik sorunları ve yarattığı çelişkilerle "yola devam" etmeye çalışacak

OVP’nin aç›klanmas›ndan birkaç gün sonra Credit Suisse Araflt›rma Enstitüsü’nün Küresel Zenginlik/Refah Raporu aç›kland›. Rapora göre, Türkiye servet eflitsizli¤inin en yüksek oldu¤u ülkeler aras›nda yer al›yor. Türkiye’nin en zengin yüzde 10’u toplam servetin yüzde 78’ine sahip. Geriye kalan yüzde 90 ise servetin yüzde 22’sini bölüflüyor. 2017’ye dek GSYH’nin yüzde 2’sine ulaşacak şekilde önden yüklemeli bir mali düzeltme yapılmalı. Daha güçlü büyüme, yapısal reformların ilerletilmesine bağlı.” OVP'nin, IMF’nin son raporundaki "tavsiyelere" harfiyen uyularak hazırlandığı su götürmez bir gerçek. Babacan, küresel ekonomiye bağımlılığın bir sonucu olarak OVP'de hedeflerin aşağı çekildiğini söylerken 2023 hedeflerinin de artık hayal olduğunu ifade etmiş oldu. Türkiye her yıl "yüz-

de 10", diğer ülkeler ise her yıl "yüzde 3" büyürlerse Türkiye, 2023 yılında “en fazla 11. sıraya" yükseliyor. AKP ise büyümede yüzde 3.3'ten 3 yıl sonrasında yüzde 5'i "iyimser" bir yaklaşımla yeniden hedefliyor. AKP, hedeflerine ulaşmak için "Cari açığı düşüreceğim" derken emekçilerin alım gücünü düşürecek, "Enflasyonu yeneceğim" derken de ücretleri baskı altına alıp, işsizliğe yol verecek. Elde ne var ne yoksa satacak, özelleştirmediği tek bir kurum bırakmayacak. PATRONLAR BUNU BE⁄ENMED‹: OLDU⁄UN YERDE KAL PROGRAMI Sermaye örgütlerinin yıllardır ta-

lep ettiği konular bir kez daha OVP’nin hedefleri haline geldi. OVP'ye göre emekçileri kiralık işçilik, taşeron uygulamasının yaygınlaşması ve kıdem tazminatını gaspedecek ‘fon’ uygulaması bekliyor. AKP'nin, "rekabetçi bir işgücü piyasası" oluşturmak için atacağı adımlar sermaye çevrelerini yine de tatmin edemiyor. Çünkü AKP son üç yıldır aynı vaatlerde bulunurken pratikte "başarı" gösteremedi. Sermaye örgütleri, hedefleri düşük bulmasına karşın Türkiye'nin içinde bulunduğu konjonktürde söz konusu hedeflere ulaşıldığında da "başarı" sağlayacaklarını düşünüyor. Büyük bir holding CEO’sunun ifadelerini aktaran Milliyet'ten Meral Tamer yazısında şu ifadelere yer veriyor: "Önceki gün

açıklanan OVP, tam bir 'Olduğun Yerde Kal' programı. Aslında Türkiye olarak tamamen yeni gerçeklerle yüzleşme aşamasındayız. Beterin de beteri var. Umarız 'Olduğun Yerde Kal' durumunun bile başarı sayılabileceği günler gelmez." EMEKÇ‹LER VE YOKSULLAR ‹Ç‹N DAHA FAZLA SÖMÜRÜ DİSK-AR, OVP'ye ilişkin 11 Ekim'de yaptığı açıklamada, "Orta vadeli program güvencesizlik ve yoksulluk programıdır" diyerek bu programla işçi sınıfının daha da yoksullaşacağını, güvencesizleştirecek çalışma yaşamını “esnekleştirme” politikalarının yeniden sermayenin gündemine alındığını söyledi. Enflasyona dayalı ücret artışlarının sokaktaki enflasyonla uyumsuzluğunun devam edeceğinin vurgulandığı açıklamada, mutfaktaki alım gücünün 2 yılda yüzde 5 azalacağı söylendi. Açıklamada; girişimcilik, rekabet, teşvik, özelleştirme, yatırımcılara ve işletmelere kolaylıklar gibi söylemlerin programın her aşamasında kullanılmasına dikkat çekilirken "Emeğin haklarından, örgütlenme özgürlüğünden, sendikal haklardan hemen hemen hiç bahsedilmemektedir. Tam tersine yatırım ortamının iyileştirmesi başlığı başlı başına emekçilerin daha yoğun, esnek ve güvencesiz çalıştırılmasını bir girdi olarak almaktadır" denildi. Raporda OVP'de yer alan özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma hakkı tanınması ve yaygınlaştırılmasıyla, geçici çalışmanın kurumsallaştırılacağı vurgulandı. Bu durumda işçilerin karşılaşacağı olasılıklar şöyle açıklandı: "İşçiler çalışma iradelerini bu bürolara teslim edecek, sabit bir gelirle, düzenli bir işte çalışma olanağı ve çalışacağı işyerini seçme özgürlüğü ortadan kalkacak, işgücü piyasalarında dayılık denen sistem bu ad altında yaygınlaşacaktır." Programın hedeflerinde taşeron çalıştırmayı asli bir istihdam biçimi haline getirmenin bulunduğu söylenirken işçi sağlığı ve güvenliği gibi temel bir meselenin sadece denetim, teşvik, bilinç ve güvenlik kültürünün geliştirilmesi üzerinden tanımlandığına dikkat çekildi. Kıdem tazminatının, fona devredilerek işlevsizleştirilip ortadan kaldırılmasını amaçlayan uygulama hakkında, "Amaç öncelikle kıdem tazminatının iş güvencesi sağlayan yönünün yok edilmesidir. Bunun yanı sıra düşen birikim oranları nedeniyle işçinin kıdem tazminatı özel emeklilik fonlarını besleyecek bir gıda olarak düşünülmektedir " değerlendirmesi yapıldı.

AKP elde kalan her fleyi sat›l›¤a ç›kar›yor Toplumsal kaynaklar›n devletin gelirler politikas›na göre elden ç›kart›lmas› anlam›na gelen özellefltirmede son kalan "mallar›n" da sat›fla ç›kart›laca¤›, Maliye Bakan› Mehmet fiimflek taraf›ndan 6 Ekim'de aç›kland›. fiimflek’in ilan etti¤i plana göre; k›sa vadede elektrik üretim santralleri, otoyollar ve köprüler, baz› limanlar ve Erzurum K›fl Olimpiyatlar›’n›n yap›ld›¤› tesisler özellefltirilecek. Geliri Halkbank’a aktar›lmak üzere 25 fleker ve 5 makine fabrikas›, Halk Sigorta ve Halk Emeklilik de sermayenin hizmetine sunulacak. Bu dalgan›n ard›ndan s›ra gayrimenkullere, arsalara ve Güllük Marina gibi önemli projelere gelecek. Türksat’a ait Kablo TV operasyonlar›,

BOTAfi’›n iletim hatlar›, TE‹Afi’a ait kamu hisselerinin yüzde 49’luk bölümü, TPAO’nun halka arz›, Haydarpafla Projesi, ölçü ve ayarlar hizmetleri, Eti Maden’e ait sülfirik ve borik asit fabrikalar›, Spor Toto ve at yar›fllar› da listede yerini ald›. fiimflek, s›cak ve nakit paraya dayal› ekonomi politikalar›na karfl›n özellefltirmeleri gelir sa¤lamak üzere yapmad›klar›n› ileri sürdü. Ancak, hem IMF raporu hem de Orta Vadeli Program›n hedefleri fiimflek'in yalan›n› ortaya koyuyor. IMF’nin “4. Madde Konsültasyon Çal›flmas›” olarak bilinen denetim raporunda Türkiye için iki y›l sonra faiz ödemeleri d›fl›nda bütçede 48.5 milyar liral›k bir fazla yaratm›fl olunmas› gerekti¤ine dikkat çekiliyor.

Rant vergisi geliyor, kayma¤› AKP ve sermaye yiyor Kamunun değer artışından pay alması denilen ‘değer artış vergisi’ uygulama esasında kentsel dönüşüm, imar yasaları, acele kamulaştırma gibi mülksüzleştirme ataklarından birini oluşturuyor

A

li Babacan eylül ayı boyunca şu söylem üzerinde durmuştu: “İnşaatta kolay para kazanmanın önüne geçmek için imar yasası ele alınmalı. İmar yasasına yeni düzenleme gerekiyor.” Babacanın inşaat sektörünün denetlenmesi ve rantların “yönetilmesi” gerektiğine dair işaret ettikleri Orta Vadeli Program (OVP) ile resmiyet kazandı. Babacan'ın söylemlerini takip edenler, OVP'nin içeriğinde rantların "yönetilmesi" hakkında inşaat sektörüne getirilecek olan bir takım yaptırımlar aradı. Ancak AKP, "doğasına" aykırı davranmamıştı. OVP'de belirtilen uygulamaya göre imar planı değişiklikleri ve kamu yatırımları sonucunda oluşacak gayrimenkul değer artışlarından "kamu" pay alacak. Bu uygulamanın pratikte şöyle gerçekleşmesi öngörülüyor: Kanal İstanbul, 3. Köprü projesi gibi sonradan değeri artan bölgelerde ya da kentsel dönüşüm alanlarında arsası-gayrimenkulü olan yurttaşlar, değer artışı kazancı vergisi verecek. "Arsam değerlendi" diye sevinen yurttaşların cebinden çıkacak olan miktarlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile belediyelerde toplanacak. Kamunun değer artışından pay alması şeklinde gösterilen uygulama esasında kentsel dönüşüm, imar yasaları, acele kamulaştırma gibi mülksüzleştirme ataklarından birini oluşturuyor.

OVP'nin 148. maddesinde yer alan ifadeler, halktan "değer artış vergisi" adı altında toplanan miktarların "kamu yatırımı" denilerek yine sermayeye aktarılmasını gündeme getiriyor. Söz konusu maddenin içeriğinde şu ifadeler kullanılıyor: “İmar planı değişiklikleri ve kamu yatırımları sonucunda oluşacak gayrimenkul değer artışlarından kamunun pay almasını ve gayrimenkullerde değer artışına yol açacak bazı kamu yatırımlarına yararlanıcıların katkıda bulunmasını sağlayacak bir sistem geliştirilecektir.” Hürriyet'in "Projenin kaymağını proje yiyecek" başlıklı haberinde şu değerlendirme yapılıyor: "3. Havalimanı, 3. Köprü gibi yatırımlar sonrasında oluşan ranttan projelerin pay alması için sistem kuruyor." Ancak söz konusu sistemle ilgili ayrıntılar henüz kesinleşmedi ya da kamuoyuna duyurulmadı. 3. Köprü, 3. Havalimanı gibi AKP'nin "çılgın projeleri" finansman sıkıntısı yaşadığında "hazine garantisi" imdada yetişti. Değer artışından sağlanacak gelirlerin bu projelerin hizmetine sunulması ise uzak bir ihtimal değil. PATRONLAR RANTTA UZLAfiAMADI "Sektörü olumsuz etkilemez" diyen Ali Ağaoğlu, doğru yerde doğru projeyi yapanların söz konusu uy-

gulamalarla hiçbir sıkıntı yaşamayacağını söyledi. Ağaoğlu gibi "tuzu kuru" olmayanlar ise rant vergisinin kendileri için olumsuz sonuçlar doğuracağını belirtti. DKY İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Ali Dumankaya, "Rant vergisi uygulaması kentsel dönüşüm ve imarlı alanlar için çok hakkaniyetli değil. Dönüşüm bölgeleri emsalde iyileştirme yapılarak cazip hale getiriliyor. Bir de bunun üzerine rant vergisi alınırsa bu cazibesini yitirebilir. Bundan dolayı bu uygulama kentsel dönüşümü baltalar diye düşünüyorum" ifadelerini kullandı. Ant Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Okay, "Rant vergisi uygulamasının bir ucu da tüketiciye dokunuyor. Bu uygulamanın satış kabiliyetini daraltacağını düşünüyorum" derken Ege Yapı Yönetim Kurulu Başkanı İnanç Kabadayı ise “Rant varsa paylaşılsın” diye konuştu.


KENT ÇEVRE

10

23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

A KP Y EN‹ SA LDIRILA R LA GEL‹YOR

Kentlerimiz bizimdir, davetleri kabulümüzdür AKP, “kalkınma”, “etkinlik”, “verimlilik” laflarıyla süslediği yeni saldırı programlarıyla geliyor, yeni kavgalara davet ediyor. Parklarımız, meydanlarımız, sokaklarımız bizimdir, kabulümüzdür

ÖZEN TAÇYILDIZ

2

014’ün sonuna gelirken AKP, önümüzdeki yıllara ilişkin programlarını bir bir açıklıyor. “Kalkınma”, “atılım”, “etkinlik”, “verimlilik” laflarıyla süsledikleri programlarının hedefleri, rant için yeni saldırı dalgasının tarifi aslında. Bunlardan biri, AKP iktidarının önümüzdeki 3 yıl boyunca ekonomide izleyeceği yolu gösteren Orta Vadeli Program (OVP). Programa göre, istihdamda tarım sektörünün ağırlığının bu yıl %21,3 olması bekleniyor. Geçen yıl beklenen oran daha yüksekti, %23,6’ydı. Dönem sonunda da yani 2017 yılı biterken bu oranın %18,5’e gerileyeceği tahmin ediliyor. Programda bu gerilemenin sebebi yok tabi, sorsanız “sanayileşme”, “modernleşme”, “kentleşme”... Oysa tarımdan kopan bu insanların bir bölümü, “acele kamulaştırma bülteni”ne dönen Resmi Gazete’de yayımlanan kararlarla tarlasına, toprağına, deresine el konularak mülksüzleştirilen köylüler. Üstelik “kamu yararı” yalanı ile yapılan tüm bu el koymalar, HES, RES, enerji nakil hatları yapacak yandaş şirketler için. İşte Kolin, Soma Yırca’da acele kamulaştırma kararı verilen tarım alanında yüzlerce zeytini termik santral için kesiyor. Köylüler, çiftini-çubuğunu bırakmamak, 301 işçiye mezar olan madene girmemek, Kolin’in santrali-

ne işçi olmamak için de darp edilmelerine, kelepçelerle yerlerde sürüklenmelerine rağmen hala nöbetteler. DA⁄LAR, TEPELER, GÖLLER SERMAYEYE! Programla ortak alanlarımıza da saldırı geliyor; sermayeye arsa bulabilmek için yatırıma elverişli arazilerin envanteri çıkarılarak tahsis süreçleri etkinleştirilecek. Bu arazilerin başında da hazine arazileri geliyor. Üstelik sadece tapulu araziler değil, hazine mülkiyetinde kabul edilen dağlar, tepeler, kayalar, göller, nehirler, dereler de, yani ortak varlıklarımız. Sermayeye tek kıyak bu değil elbette. Verdiğimiz vergileri de yatırımcılar için harcayacaklar. Harcamaların önemli bir kalemini demiryolu, liman, lojistik merkezi, eğitim, sağlık, ulaştırma sektörleri… gibi kamu altyapı yatırımları oluşturacak. Ama elbette özel kesim yatırımlarını destekleme amacıyla. Yine bizim vergilerimizle, emeğimizle yıllar boyu birikerek gelen varlıkları 12 yıl boyunca sata sata bitiremeyen AKP, sermayenin yükünü bize ödetirken bittikten sonra da muhtemelen yok pahasına satar. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “özelleştirme”yi önüne bir rekor hedef olarak koydu zaten. Geçtiğimiz günlerde elektrik üretim santrallerin, otoyolların, köprülerin, bazı limanların, Haydarpaşa Garı’nın

satılacağını açıkladı. Yine programa göre, petrol, doğal gaz, linyit kömürü, jeotermal arama faaliyetleri hızlandırılacak. Belli ki milli parkları, ormanları, zeytinlikleri açtıkları talan başka bir yer kaldıysa orada da devam edecek. “KENTSEL DÖNÜfiÜMÜ DAHA ÇOK YAPALIM” Şehirlerde ise kentsel dönüşüm tam gaz devam. Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, binlerce insanı yerinden eden, evini, mahallesini yıkıp sermayeye açan kentsel dönüşüm için belediyelere ‘seferberlik’ çağrısı yaptı. Bugüne dek yarattıkları yıkım yetmedi, “Kentsel dönüşümü hızlandırmamız lazım. Hiçbir parti ayırmadan söylüyorum. Belediye başkanlarımız seferberlik ilan etsin. Gelsinler birlikte yol haritasını belirleyelim. Türkiye’de kentsel dönüşümü daha çok yapalım” dedi. Türkiye’de bu işten en yüksek rant kazandıran İstanbul’da da plan hazır. İBB, 2015-2019 stratejik planını açıkladı; kentsel dönüşüm projelerine hız verilerek beş yılda 128,6 milyon TL harcanacak, her yıl ortalama 90 gecekondu “tasfiye edilecek”. Yıkılan yerlerin yerine gelsin residancelar, AVM’ler. Halihazırda Türkiye’de mevcut 342 AVM’nin 112’si İstanbul’da. Kiralanabilir alanlarıyla İstanbul’un 4,5 milyon karesi üzerine yayılmış durumda. Yenileri de geliyor tabi.

Kazdağları’nda baraja köylülerden izin yok B

alıkesir-Edremit’e bağlı Mehmetalan Köyü’ne yapılması planlanan Zeytinli Barajı’nın fizibilite çalışmaları köylüler tarafından durduruldu. 16 Ekim günü sabah saat saatlerinde DSİ aracı, kepçe ve jandarma otosundan oluşan bir ekibin Kaşıkçı Deresi ve Kirişlik Vadisi civarından toprak almaya çalıştığını öğrenen Mehmetalan köylüsü, çalışmanın olduğu yere yürüdü. Köylüler, bölgeden toprak alamayacaklarını söyleyerek çalışmayı yürüten görevlilere tepki gösterdi, iş makinasının önüne oturarak çalışmaya izin vermediler. İki jandarma ekibi daha takviye olarak bölgeye getirilirken görevliler jandarma koruması eşliğinde araçlarına binerek bölgeyi terk etmek zorunda kaldılar.

JANDARMA KOMUTANI: “B‹R SORUN ÇIKMASIN” Mehmetalan köyü muhtarı Metin Aktaş, sabah Zeytinli Jandarma Karakolu’na çağrıldığını, burada Jandarma ile beraber DSİ’den bir mühendisin ve özel şirket çalışanı olduğunu düşündüğü iki kişinin kendisi ile konuştuğunu, jandarma komutanının kendisine “Biz görevlilere eşlik edeceğiz sen de görevlilerle birlikte köye gel. Fizibilite çalışması yapılacak. Toprak alınacak. Bir sorun çıkmasın” dediğini söyledi. Baraja karşı olduklarını söyleyerek reddeden muhtar, ardından köylüyü arayarak görevlilerin gelmekte olduğunu haber verdi. 140 haneden oluşan Mehmetalan

Köyü’nde baraj yapılması halinde 66 ev ve 1800 dönüm zeytinlik sular altında kalacak, üstelik zeytincilik önemli bir geçim kaynağı. Bunun yanı sıra, Kirişlik Vadisi’nde köye ait 4 turistik tesis var. Mehmetalan Köyü, Zeytinli Çayı ve barajın su toplama havzasının önemli bir bölümü Kazdağı Milli Parkı sınırları içinde kalıyor. Mehmetalan Köyü’nde Haziran ayında da “Zeytinli Barajına Hayır” etkinliği düzenlemiş, öyde buluşan bine yakın eylemci, baraj yapılması planlanan bölgeye yürümüştü. Yıllardır vahşi madencilik saldırısıyla havası, toprağı, suyu tehdit altında olan Kazdağları şimdi de HES ve baraj tehdidi altında. 1/100.000 ölçekli bölge planında altı adet baraj ve onlarca HES projesi öngörülüyor.

Validebağ’da beton istemiyoruz Validebağ Korusu’nun Çamlıca çıkışındaki alana yapılmak istenen cami inşaatı için belediye 21 Ekim sabahı şafak baskını yaptı. Kepçelerin alana girmesini engellemek için mahallelinin park ettiği araçlar çekildi, ardından da kepçeler alan girerek kazmaya başladı. Ekiplere eşlik eden çevik kuvvet, fotoğraf çekenleri tehdit etti. Alanının etrafı paravanlarla kapatılırken halk da önünde nöbete başladı. “Çevik kuvvetle mi inşaat yapıyorsunuz” diye tepki gösteren halk inşaat alanını çevreleyen bariyerlerin bir kısmını yıktı. Aynı akşam yapılacak basın açıklaması öncesinde bekleyenlere kalkanlar ve gazlarla polisin saldırmasına

rağmen kitle dağılmadı. Yapılan açıklamada mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıktığı duyuruldu, Üsküdar Belediyesi karara uymaya çağrıldı. Validebağlılar, nöbete devam edeceklerini ilan etti. Planlarda yeşil alan olarak görünmesine rağmen yıllardır otopark olarak kullanılan alan, 2012’de yapılan plan tadilatı ile park alanından dini tesis alanına dönüştürüldü. Duruma itiraz eden mahalle halkının açtığı dava devam ediyor. Dava sürecinde çıkan 3 bilirkişi raporu da alana dini tesis yapılmasının uygun olmadığını belirtiyor. Ancak belediye dava sonucunu beklemeden oldu-bittiyle inşaata başlamak

için özellikle son bir haftadır ısrar ediyor. İnşaat malzemeleri ve kepçeyi bölgeye getirerek çalışma yapmak isteyen belediyeyi mahalle sakinleri engellemişti. Çamlıca Konakları ve Ata Konakları sitelerinin bitişiğinde yer alan boş alana yapılmak istenen cami, Validebağ Korusu’na sıfır noktasında. Dolayısıyla yapılmak istenen inşaatla, hemen bitişikteki koru içinden geçen patika alanın asfalt yola dönüştürülerek korunun yapılaşmaya açılması tehlikesi de mevcut. Validebağ Gönüllüleri geçtiğimiz günlerde de yapılaşmaya karşı topladıkları 80 bin imzayı Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne teslim etti.

NÖBETTEY‹Z, HESABINI SORARIZ! Yolsuzluk dosyalarının tapelerinde adı geçen, Erdoğan’ın bizzat talimat verdiği Etiler Polis Okulu mesela. Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılan okul yerine AVM, rezidans, otel yapılacak. Kentin-çevrenin yağmasının döküldüğü tapeler zamanla doğrulandığı halde dosyalara takipsizlik kararı çıkıyor bir bir. Onlarca yargı kararına rağmen Atatürk Orman Çifliği’nin orta yerine Aksaray’ı konduran, “çıkmam da çıkmam” diye tutturan bir cumhurbaşkanı varken bakanlar, çocukları ve iş tuttukları müteahhitlerin böyle “aklanması” normal. Yeni dönemde de yeni saldırı dalgası, yeni eş-dost ilişki ağları, yeni rant paylaşımı geliyor. Masa başı planları yapıldı, projeler, planlar hazırlandı. Ama hayat, bu “çılgın” projelere uymuyor her zaman. Soma’da direnen köylüler, Kolin’in saldırısına rağmen hastaneden çıkınca zeytinliğine nöbete devam etmeye gidiyor. İstanbul, Ankara, İzmir’de “doğa da emek de zeytin ağaçları da yalnız değildir” diyen insanlar sokağa çıkıyor. Validebağ’da hukuksuz inşaatın bariyerlerini yıkanlar, polisin saldırısına rağmen nöbeti bırakmıyor, “Nöbettekilerin kılına zarar gelirse hesabını sorarız” diye uyarıyor. AKP, yeni kavgalara davet ediyor, parklarımız, meydanlarımız, sokaklarımız bizimdir, kabulümüzdür.

K›sa k›sa... I ‹stanbul Fatih’te Geylani Vakf›’n›n kiralayarak kaz› bafllatt›¤› Oruç Baba Park›’nda ‹BB plan de¤iflikli¤ine gitti. Oruç Baba Türbesi’nin içinde bulundu¤u arsan›n büyük k›sm› park olarak kalacak, küçük bir k›sm›na ise eskiden var olan Yavaflça Mehmet A¤a Camii’nin yerine yeni bir cami infla edilecek. Vak›f, halk›n mücadelesiyle park› boflaltmak zorunda kalm›flt›. I Ormanlar›n ticarilefltirilmesine ve bak›ms›zl›¤›na dikkat çekmek için bir araya gelen Diren Fatih Orman› ‹nisiyatifi, Fatih Orman›’nda temizlik yapt›, çöp toplad›. Toplanan çöpler ‹stanbul Bölge Orman Müdürlü¤ü önüne b›rak›ld›. Yap›lan aç›klamada “Orman›n bak›m›n› üstlenmek yerine buralar› sermayeye peflkefl çekenlere, çöpleri toplayarak asli görevlerini tekrar hat›rlat›yoruz” denildi. I Kuzey Ormanlar› Savunmas› (KOS), Sar›yer Belediyesi’yle görüflerek Fatih Orman›’na Bilgili ve Do¤ufl ortakl›¤› taraf›ndan yap›lmak istenen tabiat park› projesine ruhsat vermemesini talep etti. Belediye, KOS’un eylem yapaca¤›n› ilan etti¤i 12 Ekim’e bir gün kala bas›na aç›klama yaparak halk›a ra¤men hiçbir projenin alt›na imza atmayaca¤›n› belirtti, “Fatih ve Kuzey Ormanlar›’ndaki yap›laflmalara imar zini ve ruhsat› vermedik. Vermeyece¤iz” dedi. KOS, onay için Çevre ve fiehircilik Bakanl›¤›’na gidecek olan projeye karfl› mücadelenin daha yeni bafllad›¤›n› vurgulad›. I Rize Senoz Vadisi’nde yap›lmak istenen HES’lere karfl› Senozlular 13. davalar›n› da kazand›. Rize ‹dare Mahkemesi, Kayalar HES projesine iliflkin ‘ÇED olumlu’ karar›n›n yürütmesini durdurdu, itiraz yolunun da kapal› oldu¤una hükmetti. I Mu¤la’da bulunan dünyaca ünlü ‹ztuzu Plaj›’n›n belediyeden al›narak özel bir flirkete verilmesine karfl› aç›lan davada yürütmeyi durdurma karar› veren Mu¤la 1. ‹dare Mahkemesi, 29 Eylül’de ald›¤› ikinci kararla durdurma karar›n› kald›rd›.


11

EĞİTİM 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

Sıradaki adım karma eğitimin kaldırılması “KARMA E⁄‹T‹M KADIN ERKEK Efi‹TL‹⁄‹N‹ B‹L‹NCE ÇIKARIR” Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız psikolojik danışma ve rehberlik öğretmeni Zeynep Cansu Elifoğlu, karma eğitimin laik ve bilimsel eğitimin temeli olduğunu ve gerektiğini belirtti. Elifoğlu, AKP’nin gözünü karma eğitime dikmesini eğitim kurumları aracılığıyla cinsiyetçiliği, kadın-erkek eşitsizliğini yerleşik hale getirme çabası olarak değerlendirirken karma eğitimin kaldırılmamasını sadece AKP kadrolarının savunduğunu söyledi. Karma eğitimin çocukların gelişimi açısından vazgeçilmez olduğunu “Karma eğitimle öğretim, kız ve erkek öğrencilerin küçük yaşlardan itibaren farklı cinslerin birbirini tanıması, farklılıklarına saygı göstermesi ve kadın erkek eşitliğinin bilince çıkarılmasının en önemli gereğidir” sözleriyle vurgularken asıl tartışılması gerekenin eğitimde ya da çocukların cinsiyetlerine göre ayırmak değil, gelişim özelliklerine ve evrelerine göre programlamak olduğunu ifade etti.

UTKU O⁄UL

A

KP kız ve erkek çocukların ayrı okullarda okuduğu, isteyenin de istemeyenin de imam hatiplere gittiği, küçük yaştaki kız çocuklarının dahi tesettüre girdiği bir eğitim düzeni hedefliyor. Bu doğrultuda eğitimi alt üst eden değişikliklere son dönemde sıkça şahit olduk. AKP, meslek liselerinin Anadolu meslek liseleri haline getirilmesiyle sınavsız gidilebilecek okul olarak imam hatipleri öne çıkarırken TEOG sistemiyle ise isteyeni de istemeyeni de imam hatiplere kaydetti. Geçtiğimiz haftalarda alınan kararla da türban ortaöğretime kadar indi. Peki AKP’nin sıradaki hedefi ne? Eğitim Bir Sen yetkililerinin son dönemde öne çıkardığı söylemler ve Eğitim Bir Sen’in 19-21 Eylül’de düzenlediği Başkanlar Kurulu Toplantısı’nın sonuç bildirgesi bu soruya cevap veriyor. Hedefte kız ve erkek çocukların birlikte eğitim almasını sağlayan karma eğitimin kaldırılması var. Eğitim Bir Sen’in böyle bir değişiklik öngörmesi bu değişikliği AKP’nin de hedeflediğini gösteriyor. AKP döneminde üye sayısını katlayıp “yetkili sendika” olan Eğitim Bir Sen, ‘kamuda türban serbestliği’ getirilirken de AKP’nin truva atı olmuş, ‘türban serbestliği’ için imza kampanyası yürütmüştü. Yine Eğitim Bir Sen’in üst düzey toplantıları bir nevi Milli Eğitim Bakanlığı toplantıları gibi işlemiş, Eğitim Bir Sen’in öngördüğü değişiklikler AKP tarafından bir bir gerçekleştirilmişti. Son olarak 19-21 Eylül’deki Başkanlar Kurulu toplantısının ardından yayımladıkları bildirgeyle orta öğretimde türban serbestisi isteyen Eğitim Bir Sen’in dileği AKP tarafından yalnızca bir gün sonra hayata geçirilmişti. Aynı bildirge AKP’nin eğitimde sıradaki hedefinin ‘karma eğitimi kaldırmak’ olduğunu konusunda önemli ipuçları veriyor. Bildirgede, “İnsanların temel tercihlerini sınırlayan, demokratik eğitim hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, insan iradesine ve tercihine ipotek koyan eğitimdeki karma mecburiyetine son verilmeli” ifadeleri yer alıyor.

(Ocak-Şubat-Mart 2012) ve karma eğitimin kaldırılmasını istemişti. Geçtiğimiz yılın sonlarında Erdoğan’ın ‘kızlı-erkekli evlere açtığı savaşla eş zamanlı olarak gündeme taşınan uygulamayla ilgili konuşan AKP’li vekiller Sadık Yakut ve İbrahim Korkmaz karma eğitimin kaldırılması için çalışma yaptıklarını itiraf etmiş ancak “Karma eğitime karşıyım” diyen Sadık Yakut daha sonra “Partimin değil benim fikrim” açıklamasını yapmıştı

‹K‹ YILDIR ‹ST‹YORLAR Karma eğitim konusu gündeme yeni gelmiyor. Eğitim Bir Sen süreli yayını “Eğitime Bakış, Eğitim-Öğretim ve Bilim Araştırma Dergisi”nin 22. sayısında karma eğitim üzerine bir dosyaya yer vermişti

‘SUUD‹ ARAB‹STAN B‹R HAR‹KA DOSTUM’ Erdoğan’ın ‘kızlı erkekli’ evlere müdahale açıklamasından vazife çıkaran AKP Gençlik Kolları da karma eğitime karşı bir çalışma yapmıştı. AKP Gençlik Kolları Dış İliş-

AKP’nin sıradaki hedefi karma eğitimi kaldırmak. Bu yeni hamlenin işareti AKP güdümlü “eğitim sendikası” Eğitim Bir Sen, Başkanlar Kurulu toplantısında verildi. Bu yeni girişime ilişkin değerlendirmelerini Halkın Sesi’yle paylaşan psikolojik danışma ve rehberlik öğretmeni Z. Cansu Elifoğlu, karma eğitimin laik ve bilimsel eğitimin temeli olduğunu, AKP’nin gerici bir toplum yaratma hedefi doğrultusunda karma eğitimi hedef aldığını belirtti kiler Başkanlığı’nın yayımladığı çalışmada Suudi Arabistan’ın yüzde 100, İran’ın yüzde 98, Ürdün’ün yüzde 97’lik tek cinsiyetli eğitim oranları yer alırken Türkiye’nin de bu ülkeleri örnek alması gerektiği ifadeleri yer almıştı. Ayrıca Avrupa’dan da birkaç ülkenin tek cinsiyetli eğitim oranları örnek verilirken (Belçika yüzde 12 gibi), AKP’li gençler karma eğitim yapılmayan okulların oranından başka tek cinsiyetli eğitimin savunulacak bir yanını öne çıkaramıyor. Konuya Bilal Erdoğan’ın da el attığı basına sızan bir tape ile ortaya çıkmış, Erdoğan’ın "Yeni planlanan okulları da ya kız ya erkek olarak planlayalım” sözleri kamuoyuna yansımıştı.

‘KIZ L‹SELER‹’ ‹LK ADIM AKP, karma eğitime karşı ilk adımını MEB’in Mayıs ayında 81 ilin valiliklerine gönderdiği “Mesleki ve teknik ortaöğretimde okul çeşitliliğinin azaltılması konulu” genelgeyi yollamış ve genelgeyle kız okulları açılması serbest hale gelmişti. AKP kurmaylarının kız ve erkek okullarını savunurken ortaya attığı görüşler ise bir hayli ilginç. Eğitim Bir Sen’in süreli yayını “Eğitime Bakış, Eğitim-Öğretim ve Bilim Araştırma Dergisi”ndeki karma eğitim dosyasında yazan sendikacı, eğitimci, akademisyen, ünvanlı kişilerin tamamı karma eğitimin bir ‘dayatma’ olduğunu iddia ediyor. Bu iddiayı da velilerin çocuklarını istediği okula yani karma ya da

hemcinsleriyle okuyabileceği bir okula gönderme özgürlüğü var diyerek savunuyor. Kız ve erkeklerin ayrı okullarda okuması durumunda başarının artacağını, kadınların erkekler tarafından ezilerek eğitimin dışında kaldığını söylüyorlar. Bunun da yalnızca ‘karma’ eğitimin kaldırılmasıyla çözüleceğini savunuyorlar. Bir diğer savunu ise ‘karma’ eğitimden dünyanın birçok ülkesinde vazgeçildiği yönünde. Eğitim Bir Sen Genel Başkan Yardımcısı Ali Yalçın geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında ateşli bir şekilde ‘karma’ eğitime karşı çıkarken yukarıda bahsettiğimiz AKP gençlik kollarının ilham aldığı İran, Suudi Arabistan gibi ülkelerin örnek vermekten öteye geçemedi.

“‹LER‹C‹, LA‹K VE B‹L‹MSEL E⁄‹T‹M MÜCADELE ‹LE MÜMKÜN” Elifoğlu, AKP’lilerin iki cinsin ilişkisini yalnızca cinsellik üzerinden kurarak karma eğitimi değerlendirmesini ve “Erkek öğrenciler, kız öğrencileri baskılıyor ve başarısını düşürüyor” argümanlarını ise şöyle değerlendirdi: “Tacizi, kadına şiddeti tırmandıran ‘karma eğitim’ değil; AKP'nin kadın düşmanı politikalarıdır. Yeni Akit gazetesinde ‘karma eğitimin zararları’ üzerine çıkan yazının altında yatan mantık elbette ki bu ülkede her gün 5 kadının ölümünün gerekçesi olan kadına yönelik baskıcı, erkek egemen bakış açısıdır. ‘Ben de 3. sınıfa geçince kız kardeşimin başını kapatacağım’ diyebilen 6. sınıf öğrencisi bir erkek, eğitimin tamamen cinsiyetçi kalıplarla donatıldığı bir eğitimin ürünüdür.” Karma eğitim uygulamasının eğitimde olmazsa olmaz olduğunu belirten Elifoğlu, “İlerici, laik, demokratik ve bilimsel bir eğitim anlayışını mümkün kılabilmek, eğitimde uygulanan ve planlanan tüm gerici uygulamalara karşı mücadele ile mümkündür” diyerek velileri ve öğretmenleri hem halihazırdaki dönüşüm uygulamalarına hem de karma eğitimi hedef alan saldırılara ve karşı mücadeleye çağırdı.

Diyarbak›r’da Veliler pes etmiyor: “Okul içinde okul olmaz” Paşabahçe Ortaokulu’nda açılan imam hatip sınıfındaki öğrenci sayısı bal›k istifi B 6’ya düşmesine rağmen sınıf kapatılmayarak diğer okullardan öğrenci e¤itime isyan kaydırılacağının açıklanması üzerine veliler tekrar okul önünde buluştu eykoz’da imam hatip sınıfı açılan 11 ortaokuldan biri olan Paşabahçe Ortaokulu’nda imam hatip sınıfına kayıt olan öğrenci sayısı 9’dan 6’ya düştü. Buna rağmen Din Kültürü öğretmenliği yapan ve aynı zamanda vekaleten okul müdürü olan Mustafa Zeki Özşahin imam hatip sınıfını kapatmamakta diretiyor. Özşahin’in sınıfı kapatmamak için bilindik bir çözüm bulmuş: Başka okullardan öğrencileri bu imam hatip sınıfına kaydırmak. Özşahin ayrıca Paşabahçe Ortaokulu öğrencilerinin velilerine de çocuklarını imam hatip sınıfına kaydırmaları konusunda teşvik kağıdı gönderdi. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün de müdürün arkasında olması ve imam hatip sınıfının kapanmayacağını ilan etmesi üzerine veliler tekrar harekete geçti. 18 Eylül’de imam hatip sınıflarının kapatılması talepli 700 dilekçeyle İlçe Milli Eğitim

D

iyarbakır’ın Bağlar ilçesine bağlı Bağcılar mahallesinde bu yıl açılan 270 öğrenci kapasiteli Necip Fazıl Kısakürek Anadolu Lisesi’ne, Temel Öğretimden Orta Öğretime Geçiş Sınavı (TEOG) sonuçları doğrultusunda 1360 öğrenci kaydedilince veliler ve öğrenciler isyan etti. Anadilde eğitim talepli ders boykotları nedeniyle okulun ilk günlerinde durumun sıcaklığı hissedilmezken çocukların okula yoğun gitmeye başlamasıyla okulda kaos başladı. Kulp, Hani, Silvan, Lice gibi çevre ilçelerden de öğrencilerin TEOG doğrultusunda nakillerinin yapıldığı okula giden öğrenciler, okul müdürü tarafından kapasitenin hazır olmamasından dolayı geri çevrildi. Bu cevap üzerine öğrenciler ve okul önüne gelen velileri, alkışlar ve ıslıklar ile okul yönetimini ve Milli Eğitimi protesto etti. Kendisiyle görüşmek isteyen velileri de geri çeviren okul müdürü, velileri polis çağırmakla tehdit etti. Okul öğrencilerden Zehra Ayşin zor şartlarda çalışıp bu okulu kazandığını belirterek, 1 aydır bir türlü ders başı yapamadıklarını belirtti. Üniversiteye hazırlandığını kaydeden Ayşin, “Bu durum bizi olumsuz etkiliyor. Biz bu şartlarda üniversiteye nasıl hazırlanacağız” dedi.

‘B‹R AN ÖNCE ÇÖZÜM BULUNSUN’ Çocukların eğitim ve öğretiminin aksadığını belirten velilerden Şeref Demir ise tepkisini “Bu okul bir ay önce açıldı. Milli Eğitim 3 ay tatil sürecinde ne yaptı. Neden bu okulu faal hale getirmediler. Okulda öğretmen yok. Öğrenciler ders başı yapamıyorlar. Okulun sıraları bile daha yeni geliyor. Biz mağduruz. Şimdi de bize gidin çarşamba günü gelin diyorlar. Bir an önce buna bir çözüm bulunsun” ifadeleriyle dile getirdi.

Kaybedecek çocuklarımız var, okullarımıza dokundurtmuyoruz ‹stanbul’da okullar›n› gerici, piyasac› sald›r›lardan korumak için bilimsel, laik, paras›z e¤itim mücadelesini yükselten veliler 22 Ekim’de ‹stanbul Tabip Odas› Kad›köy Bürosu'nda bir araya gelerek Okuluma Dokunma Koordinasyonu’nu kurduklar›n› ilan etti. Yaklafl›k 50 velinin, ö¤retmenlerin ve mücadeleye kat›lan kitle örgütü temsilcilerinin kat›ld›¤› toplant›da “Kaybedecek hiçbir fleyi

olmayanlar de¤il, kaybedecek çocuklar› ve gelece¤i olanlar›z” diyen veliler okullar›n halk›n kamusal ortak varl›klar oldu¤unu ve kimsenin dokunmas›na izin vermeyeceklerini ilan ettiler. Toplant›da www.okulumadokunma.net sitesinin tan›t›m› yap›larak mücadelenin bilgisinin paylafl›ld›¤› ve okullar› için mücadele edenlerin iletifliminin sa¤land›¤› bir platform olaca¤› belirtildi.

Müdürü’ne giden veliler ‘Sizin yaptığınız eylemler olmasa sınıf dolmuştu’ cevabıyla karşılaşmıştı. Milli Eğitim Müdürlüğü’nün dilekçelere resmi cevabının olumsuz olması nedeniyle 16 Ekim’de Paşabahçe Ortaokulu önünde buluşan veliler bir basın açıklaması yaptı ve taleplerini tekrarladı. Basın açıklamasında verilen cevabın şimdiden çocuklar arasında yaşanmaya başlayan sorunları görmezden geldiği, yasa ve yönetmelikle de çeliştiği belirtildi. Dilekçelerde sıralanan taleplerin takipçisi olunacağını ve konuyu İl Milli Eğitim Müdürlüğüne taşınacağı, imam hatip sınıfları uygulaması geri çekilene kadar mücadeleye devam edileceği belirtildi. Ayrıca bu uygulamanın AKP’nin ‘dindar bir nesil yetiştirme’ doğrultusunda ortaya konduğunu ifade eden veliler eğitimin kaosa sürüklendiğini belirtti.


12

DAYANIŞMA 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

NE Ifi‹D SA LDIRISI RA KKA KADAR, NE D‹REN‹fi KOBANÊ KADAR UZA⁄IMIZDA

Faflizme karfl› ‘kardefllik koridoru’ faşist AKP iktidarının savaş politikalarını durdurmak, savaş suçlarının hesabını sormak demektir. Bu, aynı zamanda cihatçı çetelere örgütlenme zemini yaratan gericiliğe karşı mücadele etmek demektir.

ZAR‹FE AKBULUT

Y

Halkın Sesi: Kampanya nasıl örgütleniyor, amacı ne? Oya Ersoy: Ülke çapında yürüttüğümüz yardım kampanyası, halkların birbirine etnik köken ve mezhep farklılıkları nedeni ile düşman edilmeye çalışıldığı şoven

‘‘

‘‘

üzyıl sonra Ortadoğu’nun sınırları, gerici bir mezhep savaşı tetiklenerek yeniden çizilmeye çalışılıyor. Bu emperyalist müdahale sırasında palazlandırılan IŞİD gibi cihatçı çeteler, Irak’ta ve Suriye’de Hıristiyan, Şii, Alevi, Ezidi halkları ile kendilerindenolmayan Sünni, Türkmen, Arap ve Kürt halkından binlerce insanı katlediyor, kadınlara tecavüz ediyor, kurulan köle pazarlarında esir alınan insanlar satılıyor ve topraklarından koparılarak göçe zorlanıyor. IŞİD çetelerinin katliamlarından kaçan yüz binler, canlarını kurtarmak için Türkiye’nin sınır kentlerine sığınıyor. Halkevleri, bu manzara karşısında, savaştan ve katliamlardan kaçan, kendi ülkelerindeki hayatlarını terk etmek zorunda kalan Ezidi, Türkmen ve Kürt halkları ile dayanışma için ülke çapında bir yardım kampanyası başlattı. Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleşen IŞİD saldırılarına karşı direnen halklarla dayanışma eylemlerinde ön safta yer alan Halkevciler dayanışmanın her alanda örgütlenmesini savunuyor. Daha önce İsrail’in saldırdığı Filistin ve Lübnan halkı ile dayanışma için ve Van depreminin ardından depremzedeler için etkili kampanyalar düzenleyen Halkevleri, bu deneyimleri ışığında şimdi de IŞİD saldırısı altındaki Ezidi, Türkmen ve Kürtler için kolları sıvadı. Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy ile “Etnik ve mezhepsel çatışmaların körüklenmesiyle halkları birbirine düşman eden bu savaş insanlığı, insanlığımızı hedef alıyor” diyerek örgütledikleri,‘İnsanlık yaşasın, İnsanlar yaşasın!’ yardım kampanyasını ve özellikle şimdi Kobanê üzerinde IŞİD saldırıları ile yoğunlaşan gerici-mezhepçi-faşist kuşatmaya karşı mücadelenin anlamını konuştuk.

İnsanlık yaşasın, insanlar yaşasın!’ kampanyası, etnik ve mezhepsel çatışmalara ve mezhepçi-gerici faşist saldırılara karşı Karadeniz’den Çukurova’ya, Trakya’dan Ege’ye kadar sokak sokak, mahalle mahalle örgütlediğimiz bir kardeşlik barikatı olacak

dalganın kırılmasına karşı bir araç olarak mahallelerde örgütlenmeye başladı. Kampanya tek tek evler dolaşılarak yürütülüyor. Türkiye’nin birçok ilinde Halkevi şubeleri kent merkezlerine stant açarak, afişler asarak kampanyanın yaygın duyurusunu gerçekleştiriyor. Bunun yanı sıra toptancılardan malzemeler toplanıyor; en fazla yardımı nasıl toplarız, bunun girişimleri sürdürülüyor. Bire bir mahalle halkıyla, esnafıyla örgütlenen bu kampanya, IŞİD ve AKP işbirliğini, Ortadoğu’da direnen halklar ile Türkiye halklarının çıkarlarının

ortak olduğunu anlatmanın da fırsatını yarattı bizim için. AKP gericiliğine, faşizmine ve şovenizme karşı mahallelerdeki direnişi örgütlemek için benzer araçlar yaratmalıyız. IŞİD saldırıları sonrası ülke genelinde hissedilen mezhepçi-gerici-faşist tehlikeye ve şovenizme karşı halkların mücadelesinin; demokratik, laik, bağımsızlıkçı bir cephenin örgütlenmesi bugün için önümüzde duran somut görevlerden biri.

Kobanê direnişi neyi temsil ediyor ve neden bu kadar önemli? Çünkü hem ABD, hem AKP hem de diğer işbirlikçi bölge güçlerinin tasarladıkları Ortadoğu’da bağımsız, doğrudan demokrasi üzerine kurulu, eşitlikçi yönetim ve toplumsal ilişkiler anlayışını hayata geçiren Kobanê’ye yer yok. Bu nedenle AKP insani yardım koridorunu açmamakta diretirken, IŞİD’e Türkiye sınırından koridorlar açarak, üç cepheden kuşatılan Kobanê direnişini boğmak istedi. Ancak bölgede Kobanê için ayağa kalkan Kürt halkının direnişi; Hopa’dan İstanbul’un ilçelerine,

Samsun’dan Bursa’ya, Çanakkale’den Edirne’ye, Antalya’dan İzmir’e, Antakya, Mersin, Adana, Ankara’ya kadar ülkenin dört yanında gerçekleşen dayanışma eylemleri Kobanê’nin yalnızlaştırılarak, IŞİD çeteleri tarafından işgal edilmesini isteyenlerin oyununu bozmuş, uluslararası güçleri müdahale etmek zorunda bırakmıştır. Aynı zamanda “Kobanê düştü düşecek” diyen AKP iktidarının gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır. Bugün Kobanê halkının, direnen Ortadoğu halklarının yanında olmak demek; gerici-mezhepçi-

AKP tarafından örgütlendiğini söylediğiniz bu gerici-mezhepçi-faşist cephenin hedefinde kimler var, bu cepheye karşı halkların ortak mücadelesi açısından ne öngörüyorsunuz? Etnik ve mezhepsel çatışmaların körüklenmesiyle halkları birbirine düşman eden bu savaş, Türkiye’nin dışında değil, içinde yaşanıyor ve yaşanacak. AKP’nin hapisten çıkarıp Suriye’ye saldığı Hizbullahçılar dâhil Türkiye’den IŞİD saflarında savaşmak için giden binlerce kişi sınırın hemen ötesinde savaşıyor ve bir süre sonra geri dönüyor. Ülkenin dört bir yanında Kobanê ile dayanışma eylemlerine AKP iktidarının polisiyle, askeriyle, yıllardır palazlandırdığı HüdaPar/HizbulKonrta ilişkileriyle, selefi ağlarıyla, MHP’li faşistlerle saldırması, karşımızda İP’ten AKP’ye, MHP’ye kadar gericimezhepçi-faşist bir cephenin olduğunu gösteriyor. Bu cephenin hedefinde sadece Kürtler yok. Aleviler, kadınlar, laikler, solcular, sosyal demokratlar ve kendileri gibi düşünmeyen herkes var. Bugün ne IŞİD saldırısı Rakka kadar ne de direniş Kobanê kadar uzağımızda. IŞİD ve hamisi AKP’nin yarattığı tehdit de, bu tehdide karşı direniş de ülkenin her yerinde ayağımızı bastığımız yer kadar yakınımızda. Haziran İsyanı’nda saygı, özgürlük ve adalet talebiyle ayağa kalkan milyonların, laik, demokratik tüm kesimlerin AKP’nin savaş politikalarına, mezhepçi faşizme, cihatçı katillere karşı direnişini örgütlemeliyiz. Bağımsız, demokratik, laik bir ülke için; etnik-mezhepsel çatışmalara ve mezhepçi-faşist saldırılara karşı Karadeniz’den Çukurova’ya, Trakya’dan Ege’ye kadar sokak, sokak, mahalle mahalle kardeşlik barikatını örmek, kardeşlik koridorunu açmak görevimiz.

Ifi‹D ve AKP sald›rd›, sokak birleflti

Yard›mlar için: Halkevleri Genel Merkezi ‹fl Bankas› Meflrutiyet fiubesi IBAN:TR68 0006 4000 0014 2131 0426 60

Yard›mlar turuncu stantlara Suriye’de ve Irak’ta IŞİD saldırıları sürerken Halkevleri, IŞİD’in saldırılarına maruz kalan ve yaşam savaşı veren Ezidi, Türkmen ve Kürt halkları için başlattığı yardım kampanyasını 13 Ekim’de Ankara’da düzenlediği eylem ile duyurdu. Savaş mağduru olarak Türkiye’nin sınır kentlerine sığınan halkların yaşam koşullarının iyileştirilmesi için, Halkevleri Genel Merkezi’nin bulun-

duğu Konur Sokak’ta, temsili bir “yardım koridoru” ile birlikte kurulan stantta yardım toplanmaya başladı. Ankaralıların yoğun ilgi gösterdiği etkinliğe çok sayıda emek ve meslek örgütü, siyasi parti ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri de katıldı. Etkinlikte temsili yardım koridorunun Halkevleri’nin insanca bir yaşam ve özgürlük mücadelesi veren halkların yanında olduğunu göstermek için

açıldığı söylendi. Türkiye çapında örgütlenen kampanya ile Irak’ta ve Suriye’de direnen halklarla dayanışmak amacıyla bir şeyler yapmak isteyen herkese bir adres olacağı belirtildi. Kampanyaya ilişkin konuşmaların ardından kampanyaya destek veren kurum temsilcileri ve çok sayıda Ankaralı ellerindeki yardım malzemeleriyle beraber, temsili yardım koridorundan

geçerek yardım malzemelerini standa verdi. İstanbul ve Ankara’nın birçok ilçesinde ve Antalya, Adana, Antakya, Mersin, Artvin, Samsun, Trabzon, Kocaeli, Edirne, Bursa, İzmir dahil pek çok ilde kent merkezlerine ve mahallelere kurulan turuncu stantlarda yardımlar toplanmaya devam ediyor. Ayrıntılı bilgi halkevleri.org.tr’de.

Ifi‹D’in Kobanê’ye yönelen sald›r›s›n›n ve 3 cepheden kuflatmas›n›n ard›ndan, 6 Ekim’de Kobanê’de ki direniflçilerinin yard›m ça¤r›s› üzerine, Türkiye ve dünyan›n pek çok ülkesinde dayan›flma eylemleri düzenlendi. 6 Ekim gecesi bafllayan, baflta Avrupa ülkeleri olmak üzere uluslararas› güçlerin ve Türkiye'nin Kobanê sessizli¤ine ve Kobanê'de ki katliam tehdidine karfl› eylemler günlerce sürdü. Türkiye’de özellikle Kürt illerinde soka¤a ç›kan halka polis sald›r›s› ve iktidar eliyle palazland›r›lan gerici faflist güçlerin sald›r›-

s› gerçekleflti. Bu sald›r› ve çat›flmalar sonucunda 47 kifli hayat›n› kaybetti. Kürt illerinde kitlesel soka¤a ç›kma eylemleri, t›pk› Haziran ‹syan›’nda oldu¤u gibi yine devlet faflizmi ile bast›r›lmaya çal›fl›ld›. Bu nedenle Kobanê direnifli ile dayan›flma eylemleri ayn› zamanda, cihatç› çete Ifi‹D’i destekleyen ve soka¤a ç›kan halka sald›r› emrini veren AKP’ye yönelik öfkenin de adresi oldu. Türkiye’nin bat›s›nda eylemler ve çat›flmalar, Kürtlerin ve sol örgütlerin bulundu¤u mahallelerde daha yo¤un yafland›. Bu mahallelerden

biri de ‹stanbul Sar›gazi idi. Sar›gazi halk›na yönelik polis sald›r›s›, sokakta kimlik kontrolüne, keyfi gözalt›lar ve ev bask›nlar›yla devam etti. Bu sald›r›larda polisin yan›nda gerici faflist çetelerde yer ald›. 7 Ekim’de Sultanbeyli BDP binas›n›n ›rkç› faflist çeteler taraf›ndan sar›lmas›na karfl›n CHP Gençlik örgütünün deste¤e gelmesi, demokratik kurumlar›n ve sol örgütlerin birlikte davranmas›, mezhepçi-dinci-›rkç› tehdide ve AKP faflizmine karfl› ortak direniflin yafland›¤› bir örnek oldu.


13

KONTRGERİLLA 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

2014’ün kirli savafl›nda kontrgerilla Kobane eylemleri sürerken ‘90’lara geri mi dönüyoruz’ sözü sıkça tekrarlandı. Ancak AKP’nin tutumu ve saldırılarda harekete geçen güçlerle ilişkileri yaşananların basit bir ‘tekrar’ olmadığını gösteriyor ÖZGE OZAN

K

obane direnişine destek ve AKP’nin savaş politikalarını protesto eylemlerinde başta Kürt illeri olmak üzere yüz binlerce insan sokağa çıktı. Bu eylemler sırasında bir haftada polis, Hizbullah, MHP, Selefi çete saldırıları ve çıkan çatışmalarda toplam 47 kişi hayatını kaybetti, 632 kişi yaralandı, bin 974 kişi gözaltına alınırken, 323 kişi tutuklandı. Gözaltına alınanlardan 38'i işkence gördüğünü belirterek İHD'ye başvurdu. Eylemler sürerken ‘90’lara geri mi dönüyoruz?’ sözü sıkça tekrarlandı. Bu sözün gündeme gelmesine yol açan ise binlerce faili meçhul cinayet, kayıplar ve işkencelerle anılan kirli savaş döneminde Kürtlere karşı devlet tarafından kullanılan “aktörlerin” yeniden sahneye çıkmış olmasıydı. Ancak AKP’nin tutumu ve saldırılarda harekete geçen güçlerle ilişkileri yaşananların basitçe bir ‘tekrar’ olmadığını gösteriyor. Saldırıların kaynağı AKP’nin dışında yer aldığı ‘eski tip’ bir kontrgerilla organizasyonu değildi. AKP’nin Suriye’den Kürt illerine uzanan ‘kirli savaş ittifakı’ devredeydi.

AKP’N‹N K‹RL‹ SAVAfiI AKP’nin ilk dönemine damgası-

nı vuran ve ABD emperyalizminin denetimi altında bir kısım kontrgerilla ilişkilerinin de tasfiyesi ile sonuçlanan devlet içi çatışmadan iddia edildiği gibi ‘rejimin demokratikleştirilmesi’ çıkmamış, tersine sömürge tipi faşizm, bugün ‘Erdoğan diktatörlüğü’ olarak anılan neoliberal gerici bir baskı rejimi olarak yeniden yapılandırılmıştı. Bu baskı rejimi ve bu süreç içinde yeniden yapılandırılan kontrgerilla ağları Kobanê eylemlerinde görünür hale geldi, görünür hale gelen bir diğer gerçek ise AKP’nin krizi idi. Kobane eylemleri ne yönelik saldırılarda birçok kentte, Suriye iç savaşında AKP tarafından desteklenen IŞİD ve türevi cihatçı çetelerin Türkiye içindeki kadro ve lojistik destek ağının merkezi haline getirilen gerici örgütlenmeler devreye girdi. AKP döneminde Kürt illerinde örgütlenmesinin önü açılan ve Hüda-Par adıyla ‘yasallaştırılarak’ meşrulaştırılan Hizbullahçılar; kontrgerilla operasyonlarındaki tetikçi rollerini yakın tarihte Hrant Dink suikastinde gördüğümüz BBP ve MHP’li faşistler doğrudan AKP’nin emri altındaki kolluk güçlerinin yönlendirmesi altında halka saldırdı. Linç girişimlerinin, silahlı saldırıların, kaçırma olaylarının yanında Adana’da Azadiya Welat da-

ğıtımcısı Kadri Bağdu sokak ortasında ensesinden vurularak öldürüldü. Bingöl’de polislere yönelik saldırı gerekçe gösterilerek 4 insan yargısız infazla katledildi. Saldırıların Tarsus’tan Diyarbakır’a Bingöl’den İstanbul Esenyurt’a yaygın ve sistematik bir hal alması, polis desteğinde yaşanması ‘münferit’ ve ‘kendiliğinden’ olmadığını gösteriyordu. SUR‹YE’DEN TÜRK‹YE’YE ‹Ç SAVAfi S‹YASET‹ İçişleri Bakanı Efkan Ala henüz Kobane eylemlerinin ilk günlerinde ‘misliyle karşılık vereceğiz’ sözlerini sarf ederken, Davutoğlu, Bingöl’deki yargısız infazı ‘Bu işin faili konumundaki teröristler bir iki saat

içinde cezalandırıldılar’ sözleri ile savundu, Erdoğan ise ‘hak ettikleri karşılığı alacaklar’ söylemi ile halka yönelik şiddetin arkasında durdu. İktidar sözcüleri ve medyası tarafından şovenizm sistematik bir biçimde kışkırtıldı ve Kobane eylemlerinin hemen ardından bu eylemler bahane edilerek polisin yetkilerini arttıran bir yasal düzenleme gündeme getirildi. İktidarı boyunca şovenizmi, milliyetçiliği ve mezhepçiliği örgütleyen AKP iktidarının Suriye’den Türkiye’ye izlediği ‘iç savaş siyaseti’ bölge halklarına katliam ve ölüm taşımaya devam ediyor. Bu siyaseti yürütmek için devreye sokulan ve MHP’den BBP’ye, uluslararası cihatçı

ağlarından Hizbullah’a, MİT’ten asker ve polis teşkilatına uzanan kontrgerilla ilişkilerini yönetme konusunda ise AKP’nin etkin bir rol oynayıp oynamayacağı belirsiz. ABD’nin de desteği ile Suriye iç savaşında cihatçılarla kurduğu ilişkiler bugün AKP için kendisini de rehin alan bir sarmala dönüşmüş durumda. Üstelik bugün ABD aynı ağları AKP’yi hizaya çekmek için gündeme getiriyor. AKP düne kadar devlet iktidarını ele geçirmek için kullandığı polis içindeki Cemaat ilişkilerinin kendisine yönelik bir tehdit haline nasıl dönüşebileceğini ise 17 Aralık operasyonuyla yaşadı. Genel Kurulu’nda ağırlayıp, sırtını sıvazladığı Hüda-Par’ın ilişki ağları,

AKP’nin Kobane’den Türkiye’ye Kürt hareketini boğma girişimleri halkın direnişi ile püskürtülürken bir kez daha deşifre oldu. Kentlere yayılan çatışmalar ise söz konusu sokak olunca Kürt hareketinin AKP’den daha fazla inisiyatif sahibi olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. Kontrgerillanın yapısının ve politikalarının ABD emperyalizminin bölgeye yönelik askeri/politik stratejisi ile uyumlulaştırılması zorunluluğu ve egemen sınıfların iç iktidar mücadelelerinin kontrgerilla ilişkilerine yansımaları AKP’nin krizini derinleştiriyor. Bu krizin ne yönde ilerleyeceğini ise bölge halklarının mezhepçi faşizme, gericiliğe, emperyalizme karşı mücadelesi belirleyecek.

Özel harp dairesinden AKP’ye İslamcı örgütler ve kontrgerilla…

Domuz bağından yasal partiye: Hizbulkontra K ontrgerilla stratejisi açısından 90’lara damga vuran temel eğilim Kürt sorununda kirli savaşın Kürt hareketinin topyekün imhasını hedefler bir tarzda şiddetlendirilmesi idi. Hizbullah ise bu yıllarda işlevlendirildi. Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu 70’li yıllarda doğrudan CIA eliyle örgütlenen ve kontrgerillanın aygıtı olarak işlevlendirilen Milli Türk Talebe Birliği’nin üyesiydi (Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Mehmet Ali Şahin, Beşir Atalay, Bülent Arınç ve birçok AKP’li de aynı dönem MTTB içindeydi) Milli Selamet Partisi (MSP) sempatizanı gençlerin örgütü olan Akıncılarla da birlikte hareket eden Velioğlu’nun lideri olduğu çekirdek örgütlenme İlim Kitapevi etrafındaki faaliyetleriyle alenileşti. Kurucuları arasında eski MHP tetikçileri de bulunan Hizbullah 91 sonrasında JİTEM kontrolü altında PKK ile girdiği çatışmalarla, faili meçhul cinayetlerle adını duyurdu.1 Sokak ortasında enseden tek

kurşunla infaz yöntemi Hizbullah’ın simgesi haline dönüşürken, kaçırılan insanların işkence altında nasıl sorgulandığı ve domuz bağı ile öldürülenlerden oluşturulan toplu mezarlar Hizbullah operasyonlarında ortaya çıktı. Resmi raporlara göre Diyarbakır, Batman ve Mardin’de örgütlenmesini yoğunlaştıran Hizbullah sadece 1991-1995 arasında 500 kişiyi öldürdü. Kürt hareketi doğuşundan itibaren devletin yönlendirmesi altındaki bu örgütü Hizbulkontra olarak tanımladı. Öcalan Hizbullah için “Hizbullah değil Hizbi kontradır. MHP’nin Kürdistan’daki versiyonudur. Dört dörtlük Türkçüdürler” diyordu.2 1999’da Öcalan’ın yakalanması ve PKK’nin ateşkes ilanının ardından Hizbullah’ın etkisi zayıflatılmak istendi. 1999 sonundan itibaren Konya’da Hizbullah operasyonları başlatıldı. Ocak 2000’de Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu Beykoz’da ölü ele geçirildi. Ancak yaklaşık bir yıl sonra, Diyarbakır Emniyet Müdürü

1) Dönemin T.B.M.M. Susurluk Araflt›rma Komisyonu Baflkan›, Nevflehir Milletvekili Mehmet Elkatm›fl : “Hizbullah, PKK’ya karfl› devletin kurdurdu¤u, besledi¤i, büyüttü¤ü bir örgüttür. Zaten derin devletin bir politikas› var: “‹ti ite k›rd›rmak.” PKK’ya karfl› da bu yöntem kullan›lm›flt›r”. OHAL Valisi Hayri Kozakç›o¤lu: “J‹TEM, M‹T ve Emniyet’in Hizbullah’la o dönem istihbarat al›flverifli yapmas› gayet do¤al bir durum.”

Gaffar Okkan ve beş korumasının öldürülmesinde yine Hizbullah’ın adı anıldı. 2001 sonrası ABD’nin ‘ılımlı islam’ projesi ve bir dönem kendisinin beslediği İslamcı örgütleri “anti-terör” konsepti içinde hedefe alması ile paralel biçimde Hizbullah’a yönelik operasyonlarda örgütün üst düzey kadrolarının büyük bölümü cezaevine konuldu. AKP iktidarında Hizbullah için yeni bir dönem başlıyordu. Tutuklu Hizbullahçıların hatırı sayılır bir bölümü PKK’liler için çıkarılan “Topluma Kazandırma Yasası”ndan yararlanıp erkenden tahliye oldular. Kürt illerinde PKK karşısında İslamcı örgütlerin desteklenmesi stratejisi uyarınca AKP Hizbullah’ın taban örgütlenmesi yapması için olanakları seferber etti. Hizbullah başta Mustazaflar Derneği olmak üzere yasal kuruluşlar aracılığıyla gelir toplandı ve faaliyetlerini sürdürdü. 2006’da Diyarbakır’da yaptığı “Peygambere Saygı Mitinglerine” katılan on binlerce insanla dikkatleri

üzerine çekti. 2011 yılında üst düzey yöneticileri tahliye edildi. 2012 yılında HÜDA-PAR kuruldu ve Hizbullah seçimlere katılmaya başladı, aynı dönem başta Dicle olmak üzere Kürt illerindeki üniversitelerde yurtsever gençlere yönelik Hizbullah saldırıları artarken, ramazanda açık olan esnafa yönelik tehditler, seçim döneminde ise BDP’lilerle çatışmalar gündeme geldi. AKP’nin Kürt siyasetine karşı desteklediği HÜDAPAR son seçimlerde, AKP’den daha çok BDP tabanından oy alarak Batman’da yüzde 7,8, Diyarbakır’da yüzde 4,32 oy oranına ulaştı. AKP, Hizbullah ilişkilerini Suriye’de cihatçı örgütlere destek mekanizmaları içinde işlevlendirdi. Aralarındaki ‘sıcak’ ilişki boyutu ise HÜDA-PAR yöneticilerinin AKP’nin son genel kurulunda boy göstermesinde, MÜSİAD’ın ve AKP teşkilatlarının Kobane eylemleri sonrası katliama imza atan HÜDAPAR’a yaptıkları ‘geçmiş olsun’ ziyaretlerinde görüldü.

2) 2009 yerel seçimleri öncesi Öcalan AKP’nin bölgeye yönelik örgütlenmesine dikkat çekerek; “AKP, Hizbullah’›n resmi biçimidir. Bunu böyle anlamak laz›m. AKP ayr›ca bölgede Nakflîcili¤i kullanarak da etkin olmaya çal›fl›yor” demiflti. 2011 Hizbullah tahliyeleri sonras›nda ise “Bu Hizbullahç›lar›n b›rak›lmas› tesadüf de¤ildir. Zaman›nda Sol’u milliyetçilikle bitirdikleri gibi demokratik Kürt hareketini siyasal ‹slam’la bitirmek için yap›lan bilinçli politikalard›r ve birbiriyle ba¤lant›l›d›r” diyordu.

Kontrgerilla, 2. Dünya Savafl› sonras›nda emperyalist-kapitalist sistemin so¤uk savafl stratejisi çerçevesinde oluflturdu¤u bir anti-komünist iç güvenlik ayg›tlar› zinciri olarak gündeme geldi. Türkiye gibi yeni sömürgelerde ise kontrgerilla örgütlenmesi emperyalizmin askeri ve politik gizli iflgalinin en etkin ayg›tlar›ndan biri oldu. Türkiye’de kontrgerillan›n sömürge tipi faflist devlet ayg›t› içerisindeki belirleyici konumu, onu ayn› zamanda sömürge tipi faflizmin evrim sürecinin ve egemen s›n›flar›n iç çat›flmalar›n›n/iç iktidar mücadelelerinin kendine özgü bir sahnesi haline getirdi. Kontrgerilla cihaz›n›n geçirdi¤i de¤iflim dönüflüm süreçlerinde emperyalist güçlerin küresel/bölgesel egemenlik stratejilerindeki geliflmeler ile Türkiye’deki s›n›f mücadeleleri belirleyici oldu. ‹slamc› hareketin ve sivil faflist hareketin kontrgerilla a¤lar› içinde ifllevlendirilmesi ise adeta de¤iflmez bir kural olarak kald›. 60’l› y›llarda Fethullah Gülen’in de kurucular› aras›nda yer ald›¤› Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde yetifltirilen ‹slamc› gruplar, hem ABD’nin anti-komünist so¤uk savafl siyasetine eklemlenip hem de polis içinde kadrolaflarak kontrgerilla a¤›n›n içine yerlefliyordu. ‹slamc› gruplar Kanl› Pazar’da oldu¤u gibi antiemperyalist gençlik hareketine karfl› bir sokak gücü olarak da kullan›ld›. 80 sonras›ndan itibaren Afganistan’da CIA’n›n organize etti¤i ‹slami direnifl içinde Rusya’ya karfl› savaflmak üzere Türkiye’den gönderilen bir k›s›m ‹slamc›, kontrgerillan›n Kürt sorunu ekseninde yap›land›¤› ve Özel Kuvvetler Komutanl›¤› ile J‹TEM gibi kurumlarla öne ç›kt›¤› 90’l› y›llarda PKK’ye karfl› savaflt›r›lan Hizbullah’›n oluflumunda yer ald›. Yine 90’larda Sovyetler Birli¤i’nin da¤›lmas›ndan sonra ABD’nin nüfuz alan›n›n geniflletilmesi operasyonlar›nda CIA kontrollü Çeçen direnifline lojistik destek ve cihatç› tedariki Türk-‹slamc› BBP Alperen Ocaklar› arac›l›¤›yla gerçeklefltirildi. AKP döneminde kontrgerillan›n yeniden yap›land›r›ld›¤› Ergenekon operasyonuna giden yolda gerçekleflen Papaz Santoro, Hrant Dink ve Dan›fltay suikastlerinin tetikçileri de Alperen Ocaklar›’ndan ç›km›flt›. 90’l› y›llara damgas›n›

vuran di¤er iki kontrgerilla operasyonu 93 Sivas ve 95 Gazi katliamlar› oldu. Sivas’ta ‹slamc›lar ve ülkücü faflistler yine kontrgerillan›n hizmetindeydi. 2007 sonras›nda ise kontrgerillan›n, Ortado¤u’nun emperyalist sistemle yeniden bütünlefltirilmesi amac› do¤rultusunda köklü bir yeniden yap›lanma sürecine girdi¤i dönemde Ergenekon operasyonu bafllad›. Ordu merkezli eski tip kontrgerilla yap›s› ve düzenekleri yenilendi. Polis ve M‹T’in a¤›rl›k kazand›¤› yeni organizasyonun krizi ise Kürt sorunu ve AKP iktidar›n›n bata¤a saplanan Ortado¤u politikas› do¤rultusunda derinleflti. AKP’nin ihtiyaç duydu¤u operasyonel gücü polis teflkilat›yla sa¤layan CIA ba¤lant›l› Gülen Cemaati ile bafllayan iktidar savafl› kontrgerillay› yeniden egemenler aras› iktidar mücadelesinin yafland›¤› bir zemin olarak öne ç›kard›. AKP bir yandan polis teflkilat› üzerindeki hegemonyas›n tasfiye ve tutuklama operasyonlar›yla sa¤lamaya çal›fl›rken di¤er yandan özellikle Suriye’de iç savafl› destekleme politikas› ve Kürt sorununda merkezi rol oynayan M‹T’i öne ç›kard›. M‹T kadrolar› Suriye’de savaflan cihatç› çetelerle birlikte hareket ederken, Ifi‹D’e cihatç› ak›fl›n› sa¤layan uluslararas› a¤›n yönetimi ve lojistik deste¤i konusunda da belirleyici bir rol oynar hale geldi. Önde gelen isimleri sal›verilen Hizbullah, Irak ve Suriye’deki El Kaide a¤lar› ile temasa geçerken, yine liderleri Mirzabeyo¤lu yak›n zamanda AKP eliyle tahliye edilen ‹BDA-C’liler de M‹T’in yönlendiricili¤indeki Türkmen çeteleriyle ve çeflitli cihatç› gruplarla birlikte Suriye rejimine karfl› savafl›n içinde yer ald›. AKP bir yandan Kürt hareketi ile ‘müzakere’ yürütürken di¤er yandan Kürtlere karfl› savafl stratejisinde de bu ba¤lant›lar› kullanmay›, Kürt hareketiyle olas› bir çat›flmal› süreçte Ifi‹D ve El Nusra saflar›nda savaflan Kürt ve Türk kökenli ‹slamc› militanlar› ifllevlendirmeyi planlad›. Kobane eylemlerinde Hizbullah’tan selefi örgütlenmelere kadar M‹T’in yönlendirmesinde beslenen ‹slamc› yap›lar›n Kürt hareketine yönelik sald›r›lar› bu stratejinin bir ön görünümüydü. AKP yede¤indeki MHP ve BBP kadrolar› ise kentlerde büyüyen sald›r›lar›n içinde polisin yönlendirmesi ile yer ald›.


14

HUKUK 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

Yargıdaki hegemonya savaşının 'kazananı' kim? Yüksek yargının nasıl şekilleneceğini belirleyen ve yukarıdan aşağı tüm hukuk alanını düzenleyen HSYK seçimleri, AKP iktidarının temel gündemi haline gelirken sadece yargı camiası değil, tüm ülke tarafından takip edildi. 2010 referandumu ile seçim usulü getirilen ve bu yıl ikincisi yapılan HSYK seçimleri, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP'liler tarafından varlık/yokluk meselesi haline getirildi. Çünkü Erdoğan, başkanlık rejimini kurmak ve yürütebilmek için iktidar çatışmasının temel zeminlerini oluşturan istihbarat, polis ve yargıda hegemonyasını tesis etmesi gerektiğini biliyor. Yargıdaki hegemonya savaşının sonuçları Erdoğan'ın, ailesinin ve iktidarının etrafında kurulan çetevari sermaye ilişkilerinin geleceğiyle, yolsuzluk

operasyonlarının kapatılmasıyla doğrudan ilişkili. Bu nedenle 22 üyesinden 7’sinin hükümet kontrolünde olduğu HSYK’da savaş, kalan 15 üyeden 5’ini kazanma mücadelesi etrafında koptu. AKP’nin 2010 yılında Cemaat ile işbirliği içinde kurduğu “Yargıda Birlik Platformu (YBP)” seçime AKP listesi olarak girerken Cemaat’ten boşalan yerler ise sosyal demokrat, Alevi, ülkücü ve diğer İslami kesimlerle doldurulmaya çalışıldı. Hükümet ve devlet olanaklarının seferber edildiği, tüm Adalet Bakanlığı bürokratlarının toplantılarında boy gösterdiği YBP’nin karşısında Cemaat resmi liste oluşturmaksızın bağımsız adaylarla seçime girdi. İki eski suç ortağının

karşısında ise YARSAV ve Yargıçlar Sendikası’nın oluşturduğu liste vardı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan Başbakan Ahmet Davutoğlu’na, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den Burhan Kuzu’ya pek çok siyasinin üzerine söz söylediği, seçim sonucu istedikleri gibi çıkmazsa yasal düzenleme yaparak kurulu ortadan kaldırmayı dahi tehdit olarak ortaya attıkları HSYK seçimi, 1 üye dışında sonuçlandı. Seçim sonrası Bekir Bozdağ tarafından hükümet adına halka yapılan açıklamada “Bağımsız yargı kazandı” denilerek süreç özetlendi. Herkesin kendi durduğu yerden başka şekilde yorumladığı HSYK seçim sürecini ve seçimin kazananlar ve kaybedenlerini 10 soruda özetledik.

10 soruda HSYK sonrası itirazlar yapılıp Cemaat'e yakın hakimlerin bakması sağlanarak tutuklananlar serbest kalmıştı. Bu defa muhtemelen yargı mensuplarını da kapsayacak olan büyük operasyonlar öncesi AKP, bütün yargı birimini elden geçirme ihtiyacı hissediyor.

AV. MEHMET ÜM‹T ERDEM

HSYK nedir? Açılımı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olan HSYK; hakim ve savcıların mesleğe kabulü, atanması, görev yerinin değiştirilmesi, görevde yükselmesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin belirlenmesi, meslekten çıkartılması, disiplin cezası verilmesi gibi yargı sitemini belirleyen işlemleri yapan kuruldur. Kurulun kurulufl amac› nedir? 1980 darbesi sonrası kurulan kurumlardan olan HSYK’nın temel kuruluş amacı, yargıyı denetim altına almaktır. Hakim ve savcılarla ilgili geniş yetkileri olan kurul, yargı camiasını sindirmek için etkin olarak kullanılmıştır. 2010 yılına kadar kararlarına karşı dava açılamayan kurul, sadece 12 Eylül darbesi hakkında iddianame düzenlediği için savcı Sacit Karasu’yu meslekten çıkartması gibi pek çok hukuksuz uygulaması ile bilinmektedir. HSYK’da sadece hakim ve savc›lar m› vard›r? 22 kişiden oluşan HSYK’nın başkanı Adalet Bakanı'dır. Adalet Bakanlığı müsteşarı ise kurulun doğal üyesidir. Cumhurbaşkanı da avukat ve hukukçu öğretim üyeleri arasından 4 kişiyi kurula seçer. Yani kuruldaki yedi kişi hakim ve savcı değildir. Kalan 15 kişi ise hakim ve savcılar arasından belirlenir. Hakim ve savc› üyeleri kim seçiyor? Hakim ve savcı üyelerden 7’si ilk derece adli yargı üyeleri, 3’ü ilk derece idari yargı üyeleri, 3’ü Yargıtay Genel Kurulu, 2’si Danıştay Genel Kurulu, 1’i Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu tarafından düzenlenen seçimlerle belirlenmekte. Kamuoyunda tartışılan da işte bu seçimler. HSYK, kararlar›n› nas›l al›yor? Bakan ve müsteşar dahil 22 HSYK üyesi HSYK Genel Kurulu’nu oluşturuyor. Bu genel kurul HSYK başkanvekili, daire başkanları ve daire üyelerini belirlemekte. Ayrıca Yargıtay ve Danıştay’a üye seçmek, müfettiş ve tetkik hakimlerini atamak, yönetmelik çıkartmak, mahkeme yargı bölgelerini belirlemek gibi yargı politikasına yön verir nitelikteki işlemler genel kurulun görevleri arasında. Genel kurulun altında olan 3 daire ise 7’şer üyeden oluşuyor. Birinci daire hakim ve savcıların atama, nakil ve izin gibi özlük işlemlerini düzenleyen kısım. İkinci daire hakim ve savcıların görevde yükselme, disiplin, görevden uzaklaştırma ve çıkartma işlemlerini yürüten kısım. Üçüncü daire hakim ve savcıları mesleğe kabul etmek, hakkında şikayet olanlar hakkında inceleme ve soruşturma için başkana teklifte bulunmak gibi yetkilere sahip. Doğal olarak da en çok göz dikilen kısım ikinci daire. Seçimler özel bir usule tabi midir? HSYK seçimleri, Yüksek Seçim Kurulu’nun denetimi altında belirle-

nen adliyelerde sandık kurarak ve ilgili birimdeki tüm hakim ve savcıların katılımı ile yapılıyor. Tartışmalı kısım, seçimlere Adalet Bakanlığı ve hükümet kanalı ile yapılan müdahaleler ve cemaatin manipülasyon çabaları. 2014 HSYK seçimleri nas›l bir atmosferde geçti? 2014 seçimleri; hakim ve savcı olmayan bakanlık görevlilerinin tek tek adliyeleri dolaşması, çeşitli vaatlerde bulunarak hükümet listesine oy vermeye zorlaması, siyasilerin seçime dair beyanları, hükümet adayları seçilmezse seçimin yok sayılacağı tehditleri ile geçti. Hükümet, Gülen Cemaati ve YARSAV adaylarının yarıştığı seçimlerde, hakim ve savcılar hükümet kaynakları ile ücretsiz gezilere, yemeklere götürüldü, başsavcılıklar bu gruplar adına toplantı çağrı mesajları yayınladı, bu etkinliklere ücretsiz servisler kaldırdı ve daha da önemlisi maaşlara zam sözü verildi. Gülen Cemaati taraftarları ise alışılageldiği üzere adaylar hakkında söylentiler yayarak, kara propaganda ile seçim kampanyası yürütmeye çalıştılar. YARSAV ise, kısıtlı bütçesiyle çeşitli dolaylı engellemelere, haklarındaki söylentilere rağmen mütevazi bir seçim kampanyası yürütmeye çalıştı. Seçim sürecinin geneline bakıldığında, tarafların eşit şartlarla yarıştığı, tarafsız bir seçimden bahsetmek mümkün değil. HSYK seçimlerini kim kazand›? Teknik olarak bakıldığında, 2014 HSYK seçimlerinde adli yargıdaki 7 kişilik kontenjan hükümetin desteklediği “Yargıda Birlik Platformu (YBP)” tarafından, idari yargıdaki 3 kişilik kontenjanın ikisini Cemaat, birini YBP, Yargıtay’daki 3 kişilik kontenjanı Cemaat, Danıştay’daki 2 kişilik kontenjanı da Cemaat'in desteklediği adaylar kazandı. Bu sonuçlarla hükümet, yargıda istediği değişiklikleri kolaylıkla halledebileceği bir oran

yakaladı. Bu sekiz üyenin yanı sıra Cumhurbaşkanlığı tarafından atanacak dört, Adalet Akademisi’nden gönderilecek bir üye ile Adalet Bakanı ve müsteşarı da eklendiğinde, hükümetin 22 kişilik kuruldaki üye sayısı 15’e ulaşıyor. Seçim sonrası YBP tarafından seçilen üyelerin bir kısmının milliyetçi, bir kısmının sosyal demokrat olduğu, ilerleyen aşamada hükümet ile birlikte hareket etmeyecekleri söylense de bu konuda “Zalimin meclisinde oturan da zalimdir” sözünü hatırlatmakta fayda var. HSYK seçimleri hükümet için neden bu kadar önemli? Özellikle 17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrasında iyice görünür oldu ki, yargıya uzunca bir süredir AKP değil Cemaat hakimdi. Bu zamana kadar birlikte çalıştıkları için sorun olmasa da temel iktidar kapışması AKPCemaat arasında sürdüğünden, AKP yargıya hakim olmak için en temel aracının HSYK olduğunu fark ederek seçimlere yığınak yaptı. Yargı alanının üst kurumu olarak hakim ve savcıların mesleğe başlamasından görevin sona ermesine kadar tüm faaliyetlerini düzenleyen, kritik noktalarda kritik isimleri görevlendiren, muhalif/kendisi gibi düşünmeyenleri istediği yere tayin eden, gerektiğinde disiplin yolu ile terbiye eden, temel yargı politikasına yön veren HSYK, AKP için olmazsa olmazdır. Yolsuzluk operasyonları gösterdi ki, AKP’nin yumuşak karınlarından birisi yolsuzluk ve rüşvet. Etkin soruşturma yapılması durumunda ana kadrolarının çoğunluğu aileleri ile birlikte cezaevine kapatılacaklar. Bunu engellemenin en temel yolu ise, yargıyı tümden ele geçirmek. Diğer yandan iktidar tarafından ‘paralel yapı’ olarak tabir edilen Fethullah Gülen Cemaati'ne karşı yapılacak operasyonlarda hakim ve savcıların konumu özel önem arz ediyor. Bugüne kadar yapılan operasyonlarda tutuklama

HSYK seçim sonuçlar›n›n halka etkisi ne olacak? Seçim sonrası ortaya çıkan tablo, -daha iyimser tahminler olsa da- AKP lehine; doğal olarak da halka karşı gözüküyor. Yıllardır görüyorduk ki, Karadeniz’de HES’lere karşı açılan iptal davalarında lehte kararlar veren mahkeme hakimleri, Twitter’da Tayyip Erdoğan’a hakaret iddiasında “eleştiri özgürlüğü” kabul ederek beraat vereceği yönünde görüş bildiren hakimler, polislere ceza talep eden savcılar, siyasiler hakkında soruşturma açan savcılar mahkemelerinden sürülerek yargıya müdahale ediliyordu. Pınar Selek davasında 2 kez verilen beraat kararı da heyet tarafından değiştirilerek müebbet hapse çevrilmek istenmişti. Bunlar da fayda etmeyince son yıllarda peş peşe torba yasalar, demokrasi paketleri gibi yasal düzenlemeler yapılarak barınma, ulaşım, ifade, toplantı ve gösteri hakkı alanlarında hukuksuz düzenlemeler “hukuk” haline getirilmeye çalışıldı. Alınan yürütmeyi durdurma kararları engellenmeye çalışıldı. Mahkemelerin yapısı ile oynanarak, yeni oluşturulan “Sulh Ceza Hakimlikleri” kanalı ile şehirdeki tüm arama, el koyma, tutuklama, takipsizlik kararlarına itirazlara sadece 2-3 hakimin bakması sağlandı. İlk icraatları da yolsuzluk dosyalarını peş peşe kapatmak oldu. 2010 referandumu sonrası yapılan bu ve benzeri düzenlemelere yeni HSYK’nın yapısı da eklendiğinde, artık ellerinde daha da “operasyonel” bir yargı aygıtı var. Bu düzenlemelere karşı da halka direnmekten başka bir yol kalmıyor. Deremize, ormanımıza, mahallemize göz konulduğunda mahkemelere başvurup yürütmeyi durdurma kararı almayı beklemek yerine Karadeniz’de, Dikmen Vadisi’nde, Gezi Parkı’nda, Validebağ Korusu’nda olduğu gibi doğrudan dozerin önüne set olmak; Taksim Dayanışması, Çarşı Grubu, Gezi direnişi davaları gibi davalarda daha da kalabalık ve yan yana olmak mahkeme salonlarını iktidarın yargılandığı alanlara çevirmek hakkımızı sokakta savunmak artık daha da önemli.

İttifaktan iktidar savaşına, yargıya hükmetme mücadelesi 1981’den 2010 Anayasa referandumu öncesine kadar Adalet Bakanl›¤›’na ba¤l› 7 kifliden oluflan bir kurul olan HSYK'da etkin olamayan AKP, 12 Eylül 2010 referandumu ile HSYK’n›n yap›s›n› de¤ifltirmifl ve seçim sistemi getirmiflti. AKP bu de¤iflikli¤i “yarg›da vesayeti ortadan kald›raca¤›z” iddias›yla yapm›flt›. 2010 ekim ay›nda HSYK’ya yap›lan üye seçiminden ortak listeyle ç›kan Cemaat-AKP ittifak› kazanm›flt›. Bu ittifak, üç y›l boyunca

birlikte çal›flt›. Yarg›da istedi¤i yüzlerce atamay› gerçeklefltirdi, bu yolla toplumun muhalif kesimine yönelik operasyon üzerine operasyon yapt›. Ergenekon, Balyoz, KCK, Askeri Casusluk, Poyrazköy, Kozmik Oda, 28 fiubat, fiike soruflturmalar›n› yürüttü. Bu ittifakta ilk çatlak, 7 fiubat M‹T krizi ile yafland›. ‹ttifak›n da¤›lmas› ise 17 Aral›k operasyonu ile gerçekleflti. AKP ve Cemaat bu tarihten itibaren aç›k olarak yarg›da güç savafl›na girdi.

17 Aralık sıfırlandı: ‘Delil usulsüz, suç oluşmadı’ AKP-Cemaat arasındaki iktidar savaşında doğrudan Erdoğan’ı hedef alan ve etrafında kurulan çıkar ağlarını ortaya seren yolsuzluk dosyaları birer birer kapatılıyor ‹stanbul Cumhuriyet Baflsavc›l›¤›, 17 Aral›k yolsuzluk soruflturmas› kapsam›nda R›za Sarraf ile dönemin bakanlar› Muammer Güler’in o¤lu Bar›fl Güler ve Zafer Ça¤layan’›n o¤lu Salih Kaan Ça¤layan’›n da aralar›nda bulundu¤u 53 kifli hakk›nda takipsizlik karar› verdi. Savc› Ekrem Ayd›ner, takipsizlik karar›n›n gerekçesinde soruflturman›n “yasad›fl›” bafllat›ld›¤›n› öne sürdü. Takipsizlik karar›nda, delillerin usulsüz topland›¤› ve suç unsurunun oluflmad›¤› iddia edildi. Eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan hakk›ndaki suçlamalar›n ise “Yard›m toplama kanununa muhalefet” olarak de¤erlendirilerek dosyan›n ayr›l›p Mülki ‹dare Amirli¤i’ne gönderilmesine karar verildi. FAT‹H BELED‹YE BAfiKANI DIfiINDAK‹LER YARGILANIYOR 17 Aral›k operasyonunun ikinci aya¤› olan Fatih Belediyesi’ndeki rüflvet ve yolsuzluk soruflturmas› sonucunda 24 Nisan’da dava aç›lm›flt›. Mahkeme sorgusunun ard›ndan serbest b›rak›lan Fatih Belediye Baflkan› Mustafa Demir hakk›nda takipsizlik karar› verilirken Koruma Kurulu üyeleriyle kimi flirket yöneticilerinin ve yard›mc›lar›n›n da aralar›nda bulundu¤u 21 kifli Demir kadar flansl› de¤ildi. 21 kifli hakk›nda “2863 say›l› Kültür ve Tabiat Varl›klar›n› Koruma Kanunu’na muhalefet” ve “Rüflvet almak ve vermek” suçlamalar› yöneltilerek 5 buçuk y›ldan 86 y›la kadar hapis cezas› istendi. ‹stanbul 20. A¤›r Ceza Mahkemesi’nde Kas›m ay›nda yarg›lanmalar›na bafllanacak. ÜSTÜNE PARA ALACAKLAR Savc›l›¤›n 17 Aral›k’› aklama karar›n›n çarp›c› sonuçlar›ndan birini de R›za Sarraf ve eski bakan çocuklar› dahil onlarca “dokunulmaz” kiflinin devletten alacakl› hale gelmesi oluflturdu. Bunun nedeni ise haks›z gözalt› ve tutuklama nedenleriyle u¤ran›lan maddi ve manevi zararlar›n devlet taraf›ndan karfl›lanmas›n› düzenleyen Anayasa ve kanunlar. Takipsizlik karar›, ortaya ç›kan ciddi kan›tlar üzerine istifa etmek zorunda kalan AKP’li dört bakan›n Yüce Divan’a gönderilme olas›l›¤›n› neredeyse s›f›rl›yor. OPERASYONUN ‹ZLER‹ B‹RER B‹RER S‹L‹N‹YOR 17 Aral›k’›n hemen ard›ndan 25 Aral›k operasyonuyla ilgili soruflturma hakk›nda 2 Eylül’de takipsizlik karar› ç›km›flt›. Tayyip Erdo¤an’›n o¤lu Bilal Erdo¤an’›n da aras›nda oldu¤u 96 flüpheli hakk›nda kovuflturmaya yer olmad›¤›na karar verilmifl, soruflturma s›ras›nda tesadüfen elde edilen delillerin hukuken kullan›lmayaca¤› savunulmufltu. 17 Aral›k operasyonunun ayaklar›ndan biri olan TOK‹ dosyas›na iliflkin, aralar›nda Ali A¤ao¤lu, Türkiye Futbol Federasyonu Baflkan› Mehmet Ali Ayd›nlar ile eski Çevre ve fiehircilik Bakan› Erdo¤an Bayraktar’›n o¤lunun da bulundu¤u 60 kifli hakk›nda da 2 May›s’ta takipsizlik karar› verilmiflti.


15

TARİH 23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

Barcelona ve Stalingrad’›n Suruç’ta ifli ne? Yanda gördüğünüz fotoğraf Suruç’ta oynanan bir tiyatro oyunu sırasında çekildi. Kürt, Türk ve Arap gençlerin oluşturduğu Teatra Arîn Mîrxan adlı tiyatro grubu IŞİD barbarlığının yaşandığı şu günlerde tarihe atıfta bulunuyordu. Tarihin seyrini değiştiren faşizmin ilk yenilgisini aldığı Stalingrad ve falanjist İspanyollara karşı İspanya İç Savaşı’nda savaşan

“Uluslararası Tugayları” hatırlatan bu tiyatro oyununun ismi ise “Kobane, Barcelona, Stalingrad” konmuştu. Kobane uluslararası devrimci dayanışmanın ve barbarlığa karşı direnişin simgesi olarak anılırken faşizme karşı direnen halkların değerlerinin de tarihe gömülmediğini görmüş olduk. Tarih sayfamızı da Stalingrad ve Madrid direnişlerine ayırdık.

Tarihin seyri orada değişti 1

942 ve 1943 yıllarında yaşanan Stalingrad direnişi İkinci Dünya Savaşı'nın seyrini önemli ölçüde değiştirerek dünya halklarına umut olmuştu. IŞİD barbarlığına direnen Kobane halkı gibi Sovyet halkları da NAZİ zulmüne Stalingrad’da dur diyerek, tarihin bütün seyrini değiştirmiş, faşizmin yenilebileceğini tüm dünyaya göstermişlerdi.

HITLER’IN HAYALI STALINGRAD’I ALMAK NAZİ orduları Hitler'in emriyle 21 Haziran 1941'de "Barbarossa Harekatı" adı verilen saldırıyı Sovyetler Birliği’ne karşı başlatmıştı. Hitler kendinden o kadar emindi ki savaşın sadece 3 ay süreceğini düşünüyordu. Enerji ihtiyacı bulunan Almanya'nın hedefinde Kafkasya petrolleri bulunuyordu. Ancak Hitler daha sonra fikrini değiştirerek güney ordusunu ikiye ayırdı. Birinci grup Kafkasya'ya doğru ilerlerken ikinci grup da Stalingrad'a saldırıya geçti. NAZİ ordusu için Stalingrad bir saplantı haline gelmişti. Hitler hem Stalin'in ismini taşıyan bu şehri alıp Sovyet halkının moralini çökertmek hem de büyük sanayi tesisleri bulunan bu şehri alarak Sovyetlerdeki sanayi üretimine darbe vurmak istiyordu. Birkaç hafta için "Yıldırım Savaşı" dedikleri taktik ile 1000 km ilerleyen NAZİ ordusu Volga nehri kıyısındaki Stalingrad'a ulaştı. Özellikle ağır bombardıman teknikleri ve güçlü Alman tankları ile düzlük bozkırlarda hızla ilerleyebilen NAZİ'ler Stalingrad'a vardıklarında şehrin sokaklarında sıkıştı. Özellikle NAZİ tankları sokaklar moloz yığınlarından ilerleyemiyor, sıkışıyordu. "VOLGA'NIN GER‹S‹NDE H‹ÇB‹R TOPRAK YOK" Kızılordu, Stalingrad'ı savunması için Vasiliy Chuikov'u görevlendirdi. Chuikov askerlerine "Kucaklama Savaşı" adı verdiği bir taktiği uygulamalarını emretti. NAZİ ordusu-

IŞİD barbarlığına karşı tüm insanlık için direnen Kobane halkı, NAZİ zulmune karşı tarihin seyrini değiştiren, NAZİ’ler için son nokta olan Stalingrad Direnişi’ni hatırlattı 1943 Stalingrad

nun teknik üstünlüğüne karşı Alman askerlerinin yakınına kadar girip göğüs göğüse savaşmayı içeren bu taktik Stalingrad sokaklarında NAZİ'lerin kabusu oldu. Stalingrad'da her sokak için değil neredeyse her oda için savaşılmaya başlanmıştı. Stalin, Kızılordu birliklerine ünlü 227. emrini verdi. Emir gayet açıktı: "Geriye bir adım atılmayacak.

Volga'nın gerisinde hiçbir toprak yok." 3 ASKERE 1 S‹LAH Sovyet birliklerinin lojistik desteği oldukça düşüktü. Neredeyse 3 askere bir tüfek düşüyordu. Rus general Chuikov askerlerine moral vermek için ön saflarda yer alıyordu. Birkaç kilometre ilerlemenin

haftalar aldığı bir savaştan sonra NAZİ'ler Stalingrad'ı büyük ölçüde ele geçirmişdi ve Sovyet birliklerini Volga nehri kıyısındaki bir kilometrelik alana sıkıştırdı. Kızıordu'nun direnci oldukça fazlaydı. Bu durumla ilgili bir Alman subayı mektubunda şöyle bahsediyordu: "Volga'ya ulaşmamıza yalnızca bir kilometre var fakat bu bir kilometreyi bir türlü geçemiyoruz. Bu bir kilometre

için yapılan savaş bütün Fransa'nın ele geçirilmesi için yapılan savaştan uzun sürdü.” Musul’u bir kaç saatte ele geçiren IŞİD çetelerini bütün eşitsizliklere rağmen kentlerine sokmayan Kobaneliler Alman subayının sözlerini bize hatırlattı. Volga nehri kıyısına sıkışan Sovyet birlikleri burayı büyük bir iradeyle savunuyordu. Bu 1 kilo-

metrelik alan Sovyetler için hayati önemdeydi. ‘STAL‹NGRAD DÜfiTÜ DÜfiECEK’ Nazi Orduları Stalingrad yoğun bombardımana tutmasına karşın bu alanda oluşturulan savunma mevzilerini geçemedi. Hitler sabırsızlanıyor, Alman halkına yaptığı konuşmalarda Stalingrad'ın birkaç gün içerisinde düşeceğini söylüyordu. Hitler, Stalingrad'a saldıran 6. Ordu Generali Von Paulus'a ordunun kanatlarındaki birliklerin de çatışmaya sokulmasını istedi. Bu 6. Ordu için sonun başlangıcıydı. 6. Ordu kanatlarındaki birliklerin neredeyse tamamını merkeze çekerek güçlü bir saldırıya hazırlandı. STAL‹NGRAD, NAZ‹'LER ‹Ç‹N SON NOKTA Bu saldırılarda Stalingrad'ın %90'ı ele geçirilse de Sibirya'dan gelen Kızılordu, kanatlardan saldırarak NAZİ’leri çember altına aldı. Fransa'yı işgal ederek Paris'te Zafer anıtının önünden görkemli geçişler yapan NAZİ ordusu yenilmiş ve çember altına alınmıştı. Hitler ne olursa olsun 6. Ordu'ya son anına kadar savaşmasını emretti ve Paulus'a Mareşal ünvanını verdi. Çünkü NAZİ ordusunda yenilgi halinde mareşaller intihar etmek zorundaydı. Paulus bir süre daha savaşmaya devam etti ancak ordusu soğuktan ve açlıktan ölmeye başlamıştı. Von Paulus 1 Şubat 1943'te 24 general, 2500 subay ve 91 bin askeriyle Kızılordu'ya teslim oldu. Kent 140 gün direnmiş ancak bedeli de ağır olmuştu. Çoğu Sovyet vatandaşı olmak üzere 2 milyon kişi hayatını kaybetti. Stalingrad'ın 500 bin olan nüfusu binli rakamlara kadar düşmüştü. Stalingrad zaferi ile dünya halkları NAZİ'lerin yenilebileceğini görmüş oldu. Bu savaşta 2 ordusunu ve lojistik imkanlarını kaybeden Almanya büyük bir çöküş yaşadı. Stalingrad Zaferi ile İkinci Dünya Savaşının seyri değişmiş, dünyanın dört bir yanındaki anti-faşistler için umudun adı olmuştu.

Bombalar işe yaramaz kalplerin attığı yerde İ

spanya İç Savaşı’nda faşizme karşı uluslararası dayanışmanın simgesi olan Madrid savunması tarihe geçerek bugün Kobane’de yaratılan değerlerin de simgesi oldu. 1931’de ilan edilen Cumhuriyet toprak sahiplerini, generalleri ve kralcıları rahatsız etmişti. Falanjist(kökten dinci İspanyol faşistleri) ittifak Cumhuriyetçileri tehdit ediyor yer yer suikast ve sabotajlara girişiyordu. Böylesi bir ortamda 1936 seçimleri öncesinde Cumhuriyetçi cephe ise Manuel Azana önderliğindeki Sol Cumhuriyetçiler, komünistler, sosyalistler ve öteki sol politik kümeler ile birleşerek Halk Cephesi’ni kurmuştu. 1936 yılında yapılan seçimlerde Halk Cephesi 271 sandalye ile zafer kazandı. FRANCO CUMHUR‹YETÇ‹LERE KARfiI HAREKETE GEÇ‹YOR Afrika sömürgeleri komutanı ve falanjist bir asker olan Franco seçimlerden birkaç saat sonra başbakan yardımcısı ve ılımlı bir merkezci olan Valladares’e ile görüşüp hükümeti bırakmamalarını solu ezmelerini istedi. Valladares bunu reddetti. Ancak para ve toprak sahibi egemenler, generallerle anlaşmakta gecikmedi. Zaten ordu içinde darbe amacıyla Ordu Eylemi adlı gizli bir kralcı örgüt kurulmuştu. Falanjist hareket seçimlerden sonra 5 ay içerisindeki suikastlerde 58 sosyalisti katletti. 19 Temmuz 1936’da Franco’ya bağlı birlikler Cebelitarık Boğazı’nı geçerek Algesiras’ta karaya çıktılar. Artık, İspanya İç Savaşı başlamıştı. Diğer sağ liderlerin ölmesiyle sağın tek lideri seçilen Franco, orduyu “İspanya’da ya Katolik olunur ya da hiçbir şey” parolasıyla Madrid’e saldırmaya hazırladı. Bu köktendinciliğe Kardinal Goma Toma’dan destek gecik-

medi: “Bu kokuşmuş laik hukuk düzenini kökünden söküp atmak farzdır” NO PASARAN Franco birlikleri 7 Kasım’da Madrid’e üç koldan saldırdı. Saldırıdan önce kadın komünist Dolares İbarurri’nin radyodaki konuşması tarihe geçti: “İspanya halkı! Kadınlar! Silahınız yoksa bıçaklarınızla, kızgın yağlarla savaşın. Diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmek yeğdir. No Pasaran (Geçit Yok)” Hazırlıksız yakalanan ve milislerin yer yer çekilmek zorunda kaldığı ilk saldırıda işçiler İbarurri’nin çağrısına uyarak Madrid’in dış mahallerine kadar gelen falanjistlere ellerindeki iş aletleri ile karşı koydu. Saldırılar kentin çevresindeki ormanlık alanlarda devam etti. Milisler karşı saldırıya geçerek Franco güçlerini geri püskürttü. Franco’nun güçleri Madrid’e ikinci kez 6 Şubat 1937 tarihinde saldırdılar. Bu kez amaç, en azından Madrid ile Valencia arasındaki yolu ele geçirmekti. Jarama Savaşı’nda bu yolu kontrol altında tutmayı başaran Cumhuriyetçiler 25 binden fazla kayıp verdi. Franco Mart ayının başında Madrid’e üçüncü bir saldırı yapmak için İspanyol faşistleri dışında 20 bin kişilik Fas birlikleri ile Mussolini’nin gönderdiği 30 bin kişilik İtalyan faşistlerini karşı saldırıya geçirdi. Fas’taki bağımsızlık ayaklanmasına karşı kullanılan ve oldukça acımasız olduğu bilinen Faslı paralı askerler engebeli arazide iyi savaşması ile anılıyordu. ULUSLARARASI TUGAYLAR VE ENTERNASYONAL‹ST DAYANIfiMA Saldırıların geri püskürtülmesinde Üçüncü Enternasyonal’in çağrısı ile bir araya gelen 54

farklı halktan oluşan “11. Uluslararası Tugaylar” Madrid savunmasında önemli rol oynadı. Özellikle İtalyan faşistlerinin etkin olarak katıldığı Jarama Savaşı’nda saldırının geri püskürtülmesinde tarihi rol oynayan İtalyan devrimcilerinden oluşan “Garibaldi Tugayı” ve Polonyalı devrimcilerden oluşan “Dombrowski Tugayı” tarihe geçti. İspanyol halkı “Uluslararası Tugayların” cesaretiyle bütünleşti. Saldırılarda çok sayıda kayıp veren enternasyonalist devrimciler için Madrid’de büyük cenaze törenleri düzenleniyordu. Madrid’te yaratılan değerler dünyadaki bütün anti-faşistler tarafından coşku ile karşılandı. Madrid İbarurri’nin söylediği gibi geçilmez olmuştu. İspanya iç savaşı enternasyonalistlerin de katılımıyla faşizme karşı dünya ölçeğindeki bir direnişe dönüşmüştü. Madrid’e yapılan üçüncü saldırının sonuç vermemesi ve Barcelona’nın Cumhuriyetçilerin eline geçmesi üzerine Franco taktik değiştirdi. “Çember taktiği” dediği saldırının hedefinde doğu sahilleri ve kuzeyde yer alan Asturias bölgesi vardı. Hitler ve Mussolini’nin lojistik ve siyasi desteğiyle güçlenen Franco, çok sınırlı destek alan Cumhuriyetçilere üstün duruma geldi. Alman uçaklarının bombardıman gücünü de arkasına alan Franco İspanya içlerinde hızla ilerledi. Buna bir de Cumhuriyetçilerin kendi içerisindeki ayrılıkları eklenince 986 gün süren savaş Franco’nun tüm İspanya’ya egemen olmasıyla son bulmuştu. Savaşın sonucunda 1 milyon kişi ölmüş 2 milyon kişi tutsak düşmüştü, 500 bin kişi sürgün edilmişti, 500 bin ev bombardımanlarda yıkılmıştı. *Ay Carmela şarkısının sözleri

*


SOKAĞIN SESİ

16

23 Ekim 2014 / 5 Kas›m 2014

Halk›n Sesi

Kolin fiirketler Grubu’nun Y›rcal› köylülere sald›r›s›n›n ard›ndan ‹stanbul’da Kuzey Ormanlar› Savunmas› Y›rcal›larla dayan›flmak ve zeytinlikleri korumak için holdingin Levette bulunan binas› önünde oturma eylemi yapt›.

‘Zeytinimizi Kolin’e yedirmeyeceğiz’ TU⁄ÇE ÖZÇEL‹K

S

oma Yırca’da, acele kamulaştırma kararının ardından zeytinliklerinin talan edilmesine karşı bir süredir direnişte olan köylülere, Kolin Şirketler Grubu 21 Ekim sabahı saldırdı. Zeytinliklerin bulunduğu alana dozerler ve onlarca özel güvenlikle birlikte gelen Kolin, zeytin ağaçlarını kesti. Köylülerin iş makinelerini engellemeye çalışması üzerine özel güvenlik görevlileri köylülere saldırdı. Saldırıda çok sayıda köylü ve aralarında Soma Madenci Evi’nden temsilcilerin de olduğu direnişe destek vermek için gelenler darp edildi. Kolin çalışanları köylüleri sadece darp etmekle kalmadı, direnişçi köylüleri dozerlerin kepçe kısımlarına koyarak, zeytinliklerin çevrildiği çitlerin arkasına attı. Saldırıda pek çok köylü yaralandı. 20 köylü, çevre hastanelerde tedavi altına alındı. Köylüleri darp ederek zeytinliklerden uzaklaştıran Kolin fırsattan yararlanarak 375 ağacı kesti. Bu son saldırıda kesilen ağaçlarla birlikte bu güne kadar 500’ü aşkın ağaç kesildi. Köylüleri kelepçeleyen ve darp eden özel güvenlik görevlileri ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı saldırının ardından yaptğı açıklamayla Kolin’e tam desteğini sürdürdü. “100-200 zeytin ağacı Türkiye’nin gelişmesini engelleyemez” diyen Bakan, kesilen ağaçları kayıp olarak görmediklerini yatırımın daha önemli olduğunu belirtti. Soma Kaymakamı ise şirketin saldırısını adli bir vaka olarak değerlendirerek “İki grup arasında tartışmıştır” dedi. Soma Valisi de daha önce “Söz konusu ağaçların feda edilmesi, Suriye’de, Irak’ta, Ukrayna’da feda edilenlere kıyasla son derece makul karşılanması gereken bir durumdur” diyerek ağçların önemsizliğine vurgu yapmıştı. SOMA ‹Ç‹N KOL‹N ÖNÜNE Soma’da AKP ve Kolin’in yağma ve talan işbirliğine karşı nöbet devam ederken

Bir ayı aşkın süredir zeytinliklerinin kesilmesine karşı direnen Somalı köylülere, ağaçları kesmeye çalışan Kolin Şirketler Grubu özel güvenlik ve dozerlerle saldırdı. 375 ağacı kesen şirket, 20 köylüyü darp etti, direnenlere kelepçe taktı. İfadeleri alınan güvenlik görevlileri serbest bırakıldı

İstanbul’da şirket önünde eylem yaptı. Kuzey Ormanları Savunması’nın çağrısıyla Kolin’in Levent’te bulunan ofisi önünde buluşanları polis barikatı bekliyordu. “Kolin Yırcalıya dokunma, zeytinimi kesme” pankartıyla şirket önünde oturma eylemi başlatanların yanına bir süre sonra DİSK Enerji Sen üyeleri de geldi. Oturma eyleminin ardından basın açıklaması yapan yaşam

savunucuları, İstanbul’un kuzey ormanlarındaki katliamdan da birinci derecede sorumlu olan Kolin şirketinin Soma’da da vahşice saldırdığını belirtti. Yer altı ve yerüstü kaynaklarının tamamını sermayeye sunan AKP iktidarının “Yeni Türkiye”sinde Kolin’in zulmünün Soma halkına reva görüldüğünün altını çizen yaşam savunucuları Kolin’i uyardı:

“Kesilen yüzlerce zeytin ağacı ve darp edilen Yırca halkının hesabını hiçbir hukuk tanımayan Kolin Şirketler Grubu verecektir.” Gazetemizin çıktığı sırada da Yırcalılarla dayanışma için Ankara’da 24 Ekim’de yine Kolin önüne ve İzmir’de 22 Ekim’de Alsancak Sevinç Pastanesi önüne çağrı yapıldı.

SOMA’DA NE OLMUŞTU Resmi Gazete’de yay›mlanan 10 May›s tarihli Bakanlar Kurulu karar›na göre Soma’n›n Y›rca Köyü s›n›rlar› içerisinde bulunan 119 parsellik bir alana “acele kamulaflt›rma” karar› ç›kt›. Kolin fiirketler Grubu’nun Termik Santral Projesi için “kamulaflt›r›lan” köyün zeytinlik arazisi için köylüler Dan›fltay’a yürütmeyi durdurma davas› açt›. Hukukin sürecin tamamlanmas›n› dahi beklemeyen Kollin önce özel mülk diyerek zeytinli¤in etraf›n› çevirdi, sonra 16 Eylül’de kepçeler ve kesim ekipleriyle gelerek onlarca zeytin a¤ac›n› kesti. Kolin’in bu bask›n›n üzerine direnifle geçen köylüler 16 Eylül’den beri zeytinli¤in yan›nda nöbette. Bir ayd›r devam eden nöbet s›ras›nda Kolin’e ait ekipler ara ara bask›nlar yaparak zeytin a¤açlar›n› kesti.

Kobanê’den kampuslara IŞİD’e karşı direniş Kobanê’de IŞİD’in saldırıları ve katliamları devam ederken, üniversitelerde de IŞİD yanlısı gruplar üniversitelilere saldırıyor. Polisin gözü önünde gerçekleşen saldırılardan gerici faşistler hiçbir ceza almazken üniversitelilere adli kontrol kararı çıktı

I

Üniversiteliler, polisin ve gerici faflistlerin kampusa girmesine karfl› bas›n aç›klamas› yapt›

ŞİD (Irak Şam İslam Devleti) Kobanê’de saldırılarına devam ederken, IŞİD yanlısı olduğu bilinen Müslüman Gençlik isimli grup da üniversitelere saldırıyor. Kobane halkının direnişine üniversiteliler de gerici faşistleri kampuslarından kovarak destek veriyor. Müslüman Gençlik üyeleri, 9 Ekim’de İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt kampusunda bulunan Fen Edebiyat Fakültesi’ne gelerek özel güvenliklerin gözü önünde üniversitelilere saldırdı. Daha önce IŞİD karşıtı afiş asan öğrencilere saldıran grup üniversitelilere saldırmasına rağmen müdahale etmeyen özel güvenlik görevlileri, saldırının ardından okuldan rahatça çıkıp gitmelerine izin verdi. Polis ise faşizme ve gericiliğe karşı

mücadele eden üniversitelilere daha önce de saldıran gruba karşı kampuslarını savunan üniversitelilere saldırarak gözaltına aldı. Polis, ilk saldırının ardından okula girerek 28 üniversiteliyi, ertesi gün de tekrar saldırıya gelen Müslüman Gençlik üyelerini gözaltına aldı. ÜN‹VERS‹TEL‹LER: BEYAZIT ‹SYANDIR, KOBANE’YE SELAMDIR Saldırı ve gözaltıların ardından fakülte önünde bir araya gelen öğrenciler yaptıkları açıklamada ‘Kobane’ye de üniversiteye de yapılan saldırıların hesabını soracağız’ dediler. Üniversiteliler, “Üniversitemizi savunmaya devam edeceğiz” diyerek basın açıklamsını sonlandırdı ve üniversitenin içine girdi.

Üniversiteliler, 13 Ekim’de tekrar saldımayı planlayan IŞİD yanlılarını bu defa fakülteye sokmadı. Gerici faşistler okuldan kovulduktan sonra fakülteye giren polis gözaltı yapmaya başladı. Dersliklere kadar girerek gözaltı yapan polis, 30 üniversiteliyi gözaltına aldı. Gözaltılarla ilgilenen ÖDP MYK Üyesi Av. Deniz Demirdöğen de polis tarafından darp edilerek gözaltına alındı. Aynı gün fakülte önünde basın açıklaması yapan üniversiteliler, sokakta, kampusta, amfide gericiliğe ve faşizme karşı mücadele etmeye devam edeceklerini ilan etti. Üniversitelilerin eylemi sırasında Beyazıt Meydanı’nında IŞİD’i ve AKP’nin cihatçı çetelere yönelik desteğini protesto etmek isteyenler de

polis ablukasına alındıktan sonra darp edilerek gözaltına alındı. Ifi‹D YANLILARI SERBEST, ÜN‹VERS‹TEL‹LERE ADL‹ KONTROL Polis tarafından gözaltına alınan üniversitelilerin gözaltı süreleri adliyede elektrik kesintileri gerekçesiyle uzatılırken 15 Ekim’de üniversiteliler ifade vermek üzere savcılığa çıkarıldı. Üniversiteliler savcılığa verdikleri ifadelerinin ardından 30 üniversiteliden 20’si adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edildi. Mahkeme sevk edilen 20 üniversiteliden 9 için adli kontrol kararı verilirken üniversitelilere saldıran IŞİD yanlısı 7 Müslüman Gençlik üyesi serbest bırakıldı.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.