210

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

19 Haziran 2014 • 1,25 TL

Y›l 9 • Say› 210

Ka t li a ml a rın o r t a s ınd a düz e nin ko l t u k ka vg a s ı b a şl ad ı

Halk insanca yaflam kavgas›nda

Ne kırk katır ne kırk satır! Sf. 3

Roboski, Haziran, Soma, Lice... AKP’nin her ad›m› bir katliam. AKP destekli cihatç›lar flimdi de Irak’ta katlediyor. Üstelik bu kez silah ters tepip Türkiye’yi de vuruyor

Halime Ayd›n mücadelemizde yafl›yor ‘Hiçbir ç›kar gözetmeksizin tüm insanl›¤›, hiç ay›rt etmeden herkesi sevdim’ Konak Halkevi yöneticisi Halime Ayd›n 11 Haziran’da kanser tedavisi gördü¤ü hastanede yaflam›n› yitirdi. 12 Haziran’da sabah›n erken saatlerinde Hatay semti Murat Reis Mahallesi’ndeki evinin önünde bir araya gelmeye bafllayan yüzlerce kifli saat 16’da evinin önünden Kilise Cami’ye yürüdü. Hayat› boyunca devrimci mücadelenin bir neferi olan Halime Ayd›n, sevenleri taraf›ndan ‘Halime Ayd›n ölümsüzdür’, ‘Halime’ye sözümüz devrim olacak’ sloganlar›yla u¤urland›. Lise y›llar›ndan itibaren mücadelede yan yana durdu¤u yoldafllarI, siyasi parti ve kitle örgütü temsilcileri de törene kat›ld›. Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy Ayd›n’›, “Sana and olsun özgürlük ve eflitlik düflün, düfl olarak kalmayacak” sözleri ile u¤urlad›. Uflak direniflinden Halkevleri’ne kesintisiz mücadele

Halime Ayd›n Uflak’ta 80 öncesi Devrimci Yol ha-

Cumhurbaflkanl›¤› seçimi tart›flmalar›nda hesaba kat›lmayan halk›n ölüm düzenine karfl› insanca yaflam isyan› madenlerden yoksul mahallelere direnifllerle sürüyor

Haziran ‹syan›’n›n ard›ndan meflruiyeti kalmayan iktidar, krizini Erdo¤an’›n flahs›nda yaflarken, CHP bir baflka Amerikanc›-liberal-‹slamc›y› Cumhurbaflkan› aday› gösterdi Özge Yurttafl

sf

Tafleron yasas›: Patron AKP kendine yasa ç›kar›rsa

Amerikancı İslamın izinde bir ömür

reketinin içinde devrimci mücadelede yer ald›. Halkevleri’nin üçüncü kurulufl döneminin ve ‹zmir’de Halkevleri’nin kurulufl sürecinin emektarlar›ndand›. Halkevleri’nde halk›n haklar› mücadelesini sürdürürken, kad›n özgürlük mücadelesinin bir militan› olarak Halkevci Kad›nlar çal›flmas›n›n içinde aktif olarak yer ald›. Konak Halkevi yöneticisi olan Halime Ayd›n geçti¤imiz yerel seçimlerde “Dünyaya kad›nlara daha yaflan›r bir hale getirmek için önce mahallemizden bafllayal›m” diyerek ‹zmir Hatay semti Murat Reis Mahallesi’nde halk›n muhtar aday› olmufltu.

Irak Şam Cihat Çetesi Amasra’yı termikçiye bırakmayız

8

Tufan Sertlek

‹flçi iradesi

CHP’nin önerisi ile ‘çat›’ aday› olan Ekmeleddin ‹hsano¤lu’nun tarihi, 80 darbesinden Geniflletilmifl Ortado¤u Projesi’ne uzan›yor. Bu yolda uzun süre Erdo¤an’la yürüdü SF 4

10 Haziran’da Musul’u ele geçirip Ba¤dat’a yönelen Ifi‹D adl› El Kaire türevi örgüt, dehflet saçan katliamlarla bütün bölgeyi tehdit ediyor. Ortado¤u’yu bölgesel mezhep savafl›na do¤ru çeken, kendini besleyen Türkiye’yi de vuran örgütün 15 y›ll›k öyküsü... SF 6

Amasra halk›, türlü yöntemle bölgenin sonunu haz›rlayan termik santrali kurmaya çal›flan Hattat Holding’e ve arkas›ndaki AKP iktidar›na direniyor. Halk ‘Amasra’y› satt›rmayaca¤›z’ diyor SF 10

sf

8


2

KİBELE 19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

'En k›sa zamanda yeniden buluflaca¤›z' Soma'da yaşanan k a t l i a m ı n üzerinden bir ay geçti ancak Soma'daki isyan sürüyor. İsyanın en önünde de çoğu zaman kadınlar duruyor. Halkevci Kadınlar Türkiye'nin birçok ilinden gelen kadınlarla kurdukları heyetle Soma'ya giderek Somalı kadınların yasına, öfkesine, isyanına ortak oldular Soma maden katliamında eşlerini kaybeden kadınların büyük bir çoğunluğunun yaşı henüz böyle bir acının ortasında tek başına bütün bir hayatın sorumluluğunu almak için çok genç. Birçoğunun kucağında yeni doğmuş bebekleri var ve çocukların çoğu okul çağında. Ziyaret ettiğimiz kimi evlerde eşlerinin aileleriyle kalan kadınlara psikolojik baskı uygulayan aile acıları kıyaslıyor. Ailelerin kadınların alacağı paranın acılarını unutturacağına yönelik sözleri, bağlanacak aylık ve verilecek tazminatın, hayatını kaybeden madencinin ailesi ile kadınlar arasında sorun yaratacağının göstergesi. Kad›nlar yoksulluk ve güvencesizlikle karfl› karfl›ya Soma’da hükümetin tarım politikalarının sonucu olarak tarımsal faaliyetten koparılan köylüler, bu alanlara kurulan maden havzalarında özelleştirme ve taşeronlaştırma ile birlikte ortaya çıkan güvencesizlik koşullarında, düşük ücretlerle madenlerde çalışmaya mahkûm ediliyor. Maden işçilerinin aldığı ücretler yaşamlarını sürdürmeye yetmediği için destek kredilerine başvurmak zorunda kalıyorlar. Görüştüğümüz kadınlar mevsimlik tarım işçiliği yaptıklarını yaz aylarında “püskül sökmek” ve sonbaharda “zeytin toplama” işlerine çocuklarıyla birlikte gittiklerini söylüyor. Hatta madenci Halkevci kocalarının izin günlerinde Kad›nlar kendileriyle birlikte yevmiye usulü çalışmaya geldiğini kibele.halkinsesi belirten kadınlar var. Tarlada @gmail.com 12 saati geçen çalışmanın karşılığı ise iki yıldır 25 TL. AKP, dernekleri ve cemaat a¤lar›yla görevde Katliamın ilk gününden itibaren faciada sorumluluğu olan AKP, kurumları ve cemaat ağlarıyla Soma’da halkın isyanını baskıyla ‘ehlileştirmeye’ çalışıyor. Bütün kamu kaynaklarını ve cemaat ağlarını kullanan AKP yine tepki görmekten kurtulamıyor. Özellikle kadınların mağduriyetlerinden faydalanmaya çalışan, yaşananların kader olduğu ve isyan edilmemesi gerektiğini telkin eden AKP, bu iş için partili kadınları ev ziyaretlerine yolluyor. Elmadere Köyü’nde AKP Kadın Kolları üyesi kadınlar da AKP’nin bu zihniyetinin bir örneği olarak karşımıza çıktı.

LGBTİ'ler, Onur Haftası’na hazırlanırken Haziran İsyanı'nı unutmuyor. Bir sene önce birarada devlet şiddetini direnişin zekasıyla nasıl yendiğimizi hatırlatmak için bu yıl Onur haftasının teması “Temas” TU⁄ÇE ÖZÇEL‹K

H

aziran İsyanı'nın Gezi Parkı günlerinin ardından İstanbul'da 2013 yılına ve 11 yıllık Onur Yürüyüşü tarihine Onur Yürüyüşü'nün kitleselliği ve kapsayıcılığı damga vurmuştu. AKP iktidarının homofobik ve transfobik söylemleriyle nefret cinayetlerinin açık hedefi haline gelen LGBTİ'ler (Lezbiyen, gey, biseksüel, tarns ve interseks) Haziran İsyanı'nın direnişçileri olarak Gezi Parkı'nda ve sonrasında kurdukları ortak yaşama deneyi-

miyle 12. Onur Yürüyüşü'ne hazırlanıyor. 2010 yılına kadar sadece İstanbul'da yapılan yürüyüş Ankara, Antalya ve Bursa'dan sonra geçen yıl ilk defa İzmir'de yapıldı. Bu yıl da ilk defa Malatya'da yapılacak. İstanbul'da düzenlenen Onur Haftası ve Onur Yürüyüşü'ne ise Türkiye'nin birçok ilinden LGBTİ'ler katılacak. Son yıllarda hiç olmadığı kadar görünür hale gelen LGBTİ mücadelesi, siyasette, medyada ve sanata da etkide bulunuyor. LGBTİ mücadelesi büyüdükçe cinsel yönelimlerini daha rahat açıklayabilenler de

çoğalıyor. LGBTİ'ler, işyerlerinde, sokakta ve yaşamın birçok alanında kendilerine yönelik ayrımcı tutuma karşı verdikleri mücadeleye herkesi çağırıyor ve gelmeyenlere de “Sen yoksan çok eksiğiz” diyor. Haziran İsyanı sırasında daha önce yanyana gelmedikleri kitlelerle biraraya gelen LGBTİ'ler, “Bir sene önce şiddeti nasıl da kahkaha ve dayanışmayla, el ele ve kol kola, hiç olmadığımız kadar güçlü, kalabalık ve birarada durarak, temas ederek yendiğimizi hatırlatmayı amaçlıyoruz" diyerek bu yılın temasını “Temas” seçiyor ve herkesi yeniden te-

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Ergenekon Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No: 175/2 fi‹fiL‹/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

BU YILIN HORMONLU DOMATESLER‹ K‹MLER OLACAK? Onur haftasının olmazsa olmazlarından olan Hormonlu Domates ödül töreni bu yıl 10. kez sahiplerine kavuşacak. Adayların sosyal medya üzerinden belirlendiği ödül töreninde yıl boyunca homofobik/transfobik söylemleriyle, yazılarıyla, filmleriyle öne çıkan kişi ve kurumlara ödülleri verilecek. Erman Toroğlu'nun “Hormonlu domates yemeyin, eşcinsel olursunuz” sözlerinden ismini alan Hormonlu Domates Ödül Töreni bu yıl Şişli Kent Kültür Merkezi'nde 25 Haziran'da yapılacak. Kırmızı halı gecesiyle başlayacak olan ödül törenine

adaylarınızı Twitter’da #benimhormonludomatesadayım etiketi ve hormonludomates@gmail.com adresinden gönderebilirsiniz. BELGRAD, KARADA⁄ VE SELAN‹K'TEN ONUR YÜRÜYÜfiÜ DENEY‹MLER‹ Onur Haftası'nın Ramazan ayına denk gelmesi nedeniyle LGBTİ'ler ilk defa “İslam ve LGBTİ” paneli düzenleyecekler. Uzun yıllardır uluslararası bir boyut da kazanan İstanbul Onur Haftası'nda Atina ve İstanbul'un haricinde hükümet yasağı ve anti-gey holiganlara rağmen ilk kez onur yürüyüşünü gerçekleştiren Belgrad ve Karadağ'dan ve Selanik Onur Yürüyüşü'nden de panelistler olacak.

Nereden ç›kt› bu Onur Haftas›? LGBT‹’lerin s›kl›kla gitti¤i Stonewall isimli bara, 28 Haziran 1969’da polis her gece oldu¤u gibi yine bask›n düzenler. Polis, bar›n içindeki LGBT‹’leri darp ederek gözalt›na almaya çal›fl›rken, bar ç›k›fl›nda da kalabal›k bir grup LGBT‹’lere destek olmak için toplanmaya bafllar. Polisin bask›s›n›n bar ç›k›fl›nda da sürmesi üzerine bir trans kad›n kelepçelenmeyi reddeder. Elindeki bira fliflesini polisin kafas›na f›rlat›r. H›zl›ca örgütlenen eflcinsel ve translar›n karfl› koyufllar›, polisi bar›n içine s›¤›nmak zorunda b›rak›r. Bunun üzerine bir sokak lambas›n› devirerek koçbafl› olarak kullanan eflcinsel ve

Kad›nlar›n biraraya gelece¤i bir merkez yok Soma’da yaptığımız ziyaretlerde eşini veya bir yakınını kaybeden kadınların birbirleriyle ilişki içerisinde olamadıklarını gördük. Kadınların yan yana gelmeye, acısını ‘kader’ birliği yaptığı kadınlarla paylaşmaya ve birbirinden güç almaya ihtiyacı olduğunu hepimiz en az onlar kadar sohbetlerimizde hissettik. Güvenceli ifl talebinin tafl›y›c›s› kad›nlar Kadınlarla sohbetlerimiz sırasında öğreniyoruz ki işçiler henüz geçen ayki maaşlarını almamışlar. Ölüm aylıklarının Haziran ayı içerisinde bağlanacağı söyleniyor. Güvenlik gerekçesiyle kapatılan madenlerin kısa sürede açılacağı fikri yaygın. Yolda karşılaştığımız bir işçi madenlerin temizlenmeye başladığını söylerken bir taraftan “İnmemek lazım” diyor ancak başka şanslarının olmadığını da belirtiyor. Ancak kadınlar yaşadıkları acıyı öfkeye dönüştürmek için bir kıvılcım bekliyor. Yitirilen onca canın hesabını sormak ve bundan sonra hayatı yeniden kurmak için kendilerine sorumluluk biçtiklerini sözlerden anlıyoruz. Somalı kadınları bundan sonra çok yönlü bir direniş ve mücadele alanı bekliyor. Ölen işçilerin tazminat hakkını almaktan, sorumluların hesap vermesini sağlamaya, çocukların bakımından, güvencesizlik düzeninin dayattığı yoksulluk koşullarını aşmaya, AKP’nin gerici örgütlerine, aile baskısına karşı, tek başına yeni bir yaşam kurmaya kadar. Kızkardeşlik köprüsünü kurmanın, kadın dayanışmasını büyütmenin olanaklarını yaratarak, gözyaşlarına ortak olduğumuz Somalı kadınlarla en kısa zamanda yeniden buluşacağız.

mas etme çağırıyor.

translar, bar›n içine ’bask›n’ düzenler. Kiflinin kendi oluflunun onuru ve varoluflundan utanmamas›na ithafen ismini “onur” kelimesinden alan hafta, direniflin bafllad›¤› aya denk gelen Haziran ay›nda dünyan›n birçok ülkesinde kutlan›r. Istanbul LGBT‹ Onur Haftas› ilk defa 1993'te Christopher Street Day (Cinsel Özgürlük Haftas›) olarak yap›lmak istenmifl ancak dönemin valili¤i izin vermeyerek yurtd›fl›ndan gelen konuklar› s›n›rd›fl› etmiflti. 1993'ten beri düzenli olarak kutlanan hafta, 2003'ten beri her y›l ‹stiklal Caddesi’ndeki sokak yürüyüflüyle noktalan›yor.

Halkevci Kadınlar Somalı kadınların yanında H

alkevci Kadınlar ‘Kızkardeşlik köprüsünü koruyoruz’ diyerek Somalı kadınları ziyaret için 7 Haziran’da Soma’ya gitti. Türkiye’nin birçok ilinden kadınlarla oluşturulan bir heyet köyleri gezip yakınlarını kaybeden kadınları ziyaret etti. Soma Merkez, Kınık, Köseler ve Elmadere’de ziyaretlerde bulunan kadınlar, “Yas tutan kadınların acısını paylaşmak ve güvencesizlik düzeninin ortasında kalan kadınlarla dayanışma, yarını birlikte kurup, örgütlemek için orada olduklarını” ifade etti. Devlet tarafından hiçbir somut adım atılmayan Soma’da yakınlarını kaybeden kadınlar ne psikolojik destek alabilmiş nede yaşamlarını sürdürebilecek maddi olanaklara kavuşmuş değil. DEVLET YOK, AKP KADIN KOLLARI VAR Devlet tarafından hiçbir güvence verilmeyen, ruhsal olarak desteklenmeyen kadınlar, sürekli AKP’nin yolladığı cemaat örgütleriyle, islamcı yardım kuruluşlarıyla ve AKP Kadın Kolları üyeleriyle susturulmaya, ‘kaderlerine’ razı olmaya ikna edilmeye çalışıyor. Halkevleri Kadın Sekreteri Dilşat

Aktaş Soma ziyaretinin ardından “Soma’daki kadınlarla dayanışmak, acılarını paylaşmak için gerçekleştirdiğimiz ziyarette gördük ki Soma için herkesin yapabileceği bir şey var; en çok da kadınların. Onlar “susmayı” telkin ederken; ağlayarak, kızarak, susma-

macasına konuşan Somalı kadınların anlattıkları gerçeklere inanarak sarıldık birbirimize. Bu dayanışmayı Soma’da ve Türkiye’nin dört bir yanında büyütme sözüyle ayrıldık Soma’dan. En kısa zamanda yeniden buluşacağız’’ dedi.

Soma’daki maden katliamında hayatını kaybeden işçi yakını kadınları ziyaret eden Halkevci Kadınlar, güvencesizlik düzeni karşısında Soma’lı kadınların mücadelesini birlikte büyütmek için ilk adımı attı

‘Bu yasaya itirazımız var’ MEL‹HA KAPLAN

K

ocaeli Kadın Platformu cinsel istismar yasasına karşı 14 Haziran’da Belediye İşhanı önünde eylem yaptı. Kadınlar TCK’nın birçok maddesinde değişiklik öngören yasada kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerine karşı hiçbir düzenlemenin olmadığını, getirilen ceza indirimleriyle şiddetin artmasına yol açıldığını söyledi. Plaform adına Çağla Aslan’ın yapmış olduğu açıklamada çocuklarla ilgili yapılan düzenlemelerin çocukları korumayı değil muhafazakârlaşmayı ve cinsel özgürlüklerin sınırlandırılmasını amaçladığı dile getirildi. Çocuk istismarında “taciz” ve “saldırı” ayrımı getirmenin çocukların taciz edilmesi halinde ceza indirimi getirdiğini, cinsel taciz suçlarında şikayet süresinin 6 ayla sınırlandırılmasının cezasızlık getirdiği açıklamada vurgulandı.


3

GÜNDEM 19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

‘Çocuk da olsa fark etmiyor, polis 14 yaşındaki İbrahim Aras’ı öldürdü 15 Haziran günü Adana’da Lice’de askerin atefl açmas› sonucu iki kiflinin öldürülmesini protesto etmek için soka¤a ç›kanlara yönelik polis sald›r›s›nda 14 yafl›ndaki ‹brahim Aras, polisin att›¤› ses bombas›n›n bafl›na isabet etmesi sonucu yaflam›n› yitirdi. Anadolu Ajans› baflta olmak üzere AKP yandafl› medyan›n polisi ve polise sald›r emri veren AKP iktidar›n› aklamak için yapt›¤› “elinde bomba patlad›” haberleri olay yeri izleme tutana¤› ve ilk otopsi ile yalanland›. 16 Haziran’da ‹brahim Aras’›n cenazesi

Adli T›p Kurumu’ndan al›nd›. Yaflad›¤› ve vuruldu¤u Da¤l›o¤u Mahallesi’ne götürüldü. On binler Da¤l›o¤lu Mahallesi’nden yürüyüflle ‹brahim’i u¤urlad›. Ankara Dayan›flmas› ‹brahim Aras için Ethem’in vuruldu¤u yerde anma yapt›. ‹zmir Emek ve Demokrasi güçleri Alsancak Sevinç Pastanesi’nden “Katil AKP hesap verecek” sloganlar›yla yürüdü. Çanakkale halk›, ‹brahim için insan zinciri oluflturdu. ‹stanbul’da Genç Umut, Befliktafl’ta oturma eylemi gerçeklefltirdi. Liseliler “Berkin’in katili ‹brahim’in faili” dedi. Eylemlerde Erdo¤an’›n “Çocuk da olsa fark etmez” sözleri

hat›rlat›ld›. Türk bayra¤›n›n indirilmesinin ard›ndan "Çocuk da olsa bedelini öder" diyen Erdo¤an’›n 2006 y›l›nda da bölgeye yay›lan eylemler karfl›s›nda “Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kad›n da olsa kim olursa olsun e¤er terörün maflas› haline gelmiflse, gerekli müdahale ne ise bunu yapacak” sözlerinin ard›ndan onlarca çocuk öldürülmüfltü. Tarsus'ta düzenlenen Lice protestosunda polis taraf›ndan darp edilen R›za Bayram’›n cesedi ise 5 gün sonra Berdan nehrinde ölü bulundu. R›za Bayram’›n öldürüldükten sonra suya at›ld›¤› iddia edildi.

Katliamlarla ilerleyen “yol haritası” ay›s ay›ndan bafllayan karakol-kalekol yap›m›na karfl› yol kapatma eylemleri giderek yayg›nlafl›rken Lice’de halka yönelik sald›r›lar›n sertleflmesinin ard›ndan 1 Haziran’da HDP heyeti ile yapt›¤› görüflmede Öcalan “Gelinen noktada ciddi bir bafllang›ç için önemli bir umut var ve bu umut korunarak gelifltirilmelidir” dedi. Öcalan görüflmede taraflar› süreci provoke edecek tutumlardan alabildi¤ine kaç›nmaya, dikkatli ve duyarl› davranmaya ça¤›rd›.

M

D‹KKAT, ‹K‹ ‹NSAN ÖLDÜRÜLDÜ HDP heyeti bu görüflme sonras› Baflbakan Yard›mc›s› Beflir Atalay, ‹çiflleri Bakan› Efkan Ala ve Adalet Bakan› Bekir Bozda¤’›n da aralar›nda bulundu¤u bir heyet ile görüflmeye baflland›¤›n› duyurdu. Beflir Atalay ise yeni bir yol haritas› oluflturuldu¤unu aç›klad›. AKP 6 Haziran’da Diyarbak›r’da “Çözüm çal›fltay›” düzenleyip yine hiçbir somut ad›m ilan etmezken, 7 Haziran’da Lice’deki eylemlere polis ve asker sald›rd›. Sald›r› sonucu Ramazan Baran ve Baki Akdemir yaflam›n› yitirdi. Eylemler tüm ülkeye yay›l›rken Baran ve Akdemir binlerce insan›n kat›ld›¤› ve AKP’ye yönelik öfkenin damga vurdu¤u törenlerle topra¤a verildi. Y‹NE BAYRAK PROVOKASYONU Ramazan Baran’›n cenazesi sonras› Lice’de kim oldu¤u hala aç›klanmayan bir kiflinin 2. Hava Kuvvet Komutanl›¤› garnizon sahas› içine girip bayra¤›

indirmesi ise ülkede baflta AKP, MHP, BBP, CHP taraf›ndan t›rmand›r›lan yeni bir floven dalgaya yol açt›. MHP Genel Baflkan› bayrak indirenin “Aln›n›n çat›ndan devrilmesi gerekir” derken 2. Hava Kuvvet Komutan› ve Genelkurmay Baflkan›’n›n istifas›n› istedi. Erdo¤an bu koraya “Ben Ankara'dan gelip bayra¤› indireni indirmeyece¤im. Polisin askerin bahanesi olmaz. Gere¤i neyse onu yapacak. Bu eflk›yalara, teröristlere jandarma ve polis haddini bildirecek.” ‹fadeleri ile kat›ld› ve suçu asker ve polise onlara att›. Bölge baflta olmak üzere yol kesme eylemleri ve Lice’de iki insan›n katledilmesine iliflkin protestolar sürerken HDP heyeti 9 Haziran’da bir kez daha Öcalan’la görüfltü. Öcalan bu görüflmede de “Yeni aflaman›n hayata geçirilmesi için yo¤unlaflmam ve umudum ayn› kararl›l›kla sürmektedir. Bir önceki görüflmemizde her iki taraf› da süreci zorlay›c› geliflmelerden ve provokasyonlara zemin haz›rlayacak durumlardan kaç›nmalar› konusunda duyarl› olmaya ça¤›rm›flt›m. Bu ça¤r›m› yineleyerek her iki taraf›n da anlaml› bir çat›flmas›zl›k durumuna mutlak bir flekilde sayg› göstermesini beklemekteyim” dedi. “ULUSAL DE⁄ER VE S‹MGELERE OLUMSUZ YAKLAfiIMIMIZ YOK” Öcalan bayra¤›n indirilmesi ile ilgili ise “Bizim hiçbir ulusun ulusal de¤er ve simgelerine karfl› olumsuz ve rencide edici bir yaklafl›m›m›z olmam›flt›r, olamaz. Türkiye halk›n› bize karfl›tlaflt›rmay› amaçlayan son bayrak provokasyonunun da her iki taraf›n gerekli kurumlar› taraf›ndan ivedilikle soruflturulmas› ve sonuçlar›n›n tüm halk›m›zla paylafl›lmas› elzemdir”dedi.

Kürtlere karfl› t›rmand›r›lan linç atmosferi bayrak yürüyüflleri ile yay›l›rken, Ifi‹D’in Musul’u ele geçirmesi ve Konsolosluk personelini rehin alarak oradaki bayra¤› da indirince bu provokasyon üzerinden yarat›lan gündem de¤iflmek zorunda kald›. KCK: EYLEM B‹Ç‹M‹N‹ DE⁄‹fiT‹R‹N 14 Haziran’da ise KCK Yürütme Konseyi Eflbaflkanl›¤›, Kürt halk›na yapt›¤› ça¤r›da eylem yöntemlerinin de¤ifltirilmesini isteyerek, "Yol kesmeler, asayifl kurmalar, asker ve polis al›koymalar bu dönemde yap›lmamal›d›r" dedi. KCK, kepenk kapatma eylemlerinin de bu dönemde yararl› olmad›¤›n› ifade ederek, "Esnaflar›n ve ekonomik iflletmelerin faaliyetleri zorunlu olmad›kça durdurulmamal›d›r" ça¤r›s›nda bulundu. KCK, esas olarak demokratik serh›ldanlar gelifltirilerek karakol ve baraj yap›mlar›na karfl› mücadelenin sürdürülmesini istedi. KCK bu karar›n› Öcalan’›n demokratik siyasal çözüm çabalar›n› desteklemek ve hükümetin Öcalan’›n çabalar›na olumlu bir karfl›l›k vermesine bir flans tan›mak için ald›klar›n› duyurdu. 15 Haziran’da ise HDP heyeti bu defa KCK ile görüfltü. Haziran ay›n›n ilk haftas›nda yap›lan görüflmelerden sonra KCK sözcüleri art›k Öcalan’la do¤rudan görüflmek istediklerini dile getirmiflti. HDP heyetiyle görüflen KCK yetkililerinin “Meclis kapanmadan yasalar›n ç›kmas›, hasta tutsaklar konusunun pazarl›k meselesi yap›lmamas› ve kalekol yap›mlar›n›n durdurulmas›n›” istediklerini dile getirdi.

Ne k›rk kat›r ne k›rk sat›r! Tayyip Erdoğan, Ortadoğu’nun bugün içinde bulunduğu kan ve vahşet tablosundan en az bölge diktatörleri ve ABD kadar sorumludur. Sadece yaptıklarıyla değil yapmadıklarıyla da sorumludur. İktidara geldiği günden itibaren Ahmet Davutoğlu ile birlikte sürdürdüğü, kah emperyalist taşeronluğuna kah bölge liderliğine soyunduğu, kah emperyalist pazar ilişkilerine yeltendiği kah enerji taşeronluğuna giriştiği politikalar, artık Türkiye halklarının tamamını da içine alacak bir kamplaşma ve savaş düzlemi yaratmış durumda. IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ve sonrasında ilerleyişine devam etmesi sadece Irak’ta değil, tüm bölge ülkelerinde sonuçları olacak bir sıçrama noktası yarattı. Şimdiye kadar daha çok o topraklara ait olmayan cihatçılardan oluştuğu kabul edilen ve vahşi infaz yöntemleriyle marjinal bir görüntü verilen bu örgüt “birdenbire” Ortadoğu’nun en büyük ve en tehlikeli örgütlerinden biri oluverdi. IŞİD’i bu konuma getiren süreç nasıl işlemişti? Zerkavi tarafından kurulan bu örgüt ilk başlarda Irak El Kaidesi olarak adını duyurdu. Zerkavi’nin ABD tarafından öldürülmesiyle yerine geçen Ömer el Bağdadi örgütün ismini Irak İslam Devleti olarak değiştirdi. Bu isim değişikliği bile Bin Ladin’in El Kaide’sinden kısmi farklılıklar içerdiğine işaret olarak değerlendiriliyor. Daha sonra IİD, Beşar Esad’ın merkezi denetimini kaybettiği süreçte Suriye’de, kendi içinden atadığı/ayırdığı isimlerle El Nusra Cephesi’ni kurar. Ancak bir süre sonra El Nusra ile fikirsel ve örgütsel ayrılık yaşar. El Nusra’nın, şu an hala El Kaide’ye doğrudan bağlı olduğu bilinmekte. Bunun üzerine Suriye’deki örgütlenmesini de tek merkezden yapmak üzere modelini/yapısını da değiştirerek Irak Şam İslam Devleti adını alır. Bu örgütü, El Kaide ya da buna bağlı örgütlerden ayıran özelliği, adından da anlaşılacağı üzere, hakimiyet kurduğu alanda kendince

bir devlet modeli oluşturması, yani buraya vali, hakim, vergi memuru, vs ataması. IŞİD’in kadro sayısının artmasını sağlayan ise savaşma yeteneği değil, esir aldıklarını vahşi yöntemlerle katletmesi. Bu görüntüleri kullanarak İslamcı (Sünni) sempatizanlara uluslararası çağrıları önemli karşılıklar bulmuş. Daha önce Afganistan’da, Çeçenistan’da, Bosna’da savaşmış ya da buralara öykünmüş yüzlerce cihatçı. Ve onlarla birlikte gelen bağışlar. Ve elbette AKP Hükümeti’nin Esad’ı devirmeye yardım edecek Sünni gruplara sağladığı her türlü olanaklar. IŞİD’i Musul’u ele geçirecek kadar güçlü bir pozisyona getiren ise son bir yıl içinde gerçekleştirdiği ittifaklar oldu. Özellikle bölgedeki Sünni aşiretlerle ittifak kurması ve en az bunun kadar önemli olan ise Saddam döneminden kalma eski Baasçıları kendi bünyesi içine katması, bu örgütü hızla bir kadro örgütünden yerel halk desteği olan, milis örgütlenmesi de olan bir büyük örgüte dönüştürdü. Şimdiki/şimdilik hedefi ise Suriye sınırından, uç noktası Bağdat’a uzanan bölgede (Sünni Üçgeni) mutlak bir hakimiyet sağlamak. Bunun gerçekleşmesi halinde ise Irak’ın üçe bölünmesi (Sünniler, Şiiler ve Kürtler) artık kesinleşmiş olacak. (1) Artık mezhep savaşı haline dönüştüğü kesinleşen (sadece 2013’te 8 bin kişi katledildi) bu sürecin asli sorumlularından ikisi hiç kuşkusuz Erdoğan-Davutoğlu ikilisidir. Bu fütursuz ikilinin icraatları bugün binlerce insanın öldürülmesi suçuna ortaklık etmiştir. Üstelik hala “her şey kontrolümüz altında” kibrinden hiçbir biçimde vazgeçmeden. IŞİD’i kontrol ettiklerini, kendilerine asla zarar vermeyeceğini düşündükleri bir süreçte Musul Konsolosluğu’nun basılması ve 49 kişinin esir alınması göstermiştir ki IŞİD, bunları kontrol altında tutmaktadır. Bu ikili Ortadoğu’daki her türlü örgütün oyuncağı olmaya adaydır ve hatta olmuştur da. (2) Özellikle Sünnilerin ve Şiilerin

bu aşamada alan hakimiyetlerini sağlamaya çalıştıkları bu dönemde kuşkusuz en avantajlı olanlar Kürtler, daha doğrusu Barzanici Kürtler. Çünkü zaten tanımlanmış bir bölgeleri ve bu bölge içinde hiyerarşik bir yapıları mevcut. Üstelik şimdi Kerkük’ü de tamamen denetimlerine almış durumdalar. Ancak mezhepler üstü bir şemsiye olarak korumaya çalışacakları Kürt kimliğinin daha ne kadar süre idare edeceği, büyük ölçüde Barzani’nin peşmergelerine dağıttığı aylığın süresine ve miktarına da doğrudan bağlı. Ayrıca Barzani’nin üzerinde oturduğu petrole tek başına hakim olma iddiasını sürdürmesi durumunda hiçbir biçimde rahat bırakılmayacağı da kesin. PKK’nin Kuzey Irak’taki siyasi varlığının çok sınırlı olduğu, bunu bir yandan Barzani ile karşı karşıya gelmemek için tercih ederken diğer yandan Barzani’nin doğrudan maaşla kendisine bağladığı on binlerce peşmerge içinde siyasi çalışma yapmanın zorluğundan kaynaklandığı biliniyor. Ancak her şeye rağmen, bütün taşların yerinden oynamaya başladığı bu coğrafyada sadece TC ile askeri savaş düzleminde kalarak başat bir siyasi aktör olunamayacağı da aşikar. Her ne kadar kendine Rojava’da çok önemli bir siyasi başarı alanı açmış olsa da Türkiye sınırları içindeki siyasal ilerleyişi iniş çıkışlı bir seyir izlemekte. Tayyip Erdoğan’ın sürüncemede bıraktığı müzakere sürecine karşı geliştirdikleri taktik adımlar kısır kalmakta. Ancak yine de belirtmek gerekir ki son dönemde, kalekol yapımına karşı geliştirdikleri kitlesel eylem biçimleri (ki bir yönüyle Gezi’nin o bölgeye etkisini de eklemek gerekir), son dönemlerde kaybettikleri kitle seferberliğini yeniden sağlamaya dönük önemli bir etki yarattı. Ancak bu etki de Abdullah Öcalan’ın “AKP’ye şans tanımak lazım” ve ardından KCK’nin yaptığı “yol kesme ve asayiş eylemleri sona ermelidir” açıklamalarıyla tekrar gerilemekle karşı karşıya.

Anlaşıldığı kadarıyla Ortadoğu’daki, özellikle Irak’taki gelişmeler Kürt siyasi hareketine, AKP’nin kendileri karşısında mutlaka geri adım atmak zorunda kalacağını “düşündürtüyor”. Bu durumu “zorunlu” hale getiren bir başka unsur da Tayyip Erdoğan’dan başka bir muhatabın yakın zamanda oluşamayacağına ilişkin kesin kanaat. Kürt siyasi hareketi bu öncüllerden/eksenden hareket ettiği sürece de Batı’da ve Batı’ya geliştirdiği politikalarda inandırıcılıktan tamamen uzaklaşıyor. Bu durumun son örneği büyük bir ihtimalle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanacak. Kürt hareketi ilk turda kendinden doğru bir aday çıkartacak olmasına rağmen ikinci turda Kürt seçmenlerin Tayyip Erdoğan’a oy vermemesini geliştirecek bir taktik sergileyemeyecek/sergilemeyecek. Bu durum da referandumda olduğu gibi (hatırlanacağı gibi “Hayır “tavrı örgütlemek yerine boykot tavrı açıklamışlardı) AKP’ye bir şekilde destek haline gelecek. Bu durumu seçeneksizlik, seçim sistemi ya da zorunluluk olarak açıklamak ikna edici olmayacaktır. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın saflaştırma siyasetine aynen cevap oluşturabilecek argümanları Kürt hareketinin elinde mevcut. Örneğin, “Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına karşı biz de kendi cumhurbaşkanımızı seçiyoruz” tavrı geliştirerek Abdullah Öcalan ismini ya da başka bir ismi, Mazlum Doğan veya Medeni Yıldırım ismini oy pusulası haline getirebilir, böylece Kürtler içindeki İslamcı eğilimleri tercihe zorlamaya ve dolayısıyla da Tayyip Erdoğan’ı sıkıştırmaya çalışabilirler. Aynı seçenek kuşkusuz CHP için de mevcut (idi). Yani Tayyip Erdoğan’ın saflaştırma siyasetine rest çekip, aynı yöntemi karşıt siyaset olarak kullanabilirlerdi. Herkesin farklı bir cumhurbaşkanının (fiili) olacağı bir siyaset krizini bırakın (bakalım) AKP çözebilir mi? Oysa AKP’den daha çok sistemi/düzeni korumaya kodlanmış bir

CeHaPe kafası, düzeni korumak adına toplumu daha da dincileştirecek adımlar atmaya devam edebiliyor. Kılıçdaroğlu’nun (ya da başka bir ifade ile ona dikte ettirenlerin) bulduğu zihni sinir bir proje daha; AKP’linin alternatifi bir başka AKP’lidir. O zaman CHP’ye ne gerek var, git AKP’ye üye ol, ana muhalefeti AKP’nin içinde yap. CHP liderinin ya da bu projede imzası olan ne kadar CHP’li varsa hepsinin ne kadar dar ufuklu ve sığ bir siyaset kafasına sahip olduklarının kanıtıdır Ekmeleddin tercihi. Açtıkları yol, artık bu ülkede cumhurbaşkanlarını İslamcıların arasından seçme/belirleme yoludur. Kılıçdaroğlu kendi eliyle Tayyip’i cumhurbaşkanı yapmakla kalmayacak, dinciliğin ve hatta Sünni dinciliğin bu ülkede bir ileri meşruluk aşamasına geçmesine çok büyük bir katkı sunacaktır. Artık bu sürecin siyasi hedefi sadece Tayyip Erdoğan değildir, aynı zamanda CHP’nin bu aymaz siyasi tercihleridir de. Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta CHP’ye saldırması fesatlığından değil, işine geldiğinden. Çünkü her kriz ortamında CHP, onun elini rahatlatacak bir fırsat. Görünürde CHP üzerinden yarattığı oysa arka planında demokrasi ve sol düşmanlığı olan saflaştırma siyaseti toplumsal düzlemde başarılı oldu. Oysa AKP’nin kurduğu düzen her yerinden çatırdıyor. Soma kölelik düzeninin nasıl işlediğinin en açık kanıtı; taşeron sisteminin çöküşünü engellemek için kendileri bile acil önlem almak zorunda kalıyor; devletin zor aygıtlarının artık 14-15 yaşındaki çocukları katletmesiyle iktidarlarını ancak ayakta tutabilir haldeler; bölgesel bir güç olma hayali her türlü tezgahın basit oyuncağına dönüşmeyle sonuçlandı, dünya liderlerinden biri olma hedefi eli kanlı diktatörler kategorisinde önemli bir derece elde etme aşamasında vs. Ve tüm bunlara rağmen Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olma hedefini gerçekleştirmek için planları-

nı adım adım ilerletiyor. Şimdilik ilk aşama yurt dışındaki seçmenleri çantaya doldurmak, Almanya’ya yaptığı seçim gezisinden sonra şimdi sırada Fransa seçim gezisi var. (3) Adaylığını ay sonunda açıkladıktan sonra da yurtiçi turlarına başlayacak, ramazan ayının her türlü bereketini kullanarak elbette. T.C. Anayasası’nda cumhurbaşkanı (adayı bile) olamayacakların özellikleri yazılmış: Nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yüz kızartıcı suçlar, kaçakçılık suçları, resmi ihale ve alın satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçları. Resmi olarak bu suçlarda hüküm giymemiş olması çok önemli. (4) Peki Halkın Anayasası’nda resmi mahkemelerin verdiği ya da vermediği bir hükmün geçerliliği var mıdır? **** 1) Böyle bir durum Türkiye’nin siyasi yönetim yapısını da doğrudan etkileyecektir. Gerek ABD’nin gerekse de Ortadoğu ile arasında tampon olduğunu varsaydığı Avrupa’nın nasıl bir Türkiye yönetimi isteği daha doğrudan bir operasyonel konu haline gelecektir. Kuşkusuz bu girişim sadece emperyalist merkezlerden doğru değil, aynı zamanda Irak’ta işini bitirip gelen Sünni Türk militanlar tarafından da yapılacak, ülke toprakları mezhep savaşından, provokasyonlarla ülkeyi idare etme biçimlerine kadar geniş bir aralıktaki icraatlara açık hale gelecektir. 2) En son icraatları, kısa bir süre önce terör örgütü ilan ettikleri El Nusra’yı şimdi bu listeden çıkardılar. Neden acaba? El Nusra’nın hangi şantajına boyun eğdiler? Dışişleri Resmi Gazete’de kararın yayımlanmasının hemen arından, Nusra’yı terör listesinden değil El Kaide ile bağlı gruplar listesinden çıkardığını açıkladı. Ancak El Kaide’ye biat ettiğini açıklayan bir örgüt için neden böylesi bir ayrıcalık tanındığına ilişkin sorular yine yanıt bekliyor. 3) Bu noktada ufak bir ayrıntı; yurtdışında yaşayanların kullanacakları oylar uçakla getirilip yurtiçinde sayılacakmış! Toplam 3,5 milyon oy. 4) Bu arada bir şart da bir yıldan fazla bir hapis cezası almamak var. Tayyip Erdoğan’ın daha önce aldığı hapis cezası 10 ay.


4

GÜNDEM 19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

Düzenin çat›s›na liberal ‹slamc› aday başkanlığı seçimi için geniş bir konsensüsün adayı olacak bir ismi belirleyeceğini söylemiş; sendikalar, sermaye örgütleri, aydın ve sanatçılar, ÖDP ve HDP gibi partilerle görüşmeler yapmıştı. Ama sadece 4 kişinin haberdar olduğu bir biçimde Türkİslamcı kimliği ve sistem kurumlarıyla uyumlu sicili öne çıkan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdi. CHP liderliği İhsanoğlu tercihiyle, yerel seçimlerde izlediği ve yenilgiye uğrayan sağa yönelme, ABD ve tekelci sermayenin beklentilerine yanıt veren bir iktidar alternatifi olabileceğini gösterme stratejisinin sürdürdüğünü ortaya koydu. Aday belirleme süreci o kadar tepeden ve anti-demokratik bir biçimde işlemişti ki CHP içinde de ciddi çatlaklar oluştu. Nur Serter, Melda Onur, Hüseyin Aygün, Deniz Baykal ve İlhan Cihaner gibi vekiller yüksek sesle itiraz ederken, grup toplantısı esnasında 15 vekil ayrı toplantı düzenledi. Seçim sonuçlarının başarısızlıkla sonuçlanması halinde, Kılıçdaroğlu’nu zorlayacak bir parti içi muhalefet gelişmesi kaçınılmaz görünüyor.

ÖZGE OZAN

A

ylardır Tayyip Erdoğan’ın aday olup olmayacağı, aday olursa AKP’nin başına kimin geçeceği ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının fiili bir başkanlığa evrilip evrilmeyeceği etrafında şekillenen tartışmaların ortasında ilk aday açıklaması CHP-MHP ikilisinden geldi. MHP’nin daha önce dillendirdiği “çatı aday” formülüne ismi CHP buldu: Ekmeleddin İhsanoğlu. Erdoğan hala Çankaya için en güçlü aday görünse de, hırsızlık ve katliamlarla dolu bir sicil, her kürsüye çıktığında toplumun bir kesimine küfredip sokak ortasında yurttaşını tokatlayacak kadar tehlikeli bir siyasi mizaç ve gücünün doruğunda tepetaklak inişe geçme kaygısı taşıyan bir parti ile seçime gidiyor. Bu da yalnızca Erdoğan’ın gayrimeşruluğu konusunda söyleyecek çok sözü olan halk açısından değil sistem açısından da bir problem. Liberal-İslamcı hatta Erdoğan ile uzun süre aynı yolun yolculuğunu yapmış olan İhsanoğlu, halkın değil sistemin itirazının bir ifadesi olarak aday gösterilmiş durumda. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun geçmişine bakmak isminin AKP iktidarının ve Erdoğan’ın meşruiyetini sorgulayan milyonların taleplerine cevap vermek için öne sürülmediğini gösteriyor. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yıldızı parlayan, 2004 yılında AKP’nin özel desteği ve çabalarıyla İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) genel sekreterliğine getirilen, burada ABD politikalarına uyumlu bir profil çizen İhsanoğlu, Erdoğan’la simgeleşen siyasi kriz içinde bölgede ve dünya çapında ABD emperyalizminin isteklerine uyumlu bir isim olarak öne çıkıyor. Erdoğan’ın sistem açısından güvenilirliğinin sorgulandığı bir dönemde cumhurbaşkanlığı için belirlenen “çatı aday” İhsanoğlu, Suriye’ye yönelik politikalar ve Mısır konusunda tıpkı Fethullah Gülen Hareketi gibi ABD tercihlerine paralel tepkiler vererek AKP ile arası açılmış olan bir isim.

KEMAL DERV‹fi’‹N ÖNER‹S‹ Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Kılıçdaroğ-

Liberal-‹slamc› hatta Erdo¤an ile uzun süre ayn› yolun yolculu¤unu yapm›fl olan ‹hsano¤lu, halk›n de¤il sistemin Erdo¤an’a itiraz›n›n bir ifadesi olarak aday gösterilmifl durumda lu’na öneren ismin Kemal Derviş olduğu açıklandı. Derviş 2001 krizinden sonra ABD’den Türkiye ekonomi politikalarını yönetmek üzere ülkeye getirilen ve AKP’nin de sürdürücüsü olduğu krizin tüm bedelini emekçiye ödeterek, neoliberal yapısal dönüşümlerin altyapısını hazırlayan isimdi. ‘Sosyal demokrat’ kimliği pazarla-

maktan vazgeçmeyen Kemal Derviş tekelci sermaye açısından önemli bir figür olarak öne çıkarılmış olduğu gibi doğrudan ABD bağlantılı bir isim. Derviş daha önce de 2001 krizinin yarattığı siyasal iklimde yine TÜSİAD’ın desteği ile İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan’la birlikte Yeni Demokrasi Partisi’ni kurmuş son anda “projenin” tut-

mayacağı anlaşılınca bu oluşumdan koparak CHP’den milletvekili adayı gösterilmiş ve o seçimler AKP’ye iktidar olmanın yolunu açmıştı.

G‹ZL‹ ADAYDA ‘TOPLUMSAL’ KONSENSÜS MÜ? CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu cumhur-

‹SYAN NE YANA CHP NE YANA Kılıçdaroğlu 30 Mart yerel seçimlerinde de sağ aday stratejisi ile Haziran İsyanı’nda ayağa kalkan milyonların taleplerine ve isyanı açığa çıkaran mücadele dinamiklerine sırt çevirmiş, Erdoğan karşısındaki seçeneksizliği kendini tek seçenek haline getirmek için kullanmış ve kaybetmişti. İsyan’ın açığa çıkmasında AKP iktidarının 12 yıl boyunca neoliberal İslamcı bir rejimi tüm topluma dayatması, kamusal alandan gündelik hayata tüm toplumsal yaşamda İslami referansları belirleyici hale getirmesinin büyük etkisi vardı. CHP ise Cemaat gibi uzun yıllar AKP ile uyum içinde çalışan, İİT’deki görevinden ayrılırken kendisini İslam dünyasına adadığını ve bundan sonra da var gücü ile İslam dünyası için çalışacağını vurgulamış olan bir ismi cumhurbaşkanlığına aday göstererek halkın beklentilerini değil sistemin beklentilerini temel aldığını ortaya koydu.

İhsanoğlu da krize girinceye kadar A KP iktidarıyla birlikteydi

Beraber yürümüşlerdi bu yollarda E

Ekmeleddin ‹hsano¤lu

Hilary Clinton

Amerikancı İslam’ın izinde

İhsanoğlu kimdir? S

on şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin yardımcısı Şeyh İhsanoğlu'nun oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu 1943 yılında Kahire’de doğdu. İhsanoğlu, Mısır Ayn Şems Üniversitesi Fen Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Siyasal İslam’ın akademik kalesi El-Ezher Üniversitesi’nde akademik hayata başladı. İhsanoğlu, Kahire Milli Kütüphanesi’nde ve Ayn Şems Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Osmanlı kültürü ve edebiyatı ile ilgili araştırma ve eğitim çalışmaları yaptı. 1974'te Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nde doktorasını tamamladıktan sonra, İngiltere'de Exeter Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmalar yaptı. 1976’da İstanbul’da gerçekleştirilen Yedinci İslam Konferansı Dışişleri Bakanları toplantısında Türkiye Cumhuriyeti tarafından kuruluşu teklif edilen ve 80’de çalışmalarına başlayan İslam Konferansı Teşkilatı’nın (İKT) ilk kültürel alt organı olan İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi merkezinin direktörlüğüne atandı. İhsanoğlu darbe sonrası, akademik kadroların bilimsel değil siyasal ölçütlerle yükseldiği 1984 yılında profesör oldu. İhsanoğlu, 24 yıl boyunca İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’nin genel direktörlüğünün yürüttü. İslam, Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Genel Direktörü olarak görev yaptığı sırada 14-16 Haziran 2004'te İstanbul'da düzenlenen, sonradan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) adını alacak olan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) 31. Dışişleri Bakanları Toplantısında, Genel Sekreterlik için AKP tarafından Türkiye'nin adayı olarak gösterdi ve kazandı. 1 Ocak 2005’te devraldığı İKÖ genel sekreterliğini 2014 yılında İyad bin Emin Madani’ ye devretti.

AMER‹KANCI ‹SLAM’IN ‹Z‹NDE Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Türk-İslam çalışmalarında adını duyurması tesadüf değil. ABD’nin arkasında yer aldığı 1980 darbesinin ardından cunta Türk-İslam sentezini örgütlemeye soyundu. İmam Hatiplerden kadrolaşma politikalarına ve Diyanet’in etkinliğinin artırılmasına kadar Siyasal İslam’ın önü bizzat darbeciler tarafından açıldı. İslam Konferansı Örgütü de Yeşil Kuşak politikasının bir parçası olarak 1969 yılında Fas'ta kurulmuş, Türkiye örgüte 1976'da üye olmuştu. 12 Eylül darbesinin hemen sonrasında 1981 baharında Cidde’de imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütü arasındaki anlaşma” ile bugün CHP tarafından Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilen Eklemeddin İhsanoğlu’nun uzun yıllar boyunca direktörlüğünü yaptığı İslam Tarihi, Sanatı ve Kültürü Araştırma Merkezi’nin İstanbul’da kurulması kararlaştırıldı. Darbe sonrası 1984 yılında Kenan Evren Türkiye'yi ilk kez Cumhurbaşkanı düzeyinde İKÖ’de temsil etti. ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrası radikal İslam’a karşı öne çıkardığı “ılımlı İslam” politikası “İKÖ”nün dönüşümünde de belirleyici oldu. AKP iktidarının da “model” olarak ABD emperyalizminin aktif taşeronu olarak öne çıkarıldığı 2000’lerin başında giderek İKÖ’nün oynadığı rol de değiştirildi. Uluslararası arenada İKÖ’nün İslam dünyasının emperyalist sistemle bütünleştirilmesi ve İKÖ’nün uluslararası alanda ilişki kurulabilecek bir kurum haline getirilmesi süreci aynı zamanda AKP iktidarının 2004 yılında Türkiye Cumhuriyeti adına Ekmeleddin İhsanoğlu'nun İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri olmasını sağlamasının ardından gerçekleşti.

kmeleddin İhsanoğlu’nun İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri olduğu 2005 sonrası dönemde, daha önce üyeleri tarafından dahi ciddiye alınmayan örgüt BM ve AB düzeyinde muhataplıklar oluşturarak uluslararası düzeyde ciddiye alınan bir yapı haline getirildi. AKP’ye Ortadoğu’nun emperyalist sistemle bütünleştirilmesi stratejisi içinde biçilen rolün uluslararası ayaklarından biri de İİT eliyle yürütülüyordu. İhsanoğlu kendisine biçilen görevi layıkıyla yerine getirdi. Sorun AKP’nin bu görevi yerine getiremediği noktada açığa çıktı. İhsanoğlu’nun AKP ile arasındaki gerilimi su yüzüne çıkaran, Mısır’da Müslüman Kardeşlere yönelik askeri darbeyi eleştirmemesi olmuştu. Hüseyin Çelik, “İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ne iş yaptığını bilen var mı? Bu zat, darbeden sonra Mursi’yi suçlamıştı. Prof. Dr. İhsanoğlu’nun İKÖ Genel Sekreteri seçilmesi için Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Başbakanımızın büyük çabalarını hatırladıkça yazık diyorum” demiş, Bekir Bozdağ da İhsanoğlu’nu istifaya çağırmıştı. Tayyip Erdoğan, o dönemde Bursa’da yaptığı konuşmada BM ve AB’nin yanı sıra İİT’yi de eleştirmiş ve “Aynaya bakacak yüzleri yok” demişti. Sorun İhsanoğlu’nun AKP’yi kendisine bir model olarak gören ve AKP’nin bölgesel güç iddiasına dayanak oluşturan Müslüman Kardeşler’den (MK) yana aktif

Ekmeleddin ‹hsano¤lu t›pk› Gülen Hareketi gibi, ‹slamc› kimli¤inden de¤il ama AKP’nin art›k sistem aç›s›ndan bir sorun haline gelmeye bafllayan son dönem yöneliminden ayr›flt›. Yoksa o da uzun y›llar AKP’yle beraber yürümüfltü bu yollarda… tutum almamasıydı. Mısır’da yaşananların ardından AKP Mursi’ye sahip çıkmayı sürdürürken, ABD MK karşıtı darbeyi destekledi, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri MK’yı terör örgütü ilan etti, MK’nın ana destekçisi Katar’a da yumuşak bir saray darbesiyle hizaya çekildi. İhsanoğlu o dönemde AKP’nin eleştirilerini “Genel Sekreter demek, teşkilat demek değildir… Müşterek bir mekanizmanın hareketini, konsensüsünü aramak zorundayım” diye yanıtladı. İhsanoğlu’nun aradığı konsensüs ABD tarafından belirleniyordu. CHP ise İhsanoğlu’na o dönemde

sahip çıkıp AKP’nin üslubunu eleştirdi. AKP iktidarı ile İhsanoğlu’nun arasını açan bu gerilim Suriye’de batağa saplanan, Haziran İsyanı’nın ardından Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yenilgisini kendi siyasi geleceğine dair bir işaret olarak gören Erdoğan’ın öfkesi ile ilgiliydi. Suriye’de cihatçıları desteklemekle suçlanan ve beklediği askeri müdahale gerçekleşmediği için giderek batağı derinleşen, İran’la arası bozulan, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, Lübnan Hizbullah’ı ile ters düşen AKP kendi “model”inin çöküşünü görerek İhsanoğlu’na tavır aldı.

İhsanoğlu AKP’nin Suriye’ye askeri müdahale çağrısında bulunduğu dönemlerde de Suriye’de başlangıcın aksine yaşananların dinler, mezhepler ve ırklar arası bir çatışma haline getirilmek istendiğini söyleyerek siyasi çözüm arayışlarının öne çıktığı Cenevre zeminini önemsediğini vurguladı. Böylece Ekmeleddin İhsanoğlu tıpkı Fethullah Gülen Hareketi gibi, İslamcı kimliğinden değil ama AKP’nin artık sistem açısından bir sorun haline gelmeye başlayan son dönem yöneliminden ayrışmaya başladı. Yoksa o da uzun yıllar AKP’yle beraber yürümüştü bu yollarda…

Gezi’de Gül gibiydi Ekmeleddin İhsanoğlu da Haziran İsyanı’nda, Abdullah Gül’ün ortaya attığı “ilk günler çevreci duyarlılık, sonrası tasvip edilemez” söylemini tekrar edenlerden biriydi. İhsanoğlu o dönemde Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmesinden yana tavır belirtip direnişçilere yönelik “yakıp yıktılar” kara propagandasını sahipleniyordu: “Bu mesele çevre hassasiyetiyle doğdu. Ve doğduğu nokta haklıdır. İnsanların çevre konusunda, şehrin

düzenlenmesi konusunda bir fikir beyan etme hakkı vardır. Şahsen ağaçların kesilmesine karşıyım ama tarihi binaların yeniden inşa edilmesine taraftarım. Biz zaten İstanbul’da çok şeyi yıktık. O bakımdan Gezi olaylarının başlangıç noktasını anlayışla karşılıyorum fakat sonra aldığı şekil beni rahatsız etti. Orada gelip arabaları yakmak, dükkânları yağmalamak ateşe vermek; bunlar kabul edilecek şey değil.“


5

SERMAYE 19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

Petrol krizli, ihracat durma noktasında

IŞİD'in Irak'ta birçok petrol kentini ele geçirmesi, Türkiye'nin ekonomik dengelerini sarstı. Irak’a en büyük ihracatı gerçekleştiren Türkiye'den gönderilebilen TIR sayısı 2 binden 800'e düştü. Kerkük-Ceyhan boru hattından petrol ihracı beklemek ise kısa vadede mümkün değil MEHTAP METİNOĞLU

I

ŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin ardından yaşanan gelişmeler ve militanların bölgede güçlenerek yoluna devam etmesi, Türkiye'nin iç ve dış ekonomik dengelerini sarstı, sarsmaya da devam edecek. Esad ve Kürtlere karşı bugüne kadar cihatçı çeteleri besleyen AKP, Suriye-Irak hattındaki "kontrol dışı" savaşın siyasal etkilerinin yanı sıra ekonomik etkileriyle de başa çıkmak zorunda. 2014'ün ilk aylarında "en kırılgan ekonomi" olarak sınıflandırılan Türkiye ekonomisi ise Tayyip Erdoğan'ın temeli olmayan "idare etme" politikasına bağımlı durumda. Ortadoğu ve Batı arasında petrol enerji nakil hatlarının ortasında bulunan Türkiye jeopolitik konumunun getirdiği avantajı, doğalgazda Rusya bağımlılığından kurtulmak adına fırsata çevirmeye çalıştı. Ancak savaş ve çatışma ortamının hakim olduğu Ortadoğu'daki değişken konjonktür, Türkiye'nin petrol krizini derinleştiriyor. Irak Merkezi yönetiminin sıcak bakmamasına rağmen Kuzey Irak Kürt Federe Devleti'yle arasında petrol boru hattı kuran Türkiye, Irak'ta yaşanan son gelişmeler nedeniyle bu kanaldan faydalanamıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde, IŞİD'in yanı sıra ekonominin yarattığı kriz dinamikleri AKP'nin açmazlarını derinleştiriyor. Irak'a ihracatın durma noktasına gelmesi, petrol boru taşımacılığının olumsuz etkilenmesi, petrol fiyatının artmasıyla enflasyon

artışının tetiklenmesi, sermaye girişinin yavaşlaması, cari açığın olumsuz etkilenmesinin yanı sıra TL'nin değer kaybetmesi ve doların artması Türkiye ekonomisinde yaşanan bazı olumsuz "gelişmeler". Türkiye Irak’taki krizden en çok etkilenecek ülkelerin başında geliyor çünkü Irak’a en büyük ihracatı gerçekleştiren ülke konumundayken ihracat yapan şirketlerin TIR'ları sınır kapısında günlerdir bekliyor. PETROL KRİZİNE DOĞRU IŞİD’in Musul'un ardından Baiji, Tikrit ve Telafer'i ele geçirerek Bağdat'a doğru ilerlemesi, Suriye ve Irak ekseninde petrol üretimi ile tüketimi dengesine ve dolayısıyla fiyatlara farklı açılardan etkisi oldu. OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü)’in ikinci büyük petrol üreticisi Irak'ın sevkiyatı aksayacak endişesiyle petrol fiyatları son dokuz ayın en yüksek seviyesine tırmandı. Petrol fiyatları ise yıl başından bu yana yükseliş gösteriyordu çünkü IŞİD, Kuzey Irak petrol bölgesinde sürekli istikrarsızlık yaratıyor. Irak petrolünün küresel pazarlara taşınmasında önemli rol oynayan Kerkük-Ceyhan boru hattına sürekli sabotaj düzenleyen IŞİD, şimdiki konumu itibariyle boru hattının tam üzerinde konuşlanmış durumda. Mart ayından beri çalışmayan ve IŞİD gelmeden önce tamir edilen boru hattından kısa vadede petrol ihracı beklemek mümkün değil. IŞİD'in ele geçirdiği, Irak’ın en büyük petrol rafinerisi Baiji (Günlük kapasitesi 300.000 varil) stratejik

öneme sahip çünkü rafineri, her ne kadar düşük kapasite ile çalışsa da merkezi Irak yönetiminin Kerkük’ten çıkardığı petrolü işlemeye yarıyor. Rafineri kompleksinin içinde yer alan elektrik santralı ise Bağdat’a elektrik sağlıyor. IŞİD'in saldırıları nedeniyle Irak'ın işlenmiş petrol ihtiyacını karşılayan üç rafineriden düzenli yakıt alınamazken, Irak'taki birçok kentte akaryakıt sıkıntısı baş gösterdi. Tüm bu nedenlerle Irak’ın bu yılsonu için hedeflediği günlük 4 milyon varillik üretimin gerçekleşmesi mümkün değil. Petrol arzının azalması ve Irak petrol bölgesindeki enerji arz güvenliğinin yok olmasıyla fiyatlar sürekli yukarıya taşınıyor. Küresel ekonominin toparlanmaya çalıştığı dönemde ortaya çıkan bu durum ise "uluslararası piyasalarda" istenmeyen bir gelişmeydi. IŞİD’in Musul’u işgali sonrası petrolün varil fiyatındaki 6 dolarlık artışın dünyaya günlük faturası 557 milyon dolara ulaşırken fiyatların bu seviyede kalması durumunda bile Türkiye’nin yıllık petrol faturası yaklaşık 2.4 milyar dolar artacak. Tüm bu gelişmeler, Türkiye'de doğalgaza ve benzine yapılacak zamların kapıda olduğunu söylüyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız, “Ham petrol fiyatlarının artması Türkiye’nin maliyetlerinin arttığı anlamına geliyor. Bunlar stabil hale gelinceye kadar bunu tüketicimize, sanayicimize, konutlara yansıtmamaya gayret ediyoruz. Ham petrol ve buna bağlı olarak doğalgazın maliyetlerinin artacağı çok net bir şekilde ortada” diyerek

doğalgaza yapılacak zammın zeminini hazırladı. IŞİD'in ilerlemesiyle TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı devam ederken, petrol fiyatlarındaki yükseliş uzun zamandır artış göstermeyen emtia (ticarete konu olan tüm mallar) fiyatlarını yukarıya doğru çekti. "İHRACATIN DEVAM EDEBİLMESİ İÇİN DIŞ POLİTİKA DEĞİŞMELİ" Türkiye’nin en büyük ikinci ihracat pazarı Irak’taki IŞİD tehlikesi, ihracatı durma noktasına getirdi. Uluslararası Nakliyeciler Derneği Başkanı Çetin Nuhoğlu bölgedeki durumu şu sözlerle açıkladı: “Türk malları için Irak’ta Doğu-Batı ekseninde güneye doğru inen yol, iki noktada kesildi. Mevcut durum itibariyle Türk nakliyeci aktardığı malı gönderemeyecek. Iraklılar da güneyden taşıma yapamayacak.” Türkiye’den ortalama her gün 2 bin kamyonun Irak’a geçtiğini anlatan Nuhoğlu, yılda 700 bin taşıma yapıldığını söyledi. TÜİK verilerine göre Irak’a yapılan ihracat 2010 yılında 6 milyar dolar, 2011’de 8.3 milyar dolar, 2012’de 10.82 milyar dolar, 2013’te ise 11.95 milyar dolar oldu. Irak'a ihracatın olumlu seyrinin nasıl baltalandığını ise Elvan Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Hidayet Kadiroğlu şu sözlerle anlatıyor: "Habur'dan normalde günde 2 bin TIR geçerken şuan sadece 800 TIR geçebiliyor. Türkiye'nin zararı çok büyük." TIR'ların teslimatları yapamamasıyla bu ayki ihracat verilerinin olumsuz olacağını söyleyen Güneydoğu

Sanayici ve İş Dünyası Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Mesut İşsever, bölgedeki krizin uzamasıyla milyarlarca dolarlık ihracat gelirinin kesileceğini belirtti. Irak’ın orta ve güney bölgeleriyle ticaretin durduğunu vurgulayan İşsever, “Irak’ın en büyük dış ticaret partnerlerinin başında gelen Türkiye ise bu krizden en çok etkilenecek ülkelerin başında ve illerin başında ise Gaziantep geliyor” şeklinde konuştu. Irak’ta uzun süren bir istikrarsızlığın kapısının aralandığını söyleyen Güneydoğu Genç İşadamlar Derneği Başkanı Hakan Akbal ise "Sınırlar yeniden biçimlenmeden sular durulmayacak. Yeni sınırlar da Ortadoğu’da derin çelişkiler bırakacak gibi görünüyor. Bu çelişkiler içerisinde boğulmamak için ülkemizin yeni bir dış politika paradigması geliştirmesi gerekiyor" dedi. İhracatın azalmasıyla birlikte döviz transferlerindeki azalma ekonomi üzerinde cari açık baskısına yol açacak. Maliye Bakanı Mehmet

Şimşek ise bu duruma jeopolitik gerginliğin yol açtığı savundu. Şimşek konuşmasında, "Bu sene jeopolitik gerginlikler maalesef bir risk faktörü. Irak'ta olup bitenler cari açığı olumsuz etkileyecek. Son gelişmeler hızlı bir şekilde kontrol altına alınmazsa maalesef bu bizim için talihsiz bir gelişme. Aynı şekilde Rusya Ukrayna'daki gelişmeler de bizim açımızdan olumsuz. Maalesef coğrafi konum itibariyle problemli bir bölgedeyiz" dedi. AKP EKONOMİYİ İDARETEN YÖNETİYOR Türkiye ekonomisinin kırılgan yapısı, Ortadoğu'daki değişken dengelerle baş edebilecek durumda değil. Uluslararası piyasaların Türkiye ekonomisine güvensizliği artarken sermaye girişlerinin dalgalı bir şekilde azalması, ihracat pazarının daralması gibi çokboyutlu olumsuz etkilere yönelik AKP'nin ekonomiyi düzenleyici bir politik planı bulunmuyor.

Habur Sınır Kapısı’nda bekleyen TIR’lar

Erdoğan'ın karşısında ateşten gömlek: TÜSİAD başkanlığı SÜTAŞ patronu Muharrem Yılmaz, 4 Haziran'da TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden istifa ettiğini açıkladı. Yılmaz, görev süresi dolmadan istifa eden ilk başkan olarak TÜSİAD tarihine geçti. SÜTAŞ toplantısında konuşan Yılmaz, SÜTAŞ'la ilgili iddiaların TÜSİAD'a zarar vermemesi için istifa ettiğini açıkladı. SÜTAŞ'la ilgili iddia ise 26 işçiyi sendikaya üye olduğu için atan Yılmaz'ın, işten atılan işçilerin fabrika önünde oturma eylemi yaptığı alana hayvan gübresi döktürmesiydi. Akşam ve Star gazetelerinin manşetine taşınan gübre iddiasının ardından Yılmaz o gün içinde istifasını açıkladı. Vatan'dan Ercan İnan'ın yazısına göre Yılmaz, "ağır abilere" (Koç, Sabancı, Eczacıbaşı) bile haber vermeden istifasını açıklamıştı. İnan'ın yazısına göre, Tayyip

HALUK DİNÇER KİMDİR? 1995 yılında Sabancı topluluğuna katılan Dinçer, bu tarihten itibaren otomotiv, gıda ve perakende sektörlerinde çeşitli üst düzey yöneticilik görevlerinde bulundu. Erdoğan'ın "vatan haini" ilan ettiği Yılmaz, AKP medyasında şirketiyle ilgili çıkan haberden sonra "Kendi işime zarar vermeyeyim" diyerek istifa etmişti. Tayyip Erdoğan'la "ters düşen" tekelci sermaye

gruplarının "maruz kaldığı" vergi denetimi ve mali cezalar, Yılmaz'ın istifası için geçerli bir sebep olabilir. Divan Otel'i üzerinden Koç'la ters düşen Erdoğan, TÜPRAŞ'ta vergi denetimi başlatmış,

Doğan Grubu'na milyon dolarlık vergi cezası kestirmişti. SÜTAŞ'la ilgili haberleri istifası için malzeme eden Yılmaz, olası ceza ve denetimlerden böylece kurtulmuş oldu. Ancak TÜSİAD

içinde yeni başkan kim olacak tartışmaları baş gösterdi. AKP'nin politikasını eleştirebilecek ve Erdoğan'ın cezalandırmasına göğüs gerebilecek bir başkan bulmak hayli zordu. Başkan Yardımcısı Haluk Dinçer başından beri TÜSİAD başkanlığına mesafeli durarak bu pozisyonda olmak istemediğini ilan ediyordu. Her ne kadar ikna edilmesi kolay olmasa da TÜSİAD Yönetim Kurulu, 10 Haziran'daki toplantının ardından yeni başkan olarak Dinçer'in seçildiğini duyurdu. Vatan'ın haberine göre Dinçer, ocaktaki genel kurula kadar görevi kabul ederken yönetim ise sonra da devam etmesi ikna çabalarını sürdürüyor. AKŞAM’IN SAHİBİ ETHEM SANCAK SÜT İŞİNE GİRMİŞ! TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz’ın istifa ettiği gün Akşam gazetesi “Sütten çıkmış kara ka-

şık” manşetini atmış, sendikaya üye oldukları için işten atılan ve fabrika önünde direnişe geçen işçilerin bulundukları alana Yılmaz’ın hayvan dışkısı döktürdüğünü yazmıştı. Akşam gazetesinin TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz'la olan asıl derdi Taraf gazetesinden Hüseyin Özay'ın haberiyle ortaya çıktı. Habere göre, Akşam gazetesinin sahibi Ethem Sancak, süt sektöründe Muharrem Yılmaz’ın rakibi. Yaklaşık beş yıl önce “tarım ve hayvancılık” sektörüne adım atan Ethem Sancak’ın, Denizli’nin Acıpayam ilçesinde Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nden (TİGEM) kiraladığı arazi üzerinde, Avrupa’nın en büyük süt üretim çiftliğini kurdu. Taraf’a göre, çiftlik için 50 milyon dolarlık yatırım gerçekleştiren Sancak, tarım ve hayvancılık sektörüne uzun vadede 5 milyar dolarlık yatırım yapmayı planlıyor.


6

DÜNYA 19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

Zerkavi’den Bağdadi’ye, Irak El Kaide’sinden IŞİD’e 2000 - 2006

2006 - 2010

Ürdünlü cihatçı Ebu Musab ez Zerkavi’nin 2000 yılında kurduğu Cemaat el Tevhid vel Cihad isimli örgüt bugünkü IŞİD’in atası sayılır. Zerkavi öncülüğündeki örgüt ABD’nin Irak’ı işgaline tepki olarak 17 Ekim 2003’te El Kaide’ye bağlılık yemini ederek ‘Tanzim Kaidat el-Cihad fi Bilad el-Rafidayn’ yani bilinen adıyla Irak El Kaidesi ismini aldı. Irak’ın dışından gelen yabancı savaşçılar örgüt ağının genişlemesinde büyük rol oynadı. İşgal sırasında, ABD ve koalisyon güçlerine karşı alışılagelmiş silahlarla ve gerilla taktikleriyle saldırmak yerine daha çok bomba yüklü araçlar kullanılarak gerçekleştirilen intihar saldırısı eylemleri yaptılar. Ocak 2006’da Irak el Kaidesi Irak’ta savaşmakta olan Sünni grupları bir çatı altında toplamak için Mücahidin Şura Konseyi adı altında şemsiye bir organizasyon kurdu. Örgüt saldırılarını ve eylemlerini Ekim 2006’ya kadar bu konsey adına yaptı.

Zerkavi, 7 Haziran 2006’da ABD’nin düzenlediği bir hava saldırısında öldürüldü. Ekim 2006’da Irak’taki Mücahid Şura Konseyi, Sünni militan örgütleri ve Irak aşiretleri Ebu Ömer el Bağdadi’ye biat etti ve Irak İslam Devleti örgütünün kuruluşu ilan edildi. 2007’de ise Irak İslam Devleti savaş bakanı Ebu Eyyub el Mısri’nin de içinde olduğu 10 kişilik bir “bakanlar kurulu” oluşturuldu. 18 Nisan 2010’da ABD ve Irak güçlerinin Tikrit kentinde gerçekleştirdiği ortak operasyonla Ebu Ömer el Bağdadi ve Ebu Eyyub el Mısri öldürüldü. Bu tarihten sonra Ebu Bekir el Bağdadi emir, Ebu Abdullah el Hasani’de emir yardımcısı olarak örgütün başına geçti.

VEC‹H CUZDAN

Suriye’de mezhep ekseninde kışkırtılan iç çatışma sayesinde El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi, El Kaide ilişkili İslami Cephe ve El Kaide’den bozma Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) kısa sürede geniş bir etki alanı ve gelişme olanağı elde etti. AKP hükümeti, ‘ılımlı’ muhaliflerin sahadan silinmesi, kendi topraklarında bombalı araçların patlaması ve yaklaşık 900 km olan Suriye sınırının önemli bir bölümünün çetelerin kontrolünde olmasına rağmen ‘bölgesel güç olma’ hevesiyle cihatçıları desteklemeye devam etti. Bu AKP’yi bölgesel bir güç haline getirmedi ama IŞİD’i bölgesel bir tehdit haline getirdi. Irak bölünüyor. Bölgedeki Hıristiyanlar, Şiiler, Aleviler, Kürtler ve Türkmenler katliam tehdidiyle yüz yüze. Irak ve Suriye’de savaşan örgüt İran ve Hizbullah’ın da dahil olacağı bir bölge savaşına davetiye çıkardığı gibi, ABD-NATO müdahalesinin eli kulağında. Kürtlerin birbirleriyle ve tarihsel hasımları olan devlet merkezleriyle, İran’ın ABD ile ittifak kuracağı yepyeni bir denklem oluşuyor. AKP’nin ham hayalleriyle harlanan bu ateş Türkiye’yi de yakacak, hatta yakmaya başladı. Aşağıda, Ortadoğu’nun haritasını değiştiren, bölgesel ve uluslararası denklemi yeniden kurgulatan örgütün “kısa” öyküsünü bulacaksınız usul’u ele geçirip bir anda dünya gündeminin üst sırasına çıkan IŞİD birden ortaya çıkmadı. O, Irak’ın işgali ile gelişen mezhepçi şiddet ve ardından Suriye”de kışkırtılan cihatçı savaşında doğdu ve büyüdü. İşte IŞİD’in “kısa” öyküsü: Mart 2011’de başlayan Suriye krizine yaklaşık 6 ay sonra Irak İslam Devleti’nin (IRİD) desteğiyle dahil olan Nusra Cephesi, El Kaide’nin Suriye kolu olarak kabul ediliyor. Nusra lideri Ebu Muhammed el Culani, Irak El Kaidesi saflarında yıllarca deneyim kazandıktan sonra Suriye’ye gönderildi. Irak İslam Devleti lideri Ebu Bekir el Bağdadi ise, 9 Nisan 2013’te bir açıklama yaparak Nusra’nın IRİD tarafından kurulduğunu, finanse edildiğini ve desteklendiğini belirtti. Bu doğrultuda sınırlarına Biladü’ş-şam’ı da katan IRİD, Nusra ile birleştiklerini ilan etti ve örgütün yeni isminin Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olduğunu açıkladı. Nusra liderliğiyse, Suriye’de savaşırken, Bağdadi’den yardım aldıklarını, geçmişte Irak’ta IRİD ile birlikte savaştıklarını söyledi ancak bağlılığının Bağdadi’ye değil, El Kaide lideri Eyman el Zevahiri’ye olduğunu açıkladı. Haziran 2013’te Zevahiri yazılı bir açıklamayla her iki lidere de birleşmenin karşısında olduğunu ve iki grup arasındaki tansiyonu düşürmek ve sorunu çözmek için bir elçi tayin ettiğini duyurdu. (Zevahiri’nin elçisi, Ahrar’uş Şam komutanlarından Ebu Halid es Suri 23 Şubat 2014’te uğradığı saldırı sonucu öldürüldü. Diğer cihatçılar IŞİD’i sorumlu tuttu.) Aynı ay içerisinde Bağdadi sesli bir mesaj yayınlayarak Zevahiri’nin emrine karşı çıktığını ve birleşmenin gerçekleşeceğini ilan etti. Zevahiri de, Nusra’dan yana bir tavır takınarak, IRİD’in Suriye’den çekilmesini istedi. Bunu reddeden Bağdadi, IŞİD olarak hem Irak’ta hem de Suriye’de faaliyet göstermeye başladı. IŞİD, diğer cihatçı grupların etkin olduğu Suriye’nin kuzeyindeki bölgelere yönelik saldırılar başlattı, silah ve savaşçı ihtiyacını ise Türkiye ile Irak üzerindeki hattan karşıladı. Nusra’yla yaşanan ayrışma ile birlikte bu örgütteki cihatçıların bir kısmı; özellikle Libya, Tunus ve Körfez ülkelerinden gelen savaşçılar, IŞİD’e geçtiler. Mayıs 2013’te ise IŞİD’i güçlendiren bir gelişme yaşandı. Daha çok Orta Asya ve Kafkasya’dan gelen savaşçıların oluşturduğu, Ömer el Şişani’nin liderliğindeki Muhacirin ve Ensar Ordusu, IŞİD ile birleştiğini açıkladı. Temmuz 2013’te Irak’taki Ebu Gureyb Hapishanesi’ne bir operasyon düzenleyen IŞİD, burada çok sayıda örgüt üyesi mah-

M

kumu serbest bıraktı. Irak’ta başta başkent Bağdat olmak üzere Şiilerin yoğun olduğu bölgelere yönelik intihar saldırıları da artmaya başladı. Daha da önemli bir gelişme ise Kasım 2013’te Suriye’nin Rakka kenti IŞİD’in kontrolüne geçti. Ifi‹D IRAK’TA ‹LERL‹YOR, SUR‹YE’DE ‘C‹HATÇI SAVAfiI’ BAfiLIYOR Irak’taki saldırılarını sıklaştıran IŞİD, Ocak 2014’te Anbar vilayetine bağlı Felluce’yi ve Ramadi’nin bir kısmını kontrolü altında aldı. 3 Ocak 2014’te Felluce’de ‘İslam Devleti’ ilan ettiğini açıkladı. Aynı günlerde Suriye’de IŞİD’in kontrolündeki bölgelere İslami Cephe ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı diğer cihatçı gruplar tarafından büyük bir saldırı başlatıldı. (1 Ocak’ta KırıkhanReyhanlı yolu üzerinde Suriye’ye insani yardım taşıdığı söylenen İHH’ya ait bir TIR içerisinde askeri mühimmat, hücum yelekleri, elektronik cihazlar ile bazı yaşam malzemeleri bulundu. Cihatçılar arası savaş, Cilvegözü Sınır Kapısı karşısında İslami Cephe kontrolündeki Bab el Hava’ya yapılan bu sevkiyattan sonra başladı.) RAKKA’DA ‘‹SLAM DEVLET‹’ KURULDU 5 Ocak’ı 6 Ocak’a bağlayan gece İslami Cephe öncülüğündeki cihatçı koalisyon, Rakka’da IŞİD’i kuşatma altına aldı, yoğun çatışmaların ardından IŞİD’in ana karargahını ele geçirdi. İslami Cephe, IŞİD’in Tel Ebyaz, Etarib, Atme, Dane, Menbic, Carabulus ve Halep’teki birçok kontrol noktasını alırken, İslami Cephe bileşenlerinden Kürt İslam Cephesi de Halep’te Hüllük, Bustan el-Başa, Bustan el-Rız mahallelerini ele geçirdi. Bu saldırıların ardından Irak’tan gelen destekle toparlanan IŞİD karşı saldırıya geçti. 12 Ocak’ta Rakka merkezini, 14 Ocak’ta ise vilayetin tamamını ele gecirdi. 20 Şubat’ta da Rakka’da ‘İslam Devleti’ kurduğunu ilan etti. Ayrıca buradaki Hıristiyan halktan zorla ‘cizye’ adı altında vergi almaya başladı. Aynı günlerde, Akçakale Sınır Kapısı’nın tam karşısında yer alan Tel Abyaz’ı da ele geçiren IŞİD, Türkiye’ye komşu oldu. Bu süreçte Türkiye sınırındaki Cerablus kasabası da IŞİD kontrolüne geçince, örgütün kontrolündeki sınır kapısı sayısı ikiye çıktı. Ifi‹D CABER’‹ ALDI TÜRBE KR‹Z‹ BAfiLADI 13-14 Mart tarihlerinde IŞİD, Türkiye’nin yurtdışındaki tek toprağı olan ve Suriye’nin Halep kenti sınırlarında bulunan Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu Caber Kalesi’nin çevresini kontrol altına aldı. Türkiye sınırına 35 kilometre uzaklıktaki Karakozak köyü yakınlarındaki türbe çevresinde yaşanan bu gelişme üzerine sınırda konuşlanmış TSK birlikleri teyakkuz duruma geçirildi. Konuya dair açıklama yapan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Birtakım radikal grupların Suriye’nin kuzeyindeki bu boşluğu doldurma çabasına girip oradaki terör faaliyetlerini yoğunlaştırdıklarını” ve “Terör faaliyeti yürüten bu gruplarla rejim arasındaki işbirliği olduğunu” söyledi. 27 Mart tarihinde ise Dışişleri Bakanı Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in katılımıyla düzenlenen ‘gizli toplantı’nın, ses kayıtları yayınlandı. Suriye’ye yönelik askeri müdahale planları konuşulduğu kayıtlarda Davutoğlu, “Başbakan, ‘bu (Süleyman Şah Türbesi) bir imkan gibi değerlendirilmeli bu konjoktürde’ dedi” ifadelerini kullanırken, Hakan Fidan buna cevap olarak, “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesi’ne de saldırtırız” dedi.

Biladü’ş-şam (Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün) ve Mezopotamya topraklarında kendi ‘İslami’ düzeni için katliamlar yapan IŞİD; ABD emperyalizmi, İran’ın etkisini kırmak için çetelere kaynak yaratan Körfez monarşileri, bölgesel güç olma derdindeki siyasal İslamcı hükümetler, Saddam sonrası arta kalan Baas çizgisindeki gruplarla iktidardaki Şiilerle hesaplaşmak isteyen Sünni aşiretlerin palazlandırdığı, halk düşmanı bir örgütten başka bir şey değil Ifi‹D, KÜRTLERE SALDIRIYOR 21-31 Mart boyunca süren çatışmaların ardından IŞİD, Haseke iline bağlı Nusra ve İslami Cephe kontrolündeki önemli petrol bölgesi Markadah’ı ele geçirdi. Sıklıkla el değiştiren bu bölge 31 Mart’tan bu yana hala (haziran ayı itibariyle) IŞİD’in kontrolünde. IŞİD, 24-25 Mart’ta Ayn el Arap Tel Abyaz hattında Kürt yerleşimlerine ve YPG’ye yönelik saldırılar başlattı. Her iki tarafında kayıplar verdiği çatışmalarda, özellikle IŞİD’in aralarında Türkiyeli cihatçılarında olduğu 20’ye yakın savaşçısı öldürüldü. Irak’a yönelik taarruzu öncesi nisanmayıs aylarında Batı (Rojava) Kürdistan’a yönelik saldırılarını arttıran IŞİD ile YPG arasında yoğun çatışmalar yaşandı. Şimdilerde, Ayn el Arap bölgesindeki Herab Eto, Tel Abyaz çevresindeki Kandariyah, Kandal, Baghajak, Jamis ve Hajjaziyah’ta,

Resulayn çevresindeki Furaysah, Dehma, El Raviyah, Henzir Til ve Tileliye bölgelerinde IŞİD ile YPG güçleri arasında düşük yoğunluklu çatışmalar devam ediyor. Ifi‹D’‹N TAARRUZU, MUSUL’UN DÜfiÜfiÜ

Yaklaşık bir yıldır Irak’taki konumunu güçlendirmek için atılımlarda bulunan IŞİD, özellikle Suriye sahasında kazandığı deneyimi Irak sahasına aktarmada hiç zorluk çekmedi. Bu hazırlığını 2014 başlarında Anbar vilayetinde gerçekleştirdiği operasyonlarla Felluce’ye ve Ramadi’nin bir kısmına yayabilen IŞİD, başka cihatçı gruplardan farklı olarak ele geçirdiği bölgelerde ‘İslami Devlet’ ilan ederek yönetme işine girişti. Bu sayede dünyanın dört bir yanındaki cihatçılar için öncelikli tercih haline gelen IŞİD’e destek arttı. Haziran ayı itibariyle Irak’ın Ninova vilayetinde Musul’un çeşitli bölgelerine yönelik saldırılar başlatan IŞİD güçleri, 10 Haziran’da havaalanı, hapishane ve hükümet binaları gibi stratejik yerleri ele geçirdi. IŞİD ayrıca ele geçirdiği Musul Merkez Bankası’ndaki 420 milyon dolara el koydu. Körfez ülkelerinden gelen bağışlar ile Suriye’nin Rakka ve Deyrizor bölgelerinde ilkel yöntemlerle çıkarılan petrolün kontrolü altındaki iki sınır kapısından Türkiye’ye satılması IŞİD’e zaten önemli bir gelir oluşturmakta iken, Merkez Bankası’nın da ‘boşaltılması’ örgüte hatırı sayılır bir zenginlik kattı. Türkiye’nin Musul’daki Konsolosluğu’na baskın düzenleyerek aralarında Başkonsolos’un da olduğu 49 kişiyi rehin aldı. Musul’un Geyara ilçesindeki termik santrale mazot götüren 31 Türkiyeli şoförde IŞİD tarafından rehin alınmış durumda. Ifi‹D’‹N ‹LERLEY‹fi‹N‹N SEBEPLER‹ İlk olarak, Saddam döneminden kalan Baas çizgisindeki grupların IŞİD’e olan desteği Musul’un alınması hususunda ön plana çıkıyor. Irak’ın devrik lideri Saddam

Hüseyin döneminde Irak Ordusu’nda görev yapmış subaylar ile erlerden oluşan ve Saddam’ın yardımcısı İzzet İbrahim el Duri liderliğindeki Nakşibendi Ordusu, Musul kentinin ele geçirilmesi operasyonunda IŞİD ile birlikte hareket etti. Saddam döneminden kalma füze ve ağır silahlara sahip olan Nakşibendi Ordusu, Musul’un birçok mahallesini kontrolü altında tutuyor. Diğer önemli sebep ise IŞİD’in savaş taktiği. Örgüt, alışılagelmiş silahlar ve gerilla taktikleriyle saldırmak yerine daha çok bomba yüklü araçlar kullanarak intihar saldırıları gerçekleştiriyor. İntihar saldırıları sonrasında ise vur-kaç yerine açık savaş taktiği uygulaması rakipleri karşısında avantaj sağlıyor. Irak Hava Kuvvetleri’nin etkin uyguladığı hava saldırılarıysa en zayıf noktası. Örgüt, Felluce’de uyguladığı yerleşme faaliyetlerini Musul’da da uygulayarak gerçekleştireceği saldırıya zemin hazırladı. Kentte etkin yeraltı faaliyetleri içinde olan örgütün bölgede topladığı vergiler, Sünni aşiretlerle olan bağlantıları IŞİD’e avantaj sağladı. Bu yüzden Sünni nüfusun önemli bir kısmı kenti terk etmedi. IŞİD’in rehin aldığı binlerce Iraklı asker arasından sadece Şii olanları katletmeleri, Irak’taki asıl hedeflerini Kerbela ve Necef kentleri olarak açıklamaları, Biladü’ş-şam ve Mezopotamya topraklarında büyük bir mezhep savaşını körüklüyor. Siyasal, ekonomik ve sosyal çöküntüyle boğuşan Maliki yönetiminin IŞİD’in Şii-Alevi karşıtlığı ekseninde tırmandırdığı savaş karşısında Şii hattını güçlendirmesi mezhep savaşı olasılığını artırıyor. Bunun somut örneği ise Şii dini lider Ayetullah Ali Sistani’nin IŞİD’e karşı savaş çağrısı, başta Maliki olmak üzere İran, Irak, Lübnan ve Suriye hattındaki Şii gruplar tarafından kabul gördü ve binlerce Şii, Irak’taki kutsalları için IŞİD’e karşı savaşacaklarını açıkladı.

Biladü’fl-flam ve Mezopotamya co¤rafyas›nda Ifi‹D’in kontrolü alt›ndaki bölgeler koyu renkle gösterilmifltir.


7

DÜNYA 19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Geçti o günler AKP...

Halk›n Sesi

10-15 y›l öncesine kadar, Siyasal ‹slam’›n iktidara nüfuzunu ve bir Kürt devletinin kurulmas›n› k›rm›z› çizgilerin afl›lmas› sayan Türkiye, ABD’nin Irak iflgaliyle k›rm›z› çizgi siyasetini de¤ifltirmek zorunda kald›. Art›k devir, Ortado¤u’nun emperyalist sistemle neoliberal bütünleflmesine arac› olacak ve Irak’taki Kürdistan gerçe¤iyle bar›flacak bir iktidar›n, yani AKP

iktidar›n›n devriydi. AKP neoliberal-‹slamc› politikalar›yla hem Türkiye’nin neoliberal dönüflümünü yönetip hem de Ortado¤u’nun emperyalizmle bütünlefltirilmesine arac› olarak egemenlerin deste¤ini ald›. Irak’ta oluflan Kürdistan’la kurdu¤u iyi iliflkileri de Türkiye’nin Kürt sorununu kontrol alt›nda tutmak için

kulland›. Ancak AKP’nin bizzat destekledi¤i Ifi‹D Musul’u alarak bütün denklemi de¤ifltirdi. ‹slamc› kimli¤i nedeniyle Ifi‹D ve emperyalizm aras›nda s›k›flan AKP, Kürt sorununu yönetmedeki en büyük avantaj›n› da Irak ile Suriye-Türkiye Kürtleri aras›ndaki gerilimin yerini zorunlu yak›nlaflmaya b›rakmas›yla yitiriyor.

A KP’nin Su ri ye’ye ka rşı ciha t çı sila hı t e rs t e p e r ken

Kapıdaki tehdit: Pakistanlaşma Deliğe süpürülmemek için ABD ile arayı düzelten AKP, bu kez eliyle büyüttüğü cihatçılarla karşı karşıya. Kürt sorunu ve mezhep gerilimi Türkiye’de cihatçı faaliyete zemin hazırlıyor ALİ ERGİN DEMİRHAN

I

ŞİD adlı cihatçı örgüt 10 Haziran’da ele geçirdiği Musul’da, Türk Başkonsolosluğunu basarak konsolos dahil 49 TC vatandaşını, ayrıca 31 Türkiyeli TIR şoförünü ve 17 Haziran günü Kerkük yakınlarında düzenlediği operasyonda da 15 Türkiyeli işçiyi rehin aldı. IŞİD işgali bağıra bağıra gelir, Musul Valisi ve Irak ordusu bile kenti terk ederken, baskından 20 saat önce Ahmet Davutoğlu twitter hesabından “Başkonsolosluğun güvenliği alındı” diyor, binanın terk edilmesine lüzum görmüyordu. Bu rahatlık, AKP’nin sağladığı lojistik destekle palazlanan IŞİD’in Türkiye’yi hedef almayacağına, IŞİD ve benzerlerinin AKP’liler için “onlardan” olduğuna dair inancın bir yansıması olsa gerek. Tayyip Erdoğan IŞİD ve rehin alma eylemi için olumsuz bir ifade kullanmadı, Bülent Arınç ve idaresindeki AA eylemin Türkiye’yi hedef almadığını savunabildi. Ne var ki AKP’nin 2011’den bu yana Beşar Esad yönetimine, PYD’ye ve dolaylı olarak da Şii ağırlıklı Bağdat yönetimine karşı desteklediği cihatçı çetelerin namlusu Türkiye’ye dönmüş ve savunmasız yakalanan AKP’de şok etkisi yaratmıştı.

PAKİSTANLAŞMA TARTIŞMASI Bu durum karşısında, uzun süredir içte ve dışta yapılan “Pakistanlaşma” tartışmaları etkili isimlerce dillendirilmeye başladı. Abdullah Gül, IŞİD’in rehin alma olayı üzerine “Afganistan Akdeniz’in kıyısına gelebilir demiştim. Müttefikleri uyarmıştım” dedi. İngiliz Telegraph Gazetesi, Türkiye’nin Pakistanlaşma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu yazdı. ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton IŞİD krizi Türkiye’ye de sıçrayabilir dedi. Fehim Taştekin gibi gelişmeleri içerden takip eden gazeteciler yıllardır Pakistanlaşma tehlikesine dikkat çektiklerini hatırlattı.

Pakistan, komşusu Afganistan’da 1979’da komünist hükümetin çağrısıyla ülkeye giren Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen cihatçı savaşına büyük destek vermiş, ancak cihatçılar bir süre sonra Pakistan’ı da hedef alarak faaliyet ve savaş alanlarını destekçileri olan bu ülke topraklarına taşımışlardı. Türkiye’nin de Suriye’de savaşan cihatçılara desteğinden dolayı Pakistan gibi bir süreç yaşayabileceği giderek daha sık bir şekilde tartışılıyor. Robert Fisk, Eylül 2012’de Türkiye’nin Pakistan’ın yaşadığına benzer bir süreç yaşayabileceğinden söz etmişti. Sonra bu tartışmayı haklı çıkaran gelişmeler yaşandı: Hatay Reyhanlı, Antep ve Afyon’da “faili meçhul” patlamalar gerçekleşti. Cihatçıların Türkiye’de eylem hazırlığında olduğuna dair istih-

baratlar ortaya döküldü. Cihatçılara yönelik operasyonlarda bazıları üzerlerinde Türkiye’deki askeri hedefleri gösteren haritalarla, bazıları evlerinde sarin gazıyla yakalandı. Uyuşturucu ihbarıyla durdurulan TIR’lardan çıkan mühimmatların, Türk jandarmasının kontrolü altındaki El Kaide kamplarına götürüldüğü dava dosyalarına ve TBMM tutanaklarına girdi. En son da Musul’un işgalini izleyen rehin alma olayları gündeme geldi. CİHATÇI TEHDİDİNİN BOYUTU IŞİD’in Türkiye’yi hedef almaktan çekinmeyeceğini kanıtlayan Musul vakası AKP açısından sarsıcıydı çünkü iktidar cihatçılarla fazla içli dışlı olmuştu. AKP, Türkiye’nin 900 kilometrelik hatta en uzun sınır komşusu olan

Suriye’ye giden cihatçılar için sınır güvenliğini ortadan kaldırarak Hatay, Kilis, Antep, Urfa ve Mardin’i onlarca ülkeden gelen cihatçılara geçiş üssü yaptı. İstanbul, Mersin ve Adana’da cihatçı trafiğinin önemli duraklarından ve cihatçılar Bağcılar’da görüldüğü gibi sokak ortasında IŞİD tişörtüyle Türkiyelileri tehdit edecek kadar özgüven ve serbestlikle hareket ediyor. Avrupa ülkeleri, kendi yurttaşları olup da Suriye’ye cihada gidenlerin geri dönmesini istemiyor. Öte yandan cihatçılar Suriye’de savaşı kazandığına kesin gözüyle bakılan Beşar Esad’ın ilerleyişi karşısında savaşı kaybettikçe Türkiye’ye kaçıyor. Aynı şeyin Irak’ta yaşanmayacağının da garantisi yok. Hal böyle olunca Türkiye bu cihatçılara ev sahipliği yapmak zorunda kalacak. Böyle olmasa dahi yalnızca IŞİD saflarında savaşan Türkiyeli cihatçı sayısı 3 bin. Bunların önemli bir kısmı AKP tarafından Adıyaman, Bingöl ve Elazığ gibi muhafazakar Kürt kentlerinde PKK-PYD’ye karşı özel olarak teşvik edilen İslamcı örgütlenmelere üye. Yani Türkiye toprakları Suriye ve Irak’ta süren savaşın doğal bir parçasını oluşturuyor. AKP’nin sürekli kaşıdığı Alevi-Sünni gerilimi de Suriye ve Irak’ta eğitilen yerli yabancı cihatçılar için bir başka potansiyel etkinlik sahası sunuyor. AKP’yi açmaza alan esas krizli nokta ise iktidarını borçlu olduğu emperyalist çıkarlar ile uyum içinde davranma zorunluluğu. IŞİD’in rehin alma eylemi, AKP’nin Suriye konusunda ABD’nin uyarılarını dikkate alıp cihatçılara karşı yeni bir işbirliğinin adımlarını atmasının ardından geldi. Deliğe süpürülmemek için ABD ile arayı düzelten AKP, bu kez eliyle büyüttüğü cihatçılarla karşı karşıya. IŞİD’e karşı olası bir NATO ya da ABD operasyonu ise, ABD üslerine ev sahipliği yapan NATO üyesi Türkiye’yi daha sert saldırıların hedef haline getirebilir.

Pakistan’da ne oldu?

So¤uk Savafl’›n son döneminde emperyalistler SSCB’yi ‹slamc› hareketlerle kuflat›p s›n›rlama ve y›pratma politikas›n› (Yeflil Kuflak Doktrini) öne ç›karm›flt›. Sovyetler Birli¤i ordusu 1979’da Afganistan’daki dönemin komünist yönetiminin ça¤r›s›yla Afganistan’a girdi. Dokuz y›l süren savaflta ABD baflta olmak üzere emperyalist devletlerin önemli bir bölümü ‹slamc› Mücahitler’i destekledi. Afganistan’›n komflusu Pakistan, medreseler ve istihbarat örgütü ISI kanal›yla Mücahitler’e en büyük deste¤i veren ülkelerden biri oldu. Afganistan d›fl›ndan savaflmaya gelen cihatç› gruplar Pakistan üzerinden Afganistan’a geçti. Zaten bir ‹slam cumhuriyeti olan Pakistan, bu savafl›n etkisiyle daha da ‹slamc› bir kimli¤e büründü. Cihatç› gruplar, farkl› isimler alarak Pakistan’da faaliyetlerini sürdürdü. Daha sonra siyasal hedefleri do¤rultusunda devlet kurumlar›n› ve rakip siyasi gruplar› hedef almaya bafllad›. 2010’lu y›llarda art›k Afganistan-Pakistan emperyalist sald›r› ve cihatç› savafl›n belirleyicili¤indeki tek bir siyasi sürecin alan› haline gelerek bütünleflti.

Cehennemin kapılarında beliren fırsat

Kürtler için yakınlaşma vakti I

ŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle birlikte bir yandan Irak fiilen üçe bölünüp Kürtlerin bağımsız devlet haline gelme koşulları olgunlaşırken bir yandan da süreç bölgedeki bütün Kürtleri birbirlerine yaklaşmaya zorlayan bir ortak tehdit açığa çıkmış oldu. Yani IŞİD’in başlattığı tehlikeli savaş, hem Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) hem de yüz yıldır dört ülkenin sınırları etrafında bölünmüş olarak yaşayan Kürtler açısından tarihsel bir fırsat anlamına geliyor. Peşmerge güçlerinin Irak ordusunun terk ettiği Kerkük’te kontrolü ele almasıyla, Kürtler cihatçı kabusunun ortasında tarihi rüyalarına kavuştu. Kürtler Kürdistan’ın

vazgeçilmez parçası olarak gördükleri Kerkük’ün kontrolünü isterken Bağdat’taki merkezi yönetim de egemenlik hakkından vazgeçmiyordu. IŞİD saldırısı, bir KürtArap çatışmasına mahal vermeden bu ihtilafı çözmüş oldu. BAĞIMSIZLIK YOLU AÇILIYOR Baas kalıntılarıyla ve Sünni aşiretlerle işbirliği içindeki IŞİD’in Bağdat yönetimi ile Kürdistan arasına doğal bir set çekmesinin ardından, KBY ve Bağdat IŞİD’e karşı koordineli hareket etse de Kürtlerin Bağdat’tan bağımsızlaşmasının da nesnel koşulları açığa çıkmış oldu. IŞİD saldırısının ardından Nuri el Maliki’nin merkezi parlamentodaki toplantı çağrısına Kürt vekiller katılmadı. Irak ordusundaki dağılmanın ve orta Irak’taki IŞİD hakimiyetinin kısa sürede bertaraf edilememesinin doğal sonucu Irak Kürtlerinin Bağdat engeline takılmadan bağımsız devletleşme yolunda ilerlemesi olacak.

KÜRTLERİ BİRLEŞTİREN TEHDİT IŞİD saldırısının bir diğer etkisi de iç çekişmelerden mustarip Kürtler açısından, ihtilafları geriye itip farklı parçalardaki Kürt siyasi iradelerini birleşmeye zorlaması. Musul saldırısına kadar IŞİD esas olarak Rojava’da (Suriye Kürdistan’ı) PYDYPG’yi hedef alıyor bu nedenle de AKP’nin doğrudan, PKK-PYD’ye karşı AKP ile birlikte hareket eden Barzani liderliğindeki KDP’nin de dolaylı desteğini alıyordu. Ancak Musul saldırısı bütün denklemi değiştirdi. IŞİD hem Suriye’de hem de Irak’ta Kürtleri hedef almaya, bunu yaparken Türkiye’yi de es geçmemeye başladı. Bu da PKK-PYD ile KDP’yi ortak düşman karşısında ulusal birlik siyasetine iten bir etki yaratırken, AKP’yi de cihatçılara yönelik aktif desteği geri çekmeye itti. AKP’nin elinden yalnızca cihatçı kozu değil KDP kozu da gitti. Çünkü IŞİD’in Musul saldırısı sonrasında KDP,

PKK-PYD ve Bağdat’a karşı kullanılabilecek eski görece daha zayıf haldeki KDP olmaktan çıktı. KARAYILAN’DAN ÇAĞRI PKK liderlerinden Murat Karayılan, Kürdistan’ın savunması için KDP ve YNK’ye çağrıda bulunarak, gerilla ile peşmergenin ortaklaşması gerektiğini söyledi: “KDP ve YNK’ye çağrıda bulunuyorum. Özellikle Kerkük ve Şengal’de halkımızı savunma savaşına gerillanın da katılması için olanak açmaya çağırıyorum. Kürtler arası demokratik-ulusal birlik aciliyet kazanmıştır.” PKK, Peşmerge ve PYD hala farklı yapılar olarak birbirinden bağımsız hareket etse de, aynı hedef doğrultusunda ve aynı düşmana karşı savaşta, Türkiye’nin gelmiş geçmiş bütün resmi Kürt siyasetlerini işe yaramaz hale getirecek yeni bir düzlemde buluşuyor. AKP ise fırsat sandığı cihatçı savaşın “acı” sonuçlarıyla yüzleşiyor.

Haritalar değişirken... Ortadoğu’nun ortadan kalkmakta olan yüz yıllık sınırları I. Dünya Savaşı sürerken İngiltere ve Fransa arasında gizlice imzalanan ve Osmanlı topraklarının paylaşımını öngören 1916 tarihli Sykes-Picot anlaşması ile çizilmişti. O dönemde emperyalistler “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesinin arkasına sığınarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarını paylaşırken, suistimal ettikleri bu ilkeyi değil kendi çıkarlarını gözetmiş ve ulusal-toplumsal dinamiklerle örtüşmeyen yapay sınırlar belirle-

mişlerdi. Kürtler ise Filistinliler gibi uluslaşma sürecinde geç kalan bir Ortadoğu halkı olarak haritanın çizilmesinde gözetilmediler ve Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında dört parçaya bölünmüş halde kaldılar. SSCB’nin yıkılışı ve Irak işgali sonrası harita yeniden şekillenirken bağımsız bir siyasal güç olarak mücadele eden Kürt ulusal hareketi, sistemin krizini de fırsata çevirip Rojava’da olduğu gibi kritik inisiyatifler alarak sürecin önemli öznelerinden biri haline geldi.


8

EMEK 19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

E N B Ü Y Ü K D AY I B A fi I , A K P ’ N ‹ N B A fi I

‹flçi iradesi Bugünden 15-16 Haziran’a bakabilir miyiz? Soma’dan nasıl bakabiliriz mesela 15-16 Haziran’a… Bir yanda sel olmuş akan, önüne kattığı her şeyi yıkıp geçen ve ancak kendi örgütünün çağrısıyla durdurulabilenler, diğer tarafta uğradıkları toplu katliamla neye uğradığını şaşıranlar… DİSK 15-16 Haziran’ı Soma’da sembolik bir etkinlik yaparak kutladı. İsabetli bir karar. DİSK’in bu eylemini “İki fotoğraf arasındaki 7 farkı bulun” diye okumak lazım. Baktığımızda gördüğümüz 7 değil saymakta zorlandığımız kadar farkı arayıp bulmak sınıf mücadelesi örgütlerinin görevi. Ama sanırız en göze batan fark “irade” meselesidir. Bir tarafta kendi iradesini eline almış ve kullanmakta tereddüt etmeyen bir sınıf iradesi, diğer tarafta gününü, yarınını, ekmeğini, suyunu, çoluğunu çocuğunu sermayenin ve devletin insafına bırakmış bir çaresizlik… Kuşkusuz bu çaresizlik sadece Soma’da yaşanmıyor, her yanımız sermaye sınıfının ve devletin iradesiyle kuşatılmış durumda. Belki de tersinden okursak Soma en cesur şekilde bu kuşatmayı yırttı. Bu kuşatmayı açığa çıkarmak ve sonuçlarının en yıkıcı haliyle nasıl olabileceğini göstermek için bilerek ve isteyerek kendilerini gömdüler madenin derinliklerine! Her ağızlarını açtıklarında “Maden olmasa ne yaparız?” diye çaresizliklerini dile getiren işçilere birilerinin “Biz Tufan olmasak maden ne yapar?” Sertlek diye sordurması gerekiyor. Bu soru çok güçlü bir işçi Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu iradesinin beyninde şekillenir ve sınıf mücadelesine olan inançla hayata dair bir soru olarak insanların nefes alıp verdiği bütün mekanlara dolar. 15-16 Haziran bu soruyu sorma bilincine sahip ve cevabını da verme iradesine sahip işçi sınıfının eseridir. Kapitalist düzenin partilerine, parlamentosuna, askerine, polisine topyekun ayağa kalkıştır 15-16 Haziran. 15-16 Haziran direnişi kendisinden sonraki süreci çok derinden etkilemiştir. Nasıl kendisi Kavel direnişinin, Saraçhane mitinginin sularıyla beslenip büyük bir deniz haline geldiyse sonraki 10 yılda sayısız işçi direnişini, grevini ve devrimci mücadele pratiğini derinden etkilemiştir. Soma katliamı bunu tersinden yapabilir mi? Bu, cevabı bugünden verilebilecek bir soru değil. Ancak bilmemiz gereken şu ki, Soma katliamı kolaylıkla unutulabilecek bir mesele değildir, olmamalıdır. Bunun için Soma’yı Soma’da bırakmamak gerekir. Soma katliamı yürürlükteki kapitalist düzenin işçi sınıfına biçtiği kaderdir. Soma katliamı işçi sınıfının tersinden Gezi Direnişi olmalıdır. Artık nasıl her mücadele deneyimi Berkin’siz, Ali İsmail’siz olmuyorsa her işçi eylemi de Soma’sız olmamalıdır… Artık Soma’yı anmadan, bu katliamın sorumlularına lanet okumadan bir işçi toplantısı, bir işçi direnişi düşünülmemelidir. Çünkü Soma, işçi iradesinin sıfırlandığı andır. Bütün kaderini sermaye düzenine ve onun devletine teslim ettiği anın ifadesidir. Arkadaşlarını göçük altında bırakıp gelmiş, cinayetten son anda kurtulmuş bir madencinin katillerin sedyesine yatırılırken “çizmelerimi çıkarayım mı?” halidir Soma’nın özeti. Kuşkusuz bu hali en iyi anlatan bu “an” sermaye düzeninin yazarları ve bazı asalet meraklısı liberallerimiz tarafından, “yoksulluğun asaleti” olarak yere göğe sığdırılamamıştır. Oysa biz ne yoksulluk ne asalet meraklısıyız. İkisinin de canı cehenneme. Biz, bu dünyanın mallarını ve hizmetlerini üreten işçiler olarak iyi yaşamak istiyoruz. Yoksul halimizle, çaresiz halimizle, “Maden olmasa ne yaparız” halimizle bu düzende beş paralık kıymetimiz olmadığını anlamak için ikinci bir Soma’yı yaşamak istemiyoruz. İşçi sınıfı mücadelesi artık Soma ile beraber yürüyecektir. Çünkü Soma onun bugünü, yarını, geleceğidir. Ya iradesini patronuna, devletine teslim etmiş ve bu yüzden iş cinayetlerinde dünya rekorları kırmış işçilerden oluşan bir Türkiye ya da üretimden, tüketimden, vatandaşlık hakkından, insan olma hakkından doğan tüm haklarını sonuna kadar kullanarak hayatın her alanında “işçi iradesiyle” var olan ve hayatı daha yaşanılır kılan bir işçi sınıfının var olduğu bir Türkiye…

Taşeron torbaya sığmıyor ZAR‹FE AKBULUT

A

KP, 30 Mayıs 2014’te TBMM Başkanlığı’na sunduğu Torba Yasa tasarısını Plan ve Bütçe Komisyonu’nda tartıştırıyor. "Madenciler için düzenledik" dediği taslakta, tam 44 yasa ve Kanun Hükmünde Kararname bir tek yasayla değiştirilmek isteniyor. Plan ve Bütçe Komisyonu Alt Komisyonu’nda görüşülen 60 madde ile görüşülmeye başlanan tasarı 106 maddeye çıkarılmış durumda. ÜÇ KONFEDERASYON B‹R ARADA Taşeron yasa taslağının da içinde yer aldığı Torba Yasa meclis alt komisyonun da görüşülürken, DİSK, Hak-İş ve Türk-İş milyonlarca işçiyi ilgilendiren yasaya karşı ortak tutum almak için bir araya geldi. Yapılan görüşmelerde bazı maddelerin görece olumlu olduğu ancak 1, 10, 11, 12 ve 13. maddelerinin kabul edilemeyeceği ve itiraz edilmesi gereken maddeler olduğu yönünde ortak karar alındı. Sendika başkanları itirazlarını Başbakana iletti. Sendikacıların ve hükümet yetkililerinin yer aldığı bir komisyon kuruldu. Komisyon toplantısı soncunda sendikalar, itiraz ettikleri maddeler üzerinde değişiklik yapılmasını sağladı. Ancak taşeron çalışmayı yasaklayacak düzenlemeler yapılmadı. TASLA⁄IN SON HAL‹ I Taşeron işçilerinin emsal ücretle sürekli çalıştırılmalarına yol açacak madde değişikliği kaldırıldı. I Taşeron uygulamasında iş müfettişlerinin denetimini kaldıran madde değiştirildi. Müfettiş raporlarına itiraz süresi 30 iş gününe çıkarıldı. I Müfettiş raporu ile kesinleşen mahkeme kararlarına itiraz için Yargıtay’a başvuru yolu açıldı. Yargıtay’ın karar süresi 4 ay olarak belirlendi. I Kamuda taşeronu yaygınlaştıran, asıl işin bölünüp taşerona vermesini sağlayan yeterli

nitelik veya sayıda personel olmadığı hallerde iş taşerona verilir’ ibaresi çıkarıldı. I Yasaya aykırı taşeron ilişkisi kuran kamu kuruluşu yöneticilerine disiplin cezasının dışında idari para cezası getirildi. I Kamu kuruluşu yöneticilerinin asıl işin taşerona verilemeyeceğini belirleyen müfettiş raporlarına itiraz etmeleri zorunlu tutuldu. I Asıl işyerindeki sendikanın taşeron işçileri örgütleyerek TİS yapması, asıl işyerinde TİS’i kamu işveren sendikasının yapmış olması şartına bağlandı. I Tasarı, örgütlenmeyi sadece kamu işveren sendikalarına üye asıl işverenlerden iş alan taşeronlarıyla sınırlandırıyor. I Alt komisyon taşeron işçiye toplu sözleşme hakkını, sa-

dece asıl işveren sendikasına üye olma haliyle sınırlı tanıyor. I Taşeron işverenleri ‘yeterli mal varlığım yok’ demesi halinde taşeron işçiye tanınan toplu sözleşme hakkı ortadan kalkacak. I Taşeron işçilerin sendika hakkının düzenlenmesine dair maddeler yer almıyor. YASA MECL‹STE ‹fiÇ‹LER D‹REN‹fiTE İktidarın Meclis gündemine taşıyacağı taşeron yasasına ilişkin, alt komisyonda görüşmeler sürerken yine güvencesiz ve taşeron çalışmanın olduğu bir yasal düzenleme işçilere dayatılmaya çalışılıyor. AKP mecliste taşeronun önünü açacak düzenlemeler yaparken, işçiler taşeron düzeni nedeniyle işten atılı-

yor. Yerel seçimlerin ardından birçok belediyeyi alan AKP başta olmak üzere, Mersin’de büyükşehir belediyesini ve İzmir Aliağa belediyesini alan MHP, taşeron çalıştırmanın kuralsızlığı ve keyfi çalıştırma düzeninden faydalanıp belediye çalışanı taşeron işçileri işten çıkardı. İşten çıkartılan taşeron işçiler direnişe geçti. Taşeron çalışmanın yaygın olduğu işkollarından biri olan sağlık işkolunda örgütlenen taşeron işçilerin sendika hakkı gasp edilirken, hak arayan işçilerde işten çıkartılıyor. Okmeydanı hastanesinde sağlık işçileri taşeron yasası gündeminin hızlandırıldığı günlerde, Soma’da yaşanan katliamı protesto ederek taşeron düzenine karşı, toplu iş sözleşmesi ve sendika hakkı için iş bıraktı. Güvenceli çalışma ve insanca yaşama koşulları istedikleri için işten atılan Dev-Sağlık İş sendikası iş yeri temsilcisi 8 işçinin direnişi sürüyor. Alanya Devlet Hastanesi’nde ihale değişikliği sonrası işçilere imzalatılmaya çalışılan usulsüz

iş sözleşmelerine karşı sağlık işçileri, haklarını savunmak için bir kaç ay önce DİSK’e bağlı Dev Sağlık İş sendikasında örgütlendi. Başlatılan sendikal örgütlenme çalışmasını hastane yönetimi engellemek için işçilere baskı yaparak, keyfi uygulamalarda bulundu. Nisan ayının ilk haftasında çeşitli bahanelerle işçiler işten çıkarıldı. İşten çıkarılan işçiler Cihat Saraç ve Fatih Açar sendikanın işyeri temsilcileri. 12 Nisandan itibaren direniş çadırı kuran işçilerin direnişi sürüyor. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan ve Dev Sağlık-iş Sendikası üyesi olan sağlık işçileri 28 Mayıs tarihinde, taşeron çalışmanın yasaklanması, güvenceli iş ve toplu sözleşmeli sendika haklarının tanınması için 1 günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. İş bırakmanın ardından 3 Haziran’da taşeron firmanın avukatı tarafından telefonla aranarak işten çıkarıldıkları kendilerine sözlü olarak tebliğ edilen 5 işyeri temsilcisi hastane bahçesinde direnişe başladı, işçilerin direnişi sürüyor.

Sağlık örgütleri tek ses: ‘Taşeron ölümdür yasaklansın’ Tafleron yasas›n›n meclise sevk edilmesi üzerine bir araya gelen 9 sa¤l›k örgütü 13 Haziran’da ülke çap›nda eflzamanl› eylemler yaparak “Tafleron ölümdür yasaklans›n” dedi. Sa¤l›k örgütleri tüm hastanelerde ortak bildiriler da¤›tt›

ve afifller yapt›. Türkiye’de efl zamanl› 8 ilde 9 hastanede eylemler yap›ld›, Ankara’da da TBMM önündeki eylemde AKP’nin tafleronu kamuda baflat çal›flma biçimi haline getirdi¤i ve mücadelenin sürece¤i vurguland›.

Tafleron yasas›: Patron AKP kendine yasa ç›kar›rsa- Özge Yurttafl* Taşeron işçi gerçeği AKP’nin iktidara geldiği günden bugüne Türkiye’de çalışma hayatına mal oldu. Bu yolda attığı ilk etkili adım 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu olmuştu. Şimdi bu yolda en vurucu hamlelerden birisini yapıyor. Bakanlar Kurulu tarafından 30 Mayıs’ta içinde maden işçilerinin çalışma koşulları ve “alt işveren” uygulamasına dair düzenlemelerin yer aldığı “İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” olarak geçen bir “torba yasa” TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na gönderildi. Bu torbanın içinde maden işçilerine dair makyaj niteliğinde bazı düzenlemeler yer almakla birlikte yasanın odağında alt işverene dair düzenlemeler yer alıyor. Peki yıllardır müjdelenen bu yasa gerçekte ne getiriyor? Yasayı iki boyutta değerlendirmek mümkün. Öncelikle yasanın taşerona dair düzenleme maddelerini ele alalım. Ardından da esas olarak yasanın ruhunu oluşturan temel saik üzerine düşünelim.Tasarının taşeron çalışmaya dair düzenlemelerini 4 başlık altında toplamak mümkün. Bu düzenlemelerin birçoğu mevcut durumda da zaten işçilerin hakları. 1-) Taşeron işçilerin alt işverenlerinin de-

ğişip değişmediğine bakılmaksızın kıdem lan maddelerinden birisi de muvazaa karartazminatı ilgili kamu kurumu ve kuruluşu larına ilişkin uygulamaydı. Sağlık Bakanlığı tarafından verilir, yıllık izin kamu kurumunve Ulaştırma Bakanlığı başta olmak üzere da çalıştığı günden itibaren hesaplanır: Bu birçok kamu kurumunda iş müfettişleri tazaten mevcut yasada da olan bir uygulama. şeron çalışma ilişkisini hileli bulmuş ve işçiYani işçilerin kıdem tazminatılerin şirketler değiştiği halde nın kanun gereği alt iş veren Başbakanın hem kamu kurumlarında çalışıp asıl ve üst iş veren müteselsil (oriş veren tarafından yönetildiğini kadın düşmanı tak) sorumlu. Alt işveren ile tespit etmişti. Muvazaa raporu hem de ucuz üst işveren yasanın bu maddenilen bu tespit raporlarında delerini uygulamak konusun- e m e k s t r a t e j i s i n i n müfettişler yalnızca hileli çalışda topu birbirlerine attıkları parolası nedir de- mayı tespit etmiyor aynı zaiçin taşeron işçiler kıdem taz- nince akla ilk ön- manda taşeron işçilerin işe ilk minatı ve yıllık izin hakları girdikleri günden itibaren asıl iş c e “ e n a z ü ç ç oayak oyunları ile gasp edilmeverenin işçisi sayılması gerekticuk” gelse de as- ği yönünde de görüş bildiriyorye çalışıldı. Sürekli girdi-çıktı yapıldığı için işçilerin tazminat lında AKP’nin bir lardı. Bu raporlar kamu iş verehakkı, yıllık izin hakkı olmadığı d e g i z l i p a r o l a s ı ninin yani AKP’nin başına bela algısı yaratılmaya çalışıldı. Fa- var. “Her eve en olunca yeni yasa tasarısında kat iş mahkemelerine açılan yok edilmek istendi. Bu konuaz bir taşeron.” davalar aracılığıyla her bir tadaki maddeler hükümetle konşeron işçi kıdem tazminatını federasyon arasındaki görüşeksiksiz alıyor. Yıllık iznini kullanabiliyor. Elmeler sonucunda revize edildi. Gelinen nokbette bu yasal hakların ancak örgütlü mütada muvazaa kararının tespit edilme sürecadele ile fiilen kullanılabilir hale geldiğini cinde Yargıtay’a itiraz aşamasının eklenmesi belirtelim. dışında radikal bir değişiklik yok. Fakat bu2- Kadro için tek yol olan muvazaa zorgüne kadar kesinleşmiş kararların akıbetine laştırılıyor: Tasarının belki de en çok tartışıdair herhangi bir önermede bulunulmadı.

3- Taşeron işçiye kamu işveren sendikası ile toplu sözleşme imzalama hakkı geliyor: Yasanın düzenlemeleri arasında en akıl dışı olanı bu. Zira zaten sendika, toplu sözleşme hakkı anayasal bir hak. Taşeron işçilerin de kağıt üzerinde bu hakkı var. Fakat 2012 yılında çıkarılan Sendikalar ve Toplu Sözleşme Yasası ile SGK mevzuatı arasındaki uyumsuzluk taşeron işçinin fiilen bir sendikaya üye olmasını engelliyor. Taşeron işçiler eğer ola ki bir sendikaya üye olmayı başarır ve toplu sözleşme barajlarını aşarsa toplu sözleşmeyi taşeron şirketlerle değil asıl işverenle imzalayabilecek. Kamu da kamu işveren sendikası muhatap kabul edilecek.Bu düzenleme başka bir yazının konusu olacak biçimde taşeron işçileri sarı sendikalara yedeklemek için bir proje olduğuna dair şüpheleri güçlendiriyor. ‹tiraz›m›z yasan›n ruhuna Görüldüğü üzere yasa taşeron işçinin başta iş güvencesi ve toplu sözleşme hakkı olmak üzere süreğen sorunlarına çare olacak bir içeriğe sahip değil. Peki AKP bu yasayı niye çıkarıyor. Yanıt çok basit kendisi için. Çünkü Türkiye’de en büyük taşeron patronu devletin kendisi. Ve eğer bir patro-

nun elinde yasa çıkarma yetkisi olursa bu yetkiyi kimin için kullanır. Elbette kendisi için. AKP’nin yaptığı da tam olarak bu. Amaç taşeron sisteminin mevcut sorunlarının yol açtığı tazminat davası/rapor gibi bürokratik ve mali külfetlerden kurtulup taşeron çalışmayı kamuda başat çalışma biçimi haline getirmek. Bütün kamu hizmetlerini taşerona yüklemek. Çünkü taşeron çalıştırma demek işçilerin yasal haklarının ayak oyunları, hile ve ihaleler yoluyla kağıt üzerinde bırakılması anlamına geliyor. Devlet yasa yapıcı olarak çalışma hayatına dair kendi koyduğu kanunların arkasını dolaşmak için taşeron çalışmayı yaygınlaştırıyor. Kısaca şu an meclis gündeminde yer alan torba yasa taşeron işçilere getireceği düzenlemelerden çok ruhu nedeniyle güçlü bir itirazı hak ediyor çünkü bu haliyle devletin bir işveren olarak işçilerine karşı duyması gereken yasal yükümlülüklerden kendisini sıyırmasını amaçlıyor. AKP, devletin işçileri en temel hakları dahi olmaksızın, açlık sınırının altında sendikasız çalıştırabilmesi için yasa yapıyor. *Devrimci Sağlık-İş Sendikası örgütlenme ve eğitim uzmanı *Yazının tam halini sendika.org’dan okuyabilirsiniz.


9

EMEK 19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

B İ R İ N İ İ K İ S İ N İ D EĞ İ L , T Ü M H A K L A R I M I Z I İ S T İ YO R U Z ! ”

Soma’da öfke dinmiyor, işçi susmuyor

Taşeronlaştırmaya, özelleştirmeye, siyasi baskıya, sarı sendikacılığa ve haklarının gaspına karşı Soma işçisinin öfkesi halen dipdiri! ‘Madene inin’ tehditleri ve maaşlarının yatırılmaması üzerine bir daha ayağa kalkan işçiler, daha örgütlü ve sürekli bir mücadelenin yolunu açıyor ÇAĞLAR ÖZBİLGİN

A

KP eliyle yaratılan Taşeron Cumhuriyeti’nin sonucu 300’ün üzerinde maden işçisinin yaşamını yitirmesine neden olan Soma Katliamı’nın üzerinden 1,5 ay geçti. AKP, bölgedeki öfkeyi soğurma ve taşeronlaştırma politikalarını tartışma konusu olmaktan çıkarma çabalarını sürdürüyor. Ne var ki Soma’da yaşam, katliamdan sonra eskisi gibi değil, olması da mümkün değil. Maden işçileri, bakanından bürokratına, şirketinden sarı sendikasına katliamın her noktasında sorumluluğun AKP’de olduğunu biliyor. Öfke ile bilinç birlikte yükseldiği her an, Soma sokaklarında işçi sınıfının ayak sesleri duyuluyor. Katliamın gerçek sorumlularının hesap vermesi, taşeron çalıştırmanın yasaklanması, madenlerin güvenlikleri sağlanarak kamulaştırılması ve haklarının verilmesi maden işçilerinin temel talepleri. Ancak geçtiğimiz iki haftada işçilerin öfkesini yeniden kabartan Soma Madencilik’in “madenlere inin” bildirimleri ve maaşlarının yatırılmaması oldu.

ÖFKE DİPDİRİ: HAKKIMIZI İSTİYORUZ! 14 Haziran günü Soma’daki eylemlerin adresi haline gelen Kaymakamlık önünde bir araya gelen işçiler, işçi servislerinin maden ocaklarına gittiği Savaştepe Sapağı’na doğru yürüyüşe geçti. Henüz sapağa gelmeden karşılarında buldukları polis barikatını aşan işçiler, yol güzergahındaki servis şoförlerini, inşaat işçilerini, esnafı ve hatta kahvelerde oturanları da eyleme kattı. Soma’da kadınlar ziyarete gelen Emine Erdoğan hakkında “5 aileye para dağıttı gitti biz para değil hakkımızı istiyoruz” derken tüm işçilere de “Durmayın yürüyün bizimkiler ölmüş zaten biz sizin için yürüyoruz” diye seslenerek yürüyüşün başını çektiler. Yürüyüş sürerken işçiler karşılarında bu defa da polis ile jandarmanın ortak barikatını buldu. Barikatta bu defa AKP’nin operasyonel elemanı haline gelen kaymakam da vardı. Kaymakama “Biz senin konuşmanı dinlemeye gelmedik buraya, aylardır konuşuyorsun” diyen işçiler, “Madenlerin çıkış kapıları kilitleniyor. Hapishane mi burası?” sözleriyle şirketlere, madene inme bildirimleri gönderen Soma madencilik’e tepki

gösterdi. Kaymakamın “İşe gitmeniz gerekir”, “Haklarınız için kanun hazırlanıyor”, “Madenlerin kapılarının kilitlenmesine vallahi ben de şaşırıyorum” gibi açıklamalarının her biri tepkiyi daha da tetikledi. İşçiler eylemlerine destek veren DİSK temsilcilerinin de katıldığı bir fikir alışverişinin ardından bir komisyon kurma kararı aldı ve eylem sona erdi. Eylemlerde kararlılığı yükselten kadınların başı çekmesi oluyor. VALİ VE TEHDİTLERİ DEVREDE Bizatihi Tayyip Erdoğan’ın ağzından dökülen “Madenler kapalıyken bir maaş şirketten, bir maaş da devletten” sözü 1,5 ay içerisinde henüz yerine getirilmedi. Bu zaman diliminde kaymakam ne zaman “yasal düzenleme gerek” dediyse, işçiler “Kendileri için bir gecede kanun çıkarıyorlar” yanıtı vererek oyalama hamlesini boşa düşürdü. 17 Haziran öğle saatlerinde ise bir kez daha Kaymakamlık önünde toplanan işçiler “Şirket yok, sendika yok, devlet yok! Madenciye verilen sözler nerede?” diyerek eyleme geçti. Kaymakamın yetersiz kalması üzerine Manisa Valisi Erdoğan Bektaş da Soma’ya geldi.

İşçileri ikna çalışmalarına “İyi ki Körfez depremi olmuş. Depremden sonra sağlam binalarda oturmaya başladık. Bunu da öyle düşünün” gibi bir cümleyle yanıt vermeye başlayan vali, çabalarının sonuç vermemesi üzerine tehditler savurmaya başladı. Sokağa çıkmanın ve yol kesmenin çözüm olmayacağını söyleyen vali, “Buraya daha fazla polis gelmesi mi size yarar? Soma’yı karıştırmayın” sözlerini sarf etti. SON SÖZÜ İŞÇİLER SÖYLEYECEK Kaymakam gibi madene inme çağrısını yineleyen Vali, Enerji Bakanı Taner Yıldız ile yaptığı telefon görüşmesinden sonra ise lütfedercesine “Bakan bey elektrik faturalarınız için gerekenin yapılacağını söyledi” dedi. İşçilere verilen bir diğer söz ise şirketin işçi maaşlarını 20 Haziran’da yatıracağı oldu. Her iki eylemin ardından “Birini ikisini değil, tüm haklarımızı istiyoruz” diyen ve mücadelelerini daha örgütlü yükseltme kararı alan maden işçileri, AKP’nin taşeronlaştırma ve güvencesizleştirme politikalarına karşı bir direniş mevzisi yaratma dinamiğini taşıdıklarını gösterdi.

TMMOB üyeleri de Soma’daydı 15-16 Haziran Direnişi’nin yıldönümünde TMMOB üyesi mühendis, mimar ve şehir plancıları da Soma’daydı. İlçeye girişleri sırasında polisin “illegal ve provokatif eylem” gerekçesiyle araçları aranan TMMOB üyeleri, katliamda yaşamını yitiren işçilerin mezarlarını ziyaret ettikten sonra “Yüreğimiz Soma’da, öfkemiz sokakta” pankartıyla Kaymakam-

Devlet göz yumuyor, işçiler ölüyor AKP iktidar›n›n eme¤in haklar›na yönelik sald›r›lar› iflçilerin can›n› almaya devam ediyor. 12 y›ll›k iktidar döneminde iflçi sa¤l›¤› ve güvenli¤ine iliflkin önlemleri "ilave maliyet" olarak gören bu sömürü ve emek düflman› zihniyet 14000 iflçinin ölümüne sebep oldu. 2014’ün ilk 5 ay›nda ise 801 iflçi ifl cinayetlerinde hayat›n› kaybetti. Soma maden katliam›n›n ard›ndan hiçbir ders ç›karamayan AKP iktidar›, kamu kurumlar›n› ve iflletmelerini özellefltirme ve rödövans ad› alt›nda sermayeye devrederek maden gibi riskli bir alanda üretimin kamu d›fl›nda yap›lmas›n› engelleyecek hiçbir ad›m atm›yor. fi›rnak’ta bulunan maden ocaklar›ndaki çal›flma koflullar› Baflbakan Erdo¤an’›n örnek verdi¤i 1800’lü y›llar›n maden ocaklar›ndaki ilkel ve kölece çal›flma koflullar›n› aratm›yor. fi›rnak’›n Cudi Da¤› eteklerinde bulunan yüzlerce kaçak kömür oca¤›nda, yaklafl›k 3 bin 500 maden iflçisi, sosyal güvenceden yoksun flekilde, can› pahas›na her gün ‘ölüm kuyular›na’ iniyor. Sürekli kazalar›n yafland›¤› kömür ocaklar›nda son olarak 3 Haziran yaflanan göçükte ‹brahim Sa¤nak ve 12 Haziran’da yaflana madende ki gaz s›k›flmas›nda da Ahmet Baysal, Emin Baysal ve Selahattin Uçar isimli üç iflçi yaflam›n› yitirdi.

lığa yürüdü. Madenci Anıtı’na 301 baret bırakan TMMOB’liler adına Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı konuştu. Soğancı, AKP’nin azami kâr, yoğun emek politikalarıyla yarattığı 19. yüzyıl kölelik koşullarına, taşeronlaştırmaya ve esnek çalışmaya karşı Soma’da olduklarını söyledi. Açıklamanın ardından gökyüzüne binlerce siyah balon bırakıldı.

‘15-16 Haziran’ın ışığında taşerona direniyoruz’ Soma’da Türk-‹fl Maden-‹fl’in AKP-flirket yörüngesindeki sendikal anlay›fl›na karfl› iflçilerin ilgisini yönlendirdi¤i ve üyesi Dev Maden Sen’de örgütlenmeye bafllad›¤› D‹SK, 15-16 Haziran ‹flçi Direnifli’nin 44. y›ldönümünde Soma’dayd›. D‹SK Baflkanlar Kurulu üyeleri, D‹SK’li iflçiler ve KESK üyelerinin kat›ld›¤› eylemde önce Madenci An›t›’na, ard›ndan Kaymakaml›¤a yürüyüfller gerçeklefltirildi. Tafleron karfl›t› sloganlar›n öne ç›kt›¤› yürüyüflün ard›ndan D‹SK Genel Baflkan› Kani Beko bir bas›n aç›klamas› gerçeklefltirdi. ‹flçi s›n›f›n›n “Art›k yeter” diyerek aya¤a kalkt›¤› 15-16 Haziran Direnifli’nin y›ldönümünde taflerona ve ifl cinayetlerine direndiklerini söyleyen Beko, Soma’daki mücadeleci sendika aray›fl›na flu sözlerle seslendi: “‹flçiler bilmektedir ki D‹SK’e sahip ç›kmak ekme¤ine, gelece¤ine, onuruna sahip ç›kmakt›r. Çünkü D‹SK iktidardan ve sermayeden icazet beklemeyen bir iflçi örgütüdür.” Artan ifl cinayetlerine iflçileri güvencesizlefltiren, sendikas›zlaflt›ran tafleronlaflt›rma politikalar›n›n yol açt›¤›n›n alt›n› çizen Beko, AKP’nin tafleron sistemini yayg›nlaflt›racak yasal düzenleme haz›rl›¤›na tepki gösterdi ve konfederasyon olarak tafleron köleli¤i tümüyle sonlanana kadar mücadele edeceklerini ifade etti.

Su yüzüne çıkan AKP sorumluluğu! S

oma’daki maden ocaklarıyla ilgili gün aşırı ortaya çıkan bilgi ve belgeler işçilerin çalışma koşulları gerçekliğini ve AKP iktidarının şirketin üzerine yıkmaya çalıştığı sorumluluğunu gözler önüne serdi.

BİR İŞÇİNİN CANINA 1078 TL Geçtiğimiz 15 gün içinde madenlerle ilgili ilk ortaya çıkan bilgi, katliamın yaşandığı madende iş cinayetinin üstünün para karşılığı örtülmesi oldu. Çalışma Bakanlığı’nın raporlarına da giren olaya göre, Temmuz 2013’te Süleyman Gülşen adlı işçi madendeki eksiklikler yüzünden yaşamını

yitirdi. Soma AŞ ise 1078 lira ceza ödeyerek aleni bir suçtan göstermelik bir ceza ile kurtuldu. ‘MADENE İNİN LAN’ Süleyman Gülşen’in ölümünden sonra yaşananları ve Türk-İş Maden-İş’in işçiler üzerinde kurduğu baskıyı ise Soma’da işçilere hukuki destek veren Dev MadenSen avukatlarına konuşan işçiler dillendirdi. Gülşen’in ölümünden sonra önlemler alınana kadar iş bırakma kararı alan işçiler, karşılarında hem şirketi hem de sendikayı bulduğunu şöyle anlattı: “Sendika temsilcisi geldi. ‘Arkadaşlar madene iniyoruz’ dedi. Bir

hareketlilik olmadı. Bunun üzerine ‘Madene iniyoruz tamam mı lan!’ diye tehditkar bir tavır görünce herkes tıpış tıpış inmek zorunda kaldı. İşte böyle bir sendika vardı.” Avukatlar, Maden-İş’in maaşlı avukatlarının işçilerden her görüşmede 50 lira para aldığı, buna karşın işçiler lehine tek bir dava bile açılmadığını aktardı. ‘E-DEVLET ŞİFRENİ VER, İŞE GİR’ Soma’daki Dev Maden-Sen avukatlarının ortaya çıkardığı bir diğer gelişme İmbat Madencilik AŞ’ye ait madene işçi alım için istenen belgeler listesinde e-devlet

şifresi olmasıydı. Şirketin e-devlet şifresini ele geçirdiği işçilerin DİSK’e üye olmasını engellediğini belirten avukatlar, yapılanın açıkça suç teşkil ettiğini dile getirdi. Dev Maden-Sen de yaptığı yazılı açıklamada işçilerin Madenİş’e üye yapılarak kontrol altında tutulmak istendiğini, böylece insanlık onuruyla bağdaşmayan çalışma koşullarının sürdürülmeye çalışıldığını söyledi. İŞÇİYE TOKAT, MADENE YASAK KEPÇE Soma ile ilgili ortaya çıkan son bilgi ise angarya çalışmaya uyum sağlamayan işçilerin tartaklanma-

sı, madende ise yeraltında kullanımı yasak olan dizel kepçelerin göçüğe neden olduğu idi. Radikal’den İsmail Saymaz’ın ulaştığı tanıklar şu ifadeleri verdi: “Madende malzemenin getirilmesini beklerken teknik müdürümüz İsmail Adalı geldi. Niye boş boş oturduğumu sordu. Ben durumu anlattım. Kızıp tokat attı ve küfretti. Ekmeğimden olmamak için şikayetçi olmadım. Yeraltında dizel makine çalıştırılması yasaktır, elektrikli makine gerekir. Ama benim kullandığım kepçe dizeldi. 2013 sonunda kaza geçirmiş olduğum bölgede bir hafta sonra göçük olduğunu söylediler.”

AKP maden patronlarını sevindirdi A

KP, soma katliamının ardından torba yasaya eklediği maden işçileri lehine olan düzenlemeleri Meclis komisyonlarından geri çekmeye başladı. Madenci ölümlerine duyulan tepkileri azaltmak için göz boyayan AKP, gündemin değişmesi ile birlikte düzenlemeyi eski haline getirerek patronlara rahat nefes aldırttı. Taşeronlaştırma ve madenlerle ilgili düzenlemeleri içeren torba yasa tasarısının, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun alt komisyonunda yapılan görüşmelerinden önce AKP

Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin’in verdiği değişiklik önergesi ile yeraltında çalışan işçilere getirilen “haftalık 36 saat çalışma süresi hakkı” ortadan kaldırıldı. Değişiklik önergesine muhalefet partileri karşı çıkarken, önerge AKP’li Komisyon üyelerinin oyları ile kabul edildi.Düzenlemeye, “yeraltındaki” ifadesinin eklenmesi ve günlük ibaresinden sonraki “çalışma süresi” ibaresinin çıkarılması ile birlikte, yeraltında çalışan işçilerin haftalık çalışma süresi yeniden 45 saate çıkarılmış oldu.


KENT ÇEVRE

10

19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

B A R T I N L I L A R T E R M ‹ K S ‹ Z B ‹ R H AYAT M Ü C A D E L E S ‹ N D E

‘Amasra’yı sattırmayacağız!’

“Hattat Holding Enerji Grubu, ülkemizin enerjide dışa bağımlılığına son verebilmek amacıyla hazırladığı projelerini gerçekleştirmek ve Batı Karadeniz’i Türkiye’nin en büyük enerji üslerinden biri haline getirmek için tüm çalışmalarını başlatmış ve büyük bir azimle devam etmektedir.” Bartın Amasra’ya termik santral kurma derdindeki Hattat Holding, hizmet aşkını böyle anlatıyor. Yıllardır bir “azim”le bölgenin sonunu getirecek termik santral projesinin derdinde ama karşısında tüm bir Bartın halkı var ve onlar da son derece azimli. Denizinin, toprağının, soluduğu havanın şirkete peşkeş çekilmesine izin vermiyor

ÖZEN TAÇYILDIZ

H

attat Holding, 2005 yılında Türkiye Taşkömürü Kurumu ile rödovans sözleşmesi imzalayarak HEMA adıyla Bartın’a geldi. Aynı yıl patron Mehmet Hattat, “Santrali Bartınlılar isterse kurarız” diyordu. Ancak sözleşmeye göre toplam rezervin yüzde 97’sini oluşturan üretim sahasından uzunca bir süre hiç kömür çıkarmadı, bekledi. Taahhütlerini yerine getirmediği halde sözleşmesi feshedilmedi, ek sürelerle uzatıldı. Şirket, Gömü ve Tarlaağzı’nda bölge kömürü kullanılarak termik santral kurmak üzere 2009’da başvurdu ama Çevre ve Orman Bakanlığı geri çevirdi. Bakanlığın kendi planı olan Zonguldak-Bartın-Karabük Çevre Düzeni Planı’nda, termik santralin yapılmasının planlandığı alanda sadece tarım, orman, liman ve balıkçı barınağı, turizm ve yerleşim alanı gibi kullanım şekillerine izin veriliyor-

du. Şirketin ertesi yıl tekrar yaptığı başvuru bu defa kabul edilip ÇED süreci başlatıldı ancak ‘katılım toplantısını’ halk yaptırmadı, Ankara’ya bakanlık önüne kadar giderek protesto etti. Bakanlık bu başvuruyu da geri çevirdi ama termik santraller için bu sahanın 2 km batısındaki Delikliburun’u önerdi. ÇED süreci burası üzerinden devam ettirilmeye çalışıldı ama direniş nedeniyle o da olmadı. Şirket isim değişikliği oyununa gitti, bu oyun da tutmadı, başvuru reddedildi. DÜNYA M‹RASI AMASRA’YA SANTRAL! Ancak 2013 yılı bitmeden şirket yeniden Gömü’de santral için başvurdu. 18 Eylül 2013’te yapılan inceleme toplantısında projenin Amasra’ya vereceği zararlar nedeniyle ÇED sürecinin dondurulmasına karar verildi ve rapor, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'a gönderildi. Bayraktar süreci bitirmesi gerekir-

Bakanl›¤›n “ÇED olumlu” dedi¤i termik santrale itiraz için Bart›nl›lar ilk befl günde 20 bin dilekçe toplad›

ken üstelik bakanlığına bağlı müdürlük olumsuz görüş verdiği halde yeni bir toplantıya karar vererek santrale giden yolu açtı. 8 Mayıs 2014’te yapılan toplantıda önceki toplantılarda bakanlıklara bağlı müdürlüklerin verdiği olumsuz görüşler olumluya çevrildi. Bartın Belediyesi, Amasra Belediyesi ve Bartın Üniversitesi’nin olumsuz görüşleri dikkate alınmadı. Üstelik aynı gün UNESCO Dünya Mirası Geçici Miras Listesi’ne giren Amasra’nın, kalıcı miras listesine girmesi için Amasra’da bir çalıştay yapılıyordu. 8 Mayıs’taki toplantıdan sonra ÇED askıya çıktı. AKP’N‹N BAKANLARI fi‹RKET‹N YANINDA Şirket bu rant arsızlığını AKP iktidarının desteği olmaksızın sürdüremezdi elbette. 2008 yılında dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Hema’nın helikopteriyle gizli saklı Amasra’ya giderek “incelemelerde” bulundu. 2011 yılının daha ilk günlerinde Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ile tekrar “incelemelerde” bulundu, “çevreye uyumlu santral”e yeşil ışık yaktı. Yıldız, 2012’de dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ile bölgeye giderek madende başlayan çalışmalarda ilk kazmayı vurdu, santral projesi hakkında bilgi aldı. Yine aynı yıl, holdingin termik santral için Çinli AVIC International’la, 2013’te de Çinli

Harbin Electric’le imzaladığı anlaşma törenine katıldı. Üstelik ÇED süreci henüz sonuçlanmamıştı. Kasım 2013’te ise Başbakan Erdoğan’ın Polonya ziyaretinde Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın katılımıyla Polonyalı firmalarla Hattat Enerji arasında stratejik işbirliği anlaşması imzalandı. “AMASRA’YI ANKARA’DA SATTIRMAYIZ” Şirketin kurmak istediği termik santral, yaklaşık 33 hektarlık termik santral alanı, 200 hektarlık kalker ve kırma eleme tesis alanları, 150 hektarlık kül ve alçı taşı depolama alanlarıyla, toplam 380 hektarlık doğal orman alanları üzerine kurulmak isteniyor. Ankara’da masa başında onaylanan santral gelirse bölgenin denizi, ormanı, turizmi, tarımı, balıkçılığı, giriş kapısı niteliğinde olduğu Küre Dağları Milli Parkı zarar görecek. Deniz ve kara yüzeyleri arasındaki sıcaklık farkı nedeniyle yükselemeyen hava, ciddi tehlike yaratacak, halkın parasız temin ettiği içme suyu tehlikeye girecek. “ZEH‹R TÜCCARI DEFOL” Bölgeyi mahvedecek iktidar destekli bu projeyi şirket isim değiştirerek, yer değişmiş gibi göstererek, yanına bakanları katarak gerçekleştirmeye çalışıyor ama nafile. Bartın Platformu adı altında birleşen Bartın ve Amasra halkı, bu yıllar boyunca mücadeleyi hep diri tuttu. Bilgilendirme toplantıları yaptı, basın açıklamalarından

mitinge, pikniklere, “Termiksiz yaşam şenliği”ne birliktelik örgütledi. Termik santrale karşı kentte stantlar kurarak binlerce imza topladı, protestolar düzenledi. Şirketin düzenlemek istediği “ÇED Halkın Katılımı Toplantıları”nı “Zehir tüccarları defolun” diyerek yaptırtmadı. Ankara’ya giderek ÇED toplantılarını bakanlıklar önünde protesto etti. 2011 yılında Avrasya Maratonu’nda Bartın için koştu, “Hattat Holding daha fazla para kazanacak diye kanserden ölmek istemiyoruz” dedi. Bu son ÇED sürecinde de Bartın halkı ayakta. 30 Mayıs’ta yaptıkları eylemde termik santral aleyhine verdikleri olumsuz görüşleri değiştiren devlet kuruluşlarına seslendiler: “Amasra’ya bu ihanete asla müsaade etmeyeceğiz.” 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde 4 kilometrelik insan zinciri kurdular, Amasra Kalesi’nden Amasra-Bartın Karayolu’na. Aynı gün esnaf kepenk kapattı, çarşıyı boşalttı. Şimdi de ÇED’e itirazlar için kapı kapı gezerek, standatlar kurarak dilekçe topluyorlar. Dilekçeler için son başvuru tarihi olan 24 Haziran’a dek 30 bin imza hedeflemişlerdi ama ilk 5 günde 20 bine ulaştılar. 17 Haziran’dan itibaren de her gün Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne dilekçeleri teslim ediyorlar. 24’ündeki büyük basın açıklaması sonrasında da mücadelelerini yeni biçimlerle devam ettirme kararındalar; onlarınki de termiksiz bir hayat “azmi”, bu haklarından vazgeçmeyecek.

Amasya’da taksici sordu: Nereye? Gezi Parkı’na H

aziran İsyanı’nın yıldönümünün ilk günlerinde yaşam hakkı mücadelesi yine ağaç katliamına karşı bir başka parktan, Amasya’dan yükseldi. Amasya halkı park olarak kullandığı arsada akaryakıt istasyonu yapmak üzere ağaç kesimi başlayınca ayağa kalktı. Halkın piknik yapıp soluklandığı, çocuklara oyun alanı olan arsa, Devlet Demir Yolları’na (DDY) ait bir arazi iken imar plan değişiklikleri ile imara açık bir alan olarak belirlendi ve 49 yıllığına bir akaryakıt istasyonuna kiralandı. Yap-işlet-devret modeliyle ihaleye

verilen parkı şirket metal bariyerlerle kapatıp ağaçları kesmeye başlayınca direniş de başladı. Ağaçların kesildiğini gören vatandaşlar, yakınında okul bulunan bir araziye akaryakıt istasyonu yapılamayacağını ve ağaçların kesilmesine izin vermeyeceklerini söyleyerek parkta toplanmaya başladı. Alanın etrafını kapatan metal bariyerleri yıkan halk, şirket elemanlarını durdurdu, kendilerini durdurmak üzere havaya ateş eden polise de tepki gösterdi. Parkta başlayan nöbete ülkenin dört bir yanından dayanışma mesajları yağdı.

Samsunlular okulları için çadırlı direnişte

AL‹ ‹SMA‹L VE SOMA A⁄AÇLARDA Direniş, Gezi’den öğrendiklerimizle sürdü: Metal bariyerlere “#direnamasya yazılamaları yapıldı, nöbet için ihtiyaç listeleri hazırlandı, Amasya Dayanışması ismiyle bir twitter adresi alındı ve buradan bilgilendirmeler, duyurular yapıldı. Buradan yaptıkları açıklamada ağaç katliamına izin vermeyeceklerini, kendilerine danışılmadan alınan karara direneceklerini duyuran Amasyalılar, “Gezi ruhunu parkımızda da yaşattığımızı bilmenizi isteriz” dedi.

6 Haziran’da kesimden kurtardıkları ağaçlar numaralandırıldı, ağaçlara Ali İsmail’in, ölen maden işçileri için Soma’nın ve Gezi Parkı’nın isimlerini verildi. Kesilen ağaçların yerine fidanlar dikildi. Parkı dövizleriyle donatan Amasyalılar, Gezi’de yitirdiklerimizi unutmadı. Amasya’da artık “Gezi Parkı’na” dediğinizde taksiler sizi bu parka götürüyor. Hukuk da sokağı takip etti. 5 Haziran’da açılan davada Samsun 2. İdare Mahkemesi, hemen ertesi gün oybirliğiyle aldığı kararla yürütmeyi durdurdu.

‘Akbilim bofl Topbafl’

S

amsunlular, Atakum Tarım Meslek Lisesi’nin yıkılıp yerine cami yapılmasına karşı eylemde. Samsun İl Müftülüğü, okulun bulunduğu alana 10 bin kişilik bir cami yapılması için geçen yıl çalışma başlattı. Büyükşehir belediye meclisinde yapılan imar düzenlemesi ile okul alanı olan yer, cami yapımı için dini tesis alanı kullanımına dönüştürüldü, ardından da Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildi. Okulun mevcut binasından da Gelemen Yatılı Bölge Ortaokulu’nun binasına taşınmasına karar verildi ancak açılan davalar henüz sonuçlanmış değil. Okulun devredilmesine karşı okul aile birliğinin çağrısıyla 13 Haziran’da okul önünde bir araya gelen veli, öğrenci, öğretmen ve bölge halkının katılımıyla bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamanın ardından da çadır kurarak direnişe başlandı. Gece boyunca okul bahçesinde kalan eylemcilere gece yarısı polis saldırdı, çadırları kaldırdı. Eylemciler, ertesi gün de bir basın açıklaması yaparak, saldırıyı kınadı, akşam okul bahçesinde forum düzelendi, gece de nöbet devam etti. 15 Haziran’da okula pankart asmak isteyen eylemcilere polis saldırdı, 7 kişiyi gözaltına aldı. Eylemcilerin gözaltına alınmasına okul önünde bekleyenler tepki gösterdi. Samsun’da nöbet sürüyor.

‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’nin yapt›¤› ulafl›m zamlar› Halkevleri ve Ö¤renci Kolektifleri taraf›ndan protesto edildi. 14 Haziran’da Mecidiyeköy metrobüs dura¤›nda buluflan eylemciler, burada yapt›klar› aç›klamada “Topbafl’›n görevi, belediyeyi ticarethaneye çevirmek de¤il, halka güvenli ve paras›z ulafl›m hizmeti vermek” dedi. ‹fle ve okula gidip gelme saatleri olan 06.00-09.00 ve 17.00-21.00 saatlerinde ulafl›m›n paras›z olmas›

talep edildi. Aç›klamadan sonra eylemcilere metrobüse binmek üzere dura¤a gelen halk›n da kat›l›m› ile turnikeden atlama eylemi yap›ld›. “Akbilim bofl Topbafl”, “Bilal bize akbil bassana”, “Ulafl›m hakt›r, sat›lamaz” sloganlar›n›n at›ld›¤› eyleme, durakta inen yolcular›n alk›fllar› ile de destek verildi. Zamlarla, tam bilet 1.95 liradan 2.15 liraya, ö¤renci bileti 1 liradan 1.10 liraya ç›kar›ld›.

“3. Havalimanı sermayenin yeni talanı” B

aşbakan Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran’da LimakMapa-Cengiz-Kolin-Kalyon konsorsiyumuyla birlikte 3. Havalimanı’nın temelini attığı saatlerde yüzlerce insan da Kuzey Ormanları Savunması’nın çağrısıyla İstiklal’de bir araya geldi. Tünel’de “3. Havalimanı sermayenin yeni talanı” pankartı arkasında bir araya gelen demokratik kitle örgütleri, partiler, park forumları ve yaşam savunucuları, alkışlar ve sloganlarla yürüdü. AKP’nin kuzey ormanlarında başlattığı yağma ve talan projelerinde katlettiği ağaçları ve göç yollarını değiştirdiği kuşları temsilen bazı direnişçiler ağaç ve leylek kostümüyle yürüdü, bisikletli eylemciler kortejin en önünde yerlerini aldı. Kuzey Ormanları Savunması’nın cadde üzerinde yer alan SALT Beyoğlu’nun 3. katından açtığı “Doğaya, insana, hayata düşman Recop Tazyik Gazdoğan” pankartı büyük alkış ve destek aldı. Galatasaray Meydanı’nda çevik kuvvet ve TOMA barikatı ile önleri kesilen yaşam savunucuları burada oturma eylemi yaptı. 3. Havalimanı projesinin hukuksuzluğu hakkında bilgi verildi, mahkemeden çıkan ÇED raporunu durdurma kararına karşı bir üst mahkemenin kararı bozduğu anlatıldı. Barikatların önünde yapılan basın açıklamasında “Talan lobisinin ülke tarihinin en büyük hukuksuzluğunu, en büyük kamu kaynakları peşkeşini, en yıkıcı şehirleşme potansiyelini, en büyük orman ve tarım alanı tahribatını, en büyük kuraklık tehdidini, en büyük hayvan kırımını, en şaibeli projesini” başlattığı vurgulandı. Eylem “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarıyla sonlandırıldı.


11

HAZİRAN İSYANI 19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

Halk›n Sesi

G E Z ‹ PA R K I ’ N DA , N T V Ö N Ü N D E , A B B A S A⁄ A PA R K I ’ N DA … Çapul TV 1 yaşında

Direniş neredeyse orada Çapul TV’yi birlikte büyütmeye!

Haziran İsyanı sırasında Gezi Parkı’nda kurulduğu günden beri kameralarını direniş neredeyse oraya çeviren Çapul TV, birinci yaşında da direnişle ve direnişçilerleydi

Ç

apul TV 6 Haziran’da birinci yaşını doldurdu. Haziran İsyanı sırasında Gezi Parkı’ndaki Gezi Kafe’de kurulan Çapul TV, bir yıl içinde direniş neredeyse orada oldu. Doğumgünü etkinliklerinin birincisini direnişin merkezi ve doğduğu yer olan Gezi Parkı’nda, ikincisini, özellikle plaza çalışanlarının penguen medyasına karşı tepkilerinin merkezi haline gelmiş olan NTV önünde, üçüncüsünü, isyanın ilk forumunun yapıldığı Abbasağa Parkı’nda gerçekleştirdi. 6 Haziran’da Gezi Kafe’de yapılan 1. yıl yayınının konukları Taksim Dayanışması’ndan Mücella Yapıcı, gazeteci Banu

Güven, “Çok tatlıyım dimi” vine videolarının sahibi Hasan Basri Keleş ve gazeteci Mehveş Evin oldu. Mücella Yapıcı, medya direkt iktidara bağlıyken Çapul TV’nin büyük bir açığı kapattığını söylerken, Banu Güven de Çapul TV’nin çok iyi bir örnek olduğunu, kendisinin de içinde olduğu gazetecilerin yayın yapamadıklarında direnişi Çapul TV’den izlediklerini anlattı. “Egemen medya alternatif medyayı takip edip sizlerin üzerinden yayın yapıyor” diyen Mehveş Evin de, Çapul TV için herkesin elini taşın altına koyması gerektiğini ifade etti. Barva rumuzu ile 31 Mayıs’ta “Çok

tatlıyım” videoları çekerek, polisi çaresiz bırakan Keleş de alternatif medyayı sokakta yaratmanın kolaylıklarından söz etti. Doğum günü programlarının ikincisi alternatif medyayla birlikte NTV önünde bağdaş kurularak yapıldı. Ötekilerin Postası, Yarın, Dokuz8 ve Çapul TV ile ilgili tez hazırlarken onun emektarlarından biri haline gelen Sarp Yılmaz’ın konuk olduğu programda, alternatif medya deneyimleri konuşuldu. Sohbet sırasında NTV önünde sivil polisler ve bir akrep egemen medyanın “güvenliğini” aldı. Son doğumgünü programı

Gezi Parkı’nın boşaltıldığı 15 Haziran’ın yıldönümünde Abbasağa Parkı’nda yapıldı. Baba Zula ve Maske’nin sahne aldığı programda, Taksim Dayanışması’ndan Ali Çerkezoğlu, Gezi Hukuki İzleme Komitesi’nden Avukat Arzu Becerik , Mehmet Ayvalıtaş’ın babası Ali Ayvalıtaş, gazeteci Ceyda Karan, DİSK Basın Dairesi’nden Umar Karatepe ve Çapul TV’nin gönüllü program yapımcılarından Şule Uslutekin birer konuşma yaptı. Programın babalar gününe denk gelmesi nedeniyle Ali Ayvalıtaş, önce babalar gününü kutladı, sonra “Oğlum gitti, bin-

lerce oğul kazandım” diye konuştu. Ali Çerkezoğlu da Gezi’nin etkisini kelebek etkisine benzeterek, “Gezi etkisi okyanus ötesindeki Harward’da Cumhurbaşkanı’na karşı bir soru olarak, medyada Çapul TV olarak, Hewsel’de, Amasya’da direnenler, Edirne’de parkını koruyan Kıymet Teyze’nin sandalyesi olarak ortaya çıkar” dedi. Av. Becerik Gezi davalarına ilgi gösterilmesi çağrısını yaparken, Ceyda Karan, “Gezi Türkiye’nin çoğulculuğunu yansıtan bir isyandı. Bu isyan medyada kendiliğinden mecrasını buldu, Çapul TV bunlardan biri” dedi.

Çapul TV giderlerini karfl›layabilmek için dostlar› ile ikinci kez dayan›flma kampanyas› düzenliyor. capul.tv/kampanya adresinden maddi ihtiyaçlar›n›n karfl›lanmas› için ça¤r› yap›yor. Yapt›klar›yla yapacaklar›n› gösteren kanal›n bir y›l› özetle flöyle geçti: I Gezi Park›’nda (6-15 Haziran) 10 günde yapt›¤› yay›n, yaln›zca internet üzerinden 1,5 milyon kifliye ulaflt›. I Gezi Park›’n›n boflalt›ld›¤› 15 Haziran akflam›, uzun süre gaz alt›nda yay›n yapan Çapul TV muhabirleri, park› en son tek eden direniflçilerdi. I 8 televizyon kanal› (Halk TV, Hayat TV, ‹MC, TV 10, Ulusal Kanal, Kanal art› 1, Besta Nuçe) Çapul TV yay›nlar›n› kendi ekranlar›na tafl›d›. I 24 Ekim’de ‹stanbul’da kurdu¤u stüdyodan düzenli yay›na geçti. Ard›ndan bir stüdyo da Ankara’da kuruldu. I Bu sürede ço¤u periyodik 14 program yay›mlad›. I 145 bin twitter, 20 bin facebook takipçisi var. I Haziran ‹syan›’n›n ard›ndan Eylül direniflinde, Berkin Elvan’›n cenazesinde, Soma eylemlerinde yine yüz binlerce izleyiciye ulaflt›. I Berkin Elvan’›n cenaze törenindeki sald›r›n›n görüntüleri gibi dava dosyalar›na delil olarak giren kay›tlar› oldu. I Hakk›nda yerli yabanc› say›s›z röportaj yay›mland› ve üzerine pek çok akademik tez haz›rlan›yor. I Kurulufluna ön ayak oldu¤u Alternatif Medya Derne¤i arac›l›¤›yla 15 ilde 200’e yak›n kifliye “direnifl muhabirli¤i” e¤itimi verdi. ‹zmir’de direnifl muhabirleri ekibi kuruldu. I Türkiye’de 20 ilden, ayr›ca K›br›s’tan canl› yay›nlar yapt›. Ayr›ca banttan yay›nlarla Venezüella ve ‹talya’dan bildiriyor. I Ça¤dafl Gazeteciler Derne¤i’nin Dayan›flma Ödülü’nü ve Halkevleri Halk›n Haklar› Ödülü’nü ald›. I 9. Uluslararas› ‹flçi Filmleri Festivali’nin düzenleyicilerinden biri oldu. I Çapul TV iPad’i, yolsuzluk görüflmelerinin TV’den verilmedi¤i 5 May›s günü Melda Onur’un ustream yay›n›nda kullan›lmak üzere TBMM’ye girmeyi de baflard›.

Meydanlarda görülecek ‘davamız’ var Taksim Dayanışması davasının ilk duruşmasında direniş, mahkeme salonuna taşındı. Ali Çerkezoğlu, “Gezi’nin mahkemelerde değil, meydanlarda görülecek bir ‘davası’ var…” dedi “Bugün burada beşimiz ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurmak’ diğer arkadaşlarımız da izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak iddiası ile yargılanıyoruz. Birçok ilde aylarca tutuklu kalınan binlerce insanın yargılandığı davaların devamı olarak bizden de burada kendimizi savunmamız, suçsuzluğumuzu kanıtlamamız bekleniyor. Hem de kameralar önünde silahını doğrudan ateşleyerek Ethem’i öldüren polis memuru tutuksuz yargılanırken. Abdocan’ı, Ahmet Atakan’ı öldüren biber gazı fişeğini kimin ateşlediği bulunmamış, Mehmet Ayvalıtaş’ın ölümü basit bir trafik kazası gibi devam ettirilirken. Medeni’yi öldüren jandarma, Hasan Ferit’i öldüren mafya mermisinin asıl failleri, azmettiricileri bulunmaz, Berkin’i vuranlar yargılanmazken. Ali İsmail’in ‘fırıncısı, polisi, amiriyle, gerçek bir suç şebekesi’ tarafından sopalarla dövülerek öldürüldüğü görüntüler gözümüzün önünden

ayrılmazken. Lobna Allami’nin, Mustafa Ali Tombul’un ölümcül yaralanmalarının failleri aranmaz, Elif Çermik’in ölümü konu bile olmaz, biber gazı fişekleri ve plastik mermilerle gözünü kaybeden onlarca kişiyi yaralayanlar hakkında dava açılmasının sözü bile edilmezken…” Taksim Dayanışması üyeleri ve Gezi direnişçilerinin 6 Temmuz’da işkence ile gözaltına alınmasından sonra açılan davanın ilk duruşması 12 Haziran’da İstanbul’daki Çağlayan Adliyesi’nde başladı. Yukarıdaki ifadeler yargılananlardan İstanbul Tabip Odası Eski Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu’nun savunmasından… Sanık sıfatıyla dinlenen tüm direnişçilerin savunmalarında benzer vurgular öne çıkıyordu. Direnişçilerin Türkiye’deki yargı sistemini ve AKP’yi yargılamasına dönüşen davada Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nden Yüksek

Mimar Mücella Yapıcı, savunmasında gözaltına alınanların sözlü ve fiziksel şiddete uğradığını, çıplak aramaya maruz kaldıklarını söyledi. Yapıcı, 128 bileşenli Taksim Dayanışması’nın faaliyetlerini anlattığı savunmasında, “Bir kentin meydanı biz kullanalım diye var. Canımız nasıl, ne zaman isterse kullanalım diye var” diye konuştu. Tüm direnişçilerin, hukuk devleti ve AKP’nin demokrasi anlayışını sorguladığı savunmalarda, genel olarak, iddianamede suç örgütü diye sunulan Taksim Dayanışması’na üye oldukları kabul edildi. İddianamedeki akıldışı isnad ve iddiaları açığa çıkaran direnişçiler, olay, yeri, saati gibi yanlışlıkları, limon suyu, gaz maskesi ve baretin suç aleti olarak gösterilmesinin gülünç olduğunu anlattı. Erkan Baş, “Biz suçluyuz doğru. Ama hala AKP’yi indiremediğimizden” diye konuşurken, Haluk

Ağabeyoğlu, “Bu iddianame bir korkunun eseridir” dedi. Cansu Yapıcı da “Mahkemenize teşekkür ediyorum çünkü uzun zamandır bir kamusal alanda biber gazı olmadan konuşma şansımız oldu” diye savunmasına başladı, Beyza Metin savunmasını “Bu yargılamanın hukuk skandalı değil demokrasi deneyimi olarak tarihe geçmesini diliyorum” diye bitirdi. Direnişçiler, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganıyla birlikte direnişi mahkeme salonuna taşıdı. Duruşma başlamadan önce adliye önünde Taksim Dayanışması, DİSK, KESK, TTB ve TMMOB tarafından yapılan basın açıklamasında da aynı slogan atıldı. Açıklamada “Bu utanç davası, bu skandal dava belleğimizden hiç silinmeyecek. Çünkü burada, özgürlük, barış ve demokrasi yargılanıyor. Çevresine sahip çıkmaya çalışan insanlar yargılanıyor" denildi.

Arkadaşları vuruldukları yerde BERK‹N ELVAN Haziran ‹syan›’nda Okmeydan›’nda gaz fifle¤i kapsülü ilen vurulan Berkin Elvan, vuruldu¤u gün olan 16 Haziran’da an›ld›. Berkin’in mücadelesine devam eden anne ve babas›, arkadafllar› ile birlikte vuruldu¤u yere karanfil b›rakt›. Baba Sami Elvan, yapt›¤› aç›klamada, “Dün yine devlet vahfli yüzünü gösterdi. 15 yafl›ndaki ‹brahim Aras'› yine katlettiler. Evlad›m›z Berkin tam bir sene önce, bugün yine bu saatlerde ve burada polis taraf›ndan hedef gözetilerek kafas›na at›lan biber gaz› kapsülü ile vuruldu. Kald›r›ld›¤› hastanede 269 gün süren yaflam mücadelesini ne yaz›k ki kaybetti. Berkin'in vuruldu¤u günden bu yana geçen 365 gün içinde yapt›¤›m›z tüm hukuki giriflimlere ra¤men ne Berkin'i vuran polis, ne de polise emri veren kifli mahkeme önüne ç›kart›lmad›” diye konufltu.

ETHEM SARISÜLÜK Ankara K›z›lay’da polis taraf›ndan 1 Haziran’da gerçek mermi ile vurularak öldürülen Ethem Sar›sülük, Çorum’daki mezar› bafl›nda ve vuruldu¤u yerde an›ld›.. 15 Haziran’da Sungurlu ilçesi Beylice Köyü'nde toplanan Ethem’in ailesi ve arkadafllar› Ethem Sar›sülük'ün mezar›na yürüdü. Anmaya Berkin Elvan'›n annesi ve babas› da kat›ld›. 16 Haziran’da K›z›lay Güven Park'ta toplanan eylemciler, Ethem Sar›sülük'ün vuruldu¤u yere gelerek burada bas›n aç›klamas› yapt›. Ethem’in vuruldu¤u yere karanfiller b›rakt›. Grup, Adana'daki Lice protestolar›nda ‹brahim Aras'›n öldürülmesini de protesto etti.


SOKAĞIN SESİ

ÜRET EN BİZİZ YÖNET EN DE BİZ O LACAĞIZ

19 Haziran 2014 / 2 Temmuz 2014

16 Halk›n Sesi

Mamak’ta on binler Soma’ya ses verdi

H

alkevleri, AKP’nin Soma’daki yıkımına karşı işçiler ve aileleriyle dayanışmayı, mücadeleyi örmek için Madenci Evi kuruyor

ler, Soma buluşmasını örgütledi, alanda yerini aldı.

DEMET YILAN

H

alkevleri’nin Soma’da kuruluş çalışmalarını sürdürdüğü Madenci Evi’nin ihtiyaçları, Türkiye’nin pek çok yerinde örülecek dayanışma ağlarıyla karşılanacak. Dayanışma için yapılan etkinliklerden en büyüğü, geçtiğimiz yıl isyan günlerinde Onur Buluşması’nın yapıldığı Ankara Mamak’taki Eski Kömür Deposu’nda düzenlenen Soma Buluşması oldu. Buluşmaya katılan yaklaşık 20 bin Ankaralı, Soma ile dayanışmanın en güzel örneklerinden birini sergiledi. Kürsü konuşmalarında, sanatçıların mesajlarında, konuşmalara verilen tepkilerde ve elbette sloganlarda Soma Katliamı’na duyulan öfke ile Soma halkıyla dayanışma vurguları öne çıktı. Konsere katılan Mamaklıların, özellikle son bir yıldır Tuzluçayır merkezli direnişin öznesi olması etkinliğe damgasını vurdu. AKP’nin ölüm ve zulüm saçan iktidarına duyduğu öfkeyi Cami-Cemevi inşaat alanındaki polis saldırılarına direnerek gösteren genç-

Üniversiteliler ‘kenti infla etmeye’ gidiyor

M

adenci Evi için ülkenin dört bir yanında dayanışma çağrıları yapılıyor. Mamak’taki etkinlikte 20 bin kişi Soma’ya ses verdi

TÜM GELIR MADENCI EVI’NE Eski Kömür Deposu’na gelenleri turuncu tişörtleri, önlükleri ve şapkalarıyla Halkevci görevliler karşıladı. Görevliler, girişte dağıtılan kokartlardan kurulan yemek ve içecek stantlarına ve ellerde gezdirilen kumbaralara kadar yapılacak her katkının Soma’ya gideceğine dönük çağrılar yapıyordu. Güneş batarken binlerce kişi akın akın konser alanına geliyordu. Etkinlikte Haziran İsyanı’nda özgürlük, eşitlik ve saygı talepleriyle sokağa çıkan halka saldıran AKP iktidarının yaşam hakkına yönelik saldırılarının Soma’da sömürünün en ağır biçimiyle gerçekleştiği belirtilirken, halkın AKP iktidarının karşısına Haziran İsyanı’nda olduğu gibi yine dayanışma ve mücadele ile çıkacağının altı çizildi. Halkevleri Çocuk Korosu’nun şarkılarıyla başlayan etkinlikte sırasıyla Gani Pekşen, Tolga Sağ, Mustafa Özarslan, İlkay Akkaya, Arif Sağ ve Sabahat Akkiraz sahne aldı. Sanatçılar dayanış-

Her y›l yoksul mahallelerde Okumufl ‹nsan Halk›n Yan›ndad›r kampanyas›n› örgütleyen Ö¤renci Kolektifleri, kampanyas›n› bu y›l Soma’ya tafl›yacak. “Bizler Soma halk›n›n ac›s›n› paylaflan, yaralar›n› birlikte sarmak isteyen üniversitelileriz. Biliyoruz ki Soma halk› için

ma ve mücadelenin önemine işaret ederken, dayanışmanın Madenci Evi çalışmasının devamlılığı için sürmesi gerektiği mesajını verdi. KÜRSÜ SOMA IŞÇISININ: ‘BUNUN ADI CINAYET!’ Etkinlikte, Soma’daki madenden sağ çıkan fakat yakınlarını ve arkadaşlarını kaybeden işçilerden Onur Uzun bir konuşma yaptı. Katliamın sorumlusunun AKP iktidarı olduğunu belirten Uzun, “Ölüm bize kader olarak sunuluyor. Tayyip Erdoğan ‘ölüm madencilerin fıtratında var’ diyor. Ölüm bizim fıtratımız değil, kaderimiz değil, bu cinayettir! Bize çocuklarımıza oyuncak alacak fırsat bırakmadılar” dedi. Uzun’un sözü AKP’ye getirdiği anlarda alandan yuhalamalar ve “Soma’nın katili AKP hükümeti”, “Soma’nın ateşi AKP’yi yakacak”, “Hırsız katil AKP” sloganları yükseldi. Sorumlulardan hesap soruluncaya kadar madenlere geri dönmeyeceklerini söyleyen Uzun, Halkevleri’ne düzenlenen bu etkinlik için teşekkür etti.

bizim orada att›¤›m›z her ad›m, yapt›klar›m›z çok de¤erli. Bu yüzden Soma'ya y›k›lan bir kenti yeniden infla etmeye gidiyoruz” diyen üniversiteliler 22 Haziran’da Soma’da olacak. Güvenceli ifl hakk› mücadelesine destek verecek olan üniversiteliler hem Soma halk›yla

‘TEK TEK HESABINI SORACAĞIZ’ Etkinliğe katılanlara sahneden seslenen Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut da vahşi kapitalizmin fıtratındaki kan emiciliğin Soma’da örneği görülen çalışma koşullarında ve taşeronlaşmada olduğunu vurguladı. Soma’da sorumlunun bakanından sendika başkanına, yasayı yapanlardan onaylayanlara AKP iktidarı olduğunu ifade eden Karabulut sözlerini şöyle tamamladı: “Evet, hava döndü bizden yana esiyor yel, şimdi onlar can, mal mülk telaşına düşsünler. Çünkü tek tek hepsinin hesabını soracağız. Ve elbet dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle, dolaşacaktır işçi tulumuyla, bu güzelim memlekette Hürriyet!” Defalarca AKP’nin yuhalandığı, sloganların hiç susmadığı etkinlikte sanatçılar da Mamak’ta Soma için bir araya gelen on binlerin umut olduğunu vurguladı. Arif Sağ’ın “Bugün burada ortaya çıkan tablo bir umuttur, bu halkın direngenliğinin göstergesidir” sözleri de etkinliğin özeti oldu.

birlikte moral etkinlikleri hem de Okumufl ‹nsan Halk›n Yan›ndad›r kampanyas› kapsam›nda Madenci Evi’nde çocuklarla uzun soluklu bir yaz okulu gerçeklefltirecek. Tiyatro oyuncusu Emre Canpolat’›n da gönüllü olarak ders verece¤i kampanya 2 ay sürecek.

A KP yıkıyor, dayanışma ve mücadele kuruyor

Halkevleri’nden Soma’ya Madenci Evi T

ürkiye’nin en büyük iş cinayeti olan Soma Katliamı’nın üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. AKP, katliamın hemen ardından teşkilatıyla, cemaatleriyle, tarikatlarıyla, devlet olanaklarıyla, polisiyle ve medyasıyla Soma halkının öfkesini çeşitli yöntemlerle bastırmaya çalıştı. Öfkesi bastırılamayan işçilere bizzat Tayyip Erdoğan’ın yumruğunda simgeleşen çok sayıda saldırı düzenlendi, ilçe polis yığınağıyla terörize edildi, iktidar sorumluluktan kaçarken Soma Holding AŞ’ye yüklendi. Rejimin krizleri yeni gündemler yaratarak Soma’yı geri plana iterken, aynı günlerde AKP’li milletvekilleri taşeron sistemini yaygınlaştıracak yasal düzenlemeyi Meclis’e getirmek üzere son imzaları attı.

HALKEVCI KADINLARDAN KIZ KARDEŞLİK KÖPRÜSÜ Soma Katliamı’nın doğrudan iktidar eliyle bilinçli bir biçimde unutturulmak istendiği günlerde işçiler, kendilerini zorla madenlere indirmek isteyen patronlara gösterdikleri tepkiyle konuyu gündeme taşıyabildi.

Ancak bölge halkının sorunları madenlerin güvenliği ile sınırlı değil. Halkevci Kadınlar, 7 Haziran günü “kız kardeşlik köprüsünü kurmak için” diyerek 30 kişilik bir heyetle Soma’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Halkevci Kadınlar, ziyaret sırasında yoksul köylerde eğitim ve sağlığa erişimin güç olduğunu ve bu durumdan en çok kız çocuklarının etkilendiğini gördüklerini belirtiyor. Bunun yanında kadınların bir araya gelebilecekleri bir merkezin bulunmaması da köylerdeki kadınların yaşadıkları sorunları paylaşmasının, ortak çözüm üretme mekanizmalarının önündeki engel olarak tespit edildi. BIR DAYANIŞMA ADIMI: MADENCİ EVİ Katliamın ilk gününden bu yana Soma’da olan Halkevleri, Somalının etrafını sarmalayan “ak organizasyon”un karşısına dikilmek ve halkın sorunlarına halkla birlikte çözüm üretmek için yürüttüğü çalışmaları Madenci Evi’nde somutlaştırdı. Madenci Evi, Soma halkının “katliamın hesabının sorulması” ile “güvenceli iş ve güvenceli gelecek” taleplerine yansıyan haklar mücadelesine

omuz vermek ve bir dayanışma merkezi oluşturmak için planlandı. Madenci Evi için iki katlı bir bina tutuldu, bina içerisinde tadilat çalışmaları el birliğiyle başlatıldı. NEDEN MADENCI EVI? Halkevleri Madenci Evi’nin en temel amacı, katliamda hayatını kaybetmiş madencilerin ailelerinin yaşadıkları sorunları ve ihtiyaç duydukları destekleri saptayarak haklarını aramalarına yardımcı olmak. Bu doğrultuda kurulacak Hukuk, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği, Sağlık, Eğitim, Psikolojik Danışma ve Basın Yayın birimlerinde alanlarında uzman sendikacılar, avukatlar, sağlık emekçileri ve psikologlar yer alacak. Her bir birim, haftada iki kez işçilerle ve işçi yakınlarıyla çalışarak sorunlara çözümü yine halkla birlikte üretecek. Madenci Evi aynı zamanda işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işçi sağlığı ve güvenliği, sendikalaşma gibi konularda bilgilendirici eğitsel çalışmalar yapacak, broşür ve video gibi bilgilendirici araçlar üretecek. Halkevleri Madenci Evi’nin yaz aylarındaki çalışma başlıklarından birisi de yaz okulu olacak. Türkiye’nin dört

bir yanındaki şubelerinde binden fazla çocukla gerçekleştirilen yaz okulunun Soma ayağında başta madenci ailelerinin çocukları olmak üzere Somalı çocukların bilimsel, kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılımı sağlanacak. Yaz okulu, tıpkı Van’da 2011’deki depremden sonra kurulan Halkevleri Van Çocuk Evi’ndeki gibi onlarca gönüllü eğitmenin katkılarıyla zenginleşecek. Madenci Evi’nin bir diğer özelliği de bir Halkevi şubesi gibi, bölge halkının buluşabileceği, birlikte zaman geçirebileceği, sorunlarını paylaşabileceği bir “dayanışma ve mücadele merkezi” işlevi görmesi olacak. DAYANIŞMAYA ÇAĞRI Halkevleri Soma işçisinin ‘Madenler kamulaştırılsın, güvencesiz çalıştırmaya son verilsin, taşeron çalıştırma yasaklansın, sorumlular cezalandırılsın’ talaplerini büyütmeyi görev saydığını ilan ederken Soma Madenci Evi’nin halkın öz gücünü seferber ederek, dayanışmanın adresi olacağını vurguluyor. Halkevleri, herkesi Madenci Evi’ne katkı sunmaya ve çalışmalar için gönüllü olmaya çağırıyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.