201

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

Kibele’ye mektup var Kibele sayfas›n› 199. say›da göremeyen Kibeleseverden mektup var S.2

Tayyipsiz ülke, özgür lise

Hopa’ya yak›flan yerel yönetim

Haflhafliler ve çapulcular

Genç Umut AKP tipi karneleri “reddetti” S.7

Hopa’da Yerel Yönetim Meclisi sosyalist adayla seçime giriyor S.10

Yoldafllar aras›nda bir insan› kâmil S.11

30 Ocak 2014• 1,25 TL

Y›l 8 • Say› 201

Ç›rp›nd›kça bat›yor Bu kavgada biz de olaca¤›z! Tayyip Erdoğan bu kump astan ve bu “operasyon”dan na sıl kurtulacak? Biliyor ki artık uzlaşm a yok. Geri dönüş yok. Mutlaka galip çıkmak zorunda. Ya diktat oryasını güçlendirerek çıkacak ya da Yüce Divan’a kadar yolu var.

Sf. 3

‘Davalar›m›za!’

Dövizdeki t›rman›fla karfl› faiz art›fl›na yeflil ›fl›k yakan AKP, liran›n de¤er kayb›n› engelleyemedi. Hükümetin çaresizlik içinde para gelir umuduyla açt›¤› kap›da yüksek enflasyon, iflsizlik ve yoksullaflma belirdi

Ferda Koç

Liberallere kötü haber

4

sf

Gün geçmiyor ki bir ABD ya da Avrupa gazetesi, Erdo¤an’la dalga geçmesin. Yaln›zca dalga geçilse yine iyi. Emperyalistlerin ak›l hocalar›, Erdo¤an için “Art›k ifl görmüyor, ABD aç›k müdahalede bulunmal›” diyor

Kutay Meriç

4

sf

CHP’nin sa¤a aç›l›m›

“On befl kere açt› gö¤sünü, on befl kere örtüldü onbefllerin hepsi bir komünist gibi öldü” Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin kurucular›ndan TKP Merkez Komitesi baflkan› Mustafa Suphi ve Genel Sekreteri Ethem Nejat ve onlarla birlikte 13 devrimci 1921’de 28 Ocak’› 29’a ba¤layan gece Trabzon'dan Sovyetler'e geri gönderilmek için bindirildikleri teknede haince katledildi. Onbefllerin katliam› Kemalist iktidar›n yeni filizlenen sosyalist hareketi bo¤ma giriflimiydi.

Funda Baflaran

Erdo¤an’›n suçunu ve çaresizli¤ini örtmek için devreye soktu¤u reklam kampanyalar›, internet yasaklar›, protestoculara yönelik dava tehditleri sökmüyor. Halk talana ve yasaklara karfl› sokaklara ç›k›yor

7

sf

Demokrasi, internet sansürü ve direnifl

Tufan Sertlek

8

sf

Bodrumda kaybedilen yüzük

Ali ‹smail davas› 3 fiubat’ta Kayseri’de görülecek. Baflta üniversiteliler olmak üzere ülkenin dört bir yan›ndan direniflçiler davaya kat›lacak. Mehmet’in davas› 5 fiubat’ta Kartal Adliyesi’nde görülecek. O gün direniflçiler Mehmet’in ve Fadime annenin yan›nda olacak S.8

Sendika hakkını gasp eden hırsızlara isyan Çal›flma Bakanl›¤›, sendikalar›n yetki sürecini belirleyen Ocak 2014 istatistiklerini yay›mlad›. Buna göre 11 milyon iflçiden yaln›zca 1 milyonu yani yüzde 10’undan bile az› sendikal›. Binlerce tafleron iflçinin sendika hakk› ise yine yok say›ld›. 10 bini aflk›n üyesi bulunan Dev Sa¤l›k ‹fl’in üye say›s› 1178 olarak gösterildi. Oysa geçen y›l sendikan›n itiraz› ile Ocak 2013 istatistiklerinde 1234 olan üye say›s›n›n 7899 olarak düzeltilmesine ve sendikan›n örgütlülük oran›n›n %2.8 oldu¤una hükmedilmiflti. Dev Sa¤l›k ‹fl Türkiye’nin dört bir yan›ndan temsilcileri eflli¤inde 31 Ocak’ta Çal›flma Bakanl›¤› önünde bir protesto gerçeklefltirecek.

Unutmayaca¤›z, hesap soraca¤›z

Kirli ellerinizi çekin Kirli siyaset yöntemleri devrede. Halkevi’ne Mansur Yavaş’ın devrimcilere hakaret ettiği “meçhul” kargolar geliyor, Halkevi üyeleri kimlik bilgileri çalınarak AKP’ye üye yapılıyor Ankara’da AKP, CHP ve MHP’nin faşist adayları arasındaki rekabet kirli yollarla devam ederken, kendi adayıyla yolunu çizen sosyalistleri de kendi tezgahlarının parçası yapmaya çalışıyorlar. 27 Aralık’ta Halkevleri Genel Merkezi ve şubelerine sahte isimle kargo gönderildi. Kargoyla gelen zarfın içinden ise tek sayfalık bir yazıyla birlikte Mansur Yavaş’ın devrimcilere hakaret ettiği görüntülerin olduğu bir flash disk çıktı. Zarftaki

notta görüntülerin “komünistlere Mansur Yavaş’ın gerçek yüzünü göstermek” için gönderildiği yazıyordu. Sahte üyelik tezgahları da burjuva siyasetin pisliğini ortaya döküyor. İstanbul’da Gaziosmanpaşa Halkevi eski başkanı Ruhi Kara’nın kimlik bilgilerinin çalındığı ve AKP’ye üye yapıldığı ortaya çıktı. Halkevleri 29 Ocak’ta Adliye önünde yaptığı eylemle “Sahtekar AKP’den hesap soracağız” dedi.


2

KİBELE 30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

Halk›n Sesi

’ z ı ş ı m ç ‘İhtiya Gezi sonrasında Ankara, Batıkent’te birçok mahalle meclisi kuruldu ancak bir tek İlkyerleşim Mahallesi’nin kadın komisyonu var. Komisyondan kadınlar Kibele için kendileri sordular, kendileri yanıtladılar FATMA DEM‹R

İ

lkyerleşim Halk Meclisi Kadın Komisyonu, Batıkent forumlarının tek kadın komisyonu. Komisyon, neredeyse her hafta parkta, Halkevi’nde, AKA-DER’de bir araya geliyor. Konuşuyor, tartışıyor, film izliyor, yürüyüş yapıyor, etkinlikler düzenliyor. İşe "Kutsal annelik" söylemini tartışmakla başlamışlar. “Dahası da gelecek” diyorlar. Kendilerini ve yaşadıklarını anlamlandırmak ve bir arada mücadelenin olanaklarını yaratabilmek için bir araya gelen kadınlar, bu hafta Kibele için kendileri sordular kendileri yanıtladılar ve bir ihtiyacı görünür kıldılar: Tüm forumlar kadın komisyonu kurmalı. Bir film gösteriminin ardından Fatma soruyor, Muhterem, Aysel ve Hünkar yanıtlıyor. Ne kadar zamandır toplanıyorsunuz? Aysel: Gezi'den sonra, önce mahalle meclislerini kurduk ardından kadın komisyonumuzu... Neden kadın komisyonuna ihtiyaç duydunuz? Hünkar: Komisyonlar kurmaya karar verdik. Kadın komisyonu, işçi komisyonu, ulaşım komisyonu, yayın komisyonu gibi birçok komisyon kurduk. En çok da kadın komisyonu tuttu mahallede çünkü ihtiyaç olduğumuzu anladık. A: Birbirimizin sorunlarına, yaşadıklarına daha yakından, daha içten dokunuyoruz.

Ve birbirimizi daha iyi anlıyoruz. ‘KEND‹ HAYATIMIZA TANIKLIK ED‹YORUZ’ Kadın komisyonu olarak neler yapıyorsunuz? H: Ağırlıklı olarak film izliyoruz. Deklerasyonumuzu yayımladıktan sonra tartışmalarımız başladı. 25 Kasım’da Batıkent genelinde bir yürüyüş yaptık. Tiyatro Öteyüz’ün de katkı sunduğu, kadınlık, annelik üzerine bir etkinlik gerçekleştirmiştik. Film izleme fikri nerden çıktı? A: Konuşurken hep birlikte kadın filmleri izlesek diyorduk. Birlikte tartışmak, konuşmak sorunlarımıza daha çok ışık tutacaktı. Bunun yanında dışarıda kadın filmleri izleyebileceğimiz bir mekanın olmaması da etken oldu. Bir arada olmayı çok istedik ve bunun olanağını yarattık. Bu filmlerin size bir etkisi oldu mu? H: Afiş yapma yeteneğim gelişti. A: Tam olarak değiştirme diyemem ama düşündürüyor, özdeşleştiriyor. Daha çok kadın tanımak istiyorum. Kendimiz de yüzleşemediğimiz, kendimize bile anlatamadığımız ya da örtüp kaçtığımız şeylerin daha yüzeye çıkmasını istiyorum. Muhterem: Özellikle bazı filmlerde allak bullak oluyorum. Ve bunun üzerine günler-

ce düşünürken buluyorum kendimi… Dilimin değiştiğini hissediyorum. Filmlerin arkasından yaptığımız tartışma sürecinde kendi hayatımdaki dönüşümü görüyorum. H: Kendimizi tanıdıkça müdahil olduğumuz şeylerin de geliştiği ve genişlediğini düşünüyorum. Mesela erkek arkadaşlarımızın cinsiyetçi söylemlerine artık müdahil olabiliyoruz. Bildiri yazarken kadın sorununa değinmeden bitirmiyoruz. 25 Kasım’da şiddeti farklı bir açıdan, annelik üzerinden ele alan bir etkinlik yaptınız. M: Yaptığımız karma panel-forum anneliği bizim kutsallaştırdığımızı gösterdi. Gerçekçi olmayan bir kutsallık duygusuyla ayrıldık oradan. Annelik kutsalsa; her kadın için kutsal olmalı ama maalesef herkesi kapsamıyor. Toplum yine bunu kendi değerlerine göre ayrıştırıyor. Ve ona göre kutsallığına, kutsal olmadığına ya da fahişeliğine karar veriyor. Kutsal olan birçok şeyi altüst eden, sorgulatan bir etkinlikti. Orada erkeklerin olması, erkeklerin konuşması

Sokaklar bizim 25 Kas›m Kad›na Yönelik fiiddete Karfl› Uluslararas› Mücadele Günü’nde Trabzon Demokratik Kad›n Platformu’nun ça¤r›s›yla düzenlenen yürüyüfl soruflturmal›k oldu. Trabzon Cumhuriyet Savc›l›¤›, yürüyüfle kat›lan kad›nlar›n “Toplant› ve Gösteri Yürüyüflleri Kanunu’na muhalefet etmek” suçu iflledi¤ini iddia etti. E¤itim-Sen Kad›n Sekreteri Nurhan Karanl›k, CHP ‹l Sekreteri Güzide Uzun ile SES ve BES flube baflkanlar›n›n da aralar›nda bulundu¤u 200’e yak›n kad›n ifadeye ça¤r›ld›.

çok rahatsız ediciydi. Ama bir yandan da bu durumun toplum tarafından algılanma biçimini de görmüş olduk. Birçok erkek de ‘yok ya yalanmış bu kutsallık, kutsal değilmiş’ diyerek gitmiştir. A: Etkinlikte sadece kutsal annelik değil birçok konu vardı. Namus anlayışı, taciz, tecavüz, tecavüze uğrayan bir kadının önce ailesinin bakış açısı, oradaki kadının durumu. Böyle tartışmalar da erkeklerin olması kadınları rahatlatmıyor aksine düşüncelerine ket vuruyor. Çünkü kocası var, kardeşi var, arkadaşı var. Kadın kalkıp da içinden geldiği gibi konuşamıyor. Toplumun değer yargıları var. İlk önce eve gidip kendi ailesi tarafından sorgulanacak. Kadın komisyonu her mahalleye lazım Batıkent Dayanışma Platform içerisinde tek kadın komisyonu sizsiniz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? H: Adımız İlkyerleşim kadın komisyonu ama etkinliklerimiz bütün mahallelerin ortak etkinliğine dönüşebiliyor.

Çocukların evlendirilmesi masumane! Aile ve Sosyal Politikalar Bakan› Ayflenur ‹slam, 12 yafl›nda evlendirilen ve 14 yafl›nda öldürülen Kader Erten’in ard›ndan aç›klama yapt›. Kader’in davas›na müdahil olan bakan, do¤um günü nedeniyle bir araya geldi¤i gazetecilere verdi¤i demeçte çocuk yaflta evlenmelerin masumane oldu¤unu iddia etti. Çocuk yaflta evlilikleri k›yan imamlar› savunan Bakan, nikah› herhangi birinin k›yabilece¤ini söyledi. Bakan, kendileri de küçük yaflta evlenen ailelerin çocuklar›n›n iyili¤i için evlendirdi¤ini savunarak çocuk evliliklerinin sebebini "bilinçsizlik" olarak

Kibele’ye mektup var Sevgili Kibele... Bu mektubumu seni merak etti¤im için yaz›yorum. Çünkü bundan 2 hafta önce senden haber al›yor olmam gerekirken büyük bir bofllukla karfl›laflt›m, sen yoktun. Tamam, senden haberler vard› do¤ru ama ben seni, Kibele’yi görmek istedim. Ama yoktun... "Nas›l olur" dedim kendi kendime "Acaba bir fley mi oldu?" Kibele’den haberler var ama Kibele yok! Bu durum beni iyice merakland›rm›flt› ve dayanamay›p bana verilen numaray› arad›m... Kendimi sadece Kibele’yi seven biri olarak tan›tt›m ve 'Kibele niye yok?' dedim biraz öfkeli ve biraz da çekinerek, sana bir fley olmas›ndan korkuyordum çünkü... Telefondaki kifli beni büyük bir olgunlukla karfl›lad› ve bu say›n›n özel say› olarak haz›rland›¤›ndan, daha baflka eksikler de oldu¤undan bahsetti. Tam olarak ne demek istedi¤ini anlamasam da Ki-

bele’ye bir fley olmamas›n›n verdi¤i rahatl›kla telefonu kapatt›m. Ama içimde bir fleyler kalm›flt›, bir eksiklik vard› Kibele’den, yani senden haber alam›yor olman›n verdi¤i bir duyguydu bu. Kibele’yi merak etmenin ve daha önümdeki 15 gün boyunca merak ediyor olaca¤›m›n verdi¤i bir eksiklik, rahats›z olma durumuydu. Paylaflmak istedim bunu di¤er Kibeleseverlerle, içimdeki eksiklik, rahats›zl›k dinsin istedim paylaflt›kça çünkü senin de bildi¤in gibi kad›n dayan›flmas›n›n gücüne inanan bir kad›nd›m. Gördü¤üm her Kibelesever’e ''Kibele yoktu gördünüz mü?'', ''Kibele niye yoktu?'' ''Kibele’den haberiniz var m›?'' gibi sorular sorarak onlar›n da bu durumdan rahats›z olmas›n› ve hatta üzülmesini istedim. ‹stedim, çünkü baz› Kibeleseverlerin bundan haberi yoktu. Kibele’nin eksikli¤ini ya fark etmemifllerdi ya da dile getirme gereklili¤i duymam›fllard›. ‹çimden dedim ki ''Yoksa Kibele'nin bu say›da olmamas› benim/bizim sorumlulu¤umuz/sorumsuzlu¤umuz mu?''. Acaba biz kad›n-

lar, yani Kibeleseverler bir fleyleri eksik yapt›¤›m›z için mi Kibele ç›kmam›flt›? Bilerek mi kendini biraz uzak tutmufltu? Bize anlatmak istedi¤i baflka fleyler mi vard›? Bütün bunlar kendi kendimize sordu¤umuz masum sorulard›. Fakat flunu bil ki de¤erli Kibele; biz kad›nlar özel say›, y›lsonu olmas› her ne gerekçeyle olursa olsun bofllu¤undan bir ders ç›kartt›k. Bu cuma umuyorum ki senden haber alaca¤›z ve flimdiden bunun heyecan› içindeyiz. Ve flunu belirtmek isteriz ki, biz senin için ve do¤al olarak da kad›n mücadelemiz için tüm zorluklar› yenmeye haz›r›z ve bunun için sana herkesin denetimine aç›k bir söz veriyoruz. Kad›n mücadelesi deneyimlerimizi ve tart›flmalar›m›z› var oldu¤umuz her yerde sana düzenli bir flekilde aktaraca¤›z. Mektubumu senin çok sevdi¤in bir sözle bitirmek istiyor ve en yak›n zamanda haberlerini bekliyorum. '' Yaflas›n Kad›n Dayan›flmas›'' :) ‹mza: Kibelesever bir kad›n..

M: Meclislerde birçok kadın var ama kadınların varlığı, kadın sorununa dokunan bir şeye dönüştü mü, onu göremedik henüz. Oralarda kadına dokunan konular ele alınmıyor. A: Biz ilk kadın komisyonuna karar verdiğimizde diğer meclislerdeki kadınlar da komisyonlarını oluşturup daha geniş katılımlı, kadınların bir araya geldiği etkinlikler, söyleşiler yapalım demiştik ama olmadı. Mahalle meclisinizden kadın bir muhtar adayı çıktı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? H: Birçok mahalleden kadın aday çıktı. Erkek adaylar çok az. Ancak, kadınların müdahale olanaklarının geliştirilebilmesi açısından gerek muhtar adayının gerekse mahalle meclisinin kadına dair sorunları gündemine alması gerekir. Kadını görmeden mahalleye dair çözüm üretebilmek mümkün olamaz ve üretilen çözümler her zaman eksik kalır. Röportajın tam hali sendika.org’da yayımlanmıştır.

teflhis etti. Suçu iflleyenlere ne ceza verilece¤inin anayasada belirli oldu¤unu söyleyen Bakan, çocuk evliliklerinin

tespit edilemedi¤i için ceza kesilemedi¤ini belirterek imam, ö¤retmen, muhtar, belediye baflkanlar›n› göreve ça¤›rd›.

Kibele’den mektup var Sevgili Kibeleciler; Halkın Sesi’nin 199. sayısında özel sayı olması nedeniyle Kibele’yi sokağın sesi sayfasıyla birleştirmiştik. Ancak görünce çok sevindiğimiz bir mektup hepimize, Kibele sayfasında, onu yazan ve yapan kadınlara danışmadan herhangi bir değişiklik yapılamayacağını hatırlattı. Ne özel sayı ne de başka bir neden binbir emekle ve zorlukla büyüttüğümüz mücadelenin sesi olan sayfamızı değiştirmemize gerekçe olabilirdi. Kibele gücünü ve içeriğini yine onu mücadeleleriyle, tartışmalarıyla, etkinlikleriyle var eden kadınlardan alan bir sayfa... Kadınlar ne yapıyorsa, ne söylüyor, ne eyliyor ve ne yazıyorsa onu yazan ve çok sevdiğimiz bir slogan olan kadın dayanışmasıyla güzelleşen bir sayfa. Kibele sayfası, onu görmeyince “Ne oldu?” diye soran, merak eden, görünce heyecanlanan, emekleriyle var eden herkesin. 199. sayının ardından yazılan mektup sebebiyle burada bir çağrıyı tekrarlamak istedik. Ve tüm kadınlara çağrımız şu; gelin evde, okulda, işyerinde, sokakta birlikte ördüğümüz mücadelemizin sayfasını da birlikte yapalım.

Sevinçlerimizi, üzüntümüzü, kadın kadına sohbetlerimizi/ tartışmalarımızı, etkinliklerimizi, kadınlık deneyimlerimizi anlatalım. Kadın düşmanlarına öfkemizi haykıralım, önerilerimizi paylaşalım. Erkek egemenliğine, şiddete, AKP’ye karşı verdiğimiz mücadelede, deneyimlerimizi, biber gazına, TOMA’ya nasıl kafa tuttuğumuzu, şiddete, tacize ve tecavüze karşı karakolların kapısına, polislerin karşısına, adliye önlerine nasıl dikildiğimizi ya da korkularımızı yazalım. Kısacası içimizde, aklımızda ve dilimizde ne varsa söylemek istediğimiz, bir de Kibele’ye anlatalım. Böylece sözümüz Türkiye’nin dört bir yanındaki kadınlara ulaşsın. Tüm bunları sayfaya nasıl mı sığdıracağız? Biz paylaşmanın bir yolunu hep buluruz. Yazılarınızı, şiirlerinizi, okuduğunuz bir kitabı, izlediğiniz bir filmi, mektuplarınızı, dinlediğiniz kadın hikayelerini ve tabiî ki de haberlerinizi yollayın, kadın mücadelesiyle kurduğumuz sayfamızı kadın dayanışmasıyla daha da güzelleştirelim...

kibele.halkinsesi@gmail.com


3

GÜNDEM 30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

Halk›n Sesi

Ankara Ortak Sol Aday Meclisi: Tek dayanağımız halkın gücü H

alkın kendi kaderini belirleyebilme ve siyasi inisiyatifi eline alabilme olanaklarını Haziran İsyanı ile yaratması; bir yandan AKP-Cemaat koalisyonunun çatırdamasına, öte yandan merkez sağdaki boşluğu CHP aracılığı ile doldurma girişimlerine yol açtı. Bunun bir sonucu da CHP’nin Mansur Yavaş’ı Ankara’da aday göstermesi oldu. Ankara’da Haziran İsyanı’nın ön saflarındaki Halkevleri, ÖDP, TKP ve EHP ise MHP kökenli üç faşist adayın kent yönetiminde dayatılmasına karşı, solun bağımsız politik çizgisini ve adayını belirleme çalışmalarını hızlandırdı. Aralık ayı sonunda başlayan görüşmeler ışığında kurulan Ortak Sol Aday Meclisi, 40 yıldır devrimci mücadelenin içinde olan, TMMOB eski Başkanı Kaya Güvenç adında uzlaştı.

Ankara’nın sağ politika ve adaylara mahkum edilmesine meydan okuyan ve 21 Ocak’ta büyük bir buluşma gerçekleştiren Ankara Ortak Sol Aday Meclisi adayını açıkladı: Kaya Güvenç!

‘SEN DE KATIL” Ortak Sol Aday Meclisi, 21 Ocak’ta İnşaat Mühendisleri Odası Konferans Salonu’nda büyük bir buluşma gerçekleştirerek çalışmalarını resmen başlattı. Haziran İsyanı etkinliğe yansıdı. Buluşmaya gelenleri isyanda katledilenlerin pankartı karşıladı. Bir kısmı sa-

lona sığamayan binden fazla katılımcının arasında toplumsal muhalefet bileşenlerinin yanı sıra forumlardan temsilciler de yer aldı. Etkinlik öncesi salon dışında gezen ekipler, gönüllü katılımına dönük olarak herkese “Sen de katıl” iletişim kartları takdim etti. Kaya Güvenç’in adaylık başvurusu için gereken para da kasalardan veya banka hesaplarından değil, “ayakkabı kutularına” konulan imece usulü katkılardan çıktı. ‘‹T DALAfiI HALKA YARAMAZ’ Etkinlik saygı duruşu ve sinevizyon gösterimiyle başladı. Dört örgütün başkanları peş peşe kürsüye çıkarken, konuşmalar hep bir ağızdan atılan sloganlarla sık sık kesildi. Üniversitelerde AKP’ye karşı daha sık omuz omuza verebilen gençlik örgütleri, birlikteliklerini ve enerjilerini sloganlara taşıdı. Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, çalışmanın politik anlamına vurgu yapan bir konuşma gerçekleştirdi. Ersoy, neoliberal gerici rejimin inşasında birlikte hareket eden egemenlerin kendi aralarındaki it dalaşından halk yararına bir sonuç çıkmayacağını ifade etti. Ankaralının faşistler arasında ter-

cihe zorlanmasına tepki gösteren Ersoy, “Bu kavgaya halkın çıkarları doğrultusunda müdahale ancak bağımsız sol güçlerin sokaktan yükseltecekleri mücadele ile mümkündür. Dayanağımız, Haziran İsyanı’yla ortaya çıkan halkın gücüdür” dedi. EHP, ÖDP, TKP, Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu, TMMOB, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve ODTÜ öğrencileri adına da konuşmalar yapıldı. ‘YAfiAM ALANLARIMIZI PAZARLATMAYIZ’ Ankara Ortak Sol Adayı Kaya Güvenç ise düzen partileri arasında bir fark kalmadığını, seçimlerin “rantı kim paylaşacak seçimi”ne döndüğünü belirtti. Emekçi sınıfların halkın hakları temelinde bir program oluşturması gerektiğinin altını çizen Güvenç sözlerini şöyle noktaladı: “Yaşam alanlarımızı kimse pazarlamaya kalkmasın! Ellerinden söke söke alırız! Çalışmamızın özü budur. Haydi hep beraber bu kentleri yaşanabilir bir kent olarak görelim ve bu ülkeyi yeni baştan kuralım.”

Ortak aday için programl› çal›flma Ankara Ortak Sol Aday Meclisi, Kaya Güvenç ad›n› aç›klad›ktan sonra hummal› bir çal›flmaya giriflti. ‹lk olarak kent merkezinde aç›lacak bir seçim bürosu için Merkezi Çal›flma Ekibi belirlendi, ard›ndan Meclis’in ayaklar›n› yere sa¤lam basmas›n› sa¤layacak “çal›flma gruplar›”n›n oluflturulmas›na baflland›. Belirlenen plana göre; Ankara’n›n dört bir yan›na yay›lacak “yerel ekipler” ile iletiflim halinde kalacak olan Merkezi Çal›flma Ekibi, farkl› alanlardaki çal›flma gruplar›n›n aralar›ndaki ba¤› da kuracak. Bir yandan mimar, mühendis,

flehir planc›s›, e¤itim ve sa¤l›k emekçisi, sosyolog vb. temsilcilerin kat›l›m›yla “yerel seçim program›” oluflturulurken; di¤er yandan kifli ve kurum ziyaretleri düzenlenecek. Gençlik, kad›n, engelli, emekli ve hukuk gibi alanlardaki gruplar da politik-pratik çal›flmalar›n› sürdürecek. Çal›flman›n önemli sac ayaklar›ndan birisini de Propaganda Ekibi oluflturacak. Ekip, bas›n ile iletiflimden sosyal medya kullan›m›na, eylem-etkinlik organizasyonlar›ndan video-kurgu-tasar›mmüzik gibi araçlar›n üretimine kadar bir dizi sorumluluk üstlenecek.

Bu kavgada biz de olaca¤›z Tayyip Erdoğan bu kumpastan, bu “operasyon”dan nasıl kurtulacak? Biliyor ki artık uzlaşma yok, geri dönüş yok. Mutlaka galip çıkmak zorunda. Ya diktatoryasını güçlendirerek çıkacak ya da Yüce Divan’a kadar yolu var. Kendince tek bir yolu var; yerel seçimlerden başarı ile çıkmak. Yani milli irade tecelli edecek ve herkes bu milli iradeyi kabul etmek zorunda kalacak! Seçim kazanma konusunda AKP’nin hakkını teslim etmek gerek. Daha 15 aylık bir parti iken, 3 Kasım 2002’deki genel seçimlerden başarı ile çıkmış, on yıldan daha fazla süren bir koalisyon hükümetleri döneminin ardından ilk çoğunluk hükümetini oluşturma olanağı kazanmıştı. Bu ve sonraki seçimlerde belirgin bir biçimde ayırt edici (örgütlenme, politika belirleme, kaynak yaratma teknikleri, reklam ve kampanya) strateji ve taktikleri kullanmıştı. Özellikle ABD’de ve çeşitli Avrupa ülkelerinde geliştirilmiş ve seçimlerde başarı yakalama aracı olarak kendisini ispatlamış “seçimsel profesyonel parti” olarak tanımlanan bir modeli uyguluyordu. Parti liderliği (Erdoğan, Gül, Arınç) ve bu liderlik ile yakın ilişki içerisinde çalışan küçük bir teknokratik parti yöneticileri grubu (Cüneyt Zapsu,Yalçın Akdoğan, Mücahit Aslan…) çekirdeği oluşturuyordu. Bunlar, bilgisayar destekli veri tabanlarını kullanarak modern pazarlama ve kaynak bulma, lider ve parti imaj yönetimi ve cazibelerini en üst seviyeye çıkarmak için kampanya mesajları ve stratejileri geliştirme tekniklerine sahip, seçim kampanyaları düzenleme konusunda uzman olan şahısları seçim dönemlerinde işe koşuyorlardı. Tayyip Erdoğan, bu modele kendi “keşfettiği” bir taktik ekledi; siyasi rakiplerini “besleme yöntemleriyle” bünyesine katma. Bu bazen Türkeş ailesinden biri (Kutalmış Türkeş) oldu, bazen sosyal demokrat camiadan biri (Ertuğrul Günay). Daha sonra taktiğini geliştirdi, eski-yeni parti başkanlarını transfer etti; Süleyman Soylu’yu, Numan Kurtulmuş’u. Kısacası Tayyip Erdoğan seçimlere çok güveniyor. Bu yerel seçimlerde de başında İstanbul milletvekili Mustafa Ataş’ın olduğu, gençlik ve kadın kollarından birer kişinin bulun-

duğu 10 kişilik bir ekip, sabah namazıyla başlayıp gece yarısına kadar çalışacakmış. Tayyip Erdoğan herhangi bir belediyeye aday değil ama bu seçimlerin ana sloganı da “Yeni Türkiye’nin İstiklal Mücadelesi Lideri” olacakmış! (Artık dünya liderliğini bırakmış olmalı) Ancak… Bu sefer işler biraz çetrefilli. Seçim süreci, hiç de Tayyip Erdoğan’ın tahayyül ettiği gibi yürümüyor. Malum Cemaat ve bu Cemaat’le aynı amacı paylaşan, yani iktidarı paylaşmak isteyen iç ve dış güçler Erdoğan’a rahat vermiyor. Ne olursa olsun seçime kadar dayanmak zorunda. Bir taraftan saldırıları bertaraf etmek, aynı zamanda saldırı kanallarını tıkamak zorunda. Yolsuzlukla mı saldırdılar, hemen karşı yolsuzluk iddialarıyla yanıt veriyor. Bakan çocuklarının yolsuzluklarına karşı Cemaat’in Uganda’daki rafineri ihale yolsuzluğu (ananas mevzuu), Sarıgül’ün 10 yıl önceki yolsuzluk dosyaları vs... Kısacası “bunlar da yolsuz” diyor. Burhanettin Kuzu daha doğrudan söylemekte: “Sol iktidara az geldiği için az hırsızlık yapıyor, iktidar olduklarında onları da görürsünüz. Çünkü bir adamın elinde para yoksa makam yoksa neyi çalacak.” Savcılarla, polislerle tek tek uğraşmaktan yıldılar, toplu çözüm arıyorlar. O yüzden yeni HSYK yasa tasarısını hazırladılar. Gelen tepkiler üzerine şimdilik tasarıyı bekletiyorlar ama herkes tetikte. Bu yasa çıkarsa tam bir kaos yaşanacak. Yeni yasaya çıkar çıkmaz HSYK’daki üyeler dışında kalan genel sekreter, genel sekreter yardımcıları, Teftiş Kurulu başkan ve yardımcıları, tüm kurul müfettişleri, tetkik hakimleri ve idari personelin görevlerine son veriliyor. HSYK’nın yönetmelik çıkarma ve genelge düzenleme yetkisi Adalet Bakanı’na yani Bekir Bozdağ’a veriliyor. Anayasa Mahkemesi, bu yasayı iptal edecek olsa, bu süreçteki icraatların geri dönüşü nasıl olacak belli değil. Kaosu şimdilik göze alamayan AKP, bu kez de yeni bir formül üretti; Özel Yetkili Mahkemeleri kaldırmak. Böylece Cemaat’in elindeki savcı ve hakimlerinin “özel” konumlarını kaldırarak kendi başlarına operasyon yapmalarını engelleyecek! AKP’nin bir başka acil önlemi

interneti denetim altına almak oldu. Bunun da adı yasaklamak değil, alışıldığı üzere “düzenlemek” oldu. AKP, “yasak” sözcüğünü hiç kullanmıyor, yasaklama olarak yapılan her şey aslında bir “düzenleme.” “Aile ve çocukları internetin karanlık yüzünden koruma” adı altında artık tüm kişisel ve kurumsal internet hesaplarının her türlü hareketinin iki yıl boyunca kayıt altına alınarak saklanması zorunlu olacak. Ayrıca istenmeyen bir yayını dört saat gibi kısa sürede engellemek mümkün olacak. Bu engelleme kararını ise bir mahkeme değil, AKP’nin atadığı Telekomünikasyon İletişim Başkanı verecek. Böylece AKP, interneti kullanan herkesin “ne haltlar karıştırdığını” geçmişe dönük olarak da öğreneceği gibi Pensilvanya’dan yüklenen her türlü video ve ses kaydını kimse erişemeden engelleyebilecek. Bu yasa karşısında en büyük yaygara tekelci sermayeden geldi. Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı, “Hiç kimse veri akışının bu derece aşırı denetlendiği ortamda yatırım yapmak istediği ülkeyi risksiz olarak kabul etmez” dedi. Bilişim Sanayicileri Derneği Başkanı Kemal Cılız da benzer bir kaygıda: “Uluslararası iş yapış şekillerine uygun olmayan yasal bir ortamda girişimciliğin ve yatırımların yeşeremeyeceği bir gerçektir.” Bunların derdi de başka, toplumsal yarar, bireysel ve kamusal hak ve özgürlükler sadece “kâr gözlüğü”nden değerlendiriliyor. Koyun can derdinde bunlar (kasap) et derdinde… Tekelci sermayenin bu dönemki tek derdi internet değil elbette, asıl derdi doların yükselmiş olması. Özel şirketlerin 165 milyar dolar dış borcu mevcut. Doların her 1 kuruş yükselmesi bu borcun Türk Lirası karşılığını büyütüyor. Bunlar ülke içinden para kazanacak ki (sömürecek ki) dış borcunu ödeyebilsin. Tekelci burjuvazinin bu konuda da taktiği aynı, kendi çıkarını toplumun bütününün çıkarı gibi gösterebilmek. TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, ekonomik ve stratejik olarak dünyanın yeni çerçevesinin çizildiği bir ortamda Türkiye’nin kendisini tüketen, şiddetli, yıkıcı ve kazanımı olmayacak bir kavga ile enerjisini harcadığını söylüyor.

“Böyle giderse ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir” diye ekliyor. Tayyip Erdoğan’ı can evinden yani AKP’yi var eden ve AKP’lilerin ceplerini doldurmalarını sağlayan yabancı sermaye ile korkutuyor. Yer mi Koca Tayyip? Erdoğan’ın yanıtı çok net oldu: “Bunlar vatan haini!” Neden? Çünkü Erdoğan’ın yanında yer almadılar, üstelik en ihtiyaç duyduğu yerde yabancı sermayeyi kaçırtacaklar. Bu arada, kim daha fazla vatan haini tercih yapmak güç. Tarım ve kamu dışı çalışanların yüzde 50’sini sömürerek (çalıştırarak) milyar dolarlık servetler yapan TÜSİAD’a üye kuruluşlar mı, yoksa aldığı komisyonlarla dünyanın en zengin başbakanı (8 milyar doların üzerinde olduğu iddia ediliyor) ünvanına sahip olan Kasımpaşa çocuğu Tayyip Erdoğan mı? Ne derse desin artık Erdoğan’dan umut kesilmiş durumda. Başta ABD’li yayın kuruluşları (Washington Post, Ekonomist) ve akil adamlar (Abramowitz, Edelman, Misztal) olmak üzere cephe açmış, uluslararası aktörler neredeyse bir bütün olarak Erdoğan’dan umudunu kesmiş durumda. Erdoğan’ın yapabileceği tek atak, kapitülasyon dağıtarak karşı cephede müttefik yaratabilmek. Fırsattan istifade etmeye çalışan müşteriler var elbette, Almanya gibi, Fransa gibi, İran gibi. Avrupa Birliği’ni bir bütün olarak yanına alma girişimi fiyaskoyla sonuçlandı. Oysa bu dönem AB ile ilişkileri biraz daha geliştirebilse, örneğin bir iki fasıl daha açtırabilseydi, seçim öncesi ne çok işine yarardı! Ancak uluslararası ilişkilerde mutlak çıkar ortaklıkları (ittifaklar) hala mevcut, özellikle Kürtler söz konusu olduğunda. Suriye’nin geleceğinin karara bağlanacağı Cenevre’deki görüşmelere aralarında Kanada’nın, Danimarka’nın, Hindistan’ın olduğu 40’a yakın ülke (taraf) katılırken Suriye’deki en büyük muhalif siyasi güç PYD çağrılmıyor. Barzaniciler ise Suriye muhalefetinin arasına iliştiriliyor. İçinde PYD’nin de olduğu 10 Kürt partisinin davetliler içinde olmaması konusunda ise herkes hemfikir, ne uzlaşma ama! BM Genel Sekteri Ban Ki-Moon “Cenevre-2 konferansının ardından Suriye’de

geçiş hükümetinin kurulması gerekiyor” diyor. Oysa Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı da “Şu anda, Esad’tan başka hiç kimse Suriye’yi yönetemez” demekte. Rojava halkı ise onların icazetine gerek duymadan özerklik ilan edip, kendi hükümetlerini kurdu, kurmaya da devam ediyor. Cezire’den sonra Kobani ve Efrin’de de hükümet kurulup bakanlar işbaşı yapacak. Öcalan’ın Leyla Zana ile Barzani’ye gönderdiği mektup, Rojava’da Kürtler arasında daha uyumlu bir süreci başlatabilir. Erdoğan-Davutoğlu ikilisine ise illegal MİT’e, illegal yollarla, illegal İslamcılara silah ticareti yapmaktan başka yol kalmadı. Yoksa bu kadar riski, yani 7 tır dolusu silah nakliyatının taşıdığı riski, Cemaat’in savcıları tetikte beklerken niye alsınlar? Erdoğan’ın güvenebileceği kimse de kalmadı. Nasıl ki minibüsçüler, taksi şoförleri, bakkallar Melih Gökçek’i terk ettiyse Erdoğan’ı da has elemanları birer birer terk edecek. Bu tehlikeyi gören Erdoğan, emir erlerini en yetkili makamlara getirmeye başladı. Müsteşarı Efkan Ala’yı milletvekili olmamasına rağmen İçişleri Bakanı yaptı. O da işlevini yerine getirip AKP’nin seçim kampanyasında il il dolaşarak propaganda yapmakta. Özel Kalem Müdürü yardımcısı Akif Çağatay Kılıç’ı spor bakanı, Ortadoğu danışmanlığını ve tercümanlığını yapan Emrullah İşler’i Başbakan Yardımcısı yaptı. Başa dönersek Tayyip Erdoğan’ın iktidarını korumaktan başka bir çıkış yolu yok ve iktidarını korumak için elinden ne geliyorsa yapacak. Yani İstanbul ve Ankara’yı kaybetmemek, Türkiye genelinde başarısız görünmemek için her yolu deneyecek. (Aslında bu yakın hedefleri başarsa bile bu dalaş bitmez, çünkü ekonomik hedefler daha şimdiden göçtü, yolsuzluk yaftası boynuna asıldı, kendi kitlesi içinde bile büyük bir güvensizlik oluştu ve daha da önemlisi cumhurbaşkanlığı daha büyük bir kavga demek). Ve elbette iktidardan dışlananlar ve yeni iktidarı paylaşmak isteyenler de her yolu deneyecek. Gerilimi tırmandıracak yöntemleri de devreye sokacak. Daha şimdiden bu seçim döneminin sadece pankartlarla ve afişlerle geçirilmeyeceği belli oldu.

Ankara Keçiören, Tokat, Van, Esenyurt ve Şişli ilk çatışma alanları. Daha da artacak! Solun bu çatışma taraflarından biri olmayacağı açık, ancak bu çatışma alanlarında kendisine ait bir çatışma konusu ve barikatı kurabilecek mi? Bu dönemde yaşanan çatışmaların halkın doğrudan çıkarları ekseninde geliştiğini (şimdilik) söylemek imkansız. Tayyip-Cemaat dalaşı ya da siyasi grupların yerel ölçekli iktidar kapma dalaşı bu süreci kaplayacak, bunun önüne geçilemez (İçinde olunmasa bile her türlü çatışmaya hazırlıklı olmak kaçınılmaz). Unutulmamalı ki yerel seçim öncesi artarak yayılacak olan bu çatışmalar, seyirci kalındığı sürece halk yararına yeni bir düzlem oluşturmayacak. Ancak toplumsal muhalefetin yerel ölçekte (il, ilçe, mahalle) halkın hakları (çıkarları) ekseninde güçlü cepheler oluşturması ve kazanımları için mücadele etmesi ile bu sahte çatışmaya doğru noktadan müdahil olması mümkün. Bunun çeşitli örnekleri, (bu toz duman içerisinde fark edilmesi güç olsa da) mevcut; muhtarlık çalışmaları, Hopa ve Kemalpaşa’da sosyalistlerin meclislerle seçimlere girişi, Ankara’daki bağımsız aday çalışması gibi. Ve üstelik bu adımlar sadece seçim sandığına yönelik olarak değerlendirilmemeli. Doğrudan sandığa yönelik gibi görünmeyen Gaziosmanpaşa’daki barınma hakkı mücadelesi, İstanbul 22 Aralık Kent Mitingi bileşenlerinin birlikteliklerini sürdürerek kent gündemlerine müdahil olması, DİSK’in örgütlenme atağı, Karadeniz’de HES karşıtı mücadelenin yeniden canlanma eğilimleri… gibi çalışmalar bu süreçte cephenin nereden kurulması gerektiğine dönük önemli işaret noktaları olarak görülmeli. Devrimciler için bu dönem, her zamankinden daha belirgin olarak, gündem yaratmanın, o gündem doğrultusunda harekete geçmenin ve çatışmaya kendi barikatından katılmanın zorunlu olduğu bir dönem. Çünkü şekil verilmeye çalışılan gelecek bizim geleceğimiz, halkın geleceği. Bu kavga ülkeyi kimin, nasıl yöneteceğinin kavgası. O zaman bu kavgada biz de olacağız.


4

GÜNDEM 30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

Halk›n Sesi

Liberallere kötü haber: AKP kaybediyor, Kürt halk› kazan›yor AKP'nin İstanbul veya Ankara'dan birinde seçimi kaybetmesinin sonun başlangıcına işaret edeceği genel bir kanı. Türkiye'nin büyük merkezlerinde yerel iktidarların kaybedilmesi elbette AKP iktidarını güç durumda bırakacaktır. Ancak, AKP'nin iktidar kavgası yalnızca büyük merkezlerde cereyan etmeyecek. Kavganın önemli bir alanı da Kürdistan. AKP'nin iktidar meşruiyetinin önemli bir kaynağını Kürt illerinde kitle tabanına sahip tek düzen partisi olması sağlıyor. Başlangıçta AKPCemaat çatışmasının Batı'yla sınırlı kalacağı, sıra Kürdistan'a gelince düşmanlığın ikinci planda tutulmaya çalışılacağı düşünülüyordu. Ancak AKP-Cemaat çatışması öylesine derinleşti(rildi) ki, Kürdistanı da içine aldı. Gülen Cemaatinin Kürt illerinde de AKP'den desteğini çekmekte olduğu, bazı illerde BDP adaylarını desteklemeye yöneldiği haberleri gelmeye başladı. BDP, bir önceki seçimde yüzde 19 oy aldığı Urfa'da, yüzde 30'ların üzerine çıktı. Urfa merkezde ve Siverek'de daha önce AKP'yi destekleyen aşiret ve cemaatlerin bir kısmı BDP ile yakınlaşıyor. Urfa'daki oy kaymaları bu hızla sürerse, BDP'nin seçimi kazanması dahi olanaklı. Siirt'de Cemaat'in başkanlıkta BDP'yi, mecliste CHP'yi destekleme kararı aldığı ileri sürülüyor. Mardin'de AKP daha şimdiden havlu atmış görünüyor. Muş'da, Bingöl'de ve Bitlis'de de BDP'nin AKP'yi geride bırakabileceği görülüyor. Urfa, Bitlis, Muş, Mardin ve Bingöl gibi illerde belediye başkanlıklarını kaybetmesi (veya büyük oy kaybına uğraması) AKP'nin elindeki Kürt kartını çok zayıfFerda latacak. Koç Tabii ki BDP'nin Kürdistan'daki bu yükselişinde ferdakoc@ hotmail.com belirleyici olan Cemaat'in AKP'den desteğini çekmesi değil. KCK operasyonları, Roboski katliamı ve Rojava devrimi, AKP ile Kürt halkı arasındaki ilişkinin asıl kırılma noktalarını oluşturuyor. AKP'nin Kürt Kartı'nın ikinci bir bileşeni daha vardı: Müzakere Süreci. Kürt sorununun müzakere yöntemiyle çözümünü sağlayabilecek tek parti olduğunu ileri süren AKP, 17 Aralık'tan sonra, müzakere sürecinde ortaya çıkan sıkıntıların Cemaat sabotajlarından kaynaklandığını ileri sürdü. AKP, Oslo sürecinin başarısızlığa uğramasını da, KCK operasyonlarını da, Paris Suikastı’nı da Cemaat'e yıkarak elini temizlemeye çalıştı. Ancak Cemaat AKP'nin bu manevrasına hiç beklenmeyen bir yanıt verdi. Önce AKP'ye “tencere dibin kara, seninki benden kara” dedi. Paris Suikastı’na ilişkin belge ve telefon kayıtları ortalığa döküldü. Böylece, tasfiye politikasının AKP'nin “müzakere perspektifi”nin tamamlayıcı parçası olduğu gösterilmiş oldu. Bir süre sonra, Cemil Bayık'ın “Erdoğan'ın kalması da gitmesi de çözüm sürecini etkilemez” beyanatı geldi. Fethullah Gülen, Bayık'ın beyanatına, Oslo sürecine de Öcalan ve PKK ile görüşmeye de karşı olmadığını söyleyerek karşılık verdi. “AKP giderse çözüm süreci biter” iddiası birinci elden yalanlanmış oldu. (Gülen'in sunduğu “kültürel çözüm” çerçevesi ve tasfiyeci müzakere çizgisinin ABD çizgisiyle örtüştüğüne de ayrıca dikkat çekmek gerekiyor. Cemaat'in “kaidesinin” Kürt sorunundaki bu manevrayı alabilecek kıvraklıkta olmadığını, Paris Suikastı belgelerinin kaynağının ise “belirsizliğini” koruduğunu aklımızda tutmalıyız.) Kürt siyasi hareketinin 17 Aralık sonrası izlediği politika, AKP'nin Kürdistan'da ezilmesi ve müzakere sürecinin “çok muhataplı” bir hale gelmesiyle, Kürt sorununun çözümünde yeni bir evrenin kapısını aralıyor: Müzakere süreci kurumsallaşıyor. AKP'nin düşmesinden Kürtlerin zararlı çıkacağını düşünen Kürt liberal aydınları için kötü bir haber olacak ama, yanıldılar! AKP kaybediyor, Kürt halkı kazanıyor.

CHP’nin sa¤a aç›l›m› Türkiye tarihinin en derin yönetsel krizlerinden birinin yaşandığı bir süreçte, 1923’te devlet partisi olarak kurulup, 1973’den bugüne bizim sömürge tipi demokrasimizin sosyal demokrat partisi olmaya çalışan CHP de yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve yanındaki heyetin son ABD ziyaretinin bir dönüm noktası olduğu şimdi daha net anlaşılıyor. Amerikan bürokratları ile yapılan görüşmeler, Cemaatle kahvaltılı toplantıların yapıldığı bu ziyaretten sadece 12 gün sonra AKP’yi sarsan 17 Aralık operasyonunun gündeme gelmiş olması ilgi çekici. 1950’den bu yana çoğu zaman koalisyon ortağı olarak sadece yedi yıl hükümet olmanın tadına bakabilen CHP, iktidar şansının artık kendilerine

geldiğini düşünüyor. Ancak, neoliberal dönemde iktidar olmak isteyen bütün siyasal güçler gibi, AKP’ye nasıl milli görüş gömleği çıkarttırılmışsa, CHP’ye de yeni rejime engel teşkil edebilecek don gömlek ne varsa çıkarttırılmaya çalışılıyor. Siyasal İslam ve yeni düzen ile CHP arasında kurulan yeni dengenin önemli işaretlerinden birini, Meclis’teki türbanlı milletvekili tartışmasında “vuruşarak geri çekilme” görüntüsünde görmüştük. CHP, Atatürk devrimlerinin partisi ve laik düzenin koruyucusu olmakla övündüğü bir çizgiden, “cemaat ve tarikatlara karşı değiliz, onların siyasete karışmasına karşıyız” noktasına gelmiştir. Kaderin cilvesine bakın ki, cemaatin şamarını yiyen AKP de “paralel devlet” diye bağırarak aynı şeyi savunmak-

tadır. CHP genel başkanının ağzından yeni çizginin köşe taşı ‘Cemaatler, çok eskiden beri Türk tarihinin bir gerçeğidir’ diyerek deklare edilmektedir. Ancak bunlar boş laftır. Siyasetten muaf bir tarikat veya dini cemaat, tarihin hiçbir döneminde olmamıştır. Gelinen noktada Türkiye Cumhuriyeti devletinin birçok kurumu da tarikat ve cemaatler arasında pay edilmiş durumdadır. 2011 genel seçimleri öncesinde başlayan sağa açılma stratejisinin sınırlarının ve hedefinin oldukça geniş olduğu görülüyor. Bir çok kentte, faşist, sağcı, muhafazakar, gerici adaylar CHP listelerine doldurulmuş durumda. CHP’nin yeni rejimin sınırlarını kabul ettiğine dair taahhütnamedir bu adaylar. CHP, İslami tonlaması güçlendirilmiş neo-liberal yeni dü-

zenin sosyal-liberal bir çizgide sürdürülmesine talip olmaktadır. Eski ulusalcı kadroların da bu duruma onay verdiği, hatta bu projenin parçası oldukları görülmektedir. Ulusalcılıktan geriye ise Kürt düşmanlığı dışında bir şey kalmayacağı ortadadır. CHP, açık bir tercih yapmış, yüzünü dışındaki sola ve Kürtlere değil sağa çevirmiştir. Peki, ama CHP’den yeni düzene merkez partisi yapma projesi tutar mı? Bu projenin tutmasındaki zorluk AKP karşıtı büyük öfkenin, “bir an önce gitsinler” duygusunun sömürüldüğü CHP tabanından gelmemektedir. Projenin önündeki zorluk, ülkemizde uzun yıllardır anti-komünist, Alevi ve Kürt düşmanı duygu ve düşüncelerle beslenmiş sağ seçmenin CHP’ye oy verip vermeyeceği ile ilgilidir.

CHP’nin sağcı seçmeni sağ adaylarla kazanırız politikasının başarısızlığı, sadeKutay ce güçlü hüMeriç kümet arayışındaki egekutay@ menlerin hasendika.org yallerinin suya düşmesiyle sonuçlanmaz. Aynı zamanda mevcut CHP liderliğinin de liderlik kapasitesinin sorgulandığı bir süreci başlatır. AKP’nin ciddi irtifa kaybetmesine rağmen eldeki belediyelerini koruyarak çıktığı bir sonuç ise, genel seçimlere kadar burjuva siyaset düzleminin ağır bir krizi demektir. 17 Aralık’tan sonra ise artık bambaşka bir Tayyip Erdoğan ve AKP ile mücadele süreciyle karşı karşıyayız.

Erdoğan’ın ‘ihanet listesi’ A

rkasındaki iktidar güçleri Erdoğan’ı yalnızlaştırıp üzerindeki baskıyı sürekli artırıyor. ABD-AB ve onların uluslararası operasyon gazeteleri, Fethullahçılar ve TÜSİAD gemiyi terk etti bile. Bunu “kendisine ihanet” olarak değerlendiren Erdoğan’ın ‘listesi’ her geçen gün kabarıyor.

HSYK fi‹MD‹L‹K DONDURULDU AKP, yumruklu tekmeli kıran kırana Adalet Komisyonu oturumlarından geçerek Genel Kurul'a gelen HSYK düzenlemesini, şimdilik dondurma kararı aldı. Şimdilik diyoruz; çünkü Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, meclis tatile girmeden uzlaşma sağlanamazsa, yasanın geçirileceği tehdidinde bulunmayı da ihmal etmedi. AB Genişleme Sorumlusu

Stefan Füle’nin yeni AB Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na 14 ve 20 Ocak tarihlerinde yazdığı ve endişe ifade eden iki mektubu gazetelerde yayımlandı. AB, aşağı yukarı Abdullah Gül ve Kemal Kılıçdaroğlu’na benzer tutumla düzenlemeye karşı çıkıyor. AB’li yetkililer, tutumlarını bir kez de gergin Bürüksel görüşmelerinde (2122 Ocak) doğrudan Erdoğan’ın yüzüne karşı söylediler. “Türkiye’deki yargı bağımsızlığına ve yargıya siyaset karışmamasına verdikleri önemi” aktardılar. AP Yeşiller Grubu Eşbaşkanı Daniel CohnBendit’in söylediklerine bakılırsa, yolsuzluklar, yargı bağımsızlığı ve demokrasi konularını gündeme getiren AB temsilcilerine “icraatlarını” anlatan Erdoğan alay konusu olmuş.

TÜS‹AD ‘OLMAZSA OLMAZ’ Bastırılamayan sokaklardan ya da kanlı meydan okumalardan ziyade, muhalifleri işi dalga geçmeye ve alaya almaya vardırmışlarsa, zalim diktatörlerin gidici olduğu artık kesinleşmiş demektir. Dün, Erdoğan’ı dünya liderleri liginde oynamaya yüreklendiren emperyalist güç merkezlerinin bugün desteğini çekmesi, bizzat kendi gazetelerinde alaysı raporlarla dile getiriliyor. Gün geçmiyor ki “Erdoğan’a bir ihanet raporu” yayımlanmasın. Gülen Cemaati ve Kılıçdaroğlu’ndan sonra, son olarak TÜSİAD da “ihanet listesi”nin üst sıralarında beklenen yerini aldı. Suriye’ye silah sevkiyatı yapan “MİT tırlarının deşifre edilmesi”, “Türk polisinin dünyaya rezil edilmesi” gibi suçlamalar bu listede yer almak için

yeterli oluyor. TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, Genel Kurul’da (23 Ocak) “Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen bir ülkeye yabancı sermaye gelmez” demiş. Bu sözleri tekelci sermayenin işaret fişeği olarak değerlendiren Erdoğan, “faiz lobileri”ne karşı başlattığı “istiklal savaşının” hedefini genişletti.

SEN DE M‹ ‘MERKEZ’ Nihayet Merkez Bankası, bir gece yarısı toplantısıyla (28 Ocak) beklenen “faiz artışı”nı ilan etti. Borçlanma faiz oranı yüzde 3,50’den yüzde 8’e; bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı yüzde 4,50’den yüzde 10’a; marjinal fonlama oranı yüzde 7,75’ten yüzde 12’ye yükseldi. Bu kararların doların yükselmesi, enflasyon artışı, finansman/borçlanma yetersizliği ve TL’nin değer kaybı sorunlarını

ne denli çözeceği ayrı bir tartışma konusu; ancak görünen o ki bu kararlara imza atan Erdem Başçı’nın Erdoğan’ın ihanet listesinin kuvvetli adayları arasına girmesi şaşırtıcı olmaz. Bu sefer Merkez’den ciddi bir yara alan Erdoğan, toplantıdan hemen önce faiz artırımına gidilmesine karşı olduğunu açıklamış, “Ben faizlerin artırılmasına karşıyım. Sorumluluğu da onlara aittir. Yarın orada doğabilecek bir şeyin hesabını da onlar vereceklerdir” demişti. Öte yandan bir fırsatçılık ustası olan Erdoğan, elbette bu durumu da fırsata çevirmeyi ihmal etmiyor. Önüne geçemeyeceği bir faiz artışının yıkıcı sonuçlarının sorumluluğunu yıkabileceği günah keçisini şimdiden ilan ederek, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın “ihanet listesi”ndeki yerini işaretlemiş oluyor.

Tayyip düflerken... Ali Ergin Demirhan

Başkanlık sarayının kapısına dayanıp içine girmeyen bütün halk ayaklanmaları gibi Haziran İsyanı da iktidarın tepesindeki hasta adamı siyaseten öldürdü ama cenazesini kaldırmadı. Çünkü eskisi gibi yönetilmek istemeyenler henüz yönetmeye hazır ve talip değildi. Haziran buydu. Ve şimdi o ceset kokuyor. Cemaat ön safta, iktidar bloğunun yerli, yabancı bütün unsurları “hadi artık” diyor, “şu cenazeyi kaldıralım.” Çünkü egemenler, dış politikasıyla, ekonomisiyle artık yönetemez hale gelen adamın “benden sonrası tufan” diyerek sarıldığı koltukta daha fazla kalıp kendisiyle birlikte bütün bir sistemi de çökertmesini istemiyor. 17 Aralık’ta başlayan operasyon da bu.

Erdoğan her ne kadar Haziran İsyanı ile 17 Aralık’ı aynı kefeye koymaya çalışsa da, halk isyanından yükselen “yetti artık” itirazıyla, yolsuzluk operasyonu eşliğinde iktidar blokundan gelen “yetti artık” uyarısı arasında kökten bir fark var. Birincisi aşağıdan ve sistem karşıtı bir devrimci itirazı; ikincisi yukarıdan ve sistemi hem miadı dolmuş adamdan hem de isyan tehdidinden kurtarmaya yönelik bir sistem içi müdahaleyi temsil ediyor. Bu noktada operasyonun arkasındaki asıl dinamiği teşhis ederek halkın itirazını egemenlerin itirazından ayrı tutacak politik araçlar geliştirmek, yani solun bağımsız bir tutum almasına öncelik vermek, devrimci bir siyaset üretebilmek açısından zorunluluktur.

Ne var ki operasyonun arkasındaki asıl dinamiği teşhis etme çabasını gereksiz, hatta zararlı bulan bir yaklaşım da var. Örneğin Tanıl Bora (Birikim, “Operasyon”, 297), operasyonun arka planındaki güçleri ortaya koyma çabası “komplo zihniyetinin bir sendromudur”, “konunun içeriğini konuşmaya meydan vermez,” solu anti-politik bir pozisyona iten “antipolitik bir habislik”tir diyor, “sendika.org”yi de bu gruba dahil ederek. Oysa içerikten kasıt “AKP’nin kent yağması ekseninde dönen yolsuzlukları”, “Suriye’deki cihatçı gruplara desteği”, “Paris ve Roboski katliamlarındaki sorumluluğu” ya da “Erdoğan’ın anti-demokratik tutumu” ise, bunlar “operasyon”la öğrenilmiş şeyler değil. Bunlar, AKP’ye karşı kesintisiz mücadele eden sosyalistlerin ve toplumsal

muhalefetin zaten sürekli gündemindeydi. Hatta bu yüzden “AKP karşıtlığı”na bile indirgenmeye çalışıldılar. Sürece “içsel bakış”, operasyonun tetiklenmesinde ABD’nin belirleyici rolünün görmezden gelinmesini gerektirmez. Erdoğan kişisel düşüşünü engellemek için, partisinin, devletin ve bütün ülkenin kaderini kendi kaderine bağlamıştır. ABD’nin, Ortadoğu’daki taşeronunun tehlikeli bir mecraya girmesine kayıtsız kalması düzenin bekası için telafi edilemez bir hata olurdu. Cemaat, CHP ve çoğu düzeniçi aktörün ABD’ye göre pozisyon aldığı açıkça görülüyor. AKP’li komplo teorisyenlerinin asimetrik saldırılarının etkisinde kalarak ABD’nin belirleyici rolü yok sayılabilir mi? Tersine “anti-politik habislik” tam da böyle

bir şey olmaz mıydı? Bu bakımdan asıl hırpalanması gerekenler, orduya karşı AKP-Cemaat ittifakının, kaçınılmaz demokratikleşmeye kapı aralayacağını ilan ederek 12 Eylül referandumunda (2010) “yetmez ama evet” kampanyası yürütenler değil mi? Şimdi onlar “Yetti artık” diyor. Ama ne yazık ki, referandumda haksız çıktıklarında; iş cinayetlerine kurban giden işçilerin 10 yılda 10 bini aştığında; Roboski ve Paris katliamında; Metin Lokumcu öldürüldüğünde; KCK operasyonlarında; Reyhanlı kana bulandığında, Gezi’yle birlikte milyonlar “Yetti artık!” dediğinde de değil de şimdi diyorlar. Yani Cemaat kadroları eliyle AKP’ye devlet içi bir operasyon başlatıldıktan, ABD’den Tayyip Erdoğan’a açıktan müdahale çağrısı yapıldıktan, TÜSİAD sesini yükselttikten, AB tem-

silcileri kamuoyu önünde Erdoğan’la dalga geçmeye başladıktan sonra… Üstelik tıpkı “yetmez ama evet” derken yaptıkları gibi, “yetti artık” derken de operasyonun yürütücülerine halkın gözünde meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar. “Operasyon”cular iki mezar kazmış durumda. Biri artık yönetemeyen Tayyip için, diğeri artık eskisi gibi yönetilmek istemeyen halkın isyanı için. Bu durumda ancak halk isyanıyla gerçek politik bağlar kurmaya yetenekli tek güç olan sosyalistlerin bağımsız tutumlarını güçlendirmesi senaryoyu tersine çevirecektir. Sistemin kurtulması için, artık yönetemeyen Erdoğan’dan kurtulması da yetmeyecektir. Teminatı, Haziran İsyanı’nın gösterdiği halkların yükselen devrimci dinamizmidir.


5

DÜNYA 30 Ocak 2014 / 12 Şubat 2014

Halk›n Sesi

Cenevre’de halk yok, çözüm yok VECİH CUZDAN

S

uriye krizine siyasi çözüm amaçlayan Cenevre-2 Konferansı, 22 Ocak’ta İsviçre’nin Montrö kentinde sert açıklamalar ve karşılıklı suçlamalarla başladı. Konferansa, aralarında Meksika ve Brezilya’nın da bulunduğu 39 ülkenin heyetleri katıldı. Ancak, çözümün parçası olabilecek asli unsurların yani İran, bağımsız Suriye muhalefeti ve Suriye Kürtleri (PYD) katılımı engellendi. İran, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-moon tarafından 20 Ocak’ta konferansa davet edildi. Ancak Suriye muhalefetinin ‘konferansa katılmayız’ resti ve ABD’nin ‘Cenevre-1’ dayatması sonrasında geri adım atan BM, davetini çekti. PYD’nin içinde bulunduğu Batı Kürdistan Halk Meclisi ve Heysem Menna’nın liderleri arasında yer aldığı bağımsız ve laik oluşum Suriye Ulusal Koordinasyon Kurulu da konferansa çağrılmadı. Montrö’de başlayan Konferans’ın açılış günü uluslararası katılımla gerçekleşti. ABD, Türkiye ve Körfez monarşileri heyetlerinin konuşmalarının ana teması, konferansa saatler kala Londra merkezli bir hukuk firması tarafından hazırlanan, Anadolu Ajansı, TRT, Guardian ve CNN tarafından eşzamanlı olarak yayımlanan “Esad'ın işkenceleri” isimli rapordu. Katar finansmanıyla hazırlandığı açığa çıkan raporda 11 bin kişinin Suriye yönetimi tarafından ‘sistematik’ bir şekilde işkence edilip öldürüldüğü iddia edildi. Konferansın açılışında yapılan konuşmalarda özellikle Suriye, Suriyeli muhalifler, ABD, Rusya ve Türkiye adına yapılan konuşmalarda bütün taraflar kendi karşıtlarını hedef alan suçlamalar yöneltti. Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Moskova'nın, “dışarıdaki aktörlerin” Suriye'deki iç savaşa karışmasına karşı olduğunu söyledi. “Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki ülkelere dışarıdan reform reçetesi dikte etme ve toplumsal mühendislik denemeleri yapmanın politik ve ekonomik modernleşme süreçlerini sadece geri itmeye neden olacağını” söyleyen Lavrov ABD ve Avrupa devletlerini eleştirdi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye'de yaşananlardan dolayı Esad

Suriye muhalefetinin barışçıl demokratik çözüm yanlısı bağımsız kesimlerinin katılımının engellendiği Cenevre 2 Konferansı, sonu görünmeyen savaşın diplomasideki yansımalarından ibaretti yönetimini suçladı ve çözümün bir geçiş hükümetinin kurulması olduğunu söyledi. Kerry, Esad'ın kurulacak geçici hükümette yer almasının hiçbir şekilde söz konusu olamayacağını savundu. TARAFLAR, HUMUS ATEŞKESİNDE ‘UZLAŞTI’ 26 Ocak’a kadar hiçbir ilerleme kaydedilmeyen konferansta, taraflar 25 Ocak tarihinde ‘yüz yüze’ görüşmeyi kabul etti. 26 Ocak’ta BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar el İbrahimi’nin arabuluculuğunda bir araya gelen taraflar arasında, kuşatma altındaki Humus için bir ateşkes anlaşması konusunda şartlı uzlaşma sağlandı. Suriye hükümeti, sıkı kontrol altında insani yardımın bölgeye ulaşmasını talep etti, İbrahimi ise şehirdeki silahlı muhalif gruplardan herhangi bir yardım konvoyuna ateş açmama garantisi aldıklarını açıkladı. Şehirdeki kadın ve çocukların da tahliye edileceği belirtildi. Ancak Humus konusunda henüz somut bir adım atılabilmiş değil. SAVAŞ, CENEVRE’DE DEĞİL SAHADA BİTECEK Cenevre-2’den beklentiler oldukça düşük. Konferans’ta yer

alan Suriye muhalefetinin yaşadığı temsil ve meşruiyet sorunu beraberinde oldukça etkisiz bir heyet getirdi. Suriye’de savaşan silahlı muhalif gruplar, Koalisyon üyelerinin ‘Suriye halkını’ temsil etmediğini, ilk ve son sözün kendilerine ait olduğunu açıkladılar. Bazı silahlı muhaliflerin Cenevre’deki Suriye muhalefeti temsilcilerini ölümle tehdit ettiği de iddia edildi. Ayrıca ABD Kongre üyeleri, Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan gruplara hafif silah, çeşitli roketler ve ekonomik yardım gönderilmesi için yetki verdi. Hal böyleyken Cenevre-2’den, Suriye için nihai bir barışın sağlanamayacağı aşikâr. Öyle ki Suriye’de sahada yaşanan askeri gelişmelerin siyasi arenaya etkisi had safhada. İslami Cephe-IŞİD çatışmalarında ölenlerin sayısı bini aşarken, Halep’te ilerleyen Suriye ordusu Nayrab da bulunan Halep Uluslararası Havalimanı’nı kontrol altına aldı. Bu stratejik kazanımla operasyonlarını sıklaştıran ordu, havalimanının batısındaki Aziziye’yi de kontrol altına aldı. Halep kırsalında ilerleyen ordu, HalepRakka yoluna yöneldi, burada-

Cenevre’de Esad düğümü Rojava’nın çözümü özerklikte K

ürt halkını temsil edecek asli unsurlar Cenevre-2’ye davet edilmedi. PYD’nin içinde bulunduğu Batı Kürdistan Halk Meclisi ise aynı tarihlerde Batı Kürdistan’da üç bölgede özerklik ilan etti. Batı (Rojava) Kürdistan Demokratik Özerk Yönetimi Yasama Meclisi, 6 Ocak tarihinde Amûde kentinde toplanarak Anayasa ilan etti. Anayasada Suriye demokratik bir ülke olarak tanımlandı, Batı Kürdistan ‘üç kanton’ halinde bu ülkeye bağlı olarak değerlendirildi. 21 Ocak’ta Cizire Kantonu, 27 Ocak’ta Kobani Kantonu ve 29 Ocak’ta Efrin Kantonu demokratik özerk yönetim ilan etti. PYD Eş Başkanı Salih Müslim, Cenevre-2’ye “Suriye halklarının temsilcilerinin dışında herkesin katıldığını” belirterek, Suriye’de halkların gösterdiği tepkinin egemenlerin güdümüne alınmaya çalışıldığına dikkat çekti. Müslim, "Biz Suriye sorununun askeri yöntemlerle değil diyalog ve barışla çözülece-

ğine inanıyoruz" diyerek, "Bu amaçla bugünlerde Cenevre'de toplantılar düzenleniyor; fakat bu topraklarda söz sahibi olması gerekenler görüşmelerden uzak tutulmuştur. Cenevre-2'nin bizleri bağlamadığını iletiyoruz" dedi. PYD’nin konferansa davet edilmemesi konusunda KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık’ da açıklamalarda bulundu. Cenevre-2’nin ‘ölü doğduğunu’ belirten Bayık, Cenevre’ye muhalefetle birlikte katılan kişilerin Kürt halkını ve Rojava’yı temsil etmediklerini belirtti. Bayık, Barzani’ye yakın Suriye Kürt Ulusal Meclisi’ni, 24 Aralık’ta alınan ‘ortak heyet’ kararına rağmen, Kürtleri temsil iddiasıyla Koalisyon içinde konferansa katılmasını ihanetle suçladı ve bu grubun Kürtleri temsil etmediğini savundu. Suriye Kürt Ulusal Meclisi ve PYD’nin içinde yer aldığı Batı Kürdistan Halk Meclisi 24 Aralık’ta aldıkları kararla Cenevre-2’ye ‘ortak heyet’ ile katılacaklarını açıklamışlardı.

ki bazı köy ve kasabaları denetim altına aldı. Suriye’nin kuzey sınırlarının hemen hepsinde kontrol IŞİD ve YPG güçlerinde. Türkiye sınırındaki Halep iline bağlı Cerablus’u ve Tel Abyad sınır kapısını ele geçiren IŞİD’in, Cerablus’ta 161 sivili katlettiği iddia ediliyor. Türkiye ile 911 km kara sınırı olan Suriye’nin, bu hat boyunca yer alan stratejik bölgelerinde IŞİD ve YPG kontrolü söz konusu. Afrin, Ayn el Arap, Resulayn (Haseke ili kuzey sınırı boyunca Ayn Diver’e kadar) YPG kontrolünde. Azaz, Cerablus ve Tel Abyad IŞİD’in kontrolünde bulunuyor. IŞİD’in bulunduğu bölgelerden YPG’ye yönelik saldırılar gerçekleştiriliyor. İslami Cephe ve El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi de bu bölgelerde IŞİD ile çatışıyor. Suriye resmi haber ajansları, bu grupların Halep, Şam, İdlip, Dera, Hama, Humus, Kuneytire ve Deyrizor kırsal bölgelerinde Suriye ordu birlikleriyle kısa süreli çatışma halinde olduğunu belirtiyor.

24

Ocak'ta, Suriyeli taraflar BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar el İbrahimi başkanlığında Cenevre’de müzakerelere başladı. Suriye heyeti, muhalefetin ‘Cenevre-1’ kabul edilmeli söylemine karşın, zaten Cenevre-1’de de belirtildiği gibi “Savaşı durduralım, teröristleri durduralım ve Suriye’nin geleceğini Suriyelilerin belirlemesi için siyasi bir süreci başlatalım” açıklamasında bulundu. Muhalefet heyeti geçiş sürecinde

“Erdoğan olmasa bu savaş olmazdı” Suriye D›fliflleri Bakan› Velid Muallim Cenevre-2 Konferans›’ndaki konuflmas›nda hem ABD ve Avrupa'ya, hem Suriyeli muhaliflere hem de Türkiye’ye sert elefltiriler yöneltti. Muhalifleri hainlikle suçlayan Muallim, Kerry'nin “Esad's›z geçifl yönetimi” aç›klamalar›na da tepki gösterdi ve Suriye d›fl›nda kimsenin Esad'› iktidardan gönderemeyece¤ini belirtti. Muallim hem emperyalist devletleri hem de bölge devletlerini “Suriye'deki teröristleri desteklemekle” suçlad›. Muallim, Erdo¤an hükümetini do¤rudan isim vererek elefltirdi: “…Erdo¤an hükümeti olmasa bunlar›n hiçbiri yaflanmazd›. Bu hükümet, kendi topraklar›nda teröristleri bar›nd›r›yor. Onlara, Suriye'ye karfl› kullanacaklar› silah ve e¤itim veriyor. Ama besledikleri bu teröristlerin bugün kendilerini hedef ald›klar›n› görüyorlar.” Suriyeli muhalifler ad›na söz alan Suriye Ulusal Koalisyonu Baflkan› Ahmed Carba, Suriye'de muhaliflere iflkence yap›ld›¤›n› gösterdi¤i iddia edilen görüntüleri hat›rlatarak Suriye yönetimini iktidar› muhaliflere teslim etmeye ça¤›rd›. D›fliflleri Bakan› Ahmet Davuto¤lu da piflkinlikle medyaya yans›yan iflkence iddialar›yla ilgili görüntüleri hat›rlatt›. Davuto¤lu "Biz Suriye'de kimin terörist oldu¤unu biliyoruz" diyerek cihatç› çetelere verdikleri deste¤i masumlaflt›rmaya çal›flt›.

“Esad’ın yeri yok” derken, Suriye heyeti Esad'ın geleceği hakkındaki tartışmaların “kırmızı çizgileri” olduğunu söyledi. CENEVRE-1’DE NE OLMUŞTU? 30 Haziran 2012 tarihinde Cenevre'de "Suriye Eylem Grubu" adı altında uluslararası bir toplantı düzenlendi. Bu toplantı sonucunda, Suriye'de geçiş sürecine ilişkin bir bildiri kabul edildi. Cenevre’de yapılan toplantıya BM Güvenlik

Konseyi’nin daimi temsilcilerinin yanı sıra Türkiye, Irak, Katar gibi bölge ülkeleri de katıldı. Daha önce BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’yle ilgili yaptırım kararlarını veto eden Çin ve Rusya bu kez Batı’yla aynı yönde hareket etti. Bununla birlikte, Rusya’nın, Suriye lideri Beşar Esad’ın birlik hükümeti kurulmasına imkân sağlamak için görevini bırakması yönünde bir maddeyi engelledi.

Sicili kabaran AKP’ye sıkı takip ABD’nin, Ortado¤u’daki ‘düzen kurucu aktör’ü, Suriye’deki ‘aktif tafleronu’ AKP uzatmalara oynuyor. Bir yandan Obama ve ABD ile iliflkilere sar›l›rken bir yandan da ABD karfl›t› söylemlere baflvurulmas› ve El Kaide ile iliflkilerin ayyuka ç›kmas› pahal›ya patlad›. CIA Türkiye uzmanlar›ndan Henri Barkey’in, “Washington AKP’ye ‘art›k yeter’ diyebilir” aç›klamas›ndan sonra, ABD’nin Türkiye siyasetinin kurucular› Morton Abramowitz ve Eric Edelman “ABD Türkiye’yi yola getirmeli” bafll›kl› bir yaz› yay›mlayarak aç›ktan ABD’yi Erdo¤an’a müdahaleye ça¤›rd›. Uluslararas› bas›nda Erdo¤an’›n otoriterleflme e¤ilimi elefltirilirken; El Kaide, ‹HH, TIR operasyonlar› ve AKP ba¤lant›s›na vurgu yap›ld›. François Hollande’nin 27-28 Ocak’taki Türkiye ziyareti öncesi Fransa bas›n›, AKP hükümetinin Suriye’deki cihatç› gruplara deste¤ini yazd›. New York Times gazetesi baflyaz›s›nda, “Erdo¤an ve hükümetinin sadece Türkiye için de¤il, NATO’daki müttefikleri için de tehlike teflkil etti¤ini” ve ABD’nin Erdo¤an’a güçlü bir mesaj yollamas› gerekti¤ini belirtti. May›s 2013’ten bu yana gerçekleflen El Kaide, ‹HH ve TIR operasyonlar›yla AKP’nin savafl suçlar› ortaya ç›kt›. Bu operasyonlarda Tayyip Erdo¤an ve kurmaylar›n› savafl suçundan yarg›latacak deliller gözler önüne serildi. 30 May›s: Adana’da, El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra Cephesi’ne operasyon düzenlendi. Yakalanan Nusra üyelerinde sarin gaz› bulundu.

7 Kas›m: Adana’da uyuflturucu ihbar› sonucu durdurulan bir TIR’da, Konya ve Adana’da üretilip Hatay üzerinden Suriye’ye götürülmeye çal›fl›lan 933 roket bafll›¤› ele geçirildi. 27 Eylül-6 Aral›k: Bu tarihler aras›nda düzenlenen 6 operasyon sonucu El Nusra Cephesi’ne çal›nt› araç tafl›yan bir flebeke çökertildi. 9 Aral›k: Konya’da bir ihbar üzerine harekete geçen ve önceden belirlenen adreslere bask›n düzenleyen polis, El Kaide ba¤lant›l› bir grubu, Suriye’ye silah olarak götürülece¤i düflünülen 250 kg kimyasal madde ile yakalad›. 1 Ocak: Hatay’da ‹HH’ye ait oldu¤u iddia edilen bir TIR silah ve mühimmat dolu iddias›yla jandarma taraf›ndan durduruldu. Ha-

tay Valisi, ‹çiflleri Bakanl›¤› ve M‹T devreye girerek “devlet s›rr›” gerekçesiyle TIR’› aratmad›. 10 Ocak: Adana-Gaziantep otoyolunda durdurulan 2 otobüsün bagaj›nda çok say›da mermi ve mühimmat bulundu. 14 Ocak: ‹HH’nin Kilis bürosuna flafak bask›n› yap›ld›, 6 ilde efl zamanl› El Kaide operasyonu düzenlendi. Operasyonlar sonucu El Kaide’nin Ortado¤u’da ikinci ismi olarak an›lan ‹brahim fien ve El Kaide Türkiye yap›lanmas› sorumlular›ndan Halis Bayancuk yakaland›. 13 kifli tutukland›. 19 Ocak: Adana’da jandarma taraf›ndan silah ve mühimmat yüklü oldu¤u iddia edilen 7 TIR durduruldu. TIR operasyonu ile ilgili baflta Erdo¤an olmak üzere birçok AKP kurmay› ilginç aç›klamalarda bulundu:

Adana Valili¤i; “TIR’lar M‹T’e ait”, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik; “TIR’›n içindekiler hiç kimseyi ilgilendirmez”, Anayasa Komisyonu Baflkan› Burhan Kuzu; “Velev ki TIR’lardan Özgür Suriye Ordusu’na silah tafl›n›yor! Neresi gayri vicdani?”, AKP Gaziantep Milletvekili Ali fiahin; “Ha TIR ve otobüsleri durdurmuflsunuz ha Kurtulufl Savafl›’nda cephelere cephane tafl›yan Nene Hatun’u durdurmuflsunuz. Hiçbir fark yok.”, Adalet Bakan› Bekir Bozda¤; “Bir ülke düflünün ki kendi milli istihbarat› kendi ülkesinin içerisinde yasalarla verilmifl rutin görevlerini yapma noktas›nda böylesi bir muameleye maruz kals›n”, Tayyip Erdo¤an; “Benim iznim olmadan hiçbir savc› M‹T’in ne getirip ne götürdü¤üne bakamaz” dedi. “TIR’LAR GİRMEZSE TSK GİRER”

Not edilen aç›klamalardan biri de Yeni fiafak’taki ‘AKP sözcüsü’ yazar Abdülkadir Selvi taraf›ndan yap›ld›. Selvi’nin “2011 y›l› Nisan ay›ndan bu yana Suriye’ye yüzlerce TIR gitmifl ve 200 milyon dolar harcanm›fl… E¤er Türkiye, Suriye içinde kendine yak›n gruplarla bu önlemleri almazsa. 2 y›l sonra TSK Suriye’ye girmek zorunda kalabilir” sözleri AKP’nin ‘Suriye itiraflar›’ niteli¤inde. Selvi, Rojava’daki Kürtlere karfl› savaflan cihatç› çeteleri desteklediklerini aç›klayarak “çözüm” konusundaki gerçek niyetlerini de ortaya koydu.


KENT ÇEVRE

6

30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

Halk›n Sesi

Su nerede? AKP içti! Ormanları kesip yol kenarına fidan dikmekle, dereleri HES’çi şirketlere peşkeş çekip yağmur duasına çıkmakla kuraklık sorunu çözülmüyor

Bakan Ero¤lu ya¤mur duas›nda

ÖZEN TAÇYILDIZ

Yolsuzluk ve peşisıra paralel devlet tartışmaları almış yürümüş durumda; ama ertelenemez bir başka krizimiz var: kuraklık. Sorunun yakıcılığını henüz birebir hissetmeye başlamadık. Şimdilik görünen kısmı memleketin pek çok köşesinde yağmur duasına çıkan insanlar. Birkaç gün önceye dek Türkiye’nin en büyük nehri Kızılırmak’ta debinin 7 kat azaldığı haberleri geliyordu. İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan 10 barajda doluluk oranı yüzde 35 seviyesindeyken Kocaeli ve Sakarya’nın su ihtiyacını karşılayan Yuvacık Barajı’nın 15 günlük suyu kalmış, Batman’da Sason Çayı kurumuştu. Konunun ilk elden muhatabı iktidar, hep yaptığı

gibi meseleyi muğlaklaştırdı. AKP’nin ‘ustalık’ döneminde kurulan bakanlıklarından Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın başı Veysel Eroğlu, zemzem suyu içip yağmur duası okudu, halkı da duaya çağırdı. Tarımsal üretimi de etkileyecek kuraklık karşısında Tarım Bakanı Mehdi Eker, durumu “kaos lobileri” ile açıkladı. Yıllardır İBB’nin başında olan kendisi değilmiş gibi Kadir Topbaş ise sorunu bizlere havale etti, “suyu tasarruflu kullanın” dedi, mesele kapandı. Oysa doğal varlıkların yeniden üretimine ve onların eşit, nitelikli, parasız kullanımına ilişkin politikalar geliştirmek, tahribatına ilişkin önlemler almak, onların sorumluluklarında. Bunlar bir yana, neoliberal politikaların yılmaz uygulayıcıları olarak onlar

ormanları tahrip ediyor, su varlıklarını pazarlıyor, kurutuyor, kirletiyor, su havzalarını inşaatlara açıyorlar. HAVZALARI KURUTTU, SU ‹fiLER‹ BAKANI OLDU Kuraklığa ilişkin ilk akıllarına gelen geçici çözümlere başvurmak. Eroğlu’nun İstanbul için projesi, mevcut suları taşımak. Melen Projesi ile Düzce’den Melen Çayı’nın, Yeşilçay Projesi ile de Ağva civarındaki Göksu ve Çanak derelerinin suları İstanbul’a getirilecek. Kent, kestikleri kuzey ormanlarına doğru yayılıyor. ‘Çılgın’ yeni şehir projeleri gerçekleşirse 2 milyon daha nüfusun İstanbul’a ekleneceği öngörülüyor. O zaman bu su kime, neye yetecek? Biraz daha geriye gidelim.

İstanbul su havzalarının idaresini elinde tutan İSKİ’nin su havzaları yönetmeliği defalarca davalık olurken başında genel müdür olarak 8 yıl boyunca Eroğlu vardı. Su havzalarının, dere boylarının ve ormanlık alanların yapılaşmasına engel olmak isteyen İnşaat Mühendisleri Odası, buna çanak tutan yönetmeliğin maddeleri için davalar açtı, çoğu zaman kazansalar da ama inşaatlar yürüdü elbette. 2009’da İSKİ bir soru önergesine verdiği cevapla durumu itiraf etmişti: “İstanbul'un içme suyunun yüzde 99’unu karşılayan havzalar, kaçak yapılaşma tehdidinden kurtulamıyor. Şehre su sağlayan 10 barajın kaynağı durumundaki havzalar ise çevresine inşa edilen 120 bin kaçak yapı sebebiyle, yok olma tehlike-

siyle karşı karşıya. Su havzaları ve dere kenarlarına yapılan kaçak yapılaşmalara müsaade edilmesi nedeniyle bugüne kadar İstanbul'da birçok ilçe ve belde belediyesi mahkemelik oldu.” ÖLÜMLERE RA⁄MEN ‹NfiAATA DEVAM Su havzaları, dere kenarları yapılaşması sadece suya değil insan hayatına da tehditti. Bu itiraftan 8 ay sonra İstanbul’da şiddetli yağışla Ayamama Deresi taştı, insanlar öldü. Başbakan Erdoğan “Dere yataklarında imara izin vermeyeceğiz. Biz buralara binalar yaparsak, dere yatağında bu yapıları yaygınlaştırırsak derenin intikamı ağır olur” dedi ama

bir yıl geçmeden dere çevresinde inşaatlar yükselmeye devam etti. Büyükşehir yönetiminde bugünkü ekip vardı yine. Şimdi de durumları farklı değil, geleceğe dair tahayyülleri inşaat, rant civarında dolanıyor. Yapılması durumunda Marmara Denizi’ni bitireceği söylenen Kanal İstanbul için Küçükçekmece Gölü gibi bir havzayı inşaata açıyorlar. Anadolu da nasibini alıyor bu yağmadan. 2002-2013 yılları arasında 286 HES yapıldı, onlarcasının da inşaatı devam ediyor. Rize Salarha Deresi HES yüzünden sadece

iki saatte kururken Eroğlu, “HES projesinden dolayı kuruyan herhangi bir dere bulunmuyor” dedi. Bütün vadilerdeki derelerin, su kaynaklarının başlarında 2 bin 300’ün üzerinde HES projesi geliştirdiler. Nihayetinde ekosistem bir bütün. İkiyüzlülüğü kaldırmıyor. Ormanları kesip yol kenarlarına fidan dikmekle, dereleri şirketlere peşkeş çekerken bir yandan da yağmur duasına çıkmakla, su havzalarında inşaata göz yumup sonra da kuraklık var demekle olmuyor.

Arhavi’yi ‘biz’ biliriz

Acele kamulaştır, kimse görmesin Bakanlar Kurulu’nun bu yılın hemen başında, 2 Ocak’ta aldığı karara göre, İstanbul Arnavutköy’de İmrahor, Tayakadın, Yeniköy ile Eyüp’te Ağaçlı, Akpınar ve İhsaniye köylerindeki taşınmazlar, 3. havaalanı için TOKİ tarafından acele kamulaştırıldı. İstanbul’un kent hayatına 20 kilometre uzaklıktaki bu köylerde yaşayanlar, 150 yıldır tarım ve hayvancılıkla geçiniyorlar. Türkiye genelinde yetiştirilen toplam 80 bin baş mandanın 5 bini İstanbul’un dibindeki bu köylerde yetiştirilmekte. Her geçen yıl büyüyen ve genişleyen İstanbul onları da tehdit eder durumda artık. Hemen yanıbaşlarındaki Göktürk Köyü'nün lüks yapılaşmaya açılmasıyla oradaki köylüler ya topraklarını terketmek zorunda kalmış ya da kendi toprakları üzerinde inşa

edilen lüks konut ve işyerlerinde işçi olarak çalışmak zorunda bırakılmıştı. 3. havaalanı, 3. köprü, 2 milyon nüfuslu yeni şehir ve Kanal İstanbul projelerinin bu bölgede yapılacağının açıklanmasıyla birlikte köyler emlakçıların ve arazi satın almak isteyenlerin akınına uğradı. TOKİ’nin de devreye girmesi gecikmedi. Köylünün içinde yaşadığı evler de dahil olmak üzere tüm toprakların istimlak edileceğine ilişkin TOKİ’nin gönderdiği yazılara köylüler dava ile karşılık verince istimlak girişimi bir süre askıda kaldı. Yıllar boyunca miras yoluyla çok ortaklı hale gelen arazilerden gelecek cüzi paralarla hayatlarını başka bir yerde sürdürmesi mümkün olmayan köylülere TOKİ’nin belirlediği istimlak bedeli rayiç bedelin 20’de biri oranındaydı.

‘ACELE KAMULAfiTIR K‹MSE GÖRMES‹N’ İş uzayınca bu defa Bakanlar Kurulu devreye girdi ve yeni yılın ilk günlerinde savaş ve seferberlik hallerinde uygulanacak yasayı yürürlüğe sokarak acele kamulaştırma kararı aldı. Köylüler, 25 Ocak günü Ağaçlı Kavşağı’nda bir araya gelerek bu kararı protesto etti. Kuzey Ormanları Savunması’nın da destek verdiği eylemde otoban trafiğe kapatıldı, 3. köprü çalışmalarında çıkan hafriyatın taşındığı yolda hafriyat araç kuyruğu oluştu. Eylem boyunca “Her yer Odayeri, Ağaçlı, Akpınar, Yeniköy, İhsaniye! Her yer direniş”, “Köyüme dokunma” sloganları atıldı, “Acele kamulaştır kimse görmesin”, “Selanik’ten buraya sürüldük buradan nereye sürüleceğiz?” ve “İstanbul manda sütünü özleyecek” pankartları taşındı. İhsaniye

Köyü Muhtarı’nın okuduğu basın açıklamasında tüm bu süreç anlatıldı. Basın açıklaması köylülerin ortak sorusuyla son buldu: “150 yıldır İstanbul'un dibinde olmasına rağmen tüm hizmetlerden en az seviyede faydalanabilmiş, unutulmuş olan; tüm bu olumsuzluklara rağmen topraklarını, hayvanlarını, köyünü yine de terketmemiş olan bu insanlar nerede nasıl yaşayacak?” Eylemden 3 gün sonra, 28 Ocak’ta İstanbul Mobilya Fuarı’nın açılışını yapan İBB Başkanı Kadir Topbaş, yapılacak yeni havaalanı yakınında 1,5 milyon metrekarelik alanda fuar kampüsü ve kongre kampüsü müjdesi verdi. Böylece köylülerin eylemde de dile getirdiği havalimanı sahasından daha fazla arazide kamulaştırma yapılmasının nedeni belli oldu.

Artvin Arhavi ilçesinde 2012 yılında yapımına başlanan Kavak HES, dünyada şehir içine yapılan ilk HES projesi. HES yapımı için ÇED olumlu raporu alan Arhavi Elektrik Üretim Şirketi, imar mevzuatı uygun olmadığı için belediyeye başvurdu. Arhavi Belediyesi de, 4 Eylül 2013 günü AKP’li belediye meclis üyelerinin çoğunluğu ile imar değişikliği kararı aldı. Böylece daha önce tarım alanı olan Cumhuriyet Mahallesi’nin bir bölümü konut dışı kentsel çalışma alanı ilan edilerek HES projesine onay verildi. Çifteköprü ve Kapisre derelerinin suları 5 kilometre boyunca tünel ve borularla

yapılacak olan santrale taşınacak, üretilen elektrik aynı bölgede kurulacak santralle dağıtılacak. Geçtiğimiz aralık ayında da bölgede çalışma başlatıldı. Projeye dava açan Arhavililer, 28 Ocak günü HES’in ‘ÇED olumlu’ kararının iptali yönünde açılan dava nedeniyle bölgede inceleme yapmaya gelecek olan bilirkişi heyetini karşılamak üzere eylem yaptı. ARHAV‹L‹ D‹RENECEK Yüzlerce Arhavilinin katıldığı eylem Kavak mevkiinde yapılan basın açıklaması ile başladı. Arhavililer, açıklamada sularına dokundurtmayacaklarını belirt-

ti. Daha sonra bilirkişi heyetinin inceleme yaptığı vadiye doğru sloganlarla yürüyüşe geçildi. Halk vadiye ulaştığında bilirkişi heyeti alanı terk etti. Sloganlarla Arhavi Meydanı’na yürüdükten sonra, horonlarla eylemi sonlandırdı. fi‹RKET BELED‹YEN‹N DESTEKÇ‹S‹ Kavak HES’i yapacak olan MNG Holding’in sahibi Artvinli Mehmet Nazif Günal. Günal, Arhavi Belediyesi’nin “başarılı öğrencilere tatil” projesinin destekçisi, öğrencileri Antalya’daki 5 yıldızlı otelinde 1 hafta boyunca misafir ediyor.

“Yeni Polonezköy” planına itiraz ‹stanbul’da 1994 y›l›nda tabiat park› statüsü verilerek koruma alt›na al›nan Polonezköy’in ranta aç›lmak istenmesine karfl› 24 Ocak’ta ‹stanbul Çevre ve fiehircilik ‹l Müdürlü¤ü önünde bir eylem yap›ld›, imar planlar›na itiraz dilekçeleri verildi.


EĞİTİM SAĞLIK

7

30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

Halk›n Sesi

NAB‹ AVCI’YA KIRIK KARNE, TAY Y‹P ERDO⁄AN’A TASD‹KNAME Demokrasi, internet

“Tayyipsiz ülke, özgür lise” Genç Umut, “Tayyipsiz ülke, özgür lise” için AKP tipi eğitimin karnelerini reddetti, Nabi Avcı’ya karnesini, Tayyip Erdoğan’a tasdiknamesini sundu. Liseliler, komada olduğu için karnesini alamayan Berkin’i de unutmadı

ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

Liseli Genç Umut, AKP’nin gerici, piyasacı, cinsiyetçi, baskıcı eğitimine “ret” diyerek bir dönemden bu yana örgütlediği “Tayyipsiz ülke, özgür lise” kampanyasını, karne eylemleriyle sonuçlandırdı. Parasız, eşit, bilimsel eğitimi savunan liseliler İstanbul, Ankara, Eskişehir, Samsun, İzmir ve Antalya’daki eylemlerinde, AKP’nin hırsızlıklarına da karşı çıkarken Haziran İsyanı’nın enerjisini sokaklara taşıdı. Trampetler, davullar, darbukalar eşliğinde söylenen şarkılar ve atılan sloganlar, çevredeki insanların da alkışlarını aldı. Ankara’daki eylemin sonunda söylenen “Ampul Tayyip” sloganına İnsan Hakları Anıtı çevresindeki yüzlerce kişi eşlik etti. Tayyip Erdoğanlı “Çal keke çal” dövizleri, kadınların elleriyle hazırladıkları pankartları eylemlere renk kattı. AVCI’YA KARNE, ERDO⁄AN’A TASD‹KNAME Karne eylemlerinin içeriğini ise Nabi Avcı ve Tayyip Erdoğan belirledi. Avcı’ya karnesinde gericilik, cinsiyetçilik, bilim dışı müfredat, piyasacılık gibi derslerde 5 tam not verilirken; Erdoğan’a da hırsızlık, yalan, zorbalık davranışlarının insanlık onuruna yakışmadığı gerekçesiyle tasdikname verildi. “Bu eğitim sistemini reddediyoruz” diyen liseliler, kendi karnelerine ise yaratıcılık, direniş, cesaret ve adalet derslerinden takdirnameyi uygun gördü. BERK‹N KARNES‹N‹ ALAMADI İstanbul’da Haldun Taner Sahnesi’ne “Berkin direniyor, #lisedireniyor” pankartı asıldı. Antalya’da ise liseliler Berkin’e söz verdi: “Onun karne almasını engelleyenlere, komaya sokanlara sesleniyoruz. Bu ülkeden gideceksiniz bunu biz başaracağız. Berkin'e sözümüzdür”. İstanbul Eğitim Dayanışması da karne günü Berkin Elvan’ı uyuduğu hastanede ziyaret etti.

‘Mahalleme, okuluma, evime dokunma’ Ahmet Sani Gezici Lisesi, imam hatip yurduna dönüştürülmek üzere... Okul 1400 öğrencisiyle başka semte taşınacak. Acıbadem Dayanışması öğrenciler, veliler ve öğretmenlerle beraber okullarının taşınmasına karşı mücadele ediyor

Siz kimin parasını kime veriyorsunuz! “D

ershane taslağı” olarak bilinen dershanelerin kapatılarak özel okullaşmasını getiren taslak Bakanlar Kurulu’na sunuldu. Taslaktan sızanlara göre, özel okula dönüşecek dershanelere ‘öğrencinin maliyeti olan’ 3-4 bin lira para verilerek dershane patronları özel okul açması için teşvik edilecek. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi, halkın cebinden çıkacak bu teşviklere karşı İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önüne yürüdü. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi üyeleri, 24 Ocak’ta Sultanahmet Meydanı’nda bir araya gelerek “Özel okullara öğrenci başına 3-4 bin lira vereceklermiş! Halkın parasını özel okullara peşkeş çektirmeyeceğiz” pankartı ile seslerini yükseltti. İl Milli Eğitim Müdürlüğü önü gelindiğinde Eğitim Hakkı Meclisi adına Halkevleri 1. Bölge Temsilcisi Hasan Pulat basın açıklamasını okudu: “Soruyoruz: Siz kimin parasını kime veriyorsunuz? Cebimizden alınterimizden aldıklarınızı özel okul sahiplerine hangi hakla verirsiniz? “ ‘ARTIK YETER!’ Eğitime ayrılan bütçenin halkın alınteri olduğunu vurgulayan Pulat, “Artık yeter! Talanınızdan, yalanınızdan, gericiliğinizden, zorbalığınızdan bıktık. Sizin politikalarınız yüzünden atanamadığı için intihar eden onlarca öğretmeni, okulun temizliğini yaparken çatıdan düşen velileri, okullarda can veren öğrencileri unutmadık” ifadelerini kullandı. Pulat “Bizler parasız, bilimsel, anadilde eğitim istiyoruz, bunun için mücadele ediyoruz. Eğitimde özel okullara değil, kamusal eğitime bütçe istiyoruz. Öğrenci başına özel okullara paraları akıtacağınıza okullarımıza kaynak ayırın” diyerek hırsızlığa, talana karşı herkesi haklarına sahip çıkmaya, mücadeleye çağırdı. Eğitim Hakkı Meclisi, “Halkın parasını ayakkabı kutularına doldurmaya izin vermeyeceğiz” ifadelerini kullanarak Nabi Avcı’ya dönem arasında “Parasız eğitim” ödevini verdiklerini vurguladı.

MURAT DURAL

İ

stanbul Kadıköy ilçesine bağlı Acıbadem semtindeki Ahmet Sani Gezici Lisesi 1400 öğrencisiyle beraber ikinci eğitim döneminde, ismi de değiştirilerek Fikirtepe Hasan Paşa İlköğretim Okulu’nun binasına taşınıyor. Okullarının taşınmasına ve semtlerinin okulsuzlaştırılmasına karşı Acıbadem Dayanışması, ilk dönemden itibaren düzenli eylemler yapıyor. Acıbadem Dayanışması direnişten sonra kurulmuş, semtlerindeki Özdemiroğlu İlköğretim Okulu’nun imam hatip ortaokuluna dönüşmesi sürecinde birçok eylem örgütlemişti. Acıbadem Dayanışması tarafından Ahmet Sani Gezici Lisesi için sadece ocak ayında üç eylem düzenlendi. Acıbademliler 24 Ocak’taki gece eyleminde meşaleler ve balonlarla yürüyerek “Yık yık nereye kadar, bitti buraya

kadar” sloganları attı. Dayanışma, okul vaktinde ve akşam saatlerinde ayrı ayrı yürüyüşler düzenliyor, veliler, öğrenciler ve Acıbadem halkı bir arada baştan başa tüm semti yürüyor. Eylemlerde “Her yer Gezici her yer direniş” sloganları atılıyor. ‘KADIKÖY’DE 4 ‹MAM HAT‹P’ Acıbadem Dayanışması’ndan Çapul Tv’de Çapulcu Bülteni’ne

katılan öğrenci velisi Seval Uzunal, Kadıköy’de 4 tane imam hatip olduğunu hatırlatarak imam hatiplerde çocuklarını okutmak istemeyenlerin en kötü yerlere ya da özel okullara mahkûm edildiğini vurguladı. Uzunal, ikinci dönemde öğrencilerin başka bir yere taşınmasının kabul edilemeyeceğini, Fikirtepe’nin bir kentsel dönüşüm alanı olduğunu ve burada öğrenciler için beslenme, ulaşım sorun-

larının oluşacağını anlattı. Yine Çapul Tv’ye katılan dayanışma temsilcisi Ulaş Kanar ise semtte gerçekleştirilmek istenenin okulsuzlaştırma olduğunu, AKP’nin sosyal demokrat semt halkını uzaklaştırarak kendi zenginlerine semti açmak istediğini savundu. Kanar, yüzlerce dilekçe toplayarak Milli Eğitim Müdürlüğü’ne ilettiklerini söylerken dava da açacaklarını, mücadeleyi sürdüreceklerini ekledi.

Sağlıkta ‘ilave’ soygun İlave ücret, artık üniversite hastanelerinde de uygulanacak. Üniversite hastanesinde muayene olmak isteyen, SGK’nin kendisi için ödediğinin iki katını cebinden verecek

17

Ocak’ta Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre üniversite hastanelerinde, SGK’nin hastanın muayenesi için üniversiteye ödediği payın iki katı hastadan alınabilecek. AKP hükümetinin 12 Ekim 2013 gecesi aldığı bir kararla, özel hastanelerde de SGK’nin hasta

başına ödediği payın iki katı “ilave ücret” uygulaması getirilmişti. Konu ile ilgili açıklama yapan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı açıklarken Başbakan Erdoğan ve dönemin sağlık bakanının şu sözlerini hatırlattı: “Bıçak parasını kaldıracağız, doktorun elini hastanın cebinden çıkaracağız”,“Artık vatandaşı tuzu kuru öğretim üyesi hekime soydurmayacağız.” Sağlık hizmeti almak için artık sadece GSS primi, katkı-katılım payı, reçete bedelleri yeterli değil; şimdi özel sağlık kuruluşlarında olduğu gibi ayrıca ilave ücret de ödemek gerekiyor. Uygulamaya göre SGK Kadın Hastalıkları ve Doğum tedavisinde üniversiteye 61 lira öderken 122 lira da hastadan alınacak. Muayenelerin ortalama fiyatı 100 liraya çıkacak. Sağlık işlemlerinde alınacak ilave ücret asgari ücretin iki katına (1692 lira) kadar çıkabilecek. Acil muayenelerde ve organ nakillerinde ise ücret alınmayacak.

sansürü ve direnifl Hükümetin demokratlık “cilası dökülmüş” olmalı ki, bir torba yasanın içine alelacele ‘internete sansür’ü genişleten bir dizi düzenlemeyi tıkıştırıverdiler eçtiğimiz on yılda kapitalistler interneti sermayelerine sermaye katmanın, paralarını dünyanın dört bir yanında sınır tanımaksızın dolaştırmanın aracı olarak görüyorlardı. Artık internet kapitalizmin egemenliğine yönelen büyük bir tehdit olarak da görülmeye başlandı. Daha Haziran direnişinin ilk günlerinde Bülent Arınç, “ne kadar demokrat olduğumuzu gösteren imkânlar var ve bunların hepsini kapatmak mümkün. Erişimini engellemek mümkün” diyerek interneti, sosyal medyayı “demokrat” bir hükümet oldukları için kullanabildiğimizi ima etmişti. Aradan geçen süre boyunca hükümetin demokratlık “cilası dökülmüş” olmalı ki, bir torba yasaların içine alelacele ‘internete sansür’ü genişleten bir dizi düzenlemeyi tıkıştırıverdiler. Yanlış anlaşılmasın, Türkiye’de internet bu düzenleme öncesinde de özgür değildi. 2007 yılının Mart ayında sözüm ona internet suçları ile mücadele adı altında “youtube” adlı video paylaşım sitesine Türkiye’den erişimin engellenmesini, aynı yıl “İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele” isimli kanunun yürürlüğe girişini hatırlayın. 2011 yılının Kasım ayında ise Bilgi Teknolojileri ve İletişim Funda Kurumu (BTK) tarafından Baflaran hazırlanan ve yayınlanan “güvenli internet” aldatFunda.Basaran@ macasıyla internet filtre sis- media.ankara.edu.tr temi uygulanmaya başlandı. İsteğe bağlı ve talepte bulunanların kullanacağı bir biçimde düzenlendiği iddia edilen bu uygulamayla internette neye erişip neye erişemeyeceğimiz BTK’nın keyfine bırakıldı. Yani demem o ki, eğer ölçü internette ne denli özgür olunduğu ise zaten demokratik bir ülkede yaşamıyorduk! Yeni düzenlemeyle birlikte artık erişim engelleme kararları, IP ve URL bazlı verilebilir hale geldi. Yani artık bir tane içerik için üzerinde birbirinden bağımsız bir sürü içerik bulunan tüm siteye erişim engellenmeyecek. Bir web sitesinin yalnızca belli bir bölümü engellenebilecek. Başka bir deyişle bir tane video için tüm “youtube” erişilemez hale gelmeyecek, sadece o videoya erişim engellenecek. Bu geçmiş dönemdeki düzenlemeye göre daha iyi bir düzenleme gibi görünebilir. Ama yanılmayalım yeni düzenleme ile erişim engelleme kararlarının verilebileceği haller de genişletildi. Mevcut kanunda yalnızca katalog suçlar işlendiğinde bir site erişime kapatılabilirken, yeni düzenleme ile kişilik hakkı ihlal edilen veya özel hayatın gizliliği ihlal edilen kişiler de sitelerin erişime engellenmesini talep edebilecek. Şöyle ki, kişilik hakkının ihlali varsa, artık mahkemeye doğrudan başvurarak 24 saat içinde site erişime kapattırılabilecek. Eğer özel hayatın gizliliğini ihlal varsa, kişiler doğrudan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na başvurarak 4 saat gibi kısa bir sürede tedbir olarak erişim engelleme kararı aldırabilecek. Eğer bu kararın gecikmesinde sakınca varsa doğrudan Bakan ya da Başkanlık emriyle de siteler erişime engellenebilecek. Bu durumun, özellikle de son süreçte en çok kimlerin işine yarayacağı ise son derece açık görünüyor. Yine haberlerden öğreniyoruz ki, Erişim Sağlayıcılar Birliği kurulacak ve internete erişim sağlama hizmeti veren şirketler için örneğin telekomünikasyon firmaları için bu birliğe üyelik zorunlu ve ücretli olacak. Birliğe üye olmayanlar ise bu alanda faaliyet gösteremeyecekler. Böylece bir erişim engelleme kararı verildiğinde tek elden kararın uygulanması sağlanacak ve denetleme kolaylaşacak. Bütün bunlar elbette ki ifade özgürlüğüne, bilgiye erişim ve bilginin paylaşılması hakkına, halkın bilgi edinme hak ve özgürlüklerine cepheden bir saldırının başladığı, anlamına geliyor. Ama bu saldırının kent meydanlarında, mahallelerde somutlaşan direnişleri sona erdirmesini bekleyenler yanılıyorlar! Direnenler bu sansürü aşmanın da yolunu bulur, internet üzerindeki özgür alanları genişletirler. Tek değişiklik meydanlarda direnenler için “halkın iletişim hakkı” talebiyle yeni bir mücadele zemini açılması olur.

G

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Ergenekon Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No: 175/2 fi‹fiL‹/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

Halk›n Sesi

Bodrumda kaybedilen yüzük asrettin Hoca gecenin karanlığında sokak lambasının altında bir şey arıyormuş. Komşusu da “Hayırdır hocam, ne arıyorsun?” demiş. Hoca da “Yüzüğümü düşürdüm de onu arıyorum” diye cevaplamış. Komşusu “Tam olarak nereye düşürdün, birlikte arayalım” demiş. Hoca “Evin bodrumunda düşürdüm” deyince komşusu “Hoca şaşırdın mı evin bodrumunda kaybettiğin yüzüğü niye burada arıyorsun?” diye sormuş. Hoca “Orası karanlık, burada aramak daha kolay” diye cevaplamış. İşçi hareketinin Yatağan direnişiyle tekrar toplumun karşısına çıktığı bugünlerde şu soruyu sormamız gerekiyor: “Yüzüğü nerede kaybettik?” İşçi hareketi kendisine bir yol arıyor. Bu arayışın gökten inmiş mehdinin ya da önlerine düşen sihirli değnek sahibi öncülerin yol göstermesiyle olmayacağı açık. Bütünüyle kendilerinin somut deneyimleri ve bu deneyimleri diğer toplumsal hareketlerle ilişkilendiren sınıf örgütlerinin ortak çabasıyla gerçekleşecek. Sınıf hareketimizin yakın tarihinin 3 önemli eşiği var. Bunlardan birincisi 1989 Bahar Eylemleri, ikincisi Zonguldak Yürüyüşü, Üçüncüsü ise Tekel Direnişi. Bahar Eylemleri işçi hareketine vurulan 12 Eylül darbesine karşı biriken mücadele öfkesinin dışa vurumuydu ve büyük ölçüde başarıyla sonuçlandı. Böylece bir hesaplaşma dönemi kapanmış oldu. O başarıya imza atan hareketin (işçi ve sendikal örgüt) temsilcileri yeni (neoliberal) dönemin saldırısı karşısında tutunamadılar ve zaman içerisinde etkisizleştiler. Zonguldak Yürüyüşü ise yeni sürecin temel taşı haline gelecek olan özelleştirme saldırısına karşı daha baştan ilan edilmiş bir sınıf tavrıydı ve bu anlamıyla çok isabetliydi. Ancak daha neoliberal hegemonyanın tam kurulamadığı başlangıç dönemleri olmasına rağmen özellikle reel sosyalizmin çöküşünün yol açtığı travmanın hemen sonrasına denk gelmesi ve 12 Eylül sonrası sol-sosyalist kesimlerin bu Tufan ideolojik yıkımın altından Sertlek kalkacak imkanları olmaması nedeniyle Zonguldak isyanı Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu Türkiye’nin isyanı haline dönüşemedi. Tekel Direnişi ise bu sürecin son temsilcisi olarak yerini aldı. Siyasi iktidarın merkezini işgal eden Tekel işçileri AKP iktidarına zor günler yaşattı. Ancak aslında bu sürecin başında Zonguldak niye yenildiyse aynı nedenle daha fazlasını yapamadan süreci bitirmek zorunda kaldılar. Yatağanlı madenciler de aynı yoldan yürümeye çalışıyorlar. Şu an için ne onların ne de onlarla birlikte bu mücadeleyi sürdürmek isteyen sınıf örgütlerinin başka bir bildiği var. Ancak artık “bildiğimizi yapma” döneminde olmadığımızı görmemiz gerekmiyor mu? Yürünen yollardaki izleri takip ederek hep aynı yere çıkacağımızı bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Yürünmüş, ayak izleri olan yollar yerine kendimize yeni yollar yapmalıyız. Zor ve fakat daha güvenli ve umutlu bir yolculuğun başlangıcı olacaktır bu. İşçi hareketini sadece işyeri, iş kolu sorunlarıyla sınırlandıran sınıf örgütlerinin havanda su dövmekten başka bir iş yaptığını görmesi gerektiği gibi kendisini “bizim derdimiz ekmek parası” lafazanlığıyla kandıran bir hareketin de ekmeğinin her geçen gün küçüleceğini görmesi gerekiyor. En baştaki soruya gelirsek. Biz mücadeleyi nerede kaybettik? Bu soruya basitçe “sokak” edebiyatıyla cevap verip kendimizi rahatlatmayalım. Bizim geleneğimizde “sokak” sözcüğünün büyüsüne kapılmanın zamanı değil. Esas olan şey işçi hareketinin toplumsal hegemonyasını tesis edecek bir ideolojik-politik programın tesis edilmesidir. Kuşkusuz bu ancak ve ancak bir sokak hareketiyle vücut bulabilir, kendini gerçekleştirebilir. Zonguldak Yürüyüşü önüne dikilen tankların barikatına takılmadı. Eğer özelleştirme saldırısı karşısında işçi sınıfının ispat edilmiş, başarılı ve yaşayan bir kamu mülkiyeti programı olsaydı o tank barikatının oraya kurulmasına Zonguldak madencilerini destekleyen Türkiye emekçi halkı izin vermezdi. Böyle olmadığı için Zonguldak sadece Zonguldaklı madencilerin işlerini kaybetmeme mücadelesiyle sınırlı kaldı. Tekel işçileri de aynısını yaşadı, Yatağan işçileri de yaşamak zorunda kalabilir. Esas olan işçi sınıfının kendi toplumsal çıkarlarının ülke nüfusunun önemli çoğunluğunun toplumsal (maddi-manevi) çıkarlarıyla benzer olduğu bir mücadele (ideolojik-politik) programına sahip olduğu gerçeğini inşa etmesidir. Bunu yapabilecek tek sınıf işçi sınıfıdır, bunu sınıf mücadelesi tarihinden biliyoruz. Yani “işçi meselesi memleket meselesidir” gerçeğini öncelikle işçi pratiğinin kendisine yedirmek sonra da bunu topluma göstermeye giden yeni bir yol yapmamız gerekiyor kendimize.

N

Cerrahpaşa direnişi kazanıma doğru Y

ıllardır İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışırken taşeron marifetiyle yeni yıla işsiz giren işçilerin Dev Sağlık İş öncülüğünde sürdürdüğü direniş sonucunda, yönetim işçileri yeniden işe almayı kabul etti. Direnişçi işçiler adına yürütülen görüşmelerde işçileri işe alma sözü alındı. (Cerrahpaşa direnişçileriyle söyleşi sayfa 12’de).

DİSK korkusu patrona bela Sendikalar yasasının değişmesinin ardından işçiler arasında örgütlenme girişimleri ve DİSK’e üyelik başvuruları artarken, patronlar da bunun önüne geçmenin yollarını arıyor AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

Y

eni sendikalar yasası ile birlikte sendika üyeliği için noter şartı kalkıp e-devlet şifresiyle internet üzerinden üyelik sistemi gelmesi ile birlikte sendikalara üyelik başvurularında belirgin bir artış yaşandı. İşçilerin ağırlıklı tercihi, işveren yanlısı ve antidemokratik yapılarıyla bilinen Türk İş ve Hak İş sendikaları karşısında işçiden yana ve mücadeleci kimliğiyle öne çıkan DİSK sendikaları oldu. DİSK şimdi Türkiye’nin dört bir yanından gelen örgütlenme başvurularına yetişmeye çalışıyor. Ne var ki bu durum karşısında patronlar da harekete geçti ve sendikal örgütlenmenin önüne geçmek için organize işler çevirmeye başladı. NOTER fiARTI KALKINCA Yeni yasa yürürlüğe girmeden önce sendika üyesi olmayan bir işçinin herhangi bir sendikaya üye olması için 3540 TL’lik bir noter işlemi gerçekleştirmesi gerekiyor, işçi sendika değiştirmek istiyorsa istifa bedeli ile birlikte bu miktar 175-180 TL’ye çıkıyordu. Toplu üyelikler de göz önüne alındığında pek çok işçi ve sendika için yüksek olan bu parasal engeller, işveren tarafından sendikal örgütlülüğü engellemek ya da işçileri işveren yanlısı sendikalarda tutmak için değerlendiriliyordu Şimdi ise herhangi bir işçi, e-devlet şifresi ile istediği zaman bağlı göründüğü işkolundaki herhangi bir sendikaya üye olabilir, bu sendikadan istifa edebilir ya da sendika değiştire-

bilir. Hükümet aynı işyerinde çalışan işçileri taşeron hileleriyle farklı işkollarında göstererek aynı işi yapan işçilerin ortak bir sendika çatısı altında örgütlenmesini resmi düzlemde engellerken, patronlar da işçilerin edevlet şifrelerine el koyup işçilerin hangi sendikaya üye olacaklarını kendileri belirlemeye çalışıyor. İzmir Torbalı’daki Yatsan fabrikasında yaşananlar bunun ibretlik bir örneği. YATSAN’DA ORGAN‹ZE ‹fiLER Yatsan’da ilk olarak patron zoruyla Hak-İş’e bağlı Öziplik-İş sendikasına üye yapılmaya çalışılan işçilerin çağrısı üzerine DİSK’e bağlı Tekstil sendikası ve DİSK Ege Bölge temsilciliği devreye girmişti. Türk-İş’e bağlı Teksif, Hak-İş’e bağlı Öziplik-İş, DİSK Tekstil ve işveren temsilcisinin katıldığı bir toplantıda, işçilerin özgür iradelerinin ortaya çıkması için işyeri yemekhanesinde bir referandum yapılması üzerine anlaşma sağlandı. Ancak işveren 18 Ocak tarihinde yapılması kararlaştırılan referandumdan tek taraflı olarak vazgeçti. “DİSK olmasın da ne olursa olsun” tavrı içerisine giren işveren bu kez de işçileri Türkİş’e bağlı Teksif sendikasına yönlendirmeye başladı. İşveren ve vekilleri Torbalı PTT şubesinden işçiler adına e-devlet şifresi aldı ve bu yolla Teksif sendikasına üyelik başvurularını yaptı. İşçiler

şifrelerini istediklerinde ise geçerli olmayan şifreler verilerek Teksif’ten istifa edip DİSK Tekstil’e üye olmaları engellendi. Baskı ve hile ile gerçekleştirilen üyeliklerle

başvurusunda bulunuldu ve Teksif sendikasına jet hızıyla yetki çıkartıldı. Konu ile ilgili bir açıklama yapan DİSK Genel Sekreteri Arzu Atabek Çerkezoğlu, “Anlaşılan odur ki, YATSAN fabrikasına DİSK’in girmemesi için organize bir suç işlenmektedir” diyerek tüm baskı ve engellemeler karşısında DİSK’i tercih eden işçilerin her türlü hukuki ve fiili mücadelesini konfederasyon olarak sonuna kadar destekleyeceklerini belirtti.

‘Müjde! DİSK Rize’de’

DİSK 47 yaşında

D‹SK’e ba¤l› G›da ‹fl Sendikas›’n›n Çaykur iflletmelerinde örgütlenmek üzere Artvin ve Rize’nin ilçelerinde toplant›lar yapmas› bölgede heyecan yaratt›. Pazar’daki toplant› yerel bas›nda “Müjdeler olsun! D‹SK Rize’de” bafll›¤›yla verildi. Y›llarca Türk ‹fl Tek G›da ‹fl’te örgütlü olan Çaykur iflçileri geçen y›l iflveren zoruyla Hak ‹fl’e geçirilmiflti. Halkevleri’nin de destekledi¤i örgütlenme çal›flmas›nda D‹SK’e kitlesel kat›l›mlar bekleniyor.

13 fiubat 1967’de kurulan D‹SK kuruluflunun 47’nci y›l›n› renkli bir etkinlikle kutluyor. ‹stanbul fiiflli Kent Kültür Merkezi’nde saat 18.00’da bafllayacak olan etkinlikte hayat› boyunca emekten yana tutum alm›fl, hocalar›n hocas› Prof. Dr. Korkut Boratav’a emek onur ödülü verilecek. Mert F›rat’›n sunuculu¤unu yapaca¤› etkinlikte Kardefl Türküler de bir konser verecek.

Direnirsen dükkan senin Bir yıldır direnişte olan Kazova işçileri, alacaklarını ödemeden kaçan patronlarının geride bıraktığı makinelerle üretime geçtikten sonra şimdi de ürettikleri kazakların satıldığı bir mağaza açtı

F

abrikaları kapatılınca tazminatsız olarak işten atılan Kazova işçilerinin işyerini işgal edip üretime devam ederek başlattıkları direniş sürüyor. İşçiler son olarak ürettiklerini satacakları bir mağaza açtı. Mağazanın açılışı 26 Ocak’ta Şişli’de pek çok sanatçının ve kitle örgütünün destek verdiği bir etkinlikle gerçekleşti. Mağaza önünde Direnen Kazova İşçileri Meclisi adına bir açıklama yapan Serkan Göniş şunları söyledi: “Direnişimiz çeşitli eylemlerle sürdü ve Aralık ayında bitti. Biz kazandık. Fabrikada kalan hurda makinelere el koyduk. Ama patronlarımız bizimle uğraşmaya devam ettiler. Patronumuz Umut Somuncu yaptığımız icraya karşı akla gelebilecek her türlü itirazı yaptı.” Direnişlerinin devam ettiğini dile getiren

Göniş, direniş içinde de halka ucuz ve kaliteli kazak üretimi sözü verdiklerini belirterek, “Kendi işimizin sahibi olacağız, kendimiz üretip kendimiz yöneteceğiz” dedi. Konuşmaların ardından sanatçı Halil Altındere’nin tasarımları “2014 Direniş Koleksiyonu” adıyla sergilendi. Kazakları Tuba Ünsal, Metin Üstündağ, Ece Temelkuran, Ertuğrul Mavioğlu gibi ünlü isimler tanıttı. 15 Şubat’ta Küba Genç Milli takımının Bask ülkesi Genç Milli Takımı ile yapacağı maçta giyeceği formaları da Kazova işçileri dokuyacak. Tayyip Erdoğan’ın giydiği kazakları üretmekle övünen Kazova Fabrikası hileli bir şekilde iflas ettirilince, bunun üzerine işçiler patronun bıraktığı az sayıdaki makineye el koyarak direnişe geçmişti.


9

SERMAYE 30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

Temel gıdalara zam üstüne zam, tarımsal üretim yetersiz

Halk›n Sesi

G›da krizinin mutfa¤›nda AKP Kuru fasulye ve patatese birbiri ardına zam geldi. Temel gıdaların fiyat artışının sebebi üretim yetersizliği. AKP'nin tarımsal yıkım politikalarını kurnazlıkla örtbas etmeye çalışan Mehdi Eker'e göre ise suçlu kaos lobisi ve kuraklık

MEHTAP MET‹NO⁄LU

Y

oksul mutfağının baş köşesinde kabul edilen patatesin fiyatı 5 TL'ye kuru fasulyeninki ise 14 TL'ye kadar çıktı. Haftalık mutfak alışverişini yapmak üzere pazara giden biri temel meyve ve sebze gereksinimini karşılayamazken parasının yettiği tarımsal ürün çeşitleri de giderek azalıyor. Temel gıdalara birbiri ardına gelen zamlar ve halkın açlıkla

sınandığı apaçık ortadayken Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, "O fiyatlar gerçek değil" dedi. Eker, kurnazca davranıp patates ve kuru fasulye fiyatlarındaki artışın "kaos lobisinin" işi olduğunu iddia etti. Böylece Tayyip Erdoğan'ın finans sektörü için kullandığı "faiz lobisinin" ardından Eker, AKP'nin terminolojisini biraz daha genişleterek gıda sektörü için "kaos lobisi" kavramını ortaya atmış oldu.

Eker'e göre, "kaos lobisinin" görevi tıpkı "faiz lobisinin" yaptığı gibi spekülasyon yaratmak, ürünler stokta olduğu halde saklamak, fiyatları artırmak. NTV'nin sorularını yanıtlayan Eker, "Herhangi bir ürün için kıtlık söz konusu değil. İthalat sadece terbiye maksatlı" deyip ekledi: "Eğer önümüzdeki haftalarda ve aylarda da yağış olmazsa o zaman Allah korusun ciddi bir endişe duyarız."

Eker bu açıklamasında iki noktaya dikkat çekiyor. Birincisi ürün kıtlığı yok, fiyatlar spekülasyon malzemesi olarak kullanıyor. İkincisi, kuraklık olursa önlemlerinin olduğunu yine de endişe duyduklarını söylüyor. Eker'e göre, fiyat artışının ve olası kuraklığın sorumlusu ne AKP ne de kendisi. İlki lobinin işi diğeri tarımsal üretim için olumsuz iklim koşulları.

F‹YAT ARTIfiININ NEDEN‹ ÜRET‹M YETERS‹ZL‹⁄‹ Patates ve kuru fasulye özelinde değerlendirirsek, iki üründe de fiyat artışının nedeni üretim yetersizliği. Ama üretim yetersizliğinin nedenleri farklı. Güngör Uras köşesinde üretim yetersizliklerinin nedenini şöyle açıklıyor: “Patates üreticisi uzun yıllar siğil hastalığı nedeniyle ürün alamadı. Uzun süre patates ekim alanları boş bırakıldı. Önceki yıl ürün bol oldu. Bu defa satamadı. Ürün tarlada kaldı. Bunun üzerine üretimi kıstı. Şimdi de üretim talebi karşılamıyor. Patates talebi yılda 4.5 milyon ton. 4 milyon tüketime 350 bin ton tohumluğa gidiyor. 150 bin top kayıp var. Önceki yıl üretim 4.8 milyon ton iken geçen yıl 3.9 milyon tona düştü. Talebin gerisinde kaldı. Fasulyede ise yapısal sorun var. İthal fasulyenin kalitesi kötü ama fiyatı ucuz. Yerli üretici ithal fasulye ile rekabet edemiyor. Fiyatı artıramayınca, fiyat maliyeti karşılayamadığı için fasulye ekmiyor. Türkiye'nin fasulye üretimi 200 bin ton dolayında. Yıllık fasulye talebi 240-250 bin ton. Genelde yılda 40 bin

ton kuru fasulye ithal ediliyor. Bu yıl fasulye ithal edilen ülkelerde kuraklık nedeniyle üretim düştü. Fiyatlar yükseldi. İthal fiyatlarının artması karşısında yerli üretici de ithal fiyatının imkan verdiği ölçüde fiyatını yükseltiyor.” Çiftçilerin ürettiklerini satamaması, az üretmeye yönelmesi, hastalık nedeniyle hasadın az yapılması gibi sorunların temel sebebi ne "kaos lobisi" ne de yağmurun yağmaması. Tarımsal ürünlerdeki fiyat artışı AKP'nin izlediği tarım politikalarının bir sonucu. Prof. Dr. Havva Tunç, Dünya gazetesinde yayımlanan yazısında "kaos lobisinin" nerede olduğunu şöyle açıklıyor: "Aslında tarım sektöründe, bir kaos ve istikrasızlık söz konusu olup her hasat döneminde bunlar yaşanmaktadır." KURU SAMANA MUHTAÇ BIRAKTI İktidara geldiğinde çiftçinin tüm sorunlarını çözeceğini söyleyen AKP, 11 yıldır izlediği tarım politikalarıyla hem tarımsal üretimin çözülüşünü tetikledi hem de dışa bağımlılığı artırdı. Son on yılda 35 milyon dönüm tarım arazisi terk edil-

di. 2002 yılında 51 milyon dolar dış ticaret fazlası veren tarım sektörü, 2012 yılında yaklaşık 2.5 milyar dolar dış açık verdi. Türkiye ilk defa AKP iktidarında saman ithal etmeye başladı. Yine ilk defa canlı hayvan ithalatı AKP iktidarıyla başladı. 2002 yılında 50 milyon olan koyun sayısı, AKP iktidarlarının neoliberal tarım politikaları sonucu 22 milyonlara inerken, bir milyon olan manda sayısı ise 80 binlere düştü. KR‹ZE "YA⁄MUR DUASI" Tarım Bakanı Mehdi Eker, “Dua edelim yağmur ve rahmet eksilmesin. Bereketiyle gelsin" derken ülkenin birçok yerinde "yağmur dualarına" çıkıldı. Ürün arzındaki istikrarsızlıklar fiyatların aşağı ve yukarı yönde hareket etmesine neden olurken bu hareketlenmeler üreticiye zarar olarak yansıyor. Ekim alanları daralan, gübre, mazot, hibe ve kredi konularında yeterli desteği göremeyen çiftçiler, tarımsal ürün üreticiliğini bırakıp işçileşiyor. Üreticilerin azalması ve çoğunluğun ürün satın almaya yönelmesiyle tarımın çözülüşü hızlanırken gıda krizleri baş gösteriyor.

AKP-Cemaat kavgasında TÜSİAD hamlesi TÜSİAD, Genel Kurulu'nun asıl hedefi AKP’ydi. Ancak yapılan konuşmalarda Cemaat'e mesafe de belirtildi. Erdoğan, "Böyle ülkeye yabancı sermaye gelmez" diyerek iktidarı tehdit eden TÜSİAD'ı “vatana ihanet”le suçladı

T

ekelci sermayenin çatı örgütü TÜSİAD, 23 Ocak'ta 44'üncü Genel Kurulu'nu yaptı. Siyasi krizin gerilimine ve ekonominin kötüye gidişine "patronlar kulübü" daha fazla dayanamadı. İktidar kavgasında AKP-Cemaat karşılıklı hamleleri yapmaya devam ederken, uygun anı bekleyen TÜSİAD, Genel Kurul'unda hamlesini yaptı. Genel kurulda yapılan konuşmalar, TÜSİAD'ın takındığı tavrı ortaya koydu. AKP'ye yönelik 'sert' açıklamalar yapılan Genel Kurul’da

TÜSİAD’a yönelik eleştiriler de vardı. TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz'ın konuşmasında değindiği konu başlıkları ABD'nin ve yabancı sermayenin temsilcilerinin söylemi ile kesişiyordu. Yolsuzlukların ve kirli ilişkilerin suçunu birbirine atan AKP-Cemaat kervanına böylece TÜSİAD da eklendi. DARBELER‹N DESTEKÇ‹S‹NE DEMOKRAS‹ GÜZELLEMES‹ TÜSİAD içinden TÜSİAD'a eleştiri Alarko Holding Yönetim Kurulu

“2014'e girerken Türkiye Ekonomisi" adl› bir rapor haz›rlayan TUS‹AD bu raporun kapa¤›na ayn› kay›k üzerinde giderken birbirinin tersi yöne kürek çeken iki insan›n çizimini koydu.

Başkanı İshak Alaton'dan geldi. Alaton'un, konuşmasında TUSİAD'ı eski demokratikleşme raporu ve 28 Şubat'taki tavrı nedeniyle eleştirmesi gerilimin fitilini ateşledi. Alaton'un konuşmaya başlaması ile birlikte konu 12 Eylül darbesine geldi. "TÜSİAD 12 Eylül darbesine destek verdi mi, vermedi mi?" diye sordu. Ardından sözü 1997 yılında hazırlanan Demokratikleşme Raporu’na getirdi. "O günden beri TÜSİAD'a gelmedim, ama üyeliğim sürdü, aidatımı da ödedim. TÜSİAD 2010 yılında 2 hocaya rapor hazırlattı, 3 gün sonra da o raporun arkasında durmadı. 'İki hocanın görüşüdür, bizi bağlamaz' dedi, bıraktı" şeklinde konuştu. Alaton, TÜSİAD'a 28 Şubat'taki tavrından ötürü de yüklendi. "Raporun hemen arkasından 28 Şubat darbesi geldi. Genelkurmay darbe kararı alırken, TÜSİAD'ın bu darbeye katkısı ne kadardır acaba?" diye sordu. Alaton konuşmasını, "Bugün TÜSİAD uyandı, TÜSİAD'a demokrasi geldi" diye bitirdi. KAYBETME KORKUSU Alaton'un 'tansiyonu' yükselten konuşmasının ardından, TÜSİAD Başkanı Muharrem

Yılmaz iktidar kavgasının yarattığı ortamdan rahatsız olduklarını belirten bir konuşma yaptı. Türkiye'nin kendisini tüketen, şiddetli, yıkıcı ve kazananı olmayacak bir kavgayla enerjisini harcamakta olduğunu belirten Yılmaz, "Gözleri kör eden bu kavganın temelinde, hukuk devleti, güçler ayrımı, temiz siyaset gibi vazgeçilmez demokratik kavramlar konusundaki zaaflarımızın yattığı açıkken, bu meseleye sistemi, kurumları altüst ederek çözüm bulmaya çalışmanın doğru olmadığını düşünüyoruz" dedi.

Kurulu'nu (HSYK) düzenleyen yeni kanun teklifinden de, büyük rahatsızlık duyuyoruz."

HEM NALINA HEM MIHINA TÜSİAD'ın asıl hedefi AKP'ydi ancak Cemaat'e karşı tavrını da ortaya koydu. Emniyet güçleri ve yargı içerisinde varlığı ortaya çıkan gruplaşmaları ve bu gruplaşmaların örgütlü niteliğini, devletin kurumsallığı açısından kabul edilemez bulduklarını belirten Yılmaz şöyle devam etti: "Siyaset dışı örgütlenmelerin, devlet kurumları aracılığıyla siyaseti etkilemeye çalışması, hepimizi tedirgin ediyor. Birbiri ardına hazırlanan bir takım kanunlar, bizi tereddüde düşürüyor. Hakimler Savcılar Yüksek

YABANCI SERMAYE GELMEZ! Sıkıntının, erkler arasında önemli bir çatışma ve çekişmeye dönüşmüş durumda olduğunu vurgulayan Yılmaz, "Bu çekişmeyi erklerin birbirleri üzerindeki etkilerini artırarak çözemeyiz. Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayan, düzenleyici kurumlarının bağımsızlığına gölge düşen, vergi cezaları veya başka tür cezalarla şirketler üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen… Böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir" diye konuştu.

RAF‹NER‹LER ALINIRKEN RAHATSIZ DE⁄‹LS‹N! Ankara il başkan adayları tanıtım toplantısında Tayyip Erdoğan, konuşmasının önemli bir bölümünde TÜSİAD’a yüklendi. TÜSİAD temsilcilerinin HSYK ile ilgili rahatsızlıklarına Erdoğan,"Rafineriler alınırken rahatsız değilsin, cezalar kesilirken neden rahatsızsın?" ifadeleriyle cevap verdi. HEPS‹N‹N S‹C‹L‹ K‹RL‹ "TÜSİAD kusura bakmasın, milletin yanında hiç durmadılar" diyen Erdoğan 'geçmiş dosyaları' karıştırmayı ihmal etmedi. Baskıları kaldırdıklarından, TÜSİAD'ın oylarını AKP'ye vermediğinden, 1'e 5 kazanmalarından ve

zamanı geldiğinde açıklayacakları çok şey olduğuna dair bir dizi açıklamada bulundu. "Kalkıp da TÜSİAD’ın Başkanı küresel sermaye gelmez ifadesi kullanamaz" diyen Erdoğan önce TÜSİAD'ı vatana ihanet etmekle suçladı sonra tehdit etti: "Sen hangi yüzle bu idarenin bakanlarını TÜSİAD’a davet edeceksin, bizimle her hangi bir işini görmeye geleceksin hangi yüzle? Sen küresel sermeye gelmez ifadesini kullanarak kendi hükümetini tehdit ediyorsun öyle mi? O zaman cevabını alacaksın." VATANSEVERL‹K YARIfiI Erdoğan ve Yılmaz açıklamalarıyla 'vatanseverlik' yarışına girişti. Erdoğan tabanına

TÜSİAD antipropagandasını şu sözlerle yaptı: "Biz bu makamlara TÜSİAD’la gelmedik. TÜSİAD’a rağmen milli iradeyi savunmaya devam edeceğiz. Medyaya, sermaye gruplarına değil milletimize kulak verdiğimiz için başardık." Yılmaz ise, "Türkiye’deki yabancı sermayeli şirketler hepsi benim üyem. Niye uyarmadın diye bana sorarlar. TÜSİAD başkanıyım, Türkiye ekonomisinin yarısını üretiyorum ben" diyerek tekelci sermayenin gücüne dikkat çekti. Yılmaz, bu güne kadar Türkiye için 'yaptıklarını' sıraladıktan sonra 'vatan hainliği' yakıştırmasının kabul edilemez olduğunu ve bir an önce bu sözlerin geri alınması gerektiğini belirtti.


YEREL YÖNETİM

10

30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

Halk›n Sesi

Doğu Karadeniz’de halkın adayları

Do¤u Karadeniz’de AKP karfl›t› direnifl ve do¤an›n talan›na karfl› mücadele 2014 yerel seçimlerine giderken solu birlefltiriyor. Hopa ve Kemalpafla’da yerel yönetim anlay›fl›yla AKP’den ay›rt edilemeyen mevcut CHP yönetimleri karfl›s›nda “Demokratik olmadan halkç›, halkç› olmadan demokratik olunmaz” diyerek

yola ç›kan halk meclisleri sosyalist adaylarla seçime haz›rlan›yor. Kemalpafla’da Halkevciler “Fiilen sorunlar› biz çözüyoruz, mührü de istiyoruz” diyor. Trabzon Tonya ve Hayrat’ta HES’lere, do¤an›n katledilmesine karfl› yöre halk›n›n verdi¤i mücadelenin içinden isimler sosyalistlerin de deste¤ini alarak CHP’den seçime giriyor.

AKP yönetimindeki Rize’nin F›nd›kl› ve Pazar ilçelerinde CHP, solun bir araya gelme e¤ilimlerine s›rt çevirmifl durumda. Çaml›hemflin’de ise CHP Genel Merkezi’nin mahalleler birli¤inin ba¤›ms›z sosyalist aday› olarak seçimi kazanan mevcut Baflkan karfl›s›na aday ç›karmas› ilçe teflkilat›nda istifalara neden oldu

Hopa’ya yak›flan devrimci bir yerel yönetim ÖZGE OZAN

FINDIKLI

H

opa’da her perşembe çarşı esnafının misafiri Halkçı Demokratik Yerel Yönetim Meclisi. Her hafta düzenli olarak toplanan Meclis, insanca yaşanan, halkın kendi yaşamı ve yaşam alanları üzerinde söz ve karar sahibi olduğu, betona boğulmayan, derelerin özgürce aktığı bir Hopa yaratmak için yola koyulmuş. İşçisi, öğretmeni, çay üreticisi, esnafıyla kadın, erkek, yaşlı, genç Hopalıların kurduğu, Halkevleri ve ÖDP’nin aktif olarak çalışmalarını sürdürdüğü Meclis’in belediye başkan adayı Enver Korzay. Hopa’da yaşayan elektrik mühendisi Korzay sosyalist kimliği ile tanınıyor. Hopa’da mevcut belediye başkanı ise CHP’den Turan Kasımoğlu. Sol geleneğin güçlü olduğu ilçede 2009 yılında ortaksol aday çıkarma çabalarının sonuçsuz kalmasıyla Kasımoğlu’na başkanlık yolu açıldı. Kasımoğlu’nun seçilmesinde Yılmaz Topaloğlu’nun bağımsız aday olarak seçime girmesi de etkili oldu. Topaloğlu 2004 yılında ÖDP’den belediye başkanlığına seçilmiş 2009’da ise ön seçimi kaybettiği için partiden istifa etmişti. MET‹N’E SÖZÜMÜZ HALK ‹KT‹DARI Hopa halkı 2011 genel seçimleri öncesi 31 Mayıs’ta ilçeye miting yapmak için gelen Erdoğan’a karşı Haziran İsyanı’nın işaret fişeği sayılabilecek direnişlerden birini örgütlemiş, Erdoğan ilçeden kaçarak uzakla-

Enver Korzay Halkç› Demokratik Yerel Yönetim Meclisi’nin toplant› ve çal›flmalar›yla belirlenen aday Enver Korzay. Korzay bugüne kadar hep mücadelenin içinde, halk›n ç›karlar›ndan yana olmufl. Korzay, yerel yönetim program›n› halk›n do¤rudan kat›l›m› ile Meclisin oluflturaca¤›n›, belediyeyi yönetirken, söz ve karar hakk›na sahip belirleyici inisiyatifin Meclislerde olmas› için üzerine düfleni yapaca¤›n› söylüyor.

Rize’nin sola akan derelerine CHP engeli HES’lere karfl› mücadelede tüm Karadeniz’e örnek olan F›nd›kl›’da sol gelenek güçlü. Ancak ilçedeki sol güçlerin ilkeli ortakl›k önerilerine CHP’nin ayak diremesi sonucu önceki seçimi AKP kazanm›flt›. ‹lçede Haziran ‹syan›’nda 2 bin kifli soka¤a ç›kt›. Bu dinami¤i temel alarak yerel seçimler öncesi sol güçlerin ve CHP’nin de içinde olaca¤›, aday›n ve program›n ortak tart›flmalarla belirlenece¤i bir F›nd›kl› Meclisi oluflturulmas› tart›fl›lmaya baflland›. Önce öneriye olumlu bakan ve 300 kiflinin kat›ld›¤› bir toplant›da seçim sürecini bu çizgide örgütleyece¤ini ilan eden CHP, daha sonra sözünü tutmayarak aday› görüfl almadan belirledi. CHP HES’lere karfl› mücadeleyi destekledi¤ini ilan eden ve sola aç›k olan Mahmut Bozkurt’u aday göstermesine ra¤men halk›n do¤rudan kat›l›m›na aç›k bir süreçle yerel seçim çal›flmas›n› örgütlememesi ilçede ortak tutum almay› zorlaflt›r›yor.

PAZAR

şmıştı. Öğretmen Metin Lokumcu polis saldırısı nedeniyle yaşamını yitirmişti. Hopa direnişi nedeniyle çok sayıda Hopalı tutuklandı. İlçeye yönelik baskı tırmandı. Cemaatlerin örgütlenmesinin önü maddi olanaklarla açılmaya çalışıldı. Hopa halkı tüm baskılara karşın AKP iktidarının politikalarına karşı mücadeleden vazgeçmedi, Lokumcu’yu unutmadı. HES projelerini durdurdu. Haziran İsyanı’na Hopa sokaklarında katıldı. 17 Aralık sonrası AKP’nin talan ve yağma düzenine karşı Yerel Yönetim Meclisi’nin çağrısı ile eylemler yaptı. Meclis AKP’ye karşı direnişini örgütleyenleri buluşturuyor, AKP’ye duyulan öfke ise adayının şansını azaltmış durumda.

madığını söylüyorlar. Belediye meclisi tamamen etkisizleştirilmiş durumda, Başkanın sözü üzerine söz söylenmiyor. Başkan, belediyeye ait bütün mülkleri satışa çıkarması, belediye ihalelerini kendi belirlediği isimlere vermesi, Hopa’nın tüm yeşil alanlarını imara açması nedeniyle halktan tepki toplamış. CHP ise halkın eleştirilerini yok sayarak aynı ismi aday göstermiş ve öfkeyi büyütmüş. Halkçı Demokratik Yerel Yönetim Meclisi “AKP’ye de, AKP’nin rantçı, piyasacı politikalarının taklitçisi CHP’ye de mahkum değiliz” diyor. Meclis’in çalışmaları bir belediyenin demokratik olmadan halkçı olamayacağını yaşayarak öğrenen Hopa halkı için çok önemli.

AKP’DEN NE FARKI VAR? Hopalılar CHP’li mevcut belediye başkanının özelleştirmeci, rantçı uygulamaları ve halkın katılımından uzak belediyecilik anlayışında AKP’den aşağı kal-

HOPA’DA YARIfi SOL ADAYLAR ARASINDA Meclis yerel seçimden aylar önce kuruldu. Haftalık toplantılarda halkın haklarını, ortak çıkarlarını ve doğayı savunan bir

yerel yönetim için neler yapılabileceği tartışılmaya başlandı. Kuruluşunda toplantılara katılan HDP ise mahallelere sandıklar kurularak adayın belirlenmesi gerektiğini, Meclis’te aday belirleme sürecinin yeterince demokratik olmadığını gerekçe göstererek çekildi ve ardından eski belediye başkanının HDP adaylığı açıklandı. HDP’nin Meclis’ten çekilme gerekçesine rağmen Yılmaz Topaloğlu’nun adaylığının da HDP iç toplantısında kararlaştırılması ve halkın eğilimlerini almaya yönelik bir çaba harcanmaması ise eleştiri konusu oldu. Hopa Halkçı Demokratik Yerel Yönetim Meclisi ilçe merkezinde yaptığı toplantılarına halkın, yaşadığı mahallelerin sorunlarını ayrıntılı tartışabileceği mahalle toplantıları ile devam ediyor. Toplantılarda Meclis’in mücadele gündemleri olarak şunlar öne çıkıyor: I Suyun piyasalaşmasının bir aracı olan ve Hopa’nın köyleri-

ne kadar yayılan kontörlü sayaç uygulamasının kaldırılması. I Yağmur yağınca toprak karıştığı için yaşanan su kesintilerinin nedeni olan eskimiş asbestli su borularının insan sağlığına uygun biçimde yenilenmesi. I Binlerce insanın yaşadığı Sundurma ve Hopa mahallelerinde yeşil alanların yaratılması. I Sahilde Hopa halkının denizle kurduğu bağı ortadan kaldıran engellerin kaldırılması. I CHP’li belediye tarafından paralı otoparka dönüştürülen Hopa sokaklarının yeniden kamusal kullanıma açılması. I Islah adı altında derelerin betonlaştırılmasının önlenmesi.

si için Halkevleri ile birlikte mücadele ediyor, fiili olarak belediye gibiyiz” diyen Halkevciler, demokratik halkç› bir belediye için resmi mührü istiyorlar ve yerel yönetim meclisinin seçimlerden sonra beldeyi yöneten meclise dönüflece¤ini vurguluyorlar. Bu meclisin alt›nda da her mahallenin kendi meclislerinin oluflturmas› planlan›yor. Kemalpafla’da Halkevleri ve ÖDP aras›nda yap›lan görüflmelerde süreci ortaklaflt›rma ka-

rar› verilmifl. Halkç› Yerel Yönetim Meclisi’nde belirlenen baflkan ve meclis üyeleri seçimlere ÖDP üzerinden girecekler. Seçim çal›flmalar›na mahallelerde ev toplant›lar›yla devam eden Meclis, önümüzdeki günlerde Politeknik’in deste¤iyle beldeye gelecek olan mimar, mühendis, flehir planc›s› ve sosyologlardan oluflan bir ekiple yerel yönetim program› dahilindeki projeleri de¤erlendirip netlefltirecek.

Mahallemizi birlikte kuralım birlikte yönetelim Namık Kemal Mahallesi, İstanbul Esenyurt’ta bir işçi mahallesi. Evlere temizliğe giden, parça başı iş yapan kadınların mahallesi. Ardahan başta olmak üzere Kars, Erzurum ve Dersim’den göç eden insanların ağırlıkta olduğu mahallede sağlık ocağı bulunmuyor. Yüksek gerilim hatları ise bir başka önemli sorun. Tek katlı evlerinin tepesinden gerilim hattı geçen mahalleli risk altında. Yıllardır mahallede hak mücadelelerini örgütleyen Esenyurt Halkevi ve mahalle halkı arasında dayanışma ilişkilerini ör-

mekte etkili olan yöre derneklerinin desteğiyle halkın muhtar adayı olan Dursun Çelik, muhtarlık çalışmasında bu iki konunun öncelikle gündemleri olacağını söylüyor. Mahallenin yerel sorunlarını mücadele gündemi haline getirmesi ile tanınan Çelik daha önce baz istasyonuna karşı mücadele etmiş, sağlık ocağı açılması için çaba harcamış, uyuşturucu kullanan gençlerin tedavisi için uğraşmış. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin 4+4+4’ü durduralım kampanyasında aktif olarak yer almış. Aynı zamanda Ardahan Damal Obrucak Köyü

Alevi ve Kürt nüfusun yo¤un oldu¤u mahallede 14 bini aflk›n seçmen var. Mahallenin mevcut muhtar› da Alevi ancak AKP’li belediye baflkan› Nemci Kad›o¤lu ile yak›n iliflkileri nedeni ile tepki çekiyor. Muhtar,

ÇAMLIHEMfi‹N Çaml›hemflin’de mevcut belediye baflkan› ‹dris Lütfü Melek, içinde mahalle halk›n›n, muhtarlar›n oldu¤u Mahalleler Birli¤i’nin ba¤›ms›z sosyalist aday› olarak seçimleri kazanm›flt›. CHP, ANAP, DSP, SHP ve ÖDP ise aday ç›karmayarak Melek’e destek olmufltu. Melek, bu dönemde de Mahalleler Birli¤i taraf›ndan aday gösterildi ve ba¤›ms›z aday olarak seçimlere girecek. Ancak bu defa ilçede CHP de aday gösteriyor. CHP Genel Merkezi’nin aday göstermesinin ard›ndan CHP ilçe baflkan› ve baz› üyeler, adayl›¤›n AKP’ye yarayaca¤› elefltirisiyle istifa etti.

18 Ocak’ta akademisyen Deniz Yıldırım, Evren Haspolat ve Çiğdem Şahin’in katılımı ile bir panelde buluşan Hopalılar, 9 Şubat’ta da tüm belediye meclis üyelerinin ve başkanın ilan edileceği bir etkinlikte buluşacaklar.

Çözüm biziz mührü de istiyoruz Kemalpafla’da Halkevleri’nin ça¤r›s› ile kurulan Kemalpafla Halkç› Yerel Yönetim Meclisi’nin aday› Kemalpafla Halkevi Baflkan› ve DEKAP Yürütme Kurulu Üyesi fienol Çelik. Çelik, Halkevleri’nin y›llard›r birçok köy ve mahalle muhtarl›¤› üzerine çal›flmalar yürüttü¤ü beldede iki dönem üst üste Merkez Cumhuriyet Mahallesi’nin muhtarl›¤›na seçilmifl. “Kemalpafla halk› pek çok sorununun çözümü için, aksayan hizmetlerin yerine getirilme-

Pazar’da da CHP’nin sol dinamikleri dikkate almayan seçim taktikleri dolay›s›yla mevcut belediye AKP’li. Önümüzdeki yerel seçimler için ise CHP, kad›n aday fiükran Yang›n Üst’ü eleyerek, üç dönemdir aday gösterilen ve son seçimleri kaybeden Hikmet Hat›rnaz’› yeniden aday gösterdi. Sosyalist solun ise aday çal›flmas› yok.

Dernek Başkanı olan Çelik, Haziran İsyanı’nda İstanbul direnişinde yer aldığı gibi Esenyurt’ta eylemlerin örgütlenişine de katılmış. Çelik mevcut muhtarlığın oy verip mühür basmanın ötesine geçmediğini söyleyerek, başlattıkları muhtarlık çalışmasının aynı zamanda halka, meclislerle mahalleyi birlikte yeniden kurmanın çağrısı olduğunu ifade ediyor. Halkın muhtar adayı çalışması ev ziyaretleri, Halkevi’nde ve köy derneklerinde yapılan toplantılar, esnaf ziyaretleri ile sürüyor.

mahallede temeli 4 y›l önce at›lan ancak hala aç›lmayan Günefl Cemevi’nin de yönetim kurulu üyesi, yerel seçim öncesi aç›lmas› beklenen bu cemevi AKP’li baflkanla ortak projesi.

Do¤a için mücadele ettiler, destek kazand›lar TONYA Trabzon Tonya’da yerel seçim tercihlerini Tonya halk›n›n do¤an›n talan›na karfl› direnifli belirledi. ‹lçede HES’lere, çimento fabrikas›na ve tafl ocaklar›na karfl› süren mücadelenin içinde yer alan emekli ö¤retmen Hasan Kalyoncu, Tonya’daki sosyalistlerin de dahil oldu¤u Tonya Çevre Platformu’nun deste¤ini alarak CHP’den belediye baflkan aday› oldu. Tonya Çevre Platformu Kalyoncu ile birlikte mahalle toplant›lar›yla seçim çal›flmalar›n› sürdürüyor. Kalyoncu yaylas›yla, orman›yla, do¤as›yla, yaflama alanlar›yla korunan, halk›n kendi gelece¤inde söz ve karar hakk› sahip oldu¤u bir Tonya için aday oldu¤unu söylüyor.

HAYRAT Trabzon’un Hayrat ilçesinde Solakl› Vadisi’nde kurulmak istenen HES’lere karfl› mücadelede öne ç›kan DEKAP yürütme kurulu üyesi ‹hsan Hac›bektaflo¤lu CHP’den baflkan aday› oldu. Hac›bektaflo¤lu demokratik, kat›l›mc›, hizmet üreten bir yerel yönetim için Hayratl›lardan oy isterken seçim program›nda HES’lerle Karadeniz’in yok edilmesine karfl› oldu¤unu vurguluyor.


11

TARİH 30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

Halk›n Sesi

Alamut’ta Haflhafli, Haziran’da Çapulcu Alamut’ta hayalperest eşitlikçi, zalim saraylarda korkusuz fedai, fetihçi kuşatmalarda direnme savaşçısı, istilacı ordulara vur-kaç gerillası, yoldaşlar arasında bir insanı kâmil MENDERES TUTUfi

T

ayyip Erdoğan, Fethullah Gülen hareketini “haşhaşilere” benzetti. Kavramın “sair efradında” kızılca kıyamet koptu. Cemaat kalemleri bunu hakaret saydı. Demek “haşhaşilere” benzetilmeyi “kavgada bile söylenmeyecek” derecede bir küfür yerine koyuyordu İslamcılar. Zaten mücahit din kardeşliği bağları iyice zayıflayan eski müttefikler, kıran kırana bir iktidar çatışmasına giriştiler. “Allah veresiye” birbirine vurmaya başladılar. ‹SLAMCI Z‹HN‹YETTE FANTAZMAGOR‹K TRAVMA

Ne demek istiyor İslamcılar, “haşhaşi” derken, kimi, neyle suçluyor? Komplocu, hain, terörist, cani, katil, afyonkeş (haşhaşi) sapkın mezhep üyesi, ana-bacı tanımaz ahlaksız ve daha neler… İslamcı zihniyetin travmatik fantazmagorisinden bir türlü çıkmayan cennet bahçelerinde hurilerle aşk oyunları oynayan cahil din düşmanları sürüsü... Yani resmi Sünni İslamcılığın bin yıldır söyleyegeldiği karapropaganda söyleminden öte bir şey yok. Emeviler, Abbasiler, Fatımiler, Eyyubiler, Memlukler, Moğollar, Haçlılar, doğubilimciler (oryantalistler) ve hatta “Haşhaşilerin” koptuğu 12 İmam Şiileri bile bir savaş stratejisi olarak bu söylemi sürekli yeniden üretmiş. Kriz, çözülme, parçalanma durumlarında sünni-ırkçı saflaşma/kutuplaşma merkezleri yaratılmasında çok kullanışlı bir saldırı stratejisi olarak kullanılmış. İnandırıcılığını yitiren iktidarlar, meşruiyet arayışında çaresizce bu kara-

propaganda geleneğine sarılmış. “Üç beş çapulcu” da öyle değil miydi? Camiye ayakkabıyla girdiler, kutsal mekânlarda içki içtiler, kızlı oğlanlı aynı çadırlarda kaldılar… Zaten komünistler ahlak düşmanı, Aleviler ana-bacı tanımaz, Kürt hareketi de Zerdüşt değil mi buna göre? ‹SLAMCI ‹DEOLOJ‹N‹N KR‹Z‹

Bu defa durum biraz farklı. İktidarda kapışanların ikisi de İslamcı olunca, Sünni İslamcı ideolojinin inandırıcılığı iyice azalıyor. Hegemonya bunalımı ortaya çıkıyor. Sola, Alevilere, PKK’ye karşı kullandıkları propaganda malzemeleri işe yaramıyor. O zaman gelsin sapkın mezhep suçlamaları, gelsin ihanet suçlamaları. “Müflis tüccar eski defterleri karıştırır” derler. Tayyip Erdoğan da battıkça “haşhaşi” karalamalarından medet umuyor. Haşhaşilerin gerçekten kim oldukları, adlarını nereden aldıklarına ilişkin elbet tarihbilimcilerin, etimologların, toplumbilimcilerin söyleyecek çok sözü olacak. Ancak karartılmış tarih yorumlarındaki çelişkilere odaklanmış devrimci kuşku, bizim için şimdilik yeterli. Gerici tarih yazını, polis fezlekesi gibi tersine çevrilmiş hakikatlerle dolu. Bir de Faik Bulut (Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri ve Hasan Sabah Gerçeği, Berfin Yay.) ve İsmail Kaygusuz (Hasan

Sabbah ve Alamut, Su Yay.) gibi araştırmacıların emektar, değerli çalışmaları bu karartmada gedikler açan kıvılcımlar gibi. ÇAPULCU BAR‹KATLARINDA HAfiHAfi‹ BAYRA⁄I

Bu isimle anılan bütün hareketler, haşhaşiliğe saygın, onurlu bir içerik kazandırmış. “Haşhaşilik”, Hazar Denizi’nden Hindistan’a; Anadolu, Kürdistan ve Mezopotamya’da bütün isyan ve direniş hareketlerinin bir şekilde kendini ifa ettiği ana gelişme yatağı olmuş. Bölgesel merkezi devletler, imparatorluklar, yerel zorbalar, zalim iktidar kastları, savaş ağalarına karşı çok eksenli, çok

Tayyip Erdoğan, Hasan Sabbah’ı neden sevmez? “Halkın kanını emen bir zümre zuhur eylemiş; yönetim aygıtının her katında rüşvet, irtikâp ve yozlaşma baş göstermişti.” (Hayyam) ak sen cani teröristbaşının BAlamut’un (haşhaşibaşı) yaptıklarına! savaşçıları, kuşatma

altında sadece Selçuklularla değil, aynı zamanda açlıkla da savaştıkları bir zamanda, bütün kadınları çevre köylere tarlalarda çalışmaya, yün eğirip iplik yaparak geçimlerini sağlamaya gönderirler. Bu kadınlar arasında hareketin önderi (Alamut dervişan cumhuriyetinin başkanı) Hasan Sabbah’ın eşi ve kızı da vardır. Aileyi yüceltip kadın düşmanlığı yapan İslamcılar buna akıl-sır erdiremezler. Dahası, içki içmenin yasaklandığı kalede bu yasağı deldiği için oğlu Muhammed’i ve Kuhistan örgütçüsü Hüseyin Kaini’nin öldürülmesine adı karıştığı için öteki oğlu Ustad Hüseyin’i ölümle cezalandırır. Bu “caniyane davranış” resmi tarihçilerin gözünden kaçmaz. Bu kaçmaz da ayrıcalıklara karşı mücadele gözden kaçar, eşitlikçilik gözden kaçar, ortaklaşa yaşam gözden kaçar. Aslında bilinçli kaçırılır. Sünni iktidar erbabının atası Selçuklu Veziri Nizamülmülk Siyasetname’sinde itiraf eder: “Karmatiler eski Mazdeki mezhebi mensupları gibi ortakçılıktan yanadır.” Böylece fedailerin, toprak aristokrasisine, savaş ağalarına, feodal sömürüye karşı özgür, adil, ayrıcalıksız, eşitlikçi bir toplum hayali, yeminli düşmanları tarafından da itiraf edilmiş oluyor. Hayal bir yana, kadınların bulunmadığı kuşatma altındaki Alamut’ta, ölümüne direnen yaklaşık 50-100 arası savaşçı, en varlıklı zamanlarında herkese eşit olarak paylaştırılan bir parça ekmek ve üç cevizle yaşamını sürmeye çalışıyorlardı.

HALK HAREKET‹ “Batıni oluşumlar feodal çağda halkçı karakteri olan muhalefet hareketleridir.” (Engels) Haflhaflilik, içinden geldi¤i ‹smailili¤in ana ak›m› olan 12 ‹mam fiii hareketi dahil feodal gerici hareketlerden kendini ayr›flt›rm›fl ilerici halk hareketlerine dayanm›fl. Mevali (ezilen halklar) ayaklanmalar›, Zenc (köle) ayaklanmalar›, Karmatiler gibi ilerici halk hareketleriyle ayn› tarihsel dalga boyunda geliflir. Abbasilere, Selçuklulara, Mo¤ollara ve Haçl›lara karfl› bir direnifl hareketi olarak geliflmifl. Mevcut düzeni temsil eden Sünni kurum ve kurulufllarla askeri-sivil bürokrasi ve din adamlar› etraf›nda kurulu fleriat düzenini y›kmay› hedeflemifl.

‹ktidar bloku, genellikle kabile aristokrasisi, paral› askerler, feodal toprak sahipleri, ulema, yönetici üst bürokrasi din adamlar› katmanlar›ndan oluflur. Hareketin temel ald›¤› halk s›n›flar› ise yerel farkl›l›klar gösterir. Herhangi bir saf etnisiteyi temel almazlar. Arap, Fars, Türk bütün yöre halklar›n aç›k bir örgütlenme stratejileri var. Bedevi kabileleri, köylüler, hükümette görevli alt düzey memurlar ve subaylar›n yan›nda Abbasilerde oldu¤u gibi, flehirli ayr›cal›kl› s›n›flara, esnaf, tüccar ve zanaatkârlara dek uzan›r.

GER‹LLA SAVAfiI Savaş stratejisinin temelini “savunma savaşı” ve “yıpratma savaşı” oluşturur HAfiHAfi‹LER ‘KÂM‹L ‹NSAN’IN, ÇAPULCULAR HAfiHAfi‹LER‹N ‹Z‹NDE Aradan bunca zaman geçti, ırkçı, şoven, cinsiyetçi saldırılarla parçalanmaya zorlanan bölge halklarının en genç evlatları olarak, büyük bir onurla hala bin yıl önceki fedai felsefesinin izinden gidiyoruz. Hareketin Suriye kanadının efsanevi önderi Raşideddin Sinan’a göre “nitelikli insan”ın (kâmil insan) özelliklerine bakın: Kamil insan kökeni itibarıyla İranlı, dinsel bakımdan Arap, kültür açısından Iraklı, tecrübesiyle İbrani, davranışıyla/eğilimiyle Hıristiyan, çilekeşlikte Suriyeli, bilimsel yanıyla Yunanlı, kavrama yeteneğiyle Hintli, yaşama tarzıyla Sufi, ahlakıyla melek gibi, ülküsü/bilgisi ebediyete yönelimiyle

ilahi nitelikli olan zattır. ‘SER VER‹P SIR VERMEYEN’ FEDA‹LER TAK‹YEC‹LERE KARfiI

Zalim iktidarlar karşısında bir kendini koruma taktiği olarak başvurulan takiye, açıktan yürütülmezse, bugünün İslamcılarındaki gibi “entrikacılık” olur; bütün siyaset tarzını belirleyen genel kural haline gelir. Kirli siyaset tekniği olarak İslamcı hareketin “takiye” taktiklerinin tersine, fedailerin “takiyeciliği” zalim iktidarlar karşısında “ser verip sır vermeme” ilkesine dayanır. Siyaseti egemenler arası kirli istihbarat oyunlarına ve kaset savaşlarına indirgeyen iktidar güçlerine ve onların medyada görevli sicil temizleme memurlarına sorulur: Asıl “ahlaksız” kim!

Kaleler etraf›nda örgütlenen Haflhafliler, kalelere yönelik iflgal ve kuflatma sald›r›lar›na karfl› savunma savafl› yürütürler. Kalelerde örgütlenip, buray› dergâh, karargâh gibi kullan›rlar. Çevre köylerde, köylü milislerle savunma hatt› lojistik olarak desteklenir. Merkez devletlere karfl› vur-kaç taktikleri temelinde bir “gerilla savafl›” söz konusudur. Bir yandan iyi örgütlenmifl savaflç›larla kaleyi savunurken, öte yandan sald›rgan ordular› geri çekilmeye ya da bar›fl anlaflmas›na zorlamak için y›pratma savafl› yürütürler.

YOLDAfiLIK RUHU “Melikşah’ın ordusu, bu kısacık hayata hiç önem vermeyen bizim savaşçılarımızla çarpışacak bir ruha sahip değildir.”

‘Ne Yapmalı?’ yazılmış olsaydı onu da okurlardı

Ortak yaşam ve eşitlik konusundaysa geleceğin devrimci izsürücülerine öğretecek pek çok şeyleri var u “karacahiller sürüsü”nün B yaptıklarına akıl sır ermiyor! Hepsi de el emeği, göz nuru 200

bin cilt kitabı sarp kayalıklara inşa edilen bu daracık kartal yuvasına (Alamut) nasıl ve ne için çıkarmışlar? Bitmek bilmez istilacı kuşatmalardan sonra, ne yazık ki 1256’da istilacı Moğol ordularının yakıcı uygarlığıyla tanışan çağına göre oldukça zengin sayılabilecek o kütüphaneyi o cahiller sürüsü 156 yıl nasıl korumuş? Uzun süreli kuşatmalar altında varlık yokluk savaşı veren 50-100 fedaiyi yaşamlarından çok kitapların sağlığını düşünmeye iten nasıl bir cahilliktir!

merkezli hareketler bu yataktan beslenmiş. Şurası bir gerçek ki gerici orduların fetihçi kuşatmalarına karşı Alamut burçlarına dikilen direniş bayrağı, bu topraklardaki nice devrimci direnişi de gölgesinde büyüterek, bugün Haziran’ın Çapulcu barikatlarında dalgalanmaya devam ediyor.

‹MAM VEK‹L‹ ‘D‹KHUDA’: ASTKOMUTAN MARKOS’UN KULAKLARI ÇINLASIN

Hasan Sabbah on y›ll›k yeralt› yaflam›nda ve Alamut’a s›zma harekât›nda Dikhuda “kod” ad›n› kullan›yor. Devlet baflkanl›¤› süresince (1090-1124) de kendini asla beklenen Gaip ‹mam (Mehdi) yerine de koymuyor. ‹smaililerin en yüksek makam› olan imaml›k s›fat›n› kendine yak›flt›rm›yor. Kendine “‹mam Vekili” (hüccet) diyor. Oysa herkes biliyor ki, o, Yeni Dava’n›n davetçisi (“dai”), “dava adam›”, devrimci, örgütçü, propagandac›d›r: Felsefe, teoloji ve astronomiyi iyi derecede bilir.

‘K‹TLE ÇALIfiMASI ‹Ç‹NDE KADRO ÇALIfiMASI’

‹sfahan, Ba¤dat, fiam gibi büyük flehirlerde varl›k gösterebilen haflhaflilerde modern proleter hareketin nüveleri görülür. Henüz kristalize olmasa da “kitle çal›flmas›” ve “kadro (fedai) çal›flmas›” gereksinimi belirginleflmeye bafllam›flt›. Karmatiler Arap ‹slam sendikal hareketinin bafllang›c›d›r. Lonca, dernek, birliklerde çal›flan “bir nevi sendikal hareket” yaratt›lar. Bernard Lewis’e göre “‹smaililer militan taktikleri ve devrimci hedefleri sayesinde bu teflkilat yap› ve cemiyetleri mevcut sistemi devirmek maksad›yla kullanmas›n› bildiler.

Bu noktada Fedai Birlikleri devreye girer. Sultanlara, vezirlere, yerel savafl a¤alar›na, iflbirlikçi din adamlar›na suikastlar düzenlerler. ‹yi e¤itilmifl, disiplinli, düzensiz savaflç› birliklerin yürüttü¤ü fedai savafl›, savunma savafl›n› desteklemek için gelifltirilmifl s›n›rl› bir savafl tarz›d›r. Halklar savaflmas›n diye zalim iktidar temsilcileri fedailerin hedefi haline gelir: Yüksek derecede devlet adamlar›, sultan, vezir, prens, bey, komutan, ikinci dereceden ba¤naz, k›flk›rt›c›, iflbirlikçi din adamlar›, kad›lar, vali ve kaymakamlar bunlar aras›ndad›r. Sivil halk asla hedef al›nmaz. Suikastlar zaman zaman bir nevi “silahl› propaganda”y› an›flt›r›r. Örne¤in iki Abbasi halifesinin (Er Raflid ve Müsterflid) öldürülmesi Haflhaflilerin ciddi politik sayg›nl›k kazanmalar›n› sa¤lam›flt›r. Haçl› Kudüs Kral› Conrad Montferrat, Nizamülmülk ve ard›ndan vezir olan iki o¤lu fedai hançerin-

den kurtulamam›fl. M›s›r-Suriye sultan› ünlü Selâhaddin Eyyubi iki kere fedai sald›r›s›ndan kurtulmufl. S›rf Hasan Sabbah dönemine yaklafl›k 50 kadar fedai sald›r› var. Afyonkefl (haflhafli) denilen fedailer, kesintisiz hareket halinde iyi e¤itimli, disiplinli, kat› kurallar› olan bir yaflam tarz›n› benimseyen gönüllülerden seçilir. Her zaman haz›rda, tetikte, uyan›k ve dikkatlidirler. Bazen bir saraya s›zmak, zor bir suikasta haz›rlanmak y›llar›n› al›r. Kad›nlardan, alkolden ve uyuflukluk veren afyondan uzak dururlar. Hançer kullan›m›, insan bedenindeki can al›c› noktalar›n ö¤renilmesi, iz sürücülük, yüksek düzeyde de¤iflken çevre koflullar›na uyum, istihbarat ve propaganda e¤itimi al›rlar. Haflhaflilerde önder (dai), fedai, lassik (köylü milis) gibi ifllevsel farkl›l›klar›n temelinde yoldafll›k (refik) ba¤› belirleyicidir.


SOKAĞIN SESİ

ÜRET EN B‹Z‹Z YÖNET EN DE B‹Z O LACA⁄IZ

30 Ocak 2014 / 12 fiubat 2014

12 Halk›n Sesi

‘7 yıldır buradayız

Ahparig’ B‹RL‹KTE ÖLDÜRDÜLER Agos Gazetesi Genel Yay›n B‹RL‹KTE KORUDULAR Yönetmeni Hrant Dink, katlediliAnkara, Birgün flinin 7. y›l›nda an›ld›. On binlerce gazetesi önünden Güvenpark’a kiflinin Taksim’den Agos’a yürüdü¤ü 19 Ocak’ta cinayetin hesab› yapt›¤› yürüyüflte Ermenice soruldu. Hrant’›n vuruldu¤u Erge- ‘Buraday›z’ derken, Eskiflehir nekon Caddesi’nin ad› Hrant Dink bas›n aç›klamas›nda “Cinayetin Caddesi olarak de¤ifltirildi. Eylem- sorumlusu, AKP eliyle her geçen de, Gülten Kaya 7 y›ld›r ayd›nlat›- gün halk düflman› karakterini güçlendiren devletin ta kendilamayan cinayet için “Baflka bir sidir” dedi. Samsun, Çiftlik adalet yoksa, hayat›n adaleti tuCaddesi’ni trafi¤e kapat›rken, tacak yakan›zdan. Devletin dürüstlü¤ünden kuflku duymayan Antalya “Hrant’› vuranlar ülkeyi soyanlar” diye seslendi. Tüm iller, kald› m›?” diye konufltu. bu kez de Hrant için “Bu daha Roboski, Reyhanl›, Gezi’de bafllang›ç, mücadeleye devam” katledilenler, ‹stanbul’da oldu¤u slogan›n› att›. gibi ayn› gün pek çok flehirde an›ld›.

‘Taşeron yokken biz vardık’ Cerrahpaşa’da yemekhanede kat görevlisi olarak çalışan ve işten çıkarılan işçilerle direnişlerinin 12. günü 24 Ocak’ta bir söyleşi yaptık. İki kez neredeyse yüzde yüz başarıya ulaşan yemekhane boykotu yapan işçiler anlattı: “Taşeron yokken biz vardık burada. Yıllarımızı biz geçirdik. Onlar gidip geliyor ama biz buradayız” TUBA GÜNEfi

C

errahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Devrimci Sağlık İş’le birlikte direnen sağlık işçileri, yemekhane boykotları, imza kampanyası, direniş çadırı ile mücadelede. Direnişe dair en doğru bilgiyi onlar verir diye düşündük. Toplanıp biraz sohbet ettik. öyleşimiz sık sık kesilmek zorunda kaldı çünkü direnişlerinin ziyaretçisi çoktu. Soğumadan yemek yenmesi gerekiyordu. Direnişçilerden birinin yanında getirdiği çocuğu ile ilgilenilmesi lazımdı. Ya da kalan yemeklerin hayvanlarla paylaşılması için bir organizasyon yapılıyordu. Sevim, Aynur, Mevlüt, Yavuz ve Soner’le yaptığımız sohbette en sık duyduğum cümle “Kazanana kadar buradayız” oldu. En etkileyicisi de elbette başlığa çıkardığımız gibi “Onlar yokken biz buradaydık. Taşeron gidip geliyor ama biz hep buradayız” cümleleri…

S

8 SAAT ÇALIfiIYORLAR AMA... Sohbete ilk Sevim Abla giriyor. Hastane bahçesine girdiğiniz anda “Burası benim işyerim. Bu çadır benim geleceğim” diye bağırır gibi bekleyen, bir yandan da sürekli gülümseyen Sevim Abla…12 saat çalıştıkları günlerden bugüne nasıl geldiklerini anlatan Sevim Abla, “Tam rahatlığa kavuştuk, 8 saat çalışmaya başladık bu sefer de ‘mutfağa yardıma gelin’ demeye başladılar. Gitmediğin zaman ‘Niye gelmiyorsun’ diyorlar. Yoğun servislerde çalışıyoruz, nasıl gidelim? Bunları dediğimiz zaman şirketle karşı karşıya gelmek zorunda kaldık. Şu anda servisler rahat. Sonuçta 8 saat ama şu psikolojik baskı olmasa…” diyor. Mevlüt Abi tamamlıyor süreci.

50 işçinin 12 saatlik çalışma düzeneğinden şikayetçi olduğunu, denetimden sonra 8 saat çalışabilmeye başladıklarını anlatıyor. “Yani hep çıkıntılık yaptığınız için mi işten atıldınız?” diye sorunca “Ben de öyle düşünüyorum. Sendika üyesiyiz biz. Hakkını arayan insanlar var burada. Farklı şeyler de düşünüyorum. Hastane yönetiminin sessiz kalması düşündürüyor.” Aynur Abla, çalıştıkları süreçte oynanan oyunları da ekliyor. “6 buçuk - 2 buçuk çalıştırıyor bizi. Ama 1 buçukta çıkarıyor. 1 saat yemek tatilimiz var bizim. Saat 11 buçuk gibi yemek geliyor, yemeği dağıtıyorsun. İşlerini bitireceksin ki kendi yemek tatilini kullanabilesin. Onu da oradan çırpıyor. Güya 1 saat erken çıkarıyor. Haftasonu mesai vermemek için. Bunun temizliği var, kabı kacağı var, iki tane mutfağın var, onun temizliği var... Nasıl çıkıyorsun 1 buçukta? Mümkün değil.” Sonerse en büyük sıkıntının baskı olduğunu vurguluyor. “Sıkıntı esnek sözleşmeden kaynaklanıyor” diyor, “Her tarafta çalıştırılabilir derken, istediği işi yaptırabilir demek istiyor. Biz de bunlara karşı çıkınca kapıyı gösteriyorlar. Ne zaman hakkımızı aramaya kalksak

çıkışımızı gösterdiler.” Soner’in anlattığına göre haklarında pek çok tutanak tutulmuş. Hastane yönetimi tutanakların işten çıkarmada göz önüne alınmadığını söylese de o tutanakları da eleştiriyor: “Yok fazla yemek istemişiz, yok fazla yazdırmışız, yok mutfağa gitmemişiz, yok patates-soğan soydurmaya çağırmış, gitmemişiz bu tür bahaneler…” ‘‹fiTEN ÇIKARILMADAN ‹fiS‹Z KALDIK’ Sevim Abla “Bütün olanlardan hastane yönetimi nasıl farkında değil onu anlamadım” diyor. Çünkü Mevlüt Abi’nin dirayetsiz dediği hastane yönetimi her şeyden habersiz olduğunu iddia ediyor. Soner bunu şöyle anlatıyor: “Biz gittik, şirket müdürleriyle konuştuk. ‘Sizi yönetim istemiyor’ dedi. Fatma Hanım (Hastane müdür yardımcısı) ‘Ben işten çıkarmadım’ diyor. ‘Çıkarsam elinizde kağıt olur’ diyor. Biz de arada kaldık. Şirket bizi işten çıkardığını kabul etmiyor, yönetim etmiyor.” Anlattıklarına göre kimse onları işten çıkarmadığı halde, 1 aylık denilip sonra 3 buçuk aya çıkıveren Beyazıt kampüsü rotasyonundan sonra, Cerrahpaşa’ya dönen işçiler, işlerinden edildiklerini görüyorlar. Toplam 20 işçi taşeron firmanın ihalesi bitince işten çıkarılı-

yor. Taşeron firma getirdiği yeni elemanları da usulsüz çalıştırıyor. Yavuz Abi anlatıyor: “Yeni gelen arkadaşları tanımıyoruz. Ama önce mutfağa diye alıyor, sonra katlara yardıma gönderiyor. 6-7 servis tek çalışıyor. Bütün gün çalışıyor. Normal maaşını bankaya yatırıyor. Kalanı elden veriyor.” Ve sadede geliyoruz. “Direniş nasıl başladı?” Daha önce 6 kişinin gönderildiği Beyazıt Kampüsü’ne 4 kişi daha gönderiliyor. Sendikaları Devrimci Sağlık İş’e haber veren işçiler 31 Aralık’ta hastane müdürü ve yardımcısı ile konuşuyor. İkna edemiyor. Ve çadır kuruluyor. Yavuz Abi’nin dediğine göre 3 günde 2000 kişiden imza alıyorlar. Sendikalar, Kocamustafapaşa Dayanışması, demokratik kitle örgütleri, partiler onları hiç yalnız bırakmıyor. Her biri bu kurumların, örgütlerin desteği ile şevklendiklerini söylüyor. Ailelerinden de aynı desteği aldıklarını belirtiyorlar. Mevlüt Abi mesela… İki çocuğunu ve eşini alıp evde bir toplantı yapmış. Çalışan çocuğuna demiş ki: “Senden bugünlerde elinden geleni yapmanı istiyorum.” Hepsine onuruyla gururuyla çalıştığı işten çıkarılmasının onuruna dokunduğunu bu yüzden direnmek istediğini anlatıyor. Onlar da desteklerini esirgemiyor. Yavuz Abi direniş çadırında çalışma arkadaşlarının arasında bile diyalogun arttığını söylüyor. “Buradaki ortamda 24 gündür güzel bir kaynaşma var. Herkes birlikte kahvaltı ediyor, çay içiyor, yemek yiyor. Her şey güzel” diyor. ‘KAR DA YA⁄SA TAfi DA YA⁄SA BURADAYIZ’ “Kar geliyormuş, ne yapacaksınız?” diye sorunca tereddütsüz yanıtlıyorlar. Aynur Abla “Kar da yağsa taş da yağsa burada

olacağız” diyor. Yavuz Abi “Sonuçta ocak ayında çadırımızı kurduk. Kardan korksak kışın çadır kurmazdık” diye giriyor. Mevlüt Abi noktayı koyuyor: “Çadırı kuracağımız zaman TOMA’lar gelip, güvenlik etrafımızı sardığı zaman da korkmadık. İnançla sarıldık. Kara da sarılırız.” Aynur Abla’nın en son anlattıklarıysa tüm taşeron işçilerinin altına imza atacağı cinsten. Bu yazı o cümlelerle bitmeli: “Yönetimdeki büyüklerimiz, ‘Biz iyi niyetliyiz, iş gösterdik onlar gitmedi’ demiş. Ben buraya 9 senemi vermişim. Öbür arkadaşım 12 senesini vermiş, öbürü 6 senesini... Bana gösterdiği yer Okmeydanı Devlet Hastanesi... Oraya gittiğim

zaman elimdeki tüm emekleri atmış olacağım. İyilik mi yapıyorlar bana şimdi? Benim burada 9 senelik tazminatım var. Oraya başvurunca feragat etmiş oluyorum. Madem burada eleman çoktu, neden eleman alımı var? Neden katları teke düşürdü? Onların önce hesabını versinler. Onlar yokken, taşeron firmalar yokken biz vardık burada. 9 yılı burada biz geçirdik. Biz mücadele verdik. Onlar gelip gidiyorlar ama biz buradayız. Onların gösterdiği hastaneye gitmek zorunluluğum yok benim. İnsan haklarım var benim, neden heba edeyim? Ben Cerrahpaşa’nın elemanıyım. Burada kalmak istiyorum.”

‘Sansüre hayır’

AKP’nin yeniden gündeme getirdi¤i internette keyfi yasaklamalar getiren düzenleme 18 Ocak saat 18.00’da Türkiye’yi soka¤a ç›kard›. ‹stiklal caddesinde geceye kadar süren polis sald›r›lar›na ve sansürcü zihniyete karfl› direnifl gösterildi. ‹zmir, Ankara, Bursa, Eskiflehir, Mersin, Antakya, Antalya ve Samsun da ayn› anda eylemdeydi.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.