194 sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

24 Ekim 2013• 1,25 TL

Y›l 8 • Say› 194

Tayyip’in yolu yol değil Art›k AKP’yi ne yeni bir film ne yeni bir rol kurtarabilir SF. 3

AKP d›fl politikada, “çözüm” sürecinde ve halk›n ekonomik demokratik beklentileri karfl›s›nda yaflad›¤› iflas›n siyasi faturas›n› istemese de ödeyecek ve bunun için hiç kimse seçimlere kadar beklemeye niyetli de¤il

Gökçek’in ODTÜ’de binlerce a¤ac› katlederek bafllatt›¤› yol inflaat›n› “yol medeniyettir” diye savunup, ormanlar›na sahip ç›kan üniversitelilere “eflk›ya” diyen Erdo¤an koltu¤unu sallayan isyan›n yolunu da aç›yor

Dünya ayakta

Aleviler 3 Kas›m’da ‹stanbul’da bulufluyor Alevi örgütleri AKP’nin asimilasyon, inkar ve bask› politikalar›na karfl› soka¤a ç›k›yor. Bir araya gelen Alevi örgütleri 3 Kas›m’da ‹stanbul Kad›köy’de buluflma ça¤r›s› yap›yor. Cem Vakf›’n›n Fethullah Gülen’le birlikte yapt›¤› cami-cemevi projesine karfl› Tuzluçay›r halk›n›n direnifli sürerken “demokratikleflme paketi”nde Alevilerin ad›n› bile anma-

Üniversitelerin dinmeyen isyan›na Aleviler ve emekçiler de ekleniyor. Aleviler 3 Kas›m’da ‹stanbul’da yüz binlerle buluflmay› hedeflerken, emekçiler k›dem tazminat›n›n gasp›na karfl› direnifle haz›rlan›yor

Dünya isyanda. Brezilya’da yaflam alanlar›n› savunmak için yola ç›kan yerlilere, kamusal e¤itim insanca ücret isteyen ö¤retmenler ve devletin petrol flirketi Petrobras’›n özellefltirilmesine karfl› greve ç›kan iflçiler eklendi. ‹talya’da

yan AKP’den beklentimiz yok diyen Alevi örgütleri haklar›n› emek ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadele ederek kazanca¤›z diyor. S.3

kemer s›kma politikalar›na karfl› on binler soka¤a ç›kt›. Ö¤renciler Roma’n›n en büyük meydan›n› iflgal etti. Fransa’da liseliler s›n›r d›fl› edilen arkadafllar›n›n arkas›ndan iktidar›n göçmen politikas›na karfl› sokaklara döküldü. S.5

‘Gezi’ye katk›m›z: Perdesiz Tiyatro’ Yaz aylar›n› direniflin heyecan› ile geçiren ‹stanbullular, hem direnifle kat›lan hem de ayn› heyecanla alternatif bir tiyatro sahnesi kurmak için yola ç›kan

sanatç›lar›n eme¤iyle oluflan Moda Sahnesi’ne kavufltu. Moda Sahnesi’nin ilk oyunlar› Hamlet ve Bütün Ç›lg›nlar Sever Beni. S.11

Tufan Sertlek / Sayfa 2

Ferda Koç / Sayfa 4

Dilflat Aktafl / Sayfa 10

‹flçi demokrasisi

Cami, cemevi ve ille aflevi ‘Türbana de¤il, kad›na özgürlük’

Enerji-Sen’in Dersim zaferi Enerji-Sen’in 17 Eylül’de Dersim’de yakt›¤› direnifl atefli halk›n deste¤iyle büyüdü, mücadelenin kararl›l›¤›yla süreklileflti ve Enerji-Sen s›n›f mücadelesi aç›s›ndan önemli bir kazan›ma imza S.2 att›.

D‹SK, k›dem tazminat› hakk› gasp›na karfl› sokakta AKP k›dem tazminat›n› fona devredecek yasan›n haz›rl›klar›n› sürdürüyor. Bu düzenlemeyle iflçileri iflten ç›karmak kolaylaflacak, güvencesizlik yayg›nlaflacak. Hak-‹fl hükümetle iflbirli¤i içinde, Türk-ifl ise örtük olarak uzlafl›yor. K›dem tazminat› “k›rm›z› çizgimizdir” diyen D‹SK ise iflçileri haklar›n› savunmak için soka¤a ça¤›r›yor. 24 Ekim’de ‹stanbul ve Ankara’da bafllayacak eylemler bölgesel mitinglerle devam edecek. S.8


2

EMEK 24 Ekim 2013 / 6 Kas›m 2013

Halk›n Sesi

‹flçi demokrasisi Daha önce defalarca kaza olan ve can kaybı yaşanan Manisa’nın Soma ilçesindeki bir kömür madeninde bir kez daha göçük yaşandı ve iş cinayetine bir madenci daha kurban verildi. Kaza sonrası madeni ziyarete gelen sendika yöneticisi ile görüşmek için toplanan işçilerden biri şöyle bağırıyor: “Başkan! Bu madenin böyle olduğunu biliyordunuz, neden müsaade ettiniz bizim bu koşullarda çalışmamıza, daha önce de kazalar oldu, neden düzeltilmedi sorunlar vesaire…” İlk başta bakıldığında “işçiler sendika yöneticisinden hesap soruyor” fotoğrafı gözüne çarpıyor insanın. Ancak daha önce aynı madende defalarca kazanın olduğu (hatta sırf bu nedenden CHP Genel Başkanı’nın yılbaşını bu madende işçilere moral olması için kutladığını) öğrenince fotoğrafı bu şekilde okumanın yeterli olmadığını anlıyorsunuz. Bu kez dönüp dışarıdan bir ses olarak aynı soruyu işçi arkadaşımıza da sormamız gayet anlamlı görünüyor. “İşçi kardeşim, sendikalı bir işçi olarak bu kadar sabıkalı bir madende neden aksaklıkların düzeltilmesi için çaba göstermedin, neden sendikayı buna zorlamadın?” Kuşkusuz buna hemen hazır cevap bulmak kolay olabilir: “Ne yapacaksın kardeşim, çalışmam dersen, patron defol git, keyfine göre bir işte Tufan çalış deyip kapıya koyar.” Sertlek Doğrudur, bu gerekçeler haklı gibi görülebilir. Ama iki neDev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu denden dolayı bunu kabul etmek içimize sinmiyor. Birincisi burası bir mağaza değil, maden ocağı. Yani en küçük bir hata onlarca işçinin canına mal olabilir. İkincisi öyle ya da böyle bir sendikal örgütlülük var, maden işçisinin mücadele geleneği ve eylem refleksleri hemen öyle kolayca unutulabilecek türden değil. Aynı anda DİSK’e bağlı Sosyal İş Sendikası’nın Leroy Merlin işyerindeki grevinin zaferle sonuçlandığını öğreniyoruz. Sosyal İş’in dediğine göre “yapı marketleri” alanındaki ilk grevmiş ve kazanılmış. Gerçekten çok kıymetli bir deney. AVM çılgınlığının yaşandığı ülkemizde böylesi bir işyerinde örgütlenmek ve sendikal hareketin bu kadar etkisiz olduğu bir dönemde greve çıkmaya cesaret edip bunu başarmak kolay değil. Başta Leroy Merlin işçileri olmak üzere Sosyal İş Sendikası’nın yönetici ve çalışanlarını kutluyoruz. İşçilerle yapılan röportajlarda hemen herkesin vurgu yaptığı tek şey vardı. Sendikal demokrasi. Toplu sözleşme sendikanın işçilerle birlikte tartıştığı ve sonuçlandırdığı bir süreç olarak yaşanmış ve grev aşamasına böyle gelinmiş. Böyle olunca da birlik-beraberlik ve kararlılık çok daha net olarak görünür hale gelmiş ve anlaşılan patronun gözünü korkutmuş. Sonuç ortada… Yaşadığımız her iki olayda da sendikal mücadelenin en önemli unsurunun sendikal demokrasi, doğrudan katılım olduğunu görüyoruz. Birincisinde (işveren ve sendika tarafından) üretim sürecinden tamamen dışlanmış, madene sadece çalışmak için gelen ve ekmeğini kazanmak için her gün ölümüne girdiği karanlığa tamamen yabancılaşmış bir işçiyi görürken diğerinde toplu sözleşme sürecinde aktif yer alan, söz ve karar sahibi bir işçiyi görüyoruz. Kuşkusuz sendikal demokrasi pratiği sadece toplu sözleşme süreciyle sınırlı olarak değerlendirilmemeli. Gerek işyerindeki emek sürecinin denetimi gerekse sendikal işleyişin denetimi ve yönetimi aşamalarında sürekli bir katılım ve etkinlik haline gelmeli. Bu etkinliğin (kapitalist hegemonyanın varlığı koşullarındaki sınırlarıyla) başarılı olması sayesindedir ki burjuva demokrasisi yerine işçi demokrasisi daha katılımcı, demokratik ve eşitlikçi olarak kabul görsün ve politik bir talep haline gelebilsin. Gezi Direnişi süreci bize kitle hareketlerinin ve eylemliliğinin doğrudan demokrasi yaratabilme yeteneğinin halen canlı olduğunu gösterdi. İşçiler anti kapitalist bir toplumun kurucu öznesi olarak kendilerini var edebilmelidirler. Bunun yaşanması, öğrenilmesi ve deneyimlenmesi için tüm sendikal aktörler kendi üzerlerine vazife almalıdır. Tabii ki bunun için ancak ve ancak devrimci bir sendikal duruş şarttır ve devrimci sendikal duruşun ispatının olmazsa olmaz birkaç koşulundan biri de budur!

Dersim’de dayan›flman›n ve mücadelenin zaferi Enerji-Sen’in 17 Eylül’de Dersim’de yaktığı direniş ateşi halkın desteğiyle büyüdü, mücadelenin kararlılığıyla süreklileşti ve Enerji-Sen sınıf mücadelesi açısından önemli bir kazanıma imza attı ALP TEK‹N BABAÇ

E

nerji-Sen, Dersim’deki grevi 23 Ekim günü kazanımla sonuçlandırdı. Enerji-Sen’in taleplerinin tümü AKSA tarafından kabul edilmiş oldu. Maaşlar 1.080 liradan 1.600 liraya yükseldi. Tüm çalışanlar taşeron şirketten AKSA Fırat kadrosuna alındı. Keyfi rotasyon ve sürgünlerin durdurulacağı, Taşeron firmalardan kalan alacakların (kıdem tazminatı, yıllık izin…) ödeneceği, fazla mesai ücretlerinin ödeneceği, işçi sağlığı ve güvenliği kurallarına uyulacağı ve çalışan eksiğinin giderileceği AKSA tarafından kabul edildi. Fırat Elektrik Dağıtım AŞ’nin AKSA’ya devriyle 1.300 lira olan maaşlar 1.050 liraya düşmüş, 20 Eylül günü Tes-İş’in imzaladığı toplu iş sözleşmesiyle maaşlar 1.080 lira olmuştu. F‹‹L‹ MÜCADELE, DO⁄RUDAN DEMOKRAS‹ VE HALK DESTE⁄‹ Enerji-Sen Genel Başkanı Ali Duman, grevi ve kazanımı ilk Halkın Sesi’ne değerlendirdi. AKP ve sermaye açısından oldukça kritik bir alan olan enerji sektöründe özelleş-

tirmelerin hızla gerçekleştirildiğini ifade eden Duman, özelleştirme sürecinin yoğun bir örgütsüzleştirme ve güvencesizleştirmeyle birlikte ilerlediğini söyledi. Duman, enerji işkolunda yürüttükleri mücadelede elde edilen tüm kazanımların işçi sınıfı açısından da stratejik bir önemi olduğunu sözlerine ekledi. Dersim’deki grevin yasalarda tanımlanmış grevin dışında fiili bir grev olduğunu, kararların tüm işçilerin katılımıyla alındığını ve halkın yoğun bir desteğinin olduğunu belirten Duman, grevin kazanımla sonuçlanmasını sağlayan temel unsurlarını şöyle sıraladı: “Fiili mücadele, doğrudan demokrasi ve halkın desteği.” Enerji-Sen üyelerinin ücret düşüklüğüne ve çalışma koşullarına yaptıkları itirazlar karşısında AKSA’nın iki Enerji-Sen üyesini sürgün etmesiyle yanan direniş ateşi, halkın desteğiyle giderek büyüdü. 7 Ekim günü Dersim’deki toplumsal muhalefet bileşenleri iki saat iş bırakarak greve destek verdi. İşçilerin kent meydanındaki yürüyüşüne okullarından çıkan eğitim emekçileri ve öğrencilerin yanı sıra Valilik çalışanları dahil kamu kurumlarında çalışanlar

Y

ları yürüyüş sonucunda 10 Ekim’de Ankara’ya ulaştı, TBMM’nin kapısına dayandı. Eskişehir Yolu üzerinde yürüyüşe başlayan işçilerin

AKSA’DAN ÖLÜMÜNE GREV KIRMA ÇABASI Grev sürerken AKSA da grevi kırmak için her yolu denedi. 10 Ekim günü bir arızayı gidermek için yüksek gerilim hattına çıkan İbrahim Atan hayatını kaybetti. Olayın ardından İbrahim’in emekli enerji işçisi olduğu ve arızayı gidermek için gerekli malzemeyi AKSA’dan aldığı, AKSA’nın da emekli işçiyi arızayı gidermeye zorladığı ortaya çıktı. İbrahim’in ölümünün ardından enerji işçileri Dersim’deki AKSA Genel Müdürlüğü’nü abluka altına aldı. Genel Müdür, işçilerin verdiği izinle gece yarısı binadan ayrılırken enerji işçileri arkadaşlarının cenazesini bekledi. AKSA’nın grevi kırma çabaları devam etti, bu sefer işçilerin karşısına Bingöl’den getirttiği silahlı kişileri sürdü ancak Enerji-Sen üyeleri onla-

rı da geri püskürttü. ‘EVDE BOZULACA⁄INA HEP BERABER Y‹YEL‹M’ Enerji-Sen üyeleri 15 Ekim’de başlayan ve 19 Ekim’de sona eren Kurban Bayramı süresince çalıştı. Enerji işçilerini bayramda çalıştıran Dersim halkının tepkileri değil, halkın verdiği yoğun destek nedeniyle bir dayanışma jestiydi. Bir aydan uzun süre elektrikleri kesik olmasına rağmen Dersim halkı işçilerin direnişine büyük destek verdi, FEDAŞ Genel Müdürlüğü önünde işçilerle birlikte bekledi. Dersimliler elektrik kesintileri nedeniyle işçilere tepki göstermek yerine çalışmayan buzdolaplarındaki gıdaları işçilerle paylaştı. Çünkü Dersimliler, elektrik kesintilerinin işçilerden değil, AKSA’dan kaynaklandığını çok iyi biliyordu. Enerji işçileri Dersim’i ve tüm ilçelerini kapı kapı dolaşan işçiler, sorunlarını ve taleplerini anlatmıştı.

Güvenceli çalışma olana kadar sürecek Enerji-Sen, 20 Ekim günü D‹SK Genel Merkezi’nde yeni üyeliklerini bir bas›n toplant›s›yla kamuoyuna duyurdu. Toplant›da konuflan Enerji-Sen Genel Baflkan› Ali Duman, BEDAfi’ta yüze yak›n yeni üye yapt›klar›n› söyledi. Duman, iflten ç›karmalar nedeniyle 1 A¤ustos günü BEDAfi’ta

18 üyeleri kald›¤›n› ancak flimdi yeniden eski üye say›lar›na ulaflt›klar›n› kaydetti. Duman, sermayedarlar›n sald›r›lar›n›n kesintisiz oldu¤unu buna karfl›l›k mücadelenin de insanca ve güvenceli çal›flma koflullar› sa¤lan›ncaya kadar sürece¤ini vurgulad›. BEDAfi’ta da örgütlü olduklar› tüm ifl-

Yatağan TBMM kapısında atağan’daki enerji ve maden işçileri, termik santral ve kömür sahalarının özelleştirilmek istenmesine karşı 7 Ekim’de Milas’tan başlattık-

da katıldı. Esnaf kepenk kapatırken Bingöl’deki elektrik dağıtımı işinde çalışan enerji işçileri de bir günlüğüne iş bıraktı. Enerji-Sen üyeleri 17 Eylül’den 15 Ekim’e kadar kurdukları mobil ekiple sadece sağlık kurumlarının elektrik arızalarını giderdi, karakolların ve polis lojmanlarının elektrik arızaları onarılmadı.

ilk durağı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ydı. Bakanlık önünde duran işçiler, bakanlığın işçi düşmanı politikalarına yönelik konuşmalar yaptı. Konuşmalardan

sonra işçiler başlarındaki baretleri bakanlığın önüne bıraktı. Yürüyüş sürerken TBMM’ye yaklaşıldığında Türk Metal üyelerinin pankartlarını toplayıp ayrılmaları dikkat çekti. İşçiler TBMM önünde polis engeliyle karşılaştı ancak Aydın ve Afyon’da polis barikatını aşarak yürüyüşlerini sürdüren işçiler burada da geri adım atmadı, TBMM Dikmen Kapısı önünde bir basın açıklaması yahptı. İşçiler, özelleştirmenin iptal edilmemesi yönünde bir karar çıkmaması halinde çok daha kalabalık geleceklerini, gerekirse bir kent olarak yürüyeceklerini TBMM’ye duyurdu ve eylemin ardından Yatağan’ın yolunu tuttu.

yerlerinde de hedeflerinin toplu ifl sözleflmesi oldu¤unu belirten Duman, BEDAfi direniflinde de fiili mücadelenin önemli oldu¤unu flu sözlerle ifade etti: “fiirket yetkilileri görüflme taleplerimizi olumsuz karfl›lam›flt›. Biz de direniflin dördüncü günü BEDAfi’a gittik. Polis sald›rd›

ama flirket görüflmek zorunda kald› ve gelinen nokta ortada.” BEDAfi yetkilileriyle Enerji-Sen’in görüflmesi 15 A¤ustos’ta gerçekleflti. ‹flçilerin büyük k›sm› iflbafl› yaparken ifle iade edilmeyen iflçiler direnifli sürdürdü. ‹flbafl› yapanlarsa yeni iflçileri BEDAfi’a üye yapt›.

‹lk AVM grevi ilk kazan›m T

ürkiye’nin ilk AVM grevi işçilerin kazanımıyla sona erdi. Sosyal-İş ile Leroy Merlin işvereni arasındaki toplu iş sözleşmesinde anlaşmazlık çıkması üzerine 3 Ekim’de firmanın Bursa ve Ankara’daki mağazalarında greve çıkan işçiler, 18 Ekim günü kazanıma ulaştı. Sosyal-İş, tüm taleplerini ve toplu iş sözleşmesinin tüm şartlarını işçilerle birlikte toplantılar düzenleyerek belirledi. İşçilerin temel talebi olan toplu iş sözleşmesinin yürürlük süresinin 3 yıl olması talebi kabul edilirken anlaşmaya göre birinci yıl için maaşlara yüzde 6, ikinci ve üçüncü yıl için enflasyon oranında zam yapılacak. Mevcut yol ve yemek yardımları korunduğu anlaşmaya göre 500 liralık sosyal yardım paketi ile tüm sosyal haklara ikinci ve üçüncü yıl enflasyon oranında artış yapılması kararlaştırıldı.


3

GÜNDEM 24 Ekim 2013 / 6 Kasım 2013

Halk›n Sesi

A K P ’ Y E K A R Ş I Ö F K E 3 K A S I M ’ D A K A D I KÖ Y ’ E A K A C A K

Alevilerden büyük miting çağrısı Alevi örgütleri Türkiye toplumunun demokratikleşmesi, laik bir devlet olabilmesi, eşit yurttaş haklarının, düşünce ve inanç özgürlüğünün sağlanması için demokrasi ve emek güçleriyle el ele mücadele edeceklerini vurguluyor ÖZGE OZAN

A

leviler AKP iktidarının asimilasyon, inkar ve baskı politikalarına karşı buluşuyor. Alevi örgütleri AKP’nin açıkladığı “Demokratikleşme” paketini ve asimilasyon politikasının somut yansıması olan “Cami-Cemevi” projesini protesto etmek için sokağa çıkıyor. 19 Ekim’de Mersin’de ilk mitinglerini gerçekleştiren Alevi örgütleri yüz binlerle 3 Kasım’da İstanbul Kadıköy’de olacak. Demokratikleşme paketinin açıklanmasının ardından Alevi örgütleri pakette Alevilerin temel ta-

leplerinin yok sayıldığını, ardından gelen “Alevilere yeni açılım” söylemlerinin de AKP’nin oyalama taktiklerinden biri olduğunu belirterek mezhepçi, gerici bir parti olan AKP’den demokrasiye, özgürlüğe kardeşliğe katkı sunmasını beklemediklerini ilan ettiler. Bölge mitinglerinden oluşan bir eylem programı açıkladılar. Eylem programının en önemli ayaklarından biri 3 Kasım’da İstanbul’da gerçekleşecek olan miting. İZZETULLAH TELAŞTA Fethullah Gülen’le ortak yaptığı “Cami-Cemevi” projesi nedeniyle

Alevilerden büyük tepki alan, Cem Vakfı içinde dahi istifalara varan tepkilerle karşılaşan İzzettin Doğan ise Alevi örgütlerinin ortaklaşa başlattığı mücadele süreci karşısında durumunu kurtarmaya çalışıyor. Paketin açıklanmasının ardından Cemaatin kanalına çıkarak iktidarla kol kola yürüyüşüne yakışmayan(!) bir sertlikte paketi eleştiren ve AKP’nin Alevilere hiçbir hak vermediğini söyleyen Doğan büyük Alevi mitinginden bir gün önce mitingin yapılacağı İstanbul’da “Dünya çapında Anadolu inanç önderleri toplantısı” düzenliyor. AKP baskısı altında yaşayan Alevi toplumunun içinde en ufak itibarı kalmayan İzzettin Doğan, “inanç önderleri” aracılığı ile üstelik “dünyadan taşıdıkları” ile konumunu düzeltmeye çalışıyor. Doğan toplantı için yayımladığı çağrı metninde ise “devlet bizi içine alsın” diyerek, Cami-Cemevi projesinden geri adım atmayarak çizgisini değiştirdiğini gösteriyor. SOKAKTA, ORTAK MÜCADELE Cem Vakfı salon toplantılarıyla itibar tazelemeye çalışadursun mitinglerle yüz binleri buluşturmayı hedefleyen Alevi örgütlerinin temsilcileri yaptıkları açıklamada Türkiye toplumunun demokratikleşmesi, laik bir devlet olabilmesi, eşit yurttaş haklarının, düşünce ve inanç özgürlüğünün sağlanması için Alevi kurumlarının ortaklaştığı ve

Tuzluçay›r asimilasyona, faflist sald›r›lara direniyor

Ankara Tuzluçay›r’da ‹zzettin Do¤an’la Fethullah Gülen’in ortak projesi olan ve 8 Eylül’de yap›m›na bafllayan “Cami-cemevi” projesine yönelik eylemler sürüyor. 13 Ekim’de Tuluçay›r’da gerçekleflen “Camiye Cemevine de¤il asimilasyona karfl›y›z” mitingi yaklafl›k 2 bin kifli ile gerçekleflti. Miting s›ras›nda polis helikopteri alçak uçuflla Tuzluçay›rl›lar› taciz etti. Eylemde Alevilerin ad›n›

demokrasi ve emek güçleriyle el ele verdikleri bir mücadele yürüteceklerini vurguladılar. 3 Kasım’da emek ve meslek örgütleri, siyasi parti ve demokratik kitle örgütleri ile birlikte Kadıköy’de buluşacak olan Alevi örgütleri taleplerini şöyle sıralıyor: Cami-Cemevi projesi iptal edilmelidir; zorunlu din dersi ve diyanet işleri kaldırılmalıdır; Alevilere ait inanç merkezlerinin el konulan taşınmazları ve diğer varlıkları geri verilmelidir; Alevi katliamları aydınlatılmalıdır; kamu ve özel sektörde Aleviler hakkında uygulanan dışlayıcı uygulamalara ve cemaat tekeline son verilmelidir; örgütlenme özgürlüğü, toplu gösteri ve ifade özgürlüğü önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır; 40 bin Alevi’nin öldürülmesinden sorumlu olan Yavuz Sultan Selim’in ismi kamusal alanda kullanılmamalıdır; iktidar ve devlet bizim adımıza karar veremez cemevlerinin Alevilerin ibadet yeri olduğu konusunda yasal düzenleme yapılmalıdır. 3 Kasım’da Kadıköy’de buluşmak için çağrı yapan Alevi örgütleri: Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Dernekleri Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Alevi Kültür Dernekleri, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Şahkulu

dahi anmayan “demokratikleflme paketi” elefltirildi, yap›lan konuflmalarda demokratikleflme için AKP iktidar›n›n y›k›lmas› gerekti¤i vurgulan›rken, 3 Kas›m’da ‹stanbul Kad›köy’de yap›lacak mitinge ça¤r› yap›ld›. Miting sonras›nda yüzlerce kifli Cami-Cemevi inflaat›na do¤ru yürüyüfle geçti. Polis, yürüyüfle geçenlere plastik mermi kullanarak sald›rd›. Sald›r›ya karfl› Tuzluçay›r halk› havai

Dergahı, Garip Dede Dergahı, Karacaahmet Dergahı, Erikli Baba Dergahı, Sarı Gaz, Cemevi, Nurtepe Cemevi, Bağcılar Cemevi, Gazi Cemevi, Okmeydanı Cemevi, Sultan Gazi Pir Sultan Cemevi, Örnek Cemevi, Karaağaç Dergahı, Hubyar Dergahı, Topçu Baba Dergahı, Yalıncak Sultan Dergahı, Cogi Baba Dergahı, Alibeyköy Cemevi, Habibler Cemevi, Ermahmut Cemevi, Erenler Eğitim

Vakfı, Gürpınar Cemevi, Güneş Cemevi, Yeşilkent, Pir Sultan Cemevi, Suştan Beyli Cemevi, Ataşehir Cemevi, Pir Sultan Abdal Kadıköy Cemevi, Sarıyer Cemevi, Karacaöğren Cemevi, Karayolları Cemevi, Arnavutköy Cemevi, Silivri Cemevi, Yunus Emre Cemevi, Yenidoğan Cemevi, Sarısaltık Cemevi, Derince İmam Hüseyin Cemevi, Sücaeddin Veli Dergahı, Alevi Bektaşi Eğitim Kültür Vakfı.

fiflek, kalkanlarla kamulaflt›r›lan tanker ve kepçe ile direndi. Polis geri çekildi. 20 Ekim’de Tuzluçay›r’da Mamak Halkevi taraf›ndan, Ahmet Atakan’›n katledilmesinin 40. gününde Cami-Cemevi projesini protesto etmek ve Ahmet Atakan’› anmak için gerçeklefltirilen etkinli¤e polis sald›rd›. Çat›flmalarda mahalle ara sokaklar›nda iki direniflçi faflistler taraf›ndan b›çakland›.

Artık AKP’yi ne yeni bir film ne yeni bir rol kurtarabilir AKP’nin başarısızlıklarını bile başarı olarak algılamak, algılatmak artık sıradanlaştı. Kuşkusuz bundaki en büyük etken AKP kontrolündeki yazılı ve görsel basının hegemonyası. Ancak sistem içi muhalefetin yetersizliğini, çapsızlığını da mutlaka eklemek gerek. On günlük bayram tatili boyunca yaşanan trafik keşmekeşi, ulaşım sorunları kendiliğinden vuku bulan ve engellenmesi mümkün olmayan bir doğa olayı gibi algılandı, algılatıldı. On küsur yıldır iktidarda olan ve en büyük meziyetlerinden biri olarak “ulaşımda yaptıkları atılımı” anlatan AKP’nin bu sonuçta sanki hiçbir sorumluluğu yoktu (!) Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere AKP’li belediyelerin de şehir içi ulaşım sorunlarının devasa boyuta ulaşmasında da hiçbir sorumluluğu yok. Kadir Topbaş, kendisi on yıldır, partisi 20 yıldır İstanbul’u yönetiyor olmasına rağmen, hala yaptıklarını değil, yapacaklarını propaganda ederek seçime hazırlanıyor. Neymiş 2015’te, 2019’da, 2023’te metro durakları açacakmış. Bunlardan da önemlisi, ülkede son on yılda trafik kazalarındaki ölüm oranı yüzde 184 artmış. Bu on yıl içinde 42.721 kişi hayatını kaybetmiş, 870.000 kişi yaralanmış. Bu bilgi neredeyse tüm haber bültenlerinde yer almasına rağmen, hiçbir haber kanalında bu ülkeyi on yıldır AKP’nin yönettiği hatırlatılmadı. AKP’nin övünç kaynağı dubleyollardan bahsedilmedi. Kimse hava ve deniz ulaşımına sözde çok önem veriyorsunuz da bu insanlar neden karayolunu tercih edip, o yollarda ölüyor diye sormadı. “Toplum asayişi için on binlerce çevik polis besliyorsunuz da trafik asayişi için ne yapıyorsunuz” diye sorgulamadı. Eğer bunlar sorgulansaydı AKP iktidarının “insan için değil”, sermaye ve rant için varolduğu yanıtına rahatça ulaşılabilirdi!

Benzer bir “akıl tutulması” kaçırılan pilotların kurtarılmasında(!) da yaşandı. Yaklaşık iki aydır Lübnan’da Hizbullah’ın paravan bir örgütü tarafından esir tutulan iki pilot sonunda ülkeye getirildi. Kahraman ve işbitirici Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ikilisi pilotları havaalanında uçağın kapısında karşıladı ve bu başarılı operasyon(!) AKP’nin hanesine yazılıverdi. Kimse bu olayın siyasi sorumlusunun kim olduğunu tartışmadı, sorgulamadı. Sanki bu iki pilot, AKP’nin dış politikasının bir sonucu olarak kaçırılmamıştı. Pilotlara karşılık pazarlık konusu yapılan Lübnanlı hacıların kaçırılmasında (ki içlerinde Hizbullah’ın yöneticilerinin de olduğu biliniyordu) AKP’nin rolü hiç tartışılmadı. Pilotların serbest bırakılma sürecini AKP’nin dışişleri bakanlığının değil de Katar-İran-Lübnan üçlüsünün örgütlediği de arka planda kaldı. AKP’nin bu dış politikasıyla, bu ülke vatandaşlarının hiçbirinin yurtdışında güvende olmayacağı uyarısı ise hiç ama hiç duyulmadı zaten. Eğer bunlar sorgulansaydı AKP iktidarının, “Ortadoğu halkları için değil”, emperyalist çıkarların ve dini gericiliğin yayılması için varolduğu yanıtına rahatça ulaşılabilirdi. Akıl hocalığını ve yürütücülüğünü Davutoğlu’nun yaptığı Tayyip Erdoğan’ın tutarsız, eyyamcı dış politikası, artık İsa’ya da Musa’ya da yaranamıyor! ABD’nin ve İsrail’in “rahatsızlıklar”ı, Tayyip Erdoğan’ın MİT Müsteşarı olan Hakan Fidan’ın dünya medyasında gündem haline getirilmesiyle iyice gün yüzüne çıktı. Hatırlanacağı gibi Hakan Fidan, MİT Müsteşarlığı’na atandığı günden itibaren tartıştırılmaya başlanmıştı zaten. (İsrail, Fidan’ı İran yanlısı olmakla değerlendirmişti). Daha sonra PKK ile sürdürülen Oslo görüşmeleri ifşa edilmiş ve Fethullah eliyle yürütülen operasyonla Hakan Fidan hakkında dava bile açılmıştı da Tayyip Er-

doğan hızla devreye girip yeni yasa çıkartarak yargılanmasını engellemişti. Bu yeni itibarsızlaştırma operasyonunun da en azından ülke içindeki bölümü yine cemaat kadrolarınca yürütülmekte. Ancak bu durum Tayyip Erdoğan ile cemaat arasında süren devlet kadrolarının paylaşılması pazarlığından ya da ülkedeki siyasi etkinlik ağırlığının artması geriliminden daha farklı (öyle olsa MİT Müsteşarı ile uğraşmak yerine farklı bir şahıs, örneğin Muammer Güler ya da Yalçın Akdoğan seçilirdi). Anlaşıldığı kadarıyla Hakan Fidan üzerinden Erdoğan ve Davutoğlu hedeflenmekte ve AKP’nin başta Suriye olmak üzere uyguladığı Ortadoğu politikası “rahatsızlık” yaratmaktadır. Bu kadar hassas dengenin olduğu bir coğrafyada ABD, en ufak “özerk politikaya” dahi tahammül edememektedir. AKP, ABD’nin değişen tercihlerine ayak uyduramamış ve süreçlerden dışlanmakla kalmamış (Filistin, İran ve Suriye süreçlerinden), önü kesilerek kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Özellikle El-Kaide gibi kontrol edilemeyecek radikal İslamcı gruplarla geliştirilen ilişkiler, ABD’nin Suriye’de Rusya üzerinden sağladığı yeni denge düzlemine zarar vermektedir. Ancak AKP için artık çok geç. Çünkü şimdiye kadar Erdoğan, Davutoğlu ve Fidan üzerinden İslamcı çetelerle kurulan ilişkiler kolayca tasfiye edilecek türden değil (üstelik böyle bir girişim, bu çetelerin AKP’yi hedef almasına da yol açacaktır). Diğer yandan da AKP’nin elinde bu çetelerden başka kendi hesabına siyaset yaptıracağı herhangi bir araç da kalmadı. Hatta ilişkide olduğu bütün eski aktörlerin neredeyse hepsinin pozisyonu değişti; Katar Şeyhi etkisizleştirildi, Mursi gönderildi, Hamas Katar’a taşındı, Ahmedinecat artık yok,

Maliki ile arası zaten bozuk vs. Değişmeyen tek aktör Abdullah Öcalan mı? AKP’nin Ortadoğu’daki yalıtılmışlığı bir yana Kürtlerle geliştirdiği yeni ilişki düzlemi de her an farklılaşma potansiyeli taşımakta. Bir yandan Suriye Kürtleri ile Barzani üzerinden kurulan ilişkinin yetersizliğini kavramasıyla PYD ile doğrudan ilişki kurmak zorunda kalan AKP, diğer yandan PKK ile başlattığı müzakere sürecini oyalama taktikleriyle sürdürmenin hesabını yapıyor. Abdullah Öcalan’ın ifadesi ile müzakere sürecinin ilk bölümü 15 Ekim’de bitti. (KCK’nın açıklamasına göre ise süreç tamamen bitti). Tayyip Erdoğan ise sözde demokratikleşme paketi ile verebileceğinin neredeyse tamamını vermiş görüntüsü çiziyor. Bundan sonra yapılabilecekler ise zamana yayılan ve kerhen bahşedilebilecekler olacak. Ancak Tayyip Erdoğan istediği kadar sürecin kontrolünü elinde tutma görüntüsü versin, gelinen noktada Kürtlerin nesnel pozisyonu, Erdoğan oyalamalarıyla yaşanacak bir yerel seçim sürecine (ve elbette Suriye Kürdistanı sürecine) olanak vermez. Tüm bu dönem yaşananlar AKP’nin “kimyasını” bozmuş durumda. Artık AKP süreç(ler)i belirleyen aktör olmaktan çıkmış, gelişmeler karşısında taktik belirlemek zorunda kalan figüran rolüne indirgenmiş durumda. Bu edilgen pozisyon, AKP’nin seçimler öncesindeki alışılagelen hegemonik görüntüsünün bile değişmesine yol açtı. Artık belediye başkan adaylarını açıklamak için bile karşı adayları kimler olacağını görme ihtiyacı duyuyor. Özellikle İstanbul ve Ankara’dan birini bile kaybetmesi durumunda tüm hesapları yeniden yapmak zorunda olduğunun farkında Tayyip Erdoğan. Kadir Topbaş’ın adaylığı bile garanti değil, Melih’inki hiç değil. Bu gelecek endişesi,

AKP’yi her adımı temkinli atmasını ve her aşamada yeni taktikler geliştirmesini zorunlu kılıyor. Yerel seçim sürecinde (özellikle Batı’da) zorlanacak, zorlanan bir diğer siyasal güç ise kuşkusuz Kürtler. Yapılacak tercih sadece BDPHDP formülasyonunun başarısını test etmekle sınırlı kalmayacak, aynı zamanda sonucu da belirleyecek. Artık iyice kamera arkasından kamera önüne geçme kararı vermiş olan Sırrı Süreyya Önder’in son dönemlerde, ne yapmayı amaçladığı çok anlaşılır olmasa da (bir adayım, bir değilim, bir şaka yaptım, yok vazgeçtim) verdiği demeçler bunu kanıtlar nitelikte, aynı zamanda belediye başkanı olamayacağını da. Özellikle en son açıkladığı kendi adayları, Kürtlerin nerede sıkışacağını gösteriyor. Hatırlanacağı gibi Sırrı Süreyya, kendini aday göstermekten vazgeçince, iki farklı aday (tercih) açıkladı; ÖDP Genel Başkanı Alper Taş ve Numan Kurtulmuş’tan kazık yemiş HAS Partili Bekaroğlu. Aslında ikilem tam da budur. Solculardan oy alabilecek bir aday mı, yoksa AKP’lilerden oy alabilecek bir aday mı? Kürtlerin tercihi büyük oranda İstanbul’un kaderini, dolayısıyla AKP’nin geleceğini belirleyecek. Ne olursa olsun AKP için artık bir tarihsel dönem sona ermiştir. Artık kaderi (içerde, dışarıda, sokakta), kendi dışındakilerin tutumuna bağlıdır. Attığı hiçbir adımın, kendisi için başarı şansı garanti değildir. İlerlemek AKP için kaçınılmaz olduğu kadar, ilerleme adına atacağı her adım da kendisini durduracak ciddi sonuçlar doğurabilecektir. En somut örnek ODTÜ’den. Bir tarafta yerel seçim öncesi yolları bitirmek zorunda kalan Melih Gökçek’in sıkışmışlığı, diğer tarafta her an yeni bir İsyan’ın fitilini ateşleme korkusu. Her adım bir öncekinin sonuçlarını en ince ayrıntısını değerlendirerek atılmak zorunda. (Bu

tarz AKP’nin hiç de alışık olmadığı bir kimya yaratacak.) Bir diğer örnek Alevilerden. Atılmayan her adım ise AKP için bir başka “sorun” kaynağını daha da büyütüyor, büyütecek. İşbirlikçi İzzettin Doğan’ı (Cem Vakfı) dışında bırakarak tüm Alevi örgütleri tek bir amaç için hareket eder duruma geldi. AKP’nin yapmadıkları, Alevileri hem birleştiriyor hem de işbirlikçileri tasfiye ettiriyor. Bir başka örnek Kasım ayında çıkartılmaya çalışılacak olan yeni çalışma yasaları (kıdem tazminatının kaldırılması, kadın istihdamı, taşeron yasası, özel istihdam büroları). Avrupa Birliği’nin bu gerekçeyle sırtını sıvazladığı AKP, krizine, emeği çok daha ucuzlatarak ve güvencesiz hale getirerek çare bulmaya çalışacak. Ancak onlar da biliyor ki göz boyamayı başaramazlarsa, halkı kandırmayı beceremezlerse çok daha büyük bir “yaptırmama” gücüyle karşı karşıya kalacaklar ve bu seferki yarattıkları tüm fiili durumları gerçek bir kaosa sürükleyecek. Emeğin kazanılmış en temel haklarını ortadan kaldıran bu sermaye politikaları, esas olarak, Türkiye halklarının ve ülkenin geleceğinin karartılması ve ipotek altına alınmasıdır. Bu nedenle sendikaların da önemli bir kısmını teslim alma ve toplumu yalanlarıyla maniple etmeyi hedefleyen AKP karşısında, direnişin etkin ve güçlü bir biçimde örgütlenmesi üç seçimli bir döneme ilerleyen AKP ile halk arasındaki kopuşun cisimleştiği yeni bir aks yaratabilecektir. Emeğin çok daha büyük ölçekte ucuzlatılmasını ve güvencesizleştirilmesini hedefleyen bu sürecin sonuçlarının sadece emek alanıyla sınırlı kalmayacağı açıktır. Tüm toplum yaşamını topyekûn belirleyecek olan girişimleri engellemek de toplumsal muhalefetin kaçınılmaz görevleri arasında olacaktır.


4

GÜNDEM 24 Ekim 2013 / 6 Kas›m 2013

Halk›n Sesi

Cami, cemevi ve ille de aflevi AKP iktidarının iki “kırgın ortağı” Fetullah Gülen ve İzzetin Doğan'ın Cami-Cemevi-Aşevi projesi ellerinde kaldı. Projenin gerçekleştirileceği Tuzluçayır'da yükselen halk tepkisi İstanbul'a ve Antakya'ya yansıdı. AKP iktidarı Alevilerin entegrasyona isyanına Antakya'da Ahmet Atakan'ı öldürerek, İstanbul'da ise Gülsuyu çetelerini sokağa salıp Hasan Ferit Gedik'i öldürterek yanıt verdi. Alevilerin Cami-Cemevi-Aşevi projesine gösterdikleri tepki ve sonrasındaki AKP cinayetleri, AKP'nin neredeyse tamamiyle etnik ve dinsel kimlik sorunları üzerine kurulu olan “demokrasi paketi” içinde Alevilere yer verememesine neden oldu. Tuzluçayır'daki proje ise mahalle halkının tüm direnişine karşın bir polis ordusunun koruması altında sürdürülmeye çalışılıyor. Cami-Cemevi-Aşevi projesinin bir asimilasyon projesi olduğu çokça yazıldı, söylendi. İzzetin Doğan ve Cem Vakfı'nın devletin Aleviler içindeki Truva Atı olduğu da bir sır değil. Doğan'ın hiç utanıp sıkılmadan “bütün masraflarının Gülen cemaati tarafından karşılanacağının” altını çizdiği bu projenin cemevini camiinin bir eklentisi haline getireceği, böylece Aleviliğin, Sünni İslamın koltuğu altına sokulmasına hizmet edeceği eleştirisi Alevi örgütlerinin birçoğu tarafından dile getirildi. Elbette bu eleştiri doğru. Ama beni asıl ilgilendiren, bu projenin diğer komponenti. Yani cami ve cemevinin ortasındaki aşevi. İzzettin Doğan bir “proje”. 12 Mart öncesindeki “yol düşkünleri”nin 12 Eylül sonrasındaki halefi. “Yol düşkünlüğü”, 1970'de AP hükümetini destekleyen sermaye sıFerda nıfına atlamaya hevesli Alevi milletvekillerine taKoç kılan ad. MDP, ANAP, ferdakoc@ DYP kapılarına yüz sürhotmail.com dükten sonra Fethullah Gülen tarikiyle (yol) AKP'nin kapısında turlara başlayan Doğan, sahneye çıktığından bugüne Alevi iş adamlarının, yüksek bürokratlarının devletle ve sermayeyle özel bir grup olarak ilişkilenmesine aracılık etmeyi iş edindi. Yoksul Alevi halkını, “Alevi” patronların taşeronluğu altında disipline edip neoliberal kapitalizme eklemleyerek Alevilere kimlik ve kişilik kazandıracağını iddia ediyor. Yani İzzetin Doğan sadece bir “eski proje” değil bir neoliberal proje. Gülen'i anlatmaya hiç gerek yok. O da aynı 12 Eylül'ün kontrgerillacı bir evladı. Devlet için kurşun atıp kurşun yemese de dua edip tespih çeken ve İslam kisvesi altında komünizm, Alevi ve Kürt düşmanlığını ajite eden “şereflilerden”. 12 Eylül'den sonra Hizmet'e soyundu ve toplumsal düzeyde muazzam bir patronaj ağıyla, yoksul müslümanları ayni ve nakdi yardımlarla kendisine bağımlı hale getirdi. Gülen'e bu kadar geniş bir olanağı sağlayan, “yürü ya kulum” diyen Pentagon ve “çocukları”nın, Gülen'i Afrika'dan Uzak Asya'ya kadar tüm “İslam Alemi”nde bir sızma aracı olarak kullandıkları sır değil. Yani Gülen, işlevi Türkiye sınırlarının dışına taşmış bir başka neoliberal proje. Yani Tuzluçayır'da yanyana gelen bir Sünni ile bir Alevi din adamı, kanaat önderi, sermaye sahibi değil; iki tane neoliberal proje... O yüzden de Tuzluçayır projesinde Cami'nin Cemevi'ni koltuk altına alması kadar, Caminin Cemevi'ni koltuk altına almak için Aşevi'ni işe koşması da önemli. Aşevi, neoliberal stratejinin önemli bileşenlerinden biri olan dilencileştirme taktiğinin bir aracı. Dilencileştirme politikasının genel olarak yurttaşları kul haline getirmeyi, özel olarak da güvencesiz işçiliğin patlayıcı özelliklerini tamponlamayı amaçladığını biliyoruz. Ramazan çadırlarından, ekmek, süt, kömür başta olmak üzere çeşitli ihtiyaç maddelerinin ülkenin her yanında pıtrak gibi yayılan “yardım kuruluşları” aracılığıyla kapı kapı dağıtılır hale gelmesi, bu taktiğin neoliberal strateji için vazgeçilmezliğini ortaya koyuyor. Gülen ve Doğan, Cemevi'ni Cami'nin koltuğu altına sokmak için Alevi'yi “namerde muhtaç” olduğunu kabul edeceği Aşevi'nden geçirmeyi planlıyorlar. Helal olsun Gülen&Doğan Company'ye; ezilen bir mezhep olarak Alevilerin neoliberalizme entegrasyonunun özünde neyin bulunduğunu anlamamız ve anlatabilmemiz için bundan daha güzel bir sembol bulunamazdı. Alevi'yi kullaştırarak ve şükre mecbur ederek “tanıyan” bu “özgürlükçülüğü” daha önlerine geldiği dakikada ellerinin tersiyle iten ve CHP'dekiler başta olmak üzere bütün Alevi softalarını hizaya geçiren Tuzluçayır'ın devrimci gençlerine ise selam olsun...

“Kal› Davas›” ertelendi

R

eyhanlı’da 52 kişinin hayatını kaybettiği patlamanın belgelerini RedHack’e sızdırdığı iddiasıyla tutuklanan Utku Kalı’nın ilk duruşması 21 Ekim’de Samsun’da görüldü. Duruşma 11 Kasım’a ertelendi. 11 Mayıs’ta Reyhanlı’da gerçekleşen ve 52 kişinin ölümüne yol açan patlamanın bilinmesine rağmen engellenmediğini kanıtlayan belgeleri RedHack’e sızdırmakla suçlanan er Utku Kalı 24 Mayıs’ta tutuklanmıştı. Avukatları ve yakınları Kalı’nın ağır baskı altında olduğunu belirtiyor.

Süreç duvara dayand› AKP, Suriye ve Kürt sorununu birlikte ele al›rken yapt›¤› bütün hamlelerde baflar›s›zl›¤a u¤rad›. Suriye’deki planlar›n iflas› ile Kürtlerin aras›na örülen duvar, sürecin yaflad›¤› t›kanmay› da sembolize ediyor ULAfi KORKUT AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

A

KP “çözüm süreci” olarak adlandırdığı çalışmasını şizofrenik bir biçimde sürdürüyor. Bir yandan çözüm nutukları atıyor, diğer yandan Suriye Kürtleri ve Türkiye Kürtleri arasına duvar örüyor. İmralı’da Abdullah Öcalan’la yapılan 11 görüşmenin sonunda gelinen noktada, Öcalan ve KCK yöneticileri sürecin fiilen sona erdiğini açıkladı. Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmede “benim için süreç 15 Ekim’de bitmiştir” dedi. KCK lideri Cemil Bayık ise 21 Ekim’de yaptığı açıklamada “Sürecin sonuna gelindi. Yeniden iç savaş çıkabilir” dedi. Ayrıca AKP’nin BDP heyetine yaptığı müdahalelerin artık eskisi gibi tepkisiz kalmayacağı yine Öcalan’ın ve KCK’nin açıklamalarında ifade edildi.Satranç oyununu andıran süreç karşılıklı hamlelerle sürüyor. KCK “demokratikleşme paketi” üzerine şartlarını bir deklarasyon yayımlayarak açıklamıştı. “Kürtlerin varlığının anayasal ve yasal güvenceye alınması, Kürt kimliğiyle düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün tanınması, demokratik özerkliğin kabulü” ve her düzeyde anadilinde eğitimin kabul edilmesi” sürecin devam şartları olarak açıklandı.

K‹M‹N KR‹Z‹? AKP’nin herhangi bir somut adım atmaması üzerine yapılan bu açıklamalar sürecin krize girdiğini açığa çıkarırken, AKP taktik değiştirdi ve karşı hamle olarak sürecin krizini Kürt hareketinin iç krizi haline getirme çabasına girdi. AKP Kandil, İmralı ve BDP arası anlaşmazlıkların olduğu yönündeki geleneksel psikolojik harp taktiklerini sürdürürken, Selahattin Demirtaş’ın dahil olduğu yerel seçim tartışması medya aracılığıyla derinleştirilmeye çalışıldı. Ancak hareketin her tür farklılığa rağmen ortak tutum benimseyerek AKP’yi eleştirmesi, Demirtaş’ın “Demokratikleşme paketine” yönelik sert eleştirileri Erdoğan’ı bir

Paris suikastinde deliller AKP aleyhine

ara “bizim Selahattin” diye samimiyetle andığı Demirtaş’ı veto etme ve “herkes kiminle arasını iyi tutacağına dikkat etsin” deme noktasına getirdi. İmralı’ya giden heyette Selahattin Demirtaş’ın olmasına izin verilmedi. Kandil bu müdahaleye ilişkin olarak “görüşmeye gidilmemeliydi” derken, Öcalan “BDP bundan sonra bu tür müdahaleler olursa görüşmelere gelmez” dedi. Buna karşılık Tayyip Erdoğan’ın “bunun kararını vermek, tamamen hükümete aittir. İster gönderir, ister göndermez” söylemi sürecin bundan sonra AKP için çok daha zor olacağının göstergesi. Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’la yaptığı görüşmeden sonra, Cemil Bayık yaptığı açıklamada, “Sürecin sonuna gelindi. Ya Kürt hareketiyle derin ve anlamlı müzakereleri kabul ederler ya da Türkiye'de iç savaş çıkar” dedi. AKP için bu oyalama süreci yaşananlar nedeniyle artık idare edilemez hale geldi. AKP daha önce defalarca kez, seçimler yaklaşırken benzer süreçler yürütmeye çalıştı. AKP’nin yaptığı hamlelerin art arda yaşanacak seçimleri en az kayıpla atlatma politikası olduğu görülüyor.

ROJAVA’DA SAVAfi AKP’N‹N DESTE⁄‹YLE SÜRÜYOR Tayyip Erdoğan öncülüğünde ve tahakkümünde yürüyen bu şizofrenik süreç Suriye iç savaşının başladığı döneme denk geldi. Suriye’de yaşananlar AKP’nin Ortadoğu’da düzen kurucu olma hedefinde beklemediği kırılmalar yaşamasına neden oldu. AKP aklının öngörülerinin aksine Suriye kargaşası uzun sürdü ve kördüğüm halini aldı. Buna paralel olarak, Kürt sorununu ‘ayak bağı’ olmaktan çıkarmak amacında olan AKP yeni bir ayak bağı ile tökezlemeye başladı. Rojava’da yaşananlar AKP’nin Kürtlerin arasına sınırda duvar örmesiyle devam ediyor. Rojava’da çetelerin saldırılardan kaçan ya da savaş sürecinde yaralanan, evsiz kalan Suriyeli Kürtlerin Türkiye’ye geçişi örülen duvarlarla önleniyor. Sürecin Türkiye ayağında herhangi bir yasal düzenleme olmaması bir yana El Kaide’ye bağlı çetelerin Türkiye tarafından desteklenmesi AKP’nin bakışındaki ikiyüzlülüğü görünür kıldı. Rojava’da El Kaide bağlantılı Nursa Cephesi’nin katliamları her geçen gün artarken PYD, çetelerin silahları Türkiye’den aldığını ve çetecilerin

Reuters, Paris’te 9 Ocak 2013’te PKK kurucular›ndan Sakine Cans›z, KNK temsilcisi Fidan Do¤an ve gençlik hareketi üyesi Leyla fiaylemez’in öldürülmesinin ard›ndan tutuklanan katil zanl›s› Ömer Güney ile Türkiye aras›ndaki ba¤lant›lara iliflkin delillerin topland›¤›n› yazd›. Polis kaynak-

lar›n›n, Türklerin Güney’in kiflili¤i hakk›nda bilgi verdi¤ini, ancak Frans›zlar›n Güney’in son aktiviteleri hakk›nda bilgi istedi¤ini yazan Reuters, yeni kan›tlar›n PKK ile Türk devleti aras›nda var olan ateflkesi tehlikeye atabilecek nitelikte oldu¤u yorumunda bulundu.

Türkiye sınırından geldiklerini defalarca kez açıkladı. AKP, Türkiye Kürtlerini problem olmaktan çıkarmaya çalışırken Rojava’da yaşanan katliamlara sessiz kalmayı hatta destek olmayı sürdürdü.

KDP, AKP, EL KA‹DE AKP KDP ile ortak bir şekilde Rojava Kürtlerine karşı tecrit politikaları yürüttü. KDP AKP’nin duvar politikalarına katkı olarak sınırlarını Rojava Kürtlerinin geçişine kapattı. Bütün Kürtlerin sorunlarını tartışmak, çözmek amacıyla planlanan Kürt Ulusal Kongresi sürekli ertelendi. Kürt Ulusal Kongresi’nin KDP ve Barzani engeliyle karşılaştığını Kemal Burkay Stockholm’de katıldığı bir seminerde açıkladı. Burkay PKK merkezli bir kongreye Barzani’nin izin vermeyeceğini söyledi. Son yıllarda bölgede yaşanan her olayda Barzani’nin AKP paralelinde hareket ettiği görülüyor. KDP’nin bu engellemelerinin Rojava ve AKP bağlantılı olduğu söylenebilir. Türkiye ve Kürt Federal Bölgesi’nin bu tecrit politikaları Rojava Kürtlerini açlığa ve ölüme mahkum etmek-

le birlikte burada PYD’nin oluşturduğu ‘öz yönetim’ direnmeye ve bölgesini savunmaya devam ediyor. El Kaide çetelerinin AKP desteğine rağmen Rojava’da birçok bölgeden geri çekilmek zorunda kaldığı haberleri alınıyor. Kürt hareketi, AKP hükümetinin biryandan ‘çözüm’ iddiasında olması diğer yandan ise Rojava’da Kürtleri katleden çetelere destek olmasına daha fazla izin vermeyeceğini hem Öcalan’ın hem de Bayık’ın açıklamalarıyla ifade etmiş oldu. AKP sıkışan süreci zamana yayarak idare edebilmek için ‘demokratikleşme paketi’ gibi hamleler yapsa da pek başarılı olamadığı görülüyor. AKP, Suriye ve Kürt sorununu birlikte ele alırken yaptığı bütün hamlelerde eli boş döndü. Şimdi seçimler yaklaşırken kendi krizini Kürt hareketinin krizine dönüştürme çabalarına girse de, hareket AKP’nin bu oyunlarına ve oyalama siyasetine meydan vermiyor. AKP’nin Kürt sorununda çözümsüzlüğünün delil olarak Suriye sınırına ördüğü duvar, aşılmaz bir krize sürüklenen sürecin içinde bulunduğu durumu da sembolize ediyor.

‘Fidan sana diyorum, Erdoğan sen anla’ kadrosunu yem edebilir ne de Suriye politikasını bir kalemde değiştirebilir. İçinde çeşitli illere yayılmış binlerce cihatçının da yer aldığı 500 bin mülteci ve sınır komşusu yeni bir Kürdistan gerçeği, AKP’nin Suriye politikasını sıfırdan ele almasını imkansız kılıyor. AKP’nin Fidan tartışmaları karşısındaki hırçınlığı da bu zor durumdan kaynaklanıyor.

M

İT Müsteşarı Hakan Fidan bir kez daha uluslararası basının hedefinde ve Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP iktidarının as kadroları yine “asıl hedef Erdoğan ve AKP” diyerek sıkı bir savunma pozisyonuna geçti. Bu kez tartışma ABD’nin etkili gazetelerinden Wall Street Journal’da Hakan Fidan’ı, İslamcı ve güvenilmez bir kadro olarak gösteren ve hem Suriye’deki El Kaide unsurlarına hem de İran’a destek vermekle itham eden bir yazı etrafında başladı. Bu operasyonel yayınların nedenine ilişkin farklı yorumlar söz konusu olsa da, hedefteki ismin politik pozisyonu ve operasyonun zamanlaması ile ilgili tartışma götürmeyen gerçekler var. Fidan’ın başında yer aldığı MİT, artık iç güvenliğe odaklanmanın yanı sıra Ortadoğu’da aktif faaliyet yürüten bir istihbarat örgütü. Suriye’de Lübnanlı Şii Hacıların kaçırıldığı Azez gibi belli sınır bölgelerinin denetimi, uluslararası cihatçıların Türkiye-Suriye sınırından geçişi, Suriye’ye silah akışı MİT’in denetiminde yürüyor. Suriye Kürtleri, cihatçıların MİT’in doğrudan desteği ve yönlendirmesiyle Kürt yerleşimlerine saldırdığını açıklıyor. ABD-Rusya uzlaşmasının ardından bütün bölge güçleri uluslararası cihatçılarla ve çatışmayı derinleştiren politikalarla arasına mesafe koyarken, MİT’in cihatçılara bu ölçüde angaje olması bir düzeltme operasyonunu kaçınılmaz kılıyor. Bu operasyon Katar’da 25 Mayıs’taki saray darbesiyle, Mısır’da ise 3 Temmuz’daki aske-

e’ye Dostlar El Kaid karşı görsün Hakan Fidan’›n Erdo¤an’›n emrinde ve korumas›nda oldu¤u herkesin malumu. Do¤al olarak as›l hedefin Erdo¤an ve onun d›fl politikas› oldu¤unu söylemek de malumun ilan› oluyor ri darbeyle gerçekleşti. Türkiye ise 16 Mayıs’ta Hakan Fidan’ın Tayyip Erdoğan’a eşlik ettiği Beyaz Saray ziyaretinde ABD Başkanı Barack Obama’ya Suriye politikasında değişiklik taahhüdünde bulunmuştu. Aradan geçen sürede, El Kaide’ye yönelik göstermelik kınamalar ve savaş çığırtkanlığının dozundaki düşüş dışında AKP ciddi bir politika değişikliğine gitmedi. Türkiye hala Suriye’de savaşan cihatçılar için en önemli destek üssü konumunda. Bütün tarafların diplomatik çözüm için

masaya çağrıldığı Cenevre 2 Konferansı yaklaşırken Türkiye istikrarsızlığın temel kaynaklarından biri olmayı sürdürüyor. Hakan Fidan tartışması bu koşullarda patlak verdi. Hakan Fidan’ın Erdoğan’ın emrinde ve korumasında olduğu herkesin malumu. Doğal olarak asıl hedefin Erdoğan ve onun dış politikası olduğunu söylemek de malumun ilanı oluyor. Ne var ki, kendisini sürekli saldırı altında hisseden ve tabanını da bu motivasyonla tahkim eden AKP iktidarı şu anda ne herhangi bir

2 Ekim, Ahmet Tayyip Erdoğan eki konuşmakim’d Davutoğlu 9 E rist de’yi ismen terö ai K larında, El ai K l E da ra . O sı ilan edip kınadı alat’tan KonB de’ciler İstanbul Bingöl’e, Reyanan ya’ya, Adana’d llaar’a ellerini ko ın np lı’dan Ceyla de a ay nm la ya do rını sallaya salla kiye’de dinlenip Tür vam ediyordu. rı er de katliamla nl eSuriye’ye geçe G e is e ’d 15 Ekim sürdürüyordu. ’deki El Kaide ye nelkurmay Suri ladığını açıkladı. ba m bo ni ri le zi e mev aide’ye değdiğin K l da Bombaların E ya a m la ık bir aç ilişkin herhangi dostlar El Kaide t sa ak M k. delil yo rsün. gö e ed el ad üc ile m


5

DÜNYA 24 Ekim 2013 / 6 Kasım 2013

Halk›n Sesi

Latin Amerika’nın kritik dönemeci ve “Sokak Hükümeti”

Brezilya’da direniş vakti H

aziran ayına halk isyanının damgasını vurduğu Brezilya’da siyasi tansiyon bu sefer de grevlerle yükselmiş durumda. Son olarak devletin petrol tekeli Petrobras şirketinin işçileri 17 Ekim’de greve çıktı. İşçilerin yüzde 90’ından fazlasının katıldığı grev ülkenin petrol üretimini ve ihracatını durma noktasına getirdi. 42 petrol platformu ve 10’dan fazla işleme tesisinin faaliyetinin tamamen durduğu greve hükümetin tepkisi ise ülkenin en büyük petrol üretim bölgesine bin asker konuşlandırmak oldu. Yaklaşık 40 bin işçinin katıldığı petrol grevinin öncelikli nedeni, kamu mülkiyetindeki Libra petrol havzasının uluslararası petrol tekellerine satılacak olması. Bunun yanı sıra işçiler, Petrobras’ın pek çok alt hizmette taşeron şirketlerle çalışmasına karşı çıkıyor ve taşeron sözleşmelerinin hepsinin iptal edilmesini istiyor. Taşeron şirket işçileri, çoğunlukla sözleşmeli ve çok düşük ücretlere çalıştırılıyorlar. Brezilyalı petrol işçileri, bütün işçilerin kazanılmış haklarını koruyacak ve adil ücretlerin verildiği bir çalışma rejimi talep ediyor. Libra havzasının satış ihalesinin olduğu 21 Ekim'de ise Rio sokaklarında sıkıyönetim görüntüleri hakim oldu. Bin

Brezilya’da isyan dinmiyor. Yerliler yaşam alanları öğretmenler kamusal eğitim ve insanca ücret petrol işçileri özelleştirmelere karşı sokakta

insan başkentte hükümet binasının önünde kendi anayasal haklarına ve topraklarına yönelen saldırıları kınamak için toplandı ve bir haftalık eylem kararı aldı.

100 asker ihalenin yapılacağı oteli korumak üzere bölgeyi adeta işgal etti. Çatışmaların yeniden patladığı nokta ise, 300 protestocunun otele giden Madencilik ve Enerji Bakanlığı yetkililerinin geçeceği yolu keserek bir aracı ateşe vermesi oldu. Burada filmi biraz başa sarmak gerekiyor. Petrol grevi, haziran ayından bu yana durulmayan Brezilya’da sokak siya-

ÖĞRETMENLER İKİ AYDIR GREVDE Brezilya’da bu yıl okullar açılamadı. Öğretmenlerin, eğitim sisteminin halkın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılması, insanca bir çalışma rejimi ve insanca ücret için gittikleri grev ikinci ayını doldurdu. Sokak eylemlerinin ve direnişin eksik olmadığı grev süresince, hükümet öğretmenlerle müzakere etmek yerine polislere sürekli ve şiddetli saldırı emri vermeyi tercih etti. 7 Ekim’de, öğretmenlerin grevine destek olmak için ülkenin en büyük iki şehri Rio de Janerio ve Sao Paulo’da 50 bini aşkın kişinin katıldığı eylemlere polis sert şekilde saldırdı. Polisin saldırısına karşı duran direnişçiler yolları barikatlarla kapattı, Rio de Janerio’da bir belediye binasını, banka şubelerini ve bankamatikleri ateşe verdi. Yine ülkede Öğretmenler Günü olarak kabul edilen 15 Ekim’de Rio de Janerio ve Sao Paulo’daki yürüyüşlere polis şiddetli biçimde saldırdı. Öğretmenlerin barikat kurarak direndiği saldırıda polis defalarca geri püskürtüldü.

setinin son perdesini oluşturuyor. YERLİLERDEN BİR HAFTALIK EYLEM KARARI 1 Ekim’de İşçi Partisi hükümetinin yerlilerin yaşadığı toprakları madencilik ve petrol arama faaliyetlerine açmak üzere sunduğu yasa tasarısına karşı yerliler seferberlik ilan etti. Brezilya’nın yerli topluluklarını temsil eden yüzlerce

İtalya’da halk sokakta: Grev, isyan, direniş İ

talya’da işçiler ekonomik krize karşı önlemler almak bahanesiyle 15 Ekim’de açıklanan yeni kemer sıkma politikalarına karşı 19 Ekim’de grev ilan ederek sokaklara çıktı. Başkent Roma’da ulaşımın tamamen durduğu grevle birlikte, işçilere destek veren halkın da sokağa çıkmasıyla çatışmalar patlak verdi. Göstericiler, kemer sıkma politikalarının ve yapılması planlanan hızlı tren projesinin iptal edilmesini istiyor.

İtalyalı öğrencilerden Taksim’e selam Bologna’da yurtlar›n yetersizli¤i, kiralar›n yüksek oluflu, ö¤rencilerin yaflam flartlar›ndaki zorluklar ve e¤itim masraflar›n›n giderek artmas› nedeniyle eyleme geçen üniversiteliler 15 Ekim’de eski bir yat›l› okul binas›n› iflgal etti. Collettivo Universitario Autonomo adl› ö¤renci kolektifinin öncü-

lük yapt›¤› eylemde üniversiteliler rektörlük binas›na yürüdü. Ard›ndan eski bir yat›l› okul olan ve 3 y›ld›r kullan›lmayan bir binaya girdi. Binaya Türkiye’deki direniflle dayan›flma için ”Studentato Occupato Taksim” (Taksim Ö¤renci Evi ‹flgali) yaz›l› bir pankart as›ld›.

ÖĞRENCİLERDEN MEYDAN İŞGALİ Roma’nın en büyük meydanı San Giovanni’de çadırlar kurarak direnişe geçen öğrencilerin sayısı ise 40 bin’i geçti. Meydanı işgal eden öğrencilere toplumsal hareketler ve göçmenler de destek veriyor. Öğrenciler, “Şehri işgal ediyoruz” sloganıyla başladıkları eylemlerinde, yeni bütçede eğitimden yapılan kesintilere karşı çıkarak “Öğrencilerden

değil, zenginlerden kesin!” sloganı attı. “TORİNO-LYON HIZLI TREN PROJESİ İPTAL EDİLSİN!” İşçilerin ve öğrencilerin temel taleplerinden biri de Torino-Lyon arasında yapılması planlanan hızlı tren projesinin iptal edilmesi. Projenin ihale edildiği TAV şirketine karşı “TAV’a hayır” diyen göstericiler, halkın her kesiminin hayatından kesinti yapılırken, paraların hızlı tren projesine aktarılmasına ve yolsuzluklara da karşı çıkıyor. ROMA’DA ÇATIŞMALAR: 14 GÖZALTI Roma’da özellikle Ekonomi Bakanlığı güzergâhında şiddetli çatışmalar yaşandı. Bölgedeki esnaf kepenk indirdi. Göstericilerin ırkçı açıklamalarıyla tepki çeken aşırı sağcı Casa Pound hareketinin binasına da şişe, taş ve yumurta fırlattığı eylemlerde, 14 kişi gözaltına alındı.

Fransa’da liseliler göçmenler için ayağa kalktı F

ransa’da 9 Ekim'de iki yabancı uyruklu öğrencinin gerekli belgelerinin eksik olması gerekçesiyle sınır dışı edilmesi sonrasında binlerce lise öğrencisi Paris’te sokaklara çıktı. 20’den fazla okulda eğitim tamamen dururken, öğrenciler İçişleri Bakanı Manuel Valls’ın istifasını istediler. Fransa’da 15 yaşındaki Roman asıllı Leonarda Dibrani Kosova’ya, 19 yaşındaki Ermeni kökenli Katçik Kaçatryan

ise Ermenistan’a geri gönderildi. Polis, Kaçatryan’ın bir marketten hırsızlık yaparken yakalandığını, karakolda da göçmenlik belgelerinin eksik olduğunun anlaşıldığını açıklarken, Dibrani’nin sınırdışı edilme nedeni de belge eksiği. Dibrani ve Kaçatryan’ın sınır dışı edilmeleri, lise öğrencileri tarafından “Onlar buraya ait” sloganıyla protesto edilirken, öğrenciler, esas meselenin Fransız hükümetinin göçmenle-

re dönük ayrımcı ve ırkçı yaklaşımından kaynaklandığını belirtiyorlar. Liseliler özellikle Dibrani’nin öğrencilerin gözleri önünde aşağılayıcı biçimde gözaltına alınmasına tepki gösterirken, Fransa Ulusal Lise Öğrencileri Birliği başkanı Ivan Dementhon “Öğrencilerin birkaç belge yüzünden sınır dışı edilmesi kabul edilemez” dedi. Nihayet hükümet, 20 Ekim'de geri adım atarak Dibrani'nin okuluna

devam etmek üzere Fransa'ya dönebileceğini ancak ailesinin gelemeyeceğini açıkladı. Dibrani ise bunu reddetti. Uluslararası Af Örgütü’nün son göçmen raporuna göre Fransa’da 2013’ün ilk yarısında 10 bin’den fazla Romen, kaldıkları geçici kamplardan tahliye ve sınır dışı edildi. Fransa’da şu anda ağırlıklı olarak Romanya, Bulgaristan ve Kosova’dan gelen yaklaşık 20 bin Romen yaşıyor.

Venezüella’da Chavez’in ardından devlet başkanı olan Nicolas Maduro, halkın devlet yönetimine tam katılımının gerçekleşmesinin sağlanması vurgusuyla yeni bir politika önerdi: Sokak hükümeti. “Sokak hükümeti” açılımı, Maduro’nun “Bürokrasinin giderek halktan koptuğu ve halkın ihtiyaçları yerine kendi çıkarlarına çalıştığı” ve “halkın katılım kanallarının tıkandığı” iddialarına dayanıyor. Maduro bu kapsamda kabinesiyle ülkeyi dolaşmaya ve ihtiyaçları yerinde tespit etmeye başladı ki bu “sokak hükümetinin ilk aşaması” olarak tarif ediliyor. İkinci aşamadaysa komünal konseyler kanalıyla halkın yönetime doğrudan katılımının kurumsallaştırılması hedefleniyor. Bu aşamada iktidarın aşamalı olarak tamamen komünal konseylere 1 devredildiği bir ikili iktidar yapısının anayasal olarak güvence altına alınması ilk hedef. Diğer hedef ise, Maduro'nun tarifiyle "komünal konseylerden oluşan bir komünal devlet" kurmak. “Sokak Hükümeti” açılımının hemen arkasından 5 kişinin yolsuzluk yaptıkları gerekçesi ile tutuklanması ve bir kısmı eyalet valiliği düzeyinde ve hatta hükümet yetkilisi olmak üzere onlarca kişiye yolsuzluk davaları açılması da bir güç gösterisi olarak algılanabilir. Maduro’nun “Yolsuzluğa karışanlar ister sosyalistlerin kızıl beresini ister faşist burjuvazinin sarı şapkasını taksın, sonuçlarına katlanacak” sözleri de adı uzun zamandır zikredilen “BoliSoner varcı burjuvazi”nin artık BolivarTorlak cı Devrim için iyiden iyiye bir tehdit haline geldiğinin itirafı. Chavez döneminde oluşturu- sonertorlak@ gmail.com lan ve resmi sayısı 44.000’i aşan komünal konseylerin bürokrasinin manevralarıyla katılım kanallarının dışına itilmesi, alternatif ve tabandan bir ekonomik model olarak kooperatiflerin yine benzer bir akamete uğratılması ve nihayet özellikle petrol ihracatından tırtıklanan yüklü paralar, Maduro’nun açılımını oldukça meşru bir zemine oturtuyor. Ancak hikâye bu kadar değil. “Sokak hükümeti” bir yanıyla sistemdeki yapısal aksaklıkları radikal tedbirlerle çözmenin adıyken, diğer yandan retoriği güçlü kendisi ise giderek zayıflayan Bolivarcı Devrim’in krizine güçlü bir yanıt verme girişimi olarak da okunabilir. Bunlara bir de karizmatik lider Chavez’in yokluğu ve muhalefetin geçen 12 yılda gücünü kaybetmemesi hatta güçlenmesi eklenmeli. Küresel ekonomik krizin Latin Amerika’daki sol/sosyalist referanslı hükümetlere ciddi bir temsil ve meşruiyet krizi olarak yansıdığı ortada. Brezilya ve Ekvador’da “solcu” hükümetlerin neoliberalizmde ısrarı ve toplumsal hareketler nezdinde kredilerinin tükenmesi örneğinde de görüldüğü üzere, bu hükümetler ya sola doğru radikal bir dönüş gerçekleştirecek ve kapitalizmle olan bağlarını zayıflatacak ya da toplumsal hak taleplerini bastırmak üzere daha fazla zora başvurup çürüyecek. Bu yazının yazıldığı saatlerde Brezilya’da uluslararası petrol tekellerine satılmak üzere ihaleye çıkarılan bir petrol havzasına, işçilerin satışı engellemeleri ihtimaline karşı binlerce asker konuşlandırılmıştı. Aynı saatlerde Venezüella’da ise, sokak hükümetinin ilk işlerinden birinin “petrol sömürüsüne maruz kalmış ekolojik bölgelerin rehabilite edilmesi” olacağı açıklanıyordu. Nihayet, Latin Amerika kritik dönemecini dönmeye başladı. 1Komünal konseyler, her mahallenin ve köyün özyöne-

tim mekanizmaları olarak 2005 yılında Chavez'in çağrısıyla kurulmaya başlandı. Nisan 2006'da anayasal olarak tanındı. Kentlerde 150-400 aile, kırsal bölgelerde en az 20 aile ve yerli bölgelerinde en az 10 aileden oluşan özyönetim birimleri olarak tarif edilebilir.

‘Taraf olmayan bertaraf olur’ ABD-Rusya uzlaflmas› ekseninde “Suriye krizine siyasi çözüm” aray›fl›na ba¤l› olarak oluflan yeni denge, Ortado¤u’daki tüm politik aktörleri yeniden konumlanmaya zorluyor. Siyasi çözüm masas›n›n kurulaca¤› Cenevre 2 Konferans›’n›n 23-24 Kas›m tarihlerinde yap›lmas› planlan›rken, ilgili taraflar da konferans öncesi konumlar›n› netlefltiriyor. Bugüne kadar Suriye’de uluslararas› cihatç›lara arka ç›kanlar kadro yenilenmesi eflli¤inde politika de¤iflikli¤ine giderken, tam kadro cihatç›lara angaje olan AKP iktidar› ise yo¤unlaflan elefltiriler alt›nda giderek k›r›lganlafl›yor. Rusya ile birlikte hareket ederek elini güçlendiren ‹ran ABD ile iliflkilerde “yumuflama” stratejisi kapsam›nda, 5+1 grubu ile nükleer çözüm plan› ilk tur müzakereleri bafllad›. Eli güçlenen ‹ran Cenevre 2 konferans›na kat›lmak için de “Suriyelilerin Suriyelilerle diyalo¤unun temel al›nmas›n›” yani uluslararas› cihatç›lar›n d›fllanmas›n› flart kofltu. El-Kaide uzant›l› gruplarla ÖSO’ya ba¤l› örgütler ve YPG

güçleri aras›nda çat›flmalar devam ederken ÖSO’dan bir heyetin rejimle görüflmelere bafllad›¤› duyuruldu. Bir numaral› savafl k›flk›rt›c›s› Katar ise cihatç› gruplarla iliflkisini kademeli olarak kesmeye bafllad›. ABD’nin sözünden ç›kmayan Suudi Arabistan ve darbe sonras› M›s›r yönetimi, halihaz›rda cihatç›lar› destekleyerek Suriye’deki çat›flmalar› k›flk›rtma politikas›nda geri ad›m atmaya bafllad›. Bir y›l öncesine kadar k›sa sürede devrilmesi beklenen Esad’a karfl› bir pozisyonda birleflen Ortado¤u güçleri, flimdi Esad’› askeri müdahaleyle devirmekten vazgeçen ABD’nin tehdit listesinde bafl s›raya oturan El Kaide ba¤lant›l› gruplar›n karfl›s›nda bulufluyor. Bu yeni konumlan›fl, Katar’da bir saray darbesi, M›s›r’da da askeri darbe gerektirdi. Cihatç›larla fazla içli d›fll› olan d›fl politika ekibini tam kadro koruyan AKP ise, yeni Ortado¤u masas›n›n en k›r›lgan bu nedenle de yok hükmünde bilefleni haline gelmenin ac›s›n› yafl›yor.


KENT ÇEVRE

6

24 Ekim 2013 / 6 Kas›m 2013

Halk›n Sesi

tler ’e e m Ah HES u n o Kany ireniyor d

ÖZEN TAÇYILDIZ

A

hmetler, Manavgat’ta Toroslar’ın eteğinde kurulmuş bir dağ köyü. Ekilebilir arazisi sınırlı miktarda. Yine de köyde bağ-bahçecilik önemli bir geçim kaynağı, özellikle meyvecilik oldukça gelişmiş. Bölgede köyün adıyla anılan bir de kanyon var, Akdeniz Bölgesi’nin en derin kanyonu. Ahmetler Kanyonu, suyun yıllar boyunca sabırla oyduğu bir yer. Çam ormanlarının arasındaki kanyondan akan nehir, geçtiği yerlere hayat götürüyor. Etrafı kavak ağaçlarıyla dolu, onlarca yaban hayvanına, endemik bitki türüne ev sahipliği yapıyor, ilaçlı tarımdan kaçan canlılar dahi burada barınıyor. 12 köyün yaşam kaynağı olan kanyonun can verdiği topraklarda tarım yapılıyor. G‹ZL‹ SAKLI HES PROJES‹ Böyle bir bölge şimdi HES tehdidi altında. Kanyonun sularına borularla, tünellerle el konmak isteniyor. Bölge halkı, sularının ellerinden alınmak istendiğini öğrendiğinde yargıya gidiyor hemen. Ancak dava, Danıştay’da zamanaşımından reddediliyor. Çünkü proje hazırlanıp imzalar atılırken bölge halkına sorulması bir yana, özel olarak gizlendiğinden halk geç haberdar olmuş. Öyle ki 2008’de bölgede keşif-

Antalya Ahmetler Kanyonu, sularına el koymak isteyen neoliberal akla ve onun silahlı zor kuvvetine karşı direniyor, 6 asırlık yaşam alanına sahip çıkıyor ler başladığında jandarmaya “Dağda gezen adamlar var, nedir, bir bakın” diyen köylülere devletin maden aradığı söylenmiş. Bu nedenle bölgeye HES yapılacağını öğrenmeleri yaklaşık 2 yıl öncesi. Hukuki mücadelenin bittiği yerde bölge halkı fiili mücadelesini sürdürüyor. Bundan önceki iki şirkete projeyi yaptırtmamış, şimdi üçüncüsüyle mücadele ediyorlar. DEVLET: “ÖZEL GÜVENL‹K KUR, G‹T ‹fi‹N‹ YAP!” Bu yeni şirket, köylülerle yaptığı görüşmede iş makinelerini çekeceğini söyledi önce. Ancak 8 Ekim’de bir gece yarısı operasyonuyla kanyona girip ağaçları sökmeye başladı. Haberi alan civardaki köylüler sabah kanyona akın etti. Büyük bir kalabalıkla alana gittiklerinde şirketin “özel güvenlikleri” taşları, biber gazları, silahları, iş makineleriyle hazır bekliyordu. Biri ağır olmak üzere 3 köylüyü ağır şekilde yaraladılar. Köylülere silah doğrultup ön saftaki kadınların üzerine dozer sürdüler. Bütün bunlar olurken devletin kolluk güçleri neredeydi peki? Saldırının 1 ay

İhlaller yasası mahallelerden reddedilecek Kentsel dönüflüm talan›n›n “afet ve deprem riski” ad› alt›nda meflrulaflt›r›lmas›n›n arac› olan 6306 say›l› Afet Riski Alt›ndaki Alanlar›n Dönüfltürülmesi Hakk›nda Kanun, 16 May›s 2012’de yasalaflt›. Bilimsel ve hukuki temelden yoksun, Türkiye’nin taraf oldu¤u uluslararas› sözleflmelere ve Anayasa’ya aç›kça ayk›r› anti-demokratik bu yasa ile kentsel dönüflüm uygulamaya konuldu. Dikmen’de, Sulukule’de, Ayazma’da, Tarlabafl›’ndaki uygulamalar›yla da bölge halk› y›llard›r yaflad›klar› yerlerden zorla tahliye edildi, borçland›r›ld›, sosyal, ekonomik ve kültürel hak ihlallerine maruz kald›. Kent Hareketleri, Dünya Habitat Haftas›’nda, 8 Ekim’de Çevre ve fiehircilik ‹stanbul ‹l Müdürlü¤ü önünde bas›n aç›klamas› yaparak yasay› tekrar gündeme getirdi. CHP taraf›ndan Anayasa Mahkemesi’ne götürülen ancak sonuçland›r›lmayan baflvurunun acilen gündeme al›nmas› ve iptali için bafllatt›¤› imza kampanyas›n› duyurdu. Change.org adresinden ulaflabilecek metinde yasan›n iptaline yönelik baflvurunun sonuçland›r›lmas› ve hak ihlalleri yasas›n›n iptali isteniyor. ‹mza kampanyas›, önümüzdeki günlerde mahallelere yay›lacak. Kentsel dönüflümün birebir muhataplar›, yerlerinden yurtlar›ndan sürülmek istenen insanlar evlerinden, mahallelerinden, yaflam alanlar›ndan ihlaller yasas›n› reddedecek.

öncesinde, köylünün “silahlı gelenler olmuş” ihbarlarına kulak asmamışlardı. Saldırı günü alana gitmeden evvel kendilerine başvuran köylülerin güvenliğini sağlamadılar, saldırı sonrasında da köylünün yerden topladıkları boş kovanları “göstermelik” olarak aldılar. Köylünün güvenliğini sağlamak bir yana, şirkete özel güvenlik aklını verenin resmi kurumlar olduğu, “sen özel güvenlik kuvvetini oluştur ve git işini yap!” dediği firma yetkilisi tarafından köylüye söylenmiş durumda. Yaklaşık 3 aydır bölgede olan şirketin yetkilisi Hakkı Tatoğlu’na göre, firma derdini anlatamadı. Ne

anlattı peki? Projenin zararı olmadığın, dereden aldığı suyu dereye bırakacaklarını, hatta Süleyman Demirel Üniversitesi raporuna göre HES, kanyona zararlı da değildi. Proje tamamlandığında kışın akan suyun altıda birini alacaklar, yazın ise hiç almayacaklardı. Yaz aylarında köylülerin tarlalarını sulayabilmesi için köprünün bulunduğu alana kendileri için bir gölet yapmayı dahi teklif etmişlerdi. Oysa projenin olduğu yerde tarla zaten yoktu, tamamen orman arazisiydi. KARADEN‹Z’DE KES‹LEN SULAR AHMETLER’DE AKAR MI? İşin aslının böyle olmadığını

önceki HES’lerden malumumuz. Saldırı günü orada olan ve yaralanan Ahmetler Köyü’nden Ayşe Vural da bunu biliyor: “Ben pazarcıyım. Toprağımız bereketli. Üzüm üretip satıyorum. Karadeniz’de HES’ler yapıldıktan sonra sular kesiliyor. Susuz köyde hayat olur mu?” Ahmetler’in komşu köyü Gençler Köyü muhtarı da biliyor. Bölgede yapılan bir başka projeyi bakın nasıl anlatıyor: “Suyu kestiler Güçlüköy beldesinin. Serinkaya’da depo yaptılar, beslenen suyu topladılar, çaya cansuyu salmadılar. Ekilir araziye sulama aldığımız göletler 1000 yıllık, kadimden… Pancar motoru ile bağları sürerken şimdi kurudu. 49 yıllığına kamu yararına kullanma verilmiş. Ankara’da bir masa üstünde diyorlar ki ‘cansuyu bıraktık’, gelsin baksın bakalım bırakmışlar mı?” 8 Ekim’den sonra şirket iş makinelerinin bir kısmını çekmiş ve şantiye çadırlarını sökmüş olsa da, iki makinesini bozuk olduğu gerekçesiyle kanyonda tutuyor. 21 Ekim gecesi de iş makinelerini yine kanyona indirdi. Köylüler de yine

toplu olarak kanyona gittiler. Şirketin paralı adamları, köylülerin geldiğini duyunca kanyondan çekildiler bu defa. Burada uzun zaman bekleyen köylüler, bundan sonra bölgeyi daha sıkı kontrol edecekler, gerekirse çadır kuracaklarını da söylüyorlar. PATRON: “ÇALIfiMA ÖZGÜRLÜ⁄ÜMÜZ EL‹M‹ZDEN ALINMAKTA!” Tek başına Ahmetler’in peşkeş çekilme hikayesi, neoliberalizme yaslanan bir iktidarın, kırları yağmalamasının hikayesi. Şirket yetkilisi Tatoğlu’nun HES’in masumiyetine dair bunca izahlı lafı arasında tek bir cümlesi meselenin özünü veriyor: “Çalışma özgürlüğümüz elimizden alınmakta.” Ahmetler’in her türlü canlısıyla yaşam hakkının karşısında, sularına el koymak isteyen ve bunun için “çalışma özgürlüğü”nü kutsayan neoliberal akıl ve onun silahlıkülahlı zor kuvveti var. Köylüler saldırıya uğramış, biber gazı, taş yemiş olsa da, bu şirket gitse yenileri gelse de, sularını, kanyonu kimseye teslim etmeyeceklerini bu uğurda gerekirse öleceklerini söylüyorlar. Nedenini Ahmetlerden bir köylü söylüyor: “Bu insanlar uzaydan gelmedi, 600 yıldır bu topraklarda yaşıyorlar ve buranın taşını, ağacını bekliyorlar.”

Tonya, Bayraktar için hala ‘hayal k›r›kl›¤›’ Çimento fabrikasına direnen Trabzon Tonyalılar, Bakan Erdoğan Bayraktar’ı yine hayal kırıklığına uğrattı, “Tonya satılık değil” diye seslendi

Ç

evre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, geçtiğimiz nisan ayında Trabzon’da katıldığı bir toplantıda Tonya’da yapılmak istenen çimento fabrikasına direnen köylülere ateş püskürmüş, “Tonya’da hayal kırıklığına uğradık” demişti. Trabzon’a “büyük bir yatırım” olarak gördüğü fabrika için “Madem bu yatırıma karşı çıktılar, bundan sonra Tonya ile ilgili yatırımları da ben imzalamayacağım” diyerek köylülere tehditler savurmayı da ihmal etmemişti. Tonya, Bayraktar için hala bir hayal kırıklığı. Kurban bayramında

memleketi Trabzon’a giden Bayraktar, halkla bayramlaşacağını ilan ederek korumalar ve bir çevik otobüsü eşliğinde Tonya’ya da gitti. Ancak yaşam hakkı için fabrikaya karşı mücadele eden halk, önceki dönemlerdeki çağrılarına karşılık vermeyen Bayraktar’ı Tonya’da istemedi. Bayraktar, kendisine “Tonya satılık değil” diye seslenen halkı karşısında buldu. Cumhuriyet Meydanı’nda Tonyalıların protestosuyla karşılanan Bayraktar, çimento fabrikasıyla ilgili “İstemiyoruz dediler, istemiyorsanız biz de yapmayız dedik. Zararlıysa yapmamak

lazım, faydalıysa milletin sahip çıkması lazım. Bu işte siyaset olmaz” dedi. Tonya Çevre Platformu’nda örgütlenen Tonya halkının, Bayraktar’ın zararlıysa yapmayız sözlerine karnı tok. Platform sözcüsü Bekir Uzunoğlu yaptığı açıklamada, “bu gerçekse önce Bayraktar kendi Bakanlığı’nın onayladığı ve Tonya ile hiçbir ilgisi olmayan, masa başında uydurulmuş olan ÇED raporunu yırtıp atsın, iptal ettiğini açıklasın” dedi ve ekledi: “Tonya halkı mücadele etmekten vazgeçmeyecek.”

Biz ikna olmadık U

laştırma Bakanı Binali Yıldırım, inşaatı devam eden 3. Köprü ile ilgili 9 Ekim’de bilgi verirken, köprüye ilişkin çevre tartışmalarını da değerlendirdi. Yıldırım, “çevrecilerin büyük oranda ikna edildiğini, bu konuda bazı yanlış anlaşılmaların olduğunu” anlattı. Yıldırım “bu projede bir şeyi daha iyi anlatmamız gerekirdi” dediği şeyi şöyle anlatıyor: “Biz bu güzergahı seçerken İstanbul'un kuzeyinin çevre bakımından, su havzaları bakımından en az olumsuz etkilenecek güzergah

hangisi olur kaygısıyla seçtik. Bu güzergah hep kömür ocaklarının olduğu yerdir, delik deşik örselenmiş arazilerden ibaret bir bölgedir. Bu köprü ve gerekse üçüncü havalimanı aslında burada bozulan arazilerin tekrar rehabilite edilip İstanbul'a kazandırılmasına da büyük katkı sağlıyor. Çok büyük ağaç kesildiği yönündeki haberler tamamen gerçek dışı.” Yıldırım’ın sözlerini yalanlamaya yandaki foto yeterli. Peki bu ikna edilen çevreciler kimler? Aynı soruyu soran Kuzey Or-

manları Savunması “Biz ikna olmadık” açıklamasıyla cevap verdi. Pek çok çevre örgütü, kurum ve forumun da imzacı olduğu bildirilerinde, kent ile ilişkisi olmayan 3. köprünün, İstanbul’un son orman alanları olan Kuzey Ormanları üzerine inşa edildiği ve bu alandaki doğal yaşamı yok etmek üzere olduğu vurgulandı, projenin acilen durdurulması istendi. Change.org üzerinden yürütülen imza kampanyasına destek veren 30 bin kişinin de projenin acilen durdurulmasını talep ettiği dile getirildi.


EĞİTİM SAĞLIK

7

24 Ekim 2013 / 6 Kas›m 2013

Halk›n Sesi

Denetimsizlik ve güvencesizlik ilanı: ‘Dershaneleri kapatacağız’ LEMAN MERAL ÜNAL

A

KP, yıllardır iktidar içi çekişmede argüman olarak kullandığı dershanelerin kapatılması meselesini ısıtıyor. Milli Eğitim Bakanı (MEB) Nabi Avcı, “Dershane ruhsatlarının 1 Ocak 2014’ten itibaren yenilenmeyeceğini” açıkladı. Avcı’nın “1 Ocak 2014’ten itibaren dershanelerin ruhsatları yenilenmeyecek. Dershaneler artık yasal olarak da Milli Eğitim sistemi içerisinde yer almayacak” dediği açıklamasının ardından eğitim bilimciler ve dershane sahipleri ve farklı kesimlerden Avcı’ya yalanlama geldi. Eğitimciler, Avcı’nın bilinçli olarak kamuoyunu maniple ettiğini vurguladı. Dershane sahipleri ise dershaneler için ruhsat yenilemesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirterek, kendi tedbirlerini alarak var olmaya devam edeceklerini söyledi. “RUHSATLAR YEN‹LENMEYECEK” Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde “Özel Kurumlar- Dershane Açma İşlemleri” bölümünde dershanelerin açılmasıyla ilgili “ruhsat yenileme” gibi bir işlem yok. Mevzuata göre, dershaneler açılırken bakanlığa başvuruyor, uygun bulunduğu takdirde senede iki kez denetlenmek üzere açılıyor. Dolayısıyla, Avcı’nın “Ruhsat yenilenmeyecek” açıklamasının altından dershanelerin denetlenmeyeceği sonucu çıkıyor. Yine Avcı’nın “Dershaneler artık yasal olarak Milli Eğitim sistemi içerisinde yer almayacak” ifadesi de dershanelerin kapanmayacağı, sadece bakanlık denetiminden muaf tutulacağı anlamına geliyor. ÖZEL OKUL ‹Ç‹N TEfiV‹K Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın 3 Temmuz’da yaptığı açıklamada özellikle vurguladığı dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi durumunda teşvik verecekleri söylemi halen güncel. 1

“Dershane ruhsatları yenilenmeyecek” açıklaması dershaneler için denetimsizlik, eğitim emekçileri için güvencesizlik ilanı

Ahmet öldü, okul şimdi yenileniyor

Ocak’tan itibaren “isteyen dershanelerin” özel okula dönüştürülmesi için teşvik verilecek. Dershane olarak devam etmek isteyen ya da dershane benzeri kurum açmak isteyenler ise Milli Eğitim Bakanlığı ile herhangi bir irtibata geçmeden “lokanta açar gibi” sadece işyeri açma ruhsatıyla dershane açabilecek. Böylece denetim sadece yerel yönetimlerin inisiyatifine kalacak. CEMAAT RAHATSIZ Dershanelerin kapatılacağı söylemi, asıl olarak iktidar dalaşının bir yansıması. Çoğunlukla Fethullah Gülen hareketinin kontrolünde olan dershane piyasasının tartışılması mil-

yonlarca öğrencinin geleceği üzerinden yürütülürken eğitim emekçileri ve veliler bu sürecin bir parçası değil. AKP ile cemaat arasında uzun süredir yaşanan krizin bir ayağı olan dershanelerin kapatılması ile ilgili Beyaz TV’deki Ortak Akıl programında konuşan Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, AKP’ye dershanelerle uğraşmaması yönünde telkinlerde bulundu. “Dershaneler güzel işleyen kurumlar. Kaldırırsanız Anadolu insanının geleceğiyle oynarsınız” diyen Gülerce, bu durumun imam hatiplerin önüne konulan kat sayı meselesinden bir farkı olmayacağını öne sürdü. Yine Zaman gazetesi yazarlarından Ekrem Dumanlı, Nabi Avcı’nın sözlerinin kırıcı olduğunu belirterek “Dershaneler konusunda dayatılan buyurgan ve yasakçı tavra karşı çıkmak gerekiyor” dedi. Dumanlı, hükümetin “Fakir çocuklar dershaneye gidemiyor, fırsat

eşitliği sarsılıyor” laflarının inandırıcı olmadığını söyleyerek “Madem derdiniz fakir aileler özel okullar çok mu farklı?” diye sordu. “P‹YASALAfiMANIN BAfiKA B‹R ADIMI” Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi adına Halkın Sesi’ne konuşan Nuri Günay, dershanelerin kapatılması kisvesi altında piyasalaşma yolunda bir adım daha atıldığını belirtti. Günay, dershanelerin MEB sisteminden çıkarılmasının kapatma olarak değerlendirilmeyeceğini söyleyerek, eğitimin bir hak olarak değil, ticari bir etkinlik olarak görüldüğünün altını çizdi. Dershanelerin kapatılması meselesinin arkasında dershaneler için denetimsizlik, öğretmenler için güvencesizlik olduğunu ve yapılan hamlenin eğitim alanı için piyasalaştırıcı bir adım olduğunu ifade etti.

Anadilde e¤itimde dalavere 30 Eylül’de açıklanan Demokratikleşme Paketi’nde yer alan “özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitim” düzenlemesinin ayrıntıları netleşmeye başladı. Buna göre, devlet okullarında olduğu gibi özel okullarda da Kürtçe anadilde eğitim yapılamayacak. Öğrencilere Kürtçe alfabe ile okuma-yazma öğretilmeyecek. 2014-2015 eğitim öğretim yılında Kürtçe eğitim veren ilk ve ortao-

kul açılmayacak. Kürtçe eğitim sadece lise düzeyinde verilecek. Özel okullar ise kendi talebine göre, lise 1. sınıftan önceki yılı hazırlık sınıfı olarak belirleyebilecek. İngilizce eğitim veren Anadolu lisesi uygulamalarını anımsatan bu uygulama Kürt hareketinin yıllardır sürdürdüğü mücadelenin en temel taleplerinden biri olan anadilde eğitim hakkı ile uyuşmuyor.

Kanarya ‹lkö¤retim Okulu’nda 20 Eylül’de paydos zilinin çalmas›yla merdivenlere koflan yüzlerce çocuktan Ahmet fiahin, merdivenlerdeki s›k›flma ve kalabal›k sebebiyle ç›kan arbedede yaflam›n› yitirdi. 50 -55 kiflilik s›n›flar› ve yetersiz olanaklar› ile geçti¤imiz y›l Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi’nin ayl›k olarak yay›mlad›¤› e¤itim hakk› raporlar›nda okul gündeme getirilmifl, Milli E¤itim uyar›lm›flt›. Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi, Ahmet için ‹stanbul Küçükçekmece’deki Kanarya ‹lkö¤retim Okulu’nda 10 Ekim’de eylemdeydi. Eyleme Küçükçekmece Ça¤dafl Yaflam Derne¤i, Kanarya ‹lkö¤retim Okulu ö¤retmenleri ve velileri, Kanarya Mahallesi muhtar› ve Ahmet’in okul arkadafllar› kat›ld›. Kapasitesinin üzerindeki 1200 ö¤renciyi kay›t ederek 3700 mevcuda ulaflan Kanarya ‹lkö¤retim Okulu’ndaki mevcut sorunun giderilmesi için yaklafl›k iki y›ld›r mahalle muhtar›ndan, okul müdürüne, velilerden, bölge halk›na kadar pek çok kifli Küçükçekmece Milli E¤itim Müdürlü¤ü’ne dilekçeler göndermifl ve uyar›larda bulunmufltu. E¤itim Hakk› Meclisi’nin eylemi s›ras›nda ‹l Milli E¤itim Müdürü, Kanarya ‹lkö¤retim Okulu müdürü ile görüflerek Ahmet’in yaflam›n› yitirdi¤i ortaokul binas›n›n yeniden yap›laca¤›n› söyledi. Veliler ise y›llard›r sürdürülen mücadelenin sonucunda binan›n yeniden yap›lmas›n›n bir kazan›m oldu¤unu belirtse de “13 yafl›nda bir çocuk öldükten sonra yap›lmas› neye yarar?” diye soruyor.

Sağlıkta soygun yüzde 200 katlandı AKP, sağlığı giderek özel sektörün eline bırakırken halkın sağlık harcamaları katlanarak artıyor. AKP’nin özel hastaneleri teşviki sonucunda özel hastanelere başvuru sayısı hızla artarken özel hastaneler ve vakıf üniversiteleri hastadan iki kat fazla para alacak MURAT DURAL

B

akanlar Kurulu bayramın hemen öncesinde aldığı kararla özel hastanelerin hastaya çıkardığı faturaları iki kat arttırdı. Artık özel hastaneden hizmet alacak hasta ‘ilave ücret’ adıyla sağlık hizmeti için öngörülen bedelin iki katını ödeyecek. Halktan alınan ilave ücret, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun ödediği miktarın yüzde 90’ından yüzde 200’üne çıkarıldı. Örneğin, daha önce muayene için hasta adına 30 lira SGK öderken şimdi hastane hem bu parayı SGK’den alıyor hem de hastadan 60 lira alma yetkisine sahip. Bir göz tedavisinin bedeli hastaya 50 liraya mal olurken mide ameliyatı yaklaşık 8 bin lira oluyor.

Özel hastaneye özel teflvik

İlave ücretin iki katına çıkması kararı AKP’nin sağlığı adım adım özelleştirmesinin bir parçası. AKP’nin sağlıkta dönüşümüyle 2008 yılında sigortalıların özel hastanede muayene olmalarının yolu açılmıştı. Bu uygulamanın propagandası “İsteyen istediği yerden sağlık hizmeti alacak” “Yurttaş bıçak parasından kurtulacak” sözleriyle yapılmıştı. Aynı yıl, özel hastaneye giden hastanın ödeyeceği ilave ücret oranı yüzde 30’a çıkarıldı. Bakanlar Kurulu ilave ücret belirleme yetkisini sürekli kullanarak zamanla oranı yüzde 70’e ardından yüzde 90’a çıkardı. 2013 yazında Bakanlar Kurulu yüzde 200’e kadar fark ücreti belirleme yetkisi aldı ve bunu bayram sonrası kullanmaya başladı.

SOYGUNUN RAKAMLARI Sağlıkta soygun hastane kapısına girildiği andan itibaren başlıyor. Hastanın işlem yaptırmak için 3 lirası reçete bedeli olmak üzere toplamda 15 liralık bir ödeme yapması gerekiyor. Göz, cildiye, kulak burun boğaz, çocuk hastalıklarının muayene ücretleri yaklaşık 50 lira oldu. Kadın doğum 28 liradan 62 liraya, kardiyoloji 31 liradan 68 liraya çıktı. Bundan başka, hekimlerin hastalardan isteyecekleri test ve tahliller için de ayrıca fark ücreti alınacak. Düzenlemeyle beraber 550’si özel hastane olmak üzere binin üzerinde sağlık kuruluşunda ödemeler binlerce lira artıyor.

Yeni düzenleme ile eskiden özel hastanede 1510 lira olan prostat ameliyatı 3 bin 20 liraya çıkıyor. Bu ilave ücret, tahlil ve tetkikler de eklendiğinde 3 bin 500 liraya kadar varıyor. Uygulama, acil durumlar, yoğun bakım hizmetleri, kanser tedavileri, yeni doğana verilen sağlık hizmetleri gibi hizmetleri kapsamayacak. Özel hastane, sağlık hizmeti öncesinde alacağı ilave ücret için hasta veya hasta yakınının yazılı onayını almak zorunda. Bu yazılı onay alınmadan, işlemler sonrasında ilave ücret talebinde bulunulamayacak.

2009 y›l›nda özel hastanelere 66 milyon baflvuru olurken 2012 y›l›nda yaklafl›k 88 milyon baflvuru gerçekleflti. Özel hastanelere baflvuru say›s›n›n artmas›nda kamu hastanelerindeki olumsuz flartlar etkili. Kamu hastanelerine yeterli kadro verilmemesi, dolay›s›yla doktor bafl›na 200 hasta düflmesi bu etkenlerden biri. Bununla birlikte özel hastanelere SGK taraf›ndan yap›lan ödeme-

lerde de yüzde 50 art›fl var. Devlet taraf›ndan teflvik edilen ve hastadan ald›¤› pay› art›r›lan özel hastaneler, sermayenin ifltah›n› kabart›yor. 2005’te özel hastane say›s› 200’ün alt›ndayken, flu an bu say› yüzde 200’e yak›n bir art›flla 550’ye yaklaflt›. AKP, kamu hastanelerinin tasfiyesi anlam›na gelen ‘Kamu Özel Ortakl›¤› fiehir Hastaneleri’yle beraber sa¤l›kta özellefltirmeyi tamamlamak istiyor.


8

DOSYA 24 Ekim 2013 / 6 Kasım 2013

Halk›n Sesi

A KP, KIDEM TA ZMİNATI HA KKINI FONA DEVREDEREK GASP ETMENİN PEŞİNDE

Kıdemli gaspçıya sokakta direniş

K

ıdemli hak gaspçısı AKP hükümeti, sermayedarlarla birlikte yıllardır yok etmeye çalıştığı, emekçilerin iş güvencesi tazminatını bu defa da fona devrederek gasp etmeye çalışıyor. AKP, kıdem tazminatı hakkına yönelik bu saldırıyı yalan ve demogojiyle yürütüyor

A

KP’nin modelinde kıdem tazminatının iş güvencesiyle ilgisi yok. İşten çıkarılana kıdem tazminatı yok. Patronların işçiye hakaret, tecavüz, sürgün serbestisi var. Hükümet ve sermayedarlardan oluşan koro, gasp melodilerini mırıldana dursun DİSK şarkılarını sokakta söyleyecek

‹flsiz kal›nca de¤il ifl iflten geçince ULAŞ KORKUT / ALP TEKİN BABAÇ

Ç

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik 18 Ekim günü yaptığı bir açıklamada kıdem tazminatının fona devriyle ilgili yasayı Meclis’e sevk etme noktasında olduklarını kaydetti. Ancak ortada üzerinde anlaşılmış ya da netleştirilmiş bir yasa taslağı yok. Mevcut durumda işçilerin bir yıllık çalışması karşılığında bir aylık ücretleri kıdem tazminatı olarak ayrılır ve yasalara göre bir yıl çalışan işçi işten çıkarıldığında kıdem tazminatı olarak ayrılan parayı alma hakkına sahip olur. Patronların, işçileri istedikleri gibi işten çıkarmasını engelleyen bu hak, işçinin iş güvencesi anlamına gelir. Hükümet, oluşturacağı bir fona bu paranın işverenlerce yatırılacağından ancak işçilerin bu parayı 15 ya da 20 yıl sonra alabileceğinden bahsediyor. Konuşulan bir diğer mesele de kıdem tazminatının miktarı. İşçilerin bir yıllık çalışması karşılığında kıdem tazminatı olarak ayrılan bir aylık ücretlerin miktarının düşürülmesi söz konusu. Hazırlanan yasa tasarısı taslağı metinlerinde bu bölümler boş bırakılmış durumda. Boş bırakılan kısımların hükümetin ve sermayedarların işçi sendikalarıyla pazarlık payı olduğu anlaşılıyor. Hükümet ve sermayedarlar, sendikaları kıdem tazminatının miktarına ve hak edilmesi sürecine kilitlerken işçi sınıfının en temel hakkını, iş güvencesini gasp ediyor.

Kıdem tazminatının fona devredilmesinin önemli unsurlarından biri de işçinin bir yıllık kazancının azaltılması. İşçinin bir yılda normal şartlarda kıdem tazminatı hakkıyla birlikte 13 aylık maaşı 20 yıl boyunca 12 aya indirilmiş oluyor.

İŞ GÜVENCESİ GASP EDİLİYOR Çalışma Bakanı Çelik “hak kaybı olmayacak” sözlerini sık sık tekrarlıyor ancak “İşçi işten çıkarıldığında kıdem tazminatını alacak mı?” sorusuna AKP’den de sermayedarlardan da “Evet” yanıtı çıkmıyor. İşçilerin sahip oldukları kıdem tazminatı hakkının 15 ya da 20 yıl sonraya ertelenmesi, işçiye bu paranın işten çıkarıldıktan sonra verilmeyeceği anlamına geliyor. Böylece kıdem tazminatı hakkının işten çıkarmayla ilişkisi koparılmaya çalışılıyor. Kaldı ki sermayedarlar ve hükümet, kıdem tazminatı için “piyasalarda esnekliği engelliyor” ve “işgücü maliyetini olağanüstü arttırıyor” dese de Türkiye’deki 11,7 milyon işçinin ancak yüzde 10’u kıdem tazminatı hakkına erişebiliyor. Hatta kıdem tazminatı, DİSK’in araştırmalarına göre son 30 yılda asgari ücrete göre yüzde 57 oranında azaldı.

SÜRGÜN, HAKARET, TACİZ, İŞTEN ÇIKARMA SERBESTİSİ AKP’nin önerdiği düzeneğe göre bir işçi örneğin 5 yıl sonunda işten çıkarıldığında kıdem tazminatını alamayacak. Bir süre işsiz kalacak. Yeni bir işe başlayacak ve bu işte de birkaç yıl çalıştıktan sonra işten çıkarılacak ve bu devran 20 yıl boyunca sürecek. Düzenek bu şekilde olduğu sürece patronlar işçileri istedikleri gibi işten çıkarabilecek. Kıdem tazminatı hakkının fona devri, işçilerin “haklı fesih” ile ilgili haklarını da ortadan kaldırıyor. Mevcut yasaya göre bir işçi işverenin hakaretine uğradığında, keyfi şekilde sürgün edildiğinde, tacize uğradığında kıdem tazminatı alarak işten ayrılabiliyor. Fon uygulamasıyla birlikte işçilerin kıdem tazminatı hakkını 15 ya da 20 yıl sonraya çekebilmesi, işverenler için işçiye hakaret, sürgün, taciz serbestliği tanıyor.

SERMAYENİN “EN YÜKSEK KIDEM TAZMİNATI BİZDE” ALDATMACASI Sermaye temsilcilerinin sık sık telaffuz ettikleri “Gelişmiş ülkelerde kıdem tazminatı yok” veya “esnekliğin şartı kıdem tazminatının kaldırılması ya da miktarının azaltılması” şeklindeki söylemleri gerçeği yansıtmıyor. TÜSİAD, 8 Nisan 2010 tarihinde yayımladığı “İş ve Yatırım Ortamının İyileştirilmesine Yönelik TÜSİAD Önerileri” başlıklı raporda OECD üyesi ülkeler arasında en yüksek kıdem tazminatının 20 yıllık çalışma karşılığında 20 aylık ücretle Türkiye ve Portekiz’de uygulandığını belirtti. Aynı raporda

Avusturya, Belçika, Finlandiya, İzlanda, İtalya, Japonya, Kore, Yeni Zelanda, Norveç, Polonya, İsveç ve Amerika’da kıdem tazminatının olmadığı ifade ediliyor. TÜSİAD, kıdem tazminatını bir iş güvencesi kavramı olarak görmek istemediği için sıraladığı ülkelerin sendikalaşma oranlarından, toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçilerin oranlarından ya da işsizlikle ilgili uygulamalarından bahsetmedi. Haftalık çalışma saatinin fiilen ortalama 55 saat olduğu, işçilerin yüzde 5’inin toplu iş sözleşmesi yapabildiği Türkiye’de üç yıl boyunca her yıl 11 ay taşeron şirketlerde çalıştırılan işçi, 3 yılın sonunda işten çıkarıldığında 297 lira alabiliyor. Üstelik bunu sadece 6 ay boyunca alabiliyor. TÜSİAD’ın “kıdem tazminatı yok” dediği, 2011’de kıdem tazminatının fona devredilmesi gündeme geldiğinde örnek olarak gösterilen Avusturya’da kıdem tazminatı yok. Ama haftalık çalışma saati 38 saat ve işçilerin yüzde 98’i toplu iş sözleşmesi kapsamında. Asgari ücret uygulamasının olmadığı Avusturya’da 2008 yılında işsizlik maaşı 900 Euro düzeyindeydi. Öte yandan TÜSİAD’ın “kıdem tazminatı yok” dediği Almanya’da işçilerin yüzde 65’i, İsveç’te yüzde 90’ı, Fransa’da yüzde 93’ü ve İspanya’da yüzde 83’ü toplu iş sözleşmesi hakkına sahip. “TAŞERONDA KIDEM TAZMİNATI HAKKI YOK” YALANI AKP hükümeti kıdem tazminatı hakkına yönelik bu saldırısını “taşeron şirketlerde çalıştırılan işçilerin kıdem tazminatı hakkı yok” diyerek meşrulaştırmaya çalışıyor. Oysa taşeron şirketlerde çalıştırılan işçiler bir yılları dolmadan işten çıkarılsa bile başka bir işte o bir yılı doldurduklarında kıdem tazminatı hakkını elde etmiş oluyor. Çünkü kıdem tazminatı hesabında işçinin SSK’ye kaydedildiği tarih geçerli durumda.

AKP’nin aklı kimin aklı? K›dem tazminat›n› çal›flan›n elinden alma fikri yeni de¤il. Sermaye y›llard›r bunu hükümetlerden talep ediyor. AKP iktidar› ise sermayenin her istedi¤ini yapma konusundaki mahirli¤ini k›dem tazminat› konusunda da göstermek niyetinde. TÜS‹AD: SIRTIMIZA YÜK, MÜS‹AD: ‹ST‹HDAMI ENGELL‹YOR TÜS‹AD k›dem tazminat›n›n hesab›nda y›ll›k 30 günlük ücret yerine 15 günlük ücretin esas al›nmas›n› istemifl MÜS‹AD ise 1997’de haz›rlad›¤› “K›dem Tazminat› Fonu, Bir Model Önerisi” bafll›kl› çal›flmas›nda k›dem tazminat›n›n bir fona devredilmesi gerekti¤ini söylemiflti. MÜS‹AD buna gerekçe olarak “tasarruf yap›lmas›, yat›r›mlar›n artmas› ve dolay›s›yla istihdam›n artmas›” tekerlemesini yinelemiflti. 2012’nin ocak ve mart aylar›nda yap›lan K›dem Tazminat› bafll›kl› toplant›lar›nda MÜS‹AD bu önerisini tekrarlam›flt›. Sermaye cephesinin “k›dem tazminat›ndan kurtulal›m” korosu AKP’nin 2023 hedeflerinin parças› olarak haz›rlanan Ulusal ‹stihdam Stratejisi Belgesi’nde de son fleklini ald›. Belgede “ifl güvencesi” kavram›, yerini “tek bir iflverene ba¤l› olmadan çal›flman›n sürdürülmesi” anlam›nda “istihdam güvencesi” kavram›na b›rak›yor. Nitekim AKP taraf›ndan 2003 y›l›nda ç›kar›lan 4857 say›l› ‹fl Kanunu’nun gerekçesinde k›dem tazminat› ile ilgili flunlar söylenmiflti: “(…) iflsizlik sigortas›n›n ifllevini de ülkemizde k›dem tazminat›n›n üstlenece¤i düflünülmüfltür. Hatta k›dem tazminat›n›n a¤›rlaflt›r›lmas›n›n ifl güvencesi alan›nda bile etkili olaca¤› ileri sürülmüfltür. Bu düflüncelere kat›lma olana¤› yoktur.”

İhanetin kırmızı çizgileri Ç

Hak-‹fl’e ba¤l› Çelik-‹fl üyeleri Fenifl’te k›dem tazminat›n› almak için mücadele ederken Hak-‹fl k›dem tazminat› hakk›n›n gasp› için AKP ile el ele.

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, kıdem tazminatı ile ilgili tepkiler üzerine bazı tavizlerden söz etti. İşçi cephesini bölmeyi uman Çelik, kıdem tazminatının fona devredilmesinden mevcut çalışanların etkilenmeyeceğini belirtti. Türk-İş, kıdem tazminatı tartışmalarında daha önce belirttiği “kazanılmış haklar kırmızı çizgimizdir” açıklamasını yineledi. Türk-İş her ne kadar “kırmızı

çizgi” dese de hükümetle görüşmelerini sürdürüyor. Türk-İş’in “kazanılmış haklar” söylemi, işçi sınıfının “kolektif hakları” şeklinde belirtilmediği sürece “mevcut çalışanları etkilemeyecek” ifadesine yakın bir anlama geliyor. Çünkü işçi sınıfının yıllık izin, kıdem tazminatı, tatil, yemek, mola, grev gibi kazanılmış haklarının tamamı mevcut İş Kanunu’nda olmasına rağmen işçilerin büyük kısmı bu haklardan yararlanamıyor. Yararlananlarsa mü-

cadele ederek bu hakları uygulatabiliyor. Bu nedenle kazanılmış hak kavramı işçi sınıfının tamamını değil Türkiye’deki işçilerin yüzde 5’lik bir kesimini oluşturan toplu iş sözleşmesi yapabilen bir grup işçi için geçerli oluyor. Daha önce 5510 Sayılı Yasa (GSS) görüşülürken Türk-İş yine “kırmızı çizgi” açıklaması yapmış ancak daha sonra Hak-İş ile birlikte Çalışma Bakanı Çelik’le yaptığı özel görüşmeden sonra eylemler-

den çekilmişti. Türk-İş, “kazanılmış haklara dokundurtmayız” diyerek hükümetle ve işverenlerle uzlaşmacı bir tavrı sürdürürken Hak-İş ise sahibinin sesi olmayı sürdürüyor. Çalışma Meclisi toplantısında sermaye temsilcileri ve hükümet temsilcilerinin yanında uzlaşma pozu veren Hakİş, “biz başından beri fon önerisinin yanındayız” diyerek AKP’ye sorun çıkarmayacağını ortaya koymuştu.

DİSK: “Kıdem tazminatı hakkının gaspına karşı sokağa” K›dem tazminat› hakk›n›n fona devredilerek gasp edilmesine karfl› Türk-‹fl örtük bir uzlaflma, Hak-‹fl ise hükümetle aç›ktan iflbirli¤i içindeyken iflçilerin en temel haklar›n› gasp etmeye yönelik tüm giriflimlerin “k›rm›z› çizgileri” oldu¤unu belirten D‹SK, k›dem tazminat› hakk›n›n gasp›na karfl› tüm emekçileri soka¤a ça¤›rd›. D‹SK, 24 Ekim günü Ankara ve ‹stanbul’da bas›n aç›klamalar› yaparak kas›m ay›nda eylemlerine bafllayaca¤›n›, bölgesel mitingler yapaca¤›n› duyurdu. D‹SK’in talepleri flu flekilde: K›dem tazminat› güvenceye kavuflturulmal›. Ödenmeyenleri kamu ödemeli ve iflverenlerden tahsil etmeli. Hak kazanmak için önkoflul olan 1

y›ll›k süre kald›r›lmal›. ‹stihdam› artt›rmak için k›dem tazminat›n› yok etmek gerekti¤i saplant›s› terk edilmeli. Tafleron sistemini kullanarak çal›flanlar›n k›dem tazminat›n› ödememe politikas› terk edilmeli. Kamuda güvencesiz iflçi ve tafleron uygulamalar›na son verilmeli. Fon uygulamas› gibi baflar›s›z ve ifl güvencesini fiili olarak tümüyle ortadan kald›racak tasar› ve tekliflerden vazgeçilmeli. Tüm çal›flanlara, iflsizlere ve emeklilere sendikalaflma hakk› tan›nmal›. Sendikalar›n bütün çal›flanlar için iflkolu düzeyinde ve ulusal çapta toplu sözleflme yapmas›n› sa¤layacak sistemler kabul edilmeli. Toplu sözleflme ve grev hakk› konusundaki tüm yasaklama, engel ve s›n›rlamalar kald›r›lmal›.

Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi önünde K›dem tazminat›n›n gasp›na, tafleron çal›flt›rman›n yayg›nlaflt›r›lmas›na, esnek ve güvencesiz çal›flt›rmaya, özel istihdam bürolar›na karfl› 150 Dev Sa¤l›k-‹fl eylem yapt›


9

SERMAYE 24 Ekim 2013 / 6 Kas›m 2013

Halk›n Sesi

'ta yer Financial Times re alan habere gö AKP'nin "çılgın" ns projelerinin fina k ca manı zorda. An a yağmaya, talan için KP devam diyen A inşaattan başka seçenek yok. ması n a k tı n ri le je ro P sı ise ve yapılamama yası rü AKP’nin korkulu

MEHTAP MET‹NO⁄LU

T

ürkiye Müteahhitler Birliği’nin raporunda yer alan bilgilere göre önümüzdeki dönemde GYO’ların yapacakları halka arzlarda ve özellikle İstanbul’da yapılacak yatırımlarda ciddi finansman gereksinimi doğacak. Finansman ihtiyacı olanlar arasında AKP'nin her birini seçim yatırımı olarak sunduğu "mega" veya "çılgın" adlı büyük altyapı projeleri de bulunuyor. Her seçim öncesinde öne sürülen bu projeler halka sorulmadan ve kamu kaynakları harcanarak ülkenin gündemi haline geliyor. Akademik ve bilimsel olarak değerlendirmeye sokulmayan projeler Tayyip Erdoğan’ın ‘müteahhitlik’ anlayışına bırakılıyor. Bu projelerin son durumunu değerlendiren Financial Times'tan Daniel Dombey, 18 Ekim'de hazırladığı haberde finansal belirsizliklerin Türkiye’deki

büyük altyapı projelerini tehdit ettiğine dikkat çekti. FT: ALTYAPI PROJELER‹ ZORDA Dombey haberinde, dünyanın en büyük havaalanı olacağı söylenen 3. Havalimanı'yla ilgili projenin büyüklüğüne dikkat çekerek projeyle ilgili finansal belirsizliklerin olduğunu belirtti. Gazete yeni havaalanı projesinin, proje için yeteri kadar uluslararası fonun bulunmaması nedeniyle de karmaşık bir görüntü verdiğini vurguladı. Haberde, bu durumun Türkiye'nin büyük altyapı projelerinin ertelenmesi veya ölçeklerinin dü-

şürülmesi ihtimalini gösteren son işaret olduğu söylendi. Haberde Mersin Akkuyu'daki nükleer santral ve Kanal İstanbul projelerinin de sorunlarla karşı karşıya olduğu belirtildi. Çevre konusundaki kaygılar etrafında Akkuyu'daki nükleer santralin açılışının en az bir yıl ertelenebileceğini söyleyen Dombey, haberinde sermaye çevrelerinden Kanal İstanbul projesine yönelik ilginin de az olduğuna dikkat çekti. Haberde Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın, birtakım bankaların çevre gibi bazı konuları bahane ederek kredi vermekten kaçındığını açıkla-

Star’dan FT’ye karalama

ması da yer aldı. PROJE SAH‹PLER‹ NE D‹YOR? Aynı Binali Yıldırım, 9 Eylül'de "Kanal İstanbul'da çalışmalar sona yaklaştı" derken 3. Havalimanı projesinin tamamlandığını, finansmanda ise sorun yaşamayacaklarını düşündüğünü söylemişti. 3. havalimanı ihalesini kazanan konsorsiyumdaki Limak Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir ise finansman arayışı konusunda "umutlu". 3. köprü'nün finansman paketinin tamamlanmasının kendileri için "sevindirici" olduğunu kaydeden

Financial Times'›n de¤erlendirmesine en "sert" tepki Star gazetesinden geldi. "FT bunu hep yap›yor" bafll›¤› alt›nda haz›rlanan haberde FT'nin haberi a¤›r biçimde elefltirildi. Star haberine, "Daha önce de Olimpiyat adayl›¤› ve bar›fl sürecini baltalayan ‹ngiliz FT’nin bu tutumu hastal›k derecesine ulaflt›" cümlesiyle bafllad›. Star'›n karalama kampanyas› ara

Özdemir, “Biz şu an 3. havalimanı projesi için finansman arayışına başlamadık. Ama finansman sağlamak için daha şimdiden yerli-yabancı bankalardan gelen giden çok. Ön görüşmeler yapıyoruz, yılbaşına kadar finansman işini tamamlarız” dedi. Akkuyu Nükleer Santral'inin tamamlanmasına yönelik Financial Times'taki haber çıkana kadar herhangi bir tarih verilmezken haberin yayımlanmasını seyreden iki günün ardından kesin bir tarih belirlendi. Anadolu Ajansı'na konuşan Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) Elektrik AŞ

Genel Müdür Yardımcısı Rauf Kasumov, "ÇED olumlu" kararının yıl sonu-yeni yılın başları gibi oluşabileceğini belirterek, "Santralin 4 ünitesini de 2023'e kadar, yani Cumhuriyet'in 100. senesine kadar tamamlayacağımızı düşünüyorum" dedi. AKP’N‹N “ÇILGIN” ‹NfiAAT KR‹Z‹ Financial Times'ın çizdiği olumsuz tabloya karşın sermaye "umutlu" görünüyor çünkü projeler için kamu kaynakları sonuna kadar açılıyor. Tıpkı 3. Köprü ihalesinde yapılan değişiklikler gibi. Hatırlanacağı gibi 3. Köp-

bafll›klarda en saf biçimiyle yer ald›. "Kalite seviyesini düflürdü", "Bunlar ya çok cahil ya da hizmetkar" diyen Star, AKP'nin inflaat icraatlar›n› aklamak için finansman s›k›nt›s› olmad›¤›n›, bankalar›n kredi için s›rada oldu¤unu yazd›. Ayr›ca FT'nin Türkiye ile ilgili geçmifl de¤erlendirmelerini s›ralayan Star, kendince FT'yi "iffla" etti.

rü'nün ilk ihalesine teklif gelmemişti. Bunun üzerine proje üzerinde değişiklikler yapılmış ve araç geçiş garantisi verilmiş, kamulaştırma bedeli devlet tarafından karşılanmış, özel sektöre yük olacak bağlantı yolları projeden çıkarılmış sadece ücretli geçişlerin olacağı yollar ve köprü proje kapsamında kalmıştı. AKP ise kamu kaynaklarını sermyeye sonuna kadar açmaya, çevreyi tahrip eden, sosyal, çevresel ve kentsel yaşam niteliğine ilişkin kriterlerin gözetilmediği projeleri yaptırmaya mecbur çünkü ekonomi politikasının inşaat dışında başka seçeneği yok. Ancak “çılgın projelerin” yaratacağı tahribat, halkın üzerinde AKP’nin seçim propagandasından daha büyük etki yaratıyor. Finansman krizinin yarattığı ortam projeleri zora sokacak ancak projelerin yapılamamasının tek garantisi halkın direnişi olacak.

3 yıllık planda sermayeye teşvik, halka kısıt Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'le birlikte 8 Ekim'de düzenlediği basın toplantısıyla 2014-2016 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Programı (OVP) açıkladı. 2005 yılından itibaren açıklanan 3 yıllık OVP ile "Kamu politikalarının oluşturulması sürecinde etkinlik, hesap verilebilirlik, saydamlık ve öngörülebilirliğin arttırılması ve bu sayede güven ve istikrara katkıda bulunulması" amaçlanıyor. Ancak bundan önceki yıllarda ortaya konulan hedefler ve tahminler ile gerçekleşmeler arasında ciddi tutarsızlıklar oluşmuştu. Yeni planda ise 2014 ve sonrası için konulan hedefler biraz "iddialı".

ABD'de hükümet 16 gün kapandı A

BD'de 17 Ekim sabahı tam 16 gün işe gidemeyen federaller iş başı yaptı, kapalı olan müzeler ve milli parklar açıldı. Hükümetin 1 Ekim'den itibaren kapanmasına neden olan etken ise bütçe kriziydi. Bütçe krizi ve hükümetin kapanması arasındaki dolaylı bağı Cemal Tunçdemir T24'te şöyle açıkladı: “ABD’de, birinci dünya savaşına fon oluşturmak için yapılan borçlanma bir belirsizliğe dönüşmesin diye 1917 yılında borçlanmaya yasal üst sınır konuldu. Bu sınıra ulaşıldığında Hazine Bakanlığı kredi alamıyor veya hazine bono ve tahvil satışıyla borçlanamıyor. Bu durumda devletin tek geliri vergi geliri ve harçlar oluyor. ABD ise 16

trilyon 699 milyar dolar olan borçlanma tavanına hali hazırda ulaşılmış durumda.” ‘KEPENK KAPATMA’ KR‹Z‹ SA⁄LIKTAN ÇIKTI 16 gün süren krizin adı ise devletin kepenk kapatması (government shutdown). Borç tavanı krizinden farklı olarak devletin kasasında para var ancak harcama yetkisi yok. Federal hükümetin para harcayabilmesi için Kongre’nin bütçeyi onaylamış olması gerek. Kongre’nin verdiği son para harcama yetkisi 1 Ekim gece yarısı doldu. Kongre’den yetki olmadan para harcamak yasak olduğu için kanunlarla izin verilen acil ve kritik hizmetler dışındaki tüm devlet

faaliyetleri durdu. Ancak Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Kongre’nin bütçe yetkisi vermemesinin hem de borç tavanını yükseltmeye yanaşmamasının en önemli gerekçesi, ‘Obamacare’ olarak adlandırılan sağlık sigortası reformunun askıya alınması talebi. Obama ve Demokratlar ise reformdan herhangi bir tavize yanaşmıyor. ANLAfiMA SA⁄LANDI, HÜKÜMET AÇILDI ABD hükümetinin kapanmasına neden olan kriz, Kongre’nin, kapanan hükümetin tekrar açılması ve borç tavanının yükseltilmesi konusundaki tasarıyı onaylaması ile sona erdi. Tasarı, Cumhuriyetçilerin ağır-

lıkta olduğu meclisten 144'e karşı 285 oyla geçti. Obama da tasarıyı imzaladı, yürürlüğe koydu. Hazine'ye 7 Şubat 2014'e kadar borçlanma yetkisi verildi ve hükümetin de 15 Ocak 2014'e kadar açık kalabilecek şekilde fonlanması sağlandı. 13 Aralık'a kadar iki partiden Kongre üyelerinin de yer aldığı, ülkenin uzun vadeli mali istikrarı üzerinde çalışacak bir bütçe konferans komitesi kurulması kararı alındı. Bu da ABD'nin bütçe krizinin sona ermediği, askıya alındığı yorumlarına neden oldu. ABD, hükümetin fonlanmasının sona ereceği 15 Ocak ile Hazine'ye verilen borçlanma yetkisinin dolacağı 7 Şubat döneminde aynı krizlere gebe görünüyor.

NELERE TEfiV‹K VER‹L‹YOR? Yeni OVP'de sermayeye hem enerji verimliliği hem de petrol, doğalgaz aramasında teşvik vaat ediliyor. Babacan teşviği, "Yani sanayicimiz enerji verimliliği ile ilgili bir yatırım yaptığında onun karşılığını da devletin iyi bir teşviğini de beraberinde görecek. Petrol, doğalgaz arıyorsa ya da kaya gazı arıyorsa nasıl madencilik sektöründe teşviğimiz varsa, benzer teşvikleri şu anda çalışıyoruz" sözleriyle açıkladı. KAMUYA ‹fiE ALIM AZALIYOR Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Orta Vadeli Program'ın açıklandığı toplantıda kamuya işe alımların azalacağını şu cümleyle anlattı: "Bu yıl 2013'te kamuya 130 bin personel aldık. Önümüzdeki sene bu rakamın yarısı veya

belki biraz daha fazla alım yapacağız." YEN‹ PLANDA NE VAAT ED‹L‹YOR? Yıl sonu enflasyon hedefinin yüzde 6,8 olduğunu belirten Babacan, bunun yılbaşında öngördükleri hedefin biraz üzerinde olduğunu ifade etti. Babacan, gelecek yıl için yüzde 5,3, 2015 ve 2016 için yüzde 5'lik enflasyon hedefleri öngördüklerini kaydetti. Bu yılı yüzde 7,1'lik cari açıkla kapatmayı beklediklerini anlatan Babacan, "Gelecek yıl bu rakamı yüzde 6,4'e, 2015'te yüzde 5,9'a ve 2016 yılında da yüzde 5,5'e indirmeyi öngörmekteyiz" dedi. Babacan, Türkiye'nin 2013 yılı sonu itibariyle toplam yurt içi tasarruf oranının yüzde 12,6'ya düştüğünü söyleyerek "Tarihimizin en düşük tasarruf oranı" açıklamasını yaptı. 2013 için büyüme oranı revize edildi ve büyüme tahmini yüzde 3,6 olarak hedeflendi. 2014 yılı büyüme hedefi yüzde 4, 2015 ve 2016 büyüme hedefi ise yüzde 5 olarak belirlendi. Daha önceki OVP'de 2013 büyüme hedefi yüzde 4'tü. Böylece 2013 büyüme hedefi yüzde 0,4 aşağı çekilmiş oldu. ASGAR‹ ÖDEME ARTIYOR Babacan, kredi kartlarında yeni kuralları da açıklarken "İlk yıl için gelirin iki katı, ikinci ve devam eden yıllar için gelirin 4 katı ile sınırlı olarak limit tahsis edilecek" diye konuştu. Ayrıca kredi kartında asgari ödemenin de artacağını belirtti.


10

KİBELE 24 Ekim 2013 / 6 Kas›m 2013

Halk›n Sesi

“Türban”a de¤il kad›na özgürlük! ürkiye siyasetinin en tartışmalı konularından “türban serbestisi” AKP’nin “demokrasi paketi” ile tekrar gündemimize girdi. Paket halkın ve kadınların demokrasi taleplerine yanıt vermedi ama kamuda türbanı serbest bırakmanın yolunu açtı. Bu adım bir özgürlük olarak sunuldu. Peki neyi “özgürleştirdi”? Kadın düşmanlığını neoliberal-islamcılığın kuruluşunda temel dayanaklardan biri haline getiren AKP kadınlara özgürlük vaat edebilir mi? Bu soruların cevabı kadın ve erkeği eşit görmeyen bir başbakanın yönettiği AKP’nin icraatları hatırlandığında akla gelecektir.

T

Kadınlar mı AKP’ye yük AKP mi kadınlara? Kadın düşmanı AKP kadınların “dul ve yetim” maaşını diline doladı, hedefi kadınları mutlak güvencesizliğe mahkum etmek TU⁄ÇE ÖZÇEL‹K

Ç

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik bayramda yaptığı bir açıklamada Türkiye’de birçok erkeğin kendinden yaşça genç kadınlarla evlendiklerini ve erkekler öldükten sonra da devlet kadınlara maaş vermeye devam ettiği için bunun sosyal güvenliğe ‘yük’ getirdiğini söyleyiverdi. Çelik’e göre yaşlı erkeklerin bakım için genç kadınlarla evlenmesinde, bakım sorumluluğunun hiçbir karşılık verilmeden kadına yüklenmesinde sorun yok! Üstelik Çelik zihniyetinde örneğin kız çocuklarıyla evlenen erkekler “ihtiyaç” sahibi ancak güvence sahibi olmak ve geçinebilmek için evlenen kadınlar “sahtekar”. Üstelik Çelik bir de maaşa bağlı dul kadınlar nedeniyle evlenemeyen erkeklerin derdine de ortak oluyor! AKP’nin güncel derdi “para”ise de tarihsel derdi kadınlarla bu açık. Çelik bir yandan “Aile ve iş yaşamının uyumlulaştırılması” adı altında cinsiyetçi iş bölümüne yaslanarak kadınları esnek çalışmaya mahkûm edecek kadın istihdam paketinin hazırlıklarını sür-

KADININ ÖZGÜRLÜ⁄Ü ‹Ç‹N HESAPLAfiMA VAKT‹ Türban, Tayyip Erdoğan tarafından iktidarı her zora girdiğinde gündeme getirilerek kullanılan bir konu oldu. AKP’nin programında asla “dindar kadınlara” sunulan bir “özgürleşme” aracı olarak yer almadı. Konu hep “türbanlı kadının özgürlüğü” değil “türbana özgürlük”tü. Zaten kadınların kararını hiçe sayan bir iktidarın programında kadınlara eşitlik, özgürlük yer alamaz. Tartışmanın asıl önemli boyutu türbanın kadını özgürleştirebilecek bir unsur olmadığı. “İnanç gereği” olarak savunulan türban son noktada kadınların ikinci sınıf konumunu katmerleyen, örtünmeyi veya “mahrem” yerlerini kapatmayı Dilflat erkeklerin nefislerine hakim Aktafl olamayacağından çıkaran bir inanç “gereği”nden bahsediyoHalkevleri Kad›n Sekreteri ruz. Evet devrimci kadınlar türbanlı kadınlara değil türbanın varlıksal anlamına karşıdır. Türbanı bir özgürlük olarak sunmak ise onun kadının mahkum edildiği ikincil konumunu sürekli pekiştiren bir imge olduğunu unutmak demektir. İktidarı boyunca kadına yönelik şiddet vakalarının yaygınlaşmasından gündeme getirilen kadın istihdamı paketine kadar neredeyse her alanda kadını ikincilleştiren kadın emeği ve bedenini değersizleştiren iktidar türbanı serbestliği kararını da aynı amaca hizmet eden bir taktik ve türbanı bir araç olarak kullanmaktadır. KAMUDA “MAKBUL” OLMANIN KOfiULUNU AKP’M‹ BEL‹RL‹YOR? AKP gerici, neoliberal, cinsiyetçi ideolojisini yayacağı alanların başında eğitimi gördüğü için en önemli atağını 4+4+4 ile yapmıştı. Türban sorununa çözüm getirildiği iddia edilen ve tartışmanın en önemli kilit noktalarından biri de eğitim alanı. Eskiden olduğu gibi bugünde okul sırasında hiçbir şeyden habersiz çocuklar yine devletin hakim ideolojisiyle karşı karşıya. Türbanlı bir öğretmeni, okullarda artan dini, muhafazakar uygulamalardan bağımsız tartışmak ne kadar mümkün? “İşe türbanla da gidecek, oh ne güzel!” diyen AKP’liler kadınların doğum izni, emzirme izni, güvenceli iş, insanca yaşam, kıdem tazminatı, her iş yerine kreş gibi hakları için neden aynı “özgürlükçülükle” yaklaşmıyor? Kamuda türbanı serbest bırakan ve kadınların rahat çalışacağını söyleyen AKP, okula gönderilmeyip çocuk yaşta evlendirilen kız çocukları için özgürlükçü yaklaşmıyor. Eğitim alanında türbanı tartışırken ülkeyi tek bir lafıyla değil, dayandığı tüm gerici ittifakıyla her koldan yöneten bir iktidarın baş temsilcisinin sözlerini akıldan çıkarmamak gerekiyor. Kadın bedeninin denetimi ve bunun bir aracı olarak kılık kıyafet bugüne kadar erkek egemenliğinin kadınlar üstünde baskı kurmasının bir aracı oldu. Pakete göre de uygulamanın nasıl gerçekleşeceği, kamuda vatandaşın nasıl yer alacağı yönetmeliklerle belli olacak. Kadınların kamuda nasıl yer alacağını “İyi eş, iyi anne” rolüyle “makbul hanımlar” için profil belirleyen erkekler ittifakının partisi AKP belirleyecek. Muhafazakârlaştıkça ve cemaat ağları güçlendirildikçe erkek şiddetinin, taciz ve tecavüzlerin örtbas edildiği toplumlarda yoksul kapalı kadınların daha fazla ezildiği gerçek değil mi? Yine aynı kadınlar, yoksul mahallelerde güvencesizleştirilen emekleri ile sermayenin en açık saldırılarına maruz kalıyor. Emine Hanım, kızları ve temsil ettikleri burjuva İslamcı kadınlar için ezme ve ezilme ilişkisi açık ki aynı şekilde yaşanmıyor. Bizleri kadın dayanışması içinde ortaklaştıran noktalar yıllarca hep beraber haykırdığımız “Emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizimdir” sloganında saklı. Emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz üzerinde tahakkümün olmadığı bir dünya için bizim olana sahip çıkıyoruz.

dürüyor. Diğer yandan bu şekilde kadınları devlete “yük” olarak tanımlayıp sosyal güvenlik kanununda bu “yükü” azaltacak yeni düzenlemeler planladıklarını duyuruyor. Güvencesiz çalıştırılan kadınlar hakkında parmağını kıpırdatmayan Çalışma Bakanı Çelik, aralarında yaş farkı olan evlilikler hakkında inceleme başlatacaklarını, “dul aylığından” faydalanmak için yapılan evlilikleri önlemek üzere geçmişe veya geleceğe yönelik ön koşullar koymayı düşündüklerini söylüyor.

prim ödemeye tabi tutuluyor ve boşandıkları takdirde “yetim aylığından” faydalanamıyorlar. Böylece AKP kadınların önce babaya, ardından kocaya kısaca daima erkeğe bağımlı oldukları, kadının ev içi emeğinin karşılıksız bırakıldığı, ne bağımsız güvencelerinin ne de emeklilik haklarının olduğu bir sosyal güvenlik sistemini güçlendirdi. Böylece bekâr ve işsiz, güvencesiz kadınları evliliğe, evli kadınları ise şiddet gördükleri, mutsuz oldukları, aşağılandıkları evliliklere katlanmaya zorlayan bir düzeni besledi.

“EVL‹L‹K GÜVENCE”, KADINLAR YÜK MÜ? AKP’nin kadınları “yük” olarak tanımlaması başlı başına kadın düşmanlığını, şiddeti kışkırtan, kadın emeğini değersizleştiren bir söylem. Ağır iş olarak tanımlanması gereken ev işlerini, kadınların ev içi emeğini yok sayan AKP, kadınları “güvence” için evliliğe zorlayan sistemi güçlendirdiğinden ise bahsetmiyor. AKP’nin 2012 yılında uygulamaya geçirdiği Genel Sağlık Sigortası Yasası’ndan önce kadınlar boşandıklarında veya işten çıkarıldıklarında babalarının maaşlarından ve sağlık sigortalarından yararlanabiliyor, kız çocukları ise babalarının sağlık sigortasından evlenene kadar faydalanabiliyordu. AKP’nin yaptığı düzenleme ile evli olmasalar da 25 yaşından sonra kadınlar gelir testine ve sağlık için

‘TÜM KADINLARA SOSYAL GÜVENCE’ Kadınların yüzde 30,2’sinin kayıt dışı istihdam edildiği koşullarda, AKP’nin hazırladığı istihdam paketi kadınların esnek ve güvencesiz çalıştırma biçimlerine yasal güvence kazandırıyor. İktidar “kadın is-

tihdamını arttıracağız” bahanesiyle sermayenin “ucuz emek” ihtiyacına sesleniyor. Yeni istihdam paketinin kadınlara ev içindeki “zorunlu görev”lerini aksatmadan (!) çalışmalarını düzenlemesi ve kıdem tazminatında yapılması planlanan değişiklikler birlikte düşünüldüğünde AKP’nin kadınların hiçbir zaman “emekli olamayacağı” kocalarının aylığına bağımlı kalacakları bir düzen yaratmayı hedeflediğini söylemek mümkün. Bugünlerde kadın istihdam paketine karşı mücadele programını tartışmaya başlayan kadın hareketinin bu konudaki temel talepleri ise “ev işi”nin yasalarca tanımlanması ve karşılığı olan hakların kadınlara verilmesi, tüm kadınlara babadan ve kocadan bağımsız olarak sosyal güvence ve emeklilik hakkının tanınması ve hasta, yaşlı, çocuk bakımının toplumsallaştırılması.

“‹stihdam yasas›na karfl› birlefliyoruz” AKP’nin “Kad›n ‹stihdam Yasa Tasar›s›”na karfl› kad›nlar›n eylem ve söz birli¤ini oluflturmak üzere D‹SK, KESK ve TTB’nin ça¤r›s›yla sendikalar, siyasi partiler, kad›n örgütleri ve kitle örgütlerinden kad›nlar bir araya gelerek ‹stanbul’da Kad›n Eme¤i Platformu kurdu. ‹kinci toplant›s›n› yapan

platform 3 Kas›m’da bir forum düzenleme karar› ald›. Kad›nlar hakk›nda ç›kar›lan yasalar›n ve yönetmeliklerin yap›lma süreçlerinde söz sahibi olma talebiyle yap›lacak forumda hem kad›n istihdam› yasa tasar›s› tart›fl›lacak hem de tasar›ya karfl› bir eylem takvimi oluflturulacak.

Avukatlar aileyi kurtarmaya geliyor TUBA GÜNEfi

A

dalet ve Hukuk Derneği, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in “Neden aile hekimi var, aile avukatı yok?” yakarışlarına yanıt verdi. Pilot bölge Bağcılar’da kurulan Aile Avukatlığı ve Aile Rehberliği Merkezi’nin açılışına da bizzat bakan katıldı. Projeye Aile İl Müdürlüğü, Bağcılar Belediyesi, Bağcılar Kaymakamlığı, İstanbul Kalkınma Ajansı ve Medeniyet Üniversitesi katkı veriyor. Peki AKP’nin dört koldan harekete geçirmeye çalıştığı proje neyi amaçlıyor? AKP’nin desteğini arkasına almış Adalet ve Hukuk Derneği’nde Proje Koordinatör Yardımcısı Burak Uzun’a projeyi sorduk. Uzun’un methederek anlattığı proje özetle şu: Ailenin bekasını sağlamak. Uzun’un “bayan istismarı” diye bahsettiği kadına yönelik şiddet sorununu fark eden dernek, şiddet gören herkesin ama yine onun deyimiyle “Gündemimizde bayan ve çocukların istismarı daha fazla olduğu için” en çok onların hizmetinde! Hizmetse Uzun’un anlattıklarına göre, onlara haklarını anlatmak, bildirmek. “Bunun için şiddet görenlerin size başvurması mı gereki-

yor?” sorusuna Uzun şöyle yanıt veriyor: “Diyelim ki ailede bir sorun yaşandı. Kişi Bağcılar Emniyet Müdürlüğü’ne başvurunca, emniyet, ona merkezimizin adını ve adresini verecek. O da merkeze gelecek. Biz de ona haklarının ne olduğunu anlatacağız. Bu proje ilgi görürse, bunu Türkiye’nin her yerine yay-

mayı düşünüyoruz.” Merkezin avukatlıktan çok danışmanlık hizmeti vereceğini ifade eden Uzun, asıl derdini en son açıklıyor: “Boşananların yüzde 17’si boşandığı eşlerine geri dönüyor. Demek ki ufak tefek sebeplerden boşanılıyor.” Proje Uzun’un “ufak tefek” diye tarif ettiği problemlerin bo-

şanmayla sonuçlanmasının önüne geçmeyi hedefliyor. Yani bu projenin de altından “aileyi kurtarmak” çıkıveriyor. Uzun, kadınlar için hayati bir anlamı olan boşanma işlemlerini evrak israfı, mahkemelerde gereksiz dosya yoğunluğu olarak görüyor. Bu nedenle “barıştırma” yoluna gidecekle-

rini belirtiyor. “Hangi durumlarda barıştırmanız gerektiğini hangi ilkelere göre belirleyeceksiniz?” sorusuna da “Aileleri dinleyip karar vereceğiz” diye yanıt veriyor. Yüzde 17’nin neden yeniden evlendiğinin araştırılmasının yapılıp yapılmayacağını da sorunca “Bu proje yalnızca Bağcılar’da var” diyor.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Ergenekon Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No: 175/2 fi‹fiL‹/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

Çelik sussun kad›nlar konuflsun

Kad›nlar, ‘Çelik konufltu, Kansu kovuldu’ dedi, Abbasa¤a’dan yola koyuldu. ATV binas›na yürüyüflün nedeni Hüseyin Çelik’in sözleri. Çelik, Gözde Kansu’nun sunuculu¤unu yapt›¤› Veliaht program›na konuk oldu. Ertesi gün “Sunucu öyle bir k›yafet giymifl ki olmaz bu yani. Kimseye kar›flt›¤›m›z yok ama çok afl›r›.” diye konufltu. Ard›ndan Kansu iflten ç›kar›ld›. Kad›nlar eyleme geçti.

Enerji Han›m de¤il direnen kad›n

Halkevci Kad›nlar Aile ve Sosyal Politikalar Baflkan› Fatma fiahin’in peflinde olmaya devam ediyor. Enerji Bakanl›¤› ile ortak yürütülen “Enerji han›m” projesiyle ilgili yap›lan toplant›ya kat›lan kad›nlar, “enerji han›m” de¤il “direnen kad›nlar” olaca¤›z dediler özel güvenlik ve AKP’lilerin sald›r›s›na u¤rad›lar. fiahin’in maskesini düflürdüler.


KÜLTÜR/SANAT

11

24 Ekim 2013 / 6 Kas›m 2013

Halk›n Sesi

‘Gezi’ye katk›m›z: Perdesiz Tiyatro’ Moda Sahnesi, Hamlet, Bütün Çılgınlar Sever Beni ve Palyançolar Okulu oyunlarıyla açıldı. Perdesiz oynanan oyunlarda, kostüm değişikliğinden karakter değişimine her şey seyircinin gözü önünde gerçekleşiyor Artık alternatif tiyatro için sahne aramak zorunda değiliz. En azından İstanbul için böyle. Şaşaalı dekorlar, ağır kostümler, gerim gerim gerilen perdelere karşılık gündelik hayatımıza değe değe bizi kendine çeken oyunlar bulmak çok kolay. Moda sahnesi bu amaçla yola çıkmış, derdi olan bir sahne. Derdini göze sokarak anlatmıyor, anlattıkları izleyiciye dert olsun istiyor. Kurucular aynı zamanda sanatçı. Ve yaz boyu direnişin ruhuna uygun bir sahne inşaatında bizzat yer aldılar. Kuruculardan Kemal Aydoğan, Çapul TV’nin “Gezi sürecine katkınız ne olur?” sorusuna “Biz perdesiz tiyatro yaptık. Bu işte” diye yanıt veriyor.

Sahiden de perdesiz tiyatroda her şey gözünüzün önünde gelişiyor. Sahnenin açılış oyunu tabutlardan ibaret yalın dekoruyla Hamlet oldu. Biraz oyunu anlatmak sahnenin yapmak istediklerine dair fikir verebilir. Oyuncular, sözü, sırası bittiğinde, kendisini bekleyen tabutun içinde, temsil ettiği duygu veya durumun dünyasına çekiliyor. Hamlet yoğunlukla, isyanıyla, sorgulamasıyla, ütopyasıyla sahnede hareket halinde. İsyanı bugünkü ergenlik isyanlarıyla, gençliği bugünkü gençlikle benzeştikçe oyuna biraz daha kaptırıyorsunuz. Oyunun başarısı da bu: Prens kıyafetleri içinde bir Hamlet’in değil, eşofman altı

ve tişörtle sahneye çıkan Hamlet’i kurgulamak. Üstelik bu kurguyu oyunculukların hakkını vererek anlatabiliyor. Ve tabii yönetmen ve oyuncuların Shakespeare’in erkle olan derdini paylaşmaları da yorum katabilmelerini kolaylaştıran bir etken. Moda Sahnesi‘nde yeni bir Hamlet izlemeyeceksiniz. Ama Hamlet’i istediğiniz gibi hayal edebileceğiniz bir özgürlüğe kavuşacaksınız. Hatta keskin şekilde belirlenen “itaat”, “şehvet”, “ihtiras”, “felsefe”, “menfaat” kavramlarının bile keskinleştiği yerleri sorgulama imkanı bulabileceksiniz. Gerisi oyunda. Moda sahnesi de Bahariye’de.

Hamlet

Moda Sahnesi’nden bu daha bafllang›ç NEVRUZ TU⁄ÇE ÖZÇEL‹K

Bütün Ç›lg›nlar Sever Beni, tüm oyuncular›n›n canland›rd›klar› karakterlerle tam uyufltu¤u keyifli bir komedi. Zengin, zampara Joseph (Mert F›rat), evlendi¤inden beri görüflmedi¤i dostu Angel (Volkan Yosunlu) ve güzel, sad›k efli Maria (Asl› Tando¤an) aras›nda geçen oyun modern zaman›n iliflkilerini ve erkek akl›n› irdeliyor. Maria’n›n arp dinletisiyle bafllayan oyun, ikisi de mimar

olan fakat mimarl›¤a farkl› aç›lardan bakan Joseph ve Angel’in bir kafede karfl›laflmas›yla devam ediyor. Bu girizgâh k›sm›n›n biraz oldu¤unu düflünseniz de sonras›nda canlanan oyun ilk dakikalar›ndan itibaren sizi güldürebilir. Maria bir orkestrada arp çalmaktad›r ve s›k s›k turnelere gitmektedir. Çok güzel ve al›ml› olan Maria’y› k›skanan fakat kendisini aldatt›¤›na dair hiçbir delil bulamayan Joseph bir plan yapar. Duygusal ve flairane

olan Angel’den yard›m ister. ‹stemeyerek de olsa Angel, Joseph’in plan›n› kabul eder ama ifller ikisinin de bekledi¤inden çok farkl› geliflir. KEY‹FL‹ B‹R SAAT

Zengin züppe kahkahalar›yla Mert F›rat, fliir okurken etkilenmekten kendinizi alamayaca¤›n›z Volkan Yosunlu ve ilk kez tiyatro sahnesine ç›kmas›na ra¤men rolünü baflar›yla yerine getiren Asl› Tando¤an’la keyifli bir saat geçireceksiniz.

'Topluluğu dinamik tutma' davası Gezi İsyanı boyunca çeşitli kentlerdeki eylemlerde müzik yapan Praksis grubundan 3 kişinin de içinde olduğu 54 kişiye, Mersin'deki Gezi eylemlerinin ikinci gününden dava açıldı. Praksis üyelerine yöneltilen suçlamalar arasında "Gitar çalarak

Selda Uzunkaya

Sanat ve Cinsiyet

Ahu Antmen’ in editörlüğünü yaptığı, Thalia Gouma-Peterson ve Patricia Mathews’ in makaleleri derlediği Sanat/ Cinsiyet kitabı, sanat alanında birçok tartışmanın önünü açar. Bu kitap sanatı, kadınlar açısından, kadınlara özgü ruhsal/bedensel/toplumsal sorunsallar bağlamında çözümleme çabasında olan yazarların makalelerinin açtığı tartışma alanlarını içerir. Çünkü sanat dili eril bir dilin tahakkümündedir ve bu tartışma alanları kadınların sanatının değer ve kuramlarının, ancak kadınların kendi yorumlarıyla anlam bulabileceğinin göstergesidir. Toplumsal cinsiyet yanılsaması kadınların yaratma ve yorumlama süreçlerini etkiler. Bu yanılsama biyolojik farklılıklarından değil, kadın cinsinin dünyaya ilişkin deneyimlerinin erkeklerinkinden farklı olmasındandır. Thalia Gouma- Peterson ve Patricia Mathews’ in birlikte yazdıkları Sanat Tarihinin Feminist Eleştirisi adlı makale tam da sözü edilen kaygıların sorularını sorar: Eleştirmenler

hangi değerleri esas alıyorlar? Bu değerlerin kökenleri nerede? Kimlerin hayat deneyimlerini temsil ediyorlar? Bu hayat deneyimleri ve değerler, sanatı üreten yegâne kaynaklar mıdır? Neden sanat tarihinin bu kadar büyük bir bölümünü yok saymak, pek çok sanatçıyı dışlamak, sırf sanatçıları kadın olduğu için bu kadar çok sayıda sanat eserini karalamak gerekti? Bu durum, sanat tarihinin ideolojileri ve yapıları hakkında ne gibi gerçeklere işaret eder? Sanat tarihinin, neyin sanatı olup neyin olmadığını nasıl belirlediği, sanatçı statüsüne kimi lâyık gördüğü ve bu statünün ne ifade ettiği hakkında ne gibi ipuçları sağlar? Buradaki sorular kanımca kadın sanatçıların tarihinin açılımı değil, kadınlar, sanat ve ideoloji arasındaki ilişkilerin analizidir. Bu analiz bizi kadınların yerleştirildiği tarihsel çerçevenin sınırlarının ihlal edilmesinin gerekliliğine götürür. Çünkü bu durum sanatçıyı daha önceden oluşturulmuş yapıya hapsediyor. Bu ataerkil tanımlamayı sorgulamak sa-

topluluğu dinamik tutmak " 'Orda bir Tayyip var, adamın içi dapdar, gel sen de haykır, isyana gerek var, devrime gerek var' şarkısını söyletmek" de bulunuyor. Praksis'in konuyla ilgili açıklamasında şu ifadeler yer alıyor: “Yanımızda suç aletlerimizle birlikte, toplu-

mun çok geniş bir kesiminin haklı ve önemli taleplerle katıldığı Mersin'deki bu eyleme biz de katıldık. Neydi suç aletlerimiz bakalım; yanımızda gitar, saksafon ve davul vardı. Daha sonra İzmir'de ve İstanbul'da da İçişleri Bakanlığı'nın TOMA'larına, biber gazlarına ve

natın, erkek sanatının değerle- kayıtları, erkek deneyimlerinin ri ve başarılarıyla değerlendiril- kayıtlarından ibaret oldu. Bimesinin yanlışlığını aşikâr zim hayatımızı düşünen ve eder. Kadınların sanat ve sostasvir eden, erkek duyarlılığı yal yapılarla ilişkisi elbette eroldu. İnsan varoluşunun mekeklerinkinden farklıdır, önemli taforu işlevini gören, deneyiolan kadınların min erkekliğiydi. pratiğini analiz Kadın deneyiederek, bu komini içeren geleOysa ki sanat, neksel kadın yanumun koşullarına nasıl ratıcılığı ürünlerikadınların meydan okunin büyük bölühoşgörüden fırsat mü sanat eseri duklarını keşfetmektir. ve nibulup yarattıkları sayılmamış Vivian Gorteliksel olarak “ nick: Kadınlar bir şey değil, biz- yüksek” ve “ dübütünlüğe şük” sanat ayrızat kendi ulaşmak için mına dayalı bir bir hamle yaestetik hiyerarşisi kodlarıyla parak kendi oluşturularak söz yeniden ürettik- konusu ürünler “ deneyimlerinin merkezine kategorileri bir alandır zanaat” ulaşmalı ve hasine havale edilyatlarını değişmiştir. Çünkü zatirmek istiyornaat “düşük” salarsa, bu deneyimi bilinç düze- nat olarak görülür ve faydadan yine çıkarmalıdırlar. Kadınlar, öteye gidemez. Bu dışlama daima kim ve ne olduklarının güzel sanatların güçlünün dedaha net olarak “ görmeye”, ğerlerini ve inançlarını destekdaha kesin olarak hatırlamaya leyip, diğerlerinin deneyimlerive tam olarak tanımlamaya ni bastırmak için kullandığı bir çabalamalılar… Yüzyıllar bodüzenektir. yunca deneyimimizin kültürel Kadından beklenen top-

lumsal cinsiyet rolleri, kadının değil toplumun inşa ettiği beklentileri sonucudur. Boyalı Kuş tiyatro topluluğundan bir oyun izlemiştim. Ferhad ve Şirin’ in hikâyesine Şirin penceresinden bakıyordu ve “Evet Ferhad dağları deldi ama Şirin de onu bekledi” diyordu. Erkek gücünün anlatılmaya değer, yüceltilmiş hikâyesinin yerine kadının hikâyesinin değeri aşikâr edilmişti. Böylece önemsiz sayılan etkinlikler ciddi sanat üretimi düzeyine yükselmişti. Bu yorumlar olmasa kimsenin aklına gelmeyecekti beklemenin hikâyesi. Erkek sanatının idealize edilmesi, kadını toplumsal ve kültürel ilişkilerde ataerkil kültürün içine yerleştirir. Böylece kadınların kimlikleri ataerkil ideolojinin onayından geçmiş roller ve imgelerle uyumlu olma koşuluyla oluşur. Oysa ki sanat, kadınların hoşgörüden fırsat bulup yarattıkları bir şey değil, bizzat kendi kodlarıyla yeniden ürettikleri bir alandır. Kadınların mahrum bırakıldığı alanlar ve maruz kaldığı baskılar üretim sürecinde

plastik mermilerine karşı saksafon, gitar, davul ve trampet kullandık. 'Şarkılarımızı varoşlardan taşırıp sokaklara çıkarmaya' devam. 75 yıl önce faşizme karşı savaşan İspanyol yoldaşlarımızın anlattığı gibi: ‘Fakat bombalar hiçbir şeye yaramaz/ Kalplerin attığı yerde’ ” önemli rol oynar. Bu nedenle hoşgörüye değil, yorumlanmaya açık olmalıdır. Bu bir sonuca götürebilir bizi, çünkü diğeri bir şeyin oluşma sürecinin önünde daha baştan engel teşkil eder, yani onaylanma koşulu, diğeri ise üretimin üzerinden eleştirilmek ya da yorumlanmaktır, sonraya dahildir. Suart Mill: “Alışılmış olan her şey doğal görünür. Kadınların erkeklere hizmet etmesi, evrensel bir gelenek olduğuna göre, bu gelenekten kopmak doğal olarak doğadışı görünür. Çoğu erkek eşitlikten yana görünse de avantajlarının daha yüksek olduğu bu “doğal” düzeni terk etmeyi istemezler.” Özetlersek: sanat tarihinin feminist eleştirisi bugüne kadar sorgulamadığımız bazı alanlarda farkındalık yaratıyor. Kadın sanatçıların üretiminin bir başka varlığın değerlerine koşullu olmaması gerektiğine, ancak kendi dinamikleriyle, diliyle ve deneyimleriyle gerçekleşebilecek bir sanat biçiminin varlığından söz etmeye götürüyor.


SOKAĞIN SESİ

12

ÜRET EN B‹Z‹Z YÖNET EN DE B‹Z O LACA⁄IZ

24 Ekim 2013 / 6 Kas›m 2013

Halk›n Sesi

Modern eflk›yalar medeniyetin rant›na karfl› Gökçek'in bayram baskını ODTÜ'nün "modern eşkıyaları"nı bir kez daha ayağa kaldırdı. Üniversite bileşenleri tek ses oldu, rektörlük eyleme geçti, üniversiteler ODTÜ'ye ses verdi ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

A

nkara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 18 Ekim gece yarısı ODTÜ Ormanı'nda 5 bin ağacın katledilmesini "hayırlara vesile bir sürpriz" olarak nitelendirdi ve şunları söyledi: "Dün gece arkadaşlar bana da sürpriz yapmışlar. Bir gecede ODTÜ Yolu'nu açmışlar. Ankaramıza hayırlı olsun" İlginç bir sürprizdi, zira belediye işçisi yeleği giymiş sopalı kişiler, çalışmaları görüntülemek isteyen basın emekçilerine "Görüntü almak yasak. Melih Başkan'ın kesin talimatı var" sözleriyle saldırdı. Saldırı için bayram tatilinin seçilmiş olması elbette tesadüf değildi. Otoyol için ilk çivinin çakıldığı günden bu yana hem üniversiteliler hem de mahalleliler direnişteydi. Direniş Gökçek'e "talimatını verdiği"

saldırıyı savunamayıp "sürpriz" kılıfı hazırlatacak kadar meşruydu. 'MEDEN‹YET' DED‹⁄‹N… Gökçek'in daha önce Dikmen Vadisi'nde silahlarıyla boy gösteren çetesi, bayramın son gününün gece yarısında telleri keserek yerleşkeye girdi. İş makineleri Ankaralının benzerini uzun yıllardır görmediği bir çalışma azmi ile gidip geldi ODTÜ Ormanı'nda. Polis var gücüyle eli sopalılara eskortluk yaptı. Ağaç katliamı yapıldığını öğrenir öğrenmez bir araya gelen ODTÜ'lülere ise polis saldırdı. Polis, Vişnelik Tesisi ve 100. Yıl'ı gaza boğarken, öğretim üyesi Prof. Dr. Birten Çelik'i gaz bombasıyla yaraladı. Eli sopalı çete de basın emekçilerine saldırdı, ODTÜ Mezunlar Derneği Başkanı Himmet Şahin'i tehdit etti. Gece yarısı suç duyurusu için adliyeye giden ODTÜ'lüler

nöbetçi savcıyı yerinde bulamadı, karakolda işlemleri uygulamaya konulmadı. Tayyip Erdoğan ve şürekâsının hep bir ağızdan "medeniyet" dediği yolun temelleri böyle atıldı. ODTÜ TEK VÜCUT ODTÜ öğrencileri ağaçlarının katledilmesine karşı hızla toparlandı. 19 Ekim Cumartesi yaptıkları yürüyüşte "O ağaçları dikenleredir hınçları" diyerek Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı hatırlattı, sembolik fidanlar dikti. 21 Ekim'de ise üniversitenin tüm bileşenleri yan yana geldi. ODTÜ Öğrencileri, ODTÜ Asistan Dayanışması, ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği, Eğitim-Sen 5 Nolu Üniversiteler Şubesi ve ODTÜ Mezunlar Derneği'nin çağrısıyla binlerce kişi "Rantın yoluna 5 bin fidan dikiyoruz" diyerek inşaat alanına yürüdü.

ODTÜ Direnifli'ne destek veren bir sürücü 22 Ekim günü A1 kap›s›n›n ortas›na park ederek kontak kapatt›. Ön cam›nda "Bu yoldan orman geçecek", arka cam›nda da "Bu yolun sonu nereye ç›k›yor" yaz›s›n›n bulundu¤u araç, çekici taraf›ndan içindeki sürücüyle birlikte yoldan kald›r›ld›.

Polisin barikat kurarak daha fazla ilerlemesini önlediği ODTÜ'lüler ve 100. Yıl halkı, alana ve tabii polis barikatının hemen önüne fidanlarını dikti. ‹K‹ KOLDAN SALDIRIYA 10 SAATL‹K D‹REN‹fi Fidan dikimi sırasında polis bir an inşaat alanından uzaklaştı. Polisin olay yerinden neden ayrıldığı kısa sürede anlaşıldı. Bu defa Gökçek'in işçi yeleği giymeye gerek duymayan eli sopalı çetesi saldırıya geçti. Gökçek'in adamları ODTÜ'lülere sopa, kazma ve küreklerle saldırdı, taş attı, küfretti. Saldırıyı birkaç metre ileride bir süre izleyen polis de daha sonra çete üyelerine yardıma geldi ve saldırıya eşlik etti. İki üniversiteli yaralandı. İnşaat alanı ve çevresinde gerilim sürerken, A4 kapısı önündeki akrep yerleşkeye girerek saldırıya geçti. İki koldan gerçekleştirilen saldırıya karşı forum çağrısı yapmış olan ODTÜ'lüler hızla A4 önünde buluştu ve direnişe geçti. Hacettepe Üniversitesi öğrencileri de Beytepe Forumu'nu iptal ederek ODTÜ'ye desteğe geldi. ODTÜ A4 kapısında direniş yaklaşık 10 saat sürdü ve gece 2.30 sularında son buldu. Saatlerce gaz ve ses bombaları atan, plastik mermiler sıkan polis, barikatları aşmakta büyük zorluk çekti. Yerleşke içerisine girebildiği anlarda da havai fişeklerle hızla püskürtüldü. Buna karşın çatışmanın A4 Kapısı’nda sıkıştırılması, inşaat çalışmalarının hızlanmasını sağladı. Aynı gece asfalt döküldü, aydınlatma direkleri takıldı.

Üniversiteler ODTÜ'ye ses verdi ODTÜ Orman›'na yönelik bayram bask›n› ve direniflçilere yönelik polis sald›r›s›na karfl›n pek çok kentte de 22 Ekim günü eylemler düzenlendi. ‹stanbul'da üniversite forumlar›n›n ça¤r›s›yla Galatasaray Lisesi'nde bir araya gelenleri abluka alt›na alan polis, daha sonra sald›r›ya geçti. ‹stiklal Caddesi ve ara sokaklar›nda saatlerce süren sald›r›larda 19 kifli gözalt›na al›nd›. Eylem Kad›köy’de devam etti. ‹zmir, Eskiflehir ve Bursa'da da üniversiteliler ODTÜ için ses verdi. Ege Üniversitesi ö¤renci-

leri yerleflke içerisinde yapt›klar› eylem sonras›nda ODTÜ'ye destek olmak amac›yla sembolik fidan dikerken, akflam saatlerinde ‹zmir Alsancak’ta yürüyüfl düzenlendi. Uluda¤ Üniversitesi ö¤rencileri Görükle merkezinde meflaleli bir yürüyüfl ve forum gerçeklefltirdi. Kocaeli Üniversitesi ö¤rencileri ve Anadolu Üniversitesi ö¤rencileri yerleflkelerinde fidan dikme eylemi yapt›. Eskiflehir’de ise direnifl forumlar› Ali ‹smail Korkmaz Park›’nda bas›n aç›klamas› gerçeklefltirdi.

REKTÖRLÜK EYLEM KARARI ALDI Otoyol projesine onay verdiği için direnişin ilk gününden bu yana eleştirilerin hedefinde olan, belediye ve ODTÜ bileşenleri arasında "orta yolcu" bir yaklaşım sergileyen ODTÜ Rektörlüğü de, hukuku çiğneyen gece yarısı operasyonu sonrası üniversite bileşenleri ile birlikte saf tutmak zorunda kaldı. Ağaç katliamının yaşandığı gece bir açıklama yayımlayan ODTÜ Rektörü Ahmet Acar, "Gece yarısı baskınını iyi niyetli bir yaklaşım olarak bulmuyoruz ve tasvip etmiyoruz. Yapılan tamamen yasadışı bir tasarruftur. ODTÜ arazisine izinsiz girildi" dedi. Acar, gece yarısı katliamı sonucu taşınabilecek 600 ağacın tespit edilme olanağının da ortadan kaldırıldığına dikkat çekti. Rektörlük, Melih Gökçek'in ODTÜ hesabına 211 bin lira para yatırdıklarını "Parası neyse verdik" mesajıyla sunmasına yanıt verdi. ODTÜ Rektörlüğü 21 Ekim günü yaptığı açıklamada "Herhangi bir anlaşma olmadan aktarılan ödeme iade edilmiştir" dedi. Gece yarısı baskınıyla ilgili çözüm önerilerine karşılık bulamadıklarını belirten Rektörlük, 5 saatlik toplantısı sonucunda bir dizi karar aldı. Kararlara göre; yasadışı ağaç katliamından sorumlu kişi ve kurumlar hakkında yasal başvurular yapılacak, ODTÜ Senatosu olarak bir tepki açıklaması yayımlanacak, proje ile ilgili bilgi notu hazırlanacak ve 24-25 Ekim günlerinde tüm ODTÜ bileşenleri ile 3 bin fidan dikimi eylemi gerçekleştirilecek. ODTÜ Rektörlüğü tarihe not düşülecek "eylem" kararlarını almış oldu.

Anadolu Bulvar›’n›n bitti¤i yerde bafllayan ODTÜ Orman› birkaç ay öncesine kadar üstteki gibi yemyeflildi ama flimdi manzara de¤iflti. Bu manzaran›n mimar› Ankara Büyükflehir Belediye Baflkan› Melih Gökçek.

ODTÜ direnifli s›ras›nda üniversiteliler diktikleri fidanlara Gezi Direnifli’nde yaflam›n› yitirenlerin adlar›n›n yaz›l› oldu¤u tiflörtleri giydirdi.

“Yol için camiyi de y›kar›z” AKP'nin Haziran ‹syan›’na yönelik intikamc› yaklafl›m›, ODTÜ'deki a¤aç katliam›nda da tüm ç›plakl›¤›yla gözler önüne serildi. A¤aç katliam›yla ilgili ilk aç›klama AKP Gençlik Kollar› MKYK üyesi Ahmet Sar›duman'dan geldi. Gökçek'in eli sopal› çetesine ve polise teflekkür eden, sab›r dileyen Sar›duman, ODTÜ Ö¤rencileri'nin gaz bombas› at›ld›¤›na iliflkin twitlerini de "ODTÜ'den güzel haberler var :))" ifadeleriyle birlikte paylaflt›. 21 Ekim'de saatler süren sald›r›lar esnas›nda da Erdo¤an Bayraktar, Suat K›l›ç ve Bülent Ar›nç "Yol medeniyettir" ifadesini pefl pefle yineledi.

ODTÜ direnifli ile ilgili son aç›klama ise AKP Grup Toplant›s›'nda Baflbakan Tayyip Erdo¤an'dan geldi. Erdo¤an, "Yol u¤runa her fley feda edilir. Yol medeniyettir. Medeni olmayanlar, bunun de¤erini anlamazlar. Yolun önünde cami de olsa y›kar, o camiyi baflka yere yapar›z" dedi. Yasad›fl› otoyol projesini ve gece yar›s› bask›n›n› savunan baflbakan, ODTÜ'lüler hakk›nda "Geçmiflte bu ifli eflk›yalar yapard›. fiimdi de modern eflk›yalar yap›yor, yol kesiyorlar. Kim yolumuzu kesmeye çal›fl›rsa, o çelik irademizi görecektir" sözlerini sarf etti.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.