183'üncü Sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

Polis bask›s› THY yalanlar› nafile Hava-‹fl grevde Hava-İş, polisin tüm engellemelerine ve grev kırma çabalarına rağmen grevi sürdürüyor. Grevin etkisi büyüyor Hava-İş, polis baskılarına rağmen THY Genel Müdürlüğü’ne “Bu işyerinde grev var” pankartını 15 Mayıs sabah 3.00’da astı. Hava-İş’in sabah 10.00’da gerçekleştireceği açıklama polis engeliyle karşılaştı. Aksaray-Havaalanı metrosu, Dünya Ticaret Merkezi Durağı’nda “teknik bir arıza” gerekçesiyle durduruldu. Metrodan çıkan yolcular çevik kuvvet ve TOMA’larla karşılaştı. Eyleme destek vermek için metroda bulunanlarsa Dünya Ticaret Merkezi’nden

havaalanına yürüdü. Havaalanı çevik kuvvet ablukasındaydı. Polisin tüm engelleme çabalarına rağmen eyleme yüzlerce kişi destek verdi. Grevin başlamasıyla THY de grevi kırmak için sivil havacılık kurallarını ve uçuş güvenliğini tehlikeye atacak girişimlerde bulundu. Hava-İş Genel Sekreteri Mustafa Yağcı, henüz eğitimini tamamlamamış ve uçuş operasyonuna katılmaması gereken personellerin uçuşa alındığını, part-time çalışan birçok persone-

lin benzer şekilde THY tarafından uçuşa alındığını söyledi. Yağcı, bu personelin kaydı olmadığı için sayısı hakkında bir bilgilerinin olmadığını belirtti. Konuyla ilgili Sivil Havacılık birimlerine, Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne suç duyurusunda bulunuldu. Yağcı, THY’nin grevi kırmak için Valilik Kapısı ve Devlet Konuk Evi Kapısı’ndan sivil kıyafetlerle uçucu personel sokulduğunu belirtti. Yağcı, grevle birlikte havaalanından çıkışların yüzde 80 azaldığını ifade etti

16 May›s 2013• 1,25 TL

Y›l 8 • Say› 183

Reyhanlı için yasta, savaşa karşı

AYAKTAYIZ! Herkes biliyor ki Reyhanl›’y› kana bulayan sald›r›lara davetiye ç›karan, AKP’nin savafl k›flk›rt›c›s›, iflbirlikçi politikalar›...

Yerel siyasal güçler, AKP iktidar›n›n y›k›l›fl›n›n bafllang›c› olacakt›r

S. 3

Bütün Türkiye “Reyhanl› halk› yaln›z de¤ildir! Erdo¤an, Davuto¤lu istifa” diyerek sokaklara döküldü, hesap sordu

Toplumsal, demokratik çözüm için… Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy, Kürt sorunundaki müzakere sürecine ve sosyalistlerin tavr›na iliflkin sorular›m›z› yan›tlad›. S. 3

Diplomasi sanc›da eller tetikte Reyhanl›, ABD ve

EMBA'yı da, AKP’yi de ‘Kovacağız!’

Sofraysa sofra, sopaysa sopa

Çay›rba¤l›lar, tafl oca¤› yapt›rmamak için sonuna kadar mücadele etmekte kararl›

F›nd›kl›l›lar y›llard›r vadilerine tek kazma vurulmas›na izin vermedi S. 6

Rusya’n›n Esad’l› bir çözümü konuflmaya bafllad›¤›, Tayyip Erdo¤an’›n ise ABD biletini cebine koydu¤u s›rada yafland›. S. 5

S. 11

Halkın hakları için halkçı yerel yönetim Ülkenin dört bir yan›nda yerel seçim haz›rl›klar›na bafllayan Halkevleri, halkç› yerel yönetimlerin garantisi olan halk›n haklar› mücadelesini yükseltme ça¤r›s› yapt›. Halkevleri 2014’teki yerel seçim-

Metin Lokumcu anması hazırlıkları başladı Hopal›lar, 31 May›s Hopa direniflinin ve Metin Lokumcu’nun katledilmesinin ikinci y›l›nda gerçeklefltirilecek eylem için kollar› s›vad›. E¤itim Sen, Halkevleri, ESP, DEKAP, Artvin 78’liler, Yeflil Artvin Derne¤i ve muhtarl›klar çal›flmalar›na bafllad›.

ler için haz›rl›klara bafllad›. 12 May›s'ta Ankara’da yap›lan Yerel Yönetimler Forumu’nda kad›nlar, iflçiler, engelliler, akademisyenler ve yerel yönetimlerin temsilcileri bir araya geldi. S. 7

Emeğin davası: Taksim

‘Müşteri değilsen defol!’

Türkiye toplumsal muhalefetini bask› alt›na alma çabas› 1 May›s sonras› gösterilen kararl›l›kla bofla ç›kar›ld›. S. 2

S›n›fsal bir müdahale olan d›fllama, kimi zaman ekonomik, kimi zaman siyasi biçimlerde görünürlük kazan›yor S. 12

Ferda Koç / Sayfa 4

Betül Korkut / Sayfa 6

Tufan Sertlek / Sayfa 8

Uzlaflma zemini s›n›r›...

E¤itimde y›k›ma tam gaz Grev iflvereni korkutur...

Özen Taçy›ld›z / Sayfa 15

‘Çanak çömlek’ dedi¤in...

Kad›nlar yarg›y› korkuttu Zülfü davas›n›n üçüncü duruflmas›na kat›lmak isteyen kad›nlar mahkeme salonuna al›nmad›. Nedeni ise, "duruflman›n gidiflat›n› etkileyip bask› alt›na al›yor” olmalar› S. 10


2

1 MAYIS 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Emeğini savunanların davası: Taksim Emekçilerin 1 Mayıs direnişi AKP’nin polisini paniğe soktu. Taksim özelinde tüm Türkiye toplumsal muhalefetini baskı altına alma çabası 1 Mayıs sonrası gösterilen kararlılıkla boşa çıkarıldı. Emekçiler Taksim’i de Dilan’ı da kavgayı da bırakmadı

İstiklal’de bir yürüyüş hayali TUBA GÜNEfi

İ

stiklal Caddesi, Tünel’den başlayarak, Galatasaray Meydanı’ndan hafifçe kıvrılıp, Taksim Meydanı’ndaki tramvay durağına kadar uzanan uzunca bir cadde. Eyleme Tünel’den başlanacağı duyurulmuşsa iki anlamda da uzun bir yürüyüş var demektir. Galatasaray Meydanı’na gelindiğinde yürüyüş kolunun sloganlarının ulaşmadığı kesim kalmaz. Liseler, üniversiteliler, pasajlardan ucuz kıyafet almaya gelen yoksullar, pahalı mağazalardan alışveriş yapmaya gelmiş zenginler, sokak müzisyenleri, tiyatrocular, metroya, tünele, otobüse, dolmuşa giden, yemek yiyen, çay-kahve içen binlerce insan... Kitle şimdi, İstiklal’in tam ortasındadır, yani Türkiye’nin vicdanında, Galatasaray Meydanı’nda... Cumartesi Anneleri ile simgeleşmiş meydan, gençliğin, kadınların, çocukların, Kürtlerin, Çerkeslerin, Ermenilerin, engellilerin, emeklilerin, emekçilerin, hayvanseverlerin, TAYAD’lı ailelerin, LGBT bireylerin, yaşamını ve hakkını savunan herkesin, sesini duyurduğu, Türkiye’nin vicdanına seslendiği bir meydandır. Ve aynı anda taşıyabildiği insan sayısının milyonlarca katı gücündedir Galatasaray Meydanı. Kitlenin sağ tarafı işçi sınıfının bu topraklardaki ilk eylemlerini yaptığı Tophane’ye çıkar... Sol yanı Tarlabaşı’na

bakar. AKP’nin utandığı, görüntüsünden rahatsız olduğu için yıkıp, AVM’lere çevirmek istediği, şimdiden binalarını boşalttığı, yoksulların, ona bağlı suçların yoğun olduğu ve yürürken rahat edemeyeceğiniz sokaklardır çünkü onlar. AKP’nin “kirli” gördüğü mekanlar... Ömer Hayyam’ın adının verildiği durağın hemen orada her şeye rağmen, koca bir karakol vardır şaka niyetine. Tünel’den harekete geçmiş kitle Galatasaray’dan yürüyüşe devam eder… Onların sesini, şık kıyafetleri, topuklu ayakkabılarıyla çalışan tez-

gahtarlar, esnaf lokantalarında ucuz yemek yerlerken duyarlar. Ara sokaklardan translar, seks işçileri eylem gürültüsünü içlerindeki çığlıkla birlikte işitirler. Emek Sineması bağırır bir yandan, bir yandan Muammer Karaca Tiyatrosu… Kalabalığın dövizlerini, Beyoğlu çikolataları satanı, havaya fırlattığı oyuncakları satmaya çabalayanı, bir kısmı sivil polis olduğu söylenen kestanecisi, mısırcısı, anket doldurmak isteyen gençleri, büyük mağazalarının küçük broşürlerini bitsin diye beşer onar dağıtan çocuk yaştakileri,

kitapçısı, falcısı onlarca satıcı ve dükkan ve onların binlerce ziyaretçisi okur. Yüzlerce turist de hem yürüyüşü hem de yürüyüşü izleyenlerin fotoğrafını çekerek ilerler. İstiklal’in çehresini değiştiren AVM’nin önünden geçerken illa ki bir “Yeter, Yıldırım Demirören yeter” denir ya da balkonundan bir pankart sallandırılır, onun çehresi değiştirilir, transfobik Mango yuhalanır, işçi düşmanı Kiğılı kınanır, masaları kaldırılmış Mis sokağa hasretle bakılır. Cadde boyu o anki yürüyüşe

çağıran, sonrakine çağıran, bir sonrakine çağıran yüzlerce eylem afişi uçları biraz hırpalanmış şekilde yürüyüşü selamlar. 1 Mayıs alanına gelinir, Kazancı Yokuşu’na bir selam, anıtının orada konum alma, Gezi Parkı’na göz kırpma, AKM’ye şöyle bir bakmanın ardından Taksim tramvay durağında bir basın açıklaması okunur. Basın emekçileri, basın metnini alır, gider. Taksim’de yapılan her eylem, gazetede, haber bülteninde çıkmadıysa bile amacına ulaşmıştır. Söylenecek söz yüzbinlerce kişiye duyurulmuştur. Yalnızca bu da değil, Taksim’e çıkmış herkes kararlılığını, direngenliğini göstermiş, bir sonraki eylem için söz vermiştir. Çünkü Taksim’e olan saygı bir yer fetişizmi değil, yaşamına ve emeğine saygıdır. Yürüyüştekilerin birinin ilk içkisini içtiği yerdir Taksim, kiminin ilk tiyatrosu, başkası için ilk eylem yeri, öbürünün Rum ailesi, diğerinin örgüt toplantısı, parti binası, kültür merkezidir ve bu yüzden her birinin sözünü en güçlü söyleyeceği yerdir, tarihidir ve elbette Taksim, hepsinin 1 Mayıs’ıdır. Ama fakat lakin İstiklal Caddesi 1 Mayıs’tan beri bu yürüyüşe kapalı! Çünkü! Çünküsü belli. Neden önemliyse o yüzden kapalı. Yürümek neden politikse, yasağı da ondan politik. Sonrası panzer, sonrası biber gazı ve sonrası elbette direniş…

Ülke gaz odasından hallice 1

Mayıs’ta Taksim’e ulaşmak isteyen ve Beşiktaş, Şişli, Tarlabaşı civarına kadar yayılan biber gazı, İstanbul’un neredeyse tamamını sardı. Yasakçı zihniyet adliye önlerini dahi tuttu. Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde basın açıklaması yapılması engellenmeye çalışıldı. Savcılık önce böyle bir yasak olmadığını ileri sürse de Halk Cephesi’nin 13 haftadır sorunsuz şekilde her çarşamba adliye önünde toplanarak, keyfi tutuklamalara ve ev baskınlarına karşı yaptığı basın açıklamasına 14. haftada polis saldırdı.

‘Vali kaç, marjinaller geliyor’ 1 May›s’ta polis taraf›ndan hastanelik edilen, Vali Hüseyin Avni Mutlu taraf›ndan hedef gösterilen Dilan Alp Medical Park Hastanesi’nden “bofl yer yok” gerekçesiyle ç›kar›ld›. Hastane yönetimi Hey Tekstil iflçisi baba Ali Ekber Alp’e “K›z›n› ister eve götür istersen baflka bir hastaneye” dedi. ‹stanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Dilan Alp’in elindekinin molotofkokteyli oldu¤unu ileri sürdü ama onun bir sirke fliflesi oldu¤u ortaya ç›kt›. Dilan Alp’e ve onun özelinde tüm

muhaliflere gözda¤› vermek isteyen AKP iktidar› sözcüleri sald›r›lar›na devam ederken, toplumsal muhalefet Dilan’a sahip ç›kt›. Dilan Alp ve1 May›s’ta a¤›r yaralanan Meral Dönmez için aileleri, hastane önünde “yaflam nöbeti” tuttu. Liseli Genç Umut, Dilan’›n hesab›n› sormak için ‹stanbul Valili¤i’ne yürümek istedi ama daha Valili¤e gelmeden önleri polis taraf›ndan kesildi. Yürüyüflte ›srar eden Genç Umutçulara kasklar› ile sald›ran polisin tutumuna ra¤men liseliler, bas›n aç›klamas› yapt›.

AKP’N‹N TAHAMMÜLÜ YOK Taksim’den Çağlayan’a dek ulaşan polis terörü, Beşiktaş’ı da atlamadı. Yıkılmadan önce son kez İnönü Stadyumu’nda yapılacak maç için Beşiktaş’a akan taraftarlar, çocuk-yaşlı demeden biber gazı saldırısına maruz kaldı. Sivasspor maçı sonunda şampiyonluğunu ilan eden Galatasaraylı taraftarlar ise İstiklal Caddesi civarındaki sokaklardan Taksim’e yürüdü. Ellerinde meşaleleri ve tezahüratları ile Taksim meydanında kutlama yapan binlerce kişi polis engeliyle karşılaşmadı. Galatasaray’ın taraftar

grubu Tek Yumruk, “Galatasaray taraftarının şampiyonluk kutlaması AKP protestosuna dönüşmediği müddetçe iktidar için zararsızdır. Fakat hatırlatırız ki, gece kutlamalarımıza müsamaha gösterilmesi AKP İktidarının halk düşmanlığını eksiltmemektedir” diye açıklama yaptı. AKP diğer illerde de aynı tahammülsüzlükle hareket etti. U-14 Türkiye Futbol Şampiyonası Kütahya elemeleri maçında İkitellisporlu futbolculara polis biber gazıyla müdahale etti. 1314 yaş grubundaki futbolcu çocuklar hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı.

Taksim emeğin Polisin 1 May›s’taki terörü, 1 May›s’tan sonra bitmedi. Tayyip Erdo¤an’›n “E ben de geçmiflte Taksim’de miting yapt›m. Ama belki yar›n Taksim de miting alan› olmayacak. Yasak olmas›na ra¤men ben burada miting yapar›m diyemezsin. Sana neresi gösterilirse orada miting yapmak zorundas›n. Buras› hukuk devleti” aç›klamas›n›n ard›ndan muhalefetin her katman›n›n, gençli¤in, kad›nlar›n, emekçilerin, emeklilerin eylemlerini polis engellemeye çal›flt›. TKP ve BDSP’lilerin 6 May›s eylemleri, Ö¤renci Kolektifleri, Gençlik Muhalafeti, Genç Sen, HDK Gençlik Meclisi, Genç Umut, Dev Lis, Liseli K›v›lc›m’›n 6 May›s’taki eylemleri 1 May›s Taksim’ini aratmayacak biber gazl› sald›r›larla karfl›laflt›. Daha sonra Emekli Sen üyeleri sendikalar›n›n kapat›lmas›n› protesto etmek için Taksim Meydan›’ndan Galatasaray Meydan›’ndaki PTT’ye yürümek istedi. Polis yürümelerine izin vermedi. “Hepimiz 70-80 yafllar›nda emeklileriz. Bu kadar polisle ne yapacaks›n›z?” diyen emekliler, PTT’ye üzerlerindeki önlükleri ç›kararak yürümek zorunda kald›. Oradan A‹HM’e dilekçelerini gönderdi. ‹stanbul muhalefetini oluflturan örgütlerin neredeyse tamam›n›n destek verdi¤i Hava ‹fl eylemi Galatasaray Meydan›’na s›k›flt›r›ld›. ‹stiklal Caddesi her iki yöne do¤ru polis ve panzerlerle kapat›ld›. Neredeyse bin kiflinin kat›ld›¤› Hava ‹fl’in grev karar›n›n aç›kland›¤› eylemde polis kasklar›n› tak›p, sald›rmay› bekledi. O gün direniflteki 449. günleri olan Hey Tekstil iflçileri bir Hey Tekstil direniflçisinin k›z› olan ve 1 May›s’ta Taksim’e ç›kmak istedi¤i için polis sald›r›s› sonucu hastanelik edilen Dilan Alp için Taksim’deydi. Direniflçilerin eylemine polis biber gaz›yla sald›rd›. Yak›n bir akrabas›n›n tecavüzüne u¤rayan 15 yafl›ndaki H.‹. için adalet isteyen kad›nlar›n ‹stiklal Caddesi’ndeki yürüyüflleri de polis engeli ile karfl›laflt›. Kad›nlar buna ra¤men Mis Sokak’a kadar yürüdü.

Şimdi daha çok korkun bizden!

A

KP iktidarının 1 Mayıs’ta Taksim’i emekçilere kapatmasına pek çok ilde tepki gösterildi. Bursa’da KESK’in çağrıcılığında toplumsal muhalefet bileşenleri AKP il binasına yürüdü. Antalya’da KESK’in çağrısıyla gerçekleşen eyleme yüzlerce kişi katıldı. İzmir’de emek ve demokrasi güçlerinin hedefi AKP Konak İlçe binası önüydü. Sivas’taki eylem KESK Şubeler Platformu tarafından Kent Meydanı’nda yapıldı. Ankara’da emek ve demokrasi güçleri AKP İl Binası’na yürüdü.

Tüm eylemlerin vurgusunu Ankara’da konuşan KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul’dan dinleyelim: “Şimdi daha da korksunlar bizden. En güzel değerleri yaratan bizler bugüne kadar hiçbir yasaya sığmadık, hiçbir engellemeye boyun eğmedik, faşizme karşı mücadelemizden hiçbir zaman vazgeçmedik. Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatı olsun! Sokakta, işyerlerinde, fabrikalarda, yaşamın her alanında büyüyen bu direniş, alanları titreten bu ses bizim!”


3

GÜNDEM 16 May›s 2010 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Toplumsal ve demokratik çözüm için… A

KP iktidarı ile Kürt hareketi arasındaki müzakere sürecinin ilan edilmesiyle birlikte “Türkiye’nin demokratik muhalefet güçlerinin pasif birer seyirci konumuna itildikleri bu süreçte biz aktif bir taraf olacağız” diyen Halkevleri, sol kamuoyunda görünür bir ilgi ve beklentiyle karşı karşıya. Liberal ve ulusalcı (sosyal şoven) toplumsal basınçların altında ilerleyen süreçte sosyalistlerin müdahalesinin hayatiliği kendini hissettirirken, bu yönde bir niyetin dillendirilmiş olmasının bile ciddi bir etki yarattığı görüldü. Halkın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, böylesi bir girişime neden ihtiyaç duyduklarını ve somut olarak ne yaşandığını anlattı. ‘AKP’N‹N B‹R ÇÖZÜMÜ DE⁄‹L KR‹Z‹ VAR’ “AKP bu sürece bir demokratik çözüm ve barış projesi olduğu için değil, içte ve dışta yaşadığı sıkışmalar, karşı karşıya kaldığı krizler nedeniyle girmek zorunda kaldı” diyen Ersoy, iktidarın halkların barış özlemlerini manipüle ederek, içeriğini kendi gerici-şoven-otoriter siyasi projesiyle doldurduğu biçimsel adımlar attığını, bu arada da bütün toplumu pasif bir seyircilik konumuna ittiğini vurguluyor: “Gerek 4. Yargı Paketi’nde, gerekse Akil İnsanlar heyetinin ve Meclis Komisyonu’nun oluşturulmasında gördüğümüz şey

ve Radikal gazetesinin “Halkevleri-ÖDP-CHP’nin sol kanadı ittifakı mı?” başlıklı haberi ile ilgili sorumuza ise şu yanıtı veriyor: “Böyle bir ittifak olmadığı gibi Radikal’in haberi de tarafımıza sorulmadan hazırlanmış talihsiz bir haberdir. Zaten gerekli tekzibi de acilen yayımladık.”

Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy ve Halkevleri heyeti 15 May›s günü Reyhanl›’da inceleme ve temaslarda bulundu. ‹lçe halk›yla görüfltü. Halkevleri, AKP’nin Reyhanl› için yas ilan etmemesini k›nayarak 18 May›s Cumartesi günü ülke çap›nda yas ilan ettiklerini duyurdu. AKP’nin kendi iktidar temelini sağlama alma kaygısını önde tuttuğu, şoven söyleminden taviz vermediği, hak taleplerine somut yanıt vermediği, muhalefetle sürekli bir gerilim siyaseti izlediği, anti-demokratik bir çizgi izlediğidir.” KAYGILARI HAKLI ÇIKARAN GEL‹fiMELER “Bir yandan Kürt hareketini müzakere masasına çekip onun muhalefetinden kurtulmayı bir yandan da toplumun diğer kesimlerini pasifleştirip AKP’ye muhalefet etmelerini engellemeyi hedefliyor. Oysa AKP’nin krize girdiği

koşullarda muhalefetin rafa kaldırılması değil AKP’nin krizine devrimci bir müdahalede bulunulması gerekir. Aksi durumda kriz Kürt hareketi dahil bütün toplumsal muhalefetin krizine dönüşecektir.” “Üstelik şimdiden hayra olmayan alametler var. KCK davalarını izliyoruz, değişen bir şey yok. Roboski Katliamı’nın ve AKP döneminde işlenen kontrgerilla eylemlerinin üstü örtülüyor. Kürt illerinde bir yandan gericilik bir yandan koruculuk kışkırtılıyor. Çatışmaların durduğunun garantisi de yok yalnızca bir ara verildi.”

“BU SORUN BÜTÜN TÜRK‹YE’N‹N SORUNU” “Süreç fiilen Kürt hareketi ve AKP dışındaki kesimlerin bilgisi haricinde, iki taraflı bir süreç olarak ilerliyor ve toplumun diğer kesimleri de destekçiliğe zorlanıyor. Bu nesnellik karşısında bir başka inisiyatifin anlamı nedir?” sorumuza ise Ersoy şöyle yanıt veriyor: “En baştan beri söylüyoruz. Kürt sorunu ve bu eksende yaşanan 29 yıllık savaş, yalnızca iktidarla Kürt hareketi arasındaki bir sorun değil, emekçiler başta olmak üzere Türkiye toplumunun bütün kesimlerinin ortak

sorunudur. Bugüne kadar AKP dahil bütün iktidarların savaş politikaları ile düşmanlaştırılan Türk ve Kürt halklarının demokratik birliğinin ve yeniden kardeşleşmesinin biricik güvencesi ise sosyalistlerdir. Bu bağlamda tarihsel bir görevimiz vardır ve bu kaçınılmaz bir görevdir.” “Biz AKP’nin dayattığı masayı kabul etmek zorunda değiliz. Biz diğer demokratik muhalefet güçleri ile Kürt halkının demokratik taleplerinin yanında, AKP’nin karşısında aktif bir taraf olarak bu sürece dahil olacağız.”

“Peki bu yöndeki somut bir adımınız var mı?” diye sorduğumuzda da Ersoy uzun süredir liberal ve ulusalcı eğilimler karşısında sol duyarlılıkları temsil eden birçok aydınla görüşmeler yürütüldüğünü ve AKP’nin kendi belirlediği heyet ve komisyonlarla oluşturduğu zemin karşısında, demokratik muhalefetin sürece soldan müdahalesini sağlayacak ortak bir inisiyatif oluşturulduğunu belirtiyor. “RAD‹KAL’‹N HABER‹ TAL‹HS‹Z B‹R VAKA” Ersoy, CHP’li bir dizi milletvekilinin de yer aldığı panel

SOLUN MÜDAHALES‹ YAKICI B‹R ‹HT‹YAÇ “Öncelikle bu haberlerde kastedilen ittifakla, bizim girişimimiz arasında ilkesel farklılıklar var. Halkevleri, AKP iktidarı ve Kürt hareketi arasında başlatılan müzakere sürecinde başından bu yana Kürt halkının demokratik taleplerinin yanında AKP’nin karşısında aktif bir taraf olacağını ve bu süreçte sosyal şovenizme karşı da etkin bir duruş sergileyeceğini açıklamıştır. Halkevleri bu hedefe uygun diğer her türlü çabayı da destekleyecektir. 111 imza arasında bizim de imzamızın yer almasının daha ileri bir anlamı yok. “Kürt sorununda toplumsal ve demokratik çözüm’ hedefiyle pratik bir mücadeleyi örgütleme sürecine girmiş bulunuyoruz. Bu doğrultuda çeşitli aydınlarla temas içinde ortak bir inisiyatif başlattığımızı söylüyoruz.Yakında kamuoyu ile de paylaşacağız.” “Biz demokratik muhalefete ortak bir zemin oluşturmaya, sürece soldan bir müdahale geliştirmeye çalışıyoruz. Karşı karşıya kaldığımız ilgi de yakıcı bir ihtiyaca yanıt üretmeye çalıştığımızı gösteriyor.”

Yerel siyasal güçler, AKP iktidar›n›n y›k›l›fl›n›n bafllang›c› olacakt›r 1 Mayıs’ın sonuçları üzerinden derli toplu bir değerlendirme yapılamadan ve somut bir program çıkarılamadan ülke gündemi yeniden ve hızla değişti. Oysa beklentiler 8 Mayıs’ta PKK’nin silahlı güçlerini ülke dışına çıkarma sürecinin izlenmesine ve akil insanların faaliyetlerinin sonuçlarının değerlendirilmesine odaklanmıştı. 11 Mayıs’ta Reyhanlı’da patlatılan iki bomba, iki yılı aşkın süredir Suriye’de iç savaş çıkarma siyasetinin yeni bir bedeli oldu: 100’e yakın insanın hayatı. Geçen yaz içinde bir keşif uçağının düşürülmesi ile iki pilotun ölmesi, Akçakale’ye düşen top mermilerinin 5 kişiyi öldürmesi, Cilvegözü’ndeki bombalı saldırının 13 can alması, önceki faturalardı. (Gaziantep’i de unutmamak gerek.) Reyhanlı’nın bir son olmayacağını artık herkes biliyor; çünkü Dışişleri Bakanı Davutoğlu bunun “müjde”sini verdi, yeni bombalamalar olacakmış! Olanların ve olacakların sorumluları ise şimdiden tarih sayfalarında yerini aldı bile: Suriye’de iç savaş çıkartmayı örgütleyen başta Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu olmak üzere AKP iktidarı. Reyhanlı’daki bombaların zamanlamasının nedeni ise Tayyip Erdoğan’ın aylardır beklediği ABD randevusu yani 16 Mayıs’taki Obama görüşmesinden beş gün önce. Obama’nın yeni görev süresi başladığından beri Tayyip Erdoğan’ın randevu almak için sık sık başvuru yaptığı gazete sayfalarında bolca yer aldı. Kuşkusuz bu talebin tek nedeni Obama ile çektireceği fotoğrafı masasının arkasına asıp iç siyaset malzemesi olarak kullanmak değil. Ülke içinde ama özellikle ülke dışında atacağı her adımı ABD onayından geçirmek, onun stratejisine uygun davranmak zorunda olan her T.C. hükümeti gibi AKP hükümeti de Suriye, İran ve İsrail ile olan ilişkilerde nasıl bir pozisyon alacağını (almak istediğini) öğrenmek, ezberlemek zorunda; özellikle içine girdiği üç seçimlik iktidar mücade-

lesi döneminde. Suriye konusunda ise AKP’nin “erken” inisiyatif aldığı, süreci yanlış okuduğu bir gerçek. İçine düştüğü bataklıktan geri çekilerek kurtulmak yerine ABD’yi de “ikna ederek” bataklığa daha fazla bulaşmak derdinde. Oysa Suriye’nin kaderi başta Rusya ve ABD olmak üzere İran ve İsrail’in vereceği kararlara bağlı olduğundan, AKP, sürecin bekleyen ve provokasyonlarla rol almaya zorlanan aktörü durumunda. Reyhanlı’da öldürülen insanlar AKP’nin Suriye’de iç savaş çıkarma siyasetinde elini güçlendirmiş olsa bile AKP’nin böylesi bir süreci yönetmedeki “beceriksizliği” de kanıtlanmış durumda. Daha ilk günden hedef gösterilen Esad rejimi, El Muhaberat ve Acilciler seçenekleri hızla tüketildi ve geriye en büyük sorumlu olarak sünni-gerici ittifakın tetikçisi olan El Kaideci katiller kaldı. AKP’nin koyduğu “yayın yasağı”, yani sadece hükümet bilgilendirmesiyle yapılacak olan manipülasyon girişimi bile tek başına bunun göstergelerinden biridir. (Madem Suriye rejimi ya da onun tetikçileri yaptı, yayın yasağına ne gerek var?) Gerek yayın yasağı gerek ilk iki günden sonra neredeyse tüm savaş karşıtı gösterilere yapılan sert müdahaleler; dahası özellikle 1 Mayıs’ta ve sonrasında Taksim’deki tüm gösterilere yapılan müdahaleler göstermektedir ki AKP rejiminin gerçek içeriği faşizmden beslenmektedir. Rejimi zorlayan, AKP’nin ikiyüzlü halk düşmanı siyasetini açığa çıkarmaya çalışan her girişim, AKP faşizmiyle karşılaşmaktadır. AKP’nin bu gerçek yüzü açığa çıktıkça da iktidarı meşruluğunu yitirmekte ve toplumsal hoşnutsuzluk güçlenmektedir. Devrimciler farkındadır ki Suriye’deki iç savaş ya da Türkiye ve Suriye arasında başlayacak bir savaş devrimci bir imkân ve seçenek ortaya çıkarmayacak. Böylesi bir durumdan çıkacak sonuç bölgenin gericilik eksenli kutuplaşması, ülke içinde ise faşist

baskının artmasıdır. Şimdilik sadece Antakya bölgesinde yoğunlaşmış gibi görünse de savaş kışkırtıcılığını büyütecek her adım, başta sınır yerleşimleri olmak üzere tüm ülkeye (Trabzon, Edirne, İstanbul, Ankara) provokasyonların yayılması sonucunu doğuracaktır. Böylesi bir provokasyon rejimine karşı geliştirilecek siyaset ise bellidir: Siyasi iktidara karşı güvensizliği örgütleyen ancak bunun yanında halklar, mezhepler, toplumsal kesimler arasında ise ortak çıkarı, kardeşliği örgütleyen bir mücadeleyi öne çıkarmak. Bu noktada Reyhanlı provokasyonunun üçüncü gününde Hatay’da gerçekleştirilen 10 bin kişilik kitlesel gösteri en iyi örnektir. Ayrıca sosyalistlere, devrimcilere düşen görev ise kısa vadeli ve grupsal çıkarları gözeten değil, tam tersine halkların kardeşliğini temel alan bir gelecek perspektifiyle hareket etmektir. Bu noktada BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Reyhanlı bombalamaları sonrası yaptığı “hükümetin yanında olunmalı” açıklaması gibi tutumlar “ne yazık ki” AKP’yi savaş kışkırtıcılığından vazgeçirmeye yönelik bir zorlama içermemektedir! Aksi yönden olsa da benzer bir durum TKP için de geçerlidir; olası senaryolardan hareketle Kürt halkını karşısına alacak siyasal tercihler emekçilerin ortak mücadelesine zarar vermektedir, zarar vermiştir. AKP’nin çok ciddi siyasal krizlerle yüz yüze kaldığı ve bunları çözmek için güçlü projelerinin olmadığı bu dönemde toplumsal muhalefetin ortak hareketi AKP’yi geriletecek tek güçtür. MHP ve CHP gibilerini etkisizleştirmenin yollarını çok kolay bulabilen Tayyip Erdoğan, sokağın muhalefeti karşısında ise her zaman karizmasını çizdirmiştir. (Kimse merak etmesin Taksim yasağı da yakında etkisizleştirilecek ve Tayyip Erdoğan bir kez daha tükürdüğünü yalayacaktır.) Yasak ve yalanın iktidarı olan AKP’nin son yalanlarından biri de ülke borçlarının, IMF’ye olan son borç taksitinin de ödenmesiyle

azaldığı ve dışa bağımlılığın ortadan kalktığı yönünde. Rakamlarla oynayarak (paradan altı sıfırın atılması, milli gelirin hesaplanmasında yeni formüllerin icat edilmesi gibi) AKP kitlesini motive etmeyi bir tarz haline getiren Tayyip Erdoğan’ın yeni keşfi “IMF’den borç alan değil, borç veren ülke” propagandası. Ama elbette kazın ayağı öyle değil. AKP hükümeti IMF kredisini öderken her yıl başka kaynaklardan kullandığı borç miktarını yükseltti. Hükümetin 2002’de IMF’ye 14 milyar dolar ve IMF dışı kaynaklara ise 50 milyar dolar borcu vardı. Şimdi ise IMF’ye borç yok ama diğerlerine 103 milyar dolar borç var. Yani borç azalmış değil artmış durumda. Toplam dış borç da ise durum daha da vahim. 2002 yılında Türkiye’nin toplam dış borcu 129 milyar dolardı, 2012 yılında ise 343 milyar dolar oldu. Kamu borcu 64 milyar dolardan 103 milyar dolara yükseldi. Özel sektörün dış borcu ise rekor üzerine rekor kırıyor. 43 milyar dolardan 226 milyar dolara yükseldi. Ancak tüm bu borçlanmalara rağmen devletin emekçiye ödeyecek parası yok; daha doğrusu emekçiye para ödemek gibi bir derdi yok. Taşerona para ödemek için ise kırk takla atmaya hazır. “Taşeron Yasası” kapıda fırsat bekliyor. AKP bir diğer yandan sendikasızlaştırma, sendikaları itibarsızlaştırmada ise her yolu deniyor. Türk Hava Yolları işçileri 22 yıl sonra ilk kez greve çıkıyor. Tek talepleri bir yıl önce atılan 305 işçinin geri alınması. Hatırlanacağı gibi AKP iktidarı bu talebi yerine getirmemek için “havayollarında grev yasağını” yasalaştırmıştı. Şimdi ise aklına gelen her yolu denemeye çalışıyor: Greve çıkmayanlara, erken emeklilik hakkından yararlandırma, sendikalı olmadığı halde toplu sözleşmeden yararlandırma, seyyanen zam vaatlerinde bulunma gibi kirli yöntemleri deniyor. Yeter ki sendikalar, yeter ki işçi sınıfı mücadelesi zayıflasın, itibarsızlaşsın. Benzer örneklerde başarılı olduğunu da teslim etmek gerek. (İşçilerin ülke

çapındaki farklı işyerlerine dağıtıldığı Kristal İş’in Şişe Cam direnişinde olduğu gibi…) Ancak AKP’nin anlamadığı, anlamak istemediği bir şey var: emeğin mücadelesi sömürü olduğu müddetçe engellenemez, sadece zayıflatılabilir, geciktirilebilir. İşte devrimcilerin görevi de burada başlar. Halkevleri 12 Mayıs Pazar günü Ankara’da “Yerel Yönetimler Forumu” gerçekleştirdi. Bu etkinlik her şeyden önce, daha bir yıllık süre olmasına rağmen Mart 2014 yapılacak yerel seçimlere verilen önemi göstermektedir. Açıktır ki AKP için de bu yerel seçim süreci, sadece yerel yöneticilerin belirlenmesini amaçlayan bir politakayla yürütülmeyecek. Ardından gelecek cumhurbaşkanlığı seçiminin (Temmuz 2014) ve bir yıl sonra yapılacak genel seçimlerin (Haziran 2015) nasıl sonuçlanacağının “habercisi” olacak, aynı zamanda. Bu nesnel gerçekliğin farkında olan Halkevleri de gerçekleştirdiği etkinlikte, bu yerel seçimlerin mutlaka siyasal bir hedefle birlikte ele alınması gerektiğini özellikle belirtiyor. Bu siyasal hedef de AKP’nin gerek yerel düzlemde gerekse de seçim sonuçları açısından geriletilmesidir. 2002’den beri bu ülkede hükümet olan, oysa çoğu şehri 1994’ten beri yöneten AKP’ye bu yerel seçimlerde yaşatılacak bir başarısızlık, AKP iktidarının yıkılışının başlangıcı olacaktır. AKP 11 yıldır bu ülkeyi yönetiyor, Ankara’yı, İstanbul’u ise 19 yıldır. Daha birçok ili de öyle… Tayyip Erdoğan tüm ülkenin başına bela olmadan önce 1994’te ilk olarak İstanbulluların başına bela oldu. Melih Gökçek ise hala Ankaralıların başındaki en büyük bela. Etkili bir yerel seçim çalışması, hiç kuşkusuz başta Ankara ve İstanbul olmak üzere, tüm AKP’li kadroların şehir yönetimlerinden el çektirilmesini hedeflemek zorunda. Bu noktada şimdiye kadar AKP’li belediyelerin yaptıkları ve yapmadıkları icraatları “yeterli” malzemeleri (gereğinden bile fazla olarak) sunmakta.

AKP için kentlerin rant alanı, kentsel hizmetlerin meta, kentlerde yaşayan insanların ise müşteri olduğu bir dönemde Halkevleri’nin ortaya koyduğu talepler, mücadelelerin hangi eksenlerde yürütüleceğinin çok açık birer kılavuzu niteliğinde. “İnsanca yaşayabileceğimiz kentler istiyoruz. Halkın barınma hakkının sağlanmasını, kentte yapılacak her türlü dönüşümün halkın çıkarlarına göre ve halkın kararı ile gerçekleşmesini istiyoruz. Musluktan içilebilir temiz su haktır; suyun parasız olmasını istiyoruz. Halkın asgari enerji ihtiyacının parasız sağlanmasını istiyoruz. Halkın 'kadın yarısı' olan kadınlar için her konuda pozitif ayrımcılık istiyoruz. Engellilerin kent yaşamına engelsiz katılabilmeler için tüm engellerin ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Taşeron sistemin kaldırılmasını, güvenceli ve örgütlü çalışmanın garanti altına alınmasını istiyoruz. Yerel yönetim hizmetleri herkesin anadiline göre verilmek zorundadır. Belediyelerin kurumsal yapısının anadil esasına göre değiştirilmesini istiyoruz. Yerel yönetimlerin yoksullara sağladığı koruyucu uygulamalar sadaka değil zorunluluktur ve bu uygulamaların yasal güvenceye alınmasını istiyoruz. Halkın yerel yönetimlerde doğrudan söz söyleyebildiği, yetki kullanabildiği ve karar alabildiği bir demokrasi istiyoruz.” Bu taleplerle yürütülecek bir yerel seçim döneminin parolası ise zaten bellidir: HALKIN HAKLARI İÇİN HALKÇI YEREL YÖNETİM. Unutulmamalıdır ki yerelde sağlanacak devrimci siyasal güç, merkezi iktidarın her türlü kararını hükümsüz kılacağı gibi gerçekleştireceği mücadele programıyla siyasal ve toplumsal devrime giden süreçte kalıcı barikatlar oluşturacaktır.


4

GÜNDEM 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Uzlaflma zemininin s›n›rlar› nas›l belirlenir? üzakere masasına oturmak kolay değil. ReyM hanlı katliamı karşısında Kürt siyasi hareketinden gelen ilk açıklamalar, “Barış ve Demokratik Çözüm Süreci”ne ilişkin algısındaki bazı zayıflıkların ön plana çıkmasına neden oldu. Selahattin Demirtaş'ın katliamın hemen ardından Eruh'ta yaptığı açıklamada AKP'nin Suriye politikasına ilişkin eleştiriyi ikinci plana alması ve KCK'nin AKP'ye hiç dokunmayan “başsağlığı mesajı”, AKP ile PKK arasında Suriye konusunda bir yakınlaşmanın olduğu yolundaki spekülasyonlara güç kazandırdı. Geçtiğimiz ay içinde YPG'nin Halep'in Kürt mahallelerinde Suriye ordusu ile çatışmalara girmesi de PYD'nin Suriye İç Savaşı'na bir ucundan girmeye mi başladığı sorusunu gündeme getirdi. Benzer bir algı sorunu, BDP'nin “siyasi islam”la ilişkisine temas eden kimi tutumlarda da kendini gösteriyor. Hizbullah'ın Dicle Üniversitesi'ndeki saldırısının ardından Öcalan ve BDP'nin Hizbullah saldırısının arka planını değerlendirmekten kaçınmaları ve Hizbullah saldırılarına karşı direnişi “provokasyon” söylemiyle değerlendirmeleri, Öcalan'ın “İslam Bayrağı altında birlik” sözlerinin “tarihe atıf”la sınırlı olmadığı, AKP'nin gerici siyasi programıyla stratejik bir uzlaşmaya gidilmekte olduğu hissini güçlendirdi. Demirtaş'ın grup toplantısında yaptığı düzeltme, PYD'nin ve PKK'nin Suriye İç Savaşı karşısındaki konumlarının değişmediğini vurgulayan açıklamaları, Türkiye solunun Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile olumlu bir bağ kurma kaygısındaki kesimlerinin, AKP ile PKK arasındaki uzlaşma zemininin sınırlarına ilişkin endişelerini azaltsa da ortadan kaldırmadı. Türkiye sosyalist hareketinin TKP ve DHKP-C gibi Ferda odaklarının İmralı Süreci'nin Koç ifade ettiği “uzlaşma zemini”ne ilişkin değerlendirmeferdakoc@ lerin büyük ölçüde “ön yarhotmail.com gı”lara dayandığı düşünülebilirse de bu ön yargıların Kürt Siyasi Hareketinde hiçbir karşılığının olmadığı da söylenemez. Özellikle Kürt yasal siyasetinde pro-emperyalist ve liberal eğilimlerin harekete egemen olmasa da belirli bir yer tuttuğu bir gerçek. Bu eğilimlere sahip kadroların Osman Öcalan olayının ardından kenara itildikleri ancak KCK operasyonlarının sonrasında yasal siyaset alanında yeniden kendilerine yer bulmaya başladıkları da siyasi süreci içeriden izleyenler tarafından yaygın olarak paylaşılan bir gözlem. Kürt hareketinin liberal unsurları içerisinde Öcalan'ın AKP ile ortak bir Suriye stratejisi kurmasını isteyen, Kürt hareketinin kendisini “ilerici” ve “sol” bir hareket olarak tanımlamasını istemeyip, “Siyasi İslam”la barışık hatta Türkiye'nin siyasi spektrumundaki popüler sağla ittifak içinde yer almasını isteyen, Türkiye'deki Kürt sorununun çözümünün Ortadoğu'daki Amerikancı yeniden yapılanma planına iliştirilebileceğine inanan yaklaşımlar egemen. Bununla birlikte Kürt hareketinin “liberal” kanadı, hareketin yükünü en az taşıyan buna karşılık çok konuşan, sesi çok çıkan bir elit. Kürt hareketinin asıl büyük yükünü taşıyan ve hareketin somut iradesinin oluşmasında etkili olan kadınlar, gençler, emekçiler ve gerilla ilericilikte, solculukta ve toplumsal devrimde ısrarlı bir tutum sergilemeye devam ediyor. Kürt siyasi hareketinin “süreç”deki somut doğrultusunun belirlenmesinde, hareketin bu iki eğilimi arasındaki mücadelenin belirleyici olduğu görülüyor. Kimi zaman ışıkların altında birinci eğilimin temsilcileri bulunsa da, son sözü halen ikinci eğilim söylüyor. Sol eğilimin bu egemenliğinde elbette Kandil'in, gerillanın ve Türkiye içerisindeki PKK organizasyonunun belirleyici bir rolü var. Ancak silahların sustuğu, gerillanın kenarda durduğu, Kandil'in “masa”ya bağlandığı yakın geleceğin koşullarında aynı belirleyici ağırlığın oluşması da kolay olmayacak. Sırtlarında yumurta küfesi olmayan liberallerin politikalarının belirleyici olması halinde, hareketin gerçek güçleri açısından ciddi sorunlar gündeme gelecek. Örneğin, PKK'nin Suriye Muhalefeti'ne dahil olması, gerillanın hareket alanını genişleten İran ateşkesinin sürdürülebilmesini çok güçleştirecek; “Siyasi İslam”la birlikte yaşama tercihi, Hizbullah'ın, Kürt toplumsal devrimine yönelik saldırılarını şiddetlendirecek; Kürt siyasi hareketinin Türkiye Sağı'yla aynı yatağa girmesi özellikle siyasi temsil alanında (bir süredir alttan alta kaynayan) “siyasi elit/bürokrasi”nin yoksul Kürt halkıyla arasındaki mesafeyi artıracak. Gerilla hareket alanının daralmasına seyirci kalır mı? Kadınlar ve gençler yaşam alanlarına yönelik “muhafazakar basınca” ne kadar tahammül edebilir? Ve halk kendi kanı ve teri üzerinden “rant” sağlayan bir “politikacılar sınıfı”nın doğması halinde Kürt siyasi hareketine bugün verdiği büyük desteği vermeye devam eder mi? PKK ile AKP arasındaki somut uzlaşma zeminini belirleyen iradeler karar verirken bu soruları da dikkate alıyorlardır herhalde.

AKP’N‹N SAVAfiININ BEDEL‹N‹ HALK ÖDÜYOR

‘Yastayız ayaktayız’ Reyhanlı katliamının ardından AKP’nin, halkı ateş çemberine atan Suriye politikasına karşı öfke sokağa taştı

AKP yas ilan etmedi ancak e Halkevleri 18 May›s için ülk . çap›nda yas ça¤›r›s› yap›yor

E

lli kişinin öldüğü Reyhanlı katliamının olduğu gün Başbakanlığın önünde Beşiktaş taraftarlarına gaz sıkılırken esnafın biri polise şöyle bağırıyordu: “Reyhanlı’da insanlar ölüyor, siz anca çukuru ve Başbakan’ı korursunuz.” Sokak öfkeliydi ancak hükümet cephesinden gelen bir pişmanlık yoktu, yas yoktu, istifa yoktu. Bu nedenle “Reyhanlı için yastayız, barış için ayaktayız” sloganı, AKP’nin halkın acılarını zerre önemsememesine ve mezhepçi bir savaş çığırtkanlığına karşı ülke sokaklarının ortak ruhunu ifade etti. Sokakların en acil talebi ise “Davutoğlu istifa” oldu. Eylemlerin ortak özelliği ilerici toplumsal muhalefet güçlerinin öncülük etmesiydi. Bu sebeple sokağa “ırkçı-mezhepçi” bir

söylem değil, AKP’nin bu ayrılıkları derinleştiren siyasetine karşı halkların kardeşliğini öne çıkaran bir çizgi egemen oldu. Bunun en önemli örneklerinden biri Antakya’da yaşandı. Halkevi ve TKP’nin çağrısıyla, büyük oranda Alevilerin yaşadığı bir mahalle olan Armutlu’da toplanan binlerce kişi, büyük oranda Sünnilerin yaşadığı Reyhanlı’daki katliamı protesto etmek için kent merkezine yürüdü. Kardeşlik sloganları eylemlere yasak olan yollarda yankılandı. Esnafların camları Hatay Halkevi’nin dağıttığı “Reyhanlı halkı yalnız değildir” yazılı afişlerle donatıldı. Antakya halkı katliam günü de Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla sokağa dökülmüş, Vali’yi istifaya çağırmıştı. İstifa etmeyen, yas da ilan etmeyen Valiliğin internet

sitesi Redhack tarafından kullanılamaz hale getirildi.

TÜRK‹YE AYAKTA Katliamın ardından ilk tepki Halkevleri’nden geldi. Dışişleri Bakanlığı önüne giden Halkevleri üyeleri Ahmet Davutoğlu’nun istifasını istedi. 12 Mayıs’ta İstanbul, Çanakkale ve Bursa’da emek ve demokrasi güçleri AKP Şişli ilçe binasına yürüdü. Aynı gün Ankara muhalefeti Yüksel Caddesi’nde, Adana muhalefeti de İnönü Park’ında savaş politikalarına karşı buluştu. 14 Mayıs’ta Hatay Samandağ’daki eylemde, kentin cihatçıların eğitildiği bir üs olmaktan çıkarılması istendi. Aynı gün İzmir, Giresun, Bolu, Uşak, Antalya, Tarsus, Denizli İstanbul Avcılar’da ve Gazi mahallesinde eylemler vardı. Kıbrıs’ta

Baraka Kültür Merkezi ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği üyeleri, TC Elçiliği önündeki eylemlerinde “Ankara elini Suriye’den çek” sloganı attılar.

AKP TERÖRÜNE D‹REN‹fi Adana’da 14 Mayıs’ta emek ve demokrasi güçleri tarafından gerçekleştirilen katliam protestosuna ise polis saldırdı, ara sokaklarda uzun süre çatışmalar yaşandı. Dışişleri Bakanlığı’nın kapısına 13 Mayıs’ta Liseli Genç Umut, 15 Mayıs’ta da Gençlik Muhalefeti üyeleri dayandı. Gençler darp edilerek gözaltına alındı. Reyhanlı katliamının ardından üniversiteliler de AKP’den hesap sormak için ayaktaydı. 12 Mayıs’ta İstanbul Beşiktaş’taki Başbakanlık Ofisi önünde “Reyhanlı’nın sorumlusu AKP’dir. Hesap soracağız!”

yazılı bir pankart açan Öğrenci Kolektifi üyeleri gözaltına alındı. Akdeniz Üniversitesi Öğrenci Kolektifi ise üniversitelerinde şenliklerin devam etmesine tepki gösterdi. 14 Mayıs’ta Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusu’nda ve Uludağ Üniversitesi’nde yürüyüşler yapıldı. Kütahya’da üniversiteliler kent merkezinde eylem yaptı. Aynı gün ODTÜ’lü öğrenciler ve emekçiler, “Katliam varsa, ders yok” diyerek boykota gitti. ODTÜ’lüler Davutoğlu’na istifa için bir gün süre tanıdıklarını da söyledi. Bu süre dolunca da üniversiteliler dört kampustan Dışişleri Bakanlığı’na doğru yürüyüşe geçti. Polisin engellemesi üzerine çatışmalar yaşandı ve çok sayıda öğrenci polisin gaz bombalarını hedef alarak ateşlemesi sonucu ağır yaralandı.

Acının üstüne yalan bombardımanı R

eyhanlı saldırısının Suriye ile ilişkisi açıkken Başbakan Erdoğan’ın ilk açıklaması saldırının sürece zarar vermek isteyenlerden kaynaklanabileceği yönündeydi. Ancak bu yalan fazla tutmadı. Diğer yalanlar devreye girdi. Cilvegözü saldırılarının ardından sınırlarda “kuş uçurtmadıklarını” iddia eden hükümet bu saldırıyı izah edebilmek için “saldırganlar içeriden” palavrasına sığındı. Her ne hikmetse 73 kamera birden çalışmıyorken yapılan bir eylemin “failleri” olduğu iddiasıyla dokuz kişiyi 12 saatte topladılar; 30 yıldır olmayan bir örgütü yeniden yarattılar. İçişleri Bakanı’nın, “şüpheliler itiraf etti” cümlelerini

Reyhalı’dan haber geçmek yasaklanınca meydan hükümetin yalanlarına kaldı sarf ettiği sırada henüz sanık ifadelerinin alınmadığı açığa çıktı. Bombaların yüklendiği iddia edilen Suriye’nin Rakka kentinin muhaliflerin elinde olduğu anlaşılınca yükleme adresi Alevilerin çoğunlukta olduğu Lazkiye’ye kaydırıldı. Oysa araştırmaya çok da

gerek yoktu. BBC’de yayımlanan bir haber Suriyeli muhaliflerin Türkiye’de bir evi bomba imalathanesine çevirdiğini göstermekteydi. Hükümet “El Nursa” ihtimalini de hep görmezden geldi. ABD’nin isteğiyle Suriye muhalefetinden

dışlanan bu örgütün, artık imzası haline gelen “ayın 11’inde iki patlama” gerçekleştirerek “beni yok sayamazsınız” mesajı verme ihtimalinin üstü örtüldü. Saldırıyı “korkak ve çirkef bir terör eylemi” olarak niteleyen Suriye yönetiminin ortak soruşturma önerisi de Erdoğan tarafından reddedildi. Yalanların ortaya çıkmasından korkan hükümetin imdadına yayın yasağından muaf olan yandaş gazetecilerin maniplasyonları yetişti. Yeni Şafak yazarı Hakan Albayrak Reyhanlılıları “Nazi” ilan etti, üç Suriyelinin linç ile öldürüldükleri yalanını attı ve Suriyelilere bakmadığını iddia ettiği Alevi sağlık çalışanlarının listesinin elinde olduğunun altını çizdi.

Stratejik fiyasko R

eyhanlı’daki katliamın ardından tepkilerin odağında Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nda simgeleşen Suriye siyaseti vardı. “Stratejik derinlik” tam anlamıyla bir fiyaskoya dönüştü. Suriye rejime karşı savaşan paralı askerlerin rahatça geçebilmesini sağlamak adında hükümet kendi sınırlarını esnekleştirdiği için onlarca yurttaşının canından oldu. Türkiye resmi olarak savaşta olmamasına rağmen Reyhanlı öncesinde

Suriye ile ilişkili olaylarda ikisi pilot 22 kişi ölmüştü. Katliam, iktidar içi çatışmaları da bir kez açığa çıkardı. Erdoğan “Emniyet teşkilatı ile istihbarat teşkilatı arasında bir kopukluk söz konusu olabilir” diyerek Gülencilerin egemen olduğu emniyeti suçladı. Cemaatin kalemşörlerinden Emre Uslu ise “MİT’in içindeki Aydınlıkçılar” iddiasıyla ve istihbarat zafiyetinden bahsederek Erdoğan’ı hedef aldı.

‘Reyhanlı nasıl yanmasın’ Reyhanl›’daki katliam, ard›ndan kent halk› ile mülteciler aras›ndaki çat›flmalar göz göre göre geldi. Yeminli AKP flakflakç›lar› d›fl›nda kimse gerçek sorumluyu bulmakta zorluk çekmedi. Cumhuriyet tarihinin en a¤›r askeri sald›r›s› dakikalar içinde gerçekleflse bile iki y›ll›k ön haz›rl›k evresi herkesin gözü önünde gerçekleflmiflti. AKP, Suriye’ye yönelik bir emperyalist müdahaleye ön ayak olmak için kendi s›n›r bölgesinde bir mülteci krizi ve çat›flma ortam› yaratm›fl ancak hesaplar› tutmay›nca bu senaryo kabusa dönüflmüfltü. AKP Suriye’de henüz çat›flmalar bafllamadan mülteci kamplar› kurup Suriyelileri davet ederek Libya’daki gibi uluslararas› müdahale gerekçesi bir “insani kriz” görüntüsü oluflturmaya çal›flt›. Türkiye-Suriye s›n›r› uluslararas› hukuk ihlal edilerek serbest geçifle aç›ld› ve bu s›n›r uluslararas› cihatç›lar›n silah ve lojistik destek hatt›na dönüfltürüldü. Mülteci kamplar› ve Antakya merkez ÖSO’nun

ve El Kaide’nin karargah› haline getirildi. AKP Suriye’de iç savafl› k›flk›rt›rken bunu Suriye bombalarla y›k›l›rken yapt›. Ocak 2013’te BBC’de yay›mlanan bir video bomba imalathanesinin Türkiye s›n›rlar› içinde oldu¤unu gösterdi. Hükümet önlem almad›. AKP iç savafl› k›flk›rt›rken mezhepçi-floven bir söylem kullanarak Alevi-SünniH›ristiyan, Türk-Kürt-Arap halklar› aras›nda düflmanl›klar› körükledi. Türkiye’deki mülteci say›s› yar›ya yak›n› kay›ts›z ve içlerinde pek çok silahl› unsur olmak üzere 400 bini buldu ancak AKP’nin destek verme vaadiyle bekledi¤i emperyalist müdahale yerine uzlaflma çabalar› gündeme geldi. Öte yandan AKP marifetiyle mezhepsel ve etnik gerilimin t›rmand›¤› bir ortamda ÖSO ve El Kaide, mülteciler ve Hatay halk› aras›nda çat›flmalar sürüyor, ihanete u¤rad›¤›n› düflünen cihatç›lar öfkeleniyordu. Reyhanl› katliam› gibi bir facia için gereken her fley AKP marifetiyle haz›rlanm›flt›.


5

DÜNYA 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Diplomasileri sancıda 7

Reyhanlı, ABD ve Rusya’nın Esad’lı bir çözümü konuşmaya başladığı, Tayyip Erdoğan’ın ise ABD biletini cebine koyduğu sırada yaşandı ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

S

uriye’deki savaşın ilk haftalarında, 6 Ağustos 2011’de “Suriye bizim iç meselemizdir” diyen Tayyip Erdoğan kendini haksız çıkarmadı. Emperyalizm işbirlikçiliği ve savaş çığırtkanlığı, Türkiye’yi adım adım Suriye’deki savaşın içine soktu. Antep, Akçakale, Cilvegözü derken, Antakya Reyhanlı’da resmi açıklamalara göre 50’den, bölge halkının iddialarına göre 180’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği günler geldi çattı. Reyhanlı’nın ardından AKP’li bakanlar “barış süreci”ni işaret ederek “zamanlama” vurgusu yaptı. AKP’lilerin dikkat çekemediği zamanlama ise Suriye’de taşların yerinden oynadığı bir dönemde ve Tayyip Erdoğan-Barack Obama zirvesinin arifesinde Reyhanlı’nın yaşanması.

İran’da geri sayım Emperyalizmin Suriye kurgular› de¤iflirken ‹ran da 14 Haziran’daki cumhurbaflkanl›¤› seçimleri ve yeni bir dönem için geri say›ma bafllad›. 400 adayl›k baflvurusunun yap›ld›¤› seçimlere 2009’daki gibi eylemlerle girmek istemeyen dini lider Ayetullah Ali Hamaney iki adaydan rahats›z: Il›ml›l›k ve liberalizm söylemiyle aday olan eski cumhurbaflkan› Haflimi Rafsancani ile dünürü Ahmedinecad gibi dinsel otoriteye meydan okuyan Rahim Meflai. Hamaney’e ba¤l› kurumsal yap›n›n üç aday aday›ndan ise sadece biri aday olacak.

REJ‹M, MEVZ‹LER‹ GER‹ ALIRKEN Ülke içinde gücünü koruyan, bölge ülkeleri ve örgütleriyle çıkar ilişkilerini sürdüren, emperyalistler arası çelişkileri değerlendirebilen Beşar Esad, Rusya, İran ve Hizbullah’tan açık askeri-siyasi destek alarak savaşı sürdürdü. Özellikle nisan başında “5. Şam Savaşı” olarak adlandırılan çatışmalardan sonra Suriye ordusu, kaybettiği mevzileri birer birer almaya başladı. Şam çevresindeki Kafrin, Utaybe, Harran ve elAvamid köyleri, Humus otoyolu için önemli el-Kusayr, İdlib’e bağlı ed-Dayf ve Hamidiye’deki iki askeri üs Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) elinden geri alındı. Mayısın ilk 15 gününde ise ülkenin güneyinden Lübnan’a açılan destek hattı olan Herbet Gazala ve Ürdün sınırı kontrol altına alındı. ABD-RUSYA UZLAfiIYA G‹DERKEN İçerdeki politik-ekonomik sıkıntıları, Avrupalı müttefiklerinin yer yer “yan çizmesi” ve Rusya ile İran’ı doğrudan karşıya alamaması ABD’yi Suriye’de temkinli davranmaya zorlarken; Rusya da enerji hatları için son kozunun Suriye olduğunu görerek hareket etti. İki ülkenin bölgesel bir çatışmayı göze alamamalarının yanı sıra enerji kaynaklarının Suriye üzerinden Akdeniz’e aktarılması projesinin geleceği de, iki emperyalist gücün çıkarlarını yakınlaştırdı. Böylece bir süredir var olan dirsek teması, somut adımlara dönüştü. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 7 Mayıs’ta Moskova’da ellerindeki tek yol haritası Cenevre

elleri tetikte

iklim 5 kıta

Zam isyan› sand›¤a yans›d›

E

lektrik zamlarına, yoksulluğa ve işsizliğe karşı şubatta halkın sokaklarını doldurduğu ve hükümeti istifa ettirdiği Bulgaristan’da 11-12 Nisan’da seçime gidildi. Seçim öncesi solun bir kısmı “boykot” derken, bir kısmı ise “Seçimi kazansam da başbakan olmam. Tek amacım gücümüzü göstermek” diyen Sergey Stepaşin’in Sosyalist Partisi’ni destekleme çağrısı yaptı. Boykota katılım yüzde 41,3’te kalırken, sandığa gidenlerin de yüzde 31’i sağcı GERB Partisi’ne, yüzde 27’si Sosyalist Parti’ye oy attı. Gücünü sokaktan alan sol, bu başarısıyla GERB’in yeni dönemine de net bir mesaj verdi.

Suriye, Reyhanl›’daki patlamayla ilgileri olmad›¤›n›, sorumlulu¤un AKP’de oldu¤unu söyledi Mutabakatı’nı yeniden masaya yatırdı. Mayıs sonunda uluslararası bir konferans düzenleme ve sonrasında geçiş hükümeti kurma kararları alındı. Öneriye İngiltere, Fransa ve Arap Birliği hızla destek verdi. İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Cevad Muhammedzade barışın tesisinden memnun olacaklarını söylerken, Esad yönetimi de “barış için önemli bir girişim” değerlendirmesi yaptı. ‘ESAD’LA DEVAM’ TARTIfiILIRKEN Suriye’de iktidar ile güdümlü muhalefeti kendi denetimlerinde bir araya getirecek ABD ve Rusya, karşılıklı yükümlülük altına da girdi. Rusya’ya Esad’ı razı getirme, ABD’ye de Suudi ArabistanKatar-Türkiye eksenli Sünni cepheyi baskılama ve parçalı Suriye muhalefetini sürece katma görevleri düştü. Özellikle

23 Mayıs’ta yeni liderini seçecek Suriye muhalefetinin iknası, ABD için zaman alacak. Bu da mayıs sonunda düşünülen konferansın birkaç hafta ertelenmesi anlamına gelecek. Tam bu noktada geçiş hükümetinin “Esad’lı mı, yoksa Esad’sız mı” olacağı da önemli bir tartışma. Independent gazetesinin Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, “Baas iktidarının muhtemel değişimi ile yakından ilgili bir kaynağa göre Amerikalılar, Ruslar ve Avrupalılar da Esad’ın en az iki yıl daha Suriye’nin lideri olarak kalmasına olanak verecek bir anlaşma hazırlığında” yorumunda bulundu. AKP için Esad’lı iki yıl demek, Ortadoğu politikasında “iflasın ilanı” ve yeni dönemde Suriye’de rol kapamamak demek. C‹HATÇI ÇETELER SIKIfiTIRILIRKEN ÖSO ile girdiği çatışmalar ve Suriye muhalefeti içinde yarattığı gerilimler nedeniyle son za-

manlarda New York Times ve The Telegraph haberleriyle hedef alınan cihatçı Nusra Cephesi’nin etrafındaki çember daralmaya başladı. ABD, İngiltere ve Fransa, Suriye’deki laik muhalefetin silahlandırılması gerektiğini farklı düzlemde dile getirirken, son olarak Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, Nusra’nın BM Terör Örgütü Lisesi’ne konulmasını talep etti. ABD Senatosu Dışişler Komitesi Sekreteri Bob Corker da “Nusra kontrolü ele geçirirse Esad’dan beter olur” sözlerini sarf etti. Nusra’nın tehlike boyutu son olarak “kimyasal silah” iddialarıyla gündeme geldi. İsrail istihbaratının “Esad kimyasal silah kullandı” iddiaları Obama tarafından yalanlandı. Ardından ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Carla Del Ponte, kimyasal silahların El Kaide’ye yakın gruplarca kullanılmış olabileceği yorumlarını yaptı.

Çin-ABD siber savafl›

A

BD Savunma Bakanlığı’nın 8 Mayıs’ta yayımladığı bir raporda Çin’in sanal düzlemde askeri yenilenme ve hırsızlık yaptığını iddia etmesi, siber bir gerilime yol açtı. Çinlileri gelişmiş hayalet uçağı ve uçak gemisi teknolojisini çalıntı bilgilerle ürettiğini söyleyen raporda ABD’li güvenlik şirketi Mandiant’ın şubat ayındaki “Çin sanal korsanlık askeri birlik kurdu ve ABD’nin 100’den fazla şirketinin bilgilerini çaldı” iddialarına atıf yaptı. Pentagon raporuna Çin hükümeti “ABD en büyük sanal korsan imparatorudur”, Çin Dışişleri “Temelsiz iddialar”, Çin Halk Kurtuluş Ordusu da “Çin’in iç işlerine ağır saldırı” sözleriyle karşılık verdi.

İsrail Şam’a Hamas FHKC’ye saldırdı ABD ve Rusya’nın diplomatik arayışlarına girdiği Suriye sorununda elleri tetikte bekleyen bir diğer aktör İsrail. 5 Mayıs günü de Lübnan hava sahasını ihlal ederek Cemraya bölgesini bombalayan İsrail, saldırının Suriye’den Lübnan Hizbullah’ına giden bir sevkiyata yönelik olduğunu açıkladı. Saldırıda 50’ye yakın Suriyeli ölürken,

300’e yakınının yaralandığı belirtildi. İsrail’in silah sevkiyatını değil, cephaneliği ve Cemraya Araştırma Merkezi’ni vurduğunu belirten Suriye Dışişleri Bakanı Faysal el Miktad, “Bu yeni İsrail saldırısı, ordumuzu vuran teröristlerin moralini yükseltme çabasıdır. Bu İsrail’in savaş ilanıdır” dedi. İran, Lübnan ve Mısırlı yetkililer-

den de İsrail’i kınayan açıklamalar yapıldı.Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ise İsrail’in Suriye saldırısını protesto etmek için 8 Mayıs’ta Han Yunus bölgesinde bir eylem düzenledi. FHKC’nin sokağa çıkmasına dayanamayan Hamas polisi, eylemin içeriğine karşın Filistinlilere cop ve sopalarla saldırdı. Saldırıda üç kişi yaralandı.

Hawking’den ‹srail’e boykot

D

1 Mayıs’ta bir dünya sokakta Türkiye’de Taksim direniflinin gündeminde oldu¤u 1 May›s’ta iflçi s›n›f›n›n sesi, dünyan›n dört bir yan›nda yank›land›. Avrupa’daki 1 May›slar, güvencesizleflen iflçi ve kamu çal›flanlar› baflta olmak üzere, kemer s›kma paketlerine ve iflsizli¤e direnen halk›n genifl kat›l›mlar›yla geçti. Özellikle krizin derinleflti¤i ‹spanya, Portekiz, Yunanistan ve Belçika’da kitlesel yürüyüfller oldu. Emperyalizmin ucuz emekgücü alan› olarak flekillendirdi¤i Asya ülkelerinde asgari ücrete ve kölece çal›flma koflullar›na karfl› “insanca yaflam-insanca yaflayacak

ücret” talebi öne ç›kt›. Bangladefl’te ise on binlerce iflçi ifl kazalar›n›n faillerinin bulunmas›n› istedi. ‹ktidarda popülist sol hareketlerin oldu¤u Latin Amerika ülkelerinde ise 1 May›slar, s›n›f ile devletin bir araya geldi¤i etkinlikler halindeydi. ‹ran’da 1 May›s’›n yasaklanmas›na karfl› ülkenin pek çok kentinde soka¤a ç›kan iflçiler, polis sald›r›lar›yla karfl›laflt›. Tahran’daki Çitgar Meydan›, Taksim gibi abluka alt›na al›nd›, meydana ulaflmak isteyenler saatlerce sald›r›ya u¤rad›. Güney Kore, Swaziland ve Almanya’n›n Hamburg kentinde de çat›flmalar yafland›.

Ekim 2012’de bir milyon iflçinin tarihi grevine sahne olan Endonezya’da 1 May›s’ta da yüz binlerce emekçi meydanlar› doldurdu.

Pakistan’da seçim: Güvencesizlik ve kriz

B

ünyanın önemli teorik fizikçilerinden Stephen Hawking, İsrail’in Filistinli tutsaklara yönelik işkence uygulamalarını protesto etmek amacıyla haziranda Kudüs’te düzenlenecek “Facing Tomorrow” konferansından çekildiğini açıkladı. Daha önce etkinliğe katılacağını duyuran Hawking, İsrail-Filistin arasındaki son gerilime damgasını vuran Filistinli tutsaklara yönelik işkence sorununa dikkat çekti ve bölgedeki akademisyenlerin tavsiyeleri doğrultusunda İsrail’e yönelik bilimsel boykot uygulayan akademisyenler arasında katıldığını duyurdu. Hawking’in kararı, İsrail akademik kurumlarını hedef alan boykot, mahrum bırakma ve yaptırım kampanyasının yeni bir zaferi olarak yorumlandı.

ağımsızlığını kazandığı 1947’den bu yana ilk defa seçilmiş bir hükümetten bir diğerine geçişi gören Pakistan’da 12 Nisan’daki seçimleri Navaz Şerif liderliğindeki Müslümanlar Birliği kazandı. Birlik, kadınlar ve azınlıklara ayrılan 70 sandalyenin dışındaki 272 sandalyeden 115’ini aldı. Butto hanedanlığını temsil eden Pakistan Halk Partisi ancak 40 sandalye kazanırken, kriket yıldızı İmran Han’ın Adalet İçin Hareket adlı yeni oluşumu da 40’a yakın milletvekili kazandı. 1999’da Pervez Müşerref’in darbesiyle sürgüne gönderilen Navaz Şerif, koalisyon hükümeti için il-

kin bağımsız milletvekilleriyle, onların sandalyeleri yeterli olmayınca da Adalet İçin Hareket oluşumuyla görüştü. Halkının siyaset kurumuna olan güveninin darbeler nedeniyle alt üst olduğu Pakistan’da koalisyon sürecinin uzama olasılığı ve ekonomik çöküşe ramak kalması, Şerif’in önündeki en zor iki konu. Tekstil işkolunda süren işçi eylemlerine karşı yasal düzenleme isteyen sermayeye ilk günden göz kırpan Şerif, ekonomik sıkıntılar için IMF, siyasal sorunlar için de ABD’ye kendini tabi kılma çabasına girmeye başladı.


ÇEVRE/ EĞİTİM

6

16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

E¤itimde y›k›ma tam gaz devam Çocuklarımızın son dersin bitiş zilinin çalmasını dört gözle bekleyip, zilin çalmasıyla birlikte koşarak evlerine gittiği, önlüğünü bile çıkartmadan çantayı hızla evin kapısına bırakıp sokağa koştuğu dönemleri hepimiz hatırlıyoruzdur. Bu hatıra, son on yılda eğitimde gittikçe belirleyici hale gelen sınavlarla (paralı eğitimle) birlikte yerini; dershanelere, özel derslere, etütlere, yoksul mahallelerin yoksul çocukları içinse atölyeye, organize sanayi bölgesine, mahalledeki kahvede çaycılık yapmaya bıraktı. Sınav eşitsizlik üreten ve eşitsizliği derinleştiren bir sistem olarak velilerin, öğrencilerin ve öğretmenlerin hayatına hükmeder oldu. Hem öğretmenleri hem de öğrencileri kendi emeklerine yabancılaştırdı. 4+4+4’ün ilk gündeme geldiği günlerde başta başbakan olmak üzere birçok AKP’li tarafından dillendirilen “Dershaneleri kapatacağız, sınavları kaldıracağız” propaganBetül dalarının bir kez daha Korkut havalarda uçuştuğu bu dönemde yeni Milli Eğitim E¤itim Sen MYK Bakanı Nabi Avcı eğitim sisüyesi teminin kurgulandığı en önemli yere işaret ederek “çocuklarımızı sınav cenderesinden kurtarmak” için kolları sıvadı. Nabi Avcı, Kazak Eğitim Sistemi üzerinde çalışma yaptıklarını belirterek çocuklarımızı cendereden kurtarmanın yolunu çoktan seçmeli değil açık uçlu sınavlarda buldu, AKP’nin parlak fikirlerine bir yenisini daha ekledi. Nabi Avcı, yaptığı bu açıklamayla birlikte özellikle ana akım medyada eğitim sistemine ilişkin tartışmaların eksenini basit bir sınav tekniği tartışmasına kilitleyerek yaşanan ve yaşanacak olan yıkımın üstünü örtmeye çalıştı. Eğitim sisteminin kangrenleşmiş tüm sorunlarının çözümünün sınavların test mi klasik mi olacağına, ders dışı performanslarla sosyal etkinliklerin mi belirleyici olacağına indirgedi. Oysa, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde, Ömer Dinçer döneminden beri devam eden, orta öğretimin yeniden yapılandırılmasına ilişkin yapılan çalıştayların, toplantıların, açıklamaların üstünü kazıdığımızda, eğitimde piyasalaştırma, güvencesizleştirme ve gericileştirme üzerine kurulu AKP politikaları vardır ve gerisi hikayedir. AKP, bugün yoluna devam ettiği Nabi Avcı ile birlikte piyasacı, gerici eğitime, 4+4+4’e tam gaz devam etmektedir. O yüzden de milli eğitim müdürlükleri aracılığı ile kamu özel ortaklığı çerçevesinde (eğitim kampüsleri için) okul müdürlerinden okulun kaç metre kare olduğunun ve arazisinin ne kadar para edeceğinin tespit edilmesi istenmekte, 4+4+4 ile birlikte derslik yetersizliğinden laboratuvarlar, kütüphaneler sınıfa çevrilip kapatılırken mescitler artık törenlerle açılmakta, kutlu doğum haftası, umre ziyareti kampanyası ile bileştirilerek gerici eğitim kökleştirilmektedir. Yani neoliberal gerici eğitim politikalarından en ufak bir sapma yok. “Sınavları kaldırıyoruz her çocuk kendi mahallesindeki okula gidecek” dedikleri projenin içinden merkezdeki okulların kendi sınavlarını yapması, “lise türlerini azaltıyoruz” iddiasından yeni ayrıcalıklı liseler çıkıyor. Yoksul çocuklarına meslek liselerine gitmek dışında başka bir seçenek bırakmayan hatta yoksul mahalleleri gettolaştıran ve hapseden, güvencesizliğe kitlesel olarak çocuk emeği ekleyen, kamusal eğitim alanını daha da daraltan eğitim sistemi, sermaye için çok şey, öğretmen öğrenci ve veliler içinse sadece yıkım vadediyor. Eğitim kamusal, bilimsel ve anadilinde olmadığı sürece yani “hak” olmadığı sürece dershanelerin adı değişir özel etüt merkezi olur, sınav tekniği değişir açık uçlu olur, öğrenci bant sisteminde cıvata, öğretmense dakikada en çok cıvata sıkan “taşeron öğretmen” olur. Yani AKP’nin asıl cendereden kurtarmaya çalıştığı, öğrenciler değil gericiliğin tesisi, sermayenin kendisidir. Bundandır ki parasız, bilimsel, anadilinde eğitim mücadelesi verenler için, hem öğretmenleri hem de öğrencileri değersizleştiren, eşitsizlikleri değiştiren, değerlendirme değil eleme üzerine kurulu sınavların kaldırılması mücadelesi aynı zamanda kamusal eğitim mücadelesidir. Eğitime yeterli bütçe, okula kütüphanelaboratuvar, mahalleye okul, güvenceli öğretmen, bilimsel-eleştirel eğitim mücadelesidir. Eğitimde belirleyiciliği ve önemi her geçen gün artan sınavlar, dershaneler, kurslar, etütler doğrudan neoliberal programın gerekleri ile ilgilidir. Yani teknik bir mesele değildir.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

FINDIKLI’DA TEK KAZMA DARBES‹NE DAH‹ ‹Z‹N YOK

Sofraysa sofra, sopaysa sopa 6 yıldır Fındıklı’ya tek bir kazma vuramayan HES’çi şirketlerin yolunu AKP açtıkça, halk kapatıyor. Süreklileşen direniş, yeni dönem HES karşıtı mücadelenin ipuçlarını taşıyor ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

E

meğin güvencesizleştirilmesi, kentlerin yağmalanması ve doğanın talan edilmesi ekseninde neoliberal politikaları dayatan sermaye ve onun partisi AKP, “doğal SİT alanı” olduğu defalarca kanıtlanmasına karşın Rize’nin Fındıklı ilçesini yıllar önce gözüne kestirdi. Arılı ve Çağlayan vadilerindeki derelerin coşkulu akışını, kasalarını dolduracak bir para akışına dönüştürmek isteyenler, halkın yaşam alanlarına doğrudan müdahalelerde bulununca “doğal direnişler” de beraberinde geldi. Fındıklı halkı, hem hukuksal hem de fiili zeminde yürüttüğü mücadele ile vadilerine 6 yıldır kazma dahi vurdurmadı. 6 YILDIR KAZMA VURULAMADI HES şirketlerinin son girişimleri 28 ve 30 Nisan’da oldu. Arılı Köyü’ne bir kez daha geldiler, bölgede çalışma yapmak ve plan düzeyinde kalan projelerini olgunlaştırmak istediler. Kendilerini gizlemeye çalıştılarsa da, köylüler arasındaki istihbaratın ağının gücünü henüz fark edememiş olacaklar, yakalandılar. Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) ve Fındıklı Derelerini Koruma Platformu’nun (FDKP) öncülüğünde oraklı teyzelerin, sopalı amcaların sloganları arasında vites vites üstüne attırarak kaçtılar. Şirketi korumakla mükellef jandarma yaşananları izlemekle yetindi. Fındıklı’yı benzer mücadele deneyimlerinden farklı kılan, bölgeye gelen şirket yetkililerinin 6 yıldır “her defasında” direnişle karşılanması. Halkın Sesi olarak, uzun erimine karşın sürecin başarıyla yürütülmesini, direnişin içinden dinlemek için FDKP Sözcüsü Avni Ertaş ile görüştük. Ertaş, direnişin arkasındaki kararlılığı, örgütlülüğü, birliği ve dayanışmayı anlattı. ‘GELEN, AMACINA GÖRE KARfiILANIR’ Her şeyden önce, şirket yetkililerinin karşılanması nasıl örgütleniyordu? Sorumuza

aldığımız yanıt “farkındalık” oldu. Ertaş’ın aktarımına göre bölge halkı 6 yılda öyle bir farkındalık geliştirmişti ki; köylerde, vadilerde, yaylalarda bölge dışından geldiği anlaşılan araçlar görüldüğü anda hızlı bir haberleşme ağı kuruluyordu. İlk olarak araç durduruluyor, nazikçe amaçlarının ne olduğu soruluyordu. Bölgeyi gezmek isteyene kapılar ardına kadar açılıyor, sofralara birer tabak daha ekleniyordu. Yok, amaç talansa sonuç belliydi. “Fındıklı’ya gelen amacına göre karşılanır” sloganı da böyle ortaya çıkmıştı zaten. Sofraysa sofra, sopaysa sopa!

tüm kamu kurumlarının yardımcı olması gerektiği açıklamasını hatırlattığı sözlerini şöyle sürdürdü: “Açıklamadan sonra bölgeye gelen ekipler, sözleşmiş gibi resmi kurumların adını verdi. Bazen Çaykur Genel Müdürlüğü oldu, bazense Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü. Hatta son olayda imzalı, damgalı belge de gösterdiler. Durumun öyle olmadığını aslında biliyoruz. Arıyoruz, aratıyoruz, gerçeği öğreniyoruz. Zaten bu bölgede Tapu Kadastro’luk bir iş yok. Yani bakanın sözleri fiili olarak yaşanmaya başladı.” Daha önce mafyayla, çıkar çeteleriyle karşı karşıya kaldıklarını, üzerlerine silah doğrultulduğunu hatırlatan Ertaş, tehditleri doğru yolda oldukları şeklinde yorumladıklarını ifade etti. Bıçağın kemiğe dayandığını söyleyen Ertaş, “Bıktık bunlardan. Kadınlarımız, amcalarımız

DEVLET, fi‹RKETLER‹N EMR‹NE AMADE Avni Ertaş konuşmasında son bir aya özel bir yer ayırma ricasında bulundu. Kendisi de bir HES şirketinin ortağı olan Orman ve Su Bakanı Veysel Eroğlu’nun HES’çi şirketlere

çay mı toplasın, bağına bahçesine mi baksın, yoksa nöbet mi tutsun. ‘HES’çiler geldi’ dendiği an, 15-20 araçla düş peşlerine, kovala. Kıyasıya bir sinir savaşı, bir taktik savaşı. Satranç gibi” diyerek sözlerini sürdürdü. ‘B‹Z B‹R HALK HAREKET‹Y‹Z’ Bölge halkının hem kendileri, hem de hakkını arayamayan kurdun, kuşun, ağacın, böceğin adına direndiğini belirten Ertaş, Fındıklılıların hakları için yürüttüğü mücadeleyle bir halk hareketine dönüştüğünün, muhtarı, işçisi, kadını, çocuğu, her düşünceden insanıyla bir örnek olduğunun altını çizdi. HES KARfiITI MÜCADELEDE YEN‹ DÖNEM Bir dönem DEKAP Yürütme Kurulu üyeliği de yapan Avni Ertaş ile son olarak HES

karşıtı mücadelenin önümüzdeki dönemini konuştuk. 5-6 yıllık zaman diliminde hem halkın, hem de şirketlerin deneyimler elde ettiğini ve çatışmanın belli bir noktaya geldiğini söyleyen Ertaş, AKP eliyle yapılan yasal düzenlemelere dikkat çekerek yeni dönem mücadele anlatışına ilişkin değerlendirmelerde bulundu: “Artık HES’ler hızlıca el değiştiriyor. Sürecin her aşamasında farklı şirketler devreye sokuluyor. Bu da hukuki mücadelenin önünü tıkıyor. Yeni dönemde bunlar gözden geçirilmeli, mücadelenin yöntemi yeniden tanımlanmalı. Yanı başında inşaatlar sürerken direndiğini söyleyen dostlarımız bunun bir tarz olduğunu söylüyor. Oysa hak için yürütülen mücadelede en doğru tarz, en sonuç alıcı tarzdır. En doğru tarz, halk için halkla birlikte mücadele tarzıdır. Aksi halde kaybederiz.”

Bakan: ‘Zehire de ihtiyaç var’

Artvin’in onuru, Bilgehan Hoca

A

rtvin’de Eğitim Sen şube yöneticisi Bilgehan Erdem maden şirketi yetkilileriyle yaşadığı bir gerilim sonrasında polise ifade verdi. Polise verdiği ifadeden birkaç gün sonra Yusufeli İlçesi’ne sürgün edildiğini öğrendi. Artvin halkı Bilgehan Hoca’nın sürgün edilmesine tepki gösterdi.

Artvin Eğitim Sen başta olmak üzere kentteki demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, öğretmenler, öğrenciler ve veliler bir araya gelerek kent meydanında bir basın açıklaması yaptı. Eylem sürerken Yeşil Artvin Derneği yöneticileri ve Eğitim Sen Artvin Şubesi Başkanı Köksal Gümüş, Art-

vin Valisi Necmettin Kalkan’ın makamında konuyla ilgili bir görüşme yaptı. Vali, kararı gözden geçireceğini söyledi. Eğitim Sen Şube Başkanı Köksal Gümüş, görüşmenin ardından bir açıklama yaparak sürgün kararı geri çekilinceye kadar eylemlerini sürdüreceklerini belirtti.

Doğanbey: ‘Okul ve sağlık ocağı istiyoruz’ T

OKİ Doğanbey Mahallesi halkı bir süredir mahallelerinde ilk ve ortaokul talebiyle imza kampanyası yürütüyordu. Mahalleliler 13 Mayıs’ta topladıkları imzaları İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bir eylem yaparak teslim etti. Mahalleliler okulun yanı sıra bölgelerinde sağlık ocağı da bulunmadığını belirtti.

2008 yılında başlayan kentsel dönüşüm çalışmaları sonrasında okulsuz ve sağlık ocaksız kaldıklarını söyleyen mahalleliler 800 hanenin ve 10 bin nüfusun bulunduğu mahallede ilkokul ve ortaokul bulunmadığı için çocukların uzak bölgelerdeki okullara gitmek zorunda kaldığını söylüyor.

Mersin Liman›’nda ele geçirilen pirinçler incelemeye al›nd›. ‹nceleme sonunda iki GDO ›rk›n› birden içerdi¤i tespit edildi. Ama elbette bilimsel sonuçlar hükümeti ikna etmeye yetmedi. Üstelik bilim insanlar› halk› ikna edebilir flüphesiyle bask› alt›na al›nmaya çal›fl›ld›. Pirinçlere iliflkin yap›lan incelelemelerin merkez sorumlusu Doç Dr. Alper Tunga Akarsubafl›’na ‹TÜ yönetimi soruflturma açt›. G›da Tar›m ve Hayvanc›l›k Bakan› Mehdi Eker de GDO’lu pirinçleri yukardaki gibi savundu. “Bulaflmay› Amerikal›lar yapmad› ki zaten. Pirinç GDO’lu de¤il çeltik GDO’ludur. Çelti¤i soyup kabu¤unu att›ktan sonra zaten GDO diye bir fley kalm›yor ki. ‹nsanlar çeltik yiyemez zaten. Dolay›s›yla bulafl›kl›k zaten ortadan kalk›yor. Bunda as›l konu pirinç. GDO’lu pirinç yok. Kabu¤u olan çeltikte varsa o da soyulduktan sonra bir fley kalm›yor... Bu gün içti¤imiz suda arsenik var ama yaz›lmaz üzerinde fliflenin. Yani bir tolerans var, insan›n da vücudunun zehire ihtiyac› var.” Yap›lmas› gereken tek ifl kald› o da; bakan›n kameralar karfl›s›nda öve öve pilav yemesi...


7

KENT 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

‘‹BB elini çay›r›mdan çek’ Kadıköy’deki Kuşdili Çayırı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından AVM yapılmasına karşı Kadıköy halkı 10 Mayıs'ta yürüdü. Eylemde Kuşdili Çayırı’nın İstanbul’da kalan son deprem çadır alanı olduğuna ve AVM yapılmasının bir felaket olacağına dikkat çekildi.

‹ETT’den gizli zam! 'Engellilerin ötekilefltirilmesine hay›r' Diyarbakır Engelliler Meclisi, "Engellilerin ötekileştirilmesine hayır" demek için Bağlar Belediyesi Evdalê Zeynikê Engelsiz Yaşam Parkı'nda basın açıklaması yaptı. Açıklamada, toplumda engellilere dönük gelenekselleşmiş, bilim dışı görüş ve yorumların değişmesi için toplumun eğitilmesi istendi.

İETT'nin yaptığı açıklamaya göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi’nin kararı gereğince 1 Mayıs 2013 tarihinden itibaren toplu taşıma araçlarında kullanılan “Aylık Mavi Akbil”e 155 TL ücret karşılığında 180 geçiş hakkı verildi. Bu hak daha önce 200'dü. Böylece aylık mavi kart kullananlara yüzde 10'luk bir gizli zam yapılmış oldu.

Halkın hakları için halkçı yerel yönetim TÜRKAN KARAKUfi

H

alkevleri 2014’teki yerel seçimler için hazırlıklara başladı. 12 Mayıs'ta Ankara’da yapılan Yerel Yönetimler Forumu’nda kadınlar, işçiler, engelliler, akademisyenler ve yerel yönetimlerin temsilcileri bir araya geldi. Açılış konuşmasını Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy yaptı. Hatay Reyhanlı’daki patlamada hayatını kaybedenlerin acılarını paylaştıklarını belirterek konuşmasına başlayan Oya Ersoy, “Bugün yaşadıklarımızın sorumlusu AKP iktidarı ve onların savaşçı, kirli politikalarıdır” dedi. “Suriye ve bölge halkları üzerinde oynanan emperyalist politikalara son verilmelidir” diyen Ersoy, Davutoğlu’nu istifaya çağırdı. ‘AKP’Y‹ TAR‹HE GÖMMEK ‹Ç‹N ÇALIfiACA⁄IZ’ Önümüzdeki süreçte yapılacak olan yerel seçimlerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve genel seçimleri etkileyeceğini vurgulayan Oya Ersoy, “Bizler için yerel yönetimler sadece kazanmak demek değildir. Siyasal hedeflerimiz doğrultusunda çalışmalar yapmak zorundayız. AKP’yi tarihe gömmek için çalışacağız” dedi. AKP’nin ülkeyi 11 yıldır tek başına yönettiğini ancak işe belediyeler ile başladığını, 19 yıldır da İstanbul Belediyesi’ni yönettiğini ifade eden Ersoy, Ankara ve İstanbul’daki AKP’li belediyelere karşı verilen mücadeleyi hatırlattı. Ersoy, Ankaralıların Melih Gökçek’i Dikmen Vadisi’nden, metro turnikelerinden, otobüs kuyruklarından, aklanan kara paralardan tanıdığını vurguladı. AKP için kentlerin rant alanı ve kentlerde yaşayanların da müşteri olduğunu vurgulayan Oya Ersoy, “Biz halkız. Halkçı yerel yönetim istiyoruz. Kentte yapılacak her dönüşümün halkın kararları ile halk yararına yapılmasını istiyoruz” dedi. Forumun ilk iki oturumunda “Neoliberalizm ve Belediyecilik”, “Çevre

Ülkenin dört bir yanında yerel seçim hazırlıklarına başlayan Halkevleri, halkçı yerel yönetimlerin garantisi olan halkın hakları mücadelesini yükseltme çağrısı yaptı

ve Şehircilik Bakanlığı Üzerinde Yeni Rejim Okuması”, “Kürt Hareketini Temsil Eden Partilerin Belediyelerinde Sosyal Belediyecilik Uygulamaları ve Sonuçları: Diyarbakır Örneği”, “Belediye Hizmetlerinin Taşeronlaştırılması” başlıklarında akademisyenler ve uzmanlar sunumlar yaptı. Her oturum sonunda tartışmalar yapıldı.

SÖZ MÜCADELEN‹N Forumun son bölümünde Türkiye’nin dört bir tarafında barınmadan, ulaşıma pek çok hak mücadelesi başlığına dair deneyimler, “Neoliberal dönemde halkçı yerel yönetim mümkün mü?” sorusuna ışık tuttu. Ulaşım hakkı mücadelesine dair deneyimleri paylaşan Korkmaz Aslan, kentsel dönüşümlerle birlikte yolların ve ulaşım biçim-

lerinin de değiştiğini belirtti. AKP’nin kente yönelik saldırılarının sadece sermaye saldırısı olmadığını, rejim değişikliği olduğunu vurgulayan Çiğdem Çidamlı, “Bir süre sonra İstanbul tanınmaz hale gelecek. O nedenle kent hakkı dediğimiz, emekçilerin eşit, insanca yaşayabilmesidir. Beşiktaş’ta 7 saat boyunca direnenler, İstanbul’u haramilere yem etmeyecek bir mücadele örgütle-

yecektir” dedi. Engelli haklarını kürsüye taşıyan Erhan Akkaya çevre, ulaşım gibi düzenlemelerde engellilerin dikkate alınmadığını belirterek engellilerin vitrin olarak yerel yönetimlere alındığını ifade etti. Hopa Kemalpaşa muhtarı Şenol Çelik omuz omuza verilen mücadeleyle yaşam alanlarına sahip çıktıklarını ve bölgelerine HES’leri kurdurtmadıklarını söyledi. Mamak Belediye Meclis üyesi Yusuf Sağlık halkın taleplerini sokakta verdikleri mücadelenin gücüyle meclis salonlarında kabul ettirdiklerini ifade etti. KADIN MECL‹SLER‹YLE YEREL YÖNET‹MLERE Kürsüde kreş ve şiddete karşı mücadele deneyimlerini aktaran kadınlar, yerel yönetimlerde kadınların kurucu bir özne olduğunu belirtti. Dikmen'de Çankaya Belediyesi’nin kapısını arşınlayarak kreş hakkını kazanan kadınlar 2014 yerel seçimlerinde kadınların en önemli taleplerinden birinin kreş olacağını ifade etti. Kocası tarafından katledilen Zülfü için eylemler düzenleyen ve Zülfü’nün adını mahalledeki parka veren Mamaklı kadınlar adına Sıla Uzunpınar, kadına yönelik şiddete karşı sürdürdükleri mücadeleyi tüm kentte yayacaklarını belirtti. Dilşat Aktaş’ta “Halkevci Kadınlar yerel yönetimlerde kadın meclisleri oluşturarak, belediye başkanlıklarına kadınların taleplerinin hayata geçmesini dayatacaktır” dedi. Forumun sonuç bildirgesini Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay okudu. "AKP’nin karşısında parolamız 'Halkın hakları için halkçı yerel yönetim' olacaktır" diyen Günay, en küçük yerel birimden ülke düzeyinde halk örgütlülüklerini yaratma hedefiyle yerel yönetim stratejisi kuracaklarını dile getirdi. Günay, barınma, ulaşım, çevre mücadelelerinin ve örgütlenmelerinin yaygınlaştırılmasının başat hedef olduğunu söylediği konuşmasında, meclislerin halkçı yerel yönetimlerin işletilmesinin güvencesi olduğunu kaydetti.

Sermayenin kentine karşı emeğin kenti Forumun en önemli bafll›klar›ndan biri, AKP’nin kentsel dönüflüm politikalar›na karfl› verilen mücadeleydi. Kutay Meriç; Büyükflehir, Afet, Yabanc›lara Toprak Mülkiyeti, 2B yasalar›yla toprak rant›n›n hareketlendirilerek iç ekonominin canland›r›lmak istendi¤ini söyledi. Meriç; Dikmen, Polatl›, Kartaltepe, Kepez, Aksu Köyü gibi deneyimlerden örnekler verdi. Dikmen Vadisi’nde yürüttükleri 8 y›ll›k direniflin sadece bar›nma hakk› de¤il, topyekûn bir haklar mücadelesi oldu¤unu ifade eden Dikmen Vadisi Bar›nma Hakk› Meclisi’nden Tar›k Çal›flkan,

Vadi’ye düzenlenen son silahl› sald›r›da halk›n silahlar›n üzerine yürüyor olmas›n›n, yeni döneme iliflkin önemli ipuçlar› tafl›d›¤›n› kaydetti. Mamak Dostlar Mahallesi’nden Hüsnü Akkufl, AKP'lilerin bar›nma hakk› mücadelesi karfl›s›nda yer yer yelkenleri indirdi¤ini söyledi. Akkufl, mahallelerindeki Bar›fl Park› ve kütüphane deneyimlerini sundu. Forumda, bar›nma hakk› mücadelesi yürütürken tutuklanan Dikmen Vadisi sakini ‹brahim Seven’e sloganlarla selam gönderildi.

Ümraniyeliler barınma hakkı için yol kesti 2B Yasası, özel proje alanı, mahkemelik alan gibi sorunlar nedeniyle sokağa dökülen Ümraniyeliler, 12 Mayıs'taki eylemde caddeyi çift yönlü trafiğe kapattı yaptı. Yaklaşık bir saat süren yol kesme eyleminde mahalleliler "Barınma hakkımız engellenemez" diye haykırdı.

MEHTAP MET‹NO⁄LU

2B

Yasası nedeniyle istenen yüksek rayiç bedelini ödeyemeyen, evlerinin arazileri TOKİ’ye peşkeş çekilmek istenen Ümraniyeliler, 12 Mayıs'ta eylem yaptı. Ümraniye Tepeüstü durağından toplanan mahalleliler, IKEA mağazası önüne yürüdü. Mahalle temsilcilerinden Bekir Yılmaz alanda yaptığı konuşmasında, “Biz hakkımızı alana kadar bu eylemimize ve direnişimize devam edeceğiz. Bizler Türkiye’nin çeşitli illerinden geldik. Dün birbirimizi tanımazken bugün alanlarda omuz omuza verdik” dedi. Yılmaz’ın konuşmasının ardından basın açıklaması yapıldı. Tüm mahalleler adına basın açıklamasını yapan Gülseren Doğan, Reyhanlı'daki patlamayı kınayarak konuşmaya başladı. "B‹Z‹ YER‹M‹ZDEN EDEMEZLER" Doğan, “Biz kuş uçmaz, kervan geçmez bu yerleri yaşanabilir hale getirmek için çoluğumuzun çocuğumuzun kursağından keserek bugünü var ettik. Şimdi karşımıza 2B Yasası, özel proje alanı, mahkemelik alan gibi sorunlar çıkarıyorlar, yarın da kentsel dönüşümü çıkaracaklar” dedi. Doğan, rant peşinde koşan AKP’nin, rantsal dönüşüm adı altında Ümraniyelileri yerinden sürmek istediğine dikkat çekti. Bayraktar’ın bu sorunu

çözeceğine dair sözünü hatırlatan Doğan, 2B rayiç bedellerini, özel proje ve mahkemelik alanları kabul etmediklerini vurguladı. “Bizi yerimizden etmek istiyorlar. Bir birlik olacağız, güçlerimizi birleştireceğiz ve bu yağmaya karşı çıkacağız" diyen Doğan, yasa geri çekilene kadar direneceklerini ve eninde sonunda kazanacaklarını vurguladı. Basın

açıklamasının ardından mahalleliler dağılmadı. Antalya'nın 2B mücadelesinde sık sık yapılan yol kesme eylemini bu kez Ümraniyeliler yaptı. Mahalleliler caddeyi çift yönlü trafiğe kapattı. Mahallelilerin önüne barikat kuran polis, kalabalığı dağıtamaya çalıştı. Ancak mahalleliler dağılmamakta kararlıydı. Cadde üzerinde sloganlar atan mahalleliler, oturma eylemi

TOMA ‹LE KARfiI KARfiIYA Ümraniyelileri dağıtamayan polis, mahallelilerin karşısına TOMA getirdi. Bir kadın, “Buraya da mı gaz sıkacaksınız!” diyerek tepki gösterdi. 40 yıldır Ümraniye’de yaşadıklarını söyleyen mahalleliler, haklarını aradıkları için TOMA ve polis barikatıyla karşı karşıya getirildiklerini vurguladı. “BÜYÜK ÜMRAN‹YE M‹T‹NG‹’DE GÖRÜfiMEK ÜZERE” Mahalleliler Ümraniye’nin göbeğinde tüm kurum ve kuruluşların destek verdiği "Büyük Ümraniye Mitingi'nde" tekrar bir araya gelmek üzere sözleşti.


8

EMEK 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Grev iflvereni korkutur ama ‘yasal’ olmayan› rev işçi sınıfı mücadelesi tarihinde sihirli bir sözcüktür. İşçi sınıfının “üretimden gelen gücü” dendiğinde grev akla gelir. Grev emek ve sermayenin çıplak biçimde karşı karşıya geldiği bir durumu ifade eder… Ülkemizde grev daha çok yasalarla tanımlanmış “yasal grev” için kullanıldı. Yani bir sendikanın bir işyerinde örgütlenmesi ve yetki almasını takiben işçi ve patron tarafının karşı karşıya gelerek bir sözleşme yürütmeye başlaması ve bu sözleşmede anlaşmazlığa düşmüş olması halini ifade eder… Bu şekilde işleyen bir grevin bazı istisnalar hariç, epeyce bir zamandır olmadığını biliyoruz. Kuşkusuz bunun sebebi zaten küçük bir azınlık olan sendikalı işçilerin yürüttükleri toplu sözleşmelerden memnuniyetle ayrılması değil. İşçi sınıfı ve onun sendikal örgütlerinin böylesi bir mücadelenin altına girebilecek ideolojik-örgütsel donanımdan yoksun olması kuşkusuz esas sebep. İkincil sebep ise mevcut yasaların grev yapılmasını neredeyse imkansız hale getirmesi. Tufan Sendikalar ve işçiler patronun Sertlek önlerine koyduğu şartları üç aşağı beş yukarı kabul etmek Dev Sa¤l›k-‹fl zorunda hissediyor kendini. Yönetim Kurulu İşverenlerin sendikaların “grev” tehdidinden eskisi kadar çekinmiyor ve işçilere ciddi zararlar verecek teklifleri hiç çekinmeden sunabiliyor; sonuçta sözleşmeler tıkanıyor. Havacılık ve metal sektöründeki sözleşmelerin tıkanmasıyla grev ilan edilmesi önümüzdeki günlerde öyle ya da böyle grev konusunun konuşulacağını gösteriyor. Grevin yasal boyutu kuşkusuz önemli olmakla birlikte işçi sınıfının yasal güvenceden bağımsız olarak kendi öz gücüne güvenerek bir mücadeleye hazırlanması “grev” tartışmasının en önemli boyutu olsa gerek. 1980 öncesi toplumsal mücadelenin güçlü bir parçası olarak örgütlenen ve büyük bir coşkuyla, kutlamalarla girilen grev süreçlerini sonraki dönemlerde hepimizin bildiği nedenlerden dolayı göremedik. 1980 öncesi grevlerin büyük çoğunluğu yasal çerçevede yapılmış olsa bile sınıf ideolojinin toplumsal hegemonyası sayesinde bu mücadeleler daha başlar başlamaz bir işyerine veya iş koluna özel hak mücadelesi olmaktan çıkar genel bir mücadelenin parçası haline gelirdi. Zira o süreç daha grev yasası bile yokken “yasa dışı grev” yapmış ve grev yasasının çıkartılmasını sağlamış bir sınıf mücadelesinin devamıydı… Bugün gelinen süreçte emek ve sermaye arasındaki bu çıplak karşı karşıya gelişleri sadece işyeri-işkolu bazında bir hak mücadelesi olarak görmek ve en önemlisi yasalara bağlı kalarak örgütlemenin ve başarılı olmanın imkanı olmadığının bir kez daha altını çizmemiz gerekiyor. Hava İş belki son süreçte hiç durmaksızın bir mücadele pratiğini sürdürdüğü ve teslim olmadığı için bu mücadeleden kazanımlarla çıkabilir. Ya da geçtiğimiz dönem MESS sözleşmelerinde olduğu gibi ciddi mücadele deneyimlerine sahip, kararlılığını bütün örgüte yayabilmiş bir Birleşik Metal İş bu tür süreçleri kaldırabilir… Ancak daha grev lafı ağza alındığında “uzun sürerse nasıl dayanırız, imkanlarımız sınırlı” diye devam edilen konuşmalarla grevi bir sınıf mücadelesi olarak örgütlemek mümkün değildir… Üretimin bu kadar küçük parçalara bölündüğü, güvencesiz (sendikasız) çalışmanın esas çalışma biçimi haline geldiği, yeniden üretim alanlarının piyasalaştırıldığı bir dönemsel süreçte grev diye tabir ettiğimiz işçi sınıfının “üretimden gelen gücünü kullanması” sadece “yasal grev”le sınırlandırılamaz. Üretimden gelen güç, işçi sınıfının her şeyidir. O’nu kullanma tehdidi olmadan ya da gerçekleştirmeden sermaye sınıfına karşı bir mücadeleyi kazanma imkanı yoktur. Bu nedenle işçi sınıfı bu silahını etkili biçimde kullanma yollarını öğrenmek durumundadır. Bunun yolunun “yasal grev” olmadığını bilerek başlamamız gerekiyor öğrenmeye… Üretmeme hakkının işçilerin en doğal hakkı olduğu bilincinin ve pratiğinin yaygınlaştığı ve bu pratiği sadece çalışanlarla değil artık emek süreçlerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş işsizler ve sosyal hak mücadelesinin taraflarıyla birlikte örmeye başlandığı yeni bir mücadele süreciyle “grev” gerçek anlamını bulabilecektir. Bir başka deyişle yeni dönem “işçi grevleri” değil “halk grevleri” şeklinde örgütlenmeyi beklemektedir.

G

Engelleme mevsimi Jandarma, mevsimlik tarım işçilerine sağlık taraması yapmak isteyen üniversitelileri engelledi, çünkü toplumsal muhalefetin bu işçilerle buluşması iktidar için tehlikeliydi yorsa yapıyor.

ALP TEK‹N BABAÇ

A

dana’nın Tuzla İlçesi’ne bağlı Karagöçer Köyü’nde bir grup genç, 5 Mayıs günü jandarma tarafından engellendi. Gençler tıp fakültesi öğrencisiydi ve sağlık taraması yapmak istiyordu. Mevsimlik tarım işçilerinin sağlıkçıyla buluşmasını engelleyen jandarmanın gerekçesi hazırdı, emir kuluydu ve emir validen gelmişti. ‘SA⁄LIK VE ÇALIfiMA fiARTLARI ‹LE ‹LG‹L‹ SORU SORMAYIN’ Adana Tabip Odası Başkanı Ali İhsan Ökten; kan şekeri ölçümü, ağız diş sağlığı taraması, çocukların yaşlarına göre normal beslenip beslenmediğini kontrol etmek, hastalıkları olup olmadığına bakmak ve sağlık eğitimi vermek için bölgeye gittiğini belirtti. Öğrencilerden Rojda, sağlık taraması için değil seyahat etmek için dahi jandarmadan izin çıkmadığını geçen sene de engellemeyle karşılaştıklarını, jandarmanın “Size refakat ederiz ama orada sosyal sağlık ve çalışma koşulları hakkında tek bir soru soramazsınız” dediğini aktardı. 2011 senesinde benzer bir durum Bursa’da üniversite öğrencilerinin başına gelmişti. Bu

GÜVENL‹K SORUNU 6-7 Nisan’da gerçekleştirilen Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nda, devletin Kürt mevsimlik tarım işçilerine “güvenlik sorunu” olarak baktığı ortaya konulmuştu. Karadeniz’de fındık toplamaya giden tarım işçileri kent girişlerinde bataklık kenarına kurulan çadırlarda barındırılıyor, işçilere çadırkentin giriş ve çıkışlarında kimlik kontrolü yapılıyor. Günlük 25 liraya çalıştırılan yüz binlerce tarım işçisi yasalara göre işçi sayılmıyor. İş güvencesi olmayan Kürt mevsimlik tarım işçileri, valiliklerin talimatları sonucu kentteki toplu yaşama alınmadıkları için yerli halkla hiçbir ilişkileri olmuyor, bu durum mevsimlik tarım işçilerini ırkçı saldırıların ve linç girişimlerinin hedefi haline getiriyor.

sefer mevsimlik tarım işçilerinin çocuklarına eğitim vermek isteyen Öğrenci Kolektifi üyeleri valilik ve milli eğitim müdürlüğü engeline takılmıştı. Öğrencilerin aldığı yanıt “Biz gerekeni yapıyoruz sizin bir şey yapmanıza gerek yok” olmuştu.

‘Ö⁄RENC‹ MEVS‹ML‹K TARIM ‹fiÇ‹S‹ BULUfiMASIN’ Öğrencilerin jandarma tarafından engellenmesi ve engellenen etkinliğin bir sağlık taraması veya eğitim faaliyeti olması engellemenin amacını sorgulatıyor. Toplumsal muhalefetin

önemli bileşenlerinden üniversitelilerin, potansiyel bir güç olan mevsimlik tarım işçileriyle buluşması devleti endişelendiriyor. Mevsimlik tarım işçilerini üniversitelilerin eğitim ve sağlık hizmeti vermesinden koruyan devlet bu işçilerin emeğinin ucuzlatılması için de ne gereki-

HEM KÜRT HEM ‹fiÇ‹, ÜSTEL‹K MAVS‹ML‹K TARIM ‹fiÇ‹S‹ Mevsimlik tarım işçileri üzerindeki bu baskının bir sonucu da çoğu zaman toprak sahibinin Kürt mevsimlik tarım işçilerine paralarını vermemesi. Kürt oldukları için baskıya ırkçı baskıya maruz kalan işçiler ayrıca ekonomik şiddete de maruz kalıyor.

AKP: ‘İşçi dava açmasın’ A

KP hükümeti, işten çıkarılan işçilerin dava açmasını engelleyecek bir yasa değişikliği taslağı hazırladı. Taslağa göre uyuşmazlıklara mahkeme değil hakem heyeti bakacak. Gerekçe de hazır: “Çok fazla dava var.” Yargıtay 23. Daire’deki işe iade davalarının dairedeki toplam davaların yüzde 46’sı olduğu ifade ediliyor. İşe iade davaları işçilerin haksız bir şekilde işten çıkarıldığını iddia etmesiyle başlıyor. Dava oranındaki fazlalık aslında hukuksuz işten çıkarmalara işaret

Sermayedarlar ‘işe iade davaları hep işçi lehine’ dedi, AKP işçilere işe iade davasını yasaklamaya çalışıyor ediyor. Taslağa göre işten çıkarılan işçiler, dava açamayacak onun yerine il ve ilçelerde kurulacak İş ve Sosyal Güvenlik Uyuşmazlıkları Hakem Heyeti’ne başvuracak. Heyet işçilere meydanları yasaklayan vali ve kaymakamlar tarafından, şirketlere işten çıkarma taktikleri veren Çalışma Bakanlığı bürokratlarından seçilecek dört ve barodan

seçilecek bir üye olmak üzere beş kişiden oluşacak. Heyet, miktarı ve değeri 5 bin liranın altında olan uyuşmazlıklara bakacak ve başvuruya ilişkin kararını 3 ay içinde verecek. Taraflar, heyetin kararlarına 2 hafta içinde İş Mahkemesi’nde itiraz edebilecek, itiraz kararın icrasını durdurmayacak. Mahkeme, duruşma yapılmasına gerek olup ol-

madığını takdir edecek. Gerek görülmeyen hallerde mahkeme, 2 hafta içinde kararını verecek. İtiraz üzerine mahkemenin vereceği karar kesin olacak. İş Mahkemeleri Kanunu’nun adı değiştirilerek “İş Mahkemeleri, İş ve Sosyal Güvenlik Uyuşmazlıkları Hakem Heyetleri Kanunu” olacak. Bakanlıklar, taslak çalışmalarını “iş mahkemelerinde görülen iş ve sosyal güvenlik hukukundan kaynaklı uyuşmazlıkların daha kısa sürede ve daha az masrafla çözümlenmesi” gerekçesiyle başlattı.

Hava-İş: ‘O parmak inecek!’ T

HY ile Hava-İş arasındaki 24. Dönem Toplu İş Sözleşmesi’nde anlaşmazlık çıkması üzerine Hava-İş grev ilan etti; THY Yönetimi’nin “huzuru” bozuldu. Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu, 12 Mayıs günü işçilere “huzuru bozmayın” çağrısı yaptı. Topçu, grev kararının asıldığı 10 Nisan’dan bu yana grevi engellemeye

Hamdi Topçu

İBB: ‘KESK’li müdür istemeyiz’ İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İETT Genel Müdürlüğü bünyesinde müdür olarak atanan bir kamu emekçisi dört gün sonra Tüm Bel-Sen üyesi olduğu için görevinden alındı. İsmini vermek istemeyen kamu emekçisi, Tüm Bel-Sen’e üye olduğunun öğrenilmesi üzerine İETT Abone İşleri Daire Başkanı Murat Büyükçe tarafından odasına çağrıldı. “Biz seni müdür olarak atadık ama kurumda yönetimin desteklediği sendika var. Sen bu sendikaya değil muhalif sendikaya üye olmuşsun. Nasıl yapabiliriz?” dedi ve 9 Mayıs günü kamu emekçisini görevinden aldı, Strateji Daire Başkanlığına sürgün etti.

çalıştı. THY Yönetimi işçilere yalanlarla dolu mesajlar, epostalar gönderdi; yetmedi ,“Kesinlikle haklar korunacak” diye başlayan “Ücret zammı vereceğiz” diye devam eden ve “Çalışanlarımıza güvenimiz tamdır” denilerek bitirilen açıklamalar yaptı. THY, sendika üyesi olmayan işçilerin sözleşmeden yararlanacağı yalanını 10 Nisan’dan beri söylüyor hatta geçmiş dönemdeki sözleşmelerde hak kaybı olmadı-

ğını iddia etti. Oysa 23. Dönem Toplu İş Sözleşmesi sürecini 17 ay uzatan THY yönetimi, çalışanlara sus payı olarak verdiği yüzde 6'lık farkı sendika üyesi olmayan çalışanların bir sonraki maaşlarından kesmişti. Buna gerekçe olarak “toplu iş sözleşmesinden faydalanamayacaklarını” göstermişti. Topçu başta olmak üzere THY yönetimi ve medyanın Hava-İş üyelerine yönelik kara propagandasına rağmen “Ya 305 girecek ya şalter inecek” diyen Hava-İş, greve çıktı.

TİS’i bırak direnişe bak M

etal işkolunun iki büyük sendikası toplu sözleşme düzenekleriyle uğraşırken sendikasız metal işçileri direnerek kazandı. Ankara Gürkon Çelik’te maaşları verilmeyen ve sendikasız işçiler 2 Mayıs günü direnişe geçti. Patronun tüm tehditlerine rağmen geri adım atmayan işçiler 4 Mayıs günü kazanıma ulaştı. MESS grup toplu iş sözleşmeleri sürecinde anlaşmazlık çıkması üzerine, Türk Metal 6 Mayıs günü grev kararı aldı. Birleşik Metal-İş de “3 Haziran’da birlikte greve çıkalım” dedi. Grevin amacı üyelerin yönetime olan tepkisini azaltmak. Bir önceki sözleşme sürecinde MESS ile anlaşmanın bedelini Bosch örgütlenmesini kaybederek ödeyen Türk Metal, sürecin başında birçok işyerinde kendi üyeleri tarafından da protesto edilmişti. Türk Metal ile MESS yönetiminin ortak şirketleri olduğu düşünüldüğünde Türk Metal’in grevinin, Birleşik Metal-İş öncülüğünde gerçekleşecek olası bir grevi önleme amacı taşıdığı ihtimali de güçleniyor.

Ücretsiz ‘Show’ Show TV’de dört aydır maaşlarını alamayan çalışanlar, sorunlarına bir de yemekhane krizi eklendi. Yaşadıkları sorunlar karşısında dilekçe toplayan çalışanlar yakın zamanda yapılan yemekhane ihalesinin ardından beş çeşit çıkan yemek üç çeşide düşerken yemek kalitesinin de azaldığını söylüyor. Basın sektörü keyfi işten çıkarmaların, ücret ödememe ya da ücret

düşürme uygulamalarının en kolay uygulandığı sektörlerin başında geliyor. Sendikalaşma oranının en düşük olduğu üç sektörden biri olan basında, sendikasız çalışanların işveren karşısında herhangi bir savunma aracı bulunmuyor. Sendikalar kanununun değişmesi ile matbaaların yanı sıra gazetecilik alanında da örgütlenmeye başlayan DİSK Basın İş, gazetecileri hakları için örgütlenmeye çağırıyor.

5 ton kömüre bin lira Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK), toplu iş sözleşmesinde parça başı çalıştırma teklifinde bulundu. TTK’nin teklifine göre işçiler çıkardıkları kömür başına ücretlendirilecek. TTK’nin önerisine göre, günde bir ton kömür çıkaran işçi ay sonunda maaşına ek olarak 200 lira alacak.

Üretimi artırmak için başvurulan bu yönteme kaçak maden ocaklarında sıklıkla rastlanıyor. İşveren tarafından daha fazla kömür çıkarmaya zorlanan işçi, silikonyum tozuna çok daha fazla maruz kalıyor ve ciddi akciğer hastalıklarına yakalanıyor.


9

SERMAYE 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Üste para vermişler

Tayyip attığı imzayı unuttu

T

ürkiye Elektrik Dağıtım Genel Müdürlüğü’nün Çoruh, Fırat, Yeşilırmak ve Meram Elektrik Dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinin ardından bu kurumlardan alması gereken kaynakları almadığı, üste para verdiği ortaya çıktı. Şirketler, verdikleri paranın fazlasını aynı yıl geri almışlar.

Milyonlarca ağac ı katl edecekler

T

ürkiye’yi 10 yıl önce IMF’ye olan 23,5 milyon dolar borçla devraldıklarını ve o günden bu güne stand-by anlaşması yapılmadığını iddia eden Tayyip Erdoğan, Kasım 2005’te altına imza attığı stand-by anlaşmasını ve Türkiye’nin toplam burcunun arttığını “unuttu”.

Üçüncü havaliman›n›n yap›laca¤› bölgenin yüzde 80’i orman alan›. ‹nflaat s›ras›nda en az 657 bin a¤aç kesilecek. Yollar ve di¤er ek tesislerle bu say›n›n 2 mil yona kadar ç›kmas› bekleniyor. Ayr›ca ‹stanbul’un içme suyunu sa¤ layan dereler kuruyacak ve ekolojik sistem geri dönüflsüz bir biçimde tahrip olacak.

Üçüncü havaliman› ihalesene alan ortaklar, ihale sonras› böyle poz verdi.

Barbarlar kuzey ormanlarında Üçüncü havalimanı ihalesini alan şirketlerin sicili, yolsuzlukla, iş cinayetleriyle ve doğa katliamlarıyla dolu UMAR KARATEPE

İ

MNG: Yaptıkları yapacaklarının teminatı Havaliman› ihalesini alan ortaklardan MNG’nin do¤a düflmanl›¤›n›n simge olaylar›ndan biri de Mu¤la'n›n Pina Yar›madas›'nda 2008 y›l›nda yafland›. Güllük Körfezi’ndeki Pina Yar›madas›’nda 85 dönüm orman arazisini, 1200 kiflilik lüks otel yapmak üzere 49 y›ll›¤›na kiralayan MNG Holding, imar kanununa ayk›r› biçimde 8 kat inflaat izni ald›. Bu da yetmedi yar›mada etraf›na 45 metre geniflli¤inde, 1200 metre uzunlu¤unda deniz dolgusu yapt›, hem de hiçbir izin

almad›. Konunun bas›nda yer almas› üzerine flantiye müdürü "‹znimiz henüz yok. Ama nas›l olsa al›r›z. Cezas›n› da öderiz" dedi ve dedi¤i de ç›kt›. ‹ki defada toplam 23 bin TL ceza ödenerek yasad›fl› inflaat sürdürüldü ve izin sonradan ç›kt›. Ancak daha izin ç›kmadan MNG, “turizme yapt›¤› katk›lardan dolay›” Milas Kaymakam›’ndan ödül ald›. Kaymakam bas›n›n sorular› üzerine, “Bu flirketin yasad›fl› ifllerinin karfl›s›nda olmaya devam edece¤iz. Yasal çal›flmalar›n›n da yan›nday›z” dedi.

stanbul’un oksijen kaynaklarının yanı sıra su kaynaklarını da yok edecek üçüncü havalimanının ihalesini 22,1 milyar Euro’yla LimakKolin-Cengiz-MaPa-Kalyon Ortak Girişim Grubu (Konsorsiyum) kazandı. İhaleyi kazanan ortakların eşit paya sahip olacakları bildirildi; ancak bugüne kadar çok sayıda ortaklığa imza atan Limak-KolinCengiz üçlüsünün ve MNG’ye ait MaPa’nın daha belirleyici olması bekleniyor. Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir ihaleden sonra yaptığı açıklamada, tamamen Türk firmalarından oluşan bir konsorsiyum olarak bu ihaleyi almalarından duyduğu kıvancı anlatırken millici duyguları okşadı. Ancak bu ortakların bugüne kadar yaptıkları tam anlamıyla “halk düşmanı” sıfatına layık olduklarını gösteriyor. Havalimanı ihalesini alan şirketler, iş cinayetleriyle, yolsuzluklarla adlarından söz ettirdiler; benzeri doğa katliamlarıyla da ün yaptılar. KÖYLERE TEL ÖRGÜ Limak, Türkiye’nin pek çok yerinde doğayı ve halkın geçim olanaklarını yok eden HES inşaatlarını üstlenen bir firma. Dersim’de Limak’ın Peri Suyu üzerinde inşa ettiği HES projesine direnen köylüler defalarca jandarma tarafından saldırıya uğradı. Bölge halkının tepkilerinden korkan Limak, köyler arasına ve şantiye sahasına telörgü çekti. Direnişteki köylülerin bulunduğu orman yakıldı. Bölgede HES inşaatına direnen köylülere saldırılarda bulunan “özel güvenlik” görevlileri “özel paramiliter ordu” gibi çalıştı. Dersim’deki bu barajda çalışan işçiler Ocak 2011’de “örgüt üyesi olduğu” gerekçesiyle işten çıkarıldı. İşten çıkarılanların tamamı barajın etrafındaki köylerde yaşayan ve HES projesinin yapılması nedeniyle bağlarını-bahçelerini kaybeden insanlardı. Onları susturmak için işe alan Limak, bir süre sonra da kapıyı gösterdiğinde artık HES faaliyete geçmiş, köylüler topraklarını kaybetmişti. Limak’ın doğayı tahrip eden inşaatlarından en önemlilerinden biri de Karadeniz sahil yolunun

Orman yakanlar, doğayı çitleyenler, Karadeniz’i sellere mahkum edenler şimdi İstanbul’un kuzey ormanlarında Giresun bölümü. Limak’ın yaptığı yol, kentin sele kapılmasının en önemli nedenlerinden biri olarak gösterilmişti. Konsorsiyumun diğer ortağı Cengiz Holding’in Alarko ile birlikte Çanakkale Karabiga’da kurmayı planladığı termik santral de bölge halkının direnişiyle karşılaşıyor. Cengizler de Limak gibi Karadeniz Otoyolu ile bölgenin doğal güzelliklerine büyük zarar verdi. MNG’N‹N YANGINLARI İhaleyi kazanan ortaklardan biri olan MEPA, MNG Holding’e bağlı bir şirket. MNG orman katliamı konusundan uzmanlaşmış bir holding. MNG, 1999 yılında Antalya'da kendisine ait Topkapı Palace isimli otelin arkasındaki ormanlık alanın tahsisi için başvuru yapmış ve bu başvuru reddedilmişti. Ne “tesadüf” ki bir yıl sonra o ormanda yangın çıktı, “orman vasfını yitirmiş” alan daha sonra MNG'ye verildi 2006 yılında da Bodrum'da MNG'nin iki şirketine ormanlıkta otel izni verildi. Bir yıl sonra yangın çıktı. MNG oteller için daha geniş bir alana kavuştu. Bodrumlular yangının üç noktadan aynı anda çıkmasına dikkat çekti ancak Kaymakamlık bir sabotaj izine rastlayamadı. MNG’nin meşhur yangınları ormanlarla sınırlı değil. 2003 yılında Ankara’da, çok özel yangın söndürme sistemlerinin bulunduğu MNG binası yanmıştı. Yangında, devletin kazıklandığı kimi doğalgaz anlaşmalarında MNG holdingin patronunun da pay aldığını ispat edecek olan evraklar da kül olup savruldu. BU DÜNYA ONLARA KALIR MI? Üçüncü havalimanının ihalesini alan Cengiz, Kolin ve Limak, başka bir dizi ihalede de birlikte davranmışlardı. Boğaziçi ve Akdeniz Elektrik dağıtım özelleştirilmesinde ihale bu “üç silahşöre” kalmıştı. Bu üçlünün beraber inşa ettiği Yusufeli Barajı için düzenlenen imza töreninde konuşan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Limak, Kolin ve Cengiz İnşaat’ı överek “Bir gün bütün dünya bizim şantiyemiz olacak” demişti. Üçüncü köprü ihalesiyle bu amaç uğruna bir adım daha atılmış oldu.

Cengiz: İş cinayetlerinde zirve C

engiz Holding iş cinayetleriyle ününe ün katan bir sermaye grubu. Eylül 2004’te Kastamonu’nun Küre ilçesinde yeraltı bakır ocağında çıkan yangında 19 işçi hayatını kabetmişti. Bu madenin sahibi Cengiz Holding’e bağlı CEKA AŞ idi. Kasım 2012’de Samsun’da 6 işçinin hayatını kaybetmesine neden olan iş kazası da Cengiz Holding’e ait Eti Bakır AŞ’de

meydana gelmişti. Yine Cengiz’in inşaa ettiği ait Adana Gökdere Barajı’nda Şubat 2012’de meydana gelen iş kazasında 10 işçi hayatını kaybetmişti. Aralık 2012’de Başbakan Tayyip Erdoğan Cengiz Holding’e ‘istihdama katkılarından dolayı’ ödül verdi. Ödülün verildiği saatlerde Eti Bakır’da kazada ağır yaralanan işçilerden biri daha hayatını kaybetmişti. Ancak Erdoğan’ın

hemşerisi Mehmet ve Cengiz kardeşlere asıl hediyesi basit bir plaket olmadı. Cengizler Seydişehir ve Samsun’da doğalgaz dağıtım ihalelerini aldılar. En önemli vurgun ise Seydişehir Eti Alüminyum Tesisleri’nin satışında yapıldı. Mahkeme neredeyse bedavaya gelen bu özelleştirmede usulsüzlük tespit ederek yürütmeyi durdurma kararı verdi ancak karar uygulanmadı.

NATO vurdukça kazanıyorlar Üçüncü Havaliman› ihalesini alan ortaklardan Limak ve Kolin flirketlerinin varl›¤› emperyalistlerle girdi¤i iflbirli¤ine dayan›yor. NATO ve ABD üslerinin yap›m› ile büyüyen, ‹ncirlik Üssü’nün müteahhidi olan, M‹T ve TSK binalar›n› infla eden bu iki firma, Irak ve Afganistan’da halka ölüm saçan ABD askerlerinin üslerini infla etti. Limak Irak’›n çimento ihtiyac›n›n önemli bir bölümünü karfl›l›yor. AKP hükümetinin Özdemir’e en büyük k›ya¤›, 2003 y›l›nda Tekel’in içki bölümünün haraç mezat özellefltirilmesi oldu. Limak’›n da içinde bulundu¤u konsorsiyum 292 milyon dolara ald›¤› flirketi üç y›l sonra 810 milyon dolara satt›. ‹kinci k›yak ise Cumhurbaflkanl›¤› Muhaf›z Alay› inflaat› ihalesiydi.

2003’teki bu ihalede L‹MAK’›n 1 trilyon liran›n üzerinde haks›z kazanç elde etti¤i iddia edilmiflti. Sabiha Gökçen Havaalan› ihalesini de alan Limak, burada çal›flan iflçileri sendikal› olduklar› için iflten att›. 2012’nin ilk günlerinde bir seferde 550 iflçi at›ld›. Yine Limak’a ba¤l› L‹MKON Meyve Suyu Tesisleri’nde sendikalar›na üye oldu¤u gerekçesiyle 6 iflçi iflten ç›kar›ld›. Limak’›n iflçi k›y›m›ndan bahsederken, ifl cinayetlerini de unutmamak gerekiyor. Siirt’teki Alkumru Baraj›’n›n inflaat› süresince güvenlik önlemlerinin yetersizli¤i nedeniyle 2010 y›l›nda meydana gelen kazalarda 3 iflçi ölmüfl, 18 iflçi yaralanm›flt›. Erzurum ‹spir’deki HES inflaat›nda Nisan 2012’de meydana gelen üç kazada 1 iflçi ölmüfl, 2 iflçi yaralanm›flt›.


10

KİBELE 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

KADINLAR KOCASININ KATLETT‹⁄‹ ZÜLFÜ DAVASI'NIN TAK‹B‹N‹ BIRAKMIYOR

Kadınların baskısı, yargıyı korkuttu Zülfü davasının üçüncü duruşmasına katılmak isteyen kadınlar mahkeme salonuna alınmadı. Nedeni ise, "duruşmanın gidişatını etkileyip baskı altına alıyor” olmaları MEHTAP MET‹NO⁄LU

A

nkara Mamak’taki evinde eşi tarafından katledilen Zülfü'nün 3'üncü duruşması 9 Mayıs'ta yapıldı. Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetinin Mamak’taki simgesi haline gelen Zülfü’nün adına park kuran kadınlar, davaya katılmak üzere adliye önünde buluştu. Yargının kadın cinayetlerini münferit olarak ele aldığını göstermek için kadınlar adliye önüne beyaz pantolonlarla geldi. Çünkü davanın önceki duruşmasında sanık avukatı tahrik unsuru olarak, Zülfü'nün beyaz pantolon giymesini göstermişti. Adliye önünde basın açıklaması yapan Halkevci Kadınlar, “Beyaz pantolon, kırmızı telefon, sofraya konmayan tuz. Cinayetlere gerekçe çok, tahrik değil taammüden cinayet” pankartı taşıdı. Halkevleri Kadın Sekreteri Dilşat Aktaş, “kadınlık görevini yerine getirememe”, “beyaz pantolon tahriki”, “namus” bahaneleri ile işlenen cinayetlerin arkasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, yargı, polis ve erkek egemen sistemin olduğunu söyledi. Aktaş konuşmasında, erkek şiddeti davalarının adli değil politik olduğunu, kayıtlara geçmeyen fakat kadınların hayatlarına doğrudan etkisi olan hukukun uygulanmasını hakim, savcı, sanık avukatlarının ifade alırken sorduğu sorulardan, indirim veya beraat gerekçelerine ve duruşmalarda takındıkları tavra kadar her şeyi deşifre etti. Bakanlığın kadına yönelik şiddeti “aile içi” ile sınırlayarak eski eş cinayetlerini görmezden geldiğini dile getiren Aktaş, erkek egemen sistemin kadın bedeni üzerinden kapalı kapılar ardında ve mahkeme tutanaklarında yeniden üretil-

‘H.‹ için adalet istiyoruz’ Denizli'de yaflayan 15 yafl›ndaki H.‹. akrabas›n›n tecavüzüne u¤rad›. H.‹'nin babas› Ahmet ‹., flubat ay›nda Ahmet Ç›nar hakk›nda flikayetçi oldu. Önce tutuklanan Ç›nar dokuz gün sonra serbest b›rak›ld›. Bunun üzerine Ahmet ‹., "K›z›m için adalet istiyorum" isimli bir platform oluflturarak imza kampanyas› bafllatt›. 7 May›s’taki duruflmadan önce bir mektup yazan H.‹., "fiimdi kendim için adalet istiyorum" dedi. H.‹. mektubunda flöyle seslendi: "Hiç bilmedi¤im bir yasayla o korkutucu gecede yaflad›¤›m fleyin ard›ndan yafl›m›n bir gecede 16-17 oldu¤u, r›zam›n oldu¤unu söyleyen yasalar ve amcalar... Bir gecede büyüdüm demek. Ama benim daha okulum bitmedi, oyunlar›m yar›da kald›. Nas›l büyüttünüz beni? Nas›l karar verdiniz büyüdü¤üme? Boyum da ayn› benim, saç›m da uzamad› ki nas›l büyüdüm ben bir gecede?" 7 May›s’taki duruflmada tecavüzcünün tutuksuz yarg›lanmaya devam etmesi karar› ç›kt›.

diğine dikkat çekti. Zülfü davasının ilk duruşmasından bu yana kadınlarla yan yana olan CHP Milletvekili Aylin Nazlıaka, Zülfü davasının kadına yönelik şiddetin milyonlarca örneğinden sadece birisi olduğuna dikkat çekti. MAHKEMEDE KADIN KORKUSU Kadın cinayeti davalarının takibinde ve Zülfü'nün davasında bir kadının başına gelen sistematik şiddete her kadının maruz kaldığını gösteren kadınlar, müdahillik kavramını yeniden tanımladı. Basın açıklamasının ardından Halkevci Kadınlar, Zülfü’nün ailesi ve basın emekçileri davayı izlemek üzere adliyeye girdi. Ancak mahkeme salonuna alınmadılar. Mübaşirin, mahkeme kararı ile salona kim-

senin alınmayacağını söylemesi üzerine polisler kadınların içeri girmesini engelledi. Avukatların ısrarıyla duruşmaya sadece Zülfü’nün iki yakını girebildi. HAK‹M: "DURUfiMANIN G‹D‹fiATINI ETK‹L‹YORLAR VE BASKI ALTINA ALIYORLAR" Duruşmanın gündemini "kapalılık kararı" oluşturdu. Hakimin dava dosyasında gizlilik kararı olmamasına rağmen “Yabancı almak istemiyoruz” diyerek keyfi karar almasına avukatlar tepki gösterdi. Avukatlar, bir kadın cinayetinin kadın örgütleri ve basın tarafından takip edilebileceğini söyledi ve gerekçe istedi. Hakim ise gerekçe olarak “Duruşmanın gidişatını etkiliyorlar ve baskı

altına alıyorlar” sözlerini sarf etti. Yargı, Zülfü davasının örnek oluşturmasını engellemek ve ceza verse bile bunun kadın mücadelesinin başarısı olarak görünmemesi için kadınları dava sürecinden dışlamaya çalıştı. Ama “Kadın cinayetleri politiktir”, “Kadının beyanı esastır” gibi ceza hukukunda şimdilik yeri olmayan bu ilkeleri kadınlar yargının lugatına sokmakta kararlı. Hakim duruşmayı 4

Temmuz’a erteledi. Ancak kadınlar yine adliye önünde, yine mahkeme salonunda olacak. Tıpkı 2000’lerden bu yana, Güldünya Tören’den Ayşe Yılbaş’a ve onlarca kadına kadar uzanan süreçte kadın örgütlerinin birçok kadın cinayeti davalarının takipçisi olup peşini bırakmadığı gibi.

KADINLAR H.‹. ‹Ç‹N YÜRÜDÜ

7 May›s’ta görülecek H.‹. davas› öncesinde kad›n örgütleri, Taksim'de eylem yapt›. Galatasaray’da bir araya gelen kad›nlar, Valili¤i’nin engeli ile karfl›laflt›. Polisler, Valili¤in ‹stiklal Caddesi’nde yürüyüflleri yasaklad›¤›n› ve yürüyüfle izin vermeyeceklerini söyledi. Kad›nlar ise Mis Sokak’a kadar yürümekte kararl› olduklar›n› söyledi. Kad›nlar, Mis Sokak giriflinde oturma eylemi yapt›.

Yarg›tay: ‘Ev iflçilerine sendika yok’ Yargıtay, Sendikalar Kanunu kapsamına girmediği gerekçesiyle ev işçilerinin haklarını yok sayıyor. Ev işçileri tüm işçilerle eşit haklara sahip olmak istiyor

E

v işçisi kadınlar, “hizmetli” veya “ailenin bir ferdi” değil “ev işçisi” olduklarının yasal olarak tanınması, emeklerinin görünür kılınarak, sosyal, ekonomik ve örgütlenme haklarının Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) söz konusu sözleşmeleri kapsamında iç hukukta gerekli düzenlemelerin yapılması yönünde uzun bir süredir mücadele yürütüyor. Yerel mahkeme ve Yargıtay, bu alanda örgütlenen Ev İşçileri Dayanışma Sendikası’nın (EVİDSEN) ev işlerinin iş koluna girmediğini gerekçe göstererek kadınların örgütlenme hakkını yok sayıyor. 2012 Mart’ta EVİD-SEN’in kapatılması için ilk dava İstanbul Valiliği tarafından açılmıştı. Valilik, “Sendika kurucularının aile ekonomisine katkı için geçici işlerle uğraşan kişiler olduğunu, mevzuata göre işçi ve işveren sendikası niteliği

Kadınlar kürtaj yasağına karşı eylemde K ürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu, Taksim İlk Yardım

Hastanesi’ndeki kürtaj yasağını protesto etti. Hastane girişinde toplanan kadınlar Erdoğan’ın 22 Mayıs 2012 tarihinde yaptığı açıklamanın ardından kürtaj yapmayan hastane sayısının arttığını belirtti. İstanbul’daki hastanelerde farklı uygulamalar olduğunu hatırlatan kadınlar “Taksim İlk Yardım Hastanesi dahil bütün hastanelerde kürtaj hizmetinin verilmesini istiyoruz” dedi.

Yoksul kadın balyoza sarıldı B elediyeden aldığı yardım kesilince Berat Dönmezer 2 Mayıs’ta soluğu belediyenin önünde aldı. Balyozla İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlık binasının camlarını kıran Dönmezer, İBB özel güvenlikleri tarafından kelepçelendi. Belediyeden aldığı yardımların kesilmesi üzerine hayatını sürdüremediğini, yardımların devam etmesi için yaptığı girişimlerin cevapsız bırakılması üzerine yaşadıklarını anlatan Dönmezer, “Kimsem yok. İşim de yok. Tek gelirim

belediyeden aldığım yardımdı. Yardım birden kesildi. Mağduriyetimi bildirdim, sonuç çıkmadı” dedi.

‘SES‹M‹ DUYURUMAK ‹Ç‹N YAPTIM’ Olay günü yeni bir tebligat aldığını belirten Dönmezer, “Bu eylemi sesimi duyurmak için yaptım” dedi. Fatih Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen Dönmezer hakkında İBB kamu malına zarar vermekten suç duyurusunda bulundu.

taşımayan, iş sözleşmesi ile herhangi bir işte çalışmayan, işkolu olmayan, işçi ve işveren ilişkisi içerisinde bulunmayan kişi ve grupların sendikal faaliyet gösteremeyeceğini” belirtmişti. Davaya bakan Bakırköy İş Mahkemesi de sendikaların ancak işkolu esasına göre kurulabileceğine hüküm getirerek, ev işlerinin bu kapsam dışında kaldığını bu sebeple “ev işçilerinin dayanışması için” bir araya gelinemeyeceğini ve bu alanda sendikal faaliyet yapılamayacağını belirtmişti. YARGITAY DA EV ‹fiÇ‹LER‹N‹N TALEPLER‹N‹ YOK SAYDI EVİD-SEN hakkında Bakırköy 3. İş Mahkemesi’nde verilen kapatma kararının ardından Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, “Sendikalar Kanunu kapsamına girmediğinden uyuşmazlığın iş mahkemelerinde değil genel mahkemelerde çözümlenmesi gerekir” hükmüyle

sendikayı dernek statüsüne soktu. Yargıtay, verdiği karar sonucunda ev işçilerinin iş kollarının “işçi” olarak sayılması talebini de görmezden gelerek, ev işçilerini bu kapsam dışında bıraktı. “İşçi” olarak görülmeyen bir alanda faaliyet gösteren ev işçisi kadınların sendika kurma haklarını yok sayan Yargıtay'ın verdiği karar sonucunda dava, asli hukuk mahkemesinde yeniden görülecek. ‘KÖLEL‹K DE⁄‹L HAKLARIMIZI ‹ST‹YORUZ’ Ev işçileri kölelik statüsünün sona ermesini, başka işçiler gibi işçi olduklarının, iş yasasında eşit haklara sahip olduklarının kabul edilmesini istiyor. 4857 sayılı İş Yasası ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’na dahil olmak isteyen ev işçisi kadınlar “ILO C189” imzalanarak, ev kadınlarına sosyal güvence sağlanması talep ediyor.

Barış kadınlarla mümkün B arış İçin Kadın Girişimi, Cezayir Toplantı Salonu’nda “Müzakere sürecine müdahiliz” diyerek 4 Mayıs’ta düzenledikleri konferansın sonuçlarını açıkladı. Açıklamada, “Barış İçin Kadın Girişimi olarak resmi ve gayri resmi müzakere süreçlerine artık oluşturacağımız yeni yöntemlerle müdahil olacağımızı açıklıyoruz” denildi. Barış İçin Kadın Girişimi, barışı topluma mal edebilmenin ve sürdürülebilir kılmanın tek yolunun

kadınların taleplerinin hayat bulması olduğunu belirtti.


11

YÜZ YÜZE 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Çayırbağı doğasını savunuyor

Halk›n Sesi

Trabzon’un Tonya İlçesi’nde çimento fabrikasına karşı direnen köylülere Çayırbağı halkı da katıldı. Taş ocağı ve çimento fabrikasına karşı Tonyalılar ve Çayırbağlılar omuz omuza verdi. Şirketlere, AKP’ye, Bayraktar’a doğasını yağmalatmayacaklarını söyleyen Çayırbağı halkı ile konuştuk.

Aynı ormana sırt veren aynı yörenin insanları, doğasını savunmak için Tonyalı, Çayırbağlı fark etmeksizin bir arada. Geçmişte iki bölge insanı arasında çeşitli husumetler yaşanmış. Ancak doğaları için verdikleri mücadele onları tekrar ortak paydaya getirdi, yeniden kardeşleştirdi.

EMBA'yı da, Bayraktar’ı da, AKP’yi de

‘Kovacağız!’ “İçtiğimiz ayrana koyduğumuz bir kaşık suya göz diktiler” diyen Çayırbağlılar, taş ocağı yaptırmamak için sonuna kadar mücadele etmekte kararlı

‘Eğer bizi zorlarlarsa sel olur taşarız’

Birgül Köse (Çay›rba¤› Do¤ankaya Mahallesi)

Taş ocağı Şahinkaya’ya yapılacak. Burası sizin için ne ifade ediyor? Taş ocağı hakkında ne düşünüyorsunuz? Burası turistik bir yer. Buranın yan tarafı çok önemli bir mağara olan, Çal Mağarası'dır. Bu kayanın üst tarafında iki tane önemli tarihi kale mevcut. Ayrıca burası doğal bir güzelliğe sahip. Buraya taş ocağı yapmak yerine, sit alanı ilan etmeleri lazım. Hizmet etmek isteyen burayı sit alanı ilan etsin. Dokunmasın.

Çayırbağı Tonya kahrolsun EMBA Çayırbağı’nda yaşayan bir kadın olarak bize bölgenin geçim kaynaklarından bahsedebilir misiniz? Köyümüzde tarım ve hayvancılıkla geçiniliyor. Kadınlar olarak bu işlerin en büyük emekçileri de bizleriz. Taş ocakları ve çimento fabrikası kurulursa köylülerin üretimi nasıl etkilenir? Bizim yaptığımız tarım ve hayvancılık sadece karnımızı doyuracak kadar. Taş ocağı bizim üretimimize bir ölçüde zarar vermeyecek, aksine tamamen yok edecek! Bizler taş ocağının yapılıp, iş imkanı sağlayıp köyü kalkındıracağına inanmıyoruz. Bu vaatler köyü kalkındırmak bir yana, köylüyü aç bırakacak. Biz bunları anlayacak bilince sahibiz. Fabrika ve taş ocağına karşı tepkinizi dile getirmek için neler yaptınız ve süreç nasıl gelişti? Bu mücadele önce Tonya'da başladı. Bizler de ilk olarak destek amaçlı Tonya'da yapılan mitinge katıldık. Bu meselenin sadece Tonya'dan ibaret olmadığını bizi ve çevre köyleri de etkileyeceğini bildiğimiz için Tonya ve Çayırbağlılar olarak Trabzon merkezde yürüyüş yaptık. Daha sonra 1 Mayıs'a katılarak tepkimizi dile getirdik. Son olarak da 5 Mayıs'ta Çayırbağı merkezde bir miting yaptık. Tonyalı arkadaşlarımız da mitingimize destek verdi. Yaşam alanınız için verdiğiniz mücadeleye nasıl devam edeceksiniz? Bu mücadelemizde kararlı olduğumuzu ve sonuna kadar yaşam alanımızı savunacağımızı eklemek istiyorum. Çayırbağı Tonya kahrolsun EMBA!

“B‹Z TAfi OCA⁄I DERS‹N‹ ZONGULDAK’TA ALDIK” Bizim büyüklerimiz akrabalarımız Zonguldak’ta madenlerde çalıştılar. Biz taş ocağı dersini Zonguldak’ta aldık. Babam 48 yaşında öldü. Yöremizdeki birçok erkek bu madenlerde çalıştıkları için 50 yaşını göremeden öldüler. Su gözelerimiz buradan geliyor. Bu kaya bize hayat veriyor yani. Meralarımız bu bölgede. İçtiğimiz ayranımıza koyduğumuz bir kaşık soğuk suyumuza göz diktiler. Yönetenler beni duysun EMBA'yı istemiyoruz. Bizim zaten karnımız doymuyor. Taş ocağı yapmak için neden Çayırbağı ve Tonya seçildi? Bizim bölgemiz Çayırbağı'ndan Vakfıkebir'e oradan Şalpazarı Beşikdüzü’ne kadar 80 bin nüfus barındırıyor. Bizim bu kadar insanımızın maalesef sinek kadar

bu mera olmadıktan sonra bana on baş hayvan verse ne olur. Ben zaten kendi hayvanlarımı kendi cebimden bakıyorum. Bakan Bayraktar eczane kuracağız diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bunlar uydurmaca, biz bu laflara inanmıyoruz. Bir çevre bakanı nasıl konuşabiliyor böyle. Hasta yatağında yatan kanser sancısıyla karnını ovuşturan yaşlı nine o taş ocağındaki sesleri gümbür gümbür işittiği zaman ne diyecek "Allah belanızı versin yöneticiler" diyecek. Biz bunu dedirtmemek için mücadele ediyoruz. Şirket patronları veya idari yöneticiler size taş ocağı istiyor musunuz diye sordu mu? Ne belediye başkanına ne muhtarlara ne de bölge halkına hiç bir şey sorulmadı. Geçen sene üç tane 06 plakalı araba geldi, fotoğraf çekip petrol aradıklarını söylediler. Burayı görmeden yöre halkına sormadan nasıl ÇED raporu hazırlanır! Biz buranın sit alanı ilan edilmesini istiyoruz. Dediğim gibi biz uğraşacağız ve de hukuksuz bir şekilde gelirseler bu halk deprem olur, yıkar. Bu devlet bu halkın onurunu da gurunu da kıramaz.

Mehmet Ali ‹sak (Do¤ankaya Mahallesi Muhtar›)

değeri yok. EMBA bizi umursamıyor. AKP’nin derdi üç tane ortağını zengin etmek. 80 bin nüfuslu bu alanda bir tane bile taş ocağı istemiyoruz. Ünye’de gittim gördüm taş ocaklarının olduğu yerde bir tane insan yok. Burayı da insansız bırakacaklar. Biz demokratik bir şekilde engelleyeceğiz. Haa eğer bizi demokrasi dışına çıkmaya zorlarlarsa sel olur taşarız. Şirket ve hükümet ısrar ederse ne olacak?

Bizi çiğnemeye kalkarlarsa hepsini alt ederiz. Bizden güçlü değiller. Eğer haksızlıkta inat ederlerse bu halkı kimse eğleyemez. Bu bölgenin geçim kaynakları nasıl sağlanıyor? Bu bölgenin geçimi inşaat sektörü diğeri ise hayvancılık. Hayvancılığı zaten bitirdiler. Yurt dışından getirdikleri anguslarla, ithal etlerle hayvancılığı bitirdiler. EMBA Şirketi, "Ben 100 bin baş hayvan vereceğim" diyor. Bu doğa,

Çayırbağı ve Tonya halkı EMBA'yı boğacak Taş ocağı neden Çayırbağı’na Geçmişte iki bölge arasında yapılmak isteniyor? Tonya ve Çayırbağı bakir bölgeler. suni husumetler olmuştu. 500 yıllık kireç ve kalker kapasitesi olduğu söyleniyor. Arazi devlete ait ol- Bu mücadele bizi yeniden duğu için daha büyük karlar sağlamak kardeşleştirdi amacıyla burası seçildi. Ayrıca bu mevzu AKP ile doğrudan ilişkili. EMBA Şirketi'nin Bakan Bayraktar ve hükümetle çok yakın bir ilişkisi var. ruz. Halkı bilinçlendirmek için sürekli Bu sebeple buraya bu şirket yönlendiçalışmalar yapmaya devam ediyoruz. rildi. Bu süreçte ne gibi eylem ve etkinlikler Siz bunlara karşı bir araya geldiniz, oldu? mücadelenin neresindesiniz? Ankara'ya platformlar olarak gittik. EMBA'nın arkasında bakan, başbaBurada (Çayırbağı) miting yaptık. Bilkan ve hükümet var. Biz duyarlı birkaç diri ve afişleme yaparak sürekli halka kişi başladık ama yanımızda tüm Çayır- ulaşmaya çalışıyoruz. İnsanımız gurbetbağı saf tuttu. Bazı STÖ’ler ve hukukçi. Her yerdeki hemşerilerimize ulaşıçular bilim insanları bize yardımcı oluyor, anlatıyoruz. Balıkesir, Bursa ve isyor. Halka anlatılıyor ve böylece bu işin tanbul’da hemşerilerimiz yoğun bir şeaslını astarını iyice öğreniyokilde yaşıyor. Onlara da anlatıyoruz.

Sadettin Ayd›n (Çay›rba¤› Beldesi Gülcana Mahallesi Esnaf›)

Yine Ankara'ya gideceğiz. Geçmişte yöre insanı arasında kan davaları ve yayla paylaşamama gibi sorunlar olmuş. Şimdi ise Tonya ve Çayırbağı birlikte hareket ediyor. Bu konuda fikirleriniz nelerdir? Resmi olarak ayrı olsak da biz aynı ormana sırt veren aynı yörenin insanlarıyız. Doğamızı savunmak için Tonyalı, Çayırbağlı olmamız farketmiyor. Aynı amaç içinde hareket ediyoruz, yanyana geliyoruz. Geçmişte iki bölge arasında suni husumetler olmuştu. Bu mücadele bizi yeniden kardeşleştirdi. Halktan geri dönüşler alıyor musunuz? Miting sonrası insanların coşkusu daha da arttı. Yüzde 99 bu fabrikaya ve taş ocağına karşı. Bu herkesin hayatını doğrudan ilgilendiriyor. Her cumartesi halk toplantıları yapıyoruz.

Hüseyin Y›lmaz (Çay›rba¤› Çevre Platformu Sözcüsü)

‘Burası Sidiksa giremez EMBA’ Çayırbağı'nda taş ocaklarına karşı mücadele ne zaman ve nasıl başladı? Çayırbağı'nın insanının ilk başlarda bu konuya dair pek bir fikri yoktu. Önceleri bu taş ocaklarının bölge halkı için iş imkanı oluşturacağını söyleyerek razı etmeye çalıştılar. Fakat zamanla bilinçlenen insanların dik duruşuyla karşılaştılar. Taş ocağı yapılmak istenen Şahinkaya sizin için ne anlam ifade ediyor? Şahinkaya üzerinde yaşayan şahinlerden ismini alır. Burası her bahar yeniden yeşeren ve doğaya anlam katan bir yaşam alanıdır. Bunun yanı sıra geçimimmizi sağladığımız hayvanlarımızın otlak alanı olup nefes aldığımız alanlardır. Bakan Bayraktar'ın ve idarecilerin meseleye dair tu-

tumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir bakan nasıl oluyor da bir şirketle bu kadar samimi ilişkiler kuruyor! Bu ilişkiler büyük bir çıkar ilişkisi ve bir rantın olduğunu düşündürüyor. Bakanın, "Eczane, fabrika yapacağız" söylemi hiç inandırıcı gelmiyor. Bölge halkı geçimini nasıl sağlıyor? Hayvancılık ve tarım bizim geçim kaynağımızdır. Geçimden de öte buralar bizim ata toprağımızdır. Kayanın yok olması demek Çayırbağı'nın, Alazlı'nın, Düzköy'ün kısacası bölgedeki yaşamın yok olması demektir. Tonya ve Çayırbağı’nın mücadele ortaklığı aranızda nasıl bir bağ kurdu? Taş ocaklarına karşı mücadele sadece bölge halkının katılımıyla mı büyüdü?

Bu mücadele Tonya ve Çayırbağı halkının arasında daha da birliktelik sağlamış kardeşlikten öte yoldaşlık bağı kazandırmıştır. Önce bölgemize HES'lerle geldiler şimdi de çimento fabrikası ve taş ocakları ile geliyorlar. Çevre mücadelesinde geniş kapsamlı olarak Halkevleri'nin, Derelerin Kardeşliği Platformu'nun birçok siyasi parti ve kitle örgütünün sağlamış olduğu destekler göz ardı edilemez. Bölge halkımızın mücadelesine destek veren bütün kurumlara teşekkür ederim. Kamuoyunun yaşam alanlarımızı savunmaya devam edeceğimizi bilmelerini isterim. Son olarak burası Sidiksa (Çayırbağı'nın eski adı) giremez EMBA.


12

DOSYA 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Kent meydanlarının önemi Taksim’in 1 May›s’ta emekçilere yasaklanmas›yla birlikte “Meydan fetiflizmi” tart›flmalar› yeniden bafllad›. AKP iktidar›n›n Taksim’i yayalaflt›r iflma ad› alt›nda piyasalaflt›rmas› ve , ¤il çilere “gelmeyin” demesi yeni de saps›n›f mücadelesinin tarihsel bir he laflma konusu...

Sermayeden işçi sınıfına: ‘Müşteri değilsen defol!’ Altından tünellerin geçtiği, içindeki yeşil alana AVM yapılacak olan Taksim projesi, kamuoyuna “yayalaştırma projesi” şeklinde sunuldu. Ardından bu meydan AKP tarafından emekçilere yasaklandı

Bu iki olay, işçi sınıfının kent meydanlarından dışlanması anlamına geliyor. Sınıfsal bir müdahale olan “dışlama”, kimi zaman ekonomik, kimi zaman da siyasi biçimlerde görünürlük kazanıyor

ALP TEK‹N BABAÇ

İ

şçi sınıfı, günümüzde değişik biçimlerde kent meydanlarından ve kent yaşantısından ekonomik olarak dışlanıyor. Ekonomik dışlama, aşağı yukarı şu örnekteki gibi gelişiyor: “Özel güvenlikçiler tarafından ‘suç unsurlarına’ karşı korunan büyük bir park düşünelim. Güvende olmak isteyen birçok kişi bu parkın yakınında yaşamak istiyor. Çok sayıda rağbet olması bu parkın civarındaki arsaların değerini artırıyor. Değeri artan bu arsaları ancak onun bedelini ödeyebilecek düzeyde varlıklı kişiler alabiliyor. Böylece yoksullar bu alandan dışlanıyor.” Dışlama, ekonomik ve siyasi krizin derinleştiği dönemlerde belirginlik kazanıyor. Kapitalizmin krizinin belirginleştiği her dönem, krizin yansıması kentlerdeki değişimlerden okunabilir. İşçi sınıfı, ABD’de olduğu gibi kredilendirme mekanizmalarıyla ve kent merkezi işlevinin değişik bölgelere kaydırılması şeklinde, İngiltere’deki gibi kent merkezlerinde kiralar yüksek tutularak, Brezilya’daki gibi zenginler için korunaklı bölgeler inşa edilerek, Türkiye, Çin, Endonezya’da “kentsel dönüşüm” adı altında dışlanıyor. Taksim Meydanı’na yapılacak bir alışveriş merkeziyle birlikte Gezi Parkı alanı, insanların para harcamadan dinlenebileceği bir mekan olmaktan çıkacak. Böylece bu alan toplumda “dinlenmek için para harcayamayacak durumda olan” yoksul kesimlerin gelmesinin engelleneceği, bir alan haline dönüşecek.

tç›, Necip Nobel ödüllü M›s›rl› edebiya benim için Mahfuz’un dedi¤i gibi "Sokak ür, dünyay› bütün bir dünyan›n sembolüd öyle biçimnas›l görüyorsam soka¤› da ksim lendirdim." Soldaki resim Ta imlenifli, üstbiç Meydan›’n›n 1940’lardaki 2012’deki biçitekiyse Taksim Meydan›’n›n mi TAKS‹M KUfiATMASI Taksim çevresinde bulunan Tarlabaşı’ndaki kentsel dönüşüm projesi, Fındıklı sahilinde yapılması planlanan Galataport projeleriyle birlikte düşünüldüğünde işçilere sadece Taksim Meydanı’nın değil oldukça geniş bir bölgenin yasaklanacağı ortaya çıkıyor. Kent merkezindeki ticaret ve finans aktivitelerinin Taksim’den kentin diğer alanlarına kayması sonucunda bir dönemin merkeze yakın semti olan Tarlabaşı bölgesi yoksulların barınma alanı oldu, varlıklı kesimlerse buraları “çöküntü alanı” olarak tarif etti. Ancak bölgedeki arazi rantı yoksullara bırakılmayacak kadar fazlaydı ve Beyoğlu Belediyesi, bu gölgeleri “temizle-

meye” girişti. Taksim’in deniz kenarına yakın bölümü Fındıklı’da da büyük kruvaziyer gemilerinin yanaşacağı Galataport projesi 2005’ten beri gündemdeki sıcaklığını koruyor. Galataport’un bölgenin tarihi yapısını bozmayacağı iddia edilse de İstanbul halkının dinlenmek ve Boğazı seyretmek için kullandığı Fındıklı Parkı ve çevresi otellerin istilasına uğrayacak. Taksim yakınlarındaki Tophane semti de içten içe bir dönüşüm yaşıyor. Tophane’de arazi rantının yükselmesi, bölgeye yapılan sanat galerileri, oteller, pansiyonlar vasıtasıyla oluyor. Halk giderek yoksullaşıyor ve sahip oldukları dükkanları kaybetme noktasına getiriyor. Tophaneliler-

se bu duruma tepkisini gerici biçimlerde gösteriyor. 2010’da bölgeye sonradan gelen sanat galerileri mahalleliler tarafından “içki içiliyor” gerekçesiyle basılmıştı. SALLANDIRACAKSIN B‹RKAÇINI TAKS‹M’DE Genel bir deyiştir, “Sallandıracaksın bunlardan bir iki tanesini Taksim Meydanı’nda bak bakalım bir daha yapabiliyorlar mı?” Bu ifadede yer alan Taksim meydanıyla aslında toplumun her kesiminin idamı görüp ibret alabileceği bir meydan kastediliyor. Taksim Meydanı gibi kent meydanları, sınıf mücadelesi sonucunda ortaya çıktı. Sanayi devrimiyle birlikte kırdan kopan kitlelerin kentlerde hız-

la işçileşti. İşçi sınıfının yaşadığı yer olan ve üretimin büyük ölçüde gerçekleştiği kentler böylece yeniden üretim alanının da aynı ölçüde gerçekleştiği mekanlar haline dönüştü. İşçi sınıfının kentlileşmesiyle sağlık, eğitim, altyapı, enerji, ulaşım, gibi hizmetlerle birlikte yeşil alanlar da kamusal bir nitelik kazandı. Kentteki kültür-sanat, ticaret, dinlenme, eğlenme gibi birçok etkinliğin kesiştiği bu meydanların bir diğer anlamı da devlet otoritesini yansıtması. Bu meydanlarda yer alan görkemli devlet binaları da bunun simgesi. Kentin tarih sahnesine çıktığı andan itibaren meydanlar tüm kent formlarında yer aldı ve politik sınıfsal çatışma alanı oldu.

Kentteki tüm sokakların, kent meydanındaki Zigurrat’a çıkacak şekilde tasarlandığı Sümer kentlerinde bu meydanda ticaret ve yönetim aktiviteleri gerçekleştirilirdi. Yunan kentlerinde Agora da benzer işleve sahipti. Roma’da Forum adındaki meydanlarda kent ve devlet işleri toplu şekilde konuşulurdu. Kentlerde inşa edilen büyük saraylar ve saraylar etrafındaki büyük meydanlar, iktidarın, etrafındaki tebaasına ne kadar güçlü ve ne kadar ulaşılmaz olduğunu kanıtlamak ve tebaasına emirlerini toplu bir şekilde iletmek içindi. Kralın, tüm ahaliyi toplayıp onlara emirlerini dikte ettiği bu alanlar, feodalizmin devrilmesiyle, büyük devlet dairelerinin boy gösterdiği alanlara dönüştü.

Hatta iktidar karşıtlarının idam edildiği alanlar da bu meydanlardı. Siyasi iktidarın gücünü ve halk üzerindeki baskısını her gün yeniden ürettiği bu meydanlar işçi sınıfının tarih sahnesine çıkmasıyla sınıf mücadelesinin sembolleri olmaya başladı. Kırda mülksüzleştirilip kentlere yığışan ve buralarda işçileşen milyonlar, sistem karşısındaki taleplerini, siyasi iktidarın sembolleştiği bu alanlarda toplu şekilde dile getirmeye başladı. İşçi sınıfının taleplerini kent meydanlarında dile getirmeye başlamasıyla burjuvazinin işçileri meydanlardan siyasi olarak dışlama girişimleri pararlellik gösterir. Siyasi olarak işçi sınıfının kent meydanlarından dışlanmasının ilk örneği 1850’li yıllarda Hausmann’ın Paris planıyla başlar. Proletaryanın eylemleri karşısında burjuvazi, çareyi Paris’i yıkıp yeniden inşa etmekte bulmuştu. Hausmann da çok sayıda büyük meydan ve bu meydanların onlarca düz ve geniş caddeyle birbirine bağlandığı bir plan yaptı. Plana göre meydanlara dikilecek top arabaları düz ve geniş caddelere hakim olacaktı. Uzun süre bu biçim işe yarasa da 1968 hareketi karşısında yenildi. AKP iktidarı, işçi sınıfını Taksim Meydanı’ndan uzaklaştırmak için “Meydanı Yasakladım” diyerek polis gücünü devreye soktu. İstanbul Valisi şimdilik Paris Valisi’nin 1850’lerdeki gibi bir plana ihtiyaç duymadı ancak 8 saat boyunca polisle çatışan emekçiler İstanbul’u şimdilik yönetenlerin benzer bir plana ihtiyaç duyacağı günlerin uzak olmadığını gösterdi.

İçi boşaltılan kent meydanı

Plaza del Mayo, Arjantinli annelerin 1976’da gelen askeri cuntan›n kaybetti¤i çocuklar›n› arad›¤›, cuntadan hesap sordu¤u meydand›r.

İstanbul Valisi emekçilere kent meydanı diye kentten uzak alanları adres gösterirken ‘meydan projeleri’ ödüllerini de valinin önerdiği tipte meydan projeleri kazanıyor

T

aksim Meydanı tartışmalarında Vali Mutlu emekçilere miting için Kazlıçeşme Meydanı’nı önerdi. İki kişinin herhangi bir koşulda buluşma noktası olarak önermediği, deniz kenarında bulunan çok geniş bir yüzölçümüne sahip bu meydanda yapılan miting, işçilerin taleplerini “denize” söylemesi anlamına geliyor. Bu tip meydanlar işçi sınıfının taleplerinin görünmezleştirilmesi için tasarlanıyor.

Tiananmen Meydan›, 1989’da Çin’de hükümeti protesto eden gruplar›n sert bir flekilde bast›r›ld›¤› olaylar›n bafllad›¤› meydand›r.

Bu tip meydanların “Kent Meydanı” adı altında inşa edilmesi “Kent meydanı” kavramının da içini boşaltıyor. Bu dejenerasyona mimarlar ve şehir plancıları da üniversitelerdeki şehir ve bölge planlama bölümleri de alet oluyor. Son dönemlerde gerçekleştirilen “Kent Meydanı Projeleri yarışmaları için gösterilen alanlar ve bu yarışmada ödül alan projelerin birçoğu teknik olarak kent meydanı olmaktan çok

uzak. Örneğin soldaki resimde yer alan Kazlıçeşme’ye benzeyen kentsel aktivitelere uzak bu proje, Antalya Konyaaltı Kent Meydanı Projesi yarışmasında birincilik ödülü aldı. Oysa bir meydana kent meydanı denilebilmesi için o meydanın kentteki sanat, kültür, ticaret, ulaşım, eğitim gibi aktivitelerin de kesiştiği bir yerde olması gerekir.

‘Engel’ olamamak T Paris’teki SaintMichael Meydan›, 1968 gençlik hareketinin bafllad›¤› yer oldu¤u gibi ondan bir as›r önce Paris Komünü’nün merkezidir.

ürkiye’nin ilk kent plancısı Aron Angel, kentlerdeki ortak alanlar konusunda oldukça hassastı. Kentte kamusal kullanımı öncelik olarak gören Angel’in fikirleri Menderes döneminde siyasal iktidarla çelişmeye başlar. O dönem İstanbul Belediyesi’nde görev yapan Angel, 1953 yılında Taksim Meydanı’nın kuzey bölümündeki ağaçlık alana yapılmak istenen Hilton Oteli projesine izin vermez. Tek başına kalmasına rağmen direnir. Daha önce de benzer planlara izin vermediği için Aron Angel’in adı Menderes bürokratları tarafından “Engel Bey”e çıkarılır. Engel Bey dönemin ABD Türkiye ittifakının da sembollerinden biri olan Hil-

ton projesinde haberi olmadan ve izin vermeden inşaatın başladığını gördüğü gün belediyenin yolunu tutar ve istifasını verir. Angel’in isitfa gerekçesi özetle şöyledir: “Şahsi menfaatlerin revaçta olduğu bir müessesede çalışmaktan utanç duyuyorum.” “Engel”i ve İstanbul planının tarihsel gelişimini daha yakından öğrenmek isteyen, İstanbul Hayali adlı belgeseli izleyebilir. Angel’in gösterdiği mesleki etik, mimar mühendis ve şehir plancılar için hala önemli bir örnek. Kentlerin “şahsi menfaatler” uğruna daha hunharca talan edildiği günümüzde bu projelere ancak halkın yanı

sıra kamusal kullanımı ön planda tutan plancılar, mimarlar ve mühendisler “Engel” olabilir.


13

TARİH 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Fatsa: Özsavunmadan iktidara Y

erel seçim sathı mailine giren Türkiye’de sosyalistler açısından Fatsa deneyimi hala eşsiz ve maalesef daha parıltılısı oluşturulamamış bir örnek olarak yerini koruyor. Peki neydi Fatsa’yı Fatsa yapan? Faşizme karşı direnişten; söz, yetki, karar ve iktidarı halka kazandıran Yol’da nasıl bir durağı temsil ediyordu? Fatsa ilerici geleneği nedeniyle devletin hep dikkat ettiği ve MHP ile Ülkü Ocakları’nın kurulmasının yörenin tefecilerinin de desteğiyle 12 Mart döneminden itibaren özel olarak sağlandığı bir ilçeydi. Faşist örgütlenme 1.MC döneminde özellikle liseliler üzerinde baskı kurarak gelişti. THKP-C döneminden kalan ilişkilerin kısa sürede yeşerttiği çalışmaların etkisiyle 1975’te açılan Halkevi, sürekli olarak faşistlerin saldırılarına uğradı. Halkevi Başkanı Kemal Kara, 1977 Haziran’ında öldürüldü. Devrimciler, bu cinayetin ardından, yörede çok sevilen Kara’nın öldürülmesinin yarattığı tepkiyi süreklileşen bir anti-faşist mücadele kulvarına aktardılar ve faşistler bir süre sonra bir mahalleye sıkıştılar. 1978’den itibarense devrimciler, anti-faşist mücadelede elde ettikleri dinamizmi pozitif politik hedeflere kanalize etmeyi başardılar. Yörenin en önemli sorunu etrafında, “Fındıkta Sömürüye Son” mitingleri ve kampanyaları düzenlediler. Kıtlığın yükseldiği 1979’da karaborsaya karşı mücadeleyi organize ederek, karaborsa satış yapan esnafı belirleyip, halka teşhir ettiler ve malların değerinden satılmasını sağladılar. Bu arada faşist saldırılar da sürüyordu. 1979 Nisan’ında, kadın kılığına girerek Halkevi’ne baskın düzenleyen bir faşist,İsa Aydemir’i öldürürken, kendisi de onun karşılık verdiği kurşunlarla öldü. Devrimciler, 1979 yazında CHP’li Belediye Başkanı’nın ölmesi üzerine yenilenen seçimlerde, terzi Fikri Sönmez’i aday gösterdiler. Faşistlerse Fatsa’da sevilen ve kazanma ihtimali yüksek olan Terzi Fikri’nin seçilmesini engellemek üzere iki kez pusu kurup birinde Terzi Fikri’yi, diğerinde içindeki o sanılarak ateş açılan bir taksinin şoförünü yaraladılar. Bütün bunlara rağmen, 14 Ekim parlamento seçimlerinde devrimci hareket genelde bir boykot kampanyası yürütürken, Fatsa’daki yerel

Fatsa bir “belediye” ya da “seçim” olayı değildi. Anti-faşist mücadelede elde ettikleri dinamizmi pozitif politik hedeflere kanalize etmeyi başaran devrimcilerin eseriydi seçimlerde gösterdiği bağımsız adayla 3096 oy alarak seçimi kazandı. Bu seçimde CHP 1133, Adalet Partisi (AP) 859 oy almıştı. Fikri Sönmez seçildikten sonra, ilk iş olarak, devrimcilerle birlikte, seçimlerde söz verdiği üzere “halk komitelerini” oluşturmaya girişti. Halk komiteleri, belediyenin ilçe ve mahallelerine dönük program ve icraatlarını tartışacaktı. Fatsa 11 birime ayrılarak, her birimde nüfusa kıyasla oluşturulacak 3-7 arasındaki halk

komitesi için sandıklar kurularak seçim yapıldı. Halk komitelerinde sandıktan çıkan birçok CHP’li, AP’li ve MSP’li de yer aldı. Düzenli olarak toplanan halk komiteleri, ilk olarak “Çamura Son” kampanyası yürütmeye karar verdi. Civar il ve ilçelerden birçok kişinin traktörü, kamyonu, araç ve gereçlerinin yanı sıra tüm halkın kol gücünden de yararlanılarak, ilçe bir haftada çamur içindeki halinden kurtarıldı, yaklaşık dört kilometrelik yol yapıldı;

ki bütün bunlar herhangi bir başka belediyede aylarca sürecek olan faaliyetlerdi. Halk komiteleri, fiyatlar üzerindeki denetimi de belediye vasıtasıyla sağlayabiliyordu. Seçim öncesinde 8 ayda toplam 12 milyon TL olan belediye gelirleri, üç ayda 23 milyona çıktı. 1980 Mart’ında halk komiteleri seçimleri yenilendi ve konumlarını imtiyaz ve rant elde etmek için kullanmaya kalkışan kimi komite üyeleri, halk tarafından “geri çağrılarak”, yeniden

komitelere sokulmadılar. 1980 baharında ise birçok ünlü aydın ve sanatçının katıldığı Fatsa Kültür ve Sanat Şenliği gerçekleştirildi. Fatsa bir anda tüm Karadeniz’de bir başk dünyayı temsil etmeye başlamış; çevre il, ilçe ve köyler açısından olağanüstü ilgi duyulan bir örneğe dönüşmüştü. Bu gelişmeler egemenleri son derece rahatsız ediyordu. 3. MC önce, Ordu Valisi’ni değiştirerek, Türkeş’in has adamlarından Reşat Akkaya’yı vali olarak atadı. Vali de kendi kadrolaşmasını hızla gerçekleştirerek emniyet müdürü ve milli eğitim müdürü başta olmak üzere, tüm önemli makamlara MHP’lileri atadı. Bunun ardından tırmanan faşist terörün bedeli ağırdı. 1977 sonrasındaki üç yıl içinde Fatsa ve Ünye çevresindeki siyasal olaylarda toplam 34 kişi ölürken, 20 Nisan 1980’den 12 Eylül’e kadarki 4-5 ay içinde yaşanan bu çatışmalarda 130 kişi ölecekti. Ancak bunlar da yeterli olmadı. Yöreye bir yandan askeri birlikler kaydırılırken, diğer yandan basında “Devrimcilerin Fatsa girişinde yabancılardan pasaport sordukları” haberleri yayımlanmaya başladı. Çorum olaylarının yarattığı infialin ardından, askeri birlikler Fatsa’ya dönük Nokta Operasyonu’nu başlattılar. Devrimciler önce yollara barikatlar kurdular, sonra bunları kaldırarak, hiçbir direniş sergilemeden halktan da binlerce kişinin katılımıyla birlikte dağlara çekildiler. Maskeli faşist muhbirlerin saptadığı ve aralarında Fikri Sönmez’in de bulunduğu 400 kişi gözaltına alındı. Faşistler 8 kişiyi öldürüp, esnafın dükkanlarını tahrip ettiler. Dağlardaki silahlı devrimciler ise, geceleri zaman zaman köy ve kasabalara baskınlar düzenleyerek, faşistleri cezalandırıyorlardı. 12 Eylül sonrasında zulüm daha da arttı. Yaklaşık 1000 kişilik bir Fatsa davası açıldı. Onlarca devrimci dağlardaki askeri operasyonlarda öldürüldü. Cunta Fatsa’ya dönük sistematik ve yoğun bir gericileştirme politikası izledi. Devrimcilerin 1984’e kadar süren gerilla faaliyeti, Fatsa’nın köylerindeki devrimci dinamizmi kısmen yaşattı. Ancak bu faaliyetlerin de durmasıyla, ilçede gericilik iyice kökleşti. (THKP-C ve Devrimci Yol’dan Bugüne Geçmiş Değerlendirmesi Bu Tarih Bizim, s.86-88)

O Gürcü öyle bir gürledi ki… D

evrimin güzergahı tartışmasına “Yolda olacak” diye katkıda bulunan Can Yücel, bu Yol’daki Fatsa’yı yaşamak istediği yerin bir modeli olarak görüyordu:

Kızıldere’den Fatsa’ya giden Yol Fikri Sönmez, sosyalist dünya görüflüyle 1965 y›l›nda tan›flt›. O y›llarda Türkiye ‹flçi Partisi üyesi idi. Sonraki y›llarda bölgede çeflitli parti kademelerinde görev yapt›. Önce T‹P Fatsa ‹lçe Sekreterli¤i, ard›ndan ‹lçe Baflkanl›¤› görevlerini yürüttü. T‹P içinde MDD ayr›l›¤› gündeme gelince, 1970'den itibaren MDD tezlerini savunan kesimle birlikte tav›r ald›. 1960'l› y›llar boyunca geliflen anti-emperyalist mücadeleye aktif olarak kat›ld›. 6. Filo'ya karfl› düzenlenen protesto gösterilerinde Dev-Genç saflar›ndayd›. 1968'den sonra Karadeniz'de emekçilerin örgütlenmesi çal›flmalar› içinde yer ald›. Samsun'dan Trabzon'a kadar gerçeklefltirilen çeflitli "F›nd›kta Sömürüye Son" mitinglerinde örgütleyici ve konuflmac› olarak görev yapt›. 1970'te Ordu'da f›nd›k üreticilerinin mücadelesini provoke etmek için tüccarlar taraf›ndan düzenlenen mitinge Ertan Saruhan ve arkadafllar›yla birlikte müdahale

etti. Müdahale sonucunda mitingin havas› de¤iflti. Üreticiler Samsun - Trabzon karayolunu 12 saat boyunca trafi¤e kestiler. Fikri Sönmez, bu olay nedeniyle tutuklan›p yarg›land›. 1970 ortalar›nda sol içinde ortaya ç›kan yeni saflaflmalarda Mahir Çayan'›n görüfllerine kat›larak THKP-C saflar›nda yer ald›. 1971-72 y›llar›nda Mahir Çayan ve arkadafllar›n›n Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaç›fllar›ndan sonra, Karadeniz'e geçmelerinde ve bu bölgedeki iliflkilerinde ve eylemlerinde yard›mc› oldu¤u gerekçesiyle THKP-C Davas›nda yarg›land›. Yirmi ay kadar tutuklu kald›ktan sonra tahliye edildi. 12 Mart'›n ard›ndan gelen, sol içinde ideolojik kar›fl›kl›¤›n yafland›¤› dönemde THKP-C çizgisini ›srarla savundu. O y›llarda Karadeniz'deki devrimci mücadelede yer alan genç insanlara örnek oldu. (Unutulmas›nlar Diye)

“Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa'ya O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar Kimseler çıkaramaz Fatsa'nın sırtından! Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını” Yalnızca 8 ayda eşsiz bir deneyime imza atan o Gürcü’nün gürleyişi 12 Eylül mahkemelerinde de sürdü: “Fatsa halkının yönetime katılımını sağlayarak, halkı söz ve karar sahibi kıldım. Halkın belediyede söz ve karar sahibi olması sonucu, yıllardan beri Fatsa Belediyesi'nden çözüm bekleyen bir dizi iş çözüme kavuşturulmuştur. Halkın onayı alınıp onun düşüncesi ve desteği sağlanan işler mutlak başarıya ulaşmıştır. Halk, kendi kararına sahip çıkmış ve onun bir an önce yerine getirilmesi için, çaba

harcamıştır. Ve başarmıştır. Beni kim nasıl karalarsa karalasın, ben, Fatsa halkının gönlünde taht kurmuşumdur. Onu söküp atmanın imkanı yoktur. Fatsa halkının gözünde ben, kardeşliğin, beraberli-

ğin ve bağımsızlığın, demokrasinin şahsında simgeleştirildiği bir insanım. Burada yargılanmamın asıl nedeni, kısa yaptığım Fatsa Belediye Başkanlığı dönemimde, gerçekleştirmiş oldu-

‘Nokta’ya karşı koymayınca Efsaneleşen Fatsa deneyiminin ortaya çıkışı da, ortadan kalkışı da devrimci hareketin faşizme karşı mücadele konusunda verdiği sınavla ilgilidir. 1970’li yılların iç savaş koşullarında, sivil faşist harekete karşı direniş komitelerinde örgütlenerek Maraş benzeri katliamların önüne geçen devrimciler basit bir özsavunma örgütlemiyor bu savunma eylemiyle emekçi sınıfların iktidar mücadelesi arasındaki bağı da kuruyordu. Fatsa Belediyesi, faşizme karşı mücadelenin bu başarılı deneyimi üzerinden yükseldi ve Devrimci Yol hareketinin bugün hala ilham veren ve dersler çıkarılan simgelerinden biri haline geldi. Ne var ki devrimci hareket iç savaş

koşullarında sergilediği başarının aksine 12 Temmuz 1980’de “Nokta” operasyonu düzenlendiğinde başarısız bir sınav verdi. Devrimciler önce yollara barikatlar kurdular, sonra bunları kaldırarak, hiçbir direniş sergilemeden halktan da binlerce kişinin katılımıyla birlikte dağlara çekildiler. Hareket, bu saldırının Çorum Katliamı’nın ardından gelen bir gündem çarpıtma çabası, gereksiz ve orantısız bir girişim olduğunu kanıtlama çabasındaydı ancak devrimcilerce tercih edilmeyen çatışma, her iki taraf açısından da sınıflar mücadelesinin o anının gerekliliğiydi. Bu gereklilik faşist darbe hazırlığındaki ordu tarafından değil ama devrimciler tarafından ihmal edilmişti…

ğum hizmetlerin unutturulmak istenmesidir. Ne var ki kendi çağlarında çağlarını değiştirmek için çaba harcayanlar, ne denli unutturulmak istenmişse, çağlar geçtikçe sulara, toprağa düşmüş çınar to-

humu gibi büyür, ululaşır, saygı kazanır.” (Fatsa Savunması’ndan) 5 Mayıs 1985’te 12 Eylül hapishanelerinde yitirdiğimiz Fikri Sönmez’in anısına, saygıyla…


14

MEDYA 16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Taraf'ta misyon krizi Sol liberalizmin son yıllardaki en büyük ideolojik aracı olan Taraf Gazetesi'nde, dikiş bir türlü tutmuyor. Eski misyonunu tamamlayan Taraf, yeni misyon oluşturmakta sıkıntı çekiyor LEMAN MERAL ÜNAL

Y

ayın hayatına başladığı 15 Kasım 2007'den beri sol liberalizmin en büyük ideolojik hegemonya araçlarından biri olan Taraf Gazetesi'nde artık yeni bir dönem başlıyor. Çıkmaya başladığından beri Türkiye ile ilgili pek çok diplomatik belge yayımlayan gazete, Türkiye'de AKP yedeği liberalizmin yanı sıra “istihbarat ilintili gizli belge gazeteciliğinin” de temsilcisi oldu. ARDI ARDINA ISTIFALAR... Taraf'ta AKP'nin çözüm süreci kadrolarının tasfiyesi ile nihayetlenen süreç şu şekilde işledi: Gazetenin kurucu genel yayın yönetmeni Ahmet Altan ve yardımcısı Yasemin Çongar'ın Aralık 2012'de istifa etmesiyle yerine eski Radikal yazarı Oral Çalışlar getirildi. 1 Şubat'ta genel yayın yönetmenliği koltuğuna oturan Çalışlar, 26 Nisan'da görevinden istifa etti. Çalışlar istifasının gerekçesi olarak gazetenin patronu Başar Aslan'ın yazı işleri müdürü Kurtuluş Tayiz'i kendisine haber vermeden görevden almasını gösterdi. Çalışlar'ın istifası ile daha görünür olan Taraf'taki “çatlak”, gazetenin kurucu

Oral Çal›fllar

kadrolarından Yıldıray Oğur, Halil Berktay, Roni Marguiles, Vahap Coşkun gibi 23 yazarın istifasıyla daha somut bir hale büründü. Müzakere sürecini AKP üzerinden destekleyen isimlere göre, “Elinde finans gücü olan ve savaşın devamını isteyen bir dış kuvvet Taraf'a darbe yaptı”. Müzakere sürecinde AKP'yi koşulsuz destekleyen ekibin istifasıyla yeni bir döneme başlayan gazetenin yeni genel yayın yönetmeni Neşe Düzel oldu.

başlıklı yazısında yakın zamanda gazeteden istifa eden Melih Altınok'un yaşananları “Cemaat-AKP çelişkisi” olarak değerlendirdiğini de aktardı. Altınok, daha sonra yaptığı açıklamada Alçı'nın yazdıklarıyla bir alakası olmadığını söyledi.

“HÜKÜMETLE ILGILI ELIMIZE NE BELGE GELSE YAYIMLARIZ” Gazetenin yeni genel yayın yönetmeni Düzel, Taraf'ın artık misyonunu değiştirdiğini ifade ederek, barıştan yana olmanın AKP'yi koşulsuz desteklemek olmayacağını söyledi. “Hükümetle ilgili elimize ne belge gelse yayımlarız. Barış süreci var diye hükümeti hiç eleştirmeyelim tavrına giremeyiz” diyen Düzel, gazetenin daha önceki dönemlerinde bu tavrın hakim olduğunu vurguladı. 2010 yılında yazarı olduğu Taraf Gazetesi'nden ayrılan Amberin Zaman, AKP yedeği kadroların tasfiyesi ile gazeteye yeniden döndü. Taraf'ın kadrosuna yeni katılanlardan biri de Ceyda Karan oldu. Karan, 12 Mayıs tarihli ilk yazısına “İyi gazetecilikten taraf olarak halkın haber alma hakkını daima gözeteceğim” diyerek başladı. AKP'nin Suriye'de yanlış hesaplar yaptığını söyleyen Karan, bölgenin “küresel güçlerin” paylaşım mücadelesinde bir savaş diyarı olduğunu belirtti. AKP YAfiANANLARDAN RAHATSIZ Medyada AKP'nin borazanı olan isimlerinden Nagehan Alçı, gazetede yaşanan son süreci “Taraf, Ergenekon zihniyetiyle aynı noktaya geldi” şeklinde değerlendirdi. Alçı, “Her yönüyle Taraf hadisesi”

Amberin Zaman

El Cezire Türk'ün kurulamayan tezgahı E

Reyhanlı'da haber yapan iki gazeteciye gözaltı AKP'nin Reyhanl›'da yaflanan sald›r› sonras› ald›¤› kararla; bölgede yaz›l›, sözlü, görüntülü haberlere yay›n yasa¤› geldi. Halk›n haber alma hakk›n›n yok say›ld›¤› ve dezenformasyonun hakim oldu¤u böylesi bir ortamda, bas›n emekçilerine yönelik bask› da artm›fl durumda. AKP'nin ald›¤› bu sansür karar› sonras› bölgede haber yapan iki gazeteci “savc›l›k talimat›yla” gözalt›na al›nd›. Bas›n emekçilerinin gözalt›na al›nmas›na iliflkin bilgi, Antakya Valisi

Celalettin Lekesiz taraf›ndan do¤ruland›. Lekesiz, gözalt›lar›n sebebinin “gazetecilik için belirlenen s›n›rlar›n afl›lmas›” oldu¤unu öne sürdü. Antakya Valisi'nin söz etti¤i “gazetecilik s›n›rlar›n›n afl›lmas›” meselesi, kuflkusuz gazetecilik eti¤inden çok baflka kayg›lar içeriyor. As›l ifli do¤ru bilgiyi halka ulaflt›rmak olan gazetecinin, tam da “mesle¤inin gere¤ini yapmas›ndan” kayg› duyan bu anlay›fl, “s›n›r›” Reyhanl›'da yaflanan gerçekler olarak belirlemifl durumda.

l Cezire Türk'ün Türkiye'de yayın yapma kararı almasının üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen kanal bir türlü yayına başlayamadı. Katar merkezli El Cezire'nin bir parçası olan El Cezire Türk, uzun yıllardır “hazırlık” aşamasında. Peki nasıl oluyor da kısıtlı kaynaklara sahip medya kuruluşları için dahi yayına geçme süresi en fazla 1 yıl olurken, ciddi paralar aktarılan bir kanal bir türlü açılamıyor? El Cezire'nin, Ortadoğu'daki değişim sürecinde bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen güçlerin bir aracı olarak Türkiye'de de açılmak istenmesi şaşırtıcı değil. Dolayısıyla El Cezire'ye “tehlikeli bir kanal” olarak yaklaşan AKP, kanalın kurulması için “gerekli izin”leri vermiyor. El CEZ‹RE S‹STEM KARfiITLARININ SES‹ M‹? El Cezire, Arap halk hareketlerinin tetiklediği değişim ve altüst oluş sürecinde önceden beri başat rol oynadı. “Arap Baharı”nda haber kanalından çok bir istihbarat teşkilatı gibi çalışan El Cezire “devrim süreçlerinde” yaptığı haberlerin çoğunun abartılı ya da yalan olduğunu kendisi dahi kabul ediyor. Kendi ifadesiyle misyonunu eşitlik ve özgürlük kaygısından dolayı “devrim süreçlerini desteklemek” olarak belirleyen El Cezire'nin sahibi olan Katar, bir emirlik. Ve bu yönüyle kanalın

El Cezire Türk, son zamanlarda işten çıkarmalarla gündeme gelse de ne bu kanalı izleyen var ne de böyle bir kanal. İşte dört yıldır kurulamayan El Cezire Türk'ün yılan hikayesine dönen öyküsü... “kaygısını taşıdığı” eşitlik ve özgürlükten epey uzak olduğunu görmek zor değil. NEDEN DOHA’DA KURULDU? El Cezire ile ilgili önemli tespitleri olan gazeteci yazar Hüsnü Mahalli, El Cezire'nin 15 yıl önce Katar'ın başkenti Doha gibi bir kasabada neden kurulduğunun, bugünden bakınca daha iyi anlaşıldığını şöyle ifade ediyor: “El Cezire'nin neden Doha gibi bir

kasabaya kurulduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Çünkü plan ta o zaman hazırlanmıştı. Unutmamak gerekir ki Amerikalılar Irak işgalinde de operasyon merkezini Doha'da kurmuş ve her şeyi buradan idare etmişlerdi.” MAHALL‹’DEN AKP'YE AKIL AKP'nin Suriye ile yakın ilişkilerde olduğu dönemde yandaş isimlerden olan Hüsnü Mahalli, bu politikanın tersine dönmesiyle safını değiştiren-

lerden. Mahalli, AKP'ye kanalın taktiğinin “çok ince” olduğunu söyleyerek şu şekilde akıl veriyor: “Taliban'ın, Ladin'in videolarını yayımlayan tek kanal olarak 'Anti Amerikan' gibi gözükmeye çalışıyorlar. Ayda bir Murat Karayılan'ın röportajını veriyorlar. Kandil'de belgeseller çekip yayımlıyorlar. Ama bu onların bölgede ABD çıkarlarını savunmadığı ya da CIA'e çalışmadıkları anlamına gelmiyor.”

NTV enkazdaki emek sömürüsünü de¤il ‘aflk’› gördü

24

Nisan'da Bangladeş'in başkenti Dakka'da 912 işçinin çalıştıkları tekstil fabrikası yıkıldı. Bu katliam gibi iş kazasından NTV’nin gördüğü “Enkazdan çıkan aşk” oldu. NTV haberinde, Teslima Akhter adlı bir foto muhabirinin çektiği fotoğraftan hareketle, yüzlerce

işçinin öldüğü olaydan magazinel bir olay çıkardı. Söz konusu fotoğrafta, enkaz altındaki kadın ve erkek işçinin birbirlerine sarıldıkları görülüyor. Fotoğrafı çeken Akhter, “Kim olduklarını ya da ilişkilerinin ne olduğunu bilmiyorum” dese de NTV, foto muhabirinin ifadelerini sansürleyerek

habere “Enkazdan çıkan aşk” başlığını attı. GÜNDE 15 SAAT ÇALIfiIYORLAR, MAAfi 38 DOLAR! Gazetecilik etiğini ayaklar altına alan bu habercilik anlayışı, egemen medyanın daha “okunur” olmak için sık sık uyguladığı “taktik”lerden bir ta-

nesi. Oysa gerçek haber şu olmalı: Emek sömürüsünün oldukça yaygın olduğu Güney Asya ülkelerinden biri olan Bangladeş'te çöken tekstil fabrikasında çalışan işçiler, günde 15 saatten fazla çalışıyor. Esnek çalıştırılan işçilerin aldığı maaş ise 38 dolar veya 38 doların altında.


KÜLTÜR SANAT

15

16 May›s 2013 / 29 May›s 2013

Halk›n Sesi

Hişt hişt!

AKP’li başkandan sergi operasyonu

Türkiye hikayeciliğinin önemli ismi Sait Faik’in yaşamının son 10 yılını geçirdiği Burgazada’daki evi, Darüşşafaka Cemiyeti ve Burgazada halkının katkılarıyla müze haline getirildi. Müze, adada düzenlenen anma etkinliğiyle yazarın 59'uncu ölüm yıldönümünde tekrar ziyarete açıldı. 1959’da açılan müzede, Sait Faik'ten izler taşıyan eşyalar ile fotoğraflar, mektuplar, belgeler ve kartpostallar sergileniyor. Ayrıca müzede İlhan Berk, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazar ve şairlerin Sait Faik'e imzaladığı ki-

taplar da görülebilir. Müzenin zemin katı ise Sait Faik'in kitaplığından Türkçe ve Fransızca kitapların bulunduğu bir çalışma odasına dönüştürülmüş durumda.

TMMOB Mimarlar Odası’nın Trabzon'da düzenlediği “Kent, Kültür ve Demokrasi Forumu” kapsamında Homur Mizah ve Karikatür Grubu’nun hazırladığı sergi, AKP’li belediye başkanının gece yarısı operasyonuyla kaldırıldı. 11 Mayıs’ta Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde açılan “Çevre” konulu

karikatür sergisinde; suyun ticarileştirilmesine, nükleer santrallere, HES’lere karşı çizgiler yer almaktaydı. Homur Grubu’ndan yapılan açıklamada serginin, Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu'nun isteğiyle gece yarısı apar topar kaldırıldığı belirtildi.

Duman baskıya rağmen Diyarbakır’da Diyarbakır’da Hizbullah konserinin iptal edilmesi için yoğun çaba harcasa da Duman grubu, 11 Mayıs günü kentte sahne alıp konserini verdi. Hizbullah’ın karşı çıkmasının nedeni, grubun “Rezil” adlı şarkısında İhlas suresinde geçen “Lem yelid ve

lem yuled” ifadesini “Lem yelid ve löp yutar” olarak kullanmasını dinle alay ve hakaret olarak değerlendirmesiydi.

‘Çanak çömlek’ deyip geçme Marmaray kazılarından katman katman bir uygarlıklar tarihi fışkırıyor. Yüzyıllara direnip bugüne gelmeyi başarmış tarihi bastırmaya çalışmak nafile! ÖZEN TAÇYILDIZ

T

aşı toprağı altın İstanbul! Elinizin dokunduğu yerde, nereden ne çıkacağı bilinmez. Marmaray ve metro projesinin Üsküdar, Pendik ve Yenikapı istasyonları için yapılan kazılarından katman katman açılan bir uygarlıklar tarihi fışkırıyor. Toprağı kazdıkça üçer beşer metre arayla, bugünden Osmanlı’ya, Bizans’a, Neolitik Dönem’e dek halkların, uygarlıkların tarihi uzanıyor. Başbakan Erdoğan’ın kazılar yüzünden projenin gecikmesine sinirlenip kavga ettiği, “çanak çömlek” diyerek kendince hafife aldığı buluntular, insanlık tarihinin 8500 yılını önümüze seriyor. 2004’ten bu yana İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında devam eden kazılarda özellikle Yenikapı’daki alan, uygarlık tarihini değiştiren bir kazı alanı. Şöyle ki; Yenikapı’da deniz seviyesinin 3 metre üzerinde başlayan arkeolojik kazılarda deniz seviyesinden 1 metreye inildiğinde, yani sadece 4 metrelik alanda, 19. yüzyıl Osmanlı dönemine ait imalathaneler ve işliklere ait mimari kalıntılar ile sokak dokusu bulundu. Yaklaşık 7 metre daha kazıldı, Bizans İmparatoru

1. Theodosius tarafından yaptırılan ve 11. yüzyıla dek kullanılan Theodosius Limanı gün ışığına çıkarıldı. 4. yüzyılda Konstantinopolis’in bir metropol olmasını sağlayan bu limanda, 30’un üzerinde antik gemi enkazı bulundu. Limanın dibinde ulaşılan katmanda ise Neolitik Döneme yani Cilalı Taş Çağı’na ait mezarlar günışığına çıktı. Yani ilk İstanbullular, 8500 yıldan bu yana oradalar. Bulunanlar İstanbul’un tarihini 8500 yıl önceye dek götürürken bunca yıl boyunca kentin geçirdiği jeolojik, siyasi, toplumsal ve kültürel değişimlere ilişkin bir dizi veri sunuyor.

‹NSANLIK TAR‹H‹ D‹REN‹YOR Hepsi bu değil. Mezarların bulunduğu seviyenin altında kayalık bir zemine ulaşılamadığı için muhtemelen daha eski insan yerleşimlerine ait bir başka tabaka çıkacak. Ancak arkeologlar çalışmalarına devam ederken henüz kazı yapılmayan inşaatın otopark alanına 11 Mayıs’ta dozerlerle girilip tahrip edilmeye başlandı. Metro inşaatının yüklenicisi müteahhit firma, kazı alanındaki iş kulesinin yıkıldığı yerde toprağı sabitlemek için iş makinesi ile toprağı kaldırmaya girişti. Çünkü bir diğer yöntem

40 bin eser üç ay mühürlü bekledi

Yenikap› kaz›lar›nda ortaya ç›kan Theodosius Liman›’nda y›llard›r bekleyen, dünyan›n en genifl antik bat›k grubu, Bizans dönemine iliflkin eflsiz bilgiler sunuyor olan fore kazık yöntemi, birkaç gün sürecek ve daha masraflı olacaktı. Cevval firma engellenmezse İstanbul tarihi için bu çok önemli alan yerle bir edilerek tüm buluntular hafriyat toprağına karışacak. Peki, bütün bu süreçte iktidarın umursamaz tavrı, arkeologlara “bir an önce bitirin” baskıları ve hatta öfkesi neyin göstergesi? En

Prensip nedir Ömer Çelik? Baflbakan Erdo¤an’›n Akil ‹nsanlar Heyeti ile gerçekleflen buluflmas›na Kültür Bakan› Ömer Çelik de kat›ld›. Toplant›da medyadan yak›nan heyet yöneticileri, ç›kan yaz›lar›n zaman zaman iftira boyutuna ulaflt›¤›n› söyleyince Bakan Çelik duruma bir f›kra ile el koymufl: “Adam›n biri Allah’a dua ediyormufl, ‘Tanr›m bana iftira ediyorlar, beni koru’ diye. O s›rada duyulan büyük bir gök gürültüsüyle birlikte Tanr› yukar›dan seslenmifl, ‘‹ftiraya ben bile bir fley yapamam, bana da ‹sa’n›n babas› diyorlar!” Çelik’in toplant›da “kahkahalarla karfl›lanan” bu f›kras›, H›ristiyanlar için komik olmamal›. Nitekim H›ristiyanlar›n “Baba, O¤ul, Kutsal Ruh” olarak özetlenebilecek Üçlü Teslis inac›na göre ‹sa, Tanr›’n›n o¤lu. Üstelik ayn› Çelik, dini de¤erlere hakaret etti¤i suçlamas› ile ceza alan Say’a iliflkin Kültür Bakan› olarak görüfl beyan ederken “insanlar›n

varoluflsal önem atfetti¤i de¤erlere alenen hakaret ederseniz bu, hiçbir flekilde düflünce hürriyeti, ifade hürriyeti kapsam›nda de¤erlendirilmez. Prensip budur” diyordu. Say’›n sözlerini “k›nanmas› gereken ifadeler” olarak niteleyen Çelik, konuyla ilgili kayg› duydu¤unu belirten AB’ye de A‹HM kararlar›n› hat›rlat›yordu: “‹fade hürriyetinin esas olmas› insanlar›n kutsal bildi¤i de¤erlerin rencide edilmesi, onlara dönük provokatif ifadeler kullan›lmas›n› mazur göstermez” Bu durumda Çelik’i “mazur” gösteren ne olabilir? Kendi ifadesiyle “baflka insanlar›n da kendi de¤erlerine hakaret edildi¤inde adalet talep etme hakk›” ne olacak? “Türkiye'deki büyük dindar kitle” hakk›nda konuflurken hassasiyet gösterilmedi¤inden yak›nan Çelik, ayn› hassasiyeti Türkiye’de daha dezavantajl› konumda yaflayan H›ristiyalar için neden göstermiyor? Bütün bu sorular bir yana meseleye tekrar bakal›m: Bir halk›n varolma çabas›nda silahl› mücadele b›rak›l›rken sadece Baflbakan’a “çal›flan” bir heyet rapor sunuyor, Kültür Bakan› da baflka halklar›n inançlar›n› “f›kra” yapm›fl, onlara moral veriyor!

basit haliyle, iktidar projeden sebeplenecek sermaye için yol temizliği derdinde. Proje, mümkün olduğunca az maliyetle, kısa sürede bitsin ki sermaye kazansın. Bu arada yapılan kazılarla Osmanlı döneminin imalathaneleri, işlikleri, sokakları ile emeğin mekanları ortaya çıkmasın. Bizans dönemi limanının batık gemileri, amforaları ile

hikayesini anlattığı ticaret kolonileri, bu ticari zenginliğin yaratıcısı emekçileri yüzyıllardır gömülü olduğu sularda kalsın. Yüzyıllara direnip bugüne gelmeyi başarmış insanlık tarihini bastırmaya çalışan 10 yıllık bir iktidar. Nereden baksan tutarsızlık!

‹stanbul’un tarihini 8500 y›l geriye götüren Yenikap› kaz›lar›ndan ç›kan 40 bin eser “bütçe bitti” denilerek depolara kapat›ld›, üzeri mühürlenerek 3 ay bekletildi. Özel ilaçl› sularda bekletilen gemi donan›mlar›, makaralar, yelken pangalar›, halatlar, deri sandaletler, taraklar, fildifli ve kemik neolitik dönem tarihi eserler depolarda kald›. Haber bas›na yans›y›nca ancak devreye giren Kültür ve Turizm Bakan› Ömer Çelik, kaz›lar›n maddi destekçisi Ulaflt›rma Bakan›’n› arayarak sorunu çözdü¤ünü anlatt›:

“Say›n Bakana teflekkür ediyorum. Sorunu 15 dakikada çözdü. Konuya büyük hassasiyetle e¤ildi. fiu ana kadar zarar gören bir eser yok. Kald›¤›m›z yerden devam ediyoruz. Yenikap› kaz›lar›na bakanl›¤›m›z özel bir hassasiyet gösteriyor.” 3 ayl›k bekleyifli bas›ndan ö¤renip “çözen” Kültür Bakan›, “zarar gören eser yok” dese de 3 ayd›r eserlerin ne durumda oldu¤u bilinmiyor. Üstelik kaybedilen zaman›n 29 Ekim’de bitecek olan proje süresine eklenip eklenmeyece¤i belli de¤il.

Sınırda yaşayanların filmleri ve mücadelesi B

u sene 8’incisi düzenlenen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali İstanbul, İzmir, Ankara ve Diyarbakır’da eş zamanlı olarak 1 Mayıs’ta başladı, 9 Mayıs’ta sona erdi. Festivalin 2 Mayıs’ta gerçekleşen İstanbul’daki açılış gecesine bir gün önceki polis şiddetine rağmen sokaklarda saatlerce direnen emekçilerin coşkusu hakimdi. Sunuculuğunu Mert Fırat’ın yaptığı gecede işçi şarkılarıyla Bajar, direnişleriyle işçiler sahnedeydi. Açılış filmi olarak Ken Loach’un 45 Ruhu filminin izlendiği gecede Loach’a Lonra’da Dev Sağlık-İş adına verilen ödülün video görüntüsü ile Loach’un mesajı yayımlandı. Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri’nin Taksim’de yaşananları protesto eylemiyle birleşen

geleneksel İFF yürüyüşü, bu yıl AKP İl binası önünden açılışın gerçekleşeceği Kızılırmak Sineması’na doğru geçti. Yürüyüşte Emek Sineması’na, Şinasi-Akün sahnelerine ve Fazıl Say’a yönelik saldırılara tepkiler gösterildi. Açılış

etkinliğinde Hayali Tevfik Dinç “Karagöz Muhaveresi” adlı bir gölge oyunu sergiledi. Serdar Türkmen de bir dinleti sundu. İzmir’de İzmir Sanat’ta yapılan açılış gecesine de ilgi yoğun oldu. Açılış konuşmalarının ardından

İzmir Halkevleri Müzik Topluluğu ve Serdar Türkmen dinleti verdi. Ken Loach’un izleyicileri selamladığı video gösteriminden sonra 45 Ruhu filminin gösterimi yapıldı. Festivalin Diyarbakır açılışı, Dicle Fırat Kültür Merkezi’nin def grubu eşliğinde Urfa Kapı’dan Sümer Park Amfi Tiyatro’ya kadar yapılan yürüyüşü ile başladı. Diyarbakır’a Antakya’dan gelen Kaldırım müzik grubunun söylediği Kürtçe, Türkçe, Ermenice ve Arapça ezgiler izleyicileri çoşturdu. Açılış filmi ise “Dom” oldu. Film gösteriminden sonra Hakan Vreskala ve grubu sahne aldı. Açılış gecelerinin ardından filmlerin salon, mahalle gösterimleriyle, söyleşilerle dünyanın farklı yerlerindeki işçilerin, kadınların, yoksulların hikayeleri, mücadele deneyimlerini taşınmış oldu.

Berfo Ana’nın kapısı hep açık olacak B

erfo Ana’nın Ardahan-Göle’deki evi, 33 yıl mücadele verdiği oğlu Cemil Kırbayır’ın adıyla kültürevine dönüştürülüyor. Kültür Merkezi’nin açılışı 22 Mayıs’ta kültürevi tarafından düzenlenen bir dayanışma konseri ile yapılacak. Gelirleri, kültürevi’in yapımına harcanacak konserde Yavuz Bingöl, İsmail Hakkı Demircioğlu, Niyazi Koyuncu, Bandista ve Suavi yer alacak. Kültür merkezinin inşaat çalışmalarına geçen sene başlandığını kaydeden Cemil Kırbayır Kültürevi Derneği Başkanı Gün Çağ Aydın, “Berfo Ana’nın ocağı tekrar tütecek” dedi ve herkesi destek vermeye çağırdı. Aydın, Berfo Ana’nın evinin “Oğlum döndüğünde evi

tanımaz” diye ne tadilat yaptırdığını ne de boyattığını hatırlatarak “Biz de bu kapı hep açık olsun diye, Berfo Ana’ya bir söz verdik. Onun evini kültürevine çeviriyoruz. Berfo Ana ‘Sizler bana oğlumdan emanetsiniz’ diyerek evinin bahçesinde devrimcilere ekmek pişirirdi. Biz de o ocağı yeniden tüttürmek için kültürevi haline getiriyoruz” dedi. 12 Eylül’de gözaltına alınan ve kendisinden bir daha haber alınamayan oğlu Cemil Kırbayır’ı 33 yıl boyunca arayan Berfo Ana, ilerleyen yaşına rağmen Cumartesi Anneleri’yle birlikte her hafta Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemine katıldı. 12 Eylül davalarında mahkemeye tekerlekli sandalyeyle gitti. Oğlu için mücadele veren Berfo Ana, 21 Şubat 2013’de 105 yaşında hayatını kaybetti.


SOKAĞIN SESİ

ÜRET EN BİZİZ YÖNET EN DE BİZ O LACAĞIZ

16 Mayıs 2013 / 29 Mayıs 2013

16 Halk›n Sesi

PA D İ Ş A H I N F E R M A N I N I YA K A N G E N Ç L İ K D O L M A B A H Ç E ’ D E

Denizlere bin selam Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, katledilişlerinin 41. yılında 6. Filoyu denizlere döktükleri Dolmabahçe’de anıldı. Polisin tüm saldırılarına, AKP faşizmine meydan okuyan gençlik bir kez daha sözünü söyledi: ‘Denizlere sözümüz devrim olacak’ EVRİM ÇAKIR

6

Mayıs bir kez daha devrimci tarihe sahip çıkanların, faşizmin karşısında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan olanların, On’ların yolunda barikatları yıkarak Dolmahçe’ye Deniz olup akan, gençliğin sözünü söylediği gün olarak tarihe geçti. Öğrenci Kolektifleri, HDK Gençlik Meclisi, Gençlik Muhalefeti, Genç Sen, Liseli Genç Umut, Dev-Lis, Liseli Kıvılcım, Liseli Öğrenci Birliği; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmelerinin 41. yılında, 6. Filoyu denize döktükleri Dolmabahçe’ye yürüyüş yapmak için Galatasaray Meydanı’nda omuz omuza vererek AKP faşizminin karşısına dikildi. Gençliğin bir araya gelmek için verdiği buluşma vaktinden saatler önce polis Galatasaray Meydanı’nı dört koldan barikatlarla kapattı. AKP’nin Taksim 1 Mayıs’ını yasaklamasının ardından İstiklal Caddesi’de Başbakan’ı korkutan “AKP karşıtlarına” kapatılmıştı çünkü. 1 Mayıs’ın ardından toplumsal muhalefetin her eylemine saldıran polis, Denizleri anmak isteyen gençlik örgütlerini de engellemek için gazları, copları tazyikli suları ve TOMA’larıyla hazırlığını tamamlamıştı. Ancak AKP faşizmine meydan okuyan gençlik, İmam Adnan Sokak ve Mis Sokak’ta toplanarak İstiklal Caddesi’ne çıktı. Gençlik, “Denizlere sözümüz devrim olacak”, “AKP’den hesabı gençlik soracak” sloganlarıyla yürüdü.

AKP’nin “Tek yol sokak” diyenlere, “birlik, beraberlik ve mücadele” sesini yükseltenlere karşı korkusunun göstergesiydi polislerin İstiklal Caddesi’ni savaş alanına çevirerek saldırısı. Polis saldırısına o gün tanık olan bir kadın, tanık olmaktan çıktı ve polisin gözaltına almaya çalıştığı bir öğrenci için direnenlerin yanında yer aldı. “Alamazsınız izin vermem” diyerek öfkeyle polislere başkaldıran kadın da başkaldırmıştı bir kere susturulması gerektiği için de saldırdı!

DEVRİMCİ GENÇLİK SÖZÜNÜ SÖYLEDİ: BU TARİH BİZİM Dolmabahçe’ye tüm engellemelere, saldırılara, yasaklara başkaldırarak çıkan gençlik örgütleri devrimcilerin tarihlerine miraslarına her zaman sahip çıktıklarını dile getirdi. Denizler anmasının çağrıcıları adına bir konuşma yapan Neval Kösedağı şunları söyledi: “Dolmabahçe’nin bir tarihi vardır. Denizler 41 yıl önce işbirlik-

çileri burada denize dökmüştür. Taksim Meydanı’nın bir tarihi vardır. O tarih ‘77 1 Mayıs Katliamı’nın tarihidir. ‘89 1 Mayıs Katliamı’nın tarihidir. Mehmet Akif Dalcı’nın ölümünün tarihidir. Onların silahları, copları, gazları olabilir. Ama biz onurumuzla, tarihimizle bu geçitlerden teker teker geçerek o meydanları geri alacağız. Çünkü devrimciler tarihlerini asla padişahlara bırakmazlar.”

GENÇLİK AKP FAŞİZMİNİ ALT ETTİ Gençliğin direnişi polis saldırılarını püskürterek İstanbul sokaklarında sürmeye devam etti. Gençlik örgütleri, sokaklardan çıkarak Gümüşsuyu yerleşkesine geldi. Sayısı bini aşan gençlik, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Denizlere sözümüz devrim olacak” sloganlarıyla bir kez daha AKP faşizmini alt ederek yan yana gelmeyi başardı. AKP’ye faşizmine karşı sokağa çıkan gençlik toplumsal muhalefet bileşenlerini de yanlarına katarak Dolmabahçe’nin yolunu tuttu.

Eskiflehir

Üç Fidan mezarı başında anıldı 41 y›l önce faflist cunta taraf›ndan idam edilen Deniz Gezmifl, Yusuf Aslan ve Hüseyin ‹nan ile üç devrimcinin avukat› Halit Çelenk, mezarlar› bafl›nda an›ld›. Denizler flahs›nda devrim ve demokrasi mücadelesinde yaflam›n› yitirenler ad›na sayg› durufluyla bafllayan etkinlikte üç devrimcinin idam sehpas›ndaki son sözleri de hep bir a¤›zdan hayk›r›ld›.

Kavgayı sürdürenler sokakta

Antalya

Üç Fidan için ülkenin dört bir yanında meydanlara çıkan binlerce üniversiteli ve liseli “Savaşa, emperyalizme ve AKP’ye karşı Deniz olacağız” dedi

E

‹zmir

mek ve Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla Kocaeli’nde bir araya gelen muhalefet, belediye önünde toplanıp İnsan Hakları Parkı’na yürüdü. Bursa Denizler için Üç Fidan Anıtı’nda anma töreni düzenlendi. Kolektifler anmanın yapıldığı anıta “Eşitlik, özgürlük, barış için Denizlerin yolundayız” pankartıyla bir yürüyüş gerçekleştirerek katıldı. Eskişehir Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını,

Eskişehir halkı unutmadı. Çarşı tramvay durağı önünde toplanan üniversiteliler, “Gelenek sürüyor Dev-Genç yürüyor, Denizlere sözümüz devrim olacak” sloganlarıyla Hamamyolu’na kadar yürüdü. Trabzon KTÜ’de üniversiteliler Üç Fidan için yürüdü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi önünde bir araya gelen üniversiteliler, “Savaşa, emperyalizme ve AKP’ye karşı Deniz olacağız” dedi. Sam-

sun Liseli Genç Umut, Liseli Gençlik Muhalefeti, LÖB, Liseli Dayanışma ve Dev-Lis’in çağrısıyla Öğretmenevi önünde bir araya gelen liseliler yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca “Yusuf Hüseyin Deniz, sürüyor sürecek mücadelemiz!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!” sloganları atıldı. İzmir Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti, Genç-Sen ve HDK Gençlik Meclisi tarafından gerçekleştirilen yü-

rüyüş ile Denizler anıldı. Alsancak Tansaş önünden Kıbrıs Şehitleri Caddesi boyunca devam eden yürüyüşte “Emperyalistler, işbirlikçiler, 6. Filo’yu unutmayın” , “Denizlere sözümüz devrim olacak” sloganları atıldı. Antalya Emek ve Demokrasi güçleri Üç Fidanı unutmadı. 6 Mayıs akşamı Kapalı yol Halk Bankası önünde toplanan Antalyalılar Attolos Meydanı’na yürüdü.

Bursa


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.