182. Sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

Daha yayg›n daha kitlesel Emekçiler Türkiye’nin dört bir yanında 1 Mayıs’ta meydanları doldurdu. Bu yıl 1 Mayıs, geçen seneye göre daha yaygın ve kitlesel mitinglere

tanık oldu. Emekçilerin yolu barınma hakkını, derelerini savunanlarla, savaşa karşı barış talebini yükseltenlerle kesişti. Ortak hedef AKP’ydi. AKP

faşizminin açık bir şekilde icra edildiği Taksim’deki saldırılar kınanırken direnenler tüm meydanlarda selamlandı S.2

18 Nisan 2013• 1,25 TL

Y›l 8 • Say› 182

Yine çıkacağız yine çıkacağız AKP Taksim’i eme¤e yasaklamaya çal›fl›rken kendi çukuruna düfltü, Emekçilerin büyük direnifli iktidar›n oyununu bozdu

Gelecek y›l Taksim’de bir kez daha görüflmek üzere… S. 2

At›lan binlerce gaz bombas›na s›k›lan tonlarca suya karfl› omuza omuza saatlerce direnenler AKP faflizmine meydan okudu Kürde hakk›n› vermeden Kürtlere haklar›n› vermeden “çözüm” getirmekle övünen Erdo¤an’›n karfl›tlar› da Baflbakan’› “taviz” vermekle elefltiriyor. S. 4

Gençlik 6 cephede savafl›yor ÖGB, faflistler,

‹slamc›lar, polis, TGB ve soruflturmalarla beraber 6 kolda çat›flma var. Üniversitelerde yaflananlar› Ö¤renci Kolektifleri üyesi üniversitelilerle konufltuk. S. 11

‹flçiyi gören kamera Ferda Koç / Sayfa 4

Tufan Sertlek / Sayfa 8

Silahlar sustuktan sonra Tafleron yasas›...

Fatma Genç / Sayfa 9

Alp Tekin Babaç / Sayfa 12

Çayda AKP kapan›

Çal›flt›r›lan çocuklar

8. Uluslararas› ‹flçi Filmleri Festivali perdesini ‹ngiliz yönetmen Ken Loach’›n 45 Ruhu adl› filmiyle aç›yor. S. 15


2

1 MAYIS 2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Daha yaygın daha kitlesel Bu yıl 1 Mayıs, geçen seneye göre daha yaygın ve kitlesel mitinglere sahne oldu. Emekçilerin yolu barınma hakkını, derelerini savunanlarla, savaşa karşı barış talebini yükseltenlerle kesişti. Ortak hedef AKP’ydi

A

dana'da 12 bin kişinin katıldığı mitingde kentsel dönüşüme karşı barınma hakkını savunan İkibinevler halkı da "İşgalci değil, hak sahibiyiz" pankartıyla yerini aldı. Basın metni Türkçe, Kürtçe ve Arapça okundu. Mersin'de 15 bin kişinin katıldığı mitingde CHP ve BDP'nin oldukça kalabalık olması ve lise kortejlerinin kitleselliği dikkat çekti. Akkuyu'ya yapılması planlanan nükleer santrale karşı atılan sloganlar ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı talebi eylemin ana unsuru oluştururken, bir diğer önemli vurgu da halkların kardeşliğiydi. Diyarbakır’daki miting de oldukça kalabalıktı. Barış mesajının verildiği mitingin en coşkulu anı Taksim direnişinin selamlandığı andı. Kars, Adıyaman, Antep, Dersim’de barış vurgusu öne çıktı. EfiKIYADAN TAKS‹M’E SELAM Artvin Hopa'da çay fabrikası önünde bir araya gelen binlerce kişi, Metin Lokumcu Meydanı'na yürüdü. Çayına, suyuna sahip çıkacağını belirten eşkıyalar yürüyüş boyunca adeta Metin Lokumcu’ya söz verircesine

Taksim'deki kardeşlerine selamlar yolladı. EME⁄‹N BAfiKENTLER‹ Kocaeli'nde binlerce kişi Merkez Bankası önünden Perşembe Pazarı miting alanına yürüdü. DİSK ve Türk-İş’e bağlı sendikalar ile KESK'e bağlı tüm sendikalar eylemdeydi. Geçen seneye göre katılımın oldukça yoğun olduğu Kocaeli 1 Mayıs’ında, MESS dayatmalarına karşı mücadele eden Birleşik Metal-İş'in kitleselliği dikkat çekti. Gebze’deki mitinge katılanların neredeyse tamamı metal işçileriydi. Bursa’da kenti bir ucundan diğer ucuna 1 Mayıs havasına sokan yaklaşık 20 bin emekçi, büyük bir coşkuyla Altıparmak Stadyumu’ndan Kent Meydanı’na yürüdü. Devrimci Sağlık-İş ve Birleşik Metal-İş başta olmak üzere DİSK’in yoğun bir katılım sağladığı mitingde emekçiler sarı sendika Türk Metal'i alandan uzaklaştırdı. İş kazalarına ve taşeron sistemine tepkinin odağı konumuna gelen Zonguldak’ta 1 Mayıs mitingi geçen yıllara göre çok kalabalıktı. AKP’ye yakınlığıyla bilinen Genel Maden-İş’in yoğun

bir katılım gösterdiği mitingde AKP karşıtlığı ön plandaydı. Üniversitelilerin de kitlesel katılımı dikkat çekti. İlk 1 Mayıs’ın 2009’da kutlandığı Düzce’deki miting bugüne kadarkilerin en kitleseliydi. Eyleme DİSK ve Türk-İş üyesi sendikaların katılımı yoğun oldu. Son dönemde özelleştirme ve taşeronlaştırma karşısında kitlesel işçi eylemlerine sahne olan İzmir’de on binlerce emekçinin katılımıyla Taksim direnişine selam gönderildi. Emperyalist politikalar doğrultusunda Suriye’deki savaşı kentin içlerine kadar yaşayan Antakya halkı, yükselttiği savaş karşıtı mücadeleyi 1 Mayıs’a da taşıdı. Katılımın ciddi bir biçimde artarak 6 bin kişiye ulaştığı mitingde Taksim direnişine selam gönderildi. Eğitim hakkı için mücadele edenler, ‘Altın’cı filoları ve termikçi şirketleri köyünden kovanlar Çanakkale’deki 1 Mayıs’ta bir araya geldi. Eğitim Hakkı Meclisi, Çevre Hakkı Meclisi, Halkevleri kortejleri mitingin en canlı kortejleriydi. Mitingde açıklamayı üniversitede işten çıkarılan Neslihan Ülkü Baş okudu. Taksim’deki saldırılar, “AKP karanlığına karşı 5 dakikalık oturma eylemi” gerçekleştirilerek kınandı. ÇANAKKALE’YE TRUVA ATI Çanakkale Valiliği bir süredir tırmanan faşist saldırılara maruz kalan solculara kapattığı Kordon Meydanı’nı Memur-Sen’e açtı. Tüm Türkiye’deki üyelerini Çanakkale’ye çağıran 600 bin üyeli Memur-Sen, 2 bin kişilik bir “gövde gösterisi” yaptı. Türkiye’nin en büyük ilahiyat fakültesinin yapılması, Çanakkale anmalarının

‘Taksim’de AKP faşizmine direnene bin selam’ Ankara’da emekçiler, AKP faflizmine karfl› direnen Taksim’deki yoldafllar›na “Her yer Taksim, her yer direnifl” sloganlar›yla selam yollarken 20 bin kifliydi. BDP, Anarfli ‹nisiyatifi ile Dev-Lis üyeleri ise polisin üst arama noktas›n› do¤rudan geçerek girdi. BDP, Halkevleri, Ö¤renci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti ve Dev-Lis kortejAKP’li bakanların yoğun katılımıyla gövde gösterisine dönüştürülmeye çalışılması gibi Çanakkale üzerine AKP planları işlerken MemurSen’in mitingi Truva Atı Heykeli önünde yapması manidardı. ‘FAfi‹ZME KARfiI OMUZ OMUZA’ Eskişehir’de düzenlenen iki ayrı 1 Mayıs dostu düşmanı netleştirdi. Üniversitelerde faşist provokasyonların peşinde koşan TGB ve İşçi Partisi, Türk-İş’in sarı sendikalarıyla birlikte 1 Mayıs’ı kutlarken KESK, DİSK, TMMOB, TTB ve Eskişehir muhalefeti bileşenleri “Her yer Taksim, her yer direniş” diyerek Taksim direnişini selamladı. Eylemde Arçelik'teki işten çıkarmalara da tepki vardı. Samsun’da ise Çiftlik Caddesi’nde buluşarak Cumhuriyet

leri coflkular›yla dikkat çekerken herkesin alk›fl›n› toplayan 600 kiflilik ODTÜ Ö¤rencileri korteji, ODTÜ’nün ayakta oldu¤unun kan›t›yd›. S›hhiye Meydan›’nda kürsü kuruldu. Kürsüden yap›lan tüm konuflmalar›n hedefinde AKP vard›. Emek örgütlerinin talepleriyle bar›nma hakk› mücadelesi veren Ankaral›lar›n talepleri Meydanı’na yürüyen emekçiler, başta üniversiteler olmak üzere kent genelindeki faşist saldırılara vurgu yaptı. Miting alanında 824 gündür Gazi Devlet Hastanesi’nde direnen Devrimci Sağlık-İş üyesi Yüksel Arslan, Taşeron Cumhuriyeti’ne karşı mücadeleyi büyütmeye çağırdı. Trabzon’da da faşist saldırılara karşı tepki ön plandaydı. Antalya’da 1 Mayıs, Atatürk Meydanı’nda 10 bin emekçinin katıldığı bir miting ile kutlandı. 2B’ye karşı verilen mücadele AKP karşıtlığı şeklinde mitinge yansıdı. Sivas Demokrasi Platformu tarafından gerçekleştirilen 1 Mayıs mitinginde, “AKP’ye kul, sermayeye köle olmayacağız” sloganları atıldı. Niğde’deki mitingde Halkevleri ve HDK kitleselliğiyle dikkat çekti. Yürüyüş sırasında Bor

“Tafleronlaflt›rma, rant, ya¤ma ve y›k›m AKP demek” ifadesinde birleflti. Halkevi Çocuk Korosu 1 May›s’› emekçilerin korosuna çevirdi. Koronun flark›lar›na efllik eden 20 bin emekçi, “Yaflas›n 1 May›s, yaflas›n Taksim” sloganlar›n›n ard›ndan sahne alan Niyazi Koyuncu’nun flark›lar›yla horon tepti. Şeker Fabrikası’nda Şeker-İş üyesi işçilerin önlükleriyle kortejlere katılması büyük alkış aldı. KESK'in çağrıcılığını yaptığı 1 Mayıs Bolu'da büyük bir coşkuyla kutlandı. Valilik önünde bir araya gelen yüzlerce kişi, Hükümet Meydanı'ndan bankaların bulunduğu caddeye yürüdü. Halkevleri, ÖDP, EMEP, CHP'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda siyasi parti ve demokratik kitle örgütünün katıldığı eyleme, esnaf da yoğun destek verdi. Konya’da emekçiler, Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü karşısında bir araya geldi. AKP karşıtı sloganlarla Zafer Meydanı’na yürüyen binlerce kişi Taksim’de yaşanan saldırıları protesto ederek oturma eylemi yaptı. Silifke, Afyon, Edirne’de de 1 Mayıs kitlesel eylemlerle kutlandı.

Gelecek y›l Taksim’de bir kez daha görüflmek üzere… ayyip Erdoğan, sınıf kinini de aşan gerici ideolojisinin nefretini bir kez daha tüm çıplaklığıyla kustu ve Taksim, 1 Mayıs kutlamalarına yasaklandı. Konfederasyon başkanlarıyla yaptığı görüşmede, “Ben istersem izin veririm, istemezsem vermem” diyordu. Gerekçesi teknik nedenlermiş; yani inşaat varmış ve bir kişinin bile başına bir şey gelirse sorumlu olmak istemiyormuş. Acaba İstanbul’daki gösterilerde yaralanan yüzlerce kişinin sorumluluğunu alır mı? Elbette almaz; çünkü o insanlar, AKP’nin yok saydığı ilerici emek-meslek örgütlerinin ve sosyalist hareketin üyeleri. Oysa çukura düşülmemesi için “sorumluluk” hisseden birinin yapması gereken elbette başka bir şeydi. 1 Mayıs’ın Taksim’de yapılacağı, ta bir önceki 1 Mayıs’tan yani bir yıl öncesinden belli idi. Taksim’deki inşaat, zaten belli olan bu tarih dikkate alınarak planlanabilir ve hatta bu yapılmasa bile 15 gün öncesinden tüm inşaatın etrafı güçlü bariyerlerle çevrilebilirdi; ancak nerdeee... Bunun yapılabileceğini, tüm bu

T

süreç boyunca ortalıkta hiç görünmeyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş dahil herkes biliyordu zaten. (Bu arada Kadir Topbaş’ın sorumluluk duyduğu kesim İstanbul halkı değil de Tayyip Erdoğan olduğu için ondan bunu beklemek zaten anlamsız.) Ancak amaç emekçilerin, ezilenlerin, solun 1 Mayıs kutlamalarını sağlamak değil, tam tersine engellemek olduğu için son güne kadar bu süreç oyalamalarla, koşulların daha da güçleştirilmesi ile geçirildi. Kısacası “çukur gerekçesi” koskoca bir yalandır ve 1 Mayıs-Taksim direnişiyle oyunu bozularak çukura gerçekten düşen Tayyip Erdoğan ve AKP zihniyetidir. Tüm bunların nedeni kuşkusuz, tekrar etmek gerekirse Tayyip Erdoğan’ın sınıf kinini de aşan gerici ideolojisinin nefreti. Bu şahsiyete ve bu şahsiyetin de sahiplendiği gerici ideolojiye göre solcular ve sosyalizm en büyük düşman, emek ve emekçi ise kendilerine tabi olması gereken, sadece verilenle yetinmesi gereken “edilgen nesneler.” Ne var ki Taksim 1 Mayıs’ının AKP

tarafından bu hale getirilmesiyle sağlanan sonuçları da görmek gerek. DİSK’in hedef sloganı “Taşeron Cumhuriyetini Yıkacağız!” idi. Tayyip Erdoğan’ın taktiği, 1 Mayıs’ın bu yılki güncel politik söyleminin belirsizleştirilmesine yol açtı. 1 Mayıs alanına akacak kitlenin önemli bir bölümü pasifleştirildi, terörize edildi. Bununla birlikte, Tayyip Erdoğan’ın hesabını bozan bir şey de vardı: DİSK’in ve sosyalistlerin Taksim ısrarı. Eğer Taksim’den vazgeçilip başka bir yer, mesela Kadıköy ya da Kazlıçeşme tercih edilseydi, AKP’nin taktiği gerçek anlamıyla başarıya ulaşacaktı. İşte bu ısrar, Tayyip’e şunu söyletti: “İlla Taksim demeniz, bana, AKP iktidarına karşı yapıyoruz dedirtir, bundan bunu anlıyorum.” Evet, Tayyip Erdoğan bu konuda haklı çıktı. 1 Mayıs Taksim eylemleri, işçi sınıfının, ezilen halkların, ilerici emek-meslek örgütlerinin, ilerici toplumsal güçlerin ve sol-sosyalist örgütlerin AKP iktidarına karşı direnme eğilimlerini birleştirdi. 1 Mayıs’ın özüne uygun olarak “birlik, mücadele, dayanışma” geleneğine güncel, militan bir

içerik kazandırdı. AKP iktidarına karşı siyasal muhalefetin direnişini daha da büyüten bir sıçrama tahtası oldu. Bu arada gelecek yıl birileri, bu yılı kast ederek “geçen yıl 1 Mayıs’ın içeriği ne idi” diye soracak olursa verilecek yanıt belli: AKP iktidarına karşı direniş! Tayyip ve şürekasının Taksim’i yasaklamasının kuşkusuz en önemli nedenlerinden biri de Türkiye işçi sınıfının tarih bilincini silme istediğidir. O bilinçten ‘77 1 Mayıs’ını, ‘89 1 Mayıs’ını çıkarma isteğidir. Çünkü bunlar, her yıl ve her yıl canlı tutulduğu sürece egemenlerin provokasyon girişimleri zorlaşacak, yeni saldırı planlarına karşı direniş barikatı sürekli canlı kalacak. İşte zaten tam da bu tarih bilincini koruma çabasıdır Taksim ısrarı, Taksim’in vazgeçilmezliği. Sadece bu kadar mı? Elbette değil. Taksim ısrarı egemenlere, AKP’ye güvenmemektir. Çünkü işçi sınıfının çıkarı bahşedilecek olanı beklemek, verilecek olan sözlere inanmaktan geçmez. Hele hele Tayyip Erdoğan’ın yalanlarından hiç geçmez. AKP

yöneticileri buldukları ilk fırsatta sürekli “1 Mayıs’ı kendilerinin resmi tatil ilan ettiklerini” propaganda ediyorlar. Sanki 2002’de, yani ilk iktidar yılında bunu yaptılar. 1 Mayıs’ın resmi tatil olarak yasalaştığı yıl 2009 oldu; yani yedi yıl sonra ve tüm bu yedi yıl boyunca ve özellikle 2007, 2008 yıllarındaki o azgın saldırı programlarından sonra. Bahşedilen olmadı, zorla ele geçirildi. Ve biliniyor ki fırsat bulunduğu ilk anda gasp edilmeye çalışacak. Taksim ısrarı, Tayyip Erdoğan ve onun valisinin (kesinlikle İstanbul halkının değil) uydurma inşaat gerekçelerine inanmamaktır. Metroyu, metrobüsü, gemileri, otobüsleri, köprüleri iptal eden, Taksim bölgesi çevresine kilometrelerce uzunlukta polis bariyeri çeken mülki amirlik 10 metre derinliğindeki çukurun etrafına sağlam bir bariyer kurmaktan acizdir. Buna ancak Çalışma Bakanı Faruk Çelik ve TÜSİAD inanır. (Bu arada demokrasi havarisi TÜSİAD’ın Taksim konusundaki tavrını bilen var mı?) Taksim ısrarı, işçi sınıfının, sosyalizmin sesini en güçlü bir

şekilde çıkarma iddiasıdır. Kazlıçeşme ve Kadıköy, o sesin gücünü zayıflatacaktır. Taksim ısrarı sadece İstanbulluların ısrarı değildir. Ankaralı, İzmirli, İzmitli, Eskişehirli, Trabzonlu, Adanalı, Antalyalı emekçinin de inadıdır. Bugün tüm Türkiye’de meydanlara çıkan, meydanlarda AKP’ye meydan okuyan onbinlerce, yüz binlerce emekçinin sloganlarına yansıdı Taksim’in temsil ettiği ortak değerler. Taşeron Cumhuriyeti’ne karşı mücadele kararlılığı; savaşa ve faşizme karşı mücadele ve halkların kardeşliği; çayına, suyuna, deresine, yaşamına sahip çıkanların HES’lere karşı direnişleri; 2B ve kentsel dönüşüm talanına karşı halkın direniş hareketleri ülke çapındaki 1 Mayıs’ların güncel içeriğini oluşturdu. Bu nedenle AKP’nin provokasyon rejimi yüz binlerin sesini bastırmaya yöneliktir. Ancak AKP ve özellikle Tayyip Erdoğan anlayacaktır ki o ses Türkiye’nin her meydanından büyümeye devam edecek. Gelecek yıl Taksim’de buluşmak bir kez daha kaçınılmaz!


3

GÜNDEM 2 May›s 2010 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Hatay’da binler barışa ses verdi! Kürtçe şarkılarını barış için söyledi. Saray Caddesi’nde kurulan şenlik alanında sık sık “Savaşa meydan okuyoruz”, “Katil ABD, işbirlikçi AKP” sloganları atıldı. Hatay Halkevi yaz okulu çocukları da söyledikleri şarkı ve şiirlerle alanda yerini aldı.

KEMAL OKUR

H

atay Halkevi’nin “Valinin yasağına, AKP’nin ayrımcılığına, emperyalizmin savaşına meydan okuyoruz” sloganıyla 26-27 Nisan tarihinde gerçekleştirdiği etkinliklerde binlerce kişi barış talebini haykırdı. Barış etkinliklerinin ilki 26 Nisan günü Hatay Halkevi’nde gerçekleştirilen “Savaşa meydan okuyanlar buluşuyor paneli” oldu. Panelde Alevileri, Hıristiyanları, Domları temsil eden liderlerin yanı sıra demokratik kitle örgütü temsilcileri, gazeteciler ve milletvekilleri de bir araya geldi. Panele 250 kişi katıldı. HERKES BARIfi ‹ST‹YOR Panelde ilk sözü AKP’nin gerici politikalarının hedefi haline gelen Aleviler adına Alevi Kültür Derneği Yönetim Kurulu üyesi Dr. Şefik Zan aldı. Zan, AKP’nin mezhepçi politikalarını işaret ederek “Biz Aleviler bu oyunlara gelmeyeceğiz” dedi. Hatay’da yaşayan Hıristiyan yurttaşları temsilen konuşan Samandağ Belediye Meclis üyesi Mişel Atik, savaşın doğaya yaptığı zararlar üzerinde durdu ve “Bizlere düşen görev, barışın sesini, barışın soluğunu daha da yükseltmektir” dedi. Domları temsilen Dom-Der Başkanı Mustafa Karabulut, Arap Alevilerinin Ğadirhum bayramında tüm işyerlerini kapatmasını “Ben o gün çarşıya inerim, alışveriş yapmak isterim. Ama tüm darabalar kapalıdır.

Valinin yasağına, AKP’nin ayrımcılığına, emperyalizmin savaşına meydan okuyan Hatay halkı savaşı tartıştı, büyük halk korosuyla barışa ses verdi Hüzünlenirim. Derim ki, demek ki Alevi kardeşlerimiz olmazsa Antakya bir hayalet şehirdir” sözleriyle yorumladı ve halkların kardeşliğine vurgu yaptı. Antakyalı gazeteci-yazar Ali Yolcu ise Suriye ile ilgili yaptığı haberler nedeniyle 15

Gökçek’in, Halkevi tahammülsüzlüğü video kaldırttı Ankara Halkevleri’nin Ankara Metrosu’nun ekranlar›nda dönen sessiz tan›t›m videolar›na Melih Gökçek müdahalesi geldi. Ankaral›lar›n 1 May›s’a davet edildi¤i videonun döndü¤ü Outdoor TV flirketi yetkilileri, Büyükflehir Belediyesi’nin bask›lar› nedeniyle videonun yay›ndan kald›r›ld›¤›n› söyledi. Melih Gökçek’in Halkevleri’ni ve 1 May›s çal›flmalar›n› engelleme giriflimlerine iliflkin Halkevleri Kültür Sekreteri Mustafa Ebeliköse bir aç›klama yapt›. Yasal yollara da baflvuracaklar›n› belirten Eberliköse flunlar› söyledi: “12 Eylül faflizminin ayak izlerini takip eden AKP’lilerin iflçi s›n›f›n›n mücadele bayram› olan 1 May›s’a tahammülsüzlü¤ü, Taksim yasa¤›ndan sonra tan›t›m yasa¤›nda da kendini gösterdi. Ancak halk düflmanlar› bilmelidirler ki, tarihin gösterdi¤i gibi hiçbir yasak, halk›n coflkun akan selini durduramayacakt›r.”

gün önce tutuklanan Hasan Kabakulak’ı hatırlatarak konuşmasına başladı. AKP’nin gerçekleri halka anlatan gazetecilere tahammülü olmadığını belirten Yolcu, cihatçıları sokaklara salanların değil, cihatçılardan rahatsız olanların tahrikçi ilan

edilmesine tepki gösterdi. Ortadoğu’nun mazlum halklarının birbirine kırdırılmak istendiğine dikkat çeken Ehl-i Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı (Ehdav) Genel Başkanı Ali Yeral, emperyalist savaşa ve mezhepçiliğe karşı her zaman

mücadele edeceklerini söyledi. “Mecliste olmaktan hicap duyuyorum” diyerek konuşmasına başlayan Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz ise uluslararası bir proje partisi olan AKP’nin ülkeyi karanlığa götürdüğünü ifade etti.

B‹NLER‹N KATILDI⁄I BARIfi KOROSU Savaşa meydan okuyan binlerce Antakyalı, 27 Nisan günü, Saray Caddesi’ndeki halk korosuna katıldı, barışa ses verdi. Antakyalılar hep bir ağızdan Arapça, Türkçe ve

AKP’nin Çanakkale planı A

nadolu Gençlik Derneği’den gericilerin ve Ülkücü faşistlerin polisle işbirliği içinde provokasyonlara giriştiği Çanakkale sokaklarında, 1 Mayıs’ı Çanakkale’de kutlayacağını söyleyen Memur-Sen afişleri ile kutlu doğum afişleri boy gösteriyor. Son yıllarda AKP tarafından büyütülen Çanakkale etkinlikleri, kente Türkiye’nin en büyük ilahiyat fakültesinin yapılması, AKP’nin Çanakkale’ye özel planları olduğunu gösteriyor. AKP’li Memur-Sen’in 1 Mayıs’ı Çanakkale’de gerçekleştireceğini 21 Nisan’da duyurduktan sonra kentteki faşist provokasyonlarda gözle görülür bir artış yaşandı. 21 Nisan günü kentin tüm sokaklarına Kutlu Doğum etkinlikleri afişleri yapıldı. Afişleri yapanların kim olduğu 23 Nisan günü ortaya çıktı. Gece saatlerinde ellerinde kutlu doğum afişleriyle gelen bir grup, Halkevleri’nin 1 Mayıs afişini sökünce Halkevciler müdahale etti. AGD ve

Ülkü Ocakları’ndan gelen gericifaşistlerin olduğu grup Halkevcilere saldırdıysa da Halkevciler saldırıyı püskürttü, faşistler afişleri bırakıp kaçtı. Provokasyonlar ertesi gün de devam etti. Genel-İş, Halkevi,

Öğrenci Kolektifleri, SGDF, YDG ve TKP Çanakkale halkını 1 Mayıs’a çağırmak için Dr. Mümtaz Pirinççiler Meydanı’nda stant açtı. 1 Mayıs çağrıları yapılırken AGD üyesi gericiler de “Ayasofya müze olarak açılsın”

standı açtı. AGD’li gericilere bir süre sonra Ülkücü faşistler de eklendi. Herhangi bir arbede yaşanmazken gerici-faşistler alanı terk etti. 24 Nisan gecesi provokasyonun kimler tarafından desteklendiği ortaya çıktı. Gece saatlerinde afiş yapan Halkevcilere sivil polisler saldırdı. Gözaltına alınan Halkevciler 6 saat sonra serbest bırakıldı. Çanakkale’deki faşist provokasyonların yanı sıra AKP’lilerin Çanakkale’yi yeni gericiliğin sembolü yapma ve Çanakkale’yi adeta bir AKP kalesi haline çevirme planları da sürüyor. “Çanakkale şehitlerini anma” etkinlikleri hükümet tarafından giderek büyütülürken Memur-Sen de 1 Mayıs’ı Çanakkale’de kutlayacağını açıklamış ve bunun nedenini de “sürece uygunluk” olarak açıklamıştı. Türkiye’nin en büyük ilahiyat fakültesinin Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’ne yapılması da AKP’nin Çanakkale planının kısa vadeli olmadığını gösteriyor.

Nail Satlıgan’ı yitirdik

Halkevcileri tutuklamayan hakime soruşturma Halkevleri’nin 81’inci kurulufl y›l› etkinliklerinde Kocaeli’nde gerçeklefltirdi¤i yürüyüflte polis sald›r›s› sonucu gözalt›na al›n›p adliyeye sevk edilen Halkevcileri serbest b›rakan hakime soruflturma aç›ld›. Duruflmada Halkevcileri serbest b›rakan Hakim Mesut Erbafl polislere, “Sizin baflka ifliniz yok mu? Polis, hem savc› hem hakim haline gelmifl” diyerek tepkisini ortay koydu. Polis, Erbafl’›n sözlerini hakk›nda tutanak tuttu. Daha önce kentte tüm yürüyüflleri yasaklayan Valilik de bu tutana¤› Hakimler ve Savc›lar Yüksek Kurulu’na gönderdi. Avukatlar sorgu s›ras›nda polisle tart›flmalar yafland›¤›n›, hakimin polisin tutuklama ›srar› karfl›s›nda tepkisini dile getirdi¤ini, söz konusu flikayetin kayna¤›n›n da Kocaeli polisi oldu¤unu belirtti.

‘KADINLAR SAVAfi ‹STEM‹YOR!’ Şenlikte 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde polisin barikatını ayakları altına alan kadınlar adına Nadiye Ekşi söz aldı. Halkı Arapça selamlayan Ekşi şunları söyledi: “Savaştan en çok etkilenen kadınlar artık barış istiyor. Barış halk düşmanı, kadın düşmanı AKP’den gelmeyecek, barış Arap, Türk, Kürt, Sunni, Alevi bu topraklarda yaşayan tüm kadınların elleriyle gelecek.” Ekşi’nin ardından Hatay Halkevi Başkanı Eylem Mansuroğlu bir konuşma yaptı. Mansuroğlu, panele katılan Hıristiyan, Sünni ve Alevi temsilcilerinin ortak vurgusunun “barış” olduğunu Türkiye halklarına gösterdiklerini belirtti. Savaşı evlerde futbol maçı izler gibi izleyemeyeceklerini söyleyen Mansuroğlu, valinin ve başbakanın “hoşgörü” telkinlerine karınlarının tok olduğunu, Suriye’de savaşıp Hatay’ın parklarında dinlenmeye çekilen El Kaidecilere, eli kanlı katillere, Hatay’ı cephe gerisine çevirenlere karşı hoşgörülü olamayacaklarını söyledi. Konuşmaların ardından etkinlik, türküler eşliğinde çekilen halaylarla son buldu. Binlerce Antakyalı, etkinlikten barış talebini daha da büyütmek üzere ayrıldı.

T

Ermenilerin acılarını paylaşma ‘suçu’ H DK’nin çağrısıyla İstanbul, Adana, Diyarbakır ve Ankara’da bir araya gelen binlerce kişi 98 yıl önce katledilen Ermenileri andı, soykırımı lanetledi. İstanbul, Diyarbakır, Adana ve Ankara’da kitlesel eylemleri gerçekleştirilirken Adana’da 1915’teki katliamda hayatını kaybedenlerin yanı sıra 1909’da Adana’da katledilen Ermeniler de anıldı. Eylem, Merkez Bankası olarak kullanılan Protestan Ermeni Kilisesi önünde yapıldı.

SEVAG, ÖLÜMÜNÜN 2. YILINDA MEZARI BAfiINDA ANILDI Ermeni soykırımının 96. yıldönümünde, 24 Nisan

2011’de zorunlu askerlik yaparken öldürülen Sevag Balıkçı da, Şişli Ermeni Gregoryen Mezarlığı’nda mezarı başında anıldı. Ermenilere yönelik soykırım toplumsal muhalefet tarafından protesto edilirken yargı, Ermeni düşmanlığını tutanaklara geçirdi. 24 Nisan günü İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen KCK basın davasında savcı İsmail Işık, ortak savunmayı okuyan DİHA editörü Ertuş Bozkurt’un Ermeni Soykırımı’nın 98. yılı sebebiyle “Ermenilerin acılarını paylaşıyoruz” şeklindeki ifadesini ”Milletimize atılan en büyük iftira olan sözde Ermeni Soykırımı ifadesini kullandılar” diye değerlendirdi.

ürkiye sosyalistlerinin emektar isimlerinden, özellikle Marx’ın başyapıtı Kapital üzerine çalışmalarıyla Marksist literatüre önemli katkılarda bulunan Nail Satlıgan’ı 28 Nisan günü akşam saatlerinde yitirdik. Satlıgan uzun süredir kanserle mücadele ediyor, ancak çeviri ve kitap çalışmalarını sağlığı el verdiğince büyük bir çabayla sürdürüyordu. Yakın dostu Ahmet Tonak, Satlıgan için dini tören düzenlenmeyeceğini, anma töreninin daha sonra duyurulacağını söyledi. Pekin’de başlayan yaşam yolculuğu İstanbul’da noktalanan Satlıgan, gittikçe ağırlaşan sağlık sorunlarına karşın Kapital’in Almanca aslından Türkçeye kazandırılmasında Mehmet Selik’in yarım kalan çalışmasını tamamlamış, bu eser Nisan 2011’de okura ulaşmıştı.


4

GÜNDEM 2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Silahlar sustuktan sonra KK gerillasının sınır dışına çekilme kararı geçtiğimiz günlerde açıklandı. Öcalan ve PKK'nin çekilme şartı olarak ileri sürdüğü “yasal güvence” de oluşturulmadı, buna karşılık hükümetin “arzusu” olan “silahları gömüp gitme” de söz konusu değil. Henüz ne özel savaş kuvvetleri dağıtıldı, ne de PKK gerillası “terhis” oldu ama fiilen “silahlar sustu”. Son bir ayda yaşanan gelişmeler, silahların susması sonrasında “Kürt siyasi alanının” ciddi bir dönüşüm geçireceğini gösteriyor. Hizbullah saldırısı ve Kutlu Doğum Haftası “seferi”yle görüldü ki, yeni dönemde İslamcı Kürt partileri Kürt siyasi alanında etkin olmaya çalışacak. Diğer yandan geçtiğimiz hafta eski DDKD'lilerin düzenlediği partileşme konferansının da gösterdiği üzere bir KürtLiberal Partisi'nin eli kulağında. Yani bugüne kadar Kürt Ulusal Özgürlük Hareketine katılmamış, katkıda bulunmamış unsurlar, silahlar sustuktan sonra Kürt siyasi alanında PKK ve BDP'nin karşısına “İslamcılar” ve “Liberaller” olarak dikilecekler. Abdullah Öcalan'ın İslami referanslarına, Kürt küçük burjuva liberallerine atıfta bulunularak, “AKP ile PKK'nin İslamcılık ve liberalizm temeli Ferda üzerinde pro-emperyalist bir ittifak oluşturuKoç yorlar” şeklindeki iddiferdakoc@ alar hayatın gerçeklerhotmail.com ine uymayacak gibi görünüyor. Kürdistan'da liberalizmin de İslamcılığın da sahipleri var. İslamcılar ve liberaller, silahlı mücadelenin “kurucu unsur” olmadığı bir Kürt siyasi düzleminde PKK ve BDP'ye alternatif olabileceklerini düşünüyorlar. Bu olgu, PKK ve BDP'nin “Ulusal Birlik” projelerini de etkileyecek. Kürt Özgürlük Hareketi'nin şimdiki Ulusal Birlik kavramı İslamcı ve Liberal Kürt siyasi parti ve oluşumlarının da içerilmesini öngörüyor. Ancak PKK'ye karşı partileşen, hatta bu nedenle devletten himaye görecek olan bu kesimlerin PKK'nin hegemonyası altındaki bir “Ulusal Birlik” zeminine katılması pek olası değil. Katılsalar bile devletin ve sermayenin Kürt siyasetinin içindeki “Truva atı” olacakları açık. Böyle bir tablonun PKK ve BDP'yi İslamcı ve liberal Kürt partilerinin karşısında “Kürtlerin sol partisi” olmaya zorlayacağı anlaşılıyor. KCK'nin 1 Mayıs bildirisinde ve KCK önderlerinin son günlerdeki konuşmalarında gördüğümüz güçlü “Sosyalizm” vurgusu, PKK'nin silahlar sustuktan sonra kullanacağı siyaset dilinin önemli bir dönüşüm geçireceğini daha şimdiden gösteriyor. Abdullah Öcalan'ın silahların susmasından sonra oluşacak ortamın yeni özelliklerine dikkat çekerek PKK'ye ve BDP'ye yaptığı “demokratik siyaset alanını genişletme” çağrısı da bu bakımdan anlamlı unsurlar içeriyor. Öcalan, HES'lere karşı mücadeleyi örnek veriyor. Bu mücadelenin artık sadece “askeri gereklere bağlanamayacağını” söyleyen Öcalan, mücadelenin, ekoloji, tarih, kültür ve tarım bağlamında genişletilmesi gerektiğini belirtiyor. Uzun bir süredir Batman dışındaki Kürt illerinde etkili bir biçimde kutlanmayan 1 Mayıs'ın bu yıl, başta Diyarbakır olmak üzere, hemen bütün önemli Kürt illerinde geçen yıllara göre çok daha büyük bir siyasi sahiplenme ve seferberlikle kutlanması da bu eğilimi destekleyen bir olgu. Uzun sözün kısası, şu temel saptamanın altını tekrar tekrar çizmekte fayda var: Kürt Sorunu bir ezilen h a l k sorunudur, Kürt hareketi bir ezilen h a l k h a r e k e t idir; harekete geçmiş bir ezilen halkı, yani güvencesiz işçiyi, işsizi, topraksız köylüyü emperyalistlerin, burjuva liberallerinin şişesine tıkabilmek kolay değildir.

P

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

‹KT‹DAR, FAfi‹STLER, ULUSALCILAR TEK KONUDA MUTABIK

Kürde hakkını vermeden ‘çözüm’ UMAR KARATEPE

K

andil’den çekilme açıklamasının gelmesinden dört gün sonra Başbakan Erdoğan 29 Nisan’da il ve ilçe başkanları ile yaptığı toplantıda şunları söylüyordu: “Müzakere, taviz verme, pazarlık asla ve asla söz konusu değildir. Bizi İmralı ile pazarlık sürecindeymişiz gibi gösterenlere sesleniyorum. Biz bugüne kadar kimseyle bu ülkenin bu milletin menfaatlerini pazarlık konusu yapacak kadar düşmedik, alçalmadık, asla da alçalmayız.” Erdoğan’ın sürece dair en net ifadelerinden biriydi bu sözler. Vermediğini ve vermeyeceğini ilan ettiği “taviz” ise Kürdün haklarından başka bir şey değildi. Mealen söylersek, anadilde eğitim ve sağlık hakkının tanınması, hapishanelerin siyasetçilerle, aydınlarla dolmasına yol açan terörle mücadele yasasının kaldırılması, yüzde 10 barajı gibi temsil hakkını sınırlayan düzenlemelerin değiştirilmesi, eşit yurttaşlığı güvence altına alacak anayasal düzenlemeler vs. vs… Aynı konuşmada Erdoğan “Bizim Türk milleti anlayışımız, Türkiye'deki tüm etnik grupları kapsayan bir anlayıştır” dedi. Ne gariptir ki, CHP’si de MHP’si de İşçi Partisi de aynı tezleri öne sürmekteydi. Hatta CHP’nin ulusalcı vekillerinden Birgül Ayman Güler tam da bu nedenle “Türk ulusu” ile “Kürt milleti”nin bir tutulamayacağını

Kürtlere haklarını vermeden “çözüm” getirmekle övünen Erdoğan’ın karşıtları da Başbakan’ı “taviz” vermekle eleştiriyor söylemişti. Erdoğan ile ulusalcı-faşist muhalefeti birleştiren tek şey iflas etmiş ve inandırıcılığını yitirmiş olan bu “ulus” tanımı değildi. Erdoğan’ın Kürde hiçbir hakkını vermeden (taviz vermeden) ve Kürt hareketiyle bu hakları müzakere etmeden silahlı mücadelenin sona ereceği vurgusu zaten ulusalcı-faşist muhalefetin de talebiydi. Salonda Erdoğan’ın “taviz-müzakere

yok” sözlerini çılgınca alkışlayanların, ulusalcı-faşist muhalefetten tek farkları Erdoğan’a inanmalarıydı. AKP’ye inanmayanlar ise Erdoğan’ın Kürtlere haklarını vermesine duydukları öfkeyle akil insanlar heyetlerini protesto ettiler. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın müzakereler ile ilgili açıklama yapmasını beklediğini tekrarlamaktan başka bir siyaset üretmemeye devam

etti.

AKP’YE PAZARLIK GÜCÜ AKP’nin “Kürtlere bir gıdım hak vermeden işi bitireceğiz” vaadine inanmayan ulusalcı-faşistler aslında iktidarın değirmenine su taşıyor. Zira iktidarın demokratik bir hamle yapmadan süreci mümkün olduğunca uzatmasına ve seçim dönemini “terörü bitirdik” söylemleriyle geçirmesine zemin hazırlıyor. Erdoğan bu

muhalefetin arkasına gizlenerek çözüm için gerekli hiçbir adımı atmamakta ısrar ediyor. AKP en ufak demokratik adımı dahi kendi iktidarını pekiştirecek adımların pazarlık konusu haline getiriyor. Örneğin BDP’nin defalarca AKP’nin önerdiği tip bir “başkanlık sistemini” kabul etmeyeceğini açıklamasına rağmen AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop, anti-demokratik seçim barajının düşürülmesi için başkanlık sistemini şu sözlerle şart koştu: “Başkanlık sistemine geçiş olursa zaten baraj diye bir sorun kalmaz. Baraj istikrar için getirildi. Başkanlık sisteminde istikrar sorunu kalmıyor.” AKP’nin Kürt sorununda demokratik adımlar atacağı kaygısıyla sokağa dökülen ulusalcı-faşist odaklar iktidarın elini güçlendirirken sadece ve sadece BDP’yi köşeye sıkıştırmış oluyorlar. Geçtiğimiz yıllarda her kritik dönemde AKP’nin imdadına yetişen MHP’nin, her zaman kontrgerilla ile içli dışlı olan İşçi Partisi’nin ve CHP’nin işi açık ırkçılığa vardıran ulusalcı kanadının bunu bilinçli olarak tercih etmeleri beklenir. Ancak burada asıl tehlikeli olan sola yakın kesimlerde açığa çıkan sosyal-şoven eğilimler. Bugün ihtiyacımız olan ise demokratik çözüm isteyen bir muhalefet. Demokrasiyle ve hak kavramıyla barışık olmayan AKP’yi köşeye sıkıştıracak olan da ulusalcıfaşistler değil böylesi bir muhalefet olacak.

‘Biz de bir şey bilmiyoruz’ İ Bursa mitingi

Alperen-Ülkücü-TGB ittifakı A

KP’nin sürece yaklaşımını anlatmak üzere görevlendirilen Akil İnsanlar çeşitli kentlerde protesto edildiler. Ancak protestoların nedeni AKP’nin demokratik bir çözüm adına hiçbir şey yapmaması değildi. Ulusalcı ve faşist güçler AKP’nin çözüm adına Kürtlere çeşitli haklar verdiğini iddia ederek faşist ve ırkçı gösteriler tertiplediler. Gösterilerde değişmez üçlü İşçi Partisi’ne bağlı Türkiye Gençlik Birliği (TGB), Türk-İslamcı Büyük Birlik Partisi’ne bağlı Alperen Ocakları ve Ülkü Ocakları üyeleri oldu. Bazı illerde CHP’liler de ırkçı-şoven gösterilere

katıldı. TGB’nin internet sitesinde öncülük ettiğini iddia ettiği Karabük’teki gösteri MHP’nin önünden başlaması dikkat çekti. 600 kişinin katıldığı ve “Kahrolsun PKK , işbirlikçi AKP” sloganının sıklıkla atıldığı gösteride bozkurt işaretleri yapan ile sol yumruklarını kaldıran faşistler omuz omuza yer aldı. Kütahya’da 300 kişinin katıldığı eyleme Atatürkçü Düşünce Derneği ve CHP üyelerinin de katılması dikkat çekti. Bursa’da da 500 kişinin katıldığı eylemde bozkurt flamaları taşıyan ırkçı gruplar ile omuz omuza “Her Türk asker doğar”, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”

sloganları atan TGB’liler vardı. MHP de sürece karşı 9 ilde yapmayı planladığı gösterilerin ikincisini İzmir’de yaparken mitinge bir kez daha “Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganı damgasını vurdu. MHP’nin İzmir’de tarihinin en büyük mitingini yapmasının yanı sıra MHP’nin oy oranlarının yükseldiğine ve hatta CHP’yi geçtiğine dair anket sonuçları yükselen ırkçı-şoven dalganın en azından şu an için MHP’nin kanalına aktığını gösterdi. Bu eylemlere katılan ve kendine “sol” diyen kesimler de bu konuda oldukça önemli katkılarda bulunmuş oldular.

AKP’nin rehine siyaseti sürüyor A

KP hükümeti, yargıyı siyasetine tabi kılma anlayışını, rehine siyasetini sürdürerek gösteriyor. KCK davalarında bazı tutukluların tahliyesine karar verilse de AKP tarafından yasalaştırılan 4. Yargı Paketi de KCK’li mahpusları bağlayan herhangi bir içeriğe sahip değil. Müzakere süreciyle birlikte KCK davalarında tutuklu bulunan mahpuslar yavaş yavaş tahliye edilmeye başladı. Tahliye edilenler uzun süredir hapiste kalan ve yakın zamanda tahliye edilmesi beklenen kişilerdi. Adana’da KCK operasyonları kapsamında gözaltına

alınan ve haklarında dava açılan 4’ü tutuklu 54 kişinin yargılandığı dava 22 Nisan’da görüldü. Dört tutukluya tahliye kararı çıktı. 2012’de 6 ilde düzenlenen KCK operasyonlarında gözaltına alınıp haklarında dava açılan

6’sı tutuklu 24 kişi ile ilgili ilk duruşma 25 Nisan’da Mersin’de görüldü. Mahkeme heyeti tutukluların tamamının tahliyesine karar verdi. 26’sı tutuklu 46 basın emekçisinin yargılandığı KCK davasında, 25 Nisan günü BirGün

muhabiri Zeynep Kuray ve DİHA muhabiri Sadık Topaloğlu tahliye edildi. Kuray ve Topaloğlu’na adli gözetim ve yurt dışına çıkma yasağı konuldu. Tahliyelerde 12 Nisan günü yasalaştırılan 4. Yargı Paketi’nin Terörle Mücadele Kanunu’nda getirdiği değişiklikler etkili olsa da bu değişiklikler KCK tutuklularını etkilemiyor. Çünkü değişiklikler içinde yer alan “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılamaz” hükmü, sadece silahsız örgütler için geçerli olacak.

ktidar tarafından iki aylık çalışma süresi biçilen Akil İnsanlar Heyeti’nin toplantıları sürüyor. Tarafsız, sürece dair gözlem yapan, tıkanmalara karşı arabulucu olarak çalışması gereken heyet, AKP’nin kurguladığı gibi tepkilere kalkan görevi yapıyor. Son toplantılardan birkaç örnek… Bursa’daki toplantıda Hayrettin Karaman, sürece dair “bir şey bilmediği”ne dair şu sözlerle yeminler etti: “Vatandaş diyor ki ‘Siz ne verdiniz de bunlar silah bırakıp gidiyor’ diyor. Hemen söyleyeyim. Allah’tan korkarım, yalan yere yemin etmem. Vallahi, billahi, tallahi onlara verdikleri herhangi bir şeyi, sizin bilmediğiniz, bizim bildiğimiz herhangi bir şeyi bize bildirmediler. Böyle bir şey yok. Biz sizin kadar biliyoruz” Niğde’deki toplantıda Ahmet Taşgetiren kendilerini protesto eden salonun beklentilerini “Öcalan’ı sevmem, onun teröristlerin lideri olduğunu düşünüyorum ve ona güvenmiyorum” sözleriyle karşılamaya çalıştı. Karabük’teki toplantı öncesinde basın toplantısı yapan akil insan Vedat Bilgin ise ne kadar fazla insan öldürüldüğünü şevkle anlattı: “2011-2012 yılları arasında PKK ile çok ciddi mücadele edildi. PKK bu süreçte 2 bin 700 üyesini kaybetti. PKK, 400 kilometrekarede hakimiyet kuracağını açıklamıştı ama bir tane bile mağarada hakimiyet kurma şansını asker ortadan kaldırdı."

Hayrettin Karaman


5

DÜNYA 2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Kerry’nin sömürgecilik turu ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

A

BD Başkanı Barack Obama’nın “askeri müdahale yerine diplomasi” sözleriyle açıkladığı yeni dönem emperyalist stratejiler, Dışişleri Bakanı John Kerry’nin görevinin ilk üç ayındaki kendini gösterdi. Obama’nın, göreve gelişini “mükemmel bir seçim” diye nitelediği Kerry, usta bir manevracıydı. İki madalyayla ödüllendirildiği Vietnam Savaşı’nın ardından, ülkesindeki savaş karşıtı hareketi yörüngeye oturtmak adına Savaş Karşıtı Vietnam Gazileri’nin basın sözcülüğünü üstlenmişti. Yıllar sonra Irak’ta da aynı kurnazlığı kullanmış, kitle imha silahları olduğunu söyledikten sonra silahların olmadığı ortaya çıkınca da barışsever suretine bürünmüştü. ABD ‹PLER‹ SIKIYOR Kerry, Afganistan, Pakistan, Mısır, Filistin ve İsrail’e peşi sıra yaptığı ziyaretlerde hem ABD’nin ipleri sıkı tutup denetimini yoğunlaştıracağı hissiyatını güçlendirdi, hem de önümüzdeki dönem siyasetin ısınacağı bölgelerin ipuçlarını verdi. ABD emperyalizminin aktif taşeronu Türkiye de 1 Mart (tarih seçilmesi tesadüf değil muhakkak), 7 Nisan ve 20 Nisan’da Kerry’i ağırladı. Kerry, sebeb-i ziyaretlerinin Suriye gündemli olduğunu açıklamıştı. Ne var ki ilk gelişinde Siyonizm ile ilgili ifadeleri nedeniyle Erdoğan’ın kulağını çekti. İkinci gelişinde “Nükleer programına ilişkin kriz bitmez bir süreç değildir” sözleri ve hazirandaki seçimlerin karışık geçeceği yorumu ile İran’ı tehdit etti. Üçüncü gelişinde de 16 Mayıs’ta Gaz-

A

BD Dışişleri Bakanı John Kerry, akbaba misali turlamaya başladı. 50 gündeki üç Türkiye ziyareti, işbirlikçi AKP için yeni görevlerin habercisi

ren strateji için Erdoğan hizaya çekildi. Kerry’nin uyarısıyla eş zamanlı olarak İngiliz Sunday Times gazetesi de Ankara’daki İsrail heyetinin Türkiye’ye önerisini haberleştirdi: “Ankara yakınlarındaki Akıncı Üssü’nü bize verin, biz de size en gelişmiş savaş teknolojilerini verelim.” B‹R AYAR DA SUR‹YE’N‹N DOSTLARINA 20 Nisan’da İstanbul’daki “Suriye’nin Dostları” toplantısına katılan Kerry, 5’i Arap 10 bakanın Suriyeli muhaliflere aktif silah yardımı çağrılarına olumsuz yanıt verdi. Kerry, geçmiş iki yılın krizlerini tekrarlamayacak bir Suriye muhalefetinin yeniden kuruluşu sürecinde silah yardımlarına onay vermedi. İstanbul’daki toplantıyı 25 Nisan’daki BM Güvenlik Konseyi’ne aktaran Kerry, Al Akhbar’ın haberine göre Fransa ve İngiltere temsilcilerine “Suriyeli muhalifler bundan böyle tek bir ülkeden emir alacak, o da ABD” dedi.

ze’ye gitmeyi planlayan Tayyip Erdoğan’a “Bunun ertelemesinin daha iyi olacağını ve bu ziyaretin şu anda gerçekleşmemesi gerektiğini düşündüğümüzü ifade ettik. Başbakan, bizi hüsnükabulle dinledi dedi. Kısacası gündem sadece Suriye değil, topyekun Ortadoğu politikalarıydı. GAZZE Z‹YARET‹NE ABD AYARI Obama, Netenyahu ve

Erdoğan’ın iç politik hesapları uğruna yaratılan gerilim oyununu telefon ve beysbol sopası eşliğinde sonlandırarak, Filistin’de eş güdümlü hareketin düğmesine bastı. Erdoğan’ın Gazze ziyaretinin Hamas’ı güçlü göstereceğinden duyulan rahatsızlık, 20 Nisan’da İstanbul’da John Kerry ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas tarafından peş peşe dillendirildi. Aynı rahatsızlık daha önce Filistin

Kurtuluş Örgütü yöneticilerinden Yahya Rabah tarafından Katar Emiri Şeyh Hamad’ın kanalı El Cezire’ye verdiği “Erdoğan kişisel hesaplar ve propaganda peşinde” demeciyle açığa çıkmıştı. Ezcümle, tabanında direniş eğilimleri barındıran Hamas’ın dizginlenmesini, işbirlikçi Mahmud Abbas aracılığıyla “çift devlet formülü”nün hayata geçmesini ve İsrail’in güvenliğinin sağlanmasını öngö-

fiOV VARSA ‹fiB‹RL‹KÇ‹L‹K VAR Kerry’nin Gazze uyarısına önce “Erteleme yok” yanıtı veren Erdoğan, ardından utangaçça “Keşke öyle demeseydi. ABD’ye seyahatimiz var, orada konuşulurdu” dedi. Çok yönlü rahatsızlık beyanlarına karşın Erdoğan’ın olası Gazze ziyareti, AKP’nin “İsrail’e diklenme” şovunun yeni bir parçası haline gelecek. Ve bu şov, tıpkı daha önceki One Minute, Mavi Marmara, Gazze ziyaretlerindeki şovlarda olduğu gibi ABD’nin ipleri gererek işbirlikçileriyle ilişkilerini sıkılaştırdığı önümüzdeki dönemin gündemi olacak.

Boston’da Çeçen kaması

A

BD’nin Boston eyaletinde 17 Nisan’da düzenlenen maraton koşusuna bombalı saldırı gerçekleşti. Biri çocuk üç kişinin öldüğü saldırıyı düzenledikleri iddia edilen iki kardeşten Tamerlan Tsarnayev ölü, Dzokhar Tsarnayev ise yaralı olarak ele geçirildi. Daha önce FBI tarafından sorgulandığı ortaya çıkan Dzokhar’ın ailesi de çocuklarının adım adım izlendiğini, iddianın bir komplo olduğunu söyledi. İki kardeşin herhangi bir örgütsel bağının olmaması ve ABD Başkanı Barack Obama’nın “Yanıtlanması gereken sorular var” açıklaması ise saldırının neden düzenlendiğine ilişkin akıllarda soru işaretleri bıraktı.

Bir grevle 1.700 uçuş iptal

Eğitim hakkı isyanı Pisa’da ‹talya’da üniversiteliler taraf›ndan “bafl belas›” olarak adland›r›lan E¤itim Bakan› Francesco Profumo, Pisa’da daha önce iki dönem baflbakanl›k ve bir dönem ‹çiflleri Bakanl›¤› yapan, son süreçte ise yüksekö¤retim için haz›rlanan yeni reform paketi üzerine çal›flan Giuliano Amato ile bir araya geldi. Sermaye temsilcilerinin de kat›ld›¤› toplant›da yeni pakette kantin ve yemekhanelerde, k›rtasiyelerde ve yurtlarda sermayenin önünü daha da açacak düzenlemeler üzerine konufluluyordu. Mevzubahis piyasalaflt›rma olunca ‹talyal› ö¤renciler de toplant›n›n yap›ld›¤› Sant Anna Üniversitesi’ne yürüdü. E¤itim alan›ndaki farkl› haklar›n›n ellerinden al›nmak istendi¤ini söyleyen üniversiteliler, “Gelece¤imiz için söz hakk›m›z yoksa isyan›m›z meflrudur” diyerek toplant›n›n yap›ld›¤› binaya girmek istedi. 500 polis ve 5 panzer tüm gücüyle üniversitelilere sald›rd›. Ö¤rencileri gaz bombalar›yla da¤›tan polis, tek yakalad›¤› ö¤rencileri ise kameralara ald›rmaks›z›n dakikalarca coplad›. Saatler süren çat›flmada 40’a yak›n ö¤renci yaraland›. “Bafl belas›” Profumo ise ö¤rencilerin tepkisine iliflkin sorular› polis sald›r›s›n› savunan bir biçimde yan›tlad›. Bakan, “Maalesef gereken yap›ld›. Onlar anlam›yor ama biz onlar›n gelece¤ini düflündü¤ümüz için bu kararlar› al›yoruz” sözlerini sarf etti.

7

iklim 5 kıta

A

lmanya’nın en büyük havayolu şirketi Lufthansa’da işçilerin maaş zammı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi taleplerinin işveren tarafından görmezden gelinmesi üzerine yapılan eylemler sürüyor. Lufthansa işçileri, mart ayındaki uyarı grevlerinden sonra 21 Nisan’da greve çıktı. Greve yüzde 90 oranında katılım sağlanmasıyla uçaklar havalanamadı, bin 688 uçuş iptal edildi. Havalimanlarında büyük bir kaosun yaşanmasına yol açan grev ile ilgili bir açıklama yapan Ver.di Sendikası, aylardan bu yana taleplerinin karşılanmadığını, işverenin işçileri umursayan tavrının sürmesi halinde mayıs ayında daha güçlü ve sık grevler yapacaklarını duyurdu.

Mücadeleyi öğretiyorlar... H

alkın Sesi’nin 180’inci sayısında Solomon Adaları, Jamaika ve ABD’deki öğretmenlerin eylemlerine yer verilmişti. Solomonlu öğretmenler maaşlarının yükseltilmesini, Chicagolu öğretmenler ise okullarının kapanmasını engelledi fakat neoliberalizm tabii ki durmadı. Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması, emekçilerin “kısıtlı kaynak” gerekçesiyle örgütsüz ve güvencesiz kılınması, çalışma koşullarının bireysel iş akdi ile belirlenmek zorunda bırakılması, eğitim emekçilerini yerkürenin farklı noktalarında mücadeleye itti. Çalışma saatleri artırılırken maaşların düşürülmesi

Neoliberalizme karşı yerkürenin farklı noktalarındaki öğretmenlerin sözü bir, mücadelesi bir ve emekçilerin güvencesizleştirilmesi tepkinin doğduğu temel nokta. Danimarka’da öğretmenlerin “haftalık 25 saat” ısrarı ve 35 kilometrelik insan zinciri, hükümeti geri adım atmak zorunda bıraktı. Tunus’ta da 17 ve 25 Nisan’da birer günlük grev gerçekleştirildi. Yüzde 80’lik bir katılımla okulları boşaltan öğretmenler “Eğitimde kâr hesabı olmaz” dedi. Gana ise Tek Omurga Maaş Yapısı adlı

uygulama ile çarpıcı bir örnek. Hükümet, ülkedeki tüm kamu emekçilerinin maaşlarını asgari ücret düzeyine çekmek istedi. 25 Nisan’da greve giderek ilk tepkiyi veren öğretmenler, diğer kamu çalışanları ile güvencesizliğe karşı ortak bir direniş hattını örmeye başladı. BASKI DA VAR, ‹SYAN DA Öğretmenlerin hak

mücadelelerine yönelik baskı da eksik olmadı. Kongo’da da benzer taleplerle okulların içinde yapılan eylemlerin ardından bir lise, bir de üniversite eğitim emekçisi evleri basılarak tutuklandı. Kongolu öğretmenler demokrasi mücadelesini de talep başlıklarına ekledi. Meksika’da ise mart ayından bu yana üç kez ülkenin ana yollarını trafiğe kapatan öğretmenler, bu defa iktidardaki Kurumsal Devrim Partisi’nin Guerrero’daki merkezini bastı. Öğretmenler binayı önce talan etti, sonra ateşe verdi. Saatler süren çatışmada öğrenciler de öğretmenlerini yalnız bırakmadı.

Bangladeş’te çöken kölelik

D

ünyanın en büyük ikinci tekstil ihracatçısı Bangladeş’in başkenti Dakka’da Batılı giyim markaları için üretim yapan konfeksiyon atölyelerinin bulunduğu bina 24 Nisan günü çöktü. 30 Nisan itibariyle ölü sayısı 400’e yaklaşırken, enkazda halen 700 kişinin olduğu açıklandı. Yıkımdan sağ çıkan işçiler, binada çatlakların olduğunu ve sağlamlaştırma çalışmaları yapılması için işverene talepte bulunduklarını anlattı. Öte yandan facia ülke genelinde binlerce işçiyi sokağa döktü. Kölece çalışma düzenine isyan eden işçiler ile polis arasında pek çok kentte çatışmalar çıktı. İşçi sendikaları ve sol partiler, sorumluların yakalanmaması durumunda 2 Mayıs’ta greve gideceklerini duyurdu.

Issawi yurda dönüş hakkını kazandı İ

srail askeri Gilad Şalit ile Filistinli direnişçi Samir Isawi, 2011 yılında esir değişimi çerçevesinde serbest bırakılmış fakat İsrail sözüne ancak 10 ay uymuş, Samir Isawi’yi tutuklamıştı. Yeniden girdiği İsrail hapishanelerinde insanlık dışı uygulamalara karşı açlık grevine başlayan Isawi’nin direnişi kısa bir sürede diğer hapishanelere ve

Filistin sokaklarına da yayıldı. Kasım ayındaki 8 günlük savaşta önemli bir direniş sergileyen, aralık ve ocak aylarında da kitlesel eylemlere sahne olan Filistin’de “yeni bir intifada” tartışmalarının başlaması üzerine İsrail, ilkin hapishanelerindeki direnişlere yöneldi. İsrailli yetkililer, Isawi ile masaya oturdu ve anlaşma sağlandı.

Isawi’nin avukatları, 8 ay daha hapishanede kalmak, açlık grevini sonlandırmak ve İsrail’in listesindeki örgütler ile temas kurmamak maddelerinin ilk etapta soru işaretleri uyandırdığını söyledi ve şöyle devam etti: “Fakat esas olarak İsrail’in sürgün ve sınır dışı önermeleri reddedildi ve

Filistin topraklarına geri dönüş hakkı elde edildi. Bu tüm tutsaklar için bir kazanımdır.” Isawi’nin “İsrail mahkemelerini tanımama” kararından geri adım atmadığına da dikkat çeken avukatlar, bu iradenin diğer Filistinli tutsakların kendi yurduna geri dönüş hakkının da önünü açabileceğini ifade etti.


ÇEVRE/ SAĞLIK

6

2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

HES’i Tortum’dan süpürdüler Yıllardır HES’e karşı direnen Tortumluların, tam “direniş bitti” denildiğinde iş makinelerini kullanılamaz hale getirenlerin, bu yolda AKP’lileri de HES’çileri de pes ettiren kadınların mücadelesi HES’i Tortumdan süpürdü EVR‹M ÇAKIR

11 işçinin ölümünden sorumlu

E

rzurum’un Tortum İlçesi Ödük Vadisi üzerinde yapılması planlanan üç ayrı Hidro Elektrik Santraline (HES) karşı 2010 yılında başlayan direniş kazanımla sonuçlandı. Ödük Çayı’nın geçtiği Bağbaşı Beldesi HES projesini yürüten taşeron şirket Paldet AŞ 17 Nisan 2013’de bölgeyi terk etti. İşçilerinin 5 aylık maaşlarını dahi ödemeyen şirket, ağır iş makineleri dışında tüm ekipmanlarını topladı ve şantiyesini sökerek bölgeden kaçtı. Şirketin bölgeyi terk etmesinin ardından, Tortumluların HES projelerine açtığı davanın takipçisi olan Avukat Ercüment Şenol bir açıklama yaptı. Şenol, davanın geldiği aşamada HES’çi şirketin davayı kaybedecek olduğunu anladığını ve projeyi artık kârlı bulmadığı için durdurduğunu söyledi. Bağbaşı HES’in iptali için Tortumluların açtığı davanın alt mahkemece reddedilmesi üzerine dava Danıştay’a taşındı. 2012 Ekim ayında görülen davada, Danıştay projenin yöredeki halkın geçim kaynaklarının ne olacağı, balık çiftlikleri ve tarım alanlarının akibeti ve genel olarak çevreye etkileri konusunda yeterli çalışma yapılmadığını belirtti. Danıştay, daha önce yapılan bilirkişi incelemesinin, farklı bir üniversitenin uzmanlarınca oluşan ve içinde çevre mühendisinin bulun-

Ba¤bafl› HES projesinde Paldet Afi’yi tafleron olarak çal›flt›ran Kay› ‹nflaat Afi, geçti¤imiz y›l 11 iflçinin yanarak ölümüne yol açan Marmarapark AVM inflaat›n›n da yüklenici firmas›yd›. ‹stanbul Esenyurt’ta 11 Mart 2012’de Marmara AVM inflaat›nda çal›flan iflçiler bar›nmalar› için verilen çad›rlarda meydana gelen yang›n sonucu 11 iflçi yaflam›n› yitirmiflti. Esenyurt’taki inflaatta çal›flan 4 bin iflçi tafleron firmalar arac›l›¤›yla, güvencesiz ve düflük ücretlerle çal›flt›r›l›yordu. ‹flçilerden ikisinin sigorta girifl ifllemlerinin, öldükten sonra yap›ld›¤› ortaya ç›kt›.

duğu bir heyetle yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasını ve yeniden bir karar verilmesini istedi. HER KEPÇE SES‹ DUYULDU⁄UNDA BAR‹KAT ÖNÜNDE D‹K‹LENLER Tortum da kazanan, kah dere başında kah iş manikası önünde, eteklerinden tutan çocuklarıyla barikatı göğüsleyen kadınlar oldu. HES’çi şirketin iş makineları her kepçe vurmaya geldiğinde karşında dikilen kadınlar “Su varsa biz varız, su yoksa biz de yokuz” diyerek mücadeleyi sürükleyenler oldu. HES projesinin hayata geçmesi için şirketle birlikte köylerine gelen polisin, jandarmanın ve özel

güvenlikçilerin saldırısına uğrayan Tortumlu kadınlar, direnişlerinden bir kez olsun vazgeçmedi. Vadide kurulacak HES’lere karşı mücadele eden kadınların sembol ismi olan Leyla Yalçınkaya’dan jandarmalar şikayetçi oldu. 5 Ağustos 2011’de Tortum’da HES yapına karşı jandarma ve polis barikatına dayananlar arasında yer alan Leyla, bir jandarma erine taş attığı, devlet memurlarına görevlerini yaptırmadığı, bir de üstüne “Şerefsizler” diye hakaret ettiği iddiasıyla hakkında davalar açıldı. Tortum Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davalardan birinde Leyla’ya önce HES eylemcileriyle görüşmeme ve çalışma alanlarına girmeme cezası verildi. İtiraz üzerine Leyla’nın cezası 13 kişiyle görüşmeme oldu, ardından da beraat etti. Daha

sonra birleştirilen dosyalarla ilgili savcı, tutuksuz yargılanan Leyla hakkında 9 yıla kadar hapis cezası istedi. Leyla’nın davada kendisinden şikayetçi olan jandarmalar, şikayetlerini geri aldı. Leyla’nın duruşması 12 Haziran’a ertelendi. TESL‹M BAYRA⁄INI AKP’L‹LER DE ÇEKT‹ Tortumlular direnişlerinde sadece HES’çi şirkete değil, AKP’li belediyeye de pes ettirdi. Bağbaşı Belediye Başkanı Karabey Eroğlu, Tortum AKP İlçe Başkanlığı'na bir dilekçe yazarak partisinden istifa ettiğini açıkladı. Belediye meclisinin dokuz AKP'li üyesiyle birlikte istifa eden Eroğlu dilekçesinde "Bağbaşı HES projesi karşısında bizim sorunlarımızı paylaşan partili

bulamadığımdan dolayı AKP'den istifa ediyorum" dedi. K‹M DEM‹fiT‹ D‹REN‹fi “B‹TT‹” D‹YE Günlerce iş makinelerinin vadiye sokulması için seferber edilen jandarması, polisi, özel güvenlikçisinin saldırısına karşılık çatışmaya giren Tortumların direnişi sürerken, 2011 Ekim ayında medyada “Tortumlular pes etti” haberleri yer aldı. “Onlar pes etti diye dursun” dercesine çok geçmeden bölgedeki iş makinelerinin kullanamaz hala geldiği haberleri geldi. Kadınların gözü yaşlı biçimde iş makinelerinin çalışmasını izlediği belirtilen basında, bir kez daha kepçe üzerine çıkan yedisinden yetmişe Tortumluların resimleri dolaşır oldu.

‘Nükleer değil Yaşam’

Sağlıkta şiddete karşı g(ö)rev

Ukrayna Beyaz Rusya sınırında bulunan Çernobil Nükleer Santrali’nde 1986 yılında gerçekleşen nükleer felaketin yıldönümünde nükleer karşıtları sokaklardaydı. İstanbul Taksim’de sokak tiyatrosundan, dans gösterisine, müzik dinletisinden, eylemlere kadar gün boyu etkinlikler sürerken; Ankara’da NKP üyeleri TBMM önünde Çernobil’de hayatını kaybedenleri

17 Nisan’da sağlık çalışanlarının iş bırakma eylemi Kocaeli’de ÖGB’nin saldırısına uğradı. İbni Sina Hastanesi’nde de bir gün sonra sağlık çalışanlarının silahla tehtit edilmesine karşı ikinci kez iş bırakıldı

andı, Akkuyu’ya yapılması planlanan nükleer santrali protesto etti. İstanbul’da Taksim tramvay durağında bir araya gelen Karadeniz İsyandadır Platformu üyeleri de “Yeni Çernobil istemiyoruz” sloganlarıyla Galatasaray Meydanı’na bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasıyla eylem sona erdi.

‘Fındıklıya HES için gelen böyle karşılanır’ Rize’nin Fındıklı Yaylacılar köyünde köylüler HES yapmak için köylerine gelen şirket yetkililerini protesto etti. HES için şirket yetkililerinin köylerinin yolunu tuttuğu haberini alan köylüler, 28 Nisan’da bir araya gelerek HES şirketinin yetkilerinin

yolunu kesti. Şirket yetkililerine köye gelmelerinde eşlik eden jandarma köylülerin eylem yapmasını engellemeye çalıştı. Yaylacık halkının tüm engellemelere rağmen eyleme devam etmesi üzerine HES’çiler jandarma eşliğinde köyü terk etti.

Dr. Ersin Arslan’›n ölümünün 1. y›ldönümünde sa¤l›k çal›flanlar› ülkenin dört bir yan›nda sa¤l›kta fliddete karfl› ifl b›rakt›. Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi önünde çad›r kurak ifl b›rakma eylemi yapmak isteyen sa¤l›k çal›flanlar›na hastanenin özel güvenlikçileri (ÖGB) sald›rd›. Kocaeli Tabip Odas›, Dev Sa¤l›k-‹fl, SES üyeleri ve sa¤l›k çal›flanlar› hastane önünde bir araya geldi. Hastane bahçesinde yap›lan ifl b›rakma eyleminde çad›r kurmak isteyen sa¤l›k çal›flanlar›n›n karfl›na ÖGB dikildi. Çad›r›n

kald›r›lmas›n› isteyen güvenlikçiler, eylemlerine devam etmek isteyen sa¤l›k çal›flanlar›na sald›rd› ve çad›r› kuruldu¤u yerden söktü. Tekrar çad›r kurarak direnifle geçen sa¤l›k çal›flanlar›na güvenlikçiler bir kez daha sald›rd›. Sald›r›y› bir aç›klama yaparak protesto eden sa¤l›k çal›flanlar›, çad›r›n kald›r›lmas›n›n ard›ndan eylemlerine devam etti. ‘YA fi‹DDET DURACAK YA DA SÜRES‹Z GREVE ÇIKILACAK’

17 Nisan’da “Sa¤l›kta fliddet sona

Ersin!’ slogan›yla yap›lan yap›lan ifl b›rakma eyleminin üzerinden çok geçmeden Ankara ‹bni Sina Hastanesi’nde sa¤l›k çal›flanlar› bir hasta yak›n› taraf›ndan silahla tehdit edildi. 18 Nisan’da bir hasta yak›n›, bir asistan hekim ile iki hemflireyi silahla tehdit etti. Sa¤l›k çal›flanlar›na yönelik fliddete karfl› Sa¤l›k Bakanl›¤›’n› birçok kez uyaran sa¤l›k emekçileri, silahl› tehdide karfl› ‹bn-i Sina Hastanesi’nde ifl b›rakt›. 19 Nisan’da ‹bni Sina Hastanesi önünde bir araya gelen sa¤l›k çal›flanlar›

“Yastay›z, sa¤l›k hizmeti veremiyoruz” pankart› açarak fliddeti protesto etti. Yüzlerce sa¤l›k çal›flan›n›n kat›ld›¤› eylemde Ankara Üniversitesi T›p Fakültesi Asistan Hekimleri söz ald›. AKP’nin sa¤l›k politikalar›n›n sa¤l›k çal›flanlar›n› ve halk› s›k s›k karfl› karfl›ya getirdi¤ini belirten asistan hekimler, sa¤l›kta fliddet ile ilgili yasan›n bir an önce mecliste kabul edilmesini istedi. Asistan hekimler, talepleri yerine gelmedi¤i takdirde sa¤l›kta fliddetin durmas› için süresiz greve ç›kacaklar›n› duyurdu.


KENT/ EĞİTİM

7

2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Bakan›n yolunu Romanlar kapatt›

Kamulaflt›rma bahane

Yerel Yönetimler Forumu 12 May›s'ta

Sakarya Sapanca'daki kentsel dönüşüm kapsamında yıkım tehlikesiyle karşı karşıya kalan Gazipaşa Mahallesi halkı, evlerine biçilen düşük fiyatı protesto etti. Çoğunluğu Roman olan mahalleliler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın geçeceği yolu trafiğe kapattı.

İstanbul Tuzla’ya bağlı Orhanlı, Aydınlı ve Konaşlı’da, mahalleliler TOKİ tarafından yapılmak istenen kamulaştırmaya karşı sokağa çıktı. Üç yıldır süren yıkım tartışmasında, yeni havaalanına aydınlatma alanı yapılacağı iddiasıyla halkın evleri yıkılmak isteniyor.

Halkevleri'nin düzenlediği Yerel Yönetimler Forumu, 12 Mayıs'ta Ankara Yılmaz Güney Sahnesi'nde yapılacak. Yerel yönetim anlayışını değiştirmek, gerici ve piyasacı özellikleriyle belediyeciliği tartışmak ve pratikleri irdelemek forumdaki temel tartışmalar arasında.

‘Yürünecekse yürünecek!’ MEHTAP MET‹NO⁄LU

1960 yılına kadar köy olan, Organize Sanayi Bölgesi ilan edildikten sonra yoğun göçlerin yaşandığı bir yoksullar semti Ümraniye. 1960'tan bu yana Ümraniye'de yaşayan yoksulların hiçbirinin tapusu yok, yıllardır süren barınma sorunu çözüme kavuşmuş değil. Türkiye'de 3 milyon kişiyi ilgilendiren sorunun çözümü için çıkarılan 2B Yasası ise Ümraniyelilere çözüm değil yeni bir göçün, daha doğrusu sürgünlerin haberini getirdi. 7 Nisan'da 5 bin kişilik eyleme imza atan ve mahallelerini terk etmeyeceklerini söyleyen Ümraniyelilerin düzenlediği toplantıya katılmak ve mahallelilerle konuşmak için Ümraniye'ye gittik. ‘B‹Z‹ SÜRMEK ‹ST‹YORLAR’ Tepeüstü, Cemil Meriç ve

Ihlamurkuyu mahallelerinin 25 Nisan’da Akgül Düğün Salonu'nda düzenlediği toplantı öncesinde mahallelilerle konuşma fırsatı yakaladık. Salonda toplantı saatini bekleyen mahallelilerin yaş ortalaması biraz yüksek, gençlerin sayısı ise nispeten azdı. Farklı mahallelerden bir araya gelen kalabalık aralarında sohbet ederken bir masa etrafında toplanmış olan kadınlara doğru yöneldik. Yaşadıklarını paylaşmak için heyecanla ve istekle söyleşi isteğimizi kabul ettiler. Sohbet sırasında hep bir ağızdan yüksek sesle konuşulması, kadınların heyecanını daha fazla hissettirdi. Çalışmak için Ümraniye'ye geldiklerinde bir köyle karşılaştıklarını söyleyen Emine Özmen, mahallenin bütün

zorluklarına katlanarak yaşanabilir hale getirdiklerini belirtiyor. Özmen, mahallelerinin başına gelenleri "Yıllardır burada yaşıyoruz, buralar yaşanacak yer oldu, herkes başına üşüştü" diyerek özetliyor. Çöp kamyonunun bile gitmediği mahallede kadınlar yolları kesmiş; kamyon öyle gelmeye başlamış. Kadınlar, "Her şeyi biz getirdik. Yıllardır vergisini ödüyoruz. Şimdi de gitmemizi istiyorlar" diyor ve ekliyor: "Zaten başka gidecek yerimiz yok." Kadınlar herhangi bir saldırı karşısında yapacaklarını şu sözle anlatıyor: "Yürünecekse yürünecek." Toplantıya dakikalar kala bir kaç kişiye daha sorularımızı yöneltmek istiyoruz. "Yabancı" olduğumuzu anlayan mahallelilerin ilgili bakışları altında gözümüze çarpan ilk masadakilerle soh-

bete başlıyoruz. 50 yıldır Ümraniye'de yaşadığını söyleyen İsmail Şen, AKP'nin kent politikasını Ümraniyeli bir yoksul olarak tek cümleyle özetliyor: "Bizi buralardan sürmek istiyorlar." Şen, tek elle bir şey olmayacağını ve birleşerek mücadele etmeleri gerektiğini söylüyor. ‘ANTALYA’YI B‹L‹YORUZ!’ Söyleşimiz sırasında toplantı hazırlıkları tamamlanıyor. Toplantının ilk konuşmacısı İsmail Coşkun, “Bu sorunun tek çözümü var. Antalyalı köylüler kanunu iki kere değiştirdi. Biz de mücadelemize sahip çıkarsak kanunu 50 kere değiştiririz" diyerek Antalya'nın 2B mücadelesini örnek veriyor. Sohbet sırasındaki heyecanlı diyaloglar geliyor aklımıza. Mahalleliler Antalya'yı örnek almıştı bile..

Mahalleliler bir arada Ümraniye Cemil Meriç Mahallesi’ndeki toplantıda konuşan Avukat Ziya Çelik, 2B Yasası kapsamında istenen rayiç bedele itiraz edip dava açılması durumunda kişinin arazisiyle ilgili bütün haklarından mahrum ola-

Kime inanalım? Baflbakan Erdo¤an, partisinin K›z›lcahamam’daki il ve ilçe baflkanlar› toplant›s›nda Gezi Park›’ndaki Topçu K›fllas›'n›n AVM ve rezidans olaca¤›n› aç›klad›. Erdo¤an aç›klamas›nda, "Tabi k›flla olmayacak. AVM, belki rezidans olarak hizmet görecek" dedi. fiubat ay›nda A Haber ekranlar›nda yay›nlanan “Bi Sormak Laz›m” program›na

kat›lan ‹stanbul Büyükflehir Belediye Baflkan› Kadir Topbafl ise Topçu K›fllas›'n›n asla AVM olmayaca¤›n› söylemiflti. Kadir Topbafl flu sözleri sarf etmiflti: "Taksim’de AVM yok. AKM’nin y›k›m› konusunda da bize, ‘AKM yerine cami mi otel mi yapacaks›n›z?’ diye sordular. Herkes kendi endiflelerini veya hayallerini konufluyor."

Dikmen Vadisi saldırganların peşinde Dikmen Vadisi Bar›nma Hakk› Meclisi, 14 Mart’ta Vadi halk›na pompal› tüfeklerle sald›ran silahl› çete üyeleri ve buna göz yuman yetkililer ile ilgili hiçbir ifllem yap›lmamas› üzerine ‹çiflleri Bakanl›¤›’na gitti. Çevre ve fiehircilik Bakanl›¤› önünde buluflan Vadililer

ad›na Bar›nma Hakk› Meclisi üyeleri, ‹çiflleri Bakanl›¤›’na dilekçelerini vermek istedi. Bas›n aç›klamas›n›n okunmas›n›n ard›ndan Vadi halk› ve Bar›nma Hakk› Meclisi avukat›ndan oluflan bir heyet, ‹çiflleri Bakanl›¤›’na dilekçeyi verdi.

cağını belirtti. Çelik’in ardından konuşma yapan Alper Ateş, “Bugün burada yapmamız gereken herkesin birbiri ile iletişim halinde olması ve mahallemizi bu örgütlenmeden haberdar etmek” dedi.

Mahalleliler 12 May›s'ta IKEA ma¤azas› önünde bas›n aç›klamas› yapacak.

‘TOKİ'yi kesinlikle istemiyoruz’ Toplantı öncesinde sohbet ettiğimiz mahallelilerden Gürçiçek Coşkun, Ümraniye'deki mahallelerin çoğunluğunun 2B kapsamında olduğunu ancak 2070 parsel denen kısmın sahiplerinin çıktığını, şu anda o parsel üzerinde oturanların da çıkan sahiplerle mahkemelik olduğunu söyledi. Gönül

Turhan ise 3'üncü Köprü bağlantı yollarının geçeceği, FSM Köprüsü'ne çok yakın olan bölgenin rant değerinin arttığını, başlarına gelen her şeyin de rant uğruna yapıldığını vurguladı. Turhan, arazilerin TOKİ'ye devrinin söz konusu olduğunu ve kesinlikle TOKİ'yi istemediklerini belirtti.

Yaşasın Kutlu 23 Nisan Haftası Son yıllarda türetilen ve seremonilerle kutlanan Kutlu Doğum Haftası Milli Eğitim’in ve okulların programlarına girdi. 23 Nisan’a isabet eden hafta dini ‘vecibeler’le geçirildi TUBA GÜNEfi

S

on yıllarda Türkiye’nin belirli gün ve haftalar takvimine siyasi iktidarın zoruyla bir seremoniler zinciri daha eklendi: Kutlu Doğum Haftası. Hz. Muhammed’in doğum gününe rastlayan haftanın çeşitli etkinliklerle “kutlanması”na vesile edilen Kutlu Doğum Haftası, Hz. Muhammed’in doğum günü olduğu için yapılan Mevlid kandili etkinlikleriyle aynı güne rastlamıyor. Bunun nedeni kandilin Hicri takvime, Kutlu Doğum Haftası’nın miladi takvime göre belirlenmesi. Yılın farklı zamanlarında aynı vesileyle etkinlikler düzenlenmesi ve bu etkinliklerin yapılış tarzları gerçekte İslamcı-liberal bir yaşam biçiminin tüm bir yıla yayılabilmesinin sağlanması amacını taşıyor. Bu yıl Kutlu Doğum Haftası üniversitelerde solcu öğrencilere yönelik faşist saldırıların olduğu; ardından üniversitede güllerin dağıtıldığı; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın haftaya ‘Hz. Peygamber ve İnsan Onuru’ adıyla özel etkinlik ajandası oluşturup, tüm programını buna göre hazırladığı; iktidarın fetvalar verdiği; “Ayasofya camii yapılsın” sloganıyla Anadolu Gençlik Derneği’nin imza topladığı; televizyon kanallarının İslami

kliplerle donatıldığı; panellerin, konferansların yapıldığı; TOMA’lardan gülsuyu sıkıldığı ve tabii ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin muhafazakar çizgiye çekilmesi için bir fırsat olarak değerlendirildiği bir hafta oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan Kutlu Doğum konuşmasıyla açılışı yaptı, “Peygamber efendimiz tüm çocukların sevgilisiydi” dedi. Ardından Milli Eğitim Bakanlığı’nın

23 Nisan nasıl kutlanmalı?

konuya dair bir ajandası olmamasına rağmen onlarca Milli Eğitim Müdürü ‘nasılsa’ görev bildi, Kutlu Doğum Haftası ile ilgili açıklama yayımladı, beyanat verdi, etkinlikler düzenledi. Milli Eğitim Müdürlerinin her biri fetva niteliğinde olan konuşmaları, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın etkinliklerine verdiği isim gibi “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru” temasıyla yapıldı. Elbette tesadüf değildi. Eğitimde gericiliğin kurumsal-

laşması için okul müfredatına da müdahale edildi. Mehmet Akif İnan Ortaokulu’nda veda hutbesi okutuldu. İmam hatipe dönüştürülen Ayşe Erkan Anadolu Lisesi’ne tabela diye “Umuma açık Hz. Ebubekir Camii” yazısı asıldı. Fatih Sancaktar Hayrettin İlköğretim Okulu öğrencilerine 20 günde 50 bin salavat ödevi verildi. Şişli Anadolu Lisesi’nde Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapasamında hadis ağacı

Kutlu Do¤um Haftas›’n›n 23 Nisan’a denk gelmesi de f›rsata dönüfltürüldü. Kayseri’deki 23 Nisan törenine pek çok ortaokul ö¤rencisi türbanlar›yla kat›ld›. 23 Nisan kimi yerlerde zikirlerle kutland›. 23 Nisan’› protesto gününe çevirerek, çocuk haklar› için

yapıldı. Cemaatin yayın aracı olan Sızıntı dergisine öğrenciler abone edildi. Okullardaki komposizyon ödevlerinin konusu “Peygamberimiz” oldu. Bilgi yarışmaları düzenlenerek, öğrencilerin Hz. Muhammed’in hayatına ne kadar vakıf oldukları sınandı. Yaratcılıklar zorlandı, kimi okullarda hafta dolayısıyla hadis ezberleme yarışmaları düzenlendi. Gazeteler, etkinlikleri ballandırarak anlattı: “25 Mart İlkokulu 4-B sınıfı öğrencisi Mert Efe Aras’ın ‘Peygamber Efendimizin Hayatı’ konulu konuşmasının ardından okulun 1-B sınıfı öğrencileri de ‘Nat-ı Şerif’ adlı şiiri okudular.” Ancak Bakanlığın böyle bir program açıklamamasına rağmen bunca bilgiyi kamuoyunun birbiriyle paylaşabilmesinin sağlanması elbette pişkin Milli Eğitim Müdürlükleri’nin duyurularıyla ama ayrıca çocuklarını gerici AKP iktidarına bırakmak istemeyen velilerin isyanlarıyla gerçekleşti. Veliler okul idarelerini bastı. Çocuklarının bilimsel ve nitelikli eğitim almaları için mücadele edeceklerine işaret etti. Ve elbette kafalarında aynı soru vardı: Mevlid kandili Hz. Muhammed’in doğumu ise ve tüm dini törenler hicri takvime göre hesaplanıyorsa, Kutlu Doğum kimin doğumu?

soka¤a ç›kanlar Cizre’de coplan›rken, 23 Nisan’› kutlamak için soka¤a ç›kanlar hakk›nda da Mersin Mezitli’de soruflturma bafllat›ld›. 23 Nisan’›n hem içeri¤ine müdahale edilldi hem de Kutlu Do¤um Haftas›’na “yarafl›r” geçirilmeyen her türlü etkinlik suçlulaflt›r›ld›.


8

EMEK 2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Tafleron yasas›: Mücadele ne ifle yarad›? ükümet taşeron yasasının çıkartılmasına ilişkin usulen 3’lü danışma kurulunu topladı ve herkesi dinledikten sonra “uzlaşma yok” deyip sürece noktayı koyduğunu ilan etti. Yıllardır taşeron işçi mücadelesini sürdürenlerin ve kapitalist düzenin nereye doğru gittiğini görenlerin zaten başka bir şey beklediği yoktu. Bundan sonrası emeğine, ekmeğine sahip çıkan sınıf bilinçli emekçilerle sermaye sınıfı ve onun hükümeti arasındaki kavgaya kalmış artık… Çok söylendi biz de söylemeden geçmeyelim: Bakanın döne dolaşa söylediği, işbirlikçi basının ve dünyadan habersiz bazı gazetecilerin balıklama atladığı “taşeron işçiler de haklara kavuşuyor” palavrası AKP iktidarının tam anlamıyla nasıl yüzsüzleşebileceğinin en çıplak göstergesidir. Zira Bakanın “hak” diye sıraladığı her şey (yıllık izin, kıdem tazminatı vs.) zaten taşeron işçilerin yasal haklarıydı. Ancak yıllarca işçiler bu haklarınız yok diye kandırılmışlar, sesini çıkaranı “geçici işçinin hakkı olmaz” deyip kapı önüne koymuşlardı. Başlatılan mücadeleyle bu hakların hepsi yürürlüğe konuldu Tufan hem de örgütlenme korkusuyla Sertlek neredeyse ülkenin bütün taşeron uygulamalarında bu haklar Dev Sa¤l›k-‹fl işçilere verildi. Şimdi bunun yaYönetim Kurulu sası çıkarılıyormuş havası yaratılıyor… Taşeron mücadelesini kamuoyunun dikkatine taşıyan, taşeron işçilerini mücadele konusunda harekete geçiren sağlık emekçileri ve örgütü Dev-Sağlık İş’in başlattığı mücadele bir safhasını tamamladı diyebiliriz. “Taşeronu ortadan kaldıracağız!” hedefiyle başlayan mücadelenin bu aşaması taşeron sisteminin neredeyse sınırsız biçimde yaygınlaşmasıyla sonuçlandı. Hükümet temsilcileri bu düzenlemeyi yapacaklarını daha önce Dev-Sağlık İş yöneticilerine itiraf etmişlerdi: “Sizin yüzünüzden yasayı değiştirmek zorunda kalacağız.” Dediklerini yaptılar… Peki mücadele neye yaradı, diye sorabiliriz. Kapitalist düzenin haksızlığını bilen işçiler şunu artık çok iyi biliyorlar ki, eğer bir mücadele içerisine girmeselerdi bu kendilerini horlayan, yok sayan taşeron düzeni daha 100 sene böyle giderdi. Yani ne yıllık izin, ne fazla mesai, ne kıdem tazminatı ne emeklilik… İşyerlerinde küçük görülme, kıymetinin bilinmemesi gibi insanı moral olarak yıpratan, çökerten uygulamalar da cabasıydı… Tarihten biliyoruz ki, kapitalizm, emekçileri her zaman en vahşi biçimlerde çalıştırmaya meyillidir… Bangladeş’teki faciayı daha yeni yaşadık. Kapitalizm işçi sınıfı tarafından dizginlenmediği durumdaki hali budur: İşçiyi yer bitirir, posasını çıkartıp mezara gönderir… 1990’larla hızlanan taşeron sistemi tam böyle bir sistemdi… Hastanelerde işçi arkadaşların anlattıklarına biz bile şaşırıp kalıyorduk çoğu kez… Taşeron işçilerin başlattıkları mücadele sermaye sınıfına ve onun hükümetine şunu açıkça söyledi: Bu düzeni bu şekilde sürdürmenize izin vermeyeceğiz! İşçi düşmanları bunu önceleri görmezden gelmeyi tercih etse de mücadelenin hız kesmeden devam ettiğini ve bütün iş kollarına yayıldığını görünce tedbir almak zorunda kaldı. Önce AKP’ye çok yakışan bir yalancılık ve düzenbazlıkla sanki taşeron işçilerin hiç yasal hakkı yokmuş da ilk kez kendileri bu hakkı verecekmiş gibi açıklamalar yaparak işçileri kandırmaya çalıştılar ve bunun arkasına iş kanununun 2.maddesindeki düzenlemeyi yaparak taşeronlaşmayı sınırlandıran cümleyi değiştirerek başlarına bela olan hukuk kararlarından kurtulmak istediler. Sonuçta kağıt üzerinde istedikleri numarayı çevirsinler, düğümün artık mücadeleyle çözüleceğini çok iyi biliyor işçiler. Taşerona karşı mücadele bugüne kadar taşeron işçilerin haklarında son derece ciddi iyileştirmeler sağladı ve en önemlisi taşeron işçilerin mücadelesini sınıf mücadelesine kazandırdı. Bunun kıymetini çok iyi anlamalıyız. Bu mücadele sayesinde bazı sendikal çevrelerin, taşeron işçilere yönelik “güvencesiz işçi korkusundan mücadeleye giremez” veya “onlar sınıf dışı bilinçsiz kitleler, mücadelenin parçası olamazlar” aptallığından kurtulduk ve buz gibi bir gerçeklikle karşılaştık: Bundan sonraki mücadelenin esası güvencesizlik olacak ve güvencesiz çalışan işçiler bu mücadeleyi omuzlayacak… AKP’nin sermaye uşağı politikaları yeni yasasını çıkarsın varsın, artık ok yaydan çıktı. Bundan sonrası güvenceli ve örgütlü olarak çalışıp haklarımızı, ücretimizi daha iyileştireceğimiz bir mücadele sürecinin konusudur. Artık Türkiye’nin mücadele içinde oluşmuş ve deneyim kazanmış güvencesiz, genç işçi kitlesi var. Eşitlik ve adalet mücadelesinde hepimize hayırlı uğurlu olsun!

H

İşlerini iptal ettirdiler İşleri, ‘işten çıkarma stratejileri’ olan patronların bir araya geldiği toplantının yapıldığı mekandan bir yetkili, eylem yapan işçilere bağırıyor: ‘İşimize engel oluyorsunuz!’ ALP TEK‹N BABAÇ

İ

stanbul Sheraton Maslak Otel’de 27 Nisan günü bir panel işçilerin tepkisi ve eylemi sonucu yapılamadı. Panelde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileri ve şirket yetkilileri buluşup işçileri işten çıkarma taktiklerini konuşacaktı. Panele, iki saat için 650 lira verebilen herkes davetliydi. Boğaziçi Eğitim ve Danışmanlık firması tarafından organize edilen “İşten çıkarma stratejileri” paneli Sendika.Org’da duyurulduktan sonra panele yönelik tepkiler giderek arttı. DİSK Genel Sekreteri Arzu Atabek Çerkezoğlu, paneli protesto edeceklerini söyledi. DİSK’e Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği eklendi. CHP milletvekili Süleyman Çelebi konuyla ilgili soru önergesi verdi. ‹fiTEN ÇIKARMA DAHA GÜZEL Tepkiler üzerine panelin adı değiştirildi: “İş İlişkilerinin Sonlanması- Fesih”. Şirket bir de açıklama yaptı ama memnuniyetsizliğini de gizleyemedi. Çünkü şirket, fesih yerine “işten çıkarma” sözcüklerinin daha güzel ve daha Türkçe olduğunu düşünüyordu. Tepkiler azalmadı, emekten yana köşe yazarları konuyu

gazetelerindeki köşelerine taşıdı, hemen hemen her işçi eyleminde Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in “800 lira iyi para” sözlerinin yanına “İşten çıkarma stratejileri” paneli de eklendi. Tepkiler üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürü Dr. Ali Kemal Sayın katılımcı listesinden çıktı.

Panelin yapılacağı 27 Nisan günü Devrimci Sağlık-İş, Birleşik Metal-İş üyesi Bosch direnişçileri, Nakliyat-İş üyesi Yurtiçi Kargo direnişçileri, Genelİş, Sosyal-İş, Enerji-Sen yöneticileri ve üyeleri, Politeknik, Plaza Eylem Platformu, Bilişim ve İletişim Çalışanları Dayanışma Ağı, Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği ve DİP üyeleri otelin

önündeydi. Otel yetkilileri paneli iptal ettiklerini duyurdu. ‹fiE ‹ADE DAVALARINI ÖNLEME Z‹RVES‹ Bakanlık yetkililerinin patronlara, işçileri daha maliyetsiz işten çıkarma yöntemlerini anlatacakları toplantı şimdilik iptal oldu ancak benzer çalışmalar sürüyor.

Bu sefer etkinliğin adı “İşe İade Davalarını Önleyici Tedbirler ve Kazanma Stratejileri Zirvesi”. Zirvede patronlar, SGK başmüfettişi, Yargıtay onursal başkanı buluşacak, işten çıkardıkları işçilerin işe dönmelerini nasıl engelleyeceklerini tartışacak. Zirve, 9 Mayıs’ta Kadıköy’deki Moda Hilton Otel’de gerçekleştirilecek. Katılımcılar arasında yer alan Yargıtay 9. Dairesi Onursal Başkanı Kılıçoğlu, daha önce bir konuşmasında vatandaşı değil “ekonomik dengeleri” ön planda tuttuğunu söylemişti. Kılıçoğlu’nun onursal başkanlığını yaptığı Yargıtay 9. Hukuk Dairesi de işe iade davalarının geldiği son merci. Hakimlerin “vicdan-cüzdan” ikilemini çözen Kılıçoğlu, taşeron şirket işçilerinin muvazaa davalarının maliyetleri karşısında işveren lehine karar çıkarmak için muvazaa terimini kullanmadan çözüm bulmaya çalıştıklarını söylüyor. Hastabakıcı ve hemşireler için “asıl işveren sorumludur” kararı alınabileceğini belirten Kılıçoğlu diğer işçilerin yıllarca aynı işi yaparak, farklı farklı şirketlerin bünyesinde çalışmaya devam edeceğini, ihale masalarına konu edileceklerini, yani taşeron sisteminin vazgeçilemez olduğunu söylüyor.

Bir yol daha var o da direniş

Metal işçisi camide, durakta kahvede, sokakta, her yerde B

ursa’da Ulucami’de cuma namazı çıkışında birileri bildiri dağıtıyor. Bu bildirilerde hac organizasyonları ya da kutlu doğum haftası etkinlikleri yazmıyor; metal işçilerinin talepleri yazıyor. Sabah işe gitmek için Manisa’da saat 06.00’da servis bekleyen bir işçi de o bildirilerle karşılaşıyor. İzmir Aliağa’da, emekliler kahvede okey oynarken birden kırmızı önlüklü insanlar kahveye gelip bildiri dağıtıyor. Mart boyunca Gebze, Eskişehir, Mersin, Bilecik, Kocaeli, İstanbul Kartal sokaklarında hemen hemen herkes

MESS’in dayatmalarına karşı Türk Metal, üyelerini düzenlediği mitinglere çağırıyor. Birleşik Metal-İş üyeleriyse MESS’e karşı mücadeleye çağırıyor “MESS dayatmalarına hayır” yazılı bildirileri gördü. Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ile grup toplu iş sözleşmesi sürecinde arabulucu aşamasına girildikten sonra Birleşik Metal-İş yoğun bir faaliyete girişti. İşyerlerinde oluşturdukları komitelerle süreci örgütleyen sendika üyeleri

canla başla çalışıyor. Martta bildiri dağıtımlarıyla başlayan çalışmalar nisanın ilk günlerinde işyerleri önlerinde yapılan basın açıklamaları ve il toplantılarıyla devam etti. Nisanın sonlarında ise kentlerde büyük yürüyüşler düzenleyen Birleşik Metal-İş adeta greve hazırlanıyor.

‘MESS DAYATMALARINA HAYIR’ Bir önceki toplu iş sözleşmesi sürecinde seri grevlerle MESS’i zorlayan ve önemli kazanımlara imza atan Birleşik Metalİş’in hazırlıkları yoğun bir şekilde sürerken grup toplu iş sözleşmesinin diğer işçi sendikası Türk Metal de hazırlıklarını sürdürüyor. Türk Metal’in hazırlığı greve değil, işçileri grevden soğutmaya yönelik. Türk Metal, tepeden alınan kararlarla kentlerde mitingler örgütleyerek işçilerin tepkilerini azaltmaya çalışıyor.

Antalya’daki Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde araştırma görevlisi Murat Elbay 18 Nisan günü intihar etti. 28 yaşındaki Elbay’ın notunda hayattan zevk almadığı, işyerinde mutlu olmadığı ve başarılı olduğunu düşünmediği ifadeleri yer aldı. Öğretim Üyesi Yerleştirme Programı (ÖYP) ile atanan Elbay’ın intiharı ile ilgili çalışma arkadaşı Prof Dr. Hayrettin Ökçesiz’in açıklamaları ÖYP sisteminin sıkıntılarına işaret etti. ÖYP sistemini "insanları kendilerine ve birbirlerine yabancılaştıran ve bir uçuruma açılan kariyer merdiveni" olarak tanımlayan Ökçesiz, Elbay'ın intiharını ise çürümüş bir sosyal, siyasal, iktisadi hiyerarşiye acı bir isyan olarak yorumladı.

Ökçesiz, açıklamasını “bir yol daha vardı: Direnmek. Ama anlaşılan ona mecali yoktu” diyerek sonlandırdı. İntihar olayının ardından 20-21 Nisan tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen Güvencesizler ve Mücadele Deneyimleri Sempozyumu’nda Yunanistan deneyimini sunması beklenen Foti Benlisoy sunumunu intiharlar üzerine yoğunlaştırdı. Benlisoy intiharın bir direnme biçiminin yanı sıra direnmeye mecali olmama durumunda örgütsüz kesimler tarafından tercih edilen bir yol olduğunu belirtti. İstatistiki verilerle sunumunu destekleyen Benlisoy, neoliberal dönemde özellikle görece güvenceli meslek sahiplerinin örgütsüz kesimlerinin yaşadığı itibarsızlaştırma sonucunda intihara meylettiğini belirtti.

İzelman işçisinden taşerona darbe

Kaçak işçilik müjdesi Mecliste 27 Nisan günü geçen torba yasaya göre yurtdışındaki şantiyelerinde Türkiyeli işçi çalıştıran müteahhitlerin 5 puanlık SGK primini çalışanlardan kesilen vergilerden karşılanacak. Bugün gazetesinin haberine göre inşaat sektöründeki patronların 10 yıl önce yurtdışı ciroları 3 mil-

yar dolarken 60 bin Türkiyeli işçi çalıştırdıkları ancak bugün 30 milyar dolarlık ciroya rağmen işçi sayısı değişmedi. Patronlar işçi sayısının neden artmadığını işçilerin sigorta ödemelerinin getirdiği yük ve “bir dizi başka neden” diyerek sigortasız işçi çalıştırdığını gizlemeye çalıştı.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde 1 Mayıs’ta işten çıkarılmaları gündeme gelen 650 İZELMAN işçisinin mücadelesinde Yargıtay, taşeron ihalesi hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yürütmeyi durdurma kararıyla birlikte işçilerin 1 Mayıs’ta işten çıkarılması tehlikesi ertelenmiş oldu. Genel-İş, İZELMAN işçilerinin mücadelesini taşerona karşı bir mücadele olarak gündemleştirdi. Binlerce kişinin katıldığı mitingler örgütleyen işçiler 17 Nisan günü İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde büyük bir çadır kurarak mücadelelerini orada sürdürdü.

‘Kalanlar için mücadele et’ Adalet Arayan İşçi Aileleri, 28 Nisan İş Kazalarında Hayatlarını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü’nde Taksim’den Galatasaray’a yürüdü, “Ölenleri an, kalanlar için mücadele et” dedi. Eyleme OSTİM- İvedik, Van-

Bayram Otel, BEDAŞ, Esenyurt, Kozlu, Arka Sıradakiler dizi setinde çalışırken hayatını kaybeden işçilerin aileleri katıldı. Eylemin ardından İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi bir panel düzenledi.


9

SERMAYE 2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Hem kızarım hem beslerim

Sağlığımız Rus oligarka emanet

Matematikleri mi kıt beyinleri mi satılık?

M

T

H

ustafa Koç'un "Yerli oto intihar olur" sözüne karşı arka arkaya sert açıklamalar yapan hükümet, bir yandan da Koç’u sevindirecek bir yasa hazırlıyor. 20 yaş üstü 2 milyon otomobili yenileriyle değiştirenlere destek sağlayan yasa meclise geliyor.

ürkiye’nin en büyük hastane zinciri Medical Park Grubu, İngiliz yatırım fonu Pamplona’nın oldu. Pamplona’nın en büyük ortakları arasında Rus “oligark” Mikhail Fridman var. Rusya’nın 2’nci, dünyanın 41’inci en zengin kişisi olan Fridman Turkcell’in de ortağı.

Daima düşük ücret Ülker grubunun el attığı “ucuzcu market” sektörü, yoğun emek sömürüsüyle büyürken, sunduğu ucuz mallarla emeğin yeniden üretim maliyetini de “ucuzlatıyor” UMAR KARATEPE

İ

ki yıl önce Şok market lerini Koç grubundan alan Ülker'in çatı şirketi Yıldız Holding, şimdi de Diasa market zincirini Sabancılardan satın aldı. Ülker bin 200’ün üzerinde marketi olan Dia’yı alınca 2 bin 500 market sayısına ulaşacak. Böylece Ülker ucuzcu marketler sektöründe (discount market) ikinciliğe yükselecek. Sektörün lideri BİM’in 3 binin üzerine marketi bulunuyor. Konu basının gündemine Murat Ülker’in marketlerde içki satışına son vereceklerine dair sözleriyle girebildi ancak bunun ötesinde ucuzcu market sektöründeki tekelleşme dikkat çekici boyutlara ulaşıyor. Bu tekelleşme en çok yerel dükkanları tehdit ediyor. Murat Ülker “Ben bakkal dükkanı

açmıyorum, satılan bir market zincirini bünyemize katıyoruz” diyor ancak gerçek pek de onun göstermek istediği gibi değil. Türkiye’ye özgü olarak mahalle arala-

rına dek uzanan ucuzcu marketler, düşük fiyatlarıyla bakkalları yok ediyor. UCUZ ÜRÜN=UCUZ EMEK Ucuzcu marketlerin en

önemli sırrı emek gücünü oldukça ucuza getirmeleri. Marketlerde çalışma saatleri çok uzun. Haftanın bazı günleri çalışma süreleri fiilen 12 saati dahi aşabiliyor. Sektörde part-

İşçiler için kalitesiz ürün Eme¤in de¤iflim de¤eri, yani ücreti eme¤in yeniden üretim maliyeti ile belirlenir. Buna göre eme¤in asgari geçim maliyetlerinin düflürülmesi, eme¤in ucuzlat›lmas›n› da kolaylaflt›r›r. Türkiye’de emek h›zla de¤ersizlefltirilirken, ucuzcu marketler “yeniden üretim” sorununa da bir çözüm olarak öne ç›k›yor. Bu marketlerin ucuzlu¤u az say›da iflçiyi düflük ücretle çok çal›flt›rmak d›fl›nda baflka

yöntemler de sa¤lan›yor. Ma¤aza içi düzenlemeler ve raflar s›n›rl› oluyor. Düflük gelir gruplar›ndan müflteriler hedeflenerek bunlara düflük kaliteli ürünler sat›l›yor. Kalitesiz ürünlerin önemli bir bölümünü, ucuz emekle üretilmifl kendi markalar› olan ürünler oluflturuyor. Ayr›ca raf ömürleri uzun (katk› maddesi bol) sa¤l›ks›z g›da ürünleri sat›l›yor.

time çalışma da çok yaygın. Ancak birçok markette parttime çalışanlar ise 5 saat diye işe alınıp, asgari ücretin altında para alıyorlar ancak çeşitli gerekçelerle çalışma süreleri 7-8 saate kadar çıkarılıyor. Böylece neredeyse tam gün çalışıp part-time ücreti alıyorlar. Uzun çalışma saatleri ise fazla mesai olarak işçiye geri dönmüyor. Birçok markette öğle tatili bile yok ve çalışanlar dönüşümlü olarak yemeğe çıkıyorlar, bazen bunu bile yapamayarak market ürünlerini atıştırıyorlar. İzin günleri genellikle hafta içi, kimi marketlerde iki haftada bir olabiliyor. Tatil günlerinde telefonla aranıp işe çağırılmak da çok sık rastlanan bir durum. Sektörün lider marketlerinde aynı işçiyi kasada, depoda, temizlik yaparken ya da rafları düzenlerken görebiliyorsunuz. Üstelik işçilerin tüm bunları yaparken müşterilere güleryüzlü davranıp davranmadıkları kameralarla kontrol altında tutuluyor. Yoğun emek sömürüsünün olduğu ucuzcu market sektöründe üst sıralara oynamak için işyerlerinde sendikalaşmanın engellenmesi gerekiyor. Nitekim Ülker grubu, Şok marketlerini satın alır almaz ilk iş olarak işçileri TezKoop-İş sendikasından istifa etmeye zorladı. BİM ise İslami kimliği kullanarak sömürünün üstünü örtmeye çalışıyor.

Market patronlarının rol modeli: Wal-mart D

ünyanın 2011’deki en büyük, 2012’de üçüncü büyük şirketi bir otomobil veya bilişim firması değil, ucuzcu marketlerin en büyüğü WalMart idi. Sektördeki en yakın rakibinden dört kat büyük geliriyle Wal-Mart’ın cirosu en yakın dört takipçisinin cirosunun toplamından fazla. 2 milyonun üzerinde işçi çalıştırmasıyla övünen WalMart, güvencesiz proleterleştirmenin kalelerinden biri. Wal-Mart gittiği yerlerdeki daha küçük marketleri ve dükkanları bitirmek için çok ucuz bir fiyat stratejisi izliyor, bu rakipler elenince de fiyatları yükseltiyor. Wal-Mart’ın bu yolla istihdam ettiği her iki kişiye karşılık üç kişilik işi yok ettiği ifade ediliyor. WAL-MARTLAfiMAYA KARfiI DIRENIfi Ucuzluğu nedeniyle, ABD işçi sınıfının geçim maliyetlerinin düşürülmesinde büyük etkisi olduğu ifade edilen Wal-Mart, işçilerinin çalışma koşulları nedeniyle de kötü bir şöhrete sahip. ABD’de ve Wal-Mart’ın faaliyet gösterdiği diğer ülkelerde, istihdamda “kuralsızlaştırma” yerine“WalMartlaşma” kavramı yaygın olarak kullanılıyor. Joseph Contreras’ın Sendika.Org’da yayımlanan bir yazısında

Meksika’da 150 bin işçiyi istihdam eden Wal-Mart’ın bu ülkeye sadakayla işçi çalıştırma sistemini getirdiği anlatılıyor. Wal-Mart yaşları 14-16 arasında değişen yaklaşık 19 bin çocuğu, okul çıkışlarında, özellikle sebze reyonlarındaki paketleme gibi işlerde çalıştırırken, bu çocuklara beş kuruş bile ücret ödemiyor! Bu çocukların “gönüllü” oldukları iddia ediliyor ve paketleme karşılığı müşterilerin bahşiş vermesi rica ediliyor. Wal-Mart bu konudaki eleştiriler karşısında bu çocukları ücret karşılığı çalıştırmadığı için suç işlemediğini iddia ediyor. Wal-Mart’ın çalışanlarının arasında göçmenler ve kadınlar ağırlığı oluşturuyor. 2004’te kadın işçilerin açtığı toplu bir davayı kaybeden Wal-Mart’ın kadın işçilere ayrımcılık yaptığı tescillenmişti. Wal-Mart işçileri sadece davalarla değil fiili mücadelelerle ve grevlerle de vahşi emek sömürüsüne direnmeye başladı. Ekim 2012’de önce Kaliforniya’da sonra da İllionis’de mücadele bayrağı açtı. “Daima ucuz fiyat” sloganını “Daima düşük ücret” olarak değiştirerek dövizlere yazan binlerce işçi işlerine gitmediler. Direnişlerin ardından şirketin çalışma koşullarında kısmi iyileşmelere gidildi.

EMEĞİN YENİDEN ÜRETİMİ VE TAHIL YASALARI

K

ABD tekeli Wal-Mart, perakende sektöründe “ucuz fiyat”ın, yüksek toplumsal maliyetlerle sağlanmasının simgesi

Wal-Mart yoksulluk demek

apitalistler için emeğin yeniden üretim maliyetlerini aşağıya çekmek her zaman önemli bir amaç oldu. Britanya’da 18. yüzyılda hızlı sanayileşme ve çitlemeler nedeniyle kırlardan kopan kitleler kentlere akarlarken ülkede büyük bir tahıl sıkıntısı baş göstermişti. Tahıl üretiminin azalması nedeniyle fiyatları hızla yükseldi. Gıda fiyatlarının yükselmesiyle, emeğin yeniden üretim maliyetinin artması ücretlerin baskılanmasını engelliyordu. Sanayi kapitalistleri tahıl ithalatını en-

Güvencesiz, esnek çal›flt›r›lan, ço¤unlukla göçmen ve kad›nlardan oluflan Wal-Mart iflçileri, örgütlenmesi imkans›z gibi gösterilen “yeni iflçi s›n›f›n›n” simgelerinden. Wal-Mart iflçileri 2012 y›l›n›n sonlar›nda, önce Kaliforniya’da, sonra da ‹llionis’te büyük bir direnifl bafllatarak ABD’de yeni bir iflçi hareketinin do¤umunun iflaretlerinden birini verdi.

gelleyen “Tahıl Yasaları”na karşı çıkıyor, tahıl arzının artmasıyla fiyatların düşmesini istiyorlardı. Bu ise toprak sahiplerinin çıkarına aykırıydı. Sonuçta, “bırakınız geçsinler” diyerek ithalatın serbest olmasını isteyen sanayi kapitalistleri kazandı.

arvard Üniversitesi’nin iki profesörünün, kemer sıkma programlarına referans olan bilimsel çalışmada “hile” yaptıkları ortaya çıktı. ABD’li profesörler, kamu harcamalarının kısılmasının faydalarını göstermek için sundukları kanıtlarda matematiksel “hata” yapmışlar.

Çayda AKP kapan› 22 Nisan’da çay üretiminin görünmeyen emekçileri, kuru çay üreten işçilerin grevine tanık olduk. Çay üretimi ve üretimdeki sorunlar dediğimiz zaman aklımıza çoğu zaman yaş çay üreticileri geliyor. Ancak çayda sorunlar sadece yaş çay üreticileriyle sınırlı değil. Bununla birlikte çayda toplanan yaş çayı fabrikalarda işleyerek bardağımıza getiren başka bir emek süreci daha var: ÇAYKUR’a bağlı 58 işletmede ve onlarca özel sektör işletmelerinde çalışan binlerce kuru çay işçisi. ÇAYKUR 1973 yılında KİT olarak kurulduğunda yaklaşık 34 bin işçisi vardı. Bugün ise yaklaşık 11 bin civarında işçisi var. Aradan geçen 40 yılda ÇAYKUR’un işçi sayısı giderek düştü. Bu düşüşün nedeni ise üretimin azalması değil, anlayışın değişmesi. Çay üretiminde yıllar itibariyle üretim artarken ÇAYKUR bu üretim sürecinden hızla geriye çekiliyor. Her alanda olduğu gibi çay üretiminde de neoliberal anlayış ve özel sektörün devreye girmesi 1984 yılına tekabül ediyor. Bu tarihten sonra kuru çay işçileri de haklarını azar azar kaybetmeye başlıyor. Özel sektör ilk yıllarında yaş çay üreticileri tarafından pek tutulmuyor. Dolayısıyla da çok da gelişemiyor. 2000’li yıllarla birlikte ise AKP iktidarı döneminde devlet desteğiyle palazlanmaya, çoğalmaya başlar. Öyle ki ÇAYKUR’un toplam üretimi hızla düşerken özel sektörün toplam üretimi ise hızla arFatma tıyor. (AKP’nin iktidara geldiği 2002 Genç yılında ÇAYKUR toplam yaş çay üretiminin yüzde 70’ini alırken 2012 yıfatmagen @gmail.com lında toplam alımı yüzde 57’ye kadar düşürmüştür.) Çay üretiminde özel sektörün devreye girmesi, piyasanın “görünmez eli” sayesinde değil, yürütmenin çeşitli müdahaleleri sayesinde olmuştur. Kota, kontenjan uygulamaları, geç ödeme planları ve çeşitli alım politikaları olarak bu müdahaleler bugüne kadar hayata geçirilmiştir. AKP bu uygulamalar sayesinde yaş çay üreticisini özel sektöre giderek daha da fazla mahkûm ediyor, bu yıl uygulanacak “randevulu çay alım sistemi” ile bu durumu daha da katmerleştirmenin yollarını yaratıyor. ÇAYKUR GREV‹N‹N ARDINDAN… AKP yaş çay üreticisi için uyguladığı planların aynısını ÇAYKUR işletmelerinde çalışan işçiler için de devreye sokuyor. Kendi yandaşı Öz Gıda-İş Sendikası aracılığıyla işçiler üzerinde tam hâkimiyet sağlamak isteyen AKP, toplu sözleşme hakkı bulunan Tek Gıda-İş sendikasını devre dışı bırakmak için türlü türlü oyunlar çeviriyor. Tek Gıda-İş Sendikasını beş yıldır devam eden mahkeme süreci nedeniyle yetkisiz, işçileri de toplu sözleşmesiz bıraktı. Dolayısıyla da işçiler 5 yıldır ÇAYKUR’un insafına kalmış bir şekilde çalıştı ve çalışmaya devam ediyor. ÇAYKUR’da artık bildiğimiz eski kamu kurumlarından değil, güvenceli bir iş, güvenli bir gelecek sunmuyor. Tek Gıda-İş Sendikası tüm hukuki yollarda kazanmasına rağmen 5 yıldır yapamadığı toplu sözleşme ve dolayısıyla alamadıkları zam farkları için grev silahını kullanmak istedi. 22 Nisan’da başlayan grev 23 Nisan’da sendika tarafından sonlandırıldı. ÇAYKUR, grev her ne kadar kısa sürse de paniğe kapılarak yedi bin mevsimlik işçiyi bir ay önce iş başı yapmaya çağırdı, işçileri maaş vermemekle ve işten atmakla tehdit etti, “grev yaparak ÇAYKUR’u mu yoksa üreticiyi mi mağdur edecekler?” diyerek üreticileri de işçilere karşı kışkırtmaya çalıştı. Tek Gıda-İş sendikası işçilerin grev hakkını kâğıt üzerinde her ne kadar saklı tutsa da grevin işçiler nezdinde iyi örgütlenemediği gerçeği sendika açısından hala hesaplaşılmış bir durum değildir. ÇAYKUR’da gerek işçiler gerekse de yaş çay üreticileri açısından çayda sömürü politikaları son hız işletilirken greve katılımın düşük olmasının nedenleri bu anlamda hala ortaya çıkarılmış değil. Tek Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Türkel her ne kadar grev öncesi işletmeleri tek tek gezdiğini ifade etse de çay üretiminin ve bölgenin bu durumunu göz önüne alması gerekirdi. Bu anlamda sendikanın talepleri toplu sözleşme hakkı ve alacaklarla sınırlı kalmamalıydı. ÇAYKUR’da ve diğer özel sektör işletmelerinde artan güvencesiz çalışan işçilerin de, giderek işçileşen üreticilerin de bu sürece katılması ve mücadelenin ortaklaştırılmasının yolları aranabilirdi. Bu anlamda grev kararının gerekçesi sadece bir yetki meselesine indirgendi. ÇAYKUR tarihinin ilk işçi grevi, bu açıdan birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Sendika, ÇAYKUR işçisini tanımamakla suçlandı. Yandaş medya grevin kısalığını manşetlerine taşıdı. Öz Gıda-İş sendikası ise ÇAYKUR’da yürüttükleri sözde sendikal mücadeleyi unutarak “Başbakanın memleketinde grev yapılmaz, herkes haddini bilsin” diyerek, bir kez daha işçiden değil patrondan yana bir “sendikal” anlayış güttüğünü açıkça ortaya koydu. ‘ÇAYDA SÖMÜRÜYE SON’ Doğu Karadeniz Bölgesi için önemli bir geçim kaynağı olan çay hem tarlalarda hem de fabrikalarda birçok insanın en önemli geçim kaynağı. Birçok açıdan da özgünlüklere sahip bir ürün. Bölgede işçilik ve üreticilik iç içe geçmiş durumda. Bu sebeple çayda yıllardır uygulanan sömürü politikaları, işçilerin güvencesizleştirilmesi ve üreticilerin işçileştirilmesi aslında ortak sorunları ifade ediyor. Bu özgün koşullar iyi okunmalı ve gerek üretici gerekse de işçi açısından ortak bir mücadele programı gerçekleştirilmelidir. Doğu Karadeniz’de insanlar yıllarca taleplerini ortaklaştırdı, aynı sloganı attı: “Çayda Sömürüye Son”. Çaydan geçinen milyonlarca insanı tekrar birleştirecek olan ve AKP’nin çayda oynamak istediği oyunları bozacak olan da bu sloganın birleştiriciliğidir.


10

KİBELE 2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

AKP’nin kreş yalanı AKP paket yasa ile kadın istihdamını ve kreş sayısını artıracağını iddia ediyor. Oysa 150 işçinin çalıştığı yerlerde bile kreş açma zorunluğuna uyulmuyor TÜRKAN KARAKUfi

A

‘Sendika gelinceye kadar haklar›m›z› bilmiyorduk’ Y

urtdışı pazar için üretim yapan Sarıyer Ferahevler’deki Nurteks Örme’de yaklaşık 12 yıldır makineci olarak çalışan Ayşe Kuş, Türk-İş’e bağlı TEKSİF’e üye olduğu gerekçesiyle işten çıkarıldı. Ayşe, 23 Nisan’dan beri fabrika önünde direnişte . Fabrika yönetimi Ayşe’nin “çalışma arkadaşlarına hakaret ettiği ve uyumlu çalışmadığını” gerekçe göstererek savunmasını istedi. Yapılan savunmayı yeterli bulmayan yönetim, çok geçmeden 12 yıllık işçisini işten çıkardı. Ayşe, fabrika yönetimi tarafından kendisine imzalatılmak istenen işten çıkarma ibaranamesini imzalamadı ve makinesinin başına döndü. Ayşe’nin fabrika yönetiminin işten çıkarma kararını tanımaması üzerine patron işyerine polis çağırdı. Ayşe, sonraki günlerde fabrikaya gelmeyi sürdürdü. Fabrika yönetimi tarafından kapıları üzerine kilitlenen ve özel güvenlik tarafından içeri alınmayan Ayşe, 23 Nisan’dan beri Sarıyer Ferahevler’deki Nurteks Örme önünde direnişte. 12 yıldır Nurteks’te çalışan Ayşe ve diğer işçilerin sigorta primleri ve vergileri eksik yatırılıyor, maaşları asgari ücret üzerinden gösteriliyor ve mesaileri eksik ödeniyordu. Çırak olarak çalıştırılan işçilerin ise maaşlarının bir kısmına el konuluyordu. Sendikalı olduğu için işten çıkarılan Ayşe, “Sendika gelinceye kadar bunlardan ve birçoğundan haberimiz bile yoktu. Sendika geldikten sonra birçok hakkımızdan haberdar olduk” diyor.

ile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, şubat ayında açıklanan ‘kadın istihdamını artırma’ hedefindeki paket yasayı, yasama yılı bitmeden meclise taşıyacaklarını duyurdu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı, Şubat ayı başında kadın istihdamını artırma hedefiyle “esnek çalışma”, “kreş desteği”, “doğum izni”, “süt izni” gibi düzenlemelerin olduğu paket yasa tasarısı hazırlığı içinde olduklarını açıklamıştı. Dört bakanlığın üzerinde çalıştığı duyurulan pakette sözde kadın istihdamının arttırılması, ‘iş ve aile yaşamını uyumlulaştırılması’ denerek esnek çalışmanın yaygınlaştırılması hedefleniyor. Şahin, muhafazakâr demokrat bir parti olduklarını belirterek, kadınların ekonomideki rollerini arttırmanın yolunu kadının eş, anne rollerinin devamlılığını sağlayacak, iş ve aile yaşamını uzlaştırma hedefli istihdam olarak tanımlıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise “esnekleşme bizim kadınlarımız için uygundur” diyerek kadınlar için parça başı, evden ve çağrı üzerine

PATRON VE fiEFLER A⁄LIYOR: “SEND‹KA GEL‹RSE BATARIZ” Sendikalaşmaya başlayan işçileri geçtiğimiz ay bir araya toplayan fabrika patronu, işçilere yapılacak zammı sendikanın engellediğini ve sendikanın işyerine girdiği takdirde iflas edeceklerini söylemişti. Toplantının ardından işten çıkarılmakla tehdit edilen 18 işçi, patronun ayarladığı araçla notere götürülerek zorla sendikadan istifa ettirilmişti. İşten çıkarılmasının ardından fabrika önünde direnişe geçen Ayşe Kuş talepleri gerçekleşene kadar işyeri önünde direnişini sürdüreceğini ifade ediyor. SEND‹KANIN VE AYfiE KUfi’UN TALEPLER‹ I İşten çıkarılan Ayşe Kuş’un derhal işe iade edilmesi, I Zorla istifa ettirilen işçilerin işveren tarafından tekrar sendikaya üye yapılarak üyelik fişlerinin sendikaya verilmesi, I İşverenin işçilere karşı gerçekleştirdiği hak ihlalleri ve kötü davranışlarından ötürü özür dilemesi I Nurteks Örme fabrikasının sendikaya saygı duyması ve toplu pazarlık için sendikayla masaya oturması, I İşveren ve yöneticilerinin insan hakları ve işçi hakları eğitiminden geçmesi, I İşçilerin bugüne kadar gasp edilen haklarının, kıdem ve eksik ödenen sigorta borçlarının verilmesi.

çalışma gibi güvencesiz çalışma biçimlerini uygun gördüğünü yineledi. AKP’nin kadın istihdamı politikasıyla kadınlardan hem üç çocuk doğurmaları hem de esnek, güvencesiz çalışmaları isteniyor. Sermayenin her türlü ihtiyacına cevap vermek için hazırlanan pakette kadınlara kreş yardımı yapılacağı bir lütuf gibi sunuluyor. Oysa mevcut durumda 150 kadın işçinin çalıştığı yerlerde kreş açma zorunluluğu var. Takvim Gazetesi’nde 29 Kasım 2012 tarihinde yayımlanan “Çalışan Anneye Kreş Müjdesi” başlıklı haberde yapılacak yeni düzenlemeyle kadın ve

erkek işçilerin toplam sayısının 200 olması şartı getirileceği belirtiliyor. KAMU KURUMLARINDA KREfi YOK Ama sınır yasada değil uygulamada.Türkiye’de yaklaşık iki milyon kamu emekçisi var. Sözleşmeli ve taşeron çalışan sayısı buna dahil değil. Kamu kurumlarındaki kreş sayısı ise sadece 130. Var olan kreşler de çeşitli gerekçeler ileri sürülerek kapatılıyor. Bunlardan birisi 4 bin kişinin çalıştığı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kreş ve Gündüz Bakımevi. 21 Kasım 2011’de Marmaray tünel açma inşaatı sırasında hasar gördüğü gerekçesiyle bina boşaltıldı. 2011’den bu yana emekçilerin tüm itirazlarına ve eylemlerine karşı kreş açılmadı. Sınırlı sayıdaki hastane kreşlerinde, sayıları yüzleri bulan taşeron sağlık işçilerinin çocuklarına da yer yok. Pakette yine kadınlara ‘müjde’ olarak duyurulan başka bir şey ise çocuğu kreşe giden kadınlara sunulacak kreş parası.

Paketle ilgili Şahin’in yaptığı bilgilendirmeye göre, gelir puanlaması yapılıp çalışan kadınların 0-5 yaş arasındaki çocuklarının kreş parası devlet tarafından karşılanacak. Çalışan kadınlar kreş yardımından faydalanmak için bakanlığa başvuracak. Başvurular, bakanlık tarafından oluşturulan SOYBİS (Sosyal Yardım Bilgi Sistemi) çerçevesinde, başvuran kişinin gelir düzeyine göre değerlendirilecek. YASA BEL‹RS‹ZL‹KLERLE DOLU Kreş desteğinde gelir durumunun neye göre belirleneceği ise belirsizliğini koruyor. Kadınlara her fırsatta “üç yetmez beş çocuk doğurun” diyen, yaptığı tüm düzenlemeyi ailenin korunması üzerine kuran AKP’nin hesaplamayı kadının gelir düzeyine göre mi yoksa ailenin gelir düzeyine göre mi yapacağı bilinmiyor. Büyük kentlerde 700-800 lira, diğer illerde ise 400-500 lira değişen kreş parasına ise yapılacak yardımın 300 lira kadar

olacağı duyuruluyor. Yasaya göre kreş hakkından faydalanabilmek için en önemli şart kadınların çalışması. Halihazırda güvencesiz ve kayıtdışı çalışma bu kadar yaygınken, bu çalışmanın çağrı üzerinden, parça başı, evden, çalışma biçimlerini kapsayıp kapsamıyacağı belirsizliğini koruyor. AKP’nin bu düzenlemesiyle ilgili Devrimci Sağlık İş Ege Bölge Temsilcisi Derya Öztürk’ün görüşlerine başvurduk. Öztürk, kreş hakkının yıllarca kadınların mücadelesiyle kazanılmış bir hak olduğunu ve AKP tarafından içinin boşaltıldığını söyledi. Kreş talebinin yalnızca kadın işçilerin değil tüm işçilerin ortak talebi olduğunu söyleyen Öztürk, AKP’nin soruna bir hak değil yardım gibi yaklaştığını ifade etti. Bu uygulamanın işçiler tarafından kabul edilemeyeceğini söyleyen Öztürk “300 liralık, sınırlı sayıda kadına verilecek kreş yardımı değil çalışsın çalışmasın tüm kadınlara kreş hakkı istiyoruz” dedi.

‘Biz kad›nlar seyretmiyoruz’ B

arış için Kadın Girişimi, 27 Nisan’da Ankara’da “Biz Kadınlar Seyretmiyoruz Barış İçin Mücadele Ediyoruz” çalıştayı gerçekleştirdi. Tüm Bel-Sen Genel Merkezi Konferans Salonu’nda yapılan çalıştaya Halkevci Kadınlar, KESK’li Kadınlar, İHD’li Kadınlar ve Sosyalist Feminist Kolektif’ten kadınlar katıldı. HDK Meclis üyesi Yurdusev Özsekmenler ve ODTÜ Öğretim üyesi Ayça Kurtoğlu çalıştayda kısa birer sunuş yaptılar. Sunuşların ardından kadınlar, kadınların barışını tartışmak üzere beş ayrı atölyeye dağıldı.

Atölyelerde kadınlar, AKP’ye güvenmediklerini, ırkçılığa ve gericiliğe karşı eşitlik ve özgürlük taleplerini dile getirdi. Cinsiyete duyarlı bir barış sürecinin gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulayan kadınlar, kadın barışının inşa edilmesi gerektiğini belirttiler. Her bir atölyenin sonuç metninin okunmasının ardından çalıştay sonlandırıldı. İlerleyen günlerde çalıştayın genel sonuç bildirgesi yayımlanacak. Barış İçin Kadın Girişimi, 4 Mayıs’ta İstanbul’da, 8 Mayıs’ta da Ankara’da kadınlarla tekrar bir araya gelecek.

Hindistan’da kadınlar Bar›fl kad›nlarla gelecek tecavüze karşı ayakta H

indistan’da son aylarda artan taciz ve tecavüz vakalarının en çarpıcı örneklerinden biri Yeni Delhi’de yaşanmış, 23 yaşındaki bir üniversite öğrencisi tecavüze uğramış, ardından da öldürülmüştü. Aynı kentte bu defa da 5 yaşındaki bir kız çocuğu saldırıların hedefi oldu. Komşusu tarafından kaçırıldıktan sonra günlerce alıkonulan ve defalarca tecavüze uğrayan 5 yaşındaki kız çocuğu için binlerce kadın eylem yaptı. 21 Nisan’da çocuk ve kadın hakları örgütleri tarafından yapılan protestoda kadınlar, Yeni Delhi liderlerinin evlerine ulaşmaya çalıştı. Başbakanın evine ulaşmaya çalışan kadınları polis engelledi. Kadınlar kentin polis şefinin istifasını isterken bir diğer grup polis

karakolu önüne giderek sloganlar attı. Protestoculardan Surendra Kumar, “Maaşları yatıyor ama onlar bizi korumak için hiçbir şey yapmıyor. Polise güvenmiyorum. Onlar yozlaşmış ve tembel” sözleriyle tepkisini dile getirdi. Akşam saatlerinde de devam eden protestolara yüzlerce öğrenci de katıldı. Ülkede aralık ayında üniversite öğrencisine yapılan saldırının ardından da kitlesel eylemler düzenlenmişti.

BDP’nin ,"Örgütlü kad›n, demokratik kurtulufl, özgür yaflam" slogan›yla düzenledi¤i 2. Kad›n Kongresi binlerce kad›n›n kat›l›m›yla Ankara Ahmet Taner K›fllal› Spor Salonu'nda yap›ld›. Kongrede konuflan Van ba¤›ms›z milletvekili Aysel Tu¤luk, tüm Türkiyeli kad›nlara seslenerek, "Gelin bar›fl› erkeklerin insaf›na b›rakmayal›m, inisiyatif alal›m" dedi. Kad›ns›z gerçek bir bar›fl›n mümkün olmayaca¤›n›n alt›n› çizen Tu¤luk, "Bu süreçte, biz kad›nlar olarak kendi öz örgütlülü¤ümüzle var olman›n mücadelesini yürütmeye devam edece¤iz" dedi. Kad›nlar›n çözümün öznesi

oldu¤unu belirten Tu¤luk flöyle konufltu: “Art›k yeter diyoruz. Hiç kimse yaflam›n› kaybetmesin istiyoruz. Kad›nlar büyük bir sorumlulukla bu sürecin içinde olmak zorunda. Bu topraklara bar›fl› ve özgür-

lü¤ü bizim mücadelemiz getirecek. Bu topraklara bar›fl› kad›nlar›n getirece¤ine inan›yorum." Konuflmalar›n ard›ndan önergelerin sunuldu¤u kongrede "eflit temsiliyet" ilkesi kabul

edildi. 850 delegenin kat›ld›¤› oylama sonucunda kad›n meclisi seçildi. Kongreye, KESK, Halkevleri, Sosyalist Feminist Kolektif ve ‹stanbul Feminist Kolektif de kat›ld›.


YÜZ YÜZE

11

2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Çatışma düzlemi genişliyor

Üniversitelerden eylem, çatışma ve saldırı haberleri gelmeyen bir gün yok. Çünkü AKP’nin bir türlü gideremediği “baş ağrısı” üniversite muhalefeti yaygınlaşıyor ve sesi daha yüksek çıkıyor. Sistem buna karşı samdırmaktan geri durmuyor. Ancak bu kez saldırı neoliberalizmin, İslamcıların ve sosyal şovenlerin sayesinde çoğalmış durumda. Halkın Sesi sordu, Kolektifçiler anlattı: “Eskiden faşist saldırılar

genelde aralık ve mayıs aylarında, sınav dönemlerinde gerçekleşiyordu. Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü olan 18 Mart günlerinde de dönem dönem yaşanıyordu ama uzun zamandır olmamıştı. Bu sene kasım, aralık, ocak döneminde de yoğun saldırılar yaşandı. ODTÜ’deki saldırılar böyle bir süreçte ortaya çıktı. Şubat ayı tatildi ve martla birlikte yine saldırılar başladı. Çatışmasız dönemimiz olmadı bu yıl.”

Gençlik 6 başlı düşmana karşı E

skiden MHP vardı. Şimdi kontra artıkları ve İslamcılar da eklendi. Solda Kolektif dışında bütün bunlara aynı anda direnen yok

Dicle Üniversitesi’nde meydana gelen saldırılarla daha fazla gündeme gelen üniversitelerdeki çatışmaları nasıl tarif ediyorsunuz? Olaylar Dicle ile ya da sadece gericilerin saldırısı ile başlamadı. Neredeyse bir yıla yayılan ve ülkenin hemen her üniversitesinde meydana gelen bir saldırılar zinciri var. Örneğin Dicle’de yaşananlardan sadece birkaç hafta önce Çanakkale’de ülkücü faşistler üniversitelilere, yurtlara, hatta öğrencilerin evlerine saldırdı. Bilecik’te üniversiteliler kantinde saldırıya uğradı. İstanbul Bahçeköy Öğrenci Yurdu’nda Kürt öğrencilerin odalarına saldırı düzenlendi. Kayseri’de benzer bir saldırı oldu. DTCF’de ülkücüler saldırdı. İzmir Dokuz Eylül’de ırkçı afişler asıp saldırdılar. Özellikle 21-22 Mart’ta Ankara’da adeta olağanüstü hal ilan edilerek polisler ve faşistler saldırılar düzenledi. Öyle ki üniversiteler tatil edildi. Anadolu Üniversitesi’nde TGB adlı ırkçı, faşist grupla yine çatışmalar yaşandı. Bir de okul içindeki saldırılar da devam etti. Örneğin Trabzon’da tiyatro salonu için rektörlük nünde nöbet tutan üniversiteli kadınlara güvenlik ve polis defalarca saldırdı. Osmangazi Üniversitesi’nde yemekhane eylemlerine özel güvenlik ardından faşistler saldırdı. Bir yandan da kitlesel soruşturmalar açılmaya başlandı, Hacettepe Üniversitesi’nde 96 öğrenciye, Samsun’da 2 yıl önce yine bir faşist gruba karşı üniversitelerini savundukları için oradaki arkadaşlarımıza cezalar yağdı. Bir de Diyarbakır’da ve sonrasında İstanbul Üniversitesi’nde yaşananlar süresince devam eden Bursa’da, Samsun’da, İzmir’de, Anadolu Üniversitesi’nde farklı bir sürü irili ufaklı saldırı oldu. Özetlersek, özel güvenlikçiler, faşistler, İslamcılar, polis, TGB ve soruşturmalarla beraber 6 kolda saldırı var. Bunların bir kısmı organize. Kutlu doğum haftası, 18 Mart gibi yeni “özel günler” vesilesiyle saldırılar neredeyse bütün seneye yayılıyor. Anadolu üniversitelerinde saldırılar daha yoğun diyebilir miyiz? Bazı yerlerde faşist abluka yüzünden üniversiteliler rahat hareket edemiyor. Örneğin Bilecik’te yaptığımız her etkinlikte neredeyse faşist baskıya maruz kalıyoruz. Osmangazi Üniversitesi de yemekhane boykotundan önce böyle bir yerdi, faşist ve güvenlik baskısının olduğu bir yer. Daha güçlü olduğumuz yerlerde elbette buna izin vermiyoruz.

B

öyle durumlarda öğrenciler “Aa yine sağ sol çatışması” derlerdi. Ama bu sefer öyle olmadı. Okul oldukça tepkiliydi İslamcılara

Polis, faşist, İslamcı eşgüdümü ynı anda hem gericilerin hem faşistA lerin saldırısının olduğu üniversite var mı?

Beyazıt’ta gericilerle yaşanan çatışmalara gelelim, size saldıranlar kimlerdi? Kendilerini “Müslüman Öğrenciler” diye bir çatı örgütte toplayan ve Hizbul-Tahrir, İBDA-C gibi radikal İslamcı gruplardı. Okul içerisinde somut bir çalışma yapmıyorlar. Olayların nasıl başladı? Okula asılan bir afişte “ODTÜ’den Dicle’ye direnişe selam” yazıyordu ve Neruda’nın bir şiiri vardı. Bize “Dicle üniversitesini burada tartışamazsınız” diyerek saldırdılar. İslamcılara karşı kiminle hareket ediyorsunuz? Beyazıt’ta o yönden bir ilk yaşandı. Normalde gericilik tartışması yapan belli birkaç siyaset varken Dicle’de yaşananlardan sonra Beyazıt’taki her sol, ilerici, yurtsever grup siyasal İslamcılarla karşı karşıya geldi. Üniversite ortalaması bu durumda saflaşıyor mu? 2 haftadır çatışmayla geçiyor Beyazıt’ta neredeyse her gün. Böyle durumlarda kavga sol içine daralır genelde. Öğrenciler “A yine sağ sol çatışması” derlerdi. Ama bu sefer öyle olmadı. Okul oldukça tepkisel yaklaştı siyasal İslamcılara. Düşünsenize, okulun ortasında “Yaşasın şeriat” diye slogan atıyorlar. Koridorda solcu öğrenciler okullarını savunmak için koşturduklarında bile sonrasında diğer arkadaşlar gelip “Na-

ÖGB, faşistler, İslamcılar, polis, TGB ve soruşturmalarla beraber 6 kolda çatışma var. Kutlu doğum haftası, 18 Mart gibi yeni “özel günler” vesilesiyle saldırılar neredeyse bütün seneye yayılıyor sılsınız iyi misiniz, yine ne yaptılar?” diye sordular. Binlere varan toplu çıkışlar yapıldı okulda defalarca. Kitlesel eylemler yaptık. Günlerce okula yüzlerce kişiyle toplu giriş ve toplu çıkış yaptık. İslamcılarla çatışmaların ardından üniversitede mevzi kazanan ya da kaybeden oldu mu? Belki gericileri üniversiteden tamamen silemedik. Mevzi kaybetmedik ama mevzi de kazandırmadık. Ama şu çıkarımı çok net yapabiliriz: Üniversitelerde gericiler artık bundan sonra o kadar rahat hareket edemeyecekler. Solun birleşmesi onları çekindirdi. Sol gericiliğe karşı mücadelede çok daha net, en azından Beyazıt yerelinde. Eskiden ideolojik bir tahakkümleri vardı sol üzerinde. Afişlerde, bildirilerde “İslamcı”, “Gerici” yazıldığında sol kendi içinde “kaldırın” diye tartışabiliyordu ve adete onların kendilerine müdahale etme gerekçelerinin önünü açıyordu. Şimdi bu kafa karışıklığı giderildi. Bir tartışmada arkadaşlara şunu sorduk: “Bundan

‘Kahrolsun PKK’ deyip üniversiteye sald›r›yorlar Beyazıt’ta, Kocaeli’nde, Avcılar’da ülkücü faşislerle İslamcı faşistler ortak hareket etmişler. Olayların gelişim seyrinde bir benzerlik var mı? Mesela üç saldırıda da “Kahrolsun PKK” sloganı göze çarpıyor. Karşılarında Kürt öğrenciler olmasa bile bu sloganı atıyorlar. Sadece bu saldırılarda değil TGB’nin (Türkiye Gençlik Birliği) de bizlerle karşı karşıya geldiğiklerinde kullandığı bir slogan bu. Bu dönemin sloganı gibi. Sola, üniversitenin ilerici dinamiğine olan düşmanlığı Kürt

düşmanlığı üzerinden örüyorlar. Ayrıca bu aktörlerin hepsi düzen içi aktörler, bu düzenin içinde güç olmaya çalışan aktörler. Bu memlekette iki şeye vurursan düzenin içinde güçlenirsin: Sola ve Kürtlere. Bu düzende bir yere gelme iddian olacaksa, bu devletin iktidarına adaysan komüniste ve Kürde karşı mücadelenle kendini göstereceksin. Bu nedenle Kolektiflere de “Kahrolsun PKK” sloganıyla saldırmaya özel önem veriyorlar.

sonra Sivas katliamı ile ilgili afiş asıldığında ve gericiler müdahale ettiğinde sol buna susacak mı?” Bu soruya herkes “Hayır. Hiçbir saldırıyı kabul etmeyeceğiz” yanıtını verdi. Okul yönetimlerinin tavrı nasıl oluyor? Okul yönetimleri var olan olaylarda açıklama dahi yapmıyor. Ama olaylar biraz gündem olunca ya da saldırı boyutu büyük olunca “sağduyu” çağrısı yapmayı kendilerine görev biliyorlar. Gerçi bu sağduyu çağrısının sonucu hep üniversitelerini savunan öğrencilere ceza ve soruşturma olarak dönüyor. Peki gericiler, faşistler ve TGB’lilerin tamamının en çok hedef aldığı örgütlerin başında neden öğrenci Kolektifleri geliyor? Eskiden bir tek MHP vardı, gençlik muhalefetini bastırmak üzere konumlandırılmışlardı. Şimdi MHP üniversitelerde hala var, bir de üstüne İslamcılar ve eski kontra artıkları eklendi. Solda ise Kolektif dışında bütün bunlara aynı anda direnen bir ör-

güt yok. Kimileri TGB, kimileri İslamcılar ile çatışmadan kaçınıyor. Biz solun her türden gericiliğe ve faşizme karşı direniş geleneğini kararlılıkla sürdürmeye önem veriyoruz. Aslında tüm bunların saldırılarını aynı anda artırmasının nedeni üniversite muhalefetinin güçlenmesi. 6 koldan üniversitenin ve üniversitelinin kimliğine, ilericiliğine saldırı var. O yüzden üniversitelerimizi savunuyoruz. Anadolu illerinde de öyle. Solcular az da olsa bir şey yapmaya çalışıyor ona saldırıyorlar, afiş asıyor ona saldırıyorlar, yurt çalışması yapılıyor ona saldırıyorlar. Osmangazi de örneğin büyük bir yemekhane eylemine iki koldan saldırıyorlar. Biz AKP gericiliğinin ve neoliberal politikalarının üniversitelerdeki varlığına direniş gücü kazandırdıkça bir sebeple saldırıyorlar. Bu 6 saldırı kolunun 4’ü zaten doğrudan iktidarın denetiminde. (ÖGB, polis, soruşturmalar ve İslamcılar) Faşistler ve TGB ise geçmişten gelen refleksleriyle, bize saldırarak, onlardan daha kuvvetli saldırarak, bazen beraber saldırarak güç olmaya çalışıyorlar. Biz bu kadar farklı kanaldan gelen saldırıların ortasında, bu kadar çok çatışmanın içinde ayaktayız, hatta büyüyoruz. Üniversite bu yüzden toplumsal muhalefet için önemli bir yerde duruyor.

İstanbul Üniversitesi’nde Beyazıt kampüsü var. Eşgüdümlü olmasa da aynı anda saldırmaya çalıştılar mesela. Avcılar’da ve Kocaeli’nde Anadolu Gençlik Derneği ve faşistler eşgüdümlü saldırdı örneğin. İslamcı faşistlerle ülkücü faşistler Kocaeli’nde aynı otobüslere doluşup, kampusa beraber gelerek saldırdılar. Nasıl sağlanıyor bu eşgüdüm sizce? Aralarındaki politik ilişkiyi bilmiyoruz ama bir hedef noktasında birleştiklerini düşünüyoruz. O hedef de elbette üniversite muhalefeti. Hatta bazı yerlerde “üniversite muhalefetinin olma ihtimali”. Sonuçta güçlü ve anti faşist, gericilik karşıtı ilkeleri olan bir üniversite hareketi var ve İslamcı, ırkçı grupların hiçbirine göz açtırmak istemiyorlar. Polisin somut tavrı nedir? Örneğin Beyazıt’ta başta polis iki üç kez bu grubu durdurup gözaltına aldı. Ancak daha sonra gericileri kullanıp öğrencilere saldırmaya başladı. Beyazıt’ta 56 öğrencinin gözaltına alındığı gün gericileri üstümüze saldırtıp sonra bizi gözaltına aldılar. Ertesi günlerde polis korumasında gericiler hareket etmeye başladı. Olayların yaşandığı son günlere doğru, polis bizi “Onların kılına dokunursanız gününüzü görürsünüz” diye tehdit etti. Öte yandan tam bir ortaklıktan söz edemiyoruz. İslamcılar arasında dahi anlaşmazlıkla olabiliyor. Bir eylemden sonra Zaman gazetesi muhabiri beni aradı ve “Sizce barış sürecine darbe mi vurmaya çalışıyorlar?” diye sordu. Daha da önemlisi bize saldıranları İran destekli olup olmadıklarını sordu. Daha sonradan MİT’in üniversitedeki çatışmaları Suriye’ye bağlayan raporunun basında yer alması manidardı.

TGB’liler gericiler gelince ortadan kayboluyor İslamcılar çeşitli bahanelerle saldırdı. Bu saldırılar sırasında TGB neredeydi? TGB ortada yoktu. Gericiler geldiğinde genelde kaçıyorlar. Daha önce de kaçmışlardı. TGB’nin İslamcılarla çatıştığını gören üniversiteli bulamazsınız. Üniversitelerde gerici saldırılara direnmeyen TGB sola saldırılarında nasıl meşruiyet üretiyor? Ergenekon süreci nedeniyle şu an mağduru oynuyorlar ve “soldan” konuşmaya çalışıyorlar. Bizim TGB ile karşı karşıya gelmemizi bazıları anlamıyorlar “Neden solcular birbiri ile karşı karşıya geliyor?” diye soruyor.

Orada tekrar TGB’nin ırkçı, faşist bir örgütlenme olduğunu, egemen kutbun bir parçası olduğunu anlatmamız gerekiyor. Onlar da bilerek ırkçı söylemleri kullanmamaya çalışıyor hatta zaman zaman bizi taklit ediyorlar. Solcu gözükmeye çalışıyorlar. Ama solun temel ilkelerinin hiçbiri ile uzlaşmaları mümkün değil. Oysa dehşet bir medya ablukası kurarak, bizim yaptığımız eylemlerin üzerine kondukları gibi solu karalamayı da unutmuyorlar. Bizim AKP’lileri üniversiteden kovduğumuz pek çok eylem TGB eylemi diye medyaya çıkıyor.


12

DOSYA 2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Çalıştırılan çocuklar Yaşıtlarına “23 Nisan” güzellikleri yapılıp ellerine şeker tutuşturulurken, güneşin alnında tarlalarda, ışık girmeyen fabrika köşelerinde ‘güzel günlerin’ düşlerini kuruyorlar

çocuklarını çalışmaya gönderiyordu. Charles Dickens’ın romanlarında anlattığı gibi “acımasız bir dünya”… Oxford Üniversitesi Ekonomi Bölümü profesörlerinden Jane Humphries’a göre İngiltere’de sanayi devrimini hızlandıran temel etken çocuk işçiliği. 19’uncu yüzyılın başlarında 350 bini 7 ila 10 yaşları arasında olmak üzere en az bir milyon çocuğun fabrikalarda istihdam edildiğini yazan Humphries, çocukların yatacak yer ve boğaz tokluğu karşılığında çalıştığını ortaya koyduktan sonra ekliyor: “Fabrika sahipleri ucuz, uysal ve çabuk öğrenen işgücüne ihtiyaç duyuyorlardı. Bunu da şehirlerin yoksul kesimlerinde buldular… İngiliz emperyalizmi, kendi çocuklarını dahi sömürerek, onların omuzlarında yükselmişti!”

ALP TEK‹N BABAÇ

M

erve 12 yaşında, memleketinden kilometrelerce uzakta Giresun’da bir fındık tarlasında. Annesi Hatice etraftan topladığı otları ayıklarken Merve de ona yardım ediyor. Yemek yendikten sonra baba Kadri, ana Hatice, Merve ve beş kardeşi fındık toplamaya çıkacak. Kadri 25, Hatice 20, Merve ve kardeşleri 10’ar lira alacak belki de hiç para alamayacak. Hüseyin 14 yaşında, tuğla fabrikasında paydos verilmesini sabırsızlıkla bekliyor, güneş doğmadan girdiği bu cehennemden güneş battığında kurtulmak istiyor. Paydos sonrasında yürüyerek evin yolunu tutuyor. Hüseyin oyun oynamıyor, eve gidince yemek yiyip yatıyor. Ertesi gün güneş doğmadan fabrikaya gidiyor. Ahmet 13 yaşında, çalıştığı plastik atölyesinde cürufları temizlemek için girdiği pres makinesine sıkışarak hayatını kaybediyor… İngiltere’nin 1783-1804 yılları arasındaki başbakanı William Pitt bütün bunların nedenini şu sözlerle özetliyor: “Çocukların mesaisinden neler beklenebileceğini tecrübe göstermiştir. Bu şekilde yetişen çocukların şimdiden ne kazandıklarını hesap etmek zahmetine katlansak, ihtiyaçlarını sağlamaya yeten bu mesailerinin memleketin sırtından ne ağır bir yük kaldırdığını ve milli refah ve zenginliğe ne derecede yardımcı olduğunu görerek hayrete düşeriz…” Çocukların çalıştırılması kimilerine göre ailenin sorumsuzluğu, kimlerine göreyse bir eğitimsizlik sorunu. Konu hakkında yayımlanan birçok teze göre ülkelerin büyüme modelleri de sorunun kaynakları arasında. KARIN TOKLU⁄UNA ÖLÜMÜNE ÇALIfiTIRILAN ÇOCUKLAR

‘Anneye yardım et’, ‘eli iş tutsun’, ‘iş hayatına alışsın’ denilerek işe yollanan çocukların üzerinden ‘güneşin batmadığı imparatorluklar’ kuruldu

Çocuk işçiliği aslında ne bir eğitim sorunu ne de tek başına ailenin sorumsuzluğu. Çocuk emeğinin tarihi sanayi devrimine dayanıyor. Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’ın “Dünyanın atölyesi” dediği İngiltere’ye göz atalım. İngiltere’de 1800’lü yılların ortalarında çocuğu çalışan bir aileyle yapılan gazete mülakatı, çocuk işçiliğiyle ilgili önemli bilgiler sunuyor. “Kızlar fabrikaya saat kaçta gidiyordu? Altı hafta müddetle sabah üçte giderek gece onda döndüler. Bu süre zarfında işe ne zamanlar ve ne kadar ara veriliyordu? Kahvaltı için bir çeyrek saat, öğleyin yarım saat, bir çeyrek saat da su içmek için. Çocukları uyandırmak güç oluyor muydu? Evet, başlangıçta onları uyandırmak için dürtmek, zorla ayağa kaldırmak ve giyindirdikten sonra da işe göndermek icap ediyordu.

Uykuları ne kadar sürüyordu? Akşam yemek yemeleri gerektiğinden on birden evvel yatağa girmeleri mümkün değildi. Karım da vaktinde uyanamamak korkusu ile bütün gece uyanık duruyordu. Çocukların başına hiç kaza geldi mi? Geldi. Büyük kızımın parmağı dişlide koptu ve Leeds hastanesine yattı. Gündeliğini de derhal kestiler. Haftalık ücret olarak ellerine ne geçerdi? Üç şilin. Fazla mesai yaptıkları zaman 3 şilin yedi buçuk peni alırlardı…” İngiltere, Fransa ve ABD’de 18 ve 19. yüzyıllarda çocuk işçiliği oldukça yaygındı. ABD’de 1810’da okul çağındaki 2 milyon çocuk fabrikalarda çalıştırılıyordu. Çocuklar tarımın dışında imalatta ve sanayide çalıştırıldı. 6-7 yaşındaki çocuklar en dar deliklerden geçebildikleri için madenlerin adeta vazgeçilmeziydi. Aileler, çocukları yürüyüp koşabildikleri zaman

ÇOCUK ‹fiÇ‹L‹⁄‹N‹ YEN‹ SÖMÜRGELERE YI⁄MAK Emekyoğun sektörlerde üretimin yeni sömürge ülkelere kaydırılması sonucu İngiltere, ABD, Fransa, Almanya’da çocuk işçiliği 20. yüzyılın ortalarından itibaren azaldı. Buna karşılık Nijerya, Senegal, Kolombiya, Brezilya, Fildişi Sahili, Benin, Mısır, Peru, Hindistan, Bangladeş, El Salvador, Çin, Dominik gibi ülkelerde çocuk işçiliği özellikle tarım ve sanayi alanında oldukça yaygınlaştı. GÖÇMEN ÇOCUKLARI ‘P‹S ‹fiLERDE’ Avrupa’da çocuk işçiliği azalsa da göçmenlerin çocukları geçmiş proletaryanın mirasını devraldı. Filipinli, Bangladeşli, Perulu, Bulgaristanlı, Hindistanlı, Afrikalı göçmenler 20 yüzyıl ortalarında işçi sınıfının boşalttığı büyük işçi bloklarını mesken tuttu. Çalışma yasalarının kapsamına alınmayan göçmenler emek yoğun işlerde çalıştırılırken eğitim ve sosyal programların dışında tutulan çocukları da uyuşturucu kaçakçılığı veya seks işçiliği gibi işlerde çalıştırılmaya başladı.

8 milyon çocuk çalışıyor Çocuklar›n çal›flt›r›lmas› uluslararas› anlaflmalarda ve ülkelerin yasalar›nda yasak olmas›na ra¤men oldukça yayg›n. Uluslararas› Çal›flma Örgütü (ILO) taraf›ndan son yay›mlanan istatistiki bilgilere göre dünyada 215 milyon çocu¤un çal›flt›r›ld›¤› tahmin ediliyor. ILO verilerine göre ticaret, tar›m, bal›kç›l›k, imalat, madencilik ve ev içi hizmetlerde çocuk eme¤i kullan›m› oldukça yayg›n. Türkiye’de çocuk iflçili¤iyle ilgili en son 23 Nisan 2013’te Devrimci ‹flçi Sendikalar› Konfederasyonu (D‹SK) ve Türkiye ‹statistik Kurumu (TÜ‹K) taraf›ndan iki ayr› rapor yay›mland›. “Türkiye’de 1,3 milyon çocuk çal›fl›yor” diyen TÜ‹K ev içinde çal›flt›r›lan çocuklar› saym›yor. D‹SK’e göre 2012 y›l›nda ev içi hizmetler dahil çal›flt›r›lan çocuk say›s› 8 milyon 397 bin olarak gerçekleflti. D‹SK’e göre sanayide çal›flt›r›lan çocuk say›s› da 893 bin. Devlet ‹statistik Enstitüsü ise 2011’de Türkiye’deki her üç çocuktan birinin çal›flt›r›ld›¤›n› saptam›flt›.

‘Yaramazlar kaçmasın diye’ 1902 yılında ABD’de bir cam fabrikasının dışından bakan bir göz tel örgüleri ve dikenli teli fark ediyor. ‘Neden?’ diye sorduğunda “Yaramazlar kaçmasın diye” yanıtını alıyor

G

‘Anneye yardım’ arttı 23

Nisan Çocuk Bayramı birçok yerde resmi törenlerde kutlanırken DİSK, Adana’da bir plastik atölyesinde prese sıkışarak hayatını kaybeden 13 yaşındaki Ahmet Yıldız’ın ailesinin yanındaydı. DİSK, çocuk işçiliği raporunu Ahmet’e ithaf etti. Yasalara göre çocuk işçi çalıştırmak ülkemizde suç ancak iş kazalarında hayatını kaybeden çocuk haberleri bu suçun yaygın bir şekilde işlendiğini gösteriyor. Çocuk işçiliği denildiğinde sadece sanayide çalıştırılan çocuklar akla gelse de tarım alanında “ailesine yardım” adı altında yüz binlerce çocuk çalıştırılıyor. Tarımın yanı sıra yüz binlerce çocuk “ev işlerinde yardım” adı altında çalıştırılıyor. Ev kadını ev işçisi gibi çalıştırılırken çocuklar da ücretsiz ev işçisi haline dönüşüyor. “USTA ÇAY VEREY‹M M‹” DEN “BOYAYALIM PARLATALIM AB‹LER”E Türkiye’de çocuk işçilik 1990’lardan sonra büyük bir patlama yaşadı. Bu patlamada Kürtlerin büyük kentlere göç ettirilmesinin ve göç edemeyenlerin gezici mevsimlik tarım işçiliğinde çalışmasının payı büyük

oldu. 1990’ların başında 2 milyonu bulan çocuk işçi sayısı yıllar içinde azaldı ancak 2008 krizinin ardından çocuk işçiliğindeki artış yeniden başladı. Sanayide çocuk işçiliği 1990’larla birlikte azaldı ancak bu çocuklar, Türkiye’nin tüm kentlerinde simit satan, plastik veya kağıt toplayan, teneke toplayan, dilenen ya da ayakkabı boyayan çocuklara dönüştü. 1990 öncesinde yaygın olan “karne kötüyse kaportacının yanına yollanan çocuklar” da ev içi hizmetlerde “anneye yardım” adı altında çalıştırılmaya başladı. 1999’da 2 milyon olan ev içi çalıştırılan çocuk sayısı bugün 7 milyon civarında. Çocuk işçiliği ile eğitim arasında da önemli bir bağlantı var. 2006’dan bu yana okula devam etmeyen çocukların sayısı 2 milyon 314 binden, 1 milyon 297 bine geriledi. Okula gitmeyen çocukların ev işlerinde çalıştırılması azalırken bu çocuklar arasında ev içi hizmetler dışındaki alanlarda çalıştırılma oranı yüzde 27’den yüzde 35’e yükseldi. Bu yükselişin temel etkenleri 2008’deki krizi ve 4+4+4 eğitim sisteminin çıraklık yaşını 13’e düşürmesi.

erek İngiltere’de 1800’lü yılların başında ailelerdeki yaygın kanı olan “Çocuğun uyanık kalması için dayağa ihtiyacı var” söylemi gerek ABD’de bir cam fabrikasının etrafına “yaramazlar kaçmasın” diye örülen dikenli teller, çocukların sokağa çıkmasını engellemek, çocukları zapturapt altına almak için hayata geçirilen uygulamalar. Bu uygulamalar ilerleyen yıllarda yükselen sınıf mücadelesinin de etkisiyle yasal biçimlere sokularak devam ettirildi. Çocuk işçiliğine karşı mücadele 1800’lü yılların ortalarında başladı. Emperyalist devletlerin üretimi yeni

Charles Dickens

sömürge ülkelere yayması ve parasız ilköğretim uygulaması sonucu Fransa, İngiltere ve ABD’de çocuk işçiliği azaldı. Charles Dikens’ın Oliver Twist romanı aynı dönemde çocuk işçiliğine karşı büyük duyarlılık yarattı. Fransa’da 1842’de çıkarılan bir yasa 20’den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde 8 yaş altı çocukların çalıştırılmasını yasakladı. 1881’de ilk okullar parasız oldu ve 13 yaşından küçük çocukların çalıştırılması yasaklandı. 1926’da geçen bir yasayla çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmaları yasaklanıdı. 1967’de de 16 yaşından küçük çocukların çalıştırılması tamamen

New Jersey’de cam fabrikas›nda çal›flan 15 yafl›ndaki çocuklar…

Sendika çocukların özsavunma aracı

N

yasaklanıdı. İngiltere’de de 1802 yılında çalışanların sağlığı ile ilgili bir yasa çıkarıldı. Yasanın çıkarılmasının nedeni emekgücünün sağlıksız koşullarda çalışmasının üretim kaybına neden olmasıydı. Bu yasayı takiben 1819’da pamuklu sanayide çocukların çalıştırılmasına ilişkin yasal düzenlemeler yapıldı. Buna göre çocuklar 12 saatten fazla çalıştırılmayacak ve işyerlerinin koşulları sağlıklı hale getirilecekti. Altroph Yasaları olarak bilinen bu yasaların çıkarılmasının nedeniyse çalışan çocukların dini eğitim görememeleri, kontrol altına alınamamalarıydı.

Bat› Virginia’da madende 7.30-17.30 çal›fl›yor.

ietzsche, “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı eserinde ruhun üç dönüşümünden bahseder. Nietzsch özetle “Ruh, ağır yükleri taşımak için deveye, kendine özgürlük yaratmak için aslana ve yeniden başlama iradesi göstermek için çocuğa ihtiyaç duyar” der. Sermayedarların “develeştirmeye” çalıştığı çocuk ise her zaman yeniden başlama iradesini gösterecek kadar “çocuktur.” Sermayenin hiçbir yasasına veya kalıbına sığmaz. Sığmıyor da. Patronların çabaları “afacanları” engelleyemiyor. Bazı afacanlar “aslanlaşıyor”, ağır çalışma koşullarına ve düşük ücrete “hayır” diyor, sendika kuruyor.

ABD’de çocuk işçiliğiyle ilgili kanunlar 1813 yılında hayata geçirildi, 1899’a gelindiğinde bu kanunlar sınırli alanlarda uygulanabildi. 1918 ve 1922’de çıkarılan iki kanun anayasaya aykırı bulundu. 1924’te çocuk işçiliğini yasaklayan bir kanun daha çıkarıldı ancak sanayileşmiş kuzeydeki eyalet yönetimleri kanunu onaylamadı. Son olarak 1938’de çıkarılan yasa çocukların 16 yaşına kadar okumasını zorunlu hale getirirken 14 yaşından küçüklerin çalışmasını, 18 yaşından küçük çocukların da ağır işlerde çalışmasını yasakladı ve bu kanun halen yürürlükte.

Yanda Georgia’daki tekstil fabrikas›nda bobinleri temizleyen çocuklar.

Her üç çocuktan birinin sanayide çalıştığı Bolivya’da çocuklar 2009 yılında Bolivya Çocuk ve Genç İşçiler Birliği (UNATSBO) adında bir sendika kurdu. “Büyüklerle aynı ücreti” talep eden sendikanın lideri 14 yaşındaki Rodrigo Medrano Calle, başkent La Paz sokaklarında sakız ve simit satıyor. Rodrigo, sendikayı “Devlet korumasından yaralanamayan çocukların özsavunması” olarak tanımlıyor. Çocuk sendikası Potosi’de grev uyarısında bulunarak küçük gazete satıcılarının ücretlerinde artış da sağladı ve bu kazanımın ardından çocuk sendikaları tüm Latin Amerika’da yaygınlaştı.


13

TARİH 2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

MELAMET HIRKASIN G‹YM‹fi N‹fiABURLU HAK‹M HAYYAM DER K‹

Ne kadar rezil olursak o kadar iyi mi ki işin sonu bu olacak; şimdiden başladık.”

‘Zamaneyle uzlaşanların sözlerini az dinle, laflarına kulak verme onların: Arı-duru şarabı al, iç. Başı dik kişiler, kendilerini yüce görenler, birer birer gittiler; gidenlerden geri gelenlerinse nâmını bilen, nişanını gören kimsecik yok’

fiarap içmedeyiz, sevgiliyle oturmaday›z ya; de¤il mi ki iflin sonu bu olacak; flimdiden bafllad›k... AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

F

azıl Say’ın, twitterda paylaştığı bir mesaj ve bir dörtlük nedeniyle “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamaktan” suçlu bulunarak 10 ay hapis cezasına çarptırılması tartışma yarattı. Say, twitter hesabında “Bilmem fark ettiniz mi nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı” mesajını ve öncesinde de Ömer Hayyam’a ait olduğunu söylediği şu dörtlüğü paylaşmıştı: “Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cennet-i ala meyhane midir Her mümine iki huri vereceğim diyorsun cennet-i ala kerhane midir”

Alemde eflsiz yetiflen Niflaburlu ‹brahim o¤lu Ömer Hayyam

TAfi G‹DECE⁄‹ YER‹ B‹L‹R! Say’ın

taşlamalı bu cümlesine bakıldığında, eleştirinin “Allahçı” olanlara değil “yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban” olanlara olduğu anlaşılıyordu. Say, çok açık bir şekilde, “Allahçı”ların kötülüğünden değil, kötülerin kendilerini “Allahçı” diye sunmasından ve ikiyüzlülüklerinden şikayet ediyordu. Siyasal İslamcı bir iktidarla yönetilen bir ülkede de “Allahçı” olmanın insanların dini dünyalarına değil iktidarla kurdukları ilişki temelindeki siyasal dünyalarına yönelik bir gönderme olduğunu anlamamak ya da anlamıyormuş gibi yapmak için söz konusu kötülerden ve iktidardaki temsilcilerinden olmak gerek. Ki bunlar da maalesef kalabalık ve sesi yüksek çıkan bir grubu temsil ediyor. İfade özgürlüğünü dert edinen ve sözü doğru anlayanlar Say’a sahip çıkıp, hukuk ayıbından başka bir şey olmayan cezaya tepki gösterirken, Say’ın eleştirisinin gerçek muhatapları ve iktidar sahipleri doğrudan Say’ı hedef aldı. “Nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı” sözünü üstüne alınan ünsüz sosyal medya faşistlerinden

‘Nakl-i küfür, küfür değildir’ Faz›l Say’›n paylaflt›¤› dörtlük Ömer Hayyam’›n m›, de¤il mi? Bir yandan “‹slam büyü¤ü Hayyam”a sahip ç›kmak bir yandan da Faz›l Say’› suçlu göstermek kayg›s›yla dava konusu dörtlü¤ün Ömer Hayyam’a ait olmad›¤›n› savunanlar seslerini yükseltti. Ne var ki bu tart›flman›n “neoliberal fikri mülkiyet” ekseninde bir karfl›l›¤› olsa bile, kiflilerle özdeflleflmekle birlikte halk›n ortak mülkiyeti haline gelmifl edebi üretimler karfl›s›nda hükmü yok. “Bu rubailerin hepsi de Hayyam’›n m›d›r? Bu soruya kesin bir cevap verebilecek, bilmem var m›d›r? Bektafli’ye Nasreddin Hoca’ya atfedilen, f›kralar, gerçekten onlara m› aittir? Bir k›sm›, Bektafli’nin, Nasreddin Hoca’n›n kisvesine bürünerek, ‘Nakl-i küfür, küfür de¤ildir’ fetvas›na (Söyleyenin kafir oldu¤una hükmettirecek sözü, birisi söyledi diye anlatmak, anla-

tan› kafir yapmaz demektir) s›¤›nanlar taraf›ndan uydurulamaz m›? Fakat ne yapal›m? Bütün bu f›kralar, Bektafli’ye, Nasreddin Hoca’ya mal olmufl. Yad›rgananlar ayr›, bunlar, ileri görüflün gerilikten, insanca düflüncenin huzur veren, sevgi yaratan, merhamet do¤uran inanc› gaddarl›k haline çeviren yobazl›ktan h›nc›n›n ifadesi. Rubailer de Hayyam ad›na yaz›lm›fl; yad›rgananlar› bir yana, Hayyam bunlarla tan›nm›fl. Bunlar›n aras›nda fikir bak›m›ndan ayk›r› olanlar yok mu? Olabilir, var da. ‹nsan, ‹nsan, yaflay›fl›n›n çeflitli devrelerinde de¤il, bir gününde bile çeflitli ruhi hallere düfler. Hayat› mühimsemez, her fleyi köyü görür; amana düfler, imana sar›l›r; k›zar köpürür, k›nar, alay eder. Bu, seyyal zekan›n bir özelli¤idir; Hayyam’sa böyle bir zekan›n tam bir mümessilidir.” (Gölp›narl›)

Erol Köse gibi ünlü olanlarına, İslamcı gazetecilerden iktidar sözcülerine geniş bir kesim, Say’a linç havasında tepki yağdırdı. AKP lideri Tayyip Erdoğan, Fazıl Say’a verilen cezaya ilişkin soru soran gazetecilere “beni böyle şeylerle meşgul etmeyin” diyerek bu cezadan rahatsız olmadığını, aksine onayladığını gösterdi. AKP’nin Bülent Arınç abisi de kendine yakışır bir üslupla “hırt” diye andığı Say’ı suçladı. K‹M DEM‹fi? Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da Fazıl Say’ın sözleri ve verilen ceza için şöyle konuştu: “Söylediği sözler toplumun önemli bir kesiminin kabul ettiği değerlere hakaret ve aşağılama olduğu için yapılan, cezalandırmadır. Küfür etmek, başkalarının değerlerini aşağılamak, inandığı şeylere hakaret etmek sanatçı ruhu ile bağdaşmayacak ve bir sanatçıya yakışmayacak işlerdir.” Pek çok liberal aydın ve köşeyazarı ise Say’ın sözlerinin de Say’a verilen cezanın da kabul edilemez olduğunu söylüyordu. Ortada bir rezillik vardı. Kimine göre Türkiye dışarıya karşı,

kimine göre Say halka karşı rezil olmuştu. Burada bir durmak, durup Say’ın paylaştığı yukarıdaki dörtlüğün yazarı olduğu iddia edilen Ömer Hayyam’a bakmak lazım. Ömer Hayyam’a ait olduğu kesin sayılan dörtlükler arasında bu dörtlüğün yer almadığı, söz konusu dörtlüğün kimi zaman Hayyam’la kimi zaman fıkradaki Bektaşi’yle anılan bir yakıştırma olduğu biliniyor. Say’ı eleştiren muhafazakar camiadan kimileri bunu fazlasıyla vurguladı. Yine de Hayyam, rubailerinin (dörtlük) de katkısıyla, kendi zamanesinin iktidar sahipleri ve iktidar çevresince hem bilimine ve sanatına saygı duyulan hem de “rezillik” ile suçlanan biri olmuştur. Abdülbaki Gölpınarlı’nın “Hayyam ve Rubaileri” kitabında, dörtlükleri arasında, Say’ın paylaştığı dörtlüğe yakın şu dörtlüğe benzer pek çok dörtlük var: “Derler ki: Cennete gideceğiz, orda kara gözlü hûriler, arı-duru şarap ve bal var. İşte biz de onun için burda, şarap içmedeyiz, sevgiliyle oturmadayız ya; değil

LAFLARINA KULAK VERME ONLARIN Dörtlükler arasında, Say’ın maruz kaldığı saldırılar karşısında anılası dörtlükler de var. Örneğin: “Zamaneyle uzlaşanların sözlerini az dinle, laflarına kulak verme onların: Taraz’dan gelenlerin sundukları arı-duru şarabı al, iç. Başı dik kişiler, kendilerini yüce görenler, birer birer gittiler; gidenlerden geri gelenlerinse nâmını bilen, nişanını gören kimsecik yok.” İran’ın Nişabur kentinde doğan Ömer Hayyam’ın zamanesi, 11. yüzyılın ikinci yarısı ve 12. yüzyılın ilk çeyreğine (net bir tarih bilinmemekle birlikte, aşağı yukarı 1040-1120 yılları arasına), İslam dünyasının Selçuklu egemenliği altında olduğu dönemdir. Bilim tarihine damgasını vurmuş bir matematikçi, astronom, düşünür ve şair olan Nişaburlu Ömer, babası çadırcı (hayyam) olduğu ve halktan biri olduğunu vurgulamak istediği için Hayyam mahlasını almıştır. Büyük bir bilimci olduğu için Ömer yerine Hakim adıyla, Nişaburlu Hakim Hayyam diye de anılmaktadır. İslam devletinde dört halife döneminden itibaren başlayan ayrılıklar Emevi, Abbasi ve Selçuklular döneminde de tırmanarak devam etmiş mezhep kavgaları siyasetin temel belirleyeni haline gelmiştir. Bu dönemde ezilen halk kesimlerinin iktidar karşıtı tepkisi de dinsel biçimler almış, farklı toplumsal kesimler farklı din yorumlarını benimsemiştir. Bunlardan biri de bir mezhep ya da tarikat olmaktan çok bir felsefi duruş olan Melamet yani Melamiliktir ki, Hayyam’ın yolu da Melamet yoludur. “Kınanmışlık, rezillik, rüsvalık” anlamına gelen Melamet’te egemen olan şekilci, tutucu, ikiyüzlü ahlak ve değerler sistemi karşısında bir isyan ve eleştiri vardır. Rubailerinde şarap, çapkınlık, şüphe, bilmezlik, sorgulama, eleştiri, isyan gibi günah ve kusurları bolca öven Hayyam bu “rezillikler” içinden biçimsel ve ikiyüzlü değerler sisteminin örtüsü altında gizlenen haramı, hırsızlığı, cehaleti, yalanı, ikiyüzlülüğü, tutarsızlığı, çıkarcılığı ortaya çıkarır. Bu yolda ne kadar rezil olursak o kadar iyidir, ancak gerçek rezillik muhaliflerini “rezillikle” suçlayan iktidarın rezilliğidir.

Ayrı yolların yolcuları Hayyam, Nizam, Sabbah Ö

mer Hayyam, Selçuklu’nun kudretli veziri Nizam-ül Mülk, Alamut Kalesi’nde kurduğu fedai örgütü ile Selçuklu’dan Orta Asya’ya iktidarları titreten Batıni lider Hasan Sabbah ile aynı devirde yaşamıştır. Amin Maalouf’un Semerkant adlı ünlü romanında tarihe damgasını vurmuş bu üçlü, okul arkadaşları olarak tanıtılır. Nedense çoklarınca bir tarihi gerçek kabul edilip yaygınlık kazanan bu iddia, aslında bir romancının kahramanların farklı öykülerini

Bu aleme, yuf çeksem yeridir…

H

ayyam’ın dörtlüklerindeki isyanın, eleştirinin güzel örneklerinden bir kaçı: “Bir şeyh kahpe bir kadına dedi ki: Sarhoşsun, her göz açıp kapadıkça bir başkasının tuzağına ayağın tutulmada. Kadın, ey şeyh dedi, ne dediyse oyum ben: ama sen göründüğün gibi misin?” “Ey bana, boyuna dinden söyleyen; bana boyuna mülhit, dinsiz diyen; ben neysem oyum, bunu da

Hayyam’ın Nizam ve Sabbah ile ders arkadaşı olduğu hakkındaki rivayet uydurmadır buluşturma çabasındaki bir kurgu oyunudur. Wladimir Bartol’un “Alamut: Fedailerin kalesi” adlı kitabında da okul arkadaşlığı iddiasına yer verilmemekle birlikte üçlünün öyküleri arasında fantaziyle gerçeğin iç içe geçtiği bağlantılar kurulmuştur. Tarihçiler ise üçlünün okul arkadaşı olmadığı, olamayacağı konusunda hemfikirler. Abdülbaki Gölpınarlı

şöyle diyor: “Burada şunu da söyleyeyim ki, Hayyam’ın Nizam-ül Mülk ve Hasan Sabbah ile ders arkadaşı olduğu hakkındaki rivayet, tamamiyle uydurmadır. Nizam-ül Mülk 1017’de doğmuş, 1092’de bir Batıni tarafından öldürülmüştür. Hasan Sabbah Alamut’u 10901091’de ele geçirmiş, 1124’te ölmüştür.” Yani Nizam-ıl Mülk, Hasan

söylemekteyim; ama şu söylediklerini söylemek sana mı düşer?” “Şarab içmiyorsan, bari düzene kalkışma, masala girişme. Sen şarab içmediğine gururlanmadasın ama yüzlerce lokma yemektesin ki şarap, onlara kul köle olur ancak.” “A felek, ne veriyorsan hep aşağılık kişilere veriyorsun; onlara han, hamam, değirmen, ambar ihsan ediyorsun. Hür kişiyse, gece yiyeceği ekmeği bile, bir şeyini rehin

Sabbah’tan da Ömer Hayyam’dan da yaklaşık 30 yaş daha yaşlıdır ve bu yaş farkı karşısında okul arkadaşlığı iddiası gerçek dışı bir kurgudan başka bir şey değildir. Nizam-ül Mülk bir devlet adamı, Hasan Sabbah o devlet adamını öldürten bir Batıni lideri, Hayyam ise iktidardakilerle uyuşması mümkün olmayan Melamet yolunda bir bilimci, düşünür ve şairdir. Üçünün yolunu da Selçuklu hakimiyeti döneminin koşulları şekillendirmiştir ancak bu yollar apayarı yollar, yolcular da ayrı yolların yolcularıdır.

etmedikçe bulamıyor; böyle bir aleme yuf çeksem yeridir.” “Tanrı gibi elim gökkubbeye erişseydi şu feleği ortadan kaldırırdım; yeni baştan bir felek düzerdim, hem de gönlümce; hür kişi de orda kolayca gönlünün dileğine erişirdi.” “Düşmanın Zal oğlu Rüstem bile olsa baş eğme ona!” Daha fazlası için Sabahattin Eyüboğlu çevirilerine başvurulabilir.


14

MEDYA 2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

‘Namluları ensede hissetmek’ LEMAN MERAL ÜNAL

Y

aptığı İmralı zabıtları haberiyle başta Tayyip Erdoğan olmak üzere pek çok AKP'li tarafından hedef gösterilen Namık Durukan'a göre, gazeteciliğin tek kriteri halkın haber alma hakkı olmalı. Milliyet Gazetesi muhabiri Namık Durukan, İMC TV'de yayımlanan Günsonu programında gazeteci Şafak Timur'un sorularını yanıtladı. Türkiye'de gazetecilik mesleğinin zorluklarından, Roboski katliamına, İmralı zabıtlarından, sınır ihlali nedeniyle açılan soruşturmalara kadar pek çok konuya değinen Durukan, gazeteciliğin ilk kıstasının halkın haber alma hakkının savunulması olduğunu söyledi. ‘KEND‹M‹ ‹HBAR ETT‹M, SORUfiTURMA AÇSINLAR’ Roboski katliamı sonrası, Roboskili köylülerin sıkıntılarını Türkiye halkına anlatmak için Kuzey Irak'a, kaçağa gittiğini anlatan Durukan, savcıların bu olayı “sınır ihlali” olarak değerlendirdiğini ve soruşturma açıldığını söyledi. Durukan, 4 Roboskili köylüye 2000 TL ceza verildiğini aktararak, “Her gün onlarca gazeteci pasaportsuz olarak Suriye'ye röportaj yapmaya gidiyor, savcılar o zaman neden devreye girmiyor?” diye sordu. Kendisinin hem Suriye'ye hem de Kuzey Irak'a haber yapmak için gittiğini söyleyen Durukan, “Ben kendimi ihbar ettim, Suriye'ye de pasaportsuz gittim, soruşturma açsınlar” dedi. Roboski katliamının egemen medyada saatler sonra görülmesinden de bahseden Durukan, bombalama sonrası ölenlerin çoğunun Türkiye sınırları içinde olduğunu söyledi. Durukan, katliama bahane olarak söylenen “sınır ihlali” meselesinin Suriye söz konusu olduğunda rafa kalktığını da ifade etti. ‘BEN HALKIN HABER ALMA HAKKINI SAVUNDUM’ Yaptığı “İmralı zabıtları” haberiyle Tayyip Erdoğan tarafından “Batsın senin gazeteciliğin” diye hedef gösterilen Durukan, haberin içeriğinden çok,

Namık Durukan Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü’ne layık görüldü: “İşkence sonucunu evladını yitirmiş bir annenin elinden ödül almak meslek hayatımın en önemli anıydı”

üzerinden yürüyen Durukan, yayımladığı haberin etik olup olmaması tartışmasını şu şekilde değerlendirdi: “Ben bir gazeteciyim, bu sürece zarar mı getirir diye çok tartışıldı, ben halka haber ulaştırmak zorundayım. Eğer bu belgelere sahip olup da yayımlamasaydım o zaman ahlaki olmazdı.” ‘M‹T ‹LE NE ‹fi‹M OLUR?’ Zamanlamasının yanlış olduğuna ilişkin eleştirilere, “tek kriterinin halkın haberdar olması” olduğunu belirten Durukan, zaten tutanaktaki konuşmaların sürece ilişkin olduğunu dolayısıyla zamanlama ile ilgili bir sorun barındırmadığını dile getirdi. Çaycıdan, fotokopiciden hatta MİT'ten bu bilgileri aldığına ilişkin iddiaları kabul etmeyen Durukan, “Benim MİT ile ne işim olur, çaycıdan da fotokopiciden de almadım” dedi. BUNCA HEDEF GÖSTERMEDEN SONRA ARTIK K‹M YAYIMLAMAYA CESARET EDER? Başbakan Erdoğan başta olmak üzere pek çok AKP'li tarafından hedef gösterilen Namık Durukan'a göre, benzer ağırlıkta bir belge geldiğinde artık gazetecilerin bunları yayımlanması daha zor olacak. Durukan, eline tekrar böyle bir belge geçerse yine haberleştireceğini söyleyerek, “Gazetecilik bunu gerektiriyor, gazeteciler bu yüzden var” diye konuştu. TEHD‹T ED‹LEN, TUTUKLANAN, KATLED‹LEN GAZETEC‹LER... Türkiye'de gazetecilik yapmanın “namluları ensede hissetmek” olduğunu söyleyen Durukan, sadece yaptığı haberler sebebiyle tehdit edilen, hakkında davalar açılan, hapis yatan yüzlerce gazetecinin olduğunu söyledi.

Milliyet Ankara muhabiri Nam›k Durukan ‹mral› zab›tlar›n› haber yapt›ktan sonra Baflbakan Erdo¤an ve AKP’lilerin hedefi oldu. zabıtların nasıl elde edildiğinin gündemde tutulmasının haber alma hakkının gaspı olduğunu ifade etti. Durukan'a göre, eğer halkın haber alma hakkı savunuluyorsa bu bilgiler gizli kalamaz. Kürt meselesinin kuşkusuz en önemli aktörü olan Abdullah Öcalan'ın açıklamalarının gizlenmesinin bir

amacı olmadığını vurgulayan Durukan, “Ben gazetecilik mesleğinin gerektirdiğini yaptım” dedi. Durukan, “Müzakere süreci” aktörlerinin yapılan görüşmelerin “şeffaf” olacaklarını müjdeledikleri düşünüldüğünde, İmralı zabıtları haberinin bu kadar hedef gösterilmesinin hiçbir

açıklaması olamayacağını da söyledi. ‘ESAS YAYINLAMASAYDIM AHLAK‹ OLMAZDI’ Haberin ilk yayınlandığı andan itibaren hedef tahtasına oturtulan ve gazetecilik etiğiyle ilgili pek çok tartışmanın da kendisi

DURUKAN’A MET‹N GÖKTEPE ÖDÜLÜ Yaptığı haberlerle Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü'ne layık görülen Durukan, ödülü Metin Göktepe'nin annesi Fadime Ana'dan almasını da şu şekilde değerlendirdi: “Annelerin acısına bölgede yıllardır şahit oluyorum. İşkence sonucunu evladını yitirmiş bir annenin elinden ödül almak meslek hayatımın en önemli anıydı.”

STV ‘titiz kadınları’ yarıştırıyor S

Milliyet’ten kampüslere ‘Esad ajanı’ AKP karfl›t› direniflin bast›r›lamayan oda¤› üniversite muhalefeti bu kez de istihbarat oyunlar›yla hedef gösteriliyor. Milliyet gazetesi, 27 Nisan’da yapt›¤› “özel haberini” flu bafll›kla yay›mlad›: “Üniversitelerde son günlerde yaflanan ö¤renci kavgalar›nda El Muhaberat parma¤›! 30 Suriye Ajan› kampüste”. Habere göre, Suriye ‹stihbarat Örgütü El Muhaberat son dönemde üniversitelerde yaflanan ö¤renci çat›flmalar›n›, çözüm sürecine darbe vurmak ve kaos ç›karmak için kullanmak istemifl. Haberin devam›nda, El Muhaberat’›n “operasyonel” faaliyetlerini art›rmak için Suriyeli s›¤›nmac›lar aras›ndan Türkiye’ye 30 kiflilik bir ajan ekip s›zd›rd›¤› iddia ediliyor. ‹stanbul Üniversitesi’nde farkl› zamanlarda meydana gelen “dini motifli” baz› eylemlerde bu ajanlar tespit edilmifl; ancak ‹stanbul Üniversitesi’ndeki sald›r›da gericilerin polis gözetiminde okula girmesi, polis korumas› alt›nda üniversitelilere sald›rmas›, polisin sald›rganlar› de¤il solcu ö¤rencileri gözalt›na almas› istihbarat raporunda görmezden gelinmifl. Oysa sald›r›larda Hizbullah, AGD, Müslüman Gençlik gibi AKP’ye ve polise uzak olmayan gruplar›n bafl› çekti¤i biliniyor.

amanyolu TV'de üç ayı aşkın süredir yayımlanan Evim Evim Temiz Evim programı, “temizlik konusunda iddialı” kadınları yarıştırıyor. Konsept gereği, her hafta beş kadının yarıştığı programda, günün yarışmacısı özenle kirletilmiş evi üç saat içinde temizlemeye çalışırken, diğer dört kadın gözlem odasında rakiplerinin “titizliğini” eleştiriyor. Haftanın sonunda “rakip kadınların” birbirlerine verdiği puanlarla birinci belirleniyor, en “titiz” seçilen kadın “sürpriz hediyelere” kavuşuyor. Evim Evim Temiz Evim'in hemen her gün yayımlanan reklamında yarışmacı olmak isteyen kadınlara şu sorular soruluyor: “Hanımlar evinizi kaç günde bir temizliyorsunuz?” , “Temizliğe nereden başlıyorsunuz? , “Hepiniz titizsiniz kabul, peki en az sizin kadar titiz beş kadına hodri meydan diyebiliyor musunuz?” Soruların ardından, erkek egemen sistemde kadınların doğal yeteneği olarak düşünülen temizliğe çağrı yapılıyor: “O halde gösterin marifetinizi, hem temiz olduğunuzu tescilleyin hem sürpriz hediyeler kazanın!” Yarışma boyunca türlü tuhaflıklar “titizlik” kisvesi altında izleyicilere ulaşıyor. Temizlik ya-

Samanyolu TV'de yayımlanan Evim Evim Temiz Evim programı, “kadınların en yetenekli olduğu alan olan” temizliği, değerlendirmeye tabi tutarak toplumsal cinsiyet ilişkilerini yeniden üretiyor parken eldiven kullanmadığı için eleştirilen bir kadın yarışmacı durumu şöyle izah ediyor: “Eldiven kullanmayınca sanki daha çok temas ediyormuşum gibi ge-

liyor. Temizliği hissetmem lazım, temizlediğim şeye dokunmalıyım.” Bir başka kadın zamanında “titizlik hastalığına” tutulduğunu anlatarak, çamaşır makinesinin

Sol gazetesi editörüne hapis cezas› soL Gazetesi Dış Haberler Editörü, Ali Örnek'e “cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla 1 yıl 2 ay hapis cezası verildi. Örnek'in 2010 yılında "itusözlük.com" internet sitesinde “Abdullah Gül Üniversitesi” başlığı ile açılan bölüme “Mezunları yine Abdullah Gül’ün hayat okuluna devam edecektir. O hayat okulunda işsizlik, rüşvet, adam kayırma, kadrolaşma kol geziyor” yazması hapis cezası için gerekçe gösterildi.

temizlemediğini düşündüğü çamaşırları yıllarca elde yıkadığını aktarıyor. Evin bakımından sorumlu olanın kadın olduğu ön kabulün-

den hareket eden bu yarışma, kadınların aile içinde harcadığı ve “sevgi ilişkileriyle sarmalanmış” emeğini bir değerlendirmeye tabi tutuyor. Yarışan kadınların birbirine verdiği puanlarla birincinin belirlendiği düşünüldüğünde, bu durum kadınları ilkel bir rekabete zorluyor. Formatta dikkati çeken bir diğer özellik, STV'de yayımlanan diğer programların aksine, “her kesimden kadının” yarışabilmesi. Gerek türbanlı kadınların, gerek “asker eşi” olduğu vurgulanan kadınların bir arada yarıştığı programda, kadının toplumsal cinsiyet içindeki rolü her bölümde yeniden inşa ediliyor. Kadınların aile içinde ya da yakınlarıyla ilişkilerinde harcadığı emeğin ücret olarak bir karşılığı olmadığından bu ev içi emek “görünmüyor.” Bu görünmeyen emek, bir de “sevgi” ile harmanlanıyor, şefkat göstermenin kadının doğal güdüsü olduğundan, çocuk büyütmenin doğal bir beceri olduğuna kadar çeşitli şekillerde meşrulaştırılıyor. Kadının harcadığı emeği doğallaştıran bu bakış, medyada kullanılan cinsiyetçi dil ve programlarda tekrar tekrar karşımıza geliyor. Evim Evim Temiz Evim de kuşkusuz, kadının başat rolü olarak görülen temizliği gericilikle paketleyerek kadınlara dayatıyor.

Gazeteciler de bal gibi grev yapar DİSK Basın-İş söyleşileri, 29 Nisan’da Kumru Başer’in BBC grevini anlattığı söyleşiyle başladı. İstanbul Makina Mühendisleri Odası’nda yapılan “Gazeteciler de bal gibi grev yapar! BBC’de neler oldu” başlıklı söyleşide Başer, BBC’li basın emekçilerinin mücadelesini aktardı.


KÜLTÜR SANAT

15

2 May›s 2013 / 15 May›s 2013

Halk›n Sesi

Uçan Süpürge’de 100 film

‘Emek’çilere ceza istemi

Sanatın ihalesi olmadı

Emek Sineması’nın yıkılmasını durdurmak için 7 Nisan’da düzenlenen gösteride polisin gözaltına aldığı 4 kişi için hapis cezası istendi. Göstericilerin “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ve kolluk güçlerine görev yaptırmama için direnme suçlarını işledikleri” iddia edildi. Devam eden yıkım inşaatında 22 Nisan gecesi yangın çıktı. Emek Bizim İnisiyatifi’nin çağrısıyla 23 Nisan’da sinema önünde toplananlar, yetkilileri projeyi durdurmaya çağırdı.

Ankara’nın en eski tiyatro sahnelerinden Akün ve Şinasi sahnelerinin satışının 3. ihalesi, 17 Nisan’da yapıldı. Hiçbir firmanın katılmaması sonucu ihale iptal edilirken “Sanatın ihalesi olmaz” diyen Ankaralılar satışın bir daha gündeme gelmemesini istediler. İhalenin yapılacağı saatlerde sahne önünde toplanan ‘Ben Ankara Platformu' adına yapılan açıklamada “Akün ve Şinasi’nin satılarak yerine AVM veya rezidans yapılmasına izin vermeyeceğiz” denildi.

9-16 Mayıs’ta Ankara’da yapılacak 16. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, temasını “rağmen” olarak belirledi. Festival, dünyayı değiştirmek üzere yola çıkan kadınların inatla ve her şeye RAĞMEN direndiğine, susmadığına, burada olduğuna dikkat çekecek. Festivalde bir hafta boyunca 100 film gösterilecek.

Loach’un kamerası işçiden yana İşçi Filmleri Festivali, “İngiliz işçi sınıfının şairi” Ken Loach’un “45 Ruhu” filmiyle perdelerini açıyor. Loach’un 40 yılı aşan sinema yolculuğunda hep “biz” vardık! ÖZEN TAÇYILDIZ

U

Ken Loach, beyaz perdedeki durufluna hiç ihanet etmedi. 2012’de Torino Film Festivali’nin yaflam boyu onur ödülünü festivel tafleron iflçi çal›flt›rd›¤› için reddetti. Aç›klamas›nda “Bu ödülü kabul etmek ve birkaç küçük elefltiri ile durumu geçifltirmek zay›f ve ikiyüzlü bir davran›fl olurdu” dedi ve tafleron iflçilerle buluflmaya gitti.

luslararası İşçi Filmleri Festivali, 8. yılında perdelerini Ken Loach’un “45 Ruhu” adlı filmiyle açıyor. Filmlerinde İngiliz işçi sınıfının günlük hayatını anlatan Loach, sade ve etkili diliyle “İngiliz işçi sınıfının şairi” kabul edilir. 40 yılı aşkın süredir sinema yapan Loach’un hikayeleri sadece “yerel” değil elbette. Tüm dünya işçilerinin/ezilenlerinin/yoksullarının hikayelerini anlatırken kamerasını Nikaragua’daki Sandinist harekete de Pakistanlı göçmen gencin Katolik “beyaz kadın”la aşkına da İspanya İç Savaşı’na da çevirdi. BBC’ye yaptığı sinema ve dizilerle yönetmenliğe başlayan Loach’a ün kazandıran filmi, 1969’da çektiği “Kerkenez” oldu. Dışlanan ve şiddet gören 15 yaşındaki Billy’nin hayata tutunmasını anlatan film, Britanya’da halen tüm zamanların en iyi filmlerden biri olarak kabul edilir. Sonraki yılları, dağıtımı doğru dürüst yapılmayan ya da yayımlanmayan filmleri ile geçse de

1990’lar ve sonrasına, onu Avrupa’nın en büyük yönetmenleri listesine yerleştiren bir dizi filmle damgasını vurdu. Loach filmlerinde sıradan insanların günlük hayatını anlatır ancak kişisel hayat hikayelerinin kurgulandığı fon, gerçek toplumsal yapıdır. Kurmaca sinemayı, gerçeğin temsiline dönüştürür. 1966’da BBC için çektiği Cathy Eve Gel, bu nedenle geniş yankı bulur. Sadece Cathy ve ailesinin değil, emekçilerin barınma mücadelesini gerçekçi bir biçimde anlatır. Üstelik bunu yaparken barınma hakkına saldırının ardındaki sistemi gözardı etmez: “Bir daha böyle bir film yapacak olursak, bir şekilde arsa spekülasyonunu, inşaat sektörünü ve bunların ardındaki sermayeyi ele almalıyız. Yoksa gerçek anlamda bir şeyleri sorgulamış falan olmuyorsunuz ki.” Loach’un sinemasını gerçekçi kılan bir diğer unsur, kullandığı tekniktir. BBC günlerinde o güne dek yapılanın aksine çekimleri stüdyo ortamından çıkarıp dışarıya taşır. Oyuncularının doğaçlama

yapmasına önem veren Loach, amatör oyuncularla veya oyunculuk tecrübesi olmayan insanlarla çalışır, senaryoya bağlı kalmaz. “Senaryo”ya bağlı kalmayan Loach kimi zaman sansür de yer. Britanya ve Afrika’daki faaliyetlerini yaygınlaştırmaya çalışan Save the Children’ın (Çocukları Kurtarma Fonu) istediği belgeseli çeker ama bakın nasıl: “İlk başta ben sanmıştım ki bu fonla hayırlı bir iş yapılıyor, çocuklar kurtarılıyor. Ama işin içine girince bir de baktık, belli bir tabakadan siyah çocukları Kenya’lı işadamlarıyla işbirliği halinde eğitmekle uğraşıyorlar; bunlarla yeni Kenya’nın yeni orta sınıfını ve devlet memurlarını İngiliz tarzında eğiterek, disipline ederek oluşturacaklar. Eğitimin yapıldığı okulun müdürünün Mau Mau isyanı sırasında en çok insan öldüren adam olduğu yönünde söylentiler de vardı. Orada görevli Amerikalı siyah bir öğretmen tüm bunların yeni sömürgecilikten başka bir şey olmadığını söylüyordu. Bütün bunları anlattık tabii filmde. Save the Children

küplere bindi. Film gösterilmedi”

BEYAZ PERDEYE ‹HANET ETMED‹ Loach’u özel kılan yönlerinden biri beyaz perdedeki duruşuna ihanet etmemesi. Geçtiğimiz yıl Torino Film Festivali’nde kendisine verilen yaşam boyu onur ödülünü, festivali düzenleyen şirketin taşeron işçi çalıştırması nedeniyle reddetti. Loach, İtalya’ya yine gitti ama şirketin işçileriyle buluştu. Loach, 2009’da da İsrail’in sponsor olduğu Melbourne Film Festivali’nden Filistin işgali ve Gazze’deki katliamlar nedeniyle çekilmişti. Boykotun hedefinin bağımsız İsrail filmleri ya da yönetmenleri olmadığını ifade ederek… 1960’larda BBC’de başlayan sinema yolculuğuna 40 yılı aşkın süredir devam ediyor Ken Loach. Bu yıllar boyunca tarafı hiç değişmedi. Hayatın, politik olanın tarafında oldu. Aksini reddetti, boykot etti. İngiliz işçi sınıfının düşmanı Thatcher’ın ölüsünün arkasından da konuştu. Tarafının gerektirdiği gibi…

“Sosyalist bir alternatif oluşturmalıyız” Ken Loach, festivalin aç›l›fl filmi “45 Ruhu”nda savafltan y›k›mla ç›km›fl ‹ngiltere’nin, ‹flçi Partisi hükümeti taraf›ndan yeniden kuruluflunu anlat›yor. Loach, arfliv görüntülerinden, ses kay›tlar›ndan ve yeni yap›lm›fl röportajlardan haz›rlad›¤› bu belgesel filmini, festival ekibinden Mahmut Hamsici’ye verdi¤i röportajda flöyle anlatt›: “‹kinci Dünya Savafl› sonras›nda burada gerçekten çok özel bir dönem yaflad›k. Bu k›sa dönemde iflçi s›n›f› birçok ilerleme kaydetti. Bir kamu

sa¤l›¤› sistemi kurduk, ulafl›mdan enerjiye birçok alanda kamulaflt›rma yapt›k. Özel mülkiyet de¤il kamuya ait yap›lar kurduk. Hâlâ iflyerlerinde demokrasi yoktu ve bu yap›lar özel bir flirket gibi çal›fl›yordu ama di¤er yandan bunlar›n sahibi bizdik. ‹nsanlar bunun yeni bir dönemin bafllang›c› oldu¤unu düflündü. Kamu anlay›fl›yla hedeflere ulafl›ld›. fiimdiyse bize her fleyin sadece özel flirketlerle, sermayeyle yürütülebilece¤i söyleniyor. Bunun böyle olmad›¤›n› gösteren bir dönem yaflad›k ve birçok fley

daha iyi iflliyordu. Ben de filmde bunu hat›rlatmak istedim.” Loach, sözkonusu dönemin sosyal devlet, refah anlay›fl›na geri dönmenin imkans›z oldu¤unu, bunu savunan sosyal demokrasinin de baflar›s›zl›¤a u¤rad›¤›n› söylüyor. Peki ne yapmal›? “Bu yüzden sosyalist bir alternatif oluflturmal›y›z. Kamu mülkiyeti üzerine kurulu sosyalist ekonomiye yönelmeliyiz. Bugün kapitalizm baflar›s›zl›¤a u¤rad›. Düflünebiliyor musunuz? Bankalar› yönetemeyen bir kapitalizmle karfl› karfl›y›z!”

750 yıllık kiliseye imam, fresklere örtü A

nıt müze olarak ziyaretçilerine kapılarını açan Trabzon’daki Ayasofya Kilisesi yakın zamanda tekrar camiye çevrilerek ibadete açılacak. 13. yüzyılda yapılmış ve geç Bizans dönemi kiliselerinin en iyi örneklerinden biri olarak kabul edilen Ayasofya, 1964’ten bu yana müze olarak hizmet vermekteydi. Trabzon Müftüsü Veysel Çakı, konuyla ilgili yaptığı açıklamada müze olarak kullanılan Ayasofya’nın camiye dönüştürülerek ibadete açılması için gerekli tüm düzenlemelerin yapıldığını söyledi. Mülk sahibi

statüsündeki Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün çalışmalarını sürdürdüğünü açıklayan Çakı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “imam hatip kadrosu” verdiğini, kendilerinin de imam ataması yapacaklarını duyurdu. Çakı, “İbadete

açılması için çalışmaların devam ettiği Ayasofya’da freskler, namaz saatlerinde perde ile kapatılacak” dedi. Geçtiğimiz yaz aylarında şehri ziyaret eden Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Ayasofya yakında ibadete açılacak” demiş, müzenin camiye çevrilerek tahrip edilecek bir tarihi eser olmasına karşı açıklama yapan Trabzonlular da sormuştu: “756 binlik Trabzon’da 1903 cami var. 400 kişiye bir cami düşmekte, ortalama cemaat 15-20 arası... O halde Ayasofya hangi ihtiyaç için cami yapılmak isteniyor?”

‘Nihayetinde yargı kararı’ T

witter’da paylaştığı şiirler nedeniyle piyanist ve besteci Fazıl Say’a “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçlamasıyla 15 Nisan’da 10 ay hapis cezası verildi. Kararla hükmün açıklanması, 5 yıllık denetimli serbestlik şartıyla geri bırakıldı. Fazıl Say kararın hemen ardından basına yaptığı açıklamada, “Mahkeme sonucu çıkan karar için yurdum adına çok üzgünüm. İfade özgürlüğü açısından hayal kırıklığına uğradım. Hiçbir suçum olmamasına rağmen ceza almış bulunmam şahsımdan çok,

Türkiye’deki ifade ve inanç özgürlüğü adına kaygı vericidir” dedi. Konuya ilişkin olarak Kültür Bakanı Ömer Çelik, son yargı paketiyle birlikte ifade özgürlüğünün önündeki engellerin “biraz daha” kaldırıldığını, “kuşkusuz” hiç kimsenin, söylediği bir sözden dolayı yargıyla muhatap olmasını istemediğini ifade etti. Çelik, “Ama nihayetinde de yargı karşısında sanatçı, kültür adamı, sıradan vatandaş, politikacı hepimiz eşit durumdayız. Ortaya çıkan sonuç nihayetinde bir yargı kararıdır. O sebeple söyleyebileceğim fazla bir

şey yok” dedi. İfade özgürlüğünden dem vuran bir diğer AKP’li de TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün oldu. “İfade özgürlüğüne çok fazla önem verdiklerini” söyleyen Üstün, Say’ın ifadelerinin hakaret boyutuna ulaştığını bu nedenle verilen cezayla “hakaretinin karşılığını aldığını” söyledi. Say’ın avukatının hükmün açıklamasının geri bırakılması kararına yönelik bir üst mahkemeye itirazı kabul edildi. Say hakkında önümüzdeki günlerde yeniden yargılama yapılarak, yeni bir karar verilecek.


SOKAĞIN SESİ

ÜRET EN BİZİZ YÖNET EN DE BİZ O LACAĞIZ

2 Mayıs 2013 / 15 Mayıs 2013

16 Halk›n Sesi

Direniş meydanda AKP çukurda

Taksim’in iflçilere yasaklanmas›n› kabul etmeyen emekçiler, 1 May›s’ta AKP faflizmine karfl› sokak sokak direndi. “Taksim ›srar› AKP iktidar›na karfl› ideolojik bir tutumdur” diyen AKP de, AKP’nin bu tespitine hak veren ama yasa¤›na meydan okuyan emekçiler de geri ad›m atmad›. Polis s›k›yönetim eflli¤inde, görülmemifl bir fliddetle sald›r›rken, emekçiler de kararl› bir direnifl

D‹SK Genel Baflkan› Kani Beko

sergiledi. Emekçileri engellemek için otobüs, metro, metrobüs ve vapur seferlerini durduran Valilik emekçilerin yürümesini engellemek için Haliç üzerindeki köprüleri de açt›rd›. D‹SK binas› 2007’de oldu¤u gibi gaza bo¤uldu. Gaz bombalar›, tazyikli su ve plastik mermiyle sald›ran polis, tekrar tekrar toplanarak kortejlerini oluflturan ve sald›r›ya karfl› koyan emekçilerin militan direnifliyle

karfl›laflt›. Çat›flmalar fiiflli’de D‹SK binas› çevresinde ve Halaskargazi Caddesi’nde, Befliktafl’ta Barbaros Bulvar›’nda ve Çarfl› çevresinde, Okmeydan›’nda, Mecidiyeköy’de, Gayrettepe’de, Bomonti’de, Kurtulufl’ta, Tarlabafl›’nda, Dolapdere’de sürdü. Emekçiler ve sosyalistler omuz omuza direndi. Polis, direnifl karfl›s›nda Befliktafl’ta kürsü oluflturulmas›n› kabul etmek zorunda kald›.

Emekçilerin direnifli, “çukurdan” koruma bahanesiyle gün sonunda 3’ü a¤›r yüzlerce eylemcinin ve 22 polisin yaraland›¤› bir tabloya imza atan AKP’nin gerçek yüzünü a盤a ç›kard›. Gün emekçilerin AKP faflizmine meydan okuyuflunun ve omuz omuza direniflinin; Taksim’e, birlik ve dayan›flmaya, faflizme karfl› mücadele gelene¤ine sahip ç›k›fl›n›n günü olarak tarihe geçti.

‘Bir altı saat daha çatışırız’ Taksim 1 Mayıs’ının bu denli etkili olmasının en temel nedenlerinden biri emekçilerin direnişiydi. Polisin saldırılarına rağmen emekçilerin Taksim’e çıkma iradesini yitirmemesi ve halkın desteği direnişi sürekli kıldı

H

alkevleri, Öğrenci Kolektifleri, Politeknik, Liseli Genç Umut, CHP, EHP, ÖDP, Gençlik Muhalefeti, Türk-İş, EMEP, KESK, TTB, TKP 1920, taraftar grupları, SDH, Feministler ve Kaldıraç Beşiktaş’ta buluştu. Polisin gaz bombası ve plastik mermi kullanarak gerçekleştirdiği saldırılar sonrasında emekçiler her seferinde bir araya geldi ve çatışmayı sürdürdü. Eylemciler 40’tan fazla kez bir araya gelerek

polisle çatışma iradesi gösterdi. Bu bir araya gelişlerin 20’den fazlası farklı yerlerde 200-300 kişilik yeniden toplanmalar şeklinde olurken 10’dan fazlası bin 500 kişilik buluşmalar şeklinde yaşandı. Beşiktaş halkının da katıldığı son bir araya gelişte yediden yetmişe herkesin elinde taş vardı. On bine yakın kişi Beşiktaş’ın tüm ara sokaklarından Beşiktaş Meydanı’na doğru harekete geçti. Çatışa çatışa Beşiktaş Meydanı’na gelen emekçiler polise

geri adım attırdı ve meydana kürsü kurdu. Amirleri, polislere hedef gözeterek gaz bombası atmalarını salık verirken, polis hemen hemen herkese saldırırken Beşiktaşlılar Vali Mutlu’nun beklediği “sağduyuyu” eylemcilerden yana kullandı. Beşiktaş esnafı eylemcilere limon ve su yardımı yaptı, yaralıları hastaneye yetiştirmeye çalıştı; polisin geçtiği her yerde polise lanet okudu. Halkın polise gösterdiği tepki polisin moralini sıfıra

indirirken eylemciler, neredeyse 6 saat boyunca ses aracından çalınan 1 Mayıs marşının verdiği moralle çatıştı. Rüzgarı arkasına alan eylemciler içinde ön tarafta duranlar polisle çatıştı, eldivenciler gaz bombalarını polise geri yolladı. Yorulanlar arkaya geçip dinlendi, halay çekti, bir süre sonra öndekilerle yer değiştirdi. Bu döngü Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Politeknik üyelerinin olduğu her sokakta yüzlerce defa tekrarlandı. Çatışma araçları Be-

şiktaş halkının katılımıyla zenginleşirken ÖDP’lilerin bir reklam tabelasını kalkan yaparak polisin üzerine yürümesi de dikkat çekiciydi. Çatışma deneyimi az olan CHP’lilerin geri adım atmaması, yöneticileri “dağılın” dese de Türk-İş üyesi işçilerin sonuna kadar çatışması sokağın siyaseti etkileme gücünü de kanıtladı. Beşiktaş’taki direniş toplumsal muhalefetin direniş kültüründeki gelişmenin umut verici bir sembolü oldu.

Halkevleri 6 saatlik çat›flma boyunca kitleselli¤inin yan› s›ra ‘çat›flma disiplini’ ile de dikkat çekti. Eldivenciler, at›lan gaz bombalar›n› sahibine iade etti.

Emeğin direniş kalesi DİSK D

İSK’in Şişli’deki Genel Merkez binası bir kez daha emekçilerin direniş kalesi oldu. DİSK Devrimci Sağlık İş, Enerji Sen, Nakliyat İş, Genel İş, Sosyal İş, Basın İş ve Sine Sen üyesi yüzlerce emekçi polisin tüm engellemelerine rağmen sabah saat 6.00 sularında DİSK Genel Merkezi önünde buluştu. Devrimci 78’liler, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, HKP, Halk Cephesi, ESP, SDP, BDSP, EÖC, Alınteri, EHP üyeleri ile anarşistler de engelleri aşarak DİSK önüne ulaştı. Emekçiler kortejlerini oluşturup Taksim’e yürüyünce çevik kuvvet polisleri ve zırhlı araçlarla karşılaştı. Polis, kimyasal içerikli tazyikli su ve yüzlerce gaz bombasını emekçilerin üzerine

yağdırdı. Emekçiler DİSK binasına doğru çekilirken polis caddeye, DİSK binasını ve çevredeki tüm sokaklara gaz bombası attı. Öldürmeyi göze alıp izdiham yara-

tan polis emekçilerin direnişini bütünüyle kırmaya çalıştı. Çok sayıda kişinin bu ilk saldırıda yaralanmasına ve saldırıların kesintisiz sürmesine karşın direniş 4 saat

sürdü. Polis, DİSK binasına ve çevresine gaz bombası yağdırırken çevredeki emekçilere de tazyikli su ve plastik mermilerle saldırdı. Arala-

rında Enerji Sen Genel Başkanı Ali Duman’ın da bulunduğu çok sayıda kişi polisin hedef alarak ateşlediği gaz bombalarıyla yaralandı. Polis uzun süre yaralılar için çağrılan ambulansları engelledi. Bu ağır saldırılara rağmen emekçiler, devrimciler onlarca kez polis barikatlarının karşısına dikildi, “Tayyip’in itleri yıldıramaz bizleri” sloganını attı. Mecidiyeköy, Bomonti ve Kurtuluş yönlerinde de devrimci gruplar polis barikatlarına yüklendi. Direnişi kıramayan polis DİSK binasını basma tehdidinde bulundu. DİSK Genel Başkanı Kani Beko, “emekçiye kalan faşist elleri kıracağız” diyerek saldırıları protesto etti. Beko’nun konuşmasının ardından DİSK’teki direniş sona erdi.

Her sokakta çatışma AKP, adeta olas› bir toplumsal ayaklanmay› bast›rma provas› yaparken, emekçiler faflizme karfl› nas›l mücadele edilece¤ini gösterdi. 1 May›s çat›flmalar›n›n ana ekseni fiiflli ve Befliktafl olsa da 30 kilometrekarelik bir alana yay›ld›. ‹stanbul’daki emekçiler ve sosyalistler Taksim’e ç›kmaya çal›fl›rken polis Antalya, Urfa, Sivas gibi kentlerden getirilen TOMA’larla, ‹stanbul d›fl›ndan getirilen takviye çevik kuvvet ekipleriyle sald›rd›. BDP’li gençlerin Taksim’e gelifli Unkapan› Köprüsü aç›larak engellendi. BDP’liler, DHF, Partizan’la birlikte Ça¤layan’dan fiiflli’ye ulaflmaya

çal›flt›. Yaklafl›k 2 bin 500 kifli 4 saat boyunca polisle çat›flt›. Okmeydan›’ndan D‹SK binas›na gelmeye çal›flan Halk Cephesi üyeleri de uzun süre polisle çat›flt›. Bomonti civar›nda Halk Cephelilerle BDP’liler polis sald›r›lar›na karfl› birilikte direndi. Polis defalarca takviye birlik istedi. D‹SK’e ulaflamayan devrimci gruplar, Kurtulufl’tan Tarlabafl›’na kadar 2 kilometre boyunca birçok sokakta barikatlar kurup atefle vererek polisle çat›flt›. Dolapdere ve Tarlabafl›’ndaki çat›flmalarda eylemciler Taksim’e ulaflamad› ancak polis de mahallelerin içlerine ilerleyemedi.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.