181'inci sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

AKP karanl›¤›na karfl› Halkevleri var! Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy: “Ülkemizin önemli bir süreçten geçti¤i bugünlerde iflçi s›n›f›n›n birlik, mücadele ve dayan›flma gününe, 1 May›s’a gidiyoruz. Emekçilere vaat edecek hiçbir fleyi kalmayan AKP, kendi iktidar›n› sa¤lamlaflt›rmak için elinden geleni yap›yor. Kürt sorununda t›rmand›rd›¤› floven sald›rgan siyasetle duvara çarpan AKP flimdi herkesin flüpheyle yaklaflt›¤› bir “çözüm” iddias›yla, girdi¤i bataktan kurtulmaya çal›fl›yor. Biliyoruz ki bar›fl ve kardefllik kapal› kap›lar ard›nda iktidar oyunlar›yla gelmeyecek. 2013 1 May›s’› emekçilerin, ezilenlerin AKP’ye karfl› kardefllik sözünü en güçlü biçimlerde söyleyerek meydana ç›k-

t›¤›, halk›n örgütlü güçlerinin AKP’nin oyununu bozdu¤u bir gün olacakt›r. 1 May›s’ta Kürt sorununun demokratik çözümü, flovenizme karfl› emekçilerin kardeflli¤i için alanlara ç›kaca¤›z. Hak mücadelelerinin her alanda büyüdü¤ü böyle bir dönemde 1 May›s, meydanlarda büyüyen direnifllerin buluflma noktas› olacak. Ülkenin dört bir yan›nda kurulan E¤itim Hakk› Meclisleri’yle zorunlu seçmeli ders dayatmalar›n› geri çektirenler, k›l›k k›yafet yönetmeli¤ini uygulatmayanlar, zorunlu ba¤›fllar› toplatt›rmayanlar, okullar›n› kapatt›rmayanlar var. Gözlerini evlerimize, kentlerimize dikenlere karfl› “Bar›nma hakk›” için mücadele edenler var.

Do¤am›z› HES’le, termikle, nükleerle, madencilikle, 2B ile talan eden sermayenin ve iktidar›n karfl›s›nda dikilenler var. “Tafleron Cumhuriyetine Hay›r” diyerek Meclis kap›s›na dayananlar var. Kad›nlar›n yaflam› ve bedeni üzerinde tahakküm kurmaya çal›flan, AKP’nin karfl›s›nda “Yaflam da bizim karar da” diyen kad›nlar var. Halk›n bu direnifllerinin en ön saflar›nda Halkevleri var! Hakk›n› bilen, hakk›n› arayan, hak mücadelelerinin örgütü Halkevleri var. “Sömürüye, savafla, gericili¤e karfl› Halkevleri var” diyerek, 1 May›s’ta ülkenin dört bir yan›nda dostlar›m›zla, yoldafllar›m›zda emek ve halk örgütleri ile kol kola soka¤a ç›kaca¤›z.” S. 11

Yepyeni bir günefl do¤ar... 1990’larda ‘Elveda’ dedikleri proletarya, yepyeni bir kuruluş döneminin eşiğinde, güvencesizliğe karşı mücadele temelinde tarih sahnesine çıkıyor S. 2

18 Nisan 2013• 1,25 TL

Y›l 7 • Say› 181

Savaşın, sömürünün, gericiliğin

İktidarını yıkacağız AKP emperyalizmin aktif tafleronu ve sermayenin en maharetli temsilcisi olarak Ortado¤u halklar›na, emekçilere, Kürtlere, Alevilere, kad›nlara açt›¤› savaflta karfl›s›nda halk›n direniflini buluyor

Halk AKP’nin yalan›na kanm›yor, sopas›ndan korkmuyor. Güvencesiz emekçilerin, yoksullar›n, kad›nlar›n, bar›fl isteyen Türk ve Kürt halklar›n›n, gençli¤in isyan› 1 May›s’ta alanlara ç›k›yor

1 May›s, eme¤in sermayeye meydanlarda ‘meydan okudu¤u’ gündür S. 3

Suudi Katar çekiflmesi Ortado¤u’daki Katar-Suudi Arabistan çekiflmesi, Suriye’nin cephe gerisindeki krizi görünür hale getirdi S. 5

Dev uyan›yor Römork kasalar›ndan yollara savrulan, ›rkç› sald›r›lar›n hedefi mevsimlik tar›m iflçileri örgütlenme yolunda S. 10

Silahlar teslim edilince... Ferda Koç / Sayfa 4

Tufan Sertlek / Sayfa 8

Fikirler konufluyor...

Deniz bitti, haydi...

Banu Serveto¤lu / Sayfa 9

Biz Thatcher’› iyi...

Dilflat Aktafl / Sayfa 10

1 May›s’ta söz kad›nlar›n...

Adana olaylar›nda 2 bine yak›n Türk-Kürt, 20-30 bin civar›nda da Ermeni öldürüldü. Ermeni mahalleleri yerle bir edildi S. 13


EMEĞİN HAKLARI FORUMU

2

18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

Yepyeni bir güneş doğar... 1990’larda ‘Elveda’ dedikleri proletarya, yepyeni bir kuruluş döneminin eşiğinde, güvencesizliğe karşı mücadele temelinde tarih sahnesine çıkıyor

E

meğin Hakları Forumu, 13-14 Nisan’da İstanbul’daki Petrol-İş Genel Merkezi’nde gerçekleştirildi. Devrimci Sağlık-İş, Enerji-Sen ve Basın-İş’in düzenlediği foruma DİSK Bank-Sen, Birleşik Metal-İş, Devrimci Turizm-İş, Limter-İş, Sine-Sen, TEKSTİL; Türk-İş Deri-İş, Hava-İş, Kristalİş, Petrol-İş, Tek Gıda-İş, TÜMTİS; KESK Tüm Bel-Sen, SES Türk Tabipler Birliği ve Mülkiyeliler Birliği destek verdi. Direnişteki işçiler coşkularını salona taşıdı. Tunus, Mısır ve Kıbrıs’tan gelen işçi hareketi temsilcileri dayanışma mesajlarını paylaştı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen emekçileri İstanbullu emekçiler iki gün boyunca evlerinde misafir etti. Emekçilerin oluşturduğu komiteler yemekten temizliğe, teknik işlerden yabancı konukların gidiş-gelişine kadar herşeyle yakından ilgilendi. Forum başladığında 400 kişilik konferans salonu hınca hınç doluydu, merdivenlerde dahi boş yer yoktu. DİSK Genel Sekreteri Arzu Atabek Çerkezoğlu tarafından açılış konuşması yapıldı. Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ve SES Genel Başkanı Çetin Erdolu da birer konuşma yaptı. Öztaşkın, sendikaların ortak paydasının “güvenceli iş” mücadelesi olduğunu vurgularken Erdolu, sendikal krize dikkat çekti. EL YORDAMIYLA D‹RENMEY‹ Ö⁄RENEN PROLETARYA Salondakiler, Prof Dr. Korkut Boratav’ın “Sermayenin Saldırıları ve Emeğin Direnmesi” başlıklı sunumunu dik-

katle dinledi. Boratav, Tunus ve Mısır’da emekçilerin emperyalistlerin iktidarını yıktığını ancak örgütlü olmadıkları için iktidarı yeniden sermayeye bıraktığını söyledi. Proletaryanın el yordamıyla direnmenin yolunu bulduğunu belirten Boratav sözlerini bitirdiğinde salon ayakta alkışlıyordu. Boratav’ın ardından “Güvencesizlik Rejimi, Emek Hareketinin Müdahale Olanakları ve İşçi Sınıfı Hareketinin Yükselen Dinamikleri” konulu panel başladı. Urfa’daki Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’ndan gelen Ferda Koç mevsimlik tarım işçilerinin selamını getirirken Prof Dr. Mesut Gülmez sermaye örgütlerinin sosyal haklara yönelik saldırı hazırlıklarından söz etti, “sosyal haklar emeğin anayasadaki adıdır” dedi. Doç Dr. Aziz Çelik formel sendikal yapıların güvencesiz işçi kitlesinin kapsayamadığını ve yeni bir odağa ihtiyaç olduğunu vurguladı. Prof Dr. Metin Özuğurlu, büyük proleterleşme dalgası sonucunda proletaryanın artık insanlık namına söz söyleyebilecek duruma geldiğini belirtti. Yeni proleterleşme dalgasının 21. yüzyıla şekil vereceğini ifade eden Özuğurlu “Bu karakteri yeniden işçileşen orta sınıf profesyonel meslek sahipleri ile güvencesiz koşullarda çalı-

şan kesimlerin ittifakı verecektir” dedi. Arzu Atabek Çerkezoğlu işçi sınıfının büyük bir gelişme yaşarken yeni mücadele biçimlerinin de geliştiğini belirtti, sınıf hareketinin yeni dinamikleriyle devrimci bir yenilenmeye girdiğini söyledi. İşçi sınıfının iktidarı hedeflemek zorunda olduğu bu dönemin mücadelesini “devrimci profesyonellik” dönemi olarak ifade eden Çerkezoğlu, “Sadece direnmek yetmez. Direnişin dilini devrimin diline dönüştürme zamanı” dedi. SÖZ D‹RENENLERDE Forumun ikinci gününde Tunus, Mısır ve Kıbrıs’tan gelen konuklar söz aldı. Korkut Hoca’nın tespitlerini doğrulayan konuklar, Tunus’ta iktidarın emekçileri kontrol altına almak için İslami sendika adı altında sarı sendikalar kurduğunu aktardı. Mısırlı katılımcı da Mübarek’ten sonra iktidara gelen rejimin ilk işinin grevleri yasaklamaya çalışmak olduğunu belirtti. Kıbrıslı katılımcı da milliyetçiliğin, sınıf hareketindeki bölücü etkisiyle ilgili deneyimlerini paylaştı. Uluslararası katılımcıların ardından söz Türkiye’de direnenlerin oldu. THY, Pakmaya, Koç Üniversitesi, Samsun Gazi Devlet Hastanesi, Koşuyolu Hastanesi ve BEDAŞ direnişçileri deneyim-

lerini paylaşırken ISMACO, Kuzu Deri işçileri video mesajı yolladı. İTÜ’lü asistanlar, Politeknik, avukatlar, atanması yapılmayan öğretmenler, kamu emekçileri yaptıkları konuşmalarda güvencesizleştirmeye karşı birleşik bir emek mücadelesinin önemine dikkat çekti. Devrimci Turizm-İş’in Genel Başkanı Mustafa Yahyaoğlu da sendikal bürokrasi sorununa dikkat çekti. Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği de örgütlenme sorununu aşmak gerekliliğinin altını çizdi. HAK MÜCADELES‹ ‹LE ‹Ç ‹ÇE B‹R SINIF MÜCADELES‹ Fındıklı Dereleri Koruma Platformu adına yapılan konuşmada çevre ve su hakkı mücadelesi ve tarımdaki sömürü aktarıldı. Çiğdem Çidamlı, Sarıyer Yaşam Platformu ve Koç Üniversitesi direnişi arasındaki ilişki üzerinden kentsel yağmaya karşı yükselen tepkinin emek hareketiyle iç içe bir mücadele yürütmesi gerektiğini söyledi. Emekliler de emekli hakları üzerine geliştirilmesi gereken bir mücadele programına işaret etti. Sendikal program ve strateji ile ilgili bölümde Sendika.Org yazarı Ferda Koç, toplumsal hareket sendikacılığının, güvencesizlik ve taşeronlaştırma karşısında tabandan örgütlenecek birleşik emek hareketini esas alan çizgisinin doğrulandığını söyledi. Koç, yeni bir işçi sınıfı hareketinin bu eksende gelişeceğini belirtti. Forumdan sonra işçi korosunun seslendirdiği 1 Mayıs marşı hep bir ağızdan söylendi. Ardından Enerji-Sen Genel Başkanı Ali Duman, sonuç bildirisini okudu.

Emeğin direniş mevzileri İşçi sınıfı genişlerken emeğe yönelik saldırılar karşısında yeni direniş alanları da ortaya çıkıyor. Sınıf mücadelesinin bugün öne çıkan mücadele alanları; medya, işçi sağlığı, kadın emeği, sosyal haklar ve hukuk

EME⁄‹N SES‹N‹ DUYURAN ATÖLYE Sermaye İktidarının Gerici Medya Kuşatmasının Dağıtılmasında Emeğin Medyası Atölyesi’nde çeşitli sendikalardan, basın-yayın organlarından emekçiler ve akademisyenler buluştu. Atölyenin ana tartışması emeğin sesinin daha güçlü şekilde duyurulmasına dair yöntem tartışmaları yapılırken, bu ve benzeri ihtiyaçlar için akademinin bilgisinin eğitim çalışmaları ile aktarılmasının önemine vurgu yapıldı.

KADIN EME⁄‹ SES‹N‹ YÜKSELT‹YOR Emeği en görünmez kesimi olan kadınların buluştuğu Kadın Emeği Atölyesi’nde neoliberal politikalar ve erkek egemen saldırıların yarattığı sorunlar işlendi. Atölyede çeşitli direnişlerden kadınlar buluştu.Koç Üniversitesi’nde direnen kadın işçiler, Adana Balcalı ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde çalışan Dev Sağlık İş üyesi taşeron sağlık işçisi kadınlar, atölyeye damgasını vurdu.

MÜCADELEDE ÖNCE ‹fi GÜVENL‹⁄‹ İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Atölyesi’nde sendikal hareketin en önemli başlıklarından birinin iş güvenliği olduğu üzerine konuşuldu. Neoliberalizme karşı yürütülecek ilk gündemlerinden birinin işçi sağlığı ve iş güvenliği olduğu söylenen atölyede, meslek hastalıklarına, iş güvenliğine ve işçi sağlığına dönük yürütülen mücadele deneyimleri paylaşıldı, verilecek mücadele yöntemleri konuşuldu.

ORTAK SORUN: GÜVENCES‹ZL‹K Forumun konu bakımından en kapsamlı atölyesi Sosyal Haklar Atölyesi oldu. Çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı, toplu sözleşme hakkı ve emeğin yeniden üretim alanındaki hak mücadelesi başlıklarında gerçekleşen atölye, akademisyenler, direniş çadırından işçiler, öğretmenler ve sendika uzmanlarını bir araya getirdi. Kapsam geniş olsa da tüm konuşmaların dikkat çektiği ortak sorun vardı: Güvencesizlik.

ÇÖZÜM ‹Ç‹N PARASIZ YARGI HAKKI Hukuk Atölyesi’ne, avukatlar, işçiler ve akademisyenler katıldı. Mevzuatın emeğin hakları mücadelesini tıkayan yerlerine karşı çözüm yollarının konuşulduğu atölyede, güvencesizliğin yasalar yoluyla dayatıldığı belirtildi. Atölyede, işçilerin yüksek harç bedelleri nedeniyle dava açamadığına dikkat çekildi. Atölyenin en önemli sonucu ‘parasız yargı hakkı’ için mücadelenin büyütülmesi sözü oldu.

Forum sonuç bildirisi ‹nsan› emek, eme¤i insan bilenler olarak Eme¤in Haklar› Forumu’nu gerçeklefltirdik. Bu Foruma grev boylar›ndan geldik; direnifl çad›rlar›n›n tozu üzerimizde. Ellerimizde pankartlar›m›z var; “Birlik-Mücadele-Dayan›flma” türküsü dillerimizde. ‹flçiler olarak bu Foruma, üretimde ve siyasette yok say›lan s›n›f olma halimizi, sokakta, her daim yeniden yaparak geldik. Nicedir kavgaday›z! Gayri insanili¤i ve vahflili¤i mayas›nda tafl›yan kapitalizmle tarihsel bir kavgaya tutuflmufl bulunan iflçi s›n›f›n›n, bu kadim topraklardaki üyeleriyiz. Bizimkisi, insanl›k nam›na, insanca yaflam kavgas›d›r. Bu kavgan›n tarihsel ve güncel sebepleri vard›r. Neoliberal kapitalizm evresinde, geçimlik olanak ve alanlar›m›zdan kopart›larak iflgücü piyasas›na f›rlat›ld›k ki, bu durum ya bir-iki kuflak evvelimizdir ya da bizzat kendi deneyimimiz. fiu hayatta iyi-kötü yaflayabilmek için ihtiyaç duydu¤umuz ne varsa, piyasa mal› haline getirildi! Hayattaki varl›¤›m›z, piyasadaki varl›¤›m›za indirgendi! Orada da ha var›z, ha yok; zira ço¤unlukla ifl yok! ‹fl bulundu¤unda ise güvencesi yok! Çal›flmak ile iflsiz kalmak, bir sarmal gibi iç içe geçti; bugünümüzü karartan, gelece¤imizi çalan bir girdaba dönüfltü. Yakam›za tak›lan “tafleron iflçisi” kart›, k›zg›n demirle gö¤sümüze da¤lanmaya ve biricik statümüz olarak kal›c›laflt›r›lmaya çal›fl›l›yor. Sadece iflimiz de¤il, bir bütün olarak varl›¤›m›z güvencesizlik kal›b›na oturtulmak isteniyor. Hayattaki varl›k sebebimiz, patronlara kul-köle olmaya endeksleniyor. Etnik kimli¤imiz, cinsiyetimiz ve inançlar›m›z, s›n›f içi rekabetin ayr›mc›l›k unsurlar›na dönüfltürülemez. Biliyoruz ki iflçi s›n›f›n›n mücadelesinin ve direnifllerinin yenileyici dinamikleri bu topraklarda Türklerin ve Kürtlerin kardeflli¤inin ve bar›fl›n güvencesidir. Bugün art›k net bir biçimde görüyoruz ki sermaye s›n›f›n›n insanl›¤a verece¤i bir gelecek kalmam›flt›r. ‹nsanl›¤›n son 30 y›l›na hükmeden neoliberal sermaye program› dünya çap›nda iflas etmifltir. Azg›n kâr tutkusunun neden oldu¤u toplumsal y›k›nt›lar›n aras›ndan do¤rulan iflçi s›n›f›d›r; iflçi s›n›f› dünya çap›nda yeniden tarih sahnesine ç›kmaktad›r! Kendi öz gücüne, yarat›c› ve kurucu iradesine güvenerek aya¤a kalkmaktad›r! T›pk› bir önceki yüzy›l› oldu¤u gibi 21. yüzy›l› da flekillendirecek olan bu kolektif iradenin varl›¤›, Eme¤in Haklar› Forumu’nun hem tarihsel ba¤lam›n› hem de güncel anlam›n› teflkil etmektedir. Bu duygu ve düflüncelerle 2013 Bahar›nda ‹stanbul’da toplanan Eme¤in Haklar› Formu; konferans, panel, Eme¤in Medyas›, Kad›n Eme¤i, ‹flçi Sa¤l›¤› ve ‹fl Güvenli¤i, Sosyal Haklar ve Hukuk olmak üzere befl ayr› atölye düzene¤i ve yap›land›r›lm›fl forum çat›s› alt›nda çal›flarak s›n›f hareketinin ve sendikal hareketin yeni mücadele döneminde, bütün öznelerin ortak bir kurulufl bilinci ve cesareti ile hareket etmesi gereklili¤i ve kararl›l›¤›n› ortaya koymufltur.


3

GÜNDEM 18 Nisan 2010 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

Tonyalılar Bayraktar’ın peşinde Tonyalılar,’Tonya’da hayal kırıklığına uğradık’ diyen Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın peşini bırakmıyor. 17 Nisan’da TBMM önüne giden Tonyalılar bakanın istifasını istedi

Ç

evre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Trabzon Valiliği’nin düzenlediği etkinlikte Tonya'da yapılmak istenen çimento fabrikasına karşı aylardır direnen köylülere sataştı. "Tonya'da hayal kırıklığına uğradık" diyen Bayraktar'ın peşini bırakmayan Tonyalılar 17 Nisan'da meclise gitti. Tonya Çevre Platformu’nun çağrısıyla bir araya gelen Tonyalılar, Halkevleri, ÖDP, EMEP ve HDK temsilcileri ile CHP ve BDP’li milletvekillerinin de desteğiyle TBMM Dikmen Kapısı’na yürüdü. Tonyalıların meclis kapısına geldiği sırada eylem yapan Genç-Der üyesi 10 öğrenci, polis tarafından yaka paça gözaltına

alındı. Öğrencilerin gözaltına alınışına bölge halkı, “Öğrenciye uzanan eller kırılsın” sloganlarıyla tepki gösterdi. Basın açıklamasını yapan Nedim Şenol Çelik, Bayraktar’ı bölgelerine davet ettiklerini fakat bakanın gelemediğini söyledi. Bayraktar’ın sessizliğinin nedenini soran Çelik, bakanın istifasını istedi. Tonyalılar, “Bizler can derdindeyiz. Siz vazgeçmedikçe biz de vazgeçmeyeceğiz” diyerek açıklamayı sonlandırdı. Platformdan bir heyet basın açıklamasının ardından TBMM Çevre Komisyonu üyesi BDP Milletvekili Erol Dora ve Ertuğrul Kürkçü eşliğinde meclise geçti.

Sağlıkçılar 17 Nisan’da g(ö)revdeydi “Böyle sağlık sistemi olmaz. Bu şiddet sona Ersin!’ diyen binlerce sağlık çalışanı 17 Nisan’da Türkiye’nin dört bir yanında iş bıraktı. Sağlık örgütleri, Dr. Ersin Arslan’ın öldürülmesinin birinci yılında eşit, parasız, nitelikli sağlık hizmeti, iş, can ve gelir güvencesi talebiyle g(ö)reve çıktı. Sağlık emekçilerinin can güvenliği sorununu Arslan’ın öldürülmesinin ardından daha fazla gündeme getiren sağlık örgütleri, AKP’nin, talepleri doğrultusunda hiçbir adım atmamasını protesto etti. Türk Tabipleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Devrimci Sağlık-İş Sendi-

kası, Türk Hemşireler Derneği, Türk Dişhekimleri Birliği, Türk Ebeler Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Tüm Radyoloji Teknisyenleri/Teknikerleri Derneği, Türk Medikal Radyoteknoloji Teknisyenleri Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Sağlık Çalışanlarının Sözü Sendikası, Sağlık Hizmetleri Sınıfı Çalışanları Derneği ve Hasta ve Hasta Yakınları Hakları Derneği çağrısıyla bir araya gelen sağlık emekçileri, Arslan’ın ölüm yıldönümünde “Eşit, parasız, nitelikli sağlık hizmeti, iş, can ve gelir güvencesi” talebiyle ve “Bu şiddet sona Ersin” sloganıyla ülkenin dört bir yanında iş bıraktı.

Eskişehir’de Halkevi’nden şenlik H

alkevleri’nin 81’inci Yıl Şenliği’nde buluşan Eskişehirliler özgürlük için şarkılar söyledi. 14 Nisan’daki gecede Eskişehir Halkevi Başkanı Şahap Arpacı'nın açılış konuşmanın ardından sahne alan Emek Halkodası Bağlama Atölyesi’nin genç öğrencileri izleyicilere keyifli dakikalar yaşattı. Atölye’nin ardından sahneye çıkan Caner Gülsüm'ün türküleriyle yüzlerce kişi halaya durdu. Bandista grubunun sahneye çıkması salondaki coşkuyu arttırdı. "Olur olmaz" şarkısında kadın seyircileri sahneye davet eden gruba gençler hep bir ağızdan eşlik etti. Bandista'nın ardından

sahne alan Hakan Yeşilyurt, Halkevleri'nin yanında durmaktan büyük onur duyduğunu belirterek performansına başladı. Yeşilyurt Gündoğdu Marşı'nı okurken tüm salon ayaktaydı. Hakan Yeşilyurt sahneyi Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy'a bıraktı. “Barış istiyoruz, kardeşlik istiyoruz ama AKP’ye güvenmiyoruz. Güvendiğimiz tek şey halkın mücadelesidir” diyen Ersoy, "Karanlığa karşı, aydınlık bir gelecek için Halkevleri var" diyerek konuşmasını bitirdi. Gecenin son performansı ise Ezginin Günlüğü'ne aitti. Grubun "Düşler Sokağı" şarkısının ardından bin 500'e yakın konuğun alkışlarıyla gece sonlandı.

1 May›s, eme¤in sermayeye meydanlarda ‘meydan okudu¤u’ gündür Anlaşılmaktadır ki AKP, Kürt sorununun çözümü için PKK’ye silah bıraktırmak amacıyla sürdürdüğü süreçte, bir yol haritasına (taktik plana) sahip değil. Sadece genel olarak ezberinde olan iki stratejik hedefi var: Kürtler arasında siyasal İslamı yaygınlaştırmak ve bölgeyi tüm yönleriyle kapitalist pazara açmak. Tayyip Erdoğan daha önce atmam dediği adımları bir bir uygulamaya başladı. “Kimmiş bu akil adamlar, bu kadar akil adam mı bulunur!” diye karşı çıktı, 7 bölgeye 7 Akil İnsanlar Heyeti oluşturdu. “Meclis’in bu konuda yapacağı bir şey yok, devlet yapar” dedi, CHP’nin üç ay önce verdiği önergeye sarılıp Çözüm Süreci Araştırma Komisyonu kurulma kararını Meclis’ten kavga gürültüyle geçirdi. PKK’lilerin sınır dışına çekilmesi için “sadece sözlü garanti yeter” dedi, şimdi askere yazılı talimat vereceğini söylüyor. Anlaşılan bir taktik plana sahip olan kişi Tayyip Erdoğan değil, Abdullah Öcalan. Tüm bu gelişmelerin ardından Öcalan’dan yeniden “normalleşme” ve “geri çekilme” mesajı geleceği açıklandı. Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal’a göre Öcalan karşısındakine güven vermek için sıralamayı değiştirdi ve çekilmeyi yasal güvence talebinden öne aldı. Öcalan, AKP’ye güvenmek istiyor olabilir; ancak aslında bu topraklarda AKP kimse için güvenilir değil. Taktik adımlar Öcalan’a ait olabilir ama onları uygulayan AKP olduğu için, hepsinin içeriğini kendisine göre şekillendirmekte. İşte Akil İnsanlar topluluğu. Oluşturulma biçimi bile en baştan “akil insan” mantığına aykırıdır. Olması gereken, bağımsız bir kurum tarafından, toplumun her kesiminden gönderilen insanları kabul ederek (seçerek değil) görevlendirmesidir. Oysa olan nedir? AKP tarafından, daha doğrusu Tayyip Erdoğan tarafından seçilmiş şahsiyetlerin atanmasıdır. (1) Doğal olarak da bu şahsiyetler, AKP’nin kendisini yıpratmadan AKP propagandası yapmak için sahaya inmektedirler. Bunlar “bağımsız akil insan” değil, “iliştirilmiş (2) akil insan”dır. Akil insan seçimi toplumsal muhalefet cephesinde de kırılmalara neden oldu. KESK Başkanı’nın akil insan olarak atanması, isminden değil, sıfatından kaynaklıdır. Ancak bu sıfata sahip olmasına, bu sıfatı kullanmasına rağmen, KESK’in yetkili organlarından yetki almadığından

durum KESK içinde ciddi bir krize neden olmuştur. Kürt hareketinin bu konudaki ısrarı ise 1 Mayıs öncesi bu kritik dönemde sınıf mücadelesini olumsuz etkilemekte ve daha da kötüsü bu durumun süreceği görülmektedir. Benzer bir biçimde Meclis komisyonunun oluşturulması da AKP tarzı oldu. Burada da olması gereken Meclis’teki tüm partilerin katıldığı bir komisyonun oluşmasıdır ki bu aynı zamanda bir siyasal (yasama erki) meşruiyet oluştursun. Ancak Tayyip Erdoğan MHP ve CHP’yi yanına almak için hiçbir çaba sarf etmediği gibi tam tersine karşısına almak için yırtınmıştır. Ama sonuçta bir komisyon kurulmuş mudur, kurulmuştur. Bu AKP için yeterlidir. Sürecin Kürtler lehine olabilecek her aşamasına Tayyip Erdoğan pragmatizmi damgasını vurmaktadır. Ancak AKP ve sermaye lehine olabilecek her adım ise en ince ayrıntısına kadar özenle hayata geçirilmektedir. Örnek mi? Kutlu doğum haftası (3) etkinlikleri. Aylardır özel olarak hazırlanıldığı belli olan bu hafta AKP tarafından bir fırsata dönüştürülmüş ve bölgede Newroz gösterilerine rakip bir organizasyon olarak hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Neredeyse bütün devlet kadroları özel olarak bölgede, genel olarak tüm yurtta işlerini güçlerini bırakıp gericiği yaymakla, dini suiistimal etmekle meşguller. Tatvan Kaymakamı bu hafta içinde doğan çocuklara peygamberin ismini veren ailelere altın dağıtıyor ki, bu doğrudan yoksulluğun dini söylemlerle istismar edilmesidir. Başka biri ise Kuran’ı hatmeden ilkokul çocuklarına ayakkabı veriyor, hatim yoksa ayakkabı da yok. Benzerleri de çok yaygın. Ancak farklı olan bir gelişme de mevcut; Diyanet İşleri Başkanı Batman Üniversitesi’nden başlayarak üniversite içlerine cami inşaatlarının temellerini atmaya başladı. 55 üniversitenin kampüsüne cami yapacaklarmış. Kısacası; üniversiteli gelmiyorsa camiye, cami gider üniversiteye. Bu durum üniversitelere dönük gerici kuşatmanın nasıl bir biçim kazanacağını gözler önüne sermektedir. Bu kuşatmayı yaracak olan güç ise elbette gençliğin devrimci eylemi olacaktır. Son günleri asıl fırsata çeviren ise Hizbullah oldu. Dicle Üniversitesi’nde Kutlu Doğum Haftası etkinliği yapma gerekçesiyle başlayan Hizbullah saldırıları, diğer gerici gruplarla birleşerek ülkedeki

bütün üniversitelere yayıldı. Kontrgerilla eliyle kurulup, polis ve asker eliyle beslenen Hizbullah (4) bir yandan diğer gerici grupları bir amaç doğrultusunda ortak hareket ettirme fırsatı yaratırken, diğer yandan Bölgede PKK’ye alternatif bir güç olma iddiası yakalamıştır. Nasıl bir alternatif olacağında ise en ufak kuşkuya yer yok, Hüda-Par Başkanı’na göre “Aleviler ve solcular Kürtleri bölmeye çalışıyor”. Bu noktada Aleviler konusunda bir parantez açmaya gerek var; tüm bu süreç boyunca Aleviler ya yok sayılıyor ya da hedef haline getiriliyor. Bunun nedeni sadece, AKP kadrolarının sahip olduğu yaygın Sünni gericiliği değil, AKP’nin Kürt sorununu nasıl çözeceğinin, daha doğrusu Kürtleri nasıl çözeceğinin planında saklı. Kürt nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni ve bu durum AKP’ye Alevi düşmanlığı üzerinden örgütlenme olanağı sağlıyor. Diğer yandan bu süreçte AKP, en çok PKK içindeki solcuların, özellikle önder kadrolardaki solcuların çıkardığı “arıza”lardan şikayet etmekte, tesadüfe bakın ki bu solcuların çok büyük bir bölümü Alevi. Özel olarak kullanılan bu Alevi düşmanlığı aynı zamanda solcuların da tasfiyesini sağlayacak, AKP planına göre. Aleviler başta olmak üzere Kürt sorununda “çözüm” iddiasının dışladığı kesimlerde tedirginlik büyümekte, sınıf eksenli bir aydınlanma mücadelesi verilmediği sürece bu tedirginlik bir başka gericiliğin yani sosyal şovenizmin kaynağı haline gelmektedir. Bu konuda “bir takım” solcuların katkısı da kaygı verici boyutlara ulaşmaktadır. Satır arası okumalarla icat ettikleri korkuları (komploları) hiçbir toplumsal sonucunu dert etmeden sözde sosyalist siyaset diye sunanlar, yarın İşçi Parisi’nden başka müttefik bulamayacaklar. Oysa ki Dicle Üniversitesi’nde başlayan ve Batıdaki üniversitelere yayılan gericilere karşı direniş/Kürt öğrencilerle dayanışma eylemleri, “gerçek barış” sürecinin iki ana öznesini yani Kürt hareketinin ilerici unsurlarıyla sosyalistleri görünür kıldı. (5) Ancak sürecin /sorunun /çözümün öznesi, Kürt ezilen halkı değil de Kürt ulusu olarak tanımlandığında ise her ilerici direniş potansiyeli bu “kritik sürece”, “ulusal birliğe” zarar verecek hareketler olarak tasnif edilip, Kürt siyasal hareketinin bazı temsilcilerinden “uyarı” bile alabiliyor. Görülmektedir ki tüm bu

iniş çıkışlar, siyasal aktörlerin rol kapma, etkin olma girişimleri ve çarpık anlayışların yayılma faaliyetleri devam edecek. Ancak solcular, ilericiler için bir gün fırsatı önümüzde duruyor; 1 Mayıs. AKP iktidarın “çözüm süreci” adı altında kendine muhalif tüm kesimleri; emekçileri, Kürtleri, Alevileri sessiz seyirciler konumuna itmeye, susturmaya, tüm inisiyatifi eline alarak süreci yönetmeye çalıştığı bu dönemde 2013 1 Mayıs’ı sömürünün, savaşın ve gericiliğin iktidarı AKP’ye karşı emeğin ortak sözünün en güçlü bir biçimde söylendiği gün olacak, olmalı. 4+4+4’le birlikte gündeme gelen “kıyafet serbestliği” yönetmeliğine eşlik eden Memur-Sen’in “sivil itaatsizlik” adını vererek yaptığı çağrı ve üye öğretmenlerin başörtüsü takarak okula gitmesi ile bugün liseler başta olmak üzere eğitim sisteminde türban yaygınlaşmaya başlamıştır. Nabi Avcı’nın “yönetmeliği gözden geçirme” taktiği, bir taraftan oluşan tepkileri “beklemeye” iterken, asıl olarak kılık kıyafet yönetmeliğinin, “özgürlük” adı altında türbanı okula sokma, dinsel baskı ve ayrımcılığı ve cinsiyet eşitsizliğini ilkokuldan itibaren derinleştirme hedefi için değiştirildiğini göstermektedir. A K P inançsız olmayı “suç” olarak niteleyen bir sistem yaratmaktadır. Fazıl Say’ın başına gelen budur. AKP’nin yağma ve talan düzenini dinsel bir örtü altında saklayamaması, emekçiler cephesini bölememesi için AKP iktidarını hedefe koyan gericilik karşıtı bir mücadele görevi bugün sosyalistlerin önünde durmaktadır. 2013 1 Mayıs’ına emeğin gericiliğe karşı mücadelesinin bayrağını taşıyacağız. AKP iktidarı 10 yıl boyunca emeğe, doğaya dönük saldırganlık politikalarının yarattığı her tür yıkımın politik sonuçlarını, iktidarını koruyacak bir “kriz yönetme” stratejisini süreklileştirerek atlatmaya çalıştı. Ancak bu durum aynı zamanda AKP’nin en güçlü göründüğü anın en kırılgan anı olduğunu bize defalarca gösterdi. AKP “ana akım” muhalefet karşısında değil, hak mücadeleleri karşısında afalladı, bocaladı. Çünkü açık ki hak mücadeleleri AKP’nin iktidarının üzerine kurulduğu neoliberal sömürge kapitalizminin kalbine yöneliyor. Çünkü neoliberal programın karşısına “haklarımız” için dikildiğimizde ne insanlığa vaat edecek bir şeyi ne

de dinsel gericilik ve baskı aygıtları dışında meşruluğunu yaslayabileceği dayanağı kalan iktidar sarsıntıya uğramaktadır. İşte bundandır Hopa’dan ardına bakamadan kaçması, bir yumurtanın muktedirin korkulu rüyası haline gelmesi ve hasta bir kadının AKP’li bakanın karşısında sağlık hakkını savunmasının AKP’nin tüm çürümüş sisteminin maskesini düşürüvermesi. İşte 2013 1 Mayıs’ı halkın hakları için AKP’nin ve sermayenin karşısına dikilmenin günü olacak. Dilek, ben “ilaç” dedim o “para” diyordu. Onlar her para dediğinde biz hak diyeceğiz. AKP iktidarının krizi yönetme stratejisinde burjuvazinin tarihsel taktiği, yani kendi çıkarını emekçilerin çıkarı gibi göstermek en önemli yerlerden birini tutuyor. İşte en son Çalışma Bakanı’nın gündeme getirdiği “taşeron yasası” AKP tarafından emekçilere müjde olarak sunuluverdi. Var olan İş Kanunu’nda zaten varolan, ama uygulanmayan işçi lehine hükümleri ardı ardına sayarak verilen müjdenin arkasından taşeronun yayılması, kiralık işçilik, asli işverenin sorumluluklarının ortadan kaldırılması çıktı. Ne tezgah ama. Emekçiler tarafında şu an ki veriler bile durumun “vahametini” ortaya koymaya yeterken AKP çok daha kötü bir gelecek yaratma peşinde. Türkiye’de 24,5 milyon çalışan var, bu 24,5 milyona giremeyen 2,5 milyon da işsiz var. Çalışanların 9 milyonu ise kayıt dışı çalıştırılıyor, geriye kalan 16 milyonun yüzde 47’si asgari ücret ile çalışmak zorunda. 10 milyon kayıtlı işçinin ise sadece yüzde 6,5’i sendikalı (tabii ki büyük oranı Türk-İş ve Hak-İş). Ve geçen 1 Mayıs’tan bu 1 Mayıs’a ölen işçi sayısı ise 850, yaralanan 5000’den fazla (tabii ki kayıt ettirilenler). AKP bu ülkeyi Taşeron Cumhuriyeti’ne, ucuz emek cumhuriyetine çevirmekte kararlı. Onun karşısında bu taşeron cumhuriyetini yıkmaya kararlı bir emek hareketi gerekiyor. Bu koşullarda DİSK olağanüstü kongresi tepeden tırnağa bir yenilenme ve iddia ile donanmasa da yıllardır yeni işçi hareketinin mayalandığı dinamikleri, yani güvencesizlerin örgütlenmesini işaret ederek büyük bir özveri, emek, enerji ve militanlıkla mücadele eden Devrimci Sağlık İş sendikasını ve onun genel başkanını delegelerin seçimi ile (kapı arkası mutabakatlara rağmen) Genel Sekreterliğe getir-

miştir. “Sosyalistlerden” emek hareketinin geleneksel kadrolarına kadar, “Taşeron işçi örgütlenemez, toplu iş sözleşmesi olmadan hak kazanılmaz” diyenler, engel olan, bariyer olanlar bugün en geleneksel sendikal anlayışın bile kaçamayacağı duruma gelen taşeron belasına karşı mücadeleden söz ediyor. İşte burada yılların birikimi ile fiili, meşru, militan sendikacılık anlayışını inşa eden çizgi, tabanın desteğini kazanarak ilerliyor. DİSK’e sihirli değnek değmeyecek ancak yeni olanın ışığı ve yaratıcılığı emek hareketi için yeni bir kapıyı aralayacak. 2013 1 Mayıs’ı emek hareketi açısından DİSK’in bayrağında Taşeron’a karşı başkaldırının yazacağı bir 1 Mayıs olacaktır. Unutulmamalıdır ve tekrar tekrar hatırlanmalı ve hatırlatılmalıdır ki: 1 Mayıs, tarihle geleceğin buluşma noktasıdır. İşçi sınıfının komünden sovyete, oy hakkından 8 saatlik çalışma hakkına kanı ve canıyla yazdığı mücadele tarihiyle işçi sınıfının iktidar mücadelesinin yani sosyalizm hedefinin buluştuğu meydandır 1 Mayıs meydanı. 1 Mayıs, simgelediği tarih ve gelecek dışında bugünün çatışmaları ve devrimci dinamiklerinin de o meydana çıktığı, emeğin sermayeye o meydanda “meydan okuduğu” günüdür. NOTLAR (1) Taraf gazetesinden 8 eski-yeni kişi, Yeni Şafak’tan 4 kişi. Bunlar neye göre kime göre akildir? (2) ABD tarafından icat edilmiş bir savaş gazeteciliği türü. ABD askerleri ile birlikte savaşa katılan ve onların içinde haber yapan gazetecilere verilen isim. Dolayısıyla dünyadaki hiçbir gerçek haberci bunların geçtiği haberlere güvenmez. (3) Bu hafta Fetullah’ın keşfi. Peygamberin doğuşu zaten Mevlid Kandili ile kutlanmakta. Burada “ufak” bir oyun yapılıp, Hicri takvim, Rumi takvim ayarıyla Nisan ayının bu haftası doğum haftası ilan edilmiş durumda. Böylece Fetullah’ın doğumunun da bu haftaya denk gelmesi “tesadüf” olmuş. Ancak hepsinden önemlisi Hıristiyanların Noel Bayramının benzerinin kopyalanarak uyarlanmasıdır. (4) Hatırlayalım, Hizbullah üyeleri AKP döneminde yasal düzenlemelerle serbest bırakılmış, bir kısmı yurtdışına kaçarken, Hizbullah örgütü de yasal parti kurma sürecine girmişti: HüdaPar. (5) Umalım ki bu son gelişmeler, Kürt hareketini bir bütün olarak İslamcı gericilikle işbirliği yapmakla itham eden bazı solcu grupların, kendi analizlerini ve bu analizler üzerinden yaptıkları çıkarımları bir kez daha göz-


4

GÜNDEM 18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

Fikirler konufluyor icle Üniversitesi'nde yaşanan gerici saldırı, “bizim gençler” ile “İslamcı gençler” arasında çıkan bir gençlik kavgası değil; “sağcılarla solcuların üniversitedeki egemenlik kavgası” hiç değil. Tayyip Erdoğan “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” demişti ya, işte AKP'nin fikirleri konuşturması bu; AKP'nin “fikirleri”, Sinop ve Samsun'daki gibi, satırların, döner bıçaklarının ağızından konuşuyor. İki haftaya yayılan ve Dicle Üniversitesi’nin üç gün kapatılmasıyla sönümlenen çatışmaların çıkış nedeni “Kutlu Doğum Haftası Kutlamaları” idi. Çatışmayı çıkaranların amacı da Kutlu Doğum Haftası Kutlamaları'nı, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürdistan halkının tek siyasi gücü olmadığının, “Sosyalist” PKK'ye karşı, “İslamcı” bir Kürt muhalefetinin bulunduğunun deklare edildiği bir siyasi çıkış günü haline getirmekti. Önce Diyarbakır Valiliği'nin kanatları altına girerek Newroz meydanını gerici gösterilere açmaya giriştiler; BDP'li belediye, Newroz Parkı'nın, Diyarbakır Valiliği’nin kanatları altındaki Kutlu Doğum Haftası “kutlamasına” tahsis etmekte güçlük çıkarınca da bu kez AKP'nin bir başka kalesi olan Dicle Üniversitesi rektörlüğünün ve polisin kanatları altında Üniversite kampüsünü basarak geçtiğimiz günlerin kanlı güç gösterisini sahneye koydular. Hizbullahçılar uzun bir süre, dindar Kürt halkının, Hz. Muhammet'in doğum günü kutlamalarına gösterdiği duyarlılığı istismar ederek, olduklarından Ferda büyükmüş gibi görünKoç meyi başarmışlardı. ferdakoc@ Ancak, Kürt halkının dinhotmail.com dar kesimleri, dini duyarlılıklarından Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi'ne muhalif bir siyasi parti çıkarmaya çalışan Hizbullahçıları geçtiğimiz yıl reddetmişti. Hizbullahçıların derneklerinin kapatılması üzerine yaptıkları “partileşme” mitingi 10 bin kişiyi dahi bulmayan kitlesiyle tam bir hüsrana dönüşmüştü. Şimdi, yaşadıkları hüsranı, bu kez Hz. Muhammet'in arkasına saklanarak “aşma” çabasındalar. “Kürt” geçinen AKP güdümlü gerici güçlerin bu amaçlarına ne kadar ulaşabildiklerini 21 Nisan'da Diyarbakır-Newroz Parkında düzenledikleri mitingde göreceğiz. “Kürt geçinen” diyorum, çünkü Dicle Üniversitesi'nde yurtsever öğrencilerle çıkardıkları gerilimin ardından üniversiteye eli silahlı-bıçaklı sakallı-şalvarlı bir güruhla baskın yapan Hizbullahçıların gündelik propagandalarını, Özgürlük Hareketi'ne karşı “ümmetçi” bir söylemle yürüttüklerini, Özgürlük hareketinin yurtsever kimliğini Kemalizmle özdeşleştirdiklerini Diyarbakır sokaklarında yaşayan herkes biliyor. Bu saflaşma biçimi, Hizbullahın Kürdistani bir siyasi güç olmasını da zorlaştırıyordu. Hizbullahçılar, saldırı sürecinde Özgürlük Hareketine karşı “anti-komünist” bir söylemi öne çıkardı. Böylece, kendilerini bugüne kadar “ulusal hareketin” dışında tanımlayan Hizbullahçılar, yeni dönemi, Kürt siyasi sürecinin “İslami” unsuru rolüne soyunarak karşıladı. “Ateist-Sosyalist PKK”nin karşısında, “Kürt-İslam hareketi” olarak varolmaya yönelen Hizbullah'ın bu “dönüşümü”nü Hizbullah'ın “iç dinamikleri”yle açıklamak yanlış olur. Evvelki yıl çıkarılan “Hizbullah affı” sonrasında, bu grubun seçimlerde AKP'yi destekleyerek yeniden “Hizb-ül kontralaşma” doğrultusuna girdiği biliniyor. Dolayısıyla Hizbullahın, Valilik ve Rektörlüğün kanatları altında estirdiği terörün AKP'nin “İmralı Süreci” siyasetinin bir başka boyutunu oluşturduğunu görmemiz gerekir. Sinop ve Samsun'daki linç girişimleri ile Kürt siyasetinin Türk toplumu ile ilişkisini AKP tekeli altında kurulabilecek “tek kanallı” bir ilişki haline getiren AKP, Hizbullah'a Kürdistan'ın “büyük bir siyasi gücü” görünümünü kazandırarak, Kürt siyasetine de “ortak” olmaya girişti. AKP böylece Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi'ni hem “dışarıdan” (Türkiye'den) hem de “içeriden” (Kürdistan'dan) kuşatmaya çalışıyor. Bu girişim bize aynı zamanda, siyasi güçlerin yeni süreçteki karşılıklı konumlanışlarının biçimlenişi hakkında da fikir veriyor: PKK'nin temsil ettiği “Sol” Kürt siyasetiyle, AKP kanatları altında palazlandırılacak, Hizbullah vb. güçlerin biçimlendireceği “Sağ” Kürt siyaseti karşı karşıya getirilecek. Bu noktada Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin, Kürt halkının dindarlığının istismar edilmesine karşı duyarlı olması gerektiği, Hizbullah vb. grupları, dindar Kürtlerden tecrit etmeye odaklanması gerektiği elbette açık. Ama açık olan bir başka nokta, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi'nin, Kürt siyasi sürecindeki “solcu”, “ilerici” tutumunun sağlamlaştırılması, kitleselleştirilmesi ihtiyacının her zamankinden daha büyük ve güncel bir ihtiyaç haline geldiği gerçeğidir. Kürt siyaseti, Türkiye üniversitelerinde Kürt yurtsever gençliğine sahip çıkan Devrimci Gençlik hareketinin karşısına Müslüman Gençlik-Polis ittifakının çıkışındaki mesajı doğru okumalıdır.

D

Üniversite Üniversite gerici gerici faşist faşist ablukaya ablukaya

Direniyor

‹slamc›s›, faflisti, sosyal-floveni efl zamanl› olarak üniversitenin ilerici-sol dinami¤ine sald›r›yorlar. Birbirleriyle rakip görünen bu kesimler, düzenin köfle bafllar›n› tutabilmek için kimlere sald›rmalar› gerekti¤inin fark›ndalar. Ancak üniversite direniyor... UMAR KARATEPE

“Y

aşasın şeriat” sloganı atan gericiler, “Vur de vuralım öl de ölelim” diyen faşistler, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atan sosyal-şovenler. İlk bakışta birbirine rakip görülen bu kesimlerin hepsi bir süredir üniversitelerde terör estiriyor ve hedef ortak: Üniversitenin ilerici-sol dinamiği ve Kürt hareketi. Şu ana kadar birbirleriyle çatışmayan bu güçleri harekete geçiren müzakere süreci oldu. Süreçte inisiyatif almaya, pozisyonların güçlendirmeye çalışan bu kesimler karşılarında üniversitenin direnişini buldu. Direniş karşısında gerici-faşist güçler saldırılarını şiddetlendirdi; çünkü bu ülkede düzen içi bir güç olmanın yolunun sola ve Kürtlere saldırıdan geçtiğinin hepsi farkındaydı. Polisin, üniversite yönetimlerinin gericifaşist saldırılara yol veren tutumu da onlar için bir işaret fişeği oldu.

H‹ZBULLAH ROL ‹ST‹YOR Bu süreçte en dikkat çekici gelişmeler-

den biri Hizbullah’ın Dicle Üniversitesi’ndeki hamlesi oldu. PKK’nin bölgeden çekilmesiyle doğacak boşluğu doldurmaya aday olan Hizbullah üniversitede de “Kutlu Doğum Haftası”nı bir sıçrama tahtası olarak kullanmak istedi. Ancak Hizbullah’ın 1990’lı yıllarda kontrgerillayla beraber sürdürdüğü faili meçhul cinayetler sürecinin getirdiği deneyimin soncu olarak yurtsever öğrenciler bu girişimi “tehdit” olarak algıladılar. 8 Nisan’da “Kahrolsun PKK” sloganlarıyla saldırıya geçen gericilerle yurtseverler arasındaki çatışma üç gün sürdü. Çoğunluğu üniversite dışından gelen satırlı-sopalı Hizbullahçıların saldırılarının devam edebilmesi, polisin desteği ile mümkün oldu. Yurtsever gençlerin basın açıklamaları bile polis şiddetiyle bastırılmak istendi, üniversiteye giden DTK eş başkanı Aysel Tuğluk yaralandı, okul tatil edildi. Saldırının ardından Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversiteliler Dicle direnişini selamlayan eylemler yaptı. 10 Nisan’da ODTÜ’deki eyleme polis saldırdı, 13 Nisan’da İstanbul’da yüzlerce

öğrencinin eylem alanı Taksim oldu. İstanbul Üniversitesi gerici terörün ikinci adresiydi. Beyazıt’ta Dicle Üniversitesi direnişiyle dayanışma için 11 Nisan’da bir afiş asan öğrenciler gericilerin sopalı saldırısına uğradı. “Yaşasın Şeriat” sloganlarıyla saldırıya geçen Müslüman Gençlik üyelerini geri püskürten öğrencilere bir kez de polis saldırdı. 12 Nisan’da yüzü maskeli gericilerin, konuyla ilgili Beyazıt’taki basın açıklamasına saldırısı polisin gaz bombalarıyla desteklendi. Saldırılar gazetemizin matbaaya gittiği 17 Nisan’a kadar devam etti. Onlarca üniversiteli gözaltına alındı. Yüzlerce öğrenci ve akademisyen 16 Nisan’da Beyazıt’ta kitlesel bir eylemle gerici-faşist saldırılara meydan okudu. Gericiler taarruza geçerken üniversite yönetimleri de boş durmadı. Aylarca kendisiyle görüşmek isteyen asistanlarla ve öğrencilerle yüz yüze gelmeyen İTÜ Rektörü Mehmet Karaca, Anadolu Gençlik Derneği isimli gerici grubun ziyaretini kabul ederek açık bir tutum aldı. Gericiler Boğaziçi Üniversitesi’nde dağıt-

tıkları bir bildiride de “İslam davetlerini kabul etmeyenler” için “Bundan sonra üniversitemizde yaptıkları her bir küfür faaliyeti kendilerine geri dönecektir” dedi. Üniversitelere inşa edileceği açıklanan 55 camiye gitmeyenler için “uyarı” önden gelmiş oldu.

FAfi‹STLER DE BOfi DURMUYOR Ülkücü faşistler de üniversitelerde Newroz’dan beri saldırılarını sürdürüyor. Ankara’daki saldırıların ardından Muğla ve Samsun’da da saldırılar yaşandı. 11 Nisan’da Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nde, faşistlerin çevik kuvvet ve güvenlikçilerin gözetiminde açtıkları “Türkiye Türklerindir” standında ırkçı, ayrımcı propaganda yapmaları üzerine üniversiteliler duruma müdahale etti. Yaşanan çatışmanın ardından polis kapılarını kırdığı dersliklerde 42 öğrenciyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan öğrencileri karakol kapısında bekleyen arkadaşlarının üzerine çevik kuvvet otobüsü sürüldü, ayağının üzerinden otobüs geçen bir üniversiteli hastaneye kaldırıldı.

Kontrgerilla artıklarına üniversitede yer yok Üniversitelerde sol ve Kürt hareketi ile çat›flarak güçlenmeye çal›flan örgütlerden biri de ‹flçi Partisi’nin gençlik kolu Türkiye Gençlik Birli¤i (TGB). Eskiflehir Anadolu Üniversitesi’ne nisan bafl›nda polis korumas›nda günlerce bildiri da¤›tan TGB üyeleriyle 5 Nisan’da yaflanan çat›flmada çok say›da solcu, yurtsever ö¤renci gözalt›na al›nd›. Akademisyenlerin odas›n› basacak kadar pervas›zlaflan, camlar›, kap›lar› k›ran polis, TGB’lileri ise koruma alt›na ald›.

Sald›r›lar›n ard›ndan Eskiflehirliler 6 Nisan’da kent içinde “‹mam›n ordusu TGB’yi koruyor” ,”Polis defol üniversiteler bizimdir” sloganlar›yla bir eylem yapt›. Grup ad›na okunan bas›n aç›klamas›nda, sivil faflizme ve AKP’nin polisine karfl› üniversiteyi savunan ö¤rencilerin yanlar›nda olunmas› gerekti¤i belirtilirken, “Eski kontrgerilla ayg›t›n›n sivil örgütlenme biçiminin üniversitelerde örgütlenmesini istemiyoruz” ifadelerine yer verildi.

Müzakerede AKP tıkacı CHP’nin AKP, Kürt halk›n›n varolma mücadelesini K ‘süreç’ açmazı silahs›z geri çekilmeye indirirken, gerilim ürt hareketi ve AKP arasında devam eden müzakere süreci, iktidar tarafından “silahların bırakılması” meselesine kilitlenmiş durumda. Kürtlerin, Terörle Mücadele ve Türk Ceza Kanunu’nun değiştirilmesi, seçim barajının indirilmesi gibi taleplerinde herhangi bir adım atılmazken yeni anayasa çalışmalarında eşit vatandaşlığa ilişkin de bir emare yok. Erdoğan’ın öncelikli hedefi, PKK’nın sınırdışına çıkması elbette. Öcalan, geri çekilmeyi süreçte öne almışken Erdoğan bunu yasal bir prosedüre bağlamaktan kaçınıyor. Ancak Kürtler güvence istiyor; çünkü en son 1999’daki çekilmede yüzlerce PKK’li çekilme yolunda öldürüldü, tutukladı.

AK‹L PROPAGANDA MEMURLAR AKP, bir yandan da halkı ikna etme derdinde.

siyasetinden de asla taviz vermiyor

Bunun için önceden karşı çıktığı Akil İnsanlar Heyeti’ni liberal/gerici/faşist isimlerden oluşturarak meşruluğunu sağlayacak mekanizmayı yaratmaya çalışıyor. Sürecin içinde, başından sonuna kadar tarafsız bir biçimde yer al-

ması gereken heyete sadece 2 aylık çalışma süresi biçildi. Daha da ötesi gezilerine başlamasıyla birlikte heyetin rolünün “propaganda memurluğu” olduğu daha açık görülmeye başlandı. Heyet üyesi Memur-Sen Genel Başkanı

Ahmet Gündoğdu’nun iktidar sözcüsü tarzındaki sözleri bunun en açık örneği: “Bu ülkenin yüzde 50'sinden oy almış bir Başbakan'ın davetiyle terör belasından kurtulmak için yapılan toplantı mı ihanettir, Ergenekon'a, darbecilere ev sahipliği yapmak, avukatlık yapmak mı ihanettir” AKP’nin müzakere sürecini ilişkin samimiyetsizliği yürüttüğü “gerilim siyaseti”nden okumak da mümkün. DİHA’nın haberine göre, Uludere’de 215 kişiye korucu kadrosu verildi. Diğer taraftan TSK, Küpeli, Cudi ve Herekol Dağları’nın da bulunduğu bölgelerle ilgili “geçici güvenlik bölgesi” uygulamasına 16 Temmuz’a dek devam kararı aldı. Geçici güvenlik bölgeleri, operasyonlar ve PKK’ye giden lojistiğin engellenmesi için ilan ediliyor. Bu gerilim siyasetinin yansıması olarak üniversitelerde de gericifaşist saldırılar sürüyor.

KESK’li tutuklular tahliye edildi KESK ve bağlı sendikalarına yönelik 25 Haziran 2012 tarihinde gerçekleşen operasyonlar kapsamında aralarında KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in de bulunduğu 22’si tutuklu 72 KESK üyesinin yargılandığı davanın ilk duruşması 10 Nisan’da Ankara 13. Ağır Ceza

Mahkemesi’nde görüldü. KESK üye ve yöneticileri, emek ve meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin üyeleri Ankara Adliyesi önünde bir araya geldi. Sendikal faaliyetlerinden ötürü yargılandığını söyleyen tüm tutuklu sanıklar tahliye oldu.

Bir yandan, silah bırakma, sınır dışına çekilme, Akil İnsanlar Komisyonu ve Çözüm Komisyonu konularında AKP-PKK arasında çekişmelerle devam eden müzakere süreci; öte yandan, CHP’nin açmazlarını derinleştiriyor. Öncelikle, PKK’yi “çatışmasızlık” konumunda tutmayı hedefleyen Başbakan Erdoğan, CHP ve MHP’ye karşı ise “gerilim siyaseti”nin dozunu sürekli yükseltiyor. Bunun karşısında CHP, Erdoğan’ın politikalarını boşa düşererek devreye girecek politikalar üretemiyor. Başından beri “süreç” karşısında ikircikli tavır sergileyen CHP, ulusalcı, sosyal-liberal, hatta Kürt düşmanlığına varan çeşitli tavırların çatışma alanına dönüştü. Son olarak anayasa çalışmalarının tartışıldığı kapalı grup toplantısında “ulusalcı” kanat ile “yenilikçi/sosyal-liberal” kanat birbirine girdi. Ulusalcı Dilek Akagün Yılmaz, partinin Kürt sorunuyla ilgili çalışmalarını yürüten Gn. Bşk. Yard. Sezgin Tanrıkulu’nu “Amerikan ajanlığı ve CHP’yi bölmek”le suçladı. Erdoğan’ın gerilim politikasının açmazlarına ve iç çekişmelere gömülen CHP, elindeki kozları da bir bir AKP’ye kaptırıyor. Akil İnsanlar ve Meclis’te Çözüm Komisyonu kurulmasına ilişkin, elinde projeler olmasına karşın, Erdoğan’ın pragmatik manevraları karşısında bu projeleri savunamaz duruma düştü. İnisiyatifi yitirmekten ve yasal-hukuksal sorumluluk almaktan kaçınan Erdoğan, Öcalan tarafından da ileri sürülen benzer projelere karşı çıkıyordu. Oysa gelinen noktada Erdoğan, kendini güçlendirecek şekilde bu projelerin içeriğini değiştirerek, başına buyruk biçimde tek yanlı olarak hayata geçiriyor. Aslında CHP’nin sürece katılmaktan çok AKP politikalarına tabi hale gelmesinine çalışan Erdoğan, böylece hem elini güçlendirmiş, hem de CHP’yi, projelerini savunamaz duruma düşürmüş oluyor. Aynı taktik, CHP'nin komisyon önerisinde de görüldü. Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu kurulmasına ilişkin CHP’nin önergesi AKP’ninkiyle birleştirilince, CHP önergeyi geri çekti.


5

DÜNYA 18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

Suriye iç savaşında 7 Suud-Katar çekişmesi destekli koalisyon üyeleri ve cihatçı bazı gruplar hükümeti tanımadığını ilan etti. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu (SMDK) Başkanı Muaz El Hatib’in istifası ise ABD’nin kapısından döndü. Buna karşın farklı gruplar arasındaki birlik tartışması krizin derinleşmesiyle sonuçlanmış oldu.

ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

A

KP’nin emperyalizmin Ortadoğu politikasından rol kapmak adına Suriye’de Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte tetiklediği savaş, ABD’nin doğrudan müdahaleye destek vermemesi ile taşeronlar arası çelişkileri görünür kıldı. Ortadoğu’da ABD’nin neoliberal yeni sömürgecilik politikaları, Katar’ın politik-askeriekonomik üs görevi ve AKPMüslüman Kardeşler örnekleriyle oluşturulan siyasal İslam çizgisi, mezhepçi, gerici, faşist ve işbirlikçi iktidarlar ile neoliberalizme karşı yükselen halk muhalefetinin önünü kesen rejimlerin tesisine yöneldi. Yeni rejimlerde Selefi grupların siyaseten sınırlandırılması ise Suudileri, diplomasi ve istihbarat alanlarındaki kıvraklıklarını devreye sokmaya ve Müslüman Kardeşler etkisini Körfez bölgesine sokmamaya yöneltti. Katar-Suudi Arabistan ikiliğinde cisimleşen rekabet, Lübnan’da Refik Hariri suikastı sonrasından hükümet kurma süreçlerine, Tunus ve Mısır’daki ayaklanmaların İhvan iktidarlarının tesisiyle sonuçlanmasına, Irak’taki Sünni grupların iç dengelerinden, Bahreyn’deki askeri müdahaleye kadar pek çok ülkede kendisini gösterdi. Son olarak Hamas’ın merkezinin Suriye’den Katar’a taşınması, Suudilerin ise El Fetih ile kendini sınırlaması, Katar’ın Suudilere attığı son gol olarak hanelere yazıldı. SUR‹YE’DE DER‹N KAPIfiMA “Esad devrildiğinde iktidarı

O

rtadoğu’daki Katar-Suudi Arabistan çekişmesi, Suriye’nin cephe gerisindeki krizi görünür hale getirdi

kim alacak?” sorusu yaklaşık iki yıldır sorularak taşeronlar arasındaki iç çelişkileri bir başka biçimde gözler önüne seredursun, Katar-Müslüman Kardeşler çizgisi ile Suudiler arasındaki rekabet Suriye’de giderek görünür hale geliyor. Tunus ve Mısır zincirine Suriye halkasının da eklenmemesi amacıyla ılımlı grupları destekleyen Suudiler, ABD ve İngiltere medyası tarafından deşifre edildi. 25 Mart’ta New York

Times’ta “Suriyeli isyancılara Hırvatistan’dan gelen silahların CIA denetiminde Esenboğa Havalimanı ve Ürdün üzerinden yapıldığı” haberi, Deralı isyancı Ahmet Masri’nin Telegraph’a verdiği röportajda da doğrulandı. Masri, Suudi siyasetinin ağırlığı ılımlı gruplara vermekle birlikte cihatçı Selefileri beslemekten de geri kalmadığını söyledi. Aynı dönemde Irak’taki El Kaide kaynaklarının da Nusra cephesine aktarıldığına ilişkin haber-

ler yayımlandı. Suudiler, peş peşe çıkan haberler üzerine desteklediği grupları cephede sınırlandırmaya gitti. Son olarak 15 Nisan’da İdlib’e bağlı Ebuhabbe bölgesinde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile Nusra Cephesi arasındaki çatışmada 10 kişinin öldüğü belirtildi. Benzer bir gerilim, Suriye’deki silahlı muhalefetin sivilpolitik kanadında da yaşandı. Geçici hükümetin başkanlığına Katar destekli Ghassan Hitto’nun gelişi üzerine Suudi

SAVAfiIN KIRILMA NOKTALARI Suriye’de farklı ülke ve sermayelerce desteklenen silahlı grupların iç çelişkilerinin görünür olmasında, savaşın kırılma noktalarının da payı büyük. Esad’ın devrilmesi için Şam’ın düşmesi gerektiğinin bilincinde olan silahlı muhalefet, ilk denemelerini suikastlar gerçekleştirerek ve oluşan kaostan yararlanarak saldırmak biçiminde gerçekleştirdi. Temmuz 2012’de dört generalin öldürüldüğü saldırıda da Genelkurmay’a iki bomba atılan saldırıda da benzer bir taktik uygulandı fakat başarılı olunamadı. Güney cephesindeki Midan semtinden binlerce askerle yapılan saldırı püskürtülürken, sadece iki ay sonra Dareyya’da Mezze askeri havalimanını ele geçirme denemesi, binlerce silahlı militanın tünellerde sıkıştırılarak öldürülmesiyle sonuçlandı. Muhaliflerin martta Jobar’da, 11 Nisan’da Berze’deki denemeleri de ordu tarafından ağır bastırıldı. Berze operasyonunda 6 bin tonluk füze kullandığını açıklayan Suriye ordusu, yalnızca saldırıyı püskürtmekle kalmadı, çok sayıda kentin denetimini de yeniden eline geçirdi.

PYD’nin savaşı hem Esad’la hem ÖSO’yla AKP’nin bar›fl söylemiyle bafllatt›¤› fakat Kürt halk›n›n talepleri do¤rultusunda henüz bir ad›m atmad›¤› süreç, Suriye’de de ÖSO ile PYD aras›ndaki çat›flmalar›n iflbirli¤ine dönüfltü¤ü iddialar›na yol açt›. “Kürt halk›n›n tan›nma mücadelesi” do¤rultusunda Esad ile silahl› gruplar›n savafl›nda “tarafs›z” kalan PYD, ÖSO ile iflbirli¤i iddialar›n› kesin bir dille yalanlad›. YPG komutan› Sipan Hamo 4 Nisan’da resmi sitelerinden

yapt›¤› aç›klamada hiçbir tarafla pazarl›¤a oturmad›klar›n› beyan etti. PYD lideri Salih Müslim de Radikal’everdi¤i röportajda Esad ile savafllar›n› ÖSO ile birlikte yürütmediklerinin, çünkü ÖSO’nun Kürtleri tan›mad›¤›n›n alt›n› çizdi. Müslim, “Rejim üstümüze geldi, rejimle çat›flt›k. ÖSO üstümüze geldi, onlarla da çat›flt›k. fiimdi hem rejim, hem de ÖSO ayn› anda yükleniyor. Dolay›s›yla ayn› anda devlete karfl› da çat›fl›yoruz, ÖSO’ya karfl› da” dedi.

Suriye savafl›n›n ilk döneminde “PYD Esad ile birlikte savafl›yor” propagandas›n›n yap›ld›¤›n› hat›rlatan Müslim, Davuto¤lu’nun “PYD ile görüflülebilir” aç›klamalar›n›n da ayn› propagandan›n tersten kurulmas› olarak nitelendirdi. ‹ddialar›n, 17 fiubat’ta imzaland›¤› öne sürülen ateflkese karfl›n ÖSO’nun Kürt bölgeleri Kam›fll›, Haseke, Afrin ve Kobani’deki sald›r›lar›n› görmezden gelmesi de bir baflka zay›fl›¤a iflaret etti.

iklim 5 kıta

Şili’de sokaklar gençliğin

Y

eni eğitim yılını direnişle açan Şili gençliği, okulların ikinci haftasında bu kez kitlesel bir meydan okuma gerçekleştirdi. 11 Nisan’da Santiago’daki lise ve üniversitelerden kent merkezinin dışındaki miting alanına yürüyen 150 bin öğrenci, harçların ve eğitimi piyasalaştıran uygulamaların son bulmasını istedi. Ülkede “son 20 yılın en büyük eylemi” olarak nitelendirilen mitingde konuşan Şili Öğrenci Koordinasyonu lideri Camila Vallejo, sonbahardaki seçimlerden önce öğrenci gençliğin fiili militan mücadelesi ile farklı işkollarından yükselen işçi direnişlerinin hükümetin sonunu getireceğini söyledi.

Portekiz’de sivil itaatsizlik

2

012’deki iki paketi halkın tepkisi sonucu geri çekilen Portekiz Başbakanı Pedro Passos Coelho, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve kamu yatırımları alanlarını kapsayan en geniş paketi meclis gündemine getirdi. Portekiz halkı ise farklı eylem biçimlerine yöneldi. İki yıldır işsiz olan Alcides Santos adlı vatandaş “direnme hakkı”nı kullanarak vergi ödemeyeceğini beyan etti. Santos’a vergi dairesi çalışanları da destek verince eylem ülkenin farklı noktalarına yayıldı. Bir sivil itaatsizlik dalgasına yol açan Santos, “Kemer sıkma paketleri ölüm programlarına döndü. Bu sistemde insanca yaşayamayız. İnsanca yaşamak için tek yol sosyalizm” dedi.

Nükleer rejimin gediğinde yeni gerilim N

ükleer silah çalışmalarını, gövde gösterileri eşliğinde gündeme getirerek ABD emperyalizminin egemenlik krizini sık sık hatırlatan Kuzey Kore, yeni denemeleri ile gözlerin bir kez daha Uzak Asya’ya çevrilmesine yol açtı. 12 Şubat’ta bir nükleer füze denemesi gerçekleştiren Kuzey Kore, ABD-Güney Kore ortak askeri tatbikatını nükleer başlık taşıma potansiyeline sahip ABD uçaklarının yarımada üzerinde uçuş yapmasını gerekçe göstererek Yongbyon nükleer tesisindeki tüm çalışmalarını hızlandıracağını duyurdu. TEHD‹T, NÜKLEER S‹LAHTAN FAZLASI Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un tarafından yapılan açıklama, Kuzey Korelilerin güney bölümünü terk etmesi çağrılarıyla desteklenirken, Güney Kore ise füze kalkanlarını taşıyan savaş gemilerini konuşlandırdı. Japonya gelişmelerden duyduğu rahatsızlığı dillendirirken,

ABD tehditlerin söylem düzeyinde olduğunu ve herhangi bir askeri hareketlilik yaşanmadığını açıklayarak sürece temkinli bir yaklaşım sergiledi. ABD’nin “Kuzey Kore’yi dizginleyin”

çağrısı yaptığı Çin ise hiçbir ülkenin kendi çıkarını bölge politikalarının önünde tutmaması gerektiğini söyledi. Çin’in yeni cumhurbaşkanı Şi Cnping’in hiçbir ülke adını kullanmaması ise

soğukkanlılık olarak değerlendirildi. Gerilim, Birleşmiş Milletler ve G8 toplantılarında da “Kuzey Kore’nin tehditkar dili” başlığıyla gündeme geldi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Kim Jong-Un‘un “popülerliğini artırma çabası” yorumu yaparken tamamen haksız olmasa da ABD’nin egemenlik krizini saklamaya gayret etti. Çünkü Kuzey Kore, Nükleer Silahsızlanma Anlaşması’na (NPT) taraf olmayarak ABD’nin nükleer kutuplaşma yerine kendi denetiminde kurmak istediği nükleer rejimin dışında kaldı. Kuzey Kore’nin nükleer rejimde açtığı gedik, ne Bush döneminin gerilim ne de Obama döneminin diplomasi yöntemleriyle kapanabildi. Nükleerleşen Kuzey Kore’nin emperyalist politikalara karşı geliştirdiği merkezkaç eğilimi, sadece nükleer silah rejimi için değil, ABD emperyalizminin egemenlik krizini derinleştirecek bir unsur olarak varlığını sürdürüyor.

DSF’den Filistin’e destek

2

7-30 Mart’ta Tunus’ta 30 bine yakın kişinin katılımıyla gerçekleşen 12. Dünya Sosyal Forumu’na Filistin damgasını vurdu. Ortadoğu’daki emperyalist politikaların, Filistin halkını İsrail barışına ve varlığına uyumlulaşmaya zorlandığı vurgusu yapılan tartışmalarda forumun bir eylem ile kapatılması kararı alındı. “Filistin ve Arap Baharı” başlıklı yürüyüşe katılan 20 binden fazla kişi, “Toprak, özgürlük, onur” sloganları atılan yürüyüşte İsrail hapishanesindekilerin tutuklu Filistinli mahpuslara yönelik işkencelere tepki gösterildi. Yürüyüşte İsrail hapishanelerinde açlık grevinde olan Samir Isawi’ye selam gönderilirken, Filistin halkının mücadelesine de destek verildiğinin altı çizildi.

Chavez’in varisine hem onay hem uyarı V

enezüella lideri Hugo Chavez’in 5 Mart’ta yaşamını yitirmesinin ardından Bolivarcı Devrimi’nin önümüzdeki dönemini belirleyecek devlet başkanlığı seçimleri gerçekleşti. Venezüella halkı 14 Nisan’daki seçimlerde Chavez’in “varisi” ilan ettiği Nicholas Maduro’yu yeni lideri olarak seçti. 19 milyona yakın kişinin sandık başı-

na gittiği seçimlerde Maduro, oyların yüzde 50,9’unu alırken, sağcı muhafazakar aday Henrique Capriles yüzde 49,1 oranında kaldı. Seçimler öncesi kamuoyu yoklamalarında Maduro’ya yüzde 5658, Capriles’e yüzde 42-44 oranları öngörüldüğünde, Capriles’in beklenenin çok üstünde oy alması, Venezüella halkının Chavez sonrası döneme bir uyarı

mesajı olarak yorumlandı. Mesajı alan Maduro da konuşmasında yolsuzlukla mücadele sözü verdi. Özellikle bürokraside yaşanan yolsuzluk olayları ve yeniden yaratılan tarım politikalarının beklenen sonuçları henüz doğurmaması da Bolivarcı Devrimi’ne yönelik eleştirilerin artmasına neden olmuştu. Öte yandan seçimleri az farkla kay-

beden Capriles, seçimde hile olduğunu ileri sürdü ve taraftarlarını isyana çağırdı. Çağrıya uyan sağcı kesimler, başkent Caracas başta olmak üzere pek çok kentte sokağa çıktı, çatışmalar yaşandı. Maduro, daha önce de karşıdevrim hamlelerini püskürttüklerini hatırlattı ve darbe girişimlerini engelleyeceklerini dile getirdi.


KENT/ ÇEVRE

6

18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

2B EYLEMLER‹ DÖRT B‹R TARAFTA

Samsun Bafra’da köylüler 5 Nisan’da çiftçi mitingi düzenlendi.

Bugün Aksu-Kepez yarın tüm 2B’ciler

‹stanbul Göktürk Mahallesi’nde yaflayan mahalleliler 9 Nisan’da Eyüp Belediyesi önünde eylem yaparak rayiç bedelleri protesto etti.

Aksu ve Kepez halkı mücadelelerini birleştirdi. Köylüler, 3 milyon kişiyi ilgilendiren 2B Yasası'na karşı sokaklara dökülenlere birleşme çağrısı yaptı MEHTAP MET‹NO⁄LU

2B

rayiç bedellerini ödeyemeyeceği için Türkiye’nin dört bir tarafında sokaklara dökülen 2B’cilerin eylemlerine her geçen gün yenisi ekleniyor. 2B eylemlerinin ilk kitlesel ve yaratıcı unsurlarını ortaya çıkaran ve Türkiye’deki diğer 2B “mağdurlarına” yol gösteren Antalyalı köylüler, 2B mücadelesinde bir adım daha attı. Antalya’nın Aksu ve Kepez halkı birbirinden kopuk olarak süren 2B mücadelelerini birlikte örgütlemek ve büyütmek için buluştu. Antalya Halkevi’nin 7 Nisan’da düzenlediği halk toplantısında bir araya gelen Aksulu köylüler ve Kepezli gecekonducular sorunlarını, mücadelelerini ve gelecek dönemde ne yapacaklarını konuştu. Halkevleri GYK üyesi ve Akdeniz temsilcisi Kutay Meriç yaptığı konuşmada, son üç aydır Kepez’de oynanan oyunları,

TOKİ’nin kentsel dönüşüm girişimini, Aksu’da süren mücadeleleri ve mücadeleler sonucunda elde edilen kazanımları anlattı. Toplantıda konuşan Aksulu bir köylü sürdürdükleri mücadelelerini anlatarak, Kepezlilere birlikte mücadele etme çağrısı yaptı. Kepezliler ve Aksulular birlikte mücadele etmenin önemi üzerine yaptıkları konuşmaların ardından 11 Nisan günü Antalya Defterdarlığı önünde kitlesel bir eylem düzenlemek üzere buluşma kararı aldı. AKSU-KEPEZ B‹RL‹KTE DAHA GÜÇLÜ Kepez halkı ve Aksu köylüleri sözleştikleri gibi 11 Nisan günü öğle saatlerinde defterdarlık önünde bir araya geldi. Defterdarlık binasını kuşatan polis, 2B'cilerin herhangi bir baskınına karşı erkenden hazırlanmıştı. Defterdarlık önünde eylemlerini yapan köylüler, burada bir halk kürsüsü oluşturdu. Aksulu-

lar adına konuşan Raziye Karabulut'un "Neden bizim gibi köylülere eziyet veriyor. Erdoğan’a şu soruyu soruyorum: Ölüm döşeğine yattığında bizimle helalleşebilecek mi?" sözleri 2B'ciler tarafından coşkuyla alkışlandı. Köylülerin ardından konuşan Kutay Meriç, taleplerinin açık ve net olduğunu söyleyerek rayiç bedelin değil, emlak beyanının esas alınması ve ödeme vadelerinin uzatılması gerektiğini belirtti. Meriç, bu talepler gerçekleşene kadar sokaklardan ayrılmayacaklarını sözlerine ekledi. Aksuluların ve Kepezlilerin birlikte hareket etme kararı almalarının ardından gerçekleştirdikleri ilk ortak eylemde tüm 2B'cilere birleşme çağrısı şöyle yapıldı: "Bugün burada Aksu ile Kepez'i birleştirdik, yarın bunun yanına Doyran'ı, Gazipaşa'yı ekleyeceğiz, Alanya'yı ekleyeceğiz. Hacımehmetliler Köyü'nü ekleyeceğiz. Buradaki sesimiz İstanbul'un Beykozundakilerin, oradaki 2B mağ-

durlarının sesiyle bir araya gelecek. Bu konu Türkiye'de 3 milyon kişiyi ilgilendiriyor, bu 3 milyon insan bir olacak, AKP'ye sesini duyuracak, hakkını alacak." B‹NLERCE 2B'C‹ SOKAKTA Aksu ve Kepez halkı, 2B mücadelesini birleştirmenin ilk adımını atarken birçok ilde 2B’ciler sokaklara dökülmeye devam etti. Antalya Alanya’da, 2B rayiç bedellerini protesto eden köylüler 5 Nisan’da bir kez daha yol kapatma eylemi yaptı. Samsun’un Bafra ilçesinde köylüler, 5 Nisan'da çiftçi mitingi düzenlendi. 2B yasası nedeniyle istenen yüksek rayiç bedelini ödeyemeyen binlerce Ümraniyeli 7 Nisan'da AKP ilçe binasına yürüdü. Muğla Köyceğiz’de köylüler, 8 Nisan'da yürüdü. Eyüp Göktürk Mahallesi halkı, 9 Nisan'da 2B arazileri için belirlenen yüksek rayiç bedellerini Eyüp Belediyesi önünde eylem yaparak protesto etti.

Mu¤la Köyce¤iz’de köylüler, 8 Nisan’da Fethiye-Mu¤la Karayolu’nu trafi¤e kapatarak yürüyüfl yapt›.

2B yasas› nedeniyle istenen yüksek rayiç bedelini ödeyemeyen binlerce Ümraniyeli 7 Nisan'da AKP ‹lçe binas›na yürüdü.

Yıldıztabya barınma hakkı için bir arada K

Artvin: Madene hay›r! Artvin’in Genya ve Cerattepe bölgesinde 20 y›ld›r devam eden maden karfl›t› mücadele, 6 Nisan’da gerçeklefltirilen mitingle tüm Artvinlileri bir araya getirdi. Rize ‹dare Mahkemesi’nin 17 fiubat’ta verdi¤i kararla, Trabzon Bölge ‹dare Mahkemesi’nin “yürütmeyi durdurma” karar›n› bozarak, bölgede maden çal›flmalar›n›n önünü açmas› üzerine miting yapma karar› alan Artvinliler 6 Nisan günü Merkez Camii önünde top-

land›. “Madene hay›r” mitinginde bir araya gelen binlerce Artvinli sokaklar› doldurdu. Yeflil Artvin Derne¤i’nin ça¤r›s›yla köy dernekleri, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri çevre örgütleri ve taraftar gruplar› “madene hay›r” demek için bir araya geldi. Köy derneklerinin yo¤un kat›l›m› miting alan›nda en çok gözlemlenen unsurlardand›. Merkez Camii önünden Artvin Meydan›’na sloganlarla yürüyen binlerce kiflinin hedefinde Özalt›n ve Cengiz ‹nflaat flirketleri vard›. Kürsüye en yafll›s›ndan en gencine birçok konuflmac› ç›kt›, sözünü söyledi. Konuflmalar›n ard›ndan Bayar fiahin, Marsis ve çeflitli yerel müzik gruplar› sahne ald›.

entsel dönüşümün ikinci büyük dalgası 6 Nisan’da İstanbul Gaziosmanpaşa’da (GOP) yapılan törenle başlatıldı. AKP mitingine dönüşen yıkım töreninde AKP’li yöneticiler söz alırken yıkımın yapılacağı GOP’lulara söz verilmedi. Yıldıztabya halkı ise 10 Nisan günü GOP’taki yıkımlarla ilgili gerçekleri konuşmak üzere bir araya geldi. Barınma hakkına sahip

çıkan Yıldıztabya halkı, GOP’taki 12 mahallede ilan edilen “afet ve riskli alan” kararının getireceği yıkımlara karşı mahalle kahvehanesinde buluştu. Mahallelilerden Süleyman Çelik yaptığı konuşmada, “65 senedir burada yaşıyoruz. Bu yalana kanmıyoruz. Belediyenin düzenlediği toplantılarda yıkım projelerini anlatmayıp geçiştiriyor, gerçekler konuşulmuyor biz

Engelsiz çevre talanı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 5 Nisan tarihli Resmi Gazete’de yeni bir yönetmelik yayımladı. Yönetmeliğe göre; nükleer santral, 3. köprü, tüm baraj ve santral projelerinde artık “çevreci” olma koşulu aranmayacak. Bu projelerin ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) raporunun kıstaslarına uyma zorunluluğu kalmayacak. Yönetmelik değişikliğinde Danıştay’ın, ÇED mevzuatına uymayan projelerle ilgi-

li durdurma ya da iptal kararlarının kapsamı daraltıldı. Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu yaptığı açıklamada, Danıştay’ın durdurma ya da iptal kararlarının devre dışı bırakıldığını vurguladı. Bozoğlu, düzenlemenin iptali için tekrar dava açtıklarını sözlerine ekledi. Söz konusu yönetmelik maddesi, çevrecilerin açtığı dava sonucu Danıştay tarafından iptal edilmişti.

bunları biliyoruz” dedi. Toplantıda GOP’ta yaşayanların başka bölgelere taşınmadan yapılacağı iddia edilen "yerinde dönüşümlere" dair verilen sözlerin inandırıcı olmadığı vurgulandı. Konuşmaların ardından mahalleliler örgütlü bir biçimde hareket etme kararı alarak ilk toplantılarına bir sonrakinde buluşmak üzere son verdi.

Çayırovalılar yıkımcı belediyeyi bastı Kocaeli'nin Çayırova İlçesi'nde, kentsel dönüşüm projesi kapsamında evlerinin yıkılıp yerine TOKİ tarafından konut yapılacağını öğrenen mahalleliler Kocaeli Büyükşehir Belediye binasının önünde tencereli tavalı eylem yaptı. Mahalleliler eylemde evlerine 50 bin TL değer biçildiğini söyleyerek bu kararın yeniden gözden geçirilmesini istedi. Ayrıca kendilerine sorulmadan, haber verilmeden evlerinin yıkılacağını öğrendiklerini belirten mahalleliler 660

imzalı itiraz dilekçesiyle Çayırova Belediyesi'ne başvurduklarını ancak belediyenin yanıt vermediğini belirtti.

Adana yıkıma karşı sokakta Adana 2000 Evler Mahallesi’nde yapılacak olan kentsel dönüşüm çalışmaları başlamadan mahalle halkı

Büyükşehir Belediyesi önünde 16 Nisan'da basın açıklaması yaptı. 6 kişiden oluşan mahalle komisyonu, yetkililerle görüştü. Mahalleliler mayıs ayının başına kadar süre istedi. Mahalleli, "Eğer bize bilgi verilmezse tekrar geleceğiz" diyerek belediye binası önünden ayrıldı. Akşam saatlerinde tekrar bir araya gelen mahalleliler toplantı yaptı. Toplantıda her siteden 2’şer kişinin katılacağı toplam 8 kişilik bir komisyon oluşturulma kararı alındı.


EĞİTİM/ SAĞLIK

7

18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

fiiddete karfl› ifl b›rakt›lar

‘Gelece¤imizle oynamay›n!’

‘Mahallemizde cemaat istemiyoruz’

Tunceli Devlet Hastanesi Acil Servisi'nde Dr. Ayşe İdil, hastaneye yakınını getiren G.A tarafından sözlü, fiziksel şiddete maruz kaldı. Sağlık çalışanları, Ayşe İdil’in şiddete uğramasını protesto etmek için 12 Nisan’da bir gün iş bırakma eylemi yaptı.

Şırnak’ın Cizre İlçesi Menderes Ortaokulu’nda yaşanan öğretmen açığı nedeni ile sınıfları kapatılıp başka sınıflara dağıtılan öğrenciler 16 Nisan’da sınıflarına geri dönmek ve eğitimlerine sınıflarında devam etmek için protesto eylemi gerçekleştirdi.

Ankara Batıkent’te Yeni Batı Mahallesi’nde, AKP’nin gerici politikalarını ve cemaati protesto etmek isteyen halk, 6 Nisan’da Başbakanlık Ahi Vakfı Okuma Hizmetleri Genel Müdürlüğü Batıkent Şubesi KültürMerkezi’nin inşaatı önünde, bir eylem yaptı.

‘BEN ‹LAÇ DED‹KÇE O PARA DED‹’

Üniversiteli Dilek Özçelik AKP’nin ikiyüzlü sağlık politikalarını bir kez daha gözlerine soktu. İlaçlarını alamayan lenf kanseri Dilek, yakasına yapıştığı Bakan’ın cebine para sıkıştırmasına karşı teşekkür etmedi “Ben dilenci değilim” dedi

Peki ilaçlar neden serbest piyasa? EVR‹M ÇAKIR

Trakya Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü 3'üncü sınıf öğrencisi Dilek Özçelik, lenf kanseri olduğunu yeni öğrenmişti. Kampüse giderken Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın kentte olduğunu gördü. Bayraktar’ın yanına ulaşan Dilek, Bakan’a kullanması gereken ilaçlara ulaşamadığını söyledi ve ilaçlarının temin edilmesini istedi. Bayraktar ise Selimiye Camii bahçesinde kameralar eşliğinde yürürken karşısına çıkan Dilek’in eline 300 lira sıkıştırarak başından savmaya çalıştı. Bayraktar “Al işte bu parayı. Başka ne yapacağım? Onları sen kendin al. Parayı al” diyerek yanından kaçar adımlarla ilerlerken “Düşürme, söyleyin cebinde çok para var düşürmesin” diye de tembihledi. Camii girişinde Bayraktar’ın namazının bitmesini bekleyen Dilek, polislerin engellemeye çalışmasına rağmen bakanın yakasına yapıştı. ‘BEN D‹LENC‹ DE⁄‹L‹M!’ Verdiği parayı, bakanın eline tutuşturan Dilek “Ben dilenci değilim sayın bakan. İnsanlık adına bir kez daha hayal kırıklığına uğradım” diyerek yanından uzaklaştı. Neye uğradığının şaşkınlığı içinde kalan Bayraktar, Dilek’in arkasından seslenmesine rağmen karşılık alamadı. Basının da yaşananlara şahitlik yaptığı anlarda Bayraktar basın emekçilerine dönerek “Ben yardım edelim dedim ama alındı gitti kızcağız” diyerek kendini aklamaya çalıştı. Dilek’in çağrısına halkın kulak vermesi Bayraktar’ı harekete geçirdi. Olayın yaşandığı günün akşamı Dilek’le görüşüp

AKP’ye yakışır bir biçimde “yardım eli uzatması” için Edirne Valisi Hasan Duruer’i görevlendirdi. AKP’yi temsil eden Vali, Dilek’le basının da çağrıldığı bir görüşme ayarladı. Vali’nin Dilek’le yaptığı görüşmenin bir kısmı sansüre uğramasına rağmen basına yansıdı. Görüşmenin neden sansüre uğradığını, vali ve Dilek arasındaki diyaloglar gösterdi. Çünkü Dilek, halkın sağlık hakkına ulaşamamasının, hakkını talep ettiğinde sahneye konan “yardımseverliğin” hesabını soruyordu. Valinin “Hastalığının tedavisi konusunda her konuda yardımcı olacağız” diyerek başladığı konuşmasını kesen Dilek, valinin hiç beklemediği bir soruyu yöneltti “Peki ya ilaçlar neden serbest piyasa?” HALKIN TALEPLER‹N‹ D‹NLEMEYEN ‹KT‹DAR NE ‹fiE YARAR? Devletin neden bu alandan elini eteğini çektiğini de soran Dilek, “Ben ve benim gibi insanlar sizler gibi mevki makam sahibi olmadığı için haliyle sizin gibi kolay ulaşamıyoruz. Her başvurduğum yerde ilaç yoktu, yok dendi. İlaç var denilen yerlerde de büyük bir hayal kırıklığına uğradım” diyerek tepki gösterdi. Dilek’in hiçbir sorusuna cevap vermeyen Vali yine aynı sözlerini tekrarladı “Biz size yardım edeceğiz.” Valinin ezberini bir kez daha bozdu Dilek ve şöyle devam etti: “Ben Bayraktar’ın orada olduğundan haberdar değildim, şans eseri orada gördüm. Ben şuna inanıyorum, devletin başındaki insanların orada olmalarının sebebi Türkiye vatandaşının, tüm bireylerin ihtiyaçlarına cevap verebilmeleri, o yüzden orada bulunduklarını sanıyordum.”

“Türban takana bir güzellik yapılır” Liseli Genç Umut’un araflt›rmas›na göre, Ba¤c›lar Lisesi ve Bahçelievler Füsun Yönder Anadolu Lisesi’nde K›l›k K›yafet Yönetmeli¤i fiilen uygulamaya kondu. Bahçelievler’de ö¤retmenlerin ve ö¤rencilerin okula türban›yla gelmesine karfl› ö¤renciler idare ile görüfltü. Uygulaman›n hukuki bir dayana¤› olmad›¤›n› dile getiren ö¤rencile-

re, idarenin yan›t› “bizim sorumlulu¤umuzda, biz izin veriyoruz” oldu. Ba¤c›lar Lisesi’nde ise okula türbanla gelmeye bafllayan ö¤retmenler, k›sa zamanda ö¤rencilerin de okula türban takarak gelmesini sa¤lad›. Okulun din dersi ö¤retmeni, ö¤rencilere türban takmalar› durumunda notlara iliflkin bir “güzellik” yapaca¤›n› söyledi.

KANSER DE ERKEN TEfiH‹S BÖYLE KONUR MU? Kendisiyle görüşmüş olmalarının ne kadar büyük bir “lütuf” olduğunu Vali “İşte bakın vali yanında oturuyorsunuz” sözleriyle belirtiyordu. Dilek ise valinin söylediklerine rağmen kendi derdini anlatmaya devam ediyordu: “Sadece kendisinin bir iki dakika beni dinlemesini arzu ettim. Tabi ki ben ilaç deyince o para dedi. Ben ilaç dedikçe o para!” “Her yerde bir dayınız olacak” diyen Dilek, ilaç dışında da hastanede yaşanan sorunları kendi gözüyle anlattı: "Bu süreç gerçekten benim için çok zor. Hastanede biyopsi sonucu 1 ay sonra çıkıyor. MR çektirmek için 1 ay sonraya randevu veriyorlar. Bir ay sonra da onun sonuçları çıkıyor. Gerçekten kanser çok zor bir hastalık. Kanserde erken teşhis önemli diyorlar. Sizce kanserde erken teşhis böyle konur mu? AKP’N‹N DERD‹ TASARRUF, HALKINSA SA⁄LIK Dilek’in ve tüm hastaların yaşadığı soruna gazetemizin bir önceki sayısında da dikkat çekmiştik. SGK ve ilaç firmaları arasındaki kavganın yarattığı mağduriyeti yaşayanlardan sadece biriydi Dilek. Ancak Dilek, tüm halkın öfkesini dile getirdi. SGK ve ilaç firmaları arasında büyüyen kavga, SGK’nin sağlık harcamalarında tasarrufa gitmesi üzerine ortaya çıktı. SGK’nin, ilaç firmalarından daha düşük fiyata ilaç alma talebi neticesinde firmalar maliyetlerini karşılamadığını söyledi ve bunun üzerine Türkiye’ye ilaç satmadı. Bu da düzenli ilaç kullanılması gereken kanser,

kalp gibi önemli hastalıklarda bazı ilaçların piyasada bulunamamasına ve bu ilaçları kullanması gereken hastaların tedavilerinin aksamasına neden oldu. D‹LEK’‹N ‹SYANINDA KISM‹ KAZANIM Dilek’in ilaçlarından ‘Blemicin’ 15 Nisan’da Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından geri ödeme listesine alındı. Geri ödeme listesine alınan ilaçlar eczanelerden parasız temin edilebiliyor. Hayati önem

taşıyan kanser ilaçlarından ‘Dekarbazin’ ise temininde yaşanan güçlük nedeniyle Türk Eczacıları Birliği (TEB) tarafından yurtdışından getirilmeye devam ediyor. Ancak bu ilaçların eczanelerden temin ediliyor olması, eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir sağlık hakkı tanınmadığı için sorunu çözmüyor. Halk aldığı yada almak istediği sağlık hizmetinin karşılığında devletin dayattığı zorunlu ödemeleri yapmak mecburiyetinde bırakılıyor.

AKP'nin 'muhteşem' sağlık politikası Dilek’in binlerce kanser hastas› ad›na bakan›n yakas›na yap›flarak isyan ediflindendaha bir ay önce Tayyip Erdo¤an kendi sa¤l›k politikalar›n›n dünyada hayranl›k yaratt›¤›yla övünüyordu. Baflbakan, 1 fiubat’ta Sa¤l›k Bakanl›¤›’n›n kara ambulans›, Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri (UMKE) arac› ve ambulans botlardan oluflan 486 araçl›k filonun, hizmete al›m törenine kat›ld›. Sa¤l›k hizmetleri alan›nda son 10 y›lda çok büyük ilerleme kaydedildi¤inin üzerine basa basa söyleyen Erdo¤an, "Türkiye 10 y›lda sa¤l›k alan›nda öyle bir at›l›m gerçeklefltirdi ki, inan›n dünya bu at›l›m› hayranl›kla, g›ptayla izliyor ve Türkiye'yi örnek al›yor. Bundan 10 y›l öncesine kadar insanlar hastal›¤›n ›zd›rab›n› çek-

tikleri kadar, sa¤l›k hizmetlerinin, hastanenin ›zd›rab›n› çekiyorlard›'' dedi. Erdo¤an sunumunda iktidara gelmeden önce sa¤l›k alan›nda yaflanan sorunu sadece ‘ulaflt›rmaya’ indirgedi. “Hasta binbir zorlukla soka¤a indiriliyor, otobüsle, dolmuflla, bulunabilirse, para varsa taksiyle karga tulumba hastaneye gidiliyordu” diyen Erdo¤an, sa¤l›k alan›ndaki sorunu çözmüfltü. Hastalar art›k ambulansla hastaneye götürülüyordu. Gerisi teferruatt›!

İmam hatipe karşı isyan büyüyor İ

mam hatibe dönüştürülmek istenen İstanbul Fatih’te bulunan Gazi İlköğretim Okulu velileri, öğretmenleri, öğrencileri aylardır olduğu gibi yine eylemdeydi. Çocuklarını okula göndermeyerek boykot yapan veliler, okulun yarısından fazlasının boş kalmasını sağladı. 12 Nisan’da Gazi İlköğretim Okulu önünde bir araya gelen veliler, öğretmenler ve öğrencilere, Gültepe İlkokulu velileri, Eğitim-Sen ve CHP Fatih İlçe Yönetiminin yanı sıra okulun karşısındaki evlerden de eyleme alkışlarla destek verildi. Okul önünde sık sık “Susma ses çıkar okuluna sahip çık”, “Gazi bizimdir bizim kalacak” sloganları atıldı. Eylemde veliler adına bir

Okullarının imam hatibe dönüştürülmek istenmesine karşı mücadele eden velilerin, öğretmenlerin ve öğrencilerin mücadelesi sürüyor.

açıklama yapan Okul Aile Birliği Başkan Yardımcısı Şafak Turan, Gazi İlköğretim Okulu olarak isyanda olduklarını belirtti. Turan okullarını dönüştürmeyi planlayanlara seslenerek şunları söyledi: “Gazi İlköğretim Okulu’nun dönüştürülmesi konusunda ısrarcı olanlar şunu çok iyi bilsinler ki çocuklarımızın

geleceği için isyanımız ve kararlılığımız her geçen gün artıyor.” DÖNÜfiÜME KARfiI BURSA SES VERD‹ Okullarının İmam Hatip Lisesi’ne dönüştürülmemesi için imza stantları açıp, birçok imza toplayan Bursa Fatih Lisesi velileri ve öğrencileri 13 Nisan’da eylem

yaptı. Eyleme Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi ve Liseli Genç Umut da katılarak destek verdi. Fatih Lisesi önünde bir araya gelen veliler ve öğrenciler okullarının İmam Hatip Lisesi yerine Anadolu Lisesi’ne dönüştürülmesini talep etti. Basın açıklamasını okuyan Okul Öğrenci Temsilcisi Hülya Köseoğlu, 2013-2014 yılında tüm genel liselerin Anadolu ve Meslek

Liselerine dönüştürülmesiyle bölgede hiç Anadolu Lisesi’nin kalmayacağını ve öğrencilerin çok uzak okullara gitmek zorunda kalacağını belirtti. Köseoğlu “Okulumuzun İmam Hatip’e dönüştürülmesi yerine, veliler ve öğrenciler olarak Anadolu Lisesi’ne dönüştürülmesini talep ediyoruz” diyerek basın açıklamasını sonlandırdı.


8

EMEK 18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

Deniz bitti, haydi 1 May›s’a epimiz için bitti. Hem emek için hem sermaye için. Artık bundan sonrası dişe diş mücadeleden ibarettir. Hükümet güvencesiz çalıştırmaya ilişkin yeni yasa çalışmasını açıkladı. Varsın, kapitalist ulusalcılarla kapitalist İslamcılar birbirleriyle TC yarışmasına girsin emekçiler düzenin adını çoktan koydular: T.C. TAŞERON CUMHURİYETİ! Sermaye sınıfı ve onun gözde iktidarı AKP rejimi emekçileri yüzde yüz güvencesiz çalıştırmak için son adımlarını büyük bir pervasızlıkla atıyorlar, geriye dönüşü olmayan bir yola girdiler. Artık sonuna kadar emeği güvencesiz bırakacak, köleleştirecek bir rejimi kurmak zorundalar, ancak böyle sömürü oranlarını yüksek tutabilirler, rejimi güvenceye alabilirler. Emekçiler için de öyle… İtiraf edelim ki biraz geç uyandık. 10 yıla yakın bir süredir bu mücadeleyi sürdürenler, güvencesiz Tufan çalışmayı, taşeronlaşmayı Sertlek sendikaların gözüne sokDev Sa¤l›k-‹fl maya çalışıyordu ama Yönetim Kurulu olmadı… Sendikal mücadelenin yapamadığını sermaye yaptı ve artık kıpırdayamayan sendikal hareket her yerde taşerona ve güvencesizliğe karşı bayrak açmak zorunda kaldı. Kuşkusuz bu ayağa kalkışın ne kadarı işçilerin gazını almaya, ne kadarı yeni bir sınıf savaşına hazırlığa yarayacak bugünden belli değil. Ancak ne olursa olsun bu uyanış son derecek kıymetlidir… AKP rejimi taşeronlaşmayı ve özellikle kiralık işçi rejimini iş bulma imkanlarını genişleten, herkesin kabiliyetine göre iş bulabileceği vs. palavralarıyla allayıp pullayıp millete yedirmeye çalışacaktır. 1990’lı yıllarda ilk özelleştirme saldırısı başladığında ideolojik hegemonyanın ne kadar önemli olduğu gördük. Ağzına mikrofon tutulan vatandaşların büyük çoğunluğu Özal rejiminin yalanlarını papağan gibi tekrarlıyordu. Artık buna inanmak için bir neden yok. Havayı döndürmek mümkün, emekçiler taşeronlaştırmanın ülkenin sosyal adalet dengesini nasıl büyük bir hızla altüst edeceğini, topyekün nasıl mutsuz insanlar cumhuriyetine dönüşebileceğimizi gayet iyi anlatabilir. Hava buna müsait, bunu görmek gerek. AKP rejiminin yüzde 50 oyla desteklenmesinin bu mücadelenin önünde hiçbir anlam ifade etmediğini bilmemiz gerek. Aksine yüzde 50’yi yüzde 40’a indirecek en güçlü yumruğun buradan geleceğini bilerek bunu yapmak gerek. Tek bir koşulla ama… Meseleyi basit bir ücret meselesi, işçilerin “mağduriyeti” meselesi gibi algılayıp topluma öyle sunarsak hiç şansımızın olmadığını bilelim. İşçiler taşeronlaşmanın “mağduru” değildir, “muhatabı”dır… Bunu bilelim ve mağdur edebiyatı yapmayalım. Bu bir sosyal adalet mücadelesidir. Sermaye ve emek arasında cereyan eden birkaç yüzyıllık mücadelenin devamıdır… Bunu topluma bu netlik ve kararlılıkla ifade edelim… İstatistikler öyle gösteriyor ki, 50 milyon civarında insan bu ülkede ücretli emeğin satılmasıyla yaşamını sürdürebiliyor. Bir başka deyişle 16 milyon civarında emekçi emek gücünü satarak ailesini geçindiriyor. Bu sayıyı önemseyelim. Bir yerden baktığınızda “kuru kalabalık” görebilirsiniz ama doğru yerden bakmayı becerebilirseniz bu kuru kalabalığın “yıkıcı güç” haline nasıl dönüşebileceğini de görebilirsiniz. 1516 Haziran ve Zonguldak yürüyüşünü sakın unutmayın… Yarım kaldıkları için yenildikleri doğrudur ama bir de uygun koşullarda doğru bir sınıf önderliğiyle tamamlandığını düşünün… İşte bu nedenle 1 Mayıs, Taşeron Cumhuriyeti’ne karşı emekçi seferberliğinin ilan edildiği gün olmalıdır. Çoluğumuzla çocuğumuzla bu ahlaksız, soysuz sömürü düzeni kapitalizmi yerin yedi kat dibine gömmeye yemin ettiğimiz gün olmalıdır 1 Mayıs 2013. Şimdi seferberlik zamanı, mücadelemiz, bayramımız kutlu olsun!

H

2 milyonluk dev uyanıyor Römork kasalarından yollara savrulan gittiklerı kentlerde ırkçı saldırıların hedefi olan ve devletin güvenlik sorunu olarak gördüğü mevsimlik tarım işçileri örgütlenme yolunda ALP TEK‹N BABAÇ

‹fi MEVS‹ML‹K SORUN YAPISAL Mevsimlik tarım işçiliği, 1990’dan sonra büyük bir artış gösterdi. Kirli savaş sürecinde yakılan ve boşaltılan 3 bine yakın köyün barındırdığı 2 milyona yakın nüfus ilk olarak yakınlarında bulunan Kürt illerine göçtü. Bu kentlerdeki hizmet ve sanayi sektörünün bu nüfusu barındırmaya yetmemesi nede-

niyle birçok kişi büyük kentlere göç ederken Kürt illerinde kalanların büyük kısmı da gezici mevsimlik tarım işçiliğine başladı. Bu işçiler Mersin’de iki hafta boyunca seralarda portakal, limon toplayıp sonra Aydın’da tütün, Balıkesir’de çilek, Adapazarı’nda ve Ordu’da fındık, Yozgat’ta nohut topluyor. Yüzde 90’ı Kürt olan işçiler fındık toplamak için gittikleri Karadeniz Bölgesi’nde günlüğü 25 liraya, kadınlar üçte iki ücrete, çocuklar da yarım ücrete çalıştırılıyor. Kadın işçiler tuvaletin dahi olmadığı çadırlarda beslenme, temizlik gibi işleri de yapıyor. Türkiye’de ölü doğum oranı binde 3’ken mevsimlik tarım işçilerinde bu oran yüzde 16 civarında. Çadırların kurulduğu bölgelerde beslenme olanaklarına erişim uzak olduğundan bölgedeki doğal sebze ve meyveleri yiyerek beslenen işçiler çoğunlukla yerli mülk sahipleri tarafından hırsız muamelesi görüyor. Çadırların kurulduğu alanlarda büyük sağlık sorunları yaşanıyor, hastalanan işçiler anadilde sağlık hizmeti olmadığı için iyileşemiyor. Çok çocuklu ailelerin çalıştığı bu işte, işçilerle toprak sahiplerinin arasındaki ilişki Dayıbaşları tarafından sağlanıyor. Toprak sahibiyle işçileri en az

Taksim İlkyardım’da taşeron skandalı Tafleron çal›flt›rma yine bir skandala yol açt›. Taksim E¤itim ve Araflt›rma (‹lkyard›m) Hastanesi’nde çal›flan temizlik iflçilerinin ba¤l› oldu¤u tafleron flirket ihale süresi dolunca hastaneden ayr›l›rken iflçilerin üniformalar›n› da yan›nda götürdü. Yedek üniformas› olmayan iflçiler üniformas›z çal›flt›r›l›yor. Taksim ‹lkyard›m’da tafleron flirket ile hastane yönetimi aras›ndaki ihalenin süresi dolduktan sonra tafleron flirket hastaneden ayr›ld›. Hastaneden ayr›lan flirket üniformalar›n› da

Müdürlere yumurta Nakliyat İş üyesi Yurtiçi Kargo işçileri 4 Nisan günü 17 farklı şubeye giden aktarma araçlarının önünü kesti. İşçiler aktarma merkezinde şube müdürleri toplantı yaptığı sırada toplantının olduğu binayı yumurtaladı. Yurtiçi Kargo Trakya Bölge Müdürü Öcal Gündüz'ün

Mevsimlik işçilerin talepleri

M

evsimlik tarım işçileri örgütlenme yolunda ilk büyük adımını attı. Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) 6-7 Nisan tarihinde Urfa Viranşehir’de düzenlediği Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nda akademisyenler, DTK yöneticileri, sendikacılar ve mevsimlik tarım işçileri bir araya geldi. DTK Emek Göç ve Yoksulluk Komisyonu tarafından Kürt illerinde aylardır gerçekleştirilen araştırmalar ve çalışmalar sonucunda mevsimlik işçilerin seçtiği Şırnak, Adıyaman, Diyarbakır, Batman, Siirt, Urfa ve Mardin’den gelen 100’den fazla mevsimlik tarım işçisi delegesi buluştu. Kamyon kasalarından yollara savrulduğunda ya da çalışmak için gittikleri kentlerde ırkçı saldırılara ve linç girişimlerine maruz kaldıklarında haber olan mevsimlik tarım işçileri sorunlarını ve taleplerini aktardı. Salondakiler, insanlık dışı çalışma ve yaşama koşullarını aktaran işçileri gözyaşlarıyla dinledi. Diyarbakır’dan katılan mevsimlik tarım işçisi Semiha Sürer’in anlattıkları birçok şeyi özetliyor: “Ahır gibi yerlerde kalıyoruz, tuvalet yok. Çocuklarımızı o çadırlarda doğuruyoruz ve bazıları ölüyor. Ölülerimizi ormana gömüp çalışmaya devam ediyoruz. İş bitince bahaneler uydurarak ücretlerimizi ödemiyorlar. Çocuklarım fındık görmeye tahammül edemiyor, televizyonda reklamı çıkınca bile kapatıyoruz.”

talimatıyla direniş alanına gelen polisler ifadelerini alma bahanesiyle işçileri gözaltına almak istedi. Avukatlarıyla beraber 8 Nisan günü ifade vermeye gideceklerini söyleyen işçilere polis saldırdı. Uzun bir direnişin ardından gözaltına alınan 5 işçi geç saatlerde serbest bırakıldı.

beraberinde götürdü. Hastanede yeterli yedek üniforma olmamas› nedeniyle temizlik iflçileri “serbest k›yafetle” ifllerini sürdürüyor. ‹flçilerin ameliyathane, acil servis gibi bölümlerde serbest k›yafetle çal›flmas› sa¤l›k aç›s›ndan büyük riskler tafl›yor. Hastane yönetimi, tafleron flirketin ayr›lmas›ndan sonra yeni bir tafleron firma ile 4 günlük ihale yapm›fl, iflçiler bu ihaleyi 1 Nisan günü bir gün süreyle ifl b›rakma eylemi yaparak protesto etmiflti.

fiyata çalıştırma üzerinden pazarlık yapan dayıbaşları işçilerin alacakları o paranın bir kısmına da el koyuyor. Neoliberal tarım politikaları nedeniyle ihracata yönelik üretimin başlamasının ardından özellikle ihraç ürünlerin toplanmasında çalıştırılan gezici mevsimlik tarım işçileri tuvaleti dahi olmayan alanlarda kurulan çadırlarda barınmak zorunda kalıyor. Çoğu dere veya bataklık yakınlarında bulunan bu alanların barınak olarak kullandırılması işçilerin emeğin yeniden üretim maliyeti de çok ucuza getirilmiş oluyor. Devlet ise mevsimlik tarım işçilerini görmüyor. Mevsimlik tarım işçileri, İş Kanunu, SSGSS Kanunu, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu gibi işçileri ilgilendiren yasaların kapsamı dışında tutuluyor. Mevsimlik işçiler için hazırlanan tek yasal düzenleme 2010 yılında yayımlanan Başbakanlık Yönergesi. Bu yönergede de mevsimlik tarım işçileri bir “güvenlik sorunu” olarak tanımlanıyor, işçilerin önemli sorunlarının çözülmesi temenni şeklinde ifade ediliyor. ‹LK HEDEF ÖRGÜTLENME Kurultayın ikinci gününde iş-

çilerin belirttiği talepler doğrultusunda bir mücadele programı oluşturuldu. Bu program, kurultayın sonuç bildirgesinde açıklandı. İlk hedef olarak Kürt illerinde Mevsimlik Tarım İşçileri Dernekleri kurmayı ve bu dernekleri bir çatı altında toplamayı önüne koyan Kurultay, bunun için Urfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Siirt ve Şırnak’ta örgütlenme girişim komitelerini oluşturdu. Örgütlenmenin tüm kademelerinde yüzde 40 kadın kotası uygulamayı karar altına alan kurultay, bir sonraki kurultayı, kurdukları dernekler tarafından Aralık 2013’te düzenleme kararı aldı. Kurultayda, Kürt illeri dışında mevsimlik tarım işinin yapıldığı kentlerde de emek ve demokrasi güçleriyle birlikte komisyonlar oluşturulması kararının yanı sıra tüm mevsimlik işçilerin ekonomik ve demokratik haklarını koruyacak bir sendika kurulması için çalışma başlatılması kararı alındı. Mücadelelerinin Kürt sorunun çözümü için önemli bir katkı sunacağına işaret eden kurultay, ‘Barış ve Çözüm Sürecini’ destekleme kararı alırken mevsimlik işçilerin bulundukları her kentte 1 Mayıs’lara katılma kararı da aldı.

Mevsimlik ve gezici iflçili¤in koflullar› ortadan kald›r›lmal›. Mevsimlik tar›m iflçilerinin temel haklardan yararlanmalar›n› sa¤layacak yasal düzenleme yap›lmal›. Mevsimlik tar›m iflçilerine yönelik d›fllama, afla¤›lama ve fliddet politikalar› durdurulmal›, çal›flt›klar› yerlerde yurttafll›k haklar›ndan yararlanabilmeleri için gereken idari ve toplumsal tedbirler al›nmal›d›r. Çocuklar›n mevsimlik tar›m iflçisi olarak çal›flt›r›lmas›n›n önüne geçilmeli, iflçi çocuklar›n›n e¤itim koflullar› sa¤lanmal›, sa¤l›klar›n›n korunmas› ve bak›mlar› için kamusal destek oluflturulmal›. Kad›n mevsimlik tar›m iflçilerinin üzerlerindeki çocuk bak›m› ve ev iflleri yükü kald›r›lmal›, sa¤l›k sorunlar›n›n çözümü için özel bir sa¤l›k politikas› uygulanmal›. Mevsimlik tar›m iflçileri için insan onuruna uygun, güvenli ve paras›z ulafl›m düzeni oluflturulmal›. Mevsimlik tar›m iflçileri için ça¤dafl yaflama uygun, sa¤l›kl› ve sosyalleflme imkan› sa¤layan bar›nma alanlar› oluflturulmal›. ‹flçilerin ücret ve çal›flma koflullar›, devlet, iflveren ve iflçi temsilcilerinin kat›ld›¤› müzakerelerle saptanmal›; belirlenen ücret ve çal›flma koflullar› iflçi örgütleri taraf›ndan denetlenmeli. Mevsimlik tar›m iflçilerinin sa¤l›kl› yaflama hakk› güvence alt›na al›nmal›.

Belediye işçileri taşerona karşı eylemde

İ

zmir Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) işten çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya olan Genel-İş üyesi 650 belediye işçisinin eylemleri sürüyor. İşçilerin talebi taşeron sisteminin kaldırılması. Genel-İş üyeleri 13 Nisan günü hem İBB önünde hem de TBMM önünde eylem yaptı. İBB’nin "Halk Girişi" kapısı önüne gelen bin Genel-İş üyesi burada “Taşerona geçit vermeyeceğiz” dedi. Bir grup işçi Halk Kapısı önünde birbirlerini zincirlerken diğer işçiler de kol kola girerek belediyenin etrafında zincir oluşturdu. İzmir’de belediyeye taşeron şirket sokmayacaklarını belirten işçiler 18 Nisan günü taşeron sistemine karşı binlerce kişinin katılacağı büyük bir miting yapacaklarını duyurdu. TBMM önünde de aynı gün bir basın açıklaması yapan işçiler sorunun TBMM’nin sorunu olduğunu vurguladı ve taşeron sisteminin kaldırılmasını talep etti. Genel-İş yöneticileri mecliste grubu olan partilerin grup başkanlarıyla görüştükten sonra eylemlerini sonlandırdı. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İZELMAN yerine bir başka taşeron şirketle anlaşması sonucu İZELMAN’da çalışan 650 işçi işten çıkarılma tehlikesiyle karşı karlıya kaldı. İBB Başkanı Aziz Kocaoğlu “yasal olarak başka yol kalmadı” diyerek taşeron

şirketlerle çalışmak durumunda kaldıklarını söyledi. İBB, taşeron şirket çalıştırmama kararı almış ve taşeron şirketlerdeki işçileri belediye bünyesindeki şirketlere geçirmişti. Bu işçilere asgari ücretin biraz üzerinde maaş veren ve bazı izin haklarını kullandıran İBB bu sistemi “Taşeronu sildik” diye duyurmuştu.

Enerji-Sen büyüyor

Daiyang grevi bitti

Bursa Orhaneli Termik Santrali işçileri, üyesi oldukları Tes-iş sendikasından istifa ederek DİSK Enerji-Sen'e geçiş yapıyorlar. Orhaneli yerel gazetesi Dağses’in “Termik santralinde sendika devrimi” başlığı ile verdiği habere göre işçiler, özelleştirme ve işçi hakları konusunda pasif kaldığı için Tes-İş sendikasına tepkililer.

Tekirdağ Çorlu’daki DaiyangSK fabrikasında Birleşik Metalİş üyesi işçilerin 14 Kasım’da başlattığı grev 11 Nisan günü toplu iş sözleşmesi imzalanarak sona erdi. 70 liralık sosyal paket, yüzde 8 maaş zammı, 800 lira geriye dönük alacak ve birer ikramiye konularında uzlaşma sağlandı. Sözleşmeye göre karşılıklı açılan davalar geriye çekilecek. Bir ay içinde fabrikayı kapatma kararı alan DaiyangSK, işçilerin 1 aylık ücret ve sigortasını yatıracak, bir ayın sonunda işçilerin kıdem ve ihbar tazminatları dahil tüm alacaklarını ödeyecek. Daha önce işten çıkarılan 9 işçinin işe iadesi reddedilirken bu 9 işçiye kıdem ve ihbar tazminatları ödendi, ancak

Enerji -Sen’in ilk üyelerinden Mehmet DAYAN yaptığı açıklamada "Orhaneli Termik Santralında artık EnerjiSen’de var. Sendikamıza katılımlar devam ediyor. Emek ve emekçinin yanında olan ve her platformda haklarını savunan Enerji–Sen büyümeye devam ediyor. Üreten biziz yöneten de biz olacağız” dedi.

bu 9 işçi grevde geçen sürenin parasını alamadı.


9

SERMAYE 18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

Bankalardan ABD ambargosu

Bayraktar’dan Tonya’ya tehdit

Uçurum kenarında Zorlu bir durum

Y

T

E

apı Kredi (YKB) ile Garanti Bankaları İranlı müşterilerini arayıp paralarını 17 Nisan'a kadar çekmelerini, aksi takdirde hesaplarına el konacağını söyledi. YKB konuya dair “Tüm bankalar, uluslararası ambargolara uyum sağlamakla mükelleftir” dedi.

onya'da çimento fabrikasına karşı çıkan halkı tehdit eden Çevre Bakanı Bayraktar “Eğer benim önüme bundan sonra Tonya ile ilgili bir evrak gelirse imzalamayacağım. Tonyalı kardeşlerimiz o karşı çıkanları absorbe, elimine etmeliydi” dedi

Bunlara işçi tokatı lazım Patronlar işçilerin emek gücünü istedikleri gibi kullanıp atmak isterken direnişler başlarına bela olmaya başladı. Bu yüzden “işten çıkarma stratejileri”ni geliştiriyorlar UMAR KARATEPE

S

on dönemlerde işten çıkarılan işçilerin direnişleri, patronları çeşitli arayışlara itiyor. Pakmaya işçileri, Yurtiçi Kargo işçileri, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Farabi işçileri ve nihayet Koç Üniversitesi işçileri gibi çok sayıda direniş örneği patronlarının canını çok sıktı. İşyerlerinin kapıları, çatıları direniş alanlarına döndü. “Marka değerlerinin düşmesi”, üretimin durması ve yargı kararları nedeniyle patronların başı çok ağrıdı. Türkiye’de büyüme oranları hızla düşerken ve 2013 için iyi sinyaller alınamıyorken işten çıkarmaların artması çok yakın bir olasılık. Bu olasılığı ve işçilerin patronların başını nasıl ağrıtabildiğini gören “girişimci” bir firma bu konuyu karlı bir ticari faaliyetin konusu haline getirmeye kalktı ama o da başına iş aldı. Sendika.Org’un yaptığı haber sonrası büyüyen tepkiler, patronlara “İşten Çıkarma Stratejileri” başlıklı bir eğitim hizmeti satan ve bu eğitim için kişi başı 650 lira isteyen firmanın işine çomak

soktu. Akşam gazetesinden Nihal Kemaloğlu’nun ifadeleriyle “İşyerinizin logo ve kapısı kirlenmeden gayet maliyetsiz adam atılır” konsepti ile düzenlenen konferansı ilk olarak haber yapan Sendika.Org, Çalışma Bakanlığı bürokratlarının

konuşmacı olmasına dikkat çekti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürü Ali Kemal Soylu ve SGK İstanbul İl Müdür Yardımcısı Ersin Umdu’nun toplantıdaki varlıkları büyük tepki uyandırdı. Kağıt üzerindeki görevi “İstihdamı ve tam

çalışmayı sağlayacak, çalışanların hayat seviyesini yükseltecek tedbirleri almak” olan Çalışma Bakanlığı’nın bu toplantıya katılımı üzerine eylem çağrıları yükseldi. EYLEM‹N LAFI YETT‹ İlk olarak Dev Sağlık İş Genel Başkanı Arzu

Eğitim ve danışmanlık şirketleri ne iş yapar İ

şten Çıkarma Stratejileri Konferansı’nı düzenleyen Boğaziçi Eğitim ve Danışmanlık isimli şirket, hızla büyüyen bir sektörün temsilcilerinden biri. “Yönetim Danışmanlığı” adı verilen sektör Türkiye’de son 20 yılda gelişmeye başladı ve bu alandaki firmaların yüzde 94’ü bu süre zarfında kuruldu ve sektörün yıllık büyüme hızı yüzde 25’e ulaştı. Yönetim danışmanlığının tarihi ise 18’inci yüzyıla, Britanya’daki sanayi devrimine kadar uzanıyor. Modern fabrika düzeninin ortaya çıkışının ardından sermaye sahiplerinin işçi sınıfına karşı stratejilerinin oluşturma sürecine dayanıyor. İşçilerin verimli-

liğinin artırılması, niteliksizleştirilen emeğin bir montaj hattına mahkum edilmesi, işgücü maliyetlerinin düşürülmesi için arayışlar çeşitli yönetim prensiplerinin gelişmesine neden oluyor. ABD’li mühendis F.W. Taylor’un öncülüğünde gelişen “bilimsel yönetim” ilkeleri endüstri mühendisliğinin ve de yönetim danışmanlığı sektörünün temelini oluşturuyor. DEVLET DESTE⁄‹ ‹STEM‹fiLERD‹ Türkiye’de ise bu sektör daha çok yeni. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Verimlilik Genel Müdürlüğü 5 Aralık 2012’de “Yönetim Danışmanlığı Sektörü Çalıştayı” düzenle-

di. Bakanlık bürokrasisinin ve bu alandaki firmaların yanı sıra STK’ların ve üniversitelerin de katıldığı Çalıştay’da sektörün ihtiyaçları tespit edildi. Devletin bu alanda çalışan firmalara destek ve teşvik sunması en fazla dile getirilen taleplerdendi. Danışmanlık ve eğitim hizmetlerinin TÜBİTAK, TSE ve üniversiteler başta olmak üzere çeşitli kamu kurumları tarafından da veriliyor olmasının özel sektör için dezavantaj yarattığı ve bunun azaltılması, Çalıştay’ın sonuç raporuna giren vurgulardandı. Çalıştay’da bu sektörün Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği bünyesinde bir sektör meclisinin olmamasının da eksikliğine değinildi.

?

Borç gırtlağa dayandı

Faiz kavgası sürüyor

B

E

konomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın faizleri indirmesi konusunda sürekli olarak çağrı yaptığı Merkez Bankası, Tayyip Erdoğan'dan gelen “talimat”a uydu. Borsa İstanbul’un açılışında, yüzde 6 faiz oranını yüksek bulduğunu belirten Erdoğan faizleri düşüreceklerini söylemişti. Bu açıklamanın hemen ardından “bağımsız” Merkez Bankası faizi yarım puan indirdi. Ancak bu kararlarla finans dışı sermaye kesimleri için sorun çözülmüş değil. Bakan Çağlayan ve Başbakan Erdoğan bu kesimlerin

Çerkezoğlu DİSK Genel Kurulu’nda Genel Sekreter adayı olarak yaptığı konuşmasında 27 Nisan’da Sheraton Oteli’nde düzenlenmesi planlanan bu etkinliğe karşı eylem çağrısı yaptı. Peşinden Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği etkinliği orada olacaklarını duyurdu. TMMOB Ankara İKK emek ve demokrasi güçlerini protestoya çağırdı. CHP Milletvekili Süleyman Çelebi de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in yanıltması istemiyle bir soru önergesi verdi. Sonuç olarak “İşten Çıkarma Stratejileri” toplantısının önce başlığı değişti ve “İnsan Kaynakları Yönetiminde İş İlişkilerinin Sonlanması – Fesih” olarak daha yenilir yutulur bir hale sokuldu. Çalışma Genel Müdürü Sayın, isminin bilgisi olmadan yazıldığını açıklayarak konferansa katılmayacağını bildirdi ve bir süre sonra SGK İstanbul İl Müdür Yardımcısı da programdan çıkarıldı. Emeğin direnişine karşı önlemlerin konuşulacağı bir toplantı, emeğin eylem çağrısıyla marjinalleştirildi.

düşük faizle kredi kullanabilmeleri için baskı oluştursalar da faizlerin düşmesi aynı kesimler için başka riskleri doğuruyor. Düşük faiz geliri kazandıran liradan kaçışlar olması halinde döviz kurları hızla yükselebilir. Bu durum ağır borç yükü altındaki sermaye kesimleri için tam bir yıkım olur.

aşbakan Tayyip Erdoğan sık sık IMF’ye olan borçların bittiğini söyleyerek hava atıyor ancak Türkiye’nin borç yükü her gün hızla artıyor. Finansal kesim dışındaki firmaların döviz cinsinden borçlarının Ocak ayı sonu itibarı ile 232.2 milyar dolara yükseldiği açıklandı. Firmaların döviz cinsinden varlıkları göz önüne alındığında net döviz pozisyonu açığı, 142.4 milyar dolara çıktı. Benzeri bir artış olması halinde bu açığın yıl sonunda 165 milyar dolara yaklaşması bekleniyor. AKP’nin iktidarının birinci yılı olan 2003’te borçlar 50 milyar dolar, net döviz pozisyonu açığı ise 18 milyar dolar idi. Böylece

AKP’li 9 yılda borç 4.5 kat, açık ise 9 kat arttı. Özel sektör borçlarının yüzde 90’a yakın bir bölümünü ise bankalara olan kredi borçları oluşturuyor. Sadece özel sektörün değil kamunun da borcu giderek artıyor. IMF’ye olan borçların sıfırlanmasıyla övünen Erdoğan Dünya Bankası’na ve özel bankalara olan 120 milyar dolarlık döviz borcunu ağzına bile almıyor. Bu kadar yüklü bir döviz borcu, çok büyük bir “kur riski” anlamına geliyor. Dövizin değerinin yükselmesi halinde borçların katlanacak olması asıl finans dışı kesimleri tedirgin ediyor.

konomide büyük devler sarsılmaya devam ediyor. AKP döneminde hızla yükselen Zorlu Grubu’na bağlı Vestel Elektronik, 2012 yılı son çeyreğinde 78,4 milyon TL net zarar ettiğini açıkladı. Geçen yıl da zarar eden şirketin zararı yüzde 74 arttı.

Biz Thatcher’› iyi bilmezdik... eşhur bir lafımız vardır: "Ölünün arkasından konuşulmaz". Eğer ölen kişi İngiliz emekçi sınıfının ve hatta rol modelliğiyle dünya emekçi sınıflarının üzerine kabus gibi çökmüşse ve iktidarda kaldığı 11 yıl boyunca uyguladığı neoliberal politikalar hala emekçi sınıfların yaşamlarını derinden etkiliyorsa o ölünün ardından bir çift laf etmek bize farz olur. Thatcher ölse de Thatcherizm yaşıyorken, öleni iyi bilmediğimizi yüksek sesle haykırmak hakkımızdır. İngiltere’nin ilk ve tek kadın başbakanı, İngiliz muhafazakarlarının ve sermaye sahiplerinin göz bebeği, işçi düşmanı Margaret Thatcher, 1979 ile 1990 arasındaki iktidar sürecinde neoliberal politikaların inşasında kuşkusuz çok önemli bir rol oynadı. Thatcher tarafından uygulanan bu neoliberal politikaların kökleri aslında Thatcher’dan öncesine dayanır. 1945’ten 1970’lerin sonlarına kadar geçen 35-40 yıllık süre, sendikaların güçlenmesini ve emekçi sınıfların lehine kazanımları temsil ediyordu. SSCB önderliğinde sosyalizm alternatifi canlı olarak Banu tarih sahnesindeyken; İkinci Serveto¤lu Paylaşım Savaşı sonrası ağır yıkımın yaşandığı ve yoksulluğun yaygın banuservetoglu olduğu Batı, sosyalizmin @hotmail.com yayılmasından korkarak, eski düzeninin devamlılığını emekçi sınıfa karşı açık savaş açmaktan kaçınarak sağlamaya çalışmıştır. Güçlenen sendikaların yanı sıra; bu dönem boyunca yükselen ırkçılık karşıtı siyahi hareket, kadın hareketi, Vietnam Savaşı karşıtı hareket, 3. Dünya ülkelerinin yürüttüğü bağlantısızlar hareketi ve yeni bir uluslararası ekonomik düzlem talepleri; Portekiz, Yunanistan, İtalya, İspanya gibi ülkelerde faşist yönetimlerden sonra sola yönelen halklar, sermaye sınıfı için tehdit algısı oluşturdu. Harekete geçen sermaye, emekçi sınıfları disipline almak, radikal eğilimleri ortadan kaldırmak ve sınırsız tahakküm kurmak istedi ancak bu kolay olmayacaktı. Akıllarındaki emekçi düşmanı neoliberal politikaları hayata geçirmek için otoriter devletlere ihtiyaçları vardı. Bu da ya bizdeki gibi cunta hükümetleriyle ya da batıdaki gibi neo-muhafazakar, iktisatta liberal, siyasette dinselci ya da milliyetçi hükümetlerle mümkündü. İngiltere’de Thatcher bu görev için biçilmiş kaftandı. 1979’da iktidara geldiği seçimlerin kampanyasında işçi bulma kurumu önündeki uzun kuyruğa yer veren afiş ile iş vaadinde bulundu. Ona göre daha fazla iş, sermayenin sınırız destekleniği “arz yönlü” politikalarla mümkündü. Örneğin sermaye vergilendirilmeyerek iş alanları açılılacaktı. Sermayeden vergi almamak için ise harcamaları azaltmak gerekiyordu. Nitekim iktidara gelince ilk yaptığı şey sosyal yardımları keseceğini ve kamu hizmetlerini kısacağını açıkça ilan ederek emekçilere savaş açmak oldu. Neoliberalizm bayrağı altında devletin iktisadi yatırımlardan çekilmesi, piyasa serbestisi, işçi haklarının gaspı ve özelleştirme aracılığıyla sermayenin sınırsız tahakkümü için çalışan Thatcher kamu kurumlarını sermayeye peşkeş çekerken özelleştirmenin "Gücü halka geri vermek" olduğunu pervasızca söyledi. British Gas’ı satarken "Sid’i görürsen… Ona söyle" sloganıyla Sid isminde temsil edilen İngiliz halkını hisse almaya çağırıyordu ama ilk iktidarı döneminde iki katına fırlayan işsizlik, Sid’in halkı değil sermayeyi temsil ettiğinin göstergesiydi. British Gas’ı, BP, İngiliz Telekom, İngiliz Havayolları, su ve elektrik izledi. Thatcher’ın uyguladığı ve sonrasında iktidara gelen İşçi Partisi’nin de sürdürdüğü neoliberal polikalar yüzünden 1979’da nüfusun en zengin yüzde onunun geliri en yoksul yüzde onundan beş kat fazlayken, bu oran 1997’ye gelindiğinde on kata çıkmıştı. Artan işsizlik ve emekçilere saldırı sonucu hızla oy kaybeden Thatcher, iktidarı süresince milliyetçiliği de her fırsatta kullandı. Arjantin’de günleri sayılı cunta hükümetinin 1982 yılında Falkland adalarında bayrak dikmesiyle hiç beklemeden savaşa girdi. Savaş işe yaradı ve Thatcher popülaritesini yeniden arttırdı. Bu fırsatı kaçırmayan Thatcher işçi kıyımına kaldığı yerden devam etti ve 1984’te başlayan ve bir yıl süren büyük madenci grevini kömür stoklayarak kırdı. 15’i hariç tüm ocakları kapatan Thatcher’ın başlattığı bu saldırı sonrası 1984’te 170 bin olan madenci sayısı bugün 2 bin civarında. "Toplum diye birşey yoktur. Birey erkekler, kadınlar ve aileler vardır" diyerek emeğin kendi yeniden üretimini toplumsallaştırma eğilimine savaş açan Demir Lady emeği ücret geliriyle yaşayan bireylere indirgemeye, kendi yeniden üretim sorunları için de aileyi ve cemaatleri adres göstermeye yöneldi. Thatcher öldüğünde ünlü İngiliz yönetmen Ken Loach, Thatcher’ın cenazesinin özelleştirilmesini ve ihale açılıp en düşük teklifi verene bırakılmasını söylerken hiç şüphesiz çok doğru bir şey söylüyordu. Thatcher’ın haklı olduğu bir şey vardı: (Sermaye için) neoliberalizmden "Başka bir alternatif yok"; biz emekçiler için sosyalizmden "Başka bir alternatif" olmadığı gibi...

M


10

KİBELE 18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

Halkevi şenliğine gitti, sürüldü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanl›¤›’na ba¤l› Ankara 2. Kad›n Konukevi Müdürlü¤ü’nde tafleron flirkete ba¤l› olarak çal›flan Yasemin Manav, konukevindeki kad›nlar› Halkevleri 81. Y›l fienli¤i’ne götürünce devlet ve tafleron flirket fliddetini çarp›c› bir biçimde yaflad›. Konukevinde

1 May›s’ta söz kad›nlar›n meydan kad›nlar›n! askı ve zulmün karşısında kadınların ve erkeklerin birlikte mücadele verdiği işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ta yine meydanlara çıkıyoruz. Söz ile eylemin buluştuğu 1 Mayıs meydanı, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde yeni bir dünyanın omuz omuza kurulacağı bir meydandır. Emperyalist işbirlikçiliğin, neoliberal politikaların, faşist, gerici, baskıcı uygulamaların bu topraklarda gördüğü en vahşi temsilcisi AKP iktidarı, erkek egemenliğinini en gerici biçimlerini yaratarak karşımıza çıkıyor. AKP iktidarını ve temsil ettiği gerici, piyasacı, erkek egemen düzeni tarihin çöplüğüne göndermek için yumruklarımızı havaya kaldırıyoruz.25 Kasım’dan 8 Mart’a meydanları boş bırakmayan kadınlar 1 Mayıs’a çıkıyor. AKP iktidarının kendinden görmediği ve en ufak bir muhalefet çıkarma olasılığı dahi olan her kesimi susturma ve yok sayma politikası en çok da kadınları hedef alıyor. Kadınların bedeni, emeği ve kimliği gerici, piyasacı ve erkek egemen düzenin tahakkümü altına alınarak, kadın yok sayılıyor. Sadece son bir yıla bile baktığımızda bizim adımıza Dilflat Aktafl konuşan, karar veren erkeklerin ne kadar çoğaldığını görüyoruz. Ancak emeği, bedeni, kimliği, Halkevleri doğası, yaşamı yağmalanan kaKad›n Sekreteri dınların direnişi tarih yazmaya devam ediyor.

B

KADINLAR TAR‹H SAHNES‹NDE Kadına yönelik şiddet her boyutu ile artarken kadınlar tüm sokakları, tüm mahalleleri ve meydanları yaşam alanlarına çevirmeye kararlı. Kadınlar için bir çalışma kuralı haline gelen esnek ve güvencesiz çalıştırma nedeniyle milyonlarca kadının emeği karşılığı verilmeden yok sayılıyor. Evde, işte çalışan her kadın için örgütlenmek artık kaçınılmaz. Direniş çadırlarında, barikatların en önünde kadınlar daha fazla yer alıyor. Toprağını kendi işleyen, suyunu kendi ırmağından alan kadınlar HES’lere, termik santrallere, arazi yasalarına karşı yağmacıların yollarını kesiyor, “ölürüz de toprağımızı, suyumuzu vermeyiz” diyorlar. Evini yıkmak için türlü düzenbazlıklara girişen mafyayla, eli silahlı çetelerle işbirliği yapan rantçılara karşı elindeki sopayı bırakmayan kadınlar var. Eğitim hakkını, sağlık hakkını gasp eden iktidarın dilencileştirme politikalarına karşı hakkını arayan kadınlar insanlığın en özgürleştirici biçimlerini yaratıyor. Gericiliğin bir yaşam biçimi olarak dayatıldığı politikalar kadını sadece aile içinde “eş-anne” olarak var sayıyor. Başbakan’ın “eşit değilsiniz” lafı her alanda kadınların karşısına çıkıyor. Kadınların özgürce karar verebilmesine, hareket edebilmesine tahammül edemeyen iktidar çıkardığı her yasayla kadını daha çok babaya, kocaya bağımlı kılıyor. Toplumu muhafazakar, gerici kodlarla yönetmeye çalışan AKP çıkardığı 4+4+4 yasası ve sonrasında kılık kıyafet yönetmeliği ile sözde “özgürlük” getirdiğini savunuyor. Tüm yasaklar baki kalırken tek özgürlüğün ilköğretim çağındaki kız çocuklarına dayatılan “türban” olduğunu görüyoruz. Okul önlerinde çocuklarını karanlığa teslim etmeyeceklerini söyleyen veliler iktidarı hem köşeye sıkıştırıyor hem de kadın mücadelesine yeni ufuklar açıyor. AKP bu yıl en büyük cevabı kürtajı yasaklama girişimi karşısında kadınların sokaklara taşan öfkesiyle aldı. Kadınlar “doğurup doğurmayacağıma karışamazsın” derken üzerlerine yapıştırılan “kutsallık” örtüsünü attılar. 30 yıldır süren savaştan en çok etkilenen kadınlar artık barış istiyor. Barış halk düşmanı, kadın düşmanı AKP’den gelmeyecek, barış Türk, Kürt ve bu topraklarda yaşayan tüm kadınların elleriyle gelecek. E m e ğ i m i z i n h a k k ı eşitlik, özgürlük ve barış için, yaşam da bizim karar da diy erek sözümüzü m e y danlarda söylemeye 1 Mayıs’a gidiyoruz.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

özel güvenlik iflini yürüten Göktürkler 1 fiirketi’nde iki y›ldan bu yana çal›flan Yasemin, fliddete maruz kalan kad›nlar› Halkevleri 81. Y›l fienli¤i’ne götürmek istedi. fienli¤in, “AKP karfl›t› odak” oldu¤u için hedef olarak gösterilen Halkevleri taraf›ndan düzenlendi¤ini göz önünde bulun-

duran Manav, kurum müdüründen onay ald›. Müdür, konserden iki gün sonra kad›nlara “Etkinlikle AKP karfl›t› slogan at›ld› m›?” diye sordu. Kad›nlar da sloganlar›n at›ld›¤›n› ve özellikle kad›n sorunuyla ilgili verilen mesajlar›n çok güzel oldu¤unu dile getirdi. fienli¤in ard›ndan 29 Mart günü

gece nöbeti için konukevine giden Yasemin, müdürün talimat›verdi¤ini, içeri alnmayaca¤›n› ö¤rendi. Tafleron flirket Yasemin’i Organize Sanayi Bölgesi’nde gece 11-sabah 7 vardiyas›nda bir ara sokaktaki bir yere sürgün edildi. ‹flten ç›kar›ld›ktan sonra konukevinde çal›flan kad›nlarla

görüflen Yasemin, müdürün kad›nlara “Benim eflim AK Parti’li. Parti içinde çal›flma yürütüyor. ‹l Müdürlü¤ü’nden tehdit al›yorum. Bu konuyu kurcalamay›n” dedi¤ini ö¤rendi. Yasemin, Fatma fiahin ile yüz yüze gelene kadar mücadeleye devam edece¤ini söyledi.

Kadınlar güvencesizliğe karşı birleşiyor Kad›nlar, kad›n düflmanl›¤›na, fliddete, esnek ve güvencesiz çal›flt›rmaya karfl› kad›n eme¤i atölyesinde bir araya geldi

FATMA GENÇ

A

kademisyenler, sendika uzmanları ve çeşitli direnişlerden kadınlar 13-14 Nisan’da Petrol-İş Sendikası Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen Emeğin Hakları Forumu’nun Kadın Emeği Atölyesi’nde, bir araya geldi. Forumun ilk gününde gerçekleştirilen atölyede, AKP’nin neoliberal politikaları ve erkek egemenliğinin kadınlara dönük özgün saldırı biçimleri konuşuldu. Kadınların bedenleri, emekleri ve yaşamsal etkinliklerinin denetim ve tahakküm altına alınması üzerinden şekillenen kadın düşmanlığının biçimleri tartışıldı. Kadın mücadelesinin sınıf hareketine bir ivme kazandırdığını dile getiren Berna Güler Müftüoğlu atölyenin moderatörlüğünü üstlendi. Son dönemde kadınlara yönelik geliştiren istihdam politikalarını değerlendiren Nuray Ergüneş, güvenceye dair herhangi bir düzenleme olmadığını, kadınların doğurganlığının denetim altına alınarak sadece ucuz emek kaynağı olarak görüldüğünü vurguladı. Türkiye’de sendikalarda kadın çalışmalarına değinen Necla Akgökçe ise üretimin cinsiyeti olduğunu, bu sebeple de yeni sendikal anlayış içerisinde kadınların önemli özneler olduğunu belirtti.

KADINLAR ELB‹RL‹⁄‹YLE D‹REN‹YOR, ÖRGÜTLEN‹YOR Atölyenin ikinci kısmında ise Türkiye’nin dört bir yanında güvencesizliğe ve neoliberalizmin kadın düşmanı yüzüne karşı direnen kadınlar biriktirdikleri deneyimlerini aktardı. Mücadeleleri kısa bir süre önce kazanımla sonuçlanan Koç Üniversitesi çalışanı kadın işçiler, eşlerine ve babalarına rağmen direndiklerini ve mücadeleyi elbirliğiyle kazandıklarını belirttiler. Adana Balcalı Hastanesi’nde 120 gün boyunca direnen sağlık işçisi kadınlar direniş deneyimlerini aktardı. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi yemekhanesinde taşeron sağlık işçisi Asiye Çiftlik, çok uzun çalışma saatlerine karşı hakkını savunduğunu ve gördükleri tüm baskıya rağmen örgütlendiklerini söyledi. Dev Sağlık İş yöneticisi Funda Keleş’te 2008 yılında Kızılay’da çalışırken işten atıldığını ve sendikayla böyle tanıştığını belirterek mücadelenin kendisi için ne kadar öğretici olduğunu anlattı. Direnişleri 100 günü aşan Tuzla Serbest Bölgede direnişte olan ISMACCO işçisi Fikriye Akgül, kadın olmanın tüm zorluklarına rağmen direnişlerini kararlılıkla sürdürdüklerini söyledi. THY’nde direnişleri 300 günü aşan kadın işçiler, 23 Mayıs’ta

grev çıkacaklarını söyleyerek tüm kadınları dayanışmaya çağırdı. Meslek örgütleri içerisinde erkek egemen bir alanda kadın mücadelesi yürüten TMMOB’lu kadınlar, bu zamana kadar erkeklerle eşit oldukları yanılsamasını yaşadıklarını ancak şimdi bunu değiştirmek için yürüttükleri mücadelelerini aktardı. Ev hizmetlerinde çalışan kadınların örgütlendiği İMECE Sendikası’ndan Serpil Kemalbay, ev işçilerinin kölelik koşullarında çalıştığını söyleyerek “Ev işçileri de diğer işçilerle aynı haklara sahip olmalıdır” dedi. Atölyenin son kısmında ise dört bir yanda neoliberal politikalara ve erkek egemenliğine

Kürtaj yasağını kadınlar delecek Sendika.Org’un gündeme tafl›d›¤› Çorum’daki kürtaj yasa¤› kad›n örgütlerini harekete geçirdi. Çocu¤una bakabilecek maddi yeterlili¤i olmad›¤›n› söyleyen M.A. yasal s›n›r olan ilk 10 hafta içinde kürtaj olmak için Çorum’da birçok hastaneye gitti. M.A ve efli kürtaj olmak için baflvurdu¤u Çorum Devlet Hastanesi’nden olumsuz yan›t al›nca hastanenin “Hasta Haklar› Birimi”ni arad›. M.A, kürtaj hakk› oldu¤unu söyleyerek ›srar edince “O ifli yapmadan önce düflünecektiniz” yan›t›n› ald›. AKP’nin fiili olarak uygulad›¤› kürtaj yasa¤›na ve Çorum’da yaflanan duruma

kad›nlar sessiz kalmad›. Halkevci Kad›nlar, M.A’n›n yaln›z olmad›¤›n› göstermek için Çorum’daki sa¤l›k kurumlar›na uyar› faks› çekme ça¤r›s› yapt›. Konuyu meclis gündemine tafl›yan Sebahat Tuncel, Fatma fiahin’e “kürtaj yasa¤›na karfl› bir giriflimde bulunmay› düflünüyor musunuz?” diye sordu. Bunun üzerine harekete geçen Sa¤l›k Bakanl›¤› ve Çorum

‹l Sa¤l›k Müdürlü¤ü M.A’n›n pefline düfltü. Çorum Halk Sa¤l›¤› Müdürlü¤ü’nden bir hekim M.A.’n›n ablas›n› arayarak olay›n kötü bir flekilde bas›na yans›d›¤›n› söyleyerek olay›n siyasi bir duruma dönüfltü¤ünü söyledi. Müdürlükten arayan hekim ›rkç› bir tepki alma umuduyla “Bilmem fark›nda m›s›n›z BDP Milletvekili Sebahat Tuncel sahip ç›k›yor” dedi.

karşı mücadele eden kadınlar, daha çok alanda kadınların direniş ve mücadelelerini görünür kılmayı ve sözünü çoğaltmayı kendilerine görev olarak biçti. Hem evde hem de işte kadınlar kendi özgüçleriyle mücadeleyi daha da büyütme sözü verdi. Emeği için mücadele eden kadınların dilinin tüm kadınların dili olduğu belirtilerek, bu dilin her alanda çoğaltılması kararlılığı dile getirildi. Ayrıca önümüzdeki dönemde sendikalarda kadın çalışmalarının arttırılmasının, işyerlerinde kadın komitelerinin kurulmasının, her sendikanın bir kadın yayın organı olmasının, ‘kadının beyanı esastır’ ilkesinin benimsenmesinin, toplu sözleşmeler-

de eşitlik ilkesinin gözetilmesinin, sendikalarda cinsiyetçi dilin yasaklanmasının, her işyerine kreş açılmasının, ev eksenli ve ev işçisi olarak çalışanların güvenceli ve işçi statüsünün tanınmasının olmazsa olmaz talepler olduğu bir kez daha vurgulandı. Kadınlar, şiddete, esnek ve güvencesiz çalıştırmaya karşı kadın gözüyle daha güzel bir dünyayı kendi elleriyle öreceklerini belirttiler. Mücadeleyi daha da yükselterek 1 Mayıs’ta kadınların taleplerinin daha görünür olması ve haziran ayında ‘direnişçi işçi kadınlarla dayanışma şenliği’ düzenleme kararıyla kadınlar salondan ayrıldılar.

“Kadınlar ayakta: Bu dava bizim” Kocaeli’nde 13 yafl›ndaki Ö.Y. 29 kiflinin cinsel istismar›na ve tecavüzüne u¤rad›. Sakarya’da 14 yafl›ndaki bir k›z çocu¤unun 34 kiflinin cinsel istismar›na ve tecavüzüne u¤ramas›n›n ve N.Ç. davas›nda küçük bir k›z çocu¤unun “r›zas› oldu¤u” gerekçesiyle verilen karar›n yaralar› sar›lmam›flken benzer bir flekilde Kocaeli’nde yaflanan olaya karfl› kad›nlar aya¤a kalkt›. Kocaeli Kad›n Platformu 11 Nisan’da bir bas›n aç›klamas› yapt›. Sakarya’da 14 yafl›ndaki k›z çocu¤unu 34 kiflinin cinsel istismar ve tecavüzüne u¤rad›¤›n›

hat›rlatarak “fiimdi de Gölcük’te de 13 yafl›ndaki ÖY, 29 kifli taraf›ndan tecavüze u¤rad›. Biz kad›nlar tecavüzcüler yarg›lanana ve hak ettikleri cezay› alana kadar bu davalar›n takipçisi olmaya devam edece¤iz” dedi. Ö.Y.’nin davas›n›n tüm kad›nlar›n davas› oldu¤unu belirten kad›nlar, yapt›klar› aç›klamada, fliddetin en a¤›r biçimlerinin yafland›¤› bu sald›r›lar›n, kad›na fliddetin, tacizin ve tecavüzün sorumlusunun gerekli önlemleri almayan gerici-muhafazakâr AKP iktidar› oldu¤unu dile getirdi.

‘Paras›z, nitelikli krefl’ Kadın, LGBT, emek ve meslek örgütleri, sendikalardan kadınların bir araya geldiği Kreş Hatır Kadın Platformu kuruldu. Platform düzenlediği basın açıklamasıyla ulaşılabilir, parasız, nitelikli kreş istedi. Platform 11 Nisan’da düzenlediği açıklamada çocuk bakımının sadece kadınların değil erkeklerin de sorumluluğu olduğuna dikkat çekerek bakım hizmet-

lerinin devlet tarafından sosyal haklar bağlamında verilmesini talep etti. Asgari ücret 780 lira iken, metropollerde 700-800 lira, kreş ve yuva ücretlerinin hizmete erişimde büyük bir engel olduğunu belirten Platform, çocuk bakım ve eğitim hizmeti veren kurumların hem çalışma saatlerinin kısıtlı olduğunu hem de koşullarının problemli olduğunu söyledi.


YÜZ YÜZE

11

18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

Güvencesizliğe, gericiliğe ve yıkıma karşı 1 Mayıs’a giderken AKP’nin saldırılarına karşı tüm Türkiye’de hak mücadeleleri büyüyor. Haklarını savunanlar, direnenler 1 Mayıs’a hazırlanıyor. 1 Mayıs’a sayılı günler kala maydanlarda birleşecek bu mücadelelerin özneleriyle konuştuk

AKP’ye yolları dar eden köylüler, evleri için sokakların başınıda nöbet tutanlar, rektörün kapısını eylem alanına çevirenler, okullarına sahip çıkanlar, taşerona karşı hastanelerde sözü, eylemiyle her gün sokakta olanlar 1 Mayıs’ta alanlarda

Gün bizim günümüz! Koç’u dize getirdiler

Okul önlerinden 1 May›s alan›na

Koç Üniversitesi işçisi Ali Er: Koç Üniversitesi’nde işten çıkarmalara karşı öğrenciler ve akademisyenlerin desteğiyle “Taşerona hayır” diyerek dokuz gün boyunca direndik. Gece gündüz kapının önünde bekledik. Şimdi işe geri döndük ama bizim için mücadele yeni başlıyor. Bundan sonra sendikalı olmayı düşünüyoruz. Tüm haklarımızı alana kadar mücadeleye devam edeceğiz ve 1 Mayıs alanında olacağız.

Gültepe’de okullarına sahip çıkan velilerden Çiğdem Kur: Okulumuz bir, bir buçuk yılda tamamlanacak denilerek yıkıldı. Okulumuz inşaat halindeyken yüzlerce veli çocuklarını bir okuldan bir okula götürme telaşındaydı. Yani çocuklarımız 2 yıl sürgün olarak eğitim gördü. Aynı mağduriyeti tekrar yaşamamak için okulumuzun dönüştürülmesine karşıyım. Çünkü dönüşüm, sürgün getirecek, öğretmenlerimiz belki işsiz bile kalacak.1 Mayıs herkesin sesini yükselte bildiği bir alan. Biz de 1 Mayıs alanında olacağız. Her Perşembe yaptığımız eylemlerde 1 Mayıs’a gideceğimizi duyuracağız.

SAMSUN’DA 2011’DEN BER‹ D‹REN‹fi SÜRÜYOR Taşeron sistemine karşı direnişin simgesi olan Samsun Gazi Devlet Hastanesi direnişinden Devrimci Sağlık-İş üyesi Yüksel Arslan: “Taşeron sistemini yok edene kadar mücadelemiz sürecek. Taşerona karşı 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız.”

Kad›nlar AKP’ye karfl› 1 May›s’a Rektörlüğün önünü eylem alanına çeviren üniversiteli kadınlardan Fidel Çakmak: Üniversiteli Kadın Kolektifi olarak her 8 Mart’tta kadınlara yönelik tacize şiddete kadın cinayetlerine karşı sokaklara çıkıyoruz. Bunun yanında üniversitemiz salonlarında kadınların emeğiyle üretilen tiyatro oyunları sergiliyoruz. Ancak bu yıl rektörlük etkinlik yapmamıza izin vermedi. Biz de rektörlüğün önünü 22 gün boyunca eylem alanına çevirdik. Bu süre boyunca sürekli taciz ve cinsiyetçi saldırılarla karşılaştık. 22 günün sonunda rektör bizimle görüşmek zorunda kaldı. Üniversitelerimizdeki bu tarz kadın eylemleri üniversite yönetimlerinin erkek egemen bir algının sahibi olduğunu ispatlıyor. Bu nedenle bu 1 Mayıs’ta üniversiteli kadınların erkek egemen gerici AKP zihniyete karşı alanlarda olması iki kat daha önemli.

‘Yollara savrulanlar’ alanlara akacak Mezopatamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı Düzenleme Komitesi’nden Ferda Koç: 6-7 Nisan tarihinde DTK tarafından düzenlenen Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nda bir araya gelen işçiler, yaşamak zorunda bırakıldıkları koşullara karşı öfkesini ve mücadelesini 1 Mayıs’a taşımaya hazırlanıyor. İşçiler iş kazalarına, ırkçı saldırılara ve linç girişimlerine karşı bulundukları her ilde insanca yaşam ve barış talebi pankartlarıya 1 Mayıs’ta alanlarda olacak.

Bar›nma hakk› alanlarda olacak Dikmen’de 8 yıldır barınma hakkı mücadelesi veren Tarık Çalışkan: Melih Gökçek saldırı araçlarına her geçen dönem bir yenisini ekliyor. Vadi halkı olarak biz de direnişimizi büyütüyoruz. Bizim yaşadığımız silahlı çete saldırısının, AKP’nin ülkenin dört bir yanında sürdürdüğü kentsel yağma saldırılarından ve faşist saldırılardan hiçbir farkı yoktur. Bu nedenle her yıl olduğu gibi bu 1 Mayıs’ta da farklı kentlerdeki pek çok mahallede barınma hakkı mücadelesini yükseltenlerle omuz omuza 1 Mayıs alanlarında olacağız. Ve tabii ki barınma hakkına sahip çıktığı için tutuklanan İbrahim Seven’in özgürlüğü için... ‹BRAH‹M SEVEN’‹N ÖZGÜRLÜ⁄Ü ‹Ç‹N 1 MAYIS’A İbrahim Seven’in kızı Canan Seven: Babam evimize, mahallemize sahip çıktığı için tutuklandı. Melih Gökçek’in çetesi elini kolunu sallayarak gezerken, barınma hakkına sahip çıkanın tutuklandığı bu ülkede 1 Mayıs’ta alanlara çıkıp sesimizi yükseltmekten başka çaremiz yok. Dikmen Vadisi halkı artık İbrahim Seven olmuştur. 1 Mayıs’ta ranta, yağmaya, talana karşı İbrahim Sevenler olarak 1 Mayıs alanında olacağız, AKP’ye meydan okuyacağız.

Karanlığa karşı Halkevleri var Halkevleri Genel Başkanı Ülkenin dört bir yanında kuruOya Ersoy: Ülkemizin önemli lan Eğitim Hakkı Meclislebir süreçten geçtiği bugünri’yle zorunlu seçmeli ders dalerde işçi sınıfının birlik, müyatmalarını geri çektirenler, kıcadele ve dayanışma gününe, lık kıyafet yönetmeliğini uygu1 Mayıs’a gidiyoruz. Emekçilatmayanlar, zorunlu bağışları lere vaat edecek hiçbir şeyi toplattırmayanlar, okullarını kalmayan AKP, kendi iktidakapattırmayanlar var. Gözlerirını sağlamlaştırmak için elinni evlerimize, kentlerimize diden geleni yapıyor. Kürt sorukenlere karşı “Barınma hakkı” nunda tırmandırdığı şoven için mücadele edenler var. Dosaldırgan siyasetle duvara çarğamızı HES’le, termikle, nükpan AKP şimdi herkesin şüpleerle, madencilikle, 2B ile taheyle yaklaştığı bir “çözüm” lan eden sermayenin ve iktidaiddiasıyla, girdiği bataktan Halkevleri Gn. Bflk. rın karşısında dikilenler var. kurtulmaya çalışıyor. Biliyo“Taşeron Cumhuriyetine HaOya Ersoy yır” diyerek Meclis kapısına ruz ki barış ve kardeşlik kapalı kapılar ardında iktidar dayananlar var. Kadınların yaoyunlarıyla gelmeyecek. 2013 1 Mayıs’ı emekçi- şamı ve bedeni üzerinde tahakküm kurmaya lerin, ezilenlerin AKP’ye karşı kardeşlik sözünü çalışan, AKP’nin karşısında “Yaşam da bizim en güçlü biçimlerde söyleyerek meydana çıktığı, karar da” diyen kadınlar var. Halkın bu direnişhalkın örgütlü güçlerinin AKP’nin oyununu lerinin en ön saflarında Halkevleri var! Hakkını bozduğu bir gün olacaktır. 1 Mayıs’ta Kürt sobilen, hakkını arayan, hak mücadelelerinin örrununun demokratik çözümü, şovenizme karşı gütü Halkevleri var. “Sömürüye, savaşa, gericiemekçilerin kardeşliği için alanlara çıkacağız. liğe karşı Halkevleri var” diyerek, 1 Mayıs’ta ülHak mücadelelerinin her alanda büyüdüğü kenin dört bir yanında dostlarımızla, böyle bir dönemde 1 Mayıs, meydanlarda yoldaşlarımızda emek ve halk örgütleri ile kol büyüyen direnişlerin buluşma noktası olacak. kola sokağa çıkacağız.

Savafla karfl› 1 May›s’a

Hatay Halkevi Başkanı Eylem Mansuroğlu: Hatay savaş naralarının gölgesinde 1 Mayıs'a giriyor. Kentimizin en önemli mücadele başlığı; Suriye'de yürütülen kirli savaş ve bunun kentimize yansımaları. Hatay Halkevi 1

Mayıs'a "Valilinin Yasaklarına, AKP'nin Ayrımcılığına, Emperyalizmin Savaşına Karşı 1 Mayıs'a" sloganıyla çıkacak. Demokrasi, Anti-Emperyalizm ve Barış talebiyle 1 Mayıs alanında olacağız.

2B isyan› orada olacak 2B’ye isyan eden Antalyalılardan Yeter Kuytuk: Kepez’e bağlı Çankaya Mahallesi’nde oturuyorum. İki çocuk annesiyim oğlumun biri askerde diğer oğlum işsiz, evde sadece kocam çalışıyor. Kıt kanaat geçiniyoruz. 2B yasası çıkınca evimizi alacağız diye ümitlendik. Yasayla ilgili hiç bir şey bilmiyorduk. Yasayla ilgili Halkevleri burada toplantı yaptı sonra rayiç bedeller belli oldu. Dönümü 220 bin lira çıktı. Biz zor geçinirken geçim derdi varken biz nasıl verelim bu parayı. Kepez’de bu parayı verecek kimse yok. Geçen sene 1 Mayıs’a Halkevleri ile katılmıştım bu sene de katılacağım. Bu sene 1 Mayıs’a rayiç bedellerin düşürülmesi ve vadelerin uzatılması için gideceğiz.

‹stemezükçüler 1 May›s’ta Tonya’nın ‘istemezükçü’lerinden Tayyar Lermi: Yaşam alanlarımızı ve binlerce canlının yaşam alanını yok edecek talan projelerine karşı Tonya'daki insanların ve canlıların dili olarak 1 Mayıs günü alanlardayız. Hükümeti ve yerel yönetimleri arkasına almış sermaye gurupları bölgemizdeki yaşam kaynaklarını sermaye kaynağı olarak görüyor ve tabiatımızı katlediyor. Havamıza suyumuza ve doğamıza sahip çıkmak için 1 Mayıs'ta sokakta olacağız.


12

DOSYA 18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

DİSK Olağanüstü Genel Kurulu DİSK Olağanüstü Genel Kurulu’nda sendikal bürokrasiyi sarsan ve yenilenme umutlarını canlandıran sürpriz bir sonuçla Genel Sekreterliğe seçilen Arzu Atabek Çerkezoğlu, sorularımızı yanıtladı. DİSK Olağanüstü Genel Kurulu’nda sendikal bürokrasiyi sarsan ve yenilenme umutlarını canlandıran sürpriz bir sonuçla Genel Sekreterliğe seçilen Devrimci Sağlık İş Genel Başkanı Arzu Atabek Çerkezoğlu, Halkın Sesi’nin sorularını yanıtladı. “Adaylığımızla aslında bir çizgiyi, bir hedefi ortaya koyduk ve DİSK delegeleri de bu çizgi ve hedefi, taşeron işçilerin, güvencesizlerin görünür olma, yeni kuruluşa aktif olarak katılma iradesini destekledi” diyen Çerkezoğlu, yeni yönetimin olarak ilk acil görevimizi “taşeron cumhuriyetini yıkacağız” sloganıyla emekçilerin coşkusunu 1 Mayıs’a taşımak olacak. Halkın Sesi: Tebrik ederiz. Sürpriz bir sonuçla DİSK Genel Sekreterliğine seçildiniz. Sonuçlara dair değerlendirmeniz nedir? Arzu Atabek Çerkezoğlu: Öncelikle sınıf mücadelesini ve onun örgütü DİSK’i sahiplenen, bu mücadelenin örgütünü ileriye taşımak için irade ortaya koyan ve bu iradeyi Olağanüstü Genel Kurul’a taşıyan bütün DİSK’lilere, mücadele arkadaşlarıma, yoldaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. Geçen yılki genel kurulun ardından bir yıl içinde DİSK’te bir temsiliyet sorunu açığa çıkmış ve DİSK emekçilere karşı sorumluluklarını yerine getiremez hale gelmişti. Böylece Olağanüstü Genel Kurul gündeme geldi. Biz de ülkenin kaderinin belirlendiği bu kritik dönemde, DİSK’in kolektif iradesinin ve yönetim kademelerinin güçlü, saygın ve mücadeleci bir kimlikle hareket ettirilmesine olanak sağlayabilecek bir görevde Genel Sekreter olarak anlamlı katkılar yapabileceğimizi ifade ettik. Bu, bireysel bir beyan değildi. Bu ülkenin zenginliklerini yaratan ama yok sayılan taşeron işçilerin, güvencesizlerin artık inkar edilemez gerçekliğini ve mücadelesini esas alan bir çizginin kolektif beyanıydı. Bu, yıllardır meşru, militan ve kitlesel mücadele anlayışımızla ortaya koyduğumuz çizginin somut ve etkin bir inisiyatif olarak kendini ortaya koyuşuydu.

Güvencesizlerin örgütlenmesiyle

‘yeniden kuruluşa’ doğru Bu, bireysel bir beyan değildi. Yok sayılan taşeron işçilerin, güvencesizlerin artık inkar edilemez gerçekliğini ve mücadelesini esas alan bir çizginin kolektif beyanıydı Arkasında iki kişiyla sınırlandırılmış bir delege gücü değil; Bakanlık binalarına pankart asarak, yolları keserek, çatıları işgal ederek, taşeron ihalelerini basarak taşerona meydan okuyan işçilerin gücü vardı. Sonuç da gösteriyor ki bu mücadele DİSK’in bütün sendikalarının tabanında takdirle karşılanmıştır. DİSK, Genel Kurul’a giderken yeni dönemin mücadele gerekliliklerine yanıt verecek bir yenilenme amacını da gerekçe olarak ifade etmişti. Biz de bütün güvencesizlerin mücadelesinde açığa çıkan enerjiyi, DİSK’in ihtiyaç duyduğu yeni sendikal kuruluş için daha etkin bir şekilde seferber etmek istedik. Adaylığımızla aslında bir çizgiyi, bir hedefi ortaya koyduk ve DİSK delegeleri de bu çizgi ve hedefi, taşeron işçilerin, güvencesizlerin görünür olma, yeni kuruluşa aktif olarak katılma iradesini destekledi. Bundan sonra da üstlendiğimiz sorumluluğun bilinciyle hareket edecek, DİSK örgütündeki istisnasız bütün mücadele arkadaşlarımızla bu çizgi üzerindeki bir mutabakat ve birlikle, emekçilerin tarihsel çıkarları doğrultusunda etkin bir özne olmaları için çalışacağız. Ama bir mutabakattan söz ediliyordu, sonuçta bu mutabakatın dışından aday oldunuz ve seçildiniz. Geçen yıl da bazı sendika yönetimlerinin kendi içlerinde oluşturduğu mutabakata rağmen tek başımıza aday olmuştuk. Ancak bu, yönetimin oluşma biçimine karşı bir irade beyanıydı, amacımız mutabakatı bozmak değildi. 10 bin üyesi hileli biçimde yok sayılan Devrimci Sağlık İş Sendikası olarak sermaye ve devlet bizi yok sayarken, DİSK’te yok sayılmak istemediğimizi beyan ettik. Sonuç olarak hiçbir ittifak ya da gizli pazarlık içinde bulunmadan tek başımıza ilan ettiğimiz adaylığımızı, DİSK delegelerinin oyuna sunduk. Adaylığımızı daha önce

diğer sendikalarla paylaşmış sonra da kamuoyuna açıklamıştık. DİSK’teki aidata dayalı delegasyon sistemi nedeniyle yalnızca 2 delege ile temsil edilmemize rağmen 181 oyla Genel Sekreterliğe seçildik. Bu konuda alnımız ak, başımız diktir. Bizi seçen de DİSK’in Genel Kurul’da ortaya koyduğu iradedir. Bu da çağrı yaptığımız çizgiye ve hedefe yönelik açık ve fiili bir mutabakattır. DİSK tarihinde ilk kez yönetimde temsil edilen kadın olmanız da çok tartışılıyor… Genel Kurul’da da söyledim. Ne sınıf mücadelesi açısından kadın sorunu, bir yönetimde temsil sorununa indirgenebilir. Ne de bizim yönetimdeki varlığımız kadın kimliğime indirgenebilir. İşçi sınıfı içinde kadın emeğinin ağırlığı artar ve gerici liberal AKP iktidarının da kattığı ivme ile kadın emeği üzerindeki sömürü koşulları bu kadar boyutlanırken, kadın sorununun ve kadın mücadelesinin sınıf mücadelesine katılımı daha bütünlüklü olarak ele

Alnımız ak, başımız diktir. Bizi seçen de DİSK’in Genel Kurul’da ortaya koyduğu iradedir. Bu da çağrı yaptığımız çizgiye ve hedefe yönelik açık ve fiili bir mutabakattır

alınmalı. Yönetimdeki temsil önemli olmakla birlikte, bu koca sorunun çözümü karşısında devede kulak kalır. Öte yandan biz Devrimci Sağlık İş olarak taşerona karşı mücadelede simgeleşen bir örnek teşkil ediyoruz. Taşeronlaştırmaya karşı militan mücadelemiz, toplu sözleşme düzeneğine sıkışmayan hak alma mücadelelerimiz, asgari ücret mücadelesini emekçilerin bütününü kesen bir mücadele olarak örgütleyişimiz, emeğin yeniden üretim alanında süren sosyal hakları da bir temel mücadele gündemi olarak ele alışımız takdir edilir ki es geçilecek şeyler değildir. Ben evet bir kadınım ancak böylesi bir çizgiyi somut olarak örgütleyen bir sendikanın başkanıyım. Yeniden kuruluştan söz ediyorsunuz. Yeni yönetim ne yapacak? Öncelikle önümüzde 1 Mayıs var. 1 Mayıs demek DİSK demek. Ülkenin kaderi belirlenirken, emek hareketini alt üst eden bir süreçte iktidar emeğe yönelik yeni saldırı planları hazırlarken, dört yanda emekçi direnişleri boy verirken işçi sınıfının sözünün birleşik ve güçlü bir biçimde çıkmasını sağlamak, önümüzdeki 1 Mayıs’ı da bu doğrultuda değerlendirmek acil görevimiz. Bu 1 Mayıs’ta dost düşman işçi sınıfının, solun bu ülkede yaşananlara, emeğe yönelik saldırılara, savaşa, sömürüye, faşizme seyirci kalmayacağını, bu ülkeyi yeniden kurma iradesini de gösteren bir özne olarak var olacağını görmeli. Kürt sorununun çözümü konusunda önemli bir sürecin yaşandığı, üç seçimin önümüzde bulunduğu, AKP’nin yönetme krizini yaşadığı bir dönemde işçi sınıfının aktif bir özne olarak sahne almasını sağlamak öncelikli görevimizdir. Görevimiz acil, sorumluluğumuz ağır, mücadelemiz zorlu. Ancak DİSK’in onurlu tarihi, bin bir emekle var ettiği birikimleri, mücadeleci potansiyeli ve işçi sınıfının bütün yaratıcılığı ve direngenliği ile bu zorlu mücadeleyi ileriye taşıyabileceğimize inanıyoruz.

THKP-C’nin iflçi hareketi içindeki, öncü militanlar›ndan Necmettin Giritlio¤lu A¤ustos 1970’te Alia¤a Grevi s›ras›nda katledildi

D‹SK ile Türkiye iflçi s›n›f› gücünün fark›na vard›.

1976’dan bugüne Taksim’i 1 May›s alan› yapan D‹SK’ti

Medyada DİSK Olağanüstü Genel Kurulu DİSK’in Olağanüstü Genel Kurulu, Devrimci Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Atabek Çerkezoğlu’nun Genel Sekreterliğe seçilmesi nedeniyle egemen medyadan sol medyaya geniş bir yelpazede ilgiyle karşılandı. Devrimci Sağlık-İş’in taşeron işçilerin mücadelesine dayalı militan çizgisinin DİSK’te etkili bir pozisyona taşınması, mücadeleci kimliğiyle bilinen bir kadın sendikacının sendikal bürokrasi içi dengeleri alt üst ederek Genel Sekreterliğe seçilmesi emekten yana aydın, akademisyen, sanatçı ve sol, sosyalist kesimlerde doğal olarak heyecanla karşılandı. Genel Kurul sonrası yapılan açıklamalardaki genel eğilim, bu sürprizi DİSK ve işçi sınıfı açısından olumlu bir sonuç olarak değerlendirme yönündeydi.

Egemen medya ise beklendiği üzere Çerkezoğlu’nun temsil ettiği militan sendikacılığı görmezden gelerek kadın kimliğini ve DİSK tarihinde yönetime seçilen ilk kadın oluşunu ön plana çıkardı. Yine de bu haberlerde de DİSK’e ve Çerkezoğlu’na yönelik saygılı ve olumlu bir ton hakimdi. Ancak bazı sol yayınlar, egemen medyanın bu dar bakışını dahi aratan yayınlara imza attılar. En temel gazetecilik kurallarını ihlal etme ve bütün kamuoyunun bilgisi dahilinde yaşananları yok sayma pahasına, Çerkezoğlu’nun Genel Sekreterliğe seçilmesine olumsuz anlamlar yüklemeye çalıştılar. Sol Haber Portalı Genel Kurul sonucunu “DİSK’te Lastik-İş dönemi” olarak verdi. Haberde şu ifadelere yer verdi:

“Lastik-İş bu kongrenin belirleyeni oldu. Lastik-İş, ilk turda kendi istediği sonucu aldı, ikinci turda genel sekreteri belirledi, Sosyal-İş’in çekilmesinin ardından ise yönetimin içinde ciddi bir ağırlık oluşturma şansı yakaladı.” Lastik-İş’in dahil olduğu mutabakat bozulmuş, DİSK’in bütün sendikalarından delegeler yönetimi dinlemeyerek hiçbir mutabakat ve ittifaka dahil olmayan bağımsız aday Çerkezoğlu’na oy vermiş ancak sol bir yayın bu sonucu Lastik-İş’in DİSK operasyonu gibi göstermeyi tercih etmişti. Sol Defter sitesi ise benzer bir tutumla “Lastik-İş yönetiminden Türk Metal’e ‘can suyu’” başlığıyla yaptığı haberde genel kurul sonuçlarını, Birleşik Metal ve Nakliyat İş’in yönetim dışı kalması dolayısıyla “devrimci sendikal” anlayıştan

uzaklaşmak olarak yorumladı. Sol Defter’e göre Devrimci Sağlık-İş’in başarısının öne çıkartılması ise “Lastik-İş’in genel kurul operasyonunun gizlenmesi, üstünün örtülmesi” idi. Kendi oluşturdukları ilkesiz ittifak sürecinin kurbanı olan yönetimlere devrimcilik atfedilirken bütün bu kirin pasın dışında kalan ve tek dayanağı militan çizgisi olan Devrimci Sağlık-İş karşısında sergilenen mesafeli tavır düşündürücü. Birgün Gazetesi de Genel Kurul değerlendirmesini, yeni yönetime seçilen isimlerle değil Çerkezoğlu karşısında kaybeden Genel Sekreter adayı Adnan Serdaroğlu’yla yapmayı tercih etti. Birgün’ün değerlendirme diye yayımladığı, Serdaroğlu’nun Çerkezoğlu’nu hedef alan şu ifadeleriydi: “DİSK'e bağlı bütün

sendikaları birbirine düşüren, kendisini de o sendikanın oyuncağı olacak bir duruma düşerek, DİSK' i bu duruma getiren siyasetlerle ittifak yaptı, sendikamıza karşı çirkin bir mutabakat içine girmişlerdir.” Birgün “DİSK' i bu duruma getiren siyasetlerle ittifak yaptı” ifadesi karşısında, Serdaroğlu’nun DİSK’i mevcut pozisyona taşıyan yönetimin Genel Sekreteri ve söz konusu ittifakın üyesi olduğunu hatırlatmama nezaketi gösterdi. Ancak ağır suçlamalar yöneltilen Çerkezoğlu’na en azından yanıt hakkı verme nezaketini göstermedi. Sınıf mücadelesinin genel çıkarlarını koruma kaygısından uzak bu yayıncılık anlayışı, artısıyla eksisiyle DİSK gerçekliğini olduğundan başka bir şeye dönüştüremeyeceği gibi bu yayınları ve sahiplenenlerini de iyi bir yere götürmeyecek.


13

TARİH 18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

S‹LAHSIZLANMANIN ARDINDAN GELEN 1909 ADANA KATL‹AMI

Ermeniler silahlarını teslim edince AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

A

KP’nin PKK’nin silahsızlandırılması hedefi ile yürüttüğü “çözüm süreci” için oluşturulan “akil insanlar” heyetinde Etyen Mahçupyan da yer alınca, Ayşenur Arslan, Yurt’taki köşesinde bir hatırlatma yaptı. Mahçupyan 2009 yılında şöyle yazmıştı: “Bugün PKK’nın silahsızlanmasından söz edenler, Türkiye Devletinin Kürt belleğindeki tarihinin farkında değilmiş gibi davranıyor. PKK gerçekten de silah bırakabilir, hatta bunu isteyebilir de... Ama mümkün olabildiğince de bırakmayacaktır, çünkü Kürt toplumu devlete güvenmemektedir. PKK’nın ‘siyasallaşması’ adı altında Kürtler üzerinde daha da tahakkümcü bir rejimin kurulmayacağının hiçbir garantisi yoktur ve böyle bir garantiyi verebilecek bir devlet mercii de bulunmamaktadır. “Çünkü tarih bu tür garantilerin boş olduğunu kanıtlamış durumda... Bu yıl, 1909 Adana katliamının yüzüncü yıldönümü... II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra patlayan çatışmanın temelinde Ermeni ailelerin elindeki servetin cazibesi yatıyordu. Sınırlı çapta başlayan ama hızla silahlı ‘sataşmaya’ varan olaylarda her iki taraftan da az sayıda insan ölürken, Ermeniler beklenmediği kadar dirençli çıkmışlardı ve güven duymadıkları için silahlarını teslim etmeye de yanaşmamaktaydılar. “Bu durumda Meclis silahsızlandırma kararı aldı ve giden heyet Ermenileri de ikna etti. Ermeniler silahlarını teslim ettiler... Sonraki günlerde otuz bin kişi katledildi. Bugün Kürtlere PKK’nın silah bırakmasının ne denli ‘doğru’ olduğunu anlatabilirsiniz. Ama bu toprakların tarihini de biliyorlar ve devlete güvenmiyorlar. Mesele budur.” Etyen Mahçupyan şimdi 4 yıl önce yazdıklarından epey uzak bir noktada, toplumun AKP’ye güvenini sağlamak için yollara düştü. Ancak gerçekler olduğu yerde duruyor.

Adana olaylarında 2 bine yakın Türk-Kürt, 20-30 bin civarında da Ermeni öldürüldü. Ermeni mahalleleri yerle bir edildi OSMANLI’DA OYUN B‹TMEZ Yalnız 1909 değil, Abdülhamid’e karşı İttihat Terakki’yle omuz omuza veren farklı uluslardan Hıristiyan etnik grupların başına gelenlerden Adana Katliamı’nda on binlerce kurban vermelerine rağmen devletin verdiği sözlere inanmak isteyen Ermenilerin 1915’te karşı karşıya kaldığı tehcire, en namlısı Çakırcalı Efe olmak üzere devletle uzlaşan eşkıyaların oyuna getirilip öldürülmesinden PKK’nin 1999’daki geri çekilmesi sırasında verdiği

kayıplara dek yaşananlar hafızaları diri tutuyor. Bu tarihsel arka plan Kürt hareketinin çekilme konusundaki tereddütlerini ve yasal güvence talebini anlaşılır kılmakla kalmıyor. Devlet açısından temel kaygı mevcut iktidar ilişkilerini sürdürmek oldukça, yasal güvence ve karşılıklı olarak dillendirilen barış söylemleri de silah bırakılacak bir ortamın oluşması ve gerçek bir barış sağlanması açısından kalıcı bir çözüm sunmuyor.

ADANA’DA NE OLDU? Adana’nın 550 binden biraz fazla olan nüfusunun 60 bin kadarı Ermeni, 25 bini Arap, 10-15 bini Rum, 450 bin kadarı da Türk’tü. Ancak bu kesimler arasında en zengini pamuk tarımı ve ticareti elinde tutan Ermenilerdi. Adana’da Ermeni nüfus yoğun olmasına karşın II. Abdülhamid tarafından kurulan Hamidiye Alayları’nın 1894-96 dönemindeki Ermeni nüfusa yönelik kanlı saldırıları bu bölgeye ulaşmamıştı. 1908’de Abdülhamit’in devrilmesi ve

Meşrutiyet’in ilanıyla gelen “eşitlik ve özgürlük” bir yanıyla coşku ve sevinç bir yanıyla da memnuniyetsizlik kaynağıydı. Türkler egemenliklerini yitirmekten dertliydi. Ermeniler ise ayrımcılığın sürmesinden şikayet ediyor, daha fazla hak istiyordu. 13 Nisan’da, 1908 Devrimi’yle iktidara gelen İttihat Terakki’yi devirmek isteyen İslamcı, saltanatçı, liberal çevreler İstanbul’da “31 Mart Ayaklanması”nı başlattı. Aynı gün Adana’da iki Ermeni gencin öldürülmesiyle Ermenilerle Müslümanlar arasında çatışmalar başladı. Adana’da olaylar patlak verdiğinde Müslümanların dükkânlarına zarar gelmemesi için tebeşirle işaretlenmiş, hükümet yetkilileri dahil bütün Müslümanlar fes yerine sarık giymiş, Payas Hapishanesi’nden üç bin tutuklu silahlandırılarak salıverilmişti. Bu nedenle Ermeniler olayların planlı ve kasıtlı olduğunu savundu. Türklere göre ise olaylar Kilikya Ermeni Krallığı’nı diriltmek isteyen Ermenilerin kışkırtmasıydı. “Ermeniler, 31 Mart Olayı’nı bastırmak üzere Selanik’ten gelen Hareket Ordusu olaylara müdahale edecek diye ikna edilerek ellerindeki silahları yerel yöneticilere teslim ettikten sonra katliam şiddetlenmiş, 23 Nisan 1909 günü Hareket Ordusu’nun bir bölüğü şehre girdiğinde ise ortalık kan gölüne dönmüştü. Şiddet olayları buna rağmen durmadı. Sadece Adana’da değil Misis, İncirlik, Ceyhan, Osmaniye, Tarsus, Kozan kazalarında da sürdü. 25 Nisan’da Adana’da bazı Ermeni gençlerinin askerî kışlaya silahlı saldırıda bulunması üzerine Adana’da yeni bir alevlenme yaşandı. Ardından kan gövdeyi götürdü.”(Ayşe Hür) Adana’da 2 bine yakın Türk-Kürt, 20-30 bin civarında da Ermeni öldü. Ermeni mahalleleri yerle bir edildi. Ermenilerin Abdülhamid karşısında müttefik saydıkları İttihat ve Terakki’nin temel amacı devleti sağlama almaktan başka bir şey değildi. 1909’daki bu işaret karşısında İttihatçılarla bir kez daha uzlaşmanın yollarını arayan Ermenileri 1915 faciası bekleyecekti.

Yoldaş değil miydik? Meşrutiyet, düzenin yalnızca dış görünüşünü değiştirmiş, özü olduğu gibi kalmıştı

S

oldaki resimde II. Meşrutiyet’i kutlayan Ermeni tiyatrocular görülüyor. 18941896 döneminde Hamidiye Alayları eliyle yürütülen saldırılarda 50 bin ila 300 bin Ermeni’yi katlettiren, geriden kalanlardan birçoğunu din değiştirmeye zorlayan II. Abdülhamid’i devirerek Ermenilere diğer toplumlarla birlikte eşit yurttaşlık vaat eden İttihat Terakki Cemiyeti (İTC) ilk başta Hıristiyan topluluklardan büyük destek almış, bir yönüyle de bu destek sayesinde Abdülhamid’i devirebilmişti. II. Meşrutiyet öncesi İttihatçılarla dayanışma içinde oldukları gibi, 1908’de yeniden açılan Meclis’te de Ermeniler açık siyasi faaliyet yürütmeye başladı. Dört Ermeni siyasi partisi faaliyet halindeydi: Taşnaksutyun, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, Anayasal Ramgavar Partisi ve Veragazmyal Partisi. Ermeni devrimciler 1908 Devrimi’nin başlangıçtaki coşkulu günlerinde, birlik ve dayanışma mesajları veriyordu. Taşnak sözcüsü Aknuni “Taşnakların en önde gelen görevlerinden birinin de, Osmanlı Anayasa rejimini korumak, Osmanlı uluslarının birbiriyle birleşmelerini sağlamak,

İttihat ve Terakki ile işbirliği yapmak” olduğunu açıklıyordu. Hınçak Komitesi Başkanı M. Sabahgülyan, Ağustos 1908’de Beyoğlu’nda Surp Yervartyun kilisesinde yaptığı konuşmada “Hınçakların, artık ihtilal çalışmalarına son vererek tüm varlıklarıyla yurdun yükselmesi için çalışacaklarını” söylüyordu. 31 Mart Ayaklanması’nın bir uzantısı olarak gelişen Adana olaylarında İttihat Terakki’ye olan güven ve desteklerinin bedelini ağır bir katliama uğrayarak ödeyen Ermeniler, İTC ile ilişkileri konusunda iç tartışma ve ayrılıklar yaşadıysa da Taşnaksutyun’un 1909 Ağustos’unda yapılan V. Kongresi’nde bu durum uzun uzun tartışıldı ve birlikçiler galip geldi. Sonuç bildirgesinin ilk maddesinde İTC ile dayanışmayı devam ettirmek kararı alındı. Anadolu Ermenileri Abdülhamit istibdadını yıkanların verdikleri sözleri inanmaya çoktan hazırdı. On binlerce kurban verdikleri Adana olaylarını bile affettiler. Dönemin gelişmelerini yakından izleyen Leon Troçki’nin sözüyle “Çok geçmeden herkes anladı ki Meşrutiyet, düzenin yalnızca dış görünüşünü değiştirmiş, özü olduğu gibi kalmıştı.”

Yücekaya’nın kemikleri Arkeologlar en yüzeyden en derine yapt›klar› kaz›larla, yak›n geçmiflimizden bafllay›p bütün canl›lar›n ortak atas› olan tek hücrelilere ve onlar›n yap›tafllar›na dek uzanan zinciri a盤a ç›kararak tarihimize ›fl›k tutmaya çal›fl›r. Ama devlet de tabiat da bazen iflleri kar›flt›r›r. Devlet gerçeklerin üzerini örter. Tabiat ise yerin alt›n› üstüne getirerek s›ralar› kar›flt›r›r. ‹flte bu ikisinin bir araya geldi¤i yerlerden biri de Malatya Hekimhan’›n Yücekaya tepesidir. Eski Tetis Denizi’nin yükselmesiyle oluflan Anadolu’nun pek çok yükseltisinde oldu¤u gibi 1000 küsur rak›ml› bu tepenin doru¤unda da deniz kabuklar› toplamak mümkündür. Yüzeyinde milyonlarca y›l öncesinden kalma fosiller bulunan tepenin dibinde, derinlerde ise 100 y›l öncesinden kalma insan kemikleri yatmaktad›r. Ad›n› bin y›ll›k kervan yolu üzerindeki Ermenice-Süryanice-Selçukluca kitabeli Tafl Han’dan alan Hekimhan, 1915’te Ermeni tehcirinde zorla göçürülen Ermenilere konak olmufl, bu Ermenilerden ço¤u Yücekaya’n›n dibinde öldürülmüfl, yola devam edememifltir. Tehcirde öldürülenlerin öyküleri tarih derslerine henüz girememifl ancak iskeletleri baz› köy okullar›na demirbafl-model olarak girmifltir.

Almanya’nın icat ettiği Türklerin uyguladığı Feroz Ahmad “Tehcir bir Alman planıydı” diyor. Paylazu Kaptanyan ise bir tehcir kurbanının duygusal anlatımıyla “Alamanya’nın icat ettiği, Türklerin uyguladığı yok etme planı” diyor

2

4 Nisan’da yine soykırım tartışmaları gündeme gelecek. Çünkü, 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki politik ve entelektüel Ermenilerin öldürülmesi, yüzbinlerce Ermeninin zorunlu göç yolunda katledildiği, soyulduğu, pek çoğunun din değiştirmeye zorlandığı, çocukların ve kadınların kimliklerinden vazgeçme pahasına Türk ya da Kürt ailelere sığınarak kurtulabildiği olaylar zincirinin başlangıcı olarak kabul ediliyor. 24 Nisan 1915’ten hemen önce Anadolu’da 1 milyon 500 bin Ermeni yaşarken, bu sayı 1915’ten sonra 70 bine düştü. En tutarlı tahminlere göre 600 bini Suriye’ye doğru

sürülürken yollarda öldü. İttihatçılardan Abdülhamid’e, Kürt Hamidiye Alayları’ndan zenginliğini yağmalanmış gayrimüslim mallarına borçlu burjuvaziye, bu “mirası” reddedemeyen Cumhuriyet kadrolarından yağmadan kırıntı koparmış Anadolu köylüsüne uzanan suç ortaklığı, resmi ideolojiye güç verdi. Resmi ideoloji bir yandan, tarihsel bağlamı hiçe sayan liberal tezler diğer yandan tehcirin emperyalistler arası çatışmaya dayanan arka planını perdeledi. Oysa tehcir de Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’ndaki bütün adımları gibi Alman emperyalizminin kontrolü altında gelişmişti. Tarihçi Feroz Ahmad

“Tehcir bir Alman planıydı” diyor. Tehciri ölmeden tamamlayabilen ve yaşadıklarını “1915 Ermeni Soykırımı / Bir tanığın anıları” adı altında kitaplaştıran Samsunlu Paylazu Kaptanyan ise sıradan bir tehcir kurbanının duygusal anlatımıyla, yaşadıklarını “Almanya’nın icat ettiği, Türklerin uyguladığı yok etme planı” diye anıyor. Çatışmanın diğer tarafı da masum değildi; Fransa ve İngiltere de Ermenileri yıllarca yalnız bırakmış sonra kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istemişti. Ancak katliamcıların mirasını reddedemeyen Türkiye egemenleri sayesinde, asıl suçlular arasında yer alan emperyalizm bugün


14

MEDYA 18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

Şefkat Tepe ‘barış süreci’ne girmiş! PKK ve askerler arasındaki çatışmaları anlatan, STV'nin ayrımcı, ırkçı, şovenist dizisi Şefkat Tepe, artık çatışmaları değil, Kürtler'in “Türkleşmesini” ve “pişmanlığını” anlatacak

LEMAN MERAL ÜNAL

S

amanyolu Tv'nin kendisini “heyecan ve aksiyon dolu sahneleriyle gerçek bir ekran fenomeni” olarak tanıtan dizisi Şefkat Tepe, “sürece” zarar vermemek için artık çatışma sahnelerine yer vermeyecek. Dizinin senaristi Ali Samim Noyan, Pınar Öğünç'ün röportajında dizinin değiştiğini söyleyerek, dağdan iniş bölümlerinin hazırlıklarına başladıklarını “müjdeledi”. Senaryonun “süreci” kaale alarak ilerleyeceğini söyleyen Noyan, “reel bir iş” yaptıkları için “reelde olanları” gündeme getireceklerini belirtti.

AKS‹YON DE⁄‹L, FANTAST‹K KOMED‹ Kendisini her ne kadar bir “aksiyon dizisi” olarak tanımlasa da STV'nin Şefkat Tepe'si fantastik bir komedi dizisi. Şefkat Tepe, askerlerin silahla roket vurmasından, Kürtlere karşı “cihat” ilan edilmesine, orta Anadolu şivesinin Kürt şivesiymiş gibi verilmesine kadar pek çok absürtlüğü barındırıyor. Hatta dizideki bir çatışma sahnesinde “Allah uğruna savaştığını” söyleyen askerlerden birinin ezan okumaya başlaması onu kurşun geçirmez yapıyor. Saçmalamanın sınırlarını her ne kadar aşsa da dizi, ayrımcı dili, şovenizmi ve ırkçılığı da her bölü-

münde yeniden üretiyor. 2010'dan beri yayımlanan Şefkat Tepe, PKK ve askerler arasındaki çatışmayı anlatan bir dizi. Türk askerinin “iman gücüyle” PKK'li gerillaların “üstesinden geldiği” dizide, kadınlara, Türk ve Müslüman olmayanlara yönelik ayrımcı şovenist dil de sık sık kullanılıyor. Çeşitli absürtlükleri barındırsa da esas misyonu olan Kürt düşmanlığını her bölümde izleyicinin karşısına çıkaran dizi, kimi “istatistiklere” göre reytingleri altüst ediyor. fiEFKAT TEPE'N‹N "REEL" KÜRT SORUNU ANAL‹Z‹ Şefkat Tepe'nin senaryo-

su, AKP'nin grup toplantılarındaki söylemlerle paralel olarak ilerliyor. Tayyip Erdoğan, PKK'liler için “Zerdüşt” kelimesini kullandıktan hemen sonra dizide, Zerdüştlüğe alenen hakaret edilmeye başlandı. Benzer şekilde, “taş atan çocuklar”ın tartışıldığı günlerde dizi konuya şu repliklerle müdahil oldu; Asker, “örgüte yakınlığıyla bilinen” Kürt çocuğun konuşmasını tokatla keserek: “Sus sen çocuk değil, şeytansın!” AKP'nin kadına yönelik politikaları da dizide bir bir işleniyor. Üç çocuk doğurmayıp, evlenmek yerine özgürleşmek için dağa çıkan kadın

gerillalar, dizide çoğu zaman nefretin odağı haline getiriliyor, gerillaların mevcut toplumsal cinsiyet kalıplarına girmemeleri "eleştiri" konusu oluyor. fiEFKAT TEPE'DE “MÜZAKERE SÜREC‹" Tüm bu arka planla “müzakere süreci”ne giren Şefkat Tepe, çatışmaları rafa kaldırıyor. Dizi artık, Kürtlerin “Türkleşmesini” , “İslamcılaşmasını” ve daha çok “pişmanlığını” anlatacak. Kısacası, senarist Noyan'ın vurguladığı gibi Kürtler'in “realite”sinden değil, AKP'nin hayalinden bahsedecek.

HaberTürk Amberin Zaman'ın yazılarına son verdi

Tartanoğlu’na linç kampanyası C

Sahibinin sesi mi, Emek'in sesi mi? E

mek Sineması, sahibinin sesi ve sinemanın sesini anlamada turnusol görevi görüyor. Milliyet, Emek'in yıkılmasını “restorasyon” olarak sunarken, Atilla Dorsay “Emek yoksa ben de yokum” diyerek gazeteciliği bıraktı. 7 Nisan'da Emek Sineması'nın yıkılmasına karşı yüzlerce kişinin Taksim'de yaptığı eylem, Milliyet Gazetesi'nde “restorasyona karşı çıkan grubun Taksim'i savaş alanına çevirmesi” olarak görüldü. Emek Sineması'nın

yıkılarak, yerine alışveriş merkezi yapılmasını “yenilenme çalışması” olarak tanımlayan Milliyet'in patronunun, Demirören olduğu düşünüldüğünde bu tanımlama şaşırtmıyor. Milliyet'in Emek direnişini bu şekilde sunmasının sosyal medyada tepki toplaması üzerine haberdeki “restorasyon” yalanı düzeltildi. 10 Aralık 2011'de “Emek yoksa ben de yokum” başlıklı köşe yazısında “Emek Sineması'nı koruyamadıktan sonra,

yazmanın bir manası yok” diyen sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, 8 Nisan'da gazeteciliğe veda ettiğini açıkladı. Dorsay, “Veda zamanı” başlıklı son köşe yazısında şunları söyledi: “Ayrılma günü geldi. Bunun temel nedenini biliyorsunuz: ‘Emek yoksa ben de yokum’ başlıklı yazımı hatırlarsınız. Bu sinemanın hem kendisi önemliydi, hem de temsil ettiği kültürel altyapı, tarihsel birikim ve yaşam biçimi. Bugün artık Emek yok. (...) Bırakmak kaçınılmaz oldu”.

umhuriyet Gazetesi Ankara Muhabiri Sinan Tartanoğlu’na “Ankara’da ülkücü terörü” başlıklı haberi sebebiyle faşistler tarafından linç kampanyası başlatıldı. Tartanoğlu'nun 14 Nisan tarihli haberinde, Ankara’da üniversite öğrencilerinin yoğunlukta yaşadığı Cebeci ve Kurtuluş’ta öğrencilere yönelik faşist saldırıların yoğunlaştığı belirtildi. Faşistlerin Facebook ve Twitter gibi sosyal medya sitelerinde nasıl örgütlendiğini anlatan Tartanoğlu, DTCF'li bir ülkücü faşistin Twitter üzerinden üniversitelileri hedef göstererek tabanca ve mermi fotoğrafı paylaştığını kaydetti. Faşistler, haberin yayımlanmasının ardından Twitter'da “Medya teröristi Cumhuriyet gazetesi” başlığında Tartanoğlu’na yaptığı haber nedeniyle hakaret ve tehditler yağdırdı. Öğrenci Kolektifleri, egemen medyada görülmeyen faşist saldırılara karşı, Tartanoğlu'nun haber alma hakkını savunduğunu dile getirerek, Tartanoğlu'nun yanında olduklarını belirttiler. Kolektifler, yaptıkları açıklamada, “Faşist saldırılarla ilgili yaptığı haber nedeniyle hakaretlere uğrayan ve tehdit edilen Tartanoğlu’nun yanındayız” dedi. HALKIN HAKLARI BASIN ÖDÜLÜ ALMIfiTI 4+4+4 yasasının sonuçlarını çarpıcı haberleri halka ulaştıran Cumhuriyet Gazetesi Ankara Muhabiri Sinan Tartanoğlu, 3. Halkın Hakları Ödülleri'nde basın ödülü almıştı.

HaberTürk gazetesi köşe yazarı Amberin Zaman'ın gazetedeki yazılarına “patronaj kararı” ile son verildi. Zaman, yazıları sebebiyle uzun süredir gazete tarafından “uyarılıyordu” HaberTürk gazetesi köfle yazar› Amberin Zaman da iflten ç›kar›lan gazeteciler listesine eklendi. 2010 y›l›nda Taraf gazetesinden ayr›larak HaberTürk'te köfle yazarl›¤›na bafllayan Zaman, ayn› zamanda The Economist dergisinin Türkiye temsilcisi. Uzun süredir Roboski, Suriye ve eyalet sistemi üzerine yazd›¤› yaz›lar sebebiyle gazete yönetimini “rahats›z eden” Zaman'›n ifline 2 Nisan'da son verildi. ‘‹fiTEN ÇIKARILMAM SÜRPR‹Z DE⁄‹L’

Zaman, iflten ç›kar›lmas›yla ilgili olarak yapt›¤› aç›klamada yaflananlar›n sürpriz olmad›¤›n› belirtti.

D‹HA ve ‹MC'ye yer yok!

‹ki gazeteciye 301 soruflturmas›

4 Nisan'da Tayyip Erdo¤an ve Akil ‹nsanlar Komisyonu üyelerinin bir araya geldi¤i Dolmabahçe'deki toplant›da, D‹HA ve ‹MC muhabirleri “akreditasyon”lar› olmad›¤› gerekçesiyle konut bahçesine al›nmad›, görüntü almalar› engellendi. ETHA muhabirleri de bir süre çekim yapt›ktan sonra alandan uzaklaflt›r›ld›.

AGOS Genel Yay›n Yönetmeni Rober Koptafl ve gazeteci Ümit K›vanç'a Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinden soruflturma aç›ld›. Hrant Dink davas› sonuçland›ktan sonra, bir televizyon program›na kat›lan Koptafl ve K›vanç'›n Dink davas›na iliflkin aç›klamalar›ndan rahats›z olan bir kifli iki gazeteci hak›nda suç

duyurusunda bulundu. “Devlete ve yarg› güçlerine hakaret” suçlamas›n›n yönlendirildi¤i iki gazeteci, savc›l›k taraf›ndan ifade vermeye ça¤r›ld›. Adalet Bakanl›¤›'ndan izin al›nmadan soruflturmaya baflland›¤› için mevcut yasa gere¤i, ifadeler al›nd›ktan sonra izin için bakanl›¤a baflvurulacak.

Gazetecilerin iflten ç›kar›lmas›n›n tan›nd›k köfle yazarlar›yla s›n›rl› olmad›¤›n› ifade eden Zaman duruma iliflkin flunlar› söyledi: “‹flten ç›kar›lmam sürpriz de¤il. Türkiye’deki mevcut durum ortada. Bu tür olaylar›n devam edece¤ine inan›yorum. Köfle yazarlar› görünür oldu¤u için daha çok ön plana ç›k›yor, ancak eminim ki bu durum bizimle s›n›rl› de¤ildir. Orta ve alt kademelerde de birçok arkadafl vard›r. Aile geçindiren, çocuk sahibi arkadafllar›ma sab›r diliyorum.” HaberTürk gazetesi, Amberin Zaman’dan önce köfle yazarlar› Balçiçek Pamir, Ece Temelkuran ve Bekir Çoflkun'un da ifline son vermiflti.


KÜLTÜR SANAT

15

18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Fatih Ak›n’la hayat›na yolculuk

Halk›n Sesi

Müslüm Gürses’ten Veda

55 y›l sonra gelen sansür

Yönetmen Fatih Akın’ın, sinema yaşamını ve filmlerinin öyküsünü anlattığı otobiyografik kitabı, “Sinema, Benim Memleketim” Doğan Kitap’tan çıktı. Akın, Hamburg’da gurbetçi bir ailenin çocuğu olmasından, ilk gençlik yıllarında üyesi olduğu çetelere kadar kişisel dünyasını anlatırken çok sayıda filmden verdiği referanslarla sinema tarihinde de yolculuk yaptırıyor.

Cemal Süreya’nın 1958’de yayımlanan ilk şiir kitabına adını veren Üvercinka şiiri, Limit Yayınları’nın LYS edebiyat test kitabında sansürlendi. Test sorusunda şiirde geçen “sevişmek” kelimesi yerine “sevmek” kelimesi kullanıldı. Süreya, yayımlandığı yıl ödül de kazanan bu kitabıyla şiirde İkinci Yeni’nin öncülerinden biri haline gelmişti.

Müslüm Gürses’in kayıtlarını hastaneye yatmadan önce tamamladığı ve “Eğer ölürsem, adını ‘Veda’ koyun” dediği albümü çıktı. Gürses’in “Yeni ve lezzetli bir albüm bırakıyorum sevenlerime” dediği Veda’sı anonim eserlerle birlikte Mahzuni Şerif, Aşık Daimi gibi halk ozanlarının eserlerinden oluşuyor.

İşçinin emekçinin festivali 8’inci Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, 16 ülkeden 54 öykü ile emekçileri ve mücadelelerini beyaz perdeye taşıyacak. Festival bu yıl da mahallelerde, işyerlerinde, sokaklarda ve 1 Mayıs kortejiyle alanlarda val, “Sınırda yaşamak umuda sarılmaktır” diyor. Ve ekliyor“Ortadoğu’daki savaşın, Ortadoğu’daki en önemli aktörlerden Kürtlerin sürecinin, açlık ve yoksulluğun sınırlarında umudu ve emeği ile ayakta kalmaya çalışanların öykülerini beyaz perdeye taşıyor.”

ÖZEN TAÇYILDIZ

1

Mayıs, işçinin-emekçinin bayramı. 2006’dan bu yana, Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin de başlangıç günü. Evet, işçinin-emekçinin, bu yıl sekizincisi yapılacak olan bir film festivali var bu memlekette. Geride bıraktığı her yıl, emekçilerin yaşamlarını ve mücadele deneyimlerini izleyicilerle buluşturmakla kalmıyor, bir yandan da işçi filmi üretimini özendiriyor. Dünyada 1990 sonrası dönemde yoksul emekçilerin mücadelelerinin bir anlatım aracı olarak ortaya çıkan işçi filmleri festivalleri, Türkiye’de birkaç sendika ve Halkevleri Emek Çalışmaları Merkezi’nin ortak çalışmaları ile başladı. Bugün Sine-Sen (DİSK), Dev Sağlık-İş (DİSK), Birleşik Metal-İş (DİSK), Hava-İş (TÜRK-İŞ), Petrol-İş (TÜRK-İŞ), Tez Koopİş (TÜRK-İŞ), SES (KESK), Türk Tabipleri Birliği, Halkevleri ve Sendika.Org tarafından düzenleniyor. Bu yıl yine 1 Mayıs günü İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da eşzamanlı olarak başlayacak festival, 8 Mayıs’a dek devam edecek. İlerleyen günlerde de pekçok kenti kapsayan ve yıl boyu sürecek olan uzun bir yolculuğa çıkacak.

KARAGÖZ-fiARLO UMUDU TAfiIYOR 8 yıl boyunca festival afişinin değişmez illüstrasyonu Karagöz

ve Şarlo. Bu defa ikisi de birer Sisifos. Sisifos, mitolojide tanrılar tarafından lanetlenip cezalandırılan ilk insanoğlu. Cezası bir kayayı bir dağın tepesine çıkarmaktır. Sisifos kayayı yuvarlayarak tepeye kadar çıkarır ancak tam sona yaklaştığında kaya aşağı yuvarlanır, Sisifos da aşağı inip kayayı tekrar yukarı çıkarmaya çalışır ve bu böylece sürüp gider. Beyhude bir çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünen tanrılar, Sisifos’u cezalandırırken aslında onun yaşama dair umudunu tüketmek istemişlerdir. Ancak Sisifos umudunu öldürmez, kayayı taşımaktan ve tanrılara direnmekten vazgeçmez, her seferinde inatla dener. Bu yılki afişte Karagöz, barışa dair umudunu taşımaktan, Şarlo da Karagöz’ün başaracağına olan inancıyla elinde kamerasıyla onu belgelemekten vazgeçmiyor. Bu yıl temasını “Sınırda yaşamak” olarak belirleyen festi-

16 ÜLKEDEN 54 F‹LM Bu yıl 16 ülkeden 54 öykü buluşacak izleyicilerle. Filmler, dünyadan ve Türkiye’den emekçilerin yaşamları ve mücadele deneyimlerinden örneklerle geniş bir yelpaze sunuyor: Nazım Hikmet’in şiiriyle öyküsünü anlattığı “Japon Balıkçısı”… Selanik’te patronların terk ettiği fabrikayı bir kooperatif olarak yeniden açan işçilerin özyönetim öyküsü “Vio Me”… 2011’de Yunan Parlamentosu’nda yapılan “kemer sıkma politikaları” oylamaları sırasında Atina Sintagma Meydanı’ndaki protestoları ve polis şiddetini anlatan “155 Satılmış Adam”… 2012’nin son günlerinde haklarının ellerinden alınmasına karşı direnen Şişecam işçilerini anlatan “Şişecam-Bir Direnişe Bakmak”… Antalya meyve-sebze halinin mevsimlik işçilerini anlatan “Hal-Karanlığın Meyvesi”… Festival filmleri emeğin gündemini takip etmekle kalmıyor, ülkenin yakıcı gündemlerinden örnekleri de perdeye taşıyor: Kentsel dönüşümün önemli adreslerinden İstanbul Tarlabaşı’nı

Taksim Gezi Parkı için binler “Ayağa Kalk”tı! Taksim Gezi Parkı’nın yok edilip yerine Topçu Kıfllası yapılmasına karflı çıkan ‹stanbullular 13 Nisan’da 1. Gezi Parkı Festivali’nde bir araya geldi. Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzellefltirme Derne¤i’nin yüzlerce gönüllüyle organize etti¤i festival, coflkulu ve büyük bir katılımla gündüz 12’de bafllayıp gece 12’ye kadar sürdü. Festivaldeki açıklamada parkın yok edilmesine dair alınan karar reddedildi. “‹çinde yaflayan tüm canlıları hiçe sayarak, yaflam alanlarını yok etme pahasına gerçeklefltirilmek istenen projelere, do¤al olarak karflı duruyor; meydanımıza, parkımıza, sinemamıza, pastanemize, tarihimize, do¤amıza sahip çıkıyoruz” denildi. Parkı korumak için 80 bin imza toplanıldı¤ı hatırlatılarak buna

ra¤men kıfllanın yapılmasının halkın sesini duymamak, hakkını gasp etmek anlamına geldi¤i söylendi. Festivale iliflkin “Taksim yaflanan de¤il gelip geçilen bir yerdir, bahanesine sı¤ınanlara, Taksim’in nasıl yafladı¤ını gösterecek bir festival düzenledik” denildi. Festivalin toplumun farklı kesimlerinden bir araya gelen gönüllü

bin kifliyle gerçeklefltirildi¤i belirtilerek saldırıya karflı mücadeleye devam edilece¤i belirtilerek “Unutmayın ki Gezi Parkı, Emek Sineması, Taksim Meydanı, mahalleler, köyler, kentler, dereler, vadiler bizim. Aya¤a kalktık, susmayaca¤ız” denildi. Gün boyu birçok müzik ve performans grubu sahne ald›.

Buraya çöp dökmeyin!

U

NESCO’nun 1985’te doğal ve kültürel miras listesine aldığı Kapadokya tehdit altında. Son yıllarda doğal ve tarihi dokuyu tahrip eden, görsel kir-

lilik yaratan otel inşaatlarının hızla arttığı bölge, bu defa da çöplük olma tehlikesiyle karşı karşıya. Ürgüp İlçesi'ne bağlı, peribacaları ile ünlü Ortahisar Vadisi, Belediye tarafından çöp

depolama merkezine dönüştürüldü. Vadiye dökülen ve ciddi sorunlarını beraberinde getirecek olan çöpler, hem bölge halkının hem de bölgeye gelen turistlerin tepkisine neden oluyor.

ve insanlarını anlatan “Kent Sürgünleri”… Fethiye Çetin’in büyükannesi Heranuş Gadaryan’ın Elazığ’daki köyü Habap’taki tarihi iki çeşmenin Türk, Kürt, Ermeni gençler ve köy halkının emekleriyle restore edilişini anlatan “Habap Çeşmeleri”… Şafak baskınlarıyla kırılan kapılarla başlayan KCK operasyonlarını anlatan “Denge Deri/Kapıdaki Ses”… 1990’lı yıllarda köylerinin boşaltılması ile göç eden Kürtlerin geride bıraktıkları topraklarıyla olan ilişkilerini ele alan “Masivanên Bejiyê/Kıracın Balıkçıları”

B‹R BAfiKA FEST‹VAL Festival, bu yıl da açık hava gösterimleriyle sinema salonlarının dışında, işyeri gösterimleriyle emeğin yanında, festival yürüyüşüyle sokaklarda, 1 Mayıs kortejiyle alanlarda olacak. Açılış gecelerinde her festival gibi ödül verecek ama direnişteki işçilere ve sinema set işçilerine. İzleyicileri yönetmenlerle söyleşilerde, pekçok katılımcıyı da ustalarla eğitim atölyelerinde buluşturacak. Yarışmasız, sponsorsuz, fonsuz festivalin gösterimleri de ücretsiz. 2006 yılında yola ilk çıktıklarında, anlatabilecekleri “gerçek bir hayat”ın varlığını göstermek için sinemacılara “Bakın burada gürül gürül akan bir hayat var” diyerek seslenmişlerdi. “Gürül gürül akan bir hayat”ın özneleri olarak buyurun İşçi Filmleri Festivali’ne!

“Emek bizim” diyenler mücadeleye devam ediyor B

eyoğlu’nda Emek Sineması’nın yıkılmasına karşı yapılan eylemler sürüyor. 7 Nisan’da aralarında dünyaca ünlü yönetmen Costa Gavras’ın da olduğu sinemacılar ve İstanbullular bir eylemle Emek Sineması’nın kamuya ait olduğunu ve İstanbul’un bir alışveriş merkezine daha ihtiyacı olmadığını beyan ettiler. Sinemanın olduğu sokağa girmek ve sinemanın durumunu görmek isteyen kitleye “sokağın tehlikeli olduğu” gerekçesiyle izin vermeyen polis, yoğun gaz ve tazyikli su ile kitleye saldırdı, 4 kişiyi de gözaltına aldı. Eylemde gazdan etkilenen insanları içeri almayan ve su satmayan MADO Pastanesi’nin internet sitesi aynı gün RedHack tarafından hacklendi. Polisin saldırısı SİYAD, Ulusararası Film Eleştirmenleri Federasyonu, Uluslararası Af Örgütü Türkiye şubesi, DİSK gibi pek çok kurum tarafından kınandı, Ertuğrul Kürkçü Meclis’e soru önergesi verdi. 300'ün üzerinde sinemacı polis şiddetini kınadı, “Sevgi Emek’tir” diyerek Emek'in yıkılmadan yerinde restore edilmesini talep etti. Sinemacılar, Kültür Bakanı, Sosyal Güvenlik Bakanı ve Beyoğlu Belediye Başkanı’nı göreve çağırdı. Ancak iktidar cephesinden gelen açıklamalar bildik üslupta, bakanlar sıkı sıkıya koltuklarındaydı. Emek’ten “mezbelelik” olarak bahseden AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, eylemin, “başta DHKP-C olmak üzere, Halkevleri ve bazı marjinal gruplar tarafından sabote

edildiği”ni söyledi. İçişleri Bakanı Muammer Güler, “Eylemcilerin arasına illegal örgütler karıştı” ifadesini kullandı. Kültür Bakanı Ömer Çelik de, “Birtakım gruplar, sanatçılarla bakanlığı karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Türkiye’nin eski bir alışkanlığı olan slogan atma yolunu tercih edenlere asla prim vermem” dedi.

‘EMEK YOKSA BEN DE YOKUM’ Atilla Dorsay, Bu utanç tablosu karşısında görevinden ayrıldı. “Emek yoksa ben de yokum” diyen Dorsay, eylemin ertesi günü, 8 Nisan’da Sabah gazetesinde son yazısını yazarak veda etti. Dorsay, daha önce sinemanın durumunu görmek için içeri girmek istemiş ancak özel güvenlik tarafından tartaklanmıştı. Polis saldırısına rağmen “Emek sermaye ile uzlaşmayacak” diyenler bir hafta sonra, 14 Nisan’da, festiva-

li açtıkları yerde kapatacaklarını duyurarak bir kez daha Beyoğlu’nda buluştu. Emek’in girişinin bulunduğu Yeşilçam Sokağı’nın başında kurulan kürsüde yapılan konuşmalarda önceki hafta yaşanan polis müdahalesi kınandı, Emek’in kamu malı olduğu hatırlatıldı. Emek Sineması’nın yıkımına karşı Ankara’da da eylemler gerçekleştirildi. 14 Nisan’da Kent Park AVM’de toplanan üniversitelerin sinema toplulukları “Emek Sineması, sanat, kent bizim” yazılı pankart açıp gözlerine film şeridi çekerek sinemanın AVM’lere hapsedilmesini ve Emek Sineması’nın taşınmasını protesto etti. Bir basın açıklaması yapan sinemaseverler Emek’le ilgili yapılanların rantsal dönüşümden başka bir şey olmadığını söyledi. Emek protestosu, 32. İstanbul Film Festivali’nin kapanış galasına da damga vurdu. Sahneye çıkanların tümü Emek Sineması'nın kapatılmasını eleştirdi.


SOKAĞIN SESİ

16

ÜRET EN B‹Z‹Z YÖNET EN DE B‹Z O LACA⁄IZ

18 Nisan 2013 / 1 May›s 2013

Halk›n Sesi

KOÇ ÜN‹VERS‹TES‹ D‹REND‹, MÜCADELE KAZANDI

‘Gücümüzü gördük ve uyandık’ Koç Üniversitesi’nde işten çıkarılan taşeron işçilerin direnişi öğrencilerin, akademisyenlerin, cümle Sarıyer’in direnişi; güvencesizliğe karşı mücadeleyi büyüten sol muhalefetin gururu oldu. İşçilerin kazanımı ise tüm güvencesizlerın umudu... TUBA GÜNEfi

K

oç Üniversitesi’ni hiç kimse öyle görmemişti. 2 Nisan-8 Nisan tarihinde üniversitenin kapısına gelenler; çadırlarla, sağa sola koşuşan üniversitelilerle, heyecan içindeki akademisyenlerle, toplantı yapan, basına demeç veren, rektöre dilekçe yazan, telefonda dert anlatan, slogan atan işçilerle karşılaşıyordu. Bir yanda mutfak kurulmuştu. Bir yer kürsü kabul edilmiş, ziyaretçilerin alanı selamlaması için bir megafon tahsis edilmişti. Öte yandaki çadırda birkaç avukat, işçilerin sorularını yanıtlıyordu. Kimi rektörden haber getiriyordu. Kimi, basında Koç Üniversitesi’ne ilişkin haberlerin yer aldığı kupürleri asarak bir pano oluşturuyordu. Öbürü, koca ana kapıya yeni bir pankart daha asıyordu: ‘Yanınızdayız’ içerikli. Bazıları da halaya durmuş, Kürtçe, Türkçe türkülere eşlik ediyordu. Koç’un arabalarla kampüse giren diğer öğrencileri, hocaları kornalarını öttürüyordu. Ama hepsinden önce, üniversitenin kapısına gelen kişiyi koca bir pankart karşılıyordu: ‘Taşerona Hayır!’ Tüm bunların nedeni öğren-

cilerin, işçilerin, akademisyenlerin, çadırlar kurulduğundan kaldırılana kadar orada olan Sarıyer Yaşam Platformu başta olmak üzere onlarca örgütün, kurumun, ÇHD’li avukatların olağanüstü örgütlenme çabası sayesinde sağır sultanın duyduğu direniş. AYNI SALDIRI, ÖZGÜN YANIT Direnişe sebepse bildik hikaye. Koç Üniversitesi’nin ISS isimli bir taşeron şirketle sözleşmesi sona ermişti. Rektörlük de işçilere kapıyı göstermişti. 13 Mayıs’ta işten çıkarılacakları duyurulan işçiler, Sarıyer Halkevleri’ne gidip, durumu anlattı. Halkevi’ndeki toplantılara her seferinde daha fazla kişi katıldı. Sonra üniversitede 400 kişinin katıldığı bir panel yapıldı. Ardından 1 Nisan’da büyük bir eylem gerçekleştirildi. İtibarı tehdit altındaki rektör ve taşeron şirket boş durmadı, zaman kaybetmedi. 2 Nisan’da işyerine gelen işçilerin yolu ISS yetkilileri tarafından kesildi. Yetkililer dedi ki: “Bugünden itibaren işiniz yok.” İşçiler, kendilerine imzalatılmaya çalışan kağıtları imzalamadı. Arkadaşlarına, hocalara, üniversitelilere haber verdi. Sonrası

direniş… İşçiler, üniversitenin bileşenlerini yanlarına katıp, arkalarına bakmadan, düştüler yola, geldiler Rektörlüğün gösterdiği kapının önüne. Çadırlar kuruldu. Bir destekçi, bir destekçi daha derken yüzlerce kişi oldular. GELMEM D‹YEN REKTÖR GELD‹ Rektörden randevu istediler. ‘Asla’ yanıtını aldılar. Ertesi gün geldikleri noktaya onlar da şaşırdı. Kendilerini rektör nerede konuşsun diye oylama yaparken buldular. Karar verildi. Rektör yüksekteki bölmede konuşacaktı, hepsi rektörü iyice görecek, rektör hepsinin gözlerindeki öfkeyi hissedebilecekti. “Gelmem” diyen rektör Ümran İnan geldi. Önce işçiler konuştu, sonra öğrenciler. En son rektör. İşçilerin kaybedecek bir şeyi yoktu ama onun vardı. Yalan söyleyen kişilerde olduğu gibi, rektörün el-kol işaretleri, sorular geldikçe çoğaldı. Derin nefesler alarak, taşeronu denetlemeye hakkı olmadığını, daha önce ‘gelmem’ demediğini söyledi. Ama işlerine geri dönmek isteyen işçiler de destekçileri de ona inanmadı. Rektör konuşurken kendilerini tutan direnişçiler, o mikrofonu bırakır

bırakmaz patladı: “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!” “Herkese kadro, herkese eşitlik” Rektörü ayaklarına kadar getirebildiklerini gören işçiler, direnişlerinde artık daha kararlıydı. Kararlılıklarının karşılığını da aldılar. Rektörlükle müzakere aşamasına giren işçiler, 22 maddelik talepler listesi hazırladı. Talepleri önce kabul eden sonra erteleyen rektörlük sonunda geri adım atmak zorunda kaldı. 19 madde kabul edildi. Ve işçiler kazandı. Ancak bu bir mutlu son değildi. Çünkü işçiler, direnişe içerden devam edeceklerini duyurdu. Taşeron sistemini yıkmak için yola çıkan işçilerin gidecek daha çok yolu vardı. Önlerinde 1 Mayıs vardı Mücadele yeni başlıyordu. Zaferlerini kamuoyuyla paylaştıkları basın açıklaması da öyle söylüyordu: “Sevgili Dostlar, Direnişimiz bizim açımızdan büyük bir uyanış oldu. Bugüne kadar bizleri haksızlığa karşı başkaldırmaktan alıkoyan tüm korkularımızın temelsiz olduğunu gördük ve uyandık.. kendi gücümüzü gördük ve uyandık.”

Öğrencilerden rektöre: ‘Bu pislik sizin” Direnifle kat›lan Koç Üniversitesi ö¤rencilerinden Emek Göksu Durmuflo¤lu Halk›n Sesi’ne mücadelelerini anlatt›: “‹flçilerin ç›kart›lmas›na karfl› düzenledi¤imiz ilk forum büyük bir kat›l›mla gerçekleflince, kendimize güvenimiz artt›. Üniversite yönetimi de korkmufl olmal› ki hemen iflçileri ç›kard›. ‹flçilerin ç›kart›lmalar› haberini h›zl›ca yayg›nlaflt›rarak direnifle bafllad›k.” Emek’in üslubundan da anlafl›labilece¤i gibi bu direnifl tüm üniversite bileflenerinin oldu. Üniversite ö¤rencileri bu direniflin en dinamik aktörlerinden biriydi. Bir yandan direnifl alan›nda iflçilerle sabahlayan ö¤renciler bir yandan da okul içinde çal›fl›yordu. Emek’in anlatt›¤›na göre, Direnifl daha bafllamadan önce süreçle ilgili bilgilendirme yap›lmas› için ‘Koç ‹flçisine Destek’ stand› açm›fllard›.. Stand direnifl boyu aç›k kald› ve ö¤rencileri bilgilendirmek için bir araç oldu. Rektörlü¤ün yayd›¤› okulda

temizlik yap›lmamas› nedeniyle yeni iflçilerin ifle al›nmas› gerekti¤i söylentisi ö¤renciler taraf›ndan bofla ç›kar›ld›. Ö¤renciler, okulun çöpünü toplay›p, temizli¤ini yapt›. Emek, bu eylemin anlam›n› da flöyle özetledi: “Hem direniflteki iflçileri desteklemek, hem içeride direnifle gelmeye çekinen ö¤rencilerin destek yapmalar›n› sa¤lamak hem de rektörlü¤ün iflçileri kampüse almas› gerekti¤i yönündeki sava dair yap›lm›fl çok stratejik bir hamleydi. Bu hareketle ö¤renciler ve iflçiler aras›ndaki birlik güçlendi ve rektörlük kararl›l›¤›m›z› gördü. Toplanan çöplerin rektörlük önüne b›rak›lmas› da, rektörlü¤e ‘Bu kirlilik sizin eseriniz’ fleklinde verilmifl çok ak›ll›ca ve politik bir cevapt›.” Direniflin tek kazan›m› iflçilerin olmad›. Koç ö¤rencisi de örgütlenme imkan› buldu. Emek, bu örgütlülü¤ün 1 May›s’ta alana ç›kmalar›n› sa¤layaca¤›n› söyledi.

‹flçiler kimi zaman taleplerini tart›flt›klar› toplant›lar yapt›lar, kimi zaman aile ve çocuk bak›m› üzerine ders ald›lar kimi zaman kad›n sorunlar›n› konufltukluar› toplant›larda bulufltu

Koç işçileri ne kazandı? Koç Üniversitesi önünde nöbetlefle direnifle kat›lan ÇHD’li avukatlardan Ceren Uysal’a direniflin kazan›mlar›n› sorduk. Uysal anlatt›: “Koç Üniversitesi'nin tafleron iflçileri bir haftada görülmemifl düzeyde bir kazan›m elde ettiler. Bu direniflin sonunda sadece "ifle iade" kazan›lm›fl olunsayd› dahi, büyük bir baflar› elde edilmifl olacakt›. D‹REN‹fiE ÖZGÜ KAZANIMLAR

Ancak sürecin kazan›mlar› elbette bundan ibaret de¤il, aksine Koç Üniversitesi'ndeki direnifli özgün k›lan ve benzer direnifl pratiklerinin sonuçlar›ndan ayr›flt›ran temel baz› kazan›mlar söz konusu. Direniflin sonucunda birer tane tafleron flirketler üzerinden, bir tane de Koç Üniversitesi özelinde iflçilerin çeflitli haklar›na yönelik 3 taahhütname verildi. Bunlar›n bafl›nda iflçilerin taahhütnameye koydurduklar›, 6 ay süreyle iflten ç›kartma yasa¤› gelmekte. ‹flçiler bu sayede ellerinden al›nan ifl güvencesini, tekrar kazanm›fl oldu. 6 ay›n sonunda herhangi bir hukuksuz ifllemle karfl› karfl›ya kalarak ifl sözleflmeleri sona erdirildi¤i taktirde dava açabilecek ve haklar›n› ar›yabilecekler. Ayr›ca iflçilerin ihbar süreleri ve y›ll›k izin süreleri korunmufl oldu. Tafleron flirketlerin, iflçileri Koç Üniversitesi bünyesi d›fl›nda baflka bir projede istihdam etmesi de yasakland›. Üniversite bünyesindeki geçmifl tafleronluk prati¤inde, rotasyon uygulamas›n›n, iflçileri istifaya zorlaman›n bir arac› olarak kullan›ld›¤› en s›k dile getirilen flikayetlerdenken, bu konuda yasaklay›c› bir maddenin kazan›lmas› daha

da anlam kazanmakta. Ayr›ca, iflçiler direniflleri sayesinde parmak izi vb. uygulamalar›n sona ermesini sa¤lad›. Koç Üniversitesi, iflçilerin çal›flma saatlerinin azalt›lmas› için çaba harcayaca¤›n›, ifl giysilerinin niteli¤i konusunda denetim yapaca¤›n› taahhüt etti. Ayr›ca iflçilerin çocuklar›n›n Yaz Okullar› gibi etkinliklerden öncelikli olarak faydalanmas› düzenlenecek ve yine iflçiler art›k üniversite bünyesindeki etkinliklere kat›labilecek. Dinlenme yerleri düzenlenecek. Ö¤renci Merkezi'nde sorunlar›n› duyurabilecekleri bir duvar panolar› olacak. Ayr›ca iflçilere yönelik hak ihlalleri, hakaret, taciz, kötü muamele vb. konular söz konusu oldu¤unda Üniversite'nin disiplin kurullar› harekete geçirilecek. TAfiERON ‹ZLEME KURULU GET‹R‹LD‹

En temel önem tafl›yan madde ise; idareden tamamen ba¤›ms›z, atama usulü ile de¤il, seçimle belirlenecek iflçi, ö¤renci ve ö¤retim üyesi temsilcilerinden oluflacak bir Tafleron ‹zleme Kurulu'nun oluflturulmas› taahhüdüdür. Bu taahhüde bütün di¤er maddelerin bir garantörü olarak yaklaflmakta bir sak›nca görmüyoruz. Kurulacak Tafleron ‹zleme Kurulu, ba¤›ms›z bir denetim kurulu gibi hareket edecek. ‹flçilere yönelik bir hak gasp› söz konusu oldu¤unda Kurul flikayetlerin al›nd›¤› ilk birim olacak ve konuya müdahil olma imkan› yakalayacak. Bu anlamda öncelikli misyonunun, tafleron iflçilerinin üniversitede savunmas›z kalmamas›n› sa¤lamak oldu¤u söylenebilir.“


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.