180'inci Sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

‘K›z›ldere son de¤il’

AKP süreci yokufla sürüyor Halkta büyük beklentiler yaratan müzakere süreci AKP’nin ifli yokufla sürmesi nedeniyle t›kand›. PKK’nin s›n›r d›fl›na çekilmesi, meclisin devreye girmesi, yasal-hukuksal güvence oluflturma ve Akil ‹nsanlar Komisyonu’nun oluflturulmas› süreci t›kayan konular aras›nda. AKP ile Kürt Hareketi aras›ndaki müzakere süreci daha en bafl›nda t›kand›. Tayyip Erdo¤an, PKK’nin koflulsuz silah b›rakmad›¤› sürece askeri operasyonlar›n devam edece¤ini söyledi. Erdo¤an, “Silah b›rakma” derken, ülke içindeki PKK gerillalar›n›n “silahlar›n› b›rakarak ülkeyi terk etmelerini” istiyor. PKK sözcü-

Kızıldere direnişinin 41’inci yılında, devrimci önderler birçok kentte anıldı S. 3

leri ise, “Meclis iradesi, yasal-hukuksal düzenlemeler ve Akil ‹nsanlar Komisyonu’nun güvencesi olmadan asla gerillan›n geri çekilmeyece¤ini” bildirdi. KCK Yürütme Konseyi Baflkan› Murat Karay›lan, bu konuda olumsuz tecrübe yaflamak istemediklerini söyledi: “1999’daki geri çekilmeyi yaflad›k. Bunlar çok ac› tecrübelerdi. O yüzden geri çekilme konusunu olgunlaflt›rmak gerekiyor. Bunun en bafl›nda da yasal zemini oluflturmak laz›m.” AKP’li yetkililer, meclisin devreye girmesine yanaflmazken, “Akil ‹nsanlar Komisyonu”nu ise bambaflka niyetlerle kabul ettiler. S. 4

Petrolcü Karadeniz’de “Türk Petrol Yasa Tasarısı” petrol tekellerine büyük fırsatlar sunuyor. S. 9

Taraf, Akit’le piflti oldu Taraf’ın, Yeni Akit ile aynı manşeti atması şaşırtıcı değil. Çalışlar’ı bilen biliyor. S. 14

4 Nisan 2013• 1,25 TL

Y›l 6 • Say› 180

Taşeron işçi kavgayı büyütüyor

Sömürüye, savafla, gericili¤e karfl›... Bir de sosyal flovenizme karfl›... S. 3

Koç Üniversitesi ve Taksim Devlet Hastanesi’nde tafleron iflçiler haklar› için aya¤a kalkt›. Lüleburgaz’da taflerona karfl› büyük miting vard› Üniversiteli asistanlar ‹TÜ’de güvenceli ifl için rektörlü¤ü iflgal etti. Emek hareketi yeni bir ivme kazan›rken D‹SK genel kurula gidiyor

Tafleron minnettar Türkiye-‹srail gerilimi, ABD emperyalizminin müdahalesiyle sonland›r›ld›. AKP’yi, ‹srail’in güvenli¤i için yeni görevler bekliyor S. 5

Emek hareketinin yeni bir bahar›n›n iflaretleri artarken yeni bir sendikal kuruluflun efli¤inde Eme¤in Haklar› Forumu toplan›yor Tuba Günefl / Sayfa 2

Ferda Koç / Sayfa 4

Tufan Sertlek / Sayfa 8

4+4+4 y›k›m› kavgay›... Siyaset dünyas› kahve... Yeni bir kurulufl...

‘Aksu’nun gücünü flaka m› sand›n!’ ‹ki ayd›r militan mücadeleyle 2B’ye karfl› direnen Aksulular, haklar›na sahip ç›k›yor gibi görünen CHP’ye inisiyatifi b›rakmad› S. 6

Sermayenin ‘suyuna’ gitmediler Bursa’da düzenlen 3. Uluslararas› Su Kongresi’nde “Bizim suyumuz çamur akarken, bu sempozyumu tan›m›yoruz” diyen Baflköylüler, mermer ocaklar›n›n kirletti¤i sular› için mücadele etmeye devam ediyor S. 7

Sanayi stratejisi...

‘4+4+4’ü durduraca¤›z!’

Dev buluflma Eskiflehir’de Eskişehir, Halkevleri’nin 81. yıl dönümünü dev bir şenlikle kutluyor. Milyonların eşitlik, demokrasi, özgürlük ve barış talepleri 13 Nisan Cumartesi günü, Eskişehir’in en büyük kapalı spor salonu olan Porsuk Spor Salonu’ndaki dev buluşmada şarkı olacak, şiir olacak. "Eskişehir buluşuyor, özgürlük ve demokrasi için şarkılar söylüyor" sloganıyla örgütlenen etkinlikte Ezginin Günlüğü, Hakan Yeşilyurt, Bandista ve Caner Gülsüm sahne alacak.

Çanakkale’de tezkere davas›

Melda Yaman Öztürk / Sayfa 10

Çanakkale, 4 Ekim’de Meclis’ten geçen savafl tezkeresini protesto eden 49 savafl karfl›t› hakk›nda aç›lan davan›n ilk duruflmas› 26 Mart’ta görüldü. Çanak-

Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri 4+4+4’ün birinci y›l›nda, AKP’den hesap sordu. ‹stanbul, Bursa, Çanakkale ve Eskiflehir’de bir araya gelen veliler, ö¤retmenler ve ö¤renciler bir y›ld›r direndiklerini, yasa iptal olana kadar mücadeleye devam edeceklerini yineledi S. 2

kale muhalefeti bileflenleri dava günü adiye önünde buluflarak dava bitimine kadar dayan›flma eylemi yapt›. Bir sonraki duruflma 5 Haziran’a ertelendi.

Çorum’da kürtaj yasak Kad›nlar AKP’nin fiili kürtaj yasa¤›na karfl› kürtaj hakk›n›n geniflletilerek tan›nmas›n› talep ediyor S. 10

Misak-› Milli Tarih sayfas›nda bu say› Misak-› Milli’yi inceledik. Ne Türkiye haritas› Misak-› Milli’ye göre çizildi ne de anlaflman›n di¤er maddeleri uyguland› S. 13


2

EĞİTİM 4 Nisan 2013 / 13 Nisan 2013

Halk›n Sesi

4+4+4 y›k›m› kavgay› sürdürecek kadar büyük

“M

illi Eğitim Bakanı Nabi Avcı konuşmasına başlarken, 'Böyle çiçek bahçesi gibi çocukların arasında’ klasik bir konuşma yapmanın içinden gelmediğini, çok kısa ve içinden geldiği gibi konuşmak istediğini söyledi. Bunun üzerine salondakiler Bakan Avcı'yı alkışladı. Bakan Avcı, da esprili bir dille ‘Bu alkışlar çok kısa konuşacağım dediğim için mi?’ diye sordu.” Milli Eğitim Bakanlığı’nın internet sitesinde gün geçmiyor ki “Bakan esprili bir dille” ifadesi geçen böyle bir haber yayımlanmasın. AKP, 4+4+4 yıkımının ortasında, veliler sokakta, öğrenciler yollarda, öğretmenler isyandayken bakanlığa getirdiği Nabi Avcı’nın pazarlamasını gülücükler, espriler, türlü türlü şakalarla yapmaya çalışıyor. Nabi Avcı öyle sanıyor ama çocuklar şaka yapmıyor. Yukarıdaki olayda, çocuklar olsa olsa AKP biraz Tuba olsun susacağı için seviniyorGünefl dur bana kalırsa. tuba@ Çünkü okul önlerinde AKP’yi sendika.org alkışlayan çok çocuk gördüm. Velileri ile birlikte. Öğretmenlerini almışlar yanlarına hem de. Ama öyle takdir edici bir alkış değil bu, protesto niyetine, çocukların dilindeyken şarkı gibi işitilen “Susma ses çıkar, okuluna sahip çık”, “AKP’ye bırakma, geleceğine sahip çık” sloganları ile eş zamanlı tutuluyor. Sonra bol alkışlı birer basın açıklaması yapıyorlar. Diyorlar ki “Okulumuz elimizden alındı, okuyacak okulumuz yok”, “Okula gidecek yolumuz yok”, “Okula yazılacak durumumuz yok”, “Dershaneye verecek paramız yok”, “Ders verecek öğretmenimiz yok”, “Temizlik yapacak personelimiz yok” ,“5 buçuk yaşa göre lavabomuz yok”, “Anadilimiz var, okutanımız yok, “Isınamıyoruz, camımız yok”, “Din dersinden başka seçeneğimiz yok”, “Arkadaşım evlendi, derste yok”, “Arkadaşım atölyede çalışırken öldü, yok!” Tüm bu 1 yıldır süren eylemlerin üstüne, Nabi Avcı patlatıyor espriyi: “Son 10 yılda, Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan derslik sayısı kadar derslik yapıldı.” Alkış kıyamet. Gülmekten ölüyoruz. Çünkü bu açıklamadan iki gün sonra, yani 4+4+4’ün birinci yıldönümünde, bizzat Bakanlığın yayımlayacağı rapordan ne çıkacağını adımız gibi biliyoruz. Çünkü Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin her ay tuttuğu raporları takip ediyoruz. Beklenen oluyor. Bakanlık istatistikleri şunu söylüyor: “Bu yıl 8. sınıfı bitiren 50 bin öğrenci hiçbir ortaöğretim kurumuna kayıt olmadı. 37 bini kız öğrenci. Geçen yılki toplam sayı 25 bin. 28 bin kız öğrenci ise açık liseye yazdırıldı.” Bir “ufak” problem daha var: 12 yıllık “zorunlu” eğitim nedeniyle 8. sınıftan sonra okulu bırakan 50 bin öğrenciye diploma verilmedi. Yoo, bu kez espri yapmıyor. Bakan bu kez güldürmedi. 1 yıl nasıl geçti diye bakıp, hatırlayalım diyoruz ama ne mümkün. Her an gündeme düşen yeni bir haber nedeniyle fırsat bulamıyoruz. Samsun’da Namık Kemal Anadolu Lisesi öğrencilerine parasız olarak Hz. Muhammed’in hayatının anlatıldığı Siyeri Nebi kitabı dağıtılıyor. Üstüne kitabı okuyanlar için ödüllü yarışma düzenleniyor. Esenler’de Yunus Emre Ortaokulu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni, 7’nci sınıf öğrencilerine yazılı olarak “Hangi mezheptensiniz?” diye sorup, onları fişliyor. Okullar için bir bir “imam hatipe dönüştürülme” kararı alınıyor. Karma eğitim sistemi tartışılır hale geliyor. Sarıyer’de 18 öğrenci sütten zehirleniyor. Newroz’a katılan öğrenci öğretmeninden dayak yiyor… Yalnızca 15 günde olan biteni dahi sığdıramadığımız köşe yazısı için 1 yıllık yıkım fazla büyük. Gerçek şu ki 1 yıllık yıkım, yasanın meclisten geçtiği gün Ankara sokaklarında Eğitim Sen’lilerin direnmesine degecek kadar büyük. Eğitim hakkı için 1 yıldır mücadele eden velilerin, öğretmenlerin, öğrencilerin öfkesi kadar büyük. Aslına bakarsanız bu yıkım, öngördüğümüzden de büyük. 37 bin kız öğrenciyi okuldan aldıracak kadar, 50 bin öğrenciyi ucuz işgücü yapacak kadar… Geçen yılın iki katını, 181 bin kız çocuğunu çocuk gelin edecek kadar büyük. Yüzbinlerce çocuğu okulundan edecek, sağlıksız şartlarda, ulaşımın mümkün olmadığı, niteliksiz ve paralı eğitim almaya zorlayacak, onlara gerici müfredatı dayatacak kadar, Adana’daki çocuk işçi Ahmet’i öldürecek kadar büyük. 4+4+4 yıkımı, Ahmet için, çocuk işçiler için, çocuk gelinler için, eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim için, milyonlarca çocuk ve hepimizin geleceği için kavga edecek kadar büyük.

Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri’nin 4+4+4’ün yaratt›¤› sorunlar› yazd›¤› raporlar›n›n beflincisi yay›mland›. Rapor Adana’da ifl kazas› sonucu yaflam›n› yitiren çocuk iflçi Ahmet Y›ld›z’a adand›.

‘Daha da bizi zorlamayın, sabrımızı taşırmayın’ Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri 4+4+4’ün birinci yılında, AKP’den hesap sordu. İstanbul, Bursa, Çanakkale ve Eskişehir’de bir araya gelen veliler, öğretmenler ve öğrenciler bir yıldır direndiklerini, yasa iptal olana kadar mücadeleye devam edeceklerini yineledi

İ

stanbul Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri 28 Mart’ta İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önüne yürüyerek, eğitimin gericileştirilmesini, piyasalaştırılmasını hızlandıran, çocuk işçilerin, çocuk gelinlerin, okulu bırakan öğrencilerin sayısının artmasına, öğrencilerin, öğretmenlerin ve velilerin okullarından sürgün edilmesine ve pek çok mağduriyet yaşamasına neden olan 4+4+4’ün hesabını sordu. Basın açıklamasını, bir süredir okullarının imam hatip yapılmasına karşı mücadele eden Gazi İlkokulu velilerinden Gökçe Atınç okudu. “4+4+4 sistemi, eğitimi yıkıma uğratmıştır, derhal durdurulmalıdır” diyen Atınç 1 yılda yaşanları şöyle özetledi: “Her 7 okuldan biri imam hatip yapılmaya çalışıldı. Bir gecede imam hatibe dönüştürülen okullarda öğrenciler sürgün edildi, öğretmenlerinden koparıldı, taşımalı eğitime, kalabalık sınıflara mahkum edildi. Sayıları yirmi bini bulan öğretmenler norm kadro fazlası oldu. Ders kitapları bilimsellikten uzaklaştı, sansür yaygınlaştı. Özgürlük adı altında değiştirilen kılık kıyafet yönetmeliği ile kız çocuklarına türban dayatması getirildi. Açık lise uygulaması ile çocuk gelinliğin önü açıldı. Okula zorla başlatılan 5.5 yaşındaki çocuklar eğitimden soğudu, başarısızlık duygusu ile kuşatıldı. 4+4+4 ile 25 bin öğretmen alan değişikliği yaptı. Yan branşlarına geçen öğretmenler yıllarca çalışarak tecrübe ettikleri alanlarından koptu. Özel okulu sayısı son bir yılda yüzde 15 arttı. Özel okulların ve meslek okullarının yaygınlaşması için AKP sermayeye öğrenci başına 1000 lira teşvik parası vaadederken, devlet okullarında doğalgaz paraları ödenemedi, fotokopi, temizlik

‘AKP’yi iktidarından edeceğiz’

B

ursa Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin hedefinde Milli Eğitim Müdürlüğü vardı. 4+4+4’ün birinci yılı nedeniyle bir araya gelen Meclis adına açıklamayı Zafer Algül yaptı. 4+4+4 uygulamasını çöpe atana kadar okullarda, sokaklarda mücadeleye devam edeceklerini belirten Algül, “Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’yı da koltuğundan, AKP’yi de iktidarından edeceğiz” dedi.

Planları bozma zamanı parası velilerin sırtına yüklendi. Aidat toplama uygulamaları her kademede yaygınlaştı.” Öğretmenler adına konuşma yapan Zeynep Elifoğlu da yasanın Ankara’da yaptıkları eyleme rağmen, tazyikli sular, biber gazları ile geçirildiğini hatırlatarak, 4+4+4’ün öğretmenler açısından yarattığı yıkımı anlattı. Elifoğlu, 4+4+4’le birlikte oluşan norm fazlası nedeniyle öğretmenlerin okullarını değiştirdiğini ve alan değiştirmek zorunda bırakıldığını ifade etti. Elifoğlu, öğretmenler olarak hem kendi haklarını savun-

AKP diretiyor Meclis direniyor

E

skişehir’de okullarını, çocuklarını, geleceğini AKP iktidarına bırakmayacaklarını söyleyen veliler, öğrenciler ve öğretmenler bir basın toplantsı yaptı. Yapılan açıklamada, AKP’nin yıkıma karşı eğitim hakkı için her gün sokağa çı-

maya devam edeceklerini hem de veliler ve öğrencilerin mücadelesine destek vereceklerini belirtti. İkitelli’de taşımalı eğitime karşı mücadele eden Zühtü Şenyuva İlkokulu velilerinden biri de “Sırayı AKP’ye vermeyeceğiz” dedi. Annelerinin, babalarının, büyüklerinin gericilik saldırıları ile ezildiğini söyleyen veli, “Çocuklarımızın ezilmesine izin vermeyeceğiz. Karanlığa sürüklenmeyeceğiz” diye konuştu. Veli sözlerini AKP’ye seslenerek bitirdi: “Daha da bizi zorlamayın, sabrımızı taşırmayın!” kanlarının sayısı artmasına rağmen, yasada hala ısrar ettiği ve tetikçilerini harekete geçirdiği söylendi. Açıklamada eğitim hakkını savunan herkes, Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nde örgütlenmeye çağrıldı.

4

+4+4’ün birinci yılında, 28 Mart’ta Çanakkale Eğitim Sen ve Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi eylemleydi. Gazi Ortaokulu önünde buluşan veli, öğrenci ve öğretmenler adına yapılan basın açıklamasını Çanakkale Eğitim Sen Başkanı Telat Koç okudu. AKP’nin eğitim alanına yönelik yaptığı sistematik dönüşümlerin asıl hedefinin sermeye için ucuz iş gücü yaratmak istediğini söyleyen Koç, bunun için de kendisine biat edecek dindar ve kindar nesil istediklerini belirtti. Koç, “Bir araya geldiğimiz her yerde okullarımızın dönüştürülmesine izin vermedik, kayıt paralarını engelledik, kalabalık sınıf sorununu çözdük ama bu yetmez. Şimdi onların planlarını bozma zamanı” dedi.

YGS’niz batsın!

‘Ben mi dedim sana okulu yık’ İstanbul Esenyurt’ta okullarının önünde “Okulumuzu isteriz”, “Servisimizi isteriz” diye slogan atan öğrencilerin dertleri saymakla bitmiyor. Fatih Mahallesi’ndeki Rıfat Ilgaz İlköğretim Okulu yıkılınca, öğrencileri Kıraç’taki Namık Kemal İlköğretim Okulu’na nakledildi. Çocuklar 75 kişilik sınıflarda ders görmeye başladı. Geç saatlere kadar okulda kalan öğrenciler, yetersiz olduğu için şikayet edilen büyük otobüslerle taşındı. Daha sonra yasak olduğu söylenerek, ellerinden o da alındı, iki küçük minübüs tesis edildi. 100 öğrenci dersler 12.30’da başlamasına rağmen, 13’e ka-

dar ilk grubun okula bırakılmasını beklemeye başladı. Bindiklerinde de sıkışarak oturdu. Ayakta kalan öğrenciler, servislerde hostes ya da öğretmen olmadığı için can güvenliği olmadan okula gidip gelmeye başladı. Veliler, tüm bu sorunlar nedeniyle, 22 Mart’ta çocuklarını okula göndermeme eylemi yaptı, 25 Mart’ta yeniden okul önünde toplanıp eylem yaptı ve son olarak da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü önüne yürüdü. Veliler, okul müdüründen şikayetçi. Bir tanesi şöyle yakınıyor. “Müdürümüz bu arabalarda bir şey

olursa, çocuklarımızın başına bir şey gelirse ben sorumluluk almam diyor. Ama temizlikçi parası istemeyi biliyor’’. Bir başka veli, sorunların giderileceği için söz verildiğini ama aynı tas aynı hamam olduğunu söyleyerek, “Ben mi dedim sana okulu yık” diye konuşuyor. OKULUMU ‹ST‹YORUM, ARABAMI ‹ST‹YORUM Bir öğrenci de taleplerini özetliyor: “Okulumu istiyorum. Arabamı istiyorum. Küçük araba istemiyorum.” Velisi gururla başını okşuyor.

Üniversitelere girifl s›navlar›n›n ilk aflamas› olan Yüksekö¤retim Geçifl S›nav› (YGS) 24 Mart’ta yap›ld›. S›navda ilk defa bu y›l din sorusu soruldu. Görevde oldu¤u sürece her s›navda bir skandal ortaya ç›kt›¤› halde istifa etmeyen ÖSYM Baflkan› Ali Demir “hak ve adalet ölçüsüne göre s›nav yapan, bilimsel yöntemler ›fl›¤›nda ölçme ve de¤erlendirme çal›flmalar›n› yürüten, fleffaf bir kurum oluflturmak” istediklerini söyledi.Liseliler ise her yerde eylemdeydi. ‹zmir’de YGS sonras› 14.00’da “Paras›z e¤itim, s›navs›z üniversite” diyerek Alsancak ÖSYM bürosu önünde Genç Umutçular, dersane paras›n› ödeyemedi¤i için annesi cezaevine giren Soner Sipahi’nin intihar›ndan, paras›zl›ktan okuyamad›¤› için intihar eden Fatma Kaya’n›n ve YGS’de flifre skandal›n›n ortaya ç›kmas›n›n ard›ndan bafllayan tart›flmalara nedeniyle kendisini asan ‹smail Paslanmaz’›n ölümlerinden AKP’nin sorumlu oldu¤unu söyledi.

Kocaeli’de de Genç Umutçular YGS yani Genç Umutçular›n tabiriyle YÖK`ün geleceksizlefltirme s›nav›na girecek ö¤renciler e¤itim hayatlar›n› 160 dakikal›k bir s›nava s›¤d›rmaya çal›flan ve geleceklerini karartan AKP`ye karfl› seslerini duyurmak için topland›. Hopa ve Kemalpafla Genç Umut YGS’den bir gün önce yapt›klar› eylemde e¤itim haklar›n› gasp edilmesine, arkadafllar›yla rakip hale getirilmelerine karfl› isyanlar›n›, test kitaplar›n› y›rtarak gösterdi. Mersin’de E¤itim Sen binas› önünde buluflup Tafl Bina’ya yürümek isteyen Liseli K›v›lc›m, Liseli Genç Umut, Gençlik Muhalefeti ve Dev Lis üyelerine polis gaz bombalar› ve plastik mermilerle sald›rd›. 3 liseli yaraland›. Kendisini ÖSYM Ankara S›nav Merkezi Koordinatörlü¤ü’ne zincirleyen Dev-Lis üyesi ö¤rencilere polis plastik mermi ile sald›rd›. 6 ö¤renci gözalt›na al›nd›. Ö¤rencilere plastik kelepçe tak›ld›.


3

GÜNDEM 4 Nisan 2010 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

Kızıldere: ‘Direnişin tarihi onurdur’ K

ızıldere direnişinin 41’inci yılında, Kızıldere’de katledilen devrimci önderler Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Hüdayi Arıkan, Saffet Alp, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt ve Ömer Ayna unutulmadı. Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen yürüyüşlerle anıldı. Egemenlerin devrimci mücadelenin tarihine ve önderlerine dönük saldırısına karşı, devrimcilerin cevabı daha kitlesel anmalarla devrimci önderlerin anısına ve mücadelesine sahip çıkmak oldu. ‹STANBUL Bu yıl Taksim’de üçüncüsü düzenlenen 30 Mart Kızıldere anması, aydın, yazar, sanatçı, siyasi parti ve demokratik kitle örgütü yöneticisi 177 kişinin ‘Direniş ve dayanışmanın tarihi onurumuzdur’ çağrısıyla düzenlendi. Anmanın önceki yıllara göre daha kalabalık olduğu gözlemlendi. Yüzlerce kişi Taksim’de buluşarak, Galatasaray Meydanı’na yürüdü. Galatasaray Meydanı’nda bir açıklama yapan Nazmi Algan, Mahirlerin mücadelesinin bu ülke topraklarında her zaman eşitliğin, özgürlüğün, barış mücadelesinin yol göstericisi olduğuna dikkat çekti. Algan, “Halklarının eşit, özgür ve barış içinde yaşadığı bir ülke kurma mücadelesi bizim için suç değil olsa olsa onurla devralınacak bir bayraktır” dedi. OKMEYDANI Meşalelerle mahallede bir yürüyüş düzenleyen 250 kişi “Emperyalizme ve Faşizme Karşı Onlar Halkın Devrimci Yolu’nda yaşıyor” yazılı pankartla yürüdü. Yürüyüş sırasında mahalle halkı da pencerelere çıkarak alkışlarla destek verdi. ANKARA Toplumsal muhalefet bileşenle-

ri, Karşıyaka Mezarlığı 2 No’lu kapı önünde buluştu. Anmada Halkevleri, Devrimci Gençlik, Devrimci 78liler Federasyonu, TMMOB, BDP, Gençlik Muhalefeti, SDP, Dev-Lis ve CHP Çankaya İlçe Örgütü yer aldı. Mezarlık başında yapılan açıklamalarda Kızıldere’nin devrimciler için her zaman onurlu bir mücadelenin ve devrimci dayanışmanın tarihi olduğu belirtildi. Açıklamaların ardından Mahir Çayan’ın mezarı başında yüzlerce kişi devrim andını hep bir ağızdan okudu. ANTALYA Antalya’da Liseli Genç Umut, Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti’nin ortaklaşa düzenlediği anma etkinliğinde yüzlerce kişi Kapalı Yol Halk Bankası’ndan Attalos Meydanı’na yürüyüş yaptı. ED‹RNE

Edirne’de Demokratik Gençlik Hareketi, Gençlik Muhalefeti, Öğrenci Kolektifleri’nin düzenlediği etkinlikte, Tahmis Meydanı’ndan PTT önüne yürüyüş gerçekleştirildi. BURSA Bursa’da 150 imzacının çağrısı ile gerçekleştirilen anma için Nilüfer Metro İstasyonu önünde bir araya gelenler Üç Fidan Parkı’na

yürüdü. HOPA Hopa Meydanı’nda On’ların mücadelesini sahiplenen bir açıklama yapıldı. Açıklamanın ardında Cihan Alptekin’in mezarına yürüyüş düzenlendi. KOCAEL‹ Kocaeli Emek ve Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla İnsan Hakları Parkı’nda anma yapıldı.

Basın açıklamasında mücadelenin Mahirlerin bıraktığı mirasın üzerinden yükseldiği ifade edilirken halk düşmanlarına, emperyalistlere ve onların işbirlikçilerine karşı mücadelenin dün olduğu gibi bugün de devam edeceği mesajı verildi. KONYA Konya’da Emek ve Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, KESK, DİSK ve HDK üyeleri İnsan Hakları Parkı’nda bir araya gelerek Kızıldere’de katledilen devrimcileri andı. ESK‹fiEH‹R Eskişehir’de Demokratik kitle örgütü ve siyasi partilerin düzenlediği etkinlikte, Hamamyolu Yapı Kredi önünde toplanıp Adalar Migros önüne yürüyüş gerçekleştirildi. SAMSUN Samsun’da Öğrenci Kolektifleri ve Halkevciler tarafından şiir dinletisi ve Kızıldere tarihinin sunumu ve daha sonra “Geçmişten bugüne Devrimci Gençlik” başlığı altında bir tartışma gerçekleştirildi. ANTAKYA Antakya Kültür Merkezi’nde “Kızıldere’den Samandağ’a Direniş Sürüyor” paneli düzenlendi. ‹ZM‹R İzmir’de Liseli Genç Umut ve Dev-Lis, Eski Sümerbank önünde bir basın açıklaması yaptı.

Diyarbakır’da Kızıldere anması İşçi Filmleri Festivali Diyarbakır Atölyesi, "Direnişin ve dayanışmanın tarihi: Kızıldere" temasıyla 30 Mart’ta Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi'nde bir etkinlik gerçekleştirdi. Devrimci 78'liler Federasyonu’nun hazırladığı Kızıldere belgeseli gösterildi. Gösterimin ardından,

Sendika.Org yazarı Ferda Koç ile "Direnişin ve dayanışmanın tarihi: Kızıldere" başlıklı söyleşi yapıldı. Söyleşide, 71 direnişinin özünü oluşturan bilimsel sosyalizm üzerinde duruldu. Mahirlerin direnişini oluşturan devrimci teori ve pratiğin hala güncelliğini koruduğu ve yarınımızı hala aydınlattığı vurgulandı.

Devrimci Gençlik’ten Kızıldere anması ‹STANBUL İstanbul Üniversitesi Merkez kampüste 28 Mart’ta yapılan anma etkinliğine 150’ye yakın üniversiteli katıldı. Hukuk Fakültesi kantini önünde toplanan üniversiteliler havuzlu bahçeye slogalarla yürüdü. Hukuk Fakültesi binasına ‘Emperyalizm ve faşizmden hesabı Devrimci Gençlik soracak- Devrimci Gençlik’ pankartı asıldı. ANKARA ODTÜ’de 29 Mart akşamı meşaleli bir yürüyüş gerçekleştirildi. “Halk düşmanlarından hesap soracağız, kurtuluşa kadar savaşacağız” yazılı pankart açan 100 üniversiteli fizik bölümü önünden yurtlar bölgesine kadar yürüdü. ESK‹fiEH‹R Devrimci Gençlik, Kızıldere’nin yıldönümünde Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde bir anma etkinliği gerçekleştirdi.

Sömürüye, savafla, gericili¤e karfl›... Bir de sosyal flovanizme karfl› KP’nin Kürt sorununda başlattığı yeni süreç daha ikinci adımda tıkanma noktasında. Öcalan’ın, PKK’nin silahlı güçlerini sınır dışına çekmesi çağrısı olumlu karşılık bulmuştu ancak bunun nasıl gerçekleşeceği henüz belli değil. Çünkü PKK (haklı olarak) bunun için yasal güvence yani Meclis kararı isterken AKP tarafı buna yanaşmıyor. Hatırlanacağı gibi daha önce 1999’da PKK ateşkes kararı almış, silahlı güçleri geri çekilirken ordu operasyonlarında çok ciddi kayıplar vermişti. Bu gerekçeyle istediği yasal güvence, eğer sağlanırsa T.C.’nin hukuk sistemi için çok büyük bir değişiklik yaratmış olacak. “Bu uğurda ser (kafa) vermeye hazırım” diyen Tayyip Erdoğan ise ne Meclis’i ne de kendi hükümetini harekete geçirdiği gibi Başbakanlık yetkilerini kullanmaktan da imtina ediyor. Meclis’ten yasa çıkarabilir, KHK yayınlayabilir, hadi hiçbiri olmadı kendi MİT müsteşarı için uyguladığı yöntemi uygulayabilir. Yani savcıların bu konuda soruşturma açmasını Başbakanlık iznine yani kendi iznine bağlar. Ama yok, “ser vermek” o kadar kolay değilmiş. Tayyip Erdoğan’ın bulduğu çözüm; “silahlarını gömsünler”miş. Sanki kendi ABD başkanı, onlar da Kızılderili. Danışmanı Yalçın Akdoğan ise daha cin fikirli; bu durum PKK için bir “samimiyet testi” imiş. Eğer silahlarını teslim edip, üniformalarını da çıkartıp sınır dışına öyle çıkarlarsa “samimiyet sınavı”ndan geçecekler. Şifreci, kopyacı AKP kadroları çok güvenilir ya. ABD’den siyaset ve CIA’dan askeri eğitim almış T.C. devletinin, sistem karşıtı silahlı hareketler konusunda ezberinin tam olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktur herhalde. (Birkaç tane besleme liberal sayılmazsa tabii). Sürecin her aşamasında zorluk çıkaracağı, en ufak bir fırsatı bile değerlendireceği, provokasyonlar yapacağı ve en nihayetinde asıl amacından yani silahlı güçleri yok etme amacından asla vazgeçmeyeceği mutlak bir gerçeklik. PKK’nin de bunu bildiğine şüphe yok. Bu konuda “samimiyet testi” AKP ve Tayyip Erdoğan için yapılmak zorunda. Birçok gösterge sayılabilir ancak birkaç tanesi bile yeterli olacaktır bunun için. İlki, CHP’nin bu sürece olumlu bir pozisyondan aktif katılımının sağlanması. Ve

A

MHP’nin yalnızlığa mahkum edilmesi. Böyle bir taraflaşma, seçmen oranı düşünüldüğünde yaklaşık %80 eder ki bu da toplumsal onayın sağlanması için çok büyük bir ilerlemedir. (Böyle bir durumda “akil adamlara” bile gerek kalmayabilir). Ayrıca MHP’nin azgınlığı da “mahalle baskısı”yla dizginlenebilir, olası provokasyonlara karşı toplumsal barikatlar oluşmuş olur. Ama AKP, testin bu bölümünden bilerek sıfır çekmiş durumda. Çünkü AKP, Kürt sorununun toplumsal çözümünden, demokratik çözümünden yana değil. İkinci olarak, bu sorunun çözüm sürecinde “kamuoyu anketler”ine(1) göre hareket edilemez. Otuz yıllık savaş boyunca hem savaşın sonuçlarının ilkel tepkileriyle büyümüş hem de siyasetçilerin doğrudan gerici-faşist manipülasyonu ile şekillendirilmiş toplumsal düşünce ve tavır alışlar kendiliğinden ileri bir hedefe yönelmeyecektir. (Hatta bu sürecin olumsuz etkilerini sosyalist olduğunu iddia edenlerde bile görmek mümkündür). O yüzden bu sürecin aşamalarını değil, yaratacağı sonucu önemseyen bir siyaset ve siyasetçi tipi gereklidir. Ne Tayyip Erdoğan böyle biridir ne de AKP içinde böyle birileri vardır. Her aşamada oy hesabı yapan, bakkal defterine attığı çentiklerle siyaset yapanlar Kürt sorununun toplumsal çözümünden, demokratik çözümünden yana değildir. Üçüncü olarak, bu sorunun çözüm süreci doğru bir yöntemin belirlenmesiyle doğrudan ilişkilidir. Muhataplarla kurulan düzlemin bir hukukunun (kurallarının) olması, kurulan ilişkinin de eşit olması gereklidir. Bu aralar sıkça başvurulan bir vurguyu tekrarlayalım: “Muhatabınız özgür değilse adaletli bir barıştan söz edilemez.” Buradaki vurguyu Abdullah Öcalan (2) olarak anlamamak gerekir, buradaki sorun AKP’nin BDP’yi muhatap alıp almamasıdır. Silahların bırakılıp bırakılmaması konusunda değil, toplumsal çözümünün, demokratik çözümünün sağlanması konusunda. BDP ne eşit ne de özgür. Kısacası AKP, daha sürecin başında güvenilmez, ikiyüzlü ve kuralsız bir süreçte ilerlemek istediğini kanıtladı. Ancak bu noktada başladığı yere de kolayca dönemez ve dönmeyecektir de. Süreç, çok daha önceden görülebildiği gibi krizler,

iniş çıkışlarla (en azından şimdilik) bir süre daha devam edecek. Her aşama yeni taktikleri de beraber getirecek. Kürt sorununun toplumsal çözümünün, demokratik çözümünün sağlanması elbette ki AKP’den beklenemez. Bunu sağlayabilecek tek gerçek güç her iki tarafın solcularıdır. Ama dikkat etmek gerekir ki (her iki taraf için de) solcu geçinenler değil. Solculuk adına şovenizm taraftarı olanlar ya da solculuk adına ulusalcılıktan yana olanlar değil. Öznel gerçekliğinden sıyrılmış, mahallenin/tabanın gerici kuşatmasına karşı durabilen, sosyalizm mücadelesinin tarihsel mirasından dersler çıkarmış ve gelecekte kuracakları komünist toplum ütopyasıyla çelişmeyen solcular. Bugün onlara çok daha fazla ihtiyaç var! Görev ertelenemez, devredilemez. Çünkü sosyal şovenizm (onlar adına) kendi bulundukları toplumda hızla örgütleniyor, yayılıyor. Sosyal şovenizmin önüne geçilmezse yarın bugünden daha iyi olmayacak. İki halk içindeki solcuların bile karşılıklı eşit hukukla, ideolojik güvenle ve kader ortaklığıyla bağlanmadıkları bu topraklarda ancak emperyalistlerin, faşistlerin ve gericilerin iktidarı gelişir. CHP’den umudu olanlara da bir paragraf eklemek gerek, CHP’nin bu sürecin olumlu tarafında mutlaka olması gerektiği düşünülmesine rağmen eklemek gerek. Diyarbakır’da, belki de bölge coğrafyası içinde yapılan en büyük kitlesel gösteri, Newroz kutlaması yapıldığı sırada CHP’nin Genel Başkanı, “korkma sönmez bu şafaklarda…” diye tweet atabiliyor. Bu çarpık ideolojik zihniyet, bu utanılası politik tutum (ne yazık), değiştirilmek zorunda. Değişmediği, değiştirilmediği zaman bu sosyal demokrat taban sosyalistlerin “vasıtalı yedeği” değil, faşistlerin “vasıtalı yedeği” olacaktır. Halkların ortak sorumluluğunu üzerine almayan bu çizgi, sahil kasabalarının partisi olmaya mahkum kalacak. Bu koşullarda Türkiye’nin ilerici, demokrat muhalefeti 1 Mayıs sürecine girdi. 1 Mayıs’ın bu ülke için, bu ülkenin emekçisi, güvencesizi, işsizi, kadını, öğrencisi, demokratı, sosyalisti için ne anlam taşıdığını ifade etmeye gerek yok. Tarihten gelen ve geleceği hedefleyen üç temel sözcük yetiyor zaten; Birlik, Mücadele, Dayanışma.

Açık yüreklilikle belirtmek gerekir ki bu yılki 1 Mayıs’ın birtakım handikapları (koşarken taşınması zorunlu yükleri) mevcut. (Aslında üç inşaat çalışması da denilebilir.) Bunların başında da DİSK geliyor. Bilindiği gibi bir yıl önce bir genel kurul yaptı DİSK. Var olan statükolara ve dengelere sıkı sıkıya sarılarak en geniş(!) mutabakatla bir yönetim oluşturuldu. “Tek yürek, tek yumruk” diyerek oluşturdukları statükoya öyle sıkı sarıldılar ki, işçi sınıfı mücadelesinin yeni döneminin en güçlü dinamiği olan Devrimci Sağlık İş Sendikasının yönetime seçilmemesi için her türlü yöntemi kullandılar. Aslında DİSK’in 14. Genel Kurulu’nda Devrimci Sağlık-İş’e karşı alınan bu tutum, artık sürdürülemez olduğu herkesçe görülen geleneksel sendikal anlayışa ve statükoya teslim olmak anlamına geldiği gibi, sınıf hareketinin ihtiyaç duyduğu apaçık olan proleter yenilenmeye ve yeni dinamiklere karşı da bir tutumdu. Ancak yönetim kurulunu bu anlayışla oluşturanlara DİSK delegasyonunun yanıtı Devrimci Sağlık-İş’in adaylığına verdiği geniş destek oldu. Köhnemiş denge siyasetlerine dayalı, kişisel-kariyerist tutumların dayatıldığı, grup çıkarının işçi sınıfının toplam çıkarının üzerinde görüldüğü, atıl bir yönetim modeli ancak bu kadar dayanabildi. Olağanüstü genel kurul kararı alan DİSK Yönetim Kurulu, “Olağanüstü Genel Kurul kararı alınmasında belirleyici faktörün, işçi sınıfına yönelik saldırıların alabildiğine arttığı bir dönemde yaşanmakta olan sorunların bir an önce çözülerek, içinde bulunduğumuz mücadele sürecine daha etkin müdahale olanaklarının yaratılması” olduğunu söylüyor. Neymiş bu “yaşanmakta olan sorunlar”. Herkesin bildiği kimsenin yüksek sesle söylemediğini biz bir kez daha tekrarlayalım; Statükolara ve denge siyasetlerine dayalı, kişisel-kariyerist tutumların dayatıldığı, grup çıkarının işçi sınıfı toplam çıkarının üzerinde görüldüğü ve hepsinden önemlisi bugün artık apaçık görülen sendikal hareketteki devrimci yenilenme ihtiyacını ve olanaklarını görmeyen bir yönetim anlayışı artık terkedilmelidir. Bilinmelidir ki, neoliberal kapitalist sistemin tüm masallarının bittiği ve insanlığa hiçbir vaadinin kalmadığı, emeğin meşru ve militan temelde hak mücadelelerinin yaygınlaştığı ve büyüdüğü bugün, DİSK işçi sınıfı-

nın, tüm emekçilerin ve ezilen halkaların eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinin temel alanların birisidir. Ve şimdi devrimciler, demokratlar DİSK handikabını da taşıyarak 1 Mayıs’a ilerleyecek. Kürt sorununun içinden geçilen süreçte devrimcileri, demokratları nesnel olarak devre dışında bırakan başka bir handikap biçimde ilerlediği de bir gerçek. Eğer bu bir ay kendiliğindenliğe bırakılmaz, alınan inisiyatiflerle demokratik çözümden yana aktif tutum alış ilerletilirse 1 Mayıs, Kürt ve Türk emekçilerinin kardeşleşmeyi alanlarda gerçekleştirdiği bir dayanışma günü olarak geleceğe iz bırakacaktır. Ve yer tartışması da ayrı bir handikap. Özellikle İstanbul için. Taksim Meydanı’nın bir bölümünün inşaat alanına dönmüş olması, 1 Mayıs kutlamalarının nerede yapılacağını “kritik” bir soru olarak tartışılmasına neden oluyor. Taksim’de yapılabilir, ya da yapılamaz, bu teknik bir sorundur, politik bir sorun değildir. Taksim, 1 Mayıs alanı olarak kazanılmıştır, ondan asla vazgeçilemez/vazgeçilmez. Fiziki şartları uygunsa yapılır, fiziki şartlarının uygun olmamasından kaynaklı bu yıl orada yapılamayacaksa da, oradan vazgeçildiği anlamına gelmez. Bunu egemenler de kafasına kazımalıdır. Fiziki şartları gerekçe göstererek Taksim’e gelmeyecek olanlar ya da Taksim’de yapılamaması durumunda 1 Mayıs kutlamasına katılmayacak olanlar bilmelidir ki sadece AKP’ye propaganda malzemesi olurlar. Devrimciler de bu “yer tartışmasını” hızla gündemlerinden (bu yıl için) çıkarmalı, bu tartışmanın 1 Mayıs’ın politik içeriğinin önüne geçmesine engel olmalıdır. 1 Mayıs nerede gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, sömürüye-savaşa-gericiliğe karşı birlik-mücadele-dayanışma günü olacaktır. 1 Mayıs’ın öngünlerini yaşadığımız bu yıl, emekçiler için sömürünün katlanarak artacağının kanıtlarıyla birlikte yaşanıyor. Ekonomik büyüme oranları açıklandı ve beklentilerin de aşağısında gerçekleşti; %2,2. AKP Hükümeti, çevrede yaşanan ekonomik krizleri gerekçe göstererek bunun “başarı” olduğunu söylüyor. Ve bu “başarı”nın devam etmesi için (herkes emin olmalıdır ki) özveri istenecek, sorumluluk yüklenecek kesim patronlar olmayacak. Fatura yine işçilere, emekçi-

lere, yoksullara kesilecek. Sömürü katmerleşerek devam edecek. İsrail’in ABD teşvikiyle Mavi Marmara katliamı için sözde özür dilemesinin bu dünyadaki aklı biraz çalışan herkesin de yorumlayacağı gibi “hayra alamet” sonuçları olmayacak. Bu girişim her şeyden önce ABD-İsrail bloğunun Türkiye’den önce, AKP’ye daha doğrusu Tayyip Erdoğan’a (3) verdiği açık destektir. Tayyip Erdoğan da açıkça borçlanmıştır ve bu borcu ihtiyaç duyulan neresi olursa olsun, ister Suriye ister İran ya da başka bir yer ve başka bir konu, mutlaka ödeyecektir. AKP iktidarı döneminde gericiliğin durabileceği, yavaşlayabileceği bir aralık dahi olmayacak. Okullarda serbest kıyafet yutturmacısıyla türbanın önü bir adım daha ilerletildikten sonra şimdi de avukatlara türban serbestliği getirildi. Artık davacı, davalı, hakim, savcı, mübaşir savunma yapan şahsın yani avukatın siyasi görüşünü bir bakışta, şıp diye anlayıverecek. Hele bugünkü koşullarda türban takan avukatlar doğrudan iktidarın yakını olarak lanse edilecek, onlar da zaten bunu yapmak için özel çaba sarf edecekler. Gerici zihniyetin/örgütlenmenin yaygınlaştırılmasında bir adım daha ileriye, kadın özgürlüğünün gelişmesinde bir adım daha geriye gidilirken artık adalet önünde de herkes eşit ama türbanlı avukatlar “daha eşit” noktasına gelinmiş oldu. Devrimciler halkın öfkesini hırsa dönüştürmeli, yılgınlığı kararlılığa, atıllığı devrimci atılıma. Sömürüye, savaşa, gericiliğe karşı haydi 1 Mayıs çalışmasına... 1) En son anketi Tayyip Erdoğan açıkladı, sürece destek verenler %58. Karşı taraf da hemen atağa geçti “ama Apo ile görüşülerek sürecin devam ettirilmesine destek bu kadar değil. Erdoğan’ın “akil adamlar” projesini hızla devreye sokmasında da bu etkili kuşkusuz, Abdullah Öcalan biraz bekleyebilir, bir süre! 2) Öcalan’ın koşullarının her iki taraf açısından da sürekli gündemde tutulması da sürecin bir başka çarpıklığı. Tayyip Erdoğan’ın “12 kanallı televizyon verdik, jimnastiğini 3 günden 7 güne çıkardık, mahkum arkadaşlarıyla artık hergün götürüyoruz” açıklamaları ne kadar bu sürecin olması gereken ekseni değilse, BDP’nin, önemsiz sağlık sorunlarını sürekli gündemde tutması da bu sürecin ana ekseni olmamalı. önderlik pozisyonu, aynı zamanda kişisel dertleri çalışmanın önüne koymamayı, koydurmamayı gerektirir! 3) Sadece biçim bile bunu kanıtlamaya yeter. Dikkat edilirse cumhurbaşkanı ya da meclis başkanı aranmıyor. Ya da kamuoyuna açıkk bir beyanat yapılmıyor. Doğrudan Tayyip Erdoğan’a telefon ediliyor, malzemeyi o kullansın diye..


4

GÜNDEM 4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

Siyaset dünyas› kahve dünyas› izim toplum”da düşünce dünyasının şekillendiği asıl ortam ne üniversitedir, ne Meclis'tir, ne de basındır. Bizim düşünce hayatımız kahvehanede şekillenir. Kahvehane teorisyenlerimiz, bakkal Mehmet amcaya, tesisatçı Cemal'e inandırıcı gelen öncüllerden yola çıkarak her gün birkaç dünya savaşı çıkarır, her gün Türkiye'yi bir kaç kez kurtarır ya da batırır. Kahvehane teorisyenlerimizi vardıkları uçuk sonuçlar nedeniyle kaale almayız ama kullandıkları öncüllerden de kafamızı kurtaramayız. Gazetelerin tirajları ile manşetlerini kahvehane teorisyenlerinin öncüllerine göre kurabilme başarıları arasında bir doğru orantı vardır. Bu gerçeği artık iyice kavramış olan televizyonlarımız da, söyleşi programlarını artık tamamen “kahvehane muhabbeti” formatına uydurdular. Toplumsal “sağduyumuz” kahvehane masalarında kuruluyor; bu yüzden “Kahve Dünyası”nı anlamak önemli. “Kürtler, AKP'yle bir olup diğer Ortadoğu halklarını ABD'ye satacak” mı? Yoksa “Kürtler, ABD'yle ve AKP'yle bir olup hem kendilerini, hem Türkiye'yi, hem de diktatörlüklerden bunalan Ortadoğu halklarını kurtaracak” mı? Bence, ulusalcılar ile liberallerin İmralı Süreci'ne ilişkin bu çıkarsamalarının altında kahvehane teorisyenlerinin tartışmaları yatıyor. Kahvehane teorisyenlerimizin İmralı Süreci üzerine tartışmalarının konusunu geleceğe ilişkin aynı beklentinin değişik yorumları oluşturuyor. Gerçek güçlerin yapıları, çözüm bulFerda maya çalıştıkları sorunları, Koç stratejileri, birbirleri karşısındaki konumları ve ferdakoc@ hareket yetenekleri hotmail.com “etiketlendikten” sonra hepsi ortaklaşa aynı sonuca varıyorlar: İmparatorluk yeniden kuruluyor! Kimi “aman ha!” diyor, kimisi avuçlarını oğuşturuyor ama yargı kesin, ABD Ortadoğu'da Osmanlı İmparatorluğu'nu ihya edecek! Bunun nasıl olacağını kestirmek için de “tarihsel hafıza” hemen yardıma koşuyor: Tıpkı Yavuz Sultan Selim'in Kürtleri himayesine alarak İran'ı frenleyip Suriye, Filistin ve Mısır'a yürüyerek Ortadoğu'nun “Sünni Birliği”ni sağlaması gibi, Sultan (Başkan) Tayyip de, dört parçadaki Kürtleri Türkiye'nin güdümüne taşıyarak, Ortadoğu'nun “Amerikan Barışı”nın en büyük “yerli ortağı” olacak. ABD düdüğü çalacak, Türkiye Ortadoğu liginde şampiyon olacak, en büyük başkan da bizim başkan olacak! Türk kahvesindeki “analiz” bu minval üzre sürüp gidiyor. Alevi kahvesindeki “analizciler” de aynı öncüllerden yola çıkıyor ama onlar için bu öncüller büyük bir tehdidi de beraberinde getiriyor. “Yavuz'un Doğu seferi” ve “OsmanlıKürt birliği” Anadolu Alevilerinin en büyük faciasını kodluyor çünkü. Erdoğan'ın Kürtleri yanına alıp ABD-İsrail bayrağı altında Alevi Suriye'yi ateşe attıktan sonra Şii İran'a saldırdığı bir süreçte kabağın Anadolu Alevilerinin başına da patlaması kaçınılmaz değil mi? “Kanımızı içseler doymayacak” bu Şafiler, Osmanlı Bayrağı (“İslam Bayrağı”) altında yeniden toplanırlarsa vay halimize! Kürt kahvesindeki muhabbette, aynı öncüllerden “hem ABD'nin hem de Türkiye'nin Kürd'e muhtaç olduğu”, “talihin nihayet Kürd'e güldüğü” sonucu çıkarılıyor. Güney Kürdistan zaten neredeyse bağımsız gibi; Türkiye Batı Kürdistan'ın özerk yönetimi ile arayı düzeltirse; biz de burada “kendi kurumlarımızla” yerel yönetimlerimizi bir ölçüde özerkleştirir, Türkiye siyasetinde de “anahtar” rolünü kapabilirsek gerisi gelir. Bir taraftan fiili “Kürt ortak pazarı”yla, diğer taraftan özerk Kürt yönetimleri arasında kuracağımız “ulusal birlik kurumlarıyla” Ortadoğu'nun “yükselen ulusu” haline geliriz; 21. yüzyılı Kürt yüzyılı yaparız! “Güçlü” iktidarıyla, “köklü” ana muhalefetiyle, “malumatfuruş” liberal ve ulusalcı entilijansiyasıyla, “bilimsel” sosyalist hareketiyle Türkiye “Siyaset Dünyası”nın, “Kahve Dünyası”nın “hayallenmelerine” referansının bu denli güçlü olması sizce de tuhaf değil mi?

“B

Müzakere sürecinde tıkanma AYL‹N KAPLAN

A

KP ile Kürt Hareketi arasındaki müzakere süreci daha en başında tıkandı. Tayyip Erdoğan, PKK’nin koşulsuz silah bırakmadığı sürece askeri operasyonların devam edeceğini söyledi. Erdoğan, “Silah bırakma” derken, ülke içindeki PKK gerillalarının “silahlarını bırakarak ülkeyi terk etmelerini” istiyor. PKK sözcüleri ise, “Meclis iradesi, yasal-hukuksal düzenlemeler ve Akil İnsanlar Komisyonu’nun güvencesi olmadan asla gerillanın geri çekilmeyeceğini” bildirdi. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, bu konuda olumsuz tecrübe yaşamak istemediklerini söyledi: “1999’daki geri çekilmeyi yaşadık. Bunlar çok acı tecrübelerdi. O yüzden geri çekilme konusunu olgunlaştırmak gerekiyor. Bunun en başında da yasal zemini oluşturmak lazım.” AKP’li yetkililer, meclisin devreye girmesine yanaşmazken, “Akil İnsanlar Komisyonu”nu ise bambaşka niyetlerle kabul ettiler.

ERDO⁄AN ‹fi‹ YOKUfiA SÜRÜYOR: ‘SINIR ‹Ç‹NDE S‹LAH BIRAKSINLAR’ Müzakere koşulları gereği, “esir kamu görevlilerinin serbest bırakılması” ve ateşkes ilan edilmesini yeterli bulmayan Erdoğan, gerillaların silah bırakarak ülkeyi terk etmesi istedi: “Gidecek olan silahını nereye bırakırsa bıraksın, gömerse gömsün, bırakır gider. Ülkemizin sınırlarını geçeceklerse bu, silahı bırakmak suretiyle mümkündür. Omzunda kanas, doçka. Güvenlik güçleri buna sessiz kalamaz.” Yasal güvence talebini ise Erdoğan, “Anayasa'ya aykırı” olduğu gerekçesiyle kesin bir dille reddetti. AKP yetkilileri ise, “hükümetin bu sürecin güvencesi” olduğunu, çekilme sürecine “MİT ve emniyetin müdahil olacağını” belirtti. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise, AKP’nin öne sürdüğü “anayasaya

MHP şovenizm tehdidini yükseltiyor Müzakere sürecini şovenist, saldırgan ifadelerle karşısına alan MHP, 9 ilde 9 miting düzenleme kararı verdi. İlk miting 23 Mart'ta Bursa'da yapıldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Bursa mitinginde "Vur de vuralım, öl de ölelim" sloganlarına "Onun da zamanı gelecek" karşılığını verdi. Bahçeli bu sözlerinin arkasında olduğunu defalarca tekrar ederken faşist saldırıları her an başlatabileceklerinin işaretini verdi. MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, Bahçeli'nin sözlerinin kendileri için ne anlama geldiğini şöyle ifade etti: "Düne kadar 'sokaklara inmeyeceğiz' dedik ama artık burnumuza geldi. Bundan sonra genel başkanımızın dediği gibi. O, 'vur' diyecek vuracağız, 'öl' diyecek öleceğiz."

Halkta büyük beklentiler yaratan müzakere süreci AKP’nin ifli yokufla sürmesi nedeniyle t›kand›. PKK’nin s›n›r d›fl›na çekilmesi, meclisin devreye girmesi, yasal-hukuksal güvence oluflturma ve Akil ‹nsanlar Komisyonu’nun oluflturulmas› süreci t›kayan konular aras›nda

Erdo¤an, ülke içindeki PKK gerillalar›n›n “silahlar›n› b›rakarak ülkeyi terk etmelerini” istiyor. PKK sözcüleri ise, “Meclis iradesi, yasal-hukuksal düzenlemeler ve Akil ‹nsanlar Komisyonu’nun güvencesi olmadan asla gerillan›n geri çekilmeyece¤ini” bildirdi. aykırı” bahanesine karşılık parlamentonun daha önce defalarca sınır ötesi tezkeresi çıkarttığını hatırlattı. Demirtaş, Başbakan’ın sözlerine tepkisini şöyle dile getirdi: “Savaşla ilgili defalarca karar almış bir parlamento, bir defacık olsun barışa dair bir karar almakta niye tereddüt gösteriyor?”

“AK‹L ‹NSANLAR” Sürece dair güven kaygısı taşıyan BDP’li vekiller, yaşanabilecek olumsuzluklara karşı süreci güvence altına almak için mecliste bağımsız komisyonlar kurulmasını istedi. BDP, bu hedefle kurulacak olan “Akil İnsanlar Komisyonu’nu” kapsayıcı, barış ve özgürlükten yana olan, gerektiğinde savaşı kışkırtan hükümet ve orduyu frenleyecek bir komisyon olarak tarif etti. Ancak AKP’nin oluşturmayı planladığı “Akil İnsanlar Komisyonu”, BDP tarafından önerilen komisyondan oldukça farklı. “Akil insanlar” listesinde adı geçen kişiler, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere bizzat AKP’li yetkililer tarafından belirleniyor. Akademisyen, yazar, oyuncu ve STK çevrelerinden seçilen isimler AKP’ye yakınlığı ile dikkat çekiyor. BDP’nin tersine AKP, komisyona sürece müdahil olma, denetleme gibi yetkiler vermiyor. Halka “çözüm sürecini” anlatma göreviyle oluşturulan komisyon, daha çok AKP’nin propaganda işlerini yürütmüş olacak. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ kurulan heyetin müzakere sürecindeki misyonunu şu sözlerle anlattı: “Akil insanlar süreci yönetmeyecek... Türkiye’nin yedi bölgesinde konferans, panel seminer yapacaklar.” Bozdağ’ın açıklamasından anlaşıldığına göre heyetin işlevi, AKP propagandası yapmak.

tehlikelere rağmen sürece hızla adapte olmaya çalışıyor. BDP, Kandil ve Avrupa örgütleri yaşanabilecek tüm olumsuzlukların üstesinden gelebilmek için hızlıca hummalı bir çalışmanın içine girdi. Bu çalışmalar kapsamında BDP’li temsilciler Türkiye ve yurtdışında çeşitli sivil toplum örgütleri, emek ve meslek örgütleri, kadın örgütleri ile toplantılar, paneller, söyleşiler düzenleyerek hareketi yeni sürece hazırlamaya çalışıyor. Hareketin farklı bileşenleri bir dizi açıklamalar yaparak Kürt halkının birlik içinde olduğu mesajını veriyor. Kadınlar, sürecin özneleri olarak aktif rol almak için programlar hazırlıyor. Kadın öznelerin buluştuğu toplantılardan birisi de İstanbul’da gerçekleşti. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak ve DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, çeşitli siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcisi kadınlarla bir araya geldi. Kışanak savaşı erkeklerin çıkardığını söyleyerek, “Biz istiyoruz ki barışı kadınlar yapsın. Bu sürecin kadınların barış süreci olarak tanımlanması doğru olur” dedi.

ATEfiKES KARfiILIKLI OLAMAZSA HAYATA GEÇMEZ Kürt tarafı AKP’den, PKK’nin ateşkes kararından sonra sürecin gereklerini yerine getirmesini bekliyor. Hükümet tarafının henüz hiçbir adım atmış olmamasını eleştiriyor. AKP’nin bir an önce askeri operasyonlara, tutuklamalara son vermesini istiyor. Newroz öncesi ve sonrasında Diyarbakır, Bitlis, Kars başta olmak üzere pek çok yerde BDP’li yöneticileri gözaltına alınarak tutuklandı. Abdullah Öcalan’ın avukatlarının müvekkilleriyle görüşme talebi bir kez daha “koster bozuk” gerekçesiyle reddedildi. PKK ateşkes ilan ettiği halde bölgede savaş uçakları ile taciz ve saldırılar devam ediyor. HPG basın İrtibat Merkezi’nin 1 Ocak ile 28 Mart tarihleri arasındaki savaş bilançosuna göre; TSK tarafından 19 kara, 17 hava saldırısı, 17 obüs ve top saldırısı, 1 kez de kobra helikopterle saldırı düzenlendi. Bu süreçte TSK ile gerillalar arasında 14 çatışma yaşandı, 66 asker ve polis ile 28 gerilla yaşamını yitirdi.

‘Böyle çözüm olmaz olsun’ Meclis Uludere Alt Komisyonu’nun Roboski Katliamı’nın faillerini aklayan Roboski Raporu, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nda kabul edildi. Raporun kabul edilmesi ile birlikte Roboski’de 34 Kürdün katledilmesinde “kasıt” olamadığı ileri sürülerek failler aklandı. Kürt sorunun çözümü için diyalog sürecini başlattığını dilinden düşürmeyen AKP, Roboski Katliamı’nı aydınlatmayı değil, üstünü örtmeyi tercih etti. Bizzat TSK’ye bağlı savaş uçaklarının gerçekleştirdiği katliamın failleri apaçık ortadayken komisyonun onayladığı rapor AKP “çözüm”ünün ikiyüzlülüğünü bir kez daha gözler önüne serdi.

BDP’DE HUMMALI ÇALIfiMA Kürt hareketi Diyarbakır Newroz’undan sonra bir dizi somut adım atarak “müzakere sürecinde” kararlılığını göstermiş oldu. AKP’nin tavrını ve geçmiş süreçleri de göz önüne alındığında müzakere sürecinin, Kürt halkına karşı yargılama, tutuklama, imha gibi kirli savaş oyunlarına gebe olduğu görülüyor. Kürt hareketi bu olası

Yönetimin ÖGB’si, faşisti, cezası varsa üniversitenin direnişi var Ü

‹stanbul Üniversitesi Beyaz›t Kampüsü Hukuk Fakültesi koridoru

niversitelerde, rektörler soruşturmalar ve cezalara, dekanlar tehditlerine, özel güvenlik fiziki saldırılarına, sivil faşistler linç girişimlerine devam ediyor. Üniversitelilerin hepsine karşı tek yanıtı var: Direniş. Ocak ayında İÜ Hukuk Fakültesi koridorunda ODTÜ’de yaşanan direnişi konuşmak için forum yapan 40 üniversiteli ve 2 akademisyen hakkında soruşturma açıldı. 26 Mart’ta İletişim Fakültesi’ne giden İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet, açılan soruşturmalar nedeniyle kendisini protesto etmek isteyen Öğrenci Kolektifleri’ni özel güvenlik eliyle darp ettirerek, kendi fakültelerinden dışarı attı. Akademisyenler, özel güvenlik şiddeti hakkında tutanak tutunca İletişim Fakültesi Dekanı Aydemir Okay,

akademisyenlere tehdit yazısı göndererek, ‘hassasiyet’ istedi. Kolektifler yanıt verdi: “Yönetimin kameraları, güvenlikleri, cezaları varsa İletişim’in de Kolektif’i var!” 27 Mart’ta da İÜ Hukuk Fakültesi koridorlarında “Üniversite Mahkemesi” kuran öğrenciler rektörü yargıladı. Faşist saldırılar da durmadı. Müzakere sürecini bahane eden faşistler Muğla da Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı yurtta kalan Muğla Sıtkı Kocaman Üniversitesi öğrencisi Kürt gençlere saldırdı. Saldırganlar kurusıkı tabancayla ateş etti. İstanbul Bahçeköy Öğrenci Yurdu’nun erkek bloğunda ülkücü faşistler, 25 Mart gecesi öğrencilerin odasına saldırdı. Polis saldırıya uğrayan öğrencileri demir sopalarla darp etti. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fa-

kültesi'nde faşist bir grup, solcu öğrencilere saldırarak bir öğrenciyi yaraladı. Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde iki yıl önce Alperen Ocakları’nın saldırısına uğrayan 14 üniversiteli hakkında açılan soruşturma sonuçlandı. 14 öğrenciye bir dönem uzaklaştırma cezası verildi. Hacettepe’de 18 Mart’ta Çanakkale Savaşı’nı gerekçe göstererek üniversiteye gelen faşistlerin saldırıları ve özel güvenliğin faşistlerle işbirliğine karşı öğrenciler direnmeye devam ediyor. Rektörlüğe yürüyen üniversiteliler “Eli kanlı faşistler okulumuzda kol gezmeye çalışırken Rektör Murat Tuncer bu çeteleri kollayarak, polisi okula sokarak işbirlikçilik yapıyor” dedi.


5

DÜNYA 4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

ABD, ORTADO⁄U’DAK‹ ‹K‹ ‹fiB‹RL‹KÇ‹Y‹ BARIfiTIRDI

7 Aktif taşeron minnettar ÇAĞLAR ÖZBİLGİN

A

nkara sokaklarındaki reklam panoları 24 Mart’tan itibaren benzerine az rastlanır afişlerle donatıldı. Ankara Büyükşehir Belediyesi imzalı afişlerde Benjamin Netenyahu’nun asık, Tayyip Erdoğan’ın güler yüzleri arasına “İsrail Türkiye’den özür diledi. Sayın Başbakanımız; ülkemize bu gururu yaşattığınız için Minnettarız” yazıldı. AKP’nin özellikle medya üzerinden zafer naraları eşliğinde yürüttüğü propaganda, AKP ve Siyasal İslam’ın; İsrail ve Siyonizm ile stratejik ortaklığının pürüzlerini giderdiği için duyduğu minnettarlığın bir ifadesiydi. ÖLDÜRMEYİ BİLENLERİN ORTAKLIĞI Manzara, görmek isteyenler için son derece açıktı. İsrail’in Gazze ablukası sırasında 167 milyon dolarlık silah alım anlaşmasının iptaline gerek duyulmamış, “One minute” vakasının yaşandığı 2009 yılında askeri işbirliği hacmi 1,8 milyar dolara yükseltilmişti. İsrail’in OECD üyeliğine Filistin’den gelen itirazlara karşın onay verilmişti. Mavi Marmara katliamından sonra AKP’li bakanlar diklenmeli açıklamalarının satır aralarına “ama ilişkiler kesilmez” ifadesini yedirmişti. Fethullah Gülen “İsrail’in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” demiş, Gülen’in yok etme fetvası verdiği günlerde Kürtlere İsrail’den alınan insansız hava aracı Heronlar eşliğinde saldırılmış, Roboski’de 34 yoksul Kürt köylüsü katledilmişti. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2010 yılında yüzde 26 artışla 3,1 milyar dolara, 2011’de yüzde 50 artışla 4,6 milyar dolara yükselmişti ve Türkiye İsrail’in dış ticaretini en çok geliştiren

Türkiye-İsrail diplomatik gerilimi, ABD emperyalizminin müdahalesiyle sonlandırıldı. Barışı zafer naralarıyla kutlayan AKP’yi, İsrail’in güvenliği için yeni görevler bekliyor

ülkeler arasında yerini almıştı. Son olarak İran’ın İsrail’e yönelik olası saldırısına karşı NATO füze kalkanı sistemi ve Patriot füzeleri Türkiye topraklarına yerleştirilmişti. PÜRÜZ BEYSBOL SOPASIYLA DÜZELDİ Tüm bu tabloya karşın Netenyahu ve Erdoğan, iç politik çıkarları uğruna gerilimli bir dili başarıyla yürüttü. Ta ki, ABD Başkanı Barack Obama’nın başkanlığının ikinci dönemine girdiği 20 Ocak 2013 günü Beyaz Saray’daki

konuşmasına kadar. Emperyalizmin yeni dönem eğilimlerine ilişkin ipuçları veren Obama, askeri müdahale yerine daha çok diplomasi tercih edileceğini ilan etti. Bu mesajı Tayyip Erdoğan ile telefon görüşmesinde beysbol sopasını göstererek sürdüren Obama, hareketinin karşılığını Avusturya’da aldı. Türkiye’nin İsrail’i ilk tanıyan devlet olduğunu hatırlatıveren Erdoğan, Mavi Marmara gerilimini gündeme getirdi. Ne tesadüf ki üç yıllık aradan sonra Netenyahu’nun da özür dileyesi

ve tazminat ödeyesi tuttu. Sonuç, Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Namık Tan’ın özetlediği gibiydi: “Sadece gerçek dostlar birbirinden özür diler.” OBAMA’DAN ‘BAĞIMSIZ FİLİSTİN’ ÇAĞRISI Obama, Netenyahu’nun özür ve tazminat açıklamalarına ilaveten “Gazze’deki ablukayı birlikte hafifletme” çağrısı yaptığı 22 Mart gününün bir gün öncesinde, Ramallah’ta Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüştü. “ABD bağımsız ve egemen bir

iklim 5 kıta

Filistin devletinin kurulmasını destekliyor” diyen Obama, Filistinlilerin haklarını “seyahat etmek, adil davranılmak ve saygı duyulmak” ile sınırladı. ABD başkanı, Kudüs’te İsrailli öğrencilere yaptığı konuşmada ise “Aynı İsraillilerin anavatanlarında bir devlet kurmaları gibi, Filistinlilerin de özgür olma hakkı var” ifadeleriyle çift devlet formülünü yeniden sundu. MEVZUBAHİS İSRAİL’İN GÜVENLİĞİYSE… “Bağımsız Filistin” güzellemeli çift devlet formülü, Hamas’ın El Fetih gibi işgali ve işgalcisini tanıyarak uyumlulaşması amacıyla bir kez de Obama tarafından dillendirildi. Son bir yılda El Fetih ile “milli mutabakat görüşmeleri” yapan, merkezini Suriye’den ABD üssü Katar’a taşıyan Hamas için AKP iyi bir örnek haline getirildi. AKP’ye biçilen bir başka rol ise; İsrail’in tedirginliğini azaltmak amacıyla Suriye sınırındaki cihatçı gruplara yapılan silah sevkiyatının denetiminin sağlanmasıydı. 25 Mart’ta New York Times’ta “Suriyeli isyancılara yapılan silah yardımlarının CIA tarafından Esenboğa Havalimanı üzerinden yapıldığı” çıkan haberi ile de AKP’ye gerekli mesaj verildi. ABD emperyalizmi; Hamas’ın ve cihatçı grupların ehlileştirildiği, Filistin sorununun İsrail’in tanınmasıyla sonuçlandığı, “Bağımsız Filistin” söylemiyle Arap halklarının öfkesinin dindirildiği bir süreçle Ortadoğu’daki en önemli ortağı İsrail’in güvenliğini sağlamanın adımlarını atıyor. AKP ise biçilen roller doğrultusunda bu adımların kaldırım taşlarını döşüyor. Büyük bir minnettarlıkla…

Güdümlü muhalefet krizde

‘Hadlerini aşanlar’ eylemde

Ö

ğretmenler, Mart’ın son haftalarında farklı topraklarda farklı taleplerle eylemdeydi. Solomon Adaları’nda öğretmenler, maaşların düzenlenmesi talebiyle 23 Mart’ta greve çıktı. Hükümet, öğretmenlerin “haddini aştığını” söyledi, binlerce öğretmen mahkemelik oldu. Davalar geri çekilmezse yeni grevler kapıda. Jamaika’da Öğretmenler Sendikası maaşlarda kesinti öngören düzenlemeden vazgeçilmemesi halinde süresiz greve çıkacağını duyurdu. ABD’nin Chicago kentinde yoksul mahallelerdeki okulların bütçe açığı gerekçesiyle kapatılmak istenmesi binlerce öğretmeni sokağa döktü.

Yargıya Mursi damgası

N

isandaki seçimlere “uzlaşma” söylemiyle girmeye çalışan Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, seçimlerinin iptaliyle özüne döndü. Müslüman Kardeşler’in Port Said, İskenderiye ve Süveyş’teki saldırılarının işçiler ve gençler tarafından püskürtüldüğünü gören Mursi, “Yargı ne işe yarar?” diye sordu. Talimatı alan başsavcı, sivil itaatsizlik ve grevlerin öncülüğünü yapanlardan 5 kişi hakkında tutuklama emri çıkarttı. Muhalifler, başsavcının da Müslüman Kardeşler yörüngesine girdiğini söyleyerek tek çözümün devrim olduğunu söyledi. Öte yandan nisanda yapılamayacak seçimlerin, ekim ayında gerçekleştirileceği de duyuruldu.

İstanbul’da Gassan Hitto başkanlığında kurulduğu ilan edilen geçici hükümeti ne ÖSO tanıdı ne de PYD. El Kaide ile ÖSO arasındaki gerilim sürüyor. Rejimle çatışan cihatçılar ağır kayıplar veriyor Hatip istifa açıklamasında “uluslararası toplumun kendilerini savunmadığı” mesajını verdi. Mesajı hızla alan ABD, El Hatip’in 26 Mart’ta Katar’daki Arap Birliği toplantısında Suriye’yi temsil etmesinin psikolojik anlamını gözeterek istifa kararına derhal müdahale etti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, El Hatip’in mayıs sonuna kadar görevinde kalacağını açıkladı. El Hatip, Arap Birliği toplantısında ise “uluslararası toplumun desteği” çağrısını yineledi.

S

uriye’nin emperyalizm güdümlü muhalefetinin askeri olarak üstünlüğü ele geçirememesinin sonucu olarak aylardan bu yana yaşadığı yönetememe krizi, İstanbul’da kurulan geçici hükümet ile doruğa ulaştı. 19 Mart’ta İstanbul’da Gassan Hitto başkanlığında kurulduğu ilan edilen geçici hükümete yönelik tepkiler dış güdümlü muhalefetin iç çelişkilerini ve çekişmelerini gün yüzüne çıkardı. GEÇİCİ HÜKÜMETİ TANIYAN OLMADI Geçici hükümetin kurulmasına birkaç gün içinde PYD’den Suriye İslamcı Cephesi’ne, Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) Suriye Devrimi Genel Kurulu’na kadar pek çok gruptan “tanımama” açıklaması geldi. Kararların tümünde geçici hükümetin dış yönlendirmeler ile kurulduğuna ve bu durumun muhalefete zarar vereceği söylendi. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun önemli isimlerinden Velid Bunni ve Kemal Lebvani de “Geçici hükümet dış yönlendirmeler doğrultusunda hareket ettirilmektedir.

Bunu kabul etmiyoruz ve koalisyondaki üyeliklerimizi donduruyoruz” dediler. EL HATİP’İN İSTİFASI ABD’DEN DÖNDÜ İstanbul’da ilan edilen geçici

hükümete en dikkat çekici tepki, kasımda Katar’ın başkenti Doha’daki toplantılarda ABD tarafından kurdurulan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun başkanı Muaz El Hatip’in 24 Mart’taki istifası oldu. El

ÖLEN ESAD, YARALANAN ESAD Geçici hükümete sırt dönülmesiyle yaşanan krizin etkisini kırmak isteyen muhalifler, 24 Mart’ta sosyal medyada “Beşşar Esad koruması tarafından öldürüldü” iddiasını ortaya attı. Bu iddianın doğrulanmadığı sıralarda Deir Ezzor bölgesindeki bir çatışmada Özgür Suriye Ordusu liderlerinden Riyad El Esad yaralandığı haberi geldi. Bacağı kopan Esad, Türkiye’de.

‘Burası İsrail değil, Filistin’

K

asım 2012’de İsrail’in Filistin’i bombalaması üzerine 2011’de kazandığı Altın Ayakkabı’yı satışa çıkaran ve elde ettiği 1,5 milyon dolarlık geliri Filistinli çocuklara bağışlayan ve Filistinliler için düzenlediği kampanyalarla bilinen dünyanın en iyi kramponlarından Cristiano Ronaldo, ülkedeki işgali bir kez daha gündeme taşıdı. Ronaldo, kaptanı olduğu Portekiz’in İsrail maçı sonrasında, forma değiştirmek için yanına gelen İsrailli oyuncuyu reddetti. Maç sonrası basın toplantısında tavrının gerekçesi sorulan Ronaldo şöyle dedi: “Bu topraklar İsrail değil, Filistin toprağıdır. Ben Filistin’deydim ve maçı Filistin’de oynadık, İsrail’de değil.”

‘Masamız yoksa, direnişimiz var’ 70 gençlik örgütünü temsil eden Şili Öğrenci Konfederasyonu’nun çağrısına lise örgütleri de uyunca, başkent, Eğitim Bakanlığı’nı hedef alan 25 bin militan öğrenciye ev sahipliği yaptı

N

eoliberal programlar doğrultusunda eğitime bütçeden ayırdığı payı sıfır noktasına indiren ve eğitimi yerel yönetimler ile sermaye temsilcilerinin işbirliğine teslim eden Şili hükümeti, 21 Mart’ta ders zilini çaldı. Liseliler, iktidarın eğitim politikasının kimi okullarda yeterli sıranın dahi bulunamamasına yol açmasına tepkiliydi. Üniversiteliler ise yürüttükleri hak mücadelesinin suçlulaştırılmak istenmesine karşı sesini yükseltti.

ZİL ÇALDI, DERS: DİRENİŞ İlk günden itibaren dersleri forumlara, amfileri ve kantinleri eylem hazırlık salonlarına çeviren öğrenciler, gençliğin ders zilini sokakta çalmak üzere 28 Mart günü Santiago’da buluştu. 70’ten fazla gençlik örgütünün oluşturduğu Şili Öğrenci Konfederasyonu’nun çağrısına lise örgütleri de uyunca, başkent Eğitim Bakanlığı’nı adres gösteren 25 bin militan öğrenciye ev sahipliği yaptı.

Yürüyüşün beklenildiği üzere barikatlarla karşılaşılması üzerine bir haftalık hazırlıkların sergilenmesine geçildi. Saatler süren çatışmalarda polisin zırhlı tankları, kalkanları ve kaskları molotof kokteyllerinin, taşların hedefi oldu. Şili gençlik hareketi, okulların ilk haftasındaki direniş ile yeni eğitim-öğretim yılında parasız, nitelikli ve özgür eğitim hakkı mücadelesini daha da yükselteceklerinin mesajını vermiş oldu.


KENT/ SAĞLIK

6

4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

2B isyanı İstanbul’da "2B isyan›" ‹stanbul'a da s›çrad›. Ümraniye ve Beykoz'da mahalleliler yol kesti, miting yapt›. Ümraniye Tafldelen Mahallesi halk›, 31 Mart'ta 2B uygulamas›ndaki rayiç bedelleri protesto etmek için fiile‹stanbul Otoyolu’nu trafi¤e kapatt›. Bas›n aç›klamas› yapan mahalleliler, yüksek rayiç bedellerini protesto etti. Seslerini duyurmak için mücadele etmeye devam edeceklerini söyleyen mahallelilerle polis aras›nda arbede yafland›. Polis mahallelilere su s›kt›. Beykozlular, 2B Yasas›'na karfl› 31 Mart'ta Beykoz Belediyesi önünde düzenlenen mitingde bulufltu. CHP'nin organize etti¤i mitingde konuflan Grup Baflkanvekili Akif Hamzaçebi, "Devlet nema da¤›tma yeri de¤ildir.

‘Aksu’nun gücünü şaka mı sandın!’ İki aydır militan mücadeleyle 2B’ye karşı direnen Aksulular, kendilerine sahip çıkıyor gibi görünen CHP’ye inisiyatifi bırakmadı MEHTAP MET‹NO⁄LU

A

ntalya'da yaklaşık iki aydır yol kapatma, AKP binasına yürüme, Antalya Defterdarlığı'nı basma eylemleri düzenleyen Aksu köylüleri 23 Mart'ta miting yaptı. 2B Yasası kapsamında köylülerden istenen yüksek rayiç bedellerini protesto eden köylüler, Antalya Büyükşehir Belediyesi Aksu Koordinasyon Merkezi önündeki parkta toplandı. Bin 500 köylünün katıldığı mitingde Tayyip Erdoğan’ın birbirini yalanlayan konuşmalarının yer aldığı “Bir Başbakan iki Erdoğan” adlı film izlettirildi. Mitingde ilk sözü köylü kadınlar aldı. Topallı köyünden bir kadın 2B'ye şu sözlerle isyan etti: “Bu toprakları vermeyeceğiz. Açıkça söylesinler kime peşkeş

çekiyorlar. Bu kadar insan toprağını alamazsa ne yapacak?” Konuşma yapan kadınların hepsi rayiç bedelleri ödeyemeyeceklerini, tarlalarından olacaklarını, evsiz ekmeksiz kalacaklarını anlattı ve rayiç bedellerin aşağıya çekilmesini talep etti. CHP: YOL KESMEY‹N Mitingde köylü kadınların ardından CHP adına ilk konuşmayı İl Başkanı Devrim Kök, ikinci konuşmayı da CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın yaptı. Devrim Kök konuşmasında, köylülerin şoven duygularını kabartmaya çalışırken militan eylem tarzlarına müdehale ederek "bir daha yapmayın" telkininde bulundu. Kök'ün "devlete karşı gelen köylüye" verdiği nasihat şöyle: "Bakın bir etkinlik yaptınız yolu

kestiniz. Yolu kesmek güzel bir şey değil ama canınıza tak etti... Mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz. Bu mağduriyet giderene kadar devam edecek. Sizlerden istediğim şu, asla yol kesilmesin. Hukukun dışında demokrasinin dışında hareket ederek haklı mücadelenize gölge düşürürsünüz." Kök, konuşmasının devamında köylülerin ancak CHP ile birlikte hareket ettiğinde başarılı olabileceğini ve CHP'nin kapılarının her zaman açık olduğunu söyledi. CHP köylülerin inisiyatifini alarak şu aşamalardan geçirecek: Militan eylemler olmayacak, köylüler adına köylülerin hakkını, CHP mecliste arayacak, pasifleştirilen köylülere düşen de CHP'ye oy vermek olacak. Köylülerin ilerici eylemlerini sisteme entegre etmeye çalışan CHP böylece

AKP'nin ekmeğine yağ sürecek. AKP, 2B arazileri üzerindeki bütün uygulamaları hayata geçirecek, köylüler topraklarından olacak. Mitingde, CHP tarafından organize edilen alana CHP bayrakları asılmadı. Nedeni ise CHP'nin tevazu göstermesi değil köylülerin istememesiydi. İki aydır eylemlerle seslerini duyuran köylüler, inisiyatifi CHP ve MHP gibi partilerin oy kaygısına bırakmadı.

Ankara'da adalet de¤il yak›nlar›na nema da¤›tan bir devlet var" dedi. Hamzaçebi, Beykoz'da 9 mahallenin özel proje alan› oldu¤unu bildirerek, Beykoz'un di¤er bölgelerinde ise rayiç bedelin emlak vergisinden 10 kat daha fazla oldu¤unu vurgulad›. CHP ‹stanbul ‹l Baflkan› O¤uz Kaan Sal›c› AKP'nin "Yasadan 10 milyar, 20 milyar lira gelir bekliyoruz" dedi¤ini belirterek amaçlar›n›n sorun çözmek olmad›¤›n› söyledi. Eylemde konuflan Hatice Köse, "Beykoz'da do¤duk Beykoz'da ölece¤iz" diyerek haklar›n› sonuna kadar arayacaklar›n› söyledi. S›ras›yla konuflmalar yapan Beykozlular, 2B arazilerinin rayiç bedelinin yüksek oldu¤unu, yasan›n kendilerini ma¤dur etti¤ini ifade etti.

B‹RL‹KTE, DAYANIfiMAYLA Antalya Halkevi, miting örgütlenirken köylülerle birlikteydi. Miting öncesi köylerde yapılan toplantılarda mitinge katılım kararı alan köylülerle birlikte sloganları tespit eden Halkevciler, dövizlerin bastırılıp hazırlanmasını da köylülerle birlikte organize etti.

‘Sadece barınma hakkı değil tüm kenti istiyoruz’ BM Raportörleri, Ankara ve İstanbul'daki kentsel dönüşüme uğrayan mahalleleri gezdi. Her iki kentte de yapılan panellerde mahalle derneklerinin temsilcilerini dinleyerek konuyla ilgili rapor hazırlandı

‘En hızlı yıkım Türkiye’de’

Gökçek’in çetesi yasal direnenler yasadışı Ankara Büyükflehir Belediye Baflkan› Melih Gökçek, 4. Yerel Yönetimler Sempozyumu'nda bir sunum yapt›. Sunumunda "baflar›lar›n›" anlatan Gökçek, "baflar›s›z" oldu¤u mahallelere s›ra gelince Halkevleri'ni hedef gösterdi. Halkevleri için "Kentsel dönüflümü engellemek için elinden gelen gayreti sarf ediyorlar” diyen Gökçek, son dönem sendika konfederasyonlar› dahil demokratik kurumlara yönelik polis operasyonlar›n›n

popüler bahanesi olan "DHKP-C"nin ad›n› da özellikle geçirdi. 14 Mart’ta Dikmen Vadisi’ne giden silahl› çetelere karfl› Vadililerin yan›nda olan Halkevleri, Ö¤renci Kolektifleri ve Bar›nma Hakk› Meclisi üyeleri ile ilgili devam eden soruflturma kapsam›nda 30 Mart'ta polis, Taylan Cem Korkmaz'› gözalt›na ald›. Korkmaz, ifadesinin al›nmas›n›n ard›ndan Savc›l›¤›n talimat› izlenerek serbest b›rak›ld›.

Birleflmifl Milletler (BM) Konut Hakk› Raportörü Miloon Kothari, Türkiye'deki kentsel dönüflümle ilgili flu sözleri söyledi: "Türkiye dönüflümde Çin’den bile daha h›zl›, dünyada bu h›z›n oldu¤u baflka bir ülke yok. En rahats›z eden de dönüflüm projelerinin insanlar›n hayatlar›n› iyilefltirece¤i söylemi üzerinden gerçekleflmesi. Tarlabafl›’nda uyuflturucu sat›ld›¤›ndan bahsediliyor ancak oradan uyuflturucu ç›kar›laca¤›na insanlar ç›kar›l›yor. Bu mahalleler, terk edilmeye b›rak›l›yor ki yenilemek için bir bahane olsun. Bu durum ileride kentlerde çat›flmalara neden olacak ancak hükümetler hiç uzun vadeli düflünemiyor."

‘Hekime şiddet uygulamayacağım’ İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde görevli İranlı Dr. Nazenin Hasanzade ve Anıl Gürkan'ın bir hasta yakını tarafından darp edilmesi sağlık çalışanlarını ayağa

kaldırdı. Günlerce hastanede eylem yapan sağlıkçılar, şiddette karşı hastalardan "hekime şiddeti kınadığına ve şiddetin her türlüsüne karşı olduğuna" dair onay alındıktan sonra tedavi yapacak.

imarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi 31 Mart'ta, Ankara Şubesi 29-30 Mart'ta "Konut Hakkı” başlığıyla panel düzenledi. Ankara Şubesi’nin davetlisi olarak Türkiye’de bulunan Birleşmiş Milletler Konut Hakkı Raportörü Miloon Kothari ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nden Bahram Ghazi her iki panele de panelist olarak katıldı. Ankara'daki panelin ilk günü Birleşmiş Milletler Raportörleri, kentsel dönüşüm alanlarını gezdi ve yerinde inceleme yaptı. İkinci gün yapılan oturumda da TED Üniversitesi Konferans Salonu'nda tartış-

M

malar yapıldı. İstanbul'da yapılan panel öncesinde Kent Hareketleri Girişimi'nin çağrısıyla yıkım tehdidi altındaki 20'yi aşkın mahalle derneği, "Evime, mahalleme, kentime, meydanıma dokunma" diyerek eylem yaptı. Bahram Ghazi her iki panelde de barınma hakkının en temel insan haklarından biri olduğunu ve temel insan hakları olan su, eğitim, sağlık ve ifade özgürlüğü hakkı gibi haklardan bağımsız düşünülemeyeceğini söyledi. Konuşmasının sonunda mahallelerin konut hakkı ihlallerine karşı birleşmesi gerektiğini belirten

Ghazi, kentlerin halk yararına düzenlenmesi gerektiğini söyledi. Türkiye'de yasaların çok antidemokratik bir biçimde dönüştürüldüğünü ifade eden Kothari ise TOKİ adıyla oluşturulan yapının sadece başbakana hesap veren, ulus ötesi bir yapı olduğunu belirtti. Kothari konuşmasının devamında, mücadele edenlerin sadece barınma için değil, kenti bir bütün olarak ele alarak kent hakkı için mücadele etmesi gerektiğini belirtti. Paneller, İstanbul ve Ankara'nın mahallelerinden gelen barınma hakkı savunucularının deneyimlerini aktarmasıyla sona erdi.

Ankara Bar›nma Hakk› Meclisi, 28 Mart'ta AKP’nin yasal düzenlemelerinin Birleflmifl Milletler (BM) ilkelerine ayk›r› oldu¤unu BM Türkiye Temsilcili¤i önünde aç›klad›. Meclis, BM'nin giriflimlerde bulunmas›n› istedi

‘Sağlık Bakanlığı bebekleri fişliyor’ Bebeklerin evlilik içi mi evlilik dışı mı doğduğunu, babasının kim olduğunu merak eden, onlara tek bir din dayatan Sağlık Bakanlığı'na İstanbul Tabip Odası (İTO) yanıt verdi: “Çocuğun doğmuş olması dışında hiçbir veri zorunlu tutulamaz.” İTO, 2 Nisan’da bir basın toplantısı yaparak, eklenen soruların hem cinsiyetçi bir uygulama olduğunu hem çocuk hakları ihlali olduğunu hem de hekimleri

hasta mahremiyetini ihlal ederek etik kurallar dışında hareket etmeye zorladığını vurguladı. İTO Başkanı Taner Gören doğumsal hastalıkların başlangıçta tespit edilmesinin önemli olduğunu, bu yüzden tarama uygulamasını önemsediklerini söyledi. Gören, “Ancak bu soruların ne için eklendiğini anlayamadık. Uygulama kabul edilebilir gibi değil. Tıbbi kayıt önemlidir. Ama kişi mahremiyeti daha önemlidir” dedi.


7

SU 4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

ÇED protestosuna polis sald›rd›

‘Bu türkü hiç susmas›n’

Sö¤ütlü’de santral protestosu

Mersin’in Silifke ve Mut ilçelerinde bulunan Göksu nehri üzerinde yapılması planlanan “Kayraktepe Barajı, HES Malzeme Ocakları, Kırma-YıkamaEleme Tesisi ve Beton Santrali” projesi için 21 Mart’taki ÇED toplantısına halk müdahale etti, polis saldırısına uğradı.

Tonya’da 23 Mart’ta bölgede kurulması planlanan çimento fabrikasına karşı bir etkinlik düzenlendi. Tonya Çevre Platformu’nun dayanışma etkinliğinde söz alan Prof. Dr. Burhan Çuhadaroğlu, “Siz Tonya’da çok güzel bir türkü söylüyorsunuz. Bu türkü hiç susmasın” dedi.

Sakarya'nın Söğütlü ilçesine bağlı Kurudil, Beylikkışla ve İcbariye köylerinin ortasında 300 dönümlük tarım arazisi üzerine Erdem Holding tarafından yapılması planlanan "doğalgaz çevrim santrali" 30 Mart’ta köylüler tarafından protesto edildi.

‘SUYUMUZ ÇAMUR AKARKEN, BU SEMPOZYUMU TANIMIYORUZ!’

Sermayenin ‘suyuna’ gitmeyenler Bursa’da düzenlen 3. Uluslararası Su Kongresi’nde “Bizim suyumuz çamur akarken, bu sempozyumu tanımıyoruz” diyen Başköylüler, mermer ocaklarının kirlettiği suları için mücadele etmeye devam ediyor Yüce Maden’e ait üç ocağın kapatılmasına hükmedilirken, bir başka ocağa da, kapasite dışı çalıştığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verildi. Ancak Yüce Maden’e ait mermer ocakları mahkeme kararını rağmen kapatılmayarak faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor.

EVR‹M ÇAKIR

B

ursa’da mermer ocaklarına karşı temiz, içilebilir su için bir yılı aşkın süredir mücadele eden Başköylüler, 22 Mart’ta Bursa 3. Uluslararası Su Sempozyumu’nun yapılacağı Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi (AKKM) salonunun kapısına dayandı. Bursa Büyükşehir Belediyesi, BUSKİ, Su Vakfı, DSİ Bursa Bölge Müdürlüğü ve Bursa Kent Konseyi tarafından ortak bir organizasyonla düzenlenen sempozyumun yapılacağı Merinos AKKM önünde bir araya gelen Başköylüler, “Temiz, içilebilir su istiyoruz” “Şişeden değil çeşmeden su” “Su haktır satılamaz” sloganları atarak sempozyumu protesto etti. Su kaynaklarını kirleten mermer ocaklarının çeşmelerinden akıttığı çamurlu suyu şişelere doldurarak eyleme getiren Başköylüler, “Bu su içilir mi? Bu suya nasıl temiz su raporu veriliyor?” diyerek tepki gösterdi. Eylemde bir açıklama yapan Başköy Muhtarı Hasan Acar, köyün su kaynaklarının ve su havzalarının açılan mermer ocaklarının faaliyetleri sonucu kirlendiğini belirterek, "Bu böyle devam ederse sularımız yok olacak. Biz halen su taşımaya devam ediyoruz.

Baflköylüler 24 Mart günü köy meydan›nda “Alternatif Su Forumu” gerçeklefltirdi. Evlerimizde taşıma su ile ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışıyoruz. Biz iş, aş istemiyoruz. Sadece eskisi gibi sularımızın temiz akmasını istiyoruz” dedi. Başköylüler yapılan açıklamaların ardından, kongrenin yapıldığı salona girmek istedi. Sempozyuma katılmak isteyen Başköy halkının karşısına barikat kuran polis, "Bu kongre uluslararası bir kongre. Sizi içeriye alırsak protesto edeceksiniz. Girmenize izin vere-

‘Su bizim, sayaç taktırmayız’ Kocaeli’nin Kartepe ‹lçesi’nde Büyükflehir Yasas› ile köyden mahalle statüsüne al›nan üç köyde, ‹zmit Su ‹flletmeleri Müdürlü¤ü’nün (‹SU) do¤al kaynak sular›n› kontrol alt›na almak için su saati takma projesine göre çal›flmalara bafllamas› köylüleri isyan ettirdi. Kocaeli Kartepe’ye ba¤l› Sultaniye, Pazarçay›r› ve Serinlik köylerinde yaflayanlar yapt›klar› eylemle, el konulmak istenen do¤al kaynak sular›na sahip ç›kt›. Sultaniye Köyü’nde bir araya gelen köylüler, y›llard›r kulland›klar› ve yaflam kayna¤› olan sular›n› ‹SU’nun kontrolüne vermek istemediklerini söyledi. Köylüler ad›na bas›n aç›kla-

mas› yapan Ahmet Özk›l›ç; “Bizler köy sakinleri olarak kesinlikle evlerimize su saati tak›lmas› istemiyoruz. Do¤al kaynak suyu köylünündür. Bizim her fleyimiz olan suya nas›l saat takarlar gelsin derelere de taks›nlar o zaman. E¤er ücret al›nmayacaksa neden saat tak›yorlar” dedi. Köylülerden Hüseyin Y›ld›r›m ise flunlar› söyledi: “‹SU burada inceleme yapt›. Fakat evlere sayaç tak›lmayaca¤› söyleniyor. Bizler bunlara inanm›yoruz. Bugün yar›n köyümüzdeki evlere sayaçlar› ba¤layacaklar. Bu su kaynaklar› köylülerindir. Biz kendi evlerimize kendimiz suyu getirdik. Evlerimize su sayac› ba¤lanmas›n.”

meyiz” diyerek köylüleri içeri almadı. Polisin kendilerini içeriye almamasına köylüler, "Bu toplantı uluslararası bir toplantı ancak, Başköylülere kapalı bir toplantı. Biz tepkimizi dile getirmeye geldik. Bizim suyumuz çamur akarken, bu sempozyumu tanımıyoruz" diyerek karşılık verdi. Sempozyuma Başköylüler sokulmazken, içme suyunu metalaştırarak piyasaya ambalajlı su olarak sunan su şirketi sahipleri ve yaşam alan-

larını talan eden HES şirket yetkililerinin protokoldeki yerleri hazırdı. HUKUK‹ MÜCADELEDE ‹LK KAZANIM Öte yandan, Başköy’de köylülerin köy sınırları içerisinde faaliyet gösteren 4 mermer ocağına karşı sularını kirlettiği için yürüttükleri hukuksal mücadele kazanımla sonuçlandı. Bursa 2. ve 3. İdare Mahkemesinde görülen davada,

BU ‘SU’ H‹Ç DURMAZ 1992’den beri geçimlerini çiçek ihracatı yaparak sağlayan Başköylülerin, serada yetiştirdikleri çiçeklerin yüzde 50’si su yüzünden zarar gördü. Su kaynaklarının kirlenmesi sebebiyle temiz suya erişemeyen Başköy halkı, içme sularının çamurlu akmasına karşı 2012 Aralık ayında direnişe geçti. İhtiyaçlarını giderebilmek için köylülerden her gün bir kişi bir kilometre ötedeki çeşmeden tankere su doldurup köye getiriyor, 120 litrelik su tankını 3 saatte doldurabiliyor. Başköylüler, sularını kirleten mermer ocakları kapatılana kadar mücadele etmeye devam edeceklerini söyledi.

Mücadeyi kutladılar... 22 Mart’ta Bursa’da gerçeklefltirilen 3. Uluslararas› Su Forumu’nu “Bu forumu tan›m›yoruz” diyerek protesto eden Baflköylüler, 24 Mart’ta köy meydan›nda “Altarnatif su forumu” gerçeklefltirdi. Foruma, çevre hakk› mücadelesi veren Koza¤ac› ve Çayönü köylüleri de destek verdi. Köy meydan›n› kürsüye çeviren yaflam hakk› savunucular›, su haklar› için verdikleri mücadeleyi anlatt›. Köylüler, bundan sonra da temiz suya ulaflana kadar mücadele edeceklerini söylerken, forumda söz alan emek ve meslek örgütleri de dayan›flma mesajlar› verdi. Bursa Tabip Odas› Baflkan› Prof. Dr. Kay›han Pala, “E¤er biz Koza¤ac› Termik Santrali yap›l›rken, oradakilerin sa¤l›klar›n›n kötü olaca¤›n› umursamazsak, bizi de kimse umursamaz. Suyun, ekme¤in, havan›n hatta insanl›¤›n de¤eri bilinmesi için dayan›flma içinde olmal›y›z” dedi. Kimya Mühendisleri Odas› Bursa fiubesi Baflkan› Ali Uluflahin da su kaynaklar›ndan ald›¤› örnekleri göstererek, yine içilebilir temizlikte olmad›¤›n› belirtti. Uluflahin, araflt›rma yapt›klar›n› ve olumsuz sonuçlar› göndermelerine ra¤men suda iyileflme bulunmad›¤›n› söyledi.

‘Su yoksa yol da yok!’ 2

2 Mart’ta meydana gelen heyelan nedeniyle Bingöl kent merkezine içme suyu sağlayan Kürük İçme Suyu hattı güzergahının birçok noktasında hasar meydana geldi. Bu yüzden bir haftadır kentin bazı mahallelerinde yaşanan su kesintisi, Bingöllüleri sokağa döktü. Kültür Mahallesi'nde yaşayan kadınlar, Fırat Caddesi’ni trafiğe kapatarak su kesintisini protesto etti. ‘STV’DEK‹ MACERACIYA BOZUK YOLLARIMIZI GÖSTER’ Ağaç dalları, taş ve su şişeleriyle caddeyi ulaşıma kapatan kadınlar, yolları onarılana ve suları akana kadar araçların geçişine izin vermeyeceklerini söyledi. Yolu ulaşıma kapatan kadınlardan Yeter Baraç, Şirvan Çakır, Fahriye Hansu, Şehriban Koç ve Gülsüm Koç, yerel basına verdikleri demeçte "Belediye başkanı

geleceği yerde, polisleri göndermiş. Seçim zamanı oy toplamak için yalvarıyordu. Şimdi nerede?" dedi. Okullarda su akmadığı için hastalanacakları endişesiyle çocuklarını da okula göndermediklerini belirten kadınların eylemi sürüyor.

B‹NGÖL

Su kesintilerini protesto eden kadınlar yolu kapattı, “Yolumuz onarılana, suyumuz akana kadar eyleme devam” dedi STV'de program yapan maceracıyı buraya getirip parkı göstereceğine, bizim bozuk olan yolu gösterseydi. Evlerimizin içi tozdan geçilmiyor. Geçen yıldan

beri yolumuzu kazıp öyle bıraktılar. Tankerle yol sulanmadığı için yolumuzu kendimiz suluyorduk. Şimdi bir haftadan bu yana sularımız kesik. Evlerimiz toz

toprak içinde. Eşlerimiz gündüz işe gidiyor akşam da gelip mahalleden su çekiyorlar. Biz sorunumuzu dile getirmek için yolu kapattık. Belediye başkanı kendi

‘GÖLÜMÜZ VAR SUYUMUZ YOK’ Bingöl’de 23 Mart’ta 500 kişi Saat Kulesi önünde bir araya gelerek su kesintisini protesto etti. “Gölümüz var suyumuz yok”, “Şehrimize belediye istiyoruz” ve “Dünya barışa, Bingöl suya hasret” yazılı dövizleri taşıyarak, “Serdar Atalay hamama” sloganı attı. Daha sonra belediye binasına doğru yürüyüşe geçen kalabalık, burada da Başkan Atalay’ı istifaya çağırdı. Burada yapılan konuşmaların ardından tekrar Saat Kulesi’ne geri dönen Bingöllüler oturma eylemi yaptı.


8

EMEK 4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

Eme¤in Haklar› Forumu yeni bir kurulufl.... 3-14 Nisan günü İstanbul’da Emeğin Hakları Forumu düzenlenecek. Forum işçi hareketinin geleceğini tartışacak. 1960’lı yıllarla belirgin hale gelen işçi hareketi 1980 darbesiyle politik bir yenilgi yaşadıktan sonra yeniden canlanma dinamikleri reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte hızlanan özelleştirme (neoliberalizm) saldırısı karşısında güçlü mevzilerini kaybederek çözülme sürecine girdi. İşçi hareketinin bu gerileme döneminde yeni ve güçlü bir dinamizmle mücadele saflarına katılan kamu çalışanları hareketi yasallaşma sürecinin ardından durgunlaştı ve egemen sınıfların bölücü manevralarına engel olamayarak etkisizleşti. Bütün bu sürece kuşbakışı baktığımızda sorunun, işçi sınıfının yaşadığı yapısal değişimle ortaya çıkan yeni sınıf profilinin 1960Tufan 1970’li yılların mücadele Sertlek dönemlerinde oluşmuş sendikal yapıların örgütleDev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu yebileceği bir muhtevaya sahip olmayışında yattığını görebiliyoruz artık. 1995 yılından itibaren tartışmaya açılan Toplumsal Hareket Sendikacılığı tartışması esas olarak işçi sınıfındaki bu değişimi anlamaya ve yeni mücadele dinamiklerini açığa çıkartacak süreçleri örgütlemeyi hedefliyordu. O dönemde pek çok sosyalist çevrenin ve neredeyse sendikal yapıların tamamının seyretmekle yetindiği bu tartışmaların zincirin ana halkasını kavramakta ne kadar isabetli olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor. Taşeron işçilerin, kamu çalışanlarının işçi olup olmadığının bile tartışıldığı bir dönemden artık taşeron/güvencesiz işçilerin örgütlenmeden işçi hareketinden söz edilemeyeceğinin herkes tarafından kabul edildiği bir döneme geldik. Ve fakat bu dönem de miadını doldurmuş oldu! Artık yeni bir dönemin kapısını açma zamanı geldi! Artık durum, yazılı metinlerde tespit edilmeyi gerektirmeyecek kadar kendini tespit ettirmiş halde… Şimdi bu duruma müdahale edilerek yeni bir mücadele sürecinin başlatılması gerekiyor. Bu sürecin hangi çalışma ve mücadele yöntemleriyle, hangi örgütlenme araç ve biçimleriyle yürütülmesi gerektiği üzerinde kafa yorma ve emek harcama döneminin kapısını açma zamanıdır bahsettiğimiz. Kuşkusuz bu, mücadelenin içindeki insanların deneyimlerinin entelektüel katkıyla ortaklaşarak yakınlaşabileceği bir bilinçli eylem biçimidir. 20 milyon civarındaki ücretli emeğin neredeyse yüzde 5’inin sendikal mücadele ve örgütlenmeyle kısmen dirsek teması, kısmen sadece üyelikle sınırlı bir ilişki içinde olduğu bir süreçte sınıf hareketi üzerine düşünmeye yüzde 5 üzerinden değil de yüzde 95 üzerinden başlamaktan bahsediyoruz. Bu devasa kitlenin aileleriyle birlikte oluşturacağı emekçi cumhuriyetinin ortak bir dava için bir araya getirilmesinden bahsediyoruz. Bu bir araya geliş bize sadece işçilerin örgütlenme özgürlüğüne sahip olduğu, refahtan daha fazla pay aldığı bir Türkiye’yi değil memleketin bütün yaralarının adaletle ve kardeşlikle kalıcı biçimde sarıldığı bir ülkenin doğuşunu müjdeleyecektir. Emeğin Hakları Forumu’nda katılımcılar 2 gün boyunca işçi sınıfı mücadelesinin önümüzdeki dönem imkanlarını tartışarak orta vadeli bir işçi mücadelesi projeksiyonu yapmaya çalışacaklar. Forumdan beklentimiz, tartışmaların ve önerilerin gerçekçi ve kalıcı olması ve uzun süre işçi sınıfı mücadelesinde rehber olarak değer bulmasıdır.

1

EMEKÇ‹LER 1 MAYIS TALEPLER‹N‹ OLUfiTURUYOR

‘Taşerona hayır!’ D e v S a ğ l ı k - İ ş ’ i n İ s t a n b u l v e A n t a l y a ’ d a k i i h a l e p r o t e s t o l a r ı y l a L ü l e b u r g a z ’ d a , Z o n g u l d a k ’ t a , A n k ara’da yapılan binlerce işçinin katıldığı mitingler taşeron sisteminin çürüdüğünü ortaya koyuyor ALP TEK‹N BABAÇ

F

arklı sendikaların taşeron sistemine karşı tepkileri giderek artıyor ve yaygınlaşıyor. DEV SA⁄LIK-‹fi EYLEM‹ AKP’nin “taşerona müjde” diyerek, taşeron şirketlerde çalıştırılan işçilerin 3-5 yıllık sözleşmelerle çalıştırılacağını söylemesinden bir gün sonra İstanbul’daki Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi taşeron şirketle 4 günlük ihale yaptı. Hastane yönetiminin, işçileri işten çıkarıp yeniden işe almış gibi göstererek kıdem tazminatı, yıllık izin gibi haklarını gasp etmeyi hedeflediği ihale,

sağlık hizmeti üretilemedi? Çünkü biz sağlık işçisiyiz ve bunu Çalışma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı olmak üzere ülkeyi yönetenler kabul edecek” dedi. LÜLEBURGAZ M‹T‹NG‹ Taşeron sistemi sadece sağlıkta değil diğer işkollarında da yakıcı bir sorun haline geldi. Taşeron sistemine ve iş kazalarına karşı binlerce işçi 23 Mart’ta Kırklareli’nin Lüleburgaz ilçesinde buluştu. Türk-İş içindeki Sendikal Güç Birliği Platformu’nun çağrısıyla gerçekleştirilen “Kuralsız güvencesiz çalışmaya hayır. Taşeron işçiliğe son!” eylemine DİSK, KESK, birçok demokratik kitle örgütü ve siyasi parti katıldı. Eylem, bu yılki dördüncü bü-

yük taşeron sistemi karşıtı eylem oldu. Taşerona, Trakya tabiri ile “yeter be ya” denilen mitingde AKP karşıtlığı da Türk-İş yönetimine tepki de ön plandaydı. SGBP üyesi sendikalarda süren direnişlerin sürükleyici gücü olan kadın militanlığı miting kürsüsüne de yansıdı. Kadın işçilerin konuşmaları ve sadece kadınlar tarafından atılan sloganlar dikkat çekti. Mitingde, 2013’ün ilk günlerine fabrika işgali ile giren Kristal-İş üyesi Şişecam işçileri, direnişlerini sürdüren TÜMTİS üyesi DHL işçileri, Karayolları 11. Bölge’deki Yol-İş üyeleri, Daiyang SK’deki Birleşik Metal-İş üyeleri, THY’deki Havaİş üyeleri de bir araya geldi. Kozlu’da 8 madencinin

ölümünün ardından madencilerin tepkisinin sürmesi sonucu 26 Ocak’ta gerçekleştirilen “Emeğe Saygı” mitingiyle başlayan “taşeron sistemine son” talebi dalga dalga yayıldı. Madencilerin ardından Karayolları’ndaki taşeron sistemine karşı Yol-İş üyeleri Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya aktı. Sendika istatistiklerinin açıklanmasıyla taşeron şirketlerdeki işçilerin sendikal haklarının gasp edilmesine karşı Dev Sağlık-İş üyeleri Çalışma Bakanlığı önünde ve hastanelerde militan eylemler düzenledi. Taşeron sistemine karşı giderek kitleselleşen ve yaygınlaşan tepkiler, emekçilerin 1 Mayıs’taki öncelikli taleplerinden birini görünür hale getirdi.

Yasadışı ihaleye karşı iş bırakma Antalya Akdeniz Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi’nde Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri, üniversitenin hukuk d›fl› hizmet al›m› ihalesi yapmas›n› protesto etmek için 25 Mart günü ifl b›rakt›. Bin 200 iflçinin temizlik malzemesi kale-

mi gibi al›n›p sat›ld›¤› yasad›fl› ihaleye müdahale eden iflçiler karfl›lar›nda güvenlikçileri buldu. ‹hale, tüm itirazlara ra¤men yap›l›rken iflçiler rektörlük yan›nda bulunan Sat›n Alma Birimi önünde protesto eylemi

yapt›. Bir gün süren ifl b›rakma eylemi sonucunda ameliyatlar durdu, sadece acil servis çal›flt›. Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤› müfettiflleri 2010 senesinde hastanede hileli (muvazaal›) ifl iliflkisi oldu¤unu tespit etti.

Muvazaa tespitine üniversite yönetimi taraf›ndan itiraz edilse de hastanede tafleron flirketlerde çal›flt›r›lan sa¤l›k iflçilerinin hastanenin as›l iflçisi oldu¤u 1 Aral›k 2012 tarihinde mahkeme karar›yla kesinleflti.

Postacılardan grev P

TT çalışanları, ülke genelinde bir günlük grev yaptı. AKP hükümeti tarafından hazırlanan Posta Hizmetleri Kanunu Tasarısı’nın TBMM Genel Kurulu’nda görüşüleceği 27 Mart günü gerçekleşen grevi, KESK Haber-Sen, Kamu-Sen Türk HaberSen ve BASK Bağımsız Haber-Sen birlikte gerçekleştirdi. MemurSen’e bağlı Birlik HaberSen ise grevden bir gün önce greve katılmayacağını açıkladı. PTT çalışanları, pankartlarındaki “Memur-Sen” ifadesini karalayarak tepkilerini gösterdi. PTT önlerinde bir araya gelen çalışanlar “Bu işyerinde grev var” pankartını astıktan sonra kent merkezlerinde basın açıklamaları yaptı.

Asistanlardan Rektörlük iflgali “İTÜ’ye sahip çıkıyoruz!” diyen ve 7 aydır İTÜ Rektörü Mehmet Karaca’nın keyfi uygulamalarına karşı direnen asistanlar 28 Mart’ta Rektörlüğü işgal etti. Karaca ile görüşme sözü alan asistanlar işgali sonlandırdı. Rektör Karaca bundan 7 ay önce 60’dan fazla asistanı işten

işçiler tarafından protesto edildi. İşçiler, 1 Nisan’da Devrimci Sağlık-İş öncülüğünde tüm gün iş bıraktı. Acil servis dışında tüm birimlerin iş bıraktığı eyleme hastanenin Levent’teki şubesinde ve Gaziosmanpaşa’daki birimlerinde çalışanlar da katıldı. İşçilerin yaptığı açıklamaya SES üyeleri, hekimlerin yanı sıra hasta ve hasta yakınları da destek verdi. Devrimci Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu taşeron sisteminin sağlıkta iflas ettiğini belirtti. Taşeron sistemi nedeniyle sendika istatistiklerinde sağlık işçilerinin inşaat, gıda gibi farklı işkollarında gösterildiğine değinen Çerkezoğlu, “Bu hastanede çalışanlar inşaat işçisiyse onlar iş bırakınca neden

çıkardı. Araştırma görevlilerinin 33a kadrosuna geçişi için onay veren 500’den fazla akademisyenin kararını hiçe sayan Karaca, asistanların 33a kadrosuna alınmasına dair YÖK Genel Kurul Kararlarını “Resmi Gazete’de yayımlanmadı” diyerek yok sayıyor.

En kitlesel eylem Ankara’daydı. TBMM’ye doğru yürüyüşe geçen PTT çalışanları, tasarının tekrar görüşülmek üzere bir alt komisyona gönderilmesi üzerine eyleme son verdi. KURAL YOK YÖNET‹M KURULU VAR Yasalaşması durumunda PTT’yi özelleştirecek olan tasarıda çalışanlar 4857 veya 657 gibi yasalara değil Yönetim Kurulu’na bağlı çalıştırılması öngörülüyor. Performans sisteminin uygulanacağı PTT’de Yönetim Kurulu ise genel müdür dahil Ulaştırma Bakanlığı tarafından belirlenen üyeler arasından atanan beş kişiden oluşuyor.

Sarıyer’deki Koç Üniversite İ stanbul Üniversitesi, 180 işçiyi 13 Mayıs günü işten çıkaracağını açıkladı. işveren Koç Üniversitesi, ISS taşerona Asıl Facility Services adlı taşeron şirketle aralarında anlaşma sağlanakarşı madığı için işçilerin işten çıkarılacağını belirtti. Sarıyer Halkevi’nde bir araya ayakta gelen işçiler 28 Mart gününde iki büyük toplantı gerçekleştirdi.

Akademisyenlerin ve öğrencilerin de katıldığı toplantıda taşerona karşı mücadele kararı alındı ve 1 Nisan’da büyük bir eylem yapıldı. Rektörlük, eylemi gerekçe göstererek işçileri işten çıkardı. İşçiler, 2 Nisan günü öğreciler, akademisyenler ve Sarıyer muhalefeti ile birlikte Koç Üniversitesi kapısı önünde direnişe geçti.

Yolda tafl›mada g›dada direnifl

‘Emek kavgas›nda biz de var›z!’

Nakliyat-İş’e üye oldukları için işten çıkarılan MNG Kargo işçileri, İstanbul Ümraniye’deki Marmara Aktarma Merkezi önünde 28 Mart günü direnişe geçti. MNG Kargo, 10 işçiyi sendikaya üye olduktan hemen sonra “ekonomik daralma” bahanesiyle işten çıkardı. Yurtiçi Kargo’da Nakliyatİş üyelerinin İstanbul, Ankara ve Konya’daki direnişleri sürüyor. TÜMTİS öncülüğünde sürdürülen DHL direnişine destek için 26 Mart günü birçok ülkede eylemler yapıldı. Tek Gıda-İş, ÇAYKUR’da 20 Nisan’da greve çıkacağını açıkladı. Tek Gıda-İş’e üye olduğu için İzmit ve Düzce’deki

Demokratik Toplum Kongresi, 6-7 Nisan’da Urfa Viranşehir’de Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı düzenleyecek. Kurultaya mevsimlik tarım işçilerinin yoğun olduğu kentlerden delegasyonların, akademisyenlerin, emek ve demokrasi güçlerinin, emekten yana siyasi partilerin ve meslek örgütlerinin katılması planlanıyor. Kurultayın hedefleri şöyle: “Mevsimlik tarım işçiliğinin arkasında yatan siyasal, sosyal ve ekonomik gerçekleri ortaya çıkarma. Kürt mevsimlik tarım işçilerini örgütlenme ve mücadele hakkından mahrum bırakan çalışma düzenini tüm

Pakmaya fabrikalarında işten çıkarılan 6 işçi 25 Mart günü direnişe geçti. Demiryolları çalışanları, TCDD’nin özelleştirilmesine karşı 16 Nisan’da greve çıkacağını açıkladı.

boyutlarıyla sergileme. Mevsimlik tarım işçilerinin, çalışmaya gittiği bölgelerdeki gereksinimlerini ve taleplerini belirleme. Mevsimlik tarım işçilerinin, mücadele örgütünün kuruluşunu başlatma.”


9

SERMAYE 4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

Ekonominin freni çok sert oldu

Hazır giyimde iflaslar sürüyor

900 bin çocuk çalıştırılıyor

T

R

T

ürkiye’nin 2012’deki büyüme oranı, hükümetin beklentisi olan yüzde 3.2’nin bir puan altında yüzde 2.2 olarak açıklandı. İç talebin aşırı daralması büyümeyi frenlerken, artan ihracat rakamları sayesinde sıfır büyüme ile karşılaşılmadı.

odi Mood, Seven Hill, Wenice Kids, Berk, Uki ve Haan-Gar gibi ünlü hazır giyim markaları arka arkaya iflas ediyor. İflasların nedeni olarak AVM’lerde mağaza açma yarışına giren firmaların, daralan iç talep nedeniyle satış yapamaması gösteriliyor.

ÜİK’e göre, Türkiye’de 6-14 yaş grubunda 292 bin, 15-17 yaş grubunda ise 601 bin çocuk çalıştırılıyor. Çocukların istihdam oranı, 6-14 yaş grubunda yüzde 2.6, 15-17 yaş grubunda ise yüzde 15.6 oldu. Çalışan çocukların üçte ikisi erkek.

Karadeniz petrolcüye teslim TBMM Enerji Komisyonu’nda kabul edilen, “Türk Petrol Yasa Tasarısı”, uluslararası petrol tekellerine ve yerli taşeron adaylarına büyük fırsatlar sunuyor. Bu fırsatlar arasında Karadeniz’in ormanlarının, suyunun yağması da var UMAR KARATEPE

M

ecliste jet hızıyla Genel Kurul gündemine gelen “Türk Petrol Yasa Tasarısı” çok sayıda meslek ve emek örgütünün tepkisine neden oldu. Zira tasarı, petrol aramalarının sürdüğü Karadeniz’dekiler başta olmak üzere, ülkenin ormanlarına, denizlerine, derelerine yönelik sınırsız bir yağma özgürlüğü getiriyor. Çok uluslu tekellerin savaşlarla elde ettikleri “cazip” olanaklar, AKP hükümetince altın tepsiyle sunuluyor. Bu fırsatlardan bazıları şöyle: I Kurumlar, gelir ve gümrük vergilerinde büyük indirimler ve muafiyetler. I Arama ruhsatı alan tekeller sadece arama yapacakları alanı değil, çevresindeki araziyi de kullanabilecek. Özel kişilere ait araziler şirketin kullanımı için “kamulaştıracak.” I Petrol üretiminde su gerektiği için, çevredeki su kaynakları da petrolcülere peşkeş çekilecek. I Ormanlar ve milli parklardaki alanlarda, petrol arama ve işletme faaliyetleri yapılabilecek. Buradaki “işleme tesisleri” ifadesi sayesinde milli parklarda çeşitli ticari işletmeler, örneğin benzin istasyonu dahi açılabilecek. I Bu özel düzenlemeler yetmiyormuş gibi yerellere

Dünyanın baş belaları TPAO’nun “devlet ad›na petrol arama ve üretim faaliyetlerinde bulunma” hakk›n› devredece¤i özel flirketler insanl›¤›n bafl belas› olarak biliniyor. Petrol için defalarca savafllar ç›kartan, darbeler yapt›ran, diktatörleri besleyen, iflçileri öldürten eylemleriyle tan›nan dev petrol flirketlerine Karadeniz’in verilen teşviklerden de petrolcüler faydalanabilecek. I Bir şirketin sahip olabileceği ruhsat sayısındaki kısıtlama kaldırılırken tek bir şirket tekel oluşturabilecek. En önemlisi Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) yetkileri özel şirketlere devrolacak. YANDAfiLAR ES GEÇ‹LMED‹ Yasanın en ilginç düzenlemelerinden biri de petrol

arama ruhsatı almak için “teknik yeterliliğe ve tecrübeye sahip olunması şartı”nın kaldırılıyor olması. Bu düzenleme petrol tekellerini ilgilendirmiyor, daha çok enerji sektörüne yeni yeni giren ve bu alanda çok ciddi yetersizlikleri bulunan yerli sermayeye daha uygun koşullarda taşeronluk fırsatı sunuyor. Ortağı Shell olmadan Koç’un TÜPRAŞ’ı devralamadığı düşünüldüğünde Türkiye sermayesinin hiçbir

Nefretin odağında Merkel

NEDEN fi‹MD‹? 1954 tarihli Türk Petrol

Kanunu beş yıl önce de değiştirilmek istenmiş, zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in vetosu ile geri gönderilmişti. Sezer’in geri gönderdiği metin küçük değişikliklerle şimdi yeniden meclis gündemine geldi. Bunun zamanlaması dikkat çekiyor zira Karadeniz, büyük petrol tekellerinin ilgi alanı haline geliyor. Şubat 2012’de Romanya açıklarında doğalgaz bulunmasının

ardından şirketler Karadeniz’e gözlerini dikti. Romanya, Bulgaristan, Ukrayna ve Rusya karasularında şu anda 4 bölgede petrol ve doğalgaz aranıyor. Denizde arama faaliyetlerinin pahalı olması, bir sondajın maliyetinin yaklaşık 350 milyon dolara ulaşması nedeniyle şirketler başka “çekici” olanaklar istiyor. Türkiye’de 2006’dan beri Brezilya şirketi Petrobras ve ABD şirketi Exxon-Mobil

hükümetin ataca¤› ad›mlar› önceden haber ald›¤› ortaya ç›km›flt›. Karadeniz’de flu an faaliyette bulunan Shell, Hollanda-‹ngiltere ortakl›¤›na dayanan dünyan›n en büyük ikinci petrol flirketi. Shell’in en büyük rakibi ise ABD merkezli ExxonMobile ve ‹ngiltere merkezli BP. Karadeniz’de arama faaliyetleri yapmış ancak bir sonuca ulaşamamıştı. Sadece Akçakoca açıklarında küçük bir kaynak bulunmuş ve doğalgaz üretimine başlanmıştı. Şubat ayında Shell ile TPAO arasında yapılan bir anlaşmanın ardından Shell’in Karadeniz’e 2014’te çalışmalara başlaması öngörülmüştü. İşte bu anlaşmadan sonra çalışmalar hızlandı ve yeni yasa gündeme geldi.

Kıbrıs’ta işgal pekişiyor B

G

üney Kıbrıs’ta AB-IMF ve Avrupa Merkez Bankası üçlüsünün (troyka) dayattığı ve hükümetin onayladığı tedbirler protestolara neden olmaya devam ediyor. İlk önlem paketinde küçük mevduatlara da vergi getiren önlemler, sokağa çıkan ve parlamentoyu kuşatan öfke üzerine yumuşatılsa ve sadece 100 bin avronun üzerindeki banka hesaplarına vergi getirilse de Ada halkının öfkesi dinmiyor. İşsiz kalacak banka çalışanlarının yanı sıra, özellikle lise öğrencileri başta olmak üzere gençlerin eylemlerde başı çektiği görünüyor.

kesiminin petrol arama işine tek başına girebilmesi beklenmiyor. Ancak bu madde daha avantajlı bir taşeronluk ilişkisi için pazarlık gücü kazandırıyor. Bu düzenlemeyle aynı zamanda petrol alanı ilan edilen ve ruhsat verilen kimi alanlarda, petrol çıkmasa dahi doğal kaynakların, ormanların, suların yağmasının önü açılıyor.

33 bölgesinde arama yapma izni verilecek. Bu yetkinin bu kadar kolay nas›l verildi¤inin ipuçlar› baflka ülkelerdeki yaflananlardan bulunabilir. 2010 y›l›n›n son aylar›nda aç›klanan Wikileaks belgelerinde, Shell flirketinin Nijerya’da devletin her kurumunda bir gizli temsilcisinin bulundu¤u ve flirketin

Gençler, AB’nin politikaları sonucu ailelerinin işini kaybedeceğini ve eğitimlerine devam edemeyecekleri endişesini dile getiriyorlar. Eylemciler öfkelerinin odağına troykayı ve özellikle de Almanya Başbakanı Angela Merkel’i yerleştiriyorlar. Hergün sokaklarda Merkel maketleri ve onu Hitler ile özdeşleştiren semboller yakılıyor.

ugünlerde büyük bir krizle sarsılan Güney Kıbrıs’ın ipi 2012 Haziran’ında boynuna geçirildi. 3 büyük derecelendirme kuruluşun G.Kıbrıs'a "yatırım yapılamaz" notu verdi ve Kıbrıs Avrupa Merkez Bankası ECB'nin fonlarına muhtaç kaldı. Mart ayında ise Kıbrıs’ın ipi çekildi. Mali destek karşılığı tüm banka hesaplarının yüzde 6-30 oranındaki kısmına el konulması kararlaştırıldı. Kıbrıs muhalefeti parlamentoyu kuşatınca hiçbir vekil bu önlem lehinde oy kullanamadı. Ve 25 Mart’ta sadece büyük mevduatlarda kesintiyi öngören bir anlaşma yapıldı. Ülkede 100 bin avro üzerindeki mevduatlardan, borç ödemek üzere yüzde 60'ın üzerinde vergi kesiliyor. Bu önlemlerin Kıbrıs ekonomisini bitireceğine ve büyük bir işsizlik dalgası yaratacağına kesin gözüyle bakılıyor. Almanya’nın dayattığı paket sadece Kıbrıs’ı değil zor durumdaki tüm Güney ve

Doğu Avrupa ülkelerini topun ağzına koydu. Bankalardaki hesapların güvenceli olmadığına dair şüpheler Avrupa’nın “çevre” ülkelerinin finans kesimini sarsacak ve bu

ülkeler AB’nin merkez ülkelerinin dayattığı sert önlemleri almaya daha kolay zorlanacak. Bu önlemlerle krizin yükü AB’nin “çevresine” ve özel olarak da bu ülkelerin işçilerine

AKP’nin gözü bankacılıkta H

AKP kendi iktidarı döneminde yandaşların bir kısmı oligarşinin en üst basamaklarına doğru tırmandı. Tüccardan büyük sanayici, enerji tekeli yaratıldı ancak finans kesimi olmadan olmuyor

ükümetin bankalara yönelik operasyonları arka arkaya gelmeye devam ediyor. Aralarında anlaşarak mevduat, kredi ve kredi kartı faizlerini işlerine gelecek şekilde belirledikleri gerekçesiyle Mart ayında 12 bankaya verilen 1 milyar 123 milyon liralık para cezasının ardından şimdi de bankalara yönelik Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tazyiki başladı. Bakanlığa bağlı İş Teftiş Kurulu müfettişleri, 15 Mart Cuma günü mesai bitimi olan saat 18.00’i 1 dakika geçerken İstanbul Fatih’te bulunan çeşitli banka şubelerine

eşzamanlı baskın yaptı. İş müfettişleri, çalışanlarla tek tek konuşarak yaptıkları fazla mesai süresini öğrendi. İş Teftiş Kurulu’nun vereceği cezanın 1 milyar lirayı aşabileceği öğrenildi. Fazla mesailerin ödenmemesi, bir çok sektörde olduğu gibi bu sektörün de kadim bir sorunuyken bu konunun neden şimdi gündeme geldiği açıklığa kavuşmuş değil. Ancak AKP’nin kendine yakın kimi İslami finans kurumlarına yol açmak istediği biliniyor ve son operasyonlar bu yolun açılmasına bir katkı sunuyor.

AVRUPA MERKEZ BANKASI Avrupa Merkez Bankası (European Central Bank ECB) avro bölgesi içinde bulunan 17 ülkenin para politikasını yönetmekle yükümlüdür. Avro bölgesi, Avrupa Birliği üyesi olan 27 ülke içinde, Avrupa Para Birliği’ne girmeyi kabul eden 17 ülkeyi içermektedir. 1998’de kurulan ECB’nin merkezi Almanya’dadır. Banka'nın temel görevi, paranın alım gücünü korumak ve fiyat istikrarını sağlamaktır. Paranın alım gücünün korunması ilk hedeftir çünkü para değersizleşirse paradan para kazananlar zarar ederler. Değerli avro, finansal sermayesi güçlü ülkelere kazandırırken, ihraç ettiği malları pahalı hale gelen Güney ve Doğu Avrupa ülkeleri mal satmakta zorlanmakta ve krizlere sürüklenmektedir.


10

KİBELE 4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

Sanayi stratejisi, güvencesizlik, ‘güçlü’ aile projeleri 000’lerde Türkiye’de sermaye birikimi yeni bir aşamaya gelmiş, üretim giderek ihracata yönelmiştir. Sanayi Stratejisi Belgesi’nde söylendiği üzere Türkiye'nin yakın hedefi “orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü haline gelmek”tir. Belgede uluslararası rekabeti sürdürebilmek için emek süreçlerinin esnekleştirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Bu süreçte emek üzerindeki baskılar şiddetlenmiş, işsizlik artmış, reel ücretler gerilemiş, esnek ve kayıt dışı çalışma yaygınlaşmış, tarım politikalarında koşutlukla kırdan kente göç hızlanmıştır. Aynı zamanda yeni teşvik paketinde çizilen yol haritası, “Çin'le, Pakistan'la, Bangladeş'le ve Vietnam'la rekabet edebilecek” tekstil sanayini oluşturma hedefindedir.

2

Melda Yaman Öztürk

KADINLAR UCUZ EMEK KAYNA⁄I Bu liberal politikalar ekseninde kadın emeğine başlıca -ucuzüretici güç olarak yaklaşılmaktadır. Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi’nde söylendiği gibi yeni sanayileşme ve ihracat strateji bağlamında esnek çalışmaya hazır kadın potansiyeli bir “fırsat” olarak görülmektedir. Esnek çalışma, kadınların hane içindeki bakım görevlerini aksatmadan istihdam edilebilmelerini sağlayacak bir yol olarak belirmektedir; bu nedenle, kadınlara, ataerki ile kapitalizmin çıkarlarını kesiştiren bir çalışma alanı yaratmaktadır. Ayrıca, sosyal politikaların gerilediği, bakım kurumlarının sayısının azaltıldığı koşullarda kadınların artan bakım yükünü “üstlenmesi” beklenmektedir. Bu yanıyla da esnek çalışma, neoliberal saldırıların yarattığı tahribatı hafifletecek tampon mekanizma olarak kadınların ücretsiz bakım hizmetini sürdürmesini sağlayacaktır. Kadınlar için öngörülen sektörler tekstil, hazır giyim gibi ihracata yönelik üretim sektörleridir. İhracata yönelik hedefler, kadın emeği yoğun bu sektörlerde kadınların uzun saatler boyunca, sosyal güvence sağlanmadan, ucuza çalıştırılmasını içermektedir. Böylesi bir istihdam, güvenceli istihdam sunmadığı gibi, krizlerden en çok etkilenen kırılgan sektörlerden oluşmaktadır. Çalışma biçimleri esnekleşirken, güvencesizlik yaygınlaşırken, sağlık ve eğitim hizmetleri meta ilişkilerine çekilirken yoksullaşan yığınları susturmak için elbette muhafazakâr politikalara ihtiyaç vardır. Neoliberal saldırılar sürerken, anneliğin, ailenin, aile bağlarının şiddetle vurgulanması işte bundandır. Hatırlayalım, belediyeler “Güçlü Aile Güçlü Toplum” projelerini hayata geçirmiş, belediyeler “Evlilik Okulları” açmıştı. En son Esenler Belediyesi ile Yıldız Teknik Üniversitesi’nin birlikte düzenlediği sekiz haftalık “Anne Üniversitesi”nin ilk “mezunlarını” verdiğini öğrendik. Bu projeler kapsamında verilen eğitimlerde evliliğin İslamiyetteki önemi, nikahsız evliliğin kadınları soysuzlaştırdığı, kadınların annelik ve karılık görevleri gibi konular işlenmişti; örneğin Kütahya Belediyesi’nin düzenlediği üç günlük kursta kadınların çalışmasının aile bütçesine zarar verdiği ileri sürülmüştü. Kadını, kadının biyolojik işlevlerini öne çıkaran, kadın olmayı anneliğe ve bakım emeğine indirgeyen anlayış bunlarla da yetinemezdi elbet; “üç yahut beş çocuk doğurun” sözleri bu projenin temel politikalarından birine işaret eder. Birkaç ay önce de “kadından anneliği çıkardığımızda geriye kutsal bir şey kalmaz” sözleriyle irkildik. Bu sözlere göre kadının tek görevi anneliktir; kadın neslin çoğalmasını sağlamalıdır. Kadın eve kapatılacak, ömrünü gebelik, doğum ve çocuk bakımıyla geçirecektir. Kürtaj sınırlandırılması ve gebelik takibine ilişkin politikalar da aynı düşüncenin ürünüdür. Kadınlar yarının işçilerini doğuracak, yedek sanayi ordusunu genişletecektir. Böylece kadınlar sanayi ve ihracat hedeflerini yerine getirecek ucuz emek gücünü yaratmış olacaktır. 19 May›s Ünv. Yrd. Doç

ESNEK ÇALIfiMA ATAERK‹L ‹L‹fiK‹LER‹ YEN‹DEN ÜRET‹YOR Demek ki esnek çalışma, güvencesizleşme, sanayi stratejisi, ihracata yönelik üretim bağlamında kadın emeğinin rolü, sosyal politikalar ve muhafazarkârlaşma ile birlikte ele alındığında resim daha netleşmektedir. Sermaye birikiminin ulaştığı bu aşamada kadınlar hem ucuz emek potansiyeli olarak, hem de geleceğin ucuz işçilerini büyütecek üreme makineleri olarak görülmektedir. Kadını esnek çalışma biçimlerinde istihdam etmek, hane içindeki bakım işini kadına yüklemek, yahut kadının görevini sadece “annelik” olarak tanımlamak, aynı zamanda, ataerkil sistemi de güçlendirmekte, ataerkil ilişkileri yeniden üretmektedir.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

AKP’N‹N KADIN ‹ST‹HDAMI POL‹T‹KASI:

Bir mutsuz evlilik hikayesi FATMA GENÇ

K

adınların “özgürleşmesi”ni, “üretime katılması”nı dert edinen AKP, kadın istihdamına yönelik çeşitli projeleri hayata geçirmeye başladı. Bu doğrultuda AKP, Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Kalkınma Bakanlığı eliyle kadın istihdamına yönelik çeşitli projeler geliştirdi. Tabii ki projelere rengini veren AKP mantığı olunca “güçlü aile” anlayışı merkeze oturdu. Bu durum sosyal güvenlik sistemini, sağlık hizmetlerini özelleştiren neoliberal politikalar ekseninde kadınları eve bağlayan, ev içi yüklerini daha da arttıran projelere dönüşmeye başladı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre kadın istihdamı oldukça düşük oranlarda. Kadınların istihdam oranı yüzde 26'larda iken, kadınların yüzde 47'sinin hizmetler, yüzde 38'inin de tarım işkollarında istihdam edildikleri görülüyor. Sanayi işkolunda yüzde 14'lerde olan istihdam oranı inşaat işlerinde ise yüzde 1'in altında kalıyor. Bu tablo bir anlamda da kadınların istihdama dâhil edilirken ‘kadın işi’ olarak nitelenen işlerde ve belli sektörlerde istihdam edildiğini gösteriyor. Bu durum kadının toplumsal yapının devamlılığında ve yeniden üretilmesinde aile içerisinde kadınları eş ve anne olarak konumlandırıyor. Kadınların toplum içerisindeki rollerini de sadece ev içi hizmetleri ve çocuk, yaşlı bakımı ile sınırlı olmasını bir kez daha hatırlatmış oluyor. UZLAfiMAZ ÇEL‹fiK‹ AKP DÖNEM‹NDE DE SÜRÜYOR Kadınlar, neoliberal politikalardan olumsuz olarak etkilenen en büyük kesimlerden birini oluşturuyor. Neoliberalizmin her aşamasında olduğu gibi AKP döneminde de durum değişmiyor; çalışma biçimlerinin esnekleştirilmesi, sosyal gü-

stihdam politikaları kadınların evdeki ve emek piyasasındaki konumlarını yapılandırıyor, esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerini kurallaşıyor

venlik sisteminin yeniden yapılandırılması, tarımsal yapılarda dönüşüm ve yeni sosyal politikalar kadınların ev içindeki ve emek piyasasındaki konumlarını kadınlar aleyhinde yeniden yapılandırıyor. Üstelik AKP döneminde tüm bu neoliberal reformlar gerici politikalarla yeniden harmanlanıyor. Bir yandan “yaşlı nüfusumuz artıyor” söylemlerine karşılık olarak neslin üretimi için kadınların “en az üç çocuk doğurması” tembihleniyor. Bu doğrultuda bakanlık- sermaye el ele sosyal sorumluluk projeleri geliştiriyor. Kreş destekleri, doğum izinleri, süt izinleri ve çocuk başına emeklilik gibi ‘teşviklerle’ kadınlar sadece üreme makinesine indirgeniyor. Ucuz işgücü talebi ‘kadınlar daha çok çocuk doğursun’ öğüdüyle meşrulaştı-

rılıyor. Devlet doğrudan kadınların doğurganlığını düzenleyerek, bu yolla kadınların bedeni üzerinde denetim sağlıyor. Sermayenin nitelikli ve ucuz işgücü talebi de kadınların doğrudan biyolojik işlevi olan “doğurganlığı” üzerinde denetim sağlanarak gerçekleştiriliyor. Bakım emeği de kadınların birincil sorumluluğu olarak işlevlendiriliyor. BÜYÜME “KUTSAL ANNE”N‹N ELLER‹NDE AKP'nin 2023 ve 2071 projeksiyonlarına baktığımızda ise kadına biçilen misyonun doğurganlıkla ve bakım emeğiyle sınırlı olmadığı görülüyor. Ekonomik büyüme için “kadınların doğurganlık hızının” yanı sıra nitelikli işgücünün de kullanılması isteniyor. Bu “ekonomik

Kad›nlar AKP’nin fiili kürtaj yasa¤›na karfl› kürtaj hakk›n›n geniflletilerek tan›mas›n› talep ediyor.

Çorum’da kürtaj yasak A

KP’nin fiili olarak sürdürdüğü kürtaj yasağı Çorum’daki kadınların mağduriyetine neden oluyor. Halkın Sesi’ne ulaşan M.A, kürtaj olmak için Çorum’daki devlet hastanesine ve tüm özel hastanelere başvurduğunu ancak indikasyon dışı hallerde kürtaj yapılamayacağı yanıtı aldığını söyledi. M.A’nın aktardığına göre, M.A ve eşi kürtaj olmak için başvurduğu Çorum Devlet Hastanesi’nden olumsuz yanıt alınca hastanenin “Hasta Hakları Birimi”ni aradılar. Karşılarına çıkan kişi, M.A, kürtaj hakkı olduğunu söyleyerek ısrar edince “O işi yapmadan önce düşünecektiniz” yanıtını aldı. Görüştüğü pek çok hastane “Çocukların yaşaması taraftarıyız” diyerek, M.A’nın kürtaj hakkını kullanmasına izin vermedi. Yaptığı onlarca telefon görüşmesi ya

suratına kapatılarak ya da hakarete uğrayarak sonlandı. Çorum Devlet Hastanesi Hasta Hakları Birimi ise hekimlerin kürtaj yapma zorunlulukları olmadığını ancak sağlıkla ilgili bir sıkıntı olduğu hallerde hastane hekimlerinin kürtaj yapmaktan kaçınmayacağını savundu. Konuyla ilgili açıklama yapan Halkevci Kadınlar, “Çorum’da yaşanan bu olay münferit değil AKP eliyle gerçekleştirilmiş sistematik kadın düşmanlığıdır” dedi. Fiili uygulamalarla kürtaj hakkının gasp edilmesine izin vermeyeceklerini söyleyen kadınlar, Çorum İl Sağlık Müdürlüğü’nü göreve çağırdı. Kadınlar, başta olmak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmak üzere kararın parçası olan tüm kurumlara faks çekme eylemi düzenleyecek.

KTÜ’lü kad›nlar direniyor KTÜ Üniversiteli Kad›n Kolektifi (ÜKK) Atatürk Kültür Merkezi’ni (AKM) almak için bafllatt›¤› oturma eyleminin 21. günü (27 Mart) düzenlenen ö¤renci flenli¤inde bir araya geldi. Eylemin 23. gününde de üniversiteliler ÜKK ça¤r›s›yla Rektörlük binas›na yürüdü. Burada özel güvenlik ve polis barikat›yla karfl›laflt›. Yürüyüfl yapmakta direnen kad›nlar, ÖGB’nin “Bir dakika içerisinde da¤›lmazsan›z müdahale edece¤iz” demesi karfl›s›nda, 60 saniye geriye sayarak barikata yüklendi. ÖGB sald›r›s›na ra¤men Rektörlük binas›na giren kad›nlar ad›na iki kifli Rektör Yard›mc›s› Hikmet Öksüz’le görüfltü. Görüflmede 27 Mart Dünya Tiyatrolar

günü olmas› nedeniyle yapmak istedikleri eyleme neden sald›r›ld›¤›n› soran kad›nlara Öksüz ”Çünkü kap›da top oynuyordunuz” cevab›n› verdi. Öksüz, üniversiteli kad›nlar›n AKM talebine ise “Size salon yok. Bugün de yürüyüflünüze izin vermeyece¤iz” dedi. Kad›nlar bunun üzerine bir süre rektörlük önünde top oynad›. Barikat önünde eylemlerini sürdüren üniversitelilere bu kez çevik kuvvet polisleri ÖGB’yle birlikte sald›rd›. Sald›r› s›ras›nda üç kad›n yaraland›. Sald›r›n›n ard›ndan tekrar bir araya gelen üniversiteliler “AKM’yi alana kadar mücadele etmeye devam edece¤iz” dedi.

potansiyel”den faydalanılırken kadınların “kutsal annelik” rollerinden kopmamaları da isteniyor. Bunun için de “Kadınlarımız için esneklik uygundur” söylemiyle yeni istihdam biçimleri geliştiriliyor. Bu kapsamda, kadınlar için güvenceli ve kadrolu işler yerine parça başı, evden, çağrı üzerine çalışma gibi modellerin sürdürülmesi ve yaygınlaştırılması öneriliyor. Bununla birlikte kadınların ihracata yönelik sektörlerde ucuz işgücü olarak çalışmasının yolları açılıyor. Kadınlara yönelik yapılan bu düzenlemeler aynı zamanda emek piyasasının esnekleştirilmesiyle de paralel bir şekilde ilerliyor. Kadınların ev içinde harcadıkları görünmezleştirilen, değersizleştirilen emekleri “aile bütçesine yardım” adı altında genel istihdam

biçimi haline getiriliyor. Düşük ücretlerle, güvencesiz koşullarda çalışma biçimleri kadınlar üzerinden genele yaygınlaştırılıyor. Tüm bunlar “iş ve aile yaşamını uzlaştırma” olarak normalleştiriliyor. Kadının anneliği ve toplumsal rolleri yeniden pekiştiriliyor, bunun için “anne üniversite”leri açılıyor, en çok kadınları öldüren şiddet bile aile içerisinde “her çocuğu bir anne yetiştirmiştir” denilerek, tek başına kadınların üzerine yükleniyor. Annelik kutsallaştırılarak, kadın sadece anne olarak var ediliyor, bunun dışında görünmezleştiriliyor. O annelik statüsü emeğini de değersizleştirmekte kullanılıyor. Kadınlar dünyanın her yerinde insanlığın anası olarak kutsanırken insanca yaşamak söz konusu olduğunda haklarından kolayca mahrum bırakılan “kadınlık durumu” gereği çaresiz, yetersiz, korumaya muhtaç bir cins olarak görülüyor. AKP’nin kadın istihdamı politikaları kadınları toplumsal ilişkiler içerisinde üretici bir özne olmaktan çıkarıyor, yaratıcı olan tüm eylemlerini sıfırlayarak daha da görünmezleştiriyor, kadınları toplumsal ilişkiler içerisinde nesne olarak konumlandırıyor. Kadınlar için esnek ve güvencesiz çalışma biçimleri kurallaşıyor ve kurumsallaştırılıyor. Neoliberal politikalarla el ele giden erkek egemen sistem kadın emeğine yaslanarak cinsiyetçi işbölümünü güçlendiriyor; bu anlamıyla da kadınların bedenine, doğurganlığına, cinselliğine, yaşamsal etkinliğine ve emek etkinliğine saldırıyor, kadınların tüm bu etkinliklerini denetleyerek tahakküm altına almaya çalışıyor. AKP eliyle kurumsallaştırılmaya çalışılan yeni istihdamkadın ilişkisi, kadının zorunlu olarak maruz bırakıldığı ve “devlet baba”nın eliyle yapılandırılan bir ilişki. Bu istihdamkadın ilişkisi kadını “aile”nin içine hapsediyor, istihdam edilme biçimleriyle de bir “mutsuz evlilik” olarak inşa ediliyor.

Gökçek yumurtay› hazmedemedi B

aşbakan Erdoğan’ın “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” açıklamasıyla başlayan tartışmalarda “Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor? Anası kendisini öldürsün” diyen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 2 Haziran günü Üniversiteli Kadın Kolektifi (ÜKK) üyeleri tarafından protesto edilmişti. İzmir Caddesi’nde Gökçek’i yumurtalayan, protesto sonrasında Gökçek’in korumaları ve polis tarafından şiddete uğrayan kadınlar hakkında dava açıldı. ÜKK üyelerinin “yaralama”, “hakaret” ve “tehdit” iddialarıyla 4 yıla kadar hapisleri istendi. Melih Gökçek’in başına,

göğsüne ve ayağına yumurta isabet ettiğini söyleyerek şikayetçi olduğu ifade edilen iddianamede kadınlar için “basit yaralama”, “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” ve “tehdit” suçlarından 4 yıl 4’er aya kadar hapis istendi. Cumhuriyet Savcısının hazırladığı iddianamede, üniversiteli kadınlara dönük koruma ve sivil polis şiddeti ve uzun bir süre mağazaya kapatılmaları yer almadı. Melih Gökçek’in açıktan kadınlara saldırdığını ve kadın düşmanlığını kürtaj hakkı üzerine cinsiyetçi söylemleri ile perçinlediğini söyleyen üniversiteli kadınlar, tüm kadınları davanın takipçisi olmaya çağırdı.


YÜZ YÜZE

11

4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

Genel Kurul’a doğru

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), 6 Nisan tarihinde Olağanüstü Genel Kurul yapacak. DİSK Yönetim Kurulu, 5 Mart’ta yaptığı toplantıda “Olağanüstü Genel Kurul kararı alınmasında belirleyici faktörün, işçi sınıfına yönelik saldırıların alabildiğine arttığı bir dönemde yaşanmakta olan sorunların bir an önce çözülerek, içinde bulunduğumuz mücadele sürecine daha etkin müda-

hale olanaklarının yaratılması” olduğunu belirtti. DİSK Olağanüstü Genel Kurulu’nu Devrimci Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Atabek Çerkezoğlu’yla, Genel-İş Genel Sekreteri Kani Beko’yla, Limter-İş Genel Başkanı Kamber Saygılı’yla ve Enerji-Sen Genel Başkanı Ali Duman’la konuştuk, olağanüstü genel kurul sonucunda nasıl bir DİSK beklediklerini sorduk.

Tepeden tırnağa yenilenme D

İSK, işçi sınıfını ve ezilenleri temsil eder. Bize düşen DİSK’i yeni sendikal sürecin, etkin bir kurucu örgütü haline getirmektir

Olağanüstü Genel Kurul, DİSK içinde “yaşanmakta olan sorunların çözümünde ve etkin müdahale olanaklarının yaratılmasında” hangi yanıtları gündeme getirecek? Arzu Atabek Çerkezoğlu: Aslında “genel kurul”lar sendikal hareket açısından bir dönemin değerlendirildiği ve gelecek dönemin kurgulandığı sıçrama tahtalarıdır. Sendika kapılarının sabahın kör karanlığında polis zoruyla kırıldığı bir ülkenin demokratikleşme mücadelesinin de muhatabı olan bir genel kurul olmalı. Böylesi bir zamanda bizim genel kurullarımız, şimdi her zamankinden fazla, gücünü ve içeriğini işçi sınıfının yaratıcılığından alan yenilenmiş bir proleter demokrasi, mücadele kültürü ve ahlakıyla donatılmalı, buralar bir mücadele okulu haline getirilmelidir. Peki, bu olağanüstü genel kurulda bu yönde bir sıçrama mümkün mü? Ne yazık ki, bir anda mümkün değil; ancak bu genel kurulda, bu yönde ortak bir kararlılık yaratabiliriz. Bu anlamda bu yönetim de bir nevi geçiş yönetimi; DİSK’i yeniden kuruluş süreçlerine taşıyan bir misyonla görevlendirilmiş ve buna uygun yetkilerle donatılmış bir yönetim olabilir. Olağanüstü Genel Kurul kararının kendisi bile böyle bir ortak kararlılığa ne denli gereksinim olduğunu gösteriyor. Görülüyor ki, geleneksel sendikal hareketin içine sürüklendiği kısırdöngü, verili durumu koruma, kendini sürdürme güdüsüyle kırılamıyor. Sorun kimlerin yönetime geleceği değil, sorun sendikal hareket üzerindeki kuşatmanın kırılması ve DİSK’in artık apaçık görünen bugünün ihtiyaçları üzerinden tepeden tırnağa yeniden yapılandırılması sorunudur. DİSK yönetimine gelecek kişilerin de bu yenilenme sürecinin işçiliğini ve temsiliyetini gerçekleştirebilecek kişiler olması gerekir. Peki siz DİSK için neden ve nasıl bir yeniden yapılanma öneriyorsunuz? Bugün konfederasyonumuzun yönetim yapısı, sendika üyelerine, temsilcilik-delegasyon ilişkilerine, DİSK’e ödenebilen üyelik aidatlarına dayanıyor. Örneğin Devrimci Sağlık İş olarak, kısa bir zamanda on binin üzerinde üye yapmamıza rağmen genel kurulda sadece iki delegeyle temsil edilebiliyoruz. Üyelerimiz, sağlık işçileri olarak, siyasal iktidar tarafından kabul edilmediği

Z

aman, işçi sınıfının yenileyici dinamiklerini DİSK’e taşıma, DİSK’i güvencesiz işçi yığınlarının mücadele aracı haline getirme zamanıdır

DEV SA⁄LIK-‹fi GENEL BAfiKANI ARZU ATABEK ÇERKEZO⁄LU gibi, konfederasyonumuzun karar alma mekanizmalarında da sayısal olarak belirleyici güce sahip değiller. İşçi sınıfı nicel ve nitel olarak tarihin en geniş ve kapsamlı büyümesini yaşarken sınıfın örgütleri gerek sayısal olarak gerekse de toplumsal etki bakımından zayıflıyor. Sınıf mücadeleleri her alanda yaygınlaşıyor, şiddetleniyor. Bu, kendini geleneksel kanallarda, geleneksel biçimlerde, klasik tarzlarda ifade etmeyebiliyor. İktidar ciddi bir enerjisini güvencesiz, yoksul işçi kitlelerinin tepkilerini bastırmaya ayırıyor. Bütün o başkanlık, cumhurbaşkanlığı, anayasa tartışmalarının, yargının, polisin, medyanın yeniden yapılandırılmasının altında hep bu gerçeklik var. Güvencesizlik eksenli işçileştirme, bugünün işçi sınıfının karakteristik özelliğini oluşturuyor. Sınıf mücadelesinin bu denli şiddetlendiği ve yaygınlaştığı, işçi sınıfının geniş kapasitelere sahip yeni dinamikler yarattığı tarihsel koşullarda, geleneksel sendikalar

DİSK’in kolektif iradesinin ve yönetim kademelerinin güçlü ve mücadeleci bir kimlikle hareket ettirilmesine olanak sağlayabilecek bir görevde Genel Sekreter olarak anlamlı katkılar yapabileceğimizi düşünüyoruz bu gerçekliğin dışında krizlerini çözemez ve büyüyemezler. DİSK’in kuruluşu başta olmak üzere tarihinin bütünü, sermayenin işçi sınıfını teslim almaya dönük saldırılara teslim olmamanın, direnmenin ve değiştirmenin tarihidir. DİSK, bugün de tüm sermaye politikalarına karşı işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin mü-

Eme¤e yönelik sald›r›lara yan›t veren D‹SK

GENEL-‹fi GENEL SEKRETER‹ KAN‹ BEKO

Kani Beko: 6 Nisan’da yapılacak DİSK Olağanüstü Genel Kurulu’nda başkan olmam halinde öncelikli görev olarak 1 Mayıs duruyor. 1 Mayıs’ı DİSK’e ve Türkiye işçi sınıfına yakışan bir şekilde kutlamak gerekiyor. Genel kurula girdiğimiz atmosfer biliyorsunuz Ulusal İstihdam Stratejisi adı altında kıdem tazminatlarının budanması ve yok edilmesi, özel istihdam büroları ve bölgesel asgari ücret gibi emeğe yönelik ciddi saldırı planları içeriyor. DİSK’in bu saldırı sürecine bir yanıt vermesi gerekiyor.

Yine kamuda ve özel sektörde 1,7 milyon taşeron şirket işçisi var. Taşeron çalıştırma sorunu var. Taşeron çalıştırma giderek artıyor, yani giderek Türkiye bir taşeron cumhuriyeti haline geliyor. Taşeron çalıştırma nedeniyle iş kazaları artıyor. Biliyorsunuz son 10 yılda 11 bin işçi kardeşimiz artık iş cinayeti dediğimiz iş kazalarında hayatını kaybetti. Ölenlerin çoğu taşeron şirketlerde çalışan işçiler. Tüm bu süreçte DİSK, işçilerin olduğu kadar tüm toplumun umudu olmalıdır. Genel kuruldan bunu bekliyorum.

cadele örgütü olma gücünü, kararlılığını ve cüretini temsil etmektedir. Bizlere düşen tarihsel görev, DİSK’i yeni sendikal sürecin, etkin kurucu örgütlerinden biri haline getirmektir. Bu çerçevede, sizin tavrınızı da soracak olursak, yönetim kademlerinde görev almak için Genel Kurulda aday olmayı düşünüyor musunuz? Olağanüstü Genel Kurul’da, sendikal hareketin ve DİSK’in yeniden kuruluşunun gerekleri temelinde ortak bir yaklaşım ve mücadele programı çıkarsa, etkin bir görev almak isterim. Bu, kişisel bir istek olmaktan çok, içinde bulunduğumuz koşullarda sınıf hareketinin kolektif ihtiyaçlarından doğan bir sorumluluk olarak görülmelidir. Bu görev bilinciyle hareket eden, yüreğinde DİSK coşkusu taşıyan, herkesle omuz omuza bu görevi yerine getirmeye hazırız. Zaman, işçi sınıfının yeni ve yenileyici dinamiklerini DİSK’e taşıyan, mevcut ilerici devrimci

dinamikleri ile birlikte DİSK’i geniş güvencesiz işçi yığınlarının mücadele aracı haline getiren, sınıf mücadelesinin pratik çatışma alanlarında sınanmış ilkeli birliklerin zamanıdır. Bu koşullarda, proleter görev ahlakı, “her ne pahasına olursa olsun” yönetimde bulunmayı, “koltuk” sahibi olmayı ayıplar. Bugüne dek sürdürdüğümüz devrimci sendikal mücadele çizgisinin gerekleri ve “güvenceli iş” talepli hak mücadelesi çizgisiyle DİSK bayrağını ülkenin dört bir yanında onurla taşıdık. Ve bu anlayışı, DİSK’in tüm birikimiyle birlikte ortak mücadele çizgisi haline getirmek istiyoruz. Bu mücadeleyi bugün sokakta sürdüren işçi kitlelerinin militan yaratıcılığına dayanarak DİSK’in yeniden yapılandırılması, üye sayısının arttırılması, sokaktaki gücünün kuvvetlenmesi gerekiyor. Genel kurullara bu militan yaratıcılığı taşımak ve DİSK’in mücadele programını işçi sınıfının yaratıcılığının emektar, mücadeleci demokratik gücüne dayandırmak istiyoruz. Elbette bunun sırf bir genel kurulda ya da sadece genel kurullarda gerçekleşebilecek bir hedef olmadığının bilincindeyiz. Yönetimde görev almak, DİSK’in tarihsel mücadeleci yapısını, işçi sınıfının yaratıcı enerjisi ve yüzlerce yıla dayalı devrimci demokrasi anlayışının ışığında değiştirip yeniden yapılandırma sürecinin sadece küçük bir parçasıdır. DİSK’i ve işçi sınıfı mücadelesini ileriye taşıyacak her girişimin içinde olalım ya da olmayalım tüm gücümüzle destekleyeceğimizin bilinmesini isteriz. Bu perspektifle mücadelenin tamamlayıcı bir parçası olarak, DİSK’in kolektif iradesinin ve yönetim kademelerinin güçlü ve mücadeleci bir kimlikle hareket ettirilmesine olanak sağlayabilecek bir görevde Genel Sekreter olarak anlamlı katkılar yapabileceğimizi düşünüyoruz. Genel kurul delegelerinin sadece oylarını değil yürekten ve içten onayını alarak, üye sendikaların mevcut gücünün arttırılması, birbiri ile uyumunun sağlanması, üyemiz olamasa da DİSK’ten medet uman milyonlarca güvencesiz emekçinin duygularına seslenilmesinde ve mücadeleye katılmasında; emek, demokratik haklar, barış ve kardeşlik mücadelesinin yükseltilmesinde DİSK’te belirleyici/etkin bir konumda görev almayı dönemin yüklediği bir sorumluluk olarak değerlendiriyoruz..

L‹MTER-‹fi GENEL BAfiKANI KAMBER SAYGILI

Toplumun umudu olmalı Kamber Saygılı: AKP’nin özellikle son döneminde, emeğe yönelik ciddi saldırılar içeren yasalar geçti. DİSK bu yasalara karşı mücadele yürüttü ancak bu mücadele bu saldırıları püskürtecek nitelikte değildi. İşçi sınıfına yönelik bu kadar ağır saldırıların gündemde olmasına rağmen umut da giderek artıyor. İşçi sınıfı artık örgütlenmek için bir arayış içerisinde diyebilirim. Birçok sendika güvencesizliğe karşı mücadeleyi öncelikli hedef olarak önüne koymuş durumda, taşeron sistemine karşı mücadeleyi öncelikli hedefi haline getiren sendika sayısı da giderek artmakta. Genel Kurul da işçi sınıfının bu arayışına kapsamlı bir yanıt üretmeli. DİSK, güvencesizliğe, taşerona ve emeğe yönelik saldırılara karşı sendikalarında biriktirdiği mücadele deneyimini genel kurula yansıtmalıdır. DİSK’in yönetimi bu mücadele birikiminin bir sonucu olmalıdır. Birleşik mücadeleyi önüne koymuş, uyumlu hareket eden bir irade birliğini genel kuruldan çıkarmak gerekiyor. Tabii DİSK, üyeleri için bir umut kaynağı olduğu kadar tüm toplumun da umut kaynağı. Bu da DİSK yönetiminin toplumun umudunu karşılayacak bir biçimde şekillenmesinin gözetilmesini de beraberinde getirir. Yani, güvencesizliğe karşı mücadele veya çalışma yaşamındaki mücadelenin yanı sıra DİSK’in şovenizme karşı mücadeleyi de Kürt halkının barış talebini işçi sınıfının bir talebi haline getirmeyi de önüne koyması gerekir. Özellikle son dönemde çalışma yaşamında öne çıkan kadın militanlığı oldukça önemlidir. DİSK yönetimine kadın iradesinin mutlaka yansımalıdır. DİSK olağanüstü genel kurulda kendisini pratikten gelen delegelere teslim etmeli. Çünkü ancak böylesi bir irade işçi sınıfının ihtiyaçlarına yanıt verebilir. DİSK bunları yaptığı sürece işçi sınıfının ve tüm toplumun umudu olabilir, işçi sınıfın ihtiyaçlarını karşılayabilir.

D‹SK, güvencesizlerin dinamizmini yans›tmal›

ENERJ‹-SEN GENEL BAfiKANI AL‹ DUMAN

Ali Duman: Olağanüstü Genel Kuruldan tüm işçi sınıfının ve toplumsal muhalefetin ihtiyaçlarını karşılayacak bir iradeyle ayrılmayı temenni ediyoruz. Biz güvencesizleştirilen işçilerin dinamizmini, Adana TEDAŞ, Diyarbakır DEDAŞ ve İstanbul BEDAŞ direnişlerinde gördük. Bu dinamizmin DİSK’e taşınması gerektiği kanaatindeyiz. Güvencesizleştirmeye karşı mücadeleyi temel eksen olarak belirlemeyen bir DİSK, yaşadığı krizi çözemeyeceği gibi gelecekte işçi sınıfının ana gövdesini temsil edemez hale gelecektir. Güvencesizleştirmenin en yaygın biçimlerinden biri

olan taşeron sistemine karşı genel kuruldan somut kararlar çıkması gerekir. Bir diğer önemli konu da iş kazalarıdır. Her yıl yüzlerce kardeşimiz iş kazaları sonucu hayatını kaybediyor, binlercesi yaralanıyor. Biz enerji işkolunda iş kazalarıyla çok sık karşılaşıyoruz. “Hepimiz birbirimizin canından sorumluyuz” diyoruz ve bu söylemin gereklerini gerçekleştirdiğimiz eylemlerin yanı sıra son genel kurulumuzda yönetimimiz bünyesinde bir İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sekreterliği oluşturarak gösterdik. İş kazalarına karşı mücadele ile ilgili tüm sendikaların benzer organlar oluşturması gerekiyor, tabii DİSK’in de.


12

DOSYA 4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

Emeğin Hakları Forumu Emek hareketi alt üst oluşlarla dolu yeni bir döneme ilerlerken sendikal hareketin , açmazlarını tespit etmek ihtiyaç olan sendikal anlayış ve stratejileri tartışmak için 13-14 Nisan’da İstanbul’da Emeğin Hakları Forumu düzenleniyor.

Yeni sendikal kuruluşun eşiğinde Ülkemizde tarihin en büyük işçileştirme dalgası yaşanıyor. Güvencesiz, yoksul işçi kitlelerine dönüştürülüyor

Uzun bir dönemden sonra emek hareketi yeniden ivme kazanıyor. Sermayenin saldırılarına karşı işçi sınıfı ayağa kalkıyor

Teori ile pratik buluşuyor Forumu programı E meğin Hakları Forumu 1314 Nisan 2013’te İstanbul Petrol İş Konferans Salonu’nda gerçekleşecek. Direnişçi işçiler, sınıf mücadelesinde öncü işçiler, yazarlar, akademisyenler Emeğin Hakları Forumu’nda yan yana geliyor. Hastanelerde “Sağlıkta taşeron ölüm demektir” diyen Dev Sağlıkİş üyeleri, BEDAŞ, Adana TEDAŞ ve Diyarbakır DEDAŞ’ta direne direne kazanan Enerji-Sen üyeleri, THY direnişçisi Hava-İş üyeleri, sarı sendika Türk Metal ve işveren ortaklığını dağıtma iddiasıyla İstanbul ve Bursa’da direnen Bosch işçileri, Fransız Konsolosluğu’nu işgal eden Yurtiçi Kargo işçileri, MNG Kargo’nun patronunu yumurtalayan kargo işçileri, Şişecam’ın metrelerce yükseklikteki bacasından “Ölmek var, dönmek yok” diye haykırıp sermayeye geri adım attıran Şişecam işçileri de forumda yerlerini alacak. Taşeron sistemine karşı güçlü çıkışlar yapan, kitlesel eylemler örgütleyen Yol-İş üyesi karayolu işçilerinin de geleceği foruma, yaptıkları eylemlerle ülkeyi

defalarca sarsan madenciler, yerin metrelerce altından bu sefer “Taşerona hayır” çığlığıyla katılacak. Sadece işçi sendikaları değil, kamu emekçileri sendikaları, meslek örgütleri ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri de deneyimlerini paylaşacak. Yakınlarını iş kazalarında kaybedip, acısını yüreğine göm-

‘ASGAR‹ YAfiAMAK ‹STEM‹YORUZ’

N

eoliberalizmin kamusal alanı tasfiye etmesiyle birlikte temel hak alanları da mücadele alanı haline geldi. Özellikle sosyal haklar için verilen mücadele tüm işçi sınıfı bileşenlerini kapsamaya başladı. Geleneksel sendikal merkezler için sendikacılık yapma gerekçesi haline gelen ve en fazla yüzde 3-4 ücret zammı kazanılan toplu iş sözleşmeleri (TİS) giderek kısır döngü haline gelirken, güvencesizleri örgütleyen sendikalar açısından sosyal haklar önemli bir mücadele alanı durumunda. Bunun somut örneği ‘Asgari yaşamak istemiyoruz’ diyen Dev Sağlık-İş öncülüğünde gerçekleştirilen asgari ücret eylemlerinde görüldü. 2011’de Çalışma Bakanlığı önünde gerçekleştirilen ve polisin saldırdığı asgari ücret eylemi, yeni biçimlerle zenginleşip birçok kente yayılarak 2012 senesinde de sürdü. İşçilerin ulaşım hakkı için yaptığı eylemler sadece işyerleriyle sınırlı olmadı. İstanbul’da özellikle işçi semtlerinde otobüsünün geç gelmesi gibi ulaşım hakkı gasplarına karşı karayolunu trafiğe kapatma veya otobüslere akbil basmadan binme eylemleri yapıldı. Ulaşım zamlarına karşı İstanbul’da gerçekleştirilen turnikeden atlama eylemlerine en yoğun katılan kesim de işçilerdi. Üretim ve Yeniden Üretim Alanında Hak Mücadeleleri Sosyal Haklar Atölyesi’nde “İşçi sınıfının asgari ücret talebi”, “Sosyal hakları düzenleyen toplu iş sözleşmeleri” ve “Barınma, ulaşım gibi hak mücadelelerinin işçi sınıfı mücadelesiyle birlikteliği” konuları tartışılacak.

meyen, öfkesini güvencesizliğe ve taşerona karşı mücadeleye çevirenler de forumda buluşacak. Sınıf mücadelesinin deneyimleri ışığında yeni bir sendikal strateji yaratmanın imkan ve olanaklarının tartışılacağı forum için Türkiye’nin birçok kentinde farklı emek örgütlerinden işçiler hazırlıklarını sürdürüyor. Dev Sağlık-İş, Enerji-Sen ve Ba-

‘TAfiERON ÖLÜMDÜR!’

G

üvencesiz çalıştırma biçimlerinin yaygınlaşmasıyla iş kazaları da her geçen artıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre 2009’da 1171, 2010’da 1444 ve 2011’de 1700 işçi iş kazaları sonucu hayatını kaybetti. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre ise 2012 yılında en az 878 işçi hayatını kaybetti. Madenlerde, tersanelerde, HES şantiyelerinde, trafolarda, inşaatlarda, OSB’lerde karayollarında, çadırlarda hayatını kaybeden işçilerin büyük kısmı taşeron şirketler bünyesinde çalıştırılıyordu. Ölümlü iş kazalarının artışı, tepkileri de beraberinde getirdi. İş kazalarında hayatını kaybedenlerin yakınlarının lokal tepkileri, ısrarlı mücadeleleri sonucu görünür hale geldi. 2011’in Eylül’ünde kurulan İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) bu alanda birçok emek örgütünü bir araya getirerek önemli bir adım atılmasını sağladı. İSİG’in çalışmaları ve ailelerin eylemlerinin yanı sıra sendikalar da iş kazaları konusuna eğilmeye başladı. 9-10 Mart tarihinde 3. Olağan Genel Kurulu’nu gerçekleştiren DİSK Enerji-Sen, yönetim bünyesinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sekreterliği oluşturarak bir ilke imza attı. İşçi Sağlığı Hareketini Sendikal Stratejinin Bir Parçası Haline Getirmek İçin İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Atölyesi’nde örgütlenme deneyimleri, güvencesizliğin işçi sağlığına etkileri, iş kazasının tanımı ve iş güvenliğinin kapsamı, korunmasız emek gruplarının (kadın işçiler, Kürt işçiler, çocuk işçiler ve yaşlı işçiler) ihtiyaçları, iş kazalarına müdahale mekanizmaları, meslek hastalıkları ve işyerlerinde yapılması gerekenler konuşulacak.

sın-İş’in düzenlediği foruma Bank Sen, Birleşik Metal-İş, Deri-İş, Devrimci Turizm-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Limter-İş, Mülkiyeliler Birliği, Petrol-İş, SES, Sine-Sen, TekGıda İş, Tekstil, Türk Tabipler Birliği, Tüm Bel-Sen ve TÜMTİS de katkı sunuyor. Akademisyenler ve yazarların oluşturduğu geniş bir çalışma grubu da foruma destek veriyor. Forum Danışma Kurulu şu isimlerden oluşuyor: Açalya Temel, Ahmet Haşim Köse, Ahmet Tonak, Aslı Odman, Ata Soyer, Atilla Özsever, Aynur Özuğurlu, Aziz Çelik, Berna Güler Müftüoğlu, Çağrı Kaderoğlu, Deniz Yıldırım, Ergün İşeri, Evren Haspolat Yıldırım, Ferda Koç, Funda Başaran, Gamze Yücesan Özdemir, Gökhan Bulut, Hakan Koçak, Hasan Hüseyin Aksoy, İrfan Kaygısız, İzzettin Önder, Kadriye Bakırcı, Korkut Boratav, Melda Yaman Öztürk, Meryem Koray, Mesut Gülmez, Metin Özuğurlu, Murat Özveri, Mustafa Sönmez, Özay Göztepe, Özgür Müftüoğlu, Selahattin Çetindağ, Serkan Öngel, Seyhan Erdoğdu, Şeref Özcan,

EMEK MEDYASI MÜMKÜN

E

mekçilerin her gün uğradığı birçok hak gaspı, maruz kaldıkları iş kazaları, yakalandıkları meslek hastalıkları, işten çıkarmalar, işten çıkarmalara karşı direnişler egemen medya tarafından görülmüyor. Medya, işçi sınıfının sesini kısarken, emekçilerin medya kuşatmasını dağıtması ve kendi medyasını kurması önemli bir sorun olarak işçi sınıfının önünde duruyor. Sermaye İktidarını Gerici Medya Kuşatmasının Kırılmasında Emek Medyası Atölyesi’nde, “Medya çalışanlarının sorunları ve çözüm yolları”, “Emekçilerin seslerini medyada güçlü bir şekilde duyurmanın yolları ve emek haberlerinin sosyal medya araçlarıyla kullanımı”, “Sendikalardaki basın-yayın birimleri ve medya ilişkileri” tartışılacak.

13 Nisan 2013 Cumartesi Aç›l›fl: Aç›l›fl filmi 1987’den günümüze iflçi hareketi Konferans: Sermayenin Sald›r›s› ve Eme¤in Direnmesi – Prof. Dr. Korkut Boratav Panel: Güvencesizlik Rejimi, Emek Hareketinin Müdahale Olanaklar› ve ‹flçi S›n›f› Hareketinin Yükselen Dinamikleri Moderatör: Prof.Dr. Ahmet Haflim Köse Tafleron Cumhuriyeti ya da Neoliberal Toplumun Kurucu Gücü Olarak Güvencesizlik Rejimi – Ferda Koç “Emek ve Sermaye Örgütleri ile Düflünce Kurulufllar›n›n Yeni Anayasa ‹çin Sosyal Haklar Konusundaki Görüfl ve Önerilerine Elefltirel Bir Bak›fl”- Prof. Dr. Mesut Gülmez Yeni Sendikal Yasalar ve Sendikalar – Doç. Dr. Aziz Çelik Büyük Proleterleflme Dalgas›, Bütün Bileflenleriyle ‹flçi S›n›f› – Prof. Dr. Metin Özu¤urlu ‹flçi S›n›f› Hareketinin Yükselen Dinamikleri ve S›n›f Sendikac›l›¤›n›n yeni

ÜRETENLER‹N HUKUKU

A

KP iktidarı, emeği güvencesizleştirme saldırısını emek alanına yönelik yasal düzenlemelerin tamamını değiştirerek kurumsallaştırıyor. Güvencesizliği kurumsallaştırma hamleleri, emeğe yönelik neoliberal saldırıyı meşrulaştırma, kurumsallaştırma ve direnişlerin önüne geçerek sermayeyi güvence altına alma işlevi görüyor. İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, Yeni Sendikalar Yasası gibi kanunları çıkaran AKP, kıdem tazminatının fona devredilmesi ile ilgili yasayı ve taşeron yasasını çıkarmaya hazırlanıyor. Sağlık işçilerinin taşerona karşı verdiği mücadelede önemli kazanımlar elde edildi. Birçok üniversite hastanesinde muvazaa kararı çıkarılmasına ve bu kararların Yargıtay tarafından onanmasına rağmen hastane yönetimleri ceza ödemek pahasına taşeron sistemini uygulamaya devam ediyor. İşçilerin sendikalı olduklarına dair bildirimin şirketlere verilmesi ve SGK üzerinden yapılmasıyla taşeron şirketlerde çalışan işçilerin sendika hakkı adeta devlet eliyle gasp ediliyor. Bu süreçte hukuku yeni sınıf mücadelesi/sendikal hareket dinamiklerini besleyen, güçlendiren bir direniş mevzisi, bir mücadele alanı haline getirilmekse mümkün ve zorunlu hale geliyor. Yeni Sendikal Hareketin Gelişiminde Bir Mücadele Alanı Olarak Hukuk Atölyesi’nde AKP iktidarı döneminde emeğe yönelik saldırılar, güvencesiz istihdam biçimleri, yoksullaştırma ve örgütsüzleştirme saldırısına karşı güvence mücadelesinde hukuksal olanaklar, emek mücadelesinde hukukçuların bilgi paylaşım, iletişim ihtiyacı, hukuk mücadelesini besleyecek iletişim ve dayanışma kanallarının yaratılması başlıkları konuşulacak.

tarihsel modeli – Arzu Atabek Çerkezo¤lu Atölyeler 1. ‹flçi Sa¤l›¤› Hareketini Sendikal Stratejinin Bir Parças› Haline Getirmek ‹çin ‹flçi Sa¤l›¤› ve ‹fl Güvenli¤i Atölyesi 2. Yeni Sendikal Hareketin Gelifliminde Bir Mücadele Alan› Olarak Hukuk Atölyesi 3. Emek Hareketinin Kurucu Öznelerinden Birisi Olarak Kad›n Eme¤i Atölyesi 4. Sermaye ‹ktidar›n›n Gerici Medya Kuflatmas›n›n K›r›lmas›nda Eme¤in Medyas› Atölyesi 5. Üretim ve Yeniden Üretim Alan›nda Hak Mücadeleleri Sosyal Haklar Atölyesi 14 Nisan Pazar Atölye Raporlar›n›n Paylafl›lmas› Forum Ne yapmal›y›z, nas›l yapaca¤›z? Sendikal program ve sendikal strateji tart›flmas›, talepler ‹flçi Korosu Sonuç Bildirgesinin Okunmas› Kapan›fl

ÖNCÜLÜK KADINDA

E

meğin yeniden üretim alanının piyasalaştırılmasıyla kadın mücadelesi yükseldi. Kadın mücadelesi işçi sınıfının yeni döneminin kurucu öznesi olduğunu militanlığıyla ortaya koydu. Çanakkale Lapseki’de köylerine termik santral yapılmasını istemeyen kadınlar, Antalya’da 2B arazisi diye evlerine, tarlalarına el koyulmak istenen kadınlar, Tonya’da taş ocaklarına karşı çıkan kadınlar, HES inşaatının olduğu her yerde derelerine sahip çıkan kadınlar, kentsel dönüşüm adı altında yapılan yıkımlara karşı barınma hakkını savunan kadınlar barikatların en önündeydi. Deri-İş üyesi İSMACO işçilerinin, Hava-İş üyesi THY işçilerinin ve daha birçok direnişin öncülüğünü kadınlar yaptı. İMECE ev işçileri sendikası verdiği mücadeleler sonucunda ev işçisi kadınların da emekçi olduğunu birçok kesime kabul ettirdi. Emek Hareketinin Kurucu Öznelerinden Birisi Olarak Kadın Emeği Atölyesi’nde çeşitli işkollarından, değişik istihdam biçimlerinde çalışan kadınlar, ev işçisi kadınlar, sendika yöneticileri ve uzmanı kadınlar, akademisyenler bir araya gelerek; “Kadın emeğinin değersizleştirilmesi süreci, sınıf ve kadın”, “Kadın düşmanlığı ve emek hareketi” konularını tartışacak. Atölyedeki öneriler ve taleplerle yeni bir mücadele programı oluşturulacak.


13

TARİH 4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

O S M A N L I ’ N I N

S Ö Z Ü ,

A T A T Ü R K ’ Ü N

S Ö Z Ü ,

Ö C A L A N ’ I N

S Ö Z Ü

Tutulmayan söz: Misak-ı Milli AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

O

smanlı’nın yenik çıktığı I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Ateşkes Anlaşması’nın (30 Ekim 1918) hemen ertesi günü emperyalistler dört yandan işgale girişmiş, buna karşı 1919 itibariyle Mustafa Kemal önderliğinde bir ulusal direniş gelişirken Osmanlı Meclisi de Osmanlı devletinden bağımsız olarak gelişen bu direnişin etkisinde kalmıştı. Son kararı aynı zamanda sonunu getiren karardı. Karar 17 Şubat 1920’de açıklandı. Mart 1920’de işgal devletleri İstanbul’a girdi ve Osmalı Meclisi’ni bastı. Padişah da bunun üzerine Nisan 1920’de Meclis’i dağıttı. Osmanlı Meclisi’nin Cumhuriyet’in kurucuları tarafından da sahip çıkılan son kararı, 28 Ocak 1920 tarihli Ahd-ı Millî Beyannamesi’ydi. Türkçesi “ulusal yemin” olan ve sonra “Misak-ı Milli” diye anılan bu karara, en çok da yeni Türkiye’nin meşru ulusal sınırlarını tayin eden belge olduğu iddiasıyla başvurulacaktı. Ne var ki, ne Türkiye haritası “Misak-ı Milli sınırları”na göre çizildi ne de bu kararın diğer maddeleri uygulandı. Yine de “Misak-ı Milli” resmi söylemin temel unsurlarından biri oldu. Kimi zaman mevcut sınırların ötesinde hak iddia ederek saldırgan ya da emperyalizm işbirlikçisi dış politikaları meşrulaştırmak, kimi zaman da Kürtler başta olmak üzere sınır içindeki diğer halkları resmi ideolojiye eklemlemek amacıyla Misak-ı Milli’den söz edildi. Şimdilerde de Abdullah Öcalan’ın Newroz’da okunan mektubunda Türklerle Kürtlerin kader ortaklığından bahsederken Misak-ı Milli’yi anmış olması vesilesiyle tartışılıyor. Mektuptaki ilgili bölüm şöyle: “Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz. Misak-i Milli’ye aykırı olarak parçalanmış Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.” Kulağa hoş gelen bu ifadelerde beyan edilen niyet ile ortaya çıkacak kısmetin ne ölçüde örtüşeceği meçhul. Bir yüzyıl önceki niyet ile kısmet arasındaki mesafeden çıkarılan dersler unutulmamalı. NEYE N‹YET Altı maddeli olduğu belirtilen Misak-ı Milli kararı gizli bir oturumda alındığı için zabıtlara geçmemişti. Rivayetlere dayalı olarak aktarıldığından içeriği asla tam olarak bilinemedi. (Ayşe Hür) Vekillerin şöyle yemin ettiği belirtiliyor: “Makam-ı Hilâfet ve Saltanatın ve Vatan ve milletin istiklâl ve istihlâsından [elde edilmesin-

Ne Türkiye haritası Misak-ı Milli’ye göre çizildi ne de anlaşmanın diğer maddeleri uygulandı den] başka bir gaye takip etmeyeceğime vallahi.” (Fikret Başkaya) Yeminin içeriğinin Mustafa Kemal önderliğinde yürütülen ulusal kurtuluş mücadelesinin temel metinlerinden Erzurum ve Sivas bildirilerine dayandığı belirtilse de, bu henüz Osmanlı’dan kopuşa dayalı siyasi projenin bir yansıması değildi. “Vatan ve milletin kurtuluşu” saltanatın ve hilafetin kurtarılmasından ayrı tutulmamıştı. “Millet” ile kastedilen şey ise Osmanlı’dan Cumhuriyet’in 1930’lu yıllarına kadar sürekli bir değişim gösterecek, asıl olarak vatanın kurtarılmasına odaklanılacaktı. Vatanın sınırlarını da “ulusal yemin” değil, işgal karşıtı direniş ve uluslararası güç dengeleri belirleyecekti. Robert Mantran, “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi” kitabında Misak-ı Milli’nin içeriğini şöyle özetliyor: “Mondros ateşkesi sırasında düşmanca işgal edilmemiş Türk topraklarının bölünmezliğini ilan eder; imparatorluğun Arap eyaletlerinin yazgısının, yerel halkın serbestçe dile getireceği arzuya göre düzenlenmesini ister ve, adil ve sürkli bir barış amacıyla çeşitli başka konular ileri sürer: Kapitülasyonların kaldırılmasının tanınması;

KURULUfi,

YEN‹LG‹

Kars, Ardahan ve Batum illerinin Türkiye’ye geri verilmesi; İstanbul’un güvensizliğini sağlayan kayıtlar gözönünde tutulmak koşuluyla, Boğazlarda serbestçe gidişgeliş.” Pek çok siyasetçi gibi Mantran’ın üstünden atladığı şey, İstanbul’un güvenliği ile saltanat ve hilafetin kastedildiği; kapitülasyonlarla birlikte Osmanlı dış borçlarının da kaldırılmasının istendiğidir.

NEYE KISMET İşgal altındaki Arap topraklarının geleceğinin, bölge halkının vereceği karara göre belirleneceği maddesi uygulanmadı. Bölgenin kaderine Arap halkları değil İngiliz ve Fransız emperyalizmleri karar verdi. Misak-ı Milli sınırları içinde bulunmayan Antakya Türkiye-Fransa arasındaki dengelere bağlı olarak 1939’da Türkiye’ye katıldı. Kars, Ardahan, Batum’da gerekirse tekrar halk oyuna başvurulacağı yönündeki madde uygulanmadı. Kars ve Ardahan savaşla kazanılırken, Devrim sonrası Rusya’nın barış siyaseti gereği Batum Gürcistan’a Misak-ı Milli sınırları içinde bulunmayan Iğdır da Türkiye’ye bırakıldı. Üç ilin halkının görüşlerine başvurmaktan söz eden olmadı. Batı Trakya’nın durumunun bölge halkının seçimiyle belirleneceği yönündeki madde de uygulanmadı. Siyasi, adli ve ekonomik bağımsızlığı zedeleyecek ayrıcalıkların kaldırılacağı yönündeki madde de tam olarak uygulanmadı ve kapitülasyonlar kaldırılırken Osmanlı borçları devralındı. Musul meselesine gelince, Mustafa Kemal’in bu konudaki bir konuşması uyarıcı olmalıdır. Yine Ayşe Hür aktarıyor: “Musul'u bırakmak suretiyle Lozan'ı imzalamak' gerektiğinde, Meclis'te yaşanan sert tartışmalar sırasında Mustafa Kemal şöyle demişti: ‘Misak-ı Milli'nin ne olduğunu evvela anlamalı, ondan [sonra] mütecavizlerin kimler olduğunu ortaya koymalı (.) Misak-ı Milli bu hat şu hat diye hiçbir zaman hudut çizmemiştir. O hududu çizen şey milletin menfaati ve Heyet-i Celile'nin iabet-i hazarıdır...” İşin özü, vatanın ve milletin yeni sınırları, işgal karşıtı direnişten aldığı güce dayanarak uluslararası dengelerde bir pozisyon tutan siyasi irade ile çizilmişti. Kan, dil, din bağıyla da desteklenen metinlerin, sözlerin, niyetlerin hükmü bu sınırı geçemiyordu.

Mustafa Kemal’in Apo’ya esin veren İslam bayrağı Feroz Ahmad, “Bir kimlik peflinde Türkiye” adl› kitab›nda flöyle diyor: “Milli Misak’› 17 fiubat 1920’de tamam›yla kabul eden son Osmanl› Meclisi’nde, bundan iki gün sonra Türk ve millet kavramlar› tart›fl›lm›fl ve Türk kavram›n›n tüm farkl› Müslüman unsurlar› içine katt›¤›na karar verilmiflti. Hatta baz› mebuslar Osmanl› Yahudileri’ni de Türk kavram› içine katm›fllard›.” H›ristiyanlar Anadolu’da olmad›klar› için de¤il, Balkan Savafllar› ve I. Dünya Savafl› boyunca H›ristiyanlarla Müslümanlar›n aras›na büyük mesafeler girdi¤i için özel olarak ayr› tutuluyordu. Mustafa Kemal 24 Nisan 1920 tarihli konuflmas›nda flöyle diyordu: “Bu hudut s›rf askeri mülahazat ile çizilmifl bir hudut de¤ildir, hudud-› millidir. Fakat bu hudut dahilinde tasavvur edilmesin ki, anas›r-›

‹slamiye’den yaln›z bir cins millet vard›r. Bu hudut dahilinde Türk vard›r, Çerkez vard›r ve anas›r-› saire-i ‹slamiye vard›r.” Mustafa Kemal bu fikirleri 1 May›s 1920’de tekrarl›yordu: “Burada maksut olan … yaln›z Türk de¤ildir. Yaln›z Çerkez de¤ildir. Yaln›z Kürt de¤ildir. Yaln›z Laz de¤ildir. Fakat hepsinden mürekkep anas›r› ‹slamiye’dir, samimi bir mecmuad›r.” Yani Abdullah Öcalan, “Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaflayan Türk halk› bilmeli ki Kürtlerle bin y›la yak›n ‹slam bayra¤› alt›ndaki ortak yaflamlar› kardefllik ve dayan›flma hukukuna dayanmaktad›r” derken yaln›zca AKP’yle de¤il Türkiye’nin kurucu siyasi iradesiyle de ortak bir frekans tutturuyor. Bu gerçeklik ihmal edilerek yap›lacak bir “‹slam bayra¤›” elefltirisinin ayaklar› yere basm›yor.

Roboski için Tecziye Ahidnamesi Tecyize Ahidnamesi, Misak-› Milli’nin 6 maddesi içerisinde bulunmayan ama daha sonra kabul edilen ayr› bir madde ile de, I. Dünya Savafl›'na girilmesinden sorumlu olan, bu savafl› yöneten ve 12 Ocak 1920 tarihine kadar görev yapan kabinelerde devlet ve ulusun zarar›na çal›flan kiflilerin yarg›lanarak cezaland›r›lmas› kabul edilmesini öngören bir antt›r. Ancak daha sonra gündeme getirilmemifltir. Kürt sorununda “Misak-› Milli” göndermeli çözümler tart›fl›l›rken, Roboski Katliam›’n›n üstünün örtüldü¤ü ve AKP’nin 11 y›ll›k iktidar› boyunca ifllenen di¤er savafl suçlar›n›n sorgulanmayaca¤› ortadayken, “Tecyize Ahidnamesi”siz bir Misak-› Milli tart›flmas› eksik kalacakt›r.

VE

D‹R‹L‹fi

‹Ç‹NDE

D‹SK

Meydan okumanın tarihi 13

Şubat 1967’de İstanbul Valiliğine giden 5 kişinin elinde bir Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’in kuruluş dilekçesi ve tüzüğü vardı. Dilekçe sahipleri T. Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler, Lastik-İş Genel Başkanı ve TİP Ankara Milletvekili Rıza Kuas, Basın-İş Genel Başkanı İbrahim Güzelce, T. Gıda-İş Genel Başkanı ve TİP Tekirdağ Milletvekili Kemal Nebioğlu ile T. Maden-İş (Zonguldak) Genel Başkanı Mehmet Alpdündar’dı. DİSK ilk kurulduğunda, sanayileşmeyle birlikte işçi sınıfı da serpilip gelişirken devlet sendikacılığı sınırlarını aşamayan ve özel sektörde örgütlenemeyen Türk-İş sendikacılığına ve sermayeye bir meydan okuma olarak sahneye çıktı. KEND‹N‹ AfiAN B‹R ‹SYAN 1970’te Türk-İş’ten DİSK’e geçişleri durdurarak kendi ifadeleriyle “DİSK’in çanına ot tıkamak” için toplu sözleşme ve grev yasasında değişikliğe girişen hükümet, yalnızca DİSK’i değil Türk-İş üyelerini de ayağa kaldıran 15-16 Haziran Direnişiyle karşı karşıya kaldı. Türkiye tarihindeki en büyük

işçi eylemlerinden bir olan 15-16 Haziran direnişi hükümetin girişimini engellediği gibi, DİSK’in Türkiye toplumsal muhalefeti açısından kendi dar sınırlarını aşan bir önem ve etkisi olduğunu ortaya koyuyordu. 12 Mart 1971 askeri faşist müdahalesiyle kendi kabuğuna çekilen DİSK için birkaç yıllık bir sessizlik dönemi başladı. FAfi‹ZME KARfiI MÜCADELEDE D‹SK DİSK’in büyüme eğilimine girdiği 1973 sonrasındaki en önemli atağı 1975 yılındaki demokrasi mitingleriydi. Ardından DİSK’in adı daha çok yaygın kitlesel eylemlerle anılır oldu. 1 Mayıslar, DGM direnişi, 16 Mart Faşizmi ihtar eylemi, ikinci kuşak demokrasi mitingleri geldi. İlk açık ve kitlesel 1 Mayıs, 1976’da Taksim’de yapıldı. Ardından 34 kişinin öldüğü kanlı katliama sahne olan büyük 1 Mayıs 1977 mitingi ve katliama rağmen aynı meydana bir kez daha yüz binlerle çıkılan 1978 mitingi. Bu dönem DİSK’in ağır bedeller ödediği bir süreç oldu. DGM direnişleri sonrasın binlerce üye işsiz kaldı, kara listelere alındı.

15-16 Haziran eylemleri, DİSK’in sınıf hareketinde kendi sınırlarını aşan etkisini gösterdi Faşist çeteler birçok DİSK üyesini katletti, cinayetler zincirinin son halkası kurucu Genel Başkan Kemal Türkler’in öldürülmesiydi. 1973’te 1980’e kadar sürekli gelişim içindeki DİSK, 1980’de askeri faşist darbenin öncelikli hedeflerinden oldu.

12 EYLÜL REJ‹M‹NE KARfiI 12 Eylül darbecileri DİSK’in çalışmalarını durdurdular. Yöneticiler ortalama 4 yıl tutuklu kaldı. Teslim olmayan bir grup sendikacı arasında yer alan Kenan Budak, 1981’de Yedikule’de polislerin kurduğu bir pusuda öldürüldü. Birçok DİSK yöneticisi

Otağ-ı Hümayun’da işkence gördü. Mahkeme kararını 5 yıl sonra da verdi. Kararda DİSK ve üyesi sendikaların kapatılması, 261 yönetici ve 3 uzmanın toplam 2 bin 53 yıl cezalandırılması yer aldı. Karar temyiz edildi ve Askeri Yargıtay 3. Dairesi tam 10 yıl 10 ay sonra 16 Temmuz 1991’de mahkemenin kararını bozdu ve beraate karar verdi. 1991’de yeniden açılan sendikanın sınırlı ölçüde bir mal varlığı vardı ve yöneticilerden başka üyesi yoktu. Üyeleri Türk-İş’e aktarılmıştı. DİSK, yeni başkan ve yönetimini belirlemek için 1992 yılında 8. Genel Kurulunu topladı. Genel Başkanlığa konfederasyonun kurucularından Kemal Nebioğlu seçildi. DİSK ilk alana çıkış yeri olarak Kocaeli’ni seçmişti, çünkü 1980’de yapılabilen son demokrasi mitingi bu kentte idi. 1992 yılındaki bu miting beklenin üzerinde destek gördü. YEN‹ B‹R SAYFA Neoliberal saldırı altında, kazanılmış hakların korunması mücadelesi içinde kimi sendikalar ayağa kalkarken kimileri de silinip gitti. DİSK var olanı korumaya çalışıyor ancak geleneksel sendikal

hareketin krizini aşacak bir hamleye girişemiyordu. Öte yandan KESK, TMMOB ve TTB ile birlikte, parçalı toplumsal muhalefetin birleştirici inisiyatif merkezlerinden biri olarak etkili bir konumu korudu. Bunu savaş tezkeresinin reddediliği 1 Mart 2003 mitingine uzanan savaş karşıtı mücadele sürecinde ve 1 Mayıs 2007’den başlayarak militan bir mücadeleyle Taksim’in ve bir resmi tatil günü olarak 1 Mayıs’ın yeniden kazanıldığı bir mücadelede ortaya koydu. Yine bu süreçte işçi sınıfı mücadelesinin güncel ihtiyaçlarına örgütsel pratik yanıtlar üreten taşeron örgütlenmesi gibi deneyimler de DİSK’in mirası üzerinden, yenilenen ya da yeni kurulan DİSK sendikaları sayesinde açığa çıkmaya başladı. Şimdi bir kez daha Olağanüstü Genel Kurul’a giden ve yeni dönemin mücadele gereklerine yanıt verme iddiasını ortaya koyan DİSK, güvencesizliğe karşı gelişen bu dinamikleri bir yenilenme ve yeni bir meydan okumaya dönüştürme sınavıyla karşı karşıya. * Ergün İşeri’nin Sendika.Org’da DİSK tarihi üzerine yazılarından faydalanılmıştır.


14

MEDYA 4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

Halk›n Sesi

Yeni fiafak ve Taraf, Ankara’da D‹SK Genel-‹fl ve Hak-‹fl Liman-‹fl sendikalar›n›n kap›lar›n›n k›r›ld›¤›, evlerin talan edildi¤i bask›nlar› k›nayan CHP’li Sezin Tanr›kulu’nu hedef alan ortak bir dil kulland›.

Aslında ‘taraf’ını hiç değştirmedi AYL‹N KAPLAN

A

nkara’da 25 Mart sabahı “Terörle Mücadele Şubesi”ne bağlı polisler tarafından aralarında DİSK/Genelİş ve kısa bir süre önce Türk-İş’ten Hak-İş’e geçen Liman-İş’in genel merkezlerinin de bulunduğu 21 ev ve işyerine “DHKP-C operasyonu” adı altında baskınlar düzenledi. Operasyonların gerekçesi AKP Genel Merkezi’ni hedef alan silahlı saldırılardı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, 25 yıldır DİSK'in avukatlığını yaptığını belirterek, bu operasyonların sendikaları itibarsızlaştırma amaçlı olduğunu söyledi. Ahmet Altan’ın istifasından sonra Oral Çalışlar’ın Genel Yayın Yönetmenliği’nde yola devam eden Taraf, yaşananları “CHP’nin DHKP-C hassasiyeti” başlığıyla manşete taşıdı. Gerici-faşist provokasyon gazetesi Yeni Akit de, Tanrıkulu’nu “CHP niye gocundu” manşeti ile hedef gösterdi, Taraf ve

Oral Çalışlar ile yola devam eden Taraf’ın, Yeni Akit ile aynı manşeti atması kimilerince şaşkınlıkla karşılandı. Ancak Çalışlar’ı “iyi bilenler”, aslında onun “taraf”ını hiç değiştirmediğini de biliyor Yeni Akit “pişti” oldu. Bunun üzerine CHP, iki gazete hakkında suç duyurusunda bulundu. CHP’yi DHKP-C’yi savunmakla “suçlayan” Taraf, silahlı saldırılardan da sendikaları sorumlu tuttu: “Ankara’daki LAW silahlı saldırının DHKP-C’li tetikçisi, eski sendika başkanı çıktı. Polis sendikaları aradı.” Henüz bir yargılama yaşanmamıştı ama Taraf nasılsa hükmü vermişti. Özgürlük ve demokrasiyi dilinden düşürmeyen Taraf, sendikalara yapılan operasyona ve operasyonun biçimine dair eleştirel hiçbir ifade kullanmadı. Tartışma yaratan haberle ilgili cevap verme ihtiyacı duyan Çalışlar, 30 Mart’ta kaleme aldığı yazısında manşetlerin doğruluğunu savundu.

Çalışlar, Ankara’da yaşanan silahlı saldırının “sürece” karşı bir provokasyon olduğunu şu sözlerle iddia etti: “Türkiye, tarihinin en uzun ve en kanlı ‘savaş’ını bitirmeye hazırlanıyor. Statükonun, savaşın bitmesiyle rantlarını kaybedecek çevrelerin şu günlerde iyice ‘hareketlenmeleri’ şaşırtıcı değil. DHKP-C’nin ardı ardına yaptığı saldırıların tesadüf olmadığı bir gerçek. Onların eylemlerini, ‘süreci engelleme girişimleri’nden bağımsız bir şekilde okumak imkânsız. Ergenekon davası mütalaasında da, DHKP-C ile Ergenekon sanıkları arasındaki irtibata dikkat çekiliyor.” Hatırlanacağı gibi Tayyip Erdoğan da Ankara’da gerçekleşen saldırıyı Ergenekon’a bağlamıştı. Taraf’ın haberine yönelik oluşan

tepkiler sonucu haberi tekrar gözden geçirme ihtiyacı duyduğunu söyleyen Çalışlar, yazısının devamında “Haberin yayımlandığı iç sayfadaki ‘DHKP-C’ye sahip çıktılar’ başlığının maksadı aştığını düşünüyorum” dedi. ÇALIfiLAR’IN TUTARLI ‘TARAF’I Taraf ile Yeni Akit’in ortak manşetleri Yeni Şafak Gazetesi yazarı Kürşat Bumin tarafından “Taraf ‘o gazete’yle pişti oldu” diye eleştirilirken, kimi çevrelerde şaşkınlıkla karşılandı. Ancak Oral Çalışlar’ın geçmişine göz attığımızda şaşılacak bir şey olmadığını görüyoruz. Çalışlar bir zamanlar yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Doğu Perinçek, Halil Berktay, Cengiz Çandar, Şahin

Alpay ile birlikte Aydınlık geleneğinden yetişen bir yazar. Çalışlar, 1978-1980 yılları arasında çıkarılan günlük gazete Aydınlık’ın Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptı. Bir zamanlar yol arkadaşlarından olan Gün Zileli de o yıllarda Aydınlık gazetesinin devletle işbirlikçilik yaparak solu ihbar politikası benimsediğini 2010 yılındaki bir yazısında dile getirmişti. Zileli yazıda, o dönem devletle nasıl omuz omuza çalıştıklarını şu sözlerle ifade etmişti: “Oral, 1978 yılında partinin günlük gazetesi Aydınlık’ın yöneticisi oldu. Bu gazetenin izlediği devlet işbirlikçisi ve solu ihbar politikasında Doğu Perinçek ve benim de dahil olduğum TİKP merkez komitesinin diğer üyeleriyle aynı

sorumluluğa sahip olduğu, ayrıca gazetenin yöneticisi olarak ek bir sorumluluk da taşıdığı halde, sanırım bu politikayı daha sonraları eleştirmekle birlikte, şahsı adına ciddi bir özeleştiri yapmış değildir.” Çalışlar, ‘70’li yıllarda MİT’le ortak çalışarak solculara düşmanlık yapan, onları hedef alan bir yayın yaptıklarını kabul ediyor. Ancak bunu da solu karalamak için malzemeye çeviren Cemaat dergisine verdiği bir söyleşide yapıyor. 2004 yılında Aksiyon dergisindeki söyleşisinde bu durumu şöyle anlatıyor: “Sovyetler Birliği esas tehlikedir, diyerek hareket ettiğimiz için solun o sıradaki eylemlerini de son derece zararlı buluyorduk ve solu düşman gibi görüyorduk. Düşman gibi görünce onları teşhir etmek vs. gibi yanlış bir yol izledik. Ordu içinde tasfiye edilen MİT'çiler gelip bize bilgi veriyorlardı." Yıllardır tutarlı çizgisi ile devlet katında güven kazanan Çalışlar görülüyor ki Taraf’ın yeni döneminde “iyi işler” çıkaracak.

‘Sermaye yapısını tartışmanın sırası değil’ Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, Hasan Cemal'in gazeteden ayrılmasıyla ilgili “açıklama” niteliğinde yazdığı köşe yazısında sansürü kabul etti, “Yazdıklarının sırası değildi” dedi

H

Tayyip’ten tavsiye: ‘Akif’i de alın’ Milliyet, AKP müdahalesiyle yeniden dizayn edilirken, meğer Tayyip Erdoğan gazeteye daha önce Akif Beki’yi “önermiş”

H

asan Cemal’in Tayyip Erdoğan tarafından hedef gösterilip, yazılarının sansürlenmesinin ardından gazeteden ayrılışının yankıları sürüyor. Başbakan Erdoğan Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’na verdiği röportajda Cemal’in gazeteden istifa etmesiyle bir alakası olmadığını söyledi. ‘TAVSIYEN‹Z K‹MD‹R BAfiBAKANIM?’ Milliyet’in patronu Demirören’in gazeteyi ilk satın aldığında kendisine “tavsiye”sini sorduğunu aktaran Erdoğan, Akif Beki’yi Milliyet’e tavsiye ettiğini açıkladı. Erdoğan, Derya Sazak’ın gazeteye genel yayın yönetmeni olarak geldiğini “bile” sonradan öğrendiğini belirtti. Daha sonra bir yolculuk-

ta Sazak’ın da kendisine “tavsiye”sini sorduğunu aktaran Erdoğan, “Hakaret ettirmeyin” diye talimat verdiğini açıkladı. Hasan Cemal’e “kırgın” olduğunu ancak, işten atılmasının kendisiyle bir ilgisi olmadığını belirten Erdoğan, “Kaldı ki gazetesi de istediği zaman köşesinde yazabileceğini söyledi” dedi. SANAY‹, GAZ, INfiAAT E⁄ITIM BIR DE “MEDYA” Milliyet ve Vatan’ı Doğan Medya’dan satın alan Erdoğan Demirören’in tek yatırımı medya alanında değil. Sanayi, gaz, inşaat ve eğitim gibi çeşitli sektörlerde de şirketleri olan Demirören Mayıs 2011’de medya sektörüne giriş yaptı. O dönemden beri iktidara biatını göstermek için Erdoğan’ın “tavsiye”lerine önem veriyor.

asan Cemal'in Milliyet gazetesinden istifa etmesinin ardından gazetenin genel yayın yönetmeni Derya Sazak, uzun süredir tartışılan istifa meselesine “yönetici” edasıyla yazdığı köşe yazısıyla yanıt verdi. Yaşanan olaylarla ilgili “masum” olmadığını kabul eden Sazak, Cemal'in istifasıyla ilgili olarak gazete yönetimini suçlayanlara İmralı zabıtlarını hatırlattı. Sazak, İmralı zabıtlarını yayımlayarak “editoryal bağımsızlığa” sahip çıktıklarını söyledi. “Editoryal bağımsızlık”tan bahsettiği bu ifadelerden birkaç satır aşağıda Cemal'in yazılarını sansürlediğini kabul eden Sazak'ın savunması ise yazıların “zamansız” olması. ‘BAfiBAKANA YANITTA ISRAR ETTI, YAYIMLAMADIM’ Derya Sazak, uyguladığı sansürün hikayesini şu şekilde anlattı: “Hasan Cemal, salı günü yazılarına başlayacaktı. Başbakan’a yanıt ve ‘medyadaki sermaye yapısını’ sorgulama konusundaki ısrarı nedeniyle, yayımlamadım. Erdoğan’a yanıtını zaten 2 Mart’ta vermişti.” Milliyet'in patronu Erdoğan

Demirören'e de sahip çıkan Sazak, “Erdoğan Demirören ile ilgili tercihlerimizi topluca yapmıştık. Kürt meselesinin çözüm sürecinde yüzyıllık bir kavram olan 'sermaye yapısı'nı tartışmanın herhalde zamanı değildi!” dedi.

‘ABDI ‹PEKÇI EKOLÜYÜZ, NE SANSÜR NE OTOSANSÜR’ AKP iktidarının medyayı biçimlendirme çabasında payına “sansür yapmak” düşen Derya Sazak, Milliyet gazetesinin genel yayın yönetmeni

olmasının ardından 2 Kasım 2012'de verdiği bir demeçte şöyle demişti: “Ne sansür, ne otosansür, ne de baskı iddiaları bizi mesleğimizi yapmaktan alıkoyamaz. Bizler Abdi İpekçi ekolüyüz. İnadına gazetecilik yapacağız!”

BBC grevi programlar› durdurdu BBC çal›flanlar› a¤›r ifl yükü, iflten ç›karmalar ve ifl yerinde uygulanan tacize karfl› 27 Mart'ta 12 saatli¤ine ifl b›rakt›. Ulusal Gazeteciler Sendikas› NUJ ve BECTU sendikalar› öncülü¤ünde gerçekleflen greve kat›l›m yüksek oldu. Grev nedeniyle televizyon ve radyoda yay›n ak›fl› dururken, eski programlar yay›mland›. BBC Türkçe servisi greve yüzde yüz oran›nda kat›l›m sa¤lad›. BBC Dünya Servisi’nde de bir-

Taraf’›n eylem tahammülsüzlü¤ü çok bölümün radyo ve TV programlar› gerçeklefltirilmezken internet siteleri güncellenmedi. Çal›flanlar eylem bitiflinde binalardan topluca ç›k›fl yapt›. Birçok yerde toplu ç›k›fl sonras› bas›n aç›klamalar› düzenlendi.

Taraf gazetesinde yaklafl›k 3 ayd›r maafllar›n› alamayan çal›flanlar isyan etti. Gazetenin maafllar› ödememesi üzerine, Taraf çal›flanlar› ifl yavafllatma eylemi bafllatt›. Gazete yönetiminin eyleme tahammülü ise uzun sürmedi: ‹fl yavafllatma eyleminin ertesi günü sayfa sekreterlerinden U¤ur Boztafl'›n ifline son verildi. Eylemin ertesi günü

Boztafl’a hiçbir gerekçe gösterilmeden ifline son verildi¤ini bildiren ka¤›t teslim edildi. ‹fl yavafllatma eyleminin ard›ndan gazetenin Genel Yay›n Yönetmeni Oral Çal›fllar, “Kimsenin Taraf Gazetesi’nin prestijini bu flekilde sarsmaya hakk› yok, herkes sayfas›n› yapacak” fleklinde aç›klama yapt›.


KÜLTÜR SANAT

15

4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

fiirince Masal Köyü

Halk›n Sesi

Sabahattin Ali’nin ölüm y›ldönümü

Halk ezgileri Minyatürler 2’de

Şirince’de 5-7 Nisan tarihleri arasında masal festivali düzenleniyor. 1. Uluslararası Masal Anlatıcılığı Festivali'nde Şirince Köyü üç gün boyunca Masal Köyü olacak. Köyün sokaklarında profesyonel hikaye anlatıcıları yedi dilde masallar, mitolojiler, söylenceler ve fıkralar anlatacak. Festivalin tanıtım metninde unutulmaya yüz tutmuş hikaye anlatıcılarını yeniden hatırlamanın amaçlandığı belirtiliyor.

Bu yıl, edebiyatçı Sabahattin Ali’nin ölümünün 65. yılı. Nâzım Hikmet'in "Türk edebiyatının ilk devrimcigerçekçi hikâyeci ve romancısı" diye nitelediği Sabahattin Ali’nin yazdığı dergiler kapatıldı, hakkında davalar açıldı. Ülkeyi terk etmek isterken de 2 Nisan 1948’de öldürüldü. Yazarın, Kürk Mantolu Madonna kitabı bugün hala çok satanlar arasında.

Halk ezgilerini piyano ve kemanla yorumlayan Cihat Aşkın ile Mehru Ensari'nin 'Minyatürler 2' albümü Kalan Müzik’ten çıktı. Albüm, anonim Dersim türküsü Elgajiye’den Neyzen Tevfik ve Yunus Emre’nin eserlerine, Azeri, Bosna halk ezgilerine, Isparta, Rumeli türkülerine kadar geniş bir yelpaze içeriyor.

Jîn silah bırakınca 17 yaşındaki gerilla Jîn’in örgütten ayrılıp dağdan inmeye çalışmasının masal-filmini yapmış Reha Erdem. Örgütün silah bırakması konuşulurken Jîn yolunu nasıl bulacak? ÖZEN TAÇYILDIZ

“J

in, jiyan, azadi”, Kürt kadın hareketinin önemli sloganlarından biri. Tınısı kadar anlamıyla da birbirine yakışıyor, birbirini tamamlıyor bu üçlü; “kadın, yaşam, özgürlük” “Jin”, “kadın” demek ama “î” ile yazdığınızda da “yaşam” anlamına geliyor. Jîn, şimdi de Reha Erdem’in “müzakere süreci”ne denk gelen son filminin adı. 17 yaşındaki gerilla Jîn’in örgütten ayrılarak dağdan inmeye çalışmasının masal filmi. Masalsı güzellikte bir ormanda başlayan filmde Jîn, başında kırmızı eşarbıyla hasta nenesine gideceği yalanıyla yolunu bulmaya çalışan bir kırmızı başlıklı kız. Yoluna çıkan kurtlar ise çoban, kahya, otobüs yazıhanesindeki adam kılığında kişilik bulmuş erkek egemen iktidar. Dağdan inmek o kadar da kolay değil Jîn için. Jîn’in neden örgütten ayrılmak istediği belli değil ama bunu bilmek önemli de değil. Neden dağa çıktığı ise öfkeyle haykırdığı iki cümlesinde gayet açık: “Ben iki yaşımdayken götürdüler babamı, silahı bile yoktu. Mezarı bile yok şimdi!” Silahsız bir babanın ardından kızının dağa çıkması, yaş almış Kürtlerin “Bizim kuşak hayattayken barışı tesis edelim, yeni kuşağın hatırası sadece acı ve zulümden ibarettir” ısrarının yalın hali.

DA⁄A G‹DEN KADIN, KALANI ÖZGÜRLEfiT‹RD‹ Jîn’i dağa çıkaran diğer şeyler nelerdi bilinmez. Ama biliyoruz ki Kürt kadını sadece ulusal mücadele için değil, kadın olduğu, bu yüzden ezildiği için,

dağda kadın-erkek ilişkisinin daha eşitlikçi olduğunu düşündüğü için de dağa gitti. 2000 yılında Pazartesi dergisinde yayımlanan röportajında hasta tutuklu Hediye Aksoy, gerillaya katılma sebebi olarak bunu anlatır: “Köydeki yaşam tarzı,

aile ilişkileri, kadına yaklaşımları bana uzak geliyordu. … Mücadele içindeki bayan arkadaşları gördüm. Baktım o insanlar çok rahat, kendilerini ifade ediyor, konuşuyorlar. Davranışları, ilişki tarzları, her şeyleri bana o kadar çekici geldi. Benim gidebileceğim tek yol budur diye orada karar verdim.” Dağa giden kadınlar, sadece kendi hayatlarını değiştirmedi, kalanları da etkiledi. İşte, bir katılımcının Amargi’nin 2012 Feminizm Tartışmaları sırasındaki sözleri: “Ergenlik çağında, bunalımdayken ailem bana bir şey dediğinde ‘Üzerime gelmeyin, dağa giderim’ derdim ve bu inanılmaz özgürleştirici bir alan sağlardı. Silahlı mücadele bizim için özgürleştirici oldu.” Bugün 30 yılı aşkın süren bir silahlı hareketin bitmesini, en azından bitebilme ihtimalini konuşuyoruz. Peki silahlar susunca Kürt kadınına ne olacak? Reuters haber ajansının yakın zamanda Kandil’de konuştuğu kadınlar kaygılı. 13 yaşındayken örgüte katıldığını ve 15 yıldır Kandil’de olduğunu söyleyen bir kadın “Bizim toplumumuzda kadının değeri yok. Burada kendi yerimin ne olduğunu ve değerimi daha çok hissediyorum” diyor. Bir diğeri de “Bazen kendi kendime ‘barış ve özgürlüğe kavuştuğumuz zaman, alıştığım bu hayatı geride bırakıp ailemle nasıl yaşarım’ diyorum” sözleriyle dile getiriyor çekincelerini. 1999 ateşkesinden sonra başladığı

söylenen Batman’daki kadın intiharları akla geliyor: “Dağa çıkmayı bir çare olarak gören kadınlar için tekrar başlayacak mı?”

“BEN‹M ADIM JÎN” Peki Jîn ne yaptı? Örgütten kaçıp ovaya inmeye çalışan Jîn’e ormandaki yolu boyunca ormanın cümle hayvanı yoldaşlık yaptı. Üzerlerine yağan bombalardan beraber saklandılar mağaralarda, yiyeceklerini paylaştılar. Jîn, ormandaki hayatla bütünleşti. Uyurken ağacın gövdesinin, dev yaprağının, saklanırken mağaraların, oyukların şeklini aldı. Dolunayın altında uyudu, ormanın sularında yaralarını sağalttı. Gerilla kıyafetini çıkarıp çaldığı sivilleri üzerine geçirince asıl “vahşi hayat” başladı. Gerillayken “bacı”sı olduğu çoban taciz etti onu. Tecavüze direnirken “Bırak bu terörist ağızlarını” dedi bir başka Kürt erkek, “Türk iktidar” ağzıyla. Yol parası bulabilmek için mevsimlik tarım işçisi olarak bir kamyonet kasasında diğer Kürtlerle beraber gitti bütün gün çapa sallamaya. Ovaya inemeyip dağına dönerken kısa süren sivilliğinden kalma, ayağında beyaz spor ayakkabı, üzerinde mavi yeleği vardı. Kaçak girdiği evden çaldığı coğrafya kitabı, Jîn’den yaşadığı yeri enlem boylam dereceleri ile tarif etmesini istiyordu kafasının üstüne bombalar yağarken. Jin’in jiyan’la azad olacağı bir coğrafya olmayınca, “silahlarını bırakıp gitmek” söylendiği kadar kolay değildi.

“Niyazi’nin sözü ortak sözümüzdür” K

azım Koyuncu Kültür Merkezi ve pek çok sanatçı, 21 Mart’taki tarihi Newroz kutlamalarında Diyarbakır’da şarkı söyleyen ve hakkında linç kampanyası başlatılan Niyazi Koyuncu’ya sahip çıkarak, ortak bir metnin altına imza attı. Ortak açıklama şöyle: “Newroz bayramında sahne almasının ardından sosyal medyada Niyazi Koyuncu’ya karşı başlatılan linç kampanyasını kınıyoruz. Milliyetçi hezeyanların adresi sanatçılar değildir. Sanatın ve sanatçının yeri, insanlık adına barışın yanıdır. Bu sorumlulukla Diyarbakır’da ‘Birbirimizi anlayabilmek için aynı dili konuşmak zorunda değiliz’ diyerek sahne alan Niyazi Koyuncu bizim ortak sözümüzü söylemiştir. Biz düğünlere de bayramlara da katılırız. Newroz ise Kürt halkının bayramıdır. Bayramları kutlu olsun. Rengârenk kültürümüz ve dillerimizle yıllardır bir arada yaşayan biz Karadenizliler hiçbir dili ve kültürü yok saymadık, sayamayız. Aynı dili konuşmak zorunda değiliz ama biliyoruz ki akan gözyaşlarımızın rengi hep aynı. Biz cenazelerin değil, düğünlerin davetlisi olmak istiyoruz. Bu nedenle dün olduğu gibi bugün de sözümüzü ve sesimizi barışa adadık.”

“Hayat için dayanışmak, sanat için birleşmek!” 27

Mart Dünya Tiyatro Günü’nde Türkiye Tiyatrolar Birliği adına Haluk Işık, bir bildiri yayımladı. Işık, “sanat ve sanatçı algısını yok etmeye uğraşan, muhalif olanı hedef gösteren ve bu bağlamdaki saldırıları görmezden gelip kışkırtan zihniyetin, uygulamalarını her geçen gün yoğunlaştırdığını” söyledi. “Oyun kostümlerine müdahale etmekten, seyircilerin haremlik selamlık halinde oturtulmasına kadar pek çok vehamet, doğallaştırılmaya çalışılmaktadır” diyen Işık, sanatla uğraşmanın neredeyse illegal bir eylem olarak görüldüğüne dikkat çekti. İsteği yalnızca salon olan üniversite öğrencilerine saldırıldığını hatırlattı. Hayat ve sanatın vahim bir

geleceğe doğru sürüklendiğini söyleyen Işık, çare olarak da “Hayat için dayanışmak, sanat için birleşmek!” dedi. 27 Mart günü İstanbul’da kitlesel bir protestoya da sahne oldu. KESK’e bağlı Kültür Sanat-Sen, Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği, ADD, ÇYDD ve Memleket Sevdalıları Derneği Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) aylardır kapalı tutulmasını protesto etti. Taksim AKM önünde, “Sanat sustu, hayat dondu” sloganıyla toplanan tiyatro emekçileri seyircileriyle buluştu. Kültür Sanat-Sen Başkanı Yavuz Demirkaya yaptığı açıklamada, kültüre ve sanata yönelik piyasacı ve gerici müdahalelerin son yıllarda belirgin bir şekilde arttığını belirtti.

‘Bu davanın peşini bırakmıyoruz’ Emek Sinemas›’n›n bulundu¤u Cercle D’orient binas›ndaki y›k›m çal›flmas› tüm itirazlara ra¤men ilerliyor. Binan›n d›fl› tamamen kapat›larak iskele kuruldu. Emek Sinemas›’n›n kapanmamas› için mücadele eden Emek Bizim ‹stanbul Bizim ‹nisiyatifi, ‹stanbul Film Festivali’nin (‹FF) alternatif aç›l›fl›n›n

Emek Sinemas›’nda yap›laca¤› duyurarak 31 Mart’ta Emek Sinemas› önünde bulufltu. Eylemcilerden baz›lar› sinema binas›n›n kapal› olan kap›s›ndan içeri, salona girerken binan›n üst katlar›ndan, “Emek Bizim ‹stanbul Bizim” yaz›l› pankart salland›r›ld›. Sokaktaki yüzlerce eylemcinin içeriye

girmesini engelleyen çevik kuvvet ekibine ra¤men yaklafl›k 50 kifli, 3 saat boyunca iflgali sürdürdü. ‹flgalde ‹FF’nin aç›l›fl› yap›ld›. Emek Bizim ‹stanbul Bizim ‹nisiyatifi ad›na yap›lan aç›klamada “Kamuya ait tarihi bir sinema salonunu gözlerimizin önünde, hukuku ve kamu yarar›n› hiçe sayarak yok edi-

yorlar. Ama biz Emek Sinemas›’n›n gerçek sahipleri sesimizi k›sm›yoruz, k›smayaca¤›z. Emek Sinemas›’na sahip ç›kmay›p görevini yerine getirmeyen, kültürünü unutan Kültür ve Turizm Bakanl›¤›’na, ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’ne, Beyo¤lu Belediyesi’ne sesleniyoruz: Bu davan›n peflini b›rakm›yoruz” denildi.


SOKAĞIN SESİ

ÜRET EN B‹Z‹Z YÖNET EN DE B‹Z O LACA⁄IZ

4 Nisan 2013 / 17 Nisan 2013

16 Halk›n Sesi

HALKEVLER‹’N‹N 81. YIL DÖNÜMÜNDE B‹NLER KARANLI⁄A MEYDAN OKUDU

12 Bin yürek tek yumruk

Halkevleri’nin 81. y›l flenli¤ine halklar›n bar›fl istemi, Erdo¤an’a ve Gökçek’e öfke ve umudumuz çocuklar damgas›n› vurdu

GONCA fiAH‹N

H

alkevleri’nin kuruluşunun 81. yılı 23 Mart Cumartesi günü Ankara’da coşkulu bir şenlikle kutlandı. Soğuğa rağmen 15 bine yakın Ankaralı Arena Spor Salonu’nu doldurdu. Şenlikte gösterilen videolarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek uzun süre yuhalandı. Konserler ve konuşmalar sürerken tribünlerde bulunan ekranlardan sürekli sloganlar ve örgütlenme çağrıları döndü. Tiyatro sanatçısı Volkan Yosunlu’nun sunuculuğunu yaptığı etkinlik, Nefes Dans ve Müzik Topluluğu’nun gösterisi ile başladı. Farklı dans ve halk oyunlarıyla ilgi toplayan grubun ardından Karmate’nin sahneye çıkışıyla birlikte tribünlerden yüzlerce kişi salona inerek horona durdu. GÜVEND‹⁄‹M‹Z TEK fiEY HALKIN MÜCADELES‹D‹R Şenlikteki konuşmasına “Ekmek yoksa, adalet yoksa, barış da yoksa; ‘isyan etmek haktır’ diyenler merhaba” sözleriylebaşlayan Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, hak mücadelesi verenleri selamladı. Ersoy’un “Ankara Gökçek’in değil, halkındır” sözü uzun süre alkışlandı. 29 yıldır süren savaşın 11 yılının AKP iktidarında yaşandığını hatırlatan Ersoy, barış, özgürlük ve kardeşlik istediklerini ama AKP’ye güvenmediklerini söyleyerek “güvendiğimiz tek şey halkın mücadelesidir” dedi. Ersoy’un sözleri, Ankaralıların başbakana, bakanlara ve AKP’li bürokratlara tepki göstererek barış vurgusuna verdiği alkışlı destek ile karşılık buldu.

HALKEVLER‹, MAH‹R, HRANT B‹R KAREDE Ersoy’un konuşmasının ardından Yavuz Bingöl ve Halkevleri Çocuk Korosu sahne aldı. Koro Sarı Gelin türküsünü söylerken ekranda Hrant Dink görüntüsü belirdi ve izleyicilerin elinde Mahir flamaları dalgalandı. Güzel Çocuk şarkısında ekrana Fatsa Çocuk Korosu’nun görüntüsü yansırken çocuklar dakikalarca alkışlandı. Çocuk korosu sahneyi Neyse grubuna bırakırken hareketli şarkılarıyla izleyenleri coşturan Neyse’nin, Hopa olayları sonrası tutuklananlara adadığı Yapma Meydan parçası büyük alkış aldı. Sesiyle tüm salonu etkileyen Sevcan Orhan’ın da ve ozanların görüntüleri eşliğinde söyleyen İsmail Altunsaray’ın türkülerine tribünlerden yoğun ilgi vardı. Hilmi Yarayıcı’nın “Uğurlama” adlı şarkısını tüm salon hep bir ağızdan söylerken, Çav Bella’da coşku doruğa çıktı. Yarayıcı’nın şarkıları sırasında ekranlarda görünen devrimci önderler büyük alkış aldı. Marsis grubunun Karadeniz’e yapılmak istenen hidroelektrik, termik ve nükleer santrallere karşı direnen halkı selamlaması da büyük beğeni topladı. KÜRTÇE-TÜRKÇE SARI GEL‹N Altunsaray’dan sonra sahneye çıkan Onur Akın, hasta olmasına karşın şarkılarını seyirciyle birlikte söyledi. Onur Akın’ın ardından Zuhal Olcay sahne aldı. Kadın mücadelesinin anlatıldığı video eşliğinde “Yüzünü dökme küçük kız” diyen Olcay gecenin sonunda yerini Almanya’dan gelen ve Ankara’da ilk defa sahne alan

Güvendiğimiz tek şey halkın mücadelesi

Kürt sanatçı Xero Abbas’a bıraktı. Xero Abbas sahnede seslendirdiği şarkılarla barış

mesajı verdi. Zılgıtlar eşliğinde söylenen parçaların sonuncusunda Xero Abbas’a Yavuz

Bingöl ve Onur Akın da eşlik etti ve Sarı Gelin’i Türkçe ve Kürtçe olarak seslendirdiler.

Sanatçılardan mesajlar Halkevleri’nin 81. y›l›nda binlerin bulufltu¤u flenlikte sahne alan Halkevi dostu sanatç›lara bu buluflmaya dair düflüncelerini sorduk. Hilmi Yaray›c› son zamanlarda yükselen anti demokratik uygulamalar› hat›rlatarak sosyal, siyasal, kültürel anlamda bu ülkede birçok fleyin önünü açm›fl bir kurum olarak Halkevlerini çok önemsedi¤ini ifade etti. Yüzünü dökme küçük k›z flark›s›n› kad›na fliddet haberlerinden oluflan sinevizyon eflli¤inde seslendiren Zuhal Olcay, “Kad›nlar olarak bizim art›k yüzümüzü dökmek yerine sesimizi ç›kartmam›z laz›m” dedi. Türk Kürt herkesin kardeflçe yaflayaca¤›, bar›fl›n

hakim oldu¤u bir ülkede yaflama özlemini dile getiren Xero Abbas “Her insan bar›fl› istemelidir. Bu gece için çok keyifliyim. Bundan sonra Türk-Kürt kardeflçe yaflayaca¤›z” dedi. “Halkevleri bizim soluk alabildi¤imiz yerler”diyen Sevcan Orhan, toplumun ezilen, ötekilefltirilen her kesiminin yan›nda olan Halkevleri’nin büyük bir bofllu¤u doldurdu¤unu vurgulad›. ‹smail Altunsaray “Dünyadaki tüm halklar›n kardeflli¤i ve ba¤›ms›zl›¤› için buraday›z” dedi ve kültürler bozulmadan s›n›rlar›n kalkmas›ndan yana oldu¤unun alt›n› çizdi. Karmate “Ankara baflkent ama ayn› zamanda Halkevleri’nin baflkenti” diyerek Halkevleri'nin daha nice 81 y›l yaflamas›n› temenni etti. Marsis, nefretin ve kinin yükseldi¤i bugünlerde soka¤a ç›k›p kendini var etmenin önemine vurgu yaparak “Halkevleri de bunu yap›yor” dedi. Neyse Grubu ise muhalefetin bu kadar üzerine gelinen bir ortamda bu flenli¤in bir oksijen çad›r› etkisi yaratt›¤› mesaj›n› verdi. “Binlerce kiflinin ayn› türküleri söyledi¤i bu etkinli¤i Halkevleri’nin özgücüyle yapmas› bizi gerçekten gururland›rd›.” dedi.

Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy

“Evet, barış istiyoruz, özgürlük istiyoruz, kardeşlik istiyoruz ama, AKP’ye güvenmiyoruz. Güvendiğimiz tek şey halkın mücadelesidir. Tayyip Erdoğan Suriye’de, Irak’ta, Uludere’de başarısız oldu. AKP’nin başarısızlığını yenilgiye çevirecek olan ise bizleriz. Bu topraklara barışı ve kardeşliği getirecek olan da halkın mücadelesidir. Barış ve kardeşlik kapalı kapılar ardındaki iktidar oyunlarıyla gelmez. Barış ve kardeşlik ancak halkın bağrında, bütün toplumun içinde, halkın onayı ve desteğiyle gelişir. Ne AKP’nin yalanına kanıyoruz, ne de sopasından korkuyoruz. Ülkenin geleceğinin konduğu masaya seyirci kalmıyoruz. Tarafız. Çünkü bu topraklarda 29 yıldır Türküyle Kürdüyle yoksul gençlerin kanı dökülüyorsa, halkın zenginlikleri kardeşin kardeşi vurduğu bir savaşa aktarılıyorsa bu hepimizin sorunudur. Bu sorunun demokratik çözümünün tek güvencesi ise, Türküyle Kürdüyle emekçilerin, demokratların omuz omuza mücadelesidir. Bu mücadeleyi görev bilen sosyalistlerdir, devrimcilerdir, bu ülkenin ilericileridir. İşte bu salondaki binlerdir. Mücadelemiz, insana dair her şeyi alınır satılır mala dönüştüren, insanı ücretli köleye indirgeyen kapitalizme karşı insanca yaşam mücadelesidir. Bu mücadele kapitalizme, dinci gericiliğe, faşizme, şovenizme karşı bir sosyalist iktidar mücadelesidir.”

Hazırlıklar erken saatte başladı Ş

enlik heyecanı, sabahın ilk saatlerinden itibaren salona gelen görevlilerin hazırlıklarıyla başladı. 400’e yakın Halkevci salonu süsledi ve hazırladı. Sahnenin sol yanında “Tek yol sokak tek yol devrim” ve “Metin Lokumcu onurumuzdur” yazılı Metin Lokumcu pankartı, sağ yanında da “Barış ve halkın hakları için Halkevleri’yle 1 Mayıs’a” yazılı 1 Mayıs çağrısı pankartı yer aldı. Salonun arka köşelerine ise Halkevci Kadınlar’ın “Kadın düşmanı AKP’yi durduracağız” yazılı pankartı ve “Gericiliğin ve faşizmin karşısında Halkevleri var, sen de üye ol” yazılı bir pankart asıldı. Sahne turuncu-mor balonlar ile süslendi.

Tutuklu ‹brahim Seven’e binler sahip ç›kt› Bar›nma hakk› mücadelesinin anlat›ld›¤› video ilgiyle izlenirken, Dikmen Vadisi halk› tutuklanan arkadafllar› için “‹brahim Seven onurumuzdur, bar›nma hakk› yarg›lanamaz” yaz›l› pankart açt›. Kitle, direnen Vadilileri uzun süre alk›fllad›, “Bar›nma hakt›r engellenemez” slogan› da hep bir a¤›zdan at›ld›.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.