178'nci Sayı çıktı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

SAYFA 2

Kucakta çocuklar› y›kt›lar barikatlar›

Bizim olan› elimizden alamazlar

Baflkente büyük bela

‘Neoliberalizm çöpe’

Mersin’e gelen termikçi, karfl›s›nda köylüleri buldu

Esenyurt Belediyesi’nin tapu oyunlar›n› mahalleli bozuyor

Baflkent Elektrik flirketinin yeni orta¤› enerji tekeli E.ON

Halk Bulgaristan ve Slovenya’da hükümetleri devirdi

SAYFA 6

SAYFA 10

SAYFA 9

7 Mart 2013 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 178

AKP SIKIfiTIKÇA POL‹S‹, GER‹C‹LER‹, FAfi‹STLER‹ SOKA⁄A SALIYOR

Sokağa vız gelir Sinop ve Samsun’da bafllay›p yayg›nlaflan iktidar destekli faflist sald›r›lar karfl›s›nda devrimciler direnifli yükseltiyor

AKP e¤itim hakk› mücadelesinin karfl›s›na gerici faflistleri, kad›n mücadelesinin karfl›s›na polisi ç›kard› ama soka¤› susturamad›

Seyirci de¤il taraf›z. Kürt halk›n›n yan›nda AKP’nin karfl›s›nday›z AKP’nin gidifli kad›nlar›n elinden olacak S. 3

‘Soka¤› b›rakmay›z’ Kocaeli’nde Vali Ercan Topaca’n›n sokaklar› eylemlere yasaklamas›na ra¤men, Halkevleri soka¤a ç›k›yor. Samsun’da da muhalefet, faflist sald›r›lar karfl›s›nda soka¤› b›rakm›yor S. 5

Halkevciler Kocaeli Valisi’nin hükmünü tan›mad›, soka¤a ç›kt›. 2B yasas›na karfl› köylülerin isyan›na barikatlar dayanmad›,

Taşeron işçi değil sağlık işçisiyiz Sendika üyelikleri yok say›lan tafleron iflçiler ‘sa¤l›k iflçisiyim, Devrimci Sa¤l›k-‹fl üyesiyim’ diyerek sendika haklar› için referandum sand›klar› kurdu S. 8

Petrol-‹fl Kad›n dergisinin 10’uncu y›l›nda derginin Genel Yay›n Yönetmeni Necla Akgökçe ile konufltuk

Halkevleri 81’inci

buluflacak. On biny›l›n› Ankara’daki lerin kat›laca¤› dev bir flenlikle kut- flenlikte AKP layacak, AKP’ye karanl›¤›na karfl› bir meydan okuyanlar araya gelenler 23 Mart’ta flark›lar›n› bar›fl için Arena’da söyleyecek SAYFA 3

U¤ur Gümüflkaya / Sayfa 7

S. 11

Hugo Chavez hayatını kaybetti Venezüella lideri Hugo Chavez 5 Mart günü tedavi gördü¤ü hastanede hayat›n› kaybetti

‹stanbul Gültepe’de ilkokullar›n›n imam hatip ortaokulu olmas›n› istemeyen velilere ve çocuklara gerici faflistler sald›rd›. Demir sopalarla yap›lan sald›r› veliler taraf›ndan püskürtüldü. S. 7

Kaz›n aya€› baflka

10 y›ld›r yay›nda

Halkevleri 81. yıl Şenliği Ankara’da

Veli eylemine gerici faşistler saldırdı

Ferda Koç / Sayfa 4

AKP geri ad›m att›. Kad›nlar, AKP’yi uyarmak için eylem yapan üniversitelilerin iflkence gördü¤ü karakolun kap›s›na dayand›

Tufan Sertlek / Sayfa 8

YÖK Yasas› ka€›tta kalacak ‹flçi hareketinin gelece€i

Kutay Meriç / Sayfa 12

Antalya’n›n köylüsü...

2B talan projesi Kentsel dönüflüm ile kol kola ilerleyen 2B düzenlemesi ile “vasf›n› yitirdi¤i” öne sürülen orman arazileri sermayeye devredilirken orman köylüleri mülksüzlefltiriliyor S. 12


2

ÇEVRE / SAĞLIK 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

NE KOCA KORKUSU NE JANDARMA COPU NE DE POL‹S KALKANI

SA⁄LIK

Mamak’ta aşı skandalı

A

nkara Mamak İlçesi’ne bağlı Kıbrısköyü’ndeki Alper Tunga İlkokulu’nda aşı skandalı yaşandı. Mamak Kaymakamlığı sağlık ekipleri tarafından 1. sınıf öğrencilerine yapılan karma aşı, bir ay sonra aynı öğrencilere tekrar yapıldı. Aşının ardından bazı öğrenciler ateşlendi. Rahatsızlanan öğrencilere ilk müdahale okula gelen 112 ekipleri tarafından yapıldı. Ardından öğrenciler ambulansla hastaneye kaldırıldı. Okula akın eden veliler bu olayın peşini bırakmayacaklarını söyledi.

Kucakta çocukları yıktılar barikatları Mersin’e gelen termikçiler, karşılarında kucağında çocuklarıyla kadınları, köylüleri buldu. Jandarma kâr etmedi, şirket eli boş döndü EVR‹M ÇAKIR

M

ersin’in Silifke İlçesine bağlı Yeşilovacık beldesine kurulmak istenen termik santralin ÇED toplantısı 26 Şubat günü köylülerin saatler süren direnişiyle yaptırılmadı. Yeşilovacık köylüleri ve Nükleer Karşıtı Platform üyeleri, ÇED toplantısının yapılacağı belediyenin düğün salonu önünde şirket yetkililerini sokmamak için bir araya geldi. Kucağındaki çocuklarıyla eylemin en önünde yer alan kadınlarıyla, yedisinden yetmişine herkes doğasına ve yaşam alanlarına sahip çıkmak için “Termik santral istemiyoruz”, “Termik iş değil ölüm getirir” sloganlarıyla salonun önünde beklemeye koyuldu.

Salon önünde barikat kuran jandarma ve çevik kuvvet polisi halkın eyleme son vermesini ve bölgeyi terk etmesini söyledi. Yeşilovacıklılar “Hiçbir yere gitmiyoruz, biz değil termikçi şirket gidecek” diyerek eylemlerine devam etti. Jandarma ve polis ÇED toplantısını yaptırmamakta kararlı olan yöre halkına saldırdı. Saldırıda çok sayıda kişi yaralanırken bir kişinin ayağı kırıldı. Yedi kişinin gözaltına alındığı saldırıya rağmen köylüler termik santrale karşı direnişlerini sürdürdü. Köylülerin eylemi sürerken ÇED toplantısı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlüğü’nden gelen yetkililer ve şirket yöneticileri düğün salonunun tuvaletine saklandı. Saatlerce tuvalette kalan yetkililer jandarmanın

kendilerini köyden çıkarmasını bekledi. Toplantının yapılmadığına dair tutanağı görmek isteyen halk, yetkililerin salondan çıkmasına izin vermedi. Yetkililer düğün salonu önüne getirilen ambulansa jandarma eşliğinde binerek köyü terk etti. YOL KES‹LD‹, GÖZALTILAR BIRAKILDI ÇED toplantısının yapılmadığına dair tutanağa ulaşamayan Yeşilovacık halkı ve Mersin Nükleer Karşıtı Platform üyeleri bu defa belde içinden geçen karayolunu trafiğe kapattı. Gözaltına alınanların serbest bırakılmasını ve tutanağın kendilerine verilmesini talep eden halk bir saat boyunca yolu açmadı. Gözaltına alınanların doktor muayenesine sevki ve Silifke’den

tutanağın fakslanmasıyla eylem sona erdi. DÜZMECE TUTANA⁄A KARfiI TUTANAK Şirket yetkilileri yapamadıkları ÇED toplantısı için “toplantı yapıldı” tutanağı tuttu. Buna karşılık köylüler de Mersin Barosu avukatlarıyla birlikte ÇED toplantısın yapılmadığına dair bir tutanak tutturdu.

Sağlık kampüsleri durduruldu

TERM‹⁄E KARfiI ‹MZA KAMPANYASI Mersin Nükleer Karşıtı Platform Dönem Sözcüsü Sabahat Aslan ve Avukat Semra Kabasakal güvenlik güçleri ve yetkililer hakkında görevi kötüye kullanmaktan suç duyurusunda bulanacaklarını, termik santral projesi iptal edilene kadar da hukuk mücadelesi vereceklerini belirtti.

S

Mersinliler termikçi şirket istemiyor M

fiimdi karfl›lar›nda düflman vard› / ad›; termik santraldi/ az ötede zaten nükleer de vard› / ürkektiler, olaki korkuyorlard›/ karfl›lar›nda polisi-jandarmas›/ aflt›lar barikatlar› o an, ne koca korkusu/ ne de copun sallan›fl› kiminin kuca¤›nda çocu¤u / sesleri aflm›flt› y›lg›nl›¤› / geleceklerini kendileri kuracaklard›. Yeflilovac›k beldesindeki direnifl sonras› Aycan Özkan’›n kaleme ald›¤› fliir.

ersin’de Tabiat Enerji Üretim AŞ tarafından yapılması planlanan ve ithal kömürle çalışacak Yeşilovacık Termik Santrali’nin 1254 MWe gücü ile Türkiye’nin en büyük termik santrallerinden biri olması planlanıyor. Proje kapsamında İskele ve Kül Depolama Alanı da bulunuyor. Akkuyu Nükleer Santrali’nin kurulacağı Büyükeceli Beldesi’nden Silifkeye kadar olan 30 kilometrelik mesafe içinde 3 termik santral ve 2 çimento fabrikası planlanıyor. Yeşilovacık halkı planlanan tesislerin yapılması durumunda başta tarım ve balıkçılık olmak üzere bölgenin turizm olanaklarının son bulacağını, sağlıklı bir yaşam istediklerini söyledi.

MERS‹N’DE HER YER DO⁄A ‹Ç‹N D‹REN‹fiTE Yeşilovacık’ın komşu beldesi Akdere’de ÇED toplantısı için gelen Eren Termik Santrali halkın protestosu sonucu eli boş ayrıldı. Mersin Akdere’ye kurulmak istenen

termik santralin ÇED toplantısı 13 Şubat’ta Akderelilerin ve NKP üyelerinin protestosuyla karşılandı. ÇED toplantısının yapılacağı kahvehane önünde bir

araya gelen Akdereliler, jandarma eşliğinde gelen şirket yetkililerini kahvehaneye sokmamaya çalıştı. “Termikçi şirket Akdere’yi terk et” sloganıyla şirket yetkilerini protesto eden köylüler eylemlerini sürdürürken, yetkililer jandarmanın yardımıyla kahvehaneye arka kapıdan sokuldu. Şirket yetkilerinin içeriye girdiğini gören Akdereliler bu kez de kahvehaneye girerek ÇED toplantısı için konuşma yapmak isteyen yetkilileri alkışlar ve sloganlarla konuşturmadı. Yapılan eylemin ardından şirket yetkilileri ÇED toplantısını yapamayıp köyü terk etmek zorunda kalırken, Akdereliler termik santralin zararlarını anlatarak kahvehanede bir masa açıp imza kampanyası başlattı.

İstemezükçülerin ilk kazanımı

İşyeri hekimliği ihalede

S

T

rabzon’un Tonya ilçesinde yapılması planlanan çimento fabrikası ve taş ocaklarına karşı direnen yöre halkı, açtıkları davada önemli bir kazanım elde etti. Tonya Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 27 Şubat’ta görülen davada, mahkeme ihtiyati tedbir kararı vererek Tonya Tapu Müdürlüğü’nden dava sonuçlanana kadar arsanın üçüncü şahıslara devrinin önlenmesini istedi. Artık hukuki süreç sonuçlanıncaya kadar Tonya’ya kazma vurulamayacak. Tonya’da çimento fabrikasına karşı doğasına sahip çıkan Tonyalılar aylardır “Kazma vurmak isteyene, kazmamızla yanıt veririz” diyerek direnişlerini sürdürdü. Tonyalılar direnişleri boyunca birçok eylem ve panel düzenledi. Tonyalılar daha önce de yapılmak istenen HES projesini engellemişlerdi.

ağlık Bakanlığı’nın, 22 Ekim 2012 de hazırladığı “Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı” 22 Şubat’ta TBMM’de kabul edildi. Yasa mecliste kabul edilirken, TTB’nin açtığı dava sonucu verilen kamu özel ortaklığı ile 3 sağlık tesisinin ihalelerinin yürütmesini durdurma kararına Sağlık Bakanlığı’nın itirazına rağmen onay çıktı. Dava sonucu Ankara Etlik, Ankara Bilkent ve Elazığ’daki kampüslerin yapımı 8 Ağustos 2012’de durdurulmuştu.

‘Karar uygulansın’ A

ntalya’nın Akseki ilçesine bağlı Gümüşdamla Köyü’nde yapımı süren HES için Antalya 2.İdare Mahkemesi iptal kararı verdi. Kararın derhal uygulanması ve inşaatın durdurulmasını isteyen Gümüşdamlalılar Derneği ve Akdeniz Derelerin Kardeşliği

Platformu 26 Şubat’ta bir basın açıklaması yaptı. Batı Toroslar’daki 1.050 m rakımlı Gümüşdamla köy meydanında toplanan yüzlerce kişi inşaat alanına “Direne direne kazandık!”, “Gümüşdamla’da HES istemiyoruz!”, sloganlarıyla bir yürüyüş gerçekleştirdi.

ağlık meslek örgütlerinin bütün uyarılarına rağmen ihaleyle işyeri hekimi görevlendirme uygulaması sürüyor. İşçi sağlığı sorunlarının en çok yaşandığı Türkiye Taşkömürü Kurumu da (TTK) ihaleyle 16 işyeri hekimi görevlendireceğini duyurdu. Kurumun müessese müdürlüklerinden Amasra, Armutçuk, Karadon, Kozlu ve Üzülmez'de görevlendirilecek 16 işyeri hekimiyle ilgili hizmet alımı ihalesine yönelik teklifler 13 Mart'a kadar kabul edilecek. İşyeri hekimlerinin görev süresi de 33 ay olacak.


3

GÜNDEM 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

On binler barışa şarkı karanlığa meydan okuyor Halkevleri 81’inci yılını Ankara’da dev bir şenlikle kutlayacak, AKP’ye meydan okuyanlar 23 Mart’ta Arena’da buluşacak. On binlerin katılacağı şenlikte AKP karanlığına karşı bir araya gelinecek, şarkılar barış için söylenecek

8

0’inci yılını İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu’nda 25 bin kişinin katıldığı bir şenlikle kutlayan Halkevleri, 81’inci yılını da Ankara’da benzer bir etkinlik ile kutlayacak. “Ankara buluşuyor, kuşaklar söylüyor” sloganıyla 23 Mart Cumartesi günü Ankara’nın en büyük kapalı salonu Arena Spor Salonu’nda farklı kuşak ve yelpazeden 12 sanatçı sahne alacak, çok sayıda aydın, yazar ve şair Ankaralılar ile bir araya gelecek. Milyonların eşitlik, demokrasi, özgürlük ve barış talepleri “Karanlığa meydan okuyoruz” diyenlerce haykırılacak.

BARIfi ‹Ç‹N SÖYLE 1932’deki kuruluşundan bu yana iki kez kapatılan, defalarca saldırıya maruz kalan, yönetici ve üyeleri yargılanan, varlıklarına el konulan fakat bu ülke topraklarına saldığı kökten beslendiği için her seferinde yeniden ayağa kalkan Halkevleri, şarkılarını barış için söyleyenleri ve karanlığa meydan okuyanları bu büyük buluşmaya çağırıyor. 4+4+4 karanlığına karşı öğretmenler, veliler ve öğren-

cilerle birlikte eğitim hakkı mücadelesini yükseltenler, “Sağlıkta dönüşüm”e karşı “Sağlık haktır” diyenler, doğanın ve kentlerin talan edilmesine karşı direnenler, insanca bir yaşam talep edenler, yaz okullarıyla umudu büyütenler, Halkevleri’nin 81’inci Yıl Şenliği’nde şarkılarını “barış için” söyleyecek. AKP’nin bir yandan medya aracılığıyla “barış” havası estirdiği, diğer yandan kendi çözümünü Kürt halkına dayattığı bir süreçte halkın gerçek barış talebini taşıyacağı şenlikte on binler karanlığa meydan okuyacak. ‘TAR‹H‹M‹Z, MEYDAN OKUMA TAR‹H‹’ Halkevleri Kültür Sekreteri Mustafa Eberliköse, şenlikle ilgili olarak Halkın Sesi’ne konuştu. Halkevleri’nin 81 yıllık tarihinin meydan okumalar tarihi olduğunu söyleyen Eberliköse, üzerindeki baskı hiçbir dönem eksik olmamış bir örgütün meydan okuyarak nasıl ayağa kalktığını bildiklerini ve bu bilinçle AKP karanlığına meydan okuduklarını belirtti. Onlarca sanatçının maddi bir beklentiye girmeksizin Hal-

kevleri’nin yanında olmasından gurur duyduklarını ifade eden Eberliköse, görkemli bir şenlik için Ankara’da titiz ve hummalı bir çalışma yürütüldüğünün altını çizdi. AKP iktidarının halkın en temel haklarını gasp ettiği, insanca bir yaşam talebine zulümle karşılık verdiği, şoven ve gerici politikalarla karanlığı simgelediği bir dönemden geçildiğini dile getiren Eberliköse, böyle bir şenlikte buluşmanın sokaklarda, alanlarda meydan okuyanlara cesaret vereceğini belirtti. ANKARA BULUfiUYOR, KUfiAKLAR SÖYLÜYOR “Ankara buluşuyor, kuşaklar söylüyor” sloganıyla düzenlenen 81’inci yıl şenliğinde sahne ilk olarak bu topraklarda yaşayan halkların acılarından, sevinçlerinden ve kardeşliklerinden beslenen halk dansları gösterisiyle Nefes Dans ve Müzik Topluluğu’nun olacak. Karadeniz’in sevilen gruplarından, “Karadeniz’in içinden gelenler, içinden Karadeniz gelenler” diyen Marsis, Ankaralılarla buluşacak. “Dünyada sevdiğim ne varsa

sevdadan yana” diyen, yıllardır isyanın, özgürlüğün şarkılarını eksik etmeyen Hilmi Yarayıcı şarkılarını on binlerle birlikte söyleyecek. Kendisi de Halkevleri’nde yetişen ve Halkevleri’nin yetiştirdiği yüzlerce çocukla İstanbul’da unutulmaz anlar yaşatan Yavuz Bingöl, Ankara’da da sahnesini çocuklarla paylaşacak. Milyonlara sevdirdiği türküleri çocuklarla birlikte söyleyecek olan Bingöl, “Barış için söyle” sloganına uygun olarak yazdığı bir barış şarkısını da ilk kez Halkevleri 81’inci Yıl Şenliği’nde okuyacak. Genç yaşında Anadolu’nun bağrından çıkan türküleri bizlerle tekrar buluşturan son albümünde “Zemheriden ötesi bahar” diyen Sevcan Orhan umudun türkülerini, “Karadeniz kültürünün müziğini icra edebilmek; özveri, en önemlisi sorumluluk gerektirir” diyerek müzik yolculuklarına başlayan Karadenizli grup Karmate Karadeniz’in hırçın dalgalarını Arena Spor Salonu’na taşıyacak. İlk albümü İncidir ile kısa sürede türkü severlerin beğenisini toplayan, Muharrem Ertaş, Musa Eroğlu, Neşet Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali gibi

ustaların izinden giden İsmail Altunsaray, barış için söyleyeceği şarkılara Anadolu’nun en sevilen bozlaklarını katacak. Sanatın susturulmaya çalışıldığı bir dönemde muhalif duruşunu hiç kaybetmeyen, sanata dönük baskılara karşı her türlü toplumsal muhalefet eyleminde yer alan, başarılı oyunculuğunun yanı sıra güzel sesiyle de beğeni toplayan Fırat Tanış, 23 Mart’ta Ankara’da olacak. “Hayata lirik soldan bakan”, Hopa davasındaki mahpuslara adadığı şarkılarla Ankaralıların beğenisini toplayan rock grubu Neyse de büyük buluşmada yer alacak. Sanat yaşamına onlarca tiyatro oyunu, sinema filmi, televizyon filmi, ödülü ve şarkıyı sığdıran Zuhal Olcay 23 Mart’ta Ankara’da olacak. Grup Baran ile başladığı müzik serüveninde Bekle Bizi İstanbul, Seviyorum Seni, Asi ve Mavi gibi şarkılarını milyonlara ezberleten Onur Akın da barışı sanatıyla buluşturacak. Etkinlikte son olarak Kürt müziğinin son dönemde en sevilen isimlerinden Xero Abbas, şarkılarını barış ve kardeşlik için söyleyecek.

Halkevleri 81’inci Y›l fienli¤i ile ilgili ayr›nt›l› bilgi için: Telefon: 0312 419 2717 - Halkevleri Genel Merkezi ‹nternet: www.halkevleri.org.tr E-Posta: bilgi@halkevleri.org.tr Facebook: http://www.facebook.com/events/125468987635514/?f ref=ts Twitter: https://twitter.com/ankarabulusuyor

Seyirci de¤il taraf›z; Kürt halk›n›n yan›nda, AKP’nin karfl›s›nday›z KP iktidarı, Kürt siyasi hareketiyle yeni bir diyalog ve müzakere sürecine girdi. AKP iktidarını ve devleti yeni bir müzakere masası oluşturmaya zorlayan temel faktörler, AKP'nin Suriye ve Ortadoğu politikasının çok yönlü çöküşü ve iç siyasette, üç seçimlik bir döneme dair özel planlarının sonucu olarak baş gösteren tıkanıklıklardır. AKP iktidarının Suriye ve Ortadoğu politikasını çöküşe sürükleyen, bu politikaya damgasını vuran, boyun eğmeyen Kürt muhalefetine karşı düşmanlığı ve siyasi gericiliktir. Türkiye-Katar-Suudi Arabistan bloku ve bu blokun oluşturduğu Selefi ağırlıklı ÖSO çeteleri, Suriye gerçeğiyle uyuşmamış; kirli bir iç savaşı başlatmış ancak Esad yönetimini iktidardan uzaklaştırabilecek bir muhalefet bloku üretememiştir. Türkiye'nin etkisi altında baştan itibaren “Kürt düşmanlığı” ile damgalı olan bu yapı, Esad rejiminin merkezi denetimi kaybetmesiyle birlikte Batı Kürdistan'da özerkliğin yolunu açan bir siyasi dengenin oluşmasına yol açmıştır. AKP'nin silahı elinde patlamıştır. Diğer yandan Mısır'ın yeniden Ortadoğu sahnesine girmesiyle birlikte, emperyalistlerin Suriye sürecindeki “kadrosu”nda bir ağırlık kayması meydana gelmiş ve Türkiye-Katar-Suudi Arabistan bloğu çözülmüştür. AKP'nin siyasi projesindeki tıkanıklıklar ise ABD ve AB'nin Ortadoğu'daki emperyalist projelerine bağlı olarak AKP iktidarına sundukları siyasi ve ekonomik desteğin daralması ve AKP iktidarını ayakta tutan “gerici blok” içerisinde baş gösteren çatlaklardan kaynaklanmaktadır. AKP'nin temel politikalarında iflasa ve tıkanmaya yol açan karşı dinamikler ise Kürt siyasi hareketi, Ortadoğu halklarının anti-emperyalist ve demokratik dinamizmi ve Türkiye halklarının neoliberalizme karşı bastırılamayan direniş eğilimleridir. AKP iktidarı bu yeni süreci bağımsız bir iradeyle tasarlamamaktadır. Aksine müzakere masasına, ABD emperyalizminin ve NATO sisteminin himayesi ve yönlendirmesi altında ve “en son ayaklanma bastırma modelleri”ne uygun olarak oturmaktadır. Bununla birlikte yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, AKP hükümeti yeniden masaya oturmayı önündeki dönemin siyasi projelerinin başarısı için bir zorunluluk olarak görmekle birlikte, bu

A

zorunluluğu pekiştiren temel faktör, başta Kürt halkının direnişi olmak üzere, Ortadoğu ve Türkiye'deki demokratik güçleri aşamaması nedeniyle masaya oturmak zorunda kalmıştır. Yani AKP iktidarı müzakere masasına hangi amaçla ve ne şekilde oturursa otursun, oluşan müzakere masası başta Kürt halkı olmak üzere, Türkiye ve Ortadoğu'nun tüm demokratik güçlerinin mücadelesinin bir ürünüdür. AKP, Kürt sorununun çözümü sürecini, ABD-AB-NATO desteği ve güdümündeki bir “Barış Süreci”ne endeksleyerek, hem Suriye çıkmazından kurtulmaya hem de güçlü tıkanma emareleri taşıyan siyasi projesinin önünü açmaya çalışmaktadır. AKP iktidarı ve emperyalist güçler, bu yeni müzakere süreciyle Kürt sorununu çözmenin değil, denetim altına almanın, yedeklemenin ve Kürt hareketinin devrimci demokratik güçlerini tasfiye etmenin hesabı içindedirler; masaya bu amaçla oturmaktadırlar. Müzakere masasının kuruluş anından itibaren bütün bu güçlerin tam bir işbirliği halinde silahlı Kürt hareketine ve hatta Samsun-Sinop örneklerinde görüldüğü üzere demokratik propaganda girişimlerine karşı saldırıya geçmelerinin; “NATO Gladiosu”nun, İsrail'in, Selefi Kontraların ve Türkiye kontrgerillasının Kürt siyasi hareketine uyguladığı kuşatma, taciz ve terör siyasetinin amacı budur. Bununla birlikte AKP’nin tüm niyetlerine rağmen bu süreç Kürt siyasi hareketi açısından bir ilerleme ve kısmi de olsa bazı kazanımlarla sonuçlanacağı beklentisiyle karşılanmaktadır. Kürt sorununun doğası gereği hem bir Türkiye hem de bir Ortadoğu sorunu olduğu açıktır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Kürt siyasi hareketi arasında kurulan masanın, her iki düzlemdeki siyasi süreçleri yakından ilgilendiren konulara temas etmesi ve bu süreçlerdeki güç mevzilenmelerini etkileyen sonuçlar yaratması kaçınılmazdır. İktidar kaynakları ve ana akım medya, Kürt Siyasi Hareketinin, yerel yönetim özerkliğinin güçlendirilmesi, kültürel hakların sınırlı bir ölçekte tanınması, KCK tutsaklarının bir kısmının serbest bırakılması ve siyasi temsil alanında yapılacak kısmi iyileştirmeler karşılığında Türkiye'deki silahlı varlığına son vereceği, AKP'nin “Otoriter Başkanlık Rejimi”ni destekleye-

ceği ve Suriye'deki iç savaş sürecinde Türkiye-Katar destekli Selefi çetelerle aynı safta yer almayı kabul edeceği biçimindeki propagandayla, Kürt Siyasi Hareketi'ni Türkiye Solundan ve Türk halkının ilerici demokrat kesimlerinden yalıtmaya çalışmaktadır. İki yüzyıla yayılan Kürt ayaklanmalarının ve 1970'li yıllardan bugüne uzanan Kürt Siyasi Hareketinin tarihsel deneyimi, Kürt halkının Türkiye'nin ezilen sınıflarından ve Ortadoğu'nun demokratik güçlerinden koparılmasıyla ortaya çıkacak güçler dengesinin Kürtler için yeni bir “esaret çağına hapsolmak” olacağını göstermektedir. Bununla birlikte, geçtiğimiz çeyrek yüzyıl boyunca, emperyalist merkezlerin ve güdümledikleri devletlerin, dünyanın dört bir yanındaki silahlı devrimci hareketleri bastırmakta “müzakere masalarını” etkili bir araç olarak kullandıkları da görüldü. Egemen güçler, boyun eğdiremedikleri siyasi isyanları, müzakere masalarına “kıstırarak” bu hareketleri eski düzenin payandası haline getirmekte ve ezilen halkın gözünden düşürerek tasfiye etmekte birçok defa başarılı oldular. Bu nedenle, AKP iktidarı ve onu güdümleyen emperyalist merkezler, Kürt Siyasi Hareketi’ni ilerici bir ezilen halk hareketi hüviyetinden çıkarma, neoliberal sömürü çarklarına ve Ortadoğu çapındaki sömürgecilik operasyonlarına eklemlenen burjuva milliyetçi bir siyasi nitelik kazandırma ısrarını elden bırakmayacaktır. Bu nedenle iktidar ve güdümcüleri, uluslararası “isyan bastırma” reçetelerini bu “yeni süreç”e uygulamaya devam etmektedirler. AKP iktidarı, İmralı Müzakereleri'nin ilerletilmesinin “ön şartı” olarak Kürt siyasi hareketine AKP’ye karşı muhalefeti yasaklama politikasına yönelmiştir. AKP iktidarının düzenlediği besbelli olan ırkçı linç kampanyaları, suikastler ve sabotajların sorumluluğu, iktidar aygıtlarının yardımıyla başka güçlerin üzerine atılmakta, Kürt siyasi hareketi suskunluğa mahkum edilmeye hatta yalanlara ortak edilmeye çalışılmaktadır. Paris cinayetlerinde ve Sinop, Samsun ve Antakya'daki linç girişimlerinde şahit olduğumuz bu politikanın süreceği görülmektedir. Diğer yandan İmralı Müzakerelerine uygulanan karartmayla/dezenformasyonla, Kürt siyasi hareketi ve Türkiye'deki demokrasi güçleri “müzake-

re sürecinin sonuçlarını bekleyen” pasif unsur haline getirilmek istenmektedir. Bu durumun Kürt tarafı için karşılığı, manipülasyona açık hale getirilmektir. HDK dışındaki demokratik güçler açısından durum daha da karmaşık. Türkiye'deki demokrasi güçleri tüm bu “yeni süreç”i, adeta bir “tenis maçı” gibi izleme pozisyonuna düştü/düşürüldü. Seyirci olmaktan kısmen kendisini kurtarabilenler bile süreci kendi dışlarında değerlendirme yanılgısından kurtulamamakta, üstelik bu değerlendirmeler “emperyalistlerin oyunu”, “AKP’nin kandırmacası” ya da “Kürtlerin pragmatizmi” gibi uçlara savrulabilen kolaycılıkta olabilmektedir. Oysa Kürt sorunu bir “bölge” sorunu olmanın bile çok ötesinde bir Türkiye sorunudur. Bu nesnel gerçeğin bilinciyle hareket etmesi gereken Türkiyeli sosyalistlere düşen bir başka sorumluluk ise bu siyasal sürecin öznelerinden biri olunmasının mutlak zorunluluğudur. Dikkat edilirse Tayyip Erdoğan'ın İmralı Müzakerleri’nde masaya koyduğu şartlar arasında yeni anayasanın tümden onayı, başkanlık rejimi ve AB yerel yönetimler şartı gibi doğrudan bu sorunla ilgili olmayan, AKP'nin yeni dönem ihtiyaç programının maddeleri de mevcuttur. Ayrıca müzakere konularından biri olarak Suriyeli Kürtlerin ÖSO ile ittifak yapmasının konuşulması bile AKP'nin Ortadoğu halkları üzerindeki hesaplarının kanıtıdır. Bu nedenle devrimciler, İmralı Süreci'nin Kürt Siyasi Hareketi’nin neoliberal yeni sömürgecilik politikaları ve emperyalist bölge stratejisi tarafından teslim alınması süreci haline getirilmesini önlemeyi temel alan bir yaklaşıma öncelik vermektedir. “İmralı Süreci”nin “Kürt halkı için demokratik ve onurlu barış” fırsatı olarak değerlendirilebilmesi için, Türk ve Kürt ve ezilenlerinin, AKP'nin gerici-neoliberal cehennemine mahkum edilmesini ve Ortadoğu'nun Yugoslavyalaştırılmasını öngören politikalara boyun eğilmemesi zorunludur. Bunun için bu süreçteki temel yaklaşımımız şöyle olmalıdır: 1. Türkiye Sosyalist hareketi ve Kürt Siyasi Hareketi’nin, “dostları” ile “düşmanları”nın arasına açık ve net bir çizgi çekmekte yüksek bir hassasiyetle hareket etmesi hayati önemdedir. Türkiye soluna enjekte edilme-

ye çalışılan Kürt düşmanlığına ve Kürt hareketine empoze edilmek istenen “solun itibarsızlaştırılması” kampanyalarına açık kapı bırakmayan net bir ortak hareket zemini üretilmesi; 2. AKP ve “patronlarının” İmralı Süreci üzerinde kurmaya çalıştığı siyasi tekelin kırılması, bu sürecin, devlet teröründen arındırılmış, açık ve demokratik bir süreç olarak işletilmesi talebinin öne çıkarılması;

3. Kürt siyasi hareketinin Türkiye ve Ortadoğu'nun ilerici demokratik güçlerinden koparılmasına yönelik iktidar politikalarını etkisiz hale getirmek üzere Kürt Siyasi Hareketi ile Türkiye Sosyalist hareketi ve (başta Filistin direnişi olmak üzere) Ortadoğu'nun ilerici-demokratik güçleri arasındaki tarihsel kader birliğine denk düşen bir sorumluluk içinde hareket edilmesi.

AKP’nin gidifli kad›nlar›n elinden olacak Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin en önemli simgesel günüdür 8 Mart. Yüzyılların kadın mücadelesi direniş geleneği, kadın özgürleşme mücadelesinin güncel çatışmalarında büyüyen taleplerle/mücadele programıyla ve bugünün kadın militanlığı ile buluşur. Erkek egemenliğin tüm taşıyıcılarının (iktidarların, sermayenin, polisinden yargısına kurumların, tek tek ya da topluca erkeklerin, rejimlerin, sistemlerin…); kadının emeği, bedeni, kimliği ve yaşamı üzerinde tahakküm kuranların 8 Mart korkusunun (8 Mart’ı anlamsızlaştırma çabasının) temelinde çok basit bir gerçek yatar: Ya gerçekten kadınlar özgürlükleri için, yaşamlarını kendi ellerine almak için kadın dayanışması ile ayağa kalkarlarsa? İşte o zaman hiçbirşey eskisi gibi olmayacak! Kadınların meydan okuması “tahammül edilemezdir” daha doğrusu “kabul edilemezdir/akıl almazdır”. Bu meydan okuma karşısında kadın düşmanı erkek iktidarı sarsılır. Bunun son örneği AKP’nin kadın düşmanı politikalarının önce örtüsü, sonra aracı haline getirilen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın İstanbul merkezinde Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin “AKP, gerici, kadın düşmanıdır, ayaktayız, AKP’ye meydan okuyoruz” pankartı açarak yaptığı eylemde gerçekleşmiştir. Üniversiteli kadınların, AKP’nin ve gözde bakanı Fatma Şahin’in maskesini alaşağı eden meydan okuyuşu “kadını korumakla yükümlü” bir kurum içinde kadınların merdivenden atılarak gözaltına alınmasına, Sirkeci Karakolu’ndaki sistematik şiddete dönüşmüştür. Onlar açısından en sarsıcı olan ise kadınların her koşulda direnişlerini hep birlikte sürdürmeleridir.

AKP’nin kadın düşmanlığını ne sayılarla anlatmaya, ne de bu erkek partisinin sözcülerinin ağzından çıkan zehirleri tekrar etmeye gerek var. (AKP’nin) Bu gerici/piyasacı iktidarın temelleri kadın düşmanlığı üzerine kuruludur. Kadın düşmanlığı ise kadınlar için tanıdıktır, evinin içinde, sokakta, işyerinde, en yakınında en uzağında… Kadınlar kendileri adına konuşan, hayatları üzerinde karar veren, onları varlıkları ile değersizleştiren bu düşmanlığı herkesten iyi tanıyorlar. Tanımakla yetinmeyip, mücadele edilmeye geçildiği an ise işte her şeyin değişmeye başladığı andır. Tam da bu nedenle kadınların 8 Mart’a taşınan isyanı “Hayır” demekle başlıyor: “Benim bedenim, emeğim ve yaşamım üzerinde karar veremezsiniz!” Kadınların, kılık kıyafet serbestliği adı altında kız çocuklarının kapatılma girişiminden kürtaj yasağına, cinsiyetçi eğitim sisteminden kadın emeği sömürüsünü temel alan yasal düzenlemelere, kadını aile dışında yok sayan söylemlere kadar kendilerini kuşatan kadın düşmanı politikalara karşı sokağı büyüterek yaptıkları her mücadelenin en önemli yanı, bu mücadelenin aynı zamanda şiddete/tacize/tecavüze; yaşamları üzerindeki her tür tahakküme karşı bir kadın özgürleşmesi mücadelesi olarak kurulması/kurulabilmesidir. İşte Üniversiteli Kadın Kolektifi’nden kadınların gözaltında olduğu saatlerde işkencecilerin olduğu karakolun önünde toplanan kadınların “Kadınlar susmuyor, hesap soruyor” diyerek yaptıkları eylem ve eylemde dinmeyeceğini gösteren kadın öfkesi “hayır” demenin hemen ardından gelecek olanı gösteriyor “hesap sormak”.


4

GÜNDEM 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

Kaz›n aya¤› baflka na akım medyaya ve AKP çevrelerine bakılırsa, İmralı müzakereleri çoktan sona erdi. PKK üç vakte kadar silahlı güçlerini Türkiye dışına çekecek, Kürt sorunun çözümü de Tayyip Erdoğan'ın “Başkan Baba”lığında, yapılacak “açılımlara” bırakılacak. Sanki büyük bir “tiyatro” içindeyiz; her şey aslında olup bitti, senaryo hazırlandı, yapım ve yönetim planlandı, roller dağıtıldı, provalar tamamlandı, “sahne” denildi ve şimdi seyrettiğimiz yalnızca bir oyun. Eh, öyleyse bize düşen de oyunu seyretmek ve fuayede “kritik yapmak” olmalı. Eğer izlediğimiz bir “oyun” ise trajik gerilimi yüksek ve finalinde de büyük sürprizi olan çok başarılı bir “yapım” ile karşı karşıya olmalıyız. Çünkü tarafların ilk sahnedeki karşılıklı konumlanışından bir uzlaşmaya ulaşmak imkansız. Tayyip Erdoğan'a bakılırsa, “Kürt sorunu” artık bitti, “Kürt vatandaşların sorunları var”. Diyelim ki Kürt sorununu “kollektif haklar” temelinde değil, bireysel haklar temelinde “rahatlatmakta” uzlaşılmış olsun; o zaman “Kürt vatandaşların” siyasal temsil, anadilde eğitim ve özerk-demokratik yerel yönetim gibi temel ihtiyaçları bakımından bir “reform” işaretinin olması gerekmez mi? Oysa Erdoğan'ın “masanın diğer tarafındaki” pozisyonunun sınırları az çok belli: “Anadilde eğitim olmaz”, “özerklik olmaz”, “seçim barajı kalkamaz”. Erdoğan'ın bu sınırların içinde neyi “vereceği” belli değil ama istediği belli: Her türlü denetimden vareste “Başkan Babamız” olarak hem merkezi yönetim, hem de yerel yönetim düzeneklerini kendisine bağlayan bir otokrat olmak. Abdullah Öcalan ise AKP'nin CHP'nin tarihsel konumuna geçme isFerda teğine karşı durulması gerekKoç tiğini, “demokratik özerklik”te ferdakoc@ şimdilik ısrar etmemek gerekhotmail.com tiğini ama yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliğinin ve demokratik özgürlüklerin güvence altına alınmasında ısrarlı olduğunu; bunun için iki meclisli bir sistem önerdiğini söylüyor. Erdoğan'a göre Kürt sorunu çözüldü, geriye “terör sorunu kaldı”; onu çözmek için de PKK'nin silahlı güçlerinin Türkiye dışına çıkarılması, tasfiye edilmesi ve kökünün kurutulması gerekiyor. Planda sadece Kandil'in değil, “kuluçka makinası” dediği Mahmur kampının da boşaltılması var. Abdullah Öcalan ise gerillanın Türkiye dışına çıkmasının, “gerillanın tasfiyesi”ne değil, güçlenmesine hizmet edeceğini söylüyor. Öcalan'ın gündeminde ne Kandil'in tasfiyesi var, ne Mahmur'un. Keza Öcalan, gerillanın Türkiye dışına çıkması için “akil adamları” ve bir “gerçekleri araştırma komisyonunu” ve (içeriğinden söz etmediği) TBMM kararını şart koşuyor. Erdoğan ise “akil adamlar” diye bir meselelerinin olmadığını söylüyor ve TBMM güvencesi talebine, tıpkı reklamlardaki “uyanık korsan satıcı” gibi “ben kefilim” diyerek karşılık veriyor. Tayyip Erdoğan, Abdullah Öcalan'ın ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum bir hükümlü olduğunu, cezasının sonuna kadar kapalı bir infaz kurumunda infaz edileceğini söylüyor; Erdoğan'ın gündeminde PKK gerillasına ve KCK rehinelerine yönelik bir “genel af” da yok. Oysa Öcalan, müzakere sürecinin başarıya ulaşması halinde Kürt siyasi hareketinin bir bütün olarak özgürleşeceğini ileri sürüyor. Erdoğan'ın Suriye politikası bakımından Öcalan'dan herhangi bir talebi oldu mu bilinmiyor; bu konuda daha çok iktidara yakın kaynakların, PYD'nin Suriye Muhalefetine katılacağı, Esad'a karşı ÖSO ile birlikte savaşa girişeceği yönündeki “sızdırmaları” var; Öcalan ise PYD'ye “Selefilerden uzak durmasını” ve her iki tarafa karşı da eşit mesafe bırakmasını önermeye devam ediyor. Sonuç olarak masanın iki tarafında birbirlerine yaklaştırılması son derece güç ajandalar ve konumlanışların bulunduğu görülüyor. Bir tiyatro oyunundaysak, bu karşıtlıkların aşılabilmesi için bir “Deus ex machine”e* ihtiyaç olduğu açık. Eğer oyunda değilsek, ne Kürt siyasi hareketinin ne de Türkiye sosyalist hareketinin seyirci gibi davranmasının da alemi yok!

A

*Deus ex machine: Makine tanrı. Yunan tragedyalarında, işler içinden çıkılmaz hale gelince, makaralı bir sistemle yukarıdan sahneye indirilen ve “oyunu yoluna sokan” tanrı.

Müzakerede ‘kirli savaş’ oyunları Müzakere süreci, Kürt sorununu yeni bir saflaşma dönemine taşıdı. Kirli savaş oyunları, diplomatik araçlar ve medya yoluyla sürerken Kürt halkını onurlu barış için kırılgan bir süreç bekliyor TUBA GÜNEfi

Ulusalcı ve liberal ortak ses: AKP-PKK anlaştı

M

üzakere (İmralı) Süreci, Kürt sorununu yeni bir gelişme, yeni bir gerilim ve politik saflaşma dönemine taşıdı. Ulusal baskı ve savaş politikalarını müzakere masasında diplomatik araçlarla sürdüren AKP iktidarına karşı, ‘Kürt halkı için demokratik ve onurlu barış’ın olanakları çeşitli kırılganlıkları barındırıyor. AKP iktidarı tarafından kapalı kapılar ardında kotarılmaya çalışılan müzakere süreci, görüşmeci BDP heyetinin belirlenmesi noktasındaki gerilimlerle başladı. Sonuçta, BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan, BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’dan oluşan ikinci heyet İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan ile görüştü. Heyet görüşmeden, BDP’ye, gerillaya (Kandil) ve Avrupa kanadına verilmek üzere 3 mektupla döndü. Mektuba verilecek yanıtlara göre, Kürt hareketinin tutumunu belirleyici muhatap olan Öcalan, kamuoyuna açıklayacak.

SIZINTI, POL‹T‹K BASKIYA DÖNÜfiTÜRÜLDÜ Çok geçmeden “görüşme notları” basına sızdırıldı. AKP iktidarı, ulusalcı ve liberal odakları, görüşme notlarının sızdırılmasını, Kürt hareketi üzerinde politik baskı atmosferi oluşturmakta kullanıyor. Bu süreçte sürekli edilgen kalmaya zorlanan Kürt hareketi baskı altına alınıp yalnızlaştırılarak, AKP iktidarının denetimi artırılmaya çalışılıyor. Niyetini hiç saklamayan Erdoğan, “Bu süreçte önüne gelen konuşmaya kalkarsa, birisi baltaya taşı vurduğunda bu çözüm sürecini, bu kristali kırarız” diyor. Erdoğan’a tepki gösteren BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Kürt hareketinin sürece yönelik “kaygılarını” dile getirdi. Sürecin tek başına AKP’nin inisiyatifine bırakılamayacağını belirten Demirtaş, AKP’nin meclisteki sandalye sayısı

AKP, hala Roboski’yi ayd›nlatmad›. Her perflembe köy mezarl›¤›na giden Roboskili aileler, katliam›n 61. haftas›nda da kay›plar›n foto¤raflar›yla bir araya geldi. Aileler, katliam›n aç›kl›¤a kavuflturulmas›n› isteyerek “Katliam›n failleri yoksa, bar›fl da yok” dedi. ya da gücü yetmediği için değil, AKP’nin demokrasi anlayışı yetmediği için bunun böyle olduğunu söyledi. Demirtaş, bu noktada BDP’nin üzerine düşeni yapacağını ekledi. Ne var ki bir yandan müzakere gerilimleri sürerken, öte yandan, Kürt hareketi üzerindeki savaş, politik-şovenist baskı ve KCK operasyonları devam ediyor.

OPERASYONLAR ARTTI 27 Şubat’ta Kandil’e, 1 Mart’ta Nusaybin’e, 4 Mart’ta Varto’ya operasyon düzenlendi. Diyarbakır’da hava hareketliliği yoğunlaştı. HPG’nin açıkladığı şubat ayı savaş raporuna göre, hava saldırıları önceki aya göre ikiye katlandı. Saldırılara gerekçe olarak gösterilen gerilla hareketliliği ise gerçekte şubat boyunca yaşanmadı. 10 kara operasyonu, 4 obüs ve havan, 12 hava saldırısı düzenlendi. MAHKEMEDE, ÜN‹VERS‹TEDE, ‹fiYER‹NDE BASKI SÜRÜYOR Van’daki 13 siyasetçinin

yargılandığı KCK davasında gizli tanık beyanlarının değiştirildiği ortaya çıktı. İstanbul ve Adana’daki KCK davalarından tatmin edici kararlar çıkmadı. Akdeniz Üniversitesi, Roboski anmasına katıldıkları gerekçesiyle 45 öğrenci hakkında soruşturma açtı. Öcalan iki kez daha avukatlarıyla görüşme talebinde bulundu. İkisi de “koster bozuk” denilerek reddedildi.

ERDO⁄AN’IN F‹KR‹ DE Z‹KR‹ DE B‹R Şehit Aileleri Derneğini ziyaretinde, “genel af” çıkarmaması yönünde kendisine telkinde bulunan şehit ailelerine, kendisinin genel af çıkarma yetkisi ve niyeti olmadığını söyleyen Erdoğan, benzer bir yaklaşımı “müzakere sürecine” yönelik de sürdürdü. Erdoğan, propaganda ve demogoji dilinde sık sık “analar ağlamasın” ya da “barış” gibi kavramları kullansa da, müzakere sürecinin sorumluluğunu alacak gerçek kavramlar üretmeyi, “İmralı”, “ada” gibi kodlar kullanarak geçiştiriyor.

Kürt sorununa iliflkin müzakere sürecinde “AKP-PKK anlaflt›” ortak kabulünden yola ç›k›larak, sürece iliflkin ulusalc› ve liberal tezler ortaya at›l›yor. Bu kabul üzerinden hem liberaller hem de ulusalc›lar AKP’ye güç kat›yor. Liberal tezlerde AKP-PKK aras›nda gerçekleflen anlaflmayla Kürtlerin haklar›n› alaca¤› iddia ediliyor ve flu yalanlar s›ralan›yor: Süreçte yaflanan tökezlemeler AKP’nin sorumlulu¤unda de¤il, “d›flar›dan” kaynaklan›yor. Bu teze göre Paris cinayetleri de, linçler de hatta hava bombard›manlar› da AKP d›fl› çözüm istemeyen güçlerin eseri. ‹bret için Do¤an Tarkan’›n Marksist.org’da yer alan ve AKP’yi aklayan “Paris cinayetleri ve bar›fl› savunmaya devam” yaz›s›na bak›labilir. Çözüm için AKP; milliyetçi reaksiyonlar karfl›s›nda kararl› bir flekilde durmaya devam ediyor. Her gün “tekçi” aç›klamalar yapan AKP’nin milliyetçi oldu¤unu inkar eden bu iddia, Birikim Dergisi’de Ömer Laçiner’in kaleme ald›¤› “Ya Çözüm Ya Çözülüfl” yaz›s›nda bulunabilir. Çözüme karfl› iki güç var: CHP ve MHP. Bu iddia, Samsun ve Sinop’ta sald›r›ya u¤rayan HDK heyetini de etkiledi. Sald›r›lar›n ard›ndaki as›l fail AKP gizlenmifl oldu. AKP’nin süreçteki tutumunu elefltirmek bar›fl› baltalamakt›r. AKP’nin ”bar›fl” kavram› ile

ba¤daflmayan bask›lar›n›, söylemlerini, ciddiyetsizliklerini elefltirmek dahi bar›fl düflmanl›¤› olarak yaftalan›yor. “AKP-PKK anlaflt›” iddias› ulusalc›lar aç›s›ndan da kabul görmekle birlikte farkl› aç›klan›yor. Silahlar›n b›rak›lmas›n› dahi konuflmay›p güvenlikçi politikalarla yola devam edilmesini söyleyerek bar›fl düflmanl›¤› yapan ulusalc› saflardan flu yalanlar s›ralan›yor: AKP ve PKK ABD’nin hizmetinde ülkeyi bölüyor. Bu tezleri öne sürenler, TSK’nin NATO emrinde ABD iflgal ordusu görevi yapt›¤›n› unutuyor. AKP’nin ve TSK’nin ABD istihbarat›yla ve uçaklar›yla PKK’ye operasyon düzenledi¤ini yok say›yor. AKP ve Öcalan koalisyonu kuruldu Kendilerinin Kürtlere karfl› AKP ile yapt›¤› anlaflmalar›, ortak ç›kar›lan tezkereleri, anadilde hizmetlere ortak düflmanl›klar›n› görmüyor ve silahl› bir hareketin devletle görüflmesi koalisyon olarak de¤erlendiriliyor. Bu ülkede Türk olmak suç haline geldi. Bir Türk çocu¤un anadilde e¤itim hakk›n›n gasp edilmedi¤i, Türk vekiller meclise giremesin diye baraj uygulamas›n›n getirilmedi¤i, Türk belediye baflkanlar›n›n hapishaneleri doldurmad›¤› ve ülkenin ad›n›n Türkiye, resmi dilinin Türkçe oldu¤u koflullarda bu tez ancak flaka olabilir.

Ismarlama haberle demokrasi şovu LEMAN MERAL ÜNAL

Ç

ukuorva Üniversitesi'nde bir yurt açılışı etkinliğine katılmak için 2 Mart’ta üniversiteye gelen Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, “Sizi ODTÜ'de uyarmıştık, AKP üniversiteye giremez” diyen Öğrenci Kolektifleri tarafından yumurta atılarak protesto edildi. Polis saldırısıyla 4 üniversiteli gözaltına alındı. Yumurtalı protestodan sonra Kılıç, demokrasi şovuna soyunarak, kendisine yumurta atan öğrencileri Emniyet Müdürlüğü talimatıyla yanına çağırttı, “telkinlerde” bulundu. Kılıç'ın olay gerçekleştikten iki gün sonra Anadolu Ajansı'na verdiği talimatla, aynı haber AKP güzellemesiyle yeniden servis edildi. Ismarlama habere göre, Öğrenci Kolektifleri üyesi Emre Ersel Erbaş bakanla çay içip sohbet ederken, AKP'li Kılıç da kendisine “abi” nasihatlerinde bulundu. Yaşanan görüşmeye ilişkin bir açıklama yapan Öğrenci Kolektifleri, egemen medyada yayımlanan “Bakanla protestocu öğrenci buluştu” haberine itiraz etti. Erbaş'ın aktardığına göre, Kılıç kendisine “İkimiz de Trabzonluyuz. Yaptığın iş demokratik değil, size saldıran biz değiliz siz üniversite öğrencilerisiniz, abicim sen iyi çocuksun

yapma” dedi. Aktarılanlara göre Kılıç, üniversitenin sermayeye peşkeş çekilmesine ve emperyalist savaş politikalarına karşı çıktıklarını söyleyen Kolektif üyelerine cevap vermezken, sık sık öğrencilerin laflarını kesip AKP'nin politikalarını anlattı. Yeni YÖK Yasası'nın üniversiteyi bilim üretme işlevinden uzaklaştıracağını söyleyen üniversitelilere Kılıç, “Ben de YÖK Yasası'na karşıyım” diyerek yanıt verdi. ‘EVR‹M‹ TAB‹‹ SANSÜRLEYECE⁄‹M, YUKARIDA ALLAH VAR’ Üniversitelilerin “Evrimi ve bilimi savunuyoruz, siz ise gerici politikalarınızla evrimi sansürlüyorsunuz” şeklindeki sözlerine Kılıç'ın bilimden uzak yanıtı şu şekilde oldu: “Evrimi tabii ki sansürleyeceğim. Sen evrime mi inanıyorsun? Maymundan mı geldin? Yukarıda Allah var.”

SUAT KILIÇ'IN KOLEKT‹FLER ‹LE ‹LG‹NÇ PAZARLI⁄I Kılıç, konuşmasının sonunda üniversitelileri AKP politikalarıyla ikna edemeyeceğini anlayınca ilginç bir pazarlık teklifinde bulundu: “Biz YÖK Yasası’ndan vazgeçersek Kolektif’ten ayrılacak mısın?”

‹zmir Ekonomi Üniversitesi'nde düzenlenen 2011 Vergi Rekortmenleri ödül töreninde konuflan Gümrük ve Ticaret Bakan› Hayati Yaz›c›, Ö¤renci Kolektifleri taraf›ndan yumurtaland›.

Milli E¤itim Bakan› Nabi Avc›, “e¤itim sürelerinin de¤iflmesini öngören de¤iflikli¤i”, Baflbakanl›k'a gönderdi. Yap›lmas› planlanan de¤iflikli¤e göre, Bankac›l›k, ‹flletme, Turizm ve Otelcilik'in e¤itim süresi 2 y›la düflürülürken, Hukuk, Sosyoloji, Psikoloji, Tarih, Co¤rafya gibi sosyal bilimlerin e¤itim süresi de 3 y›l olacak. Mühendislik ve Eczac›l›k bölümleri 5 y›la, Mimarl›k ve Difl Hekimli¤i ise 6 y›la ç›kar›l›yor.

‘Süt Bankas›’ndan ‘sütübozuk’lara gericili¤in yay›lma alan› ayyip Erdoğan'ın anne sütünün önemini vurgulamasının ve bebek maması üreten firmalara sıkı denetim getirme talimatı vermesinin ardından Sağlık Bakanlığı çalışmalara başladı. Erdoğan'ın "Üç çocuk doğurun!" talimatının ardından kadınlara yeni talimatı "Bebeklerinize mama değil, anne sütü verin!" oldu. Ancak bu isteğin, kadınların istihdamının artırılması hedefiyle uyumlulaştırılması gerekiyordu. Bakanlık da bu amaçlara hizmet üretmek için "süt bankası" projesini ortaya attı. Bakanlığın geçen hafta Türkiye’nin ilk anne

T

Mehtap Metino¤lu mehtap@ sendika.org

sütü bankasının 8 Mart'ta İzmir’de açılacağını duyurması üzerine gerici tartışmalar gündeme oturdu. Bebek sağlığının korunmasına yönelik atılan adımlar, dini kurallara göre toplumsal yaşamın düzenlenmesine ve dinsel otoritelerin belirleyici olarak kabul edilmesine kadar uzandı. Süt kardeşlerin evlenme yasağı ve "süt anne" olan kadının dini inancının olup olmaması üzerine yapılan tartışmalar, gericiliğin kurumsallaşma alanını büyüttü. İslama göre sütünü veren anne, çocuğun sütannesi, çocuk da o annenin süt çocuğu oluyor.

Böylece süt çocuğu ile sütannenin diğer çocukları arasında sütkardeşliği akrabalıkları oluşuyor. Bu da süt kardeşlerin birbirleriyle evlenmesini yasaklıyor. Süt akrabalığının getirdiği yasaklar 21. yüzyılın Türkiye'sinde varlığını korumakla kalmıyor, sağlık alanına ilişkin kararların düzenlenmesinde de temel alınıyor. Süt bankasına İslamcı çevrelerden gelen tepkiler üzerine Bakanlık konuyla ilgili danıştığı Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan "fetva" aldı. Fetvada, Nisa Suresi 23. ayet ve peygamberin “Nesep (baba tarafından olan hısımlık) yönüyle birbirlerine haram olanlar, süt emme yolu ile

de haram olurlar” hadis-i şerifine göre Sağlık Bakanlığı'na telkinlerde bulunuldu. Diyanetten fetva alan Müezzinoğlu, "Dinen süt kardeşlerin birbiriyle evlenme engelini göz önünde tutarak, tüm endişeleri giderecek çalışmalar yapıyoruz" diyerek İslam kurallarını harfiyen uyguladıklarını belgeledi. Bakan dini açıdan kusur işlemediğini düşünürken onunla aynı fikirde olmayan İslam profesörleri, hukukçuları ve yazarlar var. Süt bankasını en ileri teknoloji kullanılsa bile reddeden ulemanın diğer kanadı, bakanlığın önerisini tehlikeli ve şeytani bularak süt

bankasının bir adım ötesinin "sperm bankası" olduğunu savunuyor. Bir diğer önemli çekinceleri ise süt veren annelerin ateist veya komünist olması. “Dinimize göre bir Müslüman ancak Ehl-i Kitap olan annelerin sütünü içebilir” diyen Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Hamdi Döndüren, inanmayan kadınların yani "sütü bozukların" diğer süt veren kadınlardan ayrıştırılması gerektiğini söyledi. Akit Gazetesi Yazarı Hasan Karakaya, Müezzinoğlu'na süt bankasının olası yöneticisi olan kişiyle ilgili "Peki ya o adam (var olmayan süt bankası yöneti-

cisi) ‘sütü bozuk’, ‘kanı bozuk’ biri ise” sorusunu yöneltti. Süt bankasının ticari rant kaynağı haline getirilmesi, piyasalaştırılması ve banka aracılığıyla kadın emeğinin esnekleştirilmesi, çalışan nüfusun artırılması gibi sorunları bir yana atalım. Bebek sağlığına çözüm sunar gibi yapıp toplum dini kurallara göre düzenlenmeye çalışılıyor. Böylece sadece sağlıkta değil toplumsal yaşamın her alanında gericilik yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Burada en önemli sorunu ve tehlikeyi gericiliğin toplumsallaştırılması ve kurumsallaştırılması oluşturuyor.


5

GÜNDEM 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

‘Sokağı faşizme bırakmayacağız’ Samsun’da 19 Şubat’ta HDK heyetinin ziyareti sırasında gerçekleşen faşist saldırılar ilerleyen günlerde Samsun muhalefetine yöneldi. Samsun muhalefeti faşist saldırılar karşısında ‘sokağı faşizme bırakmayacağız’ dedi

Kocaeli’nde Vali Ercan Topaca, AKP önünü, Valilik önünü hatta sokakları yasaklı alan etti. Üniversitelilerin, demokratik kitle örgütlerinin, hak mücadelesi verenlerin demokratik eylemleri, etkinlikleri polis saldırısına uğradı

Vali yasakl›yor Kocaeli direniyor Kocaeli Valisi Ercan Topaca, üniversitelerine sahip ç›kan ö¤rencilere, do¤as›na ve yaflam alanlar›na sahip ç›kan köylülere, tutuklu gazetecilerle dayan›flarak “susmayaca¤›z” diyen gazetecilere, “insanca bir yaflam istiyoruz” diyen iflçilere, katledilen Roboski’yi unutturmamak isteyen Kürtlere ve halk›n haklar› mücadelesini büyütenlere karfl› AKP’nin sokaktan korkusunu her gün hissettiriyor. AKP’ye karfl› sokakta meydan okuyanlara sald›rabilmek için her gün yeni bir yasa¤› kaleme al›yor.

‘Soka¤a ç›kmaya devam edece¤iz’ Saraybahçe Halkevi Başkanı Mihrican Atalay Kocaeli’ndeki saldırılarla ilgili Halkın Sesi’ne konuştu Kocaeli’nde 2-3 y›ld›r soka¤a, sola yo¤un bir bask› var. Bu bask›lar özellikle Vali Ercan Topaca’n›n gelifliyle bafllad›. Topaca döneminde Kocaeli muhalefeti bileflenlerine dönük çok say›da operasyon gerçeklefltirildi. Birçok sokakta yürüyüfl yasakland›. Yasaklar AKP ‹l Binas› önüyle bafllad›. Bu yasak demokratik kitle örgütlerinin eylemleriyle afl›ld›. Sonras›nda Valilik önü yasakland›. Valili¤in, bar›nma hakk› mücadelesi veren Ar›zl›l›lar›n eylemleri karfl›s›nda yasakland›¤›n› da düflünüyoruz. Açl›k grevi sürecinde de Yürüyüfl Yolu yasakland›. Bu yasaklar›n ve demokratik muhalefete yönelik bask›n›n yan› s›ra tüm Kocaelililer üzerinde de bask› oluflturan bir gerilim atmosferi yaflan›yor. Örne¤in Yürüyüfl Yolu’nun bafl›nda sonunda iki çevik kuvvet otobüsü, yol üstünde polis araçlar› bulunuyor. Böylece kentin en ifllek caddesi terörize ediliyor. Kentte yap›lan her eylem öncesinde Vali Topaca,

Bu saldırı halkın haklarına

K Mihrican Atalay “Eylemleri 48 saat önceden bana bildirin, izin al›n” diyor. Biz de ‘yürüyüfl için izin al›nmaz’ diyerek eylemlerimizi sürdürüyoruz. Kocaeli Barosu da KESK bileflenleri de anayasa da hukuk kurallar› da bunun için izin almak gerekmedi¤ini söylüyor. Kocaeli muhalefetinin yapt›¤› tüm eylemlere polis sald›r›yor. Halkevleri olarak gerçeklefltirdi¤imiz fidan dikme, kan ba¤›fl›, organ ba¤›fl› etkinliklerimiz akla izana gelmeyecek engellemelerle karfl›laflt›. 81. y›l yürüyüflümüze ise polis sald›rd›. Biz bu sald›r› sonras›nda soka¤a ç›kmaya devam edece¤iz. Demokratik haklar› kazanana kadar yürümeye devam edece¤iz.

ocaeli Halkevleri, Halkevleri’nin 81. kuruluş yılı etkinlikleri kapsamında yapmak istedikleri “Demokrasi yürüyüşüne” polis saldırdı. 24 Şubat’ta Kocaeli Belediye İşhanı önünde bir araya gelen Halkevi üyeleri polis barikatıyla karşılaştı. Yürüyüşe geçen Halkevcilere polis tazyikli suyla saldırdı, 19 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan 19 kişinin serbest bırakılmamasına karşı 25 Şubat’ta Halkevi ve Öğrenci Kolektifi üyeleri Kocaeli Adliyesi önünde bir araya geldi. Adliye önünde Halkevleri adına bir açıklama yapan Saraybahçe Halkevi eski Başkanı Galip Dönmez, Halkevleri’nin halkın yanında olmak ve karanlığa karşı umut olmak için kurulduğunu dile getire-

rek sözlerine başladı. 81’inci yıldönümü etkinliklerinin Valilik tarafından engellenmesine tepki gösteren Dönmez, “Kocaeli Valisi görevini suiistimal ederek, dayanakları olmayan yasaklamalarla insan haklarını yok etmiş, Yürüyüş Yolu’nu yasaklamıştır. Yürüyüş Yolu halkındır” dedi. Adliye önünde bekleyiş sürerken gözaltına alınan Halkevleri Saraybahçe Şube Başkanı Mihrican Atalay, BES Kocaeli Şube Başkanı Akın Şişman, Dev Sağlık-İş Örgütlenme Uzmanı Hasan Yöndem ve Halkevleri üyeleri Yaşar Seğmen, Kuzey Boy, Uğur Akalın tutuklanma talebi ile mahkemeye sevk edildi. Gözaltına alınan diğer 13 kişi ise serbest bırakıldı. Mahkemeye sevk edilen 6 kişi de ifade verdikten sonra serbest bırakıldı.

Oya Ersoy Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, Adliye önünde yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Kocaeli’nde demokrasiye tahammülsüzlüğü gördük. Halkevleri 81 yıldır bu ülkede aydınlığı, ilericiliği savunan bir kurumdur. AKP’nin valisi, polisi demokrasi yürüyüşümüzü durduramaz” dedi.

SALDIRI AKP’YE MEYDAN OKUYANLARA I Kocaeli’nde 22 Kas›m 2011 sabah› bafllayan polis operasyonu sonras› hiçbir gerekçe gösterilmeden gözalt›na al›nan ve iki gün süren ifade süreci sonras› savc›n›n talimat›yla mahkemeye sevk edilen 12 kifli tutukland›. Tutuklamalar›n ard›ndan bir aç›klama yapan Kocaeli Valisi “Suçu olmayan kimse sabah 5’te evinden al›nmaz” dedi. Valinin “suçlu olmasalard› evine polis gitmezdi” dedi¤i kifliler 1 fiubat 2012’de “delil yetersizli¤i” gerekçesiyle serbest b›rak›ld›. Vali’den herhangi bir aç›klama gelmedi. I D‹SK, KESK, TMMOB üyelerinin 25 Aral›k 2012’de “‹nsanca yaflamaya yetecek kadar asgari ücret” talebiyle yapt›¤› yürüyüfle polis sald›rd›. D‹SK’e ba¤l› Dev Sa¤l›k-‹fl üyelerinin yo¤un kat›l›m›n›n oldu¤u eylemde polis, iflçilere sald›rd›. Sald›r› s›ras›nda iki kifli yaraland›. I Halkevleri ve Ö¤renci Kolektifleri taraf›ndan gerçeklefltirilen Yaz Okulu çal›flmas› vali ve polisin engeliyle karfl›laflt›. 2012 yaz›nda çocuklar›n› Yaz Okulu’na gönderen veliler, polis taraf›ndan telefonla aranarak tehdit edildi. Suç duyurusunda bulunan veliler bu sefer Kocaeli Valili¤i’nin engeliyle karfl›laflt›. Valilik çocu¤u yaz okuluna kat›lan velileri arayarak tehdit eden Emniyet Müdürlü¤ü personelinin soruflturulmas›na izin vermedi¤i gibi yaz oku-

lu faaliyetinin valilik iznine tabi olmas› gerekti¤ine dair karar ç›kartt›. KOÜ FAŞİZME KARŞI OMUZ OMUZA Kocaeli Üniversitesi muhalefeti yapt›klar› her eylemde karfl›lar›nda güvenlikçileri ve çevik kuvveti buldu. Paras›z bilimsel demokratik üniversite talebini yükselten üniversiteler tüm bask› ve sald›r›lara ra¤men mücadelelerini

Ercan Topaca sürdürüyor. I 2013’ün ilk operasyonu Kocaeli Üniversitesi ö¤rencilerine yap›ld›. Terörle Mücadele fiubesi taraf›ndan 20 ö¤rencinin evine efl zamanl› yap›lan bask›nlarda 15 kifli kat›ld›klar› eylemler gerekçe gösterilerek gözalt›na al›nd›. Üç gün gözalt›nda tutulan ö¤renciler serbest b›rak›ld›. I Cumhurbaflkan› Abdullah Gül’ün 6 Nisan 2012’de Kocaeli Üniversitesi’ne gelmesini protesto eden ö¤renciler polis sald›r›s›na u¤rad›. Sald›r›n›n ard›ndan 55 ö¤renci gözalt›na al›nd›. 25 fiubat’ta görülen duruflma sonucu 55 ö¤renciden 46’s›na 5’er ay hapis cezas› verildi. Hapis cezas› ertelendi. I 6 Kas›m’da YÖK’ü protesto etmek için KOÜ Umuttepe Yerleflkesi’ndeki Sosyal Tesisler önünden Rektörlük’e yürümek isteyen üniversitelilere güvenlikçi ordusu sald›rd›.

Aman organ mafyas› duymas›n... H

alkevleri, 81’inci kuruluş yılında Kocaeli’nde organ ve kan bağışı etkinlikleri yapmaya başladı. Halkevleri’nin etkinliklere başlamasıyla birlikte yasaklar ve engellemeler de art arda geldi. Valilik, Halkevleri’nin organ bağışı için stant açılmasına izin vermedi. Valilik tarafından getirilen yasakla-

manın ardından İl Sağlık Müdürü tarafından skandal niteliğinde bir açıklama geldi. İl Sağlık Müdürü, halkın organ bağışı kartlarını üzerinde taşımasının tehlikeli olacağını, organ mafyasının organ bağışı yapan insanın peşine düşebileceğini ifade etti. Organ bağışının girişiminin yasaklanmaya çalışılmasına rağmen Halkevleri

üyeleri 22 Şubat günü İl Sağlık Müdürlüğü’ne giderek organ bağışı yaptı. Halkevleri’nin kan bağışı ise Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin engellemesine takıldı. Belediyenin aynı gün büyük bir etkinliği olduğu gerekçesiyle izin vermediği kan bağışı Halkevcilerin Kızılay Kan Merkezi’ne giderek kan vermesiyle gerçekleşti.

‘Karadeniz faşizme meydan okuyor S

amsun toplumsal muhalefeti, artan faşist saldırılar karşısında 2 Mart günü bir kez daha sokağa çıktı. 19 Şubat günü saldırının adresi olan Devrimci 78’liler Derneği, Halkevleri, Yeşiller ve Sol Partisi ve TKP temsilciliklerinin bulunduğu Umur Apartmanı 2 Mart günü Samsun muhalefetinin adresi oldu. KESK, TMMOB, DİSK/EmekliSen, Devrimci 78’liler Derneği, Halkevi, PSAKD, HDK, EMEP, ESP, ÖDP, TKP, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, SYK, DÖH ve Türkiye Gerçeği faşist saldırılara karşı bir araya geldi. Kurumlar adına ortak basın açıklamasını Samsun Halkevi üyesi Beste Katar okudu. Katar, HDK heyetinin ziyaretinin önceden bilinmesine ve faşist provokasyonun sosyal paylaşım sitelerinden hatta açıktan örgüt-

lenmesine rağmen Samsun Emniyeti’nin ve Valiliğin herhangi bir önlem almadığını ifade ederek saldırıların demokrat ve ilerici kurumlara yönelik olduğunu belirtti. Katar’ın ardından konuşan Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy faşist saldırıların boşa çıkarılacağını ifade ederek şunları söyledi: “Saldırı Samsun halkına mal edilemez! 19 Şubat’ta Samsun’da yaşanan ırkçı faşist saldırı, AKP ve faşistlerin ortak provokasyonudur. Bu ülkede ve Karadeniz bölgesinde faşizmin nasıl eli kanlı bir tarihi varsa, devrimcilerin eli kanlı saldırganlığa karşı anti-faşist bir mücadele tarihi vardır. AKP iktidarının bu provokasyonları kararlı bir şekilde boşa çıkarılacak ve şovenizme karşı halkların kardeşliği mücadelesinden asla taviz verilmeyecektir.” HDK temsilcisi milletvekillerinin

19 Şubat’taki Samsun ziyareti bahanesiyle toplumsal muhalefet bileşenlerine yönelik gerçekleşen faşist saldırıya karşı Samsun muhalefeti 27 Şubat günü bir eylem yaparak saldırıların sorumlusunun AKP olduğunu söylemişti. Yapılan basın toplantısında saldırılar sırasında onlarca insanın hayatını hiçe sayan sorumluların görevinden istifa etmesi ve saldırıları örgütleyenlerin açığa çıkarılması gerektiği belirtilmişti. Samsun’da 27 Şubat günü gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan Samsun 78’liler Derneği Başkanı Erdem Avcı; saldırıların, Karadeniz’de suyuna, yaşamına, çevresine sahip çıkan, eğitim ve sağlığın piyasalaştırılmasına ve gericileştirilmesine dur diyen, insanların barış, eşitlik ve kardeşlik içinde yaşaması gerektiğini savunan kurumları yok etme amacını taşıdığını dile getirmişti.

2 Mart günü Samsun muhalefeti faşizme karşı bir araya geldi.

Samsun’da faflist sald›r›lar sürüyor

Samsun’da HDK heyetinin bar›fl ve çözüm için gerçeklefltirdi¤i ziyarete yap›lan sald›r›lar›n ard›ndan faflist sald›r›lar Samsun muhalefetine yöneldi. 24 fiubat günü Hocal› Katliam›’n› bahane eden faflistler Halkevleri’nin bulundu¤u

Umur Apartman›’n›n önünde durup binadakilere küfürler ya¤d›rd›. 23 fiubat günü de Sosyalist Parti üyesi Levent Toplao¤lu evinin önünde 6-7 faflistin sald›r›na u¤rad›. Sald›r›y› püskürten Topalo¤lu hastaneye kald›r›ld› ve durumunun

iyi oldu¤u ö¤renildi. 25 fiubat günü 3 TKP’li üniversiteli okul ç›k›fl›nda 40-50 faflistin sald›r›s›na u¤rad›. Polis sald›r›y› izlerken, üniversiteye gelen TKP üyeleri sald›r›y› püskürttü. TKP’liler sald›r›n›n ard›ndan suç duyurusunda bulundu.


6

KENT 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

‘Bizim olanı elimizden alamazlar’ Esenyurt Belediyesi'nin tapuda oynadığı oyunlara karşı barınma hakları için eylem yapan Ardıçlı Mahallesi ve Yenikent Mahallesi halkı, 3 Mart günü tekrar bir araya geldi. Yüzlerce mahallelinin hedefinde Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu vardı MEHTAP MET‹NO⁄LU

‘Evimiz küçüldü emlakçı büyüdü’

İ

stanbul’un Esenyurt İlçesi'nin Ardıçlı ve Yenikent mahalleleri halkı, üç haftadır sürdürdüğü eylemlerine, 3 Mart’ta bir miting gerçekleştirerek devam etti. Yüzlerce mahallelinin katıldığı mitingde halk tapularını istedi. Esenyurt Belediyesi’nin imar planında değişiklik yaptığını duyan mahalleliler belediyeye gitti. 20 yıl önce Esenyurt'a gelen, arsalarını parasını ödeyerek alan ve kendi elleriyle evlerini yapan mahallelilerin bir anda hiç tanımadığı ortakları ortaya çıktı. Belediyeye asılan listede mahalleliler, evlerinin tapularına 2 ya da 3 ortak çıktığını gördü. Bazı ev sahiplerinin isimleri de listede yoktu. Tapularına ortak çıkan isimleri araştıran mahalleliler, çoğu ortakların emlakçı olduğunu öğrendi. Mahalleliler, Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu’na hesap sormak için belediyeye yürüyüşler düzenledi. Kadıoğlu'yla görüşme talebi için gittiği belediyede mahallelinin karşısına polis ve zabıta çıktı. Seçim zamanı kapı kapı dolaşan, oy için bir sürü vaat veren Kadıoğlu mahallelilerle yüzleşemedi. Bu uygulamanın hırsızlık olduğunu söyleyerek bir araya gelen mahalleli, Ardıçlı Yenikent Birliği Platformu adı altında barınma hakkına sahip çıktı. Üç hafta süren eylemler sonuç verdi. Esenyurt Belediyesi imar planı değişikliğini durdurduğunu açıkladı. Ancak bu durdurmanın sadece belirli bir süre için olduğunu bilen mahalleliler, imar planının kendi istedikleri gibi yapılması talebiyle 3 Mart’ta bir miting düzenledi. “KADIO⁄LU EL‹N‹ EV‹M‹ZDEN ÇEK” 3 Mart günü Ardıçlı İnci Kasap önünde toplanan mahalleliler, Köyiçi Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş boyunca atılan sloganlarda mahalleliler Necmi Kadıoğlu’nu hedef alarak istifaya çağırdı. Direnişteki Nakliyat İş üyesi Yurtiçi Kargo işçileri yürüyüşe dövizleriyle katılarak destek verdi. Ayrıca Esenevler Siteleri Mahalleleri

Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Kent Hareketleri, Fiyapı ve Ukra mağdurları da eyleme katıldı.

ları aşan kat izini veren belediyenin, inşaat firmaları işbirliğiyle birçok insanı mağdur ettiğini belirtti.

EMLAKÇI, BELED‹YE EL ELE Mahalleliler adına basın açıklamasını okuyan Bahar Erzan, 15-20 yıl sonra evlerine ortak çıkanların emlakçılar olduğunu ve belediye ile emlakçıların işbirliği içinde olduğunu söyledi. Tapularına ortak çıkanların emlakçı olmasının tesadüf olmadığını söyleyen Erzan, “Bu hırsızlar bizim evlerimizi elimizden almanın sistemini kurmuşlar ve işletmeye çalışıyorlar” dedi. Erzan ayrıca Esenyurt Belediyesi'nin sadece mahalleleri üzerinde değil birçok yerde çeşitli usulsüzlükler yaptığını söyledi. Yeşil alan olarak belirlenen yerleri büyük inşaat firmalarına satan ve kanuni sınır-

KADIO⁄LU MAHALLEL‹N‹N HADEF‹NDE Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu'nun mahallelilerle yüzleşmemesi ve seçim zamanında verdiği sözlerin arkasında durmaması mitingde yapılan konuşmalarda sık sık dile getirildi. Tapusuna ortak çıkan mahallelilerden biri Kadıoğlu’nu hedef aldığı konuşmasında, "Bana ‘umredeyim’ diyorsun gelmiyorsun, akşama Kanaltürk'te programa katılıyorsun" dedi. Bir başkası ise "Oyumuzu alıp, koltukta oturup o yana bu yana salınan Kadıoğlu'nu rezil edelim. 55 yaşımdayım gerekirse Ankara'ya kadar yürürüm, Çankaya'nın

önündeki ağaca çıkarım" diyerek Kadıoğlu'nu seçim zamanı verdiği sözlerin arkasında durmaya çağırdı. Esenyurt’ta direnişte olan Yurtiçi Kargo işçileri adına yapılan konuşmada, barınma hakkına sahip çıkanların mücadelesinin, Yurtiçi Kargo'da verilen mücadeleden farklı olmadığı söylendi.

Tenzile Demir: ‘90'da arsay› ald›k. Kendi ellerimizle evi yapt›k ve 23 y›l sürdü. Çocuk daha olmadan eve bafllad›k. Çocuk askere gitti geldi evimiz ancak bitti. fiimdi de yerimize ortak ç›kar›yorlar. Bir ayd›r ne yedi¤imizden ne oturdu¤umuzdan ne kalkt›¤›m›zdan bir fley anl›yoruz. ‹ki tane ortak var. Ortaklar›m›z› tan›m›yoruz. Kim olduklar›n› bilmiyoruz. ‹mar karar› ç›kt›, bize yer kalmad›. Sen ç›k aradan diyorlar. Bizim evimiz küçüldü emlakç› evine ev ekledi. Emine Bozda¤: 20 senedir Esenyurt'ta oturuyoruz. Çal›flt›k, çabalad›k yapt›k. Tapular›m›z elimizde. Bu zamana kadar neden vermemifller ortaklar›m›z varm›fl da. Bize iki tane ortak vermifller. 160 metrekare yerimizden bize 50 metrekare kald›. 25 sene çal›flt›m, sigortas›z kötü koflullarda evimi yapm›fl›m. Emeklerimle yapt›rd›¤›m evi gidip de orta¤a m› veriyim? Esin Y›ld›z: Belediye imar plan›

"MÜCADELEM‹Z DERNEKLE BÜYÜYECEK" Açıklamanın sonunda, bir dernek kurulacağı ve dayanışma içinde mücadeleye daha güçlü devam edileceği duyuruldu. Basın açıklamasının ardından söz alan CHP Milletvekili Süleyman Çelebi, "Bu sorunun meclis araştırmasını yapmak benim boynumun borcu. Ankara'ya kadar sesinizi duyurmak mücadele etmek de sizi göreviniz" dedi.

yapm›fl ve belediyeye asm›fl. Normalde tebligatla mahallelilere bildirilmesi gerekiyor ama kimseye tebligat gelmemifl. 6 ay önce falan bafllam›fl çal›flmalar. Ocak ay›n›n sonunda duyurusu yap›lm›yor, biz kendimiz ö¤reniyoruz. ‹nsanlar listelerde ortaklar›n›n oldu¤unu veya hiç isimlerinin olmad›¤›n› görüyor. Ortakç› ç›kan emlakç›lar ise her parselden, her bölgeden 20-30 metrekare alm›fl kimisinin 5 bin metrekare yeri olmufl. Haberleri dahi olmayan insanlar ad›na vekalet ç›kar›p buralarda hak sahibi yap›l›yorlar. Tapusuna ortak ç›kan mahallelinin biri, orta¤›n›n kim oldu¤unu araflt›rd›¤›nda, Mardin'de yaflayan yafll› biri oldu¤unu ve o kiflinin bu durumdan hiç haberinin olmad›¤›n› ö¤reniyor. Esenyurt'ta hangi soka¤a girseniz bir müteahhit var, konut yap›yor. Bize de "Zaten 20 metrekarelik yerin kald›, al sana paras›, sen git" diyecekler. Bahar Erzan: Belediye karfl›s›nda böyle bir örgütlülük beklemiyordu, afallad› ve imar plan›n› durdurdu. Ancak bunun belli bir süre oldu¤unu biliyoruz. Dernek kuraca¤›z. Elimizden geldi¤ince bu mücadeleyi büyütmeye çal›flaca¤›z. Tapular›m›z› ald›ktan sonra da mücadelemize bu dernek ve platformda devam edece¤iz.

AKP Birlik hayırlı yolculuklar diler ONUR GÜRSOY

E

dirne’nin toplu ulaşımını sağlayan minibüsler AKP'nin reklam panosu haline geldi. Edirne’de ulaşım tekelini elinde bulunduran Serhad Birlik minibüsleri AKP’nin gezici irtibat bürosu işlevini görmeye başladı. Edirne halkının şehir içi ulaşımda kullanabileceği tek seçenek olan minibüslerde her gün vatandaşları AKP Gençlik Kollarının çeşitli afişleri karşılıyor. Serhad Birlik'e ait tüm minibüslere “Üniversite bakanıyla buluşuyor” etkinlik afişlerinin yanı sıra son olarak AKP Edirne Gençlik Kolları tara-

17 A¤ustos depreminden sonnra Ar›zl›’ya yerlefltirilen depremzedeler bar›nma hakk› için depremin 10. y›ldönümünde polise direnirken

Kocaeli rantkent Kocaeli Büyükflehir Belediyesi'nin yoksul ve dar gelirli vatandafllara konut yapmak amac›yla kurdu¤u Kent Konut, kentsel dönüflüm alan›nda Umutkent sitesini infla etti. Son derece lüks yap›lan konutlar üst düzey bürokratlara 90-95 bin TL'ye kolaylaflt›r›lm›fl ödeme koflullar›yla sat›ld›. Umutkent'in sat›fla ç›kt›¤› ilk gün Kent Konut'a koflanlar, saat daha 08.15 olmas›na ra¤men "bitti" yan›t›n› ald›. Umutkent'te yaflananlar› ise belgeleriyle Bizim Kocaeli gazetesi ortaya ç›kard›. Haberin ç›kt›¤› gün Büyükflehir Meclisi'nde konuflan Kocaeli Büyükflehir Belediye Baflkan› ‹brahim Karaosmano¤lu, çal›flma arkadafllar› için konut yap-

maya devam edece¤ini, hem de ucuz konut yapaca¤›n› söylemesinin ard›ndan “‹t ürür kervan yürür. Biz yolumuza devam edece¤iz” dedi. 17 A¤ustos Depremi'nin ard›ndan dönemin Irak hükümeti depremde birinci dereceden yak›n›n› kaybedenler için Ar›zl›’da deprem konutlar› yapt›rm›flt›. Bu konutlara yerleflenlere ‹zmit Valili¤i "kirac›" muamelesi yapm›flt›. Valili¤in ‘aidat’ ad› alt›nda istedi¤i yüksek kira bedellerini ödeyemeyen depremzedeler polis zoruyla konutlardan at›lm›fl yerlerine de üst düzey bürokratlar yerlefltirilmiflti. Ancak direnen Ar›zl›l›lar bar›nma haklar›n› kazanm›flt›.

fından düzenlenen “Üniversite gençliği ETUS (Serhad Birlik) Başkanı Serkan Oltandiken ile ulaşımı konuşuyor” etkinliği afişleri asıldı. Ulaşım zamlarını belediye meclisinden geçiren Serhad Birlik yönetimi, böylece AKP’nin yerel seçim çalışmalarının taşeronluğuna soyunduğunu belgeledi. Ayrıca etkinlik afişinde kısa adı ETUS olan, Edirne Toplu Ulaşım Sistemi yerine “Serhad Birlik” ifadesi kullanıldı. Minibüslerin AKP'nin reklam panosu haline gelmesi ise tepkilere rağmen geri alınan ulaşım zammının yeniden belediye meclisinden geçirilmesinden

sonra başladı. K‹M BU OLTAD‹KEN? Afişte adı geçen Serhad Birlik Başkanı Oltandiken aynı zamanda AKP’den Belediye Meclisi üyesi ve Belediye Meclisi Trafik Komisyonu üyesi. Oltandiken’in diğer önemli özelliği de ocak ayında protestolarla karşılanan şehir içi ulaşım zammının teklifini veren kişi olması. Edirne’de şehir içi ulaşıma 2 Ocak günü yapılan zamlar üniversite öğrencileri tarafından protesto edilmişti. Tepkiler karşısında zamlar geri çekilmiş ancak sömestr tatilini fırsat bilen Oltandiken yeniden zam yapmıştı.

Bir barınma hakkı bürosu daha A

nkara'da Barınma Hakkı Meclisi’nin çağrısıyla yıkım tehdidi altındaki Altındağ’ın İsmetpaşa, Atıfbey ve Hıdırlıktepe mahallelerinden 500 kişi bir araya geldi. Toplantıya Şehir Plancıları Odası (ŞPO) Yönetim Kurulu üyesi Esra Oğuz, ŞPO Ankara Şube Başkanı Orhan Sanaltun, Barınma Hakkı Meclisi Avukatı Deniz Özbilgin ve temsilcisi Candaş Türkyılmaz katıldı. Toplantıya katılanlar, mahallelerin Afet Yasası kapsamına sokulduğunu, halkın malına el konulduğunu ve bu sürecin hukuksal, fiili düzlemlerde yürütülecek mücadelelerle durdurabileceğini söyledi. Candaş Türkyılmaz, Ankara’nın mahallelerinde yaşanan süreçleri anlattıktan sonra Barınma Hakkı Meclisi önerisi sundu. BU DA HALKIN YASASI Önerileri konuşmalarıyla

Ankara Altındağ’ın İsmetpaşa, Atıfbey ve Hıdırlıktepe mahallelerinde halk Barınma Hakkı Bürosu kurma kararı aldı

tilmesi. Rayiç bedel taban fiyatının bin lira olarak belirlenmesi. Yerinde ıslah yapılması. Enkaz bedellerinin yapı bedeli olarak yüzde 100 ödenmesi. Sözleşmelerin tek taraflı olmaması ve dava yolunun açık olması. BARINMA HAKKI ‹Ç‹N B‹R BÜRO DAHA AÇILIYOR Kentsel dönüşüm projeleri ile rant saldırısı altındaki mahalleleri için taleplerini belirleyen mahalle halkı, yeni bir Barınma Hakkı Bürosu açma kararı aldı.

zenginleştiren mahalleliler, oy kullanarak taleplerini oluşturdu. Mahallelinin oluşturduğu yedi talepte yer alan maddeler

şöyle: Tapu ya da tahsis belgesi olanlar için 80-100 metrekare arsası olan herkese birer daire

verilmesi. Belgesi bulunmayan hak sahiplerine maliyetine konut verilmesi. Evlerin teslim süresi ve kalitesinin belir-

7 MART’TA 7 TALEP Altındağ halkı, oluşturduğu 7 talebi 7 Mart günü saat 14.00’da Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne taşıyacak. Mahalleliler belediye önünde basın açıklaması yapacak ve hazırladıkları dilekçeleri Belediye Başkanlığı'na verecek.


7

EĞİTİM 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

Okulda ibadet, camide eğitim AKP eğitimde gericileştirmede sınır tanımıyor. Talim Terbiye Kurulu, valiler ve milli eğitim müdürleri, okullara mescit açılsın, camilerde eğitim verilsin diye dört koldan saldırıyor

26 Şubat’ta Eğitim-Sen Niğde şubesinde toplanan Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Eğitim-Sen üyeleri, camide veli toplantısını protesto etti.

TUBA GÜNEŞ

“O

kullarda kantinler vardır, oralarda yenilir, içilir ve beden gelişimi sağlanır. İnsan sadece beden midir? İnanmayan inanmasın ama inananlar için ebedi hayatın besin kaynağı da ibadetlerdir ve bunların en başında namaz gelir. Namaz, ruhun gıdasıdır ve ruh onunla ayakta durur. Onu geliştirmemek, gelişimine ayak bağı olmak, insana yapılacak olan en büyük zulümdür.” Haber7 yazarı Ali Taşçı “Okullarda mescite neden ihtiyaç var?” sorusuna yanıt verirken bunları yazıyor.

Tartışmayı açansa yandaş sendika Eğitim Bir Sen’in İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı Emrullah Aydın, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması nedeniyle okullarda daha fazla zaman geçiren öğrenciler için her okulda mescit açılmasını talep etti. Tartışmayı kendi açısından kapatan da Talim Terbiye Kurulu. Kurul eğitimde dinci gericileştirmenin sınırı olmadığını, öneriye mevzuattan dayanak bulup, yanıtlayarak gösterdi. 1977 tarihli genelgedeki “Bakanlığımıza bağlı okullarda ders saatleri dışında ibadetlerini yerine getirmek isteyen öğrencilere okul idarelerince mümkün olan kolaylıkların gösterilmesi gerekmektedir” ifadelerini

hatırlatan Kurul, din kültürü öğretmenlerinden mescitler için harekete geçmesini istedi. Havan dövücünün hınk deyicileri zaman kaybetmedi. Afyon İl Milli Eğitim Müdürü Metin Yalçın çok geçmeden, genelgeyi gösterip, Valilliğe başvurdu. Vali Yardımcısı Ali Muhiddin Varol da 17 ilçe kaymakamına ve okul müdürlerine genelgenin aktif hale getirilmesine, hayata geçirilmesi talimatı verdi. Öneri sahibi Emrullah Aydın sevincini şöyle paylaştı: “Yazıda ilkokul, ortaokul sınırlaması olmadığı için ilkokul, ortaokul ve lisede de açılabilir. Sınırlama yapılmaması çok iyi olmuş. Çünkü ilkokul çocuklarımızı dinen reşit

olmasalar da okullarda görev yapan öğretmen, idareci, hizmetli ve memurlar var. Afyon’daki ışık dalga dalga yayılacak.” BU İŞİ OKULA BIRAKMAYIN “Afyon’daki ışık dalga dalga yayılırken”, camiler de eğitim kurumu gibi kullanılmaya başlandı. Niğde İl Milli Eğitim Müdürü Celalettin Ekinci, ilkini Bağlama’da yapmak üzere vatandaşı camiye çekmek için camilerde veli toplantısı yapmaya başladı. Okunan Kuran’ın ardından Ekinci projelerini anlattı. Eğitimin içinde ailenin olması gerektiğini söyleyen Ekinci “Bu işi sadece okula bırakırsak hiçbir başarı elde edemeyiz” dedi. Ekinci, velilerle görüş alışveri-

şinde bulunmak için yaptığını söylediği toplantılar için ilahiyat fakültesi mezunu öğretmenler ve idarecilerden de faydalanacaklarını da duyurdu. “Hep doktor, avukat mı yetişsin?” diye soran Ekinci, “Çocuklarımızı camiiye gönderelim temiz yetiştirelim. Camilerde çizgi filim izletip çocuklarımıza hadisler okuyalım” dedi. Ancak, camiden ve belediyeden yapılan anonslara, okulllara asılan ilanlara rağmen Ekinci, beklediği sayıyı karşısında bulamadı. Bağlama halkı, camilerin eğitim yeri olmadığını düşündükleri için Müdür’e tepkilerini “toplantı”ya katılmayarak gösterdi. Her Cuma 300400 kişinin doldurduğu cami o gün 30-40 kişiyi ağırladı.

‘Okulumuzu imam hatip yaptırmayacağz’’ Okul sütünden değil psikolojikmiş G

eçen yıl dağıtılmaya başlanmasıyla çocukları zehirlemesi bir olan “okul sütü”, ikinci dönem itibariyle yeniden dağıtılmaya başlandı. Şimdilik, çocuklar akın akın hastanelere koşmuyor ama kimi bölgelerde çocuklar süt içtikten sonra benzer rahatsızlıklardan şikayet ediyor. Manisa Muradiye’de 3’üncü sınıfta okuyan dört öğrenci okul sütünü içtikten sonra mide bulantısı ve kusma şikayetleri üzerine hastaneye götürüldü. Kilis’te Kemaliye İlköğretim Okulu’nda okuyan 12 öğrenci aynı şikayetler üzerine tedaviye alındı. Aydın’ın Kuşadası ilçesinde okul sütü içen 12 öğrenci daha hastaneye taşındı. Çocukların zehirlenmediği, rahatsızlığın nedeninin psikolojik olduğu iddia edildi. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu bu haberlerden sonra bir açıklama yaparak, vakalarda zehirlenmeye rastlanmadığını bildirdi.

Önce okul açılsın diye uğraştılar, şimdi de okulun imam hatip yapılması kararına karşı direnişteler. Okul önünü eylem alanına çeviren Gültepe İlkokulu velilerinin boykotuna gerici faşistler saldırdı. Veliler mücadeleye devam dedi ‹stanbul’un Ka¤›thane ilçesine ba¤l› Gültepe ‹lkokulu’nda sorun da direnifl de bitmiyor. Ka¤›thane E¤itim Hakk› Meclisi iki y›l boyunca inflaat› bitirilemeyen Gültepe ‹lkokulu’nun tamamlanmas› için geçen sene bafl›nda eylemler yapm›flt›. Okul geçen y›l›n ikinci döneminde aç›ld›. Bu y›l, birinci dönemin ortalar›nda veliler, okulun imam hatip yap›laca¤›

haberini ald›. Karne günü eylem günü oldu. Veliler, ö¤renciler hep birlikte okullar›n›n imam hatip yap›lmamas› için Mili E¤itim’i uyard›. Okul müdürü ile görüflen veliler, “bilmiyoruz” yan›t›n› ald›. ‹lçe Milli E¤itim Müdürü’nü aray›nca, müdür söylentilerin as›ls›z oldu¤unu, okulun ikinci dönem ilkokul olarak e¤itime devam edece¤ini söyledi.

SAĞLIKSIZ KOŞULLARDA 57 BİN KUTU BULUNDU Yetkililer, bir kez daha “zehirlenme”yi gündeme getirmemek için dört koldan açıklama yapsa da boş bir arazide güneş altında bekletilen 57 bin kutu sütün hesabını vermekten kaçındı. Marmaris’te rastlanan 57 bin kutu süte el konuldu.

Müdür hakl›yd›, ikinci dönem okul imam hatip yap›lmad› ancak 1 Mart’ta ö¤renildi ki okul seneye imam hatip olacakt›. Bunun üzerine veliler, söylentinin ortaya ç›kmas›ndan beri toplad›klar› 2000 imzay› önce ‹lçe Milli E¤itim Müdürlü¤ü’ne daha sonra Kaymakaml›¤a götürdü. 4 Mart’ta da bir bas›n aç›klamas› yapan veliler, direnifle geçtiklerini ilan etti. AKP’nin 4+4+4 e¤itim modeli yüzünden okullar›n›n imam hatipe dönüfltürüldü¤ünü söyleyen veliler, “Okuluma dokunma, “Gültepe ‹lkokulu imam hatip olmayacak”, “Çocu¤una, gelece¤ine, okuluna sahip ç›k, e¤itim hakk›m›z engellenemez” sloganlar›n› att›. Dersteki çocuklar da defter yapraklar›ndan yapt›klar› dövizleri pencerelerden göstererek eyleme destek verdi. Her gün okul önünde bildiri da¤›tan veliler 6 Mart’ta bir boykot eylemi gerçeklefltirdi. Gerici faflistler demir sopalarla velilere ve çocuklara sald›rd›. Veliler sald›r›y› püskürttü, 2 kifli yaraland›.

YÖK Yasası kağıtta kalacak eni YÖK yasası Milli Eğitim Bakanlığı’nda yapılan bir takım değişikliklerin ardından Tayyip Erdoğan’ın masasına gönderildi. YÖK yasası ile özel olarak ilgileneceklerini açıklayan Tayyip Erdoğan, bir anlamda üniversitelerin ticarileştirilmesinde yeni ve sert bir dönüşümün yapılacağını ifade etmiş oldu. Yeni YÖK yasasını ‘çağın koşullarına uygun değil’ diyerek eleştiren Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı YÖK’ün bakanlığa gönderdiği taslakta kısmi değişiklikler yaptı. Yapılan değişiklik, üniversitelerdeki bazı bölümlerin sürelerinin azaltılmasını bazılarının ise artırılmasını hedefliyor. Sosyal bilimlerden Hukuk, Sosyoloji, Tarih, Psikoloji ve Coğrafya bölümlerinin eğitim süresi 3 yıla indirilirken Mühendislik ve Eczacılık bölümleri 5 yıla, Mimarlık Diş Hekimliği ise 6 yıla çıkarılıyor. Nabi Avcı’nın ‘çağa uygun değil’ sözünün perdesi bu değişiklikle kısmen aralanmış oldu. Bu değişiklikle üniversiter sistemin temelleri arasında yer alan sosyal bilimlerin değersizleştirilmesi hedefleniyor. Bu hedefin yükseköğretimdeki piyasalaştırma süreciyle doğrudan bağlantısı var. Çünkü sermaye, üniversitelerde kendisine kar sağlayacak olan bölümlerde uzmanlaşmayı, piyasa açısından hiçbir değeri olmayan bölümlerde ise ya bu bölümlerin kapatılmasını ya da değersizleştirilmesini istiyor. Yasada üniversitelerde AKP’nin ve sermayenin iktidarını sağlamlaştıracak ve yerleşik hale getirecek olan “Üniversite Konseyi” temel varlığını koruyor. YÖK’ün tüm idari yapısı siyasi iktidarın egemenliğine göre düzenlenirken YÖK bünyesinde oluşturulacak olan daire başkanlıkları aracılığıyla YÖK’ün yükseköğretimde neoliberal programı uygulama noktasında uzmanlaştırılması hedefleniyor. Bilim insanlarını U¤ur güvencesiz ve performansa Gümüflkaya dayalı koşullarda istihdam etmeyi hedefleyen dönüşümler Ö¤renci yasanın en yıkıcı bölümleri Kolektifleri arasında. Yasanın en vurucu maddesi: özel üniversiteler. Sermaye temsilcileri özel üniversitelerin daha rahat açılmasını, YÖK’ün denetiminden oldukça bağımsız olmasını ve özel üniversite açılabilmesinin daha fazla teşvik edilmesini talep ediyor. Sonuç olarak Tayyip Erdoğan’ın ‘özel olarak ilgileneceğiz’ dediği yeni YÖK yasası, sermaye ve siyasi iktidar lehine daha uzmanlaştırılmış biçimde gündeme getirilecek. Elbette yukarıda ifade edilenler kağıt üstünde duruyor. Çünkü yeni YÖK yasasına karşı gençlik hareketinin etkili, kitlesel, militan direnişleri oldu. YÖK’ün hedefine göre 2012’nin sonunda, önerilen metnin yasalaştırılması öngörülüyordu. Bu öngörü gerçek kılınamadı. Bunun çok açık iki nedeni var. Birincisi AKP’nin üniversite politikaları karşısındaki gençlik hareketinin etkili direnişi. Yazın yapılan harçlara karşı kitlesel gösteriler, 9 Kasım’daki Ankara mitingi, 25 Aralık’ta ülke çapındaki “YÖK Yasası’na Hayır” eylemleri, bakan, YÖK üyeleri ve sermaye temsilcilerinin üniversite ziyaretlerine yönelik protestolar ve en nihayetinde ODTÜ direnişi, işgaller, boykotlar, rektörlük kuşatmaları... Ve tabii asistanların güvencesizliğe karşı direnişleri... Yeni yasa metninin hala kağıt üzerinde olmasının en temel nedeni bu direnişler. Metnin yasalaşmamasının ikinci sebebi ise sermayenin YÖK’ün hazırladığı metinden memnun olmaması. Sermaye temsilcileri yasa metnini sürekli eleştirip, piyasa için daha işlevli kılınmasını talep etti. Sermayenin bu talebinin Başbakanlık’taki ‘özel çalışma’ ile karşılanacağının altını bir kez daha çizmekte yarar var. Yani YÖK yasası rafa kaldırılmış değil. Tersine daha özel ve sert bir biçimde meclise getirilecek. Gençlik hareketinin direnişi ise devam edecek. Gençlik hareketinin bu direniş sürecinde YÖK yasasındaki Üniversite Konseyleri’ni, özel üniversiteleri ve harçların geri getirilmesini özel olarak hedef tahtasına oturtacağından şüphe yok. Her üniversite bir direniş alanına çevrilecek. ODTÜ direnişi ve ardından gelişen eylemler gençlik hareketinin AKP karşısında nasıl bir güce ve toplumsal etkiye sahip olduğunu gösterdi. Gençlik hareketi AKP’nin YÖK yasası ile simgeleşen yeni dönüşüm dalgasına karşı direnişe hazır. Yeni YÖK yasası gençlik hareketinin direnişi ile kağıtta kalacak!

Y

İki hoca, tek ders: ‘Mücadele edin’

K

Veliler: Bakanlık Sarıyer’i bilmez, biz biliriz! N

e velilere soruldu ne öğretmenlere… Sarıyer Mehmet İpgin İlköğretim Okulu ortaöğretime dönüştürüldü. Veliler 27 Şubat’ta toplandı, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne doğru yol aldı. İlçe Milli Eğitim Müdürü olmadığı için Şube Müdürü Mehmet Akgündoğdu ile görüşen veliler, okulları değişirse taşımalı eğitim sistemine geçmek zorunda kalacaklarını anlattı. Bu kararın bakanlıktan gelen bir karar olduğunu, ellerinden bir şey gelmeyeceğini söyleyen Akgündoğdu, evlerine belli kilometreden fazla uzaklıktaki okula giden öğrenciler için taşıma ve

gıda masraflarının bakanlık tarafından karşılanacağını söyledi. Veliler topladıkları imzaları vermek isteyince Şube Müdürü, dilekçeleri almak istemedi. Dedi ki: “Siz yüzbin tane de dilekçe verseniz kanunu değiştiremezsiniz. Ancak milletvekili seçilirsiniz, iktidara gelirsiniz, yumruğunuzu masaya vurursunuz ve dersiniz ki ben bunu kabul etmiyorum, bu okul dönüştürülemez .” Veliler müdürü şöyle yanıtladı: “Bakanlık, valiliğe, valilik il milli eğitim müdürlüğüne, o da ilçe milli eğitim müdürlüklerine emir verir. Bakanlık Sarıyer’i

bilmez, ama bizler biliriz. Talebimizi il milli eğitim müdürlüğüne bildirmenizi istiyoruz.” Görüşmenin ardından Halkın Sesi’ne konuşan veliler, niçin mücadele ettiklerini anlattı. Çocuğu birinci sınıfta okuyan Arzu Kodan, milli eğitimin adres gösterdiği Atatürk İlköğretim Okulu’nun depreme dayanıksız olduğunu ve yaşadıkları Büyükdere Mahallesi’ne uzak olduğunu söyledi. DENEME TAHTASI MI? Veli Aysun Sevimli de eğitim sisteminin deneme tahtasına döndüğünü söyleyerek sitem etti.

Sevimli’nin anlattıkları, öğrencilerin ilk defa mağdur edilmediğini gösterdi: “Bu taşınma veya taşınmama meselesi değil. Bu sene 4+4+4 var, seneye bu olmayabilir, başka bir neden bulurlar. 2 yılda 3 yılda bir değişen bu eğitim sisteminde bugün okul değişir, kıyafet değişir, ders müfredatı değişir. Yarın ne olacağı belli değil. Serbest kıyafet gdediler, çocuklarımızın sürekli boyları uzuyor, gittik bir şeyler aldık, iki ay boyunca serbest kıyafetle gidildi okula, şimdi tekrar ‘forma giyeceksiniz’ diyorlar. Bu sistemle alakalı bir şey, okulun değişmesiyle alakalı değil.”

ocaeli Üniverisitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Seydi Çelik hakkında öğrencilerine derste Komünist Manifesto'yu okuttuğu, Michael Moore'un 'Sicko' ve 'Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi' belgesellerini izlettiği gerekçesiyle şikayette bulunuldu. YÖK ifadesinin alınmasını istedi. Öğrencilerine bir mektup yazan Çelik, “Ben siyasal bilgiler fakültesinde bütün siyasi fikirlerin tartışıldığını düşünüyordum, demek YÖK öyle düşünmüyormuş. Utandım. Bilim adına,

özgür üniversite adına utandım. Kendim için değil, sizler için üzüldüm sevgili öğrencilerim” dedi. Hemen ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin simge isimlerinden Prof. Dr. Semih Gemalmaz, daha fazla baskı altında çalışamayacağını göstererek veda dersi yaptı. Gemalmaz, “İki meslektaşımıza soruşturma açıldı, YÖK kanun tasarısına ilişkin düşüncelerini açıkladıkları için. Sahip çıkmanız gerekene sahip çıkın. Korkmayın. Hocam aman soruşturma açarlar. Açarlarsa açarlar. Mücadele edersiniz” dedi.


8

EMEK 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

‹flçi hareketinin gelece¤i enizin üzerindeki dalgaların köpüğünden görünmüyor belki. Zira bütün yüzeyi kaplamış durumda köpükler. İşçiler dışında herhangi bir kesim birazcık protest bir harekette bulunsa medyamız kendilerinin hükümet yalakası olmadığını gösterme fırsatını verdiği için bu kesimlerin tepkilerini seve seve gündemine alıyor. Ama işçi mevzusu olunca ya göçük altında kalacaksın ya da yaptığın eylemi gözlerine sokacaksın ki görmezlikten gelemesinler. Zira işçi muhalefetinin adı bile kapitalizm için ürkütücü, tarihten gelen derin korkuları hatırlatıyor sermaye sınıfına ve devletine. Yüzeyde işçiler dışında herkesin hareketliliği görülüyor. Kürt hareketini saymazsak kadınlar, çevreciler, öğrenciler herkesin hoşgörüsüyle karşılanıyor… Oysa dipte başka bir kıpırtı var. İşçi sınıfı yeniden, yeniden etrafına duvar örülmeye çalışılırken bu duvarları yıkmaya gayret ediyor. Türkiye’nin pek çok yerinde irili ufaklı işçi direnişi sürüyor. Üstelik bazı direnişler işçilerin elini kolunu bağlasın diye kurulan sendikalara rağmen sürüyor. Zira sınıfın doğasında (kendiliğinden bilinç) sermaye karşıtı bir duruş kendini var edebiliyor. Devletimiz metal sektöründe Türk Metal sendikasını ne yapıp ne edip “esas oğlan” mertebesinde tutmaya çalışıyor ama metal işçisi Türk Metal’e rağmen zincirlerini kırıp atmak istiyor. Bursa bölgeTufan sinde metal işçilerinin sarı Sertlek sendikaya karşı tavrı artık gizlenmiyor. Öldürücü vuruş Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu başka bahara kaldı ama sendika ağaları işçinin yumruğunu sürekli tepelerinde hissediyorlar. BMC’de aylardır maaşlarını alamayan işçiler sendikanın uzun süren oyalamalarının ardından eylem kararı aldılar. Sendika bundan sonra işin önünde duramayınca önüne geçmeye çalışıyor. Adıyaman’da HAK-İŞ’e bağlı Öz İplik-İş Sendikası’na üye olan işçiler işten atıldılar ve 1 aydır direnişlerini sürdürüyorlar. Üstelik oturma eylemindeyken polisin şiddetine maruz kaldılar. HAK-İŞ hükümetin koltuk değneği gibi çalışıyor ama işçiler uğradıkları bir haksızlık karşısında kendi bağımsız tavırlarını alabiliyorlar. Ülker’in ortağı olduğu Cargill’de işçiler Öz Gıda İş’e üye oldukları için çeşitli baskılara maruz kaldılar ve aylardır mücadelelerini sürdürüyorlar. Mersin’de liman işçileri işten atılan arkadaşlarını yalnız bırakmadıkları için askeri araçlarla kuşatılarak sindirilmeye çalışılıyor. Her türlü olağanüstü hal uygulamasına rağmen liman eylem alanı haline gelmiş durumda. Tuzla’da deri işçileri 64 gündür direnişlerini büyük bir sabır ve kararlılıkla sürdürüyor. Bugün bütün işçi örgütlerinin üzerinde durması gereken konu, işçi hareketinin bundan sonra nasıl bir hareket tarzına sahip olacağıdır. Kendi haline bırakıldığında işçi mücadelesi basit bir ücret meselesine sıkışıp kalıyor, böyle olunca ücret meselesini de halledemiyor. Tarihsel bilincimiz bize göstermiştir ki işçilerin talepleri ancak bir sınıf olarak örgütlendiğinde ve siyasallaştığında gerçekleşebiliyor. Siyasallaşmamış bir işçi hareketinden sermaye korkmuyor, en iyi durumda sadaka kabilinden iyileştirmelerle oyalama yoluna gidiyor. Yeni bir emek hareketinin dinamikleri nelerdir, bu dinamikleri nasıl mücadeleye sevk edebiliriz ve nasıl örgütleyebiliriz konusunu enine boyuna tartışmamız gerektiği çok açık. Şimdilik hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını ve eskiden olduğu gibi gitmeyeceğini söyleyebiliyoruz. Ama nereye, nasıl gideceğimizi, işçi mücadelesine gönül verenler olarak hep birlikte tartışmaya ihtiyacımız var.

D

İnşaatların çatlayan temeli A

KP’nin başlattığı kentsel yıkım programı yeni yapılan konutlarla inşaat sektörünü giderek hareketlendirdi. Hareketlenen sektörde, büyük borçların altına giren şirketler, borç yığınını evleri satın alanları mağdur ederek ya da işçinin ücretini vermeyerek eritmeye çalışıyor. Ücreti verilmeyen işçilerse eylem yapıyor. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Kent Konut AŞ bünyesinde faaliyet gösteren taşeron Ekşioğlu fir-

ması da işçilerin alacaklarını vermedi ve işçileri ancak 1 buçuk yıl oyalayabildi. İşçiler 1 Mart günü şirket binası önünde eylem yapınca şirket ödeme yapacağını söyledi. Reklamlarında Real Madrid teknik direktörü Jose Mourinho’yu oynatan Sinpaş, İstanbul Samandıra’daki inşaatlarında çalıştırdığı 100 işçinin ücretini ödemeyince işçiler iş bırakarak eylem yaptı. İşçilerin 26 Şubat’ta yaptığı eylem sonuç verdi ve Sinpaş yetkilileri işçilerin ücretlerini ödemek zorunda kaldı.

TAfiERON ‹fiÇ‹S‹ DE⁄‹L SA⁄LIK ‹fiÇ‹S‹Y‹Z

‘Sendika üyesiyiz’ Sendika üyelikleri yok sayılan taşeron işçiler ‘sağlık işçisiyim, Devrimci Sağlıkİş üyesiyim’ diyerek sendika hakları için referandum sandıkları kurdu gerçekleştirdikleri irade beyanını mahkemeye taşımayı düşündüklerini ifade etti.

ALP TEK‹N BABAÇ

S

endika üyelikleri yok sayılan, hastanelerde taşeron şirketler bünyesinde çalıştırılan Devrimci Sağlık-İş üyesi sağlık işçileri, referandum sandıklarını kurmaya başladı. Sağlık işçileri, hastane bahçelerinde kurulan sandıklarda oy pusulası olarak hastane kimliklerini kullandı. Referandumlara tabip odaları ve SES üyeleri de destek verdi. İlk referandum 26 Şubat günü Diyarbakır’daki Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde gerçekleştirildi. Yoğun ilginin olduğu referandumda tüm sağlık işçileri “hastane kimlikleri”ni kullandı. Diyarbakır’ın ardından 28 Şubat günü referandum sandıkları 28 Şubat günü İstanbul’daki Şişli Etfal Hastanesi’ndeydi. ‹RADE BEYANIMIZI MAHKEMEYE SUNACA⁄IZ Şişli Etfal Hastanesi’ndeki referanduma da yoğun ilgi vardı. Referandum öncesi

yapılan açıklamalara SES üyelerinin yanı sıra hastalar ve hasta yakınları da katıldı. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu bir konuşma yaparak üyelerinin yok

sayılmasını mahkemeye taşıdıklarını, 11 Nisan’da konuyla ilgili görülecek duruşmaya kadar taşeron işçinin emeği, kimliği ve hakları için mücadeleyi sürdüreceklerini belirtti.

Çerkezoğlu ülke çapında örgütlü oldukları tüm hastanelerde sembolik referandumlar yaparak taşeron işçilerin sağlık işçisi ve sendika üyesi oldukları yönünde

SEND‹KA HAKKI ‹Ç‹N REFERANDUM Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 23 Ocak günü yayımladığı sendika istatistiklerine göre Dev Sağlık-İş’in 1234 üyesi görünüyor. Konuyla ilgili Halkın Sesi’ne konuşan Devrimci Sağlık-İş Genel Sekreteri Gürsel Kaya, noterden onaylı 11 bine yakın üyeleri olduğunu söyledi. Hastanelerde çalışan üyelerinin taşeron şirketler tarafından SGK’ye farklı işkollarında bildirildiklerini ve bu yüzden üyeliklerinin düştüğünü ifade eden Kaya, bazı üyelerinin farklı kentlerde çalışıyormuş gibi SGK’ye bildirildiğini tespit ettiklerini söyledi. Ülkede taşeron şirketlerde çalışanların sayısının 1 milyonu geçtiğini belirten Kaya, uygulamanın bir milyondan fazla taşeron işçinin sendika hakkını gasp ettiğini söyledi.

Farabi’de direniş sürüyor

K

aradeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi’nde sağlık işçilerinin işlerine geri dönmek için başlattıkları direniş, güvenlikçilerin saldırılarına rağmen sürüyor. KTÜ Rektörlüğü, taşeron şirket ihalesinde personel eksiltmesine gittiği için işten çıkarılan işçilere saldıran güvenlikçiler işten çıkarılmayan taşeron işçilerden oluşuyor. Dev Sağlık-İş ve SES öncülüğünde direnişe geçen işçilerin kurduğu çadıra 13, 15, 18, 26 ve 28 Şubat tarihlerinde güvenlikçiler saldırdı. İşçiler “Direnişe devam” dedi.

Haydi çocuklar ağır işe

‘Sendika olmadan olmaz’

Ç

Z

alışma Bakanlığı, “Çocuk ve Gençlerin Çalışma Usullerini Düzenleyen” yönetmeliği değiştirerek, ağır işlerde çalışma yaşını 16’ya indirdi. Resmi Gazete’de 17 Şubat günü yayımlanan değişiklikle, 16 yaşından gün almış çocukların kiremit, tuğla ve plastik imalatı gibi işlerde çalıştırılabilmesinin önü açıldı. Yeni düzenlemede, “ağır ve tehlikeli iş” tanımı da kaldırıldı. “Çocuk ve genç işçilerin çalıştırılamayacakları işler” başlıklı liste de, “16 yaşını doldurmuş fakat 18 yaşını bitirmemiş genç işçilerin çalıştırılabilecekleri işler” şeklinde değiştirildi. Düzenlemeyle birlikte “16 yaşını doldurmuş fakat 18 yaşını bitirmemiş genç işçilerin çalıştırılabilecekleri işler” listesinde kiremit, tuğla ve ateş tuğlası işleri ile parafin ve plastik imalatı, selüloz üretimi işleri olarak sıralandı. Düzenlemede ayrıca “Yaş kayıtlarına bağlı olarak müsaade edilen işlerden olsa dahi güvenlik açısından riskli, sağlığa zararlı ve meslek hastalığına yol açacak işlerde 18 yaşından küçükler çalıştırılmamalı” ifadesi de yer aldı.

Enerji-Sen yedi yaşında D

İSK Enerji-Sen’in 7. Kuruluş Yılı Şenliği 27 Şubat günü gerçekleştirilen konserlerle kutlandı. Direnişteki Nakliyat-İş ve Dev Sağlık-İş üyeleri de konsere katılarak Enerji Sen’e destek verdi. Son iki yılda Türkiye çapında ses getiren direnişler örgütleyen Enerji-Sen, direnişlerde edindiği paylaşım ve dayanışma kültürünü şenliğine de yansıttı.

ENERJ‹ ‹fiÇ‹LER‹ KOROSU Gecede en çok alkışı İstanbul BEDAŞ ve Adana TEDAŞ işçilerinin oluşturduğu koro aldı. Onur Akın’ın yanı sıra enerji işçilerini

direnişlerinde yalnız bırakmayan Pınar Aydınlar ve Bandista da gecede eserlerini seslendirdi. Etkinlik, Enerji-Sen’in mücadele mesajıyla son buldu. ENERJ‹ SEN, 3. GENEL KURULA DO⁄RU Enerji-Sen’in 3. Olağan Genel Kurulu 9-10 Mart tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilecek. Genel Kurul, Su Gösteri Sanatları Sahnesi, İskender Paşa Mahallesi, Vezirçeşmesi Sokak, No: 3/A Aksaray Fatih. (Pertevniyal Lisesi Arka Sokağı).

Devlet kapısında grev BES, 27 Şubat’ta ülke genelinde ‘güvenceli iş insanca yaşam’ için grev yaptı. Adliyeler, vergi daireleri, SGK daireleri çalışmadı

K

onguldak Kozlu’da 7 Ocak günü meydana gelen ve 8 işçinin hayatını kaybettiği iş kazası sonrasında “Sendika olmadan ocağa inmeyiz” diyen madenciler önemli bir kazanıma ulaştı. İşçilerin Genel Maden-İş’e üye olmasını engellemek için “Biz maden şirketi değil inşaat şirketiyiz” diyerek Bakanlığa başvuran Star İnşaat, sendikanın toplu iş sözleşmesi için yetki başvurusuna da itiraz etmişti. Mahkeme 2 Mart’ta işçilerin maden işçisi olduğuna karar verirken şirket de yetki itirazı geri çekti.

ESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) 27 Şubat’ta hizmet üretiminden gelen gücünü kullandı. BES üyeleri şu taleplerle greve çıktı: “Vergi politikalarının yaratmış olduğu adaletsizliğe karşı vergide adalet, kamuda ücret adaletsizliğini derinleştiren 666 sayılı KHK'ya karşı eşit işe eşit ücret, ek ödemelerin emekli aylığına dahil edilmesi, performans ve rotasyon uygulamalarına son verilmesi, güvenceli iş güvenli gelecek.” Türkiye’nin birçok kentinde adliyeler, vergi daireleri, defterdarlıklar, SGK binaları çalışmadı. BES üyeleri, sabahın erken saatlerinde “Bu işyerinde grev var” pankartı astıkları işyerleri önünde bir

araya gelerek tüm kamu emekçilerini greve çağırdı. Kent meydanlarında yapılan yürüyüşlerin en kitleseli Ankara’da gerçekleşti. Ulus’taki vergi dairelerinde iş bırakan kamu emekçileri Ankara Adliyesi Üzerinden Kızılay’a, oradan da Maliye Bakanlığı’na yürüdü. Bakanlık önünde kamu emekçilerinin sayısı 3 bini geçti. Greve Kamu Sen’e bağlı Türk Büro Sen de destek verirken AKP’li MemurSen’e bağlı Memur Büro Sen ise grevi kırmaya çalıştı. Vergi Haftası’nda gerçekleştirdikleri grevden sonra BES, 2013 Bütçesi’nin açıklandığı 2012’nin Kasım’ında bu yana sürdürdüğü eylem programına devam edeceğini açıkladı.

‘İş kazası değil iş cinayeti’

3

Mart 1992’de 263 işçinin hayatını kaybettiği Kozlu’daki grizu patlamasının yıl dönümünde TMMOB, “İş cinayetlerine karşı mücadele” etkinlikleri düzenledi. İzmir ve İstanbul’daki etkinliklerde “Önce insan, önce sağlık, önce iş güvenliği” vurgusu öne çıktı. 23 Şubat’ta da Davutpaşa ile OSTİM-İvedik patlamalarının davaları vardı. Davutpaşa davasında Zeytinburnu Belediye Başkanı “tek tek işyerlerini denetleyecek değilim” derken OSTİM ve İvedik ile ilgili bilirkişi raporunun henüz tamamlanmadığı öğrenildi.


9

SERMAYE 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

Başkente büyük bela UMAR KARATEPE

S

abancı Holding’e bağlı Enerjisa’nın hisselerinin yüzde 50’sinin satılması Ankaralıları yakından ilgilendiren bir belanın habercisi gibi. Çünkü Enerjisa Başkent Elektrik’in sahibi ve hisseleri alan Alman E.ON şirketi Avrupa’da fahiş faturalarla ve yolsuzluklarla nam yapmış bir tekel. Şirketin hisselerinin yüzde 50’sine sahip olan Avusturya'nın elektrik enerjisi şirketi Verbunda, bu hisseleri dünyanın en büyük özel elektrik ve doğalgaz şirketlerinden birine, Alman E.ON'a devretti. Karşılığında da Avrupa’da çeşitli enerji santralleri aldı. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) da Ocak ayı sonunda bu devir işlemini onayladı. E.ON, bu devir işleminin gerekçesini açıklarken Türkiye pazarının kendileri için yaratacağı fırsatlardan bahsetmişti. E.ON’un Avrupa’daki enerji üretim santrallerini satarak, Türkiye pazarına yönelmesinin başlıca nedenleri arasında, Ankara’nın enerji dağıtımına da yüzde 50 oranında ortak olma hevesi yatıyor. Başkent Elektrik 2008 yılında 1.2 milyar dolara Enerjisa’ya satılmıştı. E.ON'un CEO’su Johannes Teyssen, Aralık ayındaki devir teslim töreni sırasında yaptığı açıklamada

Başkent Elektrik şirketinin yeni ortağı, fahiş zamlarla, fatura usulsüzlükleriyle Avrupa’da nam salan enerji tekeli E.ON

“Türkiye enerji piyasasını çekici kılan” nedenlerin başında şunu göstermişti: “Türkiye çok büyük bir pazar ve pazar bu hızlı ekonomik büyüme sayesinde daha da büyümektedir. 2015 yılına daha liberal bir pazar olma yolunda ilerliyor ve inanılmaz

‘İhanet kriterleri’ enerjide geçerli mi?

derecede büyük bir talep potansiyeline sahip. Türkiye yatırım yapmak için mükemmel bir lokasyon haline gelmekte.” TAM ANLAMIYLA TEKEL İki enerji şirketinin birleşmesiyle 2010 yılında

Baflbakan Tayyip Erdo¤an, köprü ve otoyollar›n özellefltirme ihalesinin iptal edilmesinin gerekçesi olarak “7 milyar›n alt› vatana ihanettir” dedi. Erdo¤an “ucuza gitti¤i için iptal ettik” mesajlar› verse de gerçe¤in tamam› bu de¤il. Malezyal› orta¤› ile anlaflmazl›k yaflayan Ülker’in iptali istedi¤i iddialar› dile getiriliyor. Murat Ülker’in iptal sonras› yak›n çevresine “fiükür çok borçlu bir adam olacakken flimdi rahatlad›m!” dedi¤i bas›nda yer ald› ve yalanlanmad›.

kurulan ve hızla büyüyen E.ON, şu anda yıllık geliri 100 milyar avro civarında. E.ON son 5 yılda 8 milyar avroluk yatırım yaptı. 30 ülkede enerji sektöründe belirleyici bir konuma yükselen E.ON, ABD’de ve Rusya'da santraller kurdu,

geçen yıl da Brezilya’da santral inşaatına girişti. E.ON, 2009 yılında Fransız GDF-Suez firmasıyla beraber kartel oluşturarak, tekelci avantajlar elde ettikleri gerekçesiyle Avrupa Komisyonu tarafından 1 milyar Avro para cezasına çarptırıldı.

‹hale iptalinde “ihanet” gerekçesinin inand›r›c›l›ktan uzaklaflmas›n›n en önemli nedeni AKP’nin sicili. TÜPRAfi 2004’te 1.3 milyar dolara sat›lm›fl, hükümetin savundu¤u bu ihale, sendikan›n açt›¤› dava üzerine iptal olmufltu. Ve ayn› TÜPRAfi 2006’da 4.1 milyar dolara sat›ld›. TEKEL'in içki bölümünü 2004'te 292 milyon dolara alan firma iki y›l sonra flirketin yüzde 90'›n› 810 milyon dolara satm›flt›. Benzer flekilde TELEKOM da 3-5 y›ll›k kar›na sat›lm›flt›.

ZAM VE HIRSIZLIKLA DOLU B‹R S‹C‹L E.ON tekel olmanın avantajlarını hep kullandı. Avrupa’da 2011 yılında doğalgaza yüzde 18, elektriğe yüzde 11 zam yaptı. Tepkiler üzerine 2012’de yaptığı indirim ise yüzde 6’da kaldı. E.ON’un 2013 yılında Ocak ayında enerji fiyatlarına yaptığı yüzde 9 civarındaki zam büyük tartışmalara neden oldu. E.ON’un zamlarının ardından birçok ailenin soğukta oturmayı tercih etmeye başladığına dair haberler Avrupa basınında yer buldu. E.ON 2012 yılının Kasım ayında da Britanya’da 4 milyon TL’ye yakın bir miktarı tüketicilerden fazla tahsil ettiği için 2011’de bu parayı geri ödemeye mahkum edildi. EL‹NDEN TUTUP S‹EMENS’‹N YÖNET‹M‹NE E.ON ile Sabancıların yolu daha önceden Alman tekeli Siemens’in yönetim kurulunda kesişmişti. Güler ve Hacı Ömer Sabancı, E.ON’un ve Bayer’in CEO’su olan Werner Wenning ile beraber Siemens’in yönetim kurulundalar. E.ON’un Enerjisa’nın yarısına sahip olacağının kesinleşmesinden bir ay sonra, Ocak ayı sonunda Sabancılar’ın Siemens yönetim kuruluna girmesi bir tesadüf gibi görünmüyor.

“‹hanet”kriterlerinin baflka ihalelerde uygulan›p uygulanmayaca¤› da henüz belli de¤il. 2010’daki ihalede 1.1 milyar dolara sat›lan ancak al›c›lar yükümlülüklerini yerine getiremeyince iptal olan Akdeniz Elektrik’in özellefltirmesi Aral›k 2012’de 546 milyon dolara sonuçlanm›flt›. Yar› yar›ya olan bu rakam, Özellefltirme ‹daresi’nin onay›n› bekliyor. Benzer flekilde Aral›k ay›nda 1 milyar 960 milyon dolara sat›lan Bo¤aziçi Elektrik 2010’da 2 milyar 990 milyon rakam›n› görmüfltü.

Çatlağın yeni adresi BDDK E 2 milyon yazarkasa Maliye’nin kapısına!

M

aliye Bakanlığı’nın yazarkasalara dair değişiklik tebliğiyle 2 milyon eski cihaz hurdaya çıkarken yaklaşık 3 milyar liralık bir piyasa oluşacak ve bu piyasada tek firma olacak. O firma Murat Sancak’a ait MT Grup. Ve Murat Sancak, Star gazetesini Erdoğan’a destek olmak için aldığını itiraf eden, Siirt AKP yönetiminde de yer alan Ethem Sancak’ın kuzeni. Kartların çekildiği pos makinesiyle yazar kasayı birleştiren yeni nesil cihazı tarif eden teknik şartname 2011 Mart ayında çıktı. Cihazların iki taraflı ekranı ve barkot okuyucusu olması şart koşuldu. Ne “tesadüf” ki bu özellikler sadece MT Grup’un şartname açıklanmadan 3 yıl önce tasarım çalışmalarına başladığı cihaza tıpatıp uyuyordu. Sonuç olarak Maliye Bakanlığı’ndan sadece bu firmanın cihazı onay aldı. Gelir İdaresi Başkanlığı’nın internet sitesinde “Yeni nesil ödeme kaydedici cihaz satıyorum diyenlere kanmayın. Bu konuda tek onaylı ürün MT’nin Vera Delta markalı ürünüdür” diye bir duyuru yayımlandı. Uygulamanın başlayacağı 1 Temmuz’a kadar diğer firmalar bu cihazı üretemeyeceklerini kabul ettiler ve meydan sadece MT Grup’a kaldı. Dönüşümün tamamlanmasının 2016’ya kadar süresi olsa da MT Grup’un pazarı büyük oranda kapatacağı kesin gibi. Nitekim Vatan Gazetesi’nden Ercan İnan’ın sorularını yanıtlayan Sancak, “Tasarımda geç kaldılar. Yani uyanamadılar. Bu saatten sonra geçmiş olsun demek lazım” dedi. KUMAR BORCUNU ÇIKARDI Murat Sancak 2011’de kumar borçları nedeniyle tefecilerin eline düşmesiyle adından söz ettirmişti. Kıbrıs’ta bir kumarhaneye 450 bin dolarlık iki çek vermiş ve çekler mafyaya düşünce başı belayı girmişti.

konomi Bakanı Zafer Çağlayan, küçük ve orta büyüklükteki sermayenin talebi üzerine sıklıkla dile getirdiği faizlerin düşürülmesine dair söylemlerinde hedef değiştirdi. Bir süre Merkez Bankası üzerinden bu mesajları veren Çağlayan şimdi de mesajını doğrudan bankalara vermeye başladı. Çağlayan, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nu (BDDK) da göreve çağırarak faiz indirimi istedi.

F‹NANSA BABACAN DESTEK Merkez Bankası’nın özerkliği vurguları ile Çağlayan’ın tersine görüş bildiren, uluslararası finans kapitalin faiz iştahına kol kanat geren Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, bu kez de BDDK’nın yetkilerinin sınırlarını çizdi. BDDK’nın faizerde “makro” değil “mikro” düzenlemeler yapabileceğini söyleyen Babacan, bu düzenlemelerle sadece tüketici kredilerinin caydırıldığını,

ticari kredilere, yatırım kredilerine ve konut kredilerine yönlendiren bir yaklaşım olduğunu söyledi. Babacan “İleride bunun dozajı değiştirilebilir. Tüketici kredilerini daha caydırıcı hale getirip ama yatırım kredilerini ticari kredileri daha cazip hale

getirecek bir kompozisyon sağlanabilir. Kurumlarımızın elinde” diyerek Çağlayan’ın “tez canlılığına” üstü kapalı eleştiride bulundu. Bankalara yönelik kimi sıkıştırma hamleleri de karşısında Babacan’ı buldu.

Rekabet Kurulu tarafından 12 bankaya yönelik inceleme başlatılması üzerine Babacan, Kurul’un bankalara “adil ve ölçülü” davranmasını istedi. Bu tutum, basında “Bankalara Babacan destek” gibi başlıklarla duyuruldu.

İktidara yanaşmak Şahenk’e yaradı Geçen yıl 2 milyar 600 milyon dolar olan servetini, bu sene 3 milyar 400 milyon dolara taşıyan Şahenk, Türkiye’nin en zengini

E

konomi dergisi FORBES Türkiye, bu yıl sekizincisini hazırladığı “En Zengin 100 Türk” listesini açıkladı. 2012’de en zengin ilk 100’de 35 dolar milyarderi yer alırken bu sene milyarder sayısı 44’e çıktı. 2009’da dolar milyarderi sayısı sadece 13’tü. Milyarder sayısındaki hızlı artış AKP’nin “başarısı” olarak dikkat çekici bir noktaya ulaştı. En zengin 100 kişinin serveti de yüzde 10’un üzerinde artış gösterdi. Böylece zenginler ile yoksullar arasındaki uçurumun daha da

açılması başarıldı. Bu başarıdan en fazla nasiplenenlerden biri de Ferit Şahenk oldu. Geçen yıl listede dördüncü sırada olan Ferit Şahenk, bu sene zirveye yerleşti. Şahenk’in bu tırmanışının en önemli sebebi iktidara yanaşması. NTV haber kanalının son 1-2 yılı bu yanaşmanın simge olaylarıyla dolu. Can Dündar, Banu Güven gibi muhalif isimleri kanaldan uzaklaştıran Şahenk, zaman zaman muhalif tonda bir içeriği olabilen Yazı İşleri programında da tahammül göstermemişti. Programı sunan ikiliden Mirgün Cabas, “beyaz yakalı erkeklerin dergisi” GQ dergisine sürülmüş ve kanalda motosiklet üzerinde gezi programları yapmaya başlamıştı. Olabilecek en ılımlı, en ürkek muhaliflerden biri olan Ruşen Çakır kızağa çekilmişti. NTV, Türkiye’yi güllük gülistanlık gösteren çizgisiyle alay konusu olmuştu.

TRT’de yandaş yağması

S

ayıştay’ın TRT ile ilgili hazırladığı bir raporunun 3 yıldır gizlendiği ortaya çıktı. Sayıştay’ın, TRT’nin reklam alma işini verdiği Veritas Medya ve Reklam Hizmetleri AŞ’nin kurumu 89.2 milyon TL zarara uğrattığını saptadığı rapor gizlendi çünkü şirketin AKP ve Cumhurbaşkanı Gül ile yakın ilişkileri bulunuyor. Firmanın, ödemelerini zamanında yapmadığı veya hiç yapamadığı, kurumun bu konuda firmaya herhangi bir yazılı ihtarının da bulunmadığı tespit edildi. Raporun gizlenmesi sonucu, 3 yıllık faiz ve cezalarla birlikte TRT’nin toplam zararı 150 milyon TL’ye ulaştı. Şirketle mahkemelik olan TRT sözleşmeyi feshederken 50 bin TL’ye kurulan şirketin büyük ortağı, 5 milyon TL’lik kar payı aldı.

Yanlış iktisat doğru öğrenilmez

B

oğaziçi Üniversitesi Öğrenci Kolektifi’nin, “Yanlış İktisat doğru anlatılmaz” sloganıyla kurduğu “İktisada Çıkış” atölyesi çalışmalarına başladı. Atölye, üniversitelerde iktisat bölümlerinde öğrencilere anlatılan liberal iktisadın dışına çıkışı, eşitlikçi bir bakış açısı oluşturmayı hedefliyor. Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsü'nde yapılacak atölyeye, dışarıdan da öğrenciler katılabilecek. 6 haftada 6 konuk ile gerçekleşecek “İktisada Çıkış” atölyesinin çağrı metni şu şekilde: “Onlar anlatadursunlar kitaplarında, derslerinde kapitalizmi; yüceltsinler istedikleri kadar eşitsizliğin kaçınılmazlığını; anlattıklarını sınamaya kalsınlar üzerimizde sınav kağıtlarıyla… Biz hala gerçeği görüyoruz ve bilinsin istiyoruz.”

EKONOMİ Ekonomi Yunanca kökenli bir sözcüktür. “Ev” anlam›ndaki "Oikia" ve “Kural” anlam›ndaki "nomos" köklerinden gelir, "ev yönetimi" anlam›ndad›r. Kavram› ilk kullanan Aristo’da ekonomi “ev ekonomisi” anlam›ndad›r ve geçimlik bir faaliyeti ifade eder. Günümüzde kullan›lan ekonomi kelimesi 18 ve19’uncu yüzy›ldaki “Ekonomipolitik” kavram›ndan gelir. Frans›zca kökenli bu kavram, politik olan, toplumsal olan ekonomiden bahseder ve köfle tafllar› ‹ngiliz düflünürlerce kurulmufltur. Ekonomi art›k politik s›fat›yla toplumsal bir içerikte ele al›nmaktad›r çünkü üretimin toplumsallaflt›¤› ve mülkiyetin belirli ellerde topland›¤› kapitalist toplumun bilimidir. Ancak iflçi s›n›f› politik bir güç olarak devreye girince, “politika” düzen için tehlikeli olmaya bafllam›fl ve “ekonomipolitik” saf “ekonomi”ye dönüfltürülmüfltür. Böylece ekonominin yasalar›, politika d›fl›, do¤al yasalar gibi gösterilmek istenmifltir.


10

DÜNYA 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

‘Neoliberalizm çöpe’ 7

iklim 5 kıta

Her gün bir eylem, her hafta bir grev! Sermayenin dayattığı neoliberalizm, Avrupalıların tepkisini büyüttü. Halkın sokaktaki mücadelesi Bulgaristan ve Slovenya’da hükümetleri devirdi kot” aşamasına sıçradı. Havayolu şirketi Iberia’daki işten çıkarmalara karşı “Her ay 5’er günlük grev” ilanı, diğer havayolu şirketlerinin tepkisine ve sermaye içi çıkar çatışmalarına yol açtı. Bütçe kesintilerinin “adalet kesintisi” anlamına geldiğini söyleyen yargıç ve avukatlar 20 Şubat’ta, güvencesizleşen sağlık çalışanları 21 Şubat’ta, maaşlarını alamayan temizlik işçileri 22 Şubat’ta greve gitti. 23 Şubat’ta “Yurttaşların Med Ceziri” mitinginde yüz binlerce işçi, kamu çalışanı, öğrenci ve işsiz buluştu. Benzer bir kitlesellik, bir gün sonraki askeri darbenin yıldönümü protestosunda da yaşandı.

ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

A

vrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, ocak ayı başında “Üç yıldır süren borç krizinde kötü günler geçti. Şimdi işsizliği gidereceğiz. Piyasalarda sıçrama yapmanın tam zamanı” diyerek sermayeye moral aşılamaya çalışmıştı. Ne var ki 1,5 ay sonra Avro Bölgesi’ndeki krizin bu yıl daha da derinleşeceğini, ülke ekonomilerinin daralacağını, Güney Avrupa ülkelerinde bütçe açıklarının artacağını söylemek zorunda kaldı. Draghi’nin söylemlerindeki çelişki, derinleşmesi bir türlü önlenemeyen neoliberalizmin krizinin kıtadaki taşları yerinden oynatmaya devam etmesinin bir sonucuydu. Mali sermaye egemenliğini pekiştirerek, yağmayı tüm kamusal alanlara yayarak, “geçici” denilen paketlerle halkların haklarını tırpanlayarak ve faturayı on yıllardır “refah içindeki” halklara keserek krizden çıkma planı tutmadı. 2008 başında yüzde 7,6 olan işsizlik oranı, ocak ayında yüzde 11,9’u bulan Avrupa’da, emekçiler yaşadıkları sorunlara sessiz kalmadı.

Hükümetleri devirmeye başlayan eylemlerin sloganı ise aynı: “Neoliberalizm çöpe!” KOMfiUDA GREV YILI Geleneksel işçi sınıfı ile sosyalist hareketlerin örgütlülüğünün pek çok Avrupa ülkesinden ileri olduğu Yunanistan yeni yıla grevlerle girdi. Metro ve liman işçilerinin grevleri, polis saldırıları ile durdurulmak istendi. İşçi konfede-

rasyonları, 40 yıl önceki cunta döneminde uygulanan ve greve çıkan işçilerin işten atılmasını ve yargılanmasını sağlayan Seferberlik Yasası’nın yeniden yürürlüğe konulmasına karşı 24 Şubat’ta genel greve gitti. 17-24 Şubat tarihleri arasında belediye işçileri toplu işten çıkarmalara karşı bakanlıkları işgal etti, emekliler “mezarda emekliliğe”, tarım işçileri tarım politikalarına karşı sokakları dol-

durdu. ‹SPANYA’DA HER GÜN EYLEM İspanya’da meclis çoğunluğunun avantajıyla kemer sıkma paketlerini tereddütsüz uygulayan Halk Partisi, sokakta ise hemen hemen her gün yeni bir direnişle karşı karşıya kalmaya başladı. Öğretmen, veli ve öğrencilerin yaklaşık 9 aydır ortak yürüttüğü eğitim hakkı mücadelesi, “haftalık boy-

DALGA GÜNEYDEN KUZEYE KAYIYOR Güneydeki dalga, kuzeye doğru da kaymaya başladı. Almanya’daki havayolu işçileri, işten çıkarmalara karşı ocak ayında yaptıkları grevi 18 Şubat’ta yineledi. Otomotiv sektöründeki dev firmaların fabrika kapatma kararlarına karşı Fransa’da metal işçileri sokakları mesken tuttu. Belçika’da ise emeklilik yaşının yükseltilmesi ve maaşların dondurulması, kamu ve özel sektördeki çalışanların 20 Şubat’ta bir günlük greve gitmesine yol açtı.

Sermaye program›nda ›srarda fayda yok 6 fiubat 2012’de Romanya hükümetinin sa¤l›¤› piyasalaflt›ran bir yasa ç›karmaya çal›flmas› yüz binleri soka¤a dökmüfl, eylemler hükümeti devirmiflti. Yaklafl›k bir y›l sonra yüksek elektrik faturalar›na karfl› Bulgaristan halk›n›n ve yolsuzluklara karfl› Slovenya halk›n›n sokakta yürüttü¤ü hak mücadeleleri, Avrupa’daki hükümetlerin geleceklerinin pamuk ipli¤ine ba¤l› oldu¤unu gözler önüne serdi. Özellefltirilen ve tarifeleri bir anda zamlanan elektrik hizmetinin

kamusallaflt›r›lmas›n› isteyen Bulgaristan halk›, günler süren irili ufakl› eylemleri soka¤› gören birleflik bir mücadeleye dönüfltürdü. Temelde neoliberal politikalara duyulan öfke, ne özellefltirme ihalesinin iptali, ne de Maliye Bakan›’n›n istifas›yla dizginlenebildi. 19 fiubat günü polisin halka vahflice sald›rd›¤› görüntülerin yaratt›¤› infial, bir süredir sallant›da olan iktidar›n sonunu getirdi. Hükümetin istifas›yla da Bulgaristan’daki sular durulmad›. “Yeni hükümet, eskisinden farks›z olacaksa kurulmas›n” diyen on binler, sokaklarda çad›rl› sabahlama eylemlerine bafllad›.

Eylemlerde, “Wall Street’i ‹flgal Et” eylemlerindeki “yüzde 99’uz” vurgusu dikkat çekti. Slovenya’da ise neoliberal program›n yürütücüsü, koalisyon hükümetinin baflkan› Janez Jansa’n›n bir y›lda biriken yolsuzluk dosyalar› barda¤› tafl›rd›. ‹hale yolsuzluklar›n›n aksini ispatlayamayan baflbakan, 8 fiubat’ta baflkentte on binler taraf›ndan, 16 fiubat’ta ise bir müzede üniversiteliler taraf›ndan istifaya ça¤r›ld›. Koalisyon ortaklar› taraf›ndan bir haftada yaln›z b›rak›lan Jansa, Slovenya Meclisi’nin güven oylamas›ndan geçemedi ve böylece hükümet düfltü.

Sivil itaatsizlikten greve

M

ısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 27 Nisan’da yapılacağını açıkladığı genel seçim, toplumsal muhalefet tarafından boykot edilecek. Sandığın halkın taleplerine çözüm olmayacağını söyleyen ve Mursi’nin istifasını isteyen muhalefet, 3 Mart’ta Tahrir Meydanı’nı işgal etti, Süveyş’te ise greve gitti. İki haftadan bu yana süren sivil itaatsizlik eylemlerinin grevle birleşmesi üzerine eylemlere polis saldırdı. Çıkan çatışmalarda 2’si polis 4 kişi öldü.

Madenci yine katledildi

G

üney Afrika’da Ağustos 2012’de greve çıkan maden işçilerinden 34’ünün polis tarafından otomatik silahlarla taranmasıyla başlayan gerilim sürüyor. 18 Şubat günü Rustenberg’de Amplats Siphumelele madeni önünde eylem yapan madencilere polis yine ateş açarak saldırdı. Saldırıda 5 madenci katledildi. Madenciler saldırıya kitlesel bir grevle yanıt verdi. Ağustos 2012’den bu yana en kitlesel greve 6 bin işçi katıldı ve çok sayıda maden ocağı açılmadı.

Filistin işkenceye karşı ayakta ‹srail hapishanesinde tutsak Filistinli Arafat Jaradat’›n kalp krizinden de¤il, a¤›r iflkence ile öldürüldü¤ü ortaya ç›kt›. Ramallah ve Bat› fieria’da halk sokaklara dökülürken, Filistinli direniflçiler de ‹srail’e roket att›. ‹srail hapishanelerindeki adli tutukluluk uygulamalar›n› ve hapishane koflullar›n› protesto eden dört açl›k grevi eylemcisinin özgür kalmas› için bafllayan çat›flmalar›n birinci haftas›nda “tafl att›¤› gerekçesiyle” tutuklanan Filistinli tutsak Arafat Jaradat 23 fiubat’ta Megido Hapishanesi’nde yaflam›n› yitirdi. ‹srail, Jaradat’›n kalp krizi geçirdi¤ini öne sürse de otopsi raporlar› Jaradat’›n iflkence sonucu öldü¤ünü gözler önüne serdi. Rapora göre Jaradat’›n boyun, omurga, el ve bacaklar›nda 6 k›r›k kemik tespit edildi. Jaradat’›n iflkence ile öldürüldü¤ünün ortaya ç›kmas› Filistinlileri tam anlam›yla isyan ettirdi. 24 fiubat günü ‹srail hapishanelerindeki 4 bin 500 Filistinli tutsak açl›k grevine gitti, Ramallah ve

Bat› fieria’da halk sokaklara döküldü. “Tutsaklara özgürlük” diyen Filistinlilerin üzerine ‹srail askerleri taraf›ndan gaz bombalar› ya¤d›r›ld›. Öfke, Jaradat’›n cenazesine de yans›d›. Yaklafl›k 20 bin Filistinli, ‹srail siyonizmine ve vahfletine karfl› intikam sloganlar› att›¤› bir gövde gösterisi gerçeklefltirdi. Filistinli direniflçiler, Jaradat’›n defnedilmesinin hemen ard›ndan ‹srail s›n›r›na roketli sald›r›da bulundu. Sald›r›da ölen ya da yaralanan olmasa da, Kas›m 2012’deki 7 günlük ‹srail sald›r›s›ndan sonra Filistin cephesinden yap›lan ilk sald›r› oldu. ‹srail’in ›rkç› ve gerici uygulamalar›n›n bir yenisi de Filistinliler için Yahudilerden ayr› otobüs seferleri konulmas› oldu. 4 Mart’ta bafllayan uygulama Filistinlilerin ‹srailliler ile ayn› otobüsü paylaflamamas› anlam›na geliyor. Ulaflt›rma Bakanl›¤›’n›n “ucuz ve nitelikli ulafl›m hizmeti” iddias›yla bafllatt›¤› uygulamaya Filistinliler ve insan haklar› örgütleri tepki gösterdi.

Yüz milyon işçiden grev

H

Suriye Kürtlerinin özsavunma savafl›

indistan’da temel gıdalardaki fahiş zamlar ve bütçe kesintisi planlarına karşı işçi ve kamu çalışanları sendikaları greve gitti. İki günlük greve yüz milyondan fazla emekçi katıldı, ülke genelinde sokaklar doldu. Başkentte meclise yapılan yürüyüş polis barikatlarıyla durduruldu. Grevde özellikle asgari ücretin yükseltilmesi, çalışma koşullarının düzeltilmesi ve iş güvencesi için yürüyen taşeron işçilerin kitleselliği ve coşkusu damga vurdu.

Cihatçı çetelerin oluşturduğu ÖSO, PYD’ye karşı başlattığı savaşı kaybetti, özsavunma kazandı

S

uriye ordusunun ülkenin kuzeyindeki Kürt topraklarından çekilmesiyle karşılıklı şiddetli çatışmalar yaşayan Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) bağlı Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) 17 Şubat günü bir barış anlaşması imzaladı. Fırat Haber Ajansı’nın haberine göre 11 maddelik anlaşmada bölgedeki etnik unsurların temsil edileceği bir meclis kurulması, yönetim ve denetimin bu meclise verilmesinde uzlaşıldı. Suriye Kürdistanı’ndaki süreç, hiçbir zaman AKP’nin Kürt sorunundaki politikasından bağımsız yürümedi. AKP’nin çelişkisi Suriye’ye ÖSO’nun çelişkisi olarak yansıdı. Bir yandan anlaşma yoluyla YPG egemenliğini dizginlemek isteyen ÖSO, diğer yandan Kürtlerin özyönetimler ile bölgede kalıcılaşmasını engellemeye çalıştı. Bu çelişki, anlaşmanın

hemen ardından ÖSO Komutanı Selim İdris’in Anadolu Ajansı’na yaptığı “ÖSO, kenti topraklarında başka bir gücün varlığını kabul edemez. Bu anlaşmayı tanımıyorum” açıklamasına da yansıdı. Bölgede yerel yönetim komiteleri ve meclisleri kuran Suriye Kürtleri, ÖSO ile ilişkilerini özyönetim mücadelesine göre kurdu. “İşkencehanelerinden geçtikleri Esad rejimi”ne karşı duran Kürtler, olası bir rejim değişikliğinde varlığını ve haklarını tanımayacak işbirlikçi muhaliflerin de safında yer almadı. Bu çizginin en somut ifadesi ise PYD lideri Salih Müslim’den geldi: “Özsavunma Kürtlerin Suriye’deki son savaşıdır. Askeri olarak örgütleniyoruz çünkü barışçıl bir müttefikimiz yok. Kazanılmış haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Suriye’deki Kürt devrimi geri döndürülemez.”

Goodyear’da direniş

A

vrupa’da metal ve otomotiv işkollarındaki Ford, Citroen, Peugeot ve ArcelorMittal direnişlerine Goodyear işçileri de eklendi. Şirketin Fransa’nın Dunlop kentindeki fabrikasını Çin’e taşıma kararı alarak işçileri kapı dışarı etmesi, işçileri eyleme geçirdi. Fabrikadaki üretimi durduran işçiler, fabrika önlerine kurdukları lastik barikatları ateşe verdi. İşçiler, polisin biber gazlı saldırısını da renkli boyalar ve attıkları lastikler ile püskürttü.


11

YÜZ YÜZE 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

Kadınlar evde, işte, direnişte

Kadın hareketinin önemli mücadele başlıklardan biri kuşkusuz kadın emeğini görünür kılmak ve ona sahip çıkmak. Kadınlar, geride bıraktığımız yıl boyunca da “görünmeyen emek” olarak evde çalıştılar, “güvencesiz emek” olarak işyerlerinde çalıştırıldılar, “ucuz emek” olarak fabrikalarda kapı önüne konuldular. Ama aynı kadınları ev işçileri gününde sokakta, grevlerde en önde, direnişte ça-

dırlardaydılar. Bu 8 Mart’ta alanlara çıkma sebeplerinden biri de güvencesiz, esnek çalışmaya son verilip görünmez emeklerinin karşılığını almak. 8 Mart yaklaşırken kadın istihdamını, AKP’nin kadın istihdam politikasını, kadınlaşan işçgücü karşısında sendikaların durumunu, 10. yılını kutlayan Petrol-İş Kadın Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Necla Akgökçe ile konuştuk.

Dergiyi göğsüme yapıştırdım işverenin önünden öyle geçtim ‹ Ö

lümü göze alarak kocaya direnen kadınlar sendikada da direniyor, HES’lerde de direniyor, devlete de direniyor. Bütün bu nokta atışları şimdi artık bir yekun oluşturuyor

şler esnekleştikçe ve güvencesizleştikçe bu işler, kadın işleri oluyor. AKP’nin kadınlar için önerdiği istihdam ise kendi muhafazakar politikalarına aykırı değil

ÖZEN TAÇYILDIZ Geçtiğimiz günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, kadın istihdamını artırmaya yönelik birtakım öneriler açıkladı. AKP iktidarının kadın istihdamını artırma merakını AKP’nin toplam istihdam politikası üzerinden nasıl değerlendirebiliriz? AKP’nin normal istihdam politikaları içinde kadın istihdamına belli bir biçimde yer ayırdığı hem hazırladıkları belgelerde hem de istihdamı artıracaklarına dair söylemlerinde açık. Bu sadece AKP’nin kadın istihdam politikalarına bağlı bir şey de değil tabii genel istihdam içersindeki dalgalanmaların, işlerin esnekleşmesinin, artık düzenli, güvenli işler olmamasının da getirmiş olduğu bir durum. İşler esnekleştikçe, güvencesizleştikçe, geçici, çağrıya bağlı, yarı zamanlı hale geldikçe, bu işler bizim gibi ülkelerde ister istemez kadın işleri oluyor. Hizmet sektörünün de genişlemiş olmasının da getirmiş olduğu bir istihdam artışı var. Hepsini üst üste getirdiğimizde evet, kadına yönelik istihdamı istiyorlar ama kadınlar için önerdikleri istihdam kendi muhafazakar politikalarına da aykırı olmayacak bir model ve çeşitleri. Nasıl uyguluyorlar bunları? Bir yandan eve kapatmak, bir yandan da çalıştırmak istiyorlar diye düşünmüyorum. Kadınlara yönelik bir istihdam politikası oluşurdular. Ev içindeki çocuk bakımı, ev işleri gibi, bu politika içinde kadının temel işini, görevini, ihmal etmeden, geleneksel rollerinde herhangi bir şey yapmadan, ona yönelik bir istihdam politikası önerdikleri. Alanda da bu belli ölçülerde görülüyor zaten. Petrol-İş gibi kadının çok yoğun olarak bulunmadığı sektörlerde mesela, ilaç fabrikasında paketleme servisini kaldırıyor, çağrıya bağlı çalıştırıyor. Günlük çalıştırabileceği kadın işçi getiriyor mesela. Bunu sadece küçük ilaç fabrikaları da değil, büyük büyük ilaç fabrikaları da yapabiliyorlar çok rahatlıkla. “ÇOCUK DO⁄URMA VE ADAMLARA H‹ZMET ETMEYLE UYUMLU ‹ST‹HDAM POL‹T‹KASI” Bu çalışma biçimi şöyle sunuluyor iktidar tarafından; kadın yarı zamanlı çalışacak kalan zamanında da evine vakit ayırabilecek. Bu istihdamı artırır mı? Batı’da, Hollanda bu konuda çok ayyuka çıkmıştır mesela, esnek çalışma modellerinin çok iyi işlediği ülkelerden bir tanesidir. Kadın istihdamının büyük bir bölümü esnektir, yarı zamanlı, geçici işler

Necla Akgökçe

ama tüm bunların sosyal güvenceleri de vardır. Sigortası vardır, onun üzerinden ödenir. Doğum izinleri emekliliğe sayılır. Güvenceli esneklik deniyor buna. Onlar böyle bir sistem oturtmuş ama global olarak düşündüğünde Hollanda’da esnek olarak çalışan kadının o rahatlığı sağlaması için Türkiye’deki esnek çalışmanın daha kötü koşullarda olması gerekir. “Burada böyle çalışın ama size şu güvenceleri de getiriyoruz” demiyorlar. Kapitalizmin geneli açısından baktığımızda bu olanaksız. Öteki türlü sermaye birikimini nasıl sağlayacak adamlar? Kimin ucuz emeği üzerinden sağlayacaklar? Kadın istihdamını artıracak maddelerden biri olarak saydıkları doğum izninin artırılmasını ya da doğurarak kazanılacak erken emeklilik hakkını nasıl okumak gerekir? Doğum izni meselesinin bile tartışmalı olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bir taraftan kadına yönelik sosyal politikalar açısından baktığınızda olumlu birşey gibi görünüyor. Ama doğum izninin 6 ay olması bana kalırsa kadınlara önerilen istihdam biçimleriyle de çok uyumlu. Ama ben söylediklerimi yapacaklarını da düşünmüyorum. Kadınların eviçi geleneksel işbölümü, onun olduğu gibi devam etmesi, çocuklarını doğurması, adamlara hizmet etmesine yönelik bir istihdam politikası var. Bu istihdam politikasına uygun belli çalışma modelleri öneriliyor kadınlara. “KADINA REVA GÖRÜLEN KOfiULLARDA ERKEK DE ÇALIfiACAK” Güvencesiz çalışma meselesinde kadının artık çok başat olduğunun sendikalar farkındalar mı? Değiller. Halbuki işgücünün kadınlaşması, feminizasyonu ortala-

Kadınlar her sektörün kendine ait ev eksenli çalışan grubunda. Sendikalar işçi sınıfının bu yapısını göz önüne alarak bir örgütlenme modeline geçmeli ma ücretin düşmesi, güvencesizleşmesi anlamına geliyor aynı zamanda. Kadınlaşması demek sadece kadın işçinin oraya girmesi değil erkek işçinin de kadınlara “reva görülen” koşullarda çalışması anlamına geliyor. Bu sendikaların temeline dinamit koyabilecek nitelikte bir durum ama olayı kavradıklarını düşünmüyorum. İşgücü bir taraftan kadınlaşırken, kadınlar istihdama girerken getirdiği diğer şey de ücretlerin düşmesi. Asgari ücrete yakın koşullarda çalışıyor bunlar. Bu ücret düşüklüğünün sadece kadınlara dair birşey olduğunu sanıyorlar. Ama bu oldukça, ortalama ücret düşer. Sen de sendika olarak başka yerlerde de örgütlenemezsin. Peki kadın işgücünü örgütleme konusunda ne durumdalar? Ya da belki daha geniş bir çerçeveyle sendikalar memleketin genelindeki ataerkiden ne kadar sıyrılabilmiş durumdalar? Sendikalar kadın işgücünü örgütleme konusunda inanılmaz bir biçimde isteksizler. Bu meseleye araçsal bakıyorlar. Bu alanın kendilerine yarar getirebileceğini dü-

şündükleri noktada ve yerde kadınları kullanıyorlar diyeceğim. Genel politikalarına, görünürlüklerine çok fazla faydası yoksa hiç umurlarında olmuyor. Ama diyelim ki bir yerde grev var, kadınları öne alıyorlar, “bilmem nenin cesur kadınları en önde bilmem napıyorlar” falan gibi. İşçi kadınlar orada, en önde, slogan atıyor falan. Grevin direnişin görünürlük kazanmasına katkıları oluyor ama diyelim ki iş bitti, o sendika örgütlendi, bu kadınlar fabrikalara döndü… Yani direnişlerde o kadar öndeler ki niye sendikal yönetime yansımaz. Klasik şey “kadınlar istemiyor”dur yani. Kadınların, mesela Petrolİş’te çalışan kadın üyelerin çok büyük bölümüyle konuştum, bilgi düzeyi, bilinçlilik seviyesi, sendikayı algılayış biçimiyle erkeklerin o kadınları algılayış biçimi arasında neredeyse uçurum var. “O KABUK ÇATLAR” Petrol-İş’in ilk grevinin bir kadın grevi olduğunu, grevde valinin arabasını fabrikaya sokmadıklarını hatırlatmak lazım belki erkeklere de… 1964 Berec direnişini diyorsun. Evet 1000’e yakın çalışanın 790’u kadın. Ama bunun öne çıkması, altının çizilmesi için bile böyle bir bakış açısı olması gerekiyor. Kadın işçiler artık daha eğitimli ve inanılmaz okuyorlar. Okuyan düşünen kadın potansiyeli var. Erkeklerdeki kadın algısının değişmesi gerek. Kadınları çok da işe yarayacak bir işçi profili olarak görmüyorlar. Ama o kabuk çatlar. 8 Mart gelirken belki şunu da konuşmak lazım. Kadınlar hayatın her alanına ilişkin mücadelede çok fazla önde… Kocalara karşı da mücadele bayrağını kaldırdılar. Kadın ölümlerinin bu kadar artmasının nedeni

direnmeyle ilgili birşeydir. Ezilmeye bağlı birşey. Ölümü göze alarak kocaya direnen kadın sendikada da direniyor, HES’lerde de direniyor, devlete de direniyor. Senelerdir adamla uğraşmış, inanılmaz güçlendirici birşey bu kadınları bir taraftandan da. Senelerce erkek egemenliği ile uğraşmış kadınlar ne ölümden korkuyorlar ne başka şeyden. Ezilmek böyle bir şeydir yani. Bundan sonra da böyle artarak gider mi? Yeni bir dönem olarak kabul edebilir miyiz kadın mücadelesi açısından? Türkiye’deki en aktif, dinamik, en müdahil hareketlerden biri kadın kurtuluş hareketi. Bunun önemli etkileri olduğunu düşünüyorum açıkçası. Türkiye’deki kadın mücadelesi bunda çok önemli rol oynadı. Sendikalardan kadınlar kadın mücadelesini oradan yükseltmeye çalıştılar, HES’lerdeki kadınlar oradan yükseltmeye çalıştılar, güvencesiz çalışan kadınlar başka bir taraftan yükseltmeye çalıştılar. Bütün bunların, bu nokta atışlarının şimdi artık yekun oluşturduğunu düşünüyorum ben. Şu dönemler o zamanlar gibi geliyor bana. Çeşitli yerlerdeki kadın direnişlerinin deneyimleri bu feminist hareketin kotasına akmaya başladı, birleştiler. AKP iktidarının da tersten katkıları oldu tabi bunda. “Üç çocuk”, çalışan, işçi kadınlar nezdinde inanılmaz büyük gaf, gittiğim her yerde tepkiyle dile getirilen bir şey bu. Farklı alanlarda mücadeleler birleşiyorlar ve feminist mücadeleye de katkısı oluyor dediniz. Buradan belki Petrol-İş’e dönüp bir örnekle konuşmak iyi olur. Novamed direnişi kadınların önde olduğu bir direnişti ve emek mücadelesi kadın mücadelesi birleşti, birbirini besledi. Novamed’de doğrudan doğruya kadının emeğine ve bedenine yönelik saldırı ve sömürü sözkonusuydu. Bu aynı zamanda feminizmin de konusu, deniyor ya “Emeğimize, bedenimize, kimliğimize sahip çıkıyoruz.” Bunlar Novamed’de vardı. Kadın hareketi bunu gördü ama kadın hareketinin bunu görmesini sağlayan açıkçası biz olduk. Petrol-İş Kadın Dergisi orada olmasaydı, o tarihsel dönemde öyle bir dergi olmasaydı kadın hareketi bunu göremezdi. Çünkü ilk defa oradaki kadınların bedenleri ve emekleri üzerinden dönen dolapları kadın meselesinden direkt girerek açığa çıkardık. Kadın hareketi de bunu gördü çünkü temelde kadın hareketinin de uğraştığı problemlerdi. Çok yerinde bir birliktelik oldu.

Ev içi işçilere ulaşacak örgütlenme ağı gerek ‹flgücü daha çok esnekleflir ve buna ba¤l› olarak da kad›nlafl›rken sendikalar buna karfl› nas›l konum al›yor? Sendikalar iflçi s›n›f›n›n de¤iflen yap›s›n› göz önüne alarak bir örgütlenme modeline geçmifl de¤iller, hala geleneksel sendikac›l›k anlay›fl› devam ediyor. Kap›ya geleni örgütlemek, a¤›r sanayi iflçisini örgütlemek, fabrika içerisinde merkezde bulunan iflgücünü örgütlemek, uzman kalifiye erkek, nispeten di¤erlerine göre ücreti yüksek olan kesimi örgütlemek. Ama yeni bir sendikal örgütlenme anlay›fl›, ev içlerine kadar giren iflçileri örgütlemek zorunda ki bunlar›n ço¤u kad›nd›r. A¤›r sanayiye bile üretiyorlar. Eskisi gibi sadece boncuk, tekstil de¤il. Hemen hemen her sektörün kendine ait bir ev eksenli çal›flan grubu var. Bunlar› da büyük ölçüde kad›nlar oluflturuyor. Burada bafllayarak bir örgütlenme a¤› gerekli. Diyelim ki ev eksenli kad›nlar›n kendilerine ait sendikalar› ya da örgütlenme modelleri var. Sendika bunu sa¤lamayacak ise bu derneklerle ve bu örgütlerle organik bir ba¤ içinde olmal›. Geleneksel örgütlenme modeli sendikalar›n elini de zay›flatan bir model asl›nda. Diyelim merkezdeki sendikal› 200 iflçi greve gidiyor ya da bir direnifl örgütlüyor. ‹flveren hemen çevredeki iflgücünü devreye sokuyor. Ev içlerine gidiyor. Üretim devam ediyor. Ancak birkaç sektörde merkezdeki iflçilerin durmas› ile ifller duruyor. Organize sanayi bölgesindeki bir direniflimizde böyle olmufltu. Fabrikalardan iflçi yolluyorlar hemen patronlar. Bu pratik bilginin sendikal model olarak infla edilmesi gerekiyor.

Petrol-İş Kadın dergisi 10 yaşında Petrol-İş Kadın Dergisi 10. yılını kutluyor. Dergi bir örgütlenme aracı olarak da özel bir yerde. Ayrıca dergi bu alanda ilk ve tek… Evet, 2003’te başladık biz. Başlangıçta sendikadaki eğilim, erkek üye eşlerine yönelik dergiydi ama işin içine girince kadın üyelerle görüşmeler, konuşmalar falan

üzerinden başka şeyler şekillendi. Başka dergi olmadığı için başka direnişlere de gittik, başka sendikaların örgütlü olduğu alanlardaki kadınlarla da temas ettik. 10 sene, piyasada çıkan normal kadın dergileri açısından da uzun bir süre tabi. Elbette bu iş için merkezden mali kaynağın ayrılabilmesi de önemli.

Kutlama etkinliğinde dergiye dair dile getirilen ortak duygu, her alanda pek çok kadın için oldukça ön açıcı olduğuydu. Buna ilişkin, 10 yıllık dönem boyunca benim en hoşuma giden şeylerden bir tanesi Novamed’deki örgütlenme sürecinde oldu. Orada toplantıda kadın arkadaşlar anlatıyor nelerle karşılaştıklarını örgütlenme sürecinde.

Bir tanesi “Valla” dedi “Dergiler gelmişti, aldım, göğsüme yapıştırdım, işveren temsilcisinin önünden açık açık, göstere göstere geçtim” Ben orada şunu anladım, bu aidiyet meselesi. “Necla değdi ya” dedim. Kendisini açıklamış Petrol- İş Kadın Dergisi’yle “ben sendika üyesiyim diye” cesurca.


12

DOSYA 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

Bir toprak gaspı projesi AKP, 2B’de yaptığı değişiklikle köylülerin topraklarını gasp etmek. istiyor. Toprakları gasp edilen halkın barınma hakkı da kentsel dönüşüm projeleriyle tamamen ellerinden alınacak.

AKP’nin 2B hesabı tutmadı Orman köylüleri direnişte Kentsel dönüşüm ile kol kola ilerleyen 2B düzenlemesi ile “vasfını yitirdiği” öne sürülen orman arazileri sermayeye devredilirken orman köylüleri mülksüzleştiriliyor, köylülük tasfiye ediliyor

2B Yasası ile kentsel dönüşüme gelir sağlamayı ve buraları kentsel dönüşüm alanlarına çevirmeyi planlayan AKP’nin evdeki hesabı çarşıya uymadı, köylüler ayaklandı

Antalya’n›n köylüsü hükümete kök söktürüyor KP’nin büyük yağma hevesi güttüğü orman vasfını kaybetmiş arazilerin satışını öngören yasa, çıkmasından bugüne defalarca değiştirildi. Yasa yağmayı iki şekilde planlıyordu: Önce fahiş fiyatlarla vatandaşa satılacak. Vatandaşın alamadığı araziler ise yeniden ihaleye çıkarılacak ve kim yüksek para verirse ona satılacak. Bu amaçla yabancıya toprak satışı yasasını yeniden düzenleyip, yabancıların arazi alma büyüklüğünü 25 dönümden 600 dönüme çıkardılar. Yasa ilk çıktığında, başvuru süresi geçen yıl 30 Ekim’de doluyordu. Arazilere yönelik ödemeler ve ücretler de şöyleydi: Rayiç (piyasa) bedelinin yüzde 70’i ödenecek. Peşin ödenmek isterse bunun üzerinden yüzde 20 daha düşülecek. Vadeler mücavir alanlarda 3 yıl, köylük bölgelerde 4 yıl olarak belirlenmişti. Mücavir alanlarda 2000 TL, köylük bölgelerde 1000 TL başvuru parası zorunluluğu vardı. Hükümet başvuru süresini önce üç ay uzatarak 2013 ocak ayı sonuna, daha sonra bir ay daha uzatarak şubat sonuna çekti. AKP hükümeti 2B fiyat ve vadelerini de yapboza çevirdi. Antalya Kepez’de 2B alanlarının kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesi üzerine başlayan tepkiler, sadece kentsel dönüşüm kararının iptali ile sonuçlanmadı. Aynı zamanda 400 metrekareye kadar olan arazilere, rayiç bedelin yüzde 50’sini ödeme imkanı tanındı. Bunun üzerinden yüzde 20 daha peşin indirimi yapılacaktı. Başvuru parası da kaldırıldı. Bu indirim köylüyü değil gecekondu bölgelerini ilgilendiriyordu. Köylünün elinde dönümlerce toprak vardı.

A

Antalya’n›n Doyran Köyü halk› AKP’nin 2B plan›n› AntalyaKemer karayolunu trafi¤e kapatarak bozdu.

2B’de rantın büyüğü AKP’nin G‹ZEM KUTLU / LEMAN MERAL ÜNAL

2

B Yasası olarak bilinen “Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun” 26 Nisan 2012'de yürürlüğe girdi. Bu yasa, “orman vasfını kaybetmiş” arazileri satışa ve imara açıyor. Kentsel dönüşümle el ele yürüyen 2B Yasası ile “orman vasfını kaybeden” alanlar teker teker kentsel dönüşüm alanı ilan ediliyor. Türkiye'de 2B arazisi kapsamında Maliye Bakanlığı tarafından belirlenen 410 bin hektar alan var. Antalya, 45 bin 548 hektar ile en fazla 2B arazisinin bulunduğu yer. Antalya'yı sırasıyla Mersin ve Balıkesir izliyor. Bu arazilerde 670 bine yakın hak sahibi var. 2B yasasıyla hak sahipleri el değiştirecek. 2B D‹REN‹fiÇ‹LER‹ AKP'YE DEFALARCA GER‹ ADIM ATTIRDI AKP, 2003 yılında 2B ile ilgili kanun teklifi vermiş, dönemin Cumhurbaşkanı

Ahmet Necdet Sezer “Orman sayılan alanlar siyasi amaçla kullanılamaz” diyerek teklifi veto etmişti. Veto kararından sonra gündemden düşmeyen orman alanlarının sermayeye açılması meselesi, 26 Nisan 2012'de yasalaştı. Bu arazilerin satışına 7 Mayıs 2012'de başlandı. Ancak, araziler için belirlenen rayiç bedelleri, orman köylüsünün ödemesi neredeyse imkansız. Yüksek tutulan rayiç bedeller için yasa çıktığından beri mücadele eden orman köylüleri, şimdiye kadar AKP'ye pek çok geri adım attırdı. Yasa ilk çıktığında rayiç bedelin yüzde 70'inin ödetilmesi hak sahiplerine dayatılırken, 2000 TL'ye dayanan başvuru parası da şart koşuluyordu. Yüksek rayiç bedeller karşısında tepki gösteren orman köylülerinin AKP'ye attırdığı ilk geri adım, başvuru sürelerinin uzatılması oldu. Hak sahiplerinin direnişlerini sürdürmesi üzerine fiyat ve ödemelerde art arda düzenlemeye gitmek zorunda kalan AKP hükümeti, önce 400 metrekareye kadar olan arazilerin fiyatlarını yüzde 50 indirdi. İndirilmiş fiyatlar üzerinden de “peşin verene yüzde 20 indi-

rim yapıyoruz” dedi. Gecekondu sahiplerini ilgilendiren bu düzenlemede, daha geniş topraklara sahip olan köylüler lehine bir karar yoktu. Orman köylüsü için lehte sayılabilecek durum, başvuru parasının kaldırılmasıydı. Antalya'da Aksu köylüsünün Alanya karayolunu trafiğe kapattığı 26 Şubat’taki eylem sonrası, AKP'ye üçüncü geri adımı attırdı: Gecekondu arazilerine getirilen indirimin aynısı tarım arazilerine de getirildi. Hak sahiplerinin mücadeleyle elde ettiği tüm kazanımlara rağmen, rayiç bedeller hala çok yüksek. Onlarca dönüm araziye sahip olan orman köylüleri rayiç bedel yüzde 1’ine dahi düşürülse toprakları alacak durumda değil. 2B VE KENTSEL DÖNÜfiÜM EL ELE Orman alanları, yabancılara toprak satışını düzenleyen kanun ile yabancı sermaye ve uluslararası şirketlere açılırken AKP hükümeti, 2B arazilerinin satışı ile elde edilen gelirin de “Afet Yasası” adı altında yapılacak kentsel dönüşüme kaynak sağlayacağını söyledi.

2B sadece köylüleri değil kentsel dönüşümle beraber kent yoksullarını da tehdit ediyor. Orman vasfı kaybettirilmiş araziler, kent arazileri içine alınsa dahi Afet Yasası ile birlikte kentsel dönüşüm alanı ilan edilecek. Böylece bu bölgelerde yaşayanların barınma hakları da gasp edilecek. AKP'liler yerel seçim endişesinden dolayı ısrarla “Kentsel dönüşüm değil proje alanı” deseler de, bu alanlar kentsel dönüşüm bölgelerini kapsıyor. KÖYLÜLÜK TASF‹YE ED‹L‹YOR Ormanları yağma ve talana açan 2B Yasası ile köy ve köylülük de tasfiye ediliyor. Yüksek rayiç bedelleri ödeyemeyen, ödese bile ikinci bir vurgunla -kentsel dönüşümle- karşılaşan orman köylüsü için tek çare köyü terk etmek oluyor. Neredeyse orta büyüklükteki bir şehir kadar olan orman alanları “vasfını yitirdiği” gerekçesiyle sermayeye devredilirken, “köylerin taşınması” adı altında zorunlu göç için de bir zemin oluşuyor. Kentlere göçenleri güvencesiz çalıştırılma bekliyor.

Orman talanında kamu özel ortaklığı 2

B Yasası’nda satış bedellerine ilişkin değişiklik yapılmasını öneren ve en son 22 Şubat’ta TBMM Başkanlığı’na sunulan teklifte ormanların özel sektöre açılması da yer aldı. Düzenleme TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda kabul edildi. Teklif, Meclis Genel Kurulu’nda oylanacak. Teklife göre orman alanlarında sağlık ve eğitim tesisleri kamu-özel ortaklığıyla yapılabilecek. Önceliğin “bozuk orman alanlarında olacağı” söylense de ne “bozuk orman alanı” diye bir tabir var ne de öneride diğer orman alanlarının kullanımını engelleyecek bir düzenleme. Düzenlemeye göre özel

sektör, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı adına orman alanlarında eğitim ve sağlık tesisi yapabilecek ya da tesisleri yenileyebilecek. Okulların, hastanelerin kantinlerini ve otoparklarını işletebilecek ya da işlettirebilecek. Mevcut düzenlemeye göre orman alanlarında sadece devlet idareleri sağlık ve eğitim tesisi yapabiliyor, bu tesisler kamu yararına özel sektöre kiraya verilebiliyordu. Orman alanlarını talan etmenin bedeli ise yalnızca ağaçlandırma parası olacak. Tesis yapan firmanın kullandığı alanın iki katı alan Maliye Bakanlığı tarafından Orman Genel Müdürlüğü’ne ağaçlandırılmak üzere tahsis edilecek.

Orman alanlar›na iliflkin son düzenlemenin flehir hastaneleriyle ilgili düzenlemeye ayn› döneme denk gelmesi tesadüf de¤il

AKP’ye yağma yok! A

KP’nin 2B planı tutmadı. Yasanın çıkmasıyla hak sahipleri sokaklara döküldü. Eylemlere saldıran polis ve jandarma da hak sahiplerine geri adım attıramadı. AKP hükümeti satış bedellerinde indirim yapmak zorunda kaldı. Antalya köylüleri yasaya karşı günlerce eylem yaptı. Her eylemde rayiç bedellerin yüksekliğine vurgu yapan Kepezli köylüler 21 Şubat’ta, 1.500 Alanyalı köylü 22 Şubat’ta D-400 karayolunu trafiğe kapattı. Kepezliler polis panzerinin önüne yatarken, Alanyalılar jandarma barikatını aştı. Fiyat indirimlerini az bulan Antalyalı köylüler 24 Şubat’ta bir araya geldi, fiyatların yüzde 10 seviyesine çekilmesini istedi. 25 Şubat’ta Antalyalılar defterdarlıkta bulunan vergi dairesini bastı. Polisin engellemesine rağmen defterdarlık önünden ayrılmadılar. Antalya Aksu’da 300 kişi 26 Şubat’ta Antalya-Isparta Karayolu’nu, Doyran köyünden 350 kişi

de 28 Şubat’ta Antalya-Kemer karayolunu trafiğe kapattı. Aksulular jandarma ve polis barikatını aşarken, Doyranlılar da polisin saldırısını püskürttü. Antalya Gazipaşa’da bin köylü, 1 Mart’ta D-400 Karayolu’na çıktı. Polis barikatını aşan köylüler, Antalya-Mersin karayolunu trafiğe kapattı. Direniş karşısında kaymakam, 10 kadından oluşan heyetle görüşmek zorunda kaldı. Antalyalı hak sahipleri direnişlerini 5 Mart’ta Ankara’ya taşıdı. 50 otobüsle köylerinden kalkıp Ankara’ye gelen köylüler, polis barikatıyla karşılaştı. Yanlarında getirdikleri tabutu barikatının önüne bırakan köylüler daha sonra CHP Meclis Grup Toplantısı’na katıldı. 2B isyanı İzmir’e de sıçradı. Kemalpaşa ve Bornova’nın köylerinden bir araya gelen 300 hak sahibi, 1 Mart’ta İzmir-Ankara Karayolu’nu trafiğe kapatıp Ankara yönüne yürümek isteyince polis saldırdı.

Kutay Antalya köylüleri ön safta Antalya çıkışındaki Aksu ilçesinin Meriç köylülerinin Antalya-Alanya karayolunu Halkevi kesmesiyle sonuçlanan eylemi sonGYK üyesi rasında, Doyran köylülerinin Kemer (batı) yolunu, Gazipaşa köylülerinin Anamur (doğu) yolunu, Hacıalililer Isparta (kuzey) yolunu kapatması ve köylülerin Antalya defterdarlığını basmalarıyla devam eden eylemler sürüyor. Köylülerin eylemleri sonucunda, hükümet büyük bir geri adım atmaya hazırlanıyor. AKP’nin yeni teklifine göre, bütün arazilerde arazi büyüklüğü sınırı olmaksızın fiyatlar rayiç bedelin yüzde 50’sine çekilirken bunun üzerinden yüzde 20 peşin indirimi getiriliyor ve vadeler mücavir alan sınırları için 3 yıldan 5 yıla, köylük bölgeler için 4 yıldan 6 yıla çıkarılıyor. Ancak rayiç bedeller o kadar yüksek ki yapılan indirimler ne gecekonduluyu ne de köylüyü tatmin etmiyor. 2B arazilerini hem ekonomik hem de siyasi bir ranta çevirmek isteyen AKP’nin hevesi kursağında kaldı. Üzerinde yerleşim yeri bulunan mücavir alan sınırları içindeki en çok 2B arazisi İstanbul-Sultanbeyli ve Antalya-Kepez’de var. Bu ilçeler geleneksel olarak sağ seçmen tabanına sahip ve şu anda AKP’nin kaleleri durumunda. 2B tarım alanlarında ağırlıklı olan geleneksel sağ seçmen de, çoğunlukla AKP’nin tabanı. Ya¤ma plan› bozuldu 2B arazilerinin satışından elde edilecek gelirin yüzde 90’ı “Afet Yasası” ile gerçekleştirilecek kentsel dönüşümlere harcanabileceği 2B yasasının içine konulmuştu. Ancak bu oranın yüzde 10’a indirildiği, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın kamuoyuna yansıyan serzenişlerinden anlaşılmıştı. 2B’den 26 milyar TL para gelir bekleyen hükümet, beklentilerini 10 milyar TL’ye çekti. Gecekonducuların ve köylülerin mücadelesi hükümetin yağma planlarını bozdu. 2B arazilerinin satışı ile ilgili başlayan süreç yeni bir hak mücadelesi alanını da gösterdi. Antalya’da kent yoksullarının barınma hakkı mücadelesi ile köylülerin toprak talebinin birleşik bir mücadele olarak kurulmasının zemini oluştu. Bu yasa daha çok geri adım kaldırır. Hükümet önümüzdeki yerel seçimlere kadar bu yasa etrafında gelişecek mücadelelerden çok sıkışacak. Antalyalı hak sahiplerinin mücadelesi ülke çapında sayıları 500 bin aileye ulaşan hak sahiplerini de tetikleme etkisi yaratabilir. Ancak Osmanlı’da da oyun çok, hükümetin yeni manevralar yapması, hatta yasanın uygulanmasının seçim sonrasına ertelenmesi bile beklenebilir.

2/B nedir? 6831 Say›l› Orman Kanunu'nun 2. maddesinin B Bendi için kullan›lan k›saltmad›r. Yasaya göre, orman vasf›n› yitirmifl, kadastro marifetiyle orman alanlar› d›fl›na ç›kar›lm›fl, bir daha geri kazan›lamayan ve ›slah edilemeyen araziler 2B olarak tan›mlan›yor. Orman vasf› kaybettirilmifl arazilerin sat›fl›n› öngören 2B Yasas› ile orman köylüleri evlerini ve topraklar›n› kaybetmemek için yüksek rayiç bedeller üzerinden sat›lan arsalar› almak zorunda b›rak›l›yor.


13

TARİH 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

ON BEfiLER‹N KARADEN‹Z’DE ÖLÜME UZANAN YOLCULU⁄U

Ankara’nın bilgisi dahilinde Kente girmeleri engellenerek, Trabzon’a yönlendirildiler. Onlardan önce Mustafa Kemal’in şifreli özel telgrafının Trabzon’a ulaştığını bilmiyorlardı AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

1

883’te Trabzon vilayetine bağlı Giresun kazasında doğan iki bebeğin birinden “milliyetçi bir katil” yaratan koşullar, diğerinden de ölümü bu katilin elinden olacak “yurtsever bir komünist” yarattı. Her ikisi de I. Dünya Savaşı’nın ardından işgale karşı Mustafa Kemal liderliğindeki ulusal kurtuluş mücadelesine katılmıştı. Yurtsever komünistin ölüme giden yolculuğu da milliyetçi katilin ölüm tezgahını kuruşu da Ankara’nın bilgisi dahilinde gerçekleşti. Her ikisinin ortak ve ölümcül hatası Ankara’ya fazla güvenmeleriydi. Öykümüz, Tükiye Komünist Partisi kurucusu Mustafa Suphi’nin Karadeniz’de Mustafa Kemal’in tetikçisi Topal Osman tarafından kurulan bir tezgahla katledilişinin öyküsüdür. Bu öyküyü aklımıza düşüren de HDK heyetinin “müzakere süreci”ni anlatmak için çıktıkları Karadeniz turunda başlarına gelenlerdir. Hatırlatmayı Halkın Sesi’nin bir önceki sayısında “Kedi değil hırsız, hırsız!” başlıklı yazısıyla Ferda Koç yaptı: “Mustafa Suphi’lerin katlinden bu yana bu ülkede devlet ‘yol vermeden’ linç de olmaz, girişimi

de olmaz. Sadece ‘yol vermek’le de yetinmez bu devlet, iti köpeği de toplar, düzene sokar, nerede havlayacaklarını, nerede ısıracaklarını, nerede kuyruklarını toplayıp sıvışacaklarını da belirler.” Aynı günlerde, hukukçu yazar Burhan Sönmez, Birgün Gazetesi’nde yayımlanan “Karadeniz’de Meryem” başlıklı yazısında Karadeniz’de öldürülen on beş komünistin arasındaki unutulmuş kadın Meryem’i anlatıyor, aslında Meryem’in öyküsü üzerinden unutulmuş gerçeği hatırlatıyordu. 1920’de Türkiye Komünist Partisi’ni kurduktan sonra Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Anadolu’ya geçme kararı alan Mustafa Suphi ve arkadaşları, Ankara hükümetiyle haberleşerek yola çıkmıştı. Ancak yolları Erzurum’da kesildi. Kente girmeleri engellenerek, Trabzon’a yönlendirildiler. Onlardan önce Mustafa Kemal’in şifreli özel telgrafının Trabzon’a ulaştığını bilmiyorlardı. Vali’nin adamları gereğini yerine getirecekti. İstikbal Gazetesi ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, halkı kışkırtmak için propagandaya başlamıştı. Oradaki çeteleri, Mustafa

Kemal’in muhafızı Topal Osman’ın adamı, kayıkçıların başı Kahya Yahya yönlendiriyordu. Günlerden Cuma'ydı, camideki halka, “Rusya’da soydaşlarımızı katledenler geliyor” dediler. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının yolunu Değirmendere’de kestiler. Ocak ayıydı, hava yağışlıydı. Valinin adamları kimseyi dinlemiyor, Mustafa Suphi’nin, Ankara hükümetinin bilgisi dahilinde geldiklerini söylemesi kâr etmiyordu. Saldırıp, on beşini çamurda sürüklediler. Onları Batum’a, oradan da Bakü’ye göndereceklerdi. Hepsini zorla bir tekneye bindirdiler. Kış gecesi yola çıkan teknenin ardından, başka bir tekne daha gizlice peşlerine takıldı. İkinci teknede, Kahya Yahya ve adamları vardı. İki saat sonra öndeki tekneye yetiştiler. Bıçak ve silahla saldırdılar. Mustafa Suphi ve arkadaşlarını bağlayıp, denize attılar. Sabaha doğru geri döndüklerinde yanlarında on beşten biri olan Meryem vardı. Mustafa Suphi’nin eşiydi ve komünistti. Meryem de ölmek istemiştir karanlık denizde. Ama öyle kurtulmasına imkan vermediler. Meryem’e tecavüz ettiler. Kentin

yöneticilerinin alemlerine kattılar. Hediye diye Rizeli çapulculara gönderdiler. Rivayet odur ki, oradaki milletseverlerin bir zevk eğlencesi sırasında öldü Meryem. Başka bir söylentiye göre ise, aklını yitirmiş, sokaklara düşmüş, ölene kadar Trabzon’da yarı deli yaşadı. Topal Osman, bir süre sonra kendi adamı Kahya Yahya’yı öldürdü. Ardından, olayı Meclis’e taşıyan ve Mustafa Kemal’e Meclis’te en sert muhalefeti yapan Ali Şükrü Bey’i kaçırıp, boğdu. Ali Şükrü Bey öldürülmeden önce Topal Osman ve Mustafa Kemal yan yana gelip konuşmuştu. Ali Şükrü’nün kaybolması muhalif vekiller arasında bir fırtına yaratınca, Kahya Yahya cinayetinin aydınlatılmamışlığı da sorgulanarak Topal Osman hedef tahtasına kondu. Hükümet kendini temize çıkarmak için Topal Osman’ı konuşmasına fırsat vermeden öldürdü. Ali Şükrü’nün, hatta Kahya Yahya’nın bile hesabı sorulmuş ama Mustafa Suphiler unutulmuştu. Bu unutuş, devlet açısından bir sakınca yaratmıyordu haliyle ama benzer yolculuklara çıkacaklar açısından acı sürprizleri kaçınılmaz kılıyordu.

Pazarlığa kurban giden parti Mustafa Suphi’lerin katledilmesinden bir hafta önce, Mustafa Kemal, Meclis'te yapt›¤› konuflmada flöyle demiflti: “‹flte bu serseriler, Türkiye Komünist F›rkas› diye bir f›rka teflkil etmifller ve bu f›rkay› teflkil edenlerin bafl›nda da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktad›r.” Sovyetler Birli¤i öldüklerinde Mustafa Suphi’lerin ak›betini sordu, ama Ankara’dan gelen “deniz kazas›nda öldüler” cevab›ndan öteye gidilemedi. ‹ki ay sonra Sovyetler Birli¤i ile Ankara Hükümeti

“Siz Türk’e taş atarsınız ha!” A

nadolu’da I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yılları, halkların emperyalist işgale karşı kurtuluş mücadelesi ile halklar arası düşmanlığı körükleyen iç çatışmaların iç içe geçtiği yıllardı. Kurtuluş Savaşı’na katılan milis güçleri yalnızca dışarıdaki düşmana değil, onun içerideki işbirlikçisi olarak gördükleri, bu arada malına ve canına göz koydukları komşularına da kurşun sıktı. Anadolu işgalden kurtuldu ancak bu, Anadolu halklarının bir bölümünün bu topraklardan silinmesi pahasına oldu. 1915-1923 arası gerçekleşen “tehcir” ve mübadeleler ile Anadolu’daki Hıristiyan nüfusu önemli ölçüde tükendi. Lozan Barış Anlaşması uyarınca 1923’te gerçekleşen mübadelede 1 milyon 200 bin Rum Anadolu’dan göçtü. Karadeniz’deki “Türk” çeteler, bu süreçte Hıristiyan halklar üzerindeki devlet baskısının tamamlayıcı gücü olarak rol oynuyor, kimi zaman “aşırıya” kaçıyordu. Topal Osman ve çetesi, Ermenilere ve Rumlara karşı işledikleri suçlardan dolayı Osmanlı Hükümeti tarafından idama mahkum edilmiş ve kaçak

duruma düşmüştü. TBMM’de I. ve II. dönem Sinop milletvekilliği yapan, Mustafa Kemal muhalifi Dr. Rıza Nur da Topal Osman’a övgüler dizdiği “Mangal Yürekli Adam: Topal Osman” adlı kitabında, Ermenilere ve Rumlara karşı “aşırılığa” kaçıldığını kabul etmektedir. “Talat Paşa’nın da söylediği gibi zoraki göç ettirme işi sırasında istenmeyerek pek çok kötülükler olmuş, pek çok canlara kıyılmış, dönmeyecek olan Ermenilerin malları üzerine bütün zorba taşra İttihatçıları oturmuştu.” Nur, Topal Osman’ı

“cepheden cepheye koşan bir insan” olarak bu dönemin suçlarından sıyırmak istese de, casus olduğu bahanesiyle Giresun’un ileri gelen Ermenilerinden Şerik’i öldürdüğünü kabul etmektedir. Yine de Nur, bunun ihmal edilebilir bir mesele olduğunu ima eden ilginç bir ifade kullanmaktadır: “Asıl sorun Ermeni öldürüşmesi değildi. Yerli Rumlar, Pontus davasını yürütürken Topal Osman’ın başlarında nasıl eşkiyeceğini yakından biliyordu.” 1908 devriminde Türk çeteci-

lerle, onlarla omuz omuza veren Rum çetecilerin arası, Balkan Savaşları sonrasında Hıristiyan karşıtı siyasetin devlete hakim olmasıyla birlikte onarılmaz biçimde açıldı. Bu psikolojik kuşatma altında kimin ne yaptığına bakılmaksızın yıllardır iç içe yaşanan Karadeniz Rumları düşman sayıldı. Öyle ki Rumlara karşı çeteci şiddeti savunan Rıza Nur’un kitabında “Pontus tehdidine” işaret eden tek somut olay çocuklar arasında yaşanan kavgalardır: “Böyle zamanlarda [bir Avrupa devleti ile savaşa girildiğinde] Türk-Rum mahalleri arasındaki sapantaşı savaşını Rum çocukları ilan ediyordu. Türk mahalleleri, aşağıda, Rum mahalleleri de yukarı sırta sıralandığında Rum çocuklarının sapan taşları daha kolaylıkla yerini buluyordu.” “İşler öyle bozulmuştu ki sonsuz barışın kurulması için bu şehirde ya Rumlar ya da Türkler tek başlarına kalmak zorundaydılar.”

aras›nda dostluk anlaflmas› imzalan›nca mesele unutuldu. Bu anlaflman›n imzaland›¤› gün Mustafa Kemal, Kahya Yahya’ya bir telgraf göndererek, vatana hizmetinden dolay› teflekkür etmiflti. SSCB’nin di¤er ülkelerdeki komünist hareketleri devletler aras› iliflkileri iyilefltirme u¤runa rejim destekçili¤ine zorlamas› ya da mücadeleden al›koymas›, pek çok komünist parti gibi TKP’nin de y›llar boyu halktan ve ezilenlerin mücadelesinden yal›t›k bir örgüt olarak kalmas›na yol açt›.

Topal Osman, konuflmas›na f›rsat verilmeden öldürüldü. Ancak devlet için kurflun s›kanlar eksilmesin diye an›t mezara gömüldü

‘Faşist yatağı değildur’

T

opal Osman Karadenizliydi, Ogün Samast da… Ama Mustafa Suphi de Karadenizliydi. Hatta Topal Osman’la aynı yıl aynı şehirde doğmuştu. Mahir Çayan da Karadenizliydi, Terzi Fikri de, Metin Lokumcu da öyle… Geçmişten bugüne yaratılmak istenen şoven, devletçi, saldırgan Karadeniz imgesi gerçeğin yalnızca bir yüzünü, o da çarpıtılmış haliyle yansıtıyor. Devlet, Topal Osmanlarına sahip çıkıyor, onların bitmemesi için elinden geleni yapıyor. Ancak Karadeniz halkı da anti-faşist geleneğini koruyarak; bambaşka bir

Karadeniz imgesiyle devlet eliyle örgütlenmiş faşist saldırıların karşısına dikiliyor. İşte bu tarihten aldığı güçle Samsun’da faşist kuşatmaya karşı meydandan devrimcilerin sesi yükseliyor: “Karadeniz’de faşizmin nasıl eli kanlı bir tarihi varsa, devrimcilerin eli kanlı saldırganlığa karşı anti-faşist bir mücadele tarihi vardır. AKP iktidarının bu provokasyonları kararlı bir şekilde boşa çıkarılacak ve şovenizme karşı halkların kardeşliği mücadelesinden asla taviz verilmeyecektir.”

Kafasız Hacı Topal Osman Mustafa Kemal’in muhafızı çeteci Topal Osman, Türkiye’de siyasi cinayetler tarihinin ilk öne çıkan figürüdür. Balkan Savaşlarına katılmış, Karadeniz Ermenileri ve Rumları ile çatışmış, cinayetler işlemiş, idama mahkum edilmiş, daha sonra Mustafa Kemal’in koruması altına girmiş, Giresun belediye yönetimine zorla el koymuş, Mustafa Suphilerin katledilmesini planlamış, katliamın tetikçisi Yahya Kahya’yı ve Mustafa Kemal muhalifi Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’i öldürmüş, daha sonra bütün bunları anlatmasına imkan verilmeden öldürülmüştür. Sahiplenenleri onu “Hacı Topal Osman Ağa” diye anmaktadır. 1883’te Giresun’da doğan Osman’ın ağalığı, aileden gelen varlığı sayesinde etrafında yedirip içirdiği gruplar yaratmasındandır. Topallığı, Balkan Savaşı’nda bacağına isabet eden şarapnel mermisinden gelmektedir. Hacılığı, ölümünün ardından kendisinin yerine hacca giden silah arkadaşından gelmektedir. Öldürüldüğünde kafası da boynundan koparılmıştır. Dönemin TBMM’sinde bulunan vekiller, Ali Şükrü Bey’in katilinin idamını isteyince parçalanmış cesedi mezarından çıkarılarak Meclis’in kapısına asılmaya getirilmiş, boynundan asılamadığı için ayağından asılmıştır. Cenazesi, Mustafa Kemal’in izniyle Giresun'a götürülmüş, Giresun Kalesi'ne defnedilmiş, daha sonra Mustafa Kemal’in Giresun'u ziyaretinde verdiği emirle 1925’te kalenin en yüksek tepesinde yaptırılan anıt mezara taşınmıştır. Cumhuriyet dönemi siyasi cinayetler geleneğini başlatan bu olaylar dizisi, daha sonra kontrgerillanın üzerinde varlık göstereceği zemini de yaratmıştır. Diri tutulan şovenizm, kişisel çıkarlarla iç içe geçmiş devlet operasyonları, kitlesel şiddet, iç çatışmarlar; tetikçiye koruma kollama ve en kötü durumda “iade-i itibar”… İşte bu sayede, her ne kadar kafası koparılmış, ayağından asılmış da olsa Topal Osman yaşıyor.


14

MEDYA 7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

Zengin bir mutfak oluşuyor “Halkın muhabir adayları” ikinci kez İstanbul’da buluştu. Ankara ve İstanbul’da gerçekleşen atölyelerin ardından halkın muhabirleri görünmez kılınanları göstermek için egemen medyaya karşı devrimci bir medya ağı için yola çıktı GİZEM KUTLU

H

alkevleri Haber Atölyesi’nin ikinci durağı yeni katılımcılarıyla Ankara’dan sonra İstanbul oldu. İstanbul Halkevi’nde düzenlenen atölye, dört gün boyunca akademisyenlerin ve gazetecilerin sunumlarıyla, medya ve haber üzerine yapılan tartışmalarla ilerledi. Sunumları, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden öğretim üyeleri Funda Başaran, Aylin Aydoğan, Hakan Yüksel, Zafer Kıyan, Halkevleri Fotoğraf Atölyesi’nden Alaattin Timur ve Sendika.Org yazarı Umar Karatepe gerçekleştirdi. İstanbul, Eskişehir, Bursa, Çanakkale ve Trabzon Halkevlerinden muhabir adaylarının katıldığı atölyede, egemen medyadaki hakim düşüncenin aksine herkesin haber yapabileceğine ve “halkın haber alma hakkına” vurgu yapıldı. Ankara ve İstanbul atölyelerinin sona ermesinin ardından atölyenin düzenleyicilerinden Funda Başaran ile konuştuk. Başaran öncelikle halkı iletişim sürecinden dışlayan, birkaç büyük holdingin elinde toplanmış, ticari ve siyasi çıkarlara göre hareket eden egemen medya anlayışına karşı yola çıktıklarını söyledi. Başaran, haber atölyesinin yalnız

iletişim hakkı mücadelesini değil, hak mücadelelerinin tümünü büyüteceğini de şu sözlerle açıkladı: “Medya, bugün mücadelenin en önemli alanlarından birisidir. Medyanın halkın hak mücadeleleri karşısındaki en önemli araca dönüştürüldüğü bu koşullarda, günümüz medya ortamını

dönüştürmeyi hedeflemek ve medya dışında alternatif iletişim ortamları yaratmak zorunluluktur.” Atölyeye ilişkin gözlemlerini paylaşan Başaran, “Bu iki atölye, iletişim hakkının bir gerçeklik halini alabilmesi için halkın kendi alternatif iletişim ortamlarını, dilini ve pratiklerini yaratmanın mümkün olduğunun, bu

konudaki her çabanın mutlaka bir boşluğu dolduracağının işaretlerini taşıyor” dedi. ÖZGÜRLEŞTİRİCİ BİR İLETİŞİM ORTAMI İÇİN Başaran’ın şu sözleri atölyenin amacını ve “halkın muhabiri” olmanın ne demek olduğunu özetledi: “Haber

atölyelerinin katılımcılarının önümüzdeki dönemde en önemli işleri, mevcut medya ortamında görünmez kılınan, değersizleştirilen ve karalananları görünür kılmak ve onlarla birlikte eşitlikçi ve özgürleştirici bir iletişim ortamını, iletişim dilini ve pratiğini yaratmak, yaşatmak ve yaygınlaştırmaktır.” İstanbul’daki atölyenin sonunda halkın muhabir adaylarının hazırladığı haberler bu hedefe ulaşılacağının sinyalini verdi. 2012-2013 eğitim yılında okulların açıldığı ilk gün velileri, öğretmenler, öğrencileri ile yan yana mücadele ettikleri okullardan 4+4+4'ün yarattığı yıkımları Halkevleri Haber Merkezi'ne bildiren Halkevciler için, “görünmez kılınanları” görmek zor olmadı. Direnen BMC işçileri, Samatya’nın tedirgin Ermenileri, sokaklardaki seks işçileri gibi birçok haber atölyeye taşındı.

Yoldaş Gümüşkaya da Funda Başaran gibi umutluydu. Gümüşkaya “Halkevleri’nin yerel dinamikleri sağlam. Halkın haber ajansı yolunda atılan bu adım, hem Halkevleri’nin çizgisini genişletmek hem de gerçek bir alternatif medya ile yeni bir toplumu inşa etmek için büyük önem taşıyor” dedi. “Halkın haber alma ve haber yapma hakkı var diyerek yola çıkan, burjuva medyasını altüst edecek kocaman bir mutfak oluşuyor artık” diyen Gümüşkaya, halkın muhabir adayı olarak alternatif bir medyanın kurulabileceğine olan inancı ifade etti.

ONLARIN MEDYASINI ALTÜST EDERİZ 4 gün boyunca atölyedeki tartışmalara yoğun bir şekilde katılan muhabir adaylarından

‘Mecburi söyleme’ karşı: Çaylak Haber E

AKP sansürlüyor, videolar susmuyor AKP, iki gün art arda kendisini teflhir eden videolar› youtube’tan kald›rtt›. Ama videolar art›k daha çok izleniyor Bir süredir internet üzerinden çokça paylafl›lan “Bir Baflbakan ‹ki Erdo¤an /Recep Erdo¤an-Tayyip Erdo¤an” isimli video hükümetin flikayeti üzerine kald›r›ld›. Video, Baflbakan Recep Tayyip Erdo¤an’›n farkl› zamanlarda yapt›¤› birbiri ile çeliflen aç›klamalar› arka arkaya s›ral›yor, Erdo¤an’›n yalanlar›n› teflhir ediyor. Videoda Erdo¤an bir yerde “Biz tek dil diye bir fley demedik” derken, baflka bir yerde “tek dil, tek din” diye hayk›r›fl›n›n kay›tlar› yer al›yor. Youtube’a yüklenen ilk videoya eriflim engellendi ama elbette izlenmesinin önüne

geçilemedi. Video, pek çok internet sitesinde yay›mlanmaya devam ediyor. Ve elbette izlenme say›s› yasaklanmas›n›n ard›ndan daha h›zl› art›yor. Ama AKP deneyerek ö¤renemiyor. Sansürlenmesiyle daha fazla kifliye ulaflan ‹ki Erdo¤an videosuna ra¤men, Sirkeci Karakolu’nda Üniversiteli Kad›n Kolektifi üyelerine yönelik iflkence görüntüleri ayn› gün içinde “hizmet kurallar›n› ihlal etti¤i” gerekçesiyle sansürlendi. Bu video da AKP’nin polisinin yerlerde sürükleyerek fliddet uygulad›¤› üniversiteli kad›nlar taraf›ndan yerlerde sürüklenirken kayda al›nd›. Ve pek çok internet sitesinde yay›mlanmaya devam etti¤i için hala izlenebiliyor.

gemen medya dışında haber alma kaynakları, özellikle internette, giderek artıyor. Caylakhaber.com bağımsız haber alma kaynaklarından sadece birisi. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin yayına hazırladığı Çaylak Haber sitesi, gazeteci adaylarının mesleki konularda gelişmelerine katkı sağlamak amacıyla kurulmuş. Gazetecilik Bölümü öğrencilerinin girişimi ve yine aynı fakültenin öğretim görevlilerinin desteğini almış ve tüm yurttaki gazetecilik bölümü öğrencilerine de haberlerini yayımlamaları adına fırsat sunmuş. Kurucuları Caylak Haber’in hak haberciliği eksenli olarak yayın hayatını sürdürdüğünü söylüyorlar. Gerçekten de ulaşım hakkından engelli haklarına sosyal hak mücadeleleri, emek hareketi, anadilde eğitim talebi, LGBTT ve kadın mücadeleleri, savaş karşıtları, hayvan hakları savunucuları sitede kendilerine yer bulabiliyor.

Çaylak Haberciler, kendi etik değerlerini ve habercilik çizgilerini geliştirmek için çeşitli etkinlikler de düzenliyorlar. Bunlardan biri de gazeteciler Banu Güven ve İrfan Aktan’ın konuk olduğu ‘Medya, Nefret ve Yargı Söylemi’ konulu bir söyleşiydi.

MECBURİYETLERE İSYAN Resmi olarak bağlı bulunduğu ve yardım aldığı bir kurum olmayan bu bağımsız haber sitesinin emektarlarıyla Çaylak Haber deneyimi üzerine konuştuk. Site editörlerinden Atacan Ak, başlarda ayrımcı, nefret söylemine sahip haberleri

yeni baştan elden geçirme fikri etrafında da 2-3 kişinin bir araya geldiğini ancak bir anda çok kalabalıklaştıklarını anlattı. “Biz hak odaklı habercilik yapmak istedik. Haberin dilini de bireye, topluma doğru bükmeye uğraştık” diyen Atacan Ak, eylemlerdeki polis şeflerinin bile

ne iş yaptıklarını öğrendiğini anlatıyor. Ak, “Okulda ve yaygın medyada bize ‘mecburi’ kılınan söyleme karşı çıktık. Yazmak zorunda olduğumuz haber şeklini reddettik” diyor ve mezun olduktan sonra yeni gelen öğrencilere özgün ve özgür bir yaratım alanı bırakmak istediklerini söylüyor. Sitenin muhabirlerinden Zeynep Aydoğdu, ana akım medyadaki manipüle haberlere, hak ihlallerine ve şiddetin bu kadar meşru kılınarak verilmesine karşı kendi iletişim ağlarını kurmaya, meramlarını anlatma yoluna gittiklerini söyledi ve bu küçük girişimin nasıl hızla büyüdüğünü anlattı. “Her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz ve öğrenmeye de devam edeceğiz” diyen Aydoğdu “çaylak ruhu”nun önemine şu ifadelerle dikkat çekti: “Çaylak ruhu bir bütün olmaktır ve bu bütünün bir parçası içinde olmak gururu tarif edilemez. Herkesi de bu bütünün içinde yaşamaya davet ediyoruz.”

Başbakan kızdı, Demirören’in Milliyet’i karıştı M

illiyet’te Namık Durukan imzasıyla İmralı tutanakları yayımlandı. Başbakan Tayyip Erdoğan haykırdı: “Eğer böyle gazetecilik yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin!" Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak bunun üzerine, "Pusulamız şaşmaz: Haber doğruysa basarız! Sayın Başbakan’ın ‘Batsın böyle gazetecilik’ sözlerini üstümüze almıyoruz” diye yazdıysa da Hasan Cemal’in yazısı yayımlanmadı. 5 Mart’ta patron Erdoğan Demirören’le bir toplantı yaptı. Demirören’in

Sazak’tan Hasan Cemal ve Can Dündar’ı bir süre “dinlendirmesini” istediği öğrenildi. Sazak ve yönetim geçici bir çözüm olarak iki yazarı dinlendirmek noktasında anlaştı. Daha sonra basına yansıyan haberlere göre kriz geçici olarak çözüldü. Can Dündar’ın yazılarına devam etmesi, Hasan Cemal’in en fazla iki hafta için tatil yapması kararlaştırıldı. Ulusal Kanal’ın iddiasına göre ise Milliyet yazarı Hasan Pulur'un 4 Mart günü yayımlanması gereken yazısının yayınlanmasına engel olundu.

Müslüm Gürses’i ölmeden öldürdüler A

rabesk müziğin babası Müslüm Gürses 3 Mart’ta hayatını kaybetti. Ancak hurriyet.com.tr 1 Mart’ta “Müslüm Gürses’i kaybettik” başlığıyla bir haber girdi. Ardından DHA, sonra diğerleri Müslüm Gürses’i ölmeden öldürdü. ÖLMEDEN BAŞ SAĞLIĞI DİLEYEN BAKAN Sosyal medya ölüm haberi ile çalkalanırken, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu da taziye

mesajını twitterdan geçti. Yalan döndü dolaştı, ortaya atana vardı. Tepkiler üzerine Hürriyet, ölüm haberini Sağlık Bakanı’ndan aldıklarını iddia etti. Sağlık Bakanı yazdığı tweeti sildi. HÜRRİYET’TEN SKANDAL BAŞLIK Hürriyet’e yaptığı etik dışı haber yetmedi, daha büyük bir skandala imza atarak, “Aaa Müslüm ölmüş” başlığı ile bir

haber daha yayımladı. Haber şunu anlatıyor: Hürriyet muhabirleri Gürses’in eşi Muhterem Nur’u arayıp, ölüm haberini veriyor. Muhterem Nur, “Müslüm'ün durumu kötüydü. İki gündür hastaneye gitmiyordum. Acaba öldü de bana mı söylemediler?" diyor. Hürriyet 4 Mart’ta, yani Gürses öldükten bir gün sonra yeniden bir haber girdi. Bu kez DHA imzasıyla: “Müslüm Gürses’i kaybettik.”

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


KÜLTÜR SANAT

15

7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

Halk›n Sesi

Bursa’da kitap bahar›

May›s’ta mitoloji günleri

Bursa 11. Kitap Fuarı bu yıl 9-17 Mart tarihlerinde. Fuar süresince söyleşi, panel, şiir dinletisi, okuma saatleri ve çocuk etkinlikleri gerçekleşecek. İmza günlerinde de 500 yazar okurlarıyla buluşacak. Can Dündar, Ece Temelkuran, Yekta Kopan, Enver Aysever fuarın konukları arasında.

Kad›nlar›n festivali Kadınlar tarafından kadınlar için gerçekleştirilen Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin 11’incisi, bu yıl hırpalanan-susturulan-görmezden gelinen tüm kadınlara ithaf ediliyor. Festival, 15-23 Mart’ta İstanbul’da, 30-31 Mart’ta İzmir, 6-7 Nisan’da Sinop, 13-14 Nisan’da Bitlis’te.

‘Garip bülbül’ raflarda Türk halk müziği sanatçısı ve akademisyen Erol Parlak’ın Neşet Ertaş'ın hayatını anlattığı, “Garip Bülbül” kitabı, Demos Yayınları’ndan çıktı. 16 yıllık çalışmanın ürünü olan ve iki kitaptan oluşan biyografi, Ertaş'ın hayatını, sanatını ve eserlerini ele alıyor. Kitap Ertaş’ın memleketi Kırşehir’de yapıldı.

Şirince Nesin Matematik Köyü, 34-5 Mayıs tarihlerinde Mitoloji Günleri'ne ev sahipliği yapacak. Amacı “Tarihin derinliklerinde kalan mitleri günümüz gerçekliği ile ele almak ve tarihin tinsel kuytularında insana dair izler aramak” olarak duyurulan etkinliğe bildiri sunmak için son başvuru 18 Mart.

Kitabevi içinden sansüre ret Milli E¤itim Bakanl›¤›’n›n 100 Temel Eser listesi içinde yer alan fieker Portakal› kitab›n› derste ödev olarak okutan bir ö¤retmene, kitab›n müstehcen oldu¤u gerekçesiyle soruflturma

aç›ld›. Fareler ve ‹nsanlar kitab› da ‹zmir Milli E¤itim Müdürlü¤ü taraf›ndan ‘sak›ncal›’ bulundu. Art›k birer klasik haline gelmifl bu kitaplar, bu sansürlerle birlikte son dönemin çok satanlar liste-

sine girerken kitabevlerinde neler yafland›? Bu kitaplar›n sat›fl›n› yapan ve sosyal medya üzerinden “Fareler ve ‹nsanlar’›, fieker Portakal›’n› raflar›m›zdan, tezgâhlar›m›zdan

indirmeyece¤iz” slogan›yla kampanya yürüten Remzi Kitabevi’nin çal›flanlar› ile konufltuk. Deniz Sinan Tunaboylu, Do¤ancan Y›ld›z ve fiebnem Deniz fiahin sorular›m›z› yan›tlad›.

HÜMA NUR BABAL

Böyle bir kampanyanın kararı nasıl verildi? Deniz Sinan Tunaboylu: Bu kitaplar bizim ortaokul yıllarımızda okuduğumuz kitaplar. Sansür haberlerini duyunca çok şaşırdık. “Biz de bu işin içindeyiz” dedik, toplumun sansür, yasaklama tarzı girişimlerle susturulmaya çalışıldığı bir dönemde ses vermemiz anlamlı olur diye düşündük. Doğancan Yıldız: Birçok kitabevinden ve yayımevinden arkadaşlarımız var bizi destekleyen ve kampanyanın yayılması için emek sarf eden. Aslında toplumun her kesiminden insanlar var, şairler, yazarlar, gazeteciler… Bizim amacımız her şeyden önce bir dayanışma yaratmak. Sansürün kitapla sınırlı olmadığının da farkındayız, bunun için de mücadele edeceğiz. Bizim amacımız duyarlılığı da arttırmak. Yani, en azından okuyan insanların kitap emekçileriyle olan iletişimlerini de sağlamak. Kitabı üretenlerle, rafa yerleştirenlerle, satışını yapanlarla iletişimi sağlamak. Çünkü yazarlardan daha çok okuyucuya biz yakınız. Okuyucu bir yazar hakkında bizden fikir alıyor. Bu çok önemli bir şey. Okurun yönlendirilmesi açısından da kritik bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Bundan dolayı bizim de bu meselede kitaba emek verenler kadar hakkımız var. D.S.T: Bu kampanya kapsamındaki açıklamamızda bahsettiğimiz bir mesele vardı; bu kitaplar ortaokulların, liselerin en fazla önerdiği, tükettiği kitaplar. Zaten MEB’in 100 temel listesi içinde de yer alıyor. D.Y.: Fareler ve İnsanlar’da anlatılan bir dostluk öyküsüdür. Eli ve George’un dostluğudur. Ben, çok net bir ifadeyle sansürlemek istedikleri şeyin dostluk olduğunu düşünüyorum. Zeze’de de yoksulluk anlatılır. Keşke yoksulluğu da ortadan

kaldırabilseler sansürle ya da başka bir şekilde. D.S.T.: Biz açıkçası başta bu işe girişirken böyle bir etki katacağını da pek tahmin etmedik. En kötü ihtimalle “kitapçılar arasında böyle bir duyarlılık yaratalım ve okuyucuyla karşı karşıya geldiği zaman söyleyecek bir şeyi olsun” dedik. Sansürü onaylayan oldu mu peki? D.S.T.: Hayır hiç karşılaşmadık. Bununla ilgili konuşan okurların hepsinin sohbetlerine dahil olmaya, görüşlerini almaya çalıştım. Bir tanesinin haberi yoktu; okuldan Şeker Portakalı’nı istemişler ben de gayriihtiyarî “ha şu sansürlenmek istenen kitap değil mi” dedim, bir an tereddüde kapıldı böyle bir sansür uygulamasından haberi yokmuş. “ha bir bakayım sakıncalı kitap mı?” dedi, yok

dedim kesinlikle değil tam tersine dünyada en fazla okunan klasikleşmiş eserlerden biridir bu. Şöyle de bir saçmalık var, bunu sansürlemeye kalkanlardan hiçbirinin kitapları okumadığını da gördük. İzmir İl Milli Eğitim Müdürü kitabı okumadığını açıkladı. Fareler ve İnsanlar’da sakıncalı bulunan bölümü okumuş sadece. O kitaplar hepimizin ortaokul-lise yıllarında okuduğu kitaplar ama bu ülkede bürokrasi kademesinde nasıl insanların bulunduğunun da bir anlamda göstergesi. D.Y.: Bu kitaplar, biz kitap emekçilerince de çok önemli kitaplar. Kampanyamızdaki ana vurgu da zaten “raflarımızdan indirmiyoruz”du. İnsanlar bunu görünce “sansür yüzünden mi yaptınız” dediler bize, “evet dedik biz bu çağda kitapların sansürlenmesine karşıyız. Kitap okurları olarak,

bu kitabı satanlar, ona emek verenler olarak da sansüre karşıyız” dedik. “Daha çok insana ulaşılmasını sağlayacaktır kitapların” dediler, hatta bazı insanlar destek olmak açısından kitapları okudukları halde bir daha aldılar. Mesela Muzaffer İzgü’nün Zıkkımın Kökü isimli kitabı da aynı şekilde tehdit altında. Yani bu böyle bir şeydir, mevzi kazandıkça daha da ötesini isteyeceklerdir daha da ilerleyeceklerdir. Sizce neden hepsinin ortak noktası hem çocuk kitabı hem klasikleşmiş temel eserler olması? D.S.T.: Zıkkımın Kökü için de aynı şey geçerli. Çocuk gelişimi açısından mizahın çok önemi var ve ben kendi çocukluğumdan Muzaffer İzgü’nün, Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin gibi mizahi yönden benzerlik gösteren yazarların çok önemli bir yönü olduğunu

düşünüyorum. D.Y.: Biraz da toplumcu gerçekçi edebiyata yöneliyorlar. Steinbeck’in kitabı sınıf mücadelesini anlatan bir kitap. O yüzden ben sansürün bu kitaplarla sınırlı kalacağını düşünmüyorum. Çünkü mevzi kazandıkça ilerliyorlar. Ben size sorayım, Başbakan’ın yetiştirmek istediği “dindar gençliğin” adımları ya da basamaklarından biri olabilir mi bu? D.S.T.: Başbakan’ın dindar nesil söylemi sonrasına denk düşen karşılaştığım bir şey var. Milli Eğitim’in müfredatını da yapılandırmaya, değiştirmeye çalışıyorlar. Son dönemlerde raflardaki çocuk kitaplarında ciddi bir seviyede dinsel içerik gözlemliyorum. Özellikle 4-12 yaş diye tabir edilen bol resimli ilk çocukluk kitapları tamamen din odaklı...

D.Y.: Bilimden boşalan yeri inançla doldurmaya çalışıyorlar. Ne kadar inanç aşılanırsa bilimde o kadar mevzi kaybediyoruz. Bilimsel olandan uzaklaşıyoruz. D.S.T.: Aslında birbiriyle o kadar bağlantılı şeyler ki… Şimdi bu vakalardan sonra Milli Eğitim Bakanı, Kültür Bakanı açıklamalar yaptılar. “Böyle bir yasaklama yok, kimse telaşlanmasın, o konuda belli ailelerden şikâyet almışız, bu yüzden soruşturma başlatıldı, herhangi bir sansür girişimi yok” dediler. Ama şöyle bir şey görüyoruz biz: bunu kimse çıkıp da istisnai bir vaka olarak değerlendiremez; biz sürekli bir yerlerde bu tarz vakalarla karşılaşıyoruz. Baktığımız zaman son birkaç senedir yürüyen bir ‘muhafazakâr sanat’ tartışması var. Şehir tiyatrolarının kapatılması, vs. pek çok başlıkta karşı devrimci adımlar var. En son TÜBİTAK’ın evrim kuramının işlendiği kitapların basımına artık son verildi. Ş.D.Ş.: TÜBİTAK’ın birçok kitabı da zaten artık basılmıyor, yalnızca basit çocuk kitapları basılıyor. D.S.T.: Bu konuda en büyük tepkiyle biz karşılaşıyoruz. Okuyucu “Richard Dawkins’in Kör Saatçi’si var mı?” diye soruyor, yok dediğimiz zaman “kardeşim nasıl siz bu kitabı rafınızda bulundurmazsınız” diyor. “Kitabın baskısı yok” dediğimizde şaşırıyor, tepki gösteriyor insanlar. Bunların hepsi bütünün parçası aslında. Bütün bunlar sanata, bilime karşı atılan gerici adımlar. Biz bunlara karşı durmak gerektiğini düşünüyoruz. Bu kampanyanın gelecek adımları nelerdir? D.Y.: Şu an tarihi belli somut bir eylem adımımız yok ama bizler her türlü sansüre, yasaklamaya karşı duracağız. Bizlere verilen destekten memnunuz, daha da fazlası gelirse belki bir gün platforma dönüşürüz.

GFF perdelerini barışa açıyor Üçüncüsü düzenlenen Uluslararas› Gençlik Filmleri Festivali 12 Mart’ta ODTÜ Ayakta Belgeseli’nin galas›yla perdelerini aç›yor. Film gösterimleri paras›z

B

u yıl üçüncüsü yapılacak olan Uluslararası Gençlik Filmleri Festivali (GFF), “barış” temasıyla izleyicileriyle buluşuyor. Temaya ilişkin Kolektif Sinema ve GFF gönüllülerinin açıklaması şöyle: “Milyonlarca insanın, halkların, kendisinin olmayan, başkalarının çıkarları uğruna sürüklendiği savaşlara karşı inatla ‘Barış’ın yolunu tutan GFF, umudun sesini yükseltmeye geliyor. “Bu sene ‘Barış’ temasının

anlamını büyüten bir nokta da; ülkemiz ve Suriye üzerinden süren kirli savaş politikaları. AKP’nin de bu politikalar arasında kendine biçtiği rolle ve mecliste onaylanan tezkereyle savaş çığırtkanlığı giderek büyüdü ve bu politikalar sonucunda ülkemiz savaşın içine sürüklendi. Savaşa seyirci kalmamak, barış için çekilmiş filmlerle umut olmak ve barışa hasret ülkemizde ve dünyamızda bu barışların filmlerini çekmek için perdede ‘3-2-

1 barış’ diyoruz!” Festival açılış etkinliklerinin ilki 12 Mart’ta Ankara’da gerçekleşecek. Ankara’daki etkinlik, bir ilke de ev sahipliği yapacak. GALA ODTÜ’DE 18 Aralık ve sonrasında yaşanan ODTÜ direnişinin anlatıldığı, Kolektif Sinema tarafından hazırlanan “ODTÜ Ayakta” belgeselinin galası yine ODTÜ’de gerçekleşecek. Ankara’nın ardından 19

Mart’ta İstanbul’da, 21 Mart’ta Eskişehir’de, 3 Nisan’da Kocaeli’de, 8 Nisan’da İzmir’de festival açılışları gerçekleşecek. Ayrıca festival, bu yıl “barışın sesini duymaya en çok hasret olan” illerden Antakya’ya da konuk olmaya hazırlanıyor. GÖSTER‹MLER PARASIZ Gösterimlerin parasız olduğu festivalin programı http://www.genclikfilmlerifestivali.org adresinden takip edilebilir.

Diplomatik krizin eşiğinden döndük! B

olu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde Sinema ve Düşün Topluluğu’nun gösterimini yapmak istediği Persopolis filmi Rektör Yrd. Kenan Gümüştekin tarafından sakıncalı ilan edildi. Filmin gösterimi engellendi. Gümüştekin’in yasaklama gerekçesi ise, filmin gösterilmesi halinde İran’la diplomatik kriz yaşanacaktı. Marjane Satrapi’nin aynı ismi taşıyan ve çizgi roman olarak yazılmış otobiyogrofisinin sinemaya uyarlanmasıyla yapılan 2007 tarihli animasyon film, İran’da molla rejiminin kuruluşunu küçük bir kızın gözlerinden anlatıyor. Şah’ın devrildiği devrim süreci, iktidarın mollaların kontrolüne girmesi, bu süreçte İslamcılara destek veren solun daha sonra ezilişi, toplumsal yaşamın İslamcılaştırılması, örtünme zorunluluğu, kadınların hapsedilmesi gibi olaylar üzerinden İran’daki dönüşüm süreci filmde özetleniyor. İslamcı rejimin kuruluşu sürecinde üniversitelerdeki dönüşümü de ele alan filmde, sanat derslerinde resimlerin sansürlenmesi gibi olaylar da işleniyor. NE “DEVR‹M”LE NE “DEVR‹M”S‹Z Ankara Üniversitesi’nde ise Sovyet Sineması'nın önemli yönetmenlerinden Sergey Eisenstein'in "Ekim" filmini göstermek isteyen öğrencilerin afişi, üzerinde "Devrim Sineması" yazdığı gerekçesi ile Dekanlığın sansürüne uğradı. Sol.org’un haberine göre, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde "Devrim Sineması" klasiklerinden "Ekim" filmini göstermek isteyen Bilim ve Sanat Topluluğu’nun afişleri okul yönetimince sakıncalı bulundu. "Devrim Sineması" yazısını uygunsuz bulan okul yönetimi, öğrencilerin itirazına karşı "yazının başlarına belaya sokacağını" kaydederek yazının kaldırılması konusunda ısrarcı oldu. "Devrim Sineması" yazısını afişlerinden kırparak çıkartan öğrenciler bu defa da DTCF Dekanı Prof. Dr. Rahmi Er'in "afiş çok biçimsiz, şekilsiz" itirazıyla karşılaştılar. Dekanlığın tavrına tepki gösteren öğrenciler, "Sanat üretiminin bile törpülenmeye çalışıldığı bir üniversitede nasıl bilim üretilir bilemiyoruz" dediler.

Taşkent Sanat Galerisi kapandı ‹stanbul ‹stiklal Caddesi’nde 1964 y›l›ndan bu yana sergi düzenlenen Kaz›m Taflkent Sanat Galerisi kapand›. Her y›l onlarca kültür sanat etkinli¤ine ev sahipli¤i yapan Kaz›m Taflkent Galerisi ve Galatasaray'daki Sermet Çifter Kütüphanesi art›k sanatseverleri a¤›rlayamayacak. ‹çinde sanat galerisinin de oldu¤u Yap› Kredi Kültür Merkezi’nin bir k›sm› bundan böyle giyim ma¤azas› olarak hizmet verecek.


SOKAĞIN SESİ KİBELE

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

7 Mart 2013 / 20 Mart 2013

16 Halk›n Sesi

fi‹DDETE, ERKEK EGEMENL‹⁄‹NE, GER‹C‹L‹⁄E...

Kadınlar AKP’ye meydan okuyor Cumartesi Anneleri’nin simgesi haline gelen ve 33 y›l›n› o¤lu ve o¤lu gibi kaybedilen ve katledilenler için adalet aramakla geçiren 105 yafl›ndaki Berfo Ana 21 fiubat’ta yaflam›n› yitirdi.

8 MART’A GİDERKEN...

Mahallelerinde, köylerinde, kent meydanlarında, bir yıldır AKP’nin kadın düşmanlığına karşı bir araya gelen kadınlar, 8 Mart’ı direnişlerle karşılıyor TÜRKAN KARAKUŞ / BANU SERVETOĞLU

8

Mart birçok ilde direnişlerle geldi. Meydanlarda, mahallerde, üniversitelerde, kadınlar 8 Mart'ı haftalara yayılmış etkinlik ve eylemlerle karşıladı. Bu yıl 8 Mart hazırlıklarının önemli adreslerinden biri de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'ydı. Ama etkinlik sahibi Bakanlık değil, Üniversiteli Kadın Kolektifi’ydi. Etkinlik adı ise “işgal”. Üniversiteli Kadın Kolektifi 4 Mart’ta “AKP’yi uyarıyoruz, kadın düşmanlarına meydan okuyoruz” diyerek İstanbul Cağaloğlu’ndaki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İl Müdürlüğü’nü işgal etti. Müdürlük binasını eylem alanına çeviren kadınlar, binadan sallandırdıkları pankartla AKP’yi uyardı. Burada kadınlara saldıran polis, 23 kadını ve saldırıyı görüntülemeye çalışan Kolektif Basın Merkezi muhabirini gözaltına aldı. Sirkeci Karakolu'na götürülen kadınlar hakkında gözaltı işlemi yapılmadı, kadınlar yerlerde sürüklendi. Polis saldırısı, Sirkeci Karakolu’nda işkenceyle devam etti. Üniversiteli kadınların direnişi Ankara, İzmir ve Eskişehir’de aynı gün yapılan refleks eylemlerle selamlandı.

Konak, işkencenin Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü binasında başladığını belirterek “Saçlarımızdan sürüklendik, yerlerde tekmelendik, tokatlara ve hakaretlere maruz bırakıldık” dedi. Kadınlara yönelik saldırı, düşmanlık ve gözü dönmüş halin polislerin yaptıklarından ibaret olmadığını söyleyen Konak, her gün 5 kadının öldürüldüğünü, yüzlercesinin tacize ve tecavüze uğradığını,

Kadınlar toplandı, eylem yaptı, yumurta arttı, çatıştı, direndi. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü daha gelmeden kadınlar gündeme müdahale etti tüm bunlar yaşanırken de AKP’nin erkekler lehine uygulamaları hayata geçirdiğini belirtti. “Dün canımıza kast eden kadın düşmanlarının olduğu bu karakola geri gelmemiz bu yüzdendir” diyen Konak, gerici, kadın düşmanı ve kadınların hayatlarına kast eden uygulamalar sürdükçe eylemlerinin de devam edeceğini söyledi. Üniversiteli

KTÜ Farabi Hastanesi’nde, THY grevinde, Deri ‹fl’te kad›nlar, iflten ç›karmalara karfl› mücadele etmeye devam ediyor.

kadınlar, basın açıklamasının sonunda kadın cinayetlerinin, tacizin, kadını yok sayan cinsiyetçi, gerici politikaların sorumlusu AKP’ye karşı tüm kadınları sokağa çağırdı. Açıklamanın ardından kadınlar, polis barikatlarıyla korunan karakolu “Kadınlara yapılan işkencenin hesabını soracağız” diyerek yumurta yağmuruna tuttu.

‘Bir pankart iki döviz yine yapar kadınlar’ Kad›nlar›n Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Atatürk Kültür Merkezi Salonu’nda yapmak istedi¤i 8 Mart etkinli¤ine rektörlük izin vermedi. Bir 8 Mart KTÜ’sü klasi¤ine daha yol açan Rektörlük, daha önceki y›llarda oldu¤u gibi kad›nlar›n direnifliyle karfl›laflt›. Kad›nlar 4 gün boyunca rektörlük binas› önünde özel güvenlikçilere kök söktürdü. 27 fiubat’ta bafllayan oturma eyleminde kad›nlar, rektörün yasa¤›n›, canland›rd›klar› bir skeçle protesto

POLİS BARİKATINA YUMURTA YAĞMURU Saldırının ertesi günü Sirkeci Garı’nda bir araya gelen kadınlar, işkence yapılan karakola doğru yürüdü. Üniversiteli Kadın Kolektifi adına açıklama yapan Seren

etti. Eylem s›ras›nda pankart› almaya çal›flan özel güvenlikçilere karfl› direnen kad›nlar, pankartlar›n›n y›rt›lan yar›s›n› geri almay› baflard›. Ellerinde kalan yar›m pankartla, Rektörlü¤ü teflhir eden kad›nlar, eylemlerine kendi besteleri ile devam etti: “Bir pankart, iki döviz/ Yine yapar kad›nlar/ Bir gün aradan sonra /Yine burada kad›nlar.” Hemen her gün özel güvenlikçilerin sald›r›s›yla karfl›laflan kad›nlar› ne özel güvenlikçilerin sald›r›s› ne de rektörün yasa¤› y›ld›rd›.

Bir başımıza değil kadın başımıza

Savafl›n bedelini kad›nlar ödemeyecek diyen Halkevci Kad›nlar Suriyeli k›z kardeflleriyle Antakya’da dayan›flma eylemi yapt›.

8 Mart Dünya Kad›nlar günü Kürt illerinde 3 Mart’ta binlerce kad›n›n kat›l›m›yla gerçekleflti.

Sokakları, meydanları, adliye önlerini mücadele alanına çeviren Halkevci Kadınlar, 8 Mart’ta da sokaklarda, meydanlarda...

H

alkevci Kadınlar 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nden günler önce Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Çanakkale, Hopa ve daha birçok yerde şenlikler, söyleşiler, paneller ve tiyatro gösterileri düzenleyerek, atölyelerde el pankartları hazırlayarak 8 Mart hazırlıklarına başladı. Birçok şubede yapılan etkinliklerin yanı sıra “Babayı, kocayı, çocuğu evde bıraktık, kadın kadına buluşuyoruz” sloganıyla kadın şenlikleri düzenlendi. Ankara’da Halkevci Kadınlar’ın 3 Mart’ta düzenlediği şenlikte Zeynep Karababa, Şirintepe Kadın Korosu ve Şirintepe Kadın Halk Oyunu Ekibi sahne aldı. ZÜLFÜ KADIN YAŞAM PARKI’NA YÜRÜYÜŞ Şenliğin ardından yaklaşık 200 ka-

dın, kadına yönelik şiddetin son bulması için atılan sloganlar eşliğinde Zülfü Kadın Yaşam Parkı’na doğru yürüdü. Yürüyüşün sonunda bir sokak tiyatrosu sergileyen kadınlar, kocası tarafından öldürülen Zülfü Öztürk'ü anarak 8 Mart için sözleşti. İlker ve Dikmen Halkevi’nden kadınlar da 8 Mart öncesi Dikmen Vadisi’nde buluştu. 7 yıldan bu yana barınma hakkı mücadelesi yürüten, tek yaşam alanları olan evlerinden çıkarak sokağı özgürleştiren Dikmen Vadili Kadınlar, 8 Mart’ta da direnişleriyle alanda olacaklarını söyledi. Direnişlerinin Dikmen Vadisi’nin toprağına kök saldığını söyleyen kadınlar, 10 Mart’ta fidan dikimiyle başlayacak “Kadın Ormanı” projesinin programını hep birlikte oluşturdu.

KADIN KADINA BULUŞMA İstanbul’da 2’nci bölge Halkevleri’nin 3 Mart’ta Haldun Dormen Şişli Sahnesi’nde düzenlediği şenlikte kadınlar şiir ve şarkı dinletileri, oyunlar sahneledi. Etkinlikte Halkevci Kadınlar adına konuşan Asiye Çil “Artık perdeleri çekilmiş, kapısı kapatılmış evlerimizin içinde hapsedildiğimizin farkındayız. Pencereden ışığı gördük ve o aydınlığı yaratacak olan bizleriz. AKP ve erkek egemenliği bizim adımıza karar alamaz. Biz kadınlar, yaşamımıza sahip çıkıyor, karar hakkımız için mücadele ediyoruz” dedi. Şenlikte sahne alan Pınar Aydınlar’ın söylediği türkülere salondaki tüm kadınlar eşlik etti. Tüm etkinliklerde kadınlar illerinde düzenlenecek miting ve eylemlerde buluşmak için randevu verdi.

Kürtaj Hakt›r Karar Kad›nlar›n-‹zmir Platformu güvenli, paras›z, nitelikli kürtaj hakk› için bir araya geldi.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.