175'inci Sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

SAYFA 5

Sömürgecinin Afrika ç›karmas›

Tekellerin zirvesinde ‘aç›l›m’

Ve kitaplar yürümeye bafllad›

Anadolu’da vard›k, flimdi de var›z

Mali’deki kar›fl›kl›k, operasyonun saplanaca¤› batakl›k olabilir

TÜS‹AD’da AKP’yi memnun edecek isimler art›k yönetimde

Dört yüz deve, s›rtlar›nda yüz on yedi bin kitap...

Diyarbak›rl› Ermeniler resmi tarihimizin ‘s›r’lar›n› anlatt›

SAYFA 9

SAYFA 14

SAYFA 13

28 Ocak 2013 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 175

TAfiERONCU ‹KT‹DARIN HÜKMÜ ÖRGÜTLÜ ‹fiÇ‹YE SÖKMEZ

Taşerona teslim olmayacağız! AKP, emekçileri sefalete ve insanl›k d›fl› çal›flma koflullar›na mahkum etmek için tafleron sistemine sar›l›yor

Yeni yasalarla sendikalara biçim vermek isteyen AKP, on binlerce tafleron iflçinin sendika hakk›n› yok sayd›

Tüm ülkede aya¤a kalkan iflçiler ise bütün engeller gibi bunu da örgütlü mücadeleyle aflacaklar›n› gösterdi

Laf cambazl›¤›yla provokasyon rejimini örtemezsiniz Bakan de¤ifltirerek kurtulamazs›n›z. De¤iflmesi gereken sisteminiz. De¤ifltirece¤iz! S. 3

Ölü do¤an kad›nlar

AKP’nin sendika hakk›n› gasp etmeye çal›flt›¤› tafleron iflçiler eylemdeydi S. 3

Jyoti Sing Pandey ad›ndaki genç kad›n›n toplu tecavüze u¤ramas› ve katledilmesi sonras› büyük eylemlerin yap›ld›¤› Hindistan’da, kad›na yönelik fliddet sistematik ve köklü S. 10

‹zgü’yle söylefli

Dava da bizim kavga da Derelerine, çaylar›na sahip ç›kanlar yarg›land›klar› davada ‘mücadeleye devam edece¤iz’ dedi. Newroz davas›ndan tutuklu Kadir ve O¤uz serbest b›rak›ld› S. 2

Ferda Koç / Sayfa 4

Kepezliler mücadeleye haz›r

Arhavi’de suyun bafl›nda nöbet

Kepezliler, kentsel dönüflümü seçim sonras›na erteletti

Köylüler HES projesine karfl› yeniden direniflte

SAYFA 6

SAYFA 7

4+4+4 tarihin çöplüğüne! Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri 26-27 Ocak’ta Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bomonti Kampusu’nda ve Kent Sinemas›’nda bulufltu. Her zamanki gibi halaylar ve horonlarla etkinlik bafllad›. Veliler, ö¤retmenler, ö¤renciler ve bilim insanlar› ad›na aç›l›fl konuflmas›n› Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay yapt›. Günay, “E¤itim hakk› mücadelesinin özneleri olarak 4+4+4’ü tarihin çöplü¤üne ataca¤›z. Eflit, paras›z, bilimsel, laik, anadilde e¤itim hakk›m›z› alana kadar ›srarla mücadelemize devam edece¤iz” dedi. S. 15-16

Leman Meral / Sayfa 4

‹ki ayakl› masa durur mu? AKP’nin sansürü...

Kürtler barışta kararlı M‹T- ‹mral› görüflmelerine s›n›r ötesi operasyonlar, tutuklamalar ve provakasyonlar efllik ediyor. AKP’nin tüm provokasyon ve etkisizlefltirme çabalar›na ra¤men Kürt hareketi “Onurlu Bar›fl” talebinde ›srar ediyor S. 4

Kemal Y›lmaz / Sayfa 7

Tufan Sertlek / Sayfa 8

‘Ben mi yaratt›m’

Karfl› hegemonya

Bursa’da Muzaffer ‹zgü’nün ‘Z›kk›m›n Kökü’ adl› kitab›n›n okutulmas› yasakland›. Bu vesileyle ‹zgü ile yasakl› kitaplar ve AKP’nin e¤itim politikalar›n› konufltuk. S. 11

Çürüyen üniversite Redhack piyasa iliflkilerinin üniversiteyi nas›l çürüttü¤ünü inkar edilemez bir flekilde ortaya serdi. Üniversitelerde yolsuzluk, h›rs›zl›k diz boyu S. 12


SOKAĞIN SESİ

2

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

Dava da bizim kavga da

14-15 Ocak tarihlerinde Hopa Adliyesi’nde içeride de d›flar›da da verilen mesaj ayn›yd›...

16 Ocak günü ‹stanbul’daki Ça¤layan Adliyesi önünde bir araya gelenler “Kardefllik kazanacak” dedi.

‘Yaşamı savunanlar yargılanamaz!’ Derelerine, çaylarına doğalarına sahip çıkanlar yargılandıkları davada yaşam haklarını savunarak ‘mücadeleye devam edeceğiz’ dedi EVR‹M ÇAKIR

H

opa’da suyuna, çayına, yaşam alanlarına sahip çıkanların yargılandığı davanın ilk duruşması 14-15 Ocak’ta Hopa Adliyesi’nde görüldü. Beraat talebi reddedilirken, dava 10 Haziran’a ertelendi. Duruşma öncesi Hopa Adliyesi önünde biraraya gelen Hopalılar, bir açıklama yaparak “Doğayı ve yaşamı savunanlar yargılanamaz” dedi. Açıklamanın ardından yargılananlar duruşma salonuna girerken, adliye önünde mücadeleye omuz verenlerin bekleyişi başladı. Sanıkların sorgusu başlamadan önce söz alan avukat Can Atalay, soruşturmanın kanuni çerçevenin dışına çıkılıp infial şeklinde sürdürüldüğünü belirterek yargılananların beraatını talep etti. Ayrıca dosyadaki tüm delillerin hukuka aykırı bir şekilde toplandığını söyleyen Atalay, sanıkların avukatlarıyla görüşmelerine imkan verilmediğini dile getirdi. Mahkeme tüm talepleri reddederek sorguya başladı. ‘GELECE⁄‹M‹ZE SAH‹P ÇIKMAK ‹Ç‹N ORADAYDIK’ Duruşmada yaşam hakkı savunması yapan Şinasi Gümüşkaya, Bülent Ustabaş, Gökhan Karabulut, Şevki Kalkan, Onurcan Çelik, Erdal Türker, Ali Aksu, Güven Poshoroğlu, Müslüm

Karabulut, Turgay Ustabaş, Ümit Doğan Vayiç, Mete Cihan, Kamil Ustabaş, Taylan Kaya, Önder Ören, Necdet Altunkaya ve Cemil Aksu derelerine, sularına geleceklerine sahip çıkmak için o gün orada olduklarını dile getirdiler. Yapılan savunmalarda 31 Mayıs günü başbakanın gelişi nedeniyle Hopa’da olağan üstü hal yaratıldığına dikkat çekildi. HES’lere karşı derelerine, özelleştirmeye karşı çaylarına sahip çıkmak için basın açıklaması yapmak istediklerini söyleyen sanıklar buna karşılık polis tarafından saldırıya uğradıklarını ve Kemalpaşa Dereleri Koruma Platformu üyesi Metin Lokumcu’nun atılan gaz bombası nedeniyle yaşamını yitirdiğini belirttiler. SU HAKTIR, SATILAMAZ ‘TAHR‹K ED‹C‹’ Halkevleri Hopa Şube Başkanı ve Derelerin Kardeşliği Platformu Yürütme Kurulu üyesi

Kamil Ustabaş savunmasında iddianamede tahrik edici olduğu iddia edilen pankartta “Su haktır satılamaz” yazdığına dikkat çekti. Ustabaş, 31 Mayıs’ta yaşananların ardından Güneşli Köyü’ne HES yapılmak istendiğini, HES yapmak isteyen şirketlerin ÇED toplantısını terk etmek zorunda kaldıklarını anlattı. “Tayyip Erdoğan’ın bu şirketlere sözü vardı. Su akar Türk bakar, su akmayacak, Türk bakmayacak demişti” diyen Ustabaş, 31 Mayıs’ta Hopalıların buna karşılık “Sular akacak, Hopalılar yaşam hakkına sahip çıkacak” dediklerini dile getirdi. ‘MÜCADELE KAZANIMLARLA SÜRÜYOR’ Halkevleri Doğu Karadeniz Bölge temsilcisi Taylan Kaya ise savunmasına “Buradaki savunmamız aynı zamanda Metin Lokumcu’nun değerlerini savunmaktır” diyerek başladı. 31 Mayıs’ta başbakanın geldiği mitinge katılmayan herkesin saldırıya uğradığını söyleyen Kaya “Yapmak istediğimiz suyumuza sahip çıkma mücadelesidir. Hopa’da su yaşamdır, yaşam hakkımızı savunmak için direneceğiz” dedi. Hopa halkının yaşam hakkı için verdiği mücadelenin kazanımlarla sürdüğünü belirten Kaya şunları söyledi: “Bir canımıza mal olsa da bir hafta sonra HES yapan şirket toplumsal olaylara sebep olduğu gerekçesiyle projeyi iptal etmiştir.”

‘Halkın direnme hakkı var’ Hopa’da duruşmadan bir gün önce “Halkın yönetime katılımı” paneli gerçekleştirildi. Hopa Öğretmenevi’ndeki panelde doğa ve yaşam hakkına yönelik saldırılar tartışıldı. Panelde söz alan Prof. Dr. Beyza Üstün HES’lerin doğaya ve yaşama yönelik tahribatına değindi. Hopa’nın bilerek seçildiğini belirten Üstün, ODTÜ’de olduğu gibi iktidarın bir mesajı vermek üzere Hopa’ya geldiğini söyledi. İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof.Dr.Taner Gören, Metin Lokumcu’nun ölümünde biber ga-

zının etken olduğunu belirtti. Gören, Lokumcu dışında son yıllarda çok sayıda kişinin gaz bombası nedeniyle hayatını kaybettiğini söyledi. Hopa davası Avukatlarından Arzu Becerik de herkesin istediği alanda protesto hakkını kullanabileceğini belirtti. Türkiye aleyhine verilen 1 Mayıs 2008 kararına değinen Becerik, Hopa’da da benzer süreç yaşandığını, “AKP’nin mitingi var” denilerek basın açıklamasının engellendiğini oysa herkesin protesto hakkı ve protestonun yapılacağı yeri seçme hakkının bulunduğunu belirtti.

‘Dışarısı yıkılması gereken daha büyük zindan’ LEMAN MERAL ÜNAL

G

eçtiğimiz yıl Newroz kutlamalarına katıldıkları için tutuklanan üniversiteliler ilk kez hakim karşısına çıktı. “Tutuklu üniversitelilere özgürlük”, “Newroz tutuklanamaz” diyen gençlik örgütleri ve demokratik kitle örgütleri Çağlayan Adliyesi’nde bir araya geldi. Üniversitelilere yönelik “terör örgütü üyeliği” suçlamasını destekleyecek deliller bulunmadığından gençlik kampları ve filmlerin delil olarak sunulduğu davada, tüm sanıklar tahliye edildi.

Sabah erken saatlerde adliye önünde buluşan gençlik örgütleri ve demokratik kitle örgütleri “Düşünceye kelepçe vurulamaz” , “Newroz’u özgür bırak” , “Newroz’un ateşi AKP’yi yakacak” sloganlarıyla adliyeyi yankılandırdı. Dava öncesi yapılan basın açıklamasında, öğrencilerin asıl olarak barış, özgürlük ve kardeşlik talepleri sebebiyle tutuklandığı belirtilerek, gençlik kampları, tiyatro bileti ve ‘Cesur Yürek’ filmi gibi sosyal kültürel aktivitelerin bile suç sayıldığı vurgusu yapıldı. MAHKEME: “ZAMAN GAZETES‹’NE YER VAR” Duruşma öncesi basının ve ailelerin

mahkeme salonuna girilmesine izin verilmezken, duruşma salonuna sadece Zaman Gazetesi muhabirinin alınması da dikkat çekti. Basın mensupları ve tutuklu yakınlarının “Yer yok” bahanesiyle içeri alınmamasına avukatların gösterdiği tepki ile yasak kalkarken, duruşma dört saat gecikmeli başladı. Ö⁄RENC‹LERDEN ‘HUKUK DERS‹’ Kimlik tespitlerinin ardından savunmaları alınan 6’sı tutuklu 9 sanık mahkeme heyetine adeta hukuk dersi verdi. Tutuklu öğrencilerden Eren Yurt, iddianamede yasadışı olarak

gösterilen Halkların Demokratik Kongresi (HDK)’nin kongrelerinin televizyonlarda yayınlandığını belirterek, “Madem yasadışıydı, neden partileşmesine izin verildi o zaman?” diye sordu. Ortada tek bir somut delil olmadan 9.5 aydır tutuklu yargılandığını belirten Halkevleri üyesi Oğuz Yüzgeç, “Halkların kardeşliği için Newroz Bayramı’na katıldım. Cezaevindeyken 70 bin insanın Newroz’a katıldığını okudum, 70 bin insan terör örgütü üyesi mi?” dedi. Bugüne kadar bayramın yıllardır hafta sonu kutlandığını ifade eden Yüzgeç, öğrenci olduğu için bu tarihi seçtiğini ve bu durumun suç teşkil etmemesi gerektiğini

Newroz kutlamalarına katıldıkları için dokuz aydır tutuklu bulunan 6 üniversiteli tahliye edildi söyledi. Öğrenci Kolektifleri üyesi Kadir Ev de duyarlı bir üniversiteli olarak Newroz’a katıldığını belirterek, “Bir suç işlediğimi düşünmüyorum, 10 Nisan günü operasyonla gözaltına alındım, çağırsaydınız gelirdim” dedi. Tutuklama gerekçesinin 7 ay boyunca tarafına bildirilmediğini dile getiren Yiğitcan Yirmibeş de yapılanın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne aykırı olduğunu belirtti. Newroz’un hukuk adına siyasi kaygılarla yasaklandığını söyleyen Yirmibeş, talimatla Newroz’a katıldıkları iddiasına da şu şekilde yanıt verdi: “Pensilvanya’dan gelen talimatlarla hareket edenler herkesin talimatla hareket ettiğini düşünebilir! Ben

kimseden talimat almadığımı kanıtlamak için sürekli bir şeyler mi takip etmek zorundayım? Öcalan ‘Ağaçları koruyun çevreyi temiz tutun’ dese, TEMA yasadışı faaliyet mi yapmış olacak?” Tutuklu sanıklardan Zeynel Nihadioğlu metal işçisi olduğunu belirterek, ücretlerini alamadıkları için Umur Talu’ya gönderdiği bildirinin dahi suç sayıldığını ifade ederek, “Yazı suçsa, Talu da burada olmalıdır” dedi. HALKLARIN KARDEfiL‹⁄‹N‹ SAVUNANLAR ARTIK ÖZGÜR Öğrencilerin yaptığı savunmanın ardından yapılan avukat savunmalarında 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetin terör

örgütü üyeliği olarak değerlendirilemeyeceği, delillerdeki absürtlükler ve savcılık mütalaasının reddedilmesi gerektiğine değinildi. Avukat Mehmet Ümit Erdem tutuklu öğrencilerin yaptıkları savunmaları şu şekilde değerlendirdi: “Hukukçu olmayan sanıklar, savunmalarıyla bize hukuk öğretti.” Mahkeme heyetinin tahliye kararı vermesinin ardından Adliye önünde bekleyen yüzlerce kişi kararı, halaylar ve horonlarla kutladı. Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde üniversiteliler tarafından karşılanan Kadir Ev ve Oğuz Yüzgeç tüm tutsaklar özgür bırakılana kadar mücadele edeceklerinin sözünü vererek şunları dile getirdiler: “Dışarı çıktık ama burası yıkılması gereken daha büyük bir zindan”.


3

GÜNDEM 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

‘Sendika hakkı engellenemez’ ALP TEK‹N BABAÇ

S

endikalar ve Toplu Sözleşme Yasası’nın kabul edilmesinin ardından taşeron işçilerin sendika üyelikleri sayılmadı. Dev Sağlık-İş taşeron işçilerin sendika hakkının gasp edilmesine karşı 22 Ocak’ta Ankara’da TBMM önünde ve Çalışma Bakanlığı önünde eylem yaptı. Bakanlık önüne çadır kuran işçilere polis saldırdı. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve sendika yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 28 işçi gözaltına alındı. Dev Sağlık-İş üye ve yöneticilerinin maruz kaldığı polis saldırısı Ankara, İstanbul ve Adana’da gerçekleştirilen basın açıklamalarıyla protesto edildi. Açıklamalara DİSK, KESK, TTB, Halkevleri üyelerinin yanı sıra milletvekilleri de destek verdi. Dev Sağlık-İş üyeleri İstanbul’daki Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde de 23 Ocak günü hastanenin çatısına çıkarak pankart astı. Astıkları pankartla on bin taşeron sağlık işçisinin sendika hakkının gasp edildiğini belirten işçiler gözaltındaki Dev Sağlık-İş üyeleri serbest bırakılana kadar eylemlerini sürdüreceklerini söyledi. Eylem sürerken DİSK, KESK, TTB, Halkevleri üyeleri Taksim’den Dev Sağlık-İş pankartıyla bir yürüyüş yaparak hastaneye geldi. Yapılan açıklamalarda “İşçilerin hangi sendikaya üye olacağına Çalışma Bakanı’nın bilgisayarı veya şirket sahipleri değil işçilerin kendileri karar verir” denildi. 24 Ocak’ta Ankara’ya gitme kararı alan işçiler üç saat sürdürdükleri eylemin ardından Ankara’nın yolunu tuttu. Enerji işkolundaki taşeron şirket işçilerini örgütleyen Enerji-Sen’liler de Dev Sağlık-İş üyelerine katıldı. Ankara’da Çalışma Bakanlığı önünde

Patriotlar eylemle karşılandı

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işkolu istatistiklerini yayımladı, taşeron işçilerin sendika hakkını tanımadı. Dev Sağlık-İş üyeleri bakanlık önünü ve hastaneleri eylem alanına çevirdi

Antalya, Bursa, Samsun, Adana ve Ağrı’da da eylemdeydi. Arzu Çerkezoğlu 25 Ocak günü TBMM’de milletvekilleriyle birlikte bir basın açıklaması yaparak yaşanan süreç hakkında bilgi verdi ve açıklamasını şu sözlerle sonlandırdı: “SGK ve Bakanlık kayıtlarının bürokrasisinin bizi teslim almasına izin vermeyeceğiz.” TAfiERON DEMEK ÖLÜM DEMEK Yeni çıkarılan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası taşeron işçilerinin sendika hakkını ortadan kaldırıyor. Yeni yasayla taşeron şirketler işçilerin SGK bildirimlerini tek taraflı bir biçimde yapıyor. Sağlık işkolunda olan şirket, işkolunda sendikal örgütlenme başlayınca işçileri inşaat işkolunda ya da başka bir işkolunda gösteriyor. Bazı şirketler isim değişikliği yapıyor. Böylece ilgili şirketten SGK kaydı bulunan işçilerin kaydı geçersiz sayılıyor ve sendika üyeliği düşüyor. Kozlu’da 8 Ocak günü meydana gelen iş kazasında ölen işçilerin çalıştığı madencilik işkolundaki taşeron şirket, sendikal örgütlenme başlayınca “Biz maden şirketi değil inşaat şirketiyiz” diyerek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurmuştu.

bir araya gelen işçiler bir basın açıklaması yaparak AKP hükümetinin ve Çalışma Bakanlığı’nın taşeron işçilerin sendika hakkını gasp ettiğini belirtti. Basın açıklamasının ardından Dev Sağlık-İş temsilcileri bakanla görüşmek istedi. Polis ve özel güvenlikçiler işçilere engel olmaya çalıştıysa da işçilerin yetkili bir kişiyle görüşmeden bakanlık önünden ayrılmayacakalarını söylemesi üzerine geri adım attı. Dev Sağlık-İş üyesi 8 kişi bakanlık müsteşarıyla görüştü.

Toplumsal muhalefet, Adana, Antep ve Marafl’a kurulan Patriot füzelerine “hoflgeldin” demedi. 20 Ocak’ta Türkiye’nin dört bir yan›nda binlerce anti-emperyalist alanlar› doldurdu. Antep’te eylemin Valilik taraf›ndan yasaklamas›na ra¤men 2500 kifli “emperyalizmin

Bakanlık yetkilileri, Dev Sağlık-İş üyelerinin sendika üyesi gözükmemesini “Bilgisayar programının teknik hatası” olarak gösterdi. Dev Sağlık-İş’in yanıtı; “Bilgisayar programı değil AKP programı” oldu. Taşeronlaştırmanın ve sendikasızlaştırmanın bir AKP programı olduğunu belirten Dev Sağlık-İş üyeleri görüşmeden sonra kısa bir açıklama yaptı. Müsteşara taşeron işçilerin sendikalaşma hakkının engellenemeyeceğini söyleyen işçiler, hak

tafleronlu¤una hay›r” dedi. “Ortado¤u’da savafla, patriot füzlerine hay›r” diyen Ö¤renci Kolektifleri ve Halkevleri üyeleri 21 Ocak’ta Adana’da AKP ‹l binas›na, Mersin’de de Akdeniz ‹lçe binas›na pankart ast›. 10 kifli gözalt›na al›nd›.

gaspının sorumlularının Çalışma Bakanı ve Başbakan olduğunu belirtti. Dev Sağlık-İş üyeleri Çalışma Bakanlığı önünde eylemdeyken İstanbul’da Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kartal Koşuyolu Eğitim Araştırma Hastanesi, Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi bahçesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi eylem alanına döndü. İstanbul’un yanı sıra Dev Sağlık-İş üyeleri Kocaeli, Diyarbakır, Mardin, Dersim, Hakkari,

‹STAT‹ST‹KLER YAYIMLANDI Dev Sağlık-İş’in itirazları sürerken 2009’un Temmuz’undan bu yana yayımlanmayan sendika istatistikleri 26 Ocak 2013 günü Resmi Gazete’de yayımlandı, taşeron işçilerin sendika hakkının gasp edildiği bir kez daha kanıtlanmış oldu. Türkiye’deki 11 milyon işçinin 1 milyonunun sendika üyesi gözüktüğü istatistiklere göre toplu iş sözleşmesi yapmak için gereken yüzde 1’lik işkolu barajını aşan sendika sayısı 44 oldu.

Ayn› gün Adana’da ‹ncirlik Üssü’ne yürüyen Gençlik Muhalefeti üyelerine polis sald›rd›, 23 kifli gözalt›na al›nd›. 21 Ocak’ta Patriot füzelerinin Türkiye’ye getirilmesi üzerine ‹skenderun Liman›’na giden ve polis barikat›n› aflarak limana giren TKP üyeleri, ertesi gün de TBMM’ye yürüdü.

Dört bakanı tanıyalım Baflbakan Tayyip Erdo¤an’›n kabine de¤iflikli¤ine Kürt sorunu, kabineyi dinamik k›lmak, “vefa borcu” ödemek gibi kayg›lar damgas›n› vurdu. Yeni Bakanlar›n dördünün de yerel yönetimleri AKP’li olmayan yerlerden olmas› (Eskiflehir, Mardin, Edirne, Avc›lar) da bu Bakanlar›, seçim çal›flmalar›nda görece¤imizi gösteriyor. ‹flte yeni Bakanlar: Kültür ve Turizm Bakan› Ömer Çelik: Baflbakan’›n sa¤ kolu. “Üç dönem kural›” gere¤i vekil olmayacak olmas› nedeniyle Bakan olmadan meclis d›fl› kalmas› istenmedi. ‹çiflleri Bakan› Muammer Güler: ANAP döneminden beri her devrin adam›. Hrant Dink’i makam›nda tehdit ettirmesiyle ad›n› duyurdu. Polisin terör estirdi¤i 1 May›s’larla rüfltünü ispat etti. Milli E¤itim Bakan› Nabi Avc›: 4+4+4’ün mimarlar›ndan. E¤itimci olmayan Milli E¤itim Komisyonu Baflkan› olarak CHP’lileri komisyona sokmayan sald›r›n›n organizatörüydü. Sa¤l›k Bakan› Mehmet Müezzino¤lu: Baflbakan’›n imam hatipten s›n›f arkadafl›. Üç özel hastanenin sahibi. Wikileaks belgelerinde ad› yolsuzlukla an›lan Müezzino¤lu’nun, özel hastanesinin oldu¤u Avc›lar’da devlet hastanesi aç›lmas›n› engelledi¤i iddia ediliyor.

Laf cambazl›¤›yla provokasyon rejimini örtemezsiniz! ayyip Erdoğan'ın performansının sınırlarını zorladığı dönemlerden birini daha yaşıyoruz. Her konuya müdahale ediyor, yeni gündemler icat ediyor, sağa sola laf yetiştiriyor. Bu duruma daha çok seçim öncesi dönemlerde tanık olunurdu, ancak zaten AKP “üç seçimlik döneme” en azından hazırlıkları itibariyle erken gireceğinin sinyallerini vermişti. Böylesi bir dönem için en kritik iki konu ile başlanmıştı; yeni Anayasa hazırlığı ve Kürt sorunu. Her seçim öncesi yeni anayasa yapma vaadi veren ama her seferinde bundan kaçan Tayyip Erdoğan, bu dönemde bu yalanın artık kendi aleyhine döneceğini anladığından olsa gerek, bu kez taktik değiştirdi; “kendisi yeni anayasa yapmak istiyordu, hatta yeni sistem (başkanlık) kurmak istiyordu ama diğerleri engel oluyordu.” Yeni Anayasa yapma süreci şimdilik bu taktikle uzun bir süre daha gidecek. Kürt sorununda girilen yeni sürecin (Abdullah Öcalan'ın muhatap alınmasının açıklanmasıyla başlayan) AKP için iki nedeni var. Suriye, Irak ve İran ile değiştirilmeye çalışılan ilişkiler artık kritik bir noktaya geldi ve başta yerel seçimler olmak üzere üç seçimlik süreçte Kürtlerin tercihleri AKP'nin başarı ya da başarısızlığını belirleyecek. Tayyip Erdoğan'ın bu konuda sürekli herkese (MHP'ye, CHP'ye, PKK'ye) laf yetiştirme çabası aslında sürecin her an kontrolünden çıkabileceği kaygısından kaynaklanıyor. Fransa'da üç PKK'li kadının öldürülmesi bu sürecin hiçbir zaman doğrusal bir çizgide ilerlemeyeceğinin göstergesi. Kim yapmış olursa olsun (ister AKP-ABDNATO cephesinden birileri isterse Suriye-İran-Rusya cephesinden birileri) bu süreç bu soruna muhatap olan ya da bu sorundan bir şekilde etkilenebilecek her öznenin müdahalesine açıktır. Bu tür müdahaleleri engellemek AKP’nin sorumluluğundadır ve bu süreçteki

T

tutumları AKP’nin ciddiyetini gösterecektir. Ancak Tayyip Erdoğan’ın sorunu tanımlayışı ve süreçten beklentileri başlı başına sakatlıklarla dolu olduğu için sürecin doğru bir çizgide ilerlemesi mümkün gözükmemekte. Tayyip Erdoğan sorunu, “Benim için Kürt sorunu yoktur, bu artık sadece terör sorunu” şeklinde tanımladıkça ve beklentisini “PKK’nin silahlı güçlerini sınır dışına taşıması” olarak açıkladığı sürece “provokasyonlara” açık bir ortam devam edecektir. Öcalan’ın (ada’nın) muhatap alınmasıyla yeni (ama son değil) bir sürecin başlamasının, malum çevrelerde bir panik yaratacağı açıktı. Farklı türden bir provokasyon da CHP içinden geldi; Birgül Ayman Güler’in gerekçeleri, dayanakları her türden saçmalığı, akıldışılığı barındıran açıklamalar. Aklınca ırkçı bakış açısıyla, etnoloji bilim dalının yeniden yazılmasına neden olacak sarsıcı teoriler, aşamalar (boy, klan, milliyet, ulus) geliştirdi. İçeriğini tartışmaya bile gerek yok; bu şahıs ırkçıdır, çiziniz, geçiniz! Bu konuda ilginç olan CHP’nin parti yöneticilerinden, parti kadrolarından ve CHP kitlesinden (Adıyaman milletvekili dışında) güçlü bir tepkinin gelmemiş olmasıdır. İyimser bir değerlendirme ile “AKP karşısında bütünlüklerini bozmak istemiyorlar” denebilir ancak söz konusu olan CHP olunca iyimser olunamaz. Bu zihniyetlere CHP içinde tavır alınması örgütlenmedikçe Kılıçdaroğlu’nun tüm söylemleri “takiye” den öteye geçmez. İstenildiği kadar geciktirilmeye çalışılsın CHP hızla bir yol ayrımına doğru gitmektedir. Ve bu gidişatta bu tür zihniyetlere gösterilecek hoşgörü (ister CHP içi “sol”dan isterse CHP dışı “sol”dan) bu zihniyetleri değiştirmez tam tersine pozisyonlarını güçlendirir. Provokasyonlardan devam etmek gerekirse, en büyüklerinden biri kuşkusuz Patriot’lar. Tayyip Erdoğan bunların hala savunma amaçlı

olduğunu söylüyor, sanki Suriye’nin Türkiye’ye savaş açma olasılığı varmış gibi. Oysa patriotlar savunma amaçlı değil, doğrudan taciz amaçlı. Ancak Tayyip Erdoğan’ın yalan üzerine kurduğu propaganda (ne yazık ki) başarılı. Üstelik patriotlara karşı çıkanların Esad yanlısı olarak gösterilmesi/gözükmesi de ayrı bir talihsizlik. Tayyip Erdoğan’ın yalanlarını, neyi ne zaman yapacağını bilmemenin getirdiği kaypaklığı da beslemekte. İşte bir örnek: Tarih 21 Kasım 2012, diyor ki "NATO'dan sınıra füze talebimiz olmadı, iddialar asılsız. Dışişleri yetkilisi kim? Dışişleri yetkilisinin açıklama yapma yetkisi yok. Karar verme makamı biziz. Benim böyle bir şeyden haberim yok. Savunma Sanayi İcra Konseyi'nin başkanı benim. Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı var. Üçümüzün haberi olması lazım. Böyle bir şeyden haberimiz yok. Sağır duymaz uydurur cinsinden haber yapıyor.” Çok değil bir ay sonra yani 21 Aralık 2012’de ise Patriot savunma sistemlerinin konuşlandırılacağı yerleri açıklıyor. Emperyalist ülke askerleri tarafından kurulan, kullanılacak olan patriotlar, ülkemizi savunmak bir yana saldırının açık ve ilk hedefi haline getirecektir. Emperyalist çıkarlar uğruna AKP, Türkiye halklarının geleceğini kumar masasına yatırmıştır. Tayyip Erdoğan’ın bu kadar gündem saptırmaya çalışması boşuna değil! Bu konuda büyük tekelci sermayenin de yeni dönemde çok daha fazla Erdoğan’ın yanında olacağını belirtmek gerek. Bilindiği gibi büyük tekelci sermayenin, adı dernek olan ama kendisi siyasi parti gibi çalıştırılan yapısı TÜSİAD, 43. Genel Kurulunu yaptı. Ümit Boyner’in yerine Bursa’dan Sütaş’ın sahibi Muharrem Yılmaz seçildi. Bu genel kurulda bazı ilkler de yaşandı. Yönetim Kurulu’nun sayısı 10’dan 12’ye çıkarıldı. Milliyetçi-İslamcı

kırması Kayserili Memduh Boydak ile Cizreli akaryakıt dağıtıcısı Tarkan Kadooğlu yönetime katıldı. Kadooğlu, TÜSİAD yönetim kuruluna giren ilk Kürt işadamı. Ancak buradaki ince mesaj şu ki bunlar zaten ilk 10’a girmiş (alınmış) olmadılar, “+2” olarak kurula eklenmiş oldular. Yeni genel başkan 602 üyenin oy birliği ile seçildi ama bu üyelerin yaptığı tek şey ellerine tutuşturulan, matbu olarak basılmış oy pusulalarını sandığa atmak oldu. Çünkü yeni yönetim kurulunun kimlerden oluşacağına Güngör Uras’ın dediği “Derin TÜSİAD Örgütü” daha önceden karar vermişti. Yani ülke için, siyaset için demokrasi nutukları atan, herkese “demokrasi dersi” veren TÜSİAD’cılar, kendi çıkarlarını kimin daha iyi dillendireceği söz konusu olduğunda “baba üyeler”in despotizmine teslim olmak zorundalar. Ve bu “baba üyeler”in tercihi olan Muharrem Yılmaz, yeni dönemde “iktidarla kötü olmama arzusunu” uygun biçimde hayata geçirecek. Diğer yandan AKP, yeni üç yıllık dönem için tahkimatlarını da iyi yapmak zorunda. Tayyip Erdoğan, Kürt sorunu ve yerel seçimler gündemlerini dikkate alarak, kabinede kısmi revizyona gitti. Yapılan değişiklikler bir süredir bekleniyordu. Başbakan Erdoğan’ın kabineyi “dinamik” tutmak için her hükümet döneminde revizyona gittiği bilinen bir gerçek. Ancak bu revizyonun yerel seçimler öncesinde başka bir anlamı daha var. AKP’deki “üç dönem kuralı” gereği kimi bakanlar (Sağlık Bakanı Recep Akdağ gibi) bir sonraki dönem bakanlık görevinde bulunamayacak. Başbakanın halihazırdaki bakanlar için de yerel seçimlerde uygun birer pozisyon bulacağı bekleniyor. Yani orta vadede kabinede yeni değişiklikler olacak. Şimdilik 25 bakanlığın 4’ü değişti. Ve tamamı icracı bakanlıklar. Ekonomi alanına ve diğerlerine henüz dokunulmadı.

Bu değişikliklerin tek bir ortak noktası yok. Tayyip Erdoğan, İdris Naim’e yani yıllardır onunla birlikte olan eski dava arkadaşına, onu 1,5 yıl bakanlıkta tutarak borcunu ödedi. Tıpkı bir zamanların “uyuyan” Turizm ve Kültür Bakanı Atilla Koç’a ödediği gibi. Yerine gelen Muammer Güler zaten çok “tanıdık”. (Taksim’de dolaşırken ona rastlayabilirsiniz). Yılların bürokratı, hangi siyasetçi gelirse gelsin, huyuna suyuna gitmeyi iyi bilen biri. CHP ya da MHP iktidarında bile rahatlıkla bakanlık yapabilir. Tayyip Erdoğan’ın ondan beklediği, verilen taktikleri harfiyen yerine getirmesi çünkü özellikle Kürt sorununda en ufak bir “gaf” büyük sonuçlar doğurabilir. Ayrıca, (içeriyi hedefleyen) bu süreçte Mardin Milletvekili olması da kullanılabilecek iyi bir malzeme. Recep Akdağ, 11 yıldır (Abdullah Gül hükümetinden beri) Sağlık Bakanı. Sağlık alanında sermaye lehine yaptığı temel dönüşümlerden sonra artık bu temel üzerine üst yapıyı yapmak özel hastane (üç tane) sahibi Mehmet Müezzinoğlu’na devredildi. Yolsuzlukları “gizli belgeli”. Ama yeni süreçte tam da onun gibi birine ihtiyaç var. Çünkü bundan sonraki sürecin asıl “bilen”i o. Özel hastane nasıl açılır, taşeronun neye ihtiyacı vardır, hasta müşteri nasıl yolunur, doktordan maksimum “verim” nasıl alınır… 3 dönemdir AKP milletvekili olan ancak hiçbir bakanlık görevinde bulunmamış olan Ömer Çelik’in Kültür ve Turizm Bakanlığı’na getirilmesi ise onun taltif edilmesi. Performansı geleceğini belirleyecek. Ancak Tayyip Erdoğan’ın ondan beklediği performans kültür alanında değil, turizm alanında. O da turizm gelirlerini arttırmakla uğraşacak. Ertuğrul Günay’ın zaten suyu ısınmıştı. Tayyip Erdoğan’ın ondan beklediği sosyal demokrat konu mankeni olma işlevini layıkıyla yerine getirdi, O da AKP’den cukkasını doldurarak beklentilerini karşıladı.

Ve Ömer Dinçer. Tayyip Erdoğan’ın has adamı, hatta hocası. Önce başbakan danışmanı, sonra Çalışma Bakanı ve nihayet Eğitim Bakanı. Ne oldu da vazgeçilen adam oldu? Erdoğan’ın açıklamasına göre “Milli Eğitim'de yeni bir süreçteyiz. 4+4+4, öğretmenlerin beklentileri, eş durumunda öğretmenlerde beklentiler var. Bunu süratle aşmamız gerekiyor.” Eğitim hakkı mücadelesinin yıprattığı Ömer Dinçer yeni süreci kaldıramaz; öğretmenler konusunda da oy kaybettiriyor. Artık Ömer Dinçer de misyonunu tamamladı, tıpkı Çalışma Bakanlığında yaptığı gibi yolu düzledi, mayınların bir kısmını patlattı. AKP, milli eğitimde artık beşinci bakanı devreye soktu: Nabi Avcı. Bu da kuşkusuz aklınca yeni yenilikler yapacak ama 4+4+4 sistemini topyekun değiştirmeden. Çünkü zaten bu ucubenin mimarlarından kendisi. Ve bu ucubeyi canhıraş savunanlardan. Hatırlanacağı gibi 4+4+4 meclis komisyondan geçerken AKP güruhuna bu şahıs komuta etmişti komisyon başkanı olarak. Yeni bakanın bir özelliği daha varmış, mizah yazıları yazarmış ve bu mizah yazılarında kendisine uygun bulduğu takma ad da “Molla Kasım”mış. Kendisine “molla” sıfatını yakıştıran bu şahsın 4+4+4 sisteminin devamında neler yapabileceğini tahmin etmek için kahin olmak gerekmiyor. Yaptıkları, yapacaklarının zaten göstergesi. Ancak aynı dönemde bir başka gelişme daha yaşandı. Hatırlanacağı gibi CHP’nin bile 4+4+4’e muhalefeti yasa meclisten geçtiği anda sonlanmıştı. Ama Halkevciler mücadeleye devam etti ve ediyorlar da. Yeni bakanı da geniş katılımla yaptıkları “Eğitim Hakkı Forumu” ile karşıladılar. Ve verdikleri mesaj netti; “Bakan değiştirerek kurtulamazsınız, değişmesi gereken bakan değil, değişmesi gereken sistem. Ve biz o sistemi eninde sonunda değiştireceğiz!”


4

GÜNDEM 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

‹ki ayakl› masa ayakta durur mu? K

asım ayında başladığı söylenilen ve 2012 Aralık’ında duyurulan "Yeni İmralı Süreci"nin mahiyeti halen belli olmadı. Yeni İmralı sürecinin mahiyeti belirsiz ama AKP'nin ve AKP'yi İmralı'ya itenlerin bu sürece kazandırmak istedikleri içerik, biçim ve amaç yavaş yavaş belirginlik kazanıyor. Belirtiler, Cengiz Çandar'ın "son kare ilk kare olacak" şeklindeki yargısının doğru olmadığını gösteriyor. Hükümet ve arkasındaki güçlerin Yeni İmralı Süreci'ni, Oslo Süreci ve 2011 müzakerelerinin doğrusal bir devamı olarak değil, yeni bir konseptle planlamaya çalıştıkları anlaşılıyor. Yeni konseptin ABD ve/ya da NATO (veya aynı anlama gelmek üzere ABD/AB) orijinli, uluslararası boyut taşıyan bir plana göre hazırlandığını söylemek de kehanet olmaz. Oslo ve 2011 İmralı sürecinin hükümet, Öcalan, Kandil ve Avrupa PKK'den oluşan "dört ayaklı" yapısına karşılık, yeni "masa" hükümet ve Öcalan'dan ibaret iki ayak üzerinde kurulmaya girişildi. Kandil ve Avrupa PKK'nin masaya dahil edilmeyeceği daha baştan ilan edildi. DTK ve BDP temsilcilerinin İmralı'ya gidişleri ise, BDP'nin müzakere sürecine dahil edilmesi anlamını taşımıyor. DTK ve BDP temsilcilerine, MİT-Öcalan görüşmelerinin sonuçlarının, Kandil, Avrupa PKK ve Türkiye'deki Kürt hareketine aktarılması veya "empoze edilmesi" ile sınırlı bir misyon yüklenmek istendiği görülüyor. MİT-Öcalan görümelerinin içeriği de karanlıkta. Öcalan'ın, kurulan diyaloglarda öne sürdüğü müzakere zemininin içeriğini henüz bilmiyoruz. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş kendilerine aktarılan bir "içeriğin" bulunmadığını söylüyor. Erdoğan'ın “Kürt sorununun olmadığını ileri süren ve PKK'yi Türkiye'yi terkederek silah bırakmayı dayatan” açıklamalarının ise ABD-AKP'nin masadaki pozisyonunu ifade etmekten çok AKP kamuoyuna yönelik bir ajitasyon olması ihtimali hayli yüksek görünüyor. Erdoğan, İmralı Süreci sanki PKK'nin yenilgiyi kabul edip, teslim koşullarını görüşmek istemesi nedeniyle gündeme gelmiş gibi konuşuyor. Oysa gerçeğin bu olmadığı, tam tersine Suriye politikasının iflasının AKP'yi ABD güdümlü yeni bir müzakere sürecine yönelttiği biliniyor. Kürt siyasi hareketinin Erdoğan'ın hakaretamiz üslubunu “masadan kalkma” sebebi saymamasının bir başka nedeni de bu “stratejik üstünlük”. Erdoğan'ın üslubunun kendi kamuoyunu kontrol etmeye yönelik bir hipokrasi (ikiyüzlülük) olma olasılığı bu nedenle hiç de küçük bir ihtimal değil. Erdoğan'ın bu türden bir ikiyüzlülüğünün Kürt tarafınca sorun edilmemesi de anlaşılabilecek bir şey. Ancak, Erdoğan'ın kendi kamuoyuna yönelik hipokratik üslubunun ötesinde, İmralı Süreci’nin Kürt tarafına yönelik kapsamlı bir basınç uygulamasıyla birlikte geliştirildiği görülüyor. ABD güdümüyle kurulan masanın dışında tutulan güçler üzerindeki baskı İmralı sürecinin ilan edilmesiyle birlikte şiddetlendi. Lice'de 12 gerillanın öldürülmesiyle sıçrama gösteren askeri operasyonlar, Kandil'in sürekli ve yoğun bombardımanıyla sınır ötesine yayıldı. TSK'nin son bombardımanlarda elde ettiği sonuçlar, bu saldırıların etkin bir ABD-İsrail desteğiyle gerçekleştirildiğini gösteriyor. Paris cinayetleri ise PKK'nin Avrupa örgütünü hem içerden sarsacak Ferda hem de Avrupa devletlerinin PKK-Avrupa örgütü üzerindeki baskı ve deneKoç timini artıracak sonuçlar yaratmaya ferdakoc@ başladı. Paris cinayetlerinin neden olhotmail.com duğu bu sonuçla, Yeni İmralı Sürecinin kurgusu arasındaki bu "uyum", cinayetlerin "yeni konsepti" oluşturan güçlerce işletildiği veya "yönetildiği" kanısını güçlendiriyor. Kandil ve Avrupa-PKK'nin hareketsizleştirilmesini, inisiyatifsizleştirilmesini hedefleyen bütün bu hareketlerin, Yeni İmralı Süreci'nin tamamlayıcı unsurları olduğu anlaşılıyor. Masayı kuranlar, Öcalan'ı, Kürt hareketine yönelik tehtitlerle yola getirmeyi hedefliyor olmalılar. Hükümetin, öldürülen devrimcilerin Diyarbakır'daki görkemli cenaze törenini "Habur korkuluğu ile terbiye etmeye" girişmesi ise bu sürecin kitlesel Kürt hareketini "yönetme" boyutunu da taşıdığını gösteriyor. Gösteride, tabutların sarılı olduğu bayraklar dışında PKK'ye ilişkin sembollerin neredeyse hiç kullanılmaması, Öcalan posterinin görülmemesi, Öcalan ve gerilla sloganlarının atılmaması ve kürsü konuşmalarında "Yeni İmralı Süreci"ne verilen desteğin öne çıkmasıyla bu yönde de ciddi bir adım atılmış oldu. DTK ve BDP eşbaşkanlarının yapacağı ikinci İmralı ziyaretinin, Ahmet Türk'ün, üç kadın devrimcinin cenaze töreninde yaptığı konuşma gerekçe gösterilerek askıya alınması, hükümetin daha da ileri giderek, sadece BDP aracılığıyla kitlesel Kürt hareketini değil, bizzat BDP'yi de “terbiye etmeyi” hedefleyen bir “burun sürtme” taktiğini de geliştirdiğini gösteriyor. Gerek Murat Karayılan'ın “biz değil, işgalciler Kürdistan'ı terketmelidir” biçimindeki açıklaması, gerekse Demirtaş'ın “Erdoğan bize ayar vermeyi bıraksın” tepkisi, Kürt tarafının böylesine baskılanmış bir müzakere zeminini kabul etmekte istekli olmadığının göstergeleri. Kürt halkının 30 yılı bulan direniş tarihi, AKP hükümetinin ABD ve İsrail'in kanatları altında yürüttüğü pres siyasetinin İmralı'daki iki ayaklı masayı ayakta tutmaya yetmeyeceğinin kanıtlarıyla dolu. Sonuç olarak, Yeni İmralı Süreci'nin, herhangi bir barış ve çözümü amaçlamadığını savaşı manipüle etmeye yönelik bir manevra olabileceğini düşünmemiz için çok sayıda neden var.

Kürtler barışta kararlı P

aris’te PKK’nin öncü kadrolarından üç kadın siyasetçi 9 Ocak’ta katledildi. Olayın ardından 2 yıldır PKK üyesi olduğu iddia edilen 1 kişi tutuklandı. AKP, 3 kadın siyasetçinin katledilmesini söylemlerinde PKK’ye karşı propaganda olarak kullandı. Katliamın yaşanmasından kısa bir süre sonra başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP sözcüleri konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Almanya’da benzer olayların yaşanabileceği mesajını verirken Hüseyin Çelik, olayın “örgüt içi infaz” olduğu iddiasında bulundu. Tayip Erdoğan, olayla ilgili oldukça temkinli bir açıklama yaptı. Olayın bir iç hesaplaşma ya da hükümetin teröre karşı mücadelesini provoke etmek isteyenlerin girişimi olabileceğini dile getiren Erdoğan, sabırlı olup olayın aydınlatılmasını beklemekten yana olduğunu söyledi. Buna karşılık PKK liderlerinden Murat Karayılan katliamı gerçekleştirdiği iddia edilenin PKK üyesi olmadığını belirtirken AKP’nin bu süreçte samimi ve güven veren bir yaklaşımı olmadığını da söyledi. PKK Yürütme Komitesi Üyesi Sozdar Avesta da yapılan katliamla ilgili bir açıklama yaparak barış sürecin-

AKP’nin ‘barış’ sürecinde Kürt hareketine yönelik saldırılar ve etkisizleştirme çabaları hareketi etkisizleştirmede başarılı olamadı. Tüm saldırı ve etkisizleştirme politikalarına rağmen Kürt hareketinin sokak eylemleri ve açlık grevlerinin sonuç aldığı görülüyor. Anadilde savunma hakkı yasası meclisten geçerken, Öcalan’la iktidarın görüşmeye başlaması da İmralı’nın iradesinin tanındığını gösterdi.

AKP’nin tüm provokasyon ve etkisizleştirme çabalarına rağmen Kürt hareketi “Onurlu Barış” talebini yükseltiyor

EVR‹M ÇAKIR

de, kadın özgürlük hareketinin Kürt toplumu üzerindeki etkisini kırabilmek için en başta kadını etkisizleştirmek istediklerini söyledi.

AKP’N‹N ‘BARIfi’ SÜREC‹NDEK‹ F‹YASKOSU AKP iktidarı Abdullah Öcalan’la görüşmelere sözüm ona “barış sürecine ellerini taşın altına koyarak” başladığı günden itibaren Kürt hareketine yönelik saldırılar

artarak sürüyor. KCK operasyonları, PKK’ye yönelik sınır içi ve sınır ötesi askeri harekatlar ve AKP destekli cihatçı grupların Türkiye üzerinden Suriye Kürdistanı’na yönelik saldırıları da şiddetlendi. Erdoğan “İmralı’da görüşmeler yapıldığını” söyledikten iki gün sonra Lice’de 10 gerilla “kimyasal silah” iddialarının da gündeme geldiği bir baskınla öldürüldü. Ardın-

‘ULUSAL B‹RL‹K VE BARIfi’ Paris’ten üç kadın siyasetçinin cenazeleri Diyarbakır’da binlerce kişi tarafından karşılandı. Diyarbakır’da karşılanan Fidan Doğan, Sakine Cansız ve Leyla Şaylemez’in cenazeleri Batıkent Meydanı’na kadınlar tarafından omuzlandı. Yüz binden fazla kişinin katıldığı törenin ardından Sakine Cansız doğduğu topraklar olan Dersim’de, Fidan Doğan Maraş’ta Nurhak eteklerinde, Leyla Şaylemez ise Mersin’de toprağa verildi. AKP’nin medyası üzerine düşeni yaparak Diyarbakır’dan yükselen “Onurlu Barış” çığlığını görmezden geldi. Günlerce medyada “provokasyona” karşı halkı “uyaran” AKP’ye rağmen Kürt halkı cenaze töreninde atılan sloganlarla bir taraftan barış talebini yükseltti bir taraftan da katledilen üç siyasetçiye resimlerini taşıyarak sahip çıktı.

dan PKK Hakkari’de karakol baskını yaptı, iki taraftan da kayıplar yaşandı. Ve Erdoğan “terörle mücadele, siyasi uzantılarıyla müzakere” söylemini yineledi. Erdoğan İmralı’daki görüşmelerin amacının “PKK’ye silah bıraktırma” olduğunu dile getirirken, Murat Karayılan PKK’nin silahsızlandırılmasının söz konusu olmadığını, silahlı güçlerin Türkiye dışına çekilmesine yönelik taleplerin olduğunu söyledi.

Adalete erişim hakkına saldırı Ç

ağdaş Hukukçular Derneği, (ÇHD) Yürüyüş dergisi ve İdil Kültür Merkezi’ne yapılan baskınlarda 12’si avukat ve 3’ü Grup Yorum üyesi olmak üzere 87 kişi gözaltına alındı. 9 avukat ve Yurt gazetesi muhabiri Sami Menteş’in de aralarında olduğu 55 kişi tutuklandı. 26 kişiye yurtdışı yasağı getirildi. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın da tutuklanmasına neden olan saldırılar savunmaya özgürlük isteyen avukatlar ve toplumsal muhalefet bileşenlerinin tepkisine neden oldu. Tepkilerin odağında, AKP’nin karşısında olan herkesin suçlulaştırılması vardı. Emniyet, daha haklarında tutuklama kararı dahi çıkarılmamış olan ÇHD üyeleri

hakkında "yurtdışında bulunan örgüt elebaşlarına ülkemizin kozmik bilgilerini şifreli metinler halinde kodlayarak raporladıkları, başka ülkeler lehine ajan faaliyeti yürütmek için gizli haberleşme merkezleri oluşturdukları tespit edildi” dedi. Hukuksuzluklar bununla bitmedi. Hukuk büroları basılan avukatların müvekkil dosyalarına el konuldu. Avukatların bürolarının aranabilmesi için gerekli hiçbir kanuni şarta uyulmadı, savcı gelmeden arama başlatıldı. İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, “Bir hukuk bürosu, bir baro başkanının veya onun görevlendireceği bir avukatın huzurunda aranabilir. Bunları ben söylemiyorum, kanun söylüyor. Avukatının müvekkiliyle

olan belgelerine hiçbir şekilde bakılamaz kanun bunu söylüyor” dedi. İstanbul’da arama sürerken dışarıda toplanan pek çok kişi de polisin portakal gazlı saldırısına uğradı. Ankara, İzmir ve Bursa’da da yapılan operasyon pek çok ilde protesto edildi. Yapılan basın açıklamalarının ortak noktası bu saldırının, aslında tüm ezilenlere, devrimcilere yöneldiği vurgusu oldu. Üç gün boyunca yapılan eylemlerde bu hukuksuz müdahalenin “savunma hakkı ve mesleğine” olduğu kadar “insan hakları savunucularına” ve dolayısıyla herkesin “adalete erişim hakkına” karşı sürdürülen sistematik bir saldırı olduğuna dikkat çekildi. Avukatların tutuklanması kararı Çağlayan Adliyesi’nde gece gündüz bekleyen meslektaşları tarafından büyük bir öfkeyle karşılandı. Kozağaçlı, tutuklama kararının ardından yaptığı kısa konuşmada, “Onlara nasıl avukatlık yapılır göstereceğiz, nasıl savcılık yapmaları gerektiğini öğreteceğiz, nasıl yargıçlık yapmaları gerekir göstereceğiz” dedi. Tutuklanan avukatların hepsi, adliyede bekleyen kalabalığa kaldıkları yerden mücadeleye devam edecekleri konusunda son derece güvendiklerini belirtti.

‘6. yılda buradayız’ H

rant Dink’i katledilişinin altıncı yılında anmak ve bu cinayetin hala hesabının verilmemiş olmasını protesto etmek için birçok kentte eylemler düzenlendi. Ülkenin dört bir yanında barış ve kardeşlik isteyenler, katilin kontrgerilla olduğunu söyleyenler sokaklardaydı. İstanbul’da on binlerce kişi Agos gazetesi önüne

yürüdü. Yapılan konuşmalarda Hrant’ın katledilmesinin üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen katillerin AKP tarafından hala korunduğu, Ogün Samast’la fotoğraf çektirmek için sıraya girenlerin bugün hala görevinde olduğu, cinayeti organize edenlerin devletin üst rütbelerine atandığı vurgulandı.

AKP’nin sistematikleflen sansürü KP iktidarı ile birlikte hayatımızın her alanına etki eden gericilik, kendisini en çok eğitim ve yayın alanında açığa çıkarıyor. TÜBİTAK, insanın gelişimini Evrim Teorisi ile açıklayan kitapların basım ve satışını durduruyor, onlarca öğretmene soruşturma açılıyor, kitaplar 'sakıncalı' bulunuyor, üniversitelere camiler yapılmak isteniyor. TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları’nın kitap satış arşivinde bulunan ve insanın evrim sürecini bilimsel yönden inceleyen kitaplar listeden çıkarıldı. İnsanlığın gelişim sürecini Evrim Teorisi ile açıklayan kitapların basım ve satışının durdurulmasına yönelik tepkilerin artması üzerine TÜBİTAK, “Bu kitaplar miadını doldurmuş eski kitaplar, sadece evrim ile ilgili değil, başka kitaplar

A

Leman Meral Ünal meral@ sendika.org

da basılmıyor” diyerek yapılanı savunmaya çalıştı. TÜBİTAK Bilim Kurulu eski üyesi Prof. Dr. Mehmet Ali Alpar, TÜBİTAK tarafından yapılan açıklamayı “özrü kabahatinden büyük” olarak değerlendirdi. TÜBİTAK'ın içinde bulunduğu içler acısı duruma dikkat çeken Prof. Dr. Alpar, TÜBİTAK'ın herhangi bir bilim kitabını artık neden basmadığını açıklamak zorunda olduğunu ifade etti. Alpar ayrıca, TÜBİTAK’ın bilimle ve bilimin halk tarafından anlaşılmasıyla ilgili vizyonundan da uzaklaştığı görüşünde. İstanbul’da Milli Eğitim Bakanlığı'nın 100 Temel Eser listesi içinde yer alan “Şeker Portakalı” adlı kitabı öğrencilerine okutan bir öğretmen hakkında soruşturma açılmasının ve İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü’nün

“Fareler ve İnsanlar” kitabını “sakıncalı” bulmasının ardından kitaplara sansür haberleri gelmeye devam ediyor. Son olarak Muzaffer İzgü’nün “Zıkkımın Kökü” kitabı “veli şikayetleri doğrultusunda” ve “ergenlik çağındaki öğrencilere uygun olmadığı” gerekçesiyle Osmangazi İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından sansürlendi. Eğitim Sen’e göre ise, “sakıncalı” kitaplar bu kadarla sınırlı değil, AKP iktidarı döneminde ilk ve ortaöğretimde önerilen 100 Temel Eser listesindeki klasiklerde pek çok değişikliğe gidildi. Küçük Prens kitabı ve Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli adlı eseri “müstehcenlik ve ahlaka aykırılık” gerekçesiyle listeden çıkarılanlar arasında. 10 yıllık AKP iktidarı gerici ideolojisini yeniden üretmek ve kendisine daha geniş bir alan açmak

için kendi toplum projesine aykırı gördüğü özgürleştirici ve eleştirel tüm düşünsel birikime ve eyleme sınırlama getiriyor. Son birkaç yılda öğretmenlere açılan soruşturmalardaki artış da bunun önemli bir ayağını oluşturuyor. İstanbul’da Ataşehir Nuri Cıngıllıoğlu Lisesi’nde felsefe öğretmeni ve Eğitim Sen işyeri temsilcisi Adnan Marangoz hakkında, “çocuklarımıza tevhid inancımıza aykırı bilgiler vermek ve ateizm gibi konulardan bahsederek çocuklarımızın kafasını bulandırmak” suçlamasına dayanılarak soruşturma başlatılmıştı. Benzer şekilde İzmir Buca’da bir ilköğretim okulunda görev yapan Fen Bilgisi öğretmeni hakkında, müfredatta yer alan “Mutasyon ve Evrim Teorisi” konusunu anlattığı için inceleme başlatılmıştı.

Halkevleri Eğitimde Gericilik ve Eğitim Hakkı Atölyesi'nin yaptığı anket çalışmasında, açık uçlu sorulara verilen yanıtlar, okullarda yaşanan gerici uygulamalara dair önemli bilgiler içeriyor. Öğrencilere yönelik hazırlanan ankette, “Şimdiye kadar okulunuzda dini tercihiniz, cinsiyetiniz, etnik kökeniniz, ekonomik durumunuz konusunda ayrımcılık yaşadıysanız birkaç cümleyle yazabilir misiniz?” sorusuna verilen yanıtlardan bazıları şu şekilde: “Velilerden biri kızının türban takmasına izin verilmezse onu imam hatip lisesine alacaklarını söyledi. Kız okula türbanla gelmeye başladı ama kendi isteğiyle derslerde başını açıyordu. İdare öğrenciyi desteklemek yerine ailesine şikayet etti. Veli kızı okuldan aldı imam hatip lisesine yazdırdı”, “Din Kültürü öğretmenimiz kızlar öne oturmaz diyerek

beni arka sıralara oturttu”, “İdareden Hz. Muhammed’in hayatı yerine ‘cinsel kimliklerimizi tanıma dersi’ açılmasını istedim. Orada bulunan biyoloji öğretmeni ‘bir kız nasıl böyle bir şey ister?’ dedi.” Eğitimdeki gericileşme sadece ilkokul ve liselerde yaşanmıyor. Üniversitelerde bir süredir gerici kurum ve örgütler tarafından yürütülen “Cuma saatime dokunma” kampanyasına Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü İsmail Yüksek’ten destek geldi. Sosyal medyada sorulan bir soru üzerine Yüksek’in YTÜ dekanlarına namaz saatine ders koyulmaması “talimatı” verdiği ortaya çıktı. Dekanlara talimat veren YTÜ Rektörü İsmail Yüksek ayrıca, namaz saati ile ders saatinin çakıştığını düşünenlerin, fakülte dekanları ile iletişime geçmeleri gerektiğini de söyledi.


5

DÜNYA 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

ABD, Ç‹N VE FRANSA KARA KITADA KAPIfiIYOR

7 Sömürgecinin Afrika ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

çıkarması

F

ransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın askeri operasyon başlattıklarını ilan etmesine kadar pek az kişi Mali’nin siyasi yapısı hakkında fikir sahibiydi. Hollande, Selefi grupların ülkenin kuzeyinde denetimi ellerine alması üzerine Mali hükümetinin mücadelesine destek olmak üzere askeri operasyon başlattıklarını açıkladı. Hava harekatı, ilerleyen günlerde 1700 komandolu kara harekatı ile desteklendi. Operasyona uluslararası örgütlerden ve bölgesel işbirlikçi örgütlerden de destek geldi.

KR‹Z‹ DER‹NLEfiEN ‘VAHfi‹ KED‹’ Fransa’nın “Vahşi Kedi” adını verdiği operasyon, uluslararası barış ve demokrasiyi tesis etmek amacıyla başlamadı elbette. Fransa’nın 20’nci yüzyıl başlarındaki sömürgelerinin bağımsızlıklarını kazanmasıyla başlayan kıtadaki egemenlik krizi, ilerleyen yıllarda daha da derinleşti. Kıtayı hem bir hammadde kaynağı hem de ucuz malları için pazar alanı olarak gören Çin, kıtadaki ticaret hacmini 2009-2012 arasında 166 milyar dolara kadar yükseltti. ABD ise emperyalist politikalarını, Africom aracılığı ve kıtanın dört bir yanına yayılmış askeri birlikleri ile geliştirdi. Fransa’nın Afrika’daki sömürgecilik politikalarının zayıflamasına, ekonomik daralma ve AB içinde Almanya karşısında giderek ikinci plana düşmesi de eklendi. Derinleşen krizi karşısında sömürgeci politikalarını doğrudan müdahaleler ile canlandıran Fransa, ABD ile hem bir rekabet hem de işbirliği içerisinde, Libya’nın ardından gözünü uranyum, fosfat ve altın zengini Mali’ye dikti. MAL‹: B‹R ÇATIfiMA CO⁄RAFYASI Mali, Fransa sömürgeciliğine karşı bağımsızlığını kazandığı 1960’tan 2012 Mart’ına kadar üç

Fransa, bölgesel ve küresel destekçileriyle Mali’de askeri operasyon başlattı. Bölgedeki karışıklık, operasyonun gerekçesi olduğu kadar saplanacağı bataklık da olabilir darbe geçirdi. Ülke siyasetinin çok partili düzende sürdüğü son 22 yılında hükümetler güney bölümündeki azınlıklardan oluştu. Kuzey bölümündeki Berberiler (Tuaregler) ise kendilerini sistem dışı bir biçimde konumlandırdı. Berberiler, Libya’daki iç savaş sürecinde elde ettikleri silahlarla Mali, Nijer, Cezayir ve Libya topraklarındaki Berberileri kapsayacak bağımsız Azawad devleti için

ayaklandı. Azawad Ulusal Kurtuluş Hareketi (MNLA) adı altındaki bu ayrılıkçı hareket, Mali’nin kuzeyindeki Tombouctou, Kidal, Gao ve Mopti kentlerinde egemenliği eline geçirdi. MNLA karşısında hükümetin yetersiz kalmasını gerekçe gösteren Amadou Haya Sanogo liderliğindeki bir grup subay ise 22 Mart 2012’de darbe yaptı fakat darbe ABD ve Fransa’dan tam anlamıyla

kabul görmedi. İki ülkenin yarattığı emperyalist baskı, eski ve yeni rejim arasında bir uzlaşı hükümeti doğurdu. Uzlaşı hükümeti, ülke genelinde denetimi eline alarak krizi sonlandırma yeteneğine değil, krizi derinleştirerek emperyalist bir saldırının önünü açma potansiyeli taşıdı. Mali hükümeti için uzlaşı çabalarının sürdüğü sonbahar aylarında tabanda kitle desteğine

iklim 5 kıta

sahip Selefi gruplar, MNLA’nın yönetimini devirdi. Yerel bir İslamcı Berberi örgütü Ensar Eddine, El Kaide’nin Kuzey Afrika kolu olarak adlandırılan Mağrip El Kaide’si (AQIM) ve AQIM’in Batı Afrika’dan ziyade Kuzey Afrika ile ilgilenmesine tepki göstererek ondan ayrılan Batı Afrika Tevhid ve Cihat Hareketi (MUJAO), kısa süre içinde MNLA denetimindeki kentlerin yönetimini devraldı. CAZ‹BES‹ ZENG‹NL‹K, GEREKÇES‹ KARIfiIKLIK Bölgedeki doğal kaynak zenginliğinin cazibesi ve Mali’deki siyasal krizin gerekçe halini alması bölgesel ve küresel öznelerin ağzını sulandırdı. Buna karşın Mali’nin komşusu olan ülkelerdeki “Berberi nüfusunun yoğunluğu” ve “Selefi grupların varlığı” işgalin çekincelerini oluşturdu. Cezayirli Berberi liderinin, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’ya söylediği “Dış müdahaleye izin verirsen çölde askeri üs kurulur” telkini etki yarattı. Buteflika, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Cezayir’i bir “sıçrama tahtası” olarak kullanma çabalarına olumsuz yanıt verdi. Fransa ve ABD, emperyalist rekabete ve bölgedeki işbirlikçilerinin yer yer çatışmasına karşın tıpkı Libya’daki gibi işgale omuz omuza girdi. Fransa’nın bölge ülkeleriyle tarihsel ilişkisi ABD için, ABD’nin askeri gücü de Fransa için vazgeçilemezdi. İki emperyalist gücün Katar aracılığıyla Selefi gruplara verdiği destek, 22 Mart 2012’de darbe yapan subayların ABD Elçiliği’nde eğitim aldığı iddiaları, MNLA’nın Paris’te ofisinin bulunması ve tüm bu unsurların yarattığı karmaşık ortam emperyalist bir işgale zemin oluşturdu. Yine de aynı karmaşık yapı, bölgedeki çatışmayı derinleştirme ve çölün ortasında bataklık yaratma olasılığını da içinde barındırıyor. Mali, tıpkı Immanuel Wallerstein’in dediği gibi “yeni bir Afganistan” olma potansiyeli taşıyor.

Tek taraflı ateşkese son

K

olombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), 19 Kasım’da Kolombiya hükümeti ile başlayan barış görüşmelerinde iyi niyet göstergesi olarak tek taraflı ateşkes ilan etmiş, hükümeti operasyonları durdurmaya çağırmıştı. Kolombiya hükümeti, FARC’ın çağrısını gerillaların süreci silahlanma amacıyla kullanacağını öne sürerek reddetmiş ve FARC’a operasyon ve saldırılarını arttırmıştı. FARC Başmüzakerecisi İvan Marquez, 20 Ocak’ta tek taraflı ateşkesin bittiğini açıkladı.

‘Gel bakalım müdür bey’

Ç

in’de Shanghai Shinmei Elektrik Şirketi’nde yeni şirket kurallarını protesto eden yüzlerce işçi 18 fabrika müdürünü fabrikada 1,5 gün rehin aldı. Tuvalet molalarının 2 dakika ile sınırlandırılmasını, işe geç kaldıklarında 5 pound ceza verilmesini ve iki kere geç kaldıklarında işten atılmalarını da içeren yeni kurallar nedeniyle greve giden işçiler fabrika müdürlerini rehin aldı. 300 polisin müdahalesi sonucu serbest bırakılan müdürler kuralları gözden geçirme sözü verdi.

Bin Ali gitti sıra Nahda’da A

El Kaide emperyalizmin hizmetinde Suriye’de emperyalist bir iflgalin gerekçesi olacak iç savafl›n asli öznelerinden “El Kaide terörizmi”nin Mali’de görülmesi, El Kaide’nin emperyalizmin ihtiyaçlar› ve sald›r› politikalar›na göre konumlan›fl›n›n çarp›c› bir örne¤i oldu. Fransa’n›n, “‹slamc› terörist gruplar›n uluslararas› bar›fl› tehdit etmesini engellemek” amac›yla bafllatt›¤›n› söyledi¤i askeri operasyon, Mali’nin kuzeyindeki pek çok kentte denetimi elinde bulunduran El Kaide’ye ba¤l› ya da yak›n Selefi gruplar›n varl›klar›n› bir kez daha gündeme getirdi. ABD D›fliflleri Bakan› Hillary Clinton’un askeri operasyon öncesi ikna turlar›nda s›kça ifade etti¤i bu gerekçe, ‹ngiltere Baflbakan› David Cameron taraf›ndan da “Kuzey Afrika’daki terörizm onlarca y›l sürebilir” sözleriyle dile getirildi. Mali’de “El Kaide terörizmine karfl›” denilerek gelifltirilen söylem, Suriye’deki iç savaflta “terörizme karfl› El Kaide” olarak kullan›ld›. Suriye’deki iç savaflta Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye üzerinden mali ve lojistik destek sa¤lanan El Kaide’ye ba¤l› gruplar, Suriye ordusuna büyük kay›plar yaflatt›. El Kaide’ye ba¤l› Nusra Cephesi’nin ABD taraf›ndan terör örgütleri listesine al›nmas› ABD’nin bu örgütlerle aras›na mesafe koydu¤u yorumlar›na yol açsa da Nusra Cephesi teorisyenlerinden Dr. ‹yad El-Kanibi’nin aç›klamalar› aksi yöndeydi: “Terör listesinde olmam›z, cihat ad› alt›nda istedi¤ini öldürmenin ve terör diye adland›r›lan her türlü eylemin üstünü örtecektir. T›pk› Afganistan, Yemen ve ondan önce Irak’ta adland›r›ld›¤› gibi. Terör listesinde bulunma iyi bir kamuflajd›r.”

rap halk hareketlerinin ilk patlak verdiği ülke olan Tunus’ta on binlerce kişi devrik diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’nin gidişinin 2. yıl dönümünde sokağa çıktı. Kitleler emek düşmanı ve baskıcı politikaları sürdüren mevcut İslamcı Nahda iktidarını protesto etti. 17 Aralık 2010’da, işportacı genç Muhammed Buazizi’nin seyyar satıcılık yaptığı arabasının elinden alınması üzerine bedenini ateşe vermesiyle başlayan protestolar, önce tüm Tunus’a, sonra da Arap ülkelerine yayılmıştı. Günlerce süren protestolar sonrası 14 Ocak 2011’de 23 yıldır iktidarda olan Bin Ali, Suudi Arabistan’a kaçmış; aynı yıl Ekim ayında yapılan seçimlerle Nahda partisi iktidara gelmişti. İslamcı Nahda hükümeti, devralınan ekonomik koşulların olumsuzluğunu bahane ederek emekçilerin taleplerine yanıt vermezken ülkenin

Bin Ali’nin devrilişinin ikinci yıldönümünde sokağa çıkan on binler, Nahda iktidarını istifaya çağırdı kapılarını sermayeye sonuna kadar açtı. İslamcı hükümetin baskıcı ve emek düşmanı politikaları sürdürmesi Tunus halkında ciddi bir hoş-

nutsuzluk yarattı. Nahda başa geldiğinde yüzde 13 olan işsizlik, 2012’de yüzde 17,6’ya çıktı. Bin Ali’nin devrilişinin 2. yılında

sokağa çıkan kitleler Bin Ali’nin gidişini kutlarken, ülkedeki yüksek işsizlik ve fiyatlardan sorumlu tuttukları Nahda iktidarını da

protesto etti. Bin Ali’ye gitme çağrısı yaptıkları İçişleri Bakanlığı önünde toplanan protestocular, "Diktatörlüğe geri dönüşe hayır, dini diktatörlüğe hayır" yazılı pankart açarak "Nahda dışarı" ve "Anayasa nerede?” “Demokrasi nerede?" sloganları attı. Tunus’ta aynı gün Bin Ali’nin teslim edilmesi talebiyle Suudi Arabistan’ın Tunus Büyükelçiliği önünde de gösteri düzenlendi. Gösteriyi örgütleyenlerden Halkın Hareketi Temsilcisi Halid el Kerişi, Suudi Arabistanlı yetkililerden Bin Ali hakkında çıkan yargı kararlarının uygulanmasını ve Bin Ali'yi Tunus'a teslim etmesini istediklerini söyledi. Cumhuriyet İçin Kongre Partisi'den Tarık el-Kehlavi ise “14 Ocak Bin Ali'nin ülkeden kaçtığı ve rejimin düştüğü gün. Bu sebeple kaçtığı gün getirilmesi en uygun olanıdır” diye konuştu.

Art›k seninle iflimiz bitti Sunday Times gazetesi foto muhabiri Remi Ochlik, bu fotoğrafı ölmeden kısa bir süre önce çekti. Fotoğrafta Fransız bombardımanının desteğiyle Kaddafi’ye karşı savaşan cihatçıların, siyahi bir genci tutsak alma anı görülüyor. Kaddafi’nin devrilmesinde Fransız emperyalizmi öncülüğündeki NATO müdahalesine yardımcı olan cihatçılar, şimdi Mali’de Fransız ordusunun bir başka emperyalist müdahalesinde hedef oluyor.

Özelleştirmeye karşı grev

Y

unanistan Hellenic Postbank (HPB) çalışanları hükümetin bankayı özel yatırımcılara satma planları üzerine 48 saatlik grev yaptı. Yunan hükümeti HPB gibi ulusal bankaları satmayı planladığını söylemişti. Avrupa Birliği ve IMF dahil Yunanistan’a borç veren kurumlar, 2015 sonunda devlet mallarının satışı yoluyla 23 milyar dolar toplaması gerektiğini söylüyor. Eğer hükümet ekonomik krizi yönetmek için uyguladığı stratejiye devam ederse, bankanın 2 binden fazla çalışanı işinden olabilir.

Kemer sıkma protestosu

1

6 Aralık’ta Portekiz’de binlerce işçi hükümetin bütçe planını protesto etti. İşçiler, Başkan Silva’dan parlamentonun onayladığı 2013 bütçesini iptal etmesini istedi. Vergilerde yüzde 30 artış yapılan ve işsizlik oranı yüzde 16.3’e çıkan Portekiz’de işçiler hükümetin kemer sıkma politikaları yerine kalkınmaya ve ücret artışlarına odaklanması gerektiğini dile getirdi. Hükümet, kredi veren Avrupa Merkez Bankası, IMF gibi kurumların zorladığı şartları yeni bütçe ile karşılayacaklarını söylüyor.


6

KENT 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

Kepezliler mücadeleye hazır MEHTAP MET‹NO⁄LU

A

ntalya'nın şehir merkezinde tek AKP'li belediye olan Kepez İlçesi'nde yaşananlar, 20 yıllık bir zaman diliminde tamamlanacağı iddia edilen kentsel dönüşüm serüveninde AKP'ye verilen bir ders niteliğinde. Orman vasfını kaybetmiş hazine arazilerinin satışı hakkında çıkarılan 2B Kanunu çerçevesinde arsalarının tapularını almayı bekleyen hak sahiplerinin umudu sürekli erteleniyor. İlk önce 30 Ekim 2011’e kadar olan son başvuru tarihi, 30 Ocak 2012’ye uzatılmıştı. Son bir kararla Şubat sonuna kadar bir kez daha uzatıldı. Çıkarılan yasa bu araziler üzerine gecekondularını kurmuş olan Kepez halkında umut yaratmıştı. Ancak Kepez halkının gecekondusunu sağlama alabilmek için bedelini bilmediği bir arsaya 2.000 TL başvuru parasının istenmesi, arazilerin rayiç (piyasa değeri) bedelinin açıklanmaması hak sahibi vatandaşta gergin bir bekleyişe neden oluyor. Ayrıca tarım alanlarında uluslararası ve yerli büyük şirketlerin dolaşması, arazilerini alamayacak durumda olan köylülerden bu arazilerin alınması için tespit yapılması, "2B umudunu" boşa çıkardı. Üstüne üstlük Kepezliler 19 mahalle ve 1 köyün Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından TOKİ'ye "proje alanı" olarak

da “2B Yasas› Ç›kt› Kepezliler, 2012 Haziran’›n panelde. fiimdi Ne Olacak?” bafll›kl›

AKP’nin 2B’sine ve altı ay boyunca gizlediği yıkım kararına, Kepezlilerin verdiği tepki, kentsel dönüşüm kararını seçim sonrasına erteletti devredilmesi yani kentsel dönüşüm kapsamına alınması haberini, kararın gizlenmesi nedeniyle altı ay geç öğrendi. KEPEZL‹LER MÜCADELEYE DÜNDEN HAZIR 2012 yılının Haziran ayında Antalya Halke-

vi'nin düzenlediği "2B Yasası çıktı, şimdi ne olacak?" başlıklı panelde, gecekondu havzalarındaki 2B arazilerinin satışının ardından kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilmesinin beklendiği, böylece vatandaşın yüksek rayiçle satın aldıkları arazilerine bir de kentsel dönüşümle ikinci

bir rant saldırısının yapılacağı söylenmişti. Böylece AKP'nin oyunu öngörülmüş, buna göre hazırlıklar yapılmıştı. 2012'nin yaz aylarında Antalya Halkevi'nin düzenlediği toplantılara yüzlerce Kepezli katılmış, kentsel dönüşüm saldırısına karşı mücadelenin büyütülmesi kararı

alınmıştı. Mahalle toplantılarının yanı sıra kentsel dönüşüm kararının duyulmasıyla birlikte "2B yağmasına da, kentsel dönüşüm yağmasına da hayır" sloganıyla tüm halkı aydınlatmaya ve mücadeleye çağıran broşür çıkarıldı. On beş bin adet basılan broşür Kepez’in ilgili ma-

hallelerinde halen dağıtılıyor ve vatandaş bilgilendiriliyor. SEÇ‹M KORKUSU AKP'li belediye, Kepez halkının gecekondusu için mücadele hazırlığına girişmesinin oy potansiyeli olan kitlede yaratacağı dönüşümden korkmuş ola-

cak ki altı ay boyunca kentsel dönüşüm kararını gizledi. Karar Antalya'da öğrenildikten sonra da "sonuna kadar inkar" politikasına başvurdu. Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü ve AKP Antalya İl Başkanı Mustafa Köse, bu kararı somut delilleri bile inkar ederek yalanladı. Halkevleri Akdeniz Bölge Temsilcisi Kutay Meriç, AKP'lilerin Antalya'da yağma iştahı ile seçim kaybetme korkusu arasındaki telaşlarını “Antalya Kepez’de 'kentsel dönüşüm' saldırısı" başlıklı yazısında şu ifadelerle anlattı: "Bu akıllara zarar tutum ve açıklamaların bir tek nedeni var: seçim kaybetme korkusu. Kepezli seçmen AKP’ye Antalya’da seçim kaybettirir. Kentsel dönüşüm kararının duyulmasından sonra halkta kendiliğinden başlayan basit tepkiler bile AKP’li yerel siyasetçileri ürküttü. AKP’li siyasetçiler apar topar Ankara’nın yollarına düştüler. Kararın iptali için Bakanlık ve TOKİ koridorlarını arşınladılar" YIKIM PLANI GELECEK SEÇ‹ME KALDI Afet Yasası başta olmak üzere yıkım için gerekli her türlü yasal düzenlemeyi hazırlamış olan AKP Kepez'deki yağma planlarını yerel seçim sonrasına bırakmak zorunda kaldı. Ancak Kepezli ve Antalya Halkevi mücadeleyi ve kentsel dönüşüm hesaplarının peşini bırakmıyor.

Ankara’da üç mahalle yıkıma karşı birleşti Ankara'n›n üç mahallesinde halk kentsel dönüflüme karfl› Bar›nma Hakk› Meclisi etraf›nda topland›. Alt›nda¤’daki At›fbey, H›d›rl›ktepe ve ‹smetpafla mahallelerinde kentsel dönüflüme karfl› “Rant projelerine inanma,

sözleflmeleri imzalama” diyerek mahalleliye ça¤r› yapan Bar›nma Hakk› Meclisi, 40 kiflinin kat›l›m›yla bir toplant› gerçeklefltirildi. Mahallelinin kentsel dönüflüm projelerinde u¤rayaca¤› hak kay›plar› ve sözleflmelerin adaletsizli¤i gibi

konularda bilgilendirme yap›ld›. Konuflmalar›n ard›ndan mahalleli, temsilcilikler oluflturma karar› ald›. Bu temsilcilikler arac›l›¤›yla toplant›lara devam ederek, dayat›lan sözleflmeleri hiçbir suretle imzalamama karar› verildi. Ayr›ca

mahalleliler Alt›nda¤'da bilgilendirme toplant›s› yapabilecekleri tüm yerleri tespit etti. Toplant›n›n sonunda bar›nma hakk› mücadelesini yayg›nlaflt›rmak için çal›flmalara bir an önce bafllama karar› al›nd›.

Öğrenciler su için eylemde

K

ocaeli'de binlerce üniversiteli, yurtlarında suyun 3 gündür kesik olması ve 10 gün daha kesik kalacağının öğrenilmesi üzerine eylem yaptı. Kocaeli Üniversitesi Umuttepe Yerleşkesi'nde, yaklaşık 4 bin üniversiteli, tuvalet kağıtlarıyla ve sloganlarla yurt müdürlüğüne yürüdü. Uzun süre öğrencilerden kaçan yurt müdürü, eylemin sonlanmaması üzerine gece 2'de yaptığı açıklamada özür dileyerek, suların sabah 7:30’da geleceğini duyurdu.

Yıkıma hava muhalefeti

A

Hükümetin 2B hedefi tutmadı Hazine arazilerinin satışında 28 Ocak olan son başvuru tarihi bir ay sonraya ertelendi. 2B arazisi üzerinde yaşayanlar bir ay sonra ya parasını ödeyecek ya da araziyi boşaltacak

tatürk Havalimanı’nın yakınında bulunan Sefaköy'de uçakların iniş-kalkışında sorun yaşanmaması için 3 kattan fazlaya imar verilmemesi kentsel yıkımları yavaşlattı. 5-6 katlı evi olanlar binasını yıktırıp 2 katlı bina almak istemiyor. Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay ise, “Havalimanı taşındıktan sonra bizi kısıtlayan hiçbir kriter olmayacak ancak 3-4 yıl beklemeye tahammülümüz yok, bakanlığımızın bir adım atması gerekiyor” diyor.

2

Kışla’ya red kararı yok T

aksim Topçu Kışlası ile ilgili olarak basında "İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun Gezi Parkı'nın yerine Topçu Kışlası'nın yeniden yapılmasıyla ilgili projeyi uygun bulmayarak oybirliğiyle reddettiği" şeklinde haberler yer almıştı. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı 18 Ocak tarihinde konuya ilişkin yaptığı yazılı açıklamada projenin reddedildiğine ilişkin haberlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi. Açıklamada, koruma kurulunun 11.12.2012 tarihinde almış olduğu kararla, proje ile ilgili iç mekan kurgusu, süsleme özellikleri gibi eksiklerin olduğunu ve alternatif tasarım önerilerinin hazırlandıktan sonra koruma bölge kurulunda yeniden değerlendirileceği ifadesi yer aldı.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

B Kanunu ile orman vasfını yitirmiş hazine arazilerinin satışında AKP hedeflediğini tutturamadı. 28 Ocak olan son başvuru tarihi, Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla 1 ay ötelendi. 2012 yılının Mayıs ayında başlayan başvuru süresi önce 30 Ekim 2012'ye sonra da 28 Ocak 2013'e uzatılmıştı. Orman vasfını kaybetmiş arazilerin kullanıcıları, belediye sınırları içerisinde bulunan taşınmazlar için 2 bin lira, dışında olan yerler için ise bin lira karşılığında satın alma başvurusunda bulunabiliyor. Ancak rakamı yüksek bulan hak sahipleri, başvuru yapsa dahi ödeme yapamıyor. Maliye Bakanlığı ise aldığı karar ile tahsilat hedefini tutturmak amacıyla süreyi bir ay daha uzatma yoluna gitti. Maliye Bakanlığı'nın açıklamasına göre, sürenin uzatılmasında başvuru miktarı ve arazilerin rayiç bedelinin yüksekliği etkili oldu. Birçok köyde arazi değeri başvuru bedelinin altında kaldı. Toplam başvuru sayısı 450 bini bulmasına rağmen 100 binin üzerinde hak sahibi, parasını yatıramadı. HEM EV‹N‹ VER HEM DE KULLANDI⁄IN KADARINI ÖDE! Milli Emlak Genel Müdürlüğü defterdarlıkları ise başvuru bedelinin tahsilatının bir an önce yapılması gerektiğini söyledi. Ancak defterdarlık birimlerinin

Öğrenci AVM’de mi yatacak?

R Antalya Baflköy'de 2B arazileri üzerinde yaflayanlar sat›fl bedelini çok bulunca hayvanlar›n› ve traktörlerini sat›fla ç›karm›flt›. Baflköylüler dönüm bafl›na 49 bin lira istenen arazilerin ranta kurban edilmesini istemiyor. çoğu, başvuru rakamını yüksek göstermek için köylere gitmiş, halka bedelsiz başvuru yaptırmıştı. Şimdi de halkın ödeyemeyeceği paranın bir an önce toplanması gerektiği belirtiliyor. Tanınan süre içerinde müracaat etmeyen veya başvuru bedelini ödemeyenler, kullandığı 2B arazileri üzerinde herhangi bir şekilde hak iddia edemeyecek. Bu kişiler arazilerini, evlerini kaybet-

menin yanında geriye dönük kullanım bedeli borcunu da ödemek zorunda kalacak. MAL‹YE'N‹N HESABI HALKA UYMUYOR Maliye Bakanlığı, 2B satışından yıl sonuna kadar 4,8 milyar lira gelir elde etmeyi planlıyor. Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün hesaplamasına göre 2B arazilerinin toplam rayiç bedel değeri 26,5

milyar lira. Rayiç bedelin yüzde 70’i alınacağı için tahsil edilebilecek rakam 18,5 milyar TL’ye kadar geriliyor. Tamamının peşin ödenmesi halinde ise orman vasfını kaybetmiş arazilerin satışından elde edilecek toplam miktar 14,8 milyar lira. Peşin satışlarda 100 liralık bir taşınmaz 56 liralık bedelle satılacak. Tamamının taksit olması halinde ise rakam 70 lirayı bulacak.

edHack'in YÖK'ün sitesini hackleyerek elde ettiği belgeleri yayınlamasıyla birlikte Ege Üniversitesi'nde gerçekleşen büyük yolsuzluk da gün yüzüne çıktı. 1999 yılında 2500 kişilik yurt yapımı amacıyla kamulaştırılarak üniversiteye devredilen arazinin, üniversite yönetimi tarafından AVM yapımı için bir inşaat şirketine verildiği açığa çıktı. Yolsuzluğu yapanların isimlerinin de açıklandığı belgeler karşısında üniversite yönetimi ise sessiz kaldı.


7

SAĞLIK / ÇEVRE 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

‘HOPA’DA DAVAMIZ, ARHAV‹’DE MÜCADELEM‹Z SÜRÜYOR’

Arhavi’de suyun başında nöbet devredilmesi, özelleştirilmesi, ulusötesi ve yerli tekellere satılması öngörülüyor. Konuyla ilgili Bakanlığa 7 Ocak’ta görüş bildiren TMMOB yasa taslağının geri çekilmesini istedi. TMMOB, suyun insan ve doğa için bir hak olduğunu ve kamu malı olduğunu belirtti. Ticari bir meta olmayan suyun gerçek veya tüzel kişilere tahsis yoluyla özelleştirilemeyeceğini hatırlatan TMMOB, suya ilişkin her türlü yetkinin kamu tasarrufu ve denetimi altında olması gerektiğini söyleyerek su kaynaklarının 49 yıllığına şirketlere devredilmesini öngören tasarının geri çekilmesi yönünde görüş bildirdi.

EVR‹M ÇAKIR

A

rtvin Arhavi’deki Kamilet Vadisi üzerinde yapılması planlanan HES projesi için HES’çi şirket sesiz sedasız bir gece yarısı iş makinalarını vadiye soktu, sondaj çalışmalarına başladı. Mençura Şelalesi’nin de bulunduğu vadi üzerinde Eyner Enerji şirketi tarafından başlatılan sondaj çalışması Arhavililerin müdahalesiyle durduruldu. 15 Ocak sabahının erken saatlerinde vadilerinde HES projesi için çalışmaların başladığını duyan Arhavililer vadiye doğru yürüyüşe geçti. Sondaj yapımına izin vermemek için yola çıkan köy halkının yoluna jandarma önce barikat kurdu, sonra barikatı aşmak isteyen köylülere saldırdı. Saldırıya rağmen geri çekilmeyen Arhavililer protestolarına barikatın önünde devam etti. ‘HES DE⁄‹L SADECE SONDAJ’ Eylemin devam etmesi üzerine bölgeye gelen Arhavi Kaymakamı Bülent Bayraktar da protestodan payına düşeni aldı. Alkış ve sloganlarla protesto edilen Bayraktar, "Burada yapılan bir inşaat faaliyeti yok. Sadece sondaj çalışması var" diyerek HES yapılmadığını iddia etti. Yapılanın HES projesinin bir çalışması olduğunu söyleyen köylüler, Bayraktar’ın konuşmasına izin vermedi. Bayraktar ise sondaj çalışmasının durdurulduğunu söylemek zorunda kalarak bölgeden ayrıldı. HES projesine karşı direnişe geçen köylüleri, Derelerin Kardeşliği Platformu ve Fındıklı Dereleri Konuma Platformu yalnız bırakmadı. Arhavililerin HES projesine karşı çıktıkları için saldırıya uğradığını öğrenen platform üyeleri, derelerine sahip çıkanların davasının görüldüğü

Arhavi’de köylüler HES projesine karşı yeniden direnişte. Vadide ateşler yakıldı, nöbetler tutulmaya başladı Hopa Adliyesi’nden Arhavi’ye geldi. ARHAV‹L‹LER DERE BAfiINDA NÖBETTE Arhavililer, sondaj çalışması durdurulduktan sonra nöbete başladı. Nöbetle birlikte HES çalışmalarının durdurulması için yöre halkı tarafından bir imza kampanyası da başlatıldı. Nöbet sırasında bir toplantı yapan Arhavililer ortak mücadele kararı aldı. Nöbet eyleminde Arhavili köylülerin HES karşıtı mücadelesine destek veren DEKAP ve Fındıklı Derelerini Koruma Platformu adına yapılan ortak açıklamada, HES firmalarının,

sulara, vadilere ve doğal yaşam alanlarına karşı sürdürdüğü saldırıların devam ettiği belirtilerek bu saldırıların karşısında dayanışma ve dirençle mücadeleye devam edileceği vurgulandı.

memba, çay, dere, nehir, ırmak, tabii ve suni göller ile geçiş ve kıyı suları”, yani yeraltı sularını ve yüzeysel sularını kapsayan tüm su kaynaklarının 49 yıllığına

‘MÜCADELE YARGILANSA DA SÜRECEK’ Halkın Sesi’ne konuşan Fındıklı Dereleri Koruma Platformu’ndan Avni Ertaş, Hopa’da çayına, suyuna, yaşam alanlarına sahip çıkanların yargılandığına dikkat çekti. Ertaş, bir taraftan Hopa Davası sürerken bir taraftan da Arhavi’de derelerine sahip çıkanların HES’lere karşı mücadelesinin sürdüğünü söyledi. Ertaş, yaşam alanlarına sahip çıkanların mücadelesinin tüm baskılara, yargılamalara rağmen süreceğini, Arhavi’nin de bunun göstergesi olduğunu dile getirdi.

‘SU KAYNAKLARI SERMAYEYE DEVRED‹LECEK’ Yaşam hakkı mücadelesi büyürken AKP de yeni saldırı planlarına sarılıyor. Son olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan Su Kanun Tasarısı ile su kaynaklarının 49 yıllığına şirketlere devredilmesi planlanıyor. Tasarıda “yeraltında bulunan durgun veya hareket halindeki sular ile kaynak suyu,

Arhavi’de direnişin öyküsü Arhavi’nin Konakl› ve Kemerköprü köylerinde yaflayanlar, iki köyü birbirine ba¤layan Sidere Deresi üzerinde yap›lmas› planlanan HES’e karfl› 12 A¤ustos’ta çad›r kurarak direnifle geçmiflti. Çad›r kurarak nöbet tutan köylülere HES karfl›t› mücade veren F›nd›kl› halk› da destek vermiflti. ÇED için bölgeye gelen birçok HES’çi flirket Arhavi halk›n›n mu-

Tarihi Hasankeyf kararı B

atman Hasankeyf’te kurulması planlanan Ilısu Baraj Projesi’nin Çevre Etki Değerlendirmesi’nden (ÇED) muaf tutularak inşa edilmesine karşı TMMOB Mimarlar ve Peyzaj Mimarları Odası’nın açtığı dava sonuçlandı. Danıştay 14. Dairesi’nde görülen dava haklı bulunarak Ilısu Baraj Projesi’nin yürütmesi durduruldu. Karar, 7 Ocak’ta TMMOB’ye tebliğ edildi. Ilısu Baraj projesi, 1993'te yürürlüğe giren ÇED yönetmeliğinden önce yatırım programına alındığı gerekçesiyle ÇED'den muaf tutularak inşa edilmeye başlandı. 2011'de Çevre Mühendisleri Odası'nın itirazı Danıştay tarafından kabul edildi. Barajın Türkiye'nin önemli doğal ve kültürel alanlarından birisi olan Dicle Vadisi’ni ve tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakacak olması nedeniyle ÇED yönetmeliğine uygun olarak inşa edilemeyeceğinden, Çevre ve Orman Bakanlığı, 14 Nisan 2011 tarihinde ÇED yönetmeliğini yeniden düzenleyerek projeyi tekrar ÇED muafiyeti kapsamına aldı. Bakanlığın ardından Başbakanlık da 4 Nisan 2012’de projenin inşaatı için gerekli tüm alt ve üstyapı inşaatlarının da ÇED'den muaf tutulmasına karar verdi.

halefetiyle karfl›laflarak elleri bofl dönmüfltü. Daha önce Arhavi’nin Bal›kl› Köyü’nde Kapistre, Sevail ve Üç›rmak dereleri üzerinde AB Enerji Firmas› taraf›ndan yap›lmas› planlanan 4,5 megavat kurulu gücündeki Saka-1-2 Regülatörü ve HES projesi için yine ayn› yerde düzenlenen ÇED Toplant›s›, 22 Temmuz 2011’de Arhavililerin yo¤un tepkisiyle yapt›r›lmam›flt›.

Öte yandan Arhavi’de Dülgerli, Dikme ve Agara dereleri üzerinde Assu Enerji firmas› taraf›ndan yap›lmas› planlanan Bal›kl› 1-2-3 Regülatörleri ve HES projesi, yöre halk›n›n bütün protesto ve tepkilerine ra¤men Temmuz 2011’de Bakanl›kça onaylanm›fl ve ‘Nihai ÇED Raporu’ olarak kabul edilerek, A¤ustos 2011’de de ask›ya ç›kar›lm›flt›.

Mersin nükleere karşı nöbette hizmetidir” diyen Uğurhan son olarak şunları söyledi: “Biz akut radyasyon hastalığı, tiroid kanseri, çocukluk çağı kan kanseri, sakat doğumlarla uğraşmak yerine doğadaki bütün canlıların yaşam süresinin ve kalitesinin artmasından yana çaba göstermek istiyoruz. Onun için nükleere hayır diyoruz."

M

ersinlileri nükleer santralin “yararlı” olduğuna ikna etmek için kurulan Akkuyu NGS A.Ş.’nin bilgilendirme bürosuna karşı demokratik kitle örgütleri, sosyalist partiler ve Nükleer Karşıtı Platform (NKP) bileşenlerinin eylemleri sürüyor. Her cumartesi Çamlıbel İnönü Bulvarı üzerinde bulunan Akkuyu NGS A.Ş.’nin bilgilendirme bürosu önüne yürüyen nükleer karşıtları, büro kaldırılana kadar mücadele etmeye devam edeceklerini söylüyor. ‘HER ÇALIfiMA KORUYUCU SA⁄LIK H‹ZMET‹D‹R’ Akkuyu NGS A.Ş.’nin bilgilendirme bürosuna karşı başlatılan “Çamlıbel’de nükleer santral istemiyoruz” eylemlerinde Mersin Sağlık Platformu (MESAP) da yerini aldı. Mersin Tabip Odası, Mersin Eczacı Odası, Mersin Diş Hekimleri Odası ve Mersin Veteriner Hekimler Odası'nın oluşturduğu MESAP üyeleri,

Munzur özgür akacak

Nükleerin “iyi” olduğunu anlatmak için kurulan bilgilendirme bürosunun önü eylem alanı oldu halkı nükleer santrallerin zararları konusunda uyarmak amacıyla Akkuyu NGS A.Ş.’nin bilgilendirme bürosu önünde 11 Ocak’ta bir açıklama yaptı. MESAP adına bir açıklama yapan Dr. Ful Uğurhan Akkuyu'da yapılması planlanan nükleer santralin geçmişte yaşanan nükleer felaketlerden ders alınmadan bir

akıl tutulması örneği olduğunu söyledi. Uğurhan, Çernobil kazasının bir dönüm noktası olduğunu ve nükleer santrallerin güvensiz, insanı ve doğadaki yaşamı tehdit eden kirli teknolojiler olduğunu dile getirdi. “Bizim için nükleer santralin kurulmaması adına yapacağımız her çalışma bir koruyucu sağlık

Dersim’de Munzur Vadisi üzerine kurulmas› planlanan Bozkaya HES projesi’ne karfl› mücadele kazan›ma ulaflt›. Projeye karfl› aç›lan davada, 21 Ocak günü Ankara 8. ‹dare Mahkemesi projenin iptaline karar verdi. Daha önce bölgenin ekolojik dengesini bozaca¤›n› ve ÇED karar› al›nmadan projenin haz›rland›¤› gerekçesiyle

‘BÜRO KALDIRILANA DEK NÖBETTEY‹Z’ NKP bileşenleri Akkuyu NGS A.Ş.’nin bilgilendirme bürosu önünde 22 Aralık’tan beri nöbet tutuyor. Büro önünde “Çamlıbel’de nükleer santral istemiyoruz” pankartı açarak nöbet eylemlerini sürdüren NKP üyeleri, hazırladıkları broşürleri Mersinlileri bilgilendirmek için dağıtıyor. Pankartlarını duvara yasladıkları için kendilerine ceza kesildiğini belirten NKP üyeleri, büro kaldırılana kadar nöbet eylemlerine devam edeceklerini söylüyor.

aç›lan davada mahkeme yürütmenin durdurulmas›na karar vermiflti. Munzur Vadisi’nde kurulmas› planlanan Akyay›k, Kaletepe, Konaktepe HES projeleri için de yürütmeyi durdurma karar› verilmiflti. Munzur Vadisi halk›n›n yan›nda yer alan avukat Özgür Ulafl Kaplan, karar›n bölgedeki di¤er HES projeleri aç›s›ndan emsal teflkil etti¤ini belirte-

rek bölgedeki birçok HES projesinin ÇED raporu al›nmadan yap›ld›¤›n› hat›rlatt›. Bölgede HES’lere karfl› yürütülen hukuki mücadelenin yan› s›ra kitlesel eylemler de yap›ld›. 8 Ocak 2011’de Munzur Vadisi’nde HES yap›lmas›na karfl› 15 bin kifli Erzincan-Tunceli karayolunu trafi¤e kapatarak yürümüfltü.

Derdi ›zd›rab› ben mi yaratt›m rof.Dr. Recep Akdağ 10 yıldır sağlık bakanıdır. Sağlık Bakanlığı’nın amacı ilgili kanununda şu şekilde belirtilmiştir: “Herkesin hayatının beden ve ruh sağlığı içinde devamını sağlamak, ülkenin sağlık şartlarını düzeltmek, fertlerin ve cemiyetin sağlığına zarar veren amillerle mücadele etmek ve halka sağlık hizmetlerini ulaştırmak, sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermelerini temin etmek için Sağlık Bakanlığı’nın kurulmasına...” Bakanlığın görevleri de şunlardır: “Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak, uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve kurKemal durmak; gerekli aşı, serum, Y›lmaz kan ürünleri ve ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve SES üyesi gerekirse ithalini sağlamak; temel sorumluluk Sağlık Bakanlığına ait olmak üzere Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı ve mahalli idarelerle işbirliği suretiyle gıda maddelerinin ve bunları üreten yerlerin sağlık açısından kontrol hizmetlerini yürütmek, mahalli idareler ilgili diğer kuruluşlarla işbirliği suretiyle çevre sağlığını ilgilendiren gerekli tedbirleri almak ve aldırmak; bulaşıcı, salgın insan hastalıklarına karşı kara hudut kapıları, deniz ve hava limanlarında koruyucu sağlık tedbirlerini almak; bu görevlerin yerine getirilmesi için gerekli tesisleri kurmak ve işletmek, meslek personelini yetiştirmek.” Bu görevler Anayasanın 5’inci ve 56’ncı maddelerinde garanti altına alınmıştır. *** Bir toplum düşününüz ki her yıl neredeyse bir kasaba halkı intihar ediyor. Yılda 3 bin kişi intihar ediyor. Recep Akdağ döneminde 25 bin kişi intihar etti. Ama bu onu hiç ilgilendirmiyor. İntihara toplum sağlığı sorunu değil de kişisel mesele olarak bakan bir Sağlık Bakanı’nı ilk kez görüyor bu toplum. Son zamanlarda yoğunlaşan hekim intiharları sorulduğunda Akdağ, "İntihar vakalarıyla alakalı olarak, dünya ve Türkiye ortalamasını kıyasladığımızda bir sayı artışı yok. Bunları kişisel meseleler olarak değerlendirmeliyiz (...)Doğrudan çalışma şartlarıyla, sistemle veya çalışan grupla bir ilişki kurmak kesinlikle mümkün değil" diyebiliyor. Türkiye Psikiyatri Derneği’nin 10 Eylül Dünya İntiharı Önleme Günü’nde yaptığı açıklamada “İntihar ve intihar girişimi, ülkemizde de önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir” diyor ve ekliyor: “Türkiye’de son 10 yılda 27.000 kişi intihar ederek hayatını sonlandırmış, 500.000 kişi intihar girişiminde bulunmuştur. Her yıl yaklaşık 2 bin 800 kişi intihar etmiştir.” Dernek, son 30 yılda Türkiye'de intiharın yüzde 440 arttığını belirtiyor. TÜİK de son sekiz yılda Türkiye'de intihar vakalarının yüzde 52 arttığını; en çok da yüzde 88 ile Güneydoğu Anadolu'da intiharların arttığını saptıyor. İntiharla ilgili bir soru önergesi veriliyor. Yanıt Sağlık Bakanı’ndan değil Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'den geliyor: “2005'te bin 740 erkek, 963 kadın; 2006'da bin 782 erkek, bin 47 kadın; 2007'de bin 808 erkek, 985 kadın; 2008'de bin 924 erkek, 892 kadın; 2009'da 2 bin 111 erkek, 787 kadın ve 2010'da 2 bin 73 erkek, 787 kadın olmak üzere intihar etti.” Bakan Akdağ, bu rakamları bürokratlarıyla oturup değerlendirmiş midir? Sağlık Bakanlığı ile hiç mi alakası yok? Nereden baktığınıza bağlı. 2005 yılından bu yana 16 bin 972 yurttaşımızın intihar etmesi, AKP iktidarının “Dönüşüm” adı altında yarattığı sosyal bir yıkımın sonucu değil midir? İntiharların çok büyük bir bölümünün ekonomik nedenlerden dolayı olduğunu herkes bilir. Peki 775 lira asgari ücretle çalışan ve hiçbir güvencesi bulunmayan yüz binlerce taşeron sağlık emekçisinin en üst işvereni Sağlık Bakanı değil midir? Sağlık Bakanı Anayasa’da ve Bakanlık kuruluş yasasında ne görev verilmişse tersini yapmıştır. Var olan sistemi iyileştireceğine darmadağın etmiştir. Kısaca toplum sağlığını sırtından atmıştır. Hem de piyasa denilen canavarın ezici dişleri arasına atmıştır. AKP iktidarı evrensel bir insan hakkı olan sağlık hakkını “Paran kadar sağlık” haline dönüştürmüştür. Bu iktidarın yarattığı karmaşa ve kuşatma altındaki toplum yalanlarla ayakta tutulamamaktadır. Bu cinnet hali insanlarımızı intihara götürmektedir. Bu ülkede her yıl bir kasaba halkı kadar insan intihar ederken ve her yıl bir büyük il nüfusu kadar insan intihara kalkışırken 10 yıllık bir iktidarın 10 yıllık Sağlık Bakanı “En başarılı bakan” edasıyla gülümsüyor. Benden bir öneri sayın bakana; önümüzdeki seçimlerde “Derdi ızdırabı ben mi yarattım” şarkısını propaganda marşı yapın. Yazıklar olsun!

P


8

EMEK 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

Karfl› hegemonya! urgut Özal “tek adam” havalarına girip kısacık boyuyla kasım kasım kasılıp gezmeye başladığı günlerde yaptığı bir mitingte bir işçi “açım, işim yok” diye yazdığı bir kağıdı kalabalığın arasından Özal’a doğru kaldırınca Özal her zamanki pervasızlığıyla “ben yoksulu değil zengini severim” diye mikrofondan meydan okumuş ve protesto gösterisi yapan işçi polis tarafından mitingten kovulmuştu. Ancak akacak kan damarda durmamış, işçi sınıfı ülkenin dört bir yanından yalın ayak yollara dökülmüş, Özal’a memleketi dar etmişti: Sonrasında ise ünlü Zonguldak madenci yürüyüşünden paçayı zor kurtarmıştı rahmetli! Erdoğan’ın miting meydanında “atama bekliyorum, atama yoksa oy da yok” diye kendisine bağıran işsiz eğitim emekçisine, “oyun senin olsun” gibi umursamaz bir üslupla cevap vermesi, despot bir yöneticinin mağrur tavrını açıkça ortaya koyuyor. Osmanlı devlet geleneğinde padişahın yönetimini denetleyecek başka bir mercii olmadığından özel bir görevli vasıtasıyla “mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” diye bağırtılarak padişahın gücünün sınırı (veya tersinden sınırsızlığını!) hatırlatılırmış. Modern dünyada ise padişahlık taslayanlara haddini bildirecek tek güç emekçi sınıflardır. Erdoğan despot kasıntılığında dolanırken diğer tarafta emekçi sınıflar etrafını çeviren duvarları zorlayarak kendine yol açmaya çalışıyor. Eğer ki tek başına bir öğretmen Erdoğan’ı şakşaklamaya Tufan gelmiş bir kitlenin içinde Sertlek cesaret bulup Erdoğan’a “sana oy yok” diye bağırabiliyorsa bu Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu önemli bir şeydir. Bu, Erdoğan’ın bir emekçi tarafından “dokunulmazlığının kaldırıldığı” anlamına gelir. Bu cesaret polisiye bir cesaret ispatı değildir. Bu bir karşı hegemonya meselesidir. Emekçi haklılığının haklı gururu ve meşruluğunun boy göstermesidir. Tam da egemen sınıf hegemonyasının timsalinin yüzüne karşı, tam da yüce başkan olmaya soyunduğu yolun başında… Emekçi hegemonyası sadece sembolik müdahalelerle karşı atağa geçmiş değil, bizatihi sermayenin kendisini sağlama aldığını sandığı taşeron sisteminin tam kalbine vurarak, elinde balyozla kendisini çevreleyen “gelenek ve yasa duvarlarını” yıkmaya çalışıyor. Kocaeli Üniversitesi’nde taşeron sağlık işçilerinin kazanımıyla elde edilen hakları hiçe sayan bir ihale yapılmak istenince, işçiler hastaneyi basıp ihaleyi iptal ettirdiler. Kuşkusuz alınacak daha çok yol var ama önemli olan eline balyozu alıp doğru yere vurmaktır. Taşeron sağlık işçileri tam da bunu yapıyor. Sistemin kalbinin attığı yere balyozu yapıştırıyor, işlemez hale getiriyor. Bu da polisiye bir mesele değildir. Mesele gözaltına alınma, biber gazı yeme, cop yeme meselesinden çok daha başka bir şeydir. Basın açıklamasında da cop yersiniz, gözaltına alınırsınız bu bir cesaret gösterisi olabilir. Ama ihale basmak sadece bir cesaret gösterisi değildir ve hatta en azı odur. Bu başka bir iddiaya sahip olma meselesidir, “senin düzenini çalıştırtmam” diyebilmek için bir karşı sınıf bilincine sahip olmak gerekir. Taşeron sağlık işçilerinin 6-7 yıldır ilmek ilmek ördüğü mücadelenin ortaya çıkardığı bilinç biçimidir bu. İşçi sınıfının mücadele pratiklerinden hangilerini güçlendirip çoğaltacağımız konusundaki deneyimler birikiyor. Kendi sınıf bilincinin ve fikrinin gücünü hissettiren, kararlı ve sert bir mücadele hattını ören yeni sınıf pratikleri filizleniyor. İmkanlarımızı yaşlı ağaçları sulamak için değil, taze-genç filizleri besleyip büyütmek için kullanma zamanıdır yaşadığımız.

T

‘Tütün-Sen sendikadır’ T ütün Üreticileri Sendikası’nın (TütünSen) sendika olmadığı ve kapatılması istemiyle açılan ve mahkeme tarafından reddedilen davaya yapılan itiraz 11 Ocak günü reddedildi. Mahkeme kararına göre Tütün-Sen bir sendika ve kapatılmayacak. Kararı Halkın Sesi’ne değerlendiren TütünSen’in avukatı Nail Tursun, kararın emsal teşkil ettiğini ve çiftçi üretici sendikalarının

Ölüm düzenine direniş dana gelen yeni kazalarda 3 işçi öldü, 3 işçi de yaralandı. İş kazalarının ikisi AKP Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’ın 15 Ocak günü “Madencilikte taşeronu kaldıracağız” demesinin ardından meydana geldi.

ALP TEK‹N BABAÇ

Z

onguldak’ın Kozlu Beldesi’nde meydana gelen iş kazasının ardından toplumsal muhalefet de uzmanlar da fail olarak taşeron sistemine işaret etti.

TAfiERON ÖLDÜRÜR İzmir’deki belediye işçilerinden, Ankara’daki HDK bileşenlerine, DİSK Dev Sağlık-İş, Limter-İş, Enerji-Sen’den iş kazalarında yakınlarını yitiren ailelere tüm toplumsal muhalefet “Taşeron öldürür” derken Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ise bir genelge yayımlayarak suçu “borçlu işçilerin” üzerine atmaya çalıştı. TTK, işçilerin borçlarını düşündüklerini ve bu yüzden dikkatsiz davrandığını belirterek çözümü de borçlu işçileri işten çıkartarak sağlayacağını ifade etti. Büyük kısmı asgari ücretle çalışan taşeron şirket işçileri hayatta kalma kavgasının gereği olarak borçlanırken, taşeron sistemi işverenlerin elinde işten çıkarma ve sendikasızlaştırma saldırısına dönüşüyor. Kazada hayatını

Taşeron sistemi öldürmeye devam ediyor. Patronlar taşeronda ne kadar ısrarlıysa işçiler de taşeronu kovmakta o kadar ısrarlı kaybeden işçilerin çalıştığı Star İnşaat firmasının, işçiler Genel Maden-İş Sendikası’nda örgütlenmeye başladıktan sonra Çalışma Bakanlığı’na “Biz maden şirketi değil inşaat şirketiyiz” diyerek başvurduğu biliniyor. Kozlu’daki iş kazasının

ardından, TTK’nın Kozlu Müessese Müdürlüğü’ndeki taşeron şirketlerde çalışan işçiler 11 Ocak’ta “Taşeron sistemi kalkana kadar ve sendika olmadan ocağa inmeyeceğiz” dedi. 21 Ocak’ta da Star İnşaat’ta çalışan işçilerin, kazanın meydana geldiği yer

dışında çalışmalarını isteyen TTK’ya yanıtları, “Taşeron sistemi kalkmadıkça ocağa inmeyiz” oldu. Hükümet madenlerde taşeron sistemini kaldıracağı yönünde açıklamalar yapmak zorunda kaldı. Kozlu’daki kazanın ardından bölgede mey-

TAfiERON ISRARI Taşeron sistemi sendikasızlaştırmanın yanında işverenin işçilere yönelik baskılarını da artırmasını sağlıyor. Taşeron şirket işçilerine yıllık izinleri kullandırılmıyor, maaşları eksik yatırılıyor. Taşeron ihalelerinin yasa dışı olduğu yargı tarafından saptanmasına rağmen hastane yönetimleri ceza ödemek pahasına taşeron sistemini sürdürmeye çalışıyor. Bu hukuksuz uygulamanın son örneği 21 Ocak’ta Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yaşandı. Hastane yönetimi, hukuksuz olduğunu bile bile taşeron ihalesi yapmaya çalıştı ancak Dev Sağlık-İş üyesi 250 işçi iş bırakarak ihale salonu önüne yürüdü. Yargı kararıyla hastanenin asıl işçisi olduklarının kanıtlandığını belirten işçiler, polis ve güvenlikçi barikatını aşarak başhekime geri adım attırdı.

‘İşçi düşmanı İTO’

H

aklarını almak için direnişe geçen ve daha önce Uzunlar İnşaat’ın sahibi Adnan Uzun’un evinin önünde de “hakkımızı alıncaya kadar peşindeyiz” diyerek eylem yapan İTO Teknopark işçilerine 15 Ocak günü polis ve zabıta saldırdı. İşçiler İTO önünde bir açıklama yaparak saldırıyı kınadılar. İşçiler, MÜSİAD ve ASKON üyesi Uzunlar İnşaat’ın kamu ödeneklerinden alınan paraların şirket dışında kullanıldığını ve işçi ücretlerinin gasp edildiğini belirttiler.

Taşeronu kovan işçiler Mu¤la’da bulunan Yeniköy Termik Santrali’nde tafleron ihalesine karfl› 6 gündür santral önünde direniflte olan iflçiler, 14 Ocak günü ihalenin yap›laca¤› Genel Müdürlük binas›na geldi. ‹flçiler binan›n kap›s›n› kontrol alt›na ald› ve

ihaleye kimseyi sokmayaca¤›n› aç›klad›. ‹flçilerin eylemi üzerine bölgeye sevk edilen jandarma iflçilere cop ve biber gaz› kullanarak sald›rd›. Jandarma barikat›n› aflan iflçilerin eylemi sonucunda tafleron ihalesi iptal edildi.

SİDEMİR oyun peşinde

S

AKP’nin taşıma işleri U

luslararası taşımacılık tekelleri ve Türkiye’deki taşıma şirketleri, baskılara ve işten çıkarma saldırılarına başladı. Adana’da Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Migros’un taşeron firması MBM, 16 Ocak günü TÜMTİS üyesi 4 işçiyi işten çıkardı. Yurtiçi Kargo’nun Esenyurt’ta bulunan Haramidere Aktarma Merkezi’nde de işveren, Nakliyat-İş’in işçileri bilgilendirmek için yaptığı çalışmanın ardından işçileri

sendikalı olmamaları konusunda tehdit etti ardından işten çıkardı. İşten çıkarılan işçiler direnişe geçti. Artan işten çıkarma ve baskılarla birlikte AKP tarafından kurulan Hak-İş’e bağlı Taşıma-İş Sendikası da TÜMTİS ve Nakliyat-İş’in örgütlü olduğu yerlerde çalışmalarına başladı. TÜMTİS’in örgütlü olduğu DHL’de patronlar, sendikalaşmayı engellemek için Taşıma-İş’i çağırdı. Müdürler, işten çıkarmakla tehdit ettikleri

işçileri zorla Taşıma-İş’e üye yapmaya başladı ancak dirençle karşılaştı. İşkollarının birleştirilmesiyle taşımacılık işkoluna dahil edilen Hava-İş, TÜMTİS’in yanında olduğunu duyurdu. Hem TÜMTİS hem de Hava-İş, Taşıma-İş’i patronlarla işbirliği yapmaması konusunda uyardı. Taşıma-İş’in iş koluna girmesinin ardından AKP’li Esenyurt Belediyesi’ne bağlı zabıta ekipleri, polisin talimatıyla 15 Ocak’ta DHL önündeki direniş çadırını tahrip etti.

DHL direnişi Uluslararas› tafl›mac›l›k tekeli DHL’nin ‹stanbul Esenyurt’taki fabrikas›nda TÜMT‹S’e üye olduklar› için iflten ç›kar›lan 28 iflçi 19 Haziran 2012 tarihinde DHL, aktarma merkezi önünde direnifle geçti. Esenyurt’taki sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler iflçileri yaln›z b›rakmad›. DHL direnifline uluslararas› tafl›mac›l›k sendikalar› konfederasyonu da deste¤ini sundu.

ivas’taki demir çelik fabrikası SİDEMİR işçiye parasını vermemek için elinden geleni yapıyor. Borçlarından dolayı kayyuma devredilen, elektriği kesildiği için de üretimi duran fabrikada yönetim işçilere “Borçları ödeyene kadar maaşlarınızı vermeyelim” dedi. İşçilerse 17 Ocak’ta bir açıklama yaparak “Borçlarınız bizi ilgilendirmez” dedi. İşçiler 23 Aralık günü eylem yaparak ödenmeyen maaşları almıştı. SİDEMİR, mafya cinayeti hükümlüsü Erol Evcil tarafından satın alınmıştı.

Grev k›r›c› Güney Kore’den sald›r› polisten

kurulmasının önünde bir engel olmadığını belirtti.

Daiyang direnişi sürüyor

8 YIL SÜREN DAVA Tütün üreticilerinin 2004 yılında sendika kurmak için yaptıkları başvurunun İzmir Valiliği’nin itirazıyla karşılaşmasıyla başlayan Tütün-Sen mücadelesi, 4. Hukuk Dairesi’nin temyiz itirazını reddederek Tütün-Sen’in sendika olduğuna dair kararın onanmasına karar vermesine kadar sürdü.

B

irleşik Metal-İş öncülüğünde sürdürülen Daiyang grevinde işçiler 22 Ocak günü açlık grevine de başladı. Daiyang işçileri uğradıkları polis saldırıları sonucunda açlık grevine başlama kararı aldı. Daiyang işçileri 16 Ocak günü işverenin grevdeki fabrikadan tırlarını çıkarmaya çalışmasına engel oldu. Tırlar polis zoruyla çıkarılırken polisin saldırısı sonucu 80 işçi yaralandı. 15 Ocak günü de işveren Güney

Kore’den getirttiği işçilerle grevi kırmaya çalıştı. Grevci işçiler Güney Kore’den getirilen işçilere müdahale etti. Olay yerine gelen polis ise grevci işçilere saldırdı. Tekirdağ’ın Çorlu ilçesindeki Avrupa Serbest Bölgesi’nde faaliyet gösteren Daiyang-SK Networks Metal’de Birleşik Metal İş ile işveren arasında süren toplu iş sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamamıştı. Birleşik Metal-İş üyesi 150 işçi 14 Kasım 2012’de greve çıkmıştı.

Ada Tersanesi’nde direniş

A

Ürettiği gömleği alamayanlar... ‹stanbul Tuzla Serbest Bölge’de bulunan ‹SMACO firmas›nda Deri-‹fl’e üye olduklar› için iflten ç›kar›lan iflçilerin direnifli sürüyor. Sendikaya üye olduktan sonra “performans eksikli¤i” ve “di¤er iflçileri rahats›z ettikleri” gibi bahanelerle k›dem tazminatlar› verilmeden iflten ç›kar›lan iflçiler 2 Ocak günü direnifle geçti.

‹flçiler, Obama’dan Erdo¤an’a birçok liderin kulland›¤› Zegna gömleklerini üretiyor. Tanesi 1000 Euroyu bulan gömlekleri üreten iflçilerin maafl› 400 Euro civar›nda. Kurduklar› çad›rda direnifllerini sürdüren Münevver, Öznur, Fikriye ve Cengiz a¤›r çal›flma koflullar›na karfl› sendikal› olduklar›n› belirtiyor.

Münevver belinde ve boynunda a¤r›lar› art›nca acile gitti¤i için müdürü taraf›ndan tehdit edildi¤ini anlat›rken o günleri yeniden yafl›yor. Müdürün “Senin sa¤l›¤›n beni ilgilendirmez” sözünü arkadafllar› da do¤ruluyor. ‹flten ç›kan herkesin arkadafllar›yla vedalaflt›¤›n› belirten Öznur da özel

güvenlik görevlileri taraf›ndan apar topar ç›kar›lanlardan; arkadafllar› yemek paydosu öncesinde ç›kar›lan Cengiz ise 13.10’da iflten ç›kar›ld›¤› için “Ben flansl›y›m yemek yiyebildim ç›kar›lmadan önce” diyor. Çal›flanlar›n ço¤u kad›n ve krefl talepleri de var. Ancak “maliyeti fazla” denilerek bu talep engelleniyor.

da Tersanesi patronu, ücretlerini almak için 15 Ocak’ta direnişe geçen işçilere ve Limter-İş yöneticilerine 16 Ocak günü saldırdı. “Buradan defolun” diyen tersane patronu güvenlik görevlilerine de Limter-İş Genel Başkanı Kamber Saygılı, tersane patronlarının bu gücü AKP hükümetinden aldığını söyledi. Limter-İş üyeleri 24 Ocak günü Tersanedeki vinçlerin üzerine çıkarak eylem yaptı. İşçiler eylemlerini uzun süre devam ettirdi. İşçiler haklarını alana kadar direnişlerini sürdüreceklerini duyurdu.


9

SERMAYE 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

Tekellerin zirvesinde ‘açılım’ T

ekelci sermayenin has örgütü TÜSİAD'ın 17 Ocak’taki 43. Olağan Genel Kurulu’ndan yenilenme çıktı. Başkanlığa seçilen Muharrem Yılmaz'ın yönetim kuruluna, bir Kürt bir de AKP’li patronun alınması "TÜSİAD'da Anadolu açılımı" olarak değerlendirildi. Akaryakıt sektöründen Cizreli Tarkan Kadoğlu ile mobilyacılıktan enerji sektörüne sıçrayan Kayserili Memduh Boydak “açılım”ın sembol isimleri oldular. Kendileri gibi şirketlerin yönetime girmesinin Anadolu sermayesinde heyecan yarattığını söyleyen Kadoğlu "Artık Anadolu'nun sorunlarını daha çok gündeme getireceğiz" dedi. TÜSİAD'ı bugüne kadar İstanbul sermayesinin sırtladığını söyleyen Boydak ise “Yeni dönemde, Anadolu'da büyümüş şirketler de dernekte söz sahibi olmaya başladı" diye konuştu. Boydak kendi kullandığı kavramlara da karşı çıkarak “Anadolu sermayesi" ya da "İstanbul sermayesi" gibi kategorilere girilmemesi gerektiğini, bu tanımların geçerliliğini

yitirmiş tanımlar olduğunu kaydetti. Bu uyarısıyla Boydak, kendilerinin TÜSİAD yönetimine gelişini “çevrenin merkeze yerleşmesi” olarak değerlendirenlere şunu hatırlatmış oldu: Hepimiz tekelci sermayeyiz sonuçta. Liberal-solun simge isimlerinden Fuat Keyman, bu gelişmeyi “Anadolu sermayesi’nin İstanbul sermayesiyle olan mücadelesini kazanması” olarak değerlendirse de Boydak’ın ifade ettiği gerçek “Anadolu’dan büyümüş şirketlerin”, yani tekelleşenlerin bu örgütte söz sahibi olabilmesi. 19741980 arasında TÜSİAD’ın Genel Sekreterliğini yürütmüş olan Milliyet yazarı Güngör Uras’a göre meselenin özü şu: Ortak inançlara ve manevi değerlere değil “burjuva değerlere” sahip sermayeyi şemsiyesi altında toplayan TÜSİAD, Anadolu kaplanlarını “burjuva değerlere” kazanmaya başladı. Kaplanlar büyüdükçe, tekelleştikçe, çıkarları TÜSİAD ile ortaklaştı. “DER‹N TÜS‹AD...” Yeni yönetim sermaye medyasında TÜSİAD’ın “demokratikleşmesi”, “halka açılması” olarak da değerlendirilirken Güngör

TÜSİAD Genel Kurulu’nda hükümeti memnun edecek isimler yönetime dahil oldu ancak söylem aynıydı Uras bu demokratikleşme iddiasına şüpheyle yaklaştı. Yönetimin, örgütün kurucu ekibinden oluşan “Derin TÜSİAD” tarafından belirlenerek üyelere hazır liste sunulduğuna dikkat çeken Uras, büyük bir değişim yaşandığının söylenemeyeceğine işaret etti. Uras’a göre “Derin TÜSİAD'ın” yönetim isimlerindeki tercihinde iktidarla kötü olmama arzusu belirleyici oldu. Gerçekten de, Genel Kurul öncesi Skytürk’te konuşan Muharrem Yılmaz, “Yaptığımız çalışmaların verimli olabilmesi için tabii

ki erki elinde bulunduran siyaset kurumuyla yakın ilişki içerisinde olmalıyız” dedi. HÜKÜMET YOK KONUfiMA TEK TÜSİAD’ın bu tercihi ne kadar sonuç verir, şimdiden söylemek zor; ancak AKP döneminde ilk kez Başbakan da dahil hükümetten hiçbir temsilcinin TÜSİAD Genel Kurulu’na katılmamış olması dikkat çekti. Başkan değişimi TÜSİAD’ın söylemlerinde de bir değişiklik yaratmamış gibi göründü.

Muharrem Yılmaz’ın "TÜSİAD’ın çizgisi değişmeyecek” diye konuştuğu Genel Kurul’da eski ve yeni genel başkanların konuşmalarındaki paralellik dikkat çekiciydi. İki başkan da konuşmalarında Kürt sorununa ve Anayasa çalışmalarına özel önem verdi. Boyner “Terörün sona erdirilmesi kadar, Kürt sorunun çözümüne de odaklanacağımıza dair ümitler besliyorum” sözleriyle, hükümetin “Kürt sorunu bitti, gündem terörün bitirilmesi” söyleminden farklı bir çizgiyi

öne çıkardı. Yeni başkan Yılmaz da “Gerek terörün bitirilmesi, gerekse Kürt meselesinin çözüme ulaştırılması yolundaki tüm çabalara destek veriyoruz” diyerek eski Başkan’ın çizdiği yoldan ilerledi. Anayasa çalışmalarına dair ortak vurgu da, hükümetin hiç hoşlanmayacağı biçimde “yargı bağımsızlığı” oldu. TÜSİAD’ın her zamanki gündemlerinden olan ve esnek çalışma gibi yöntemlerle emek sömürüsünü artırmaya yönelik “mikro reform” talebi de sıkça dile getirildi.

Yeni yönetimden Babacan’a açık destek

T

ÜSİAD’ın yeni başkanı Yılmaz, Genel Kurul konuşmasında ekonomide AKP içinde yaşanan tartışmaya da atıfta bulundu ve bu tartışmada tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda taraf oldu. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan arasındaki “gaz-fren” tartışmasında,

Borsa niye coştu? İ

stanbul Menkul Kıymetler Borsası endeksinde bulunan hisse senetleri bir yılda yüzde 56’nın üzerinde, yılbaşından bu yana ise yüzde 8’in üzerinde değer kazandı. Borsa endeksi 84000 puan ile tarihi zirvesine ulaştı. Bu gelişmenin en önemli nedeni, Türkiye’nin bir sıcak para cenneti haline gelmesi. 2012 yılının 11 aylık döneminde yabancıların sıcak para girişleri, doğrudan yatırım girişinin neredeyse dört katı. 11 ayın ardından bu eğilimi güçlendiren en önemli neden, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in Türkiye’nin “notunu” arttırması oldu. Sıcak paranın hızlı bir girişinin olası çıkışıyla yaşanacak sonuçlar ise 22 Ocak’ta görüldü. Başka bir kredi derecelendirme kuruluşu olan Moodys’in Türkiye’nin notunu artıracağı söylentisiyle hisseler neredeyse yüzde 10 değer kazanıp, bu söylentinin yalanlanmasıyla hızla değer kaybetti. Bu durum ekonominin geleceğinin finans oligarşisinin iki dudağı arasında olduğunu gösterdi.

“fren” cephesinde yer alan Babacan, TÜSİAD’dan destek gördü. Yüksek faizi ve devlet desteklerinin kısılmasını içerdiği için küçük ve orta ölçekli sermayeyi zora sokan, tekelci sermayeyi ve özellikle de finans oligarşisini güvence altına alan “yumuşak iniş” politikaları, Muharrem Yılmaz tarafından şu

sözlerle övüldü: “2011 yılından itibaren makroekonomik dengesizlikleri gidermek amacıyla, bir dizi istikrar önlemi gündeme geldi. Bu önlemler başarıyla uygulamaya kondu ve ekonomide yumuşak iniş gerçekleşti.” Yılmaz konuşmasında para ve maliye politikalarının aynı disiplinle devam ettirilmesini istedi.

İnşaatın kurtları yıkılıyor B

üyüme oranı bir yılda yüzde 11.5’den yüzde 1’e düşen inşaat sektöründeki sarsıntı, büyük firmaların teker teker yıkılmasına yol açmaya devam ediyor. ESENYURT: AFET BÖLGES‹ G‹B‹ İnşaat sektöründeki yıkımın en şiddetli yaşandığı bölgelerin başında İstanbul Esenyurt geliyor. Sektördeki genel sıkıntıların yanı sıra ilçe belediyesinin verdiği kat yüksekliği sınırını İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yarıya indirmesi, sarsıntının şiddetini artırdı. Maketten konut satan ve Kurtlar Vadisi dizisine sponsorluğuyla adını duyuran Ukra İnşaat oldukça zor bir durumda. Konutlarını zamanında teslim alamayan müşteriler, şirketin iflasını istemiş, şirket ise mahkemeden 28 Aralık 2012 tarihinde iflas erteleme kararı almıştı. 15 Ocak 2013’te ise mahkemeden müşteri-

İnşaat sektöründeki büyümenin çakılmasının ardından Esenyurt merkezli deprem yaşanıyor ler lehine yeni bir karar geldi ve ‘iflas erteleme’ hakkında yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Mahkemenin atadığı bilirkişiye göre şirketin konutları teslim edemeyecek hale gelmesinin en temel nedenlerinden biri 20 mil-

Gökçek’in dördüncü satış denemesi

A

yon dolarlık reklâm bütçesi: Yani dizinin reklamlarında oynanan Polat Alemdar ve Memati’ye verilen paralar. Esenyurtta maketten sattığı konutları teslim etmeyen bir diğer şirket de Yeşil İnşaat. İnnovia-3

nkara Büyükşehir Belediyesi (ABB) Başkanı Melih Gökçek’in yıllardır satmaya çalıştığı Başkent Gaz’ın nihai pazarlık görüşmeleri 25 Ocak’ta. Başkent Gaz daha önce üç kez satılmıştı. Şirketin yüzde 80'i için 2008'de ve 2010'da düzenlenen ihaleleri kazanan firmalar, parayı ödeyemeyince ihaleler iptal olmuştu. Üçüncü ihalede ise daha önceki bedellerin yarısına bile ulaşılamayınca ihale iptal olmuştu. Bu iptaller üzerine özelleştirmenin cazibesini arttırmak için şirketin yüzde 20'lik payı da pakete dahil edildi. ABB ve EGO'nun

projesi kapsamında Haziran 2012’de teslim etmesi gereken 3 binin üzerinde konutu hala bitirmeyen firma, söz verdiği gecikme kirasını da ödemedi. Esenyurt’ta ilk topu atan, 1080 daireyi maketten satan Fiyapı olmuştu. İmar değişikliğinden sonra daire alamayanların parasını Kasım 2012’de iade edeceğini duyuran Fiyapı sözünde durmadığı gibi maketten konut satmaya devam ediyor. Fiyapı mağdurları firma hakkında iflas davası açarken Fiyapı iflas erteleme kararı almayı başardı. Bol reklamlı konut projesi yapıp, maket olarak satan sonra piyasadan çekilen bir başka şirket ise KC Yapı idi. KC Yapı’nın konutları teslim edemediği gibi TOKİ’yi de 60 milyon lira zarara uğrattığı ortaya çıkmıştı. Mağdur olan müşteriler ise KC Yapı’nın eski ortaklarının yeni kurduğu şirketlerin ‘kendi paralarıyla’ kurulduğunu ve konutlarını vermeyen şirketin başka isim altında iş yaptığını iddia ediyor.

şirkete olan yaklaşık 300 milyon dolar borcunun özelleştirme gelirinden ödenmesi kanunla karar bağlandı. Baymina Elektrik Santrali de satış paketine katıldı. CHP Ankara Milletvekili Levent Gök ise Başkent Gaz'ın özelleştirmesinin dayanağı olan kanunun gerekçesinin BOTAŞ'a olan borçların ödenmesi ve metro yapımı olduğunu hatırlattı. BOTAŞ'a olan borçların ödendiğini söyleyen Gök, metro yapımını da Ulaştırma Bakanlığı’nın üstlendiğini, dolayısıyla özelleştirmenin kanuni dayanağının kalmadığını belirtti.

“fieriatla uyumlu finansal ürünler” ve Malezyalaflma cak ayı içerisinde İstanbul’da İslami finans üzerine 5 günlük bir sertifika eğitimi düzenlendi. “İslami finans endüstrisi son on yılda olağanüstü ölçüde büyüdü. İslami finans endüstrisine yeni alanlar açıldığı için İslami bankacılık sisteminin 2015’e kadar ikiye katlanması bekleniyor” ifadeleriyle başlayan eğitime çağrı metni, sözü bu alandaki iş olanaklarına getiriyor: “İslami finansal genişlemenin artan düzeyde vasıflı işgücüne ihtiyacı bulunmakta.” Metin İngilizce, eğitimler de. Türkçesi yok. Bu eğitime 5 gün katılarak vasıflı İslami finans uzmanı olarak sertifikalanmanın bedeli ise 3600 TL. Yüksek düzeyde üniversiteli işsizliğinin bulunduğu bir ülkede, fırsat bu fırsat tabii. Zaten toplantıyı düzenleyen Sermaye Piyasası Lisanslama Sicil ve Eğitim Kuruluşu (SPL), da bu fırsatı değerlendirmek üzere kurulmuş bir kurum. “Sermaye piyasası profesyonelleri”nin lisanslanma (sınav ve sertifikasyon) işlemlerini yürüten kurum, bu alanda çalışmak isteyenlere 10 Haziran 2011 tarihinden beri hizmet veriyor. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası başta olmak üzere çeşitli borsaların ortağı olduğu kurumun, en büyük ortağı ise Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği. Yani tüm tahvil ve hisse senedi işlerini çekip çeviren kurumların çatı örgütü. SPL sadece İslami finans üzerine eğitim vermiyor, spekülatif işler sanatının tüm inceliklerini öğretiyor. İslami finans konusunda da Global University of Islamic Finance (Küresel İslami Finans Üniversitesi) ile işbirliği yapıyor. Kısa adı INCIEF olan ve lisansüstü Umar eğitim veren bu üniversite, Karatepe Malezya Merkez Bankası tarafından kurulmuş. Amacını, umar@ sendika.org ‘İslami finans alanındaki işgücüne olan küresel talebi karşılamak ve ülkenin İslami finans merkezi pozisyonunu kuvvetlendirmek’ olarak özetliyor. Master ve doktora programlarında sadece finans değil fıkıh dersleri de yer alıyor. INCIEF’in internet sitesinde, dünyada 1.6 milyar müslümanın “şeriatla uyumlu finansal ürünler” talep ettiğine ve bu sektörün hızla büyümeye devam edeceğine dikkat çekiliyor. INCIEF’in “Şeriatla uyumlu finansal ürünler” dediği tahvillerin, bonoların vs. başında da Sukuk geliyor. Sukuk genel olarak “faizsiz tahvil” olarak tanımlanmakta. Ödünç para bulmak amacıyla çıkarılan borçlanma senedi olan tahvil, satın alan kişiye belirli bir meblağı belirli bir vadede ödemeyi taahhüt eder. Bu kağıt üzerinde yazan meblağdan daha düşük bir bedele satın alındığı için para kazandırır. Sukuk da aynı biçimde, satın alana belirli bir tarihte ödenecek gelir vaat ediyor. Tek farkı; ödenecek paranın bir yatırımın kârı veya bir gayrimenkulun kirası üzerinden kazanılacağının garantisini veriyor. Çünkü kar ve kira İslam’da helal. Özellikle gayrimenkul kirasına dayalı sukuklar en yaygın olanları. Ancak sonuçta sukuk sahibi kişi paradan para kazanmakta, bu para sabit veya değişken getirili olabilmekte, alınıp satılması sonucu spekülatif kazanç getirebilmekte. Sadece kağıda reel bir karşılık gösterilmekte; böylece paradan para kazanmak kitaba uydurulmakta. Finansın bu biçimde İslamileştirilmesine olan ihtiyaç, Körfez ülkelerinde biriken petrodolarlara zahmetsiz getiri alanları arayışından doğmuştu. İslamı bankacılık ve şeriata uygun yeni İslami finansal ürünlerle bu piyasa hızla gelişti. 1990’ların ortasında İslami finansal varlıkların büyüklüğü 150 milyar dolarken, 2011’de bu rakam 1 trilyon doları geçti. Büyük bir sıçrama yaşanan 2012’de de 1.6 trilyon dolara ulaştı. Özellikle Malezya, en baştan itibaren Körfez ülkelerinden gelen sıcak paraya kapılarını açarak, İslami finansın merkezi haline geldi. İslamileşmeye referansla “Malezya mı olacak” denilen Türkiye’de finanslaşmanın bu kanalında Malezya’yı örnek aldı ve Eylül ayında Hazine ilk sukuk ihracını gerçekleştirdi. Malezya Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları (GYO) Yöneticileri Derneği Başkanı Stewart Labrooy, daha 2012’nin Mayıs ayında Türkiye’nin Ortadoğu’nun İslami finans merkezi olabileceğini söylemiş ve kentsel dönüşüm programları üzerinden sukuk piyasası oluşturabileceğini ifade etmişti. Labrooy, “Alışveriş merkezi GYO’ları, hastane GYO’ları” kurarak bunlar adına çıkacak sukukları satmayı tavsiye etmişti. Tüm bunlara bakınca AKP’nin kentsel dönüşümdeki ısrarının yanı sıra Erdoğan’ın “6 yıllık hayalim” dediği kampus hastanelerinin Danıştay tarafından engellenmesine olan öfkesi de daha net anlaşılıyor. Özel şirketler tarafından inşa edilecek 8 hastaneye karşılık olarak devletin bu şirketlere 25 yılda yaklaşık 26 milyar 500 milyon liralık bir meblağ ödeyeceği biliniyor. Buyurun size üzerinden sukuk çıkarılıp spekülatif karlar elde edilecek bir alan. Buyurun size Erdoğan’ın kuvvetler ayrılığı tartışmasını başlatmasına neden olan yargı kararlarına öfkesinin arka planı. 2007 yılının popüler tartışması “Türkiye Malezya olur mu” idi ve genel olarak yaşam tarzına müdahaleler bağlamında konu tartışılıyordu. 6 yıl geçti ve Malezyalaşma denen şeyin sadece bir İslamileşme olmadığı ortaya çıkıyor. İslamileşme, finanslaşmayı ahlakileştirmek, emek ve doğa düşmanı yönünün üzerini örtmek için kullanılıyor.

O


10

KİBELE 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

Hindistan’ın ölü doğan kız çocukları Utanç davasında utanç kararı

Jyoti Sing Pandey adındaki genç kadının toplu tecavüze uğraması ve katledilmesi sonrası büyük eylemlerin yapıldığı Hindistan’da, kadına yönelik şiddet sistematik ve köklü BANU SERVETO⁄LU

2

3 yaşındaki Jyoti Sing Pandey’e 16 Aralık’ta Yeni Delhi’de bir otobüste 6 erkek tecavüz etmiş ve öldüresiye dövmüştü. Pandey’in tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmesi Hindistan’da büyük protestolara neden oldu. Her yirmi beş dakikada bir kadının tecavüze uğradığı Hindistan’da kadına yönelik şiddet bu olaydan sonra tekrar gündeme geldi. Hindistan’da çok fazla sayıda kadının tecavüze uğraması ve öldürülmesinin nedeni cinsiyet ayrımcılığının toplumda kökleşmiş olması ve kabul görmesi. KAYIP KADINLAR Hindistanlı ekonomist Dr. Amartya Sen 1986’da nüfus hesaplarına göre Hindistan’da 37 milyon kadının “kayıp” olduğunu belirtti. Birleşmiş Milletler 2008 yılında Hindistan’daki “kayıp” kadın sayısının 62 milyona çıktığını açıkladı. Dünya genelinde erkek ve kadın nüfusu arasındaki oran, 100 kız çocuğa karşılık 103 ila 106 erkek çocuk iken, Hindis-

tan’da erkek çocuk sayısı 132’ye kadar çıkabiliyor. Dünya ortalaması baz alındığında Hindistan’da 62 milyon kadının yok olduğu, yani öldürüldüğü görülüyor. Hindistan’da kadın cinayetleri, işleniş biçimi ve amacına göre çeşitli adlar alıyor. Aralık 2006’da “50 milyon kayıp kadın” kampanyasını başlatan Rita Banerji, cinayetlerin isimlendirilerek toplumca kabul edilen bir geleneğe dönüştüğünü ve kültür ile suçun birbirine karıştığını söylüyor. Bu algı da kadın cinayetlerinin toplumda olağan karşılanmasına neden oluyor. Hindistan’da erkek çocuğun kız çocuğa tercih edilmesi “kayıp” kadınların sayısının çokluğunun ana nedenlerinden biri. Erkek çocuk, soyun devamı sayılırken; kız çocuk başlık parası vermek zorunda oldukları misafir olarak görülüyor. Bir Hint atasözü “Bir kız çocuğunu yetiştirmek, komşunun bahçesini sulamaya benzer" diyor. Bu bakış açısından dolayı bebek eğer kızsa aldırılabiliyor. Hindistan’da hamilelik sırasında cinsiyet belirleme 1994’te yasaklanmasına rağmen pratikte de-

vam ediyor. Bristol Üniversitesi’nden Sonia Bhalotra’nın yaptığı bir çalışma, kız bebek kürtajının Hindistan’ın yoksul bölgelerinden çok varlıklı bölgelerinde uygulandığını gösteriyor. Yani kız bebek kürtajı ekonomik koşullardan çok toplumdaki yerleşik kültürle ilgili. Yoksul kesimlerde kürtaj pahalı bir yöntem olduğundan, kız bebekler doğduktan sonra öldürülebiliyor. Kız çocukların gömülmesine “Kurimar”, süt dolu bir kovada boğulmasına “Doodhpeeti” deniliyor. Doğumdan sonra ölümden kurtulan kız çocuklarını hastalıktan dolayı ölüm tehlikesi bekliyor. Hastane masrafları pahalı olduğu için genellikle kız çocukları hastalandığında doktora götürülmüyor. Hindistan’da 7 yaş altı kız ve erkek çocuk farkının 7 milyon olduğu belirtiliyor. MUTFAK KAZALARI(!) Hindistan’da başlık parasını kadının ailesi ödüyor. Evlendikten sonra başlık parası ödenmeye devam edilebiliyor. Nüfusun üçte ikisinin günde 2 dolardan az bir gelire sahip olduğu Hindistan’da çoğu aile bu

parayı bir süre sonra ödeyemiyor. Para ödenmeyince genç kadının, damat ve ailesi tarafından “mutfak kazası” süsüyle öldürülmesi oldukça yaygın. 2006’da yapılan bir araştırmaya göre, günde 10 ila 20 kadın başlık parası yüzünden öldürülüyor. Bu cinayetlere varlıklı ailelerde de rastlanıyor. ‘YÜZ ERKEK ÇOCU⁄UNA ANNE OLASIN’ 2007’de hamile kadın ölüm oranın en yüksek olduğu ülke Hindistan’dı. Bunun en önemli nedenlerinden biri çocuk yaşta evlilik ve çok çocuk doğurma. Hindistan’da evlenen genç kadınlara sıkça söylenen bir dilek: “Yüz erkek çocuğuna anne olasın.” Vücutları gelişmemiş kız çocuklarının erkek olana kadar sürekli doğurmaya zorlanması ve bu süreçte kız bebeklerin alınması vücutlarını yıpratarak sonraki gebeliklerde annenin ölümüne neden olabiliyor. Bir başka kadın cinayeti “Sati”. Sati, kadının ölen kocasıyla birlikte yakılması. 1829’da yasaklanmasına rağmen, 1947’den sonra 40 sati vakası tespit edilmiş. Benaras ve Vrindavan’da Sati’den kaçan dul kadınlar, sokak-

larda dilencilik ve seks işçiliği yaparak yaşamaya çalışıyor. Hindistan’da tecavüze uğramış kadın aile onuruna leke olarak görüldüğünden intihara zorlanabiliyor ve bu ölüme “Johar” adı veriliyor. Tecavüz olaylarının sıkça yaşandığı Hindistan’da pek çok tecavüz vakası bildirilmiyor ve bildirilenlerin de ancak yüzde 26’sında sanığa mahkumiyet veriliyor. Feminist aktivist Ramlath Kavil, Hindistan’ın “oğullarına tecavüz etmemesini söylemek yerine, kızlarından tecavüze uğramamasını isteyen bir toplum” olduğunu söylüyor. Pandey’in uğradığı toplu tecavüz sonrası Hindistan’ın dini liderlerinden Asaram Bapu’nun, “Onlara kardeşim demeli ve durmaları için yalvarmalıydı; böylece onurunu ve hayatını kurtarabilirdi” demesi, Kavil’in sözlerini destekliyor. Hindistan’da kadınlar sürekli öldürülme ve tecavüze uğrama riskiyle yaşıyorlar. Hindistanlı insan hakları aktivisti Aruna Papp, kadına biçilen düşük statü ve aşağılanmanın kökü kazınmadıkça daha sert yasaların yetersiz olacağını ve kültürün değişmesi gerektiğini vurguluyor.

Kürtaja erişim kısıtlanamaz ‘Her kadın sağlıklı koşullarda, güvenli ve ücretsiz kürtaj hakkına sahip olmalı’ diyen kadın hekimler ‘kürtaj hakkı kısıtılanamaz, karar kadınların’ dedi

S

'52 milyon ev işçisi var' U

luslararası Çalışma Örgütü (ILO) hazırladığı raporda dünyada en az 52,6 milyon ev işçisi olduğunu açıkladı. Uzmanlar ise kayıt dışının yüksek olduğunu, aslında sayının 100 milyona ulaştığını söylüyor. Örgütün yayımladığı raporda, çoğunluğunu başkalarının evlerinde çalışan ve genelini kadınların oluşturduğu en az 52,6 milyon kişinin ev işçisi olduğu belirtildi. Raporda, ev işçisi olarak çalışanların yüzde 30'unun hiçbir sosyal güvencesi olmadığı ve yüzde 45'inin ise hiç izin kullanmadan çalıştığı ortaya konuldu. 117 ülkeden toplanan resmi istatistiklere dayanarak hazırlanan rapora, ev işçisi olarak çalışan 7,4 milyon çocuk işçinin dahil edilmediği vurgulandı. ILO, 2011 yılında, "Ev Hizmetlileri" sözleşmesini kabul etmiş ancak ABD, Filipinler ve Uruguay tarafından onay görmemişti.

ağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Bakanlar Kurulu’na sunulacağını söylediği kürtaj tasarısına karşı Türk Tabipler Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu açıklama yaptı. Kadın hekimler açıklamalarında “kürtaj hakkının engellenmesi yaşam hakkının engellenmesidir” dedi. Hekimler, Başbakanın “kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” açıklamasından sonra kadınların kazanılmış hakkı olan kürtaj hakkının geri alınmasına dönük çabanın bir hükümet politikası olarak sürdüğünü söyledi. Akdağ’ın yasa ile ilgili yaptığı açıklamalara değinen hekimler, Üreme Sağlığı Yasası’nın adının çocuk istismarı suçu ile birlikte anılmasının başlı başına bir talihsizlik içerdiğini ve istemli düşüğün bir suç olarak ima edilmesinin amaçlandığını belirtti. Açıklamada kürtajın sadece devlet hastanelerinde ve uzman hekimlerce yapılması kararının kürtaja erişimi kıstlayacağına dikkat çekildi. “Hiçbir hekimin, hastasının sağlık hakkına erişimini engelleme hakkı olamaz” diyen kadın hekimler, “Vakum yöntemiyle gebeliği sonlandırma eğitimi verilen pratisyen hekimlerin

kürtaj yapabilmelerine olanak sağlanmalıdır” dedi. “Bütün kamu ve özel hastalerde 10 haftalık yasal süreye uyulmalı” diyen hekimler bu sürenin 12 haftaya çıkarılması gerektiğini vurguladı. Tecavüz durumlarında ise birçok ülkede olduğu gibi kürtajın 24 haftaya çıkarılması gerektiği ve bu durumda kadın beyanın yeterli görülmesi gerektiği ifade edildi. Yasa taslağında belirtilen anne ve babaya verilecek üç günlük süreye

ilişkin değerlendirme yapan hekimler “Kadınlar ahlaki yargılardan uzak, cinsiyetçi ve suçlandırıcı imalar olmaksızın gebeliklerini sonlandırabilecekleri koşullara sahip olmalıdırlar” dedi. Kadın hekimler, son olarak istenmeyen gebeliklerin önlenmesi için kadınların gerekli doğum kontrol yöntemlerine kolayca erişiminin sağlanması gerektiğini ve bu sorumluluğun devlete ait olduğunu söyledi.

“Utanç Davas›” olarak bilinen, Yarg›tay’›n ”k›smi bozma” karar›yla yeniden görülmeye bafllanan N.Ç. Davas›’nda, mahkeme 26 san›ktan 25’ini 7 ile 9 y›l aras›nda de¤iflen oranlarda hapis cezas›na çarpt›rd›. Cezalar›n N.Ç’nin r›zas› oldu¤u gerekçesi ile alt s›n›rdan verildi¤i ö¤renildi. Mardin 1. A¤›r Ceza Mahkemesi’nde görülen ve N.Ç’nin yafl›n›n küçük olmas› nedeniyle mahkemenin ”gizlilik” karar› ald›¤› duruflmaya, avukatlar kat›ld›. Duruflma sonras›nda gazetecilere aç›klama yapan N.Ç’nin avukatlar›ndan ‹HD Mardin fiube Baflkan› Erdal Kuzu, “A¤›r aksakl›klarla devam eden, hatta adil yarg›lama ilkelerini ihlal eden bir yarg›lamayla karfl› karfl›ya kald›k” dedi. Kuzu, flöyle konufltu:

“Mahkeme cezalar› art›rma yoluna gitti ama küçük bir çocu¤a yap›lan bu muamelede küçük çocu¤un r›zas›n›n var oldu¤unu kabul etmesi bize göre kabul edilmez bir durumdur. 15 yafl›ndan küçük bir çocukta r›za olur mu? Çünkü tarihin hiçbir evresinde küçük bir çocukta r›zan›n oldu¤u kabul edilemez. Bu anlamda mahkeme karar› elefltiriye aç›k. Bizler de temyiz haklar›m›z› tekrar kullanaca¤›z.” REDHACK’TEN EYLEM

RedHack, N.Ç. Davas› nedeniyle Yarg›tay’›n www.yargitay.gov.tr adresindeki sitesini çökertti. RedHack, adaletin ifllemedi¤ini belirterek böyle bir eylem karar› ald›klar›n› aç›klad›.

Taciz şikayetine sürgün KESK’li kad›nlar, Fatih ‹lçe Milli E¤itim Müdürü fieref Çal›fl›r hakk›nda, cinsel sald›r› ve taciz suçlamalar›yla dava olmas›na ra¤men görevine devam etmesini protesto etti. Müdürlük önünde KESK’li kad›nlar ad›na aç›klama yapan Arzu Erdo¤an, üç kad›n çal›flan›n, Çal›fl›r’›n kendilerine birden fazla kez tacizde bulunmas› nedeniyle Nisan 2012'de flikayette bulundu¤unu, bunun üzerine Çal›fl›r’›n "cinsel taciz" ve "cinsel sald›r›" suçlamalar› ile 4 Haziran 2012'de tutukland›¤›n› söyledi. Erdo¤an, Çal›fl›r’›n daha sonra kaçma flüphesi bulunmamas› gerekçesiyle 7 Haziran'da tahliye edildi¤ini ve görevine iade edildi¤ini söyledi. Erdo¤an, Çal›fl›r’›n göreve iade edilmesinin ard›ndan yaflananlar› flöyle anlatt›: “Tacize u¤rad›¤›

için flikayette bulunan üç kad›ndan ikisi bu süre içinde iddialar›ndan vazgeçmedi ancak bask› görmeleri nedeniyle flikayetlerini geri ald›lar. fiikayetinden vazgeçmeyen bir kad›n çal›flan›n hakk›nda soruflturma aç›ld›. Daha sonra bask›lar karfl›s›nda yer de¤iflikli¤i istedi ancak iste¤e ba¤l› yer de¤ifltirme beklerken ‘devams›zl›k, kurum amirine ve personellere sataflma’ gerekçeleri ile baflka bir okula tayin edildi.” Tacize u¤rad›¤›n› söyleyen kad›nlar›n flikayetçi olduklar› kifliyle ayn› yerde çal›flmalar› ile ilgili tedbir al›nmad›¤›n› söyleyen Erdo¤an, "‹stanbul Milli E¤itim Müdürü Muammer Y›ld›z baflta olmak üzere Milli E¤itim Bakan› Ömer Dinçer ile Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Bakan Fatma fiahin bu durumdan sorumludur" dedi.


11

YÜZ YÜZE 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

“Zıkkımın kökü” de yasaklı

Bursa’nın Osmangazi ilçesinde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Kaymakamlık bir komisyon oluşturarak, Muzaffer İzgü’nün ‘Zıkkımın Kökü’ adlı kitabının okutulmasını yasakladı. Fareler ve İnsanlar ve Şeker Portakalı’ndan sonra gelen bu yasaklamanın gerekçesi, ergenlik çağındaki çocuklara uygun olmaması. Muzaffer İzgü’nün kendi hayatından yola çıkarak yazdığı ‘Zıkkımın

Kökü’, Adana’nın bir gecekondu mahallesinde yaşayan Muzo’nun yoksulluğunu, yoksullukla mücadelesini onun çocuk gözünden okuyucuyla buluşturuyor. Muzaffer İzgü ile kitabını ve ergenlik dönemindeki çocuklar için uygun olmadığı gerekçesiyle Osmangazi İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından yasaklanması hakkında ne düşündüğünü konuştuk.

Halkevi kitapla tanıştırdı AKP kitaplarını yasakladı

K

itaplarımın 98’i çocuklar için yazıldı. 98 çocuk kitabı yazan, neyin yazılıp yazılmayacağını çok iyi bilir. Ben çocuklara düş kurdurmayı seviyorum

K

itaplarım ilk defa yasaklanmıyor. 80 darbesinde Kenan Evren’in emriyle “Ekmek Parası” ve TDK ödülünü almış “Dalımdaki Para” kitaplarım yasaklandı

PEL‹N O⁄Ufi Kitabınızın yasaklanması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bence yasakçı bir kafanın ürünü. Yani Şeker Portakalı, Fareler ve İnsanlar okumuşsunuzdur mutlaka; nasıl yasaklanır? Ne var bunda çocuklara zararlı olacak? Şeker Portakalı’nda ne var? Bilgin Adalı’nın 2 kitabında ne var! Kitabınız hangi gerekçe öne sürülerek yasaklanmış, itiraz neden kaynaklanıyor? Şunu söylüyorlar; bluğ çağındaki çocuklar düşlerini başka türlü kurarlar. Ben de öğretmenim. Yıllarca çocuk kitapları yazdım, psikoloji kitapları okudum, edebiyat derslerine girdim. Yani hangi çocuk bundan etkilenir, hangi çocuğa ne kadar zararlıdır, biz de en az onlar kadar bilebiliriz. Bir de en önemlisi Muzaffer İzgü olarak ben sırtımı edebiyata yaslarım. Kitabım için “tahrik edicidir” deniliyor ama o çocuk hiç bluğ çağı yaşamayacak mı, bazı şeyleri merak etmeyecek mi? “Bazı şeyler neden böyle” demeyecek mi, düşünmeyecek mi! Kitapta bunlar çocuğa verilmiş ama edebiyatın kaygısı içinde. Öyle açık seçik bir şey yok. “Şu kadar çocuklara uygun değildir” ifadesini asla kabul etmem. Mutlaka öğretmenler incelemiştir. Üç öğretmenden kurulan bir kuruldur. Hatta şuna inanmıyorum, güya veli şikayet etmiş. Bunların hepsi kurgu. Üç öğretmen bir araya gelmiş, içlerinde psikolog yok, sosyolog yok. Üç öğretmen oturup karar veriyorlar. O zaman ben de öğretmenim, ben de karar veriyorum. Bu kitapta yasaklanacak hiçbir şey yoktur. Doğru yazılmıştır, okutulmalıdır. Sizce bu yasak sadece öğretmenlerin kararı mı? Kafa aynı kafa. Onlar sahnedeki aktörler. Karar tepeden veriliyor, şunları yasaklayın diye. Bir yasaklar ülkesi. Yarın öbür gün öğretmenler “kitabı bir müdüre götürelim, milli eğitim müdürüne danışalım” diyecek; öğretmen iradesi ne olacak burada, onlara özgürce iradesini kullanma yetkinliğini tanımıyorsunuz ki. Ben öğretmenlik yıllarımda öğrencilerime kitap da verirdim, okuma da yaptırırdım ama ben yaptırırdım. Yıllardır birçok kitap yazdınız

Muzaffer İzgü ve hemen hemen hepsi okullarda okutuluyor. Bir eğitimci olarak bu karara tepkiniz nasıl oldu? 154 kitabımın 98’i çocuklar için yazıldı. 98 çocuk kitabı yazan insan, neyin yazılıp yazılmayacağını çok iyi bilir. Ben çocuklara düş kurdurmayı seviyorum. Düş kuran insan düşünüyor demektir. Düşünen insanın beyni çalışıyor demektir. Beyni çalışan insan soru sormaya başlar. Soru sordu mu, o kişi artık bir bireydir. Sürünün koyunu değil. Ama onlar soran, sorgulayan insan istemiyor. Başını eğsin, “evet” desin, hiçbir şeyi sormasın. Sorgulamadan nasıl yaşanır? Bir çocuk nasıl bilgi sahibi olur? Benim kitaplarım çocukları duygu yönünden eğitiyor. Okuldaki derslerle nasıl duygulanır bir çocuk? Matematikte beş kere beş yirmi beş eder, Seyhan ve Ceyhan nehri Akdeniz’e dökülür; bir çocuk bundan duygulanır mı? Olur mu? Bu dersler duyguyu aktarmaz ama gerekli mi çok gerekli! Bir çocuk bunları öğrenmeli ama duyguyu nereden alacak. Kitaplardan. Okul kitaplarında bulamazsınız o duyguyu. Çocuk duyguyu güzel sanatlardan alır, resimden, müzikten, edebiyattan. Güzel bir müzik dinler duygulanır, bir resim çizer duygulanır, bir kitap okur duygulanır. Duygu yönünden bir çocuğa en yakın olan edebiyattır. Bir süre önce televizyondan

Yasak sadece öğretmenlerin kararı değil. Onlar sahnedeki aktörler. Karar tepeden veriliyor, şunları yasaklayın diye. Bir yasaklar ülkesi gördüm, bir çocuk kediyi kuyruğundan sallayarak attı. Eğer o genç beş kitap okumuş olsaydı, bunu yapmazdı. Yani kitapların çocukların duygusal gelişimi açısından da önemli olduğunu düşünüyorsunuz? Elbette. Bir yazar olarak ben çocuğu duygulandırmazsam, ne duygulandıracak? Öğretmen istediği kadar çocuklara “yardımcı olun, arkadaş olun” desin, çocuk yaşanmış canlı olaylar ister veya yaşanmamış roman ister, şiir ister, öykü ister, oyun ister. Bir çocuk ancak ondan sonra duygulanır. Siz kitapları yasaklayarak, çocuklara bunları yaşatmayacaksınız, sonra çocukta duyguyu eksik bırakacaksınız.

Kitabımın yasaklanmasını şiddtetle kınıyorum. Özür falan da beklemiyorum. Ama insanların bu yaşananları düşünmesi, sorgulaması gerek. Bugüne kadar yazdığınız kitaplarla ilgili benzer bi şikayet olmuş muydu? Bugüne dek tek bir şikayet bile duymadım, hiçbir şikayet bana gelmedi. Şu an 26. baskısı basıldı. Yani 26 kez 3 bin adet basılmış, 80 bine yakın. Film de dünyanın bütün sinemalarında oynadı. Kimseden bir şikayet görmedim. Ama kalkıyor Milli Eğitim’de üç tane öğretmen toplanıyor kararı veriyorlar. Onlar edebiyatın tadını tatmışlar mı, ülkesinin çocuklarına gençlerine böylesi bir kitap yazmışlar mı, hayır! Geçmişte de benzer yasaklamalar olmuş muydu? 80 yılında Kenan Evren’in emriyle bir çocuk kitabım “Ekmek Parası” ve Türk Dil Kurum Ödülü’nü almış “Dalımdaki Para” kitabım yasaklandı. Çocuk kitabım “Ekmek Parası”nı Kültür Bakanlığı benden istemişti, “bize bir çocuk kitabı yazar mısınız” diye. Yazdım, birinci kuruldan geçti, ikinci kuruldan geçti, ondan sonra basıldı 10 bin kitap. Bedava olarak bütün kütüphanelere, kurumlara, okulların kütüphanelerine gönderildi. İktidar değişti, bir bakan çıktı “Bunda komünizm propagandası var” dedi. Muzaffer İzgü bir çocuğa anlatsa anlatsa emeği anlatır. Emek de en kutsal

şeydir bence. Emeği tabii ki anlatacağım, çocuklara. Emek nedir, emeğe saygı nedir öğrensin, üretmeyi öğrensin, paylaşmayı öğrensin. Güçsüzden yana olsun. Doğayı sevsin ve korusun. Benim bütün çocuk kitaplarındaki ilkem budur. Ama onlar çocuklar sadece dua öğrensin istiyorlar. Yanlış şeyler bunlar, çok yanlış şeyler. İki dönemi karşılaştırdığınızda neler söyleyebilirsiniz? O faşizmdi, bu güya seçimle. Seçimli faşizm. Birbirinin aynı. Daha baskıcı şimdi. Yine o zaman bilmeceye, mizaha bugün olduğu kadar baskı yoktu. Birçok okul imam hatip okullarına dönüştürüldü. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? O okulları bitirince bu çocuklar ne olacak. Yargıç olsa yandaş olacak. Yönetici olursa yine yandaş olacak. Dini yerine getirmek için imam hatip bitirmek de şart değil. Dışarıdan da Kuran okursun, dua okursun. Benim zamanımda imam hatip yoktu. İnsanlar isterlerse dini öğrenirlerdi. Bugün felsefe dersi öğretmenlerine soruşturma açılıyor. Ayrıca tüm bu yaşananlar planlı; asla rastlantı değil. Geçen gün görüştüğümüz bir arkadaşımızın çocuğunun okula gitmek istemediğini öğrendim. 60 aylık çocuk elbette gitmek istemez okula. Çocuğun okulu sevmesini önemsemiyorlar ki, onlar biat eden sadece izleyen bir toplum istedikleri için. Dizi izlesin, futbol izlesin... Sizce bu yasaklamalarla ilgili eğitimcilere nasıl görevler düşüyor? Öğretmen istedikten sonra bunu yapar. Ben hiçbir öğretmenin benim kitabımı okullarında okutmayın diyeceğini düşünmüyorum. Fareler ve İnsanlar, Şeker Portakalı büyük bir tiraj yaptı. İnsanımız bunun üzerine inatla gidecektir. O yüzden ben hiçbir şekilde umutsuz değilim. Herkese düşen görevler var. Öğretmenlerimize, öğrencilerimize güveniyorum. Zaten güvenmezsem yaşayamam. Ben bu ülkede yaşayacağım. Her zaman da demokrasi içerisinde yazmaya devam edeceğim. Ama yasaları da bırakmıyorlar, yandaş yargıçlar… Yandaş medya… Yine de hiç yılmadım, yılmayacağım. Söylediğim gibi öğrencime, öğretmenime, velime güveniyorum. Eğer bugüne kadar kitaplarım okunduysa öğretmen okuttu. Beni öğretmenler çağırdı, ben nasıl ona güvenmeyeyim.

Fildişi kulesine çekilen yazar bitmiştir Kendine HalKitapla nasıl Muzaffer İzgü’nün kitapla tanışmasında Halkevleri’nin önemi kevciyim diyen tanıştınız? herkes, halkın evHalkevleri’nin bu ko- çok büyük. İzgü, Halkevleri’yle nasıl tanıştığını anlatıyor.... lerine doğru gitnudaki payı çok büyük. Çok soğuk bir gün, evde ısınacak hiçbir şey kardık. O da biterdi. Nedim arkadaşım de- meli. Bakın ben inanın buradayım ama her yok, sırtım başım ıslak. Böyle yağmurlu, ıs- di “Bugün seni götüremeyeceğim, ablamın zaman yoksul mahallelere Limontepe, Uzundere, Gültepe, Çimentepe hepsine lak günlerde bir arkadaşıma giderdim ben. nişanı var. Ama sana bir yer tarif edeyim sen oraya git. Orada soba var.” ArkadaşıŞubatta odun kömür hemen biterdi zaten, giderim. Otururum orda kahvelere. Konubir odası olan gecekonduda büyüdüm ben. mın bana önerdiği Adana Halkevi Kütüpşurum insanlarla. Hangi yazar fildişi kulehanesi’ymiş. Sekiz yaşındayım o zaman. Yatak odası, yemek odası, oturma odası, sine çekilirse o yazar bitmiştir. Bana bugün Ondan sonraki yıllar boyunca hep kütüpmutfak, banyo… Annem beni leğende yıdevlet, devlet sanatçılığını verse, elimin hanedeydim ben ve Halkevi’ndeydim hatersiyle iterim. Ben halkımın sanatçısıyım. kardı, bardak gibi dizilirdik yere, bir oda. yatım boyunca. İlk izlediğim oyun da yine Umutsuzluğa kapılmak yerine, herkesin Baba, anne ve kardeşler boy sırasına göre yerde yatardık. Şubatta da odun kömür bi- Halkevi’ndedir. 24 oyun yazdım, arkasında yapabileceği şeyler var. Hiç umutsuz değibu gerçek var. lim ben, geçecek bunlar. terdi. Zaten mangal kömürü var, onu ya-

Elini taşın altına koyacaksın Sizce yasaklamalara karşı neler yapmalı… Ben yazarım, benim görevim bu, kitap yazarım. Bakın yarın bir oyunum Karşıyaka’da sahne alıyor. ‘Bütün bunlar bize özgü, bunu yazan Muzaffer İzgü.’ Son yazdığım kitaplar ‘Hamdolsun Açız’, ‘Anamı da Aldım Geldim’, ‘Ayıya Bak’. ‘Padişahım Çok Yaşa’. Bu dört kitaptan oluşan oyunlar. İşte ben görevimi yapıyorum. Bunlar dini kullanıyorlar. Ama hiç umutsuzluğum yok benim. Bunların hepsi geçecek. Ben Menderes’i de gördüm. 80 yaşına gelmiş bir insan kaç ihtilal gördü. Bir gün çekip gidecek bunlar da. Niye umutsuzluğa kapılıyoruz? Hiç umutsuz değilim. Dimdik ayaktayım. Ayrıca kahvelerde, otobüste oturup sadece eleştirmenin bir anlamı yok. İki kişiden biri oy vermiş. yüzde 50 diyorlar. Demek ki ülkenin yarısı oy vermemiş. Niye bunu düşünmüyoruz da, bu yüzde 50’yi düşünüyoruz? Kapı kapı gezeceksin, elini taşın altına koyacaksın. Sen kitap yazamıyorsan, başka bir şey yap. Emekli o insanlar kahvede ne yapar, taş oynama, kağıt oynama dışında. Gel dolaş, diğer yüzde 50’nin yanına git, anlat, mücadele et.

Kitapları inceleyen kim? Peki siz bu yasağa itiraz ettiniz mi? Neden yasaklandığını Osmangazi İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne sordunuz mu? Hayır, tenezzül etmem. Karşımdakini muhatap olarak görmüyorum. Eğer daha önce dediğim gibi içinde psikolog, sosyolog olan bir kurul incelemiş olsaydı, o zaman “neden yasakladınız” diye sorardım. Kitabı yasaklamak için ileri sürdükleri cinsel içerik olan tek bir sayfa var kitapta. 300 sayfalık bir kitapta sadece bir sayfa. ‘Zıkkımın Kökü’ kitabı 1992 yılında Memduh Ün tarafından filme alındı. Çok sayıda ödül aldı. Aldığı ödüllere bakın. Kültür Bakanlığı Ödülü, Adana Altın Koza’da 5 ödül, Hindistan’da Altın Fil, Tokyo’da Asya’nın en iyileri, İspanya’da en iyi yönetmen, Paris’te gençlik sinema ödülü. Ve bu filmi Kültür Bakanlığı’yla birlikte yaptı Mine Film. Yani bu filmi öğrencilerimize göstermek istersek, Kültür Bakanlığı’ndan getirteceğiz. Ve şimdi çocuklara sakıncalı bulundu.


12

DOSYA 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

Piyasanın çürüttüğü üniversite Herkesin bildi¤i ancak ispatlanmas› güç baz› gerçekler, iktidar› elinde tutan›n fliddetinden beslenen bir yalanla perdeleniyor. O yalan perdesinin kald›r›lmas› ise bilmediklerimizi a盤a ç›karm›fl olman›n ötesinde yalanla ayakta duranlar›n iktidar›n› sarst›¤› için k›ymetli. YÖK'ün Elektronik Paylafl›m Sistemi ebys.yok.gov.tr'yi hackleyerek aralar›nda “gizli” ibaresi bulunan 60 bin belgeyi ele geçirip yay›mlayan Redhack’in yapt›¤› tam da buydu. Üniversite arazilerinin özel flirketlere peflkefl çekilmesinden zorunlu ba¤›fl yoluyla ö¤rencilerin doland›r›lmas›na, üniversite ile ifl yapan flirketlerden rüflvet al›nmas›ndan üniversite kay-

naklar›n›n zimmete geçirilmesine dek belgeleri a盤a ç›kar›lan pek çok gasp faaliyeti, asl›nda kimseyi flafl›rtmad›. Redhack piyasa iliflkilerinin üniversiteyi nas›l çürüttü¤ünü inkar edilemez bir flekilde ortaya sererek, üniversiteleri gelifltirece¤i ya da güçlendirece¤i iddia edilen neoliberal dönüflümün asl›nda nitelikli bir h›rs›zl›k faaliyetinden baflka bir fley olmad›¤›n›, iktidar›n› piyasaya dayand›ranlar›n da üniversiteyi temsil edemeyece¤ini ortaya ç›kard›. Binlerce belgenin ortaya saç›lmas›n›n ard›ndan Cumhurbaflkan›’n›n, Baflbakan’›n, YÖK Baflkan›’n›n, rektörlerin, ad› geçen flirketlerin g›k›n›n ç›kmamas› baflka nas›l aç›klanabilirdi ki.

Piyasalaflt›rma, üniversiteleri çürütürken çürümenin paydafllar›ndan rektörler kirlenirken üniversiteliler ayakta. Ö¤renci Kolektifleri 26 Ocak’taki 2. Genel Kurulu’nun ard›ndan YÖK Yasas›’na karfl› ‹stanbul’da eylemde...

Kürsü ile ticarethane AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

İ

yi eğitimli ve gelişkin ekonomik faaliyetlerle haşır neşir bir hırsız kamu üniversitelerine baktığında, üniversitenin sahip olduğu taşınmazları, bilimsel bilgiyi, eğitim hizmetini ve onun bir parçası olan kampüs içi hizmetleri başka türlü görür. Bu durum, İTÜ’nün 1957-1959 dönemi rektörü Mustafa İnan gibi “Kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın olur mu çocuklar?” diyenlerin değil, 12 Eylül rejimiyle kurulup AKP’yle devam eden YÖK’ün rektörlerinin anlayabileceği bir şeydir. Üniversitenin bütün üretim kapasitesi ve varlıkları kitabına uydurulup bir alışverişe konu edilerek satılabilir. Alışverişin usulen mümkün olmadığı koşullarda “bağışlar” ve bu “bağışları” çekip çevirecek üniversite vakıfları devreye girecektir. Üniversiteyi geliştirme, kalkındırma ya da güçlendirme iddiasıyla kurulan vakıf bu ulvi amaçları için öğrencisinden şirketine, esnafından tüzel kişiliğine üniversiteden yolu geçen herkesten gönüllü ya da zorunlu bağış ve harç toplayacak bu kaynakları da YÖK’ün belirlediği çerçevede ama üniversite bileşenlerine hesap vermeden kullanacaktır. Ancak üniversite vakıflarının bugüne kadar ortaya koyduğu pratik, üniversiteyi değil üniversitedeki piyasa ilişkilerini

Devrimci hacker grubu ReDHack, YÖK’ü hackledi ve rektörlerle ilgili belgeleri iffla etti.

geliştirmiştir. Bu ilişkiler geliştikçe de üniversite kamu yararına bilimsel bilgi üreten ve emekçi çocuklarının da yararlanabildiği kamusal eğitim hizmeti veren bir kurum olmaktan çıkmıştır. YÖK BELGELER‹, MALUMUN ‹LANI Yukarıda sözü edilen düzenek yıllardır üniversite muhalefeti tarafından dillendiriliyordu. Redhack’in ifşa ettiği YÖK belgeleriyle de bu gerçek, kabul etmek

istemeyenleri ikna edecek, inkar edenlerin de sesini kesecek şekilde ortaya çıktı. İşte belgelerdeki iddialardan birkaç örnek: n Hakkari Üniversitesi’ne protokolle verilen 85 bin TL’lik bütçe promosyonu eski Rektör İbrahim Belenli ve Özel Kalem Müdürü Süleyman Solmaz tarafından bütçeye gelir kayıt edilmeden harcandı. n Eski İTÜ Rektörü Muhammed Şahin döneminde, Arı Teknokent imar kurallarına aykırı bir biçimde

inşa edildi. Üniversite kaynakları ile kurulan ancak üniversiteden bağımsız işletilen Teknokent’in kazancı Şahin tarafından kişisel gelirleri için kullanıldı. n 1999 yılında Ege Üniversitesi’ne ait arazi eğitim amaçlı kamulaştırıldı. Ancak 2 bin 500 kişilik yurt yapılacak arazi daha sonra alışveriş merkezi yapılması için bir inşaat şirketine verildi. n Hacettepe Üniversitesi, çevre esnafından zorunlu bağış aldı, Coca Cola’dan da 250 bin TL “Bağış” aldı. n Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin öğrencilerden ek harç adı altında topladığı zorunlu bağışlar usulsüz olarak KTÜ Güçlendirme Vakfı hesabına, oradan da bazı personellerin hesabına aktarıldı. Yönetim bu nedenle kınama cezası aldı. Anti-demokratik üniversite yönetimi, üniversite vakıfları, üniversite bankacılığı ve üniversite-sermaye ilişkisi üniversitenin onurunu ayaklar altına alan kokuşmuş bir çıkar çarkını döndürüyor. Kamu kaynakları, gönüllü ve zorunlu bağışlar, öğrencilerden yasal ve yasadışı olarak alınan harçlar ile dolan vakıf kasaları üniversite yönetimleri ile sermayenin suç ortaklığında yağmalanıyor. Üniversite yönetimi, bu çarkı tehdit eden üniversite muhalefetini bastırmak için çabaladıkça YÖK’ün ve üniversite yönetimlerinin anti-demokratik yapısı daha da perçinleniyor.

Rektörler yalanladı üniversiteliler hesap sordu Zafer Gül

R

edhack’in YÖK’ün sitesini hackleyerek üniversite yönetimlerinin yaptığı yolsuzlukları ortaya çıkarması üzerine üniversiteliler Antalya, Ankara ve İstanbul'da rektörleri istifaya çağıran eylemler yaptı. 15 Ocak günü Akdeniz Üniversitesi öğrencileri, üniversite yönetiminin yolsuzluklarını protesto etti. Öğrenciler "Yolsuzluk yolunuz olmuş, istifa sonunuz olacak" diyerek rektörlüğe yürüdü, yönetimi istifaya çağırdı. ODTÜ’lü öğrenciler 10 Ocak’ta yaptıkları eylemde “ODTÜ’yü kınayan rektörler hırsız çıktı” diyerek rektörleri istifaya çağırdı. 9 Ocak’ta da İstanbul Öğrenci Kolektifleri, yolsuzluk belgeleri ortaya çıkan rektörleri istifaya çağırdı. KTÜ Öğrenci Kolektifi, 14 Ocak'ta Redhack'in ortaya çıkardığı belgeler üzerine basın açıklaması düzenledi. Üniversiteden yıllardır zorla toplanan paralarla ilgili açıklama beklediklerini söyledi.

Alper Ak›no¤lu

Muhammet fiahin

AKP’nin fesatçı rektörleri Piyasalaştırma süreci sadece bilimin metalaştırılması olarak işlemedi. Taşeronlaştırmanın üniversitelerde yaygınlaştırılması ‘ihaleye fesat karıştıran’ rektörleri ortaya çıkardı ALP TEK‹N BABAÇ

Ü

niversitelerdeki piyasalaştırma uygulamalarının en önemli ayaklarından biri de taşeronlaştırma. Üniversiteler, birçok hizmeti taşeron şirketlere ihale ederek hem üniversitelerdeki işçilerin sendikalaşmasını önlemeyi hem de işçileri normalin çok altında ücretle çalıştırarak işçi başına ortalama 400-500 lira kâr etmeyi hedefliyor. Bu uygulama tüm üniversitelerde yapılıyor. Üniversite rektörleri, taşeron sistemin devamlılığı için cezalar ödemeyi hatta üniversiteyi zarara uğratmayı dahi göze alıyor. Taşeron ihalesi denilince akla gelen ilk isim şimdi “İhaleye fesat karıştırmak” suçuyla hapiste olan eski Çukurova Üniversitesi Rektörü Alper Akınoğlu. Redhack tarafından yayımlanan yolsuzluk belgelerinde de Akınoğ-

lu’nun adının geçmesi tesadüf değil. İslam Kalkınma Bankası’ndan alınan 8.9 milyon dolarlık kredi ile 1999 yılında gerçekleştirilen 60 yataklı Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Yoğun Bakım Ünitesi’ne malzeme alımı ihalesinde devletin 4.537.592 dolar zarara uğratıldı ortaya çıktı. 2000-2004 yıllarında Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü yapan Prof. Dr. Yalçın Kekeç tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan suç duyurusundaki bilgilere göre Kekeç’ten sonra rektör olan Alper Akınoğlu, taşeron firma lehine sahte belge düzenledi. Taşeron firmadan alınan birçok malzeme bozuk veya eksik olduğu halde yazılan raporlarda eksiksiz gösterildi. Durum, 2008 ve 2009 yıllarında YÖK’e üç defa ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın şahsına da bir defa bildirildi. Özcan herhangi bir soruşturma başlatmadı.

Dev Sağlık-İş üyesi işçiler, Akınoğlu’nun yönetimindeki Çukurova Üniversitesi’ne ait Balcalı Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 22 Ağustos günü gerçekleştirilen taşeron şirket ihalesine müdahale ettikleri için “İhaleye fesat karıştırmak” iddiasıyla 27’şer yıl hapis cezası istemiyle yargılandı. İşçilerin, hastanenin asıl işçisi oldukları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve mahkeme tarafından tespit edildi. Üniversitenin işçilerle bireysel iş sözleşmesi yapması gerektiğine hükmedildi. Ancak üniversite 2011’den beri yüksek miktarlarda cezalar ödemeyi göze alarak işçilerle bireysel sözleşme yapmadı, hatta hastaneye “hizmet alımı” adı altında temizlik personeli, hemşire, otomasyon personeli ve yemekhane personeli almaya çalıştı. 2004’te sahte belge düzenleyerek taşeron firmayı aklayıp üniversiteyi

4,5 milyon dolar zarara uğratan Akınoğlu Haziran 2012’de “ihaleye fesat karıştırmak” suçundan tutuklandı. 4,5 L‹RAYA TEM‹ZL‹K BEZ‹ Bir diğer örnek de Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nden. Uludağ Üniversitesi’nde 2006-2007 ve 2008 yıllarında yapılan temizlik hizmeti alım ihalelerinde piyasada 0,40 TL’ye satılan temizlik bezinin 4,40 TL olarak gösterildiği, 1.350 personelin çalıştığı hastanede malzeme alımlarının 1.700 kişiye göre yapıldığı, otomasyon, yemekhane, temizlik gibi alanlarda çalışan tüm personelin “temizlik” adı altında gösterildiği ortaya çıktı. Yapılan ihalede hastanenin toplam temizlik masrafının 71,7 milyon lira olmasına rağmen 83.9 milyon lira verildiği; ihaleden 12.1 milyon lira vurgun yapıldığı da ortaya çıktı.

MEHTAP MET‹NO⁄LU

Yunus Söylet

‘BÖYLE REKTÖRLER LAZIM DE⁄‹L’ Tayyip Erdoğan’ın ODTÜ’lü akademisyenler hakkındaki “Bize böyle akademisyen lazım değil” sözünü hatırlatan Kolektifçiler, “Bize de böyle rektörler lazım değil” dedi. Öğrenciler, yemekhaneye bütçe yetersizliği bahanesiyle zam yapan Yunus Söylet'in kendine BMW marka araba alırken üniversiteliler üzerinden vurgun yaptığını söyledi. Marmara Üniversitesi öğrencileri, rektörlerinin ODTÜ’yü kınadığını hatırlatarak kampüs kart anlaşmasıyla üniversitelileri müşteri yerine koyan Gül'ün, trilyonluk yolsuzluklarının ortaya çıktığını ve istifa etmesi gerektiğini söyledi. REKTÖRLER‹N ETEKLER‹ TUTUfiTU Redhack’in YÖK’ü hackleyip, binlerce belgeye el koymasının ardından YÖK, “belgelerle ilgili haber yapılmamasını” isterken yolsuzluklara değinmedi bile. Redhack'in yolsuzluk belgelerini yayımlamasının ardından üniversitelerden birbiri ardına “Bilgiler doğru değildir” açıklaması geldi. Fırat Üniversitesi rektörü arabayı Vakıfbank verdi derken İÜ Rektörü Yunus Söylet de RedHack’in açıkladığı belgelerin yanıltıcı olduğunu RedHack’in özür dilemesi gerektiğini söyledi. Marmara Üniversitesi Rektörlüğü, yaptığı açıklamada iddiaların asılsız olduğunu söylerken iddiaların aksini kanıtlama gereği duymadı.

Trajikomik üniversite manzaraları Lise mezunu bölüm baflkan›: Kastamonu Üniversitesi “Aç›kö¤retim”den terk Cuma Ayd›n’› ö¤retim görevlisi olarak atad›. Ayd›n’›n tek özelli¤i bilgisayarla aras›n›n iyi olmas›yd› ve bu sayede Bilgisayar Teknolojileri bölümünde önce derslere girdi, sonra da bölüm baflkan› oldu. Ayd›n’›n foyas› baflka bir üniversiteye baflvurunca ve o üniversite Kastamonu Üniversitesi’nin “ö¤retim üyemizdir” yaz›s›yla yetinmeyince ortaya ç›kt›. Olmayan laboratuar için servet: Giresun Üniversitesi, 664 bin 34 TL ödeyerek bir cihaz ald›. Ancak bu cihaz olmayan bir laboratuvar için al›nd›. Ve yer olmad›¤› için cihaz›n kurulumu ve kontrolü yap›lamad› ancak paras› t›k›r t›k›r ödendi. Kurulamayan bu cihaz›n kullan›m› için yap›lacak yurt d›fl› e¤itimlerin masraflar›n›n firma taraf›ndan karfl›lanaca¤› ihale flartnamesinde yer almas›na ra¤men, rektörlük de e¤itime gidenlere ödeme yapt›. Bu kadar eti kim yedi: Samsun 19 May›s Üniversitesi’nde 2007 y›l›nda gerçekleflen et ve tavuk ürünlerine ait mal al›mlar› ödemele-

rinde tam 891 bin TL'lik büyük yolsuzluk oldu¤u ortaya ç›kt›. Ortaya ç›kan belgelere göre et ve tavuk ürünleri al›mlar›nda ihtiyac›n çok üzerinde mebla¤larda ödeme yap›ld›¤› anlafl›ld›. 891 bin TL’lik et ve tavu¤un teslim edilip edilmedi¤i, edildiyse kimin yedi¤i meçhul Audi bilime nas›l hizmet eder: F›rat Üniversitesi ile ö¤renci harçlar›n›n yat›r›ld›¤› bir banka ile yap›lan protokole göre rektör Feyzi Bingöl kendine yar›m milyarl›k Audi marka lüks araba ald›rd›. Mizahi haberleriyle bilinen Zaytung internet sitesi konuyu üniversite yönetimin a¤z›ndan, flu ifadelerle duyurdu: “Üniversite Yönetimi Bas›n Sözcüsü Doç. Dr. Kerim Ay Duraner, rektöre tahsis edildi¤i iddia edilen 430 Bin TL de¤erinde Audi 8 marka lüks otomobilin tamamen bilimsel amaçlarla al›nd›¤›n› söyleyerek ‘ilerleyen dönemde bu araçtan bir tane daha al›p ikisini kafa kafaya çarp›flt›rarak parçac›k deneyi yapmay› planl›yoruz. Kendi imkanlar›m›zla giriflti¤imiz bu milli projede böylesi çirkin iftiralarla karfl› karfl›ya kalmak çok üzücü...’ ifadelerine yer verdi.


13

TARİH 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

Ve kitaplar yürümeye başladı İki kilometre uzunluğunda bir kervan oluşturan dört yüz deve, sırtlarında yüz on yedi bin kitap taşıyordu. Develer aynı zamanda eser kataloğu vazifesi görüyordu

AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

B

üyük İskender’i “büyük” yapan Pers İmparatorluğu’nu yani İran’ı ele geçirmesiydi. Sefere bilim insanları ile çıkan, adına kentler kuran, doğu ve batı uygarlıklarının birikimlerini kaynaştıran, adına kurulan kentlerden birinde ardıllarınca tarihin en önemli kütüphanelerinden biri kurulan İskender, sonuç olarak asıl işi iktidar mücadelesi olan bir fetihçiydi. Fethetmek ya da iktidarları devralmak için önce eskiye ait olanı yakıp yıkıp talan ediyor, sonra kendi egemenliğini, kültürel unsurlarıyla birlikte yeniden inşa ediyordu.

Bu yalnızca İskender ya da Cengiz gibi büyük imparatorların değil, Haçlıların, Cihatçıların, Siyonistlerin, Kutsal Engizisyonun, sömürgecilerin, emperyalistlerin değişmeyen usulü olacaktı. İskender İran’ı fethettiğinde, M.Ö. 330’da İran’ın büyük kütüphanesini de yaktı. Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta da bu yangında yandı ve geriye ancak sınırlı bir bölümü aktarılabildi. İran bu yangını gördükten 7 yıl sonra İskender 33 yaşında öldü. İmparatorluk ise İskender’in komutanları arasında paylaşıldı. Mısır’da hakimiyeti ele alan Ptolemaios, İskender’in kendi adına kurduğu

İskenderiye kentinde büyük bir kütüphane kurdurdu. Ülkeye giren bütün kitaplar bu kütüphaneye getirilip kopyası çıkarılıyor, aslı kütüphanede tutulup kopyası kitap sahiplerine veriliyordu. Ayrıca görevliler Mısır dışına çıkıp kitaplar topluyordu ve böylece insanlığın yazıya dökülmüş birikimlerinin korunmasını sağlayan görkemli bir kütüphane açığa çıktı. BÜYÜK VEZ‹R‹N KÜTÜPHANES‹ Tam da burada Eduardo Galeano’nun “Ve günler yürümeye başladı” kitabından bir sayfa açalım ve İskender’in İran Kütüphanesi’ni yakan ateşinin bir gün gelip kendi

adına kurulan kütüphaneyi kül edişini ve bu yangınlardan ders çıkaran İranlı bir vezirin hayranlık uyandıran buluşunu okuyalım: “İsa’dan önce 47 yılının üçüncü gününde Antik Çağ’ın en ünlü kütüphanesi cayır cayır yandı. Romalı lejyonlar Mısır’ı istila ettiler ve Julius Sezar’ın Kleopetra’nın erkek kardeşi ile girdiği çarpışmalardan birinde, alevler İskenderiye Kütüphanesi’ndeki binlerce papirüs rulonun büyük bir kısmını kül etti. Birkaç bin yıl sonra Kuzey Amerikalı lejyonlar Irak’ı istila ettiler ve George W. Bush’un kendi icat ettiği düşmana karşı düzenlediği haçlı seferinde Bağdat Kütüphanesi’nin

binlerce kitabı yanıp kül oldu. Tüm insanlık tarihinde kitapları savaşlardan ve yangınlardan korumaya yönelik şu projenin bir benzeri daha olmadı: seyyar kütüphane. Onuncu Yüzyılın sonlarında Pers ülkesinin büyük veziri Abdül Kasım İsmail’in bulduğu bir fikirdi. Bu ileri görüşlü adam, yorulmak nedir bilmez gezgin, kütüphanesini yanında taşıyordu. İki kilometre uzunluğunda bir kervan oluşturan dört yüz deve, sırtlarında yüz on yedi bin kitap taşıyordu. Develer aynı zamanda eser kataloğu vazifesi de görüyorlardı: her deve grubu Pers alfabesinin otuz iki harfinden biriyle başlayan kitap isimlerini taşıyordu.”

Galeano’dan her güne tarihten bir öykü Eduardo Galeano’nun, Kas›m 2012’de yay›mlanan son kitab› “Ve günler yürümeye bafllad›” için, insanl›k tarihinin günlüklerinden süzülmüfl, sadelefltirilmifl bir seçki diyebiliriz. Ne var ki Galeano’ya tarihçi denince itiraz ediyor. O kendi deyimiyle, hat›rlama tak›nt›s› olan bir insan. “Her fleyden çok da Amerika'n›n, unutkanl›ktan mustarip Latin Amerika'n›n geçmiflini hat›rlama tak›nt›m var” diyen Galeano, tam da bu söze uygun biçimde “Latin Amerika’n›n Kesik Damarlar›” adl› ünlü kitab›n› yazd›¤›nda, sömürgecili¤in ve sömürgecili¤e karfl› halklar›n mücadelelerinin 500 y›ll›k öyküsü, o güne kadar hiç anlat›lmad›¤› flekilde, ustal›kla der-

İdris Naim Churchil ‹ngiltere tarihinin en önemli liderlerinden, II. Dünya Savafl› dönemi baflbakan› Winston Churchill yabanc› say›lmaz. Denizcilik Bakan› olarak büyük bir hevesle kat›ld›¤› Çanakkale Savafl›’ndan kaynaklanan “kan ba¤›”ndan söz etmiyoruz. II. Dünya Savafl›’nda Türkiye’yi savafla girmeye teflviki de de¤il mesele. Adnan Menderes’in idam›n› engellemek için 15 Eylül 1961’de “Onlar› ba¤›fllay›n, merhamet edin” diye yazd›¤› mektup, hiç de¤il. Churchill bir baflka yönüyle daha “iç”imizden biri. O, art›k alenen öldürme ve sakatlama amaçl› olarak da kullan›lan biber gaz› için “biberden yap›lan, organik ve en hafif cayd›r›c› madde” diyebilen ‹çiflleri Bakan›m›z ‹dris Naim fiahin’in ideolojik dedesi; Galeano’nun 24 Ocak 1965’te ölen Churchill için yazd›klar›ndan biliyoruz: “Gaz kullan›m› hakk›nda kopar›lan onca f›rt›nay› anlamakta zorlan›yorum. Ben medenileflmemifl kabilelere karfl› zehirli gaz kullan›lmas›na tamamen taraftar›m. Bunun iyi bir ahlaki etkisi olacak ve kal›c› bir korku yayacakt›r.”

‹ s k e n d e r i y e

lenip toparlanm›flt›. Galeano iyi bir tarihçi ve iyi bir edebiyatç› ancak bunlar›n çok ötesine geçmesini sa¤layan fley onun geçmifle hangi pencereden, hangi kayg›yla bakt›¤›. “Gerçe¤in ne oldu¤una bakmadan onu de¤ifltirmenin sihirli bir yolu yok. Bir fleyi de¤ifltirmek içinse önce ne oldu¤una bakmak gerekiyor. Latin Amerika’daki sorun bu. Onu göremiyoruz, kendimize körüz, çünkü kendimize baflkalar›n›n gözüyle bakmaya flartland›r›lm›fl›z.” Galeano, yaflam›m›za hükmeden gerçe¤i de¤ifltirmek için kendimize kendi gözümüzle bakmam›z gerekti¤ini söyledi¤i kitab›nda bunun usta ifli bir örne¤ini de sergileyerek Galeano oldu.

K ü t ü p h a n e s i

Galeano 2009’da yay›mlanan “Aynalar” kitab›yla ise yaln›zca Latin Amerika’n›n de¤il dünyan›n vicdan› oldu¤unu bir kez daha kan›tlad›. Tarihe kendi gözümüzle bakarak bugüne ve kendimize ayna tutan Galeano, k›sa öykülerden bir baflucu kitab› ç›karm›flt›. 2012’de yay›mlanan “Ve Günler Yürümeye Bafllad›”da ise, Aynalar’daki tarz›n›, her güne bir öykü ile sürdürüyor. Picasso’nun detayl› çizimlerle bafllay›p en sonunda birkaç çizginin kesiflimine vard›¤› “bo¤a” resimlerinde oldu¤u gibi Galeano da sadeleflme yolunda s›n›rlar› zorluyor. Galeano usulü bir takvim kitap; ister her gün bir sayfa çevirerek, ister bir solukta okumal›k…

n e d e n

y a k › l d › ?

‘Ya gereksizdir ya sakıncalı’ “K

itapsız” ağır bir küfürdür. Çünkü kitapsızlar “kâfir,” “cahil” ya da “vahşi” olsa gerektir. Ne var ki, “kitapsız” hileli bir sözcük. Kitapları yakılmış, yok edilmiş, yasaklanmış insanlara bizzat yakıp, yok edip, yasaklayanlarca “kitapsız” denmesi mağduru suçlu ilan etmenin, zalimin zulmünü yol saymanın bir yolu değil mi? Kökü dinler tarihinde yer alan bu “kitapsız”laştırma değil mi ki, halk düşmanı iktidarlara hala yol göstermektedir. Almanya’da Nazi iktidarının propaganda bakanı Joseph Goebbels’in emriyle “halkın kafasını karıştıracak” milyonlarca kitabın yakılmasından, Türkmenistan’ı 1991-2006 yıllarında yöneten Saparmurat Niyazov’un ülkedeki bütün kütüphaneleri kapatmasına, ABD işgalinde Bağdat Kütüphanesi’nin yakılmasına bin bir örnekten bahsedebiliriz. Bugünlerde türlü gerekçelerle kitaplar arasında bir ayıklamaya giden ve işine gelmeyen bazılarının ortadan kalkması için büyük gayret sarfeden AKP iktidarına da bu kervanda bir yer açılmıştır. “Bu kervan” demişken yanlış anlaşılmasın, AKP kitaplara karşı açtığı bu savaşta da çok övündüğü ecdadının izinde gitmektedir. Zorunlu olarak din derslerinde dinlediğimiz kitaplı dinler mavalı, diğer dinlerin kitapsız olduğu iddiasına dayanmaktadır. Oysa dinler tarihinde, egemen inanışa ya da görüşe aykırı görülen kitapların yok edildiği pek çok olay yaşanmıştır. Antik Çağ’ın en önemli kütüphanesi olarak bilinen İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılması da bu olaylar dizisi içinde değerlendirilmektedir. İskenderiye Kütüphanesi’nin nasıl ve kimler tarafından yakıldığına ilişkin dört ayrı görüş vardır. Birincisi yukarıda Galeano’nun kitabında da yer verilen, M.Ö. 47’deki Roma-Mısır savaşında Sezar tarafından çıkarılan yangında kütüphanenin de yandığı iddiasıdır. Bu iddiaya göre kütüphaneye yönelik özel bir kasıt yoktur. İkinci iddia Roma İmparatoru Aurelian’ın

İslam Halifesi Ömer’in İskenderiye Kütüphanesi’ni yaktırdığı iddiası gerçeğe aykırı ancak bu iddianın sahibi İslamcıların ecdadından başkası değil (270-275) Mısır’a hükmeden Plamyrene Kraliçesi ile savaşı sırasında yandığıdır. Üçüncü iddia uzun süre Hıristiyanları katleden Roma’nın Hıristiyanlığı resmi olarak kabul ettiği dönemde, 391 yılında Bizans'ın Mısır Valisi Theophilos’un döneminde yaşanan Hıristiyan-Pagan çatışmasıyla ilişkilidir. Hıristiyanlığa karşı Paganizmin ülkedeki etkisini sürdürmesini, İskenderiye Kütüphanesi’ndeki yapıtlara bağlayan Theophilos, bu dayanağı ortadan kaldırmak için kütüphaneyi yaktırır. Bu yangınlarda Paganizm dışında pek çok farklı dine ait

yazılı orijinal metinlerin yanı sıra, erken dönem İnciller de yer almaktadır. Yangından kurtarıldığı iddia edilen papirüslerden bazıları 20. yüzyılda açığa çıkmış ve Vatikan tarafından el konularak içeriği gizli tutulmuştur. İçeriğe dair söylenecek her şey spekülasyon olacaktır. Ancak bilinen fark, dolaşımdaki mevcut İncillerin, İsa’nın birebir sözlerine değil tanıklıklara dayalı olduğu ve Hıristiyanlık devlet dini haline geldikten sonra bir ayıklamaya tabi tutulup bugüne geldiğidir. Egemenliğin dini olarak Hıristiyanlık yalnızca Paganizmle değil, egemen-

liğin dini olmadan önceki Hıristiyanlıkla da çatışmaktadır. İskenderiye’yi kimin yaktığına ilişkin bu üçüncü iddia gerçekdışı ise bile, Bizans’ın ve Vatikan’ın tavrı bu iddia ile parallelik içindedir. Dördüncü iddia ise kütüphanenin 642’de Halife Ömer’in emriyle Amr ibn el As tarafından yaktırıldığıdır. “Birçok eserde nakledilen bir hikayeye göre Halife Ömer, İskenderiye Kütüphanesi'ni, eğer bu kütüphanede bulunan kitapların verdiği bilgi Kuran'da varsa bunlara lüzum olmadığı, Kuran'da yoksa dine aykırı olacağı düşüncesiyle tahribini emretmiştir. Modern araştırmalar bu hikayenin tamamen asılsız olduğunu ortaya koymuştur. Eski tarihçiler, Hıristiyanlar da dahil bu masal hakkında bir imada bile bulunmazlar, ilk defa XIII. yüzyılda bu olaydan bahsedilmiştir. Zaten büyük Serapeum kütüphanesi, Müslümanlar Mısır'a gelmeden önce iç karışıklıklar sırasında tahrip edilmişti.” (Bernard Lewis, Uygarlık Tarihinde Araplar) Öte yandan Halife Ömer’i suçlayan söz konusu iddianın sahipleri “kâfirler” değil, iktidar sahibi “müminlerdir.” Bernard Lewis’den alıntı yapanlar, çoğunlukla yukarıdaki cümlelerini cımbızlamakta ama Ömer’in kim tarafından neden suçlandığına pek değinmek istememektedir. Mısır’da Şiiliğin İsmaili mezhebine bağlı bir devlet kuran Fatımileri (909-1171), Haçlı seferleri karşısında zayıf düştükleri bir dönemde yıkarak yerine Sünni bir iktidar kuran Selahaddin Eyyubi, Fatımilerin İsmaililik üzerine yazılı metinlerini yok etmeye girişmiştir. Lewis’e göre, Halife Ömer’in “Eğer kitapların verdiği bilgi Kuran'da varsa bunlara ihtiyacımız yoktur, Kuran'da yoksa dine aykırıdır” diyerek kütüphanenin yakılması emrini verdiğini iddia eden, Fatımilerin kitaplarını yakarken kendini haklılaştırmak isteyen Selahaddin Eyyubi’dir. Erdoğan’ın ecdadım diye övündüğü Selahaddin Eyyubi işte bu adamdır...


14

KÜLTÜR SANAT 28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

Diyarbakırlı Ermeniler için Hrant Dink, çok özel bir yerde elbette. Onunla cesaret bulmuşlar; “Beton döktük Ermenilik diye bir dert kalmadı diyenler için Hrant, o betonların kenarından çıkan, çok güçlü bir filiz…” Bu nedenle önemli. “Ben bile fuzuliydim ama o çok gerekliydi” diyen de ölümüyle bile Ermenileri kendilerine getirdiğini düşünenler de; “Konuşarak bu yola koyuldu, kendi gitti ama konuşanlar arttı”

İstanbul’un en eski köyü

İ

Diyarbakırlı Ermenilerin sesi:

Anadolu’da vardık, şimdi de varız

Diyarbakırlı Ermenilerin izlerini süren çalışma kapsamında, İstanbul, Diyarbakır, Lübnan, ABD, Kanada ve Ermenistan’dan toplam 81 kişiyle görüşme yapılmış. Görüşme yapılan 41 kadın ve 40 erkek arasında Ermeni kimliğiyle yaşayanlar da var, Müslümanlaştıktan sonra Ermeni kimliğine dönen ya da dönmeye çalışanlar veya kendini hem Müslüman hem de Ermeni olarak tanımlayanlar da. Kitapta bunların 16’sı yer alıyor.

stanbul'un en eski köyü Pendik'te kurulmuş. Tren yolu inşaatında ortaya çıkan 8 bin 500 yıllık köyde evlerin temelleri, çöp kuyuları, mezarlar, kemik kaşık, iğne, balta gibi aletler ortaya çıkarıldı. Köyün sakinleri, evlerin altına geçirgenlik için midye kabuğu döşemiş, çöp çukurlarına bakılırsa bolca deniz mahsulü tüketmiş.

Hrant Dink Vakfı’nın sözlü tarih çalışması ile Diyarbakırlı Ermeniler konuştu, anlattıkları Sessizliğin Sesi ismiyle kitaplaştırıldı. Hayat hikayeleri hem resmi tarihimizin ‘sır’larını anlattı, hem de bu sırların insanların hayatındaki yükünü ÖZEN TAÇYILDIZ

H

rant Dink Vakfı’nın sözlü tarih çalışmalarının ikinci ayağı, “Sessizliğin Sesi II: Diyarbakırlı Ermeniler Konuşuyor” adı ile kitaplaştırıldı. Diyarbakırlı Ermenilerin izini süren çalışmada, halihazırda Diyarbakır’da yaşayanların yanı sıra İstanbul, Lübnan, ABD, Kanada ve Ermenistan’a savrulmuş Diyarbakırlı Ermenilerin de sesine kulak verilmiş. Neden “sessizliğin sesi”? Kitaptan ödünç aldığımız deyişle, “Hepsi sessiz çünkü hepsi susturulmuş.” Nasıl susturuldukları sır değil. Diyarbakır’ın kadim halkı, 1800’ler sonunda nüfusun büyük kısmını oluşturan Ermeniler artık yok. Onlardan kalan izlerin de silinmesi bir yana geçmişlerini, çocukluklarını, hayat hikayelerini dillendirebilmeleri bile onlar açısından hayli zor. Kim bilir belki bu yüzden kitapta yer alan fotoğraflarda yüzler bir biçimde gizlenmiş. D‹YARBAKIR ERMEN‹L‹⁄‹ Görüşülen insanların her birinin hayat hikayesi, kaçınılmaz olarak kıyım, ardından da sürgün ve göç hikayesi. “Demirciye ihtiyaç olduğu için” öldürülmeyen dedelerden, üç aylıkken verildiği aileden “kılıç artığı”,

İstanbul tehlike altında

B

oğaziçi, İstanbul Teknik, Yıldız Teknik, İstanbul ve İstanbul Bilgi üniversitelerinde görevli 224 akademisyen, son dönemde İstanbul’da yürütülen yapılaşma ve dönüşüm sürecinin kentin doğal çevresine ve tarihi dokusuna vereceği zararlara dikkat çekti. Akademisyenler imzaladıkları metinde, İstanbul’da hayata geçirilen yapılaşma süreci çalışmalarının doğuracağı olası kötü sonuçlara dikkat çekti. Açıklamada yetkililer kamu yararı ve varlığını dikkate alan, çevresel ve sosyal faktörlere, tarihi ve kültürel değerlere duyarlı gelişim politikaları üretmeye davet edildi.

“gavur artığı” laflarını işite işite Ermeniliği her gün hatırlatılan ninelerden gelmiş torunlar… Babasının Ermeni olduğunu ölüm kağıdını çıkarmaya gittiğinde öğrenen çocuklar… Böyle bir aile albümü. “Ninemin fotoğrafını görseniz yüzünden anlarsınız neler yaşadığını. Hayattan bıkmış, suyun akışına bırakmış kendini.” “Diyarbakır Ermeniliği” olarak adlandırdıkları durumsa, bölgenin gelenekleri, özgün mutfak kültürü ve en önemlisi konuşulan Diyarbakır Ermeni lehçesi, “Kürtçe, Türkçe, Süryanice kelimeler vardır içinde, o kadar müzikal bir lehçedir…” Kendilerini Batılı Ermeniler’den daha farklı görüyorlar ama bu tek başına folklorik bir durum olmanın ötesinde. “İstanbul’da ‘Ben Diyarbakırlıyım’ demeye utanırdık. Kürtler gibi bizi de hor görürlerdi. Altı aylık bebekken İstanbul’a geldiğimi öncesini bilmediğimi söylerdim.” Bu topraklarda tek başına Ermeni ya da Kürt olmaktan daha ağırı bu olsa gerek, Kürt coğrafyasında Ermeni olmak. “Bu hayata iki tokat yemiş olarak geldik” tespiti durumu açıklar nitelikte. B‹R UZAK DÜfi fi‹MD‹ D‹YARBAKIR Diyarbakır’dan ayrılanlar için Diyarbakır ve orada geçirdikleri günler bir uzak düş şimdi. Orada doğmuş, yaşamış

olanlar memleketlerini unutamamış hiç: “Ben hep Diyarbakır özlemiyle yaşadım. Oradan hiç kopmadım. Güvercinleri, suyu, havası, karı, her şeyiyle çok seviyorum Diyarbakır’ı. Resim yapmaya çocukluğumu görme isteğiyle

1980’li yıllara dek kullanılan ancak Ermeni nüfusun hızla azalmasıyla harabeye dönüşen Ermeni Surp Giragos Ermeni Kilisesi, 2011’de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Ermeni kurumların işbirliği ile restore edildi, tekrar ibadete açıldı. Vakfın bu çalışmada Diyarbakır’ı seçmesinde kilisenin açılış töreninde şahit oldukları kalabalık da etkili olmuş. Görüşmelerden kiliseye ilişkin bir de

başladım. O yaşanmışlıkları görmek istedim. Yıkıntı haline gelen evimi, çocukluğuma dair görmek istediğim her şeyi resimlere yansıttım.” İnsanın çocukluğunun güzel günlerinin geçtiği yeri tekrar görebilmek için resim yapmaya başlaması

‘hayal’i not düşelim: “Ermeniler kiliseye gelirken kırk kere etrafına bakınarak geliyorlarsa, benim hayalim, hiç etrafına bakınmadan, sallana sallana, çok rahat bir şekilde gelmeleridir. Bana göre bir hayaldir bu.” Bir zamanlar cemaatinin bahçeye bile sığmadığı kiliseye şimdi korkusuzca gidebilmek bir ‘hayal’ olmuş ama buna rağmen güzel şeyler olacağına dair inanç ve umut yitirilmemiş.

oldukça can yakıcı elbette. “45 senelik hayatım boyunca yaptığım en akıllıca şeydi Diyarbakır’a gitmek” diyen bir insanın vaftiz olduğu kiliseyi yıllar sonra toz toprak içinde görmesi de öyle. Bu hikayenin tesellisi ise söz konusu kilisenin, Surp Giragos Kilisesi’nin bugün onarılmış olması. “ERMEN‹ OLDU⁄UM KADAR KÜRT’ÜM” Bilindiği gibi bugün Diyarbakır’da Kürt nüfus çoğunlukta. “Orada Kürtler her zaman vardı. Hikayenin incitici tarafı bugün orada başka birilerin olması değil Ermenilerin olmaması.” Kürtlerle iç içe yaşamış olan Ermeniler için bu mesele bugün biraz karmaşık. Kendilerine sahip çıkan, “üzerlerine sinek dahi kondurmayan” Kürt komşularını minnetle anan da var, öldürülmelerinde Kürtleri işbirlikçi gören, buna öfkelenen de, bundan utanıp özür dileyen Kürt’ü samimiyetle affeden de… “Ninnilerimiz hem Ermeniceydi hem Kürtçe. ‘Gelin’ diyorlar ama geçti artık. Keşke o zaman böyle yapmasalardı. Kardeş gibi geçinir giderdik Kürtlerle, ne var ki?” Kürt olduğunu zannederken Ermeni olduğunu öğrenip, kendisini “Ermeni olduğum kadar Kürt, Kürt olduğum kadar Ermeni’yim” diye tanımlayan da var. Kilisenin açılış töreninde “Diyarbakır’a

hoş geldiniz burası sizin eviniz” diye karşılanan Ermenilerin de Kürtlerin de söylediği aynı: “Ermenilerin göçmesi Diyarbakır’ın ruhunu almış.” UMUT SOKAKTAN GEL‹R Diyarbakır’ın kadim halkı Ermeniler, dünyanın başka köşelerine savrulmuş da olsalar kendilerini Diyarbakır’dan ayrı düşünemiyorlar, Diyarbakır’ı da kendileri olmaksızın açıklayamıyor, anlamlandıramıyorlar. Bu yüzden Paris’te doğan bir Diyarbakırlı Ermeni, Paris’te Diyarbakır’ı yaşayarak büyüyor, bütün dünyanın da Diyarbakırlı olduğunu sanıyor. Bu yüzden onun kişiliğini sadece Ermeni kimliği değil, “Diyarbakır’ın taşı toprağı üzerinden gelişen kimlik duygusu” oluşturuyor. Bu yüzden onun ABD’de doğup büyüyen oğlu “kendini görebilmek ve bulabilmek için” Diyarbakır’a gidiyor, dedesinin de çaldığını bilmeksizin çocuk yaşta ut çalmaya merak salıyor ve bugün pek çok dilde söylenen şarkıları için “Onlar benim şarkılarım değil. O şarkılar o toprağa ve o insanlara ait” diyor. Son sözü yine ona verelim… Bu topraklarda yaşayan, bir umut olduğuna inanan herkesin can kulağıyla dinlemesi gereken sözüne: “Eğer bir umut varsa o umut siyasi liderlerimizden gelmiyor. Tepeden geleceğine inanmıyorum. Umut sokaktan gelir.”

Nazım’dan çizgi filmler

N

azım Hikmet’in senaryosunu yazdığı “Hanene Huzur Dolsun” ve “Sevdalı Bulut” çizgi filmleri, yarım asrı aşkın bir süre sonra Türkiye’de. M. Melih Güneş’in, Rusya’daki bazı arşivleri inceleyerek hazırladığı kitap ve çizgi filmler Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Kitapta çizgi filmlerin yaratım sürecinin hikâyeleri de bulunuyor.

Vandalina sokaklarda Kolektif bir sokak sanat› grubu olan Vandalina, Ankara’n›n çeflitli yerlerine yap›flt›rd›¤› stickerlarla toplumsal sorunlara dikkat çekmeye çal›fl›yor. Grubun ilk faaliyeti artan kad›n cinayetlerine iliflkin stickerlard›. Grup genel olarak metrolar, otobüs duraklar›, banklar gibi kamuya aç›k ve insanlar›n rahatça görebilece¤i yerleri seçiyor.

Kamusal alandaki bu paylafl›m, güvenlikçiler ve taraf›ndan kamu mal›na zarar vermek ya da vandalizm olarak de¤erlendirilebildi¤i için isimlerini seçerken bu anlay›fla gönderme yapm›fllar. Sticker haz›rlanacak konuya göre tasar›m yap›larak gruba gönderilebilece¤i gibi foto¤raf, video gibi alternatif flekillerle de destek olunabiliyor.

Ucube otele ruhsat iptali

G

ökçeada’nın tarihi Rum köyü Bademli’de SİT alanı üzerine yapılan otel inşaatında mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararından sonra otelin ruhsatı iptal edildi. Şimdi otelin yıkılması bekleniyor. Adalılar “ucube” olarak niteledikleri inşaat için uzun süredir mücadele etmekteydi.


15

EĞİTİM HAKKI FORUMU

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

‘4+4+4 tarihin çöplüğüne!’ Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri 26 Ocak’ta Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bomonti Kampusu’nda buluştu. Her zamanki gibi halaylar ve horonlarla etkinlik başladı. Veliler, öğretmenler, öğrenciler ve bilim insanları adına açılış konuşmasını Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay yaptı. Günay, “Eğitim hakkı mücadelesinin özneleri olarak 4+4+4’ü tarihin çöplüğüne atacağız. Eşit, parasız, bilimsel, laik, anadilde eğitim hakkımızı alana kadar ısrarla mücadelemize devam edeceğiz” dedi.

Yüzlerce kişinin katıldığı forumun ilk günü 6 başlıkta yapılan atölyelerin ardından sona erdi. Atölye başlıkları şunlar oldu: Eğitimde Cinsiyetçilik ve Kadınların Eğitim Hakkı Atölyesi, Anadilinde Eğitim Hakkı Atölyesi, Eğitimde Metalaştırma Atölyesi, Eğitimde Gericilik ve Eğitim Hakkı Mücadelesi Atölyesi, Üniversitelerde Dönüşüm, YÖK Yasası ve Eğitim Hakkı Mücadelesi Atölyesi, Eğitimde Emek, Güvencesizleştirme ve Mücadele Atölyesi.

Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri, Büyük Buluşması’nı 26-27 Ocak tarihlerinde gerçekleştirdi. Büyük Buluşma’ya günler kala Türkiye’ni dört bir yanında hazırlıklar sürerken, AKP de boş durmadı. Üsküdar’da Belediyenin başvurusu üzerine İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Kaymakamlık, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yayımlanan “Hz. Peygamberin Hayatı” adlı kitabın ilçedeki bütün okullara imza karşılığı dağıtılması yönünde karar aldı. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü isteyenler ve istemeyenlerin fişleneceği tepkilerini “İstemeyen almasın” yazılı bir kağıt göndererek yanıtladı. Uzun süredir ayakta olan ve son olarak okullarının imam hatip yapılmasına karşı çıkan Fatih atatürk İlköğretim Okulu velileri, öğrencileri ve öğretmenlerini karne günü bir AKP sürprizi daha bekliyordu. Çocuklara imam hatip okulu karnesi verildi. Eğitim hakkı bileşenlerinin büyük buluşması, son anda çıkan bu yeni gündemleri de konu aldı. Mücadele yöntemleri tartışıldı.

Gericilik karşısında en makul biziz

E

ğitimde Gericilik ve Eğitim Hakkı Mücadelesi Atölyesi, “gericilik nedir?” sorusuna yanıt arandıktan sonra gericiliğin kadrolaşma, müfredat ve güncel hayattaki görünümlerini konuştu. Kılıkkıyafet değişikliğine ilişkin tartışmaların oldukça büyük bir kısmını aldığı atölyede, üç çocuğuyla birlikte katılan bir veli çocuğuna kıyafet almak için parasının olmadığını ve öncelikli sorunun yoksulluk olduğunu anlattı. AKP’nin kılık kıyafet yönetmeliği değişikliğinin pek çok yasakla birlikte geldiğine dikkat çekilen atölyede önümüzdeki döneme dair planlar da çıkarıldı. Bir Halkevci “gericilik” konusunda tartışma yürüterek örgütlenmede pek çok ilde çekincelerle karşılaşıldığını belirtip “AKP ve onun gericiliği karşısında en makul ve en mantıklı olan biziz” dedi. Atölyede, cemaatin 4+4+4 konusunda kapı kapı velileri ikna etmek için gösterdiği çabanın karşısında devrimcilerin daha büyük bir kararlılıkla çalışma yürütmesi gerekliliği vurgulandı. Bunun için önümüzdeki dönem Halkevleri Yaz Okulu’na dair bir program oluşturulması ve katılımcı öğretmenlerin, gerici müfredata karşı kendi müfredatlarını okutma önerisi sunuldu.

Eğitim hakkının raporu

H

alkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri, foruma günler kala 4. Eğitim Hakkı Raporu’nu yayımladı. 7 Aralık-17 Ocak tarihleri arasını rapor eden meclis, somut olayları kayıt altına alarak baskıcı, ayrımcı, cinsiyetçi, gerici uygulamaların hızla artmakta olduğunu yazdı. Raporda, okulların fiziki koşullarına değinilerek, sınıf mevcutlarının 130’a çıktığı ifade edildi. Birçok okulda yangın merdiveni bulunmadığını tespit eden rapor, şiddet olaylarının artışına da dikkat çekti.

‘YÖK Yasası’na hayır’

Deneyimler, atölyelerde buluştu Anadilinde Eğitim Hakkı Mücadelesi Atölyesi’nde AKP döneminin dil politikaları ve anadilinde eğitimin gelişimi için nasıl mücadele edileceği, neler yapılabileceği konuşuldu. Atölyede, Ermeni okullarında, anadilinde eğitim almadan öğretmenlik yapanların anadilinde eğitim vermeye çalışması konuşuldu. Atölyenin uzun bir bölümü de Kürt halkının anadil mücadelesi için özel ve özerk bir şekilde örgütlenmesi tartışmalarına ayrıldı. Eğitimde Emek Güvencesizleştirme ve Mücadele Atölyesi’nin en kapsamlı tartışması güvencesizlik oldu. katılımcılardan bir veli, kadrolu olmayan öğretmenlerin maddi sıkıntılarının çok olduğunu anlatarak, “Benim yol parası vermişliğim bile oldu” dedi. Atölyede, okulda temizlik yapan görevlilerin sigortasız çalıştığı konuşuldu. Öğretmenler, eğitimde nitelik kaybına da neden olan bu durumun veli-

lerle birlikte örgütlenerek yok edileceğini söyledi. Eğitimde Metalaştırma Atölyesi’nin ilk sunumunda, eğitimde metalaştırmanın yalnızca eğitimin paralılaştırılması anlamına gelmediği bir güvencesizleştirilme süreci olarak da okunması gerektiği ifade edildi. Ankara Dostlar mahallesinden gelen bir Halkevci okulların aidat toplandığını buna rağmen temizlik hizmeti verilmediğini anlatarak, okullarına tuvalet tası ve paspas talep ettiklerini ve mücadele sonucunda MEB’in okula 1.500 lira göndermek zorunda kaldığını anlattı. Atölyede, meslek liseleri de meslek lisesi öğrencileri katkılarıyla tartışıldı. Bir Halkevci, meslek liseleri müfredatına da değinerek, bu müfredatın sanayi sitelerinde yapılan gezilerde sorulan “Nasıl bir öğrenci istiyorsunuz?” sorularına aldıkları yanıtlarla oluşturulduğuna dikkat çekti.

Cinsiyetçi olmayan eğitim için...

E

ğitimde Cinsiyetçilik ve Kadınların Eğitim Hakkı Atölyesi’nde kadınlar cinsiyetçilikten arındırılmış bir eğitime tüm kadınların eşit, parasız bir şekilde erişimini tartıştı. Cinsiyetçi müfredatın, lise ve üniversitelerde kadınlara dönük baskıları ko-

nuşuldu. Kürt kadınların anadilinde eğitim görmemesinin sorunları konuşuldu. Dünya Bankası desteği ile belediyelerin açtığı meslek edindirme kurslarının kadınların iyi bir anne ve ucuz emek gücü olarak görüldüğü merkezler haline dönüştüğüne dikkat çekildi.

Ü

niversitelerde Dönüşüm, YÖK Yasası ve Eğitim Hakkı Mücadelesi Atölyesi'nde özel üniversiteler ve üniversite konseyleri tartışmaya açıldı. ODTÜ Öğrenci Temsilcileri Konseyi deneyiminin, üniversite konseylerine alternatif olabileceğine dikkat çekildi. Özel üniversiteler tartışmasında, üniversitenin giderek bilimden uzak, bilginin metalaştırıldığı mekanlara dönüştüğü söylendi. Yeni yasa ile sosyal bilimlerin geleceğinin ne olacağı üzerine konuşuldu. Üniversitelerdeki cami ve mescit konusunda bilimsel bilginin üretildiği üniversitelerde dogmanın yeri olmadığı söylendi.


EĞİTİM HAKKI FORUMU

16

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

28 Ocak 2013 / 6 fiubat 2013

Halk›n Sesi

Umut sahnede... Eğitim Hakkı Forumu 27 Ocak’ta Şişli Kent Sineması’nda yapılan etkinlikle sona erdi. Halkevi Çocuk Korosu’nun şarkılarıyla başlayan etkinlikte, Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, Eğitim Sen MYK üyesi Betül Öztürk ve Halkevleri Genel TUBA GÜNEfi

B

üyük Eğitim Hakkı Buluşması'nda, yapılan tartışmalar ve alınan kararlar doğrultusunda eğitim hakkı mücadelesinde rehber olacak sonuç bildirgesi çıkarıldı. Sonuç bildirgesinde, piyasalaştırma, gericileştirme saldırısı altında eğitim hakkını savunmanın aynı zamanda insanlığın savunulması anlamına geldiği ifadeleri yer aldı. 4+4+4 eğitim sistemi ve Yeni YÖK Yasası ile oluşturulmak istenen üniversite sisteminin aslında siyasal bir proje olduğu, bu projeye karşı eğitim hakkını kazanma hedefiyle kapitalizme, siyasal gericiliğe/sermaye egemenliğine karşı bütünlüklü bir mücadelenin sürdürüleceği ifade edildi. Sonuç bildirgesinde, eğitimde yaratılan yıkımın mağduru değil eğitim hakkı mücadelesinin özneleri olup veli, öğretmen ve öğrenci birlikte örgütlenerek, mücadelenin

ilerletileceğinin sözü verildi. Eğitim hakkı mücadelesinin eylemle öğrenenlerin, kendi gücüne güvenenlerin; yaratıcı, yenileyici pratikleriyle şekillendiği ve şekillenmeye devam edeceği belirtildi. Edirne’de eksi on derecede “öğretmen istiyoruz” diyerek okul bahçesini terk etmeyen 7 yaşında çocukların; Bartın’da velisiyle kol kola girip okul boykotlarıyla öğrencilerin servis hakkını kazanan öğretmenlerin, İstanbul Çekmeköy’de, Ankara Derbent’te "Okullarımızı vermeyiz" diyerek sokakları dersliklere çeviren velilerin, Milli Eğitim Müdürlükleri’ni işgal edenlerin ve ODTÜ’de AKP’yi sarsan üniversitelilerin, eğitim hakkı mücadelesinin geniş yelpazesinin birer örnekleri olduğuna dikkat çekildi. Sonuç bildirgesinde, herkes için kamusal, eşit, parasız, bilimsel eğitim istemenin yanı sıra hangi gerekçe ile olursa olsun eğitim için istenen paraların ödenmeyeceği, okulların satılmasına

Sekreteri Nuri Günay konuştu. Atölye sonuç bildirgelerinin deklare edilmesinin ardından bir müzikal tiyatro gösterisi yapıldı. Forumun sonunda bir yaz okulu öğrencisinin işaretiyle tüm salon yankılandı: ‘Eğitim haktır, engellenemez!’

ve ticarethaneye dönüşmesine izin verilmeyeceği ifadeleri yer aldı. Bildirgede, taşeronlaştırmaya ve güvencesizleştirmeye karşı eğitim emekçileri ve işçi sınıfının güvenceli iş, insanca yaşam talebinin eğitim hakkı mücadelesiyle birlikte inşa edileceği dile getirildi. Bilimsel, laik ve demokratik bir eğitim hakkı temelinde, zorunlu ve seçmeli din derslerinin kaldırılması için mücadele edileceği, kız çocuklarının başına türban örten, tek tip bir toplum yaratmak isteyen AKP'nin mücadele edilerek durdurulacağı vurgulandı. Sonuç bildirgesinde eğitimin, sorgulayıcı eleştirel özgürleştirici bir sürece dönüşmesi için öğretmenler, veliler, bilim insanları birlikteliğiyle alternatif müfredatların oluşturulacağı, Halkevleri Yaz Okulu’nun ülkenin dört yanında gerçekleştirileceğinin altı çizildi. AKP iktidarının yasakladığı kitapların dağıtımının yapılacağı, tek tek ders kitaplarının denetleneceği; piyasacı,

dinci, ırkçı, cinsiyetçi baskı, dayatma ve zorlamanın olduğu okulların peşinin bırakılmayacağı belirtildi. Bildirgede, kadınları nesneleştiren, aile içine hapseden ve sermayeye köle yapmaya çalışan AKP'ye karşı, eğitim hakkı mücadelesinin aynı zamanda kadının özgürleşme mücadelesi olarak örgütleneceği vurgulandı. Türkiye topraklarında yaşayan tüm dillerin ve kültürlerin ortak varlık olarak kabul edileceği, anadilinde eğitimin önündeki yasal ve fiili engellere karşı mücadeleyi eğitim hakkı mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak görüleceği belirtildi. Bildirgenin son kısmında, mücadelenin; emek ile sermaye, emperyalizm ile halklar arasında en keskin biçimiyle sürdüğü belirtilirken, herkesin eşit olduğu bir düzen için eğitim hakkı mücadelesinin büyütüleceği, düzenin hak mücadeleleriyle değiştirileceği, değiştirenlerin de salonu dolduranlar olacağı söylendi.

Dersimiz eğitim hakkı, ödevimiz omuz omuza mücadele TÜRKAN KARAKUfi

A

ltı başlıkta yapılan atölyeler, çalışmalarının sonunda birer sonuç bildirgesi çıkardı. Anadilde Eğitim Hakkı Atölyesi sonuç bildirgesinde anadilde eğitim hakkının kazanılması sayesinde öğrencilerin daha hızlı okuma-yazma öğrenebileceği, okulda daha başarılı olma ihtimalinin yükseleceği, daha sağlıklı bir psikolojiye sahip olacağı, özgüvenlerinin gelişeceği ve kendi kültürlerini daha iyi öğrenip sonraki nesillere aktarabileceği ifade edildi. Bildirgede “Türkiye’de tüm farklı etnik grupları da içine alan yeni bir eğitim modeli geliştirilmelidir” dendi. Eğitimde Cinsiyetçilik ve Eğitim Hakkı Mücadelesi Atölyesi’nin sonuç bildirgesinde belirttiği önerilerden bazıları şöyle: “4+4+4’le birlikte derinleşen cinsiyetçi, gerici ve kadınları eğitim hakkından mahrum bırakacak uygulamaları takip edeceğiz. Alternatif

müfredat çalışması yürütecek öğretmen ve akademisyenlerden oluşan bir birim kuracağız. Halkevleri şubelerinde kadınlarla birlikte medya okur yazarlığı çalışmaları örgütleyeceğiz.” Eğitimi meta olarak tanımlayan ticari bir faaliyete dönüştüren saldırının insanlığa, insanların kendini gerçekleştirme ve özgürleşme olanaklarını, kendini ve dünyayı

değiştirme eylemine dönük bir saldırı olduğunu vurgulayan Eğitimin Metalaştırılması ve Eğitim Hakkı Atölyesi’nin sonuç bildirgesi şu ifadeleri içeriyor: “Herkes için kamusal, eşit, parasız eğitim istiyoruz. Eğitimde piyasalaştırmayı derinleştiren sınav sistemleri ve dershaneler kaldırılmalıdır. Eğitim emekçilerine güvenceli iş, insanca yaşam istiyoruz. Meslek

liselerinde çocuk işçiliğine hayır! “ Eğitimde Gericilik ve Eğitim Hakkı Atölyesi 4+4+4’ün bu alandaki saldırılarını şöyle özetledi: “Okullarda türbanın serbestleştirilmesi, ailenin kutsanması, kadının ikinci sınıf vatandaş olarak içselleştirilmesi, kutlu doğum haftası, Türkçe olimpiyatları gibi günlerin örgütlenmesi, MEB’in umre organizasyonları yapması, imam hatiplerin yaygınlaştırılması, Muhammed’in Hayatı gibi derslerin eklenmesi, 100 temel eserde yapılan gerici değişiklikler...” Atölye sonuç bildirgesinde eğitimde gericiliğin karşısına eğitimin bilimsel kriterlere uygun biçimde yapılandırılması için mücadele edeceğini vurguladı. Neoliberal dönemde tüm üretim ilişkilerinin kuralsızlaştığını vurgulayan Eğitimde Emek, Güvencesizleştirme ve Eğitim Hakkı Atölyesi, bildirgesinde hedefini şöyle açıkladı: “Güvencesizliğe karşı mücadele eğitim hakkı mücadelesidir. Eğitim alanında ‘müşteri’ olarak görülen velilerin de bu mücadelenin bir parçası olması yaşamsaldır. ‘Eğitim hakkı meclisleri’ vb. örgütlenmelerin yaygınlaştırılması ve merkezileştirilmesi görevi önümüzde durmaktadır.” Üniversitelerde Dönüşüm ve Eğitim Hakkı Atölyesi de sonuç bildirgesinde taleplerini şöyle

sıraladı: “Üniversitelerdeki baskı kurumu olan YÖK kaldırılsın. YÖK Yasası’na hayır. Vakıf üniversiteleri kapatılsın. Üniversite yönetiminde söz yetki ve karar hakkı istiyoruz. Üniversitelerdeki tüm anti-demokratik baskıcı uygulamalara son verilmelidir. Parasız, nitelikli bilimsel eğitim istiyoruz. Harçlar tamamen kaldırılsın. Gericiliğe karşı bilimsel özgürlük istiyoruz. Eğitimin her alanındaki ticarileştirme uygulamalarına son verilmelidir.”

Çocuklar Halkevleri Yaz Okulu’nda ö¤rendiklerini E¤itim Hakk› Forumu’na tafl›d›.

Bu mücadele bir sosyalist iktidar mücadelesi Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy’un Eğitim Hakkı Forumu’nda yaptığı açılış konuşmasından: Bugün eğitim hakkımız için okullarda, mahallelerde, üniversitelerde yürüttüğümüz mücadele AKP’yi tedirgin eden sokağın bugünkü en kitlesel, en politik ve en sarsıcı alanını oluşturuyor. Eğitim hakkı mücadelesi 17 milyon öğrencinin, milyonlarca velinin, yüz binlerce eğitim emekçisinin, en temel hak mücadelesidir. Bu mücadele bütün halk kesimlerini sermayenin iktidarı karşısında birleştiren bir sınıf mücadelesidir. Bugün piyasaya ucuz ve itaatkar işgücü üretmek üzere tasarlanan 4+4+4 sistemine karşı yürüttüğümüz mücadele, gericineoliberal AKP iktidarına karşı ideolojik bir mücadeledir. Bu mücadele, kitapları yasaklayan, bilimsel düşüncenin yerine dogmaları koyan gerici iktidara karşı bilimi ve bilimsel düşünceyi savunanların gericiliğe karşı özgürlük mücadelesidir. Bu mücadele insana dair her şeyi alınır satılır mallara dönüştüren, insanı ücretli köleye indirgeyen kapitalizme karşı insanca yaşam mücadelesidir Bu mücadele cinsiyetçiliği ilkokul sıralarından itibaren,

türbanla, etek boyuyla, ders içerikleriyle pekiştiren, kız çocuklarını eve ya da ucuza çalıştığı işyerlerine hapseden kadın düşmanı iktidara karşı kadınların mücadelesidir. Bu mücadele, anadilde eğitim hakkını yok sayıp gerici-şoven bir müfredat dayatan iktidara karşı, Türk ve Kürt emekçilerinin yeniden kardeşleşme mücadelesidir. Bu mücadele, kapitalizme, dini gericiliğe, faşizme, şovenizme karşı bir sosyalist iktidar mücadelesidir. Yolun daha başındayız ve yapacak çok işimiz var. Halledemediğimiz “Bir tek sokak kaldı” diyenler, dert yanmaya devam etsin ve sokaktan yükselen bu meydan okumanın devamını beklesin. Evet sokaktayız ve eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim hakkımız için, halkın iktidarı için mücadele etmeye devam edeceğiz. Buradan herkesi eğitimle, bu ülkenin bugünü ve geleceği ile derdi olan herkesi örgütlenmeye çağırıyoruz. AKP’yi ve sermayeyi halkın örgütlü gücü durduracak, biz durduracağız… Geleceğimizi, çocuklarımızı AKP karanlığına teslim etmeyeceğiz! Karanlığa meydan okuyacağız! Yolumuz açık olsun!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.