174'ncü Sayı

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

136 bin çocuk okulu bıraktı

Eğitim hakkı için mücadele şart “E¤itim hakt›r, karanl›¤a karfl› mücadele flartt›r” diyenler, Büyük E¤itim Hakk› Buluflmas›’nda bir araya gelecek. Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri taraf›ndan 26-27 Ocak’ta ‹stanbul’da

gerçeklefltirilecek olan forumda paran›n ve gericili¤in kuflatmas›na karfl› e¤itim hakk›na sahip ç›kanlar “E¤itimde gericili¤e hay›r”, “Paras›z e¤itim flart”, “Bilimsel e¤itim istiyoruz”, “Hedefte

kad›n var”, “Karanl›¤›n karfl›s›nda ö¤retmen var”, “Üniversite ayakta” diyecek ve e¤itim hakk› buluflmas›nda sözü mücadeleye verecek. 136 bin ö¤rencinin e¤itimden kopar›lmas›, özel okullar›n

say›s›n›n art›r›lmas› gibi bir dizi y›k›m› beraberinde getiren 4+4+4'e iliflkin tart›flmalar ve deneyimler paylafl›lacak. E¤itim hakk› mücadelesi bir ad›m daha ileriye tafl›nacak. S. 2

10 Ocak 2013 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 174

Fabrika, hastane, kampüs

AYA K TA !

Art›k AKP’nin halk›n müdahalesinden kaç›fl› yok Üniversitelilerden yaflam hakk› savunucular›na, iflçilerden kad›nlara herkes ayakta art›k AKP için kaç›fl yok S. 3

Y›lbafl›nda iflten at›lan Trabzon Farabi Hastanesi iflçileri, hastane bahçesine direnifl çad›r›n› kurdu

Gasp edilmek istenen çal›flma hakk› ve ücretleri için fabrikada iflgal bafllatan fiiflecam iflçileri kazand›

Üniversiteliler, Redhack’in a盤a ç›kard›¤› YÖK belgelerindeki yolsuzluklara karfl› yine sokakta

Grevle kazand›lar

SAYFA 7

‘Tafl ocaklar›na geçit yok’

Bafl müteahhit Erdo¤an

Tonya ve Antalya’da tafl ocaklar›na karfl› mücadele edenler: “Yaflam alanlar›m›z› flirketlerin sofras›na sunmayaca¤›z.”

‹nflaat sektörü hükümetin konutlar›n KDV’sini yüzde 1’den yüzde 18’e yükseltmesiyle fena sars›ld›.

14 Ocak, eşkıyaların günü

Newroz'u kutlad›klar› için 13 Nisan tarihinden beri tutuklu olan Ö¤renci Kolektifleri üyesi Kadir Ev ve ‹hsan O¤uz Yüzgeç'in ilk duruflmas› 17 Ocak’ta Ça¤layan Adliyesi’nde görülecek. "Bar›fl için Kadir ve O¤uz'u özgür b›rak" diyen Ö¤renci Kolektifleri, halklar›n kardeflli¤ini savunmaya Ça¤layan Adliyesi'ne ça¤›r›yor.

Ferda Koç / Sayfa 4

AKP’yi ‹mral›’ya kim itti?

14 Ocak’ta görülecek Hopa davas›n›n avukatlar›ndan Arzu Becerik ve Hopa davas›nda yarg›lanan Taylan Kaya ile konufltuk. AKP’nin ve Baflbakan Erdo¤an’›n Hopa’da bir dizi hukuksuz uygulamaya imza att›¤›n› belirten Becerik, tüm bu sald›r›lara karfl› Hopa halk›n›n dayan›flma içerisinde oldu¤unu söylüyor. S. 11

SAYFA 9

Müzakere değil oyalama BDP’li milletvekillerinin Öcalan’la görüflmesi Kürtlerde bar›fl umudunu yeflertse de askeri ve siyasi operasyonlar›n sürmesi AKP’nin niyetini ortaya koyuyor S. 4

Tufan Sertlek / Sayfa 8

Banu Serveto¤lu/ Sayfa 10

2013’e merhaba

Kapat›lacak ampül...

K›br›s’ta belediye iflçilerinin grevine sald›ran polis, Belediye Emekçileri Sendikas›’n›n yöneticilerini gözalt›na ald›. Sendikac›lar›n gözalt›na al›nmas›na K›br›sl› emekçilerin yan›t› genel grev oldu. Bir günlük grev polise geri ad›m att›rd›, gözalt›na al›nan sendikac›lar serbest b›rak›ld›

Kenar Notlar› / Sayfa 14

Generallerin çöküflü...

‘Yasay› çöpe ataca¤›z’ AKP, kürtaj hakk›na yönelik fiili sald›r›lar› yasal olarak güvenceye almak için harekete geçiyor. Kad›nlar, “Yasa meclise geldi¤inde yeniden ç›kaca¤›z karfl›lar›na. Davetiniz kabulümüzdür. Kürtaj yasas›n› çöpe ataca¤›z” diyor S. 10


2

EĞİTİM 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Eğitimde söz mücadelenin Eğitim hakkına sahip çıkanlar buluşacak. 4+4+4’e ilişkin biriktirdiklerini ve deneyimlerini paylaşacak. Eğitim hakkı mücadelesi bir adım daha öteye taşınacak “E¤itim hakt›r karanl›¤a karfl› mücadele flartt›r” diyenler, Büyük E¤itim Hakk› Buluflmas›’nda bir araya gelecek. Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri taraf›ndan 26-27 Ocak’ta ‹stanbul’da gerçeklefltirilecek olan forumda paran›n ve gericili¤in kuflatmas›na karfl› e¤itim hakk›na sahip ç›kanlar “E¤itimde gericili¤e hay›r”, “Paras›z e¤itim flart”, “Bilimsel e¤itim istiyoruz”, “Hedefte kad›n var”, “Karanl›¤›n karfl›s›nda ö¤retmen var”, “Üniversite ayakta” diyecek ve e¤itim hakk› buluflmas›nda sözü mücadeleye verecek. ‹L ‹L BÜYÜK BULUfiMAYA ÇA⁄RI: ‘E⁄‹T‹M HAKTIR’

Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri, ‹stanbul’da merkezi olarak yap›lacak etkinli¤e haz›rlan›rken, tart›flmay›, konuflmay› ihmal etmiyor. Bursa Nilüfer Halkevi’nde yap›lan “E¤itim Hakk› Söyleflisi”ne E¤itim-Sen Bursa fiube Baflkan› Hasan Özayd›n, Halkevi GYK üyesi ve ‹stanbul E¤itim Hakk› Meclisi Üyesi ‹lknur Birol konuflmac› olarak

26 Ocak Cumartesi - Atölye Çal›flmalar› Mimar Sinan Üniversitesi Bomonti Kampusu 8.00-11.30 Kay›t - Ön Etkinlikler 11.30 Aç›l›fl 12.00-17.00 Atölye Çal›flmalar› 17.00-20.00 Atölye Kolaylaflt›r›c›lar› Toplant›s› Atölyeler: 1. E¤itimin metalaflt›r›lmas› 2. E¤itimde emek ve güvencesizlefltirme 3. E¤itimde gericilik 4. E¤itimde cinsiyetçilik

kat›ld›. Birol, e¤itimin yirmi befl milyon ö¤renci, sekiz yüz bin ö¤retmen ile toplumun hücrelerine kadar iflleyen ve toplumun yeniden inflas›ndaki en önemli alan oldu¤unu belirtti¤i konuflmas›nda, e¤itim alan›ndaki sald›r›lara karfl› örgütlenmek için kat›l›mc›lar› Büyük E¤itim Hakk› Buluflmas›’na ça¤›rd›. Birol, e¤itimin kamusal niteli¤inden ç›kart›l›p pazar haline

getirildi¤ine dikkat çekerek sermayenin bu alandan kar elde ederken, halk›n da paras›n›n yetti¤i kadar e¤itim al›r hale getirildi¤ini ifade etti. Güvencesizlefltirilen ö¤retmenlerin ayn› zamanda yaln›zca müfredat› aktaran yeni bir ö¤retmen modeline adapte edilmeye çal›fl›ld›¤›n› anlatan Birol, 4+4+4’le çocuklar›n ucuz iflgücü olarak çal›flt›r›lmas› konusuna da

de¤indi. Birol, “4+4+4 e¤itim modelinde ilk yar›y›l› içerisinde 136 bin çocuk okulu b›rakt›. Bu çocuklar›n büyük bir k›sm› k›z çocuklar›. Bu e¤itim sistemi cinsiyetçi bir e¤itim sistemidir" dedi. E¤itimde gericilik sald›r›s› ile ilgili de¤erlendirmelerde bulunan Birol, zorunlu din derslerinin yan›na seçmeli dini derslerin eklenmesini ve küçük yafltaki çocuklar› imam hatip

ortaokullar›na gitmeye teflvik edilmesini elefltirdi. Beylikdüzü Halkevi de veli, ö¤retmen ve ö¤rencileri Sa¤l›k Sitesi'nde bir araya getirdi. 7 Ocak'ta gerçeklefltirilen panelde konuflmac›lar E¤itim-Sen 7 Nolu flube üyesi Yakup Kaya, Psikolojik Dan›flmanl›k ve Rehber Ö¤retmeni Deniz Durak idi. Panelde, e¤itim sisteminin yafl gruplar›na göre geliflim özelliklerinin dikkate al›narak kurulmas› gerekti¤i tart›fl›ld›. E¤itimin paral›laflt›r›lmas› ve k›l›k k›yafet yönetmeli¤i hakk›nda görüfller paylafl›ld›. Gaziosmanpafla Halkevi de

büyük buluflmaya h›z kesmeden haz›rlan›yor. 5 Ocak’ta yap›lan “E¤itim piyasalafl›yor ö¤retmen güvencesizlefliyor” konulu panele yaln›zca ö¤retmenler de¤il ö¤renciler ve veliler de kat›ld›. Kat›l›mc›lar, Halkevleri GYK Üyesi ‹lknur Birol ve E¤itim-Sen 4 Nolu fiube YK Üyesi Nihal Üstüntafl ile birlikte ö¤retmenlerin güvencesizlefltirilmelerini ve ö¤renciler üzerindeki etkisini konufltu. Çanakkale Halkevi E¤itim Hakk› Meclisi de gerçeklefltirdi¤i forumda E¤itim-Sen Eski Genel Baflkanlar› ‹smet Aktafl, E¤itim Sen Merkez Yürütme Kurulu E¤itim Sekreteri

Betül Öztürk Korkut ve Çanakkale E¤itim Hakk› Meclisi Sözcüsü ‹smail Baytafl'› konuk etti. Foruma çok say›da veli kat›ld›. SAYILI GÜNLER KALA HAZIRLIKLAR SON SÜRAT

Büyük buluflmaya say›l› günler kala, foruma götürülecek önerilerin tart›fl›ld›¤› etkinlikler sürecek. 13 Ocak Pazar günü, E¤itim-Sen ‹stanbul 2 Nolu fiube’de “E¤itimde Gericilik ve E¤itim Hakk› Forumu” 10 Ocak Perflembe günü de ‹stanbul Halkevi’nde “E¤itimde cinsiyetçilik ve kad›nlar›n e¤itim hakk› atölyesi” yap›lacak.

Haydi çocuklar işbaşına!

E¤itim hakk› için bulufluyor, mücadele ediyoruz. Kazanaca¤›z! topluma umut olan üniversite 012, eğitimde toplumun direnişleri, eğitim hakkı mücadetüm kesimlerini etkileyen lesinin AKP’yi ve sermaye progönemli adımların atıldığı bir yıl ramını geriletecek, durduracak oldu, 2013 ise bundan daha az potansiyelini göstermektedir. önemli olmayacak. Çünkü okul Eğitim; piyasacılığa, gericiliğe, öncesi eğitimden üniversiteye kadın düşmanlığına karşı özgün kadar eğitim alanı AKP’nin ve deneyimlerin ve kazanımların sermayenin kuşatması altında. AKP, 4+4+4 yasasından Ye- açığa çıkacağı bir mücadele başlığı olarak öne çıkıyor. ni YÖK Yasa Tasarısı’na kadar İşte bu mücadelenin özneleri; “pazara açma, metalaştırma, veliler, öğretmenler, öğrenciler, emeği güvencesizleştirme, ucuz işgücü yetiştirme, bilginin üretim bilim insanları, üniversite öğrencileri, kadınlar, hakları için müve dolaşım alanlarını kontrol etcadele edenler, özgür ve eşit bir me” başta olmak üzere sermaülke isteyenler AKP karanlığına yenin eğitim alanına ilişkin tüm taleplerine yanıtlar üretirken aynı meydan okuyanlar 26 – 27 zamanda kendi iktidarının sürek- Ocak’ta Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin İstanbul’da düzenliliğini sağlayacak, gericiliği toplediği Büyük Eğitim Hakkı Bulumsal alanda örgütleyecek en luşması’nda yan yana geliyor. kritik adımları eğitim alanında İlk gün ülkenin dört bir yanınatıyor. dan gelenler “metalaştırma, geGericilik, milliyetçilik, şovericileştirme, cinsiyetçinizm, cinsiyetçilik ve lik, anadilinde eğitim, “sermaye gözüyle düngüvencesizleştirme ve yaya bakmakla” özetleüniversite mücadelesi” nebilecek bir biçimde başlıklarında gerçekiçeriklendirilmiş, üstelik leştirilecek. Atölye çaeğitimi “hak” olmaktan lışmalarında eğitim çıkarmış bir eğitim sistealanında yaşanan somini halka dayatan AKP runları, saldırıları, müaçık ki nasıl bir toplum cadele deneyimlerini istiyorsa öyle hareket tartışacak, programlaediyor. Kılık kıyafet yöÖzge rını oluşturacaklar. netmeliğinden evrim Ozan İkinci gün gerçekleşeanlatan öğretmenin socek forumda ise söz ruşturma geçirmesine, Halkevleri MYK mücadelenin olacak. bu yıl 4+4+4’le 136 üyesi Eğitim hakkı mücadebin öğrencinin eğitimlesinin nasıl örgütleneden koparılmasından ceği hep birlikte konuözel üniversite açılmasışulacak, ortak kararlar alınacak. na/özel okulların artırılmasına kadar tüm gelişmeler bunu gös- Dosta, düşmana ilan edilecek: Eğitim haktır, mücadele şarttır! teriyor. Evet, AKP eğitimi yıkıma süGerçekliğin bir yüzü bu, diğeri rüklüyor. Bu saldırının karşısında ise eğitim alanının AKP’nin en Halkevleri, AKP’nin yarattığı yızayıf noktalarından biri olduğuğınla sorunu ve talepleri mücadur. dele gündemi haline getirmek, Sınav skandallarına karşı sokaklara dökülen binlerce lise öğ- örgütsüz tepkileri örgütlü hale çevirmek, eğitim hakkı mücaderencisi, ataması yapılmayan öğretmenler; 4+4+4’e karşı velile- lesinin bileşenlerini örgütlemek, mücadele örgütlerini yaratmak rin, öğretmenlerin okul önleriniçin kararlı ve ısrarlı bir çizgiyi örden kent meydanlarına ülkenin dört bir yanını eylem alanına çe- gütlüyor, Eğitim Hakkı Buluşması’ndan aldığı güçle de örgütviren mücadeleleri; okulların lemeye devam edecek. açılmasından üç ay sonra dahi Şimdi AKP’nin ve sermayenin eylemlerin sürüyor, hoşnutsuzeğitimde yarattığı yıkımın mağlukların büyüyor oluşu; AKP’nin duru olmayacağımızı, eğitim kendi yaptırdığı anketlerde dahi hakkı mücadelesinin öznesi olgörüldüğü gibi kendi tabanı da dahil 4+4+4 ucubesine bu top- duğumuzu göstermenin zamanı! Eğitim Hakkı Buluşması’nda yan lumu ikna edememiş olduğuyana gelme zamanı. nun görünmesi ve elbette tüm

5. Anadilde e¤itim 6. Üniversitelerde dönüflüm, YÖK Yasa Tasar›s› ve e¤itim hakk› 27 Ocak Pazar- Ana forum fiiflli Belediyesi (Kent Sinemas›) Kültür Merkezi

2

Hocam, cumadayız, geleceğiz E¤itim-Bir-Sen’li erkekler okullarda türban istiyor. Türban deyince Anadolu Gençlik Derne¤i de özgürlük mücadelesine devam edecek etmesine ama flimdilik bir manileri var: “Cumaday›m, gelece¤im”

D

aha önce ilkokullarda mescit açılması talebiyle gündeme gelen Memur-Sen’e bağlı Eğitim-BirSen, şimdi de kılık kıyafet serbestisi adı altında ilkokullarda derslere türbanla girme eylemi başladı. “Sivil itaatsizlik” ismini verdikleri gerici protestolarıyla türban takarak ve sakal tıraşı olmadan derslere giren Eğitim-Bir-Sen üyeleri, kılık kıyafette “tam bir özgürlük” hedeflediklerini öne sürüyor. 2013 – 2014 öğretim yılında uygulanacağı duyurulan yeni kıyafet yönetmeliği ile “serbestlik” adı altında açık giyime sınırlamalar getirilmiş, Eğitim-Bir-

Sen türbanda gösterdiği “hassasiyeti”, öğrencilere uygulanan kıyafet sınırlamasında göstermemişti. Türban için 10 milyon imza toplamaya çalışan Eğitim-Bir-Sen, çabasını “Medeniyet davamız ve demokrasi mücadelemiz” konferansında taçlandırdı(!) Konferansta konuşan Eğitim-Bir-Sen ve Memur Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, kadınların seçme hakkının ikincil bir hak olduğunu varsayarak, “Başbakanı seçme hakkı olan kadının, ne giyeceğini seçme hakkına sahip olmaması oldukça düşündürücüdür” dedi. Gündoğdu bu “ayıp”tan kurtul-

mak için imza kampanyası sürdürdüklerini ifade etti. NAMAZ SAAT‹NE GÖRE DERS Üniversite öğrencilerine yönelik saldırılarıyla adını sıkça duyuran gerici grup Anadolu Gençlik Derneği (AGD) ise “Cuma namazı vaktine ders konulmasın”, “İbadetime engel olmayın” başlıklarıyla imza kampanyası başlattı. Topladığı imzalarla ders saatlerini namaz saatlerine göre ayarlamaya çalışan AGD, İslamcı öğrencilerin dersleri ile ibadetleri arasında seçim yapmaya zorlandığını iddia ediyor.

Gazi haftalardır ayakta 4

+4+4’ün gerici saldırısına karşı daha kendilerini doğrudan etkilemeden en kararlı duruşlardan birini gerçekleştiren Gazi İlköğretim Okulu velileri, öğrencileri ve öğretmenleri tüm kapıları aşındıracak. Her hafta farklı bir eylem türüyle okullarına sahip çıkan okul bileşenleri, 28 Aralık’ta okulun etrafında kurdukları insan zinciriyle, 4 Ocak’ta da okul civarında yaptığı yürüyüşleri ile seslerini duyurmadık kimse

bırakmadı. Okullarının imam hatip yapılmasına ilişkin planı hayata geçirmemek için direnen öğrenci, öğretmen ve veliler, eylemlerine Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin, çevre okullardan öğretmenler, Çapa Tıp Fakültesi’nden SES üyesi çalışanların desteğiyle devam ediyor. Eyleme katılamayan öğ-

renciler, okul camlarından destek veriyor, okulun mezunları eylemi duyup Fatih’e koşuyor. Veliler, okullarının imam hatip olmasının hem gerici bir saldırı olduğunu söylüyor hem de bu nedenle yapılacak okul değişikliğinin kendilerini maddi açıdan zorlayacak olmasına itiraz ediyor.

Ömer Dinçer, yeni e¤itim ö¤retim y›l›n›n bafllang›c›nda 4+4+4’e iliflkin yap›lan olumsuz haberlerin yalan oldu¤unu belirtmifl, at›lan hiçbir çamurunun izinin kalmayaca¤›n› söylemiflti. Fakat Dinçer bu kez, olumsuzlu¤u kendi a¤z›ndan dile getirdi. MHP Milletvekili Zuhal Topçu sordu: “20122013 e¤itim ö¤retim y›l›nda örgün ö¤retimi b›rakan ö¤renci say›s› kaçt›r?” Dinçer yan›tlad›: “136 bin 115”! Bakan›n yan›t›na göre örgün e¤itime devam ederken aç›k liseye kay›t olan ö¤renci say›s› 9’ncu s›n›flarda 95 bin 561, 10’ncu s›n›flarda 21 bin 639, 11’nci s›n›flarda 13 bin 737 ve 12’nci s›n›flarda 5 bin 178. 4+4+4 e¤itim sistemi Dinçer’in verilerine göre dahi fiyaskoyla sonuçlanm›flken, Bakanl›k, il milli e¤itim müdürlüklerine “ö¤retmenlerin anketlere kat›lmas›n›n ve röportaj vermesinin yasak oldu¤una” iliflkin yaz› gönderdi. Yaz›da, “Çeflitli sivil toplum kurulufllar› veya kiflilerce anket, röportaj ve bilgilendirme gibi faaliyetler yap›ld›¤›na dair duyumlar al›nmakta olup, onays›z hiçbir flekilde bu faaliyetlerin yap›lmas›na müsaade edilmemesi” talimat› verildi. Dinçer’in sorusunu Dinçer’e yöneltme vakti: “E¤itim sisteminin büyük bir karmafla içinde olaca¤›na iliflkin bir alg›lama yarat›lmak istendi. Ancak gelinen bu noktada siz öyle bir kaos, öyle bir kriz hissettiniz mi? E¤itim bafllad›ktan sonra buna dair bir belirti gördünüz mü?”


3

GÜNDEM 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Kozlu’nun hesabı sorulacak ALP TEK‹N BABAÇ

Z

onguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu Müessese Müdürlüğü’ne bağlı maden ocağında 7 Ocak günü meydana gelen iş kazasında 8 işçi hayatını kaybetti, bir işçi yaralı olarak kurtarıldı. Madende yapılan ilk incelemede kazanın eksik sondaj yapılmasından kaynaklandığı belirtildi. Kazada hayatını kaybeden işçilerin isimleri şu şekilde: Hüseyin Kürekçi, Hasan Bozacı, Muharrem Yapıcı, Yüksel Koca, Ahmet Şekerci, Köksal Kadıoğlu, Muhsin Akyüz ve Satılmış Arslan. Kazada yaralanan Hayrettin Dağkıran hastaneye kaldırıldı. Kazada bazı işçilerin madende mahsur kaldığı bilgisine ulaşıldı ancak ne taşeron şirket Star Madencilik ne de asıl işveren TTK, içeride kaç işçi olduğuna dair net bir bilgi veremedi. Dev Maden-Sen, bir açıklama yaparak kazanın gaz basıncının kömürü püskürtmesi sonucu olduğunu belirtti. Gazın açığa çıkması sırasında kıvılcım olsaydı kazanın boyutları çok daha büyük olurdu. 1992’de yine Kozlu’da 263 işçinin hayatını kaybettiği grizu patlaması da benzer şekilde meydana gelmişti.

MUHALEFETTEN BÜYÜK TEPK‹ Kazanın ardından toplumsal muhalefet yaygın bir tepki gösterdi. Dev Maden-Sen, Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS), TMMOB Maden Mühendisleri Odası kazanın taşeron sisteminin bir sonucu olduğuna işaret ederken, “yaşanan iş cinayetidir” dedi. DİSK Dev Sağlık-İş, Limter-İş, EnerjiSen ve İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) Çalışma Bölge Müdürlüğü önünde eylem yaparak sorumluların yargılanması talebinde bulundu. Halkevleri, TKP, EMEP, ESP ve birçok demokratik kitle örgütü ile siyasi partinin yaptığı açıklamalar da taşeron sistemine ve AKP hükümetinin sorumluluğuna işaret etti. Halkın Sesi’ne konuşan işçiler de ölümlerin göz göre göre geldiğini belirtti. Star Madencilik’in sendika düşmanı olduğunu ifade eden işçiler, firmanın işçilerinin ağır çalışma koşullarına karşı eylemler yaptığını aktardı.

Zonguldak Kozlu’da madende meydana gelen iş kazası yine taşeron sistemini, sendika düşmanlığını ve baş sorumlu olarak AKP’yi işaret etti. Emek örgütleri sorumluların hesap vermesi gerektiğini söyledi

SEND‹KA DÜfiMANI TAfiERON İşçilerin sözlerini Genel Maden İşçileri Sendikası Kozlu Şubesi Mali Sekreteri Tamer Güven doğruladı. Güven, bölgede taşeron firmalara bağlı işçileri örgütlemek için uğraştıklarını ancak firmaların sendikal örgütlenme karşısında her türlü hileye başvurduğunu belirtti. Firmaların sendikal örgütlenme karşısında “Biz maden firması değil inşaat firmasıyız” diyerek Çalışma Bakanlığı’na başvurular yaptığını belirten Güven, “Ne işiniz var o zaman madende, gidin bina yapın” dedi. Muhalefetin gösterdiği hızlı tepkiler sonucu Çalışma ve Sosyal Güvenlik

Bakanı Faruk Çelik de madendeki son teftişin 16 Kasım 2012’de yapıldığını ve firmanın 5 konuda kusurlu bulunduğunu açıkladı. Eksiklikler nedeniyle firmaya ceza kesildiğini belirten Çelik, taşeron sistemi ile ilgili soruları yanıtsız bıraktı.

‘Taşeronu yasakla ölümlere son ver’

GÖZ GÖRE GÖRE ÖLÜM Ölümlerin göz göre göre geldiğini aynı ocakta çalışan işçilerin 2012 Temmuz’unda yaptıkları eylemde görmek mümkün. Kazanın olduğu ocakta 07.30- 16.00 vardiyasında çalışan 400

Halk›n Sesi’ne konuflan maden iflçisi Salim Çal›k, ayn› iflyerinde denetimin sa¤l›ks›z olmas›na neden olan ve sonu ölümlerle biten ifl kazalar›n›n tafleron sistemi sonucu gerçekleflti¤ini belirtti. Sendikal örgütlenmenin oldu¤u iflyerlerinde iflçilerin, patronlar› gerekli önlemleri almaya zorlad›¤›n› da kaydeden Çal›k, tafleron sistemiyle iflçilerin

işçi temmuzda mazeret izinlerinin verilmediği, rahatsızlıklarına rağmen doktora gitme taleplerinin kabul edilmediği, yedek kıyafet ve çizme verilmediği gerekçesiyle iş bırakmıştı. İş bırakan işçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesini talep etmiş "Sonumuz Karadon'da ölen 30 işçi gibi olsun istemiyoruz" demişti. Kozlu Müessese Müdürü Kazım Eroğlu ise işçilerin yaptıkları eylemin “yasa dışı” olduğunu iddia etmişti. AKP’N‹N YASASINDAN SONRA ÖLÜMLER AZALMADI 17 Mayıs günü TTK Karadon Müessese Müdürlüğü’ne ait ocakta meydana gelen grizu patlaması sonucu 30 işçi hayatını kaybetmişti. Kazaya dair düzenlenen ilk bilirkişi raporu taşeron firmayı yüzde 70, taşeron denetlemeyen devleti de yüzde 30 oranında suçlu bulmuştu. Açılan davada, sorumluluğu bulunan kamu görevlileri hakkında soruşturma açılmamıştı. 30 Haziran 2012 tarihinde yürürlüğe giren İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın ardından gelen ikinci bilirkişi raporunda ise kazanın “kaçınılmaz bir şekilde” meydana geldiği belirtilerek hem taşeron şirketin hem de devletin sorumluluğu göz ardı edildi. Rapora göre suçlu, kazada ölen 30 maden işçisiydi. Karadon’daki kazanın ardından madenciler için “Güzel öldüler” açıklaması yapan Çelik, İSG’yi meşrulaştırmak için 2012 Nisan’ında “Her iş kazasında yerin dibine giriyorum” demişti. Çelik’in açıklamasından sonra 620 işçi, iş kazaları sonucu hayatını kaybetti. “Yeni yasa çıkaracağız, ölümleri en aza indireceğiz” diyen AKP’nin çıkardığı İSG Yasası sonrasında 510 işçi hayatını kaybetti.

sendikas›z hale getirildi¤ini de sözlerine ekledi. Kamuya ait madenler dahil tüm madenlerde tafleron sisteminin yasaklanmas› gerekti¤ini ifade eden Çal›k, flu acil önlemleri s›ralad›: TTK’ye ait baz› madenlerde bulunan tahlisiye birimlerinin tüm madenlerde kurulmas›.

AKP ile 11 bin ölüm ‹S‹G ve Sendika.Org’un verilerine göre 2008’de 865, 2009’da bin 171, 2010’da bin 434, 2011’de 696, 2012’de 878 iflçi ifl kazalar›nda hayat›n› kaybetti. Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤› verilerine göre, Türkiye’de son 11 y›lda en az 11 bin iflçi ifl kazalar› nedeniyle yaflam›n› yitirdi. Bakanl›¤›n raporunda ölümle sonuçlanan ya da kal›c› bedensel hasara yol açan kazalar›n yüzde 98’inin önlenebilir nedenlerden olufltu¤u da yaz›yor. Türkiye, ölümlü maden kazalar› s›ralamas›nda da Avrupa birincisi. Uluslararas› Çal›flma Örgütü verilerine göre, Türkiye’de maden iflçisi ölümleri oran› Avrupa ortalamas›n›n 4.5 kat›. Uzmanlar, Türkiye’deki maden kazalar›n›n yüzde 95 önlenebilir nitelikte oldu¤unu kaydediyor. Dev Maden-Sen’in verilerine göre 2012 y›l›nda 81 maden iflçisi ifl kazas› sonucu hayat›n› kaybetti.

Madenlerde iflçi güvenli¤inden sorumlu müdür, baflmühendis ve mühendislerin iflletmeye de¤il Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›’na ba¤l› çal›flmas›. ‹flyeri denetimleri için kurulacak birimlerde iflyerindeki sendikalar›n ve meslek örgütleri temsilcilerinin bulunmas›.

Art›k AKP’nin halk›n müdahalesinden kaç›fl› yok KK’ye silah bıraktırma hedefiyle başlayan …” AKP, yaklaşık beş aydır Abdullah Öcalan’la sürdürdüğü görüşmeleri on gün önce bu cümleyle başlayan açıklamalarla basına servis etti. Ve Kürt sorununda “yeni”(1) bir evreye girildi. Sonda söyleneceği ilk başta söylemek gerek: Tayyip Erdoğan, dolayısıyla AKP, bu süreci Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlamak üzere başlatmamıştır ve bu sürecin sonunda da Kürtlerin demokratik taleplerini karşılamayı amaçlamamaktadır. Ancak bu sürecin ilerleyişi içerisinde AKP’nin Kürt siyasi hareketinin talepleri karşısında zorlanacağı ve bu talepler doğrultusunda “kaçınılmaz” geri adımlar atacağı da görülmelidir. Tayyip Erdoğan’ın bu süreçteki bakış açısını anlamak için birkaç örnek yeterli olacaktır. Diyor ki “siyasetçilerin eli ayağı olan devletteki ajanları temsilciler vardır, bunu yaparlar. Adayla da görüşür, adanın kanaatlerini alır, adanın düşüncelerini alır sorgular. Anlaşmalar yapılıyor diye konuşuluyor, Ada’daki bırakılacakmış… Ada ile görüşmede biz asla bir görüşme yapmayız ama görüşme yaptırırız.” Tayyip Erdoğan’ın sözünü ettiği “ada”, bir şahıs mı, bir nesne mi belli değil! Abdullah Öcalan’ın ismini telaffuz etmemek bile “çözüme” ilişkin bir bakış açısının yansıması. Bir diğer örnek, görüşmeleri sürdüren şahsın kimliği ile ilgili; İstihbarat Teşkilatı’nın Başkanı. Çözümü nerede görüyorsanız, muhatabı da (sürecin en başından itibaren) buna uygun belirlersiniz. Yeni Anayasada eşit vatandaşlığın yer alıp almamasında, ana dilde eğitimin olup olmamasında muhatap MİT midir?(2) Tayyip Erdoğan, bu sorunu hala bir siyasi sorun olarak görmüyor. Ama hakkını yememek lazım, terör sorunu olarak görmekten de bir adım ileri gitmiş! Diyor ki “İstihbarat teşkilatı sadece terörle mücadelede kullanılmaz, asayişte de kullanılır.” Kısacası Tayyip Erdoğan’ın bu sürece nasıl baktığı bellidir, üstelik Kürt

“P

sorununun çözümüne ilişkin sicili de “kirli”dir. 30 yıldır süren bu savaşın 10 yılı AKP iktidarında yaşanmıştır. Bir örnek de “sicil”den vermek yararlı olur. Hatırlanacağı gibi Mart 2009 yerel seçimlerinden önce AKP yine bir “umut” beklentisi yaratmış ve PKK de seçimden dört ay önce Aralık 2008’de ateşkes ilan etmişti. Ancak çok değil seçimden onbeş gün sonra 12 Nisan’daki Habur karşılamasını(3) gerekçe gösteren iktidar, 14 Nisan’da KCK operasyonlarını başlattı. Hala devam eden bu operasyonlarda 8 binin üzerinde (13 bin iddiası da mevcut) Kürt siyasetçi cezaevlerine konmuş durumda. Abdullah Öcalan’la görüşmelerin beş aydır sürdüğü belirtiliyor. Bu durumu sağlayan asıl etken Kürt siyasi hareketinin, Oslo sonrası süreç de dahil olmak üzere gösterdiği dirençtir. Özellikle Kürtçe savunma hakkı diretmesi ve cezaevinde başlatılan açlık grevleri bu direncin kritik halklarıdır. Ancak AKP’nin zamanlama açısından bu süreçten “özel” beklentileri olduğu da göz ardı edilmemeli. Ayrıca ABD’nin görüşmelerin yapıldığının duyurulmasından hemen sonra “PKK ile mücadelede başka çözüm yöntemlerini de desteklediğini”(4) açıklaması da dikkate alınmalı. AKP için “zamanlamanın” kritik önemi var. Zamanlama, ülkenin iç gündeminde ve dış politikada olmak üzere iki ayrı düzeyde değerli. Dışarıda Suriye ve Irak. Suriye’de PYD, içinde bulundukları ittifakın muhaliflerin safına katılmasıyla dolaylı olarak da olsa Esad yönetiminin karşısında yer almaya başladı. PKK ile ilişkili Kürtlerin bu esnek tutumu, ister Esad’lı isterse Esad’sız bir Suriye geleceğinde (Irak’taki gibi) Türk sınırına bitişik bir Kürt federal bölgesinin ortaya çıkmasında önemli bir siyasi aktör olmayı sağlayacak. Suriye’ye müdahale planları yapan (doğrudan müdahale etmese bile Suriye’nin geleceğinde önemli bir aktör olmak isteyen) AKP’nin bir de oradaki Kürtlerle “arayı bozması” hiç işine gelmese gerek!

Irak’ta ise işler daha karışacak gibi. Irak’ın merkezi bütünlüğünün parçalanmaması için Talabani zorla hayatta tutularak uzatmalar oynanıyor. Talabani, Almanya’da bir hastanede makineler sayesinde her öldüğünde yeniden diriltiliyor. Çünkü öldüğünün açıklanması Irak’ta bir kaos yaratacak. Ve ilk “merkezkaç” adım Barzani’den gelecek. Bu arada ilginç bir gelişme daha yaşandı; Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin (KBY) Türkiye üzerinden doğrudan dünya pazarlarına ham petrol ihracatına başlatıldığı duyuruldu. Şimdilik küçük ölçekte de olsa bu ihracatın büyümesi için güvenliğinin garanti altına alınması gerek.(5) İçerde de AKP için kritik günler yaklaşıyor. İlk aşamada yeni Anayasa var. Haziran ayını son tarih olarak verdiler. Kürtleri (bir şekilde de olsa) memnun etmeyecek bir Anayasa’nın tüm ülkeye yayılacak bir “huzursuzluğun” yanında AKP’nin “o bölgeden” tamamen silinmesi anlamına da geleceği açık. İkinci aşamada ise “seçimler” sürecine girilmiş olması var. Yerel seçimlere yaklaşık bir yıl kaldı. Daha önceki deneyimlerden biliniyor ki yerel seçimler öncesi ortamı yumuşatmak, genel seçimler öncesi ise ortamı germek AKP’nin işine daha çok geliyor. Ayrıca cumhurbaşkanlığı seçiminde olası bir CHP-MHP ortak adayı karşısında Kürtler için tercih edilebilir olmak da Erdoğan için önemli olsa gerek! Ancak bu sürecin 1-1,5 yıl “sorunsuz” yönetilebilmesi ise AKP açısından en büyük zorluk olacaktır. Daha fazla uzatmadan, bu “yeni” süreç de uzun sürecektir ve mutlaka düz bir çizgide ilerlemeyecektir. Ve AKP, Kürt sorunu için bir şeyler yapacaksa bunu istediği için değil, zorunda kaldığı için yapacaktır. Ve bu sürecin AKP karşısındaki tek muhatabı da Kürtler olamaz, olmamalıdır. Çünkü bu sorun Türkiye halklarının ortak sorunudur ve bu halkların sosyalist, demokrat, ilerici kesimleri AKP’yi zorlayan tarafta olmak gibi bir tarihsel so-

rumlulukla karşı karşıyadır. *** Diğer yandan ülkenin “olağan” gündemlerinde bir değişiklik yok. Resmi açıklamalara “iş kazası” olarak geçen seri ve toplu işçi cinayetleri tüm hızıyla devam ediyor. Yeni YÖK yasası AKP’nin elinde pimi çekilmiş bomba olarak Meclis gündeminde uygun fırsat bekliyor. Eğitimde yürürlülüğe konulan 4+4+4 yasası, başta kız öğrencilerin eve kapatılması olmak üzere, eğitim sürecinin her aşamasını dinamitliyor. En son Zonguldak Kozlu’da 8 maden işçisi öldürüldü. En son denetimde tutulan raporu inceleyen ve Kozlu’yu denetleyen Sayıştay Müfettişleri TBMM KİT Komisyonu’na gönderdikleri raporda şu yorumu yapmış: “Kömür havzasının ve özellikle taş kömürü havzalarının, kömürleşme sürecinin bir sonucu olarak yüksek oranlarda metan gazı içerdiği, ocakların derinleşmesi ile gaz içeriklerinin arttığı bu şartlarda faaliyet göstermenin tek koşulunun ise iş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin kurallar ve hükümlere titizlikle uyulmasının olduğu aşikardır. Gerek Müessese yetkilileri ve yapı denetim elemanları, gerekse Kurum İş Güvenliği ve Eğitim Daire Başkanlığı Denetim Şube Müdürlüğü elemanları ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı Müfettişlerince Firma İşyerlerinde yapılan denetimler sonucu düzenledikleri Rapor ve Tutanaklardan firmanın iş güvenliğine yönelik alınması gereken önlemler konusunda da hassasiyet göstermediği, bu arada vahim bir olayla karşılaşılmamasının tamamen tesadüf olduğu görülmektedir…” Katili uzakta aramaya gerek yok. Katil taşeron sisteminin kendisi ve katil aynı zamanda bu sistemin içerisinde. Katil bu taşeron sistemini yerleştiren AKP iktidarı. Katil bu taşeron sisteminin bekçiliğini yapan başta Çalışma Bakanları olmak üzere AKP kadroları. Son üç yılda 300’den fazla maden işçisi öldürüldü. Ne diyordu Baş-

bakan? “Madenciliğin kaderinde bu var.” Yani madenciysen kaderinde ecelinle ölmek yok, göçükte ölmek var. Ekliyordu o zamanki Çalışma Bakanı, şimdiki Milli Eğitim Bakanı, “onlar güzel öldüler”. Başbakanlığın, bakanlığın kaderinde ne var? Onlar da “güzel” ölmek istemezler mi? Ancak bu düzen böyle devam etmez! Taşeron sisteminin kendisi, kendisini yok edecek sınıf hareketini de doğuracaktır. Son döneme yayılan taşeron direnişleri bunun ilk habercileri olarak kabul edilmeli. Bu sürece iradi müdahalenin getirdiği başarılı sonuçlar ortada. İlkin 2010’da “cılız” bir inisiyatifle gerçekleştirilen “asgari ücret” mücadelesi, 2011 ve 2012’nin aralık ayınlarında tüm ülkenin gündemi haline getirildi. Ülke gündemine sokulan bir başka direniş ise ODTÜ’den başlayan ve tüm üniversitelere yayılan Tayyip karşıtı, AKP karşıtı eylemler oldu. Tayyip Erdoğan ve yalakaları istedikleri kadar köpürsünler, üniversiteler onlara dar edilecek. Üniversite içinde onlara rahat yok. Örnek mi? ODTÜ Yerleşkesi içerisinde yer alan Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu her yıl üniversite içinde gerçekleştirdiği toplantının yerini değiştirdi. Toplantı 15 Ocak günü saat 14.00’da Vilayetler Evi’ne alınmış. Gerekçe mi? ODTÜ’nün “bilim yuvası özelliğini kaybetmesi”… Ancak “ODTÜ’de yanan ateşle içimizi ısıtmak güzel fakat; o ateşi yaymak gerek”. Nereye mi? Elbette toplumun her kesimine ve elbette ki yeni saldırı hamlelerinin karşısına. AKP’nin yeni saldırı hamlesi ise yeni YÖK yasa tasarısı. Kuytuda yatmış bekliyorlar, gündemin durulmasını, puslu havanın çökmesini. Eğitimde yaptıkları, yapacaklarının kanıtı zaten. 4+4+4 kesintili eğitim sistemi ile birlikte uygulamaya konulan açıktan eğitimin, kız çocuklarının okullardan alınarak evlere kapatılmasına yol açacağına yönelik tepkiler çok değil daha ilk dönem bitmeden haklı çıktı. Kaynak doğrudan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer. 136 bin

115 öğrenci örgün eğitimden ayrılıp açık liseye geçti. Bunların neredeyse tamamının kız öğrenciler olduğunu eklemeye gerek var mı? Örgün eğitimde kalan kız öğrenciler arasında ise tam zamanlı türban takma “modası”(6) her geçen gün genişliyor. 130 kişiye kadar ulaşan kalabalık sınıflar (Urfa), 5,5 yaşındaki çocukların ciddi yaralanmaları, ücretli öğretmenlerin ekonomik ve sosyal aşağılanmaları artık sıradan vukuatlar haline geldi. Ancak bunları araştırmak, belgelemek ise yasak. AKP’yi ve uygulamalarını kötü gösterecek kanıt aramak bile yasak. Ömer Dinçer o kadar korkmuş olacak ki Halkevleri’nin ve Eğitim-Sen’in ayrı ayrı yaptığı anket çalışmalarını yasakladı. (Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, il milli eğitim müdürlüklerinden okul yönetimlerine ve öğretmenlere gönderilen yazıda, “Anket, röportaj ve bilgilendirme gibi faaliyetlerin yapılmasına hiçbir şekilde müsaade edilmemesi ve gerekli önlemlerin alınması” istendi.) Neden? Toplumsal denetim (halkın müdahalesi) en korktukları şey. Ucubelerini ancak yasaklarla gizleyebiliyorlar. Ama artık, AKP’nin halkın müdahalesinden kaçışı yok! 1) Bu aşamada yeni olan (şimdilik) tek şey Öcalan’ın ilk kez, AKP tarafından resmi muhatap olarak kabul edilmesi. 2) Dünyadaki örneklere bakmak yararlı olacak. İngiltere Hükümeti ile IRA arasındaki görüşmeleri (10 yıl) sürdüren kişi Başbakan Blair’in sağ kolu Jonathan Powell. Bir süre gazetecilik yaptı. 16 yıl bir diplomat olarak Hong Kong’un Çin’e iadesi ve Avrupa’nın silahsızlandırılması konularında çalıştı. Babası ve diplomat ağabeyi IRA tarafından yaralanmıştı. İspanya Hükümeti ve ETA arasındaki görüşmeleri sürdüren kişi ise insan hakları avukatı Brian Currin. Güney Afrikalı ve ülkesinin Apartheid rejiminden demokrasiye geçişine tanıklık etti. Mandela’nın isteğiyle hapishanelerdeki ihlalleri denetleyen komitenin başkanlığını yaptı. Desmond Tutu’ya ‘Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’ (Zulüm görmüş kişilerin hikâyelerinin dinlendiği komisyon) kuruluşunda eşlik etti. Sri Lanka krizinde de, Rwanda’daki soykırımda da, Kuzey İrlanda barış müzakerelerinde de oradaydı. İspanya Hükümeti heyeti ile ETA heyetinin 2006 yılında Ankara’da yaptığı görüşmede de vardı. 3) “Habur meselesi”nde, esas olarak, süreci olumlu yönde yönetmeyen ve hatta bunu “fırsat”a dönüştüren AKP sorumludur. (Kürtlerin “yanılgı ve yetersizlikleri” ikinci planda kalmaktadır.) 4) Burada asıl vurgu “PKK ile mücadelede” yoksa “Kürt sorununun”da farklı çözüm yöntemlerinde değil. 5) “Türkiye bölgesel ve ulusal güç olma isteğini her defasında ifade ediyor. Ama bir gerçek var ki içeride sorun varken. küresel güç olamazsınız. Bu nedenle sorunu öteleme şansına sahip değilsiniz. Bakın Irak ile ticaret hacmimiz 10 milyarı buldu. Bunun 9 milyar dolarını Kuzey Irak ile gerçekleştiriyoruz. Beş yılda 25 milyar dolara çıkabilir. Kuzey Irak'a giderseniz Türkiye görürsünüz. Suriye'deki Kürtlerin çoğu Türkiye'dekilerin akrabası. Suriye'deki Kürtlerin de yüzü Türkiye'ye dönük ve Araplar ile sorunlu. Araplar için de Kürtlerden ayrılmak en doğru tercih olabilir. Türkiye böyle bir sürecin sonucunda bölgesel ve küresel güç olur. Hem ekonomik hem de siyasal anlamda.” Galip Ensarioğlu, AKP Diyarbakır milletvekili. 6) Türbanı bir “kılık kıyafet tercihi” olarak görmenin yanlışlığı bu tür ugulamlarda giderek belirginleşiyor.


4

GÜNDEM 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

AKP’yi ‹mral›’ya kim itti? ktidar yanlısı basını “müzakere”, “mutabakat”, “takİİmralı’da vim” haberleri doldururken, Selahattin Demirtaş, herhangi bir müzakerenin yapılmadığını açıkladı. İktidar sözcüleri İmralı’daki görüşmelerin amacının “PKK’nin silahsızlandırılması” olduğunu söylerken, Murat Karayılan “PKK’nin silahsızlandırılmasının sözkonusu olmadığını, silahlı güçlerin Türkiye dışına çekilmesine yönelik taleplerin olduğunu” söyledi. Doğan Medya emirle “Barış Diline” geçerken, AKP’nin amirleri Yalçın Akdoğan, Karayılan’ı “racon kesmekle”, Mahir Ünal BDP’yi MHP ile “tahterevalli siyaseti izlemekle” suçluyor. Tayyip Erdoğan’ın “İmralı’da görüşmeler yapıldığını” söylediği günün iki gün sonrasında Lice’de 10 gerilla “kimyasal silah” iddialarının da gündeme geldiği bir baskınla öldürüldü. Ardından PKK Hakkari’de karakol baskını yaptı iki taraftan da kayıplar yaşandı. Ve Erdoğan “terörle mücadele, siyasi uzantılarıyla müzakere” tekerlemesini diline doladı. Kısacası, yeni İmralı görüşmelerinin gerçekte ne olduğu tam bir muamma. Emin olabildiğimiz tek şey MİT ile Öcalan arasında bir görüşme trafiğinin yeniden başladığı ve DTK ve BDP’nin bu görüşme trafiği hakkında Öcalan tarafından bilgilendirildiği. AKP (MİT) ile Öcalan arasındaki görüşmelerin yeni bir “müzakere süreci” formu kazanıp kazanmayacağı ise halen belirsizliğini koruyor. Bilindiği gibi AKP-Öcalan görüşmeleri Haziran 2011 seçimlerinin “çatışmasızlık” ortamında gerçekleşmesini sağladıktan sonra bizzat Erdoğan tarafından kesilmişti. “Görüşmelerin Silvan olayıyla kesildiği” yalanı tekrarlana tekrarlana gerçekmiş gibi görülmeye başlansa da, çatışmaların yeniden başlamasına giden gelişmelerin AKP iktidarı tarafından tetiklendiği; AKP’nin bu “dönüşünün” ise AKP’nin Selefi angajmanı ve Kürt düşmanlığı temelindeki Suriye politikasıyla bağlantılı olduğu biliniyor. AKP’nin, “idam tartışmaları”, “dokunulmazlıkların kaldırılması tehditleri”, “Roboski katliamını örtbas etme edepsizliği” ile karakterize olan kutuplaştırma siyaseti doludizgin sürerken birden bire yeni bir “görüşme trafiğinin başlatıldığı”nın ilan edilmesini, iç politikadaki bir durum değişikliğine, 14 ay sonra başlayacak 1.5 yıllık seçim maratonuna veya “Başkanlık Sistemi Anayasası”nın önünü BDP desteğiyle aşma manevrasına bağlamak olanaklı değil. AKP (MİT)-Öcalan görüşmelerinin yeniden başlamasının AKP’nin Suriye politikasının iki temel düzlemindeki iflasıyla yakından ilişkili olduğunu düşünmemiz için ise çok fazla neden var. Görüşmeler, AKP’nin Suriye’deki “Selefi angajmanı”nın ve “Kürt düşmanlığı”nın iflasından sonra gündeme geldi. ABD’nin SUK’un Türkiye güdümlü “mezhepçi” yapısına müdahale ettiği; AKP’nin Suriye Kürtlerine karşı bir kontra savaşına sevketFerda tiği Özgür Suriye Ordusu’nun Koç Halk Savunma Birlikleri (YPG) tarafından püskürtüldüğü; Batı ferdakoc@ Kürdistan’daki sürecin KDP’nin hotmail.com denetimine aktarılarak PKK etkisinden arındırılması yönündeki girişimlerin başarısızlığa uğradığı biliniyor. ABD ve Avrupa Birliği’nin merkez ülkelerinin AKP’nin Suriye politikasına dönük eleştirilerinin dozu da bu süreçte giderek arttı. Bu iflasın AKP iktidarını Türkiye’nin Suriye ve Kürt politikalarını “revizyondan geçirmeye” zorladığı aşikar. Ancak AKP-Öcalan görüşmelerinin açıklanması sonrasındaki tartışmalar, AKP’nin yeni bir Suriye ve Kürt stratejisi oluşturduğu izlenimi de uyandırmıyor. Aksine söylenilen tüm sözler ve görüşmeler etrafında oluşturulan atmosfer ve görüşmelere kazandırılmaya çalışılan biçim AKP’nin hala Selefi angajmanını “kurtarmaya”, içerde ve dışardaki Kürt düşmanı siyasetini iç ve dış kamuoyuna “yedirmeye” çalıştığını gösteriyor. Bu tablo, AKP-İmralı görüşmelerinin bu kez ABD’ye ve AB merkezlerine yönelik bir “oyalama”, “zevahiri (görünüşü) kurtarma” manevrası olabileceğini düşündürüyor. AKP’nin Selefi angajmanını ve Kürt düşmanlığını aşan yeni bir stratejik konumlanışa “ittirilerek” de olsa ulaşması son derece güçtür. (Türkiye sağının özüne bağlı olan bu güçlüğe ilişkin tartışmayı bir başka yazıya bırakalım.) Ancak AKP’nin İmralı görüşmelerinde kendisini yeniden gösteren bu pespayeliğini tamamen kendi “başarısı” saymak da bir yanılgı olacaktır. AKP’yi “madara” eden asıl unsurun Kürt-Ortadoğu sürecine dönüşmeye başlayan Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve AKP’nin Selefi angajmanını açığa çıkaran ve ayağına dolayan Türkiye’deki demokratik halk muhalefeti olduğunun altını mutlaka çizmeliyiz. Ve yine mutlaka altını çizmemiz gereken bir başka gerçek, Türkiye’de Kürt sorununun demokratik çözümünün ve Ortadoğu’da halklar arasında kardeşçe ilişkilerin dayanağını oluşturacak özgürlükçü-demokratik bir siyasi sürecin temel politik güçleri ancak “soldan” oluşturulabilir.

‘Müzakere’ değil oyalama ÖZEN TAÇYILDIZ

A

ylardır bozuk olan koster çalıştı, BDP milletvekilleri Ayla Akat Ata ve Ahmet Türk, 3 Ocak’ta İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan’la görüştü. Ailesi ve avukatları dışında bir heyetle görüştürülen Öcalan, Kürt sorunun çözümünde bir temsilci olarak kabul edilmiş oldu. Bu ziyaretle birlikte Kürt sorununda “müzakere” yeniden konuşulmaya başladı. Görüşmelerin içeriği resmi olarak açıklanmasa da ilk adım olarak PKK’nin Türkiye sınırlarının dışına çekilmesi, genel af, anadilde eğitim ve savunma hakkı, Öcalan’ın tecrit koşullarının kaldırılması gibi konular medyada öne çıkarıldı. Müzakerenin başlamasında Kürt hareketinin Kürtçe savunma konusunda gösterdiği direnişin ve açlık grevlerinin etkisinin yanı sıra AKP’nin sıkışmışlığının da payı oldu. Her fırsatta savaş çığırtkanlığı yapan ve “muhalifler”i destekleyen AKP, Suriye’de Kürtleri dışarıda bırakan Esad karşıtı sıkı bir blok örgütleyemedi. Kürtler de PYD’nin içinde bulunduğu ittifakın Esad’a muhalif tutum almasıyla dolaylı bir şekilde Esad karşıtı tutum aldı. Kürtlerin esnek tutumu Suriye’de bir Kürt federal bölgesinin önünü açarken AKP’nin de elini kolunu bağladı. AKP’nin müzakere siyaseti, Suriye’deki sıkışmanın yanı

BDP’li milletvekillerinin Öcalan’la görüşmesi Kürtlerde barış umudunu yeşertse de askeri ve siyasi operasyonların sürmesi AKP’nin niyetini ortaya koyuyor

sıra hazirandaki Anayasa yapımı ve art arda gelen üç seçim öncesinde “Kürt sorununu” aradan çıkarma hesabının da bir parçası.

S‹YASETÇ‹ YER‹NE M‹T’Ç‹ Kürt halkının “anadilde eğitim”, “anadilde savunma hakkı” gibi talepleri varken Öcalan ile bakanların ya da milletvekillerinin yerine MİT

müsteşarının görüşmesi AKP’nin soruna hala bir “güvenlik meselesi” olarak baktığını gösteriyor. AKP, gerici milliyetçi tabanının rahatsızlığını gidermek için medyada “PKK zor durumda” söylemini hakim kılmaya çalışıldı. MİT-Öcalan görüşmelerinden birkaç hafta önce BDP’li vekillerin dokunulmazlıkların kaldırılmasının gündeme

getirildi, Doğubeyazıt’ta KCK baskınları yapıldı, çok sayıda Kürt siyasetçi gözaltına alındı; Lice’de 10 PKK’li öldürüldü.

‘OPERASYONLAR SÜRECEKSE K‹MSE B‹RB‹R‹N‹ YORMASIN’ BDP’nin 8 Ocak’taki grup

Kocaeli’nde ODTÜ operasyonu ODTÜ’de yakılan direniş ateşini üniversitelerinde yayan Kocaeli Üniversitesi öğrencileri de AKP terörüne maruz kaldı. Öğrenciler ODTÜ’deki gibi ‘ayağa kalktı’, gözaltındaki arkadaşlarını geri aldı

K

ocaeli muhalefeti yeni yıla polis operasyonlarıyla uyandı. Polis, 1 Ocak sabahı ev baskınları yaparak 12 öğrenciyi gözaltına aldı. Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne götürülen üniversitelilerin neden gözaltına alındıkları, dosyadaki “gizlilik kararı” gerekçesiyle açıklanmadı. Üç gün boyunca ifadeleri alınmadan gözaltında tutulan öğrenciler Kocaeli Adliyesi’ne gönderildiklerinde mahkemenin “yetkisiz” olduğunu öğrendi. Öğrenciler 4 Ocak günü İstanbul’daki Çağlayan Adliyesi’ne sevk edildi. Çağlayan Adliyesi’nde gözaltındaki öğrenciler ifade vermeye başlar başlamaz Kocaeli Üniversitesi öğrencileri adliye önünü eylem alanına çevirdi. Arkadaşlarının serbest bırakılmasını talep eden üniversitelilerin eylemine Halkevleri ve Tutuklu Öğrenciler İnsiyatifi’nin yanı sıra BDP milletvekili Sabahat Tuncel ile CHP milletvekili Kadir Öğüt de katıldı. Adliye önünde yapılan konuşmalardan üniversitelerin AKP faşizmine, YÖK Yasası’na karşı direnişlerini baskılarla gözaltılarla durdurulamayacağı vurgulanarak üniversitelerin sokakta ve kampüslerde mücadeleye devam edecekleri söylendi. Savcılıktaki ifadeleri tamamlanan üniver-

sitelilerden Öğrenci Kolektifleri üyesi Fatih Taştan serbest bırakılırken 11 öğrenci tutuklama talebi ile mahkemeye sevk edildi. Mahkeme sürerken adliye önünde “arkadaşlarımızı almaya geldik” diyen üniversiteliler susmayacaklarını, AKP faşizmine, YÖK Yasası’na karşı parasız, bilimsel, demokratik ve anadilde eğitim için tüm baskılara rağmen mücadele edeceklerini haykırdı. Mahkeme, ifadeleri tamamlanan üniversitelilerin serbest bırakılmasına karar verdi.

ÜN‹VERS‹TE MUHALEFET‹ SUSMUYOR Kocaeli Üniversitesi öğrencileri, arkadaşlarının serbest bırakılmasının ardından şu açıklamayı yaptı: “Bizler devrimci, demokrat, yurtsever öğrenciler olarak adliye önüne arkadaşlarımızı almaya gittik. Orada AKP'nin faşizmine, tutuklamalarına,

soruşturmalarına karşı boyun eğmeyeceğimizi, susmayacağımızı, durmayacağımızı gösterdik ve arkadaşlarımıza sahip çıktık. 2013 AKP'nin yılı değil direnenlerin ve kazananlarının yılı olacağını göstermiş olduk." ODTÜ direnişi sonrası üniversite bileşenleri yan yana gelerek “Üniversite AŞ’ye, YÖK’e ve yasasına geçit vermeyeceğiz” demişti. Başbakan Erdoğan bu yan yana gelişi hazmedemeyerek üniversitelileri, akademisyenleri medyada hedef gösteren sözler sarf etmişti. Erdoğan’ın sözlerinin ardından ODTÜ’lü öğrenciler evleri basılarak gözaltına alınmış, sonrasında serbest bırakılmıştı. Kocaeli Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenleri de ODTÜ direnişini selamlamış üniversitelerinde YÖK Yasası’na geçit vermeyeceklerinin belirtmişti.

toplantısında gelinen aşama ile AKP’nin yaklaşımı arasında büyük bir ciddiyet farkı olduğunu belirten Selahattin Demirtaş, Kürt halkının güvensizlik yaşadığını belirtti. Öcalan’ın koşullarının müzakere yürütebileceği koşullara, olanaklara kavuşturulması gerektiğini ifade eden Demirtaş, “Askeri operasyonlar devam edecekse, tutuklamalar, hakaretler devam edecekse ve buna entegre program denecekse, kimse birbirini yormasın” dedi.

ADALET BAKANININ SABOTAJ BEKLENT‹S‹ Adalet Bakanı Sadullah Ergin, barış için bir fırsat olarak gördüğü sürecin “sabote edilmesi ihtimali”ne dikkat çekti. Kürt hareketini barışın önündeki engel olarak sunan Ergin böylece operasyon sürecinin taşlarını da döşemeye başladı. AKP hükümeti daha önce de “müzakere” söylemini kullanmış, her müzakere Kürtlere yönelik operasyonlarla birlikte yürütülmüştü. AKP 2009 yerel seçimlerinden önce çözümden bahsetmiş ve PKK de seçimden dört ay önce Aralık 2008’de ateşkes ilan etmişti. Seçimden sonra 12 Nisan’daki Habur’daki karşılamayı bahane eden AKP, 14 Nisan’da KCK operasyonlarını başlatmıştı.

Tehdide sokaktan yanıt Marafl Katliam›’n›n y›ldönümü olan 24 Aral›k’ta Okmeydan› Fetihtepe Mahallesi’nde Alevilerin yaflad›¤› apartmanlar sprey boya ile iflaretlendi. Mahalleli, Alevi dernekleri, köy dernekleri, siyasi parti ve demokratik kitle örgütleriyle birlikte 29 Aral›k’ta yapt›¤› bas›n aç›klamas›yla bu tehdit eylemini protesto etti. Okmeydan› Cemevi önünde bir araya gelen halk, olay›n gerçekleflti¤i yolu trafi¤e kapatt›. Eylemciler daha sonra Fetihtepe Mahallesi’ne do¤ru yürüyüfle geçti. “AKP zulmüne boyun e¤meyece¤iz, yeni Marafllar olmas›na izin vermeyece¤iz” yaz›l› pankart›n aç›ld›¤› eylemde “Dün Sivas’ta bugün burada çözüm faflizme karfl› savaflta” slogan› at›ld›.

‘Roboski Katliamı’nın hesabını verin’ R

oboski Katliamı’nın yıldönümü olan 28 Aralık’ta, toplumsal muhalefet katliamın sorumlusu AKP’den hesap sordu. Ülke genelinde yapılan eylemlerde AKP binalarının önü, kent meydanları ve kampüsler eylem alanına döndü. Eylemlerin ortak sözü, Kürt soru-

nunda çözümsüzlük üreten AKP’ye yönelen “Artık yeter” oldu. Halkevleri Roboski için pek çok yerde eylem yaparken, Genel Başkan Oya Ersoy da bir açıklama yayımladı. Ersoy, Roboski Katliamı’nın, demokrasi vaatleriyle iktidara gelen AKP iktidarının

Kürt sorununda sözde “açılım” politikalarının gerçek yüzünü gösterdiği nokta olduğunu vurguladı. Ersoy, Kürt halkının kültürel ve siyasi hak taleplerini baskı ve savaşla bastırmaya çalışan AKP iktidarının katliamdan siyasi olarak sorumlu oldu-

ğunu ifade ettiği açıklamada Halkevleri olarak “yatıp kalkıp Uludere demeye” devam edeceklerini söyledi. Ankara’da Halkevleri TBMM önünde eylem yaptı. Katledilen 34 kişiyi simgeleyen kefenler giyen Halkevciler, bir yıldır hiçbir somut adım atılmamasını eleştirdi.

Üniversiteliler ayakta, umut ayakta lkemizde günlerdir herkes ODTÜ’yü konuşuyor. Bir reklam filmindeki kamyon şoförünün dediği gibi ağzı olan konuşuyor. “Derin devlet darbe planları için üniversitelileri sokağa döktü’’ diyen mi ararsın, ‘’öğrenciler polise orantısız güç kullandı’’ diyen mi ya da “üniversiteliler Göktürk-2 uydusunu protesto etti’’ diyen mi? Bunları hep birlikte dinledik. Bir de bizden dinleyin ODTÜ’de neler yaşandı... Tayyip Erdoğan 18 Aralık’ta Göktürk-2 uydusunu uzaya fırlatmak üzere ODTÜ’ye tam teçhizatlı bir polis ordusuyla geldi. Bunu duyan üniversiteliler Erdoğan’ı protesto etmek istedi. Kampusa

Ü

Ali Coflkun Ö¤renci Kolektifleri

gelen polisler üniversitelilerin demokratik protestosuna saldırdı. Hatta polis barikatına 100 metre mesafe varken, biber gazı ve plastik mermileriyle, doğrudan hedef alarak. ODTÜ’den gökyüzüne gaz bulutu yükseliyordu. Bir arkadaşımız beyin kanaması geçirerek ölüm tehlikesi atlattı. Onlarca arkadaşımız da yaralandı. Üniversiteliler 6 saat boyunca AKP faşizmine karşı direndi. Polis şiddetinin tanığı olan akademisyenler 20 Aralık’ta ‘’şiddet varsa, polis varsa bilim yoktur’’ diyerek dersleri boykot etti. Erdoğan bu duruma çok sinirlenmiş olacak ki hemen “olmaz olsun böyle hoca’’ deyiverdi. Ertesi gün Ankara’da, daha sonra

Adana’da ve yılbaşında Kocaeli’nde evlere baskınlar yapıldı. Bin bir türlü hukuksuzlukla ilerleyen süreç, kamuoyunun da baskısıyla gözaltların serbest bırakılması ile sonuçlandı. İktidarının sıkıştığını fark eden AKP’nin hazır kıtaları hemen devreye girdi. Önce YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya, ODTÜ’de yaşanan olayları incelemek üzere Denetleme Kurulu’nu görevlendirdi. Sonra “Göktürk-2 uydusunun protesto edilmesi ve öğrenci şiddeti’’ AKP’li rektörler tarafından kınandı. Kınamaları kabul etmeyen üniversiteliler, akademisyenler birçok üniversitede “Rektörler AKP’nin, biz ODTÜ’nün yanında-

yız” diyerek rektörlükleri işgal etti. MSGSÜ Rektörü Yalçın Karayağız, görüntüleri izlemeden kınama açıklaması yaptığını itiraf etti. GSÜ Rektörü özür diledi. 27 Aralık’ta ODTÜ’de 5000 üniversiteli “ODTÜ ayakta AKP’ye direniyor’’ pankartının arkasında Devrim Stadyumu’na yürüdü. Birçok üniversitede rektörlük önleri eylem alanı haline geldi. ODTÜ’yü kınayan rektörler, karşısında üniversiteyi buldu. Tunceli Üniversitesi’nde yapılan eyleme polis saldırdı ve 19 üniversiteli gözaltına alındı. Gözaltına alınan üniversitelilere Dersim halkı sahip çıktı. Daha sonra öğrenciler polis şiddetine karşı boykot başlattı. Sonuçta, üniversite

tam anlamıyla AKP karşısında ayağa kalktı. ODTÜ’ye gelen kişinin Erdoğan olması, ODTÜ’de açık faşizm yaşanması, AKP iktidarının hazırladığı Yeni YÖK Yasa Taslağı’na karşı akademinin ve üniversitelilerin tepkilerinin birikmesi ve siyasi iktidarın politikalarına öfke bu direnişin zeminini yarattı. ODTÜ direnişi gençlik hareketinin 1980 sonrası en büyük direnişidir. Üniversite bir bütün olarak, öğrencisi, hocası, rektörüyle birlikte AKP karşısında direnişin simgesi olmuştur. Böylece AKP’ye, Yeni YÖK Yasası’nın kolay kolay meclisten geçiremeyeceğini gösterilmiştir. Bir süredir üniversitelerde

izlenen “AKP’liler, patronlar, halk düşmanları üniversitelere giremez, girseler de yumurtanın tadına bakarlar” çizgisinin başarılı olduğu görülmüştür. Üniversite yönetimlerinde yalaka rektörler olmasına rağmen üniversiteler hala siyasi iktidarın arka bahçesi olmamıştır. Direnişin sonunda AKP iktidarı karşısında direnenler bir kez daha umudun var olduğunu hatırlatmıştır. Çünkü ODTÜ’lüler Erdoğan’ın yüzünden ter boşaltmış, sesini titretmişlerdir. Bundan sonra da üniversiteliler, YÖK Yasası’na karşı, yolsuzlukları bir bir dökülen yalaka rektörlere karşı, AKP’nin saldırılarına karşı umudu ayağa kaldırmaya devam edecektir.


5

DÜNYA 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

İşgal sonrası tufanı 7 ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

B

ağdat merkezli Irak hükümeti ile Erbil merkezli Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki gerilim, silahlı bir çatışmaya doğru her geçen gün daha fazla evriliyor. İşgal sonrasında yeniden inşa edilen Irak’ta yaşanan çelişkiler, önümüzdeki dönemde hem Irak’ın iç siyaseti hem de Ortadoğu’nun geleceği için büyük önem taşıyor. Emperyalizm, Ortadoğu’yu sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirme ve Irak’a bu denklemde rol kazandırma amacıyla Irak İşgali’ni gerçekleştirdi. Parçalı etnik ve mezhepsel yapının ve halk direnişinin yaratacağı sonuçları hesap edemeyen ABD önderliğindeki emperyalist koalisyon, işinin o kadar da kolay olmadığını yaşayarak gördü. Saddam sonrası rejimin yeniden kuruluşu ciddi çelişkileri de beraberinde getirirken, Irak kendisine biçilen bölgesel rolü oynayamaz hale geldi.

KR‹Z‹N Z‹RVE NOKTASI: KERKÜK Baas rejiminin iki ezilen unsuru Şiiler ve Kürtler yeni siyasal dengelerde önemli etkin rol elde etti. Bağdat merkezli Şii ve Erbil merkezli Kürt egemenleri arasındaki çelişkinin en görünür olduğu alan doğalgaz ve petrol zengini Kerkük’ün konumu. Bağımsızlığa doğru adım adım ilerleyen Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Mayıs 2012’de Türkiye ile bir anlaşma imzalayarak petrolü Türkiye’de işletip geri getirmek için harekete geçti. Daha önce Erbil ve Ninova’daki petrol rezervlerinin işletilmesi hakkını ExxonMobil’e veren bölgesel yönetim, Kerkük petrolleri için de aynı şirketle anlaştı. Bölgesel yönetim, merkezi hükümetin orduya ait birimleri Kerkük çevresinde konuşlandırması üzerine peşmergeleri hareketlendirdi. Irak Kürdistan Demokrat Partisi Genel Sekreteri Fazıl Mirani, merkezi hükümeti güçlendirmemek ve ülkede bir güç dengesi oluşturmak için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Mirani, “Peşmergelerin Kerkük başta olmak üzere ‘Kürdistan Bölge İdaresi dışında kalan bölgeler’den çekilmesi söz konusu olamaz. Irak ordusu

Irak üzerindeki emperyalist çıkar çatışmaları, ülkedeki fay hatlarını hareketlendirdi. Çelişkiler derinleşti, yeni bir iç savaşa gidiş hızlandı. Kerkük’teki gerilim, Irak’taki fay hatlarının kırılma noktası oldu

çekilse bile peşmerge çekilmez. Bu bölgeler Kürtlerin kendi topraklarıdır. Toprakları işgal ve ihlal eden Irak yönetimidir” dedi. Irak merkezi hükümetinin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin hamlelerine tepkisi ise aynı sertlikte sürüyor. Irak Anayasası’nın 111’nci maddesindeki “Irak petrolü ve doğalgazı tüm Irak halkınındır” maddesini dayanak gösteren hükümet, peşmergelerle çatışma ortamı yaratılmak istendiğini, Irak ordusunun bu koşullar altında çekilmesinin olanaksız olduğunu kaydetti. Hükümet cephesinden Kerkük krizinde Türkiye’nin

müdahalelerine de tepki geldi. Başbakan Nuri el Maliki, Irak’ın iç işlerine karışmakla suçladığı Türkiye’nin Türkmenlere “Kerkük Kürdistan’ındır” sözüne karşı çıkılmaması talimatı verdiğini öne sürdü. Gerginliğin tırmandığı bu süreçte 10 yıldan bu yana kaçak olan eski Baas Partisi Genel Sekreteri İzzet İbrahim el Duri’nin açıklamaları da gündeme oturdu. El Duri, El Arabiya’da yayımlanan videoda Kerkük’teki Sünni Arapları, “Kürtlere karşı düşmanlık beslememeye ve ülkeyi bölmek isteyen Şiilere karşı durmaya” çağırdı. El

Irak hangi seçeneğe?

Duri’nin açıklamaları Sünni cephe oluşturma çabalarının bir örneği oldu. KAOS ‹fiGALLE BÜYÜDÜ İşgalle birlikte siyaseten egemenliğini yitiren Sünniler, emperyalizmin bölgede Sünni eksen oluşturma çabasının içinde konumlandı. ABD ve Türkiye’den önemli destekler gören Sünni muhalefet, özellikle Maliki’nin çatışmacı siyasete ağırlık verdiği ve Tarık Haşimi’yi işlevsiz kıldığı süreçte sokak muhalefetine yöneldi. Son olarak Maliye Bakanı Rafi İsavi’nin evine ve ofisine yönelik baskınlara ve 150 Sünni yönetici ile

2012’nin son gününde Alsumaria’ya aç›klamalar yapan Baflbakan Nuri el Maliki, Irak’taki siyasal krizin 2013 y›l›ndaki bir erken seçim ile afl›labilece¤ini söyledi. Maliki, “Irak’›n önünde dört seçenek var: Erken seçim, çözüm için masa bafl›nda birleflmek, iç

korumanın tutuklanmasına karşı 26 Aralık’ta Bağdat’ta kitlesel protesto eylemleri düzenledi. Sünniler, muhalefeti sindirmekle suçladıkları Maliki hakkında güven oylaması yapılması için girişimlerde bulundu. Kürtler, ABD eliyle oluşturulan anayasa ile devletleşme hazırlıklarını içinde taşıyan bir “özerklik” elde etti. Merkezi yapılanmada Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Petrol Bakanlığı gibi önemli koltukları kazandı. Irak merkezi hükümetinden bağımsız olarak petrol devleriyle

savafl ve bölünme. Son iki seçene¤in kabul edilmesi mümkün de¤il” dedi. Irak’ta yaflanan krizin derinli¤i ve bölgesel ba¤lant›lar›, Maliki’nin mümkün görmedi¤i seçeneklerin de az›msanmayacak derecede ihtimal dahilinde oldu¤unun göstergesi.

yapılan anlaşmalar ve ticari işbirlikler ise Erbil örneğinde görülebileceği üzere ülkenin yeniden inşasında Kürtleri bir adım öne çıkardı. Şiiler, Bağdat’ta çoğunluk olmanın avantajı ile ABD’nin tüm planlarını tersyüz ederek merkezi hükümeti ele aldı. Nuri el Maliki başkanlığındaki hükümet, ilk yıllarındaki kısmi dengeli siyaseti, ilerleyen süreçte İran ile daha sıkı ilişkilere girerek yönlendirdi. Stratejik konumlardaki Kürt ve Sünni isimleri işlevsizleştirdi. Bu adımlardan en önemlisi ise kuşkusuz ABD ve Türkiye’nin doğrudan desteklediği Cumhurbaşkanı Tarık Haşimi hakkında önce tutuklama, ardından idam kararı çıkartması oldu. Haşimi, soluğu stratejik destekçisi AKP’nin yanında aldı. IRAK’IN KR‹Z‹, ORTADO⁄U’NUN KR‹Z‹ Baas rejiminin ezilenleri Şiiler ve Kürtler, işgal sonrasındaki rollerini Baas rejimine karşı “özgürlük mücadelesi yürüterek” değil, ABD’nin “özgürleştirme harekatı” ile elde etti. “Dışsal unsurlar” sonucu bugün yaşanan çelişkiler, çatışan emperyalist çıkarların ülke içindeki müttefikleri ile ilişkileri göz önünde bulundurularak açıklanabilir. Mesut Barzani liderliğindeki bölgesel yönetim, ABD işgali ile başına talih kuşu konanların başında geldi. Gerek özerkliğin getirilerini gerekse petrol rezervlerinin denetimini doğrudan ABD ekseninde kazanan Kürdistan Bölgesel Yönetimi, emperyalizmin işbirlikçiliğinde AKP ile ortaklaştı. Barzani, Maliki yönetimine karşı Kerkük’ün denetimi iddiasını bu sayede daha güçlü bir sesle haykırmaya başladı. Maliki’nin sırtını dayadığı yer ise elbette İran. 2006 yılında Irak merkezi hükümetinin başına geçmesinin ardından ikili ilişkilere hız veren Maliki hükümeti, böylece İran’a yönelik kuşatmayı kısmen kırdı. İran’ın etkisi altındaki Hürmüz Boğazı’nın yanına Irak’ın etkisi altındaki Basra Körfezi eklenirken, Irak ile sınırı olan Suudi Arabistan da daha temkinli davranmaya zorlandı. Maliki hükümetinin varlığını sürdürmesini isteyen bir diğer özne de ABD’nin bölgesel krizlerini derinleştirmeye çalışan Rusya.

‘Aktif taşeron’un her adımı karavana olayını değerlendiren Taner Yıldız’ın “Olay görmezden gelindi. Çünkü bir ilişkiyi sürdürmek istiyorsanız, bazı şeyleri görmezden gelmeniz gerekir” sözleri, Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretinin krizi daha fazla derinleştirdiğinin bir göstergesi oldu.

I

rak’taki çelişkiler yumağının önemli bir öznesi de “aktif taşeron” AKP. ABD’nin işgal sürecinde Mesut Barzani’ye biçtiği rolü sınırlandırmaya çalışan AKP, ilkin Türkmenlerin arkasında durarak ve “kırmızı çizgiler” ilan ederek öne çıkmak istedi. Türkmenlere yönelik politika, hem Barzani ile zoraki birliktelik, hem de Maliki’nin “Türkmenlerin haklarını genişletme” hamleleri sonucu boşa düştü. Kırmızı çizgilerin “Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kendine ait bir ordusunun olmaması” ve “petrol yatakları üzerinde doğrudan bir egemenlik kuramaması” maddeleri ise rahatlıkla hayata geçti. KAT‹L “M‹SAF‹R” ED‹LD‹ ABD’ye bağımlılığını Irak politikasında da gösteren AKP, Irak merkezi siyasetinde Sünni mezhepçiliğini ön plana çıkardı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Sünni lider Tarık Haşimi’ye destek verdi. Haşimi, Şiilere karşı kullanılmak üzere Saddam’ın eski istihbaratçılarından “ölüm timleri kurmak” ile suçlanmış, çoğu Sünni üyelerden oluşan bir mahkeme tarafından “oybirliği” ile idam cezasına çarptırılmış, Irak halkının çoğu tarafından “katil” olarak adlandırılmış bir liderdi. AKP’nin kaçak konumdaki Haşimi’ye ülke topraklarını açma hamlesini, Haşimi’nin başfinansörleri Suudi Arabistan ve Katar dahi yapamamıştı. Haşimi, Maliki’ye karşı yürütülen işbirlikçi siyasette

AKP’nin hem kozu hem de krizi. KERKÜK Z‹YARET‹ KR‹Z‹ DER‹NLEfiT‹RD‹ AKP’nin üçüncü kırmızı çizgisi Kerkük ise Erbil-Bağdat geriliminin en büyük sebebi. Nüfusu 10 yılda 800 binden 1 buçuk milyona yükselen kentte çoğunluk olmanın avantajını kullanmak isteyen Kürtler, Irak Anayasası’nın 140’ncı maddesindeki referandumda ısrarcı oldu. Referandumun yapılmaması için elinden gelen çabayı sarf eden AKP, ancak Sünni Araplar ve Şiiler

ile kader ortaklığı sayesinde bunun önüne geçebildi. “Aktif taşeron” yine de rahat duramadı. Maliki’nin Kerkük’ü teslim etmemek için yaptığı ataklar karşısında sessiz kalmayan AKP derhal harekete geçti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 1 Ağustos’ta Erbil’e yaptığı ziyaretin ertesinde Kerkük’e geçti. Irak hükümetinin bilgisi ve onayı dışında gerçekleşen ziyarete merkezi hükümetin tepkisi sert oldu. Irak Dışişleri Bakanlığı, Davutoğlu’nun Irak’ın ulusal egemenliğini

azımsadığını ve uluslararası ilişkilerin temel kurallarını ihlal ettiğini söyledi. Nuri el Maliki’nin basın danışmanı Ali el Musevi, “sızma” olarak nitelediği ziyaretin tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini söyledi. Gerilimin bir diğer yansıması 4 Aralık’ta yaşandı. İkili görüşmeler için Erbil’e giden Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın uçağı Bağdat’tan gelen uyarı sonucu Kayseri’ye indi. Hemen ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Maliki tarafından Bağdat’a davet edildi. Uçak

BARZAN‹’YE STRATEJ‹K ORTAK Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretinin medyada “Davutoğlu Kerkük’ü Barzani’ye verdi” sözleriyle değerlendirildi. Maliki’ye karşı Barzani ile işbirliği yapmak zorunda kalan AKP, bu doğrultuda sadece son 8 ayda Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile peş peşe petrol ihracı anlaşmalarına imza attı. Irak ordusu ile peşmerge arasındaki gerilimde Barzani’den yana saf tutulurken, Türkiye-Irak sınırı ve Kandil Dağı için de Barzani muhatap alındı. Son olarak Maliki “Bazı Türkmen kardeşlerimizin söylemlerine göre Türkiye, Türkmenlere ‘Kerkük Kürdistan’ındır’ sözüne karşı çıkmaması talimatı vermiştir. Türkiye’nin tarihsel Kerkük siyasetine bakılırsa, bu hayli ilginç bir yaklaşımdır” dedi. AKP’nin işbirlikçiliğin gerekliliklerini yerine getirme mücadelesi, hem “Türkmen kardeşlerini” yalnız bırakmasıyla, hem kırmızı çizgilerinin üzerini karalamasıyla, hem Haşimi dinamitini üzerine bağlamasıyla, hem de Kerkük’te krizi derinleştirmesiyle sonuçlandı.

iklim 5 kıta

Mahpusları özgür bırak

B

ahreyn’de El Halife diktatörlüğüne karşı 2 yıldır süren ve Suudi ordusunun desteğine rağmen bastırılamayan eylemlerde tutuklanan, muhalif liderler hakkında “devleti devirmeye teşebbüs” iddiasıyla müebbet hapis cezası verildi. Mahpuslar karara itiraz etse de mahkeme kararı onadı. 6 Ocak’ta sokağa çıkan Bahreynliler liderlerinin hiçbir delil olmadan, asılsız suçlamalarla cezalandırıldığını belirterek tutuklularla dayanışmayı ve diktatörlüğe karşı isyanı sürdüreceklerini haykırdı.

Yeni yılda yine grev

2

012’yi ekonomik krize karşı grevlerle geçiren Avrupa, yeni yıla da grevlerle başladı. Yunanistan’da kamu çalışanlarının işten çıkarılması ve maaşlarının kısılmasını içeren pakete tepki gösteren ulaşım emekçileri 2 Ocak’ta greve gitti. Tren, metro ve otobüs seferleri yüzde 90 oranında durdu, araçların güzergah tabelalarına da “Yıllar değişir, emek düşmanlığı değişmez. Her yıl daha yoksullaşıyoruz” yazıldı. İspanya’nın Madrid eyaletinde 27 sağlık polikliniğinin özelleştirilmesine karşı 5-6 Ocak’ta iki günlük sağlık grevi gerçekleşti.

Esad meydan okudu

S

uriye Devlet Başkanı Beşar Esad, ulusal birliği koruma çağrısında bulundu. Suriye sokaklarında istikrar ve güvenin “ulusal birlik hükümeti” ile yeniden sağlanabileceğini söyleyen Esad, bir dizi reformun yapılacağını belirtti. “Silahlı gruplara ev sahipliği yapan, silahlandıran ve finans sağlayan ülkeler, silahlı desteğini kesmesi, terörist grupların eylemlerine son vermesi” şartından vazgeçmeyen Esad, “Batı imalatı kuklalar, el Kaide teröristleri” dediği isyancılara karşı “topyekun seferberlik” çağrısı yaptı.

‘Oy karşılığı toprak’

P

araguay’da neoliberalizmin mülksüzleştirdiği köylülerin hedefindeki iktidar, nisan ayındaki seçimler için “oy karşılığı toprak” çalışması başlattı. Devlet Başkanı Federico Franco’nın lideri olduğu Radikal Liberal Parti üyeleri, köy köy gezerek oy verenlerin ihalelerde inisiyatifli olacağını söyledi. Ülkenin en büyük üç köylü örgütü ise eylem çağrısı yaptı: “Toprak, köylünün emeği ve hakkıdır. Hakkımızı elimizden almanıza izin vermeyeceğiz!”


6

KENT 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Star yıkımı ve rantı konuştu

Yıkımda ikinci perde İstanbul'un Kağıthane, Küçükçekmece ve Şişli ilçelerinde eş zamanlı yıkımlarla AKP kentsel dönüşümde ikinci perdeyi araladı ve 2013 yılını yıkım yılı ilan etti MEHTAP MET‹NO⁄LU

A

KP 2013 yılına yıkım töreniyle başladı. 5 Ocak'ta İstanbul'un Kağıthane, Şişli ve Küçükçekmece ilçelerinde toplam 55 dönümlük alanda yapılan yıkımlar eş zamanlı olarak gerçekleştirildi. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar üç ilçede yapılan yıkımı, 5 Ekim'de Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Esenler'de başlattığı kentsel dönüşümün "ikinci büyük adımı" olarak nitelendirdi ve 2013 yılının kentsel dönü-

şümde "atılım yılı" olacağını söyledi. 20 yıl içinde kentsel dönüşümü bitireceklerini iddia eden Bayraktar, ilk iki yılda büyük mesafe alacaklarını söyleyerek daha büyük yıkımların ufukta olduğunu ifade etti. AKP kentsel dönüşüm seferberliğinde ikinci perdeyi aralarken yasal düzenlemelerin süreci yavaşlatmasını yeni afet yasası yönetmeliği ile büyük oranda azalttı. Ancak önünde duran iki sorun için çözüm arayışları sürüyordu. İlk sorunu oluşturan dönüşü-

mün finansmanı için Körfez ülkelerinden "müjdeli" haber geldi. YIKIMIN YEN‹ ORTAKLARI KÖRFEZ'DEN Tayyip Erdoğan'ın talimatı üzerine yeni bir kanun çıkarıldı ve "İller Bankası kar amaçlı proje yapar ya da yaptırır" maddesiyle İller Bankası, kentsel dönüşüme kaynak yaratmak için konut sektörüne girdi. Banka'nın temel görevi ise yıkıma ortak olacak yatırımcıları Türkiye'ye çekmek. İller Bankası Genel Müdür Vekili Tuncay Karaman bu görevdeki ilk "müjdeli" haberi verdi. Karaman, kentsel dönüşüm için Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap

Emirlikleri gibi ülkelerle görüşmelerin yoğunlaştığını, ayrıca Japonya'daki sermaye sahiplerinin de yıkım projesini yakından takip ettiklerini söyledi. İller Bankası garantisinin Körfez ve Ortadoğu sermayesinin ilgisini artırdığını söyleyen Karaman, bir "müjdeli haber" daha verdi. Yeni oluşturulan kaynak modeli ile İller Bankası'nın 2012'de kazandığı 300 milyon lira civarındaki karın yüzde 51'i belediyelerin kentsel dönüşüm projelerine hibe edilecek. Karaman ayrıca, "Kaynak geliştirme amacıyla konut sektörüne giriyoruz. Sadece Maltepe'deki projeden 400 milyon lira gelir bekliyoruz. Ayrıca Tuzla ve Macunköy'de de benzer proje-

Yıkımla mücadele sözü Tuzla’da ulaşım hakkı eylemi ‹stanbul’da Haydarpafla-Gebze banliyo tren hatt›n›n yenilenmesi nedeniyle Gebze’ye giden halk için Pendik-Gebze aras›na 17B otobüs hatt› konulmufltu. Önceleri 15 dakikada bir kalkan araçlar, son zamanlarda belediyenin keyfine b›rak›ld›. 5 Ocak günü akflam saatlerinde 17B’nin

2 saat gelmemesi üzerine halk eylem yapt›. Uzun süre ‹ETT müdürlü¤ünü arayan halk yan›t bulamad›. 17B’nin çok geç gelmesi üzerine de halk yolu trafi¤e kapatt›. K›sa sürede olay yerine gelen polislere de tepki gösteren halk bofl bir arac›n dura¤a gelmesi üzerine akbil basmadan araca bindi.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

ler yapacağız. Buralardan elde edilecek paranın yarısı kentsel dönüşüm hesabına gidecek" dedi.

STAR Medya’n›n düzenledi¤i ‘‹nflaat› konufluyoruz’ bafll›kl› toplant›da kentsel dönüflüm ve konut sektörünün gelece¤i tart›fl›ld›. Çevre ve fiehircilik Bakan› Erdo¤an Bayraktar ve ‹stanbul Büyükflehir Belediye Baflkan› Kadir Topbafl’›n konuflma yapt›¤› toplant›ya, Esenler, Fatih, Beyo¤lu Belediye Baflkanlar› ve inflaat patronlar› kat›ld›. STAR Medya Grubu Baflkan› Tevhit Karakaya’n›n baflkanl›¤›nda gerçekleflen toplant›da, kentsel dönüflüm yasas›n›n rant yasas› olmad›¤› iddialar› üzerine konufluldu. Bayraktar konuflmas›yla toplant›ya damgas›n› vurdu. Her geçen gün kentsel dönüflümde iddias›n› büyüten Bayraktar, "Macun tüpten ç›kt›, bir flekilde bu kentsel dönüflümü yürütece¤iz" dedi. Allah korkusu içinde y›k›mlara devam edeceklerini söyleyen Bayraktar, hem dönüflümü sa¤layacaklar›n› hem de yumurtay› k›rmaya-

caklar›n› söyledi. Evleri y›k›lacak olan mahallelilerin ça¤›r›lmad›¤› toplant›da Bayraktar, kentsel dönüflüm çark›n›n bir flekilde döndüreceklerini, fakire de yard›m edeceklerini söyledi. Topbafl konuflmas›nda herkesin art›k ayn› gemide oldu¤unu vurgulayarak inflaat sektörü sayesinde Türkiye'nin küresel krizden huzurlu bir geçifl yapt›¤›n› böylece Yunanistan gibi olunmad›¤›n› öne sürdü. ‹nanlar ‹nflaat Yönetim Kurulu Baflkan› Serdar ‹nan ise, "Devlet eliyle olmazsa kentsel dönüflüm imkans›z” diyerek devlet deste¤ine muhtaç olduklar›n› vurgulad›. Teknik Yap› Yönetim Kurulu Baflkan› Nazmi Durbakay›m konuflmas›nda bir an önce kamu-özel sektör iflbirli¤i ile kentsel dönüflümün devreye girmesi gerekti¤ini savundu.

HALK BU OYUNA GELMEZ Kentsel dönüşümde ikinci sorunu oluşturan halkın ikna edilmesi için Türkiye genelinde çalışmalar yürütülüyor. Belediyelerin büyük rol aldığı "bilgilendirme toplantılarında" halka kentsel dönüşümün nimetleri anlatılıyor. Bayraktar ise her konuşmasında halkı el ele vermeye çağırıyor. Şimdilik barış içinde yıkım manzaraları seyrediliyor. Perde açıldıkça kentsel dönüşümün “herkes için iyi” bir süreç olmadığı ortaya çıkacak.

Adana’da belediyenin kentsel dönüflüm karar›na karfl›, mahallelerine sahip ç›kmak için Adana Bar›nma Hakk› Bürosu'nun ça¤r›s›yla yaklafl›k 800 kifli bulufltu. Hakk›nda 2011 y›l›n›n fiubat ay›nda kentsel dönüflüm karar› ç›kan 2000 Evler mahallesinde yap›lan toplant›ya TMMOB ad›na Naz›m Biçer, avukat ‹lknur Önal, ‹smetpafla Mahallesi Bar›n-

ma Hakk› Bürosu temsilcisi Fadime Temur ve Adana Bar›nma Hakk› Bürosu temsilcisi Mert Kaya kat›ld›. Naz›m Biçer, TMMOB’nin kentsel dönüflüme bak›fl aç›s›n› anlat›rken, Av. ‹lknur Önal kentsel dönüflümün hukuki boyutunu aç›klad›. Önal’›n ard›ndan Fadime Temur, ‹smetpafla Mahallesi’nde neler yaflad›klar›n› ve mücadelede nas›l bir yol izlendi-

¤ini, Mert Kaya ise 2000 Evler Mahallesi'nde nas›l bir yol izlenebilece¤ini anlatt›. Evlerinin 10 y›l önce belediye taraf›ndan kooperatif kurularak yap›ld›¤›n› ve hala tapular›n›n olmad›¤›n› dile getiren mahalle halk›, kentsel dönüflümü istemediklerini ve evlerini boflaltmayacaklar›n› söyleyerek mücadele edeceklerini belirtti.

Edirne ve Urfa’da ulaşım hakkı kazandı L. MERAL ÜNAL

Urfa'da tek binişlik öğrenci biletinin 1 lira 10 kuruştan 1 lira 25 kuruşa çıkması, Edirne'de ise şehir içi ulaşıma yüzde 15 ile yüzde 20 arasında zam yapılacağının duyurulması üniversitelileri harekete geçirdi. Zamlar üniversite öğrencilerinin eylemleriyle geri çekildi. Harran Üniversitesi öğrencileri, ulaşıma yapılan zam karşısında üniversitelerinde 3 Ocak’ta başlattıkları eylem-

önerinin görüşmesini ertelemek zorunda kalırken, toplantı salonundan çıkan üniversiteliler zammın durdurulmasını alkışlarla ve sloganlarla kutladı.

lerini belediye binasına taşıdı. Osmanbey Kampüsü'nden çıkarak Urfa Büyükşehir Belediyesi'ne yürüyen Harran Üniversitesi öğrencileri ana caddeyi trafiğe kapattı. Çok geçmeden polisin saldırdığı ulaşım hakkı eyleminde üç üniversiteli gözaltına alındı. BELED‹YE ZAMMI GER‹ ÇEKT‹ Öğrencilerin gerçekleştirdiği ulaşım zammı eylemi üzerine Harran Üniversitesi Rektörü, Urfa Belediye Başkanı Ahmet Şeref Fakıbaba ile görüşerek, ulaşıma yapılan zamların geri çekilmesini talep etti. Yapılan açıklamada ulaşıma yapılan zammın öğrencilerin isteğiyle geri çekildiği belirtildi.

Edirne’de ulafl›m zamlar›na karfl› eylem yapan üniversiteliler polis barikat›n› afl›p belediyeye yürüdü. Ö⁄RENC‹LER ED‹RNE'DE ZAMMI DURDURDU Edirne'de ise şehir içi ulaşıma yapılması beklenen zammı protesto eden üniversiteliler 2 Ocak’ta Tahmis Meydanı'ndan Edirne Büyükşehir Belediyesi'ne yürüdüler. Yürüyüş sıra-

sında çevik kuvvet polislerinin önlerini kestiği öğrenciler, polis barikatını aşarak belediye binası önüne ulaştılar. Burada bir basın açıklaması gerçekleştiren öğrenciler, kanunen halka açık olan ve ulaşı-

ma yapılacak zam oranının belirleneceği toplantıya kendi temsilcilerinin katılmalarını istedi. Öğrencilerin kararlı duruşu sonucu, 5 öğrenci temsilcisi meclis toplantısına girdi. Öğrencilerin yapılması planlanan zamma yönelik eylemi sonucu Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi

HATAY'DA ZAMMA EfiEKL‹ ÇÖZÜM Hatay'da Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) öğrencileri, şehir merkezinden 20 kilometre uzakta bulunan kampüslerine ulaşırken çektikleri sıkıntıyı anlatmak için eşekli bir protesto eylemi gerçekleştirdiler. Tek güzergahtan geçen otobüs seferlerinin yetersiz olduğunu belirten üniversiteliler kampüse getirdikleri iki eşeğe binerek, ulaşımdaki niteliksizliği protesto etti. Üniversiteye şehir merkezinden ulaşımın çileye döndüğünü ifade eden öğrenciler, her gün binlerce insanı mağdur eden bu ulaşım sıkıntısını çözmek için seslerini daha gür duyuracaklarını vurguladılar.


7

SAĞLIK / ÇEVRE 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

TONYA’DAN ÇI⁄LIKARA’YA TAfi OCAKLARINA KARfiI MÜCADELE SÜRÜYOR

Mersin’de nükleere karşı nöbet Antalya Isparta Burdur Denizli Kaş Platformu’nun Antalya’da yaptıkları eylem

Tonyalıların Trabzon Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde yaptıkları eylem

‘Şirketlerin sofrasına sunacak doğamız yok!’ Tonya ve Antalya halkının taş ocaklarına karşı mücadelesi sürüyor. Tonya “Yaşam alanlarımızı şirketlerin, sofrasına sunmayacağız” derken Antalyalılar ormanlarının katledilmesine karşı çıkıyor EVRİM ÇAKIR ANTALYA/ÇIĞLIKARA Antalya’da Çığlıkara Ormanı’na kurulması planlanan 35 taş ocağına karşı, Armutlu köyü halkı ve Antalya Isparta Burdur Denizli Kaş Platformu 6 Ocak’ta bir eylem yaptı. Halk, ormanın katledilmesine izin vermeyeceklerini söyledi. Çığlıkara Ormanı’na taş ocakları için ruhsat izni verildi. Ruhsat izniyle birlikte bölgede 35 adet taş ocağı açıldı. Taş ocaklarına yol açmak için “kontrollü kesim” adı altında ağaç katliamı başladı. Köylülerin yaşam alanlarını yok ettiği için tepki gösterdiği taş ocakları, Çığlıkara Tabiatı Koruma Alanı’ndaki ekolojik yaşamı da tehlikeye sokuyor. ÇIĞLIKARA’NIN ÖNEMİ Çığlıkara Tabiatı Koruma Alanı,

Antalya’daki beş milli parkın üçünden daha büyük bir alana sahip. Alanın iklimsel ve jeolojik geçiş bölgesinde bulunması, canlı türlerinin çeşitliliğini beraberinde getiriyor. Batı Akdeniz Ormancılık Enstitüsü tarafından 2011 yılında hazırlanan Çığlıkara Tabiatı Koruma Ormanının Doğal Kaynak Değerlerinin Belirlenmesi Raporu’nda da Çığlıkara’nın korunması gerektiğine dikkat çekilmişti. Rapordaki bilgilere göre, Çığlıkara'da tespit edilen 806 bitkiden 193'ü endemik bitki, yani dünyada bir tek bu bölgede bulunan bitkiler. Alanda bulunan bitkilerden üçü soyunun tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya, on dördü risk grubunda, ikisi Bern Sözleşmesi kapsamında mutlaka korunması gereken türler arasında. Bu bitki türlerinden altısı da dünya çapında türünün sona ermesi tehdidiyle karşı karşıya. Üstelik alanda, dünya çapında soyu tehlikede kabul edilen hayvan

türleri de yaşıyor. TRABZON/TONYA Antalya’da taş ocaklarına karşı verilen mücadele gibi Trabzon’da Tonya halkı da kurulması planlanan taş ocaklarına ve çimento fabrikasına karşı eylemdeydi. Tonya Çevre Platformu ilçede yapılması planlanan taş ve çimento fabrikalarını bir eylem yaparak protesto etti. Trabzon Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde 29 Aralık günü bir araya gelen Tonyalılar “Taş ocağı ve çimento fabrikası istemiyoruz” diyerek tepki gösterdi. Tonya Çevre Platformu adına bir açıklama yapan Sümer Özkan, Çevre Bakanı’nı çevreyi korumaya çağırdı. ‘TAŞ OCAKLARI HALKI DEĞİL ŞİRKETLERİ BÜYÜTECEK’ “Şirket yatırımlarını esas alan bir

anlayışla, çevre bakanı olmak, en üst düzeyde de olsa çevreye yabancılaşacaktır” diyen Özkan, Tonya’nın 16 tane taş ocağı ile delik deşik edileceğine dikkat çekti. Yapılacak taş ocaklarıyla büyüme ve gelişme yaşanacağının iddia edildiğini söyleyen Özkan, taş ocağı ve çimento fabrikalarının kurulmasının şirketlerin büyümesinden başka bir şey ifade etmediğini belirtti. Tonya halkının bugüne kadar imza kampanyaları, bilimsel toplantılar ve eylemler düzenleyerek taş ocaklarına karşı çıktığını söyleyen Özkan sözlerini şöyle noktaladı: “Yaşam alanlarımızı şirketlerin ve işbirlikçilerin sofrasına sunmayacağız.” “LİVALOBO’NUN YAYLALARINA KİMSEYİ SOKMAYACAĞIZ” Eyleme katılan Tonyalı kadınlar da “Burası Livalobo yaylaları. Buraya kimseyi sokmayacağız” diyerek taş ve mermer ocaklarını yapılmasına izin

vermeyeceklerini söyledi. Tonyalılar yapılan açıklamanın ardından kurulması planlanan taş ocakları ve çimento fabrikasına karşı topladıkları 1570 imzayı Trabzon Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne teslim etti. HES’Çİ ŞİRKETİ YUMURTALARLA KOVALADILAR Tonya’da derelerin satılmasına ve HES’lerin yol açtığı çevre katliamına oluşan tepkileri önlemek için HES şirketi HEDA Elektrik tarafından, 7 Haziran 2010’da düzenlenen “bilgilendirme toplantısı” Tonya halkının müdahalesine uğramıştı. “HES’çi şirket Tonya’yı terk et” sloganları ile salonu boşaltan Tonyalılar, şirket yetkilisi, AKP’li Tonya Belediye Başkanı, AKP İlçe Başkanı ve bazı muhtarlarını baş başa bırakmıştı. Toplantı çıkışını bekleyen Tonyalılar, HES yetkililerini taşıyan aracı yumurtalar eşliğinde “uğurlamıştı.”

Halk soygundan memnunmuş Ç

Ali Çerkezoğlu

Sağlık Çalışanları Meclisi toplandı Türkiye (Büyük) Sa¤l›kç›lar Meclisi, 5 Ocak’ta Ankara’da topland›. Meclis, 32 ilden hekim ve sa¤l›k çal›flanlar›n›n kat›l›m›yla, Ankara Üniversitesi T›p Fakültesi ‹bn-i Sina Hastanesi Hasan Ali Yücel Konferans Salonu’nda bir araya geldi. Türk Tabipleri Birli¤i, Sa¤l›k Emekçileri Sendikas› ve Dev Sa¤l›k-‹fl’in de aralar›nda bulundu¤u 12 sa¤l›k meslek örgütünün ça¤r›s›yla toplanan Türkiye

Sa¤l›kç›lar Meclisi’nin gündemini, 663 say›l› Kanun Hükmünde Kararname ve Kamu Hastane Birlikleri (KHB) oluflturdu. Toplant› boyunca, KHB ve bu birliklere ba¤l› olan hastanelere CEO’lar›n atanmas›yla birlikte bütün sa¤l›k çal›flanlar›n› derinden kayg›land›ran bir dönem bafllad›¤›na iflaret edilen konuflmalarda, hükümetin sa¤l›k politikalar›na karfl› birlik ve mücadele ça¤r›s› yap›ld›.

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, AKP’nin 10 yıllık iktidarı boyunca sağlık harcamalarının artışıyla sağlık hizmetlerinden memnuniyetin de arttığını söyledi. Konuyla ilgili İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu ile konuştuk. Çelik’in “İlaç harcamaları 5 milyar liradan 15 milyar liraya, sağlık harca-

maları 10 milyar liradan 45 milyar liraya çıktı, bütün bunların sonucunda sağlık hizmetlerinde memnuniyet yüzde 39'dan yüzde 76'ya yükseldi” sözlerini değerlendiren Çerkezoğlu şunları söyledi: “Bu açıklamayı yaptığı yer Marmara Sağlık Federasyonu'nun (MASFED), Wow Hotel'deki tanıtım toplantısı olunca aslında ortada bir sorun da görünmüyor. Çünkü toplan-

tıda artan sağlık harcamalarının mağduru milyonlarca yoksul ya da onların temsilcileri bulunmuyor. Tam tersine sağlıktaki harcamaların daha da artmasını isteyen ve bu işten para kazanan tüccarlara bu konuşmayı yapıyor. AKP hükümeti ve Bakanı bu anlayışla halktaki ‘memnuniyeti arttırmak’ için sağlık ve ilaç harcamalarını arttırmayı sürdürmeye kararlı oldukları-

nı ifade etmiş oldu. SGK üzerinden sunulan sağlık hizmetlerini kısıtlayarak ‘tamamlayıcı sağlık sigortası’ ile bir prim daha toplarsak, yatarak tedavi görenlerden ilaç katılımı gibi alınan payları arttırırsak, ilaç paralarının SGK’li olmasına rağmen neredeyse tamamını vatandaşın cebinden almayı başarırsak ‘vatandaş mutluluktan uçacak’ diye düşünüyor. Hemen her hastanede

nitelikli bir sağlık hizmetine erişemediği için şiddet ortamının yeniden üretildiği bir sağlık ortamında, asgari ücretin üçte birinden fazla geliri olanlara bile SGK borcu çıkarıldığı, hastaların verilen sağlık hizmetine güveninin kalmadığı, sağlık hizmetini sunan hekimlerin ve sağlık çalışanlarının mutsuz olduğu bir sağlık sisteminde ‘memnuniyetten’ söz edilemez.

M

ersin’de halkı nükleer santrale ikna etmek için kurulan “Nükleer Santral Bilgilendirme Bürosu”nun protesto eylemleri sürüyor. Eylem nöbeti yılın ilk haftaları TKP, ÖDP ve Mersin Halkevi’ndeydi. 5 Ocak günü saat Atatürk Caddesi Taş Bina önünde bir araya gelen nükleer karşıtları buradan Çamlıbel’de bulunan bilgilendirme bürosuna doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca “Yalana, talana, AKP’ye hayır”,“Nükleerci şirket ülkeyi terk et”, “Mersin Çernobil olmayacak” sloganları atıldı.

HES durdu mücadele sürüyor

A

ntalya'nın Kumluca ilçesindeki Kürce HES, mahkeme tarafından bir kez daha durduruldu. 1 yıl önce mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına karşın yeni bir ÇED raporu hazırlayarak çalışmalarını sürdüren şirkete karşı yapılan suç duyurusunun ardından, "mahkeme kararının eski projeye ilişkin olduğu" gerekçesiyle çalışmaların sürmesinde bir sakınca olmadığı belirtilmiş proje devam etmişti. Alakır Nehri Kardeşliği Platformu 29 Aralık’ta bir açıklama yaparak HES dursa da sürecin takipçisi olmaya devam edeceklerini söyledi.

Kocaeli Devlet Hastanesi’ni AKP’nin şoförü işletecek Kent Konut A.Ş de yer alıyor. Kent Konut A.Ş, 2004 yerel seçimleriyle AKP’li İbrahim Karaosmanoğlu’nun Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanlığına gelmesinin ardından kuruldu. Amacı sosyal konut üretmek olan ve belediye bünyesinde kurulan şirket, lüks konutlar yaparak ve üzerine ciddi kârlar koyarak faaliyetlerini sürdürüyor.

K

amu Hastane Birlikleri (KHB) Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle hastanelerin yönetim yapısı “finansal yeterliliği göz önünde bulundurulan” kişiler tarafından yönetilen, özerk bütçeli işletmeler haline getirildi. AKP, KHB ve kamu özel ortaklığıyla bir taraftan sağlık hizmetlerinin tümünü şirketlere devrederken diğer yanda da hastane yönetimlerinin başına da şirket yöneticilerini getirdi. KHB’ye göre hastane yöneticisi ve müdür olabilmek için en az dört yıllık bir yükseköğretim kurumundan mezun olmak ve kamu veya özel sektörde en az 5 yıl çalışmak gerekiyor. Ancak şirket yöneticisi olmanın temel belirleyeni AKP’li olmak veya AKP’ye tabi olmak. Bunun örneklerinden biri Kocaeli’nde yaşandı. Kocaeli AKP İl Başkanı Mahmut Civelek’in şoförü ve aynı zamanda özel kalem müdürü Abdullah Kaanoğlu, Kocaeli Devlet Hastanesi idari ve mali işler müdür yardımcılığına getirildi.

Hastane yöneticileri AKP’li olmalarına göre belirleniyor. Kocaeli Devlet Hastanesi’nin yönetimine AKP İl Başkanı’nın şoförü getirildi KAANOĞLU’NUN YÜKSELİŞİ AKP İl Başkanı Mahmut Civelek’in şoförü Abdullah Kaanoğlu, hastanenin idari ve mali işler müdür yardımcısı oldu.

Kaanoğlu bir yıldan uzun süredir Civelek`in hem şoförlüğünü hem de özel kalem müdürlüğünü yaptı. Kaanoğlu’nun çalıştığı yerler arasında Büyükşehir Belediyesi’nin bir birimi olan

NEDEN CİVELEK’İN ŞOFORÜ? 17 Ekim 2012’de düzenlenen AKP il meclisleri toplantısına katılan Başbakan, Yeni Büyükşehir Kanunuyla ilgili değerlendirme yaparak Kocaeli’ni ayrıca örnek gösterdi. Hizmetin imar bütünlüğü konusunda da söz konusu olduğunu söyleyen başbakan “Oy toplamanın değil, millete hizmet etmenin peşindeyiz” dedi ama toplantıda Kocaeli İl Başkanı Mahmut Civelek’e ildeki seçmen sayısının yüzde 20’sini partiye üye yaptığı için plaket verildi.

İzmir’de 112 çökebilir

İ

zmir Tabip Odası ve Genel Sağlık-İş Sendikası 7 Ocak’ta yaptıkları basın toplantısıyla 112 Acil Ambulans hizmetlerinde görevli 40 hekimin görevlerinden uzaklaştırılmak istendiğini ve bu uygulamanın sonucunda 112 Acil Ambulans hizmetlerinin çökebileceğini açıkladı. Açıklamada İzmir'in birçok hastanesinde başta acil servisler olmak üzere birçok biriminde pratisyen hekim açığı olduğu ancak bu açığı gidermenin çözümünün İzmir'e yeni kadrolar açılmasından geçtiği söylendi.


8

EMEK 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Seks iflçileri ‘güvence’ istedi

Cumhuriyet haber yapmad›

I İstanbul Karaköy’deki genelevlerde çalışan kadınlar 4 Ocak günü eylem yaptı. Seks işçileri, genelevlerin kapatılmaya çalışıldığını ve kendilerine yeni yer gösterilmediğini belirterek kapatmaların Galataport projesiyle ilgili olduğunu ifade etti.

2013: Hüznümüz ve direncimizle merhaba 013’ün daha başında Zonguldak’ta meydana 2 gelen “iş kazası”, maden işçilerinin bu ülkeye nasıl canı pahasına üretim yaptıklarını hatırlattı. İş kazalarını, cinayetlerini dışarıdan izleyen bir göz ne görüyor acaba? Salt bir insani acıma duygusu yanında sınıf penceresinden ne görüyor? Bu kadar tehlikeli bir işi yapmak zorunda kaldıkları için küçümseniyorlar mıdır? Demek ki başka bir meziyetleri yok, yoksa ne diye yerin 700 metre altında çalışsınlar! Lakin biz biliyoruz ki, asıl hak edilen saygıdır. Mesele Ahmet’in ya da Mehmet’in başka bir mesleki yeteneği olmamasından dolayı mecburen madende çalışmak zorunda kalması değildir. Sonuçta orada maden var, bu ülkeye maden lazım ve birilerinin bu madeni kol gücüyle çıkarması şart. Adı Ahmet ya da Mehmet değil adı İŞÇİ SINIFI’dır madene inenin. Dolayısıyla kimsenin vahlamasına ihtiyaç duymamaktadırlar. Onlar sadece saygıyı hak etmektedirler. Savaştaki bir asker dışında kim ülkesi için bu kadar gözü kara dalar yaşamın içine… 2013 bize Zonguldak’taki işçi kardeşlerimizin ölümüyle geldi, kabulümüzdür. Merhaba hüzün diyoruz, hüznümüz isyan olsun umuduyla… Yeni yıla kocaman bir merhaba diyen Paşabahçe işçileri ustalarının bıraktığı mücadele mirasıyla Paşabahçe patronunun karşısına dikildi. Kazanılmış haklarını kaybetmemek için kararlılıklarını çok açık olarak ifade ettiler. Söyledikleri çok açık: “Yarınımızın ne olaTufan cağına sermaye sınıfı karar veremez!” Sertlek Paşabahçe’deki kardeşleri Dev Sa¤l›k-‹fl kadar tecrübeli olmasalar da, Yönetim Kurulu tek tek hastanelerde güvenceli iş mücadelesi yürüten taşeron sağlık işçisi kardeşlerinin çizdiği yoldan Trabzon’daki hastanede direniş başlatan sağlık işçileri belki de yeni bir yılda bizlere en güçlü merhaba diyen kardeşlerimiz. En güçlü diyoruz çünkü onlar bundan sonraki mücadelenin gerçek sahipleri olan güvencesiz işçiler. Eski dönemin işçi mücadelesinin sembollerinden Paşabahçe işçisi ile yeni sürecin sembolü haline gelen taşeron sağlık işçilerinin eylemlerinin ortak bir ruhu var. İkisi de emekçi olarak üretim sürecinde aldıkları yer gereği toplumsal meşruiyetlerinden son derece eminler. Sermaye istediği kadar “sermayeyi ben koyuyorum, girişimci benim…” lafazanlığıyla şişinsin dursun… Gayet yalın biçimde “üreten benim” diyerek meydanı sermaye düzenine bırakmayacaklarını ilan ediyorlar. 2013 yeni sendika ve toplu iş sözleşmesi yasasının uygulamaya konduğu bir yıl olacak. Bir yandan örgütlenmenin önünü açar gibi yaptıkları yasal düzenlemelere oldukça ustalıklı yerleştirilmiş bazı hükümlerle kaşıkla verdiklerini kepçeyle almaya çalışıyorlar. Kapitalist AKP hükümetinden başka bir şey beklemek de yersiz olurdu zaten. Önümüzdeki dönem işçi hareketi açısından pek çok yeni olanağı sunuyor. Toplu sözleşme ve “sendikacılık” kapanına kısılmış bir işçi hareketinin hangi noktaya geldiğini hep birlikte gördük. Yeni yasal düzenlemeler bu anlamıyla sendikaları yasal prosedür labirentinde kaybetmeyi amaçlıyor. İşçi mücadelesini “sendikacılık” olarak algılayıp kapitalist düzenin koyduğu kurallarla oyun oynamaya devam edecek olan işçi örgütleri daha baştan işçilerin değil sermaye düzeninin genel çıkarlarına hizmet ediyor olacaklardır. Yeni yasal düzenlemelerin kurduğu pusuyu görüp 2013 yılında yeni bir mücadele ve örgütlenme çizgisi yaratma konusunda cesur adımlar atan işçi örgütleri bize eşitlik ve adalete dayalı bir yeni bir dünyanın müjdesini verebilirler. Gelecek oyunu kuralına göre oynayanların değil “oyun bozanlık” yapanların olacaktır… 2013 yılı başında Kozlu’nun yüreğimize düşen hüznü cam işçilerinin ve sağlık emekçilerinin bilinç ve cesaretiyle isyana dönüşüyor. Hoş geldin isyan günleri!

‹fiKUR’dan iflsizli¤e destek

I Cumhuriyet gazetesi çalışanları üç yıldır maaşlarına zam alamayınca 4 Ocak günü gazetenin bahçesinde yönetimi protesto ederek iş bırakma eylemi yaptı. Ankara bürosu da eyleme destek verdi. Basın-İş, yeni sendikalar yasası sonrasında gazetecileri de örgütlenmeye çağırıyor.

I İŞKUR, Türkiye genelinde 4/D statüsündeki 817 meslek danışmanını 1 Ocak’ta işten çıkardı. İŞKUR 2011’de, iş ve meslek danışmanlığı hizmetlerini yaygınlaştırmak için iş ve meslek danışmanları sayısını artıracağını açıklamış, Nisan 2012’de 2 bin, Ağustos 2012’de de 817 kişiyi işe almıştı.

Asgari ücret mücadelesi

D

ört aylık ücretlerini alamadıkları için eylem yapan İstanbul Ticaret Odası (İTO) Teknopark işçilerine 4 Ocak günü polis saldırdı. İTO önünde sabah saatlerinde biraraya gelen işçilere, direnişteki Abdi İbrahim işçileri ve HEY Tekstil işçileri de destek verdi. İşten çıkarmaların birinci sorumlusunun İTO olduğu belirten işçiler haklarını alana kadar İTO önünde bekleyeceklerini duyurdu. İşçiler İTO önündeki yolu trafiğe kapatınca polis saldırdı.

Asgari ücretin belirlendi¤i gün, Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤› polis taraf›ndan korunmas›na ra¤men, iflçiler polis barikatlar›n› aflt›, bakanl›k binas›na pankart ast›, iki bakan da iflçilerin att›¤› yumurtalar›n hedefi oldu

Devrimci Sağlık-İş Yönetim Kurulu, insanca yaşamaya yetecek asgari ücret mücadelesini işçi sınıfı açısından Halkın Sesi’ne değerlendirdi

T

ürkiye’de emekçilerin ücretinin belirlendiği iki temel süreçten birisi olan asgari ücretin belirlenmesi sürecini geride bıraktık. Sendikal hareket açısından değerlendirildiğinde sadece işyeri toplu sözleşmelerine odaklı bir örgütlenme ve mücadele çizgisinin kendi krizinin açığa çıktığı; üye, toplu sözleşme, aidat ekseninde şekillenen ve geleneksel sendikal anlayış olarak nitelenen bu sendikal çizginin bugün artık kadrolu-güvenceli işçilerin haklarını da koruyamaz hale geldiği görülüyor. On yıldır Türkiye’de sınıfın yeni ve en dinamik bileşenini oluşturan güvencesiz işçiler içinde örgütlenen ve eksenine taşerona karşı mücadeleyi alan sendikamız Devrimci Sağlık-İş açısından toplu pazarlık hakkı deyince, sadece işyeri toplu sözleşmeleriyle sınırlı olmayan bir toplu sözleşme düzeneği öncelik kazanıyor: Asgari

ücretin belirlenmesi. Türkiye’de 16 milyon kayıtlı ücretli çalışan var ve bu işçilerin yüzde 47’si asgari ücretle çalışıyor. Geri kalan kayıtlı ücretli emekçiler ve sayılarının 5 milyonu aştığı tahmin edilen kayıt dışı çalıştırılanlar açısından da asgari ücret temel bir ölçüt. Milyonlarca işçi ve onların ailesinin geçim koşulları asgari ücretle beraber belirleniyor. Asgari ücretin bu niteliği, belirlenme sürecini, bir toplu pazarlık sürecine yani devletin toplumla yaptığı en büyük toplumsal sözleşme sürecine dönüştürüyor. Üstelik bu pazarlık yalnızca asgari ücretle çalışanları değil, ücreti asgari ücret baz alınarak belirlenen kadrolu, kadrosuz, yarı zamanlı, tam zamanlı çalışan tüm emekçileri ilgilendiren bir niteliğe sahip. Asgari ücretin insanca yaşanacak bir gelir düzeyi olarak tanımlanması, asgari ücreti emeğin yeniden üretim alanını ve doğal olarak ev

içi emeği görmezden gelinen kadınları da doğrudan ilgilendiren bir konu haline getiriyor. Sınıf mücadelesi açısından hem tarihsel bir kazanım hem de güncel bir çatışma alanı olarak öne çıkan asgari ücret, üyelerinin neredeyse tamamı asgari ücretle çalışan sendikamız için daha yakıcı bir konu haline geliyor. Tüm emekçileri ilgilendiren asgari ücret tespit görüşmeleri bu haliyle milyonlarca emekçiyi açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum eden bir düzenek oluyor. DİSK-AR’ın 2012 yılı Aralık ayı raporuna göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 1061 TL, yoksulluk sınırının 3354 TL olduğu Türkiye’de, 2013 yılı için emekçiye uygun görülen asgari ücret 801 TL oldu. Asgari ücret, bugün işçilerin söz hakkının olmadığı, neoliberalizmin emeğe karşı saldırı stratejisinin bir parçası olan sınıf içi rekabetin derinleştirildiği bir

anlayışla belirleniyor ve uygulanıyor. Asgari ücretin antidemokratik ve toplumsal denetime tabi olmayan belirlenme sürecini emekçilerin doğrudan söz ve karar sahibi olduğu bir toplu pazarlık sürecine dönüştürmek, asgari ücret mücadelesinin önemli bir ayağını oluşturmalıdır. Ayrıca, eğitimden sağlığa, ulaşımdan enerjiye kadar tüm yaşamsal alanların piyasalaştırıldığı ve bu hizmetlerin paralı hale getirildiği günümüzde asgari ücret tartışması eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gibi temel hizmetlerin parasız olması talebi ile de iç içe geçiyor. Asgari ücretin bugünün sınıf mücadelesi açısından anlamı göz önüne alındığında bizlere düşen görev çok açık ve seçik ortadaydı. Artık bir ortaoyununa dönen ve hiçbir meşruiyeti kalamayan Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarının yapıldığı aralık ayında işyerleri, kent meydanları ve sokaklar eylem

alanlarına dönüştü. Asgari ücretin belirlendiği gün Çalışma Bakanlığı önü insanca yaşayacak asgari ücret talebimizi haykırdığımız mücadele alanı oldu. Bu haklı ve meşru talep karşısında her yıl asgari ücretin belirlendiği Çalışma Bakanlığı’nın kapısı, polis ablukası ile bize karşı “korunsa da” sermayenin taşeron düzeni karşısında işçi sınıfının insanca yaşam mücadelesi, Bakanlığın dokuzuncu katından sallanan bir pankart, patlayan bir yumurta ya da barikatta direniş oluyor. İşçi sınıfı köleliğe karşı isyanını, yaşamı ve tüm değerleri üretir gibi kendi bağrından çıkardığı en yaratıcı biçimlerde ifade ediyor. Geleceğimizin ihale masalarında pazarlanmasına izin vermediğimiz gibi, emeğimizin karşılığını da hükümet bürokratları, sermaye temsilcileri ve sendikal bürokrasinin karanlık toplantı masalarına teslim etmeyeceğiz.

‘Asgari ücretin altında çalışma!’ T

ürk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), mühendis, mimar, şehir plancılarının 2013 yılı asgari ücretini belirledi. 2700 TL brüt olarak belirlenen asgari ücret SGK’ye bildirildi. TMMOB’nin SGK ile yaptığı protokol gereği SGK, prim bedelleri üzerinden denetime başlayacak. Eksik bildirimler sorgulanacak. Ayrıca TMMOB ve bağlı odalar belirledikleri

asgari ücretin, insanca yaşam ücreti olarak hayata geçmesi için çalışma programları oluşturup, kendi denetimlerini kendileri yapabilecek. Her oda, üyelerinin bilgilerinden faydalanarak SGK prim bedellerini görebiliyor. 2700 TL’nin altında yatan primler SGK’ya bildirileceği gibi doğrudan işyeri de uyarılabilecek. Politeknik, tüm ücretli

D

HL işvereni, sendikalaşmayı engellemek için Hakİş’e bağlı Taşıma-İş sendikasını işyerine davet etti. Taşıma-İş’i işyerine çağırmakla kalmayan işveren kendi arabalarıyla işçilerin bir kısmını notere götürüp parasını vererek

Ankara ve Samsun’da Taşıma-İş’e üye yaptı. Samsun’da Taşıma-İş’e üye olan 18 işçi anında istifa ederek TÜMTİS’e üye oldu. Ankara’daki üyelikler DHL Müdürü’nün “Ya Taşıma-İş’e üye olursunuz ya da yarın işbaşı yapamazsınız” tehdidi ile gerçekleşti. TÜMTİS, 5 Ocak günü bir açıklama yaparak Hak-İş’e “İşverenin taşeronu olma” çağrısında bulundu.

‘Siz tokken biz açız’ Trabzon’daki Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Farabi Hastansi’nde işten çıkarılan 68 sağlık işçisi 2 Ocak günü hastane önünde direnişe geçti. Taşeron şirket bünyesinde çalıştırılan 68 temizlik işçisi ve 17 güvenlikçi, işten çıkarıldıklarını 2 Ocak günü cep telefonu mesajıyla öğrendi. Hastane yönetimi önce “Biz değil taşeron şirket işten çıkardı” dese de ardından “Kamunun ihtiyacı” ve “tasarruf” gibi gerekçeler öne sürdü. Hastane yönetimi, kıdem tazminatlarını en kısa sürede ödeyeceğini belirtse de hiçbir ihbar yapılmadan işten çıkarılan

işçiler, yönetimin sözlerini güvenilir bulmuyor. Yıllık izin hakları dahi kullandırılmayan işçiler, her ihale

döneminde üniversite yönetimi tarafından işten çıkarılıp yeni şirkette işe başlatılıyordu. Şimdiye kadar hiçbir sendika

Taksim Projesi’nde iş kazası

T

aksim Projesi’nde çalışan işçiler, bir arkadaşlarının şantiyede çalışırken yaralanmasına tepki gösterdi. Arkadaşlarının yaralanmasının nedenini şantiyede güvenlik önlemlerinin alınmaması ve inşaatın hızlandırılmaya çalışması olarak gören işçiler ellerindeki sopa ve küreklerle Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne doğru yürüyüşe geçti. Arkadaşlarının yanına hastaneye gitmek isteyen işçiler, Taksim Meydanı’nda polis tarafından gözaltına aldı.

mühendislere çağrı yaparak 2700 liranın altında çalışmamalarını söylüyor. TMMOB tarafından belirlenen asgari ücretin altında ücret alan ücretli mühendislerin, bağlı bulundukları odalarla irtibata geçmesi gerektiğini belirten Politeknik, asgari ücret mücadelesinin insanca yaşayacak ücret mücadelesinin ilerlemesi için önemli bir adım olduğunu söylüyor.

KTÜ Farabi Hastanesi sa€l›k iflçileri direnifli

DHL’de Hak-İş patron el ele

Teknopark işçilerine saldırı

deneyimi olmayan, 10 yıldan uzun süre taşeron şirketler bünyesinde çalıştırılan işçiler direnişle birlikte Devrimci Sağlıkİş ile tanıştı. Dev Sağlık-İş ile beraber işçiler direniş çadırıyla da tanıştı. İşçiler, Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Dev Sağlık-İş üyeleri ve Trabzon muhalefetinin desteğiyle 7 Ocak günü hastane bahçesine direniş çadırı kurdu. Çadır 7 Ocak gecesi güvenlikçiler tarafından söküldü. Direniş çadırını yeniden kuran ve işe geri dönene kadar direnişlerini sürdüreceklerini söyleyen işçilere Trabzon muhalefetinin de yoğun desteği var.

Abdi İbrahim’de direniş var

A

bdi İbrahim’in İstanbul Hadımköy’deki fabrikası’nda “İlaç fiyatlarının azalması ve şirketin zarar etmesi” gerekçesiyle 15 işçi 26 Aralık günü işten çıkarıldı. İşten çıkarılan 3 işçi 27 Aralık günü direnişe geçti. Firmanın İstanbul Maslak’taki fabrikasında da işten çıkarmalar olduğu son aylarda 180 işçinin işten çıkarıldığı öğrenildi. Fabrikada 7 ay önce vardiya sistemine geçildiği, ardından bazı esnek çalışma uygulamalarının başladığı, firmanın, fason firmaları üretime soktuğu öğrenildi.


9

SERMAYE 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Sermayenin a¤z›ndan bal daml›yor inansbank’ın eski sahibi, Özyeğin Üniversitesi kurucusu, 3 milyar dolarlık serveti ile Türkiye’nin en zengin “adamı” Hüsnü Özyeğin’in Türkiye ekonomisini değerlendiren açıklamaları, sermaye ile AKP’nin neden iyi anlaştığını açıkça ortaya koydu. Anadolu Ajansı’nın sorularını yanıtlayan Özyeğin, Türkiye’de işlerin iyi gittiğini ve sürecin son derece sağlıklı yönetildiğini söyledi. Sözlerine Avrupa ekonomilerini değerlendirerek devam eden Özyeğin, Avrupa’nın bu yıl yaptığı parasal genişlemelerin işe yaradığını ve finansal risklerin azaldığını söylerken Avrupa’ya iş kanunlarında, sosyal alanlarda “reformlar” yapması için tavsiyelerde bulunmaktan da geri durmadı. Özyeğin’in “reform” diye adlandırdıklarının gerçek anlamının, krizin bedelini halka fatura etmek olduğunu, övgüler yağdırdığı Türkiye ekonomisinden ve mali disiplinden iyi tanıyoruz. Avrupa’nın politik olarak, bahsettiği reformları yapma niyetinde olmadığını da sözlerine ekleyen Özyeğin belli ki İspanya’da ve diğer birçok ülkede sokağa çıkan halkın yarattığı politik baskıyı kastediyor olsa gerek... Avrupa’da krizin bedelini halka ödetmek isteyen sermayenin, hükümetleri tam kontrolüne alamamasında emekçilerin politik gücü ve sokağın gücü etkili oldu. Türkiye’de de krizin bedelini halka ödetmek isteyenler benzer şekilde, tek halledemedikleri şey olarak sokağı gösteriyorlar. Türkiye ekonomisini ve ekonomi yönetimini öven Özyeğin, zenginliğini hükümetlerle kurduğu yakın ilişkilere borçlu. 4 Şubat 1994 tarihinde yayınlanan Devlet Denetleme Kurulu’nun raporuna göre devalüasyondan önce Merkez Bankası’ndan yüklü miktarda döviz alan iki bankadan birisi Özyeğin’in kurduğu Engin Finansbank idi. Tansu Çiller’e Duran yakınlığıyla bilinen Özyeğin, bu haberin kendisine önceden engin.duran @yahoo.com fısıldanmasıyla bir gecede sermayesine sermaye kattı. Kurduğu bankasını devlet desteğiyle ihya ederek, Türkiye’nin en zengin adamı oldu. Finans piyasalarında bu gibi vurkaçlarla sermaye birikimini katlayan Özyeğin, Anadolu Ajansı’na verdiği demeçte finans oligarşisinin büyümesi için yine devlete görevler biçiyor. Finans piyasalarında dönecek büyük oyunların, spekülasyonun hangi reel sömürü ve yağma alanlarından türeyeceğine işaret ediyor. Özyeğin Türkiye’de önümüzdeki dönemlerde yatırım yapılabilecek, kar getirecek ve finans kesimini de ihya edecek sektörler olarak enerji ve eğitimi gösteriyor. AKP’nin nükleer santral gayretini överken, doğayı katleden, tüm suları ticarileştiren hidroelektrik santralleri kurtarıcı ilan ediyor. Enerji şirketlerinin artan karlılıkları sayesinde borsaya daha çok girdikleri takdirde borsanın endeks olarak artmakla yetinmeyeceğini aynı zamanda büyüyeceğini söylerken bunun yolunun da enerji şirketlerinin “halka açılmasından” geçtiğini belirtiyor. Zaten Özyeğin’in değerlendirmesi boyunca “halk” kelimesi sadece, doğanın yağması üzerinden dönecek spekülasyonun öznesini anlatırken kullanıyor. Öyle ya, bir finans oligarkının gözünde herkes piyasa oyuncusu. Özyeğin’in geleceğin sektörü olarak gösterdiği eğitimde de yabancı öğrencilerin Türkiye’ye daha çok gelmesini ve dolar getirmesini, yani eğitimin uluslararası hizmet ticaretinin parçası olmasını öneriyor. Özyeğin, Çin’den ABD’ye okumaya gidenlerin yılda 5 milyar dolar bıraktıklarını söylüyor. Özyeğin eğitimin sermaye için bir diğer işlevini de Araştırma-Geliştirme harcamalarının artırılması sayesinde tank, tüfek imal edilmesi olarak anlatıyor. Ha bir de, İstanbul’un finans merkezi olması için gerekli “kalifiye” insanların da yetiştirilmesi gerektiğini sözlerine ekliyor. Yani finans sektörünün ihtiyaç duyduğu işgücünü yetiştirmek açısından da eğitim kritik bir öneme sahip. Özyeğin “daha çok HES, daha çok nükleer santral, eğitimin daha çok ticarileşmesi ve sermayenin hizmetine sunulması” için Anadolu Ajansı’na mülakat verirken, inşaat sektörünün yarattığı fırsatlardan da bahsetmeden geçmiyor. İşin özü halkın hakları adına ne varsa Özyeğin için borsada arz edilecek birikim ve fırsat kapıları. Onlar nasıl sermayeyi borsalarıyla çoğaltacaklarsa, bizler de haklarımızı sokakta çoğaltacağız.

F

2011 y›l›nda yüzde 11.5 büyürken 2012’de büyüme oran› yüzde 1’e düflen inflaat sektörü hükümetin yeni bir karar›yla fena sars›ld›. Baflbakan’a ba¤l› TOK‹ ile ortakl›k kurmadan üretilen ve kentsel ‹nflaatta u dönüflüm kapsam›nda olmayan konutn KDV oyu lar›n KDV’si yüzde 1’den yüzde 18’e yükseltildi.

Baş müteahhit Erdoğan UMAR KARATEPE

B

üyükşehirler başta olmak üzere, arsa rayiç bedeli yüksek olan yerlerdeki tüm konutları “lüks konut” kabul eden ve KDV’sini yüzde 1’den yüzde 18’e kadar çıkaran Bakanlar Kurulu kararı, sektörünün gündemine bomba gibi düştü. Bu karardan en fazla markalı konutlar etkilenecek. Çünkü eskiden 150 metrekarenin altındaki tüm konutlardan yüzde 1 vergi alınıyordu ve bu metrekarenin altındaki daireler, büyük inşaat şirketlerinin en fazla ürettiği ve sattığı konutlardı. Türkiye’nin önde gelen inşaat şirketlerinin patronları bu karara tepki gösterirken Zaman gazetesi bu rahatsızlığa sayfalarında geniş yer ayırdı. Zaman’ın konuya ilgisi boşuna değil. Zira inşaat patron-

larının tepkisinin en önemli nedenlerinden biri, bu kararla inşaat patronlarının TOKİ’ye (ve dolayısıyla bağlı olduğu Başbakan’a) daha fazla bağımlı olması. Çünkü TOKİ ve TOKİ ortakları bu KDV artışından muaf kalacak, büyük bir rekabet gücü elde etmiş olacaklar. İnşaat Müteahhitleri Konfederasyonu Genel Başkanı Tahir Tellioğlu, TOKİ’nin şirketlerle ortaklık kurarak 1 milyon liralık süper lüks konutlar ürettiğine dikkat çekerek, yeni KDV uygulamasında TOKİ’nin dışarıda tutulmasını “haksız rekabet” olarak nitelendirdi. Afet yasası kapsamındaki kentsel dönüşüm alanlarında da lüks konut üretileceğine dikkat çeken Tellioğlu bu konutlarda da yüzde 18 KDV uygulanmasını, daha genel olarak da TOKİ’nin sosyal konut dışındaki faaliyetlerini

durdurmasını istedi. STOKLARI ER‹TECEK Karara tepkiler gelse de bu karar elinde konut stoku birikmiş firmaları kısa vadede rahatlatacak. Çünkü 2013’de ruhsatı alınmış konutların ciddi oranda pahalılaşacak olmasının, öncesinde üretilmişlere yönelik bir talep canlanması yaratması bekleniyor. Daha önceden ruhsatı alınmış 700-800 bin arasında konut satılmayı bekliyor. Firmalar “KDV’si yüzde 1 olan son konutlar” şeklinde reklamlar yaparak konut almayı düşünenlerin taleplerinin öne çekilmesi için uğraş veriyorlar. Sektörün devlerinden Sinpaş GYO İcra Kurulu Başkanı Ömer Faruk Çelik “2013’te eski ruhsatlı konutları satarız, 2014 ve 2015 yılındaki satışlarda düşüş olur” diyerek durumlarını

açıklıyor. Bahsedilen 700-800 bin konutun büyük bir bölümünün ise TOKİ’ye ve bir TOKİ kuruluşu olan Emlak Konut’a ait olduğu biliniyor. Ortalama yılda 400 bin olan konut talebinin bir şekilde artırılarak eldeki stokların hızla bitirilmesi şart görünüyor. Ancak elinde stoku az olanlar için durum çok parlak değil. Özellikle proje üzerinden, yani maket göstererek konut satan, kendi finansmanını bu şekilde sağlayan firmaları, KDV artışı daha fazla etkileyecek. Çünkü bu şirketler yeni proje yapıp para toplamaya kalktıklarında yüzde 18 yüksek bir maliyetle karşılaşacaklar. Dolayısıyla fiyatlar yükselecek, satışlar düşecek. Bunların da başında Ağaoğlu geliyor. Nitekim Ali Ağaoğlu “Yumurta almak için tavuğu kestiler. KDV artışı sektörü beklenenden daha olumsuz

etkileyecek” diyerek karara tepki gösterdi ve TV kanallarını dolaşıp ağlamaya başladı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar "Konut KDV artışında geri adım atmak yok" diyor ancak “konutlar pahalanacak” söylemiyle eldeki konutların satılmasının ardından kararın geri alınmasını bekleyen şirketler var. Bu hamlenin kalıcı olduğunu düşünenler ise meseleyi, AKP’nin inşaat şirketlerini kendi çizdiği koşullarda ortaklığa zorlamasına bağlıyor. TOKİ ile ortaklık kuranların bu vergiden muaf olması dışında, inşaat şirketlerinin bir “yırtma” yolu da Afet Yasası kapsamında “riskli” kabul edilen binaları ve alanları yenileme projelerine girmeleri. Yani inşaat patronları için TOKİ ve kentsel dönüşüm “mecburi güzergah” olacak.

Kaçak elektrik harammış ya fahiş elektrik? U rfa Viranşehir'de toplu açılış törenine katılan Tayyip Erdoğan, “kaçak elektrik haramdır” dedi. 30 Aralık’taki konuşmasında Erdoğan halka şu sözlerle seslendi: “Herhalde elektriği kaçak kullanmayacağız değil mi? Çünkü siz haramı helali çok iyi bilirsiniz. Ben inanıyorum ki Viranşehirli kardeşimin gırtlağından haram geçmez. İnşallah geçmeyecek.” Erdoğan’ın fetvasının nedeni halkın “günaha girmesinden” değil, özel elektrik dağıtım şirketlerinin zarara girmesinden korkması. Çünkü bu bölgedeki kayıp kaçak oranı yüzde 64 ile Türkiye’nin en yüksek seviyesinde. Daha önemlisi

bölgedeki Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş. (DEDAŞ) ihalesi için şubata kadar teklifler gelecek ve kayıp kaçak oranlarının azalması teklifleri yükseltecek. DEDAŞ ihalesi 2010’da yapılmış ancak ihaleyi alan ortaklık kriz nedeniyle yükümlülüklerini yerine getiremeyince iptal edilmişti. Erdoğan, ihale öncesi kaçak elektrik kullanımın haram olduğuna dair fetva verirken, hükümet aksi yöndeki mahkeme kararlarına rağmen elektrik şirketlerinin sayaç okuma bedeli almalarına, kayıp-kaçak bedelini elektrik birim fiyatının içine ekleyerek tahsil etmelerine dair hiçbir önlem almıyor.

Orada dokuz işçi yatıyor T

ürkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri şirketi TAQA arasında, Afşin-Elbistan kömür havzasında elektrik santralı yapımını içeren anlaşma, 3 Ocak’ta imzalandı. Anlaşma Afşin-Elbistan Kömür Havzası'nda yeni santrallerin inşa

edilmesini, işletilmesini, modernizasyonunu ve yeni kömür sahalarının geliştirilmesini öngörüyor. Bu faaliyetlerin yürütüleceği alanların acele kamulaştırılmasına dair karar da alelacele çıkarıldı. Yeni madenlerin açılacağı ve üze-

rine fabrikaların kurulacağı kömür havzasında, Şubat 2011’de meydana gelen göçükte toprak altında kalan 9 işçiye ise halen ulaşılmış değil. Kazadan sonra bir süre arama kurtarma çalışması yürütülmüş, daha sonra aramalar kesilmişti.

AKP yemliyor Koç saldırıyor S

on günlerde kazandığı özelleştirme ihaleleriyle ve hükümetten aldığı askeri projelerle keyfi yerinde olan Koç grubu, “kriz” bahanesiyle işçi çıkarmaktan geri durmuyor. TOFAŞ’tan bin işçi atılırken bu rakamın 1800 kişiye çıkacağı söylentileri dolaşıyor. TOFAŞ işten çıkarmalara gerekçe olarak “2012 yılında Avrupa ihraç pazarlarında görülen zayıf talebin 2013 yılında da devam etmesinin beklenmesi”ni gösterdi ve şirketin 7 Ocak’tan itibaren üretimde 2 vardiya düzenine geçeceğini duyurdu. Koç grubu kriz gerekçesiyle Arçelik’in

Devletten milyarlarca dolarlık ihaleler alan Koç, “kriz var” diye sızlanarak 1250 işçisini kapı önüne koydu Eskişehir ve Çayırova fabrikalarından da toplam 250 işçiyi işten çıkardı. KR‹Z D‹YOR AMA… Kriz gerekçesiyle tenkisata giden Koç

grubu bir yandan da büyük yatırımlara girişiyor. Bunların başında da askeri projeler geliyor. 2011 yılının Kasım ayında TSK için tasarlanan Altay tankının ilk

prototipini tanıtan ve üretime başlayan Koç grubu, 6 yeni savaş gemisinin yapımı işini de aldı. Karar, Başbakan Tayyip Erdoğan Başkanlığı’nda 4 Ocak’ta toplanan Savunma

Sanayii İcra Komitesi Toplantısı’nda alındı. 6 geminin seri üretimini Koç grubuna bağlı RMK Marine Gemi Yapım Sanayi isimli şirket yapacak ve bu projenin bedelinin 1.5 milyar doları bulması bekleniyor. Bunun yanı sıra Türkiye’nin ilk uçak gemisi için de Koç grubunun çalışmaları devam ediyor ve büyük bir olasılıkla bu “ihale” de Koç’a kalacak gibi. Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri ile sekiz otoyolu kapsayan özelleştirme paketinin Aralık ayında yapılan ihalesini de Koç grubu, Ülker ve Malezyalı ortağı ile beraber kazanmıştı.

GAYRİMENKUL YATIRIM ORTAKLIĞI (GYO)

Türk Metal Koç gibi Koç grubunun kitlesel iflten ç›karmalara bafllamas›n›n ard›ndan, Türk Metal sendikas› da patron a¤z›yla konufltu. Türk Metal Sendikas› 3 No'lu fiube Baflkan› Zafer Öztürk, 2011 y›l›nda siparifllerin artmas› üzerine fabrikaya yaklafl›k bin sözleflmeli eleman al›nd›¤›n›, siparifllerin azalmas› üzerine sözleflmelilerin iflten ç›kar›ld›¤›n› savundu ve “2013 böyle geçecek” dedi.

GYO’lar ekonomideki finanslaflma sürecinin inflaat sektöründeki yans›mas›d›r. Bu flirketler müteahhit de¤ildir, müteahhitlere kaynak sa¤layarak ifl yapt›ran finans kurumlar›d›r. Mustafa Sönmez’in ifadesiyle “AKP rejiminin inflaat baronlar›” olan GYO’lar›n hisseleri borsada sat›l›r, onlar da borsadan toplad›klar› paralarla inflaat yat›r›mlar›na kaynak aktar›r.

Müteahhitlere ifl verir, onlar da ifli bölerek irili ufakl› inflaat firmalar›na yapt›r›r. O firmalar da küçük tafleron ekiplerine ifli ihale eder. Bu zincirin en tepesinde finansal tekel, yani GYO vard›r. Türkiye’deki 24 GYO’nun en büyü¤ü TOK‹ ifltiraki olan Emlak Konut’tur ve sektörün üçte birini kontrol eder. TOK‹ ise bilindi¤i gibi Baflbakan Erdo¤an’a ba¤l› bir kurumdur.


10

KİBELE 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Kapat›lacak ampül evdeki de¤il ! mine Erdoğan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin yeni bir proje başlattı: “Enerji Hanım” Projenin amacı evlerdeki elektrik kullanımını azaltarak enerji tasarrufu yapmakmış. AKP’nin genel enerji politikalarına karşı söylenecek çok söz var ancak bu yazının konusu o değil. Bu yazının konusu bir tarafında AKP’nin başlattığı enerji projesinde nesneleştirilen “hanım”, diğer tarafında AKP ve sermayenin hidroelektrik santrallerle (HES) doğayı yıkım projesine karşı mücadelede özneleşen kadın. Önce AKP’nin evdeki “enerji hanımı”na göz atalım… “Enerji hanım”ın “hanım” kısmına dair söylenecek sözümüz çok ama bu proje özelinde enerji kısmına yönelik de iki çift laf etmeden geçmek olmaz. Emine Erdoğan projenin tanıtımında “Bizler, ışıl ışıl aydınlanmış şehirlerde, evlerimizde her türlü elektrikli aracı kullanırken, hayatında hiç elektrik düğmesine basmamış insanlar var. Bizler böyle bir manzaraya sırtını dönerek, hayatını devam ettirenlerden asla olamayız. Dünya üzerindeki bu eşitsizliğe, bu adaletsizliğe karşı yürütülecek en önemli mücadele; tasarruftur" dedi. Açıklama düşündürüyor: “Acaba bizimle dalga mı geçiyor?” diye. Emine Erdoğan’ın konuşmasından sanıyorsunuz ki dünyadaki tüm eşitsizliğin, yoksulluğun nedeni evdeki elektrik düğmelerinin kapatılmaması! Dünya bununla yoksulluktan kurtulacak olsa, biz ebediyen karanlıkta oturmaya razıyız sayın Emine Erdoğan! Ama biliyoruz ki eşitsizliği, sömürüyü ve adaletsizliği yaratan AKP’dir, sermayedir ve bunun çözümünü bir elektrik düğmesinde aramak ve türlü yollarla yoksullaştıran, güvencesizleştirilen emekçilerden beklemek abesle iştigaldir. Ve projenin “hanım” ayağı... Ev deyince AKP’nin aklına kadın geliyor. AKP sormuş kendine: “Ev işi, kimin işi ? Kadın işi. O zaman kadın yapsın tasarrufu”. Bir de reklam filmi hazırlanmış. Tavsiyeler sıralanmış: “Çamaşır makinenizi tamamen doldurun çalıştırın. Gereksiz yanan lambaları söndürün. Elektrik süpürgenizin torbasını sıkça boşaltın. Fırınınızı pişirme süresinden birkaç dakika önce kapatın. Buzdolabınızın kapağını uzun süre açık tutmayın.” Kim yapacak bunları? AKP buyuruyor: “kadın”. Bu kadar da değil. Erkek TV izlemiş. Reklam uyarıyor: “Televizyonunuzu sadece kumandasından değil düğmesinden de kapatın tasarruf edin”. Kapatan kim reklamda? Yine kadın. Biz kadınlar, evi temizleyecek, yemek yapacak, lambaları söndürecek, bir de üstüne erkek, paşam, TV’nin düğmesini kalkıp kapatamayacak, onu da biz kapatacakmışız. “Enerji hanım” projesi ev işlerinin kadın işi olduğunu söylüyor topluma. Projenin tanıtımında konuşan Şahin, Yıldız ve Erdoğan’ın söylemlerindeki cinsiyetçi dil dikkat çekiyor. Yıldız, elektriğin akşam saatlerinden sabaha kadar daha ucuz olduğunu belirtiyor ve kadınların ev işlerini bu saatler arasında yaparak aile ekonomilerine katkıda bulunmasını istiyor. Aman ha, erkekler hiçbir şey yapmasın. Erkek TV karşısında yatsın, dinlensin, kadın da bütün gece evde canhıraş çalışsın. Benzer bir tanımlama Fatma Şahin’den geliyor: "Kadınlarımız böylece ev içindeki üstlendikleri rolle etkili bir tüketici olarak, hem ailesine, hem ülkesine hem de yaşadığı evrene katkı sağlayacaktır" diyor.

‘Kürtaj yasasını çöpe atacağız’

E

“Vadimize gelmesunlar yoksa vururus onlari” AKP’nin enerji tasarrufu projesiyle yaratmaya çalıştığı “enerji hanım”ın karşısında, AKP’nin enerji üretimi adı altındaki doğa katliamı projesi HES’lere karşı mücadele eden kadınlar var bu ülkede. Karadeniz’deki Fadime Nine, Erzurum’daki Leyla, Muğla’daki Fatma Teyze, Munzur’dan Kureyş Ana ve isimlerini saymakla buraya sığdıramayacağımız birçok kadın HES’lere meydan okuyor. AKP onlardan “enerji hanım”lar yaratmak istiyor, evleri gösteriyor; onlar ormanlarına, suyuna, toprağına, kültürüne yaşamlarına sahip çıkıyor. Doğaya, yaşama ve emeğe saldırılara karşı, AKP’ye karşı isyan ediyor, direniyor. Hem de evlerde değil, SOKAKLARDA en önde. Tam da AKP’nin korktuğu gibi. AKP HES’lerle suyun kullanımını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmeye çalışıyor, HES’lerle yaşam alanlarını yok ediyor. Yedisinden yetmişine kadınlar “Biz bu oyunuz bozacağız, Vadimize gelmesunlar yoksa vururus onlari” diyor. Bu güzel kadınlar bize tek bir söz bırakıyor: AKP dinle hele: Sömürüne, yarattığın yoksulluğa, eşitsizliğe karşı mücadele verdiğimiz gibi enerji politikalarınla doğamızı yıkmana karşı da mücadele edeceğiz. Hanım olup evde oturmayacağız, kadın olup sokakta olacağız!

AKP kürtaj hakkına yönelik fiili saldırıları yasal olarak güvenceye almak için harekete geçiyor. Kadınlar “bu yasaya izin vermeyeceğiz” diyor TÜRKAN KARAKUfi

S

ağlık Bakanı Recep Akdağ 'Üreme Sağlığı Yasa Taslağı'na ilişkin çalışmaların tamamlandığını açıkladı. Geçtiğimiz yıl mayıs ayında Başbakan Erdoğan’ın “Kürtaj bir cinayettir” açıklamasıyla başlayan kürtaj tartışmaları sırasında, kadınlar birçok ilde kitlesel eylemler örgütleyerek kürtaj hakkını ortadan kaldıracak düzenlemeye karşı sokaklarda yanıt vermişti. Kadınların başbakanın açıklamalarından sonra süren tepkisi AKP’ye geri adım attırdı ancak kürtaj hakkına yönelik saldırılar fiili olarak sürdü.

kaldırılmasıyla ilgili bir olay daha yaşandı. Eda K.B.’nin Gazeteci Ayşe Arman’a gönderdiği mektup, kürtaj hakkına yönelik fiili saldırılardan birini gözler önüne serdi. Kürtaj yaptırmak için Aile Planlama Merkezi’ne giden Eda azarlandı ve aşağılandı. Kürtajın devlet hastanelerinde narkozsuz, ağrı kesicisiz yapıldığı Eda’ya söylenmedi. Narkoz verilip, uyutulmayı beklerken, başka üç kadınla birlikte

aynı odada canlı canlı kürtaj yapıldı. Kadınlardan biri “Kocam…” diye bir şeyler anlatmaya çalışırken, doktor “Altına yatmayı biliyorsunuz” ama dedi. Eda mektubunda kürtaj istediği için devletin kendini bu şekilde cezalandırdığını belirtti. AKP, fiili olarak gerçekleşen bu saldırıları yasal olarak garanti altına almak için düğmeye bastı. Akdağ’ın “Önümüzdeki günlerde Bakanlar

Baflbakan›n aç›klamalar›ndan sonra birçok ilde soka¤a ç›kan kad›nlar kürtaj hakk› için yanyana geldi

“DEVLET KÜRTAJ OLDU⁄UM ‹Ç‹N CEZALANDIRDI” Gazeteyi yayına hazırladığımız günlerde kürtaj hakkının fiilen ortadan

Kurulu’na sunacağız” dediği taslak, kadınların sokaklardaki tepkisi sonucu kürtaj hakkını doğrudan kaldırmıyor ama kürtaj isteyen kadınları vazgeçirmeye dayalı bir dizi uygulamayı içeriyor. Akdağ, yeni düzenlemeyle kürtaj için bir sağlık kuruluşuna giden kadının, yetkin bir ekiple ön görüşme yapacağını ve sonrasında kadına ve ailesine 2-3 gün düşünme süresi verileceğini açıkladı. Buna göre, kürtaj kararını verip hastaneye gitmiş bir kadının, kararına saygı duyulmayıp, yeniden düşünmesi istenecek. “Ön görüşmede” kadınlar psikolojik baskıya maruz kalacaklar. Taslakta isteğe bağlı kürtaj için 10 haftalık süre korunurken, bunun tam teşekküllü devlet hastanelerinde yapılması şartı geliyor. Bu madde tam teşekküllü devlet hastanesine erişim olanağı olmayan

pek çok kadının kürtaj hakkını sınırlıyor. Taslak “kürtaja karşı olan hekim ‘ret’ hakkına sahip olacak ve hastasını başka meslektaşına yönlendirecek” diyor. Bu düzenlemeyle hekimler baskı altına alınırken şu an pek çok hastanede fiilen yasak olan kürtaj tamamen ortadan kaldırılıyor. Bakan Akdağ, kürtaj öncesi anne-babaya bebeğin kalbini dinletecek detaylı uygulamaların kanunda yer almayacağını ifade etti ancak, "Bu hususta dünya uygulamalarıyla birlikte bizim bilimsel kurumlarımızla karar vereceğimiz bazı uygulamaları yönetmelikle düzenleyeceğiz. Kanun bu kadar detaylı olmaz" diye konuştu. BU YASAYA ‹Z‹N VERMEYECE⁄‹Z Akdağ’ın kürtaj açıklamalarına karşı kadınların

Belediye kaldırıyor kadınlar direniyor A

KP’li Mamak Belediyesi’nin, kocası tarafından öldürülen Zülfü Öztürk’ün adını alan Zülfü Kadın Yaşam Parkı’na tahammülü yok. Mamaklı kadınların, kadına yönelik şiddete dur demek ve kocası tarafından öldürülen Zülfü’nün adını yaşatmak için 18 Kasım’da yaptığı bir etkinlikle taktığı tabela, Mamak Belediyesi

tarafından ikinci kez söküldü. Kadınlar aynı gün tabelayı tekrar yerleştirdi. Mamaklı kadınların parkın adının değiştirilmesi için verdikleri dilekçelere Belediye Başkanı Mesut Akgül yazılı bir açıklamayla “Böyle çözemeyiz, her şey eğitimle çözülür” diye yanıt verdi. Akgül, Mamak Belediyesi’nin ‘Aile Okulu Projesi’ ile boşanmalardaki artışı

engelleyeceğini, yine aile içindeki sorunları çözmek üzere uzman kişiler tarafından eğitim verileceğini söyledi. Kadınlar parkın tabelasının sökülmesine ve Akgül’ün açıklamalarına karşı belediye önünde eylem yaptı. Taleplerinin görmezden gelindiğini söyleyen kadınlar, Akgül’ün çözüm olarak sunduğu Aile Okulu Projesi gibi yolların şiddeti

daha da derinleştirdiğini söyledi. Parkın kadınlar açısından yaşam simgesi haline dönüştüğünü belirten kadınlar, Akgül’ün binlerce kadını yok saydığını söyledi. “Bizler yaşam hakkımızın simgesi olan bu parka sahip çıkmaya devam edeceğiz” diyen kadınlar Akgül’e seslendi: ‘Kadın düşmanlığı yapma, görevini yap! Aksi takdirde iki elimiz yakanda!’

Mor Çatı sığınak raporu

Tecavüz sanıkları yargılanıyor yalvarmalıydı. Bu onun onurunu ve hayatını kurtarabilirdi.” Hindistan’da yasalar gereği tecavüz kurbanlarının adının açıklanması yasak olmasına rağmen kızının adını açıklayan baba Pandey, “Kızım yanlış hiçbir şey yapmadı. Onunla gurur duyuyorum. Adını açıklamak bu saldırılardan kurtulan kadınlara cesaret verecektir” dedi.

23

yaşındaki Jyoti Singh Pandey, Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi’de, 16 Aralık’ta erkek arkadaşıyla bindiği otobüste toplu tecavüze uğrayıp dövülmüştü. Pandey, kaldırıldığı hastanede 13 gün sonra hayatını kaybetmişti. Bu olaydan sonra, her 25 dakikada bir tecavüz olayının yaşandığı Hindistan’da büyük bir öfke patlaması yaşandı ve günlerce protesto gösterileri düzenlendi. 3 Ocak’ta görülen davanın ilk duruşmasına sanıklar güvenlik nedeniyle getirilmezken, süreci hızlandırmak için dava özel mahkemeye sevk edildi. 6 sanıktan 5’i ilk kez 7 Ocak’ta hakim karşına çıktı. Altıncı sanık 18 yaşından küçük olduğu için çocuk mahkemesinde yargılanacak. Halkın öfkesini yatıştırmak isteyen hükümet, davanın 100 gün içinde tamamlanacağı sözü verdi. Cinayet, tecavüz

görüşlerine başvurduk. Halkevleri Kadın Sekreteri Dilşat Aktaş son düzenleme ile kadınların kürtaj hakkına yönelik ciddi bir saldırıyla karşı karşıya olunduğunu söyledi. Kadınların bu düzenlemeye de yine sokakta yanıt vereceğini söyleyen Aktaş, “Yasa meclise geldiğinde yeniden çıkacağız karşılarına. Davetiniz kabulümüzdür. Kürtaj yasasını çöpe atacağız” dedi. Sosyalist Feminist Kolektif’ten Nacide Berber yasanın aslında kürtajı sınırlandırdığını belirtti. Berber, “AKP asıl nedeni görmeden yine etrafından dolanıyor çünkü asıl nedeni görmek kadından yana politikalar üretmeyi gerektirir ki hükümetin bu taraklarda bezi olmadığını uzun zamandır deneyimliyoruz. Ama mücadele etmeye devam ediyoruz” dedi.

Hindistan’da toplu tecavüze uğrayan Pandey için dünyanın yarısı ayakta. ve adam kaçırmaktan yargılanan sanıkların suçlu bulunması halinde idam cezası ile yargılanacakları belirtiliyor. Hindistan'ın dini lider-

lerinden Asaram Bapu'nun davayla ilgili sözleri ise öfke yarattı: “Kurban da tecavüzcüler kadar suçludur. Suçlulara durmaları için

TOPLUMUN DÜfiÜNCE B‹Ç‹M‹ DE⁄‹fiMEL‹! Hindistan Başsavcı yardımcılarından Indira Jaisingh, mevcut tecavüz yasalarının yetersiz olduğunu ve ayrıca tecavüz olayıyla bağlantılı damgalanma yüzünden ailelerin kızlarını şikayetçi olmaktan vazgeçirdiklerini söyledi. Jaisingh bu konuda daha iyi bir yasa çıkarılmasının da yeterli olmadığını, toplumdaki düşünce biçiminin de değiştirilmesi gerektiğini vurguladı.

M

Mor Çat›’n›n 20 kad›n ve çocuk kapasiteli s›¤›na¤›nda kalan k›z çocuklar› ve kad›nlar, koca, sevgili ve babadan gördükleri fiziksel, sözel, ekonomik, cinsel ve psikolojik fliddet nedeniyle baflvuruda bulundular.

or Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 2012 yılında dayanışma merkezine başvuran 1000’in üzerinde kadının aldığı sosyal, psikolojik ve hukuksal destek hakkında bir rapor yayınladı. Raporda, hükümetin kadına karşı şiddetle mücadele için 2012’de çıkardığı 6284 sayılı yasanın uygulamada sınıfta kaldığı, hem kadınlar hem de onlarla beraber şiddete maruz kalan çocukları için koruyucu olmadığı raporda yer aldı. Sığınaktan genel ve özel destek alan kadınlar; iş buldular, hukuksal-psikolojik destek aldılar veya çocuklarını koruma altına aldılar. Çocuklarsa pedagojik destek, okul desteği, tıbbi destek, eğitim ihtiyaçları için teknik ve maddi destek aldılar.


11

YÜZ YÜZE 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

AKP’nin yargılandığı dava

Halk›n Sesi

Başbakan Erdoğan 31 Mayıs’ta seçim mitingi için gittiği Hopa’da suyuna ve yaşamına sahip çıkanlar tarafından protesto edildi. Bu eylemde Metin Lokumcu polis şiddetiyle hayatını kaybetti ve sonrasında 5 ildeki protesto eylemlerine katılan 147 kişi gözaltı alındı. Su ve yaşam hakkına yönelik saldırıları 14 Ocak’ta gerçekleşecek Hopa davası avukatlarından Arzu Becerik ve Hopa davasında yargılanan

Taylan Kaya ile konuştuk. AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın Hopa’da bir dizi hukuksuz uygulamaya imza attığını söyleyen Becerik, tüm bu saldırılara karşı Hopa halkının dayanışma içerisinde olduğunu söylüyor. Hopa’nın AKP’ye meydan okuduğunu söyleyen Kaya ise Hopa’da verilen mücadelenin AKP karanlığına teslim olmayanlar için umut olduğunu ifade ediyor.

Gününü 14 Ocak’a ayarla

A

KP’ye katil diyebiliriz. Orada bir ölüm var, bunu iktidarın polisi yaptı. Bu durumda Katil AKP diyebiliriz, buna tahammül edecekler

H

opa davasında yargılanan, Tayyip Erdoğan’a karşı haykırılan sloganlardaki taleplerdir, ‘Satılık suyum yok’, ‘Çayda sömürüye son’ diyenlerdir yaptı. Bu durumda “katil AKP” diyebiliriz, buna tahammül edecekler. Bunu suç olarak sayamazsınız. Biz davadaki ifade özgürlüğü tartışmasını savunma sınırında kalmayacak ve hakları daha genişletecek şekilde yaptık. En rahatsız edici muhalefetten yola çıktık. İfade özgürlüğünü rahatlatmak içindi bu tercihimiz. Yani o dava ifade özgürlüğü davası oldu.

TÜRKAN KARAKUfi 31 Mayıs’a ve sonrasına baktığınızda Hopa davasının sizce özgünlüğü ne? Hopa davası bence bir simge oldu. Hopa davası Türkiye’nin yönetim şekli, karar alma süreçleri, bu süreçlere toplumun katılımı veya dışlanması; tüm bunların birleştiği bir sürecin adı. Bir tane Hopa davası yok. Birçok şey Hopa davasıyla anılıyor. Hepsi de birbirini tamamlayıcı süreçler. Bu süreç, AKP’nin kendisini adlandırdığı ‘ileri demokrasi’ ile hiç alakasının olmadığını, kapitalizmin uygulanmasını sağlamak için çok daha otoriter hatta bazı noktalarda faşizan bir yaklaşıma doğru gittiğini gösterdi. Hopa’da hükümetlerin kârlılık tercihiyle halkın hayatını sürdürebilme tercihi çatışmıştır. “Derelerin üstüne HES yapmak istiyorsun ama yaparken doğayı geri dönüşümsüz bir şekilde yok edeceksin, tahrip edeceksin. Bizim için yaptığını iddia ettiğin HES’le, geçim kaynaklarımızı, balıkçılığı, çay tarımını, tarımsal üretim için kullanılan suyu ve buradaki doğal ortamı yok edeceksin. Şunları şunları istemiyoruz” diyoruz. Asıl konu buradan çıkıyor. HES’lerle ilgili yeterli inceleme ve kontroller yok. Bunların önlemi alınmıyor üstelik hükümetin politikalarının şu olduğu çok ortada: birincisi kârlılık. İhtiyaçla orantılı bir yaklaşım yok. Araştırmaların tamamı halkın tepkisini yavaşlatmak için ama gerçek bir analiz yok. İkincisi maliyet. Sadece parayla ve kâr ile ölçülüyor, doğanın ve insanların durumu düşünülmüyor. Üçüncüsü ve en önemlisi orada bir karar alınırken halka bir şey danışılmıyor. Halk bilgilendirilmiyor, tercihleri dinlenmiyor, dikkate alınmıyor. Halk da toplantılar ve gösteriler yapıyor. Bunun amacı yönetime katılmak; bu katılım da engelleniyor veya yok sayılıyor. Halkın yönetime katılımı sokakta karşılığını nasıl bulur? Türkiye’ye baktığımızda haklar ile yönetim arasında tam tamına bir çatışma var. Demokrasi alanları daraltılıyor. Bu yüzden Türkiye’deki yönetim biçimini de daha faşizan görüyorum. Bakacak olursanız, ekonomik sistem daha temelden sorgulanmaya başlandı Türkiye’de. Asgari ücretin alım gücü düşüyor. Bu, yaşam alanına müdahale edilerek yapılıyor. AKP kendi uygulamalarını, üst yapı kurumlarını istediği noktaya getirmeye çalışıyor ama halkı, muhalefeti halledemedi. AKP kimseyi yönetime ortak etmek istemiyor. Sermaye sınıfının el değişikliğinde

Avukat Arzu Becerik kendi alanını genişletme çabası da var, eski sermaye sahiplerinin yanına yenileri de geliyor. Bedeli halktan alınıyor. Zaten ekonomik olarak sıkıştırılmış halkın muhalefeti de sert olmak zorunda artık. Halkın talepleri kapsamlı, ses getiren bir noktaya gelince şiddetle bastırılıyor. Şiddetle bastırılırken Başbakan belli kurumları olduğunca faşizan bir şekilde yönlendiriyor. Polis, bastırmak için sınırsız hatta ölüme varan müdahaleler yapabiliyor. Burada polisin kullandığı güç noktasında ‘orantılılık’ tartışması bile yapılamaz. Kullandığı en az güç bile yasadışıdır. Çünkü halk orada kendisini anlatmak için bir toplantı yapıyor. Örneğin Ankara’daki protesto sonrasında Dilşat Aktaş’ın darp edilmesi. Dilşat panzere çıktığı için dövüldü. Yani amaç gösteriyi engellemek değil, cezalandırmak, diğerlerine de gözdağı vermek. Göstericiler dağılırken yapılıyor müdahaleler. Hopa sonrasındaki olayların gelişim seyrine bakarsak... Başbakan Hopa sonrası operasyonları doğrudan kendisi yönetti. Halk, yaşam alanlarının daralmasını, yok edilmesini istemedi. Bu isteklerini Başbakana doğrudan duyurmaya çalıştılar. Başbakanın buna tahammülü yok. Polis, Başbakanın gözüne girebilmek için kontrolsüz şekilde müdahale ediyor. Polisin şiddetini Başbakana yaranıcı şiddet olarak görüyorum. Sonuçta Metin Lokumcu hayatını kaybetti. Ama Başbakan çıkıyor diyor ki “Orada bir polisin yaralanması söz konusu”, yani durumu denkleştirilmeye çalışıyor. Oysa o polisin yaralanmasında göstericilerin doğrudan bir etkisi yok. Başbakanın konvoyundaki polislerin haya-

Halkın talepleri kapsamlı, ses getiren bir noktaya gelince şiddetle bastırılıyor. Bu noktada polisin kullandığı en az güç bile yasa dışıdır tı bizzat başbakan tarafından tehlikeye atılmış, otobüs seyir halindeyken ayakta durduklarını, düşmemeleri için hiçbir önlem alınmadığını da görüyoruz. Yaralanan korumanın da otobüs seyir halinde iken açık kapıdan sarktığı görülüyor. Hopalılar, yaşam alanlarını korumak için, kuşatılmalarına rağmen geri adım atmayınca, Başbakan istediği gibi bir miting yapamıyor. Tepki büyüyünce Başbakan bu eylemi suç haline dönüştürmeye çalışıyor, “Bir takım eşkıyalar ülkeyi bu hale getiriyorlar” diyor ve yargıya da mesajını veriyor. Mahkemeler de etkilendi. Yargılamada uygulanacak yasa bu talimatla değiştirildi. ilk soruşturma 2911’e muhalefetten açılmışken Başbakanın açıklaması sonrası Terörle Mücadele Kanunu kapsamına alındı ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı tarafından soruşturma yürütüldü, tutuklamaya da bu şekilde olanak sağlandı. Lokumcu’nun ölümü ile ilgili polislere soruşturma açılmadı.

Hopa davasında nasıl bir hukuki saldırıyla karşı karşıya kalındı? Suçlamalar gerçekçi değil. Olsa olsa 2911’i ihlalden söz edilebilir, kaldı ki biz gösterilerin ona da aykırı olmadığını düşünüyoruz . Türkiye’de uzun zaman 2911’den tutuklama yapılmıyordu. Bunda AİHM’in Türkiye hakkındaki ihlal kararları etkiliydi. AİHM, “2911’den yapılan yargılama sonunda beraat kararı veriyorsanız yargılama sürecinde tutuklama yapmanız ihlaldir” dedi. Bu sefer Türkiye AİHM’e 2911’den gitmesin diye terör örgütü üyeliğinden göndermeye başladı. Türkiye toplu ifade özgürlüğü ve gösteri hakkı konusunda AİHM sorununu terörle mücadele kapsamına sokarak aşmak istiyor. Üstelik kendisine karşıt grupları anında cezaevine koyarak ellerini kollarını bağlıyor. Örneğin Hopa olaylarında en etkili muhalefet kimlerdi. Öğrenciler ve Halkevleri’ydi. DGM de (ÖYM) onları terör örgütü diye yargılandı. Bu yargılamayla topluma da terör suçu işlenmiş gibi sunulmaya ve toplum bu yönde ikna edilmeye çalışıldı. Davalara gelirsek, burada ev baskınları oldu, bunların usulsüz olduğu belliydi, peki neden yapıldı? Davalarda toplumsal muhalefet nasıl çalışır, nasıl örgütlenir bunu öğrenmeye çalışıyorlar. Bir takım aramaların, ev baskınlarının usülsüz olduğunu emniyet de, savcılık da biliyor ama bunu yapıp veri toplamak istiyolar. Duruşmada sloganlar, kitaplar delil olarak gösterildi. Örneğin “Katil AKP” sloganı... AKP’ye “katil” diyebiliriz. Orada bir ölüm var, bunu polisler gerçekleştirdi ve bu iktidarın polisi bunu

Bu saldırıların ve davanın Hopa’ya etkisini nasıl görüyorsunuz? Halk aslında bu gösterinin ve arkasından gelen saldırıların kendi hayatlarına değecek bir şeyle ilgili olduğunun bilincinde. Kararlılıkları buradan geliyor. Yaşam hakkına müdahalenin farkında. Karadeniz’de şöyle bir şey var. Panel yaparken birilerini çağırırken “biz hiç HES yaptırmadık” diye söze başlıyorlar. Destek isterken kendi kararlılıklarını da sürekli vurguluyorlar. Burhan Kuzu’nun korkarak, “Bir tek sokak kaldı halledemeğimiz” diyerek ifade ettiği gibi sokak mücadelesinin etkili olacağının farkındalar. Sokak mücadelesi muhalefetin doğrudan yapıldığı yer. 14 Ocak’ta Hopa ana davası görülecek ve davaya birçok avukat müdahil oluyor. Davanın savunması için nasıl hazırlık yapılıyor? Davanın geç açılması ilginin azalmasını ve toplumun dikkatinden kaçmasına neden oluyor. Öğretim üyelerinin katılımıyla 13 Ocak’ta “Halkın yönetime katılımı, kazanımları tehdit eden politikalar karşısında insan hakları” konulu bir panel gerçekleştirilecek. Bu panelde Hopa direnişine dair ayrıntıların gösterilmesini amaçladık. Hopa direnişinde hak kullanımının altını çizmek istedik. HES’ler konusunda da ihtiyaç olup olmadığı ve yöreyle uygun olup olmadığı, hakkın kullanımının engellenmesi nasıl yapılıyor, bu engellemenin araçları nelerdir konuşulacak. Polis şiddetinin tanımı ve görünme biçimleri tartışılacak. Yargı ne şekilde kullanılıyor ve etkisizliği konuşulacak. AİHM ve uluslararası denetim konuşulacak. 14 Ocak’ta duruşma var. Duruşmaya tüm sivil toplum örgütlerinin katılımını bekliyoruz. Duruşmada halkın yönetime katılımının demokrasinin zorunlu koşulu olduğunu, buna yapılan müdahalenin yasa dışı olduğunu söyleyeceğiz. Sonuçta Metin Lokumcu öldürüldü ve buna karşı açılmış bir dava yok. Eylemcilere karşı açılmış üç dava var. Ana davanın 2. duruşması olacak. 51 kişi yargılanıyor bu davada. Hopa olaylarından bu yana bölgede yaşayanlar üzerindeki baskılar artıyor. Esnaflara afiş astığı için cezalar kesiliyor. Ancak Hopalıların dayanışması da tıpkı 31 Mayıs’taki gibi sürüyor.

31 Mayıs’tan sonra HES’çi firma gitti 31 Mayıs'ta Hopa'da yaşananları, Hopa halkının direnişini kısaca değerlendirir misiniz? Taylan Kaya: Hopa öteden beri ilerici, demokrat kimliğe sahip bir ilçe. Hopalılar çoğunlukla iktidarların söylem ve vaatlerine kanmayan, itiraz hakkını kullanan, talep eden, hak arama bilincine sahip insanlar. Dolayısıyla baskıcı, gerici, neoliberal politikaların uygulayıcısı AKP’ye karşı biriken bir öfke söz konusuydu. Derelerimizi sermaye sahiplerinin yağmasına açan Hidroelektrik Santral (HES) projeleri

Halkevleri Karadeniz Bölge Temsilcisi Taylan Kaya

ve çayın değersizleştirilmesi, çoğunluğu çay üreticisi olan Hopa halkının AKP’nin yağma politikalarına karşı rahatsızlığını daha da artırıyordu. Bu yüzden pek çok siyasi iktidar temsilcisi Hopa’da protestolarla karşılanmış, sokaklarda gezemeden ilçeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Tayyip Erdoğan bütün bu durumları bile bile, adeta meydan okumak için Hopa’da miting yapmak istedi. Hopa halkı ise durumu tersine çevirerek büyük bir direnişle AKP’ye meydan okudu. Bu direniş ülkemizin dört bir yanındaki AKP politikalarının

mağduru işçilere, öğrencilere, kadınlara, Kürtlere, Alevilere bir umut oldu elbette. Ama bu direnişle özellikle HES karşıtı mücadele yeni bir boyut kazanmış oldu. Yer yer fiili direnişler olsa da çoğunlukla hukuki mücadelelerle sürdürülen HES karşıtı mücadelede fiili mücadele çizgisinin önemi daha da belirginleşmeye başladı. 31 Mayıs’tan birkaç gün sonra Hopa’da HES yapmak isteyen firma projeden vazgeçtiğini açıkladı. Ardından, Tortum’ da, Gerze’ de, Solaklı’ da bu önemli direniş örneklerini gördük.

Yargılanan haykırılan talepler Asl›nda Hopa davas›nda yarg›lananlar kimlerdir? Yarg›lanan nedir? Hopa’da yaflananlardan sonra onlarca insan gözalt›na al›nd›. 17 kifli tutuklanarak aylarca hapishanelerde kald›. Önce Tayyip Erdo¤an bizleri “eflk›ya” ilan etti; sonra AKP medyas› “terörist”, “Ergenekon uzant›s›” gibi ifadelerle gerçekleri çarp›tmaya çabalad›. Durumdan vazife ç›karan özel yetkili savc›lar da yarg›lamalar› terör kapsam›na sokmaya çal›flt›. fiimdi yarg›lad›klar›, 31 May›s’ta Tayyip Erdo¤an’a karfl› hayk›r›lan sloganlardaki taleplerdir. “Sat›l›k suyum yok” diyenler, “Çayda sömürüye son” diyenler; eme¤ine, ülkesine sahip ç›kanlar yarg›lan›yor.

Yalan da kalmadı kanacak insan da Hopa’da ve Do¤u Karadeniz’de bugün su hakk› mücadelesi ne aflamada? HES’lere karfl› su ve yaflam hakk› mücadelesinin bir döneminin sona erdi¤ini söyleyebiliriz. HES’ler ço¤unlukla yerel direnifllerin olmad›¤› ya da çok zay›f oldu¤u yerlerde inflaa edildi. Oldukça güçlü halk direnifllerinin yafland›¤› pek çok yerde ise henüz kazma vurabilmifl de¤iller. AKP ve flirketler bu zamana kadar halk› ikna etmek için bütün yalanlar›n› söyledi, bütün hilelere baflvurdular ve ancak bu kadar yol alabildiler. fiimdi yalan da, yalana kanacak insanlar da kalmad›. Yani, yeni dönem HES mücadelesi aç›s›ndan oldukça sert bir süreç bizleri bekliyor.


12

DOSYA 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

ETA’DAN IRA’YA, FARC’TAN TAM‹LLERE DÜNYADA BARIfi GÖRÜfiMELER‹

Savaşla teslimiyet arasında Kimsenin kazanamadığı bir savaşı sürdürmek mi? Yoksa bir kavgayı tamam Bu layamayıp uzlaşmak mı? ışa iki tercih arasında sık n at bir süreçte, kalıcı barış va el nc Gü eden bir yol var mı? deneyimler toz pembe bir tablo çizmiyor.

Barış yolu, pusu dolu Güney Afrika ve İrlanda dışında hiçbir barış ve müzakere süreci olumlu sonuçlanmadı. Bu iki ülkede de silahlı kurtuluş hareketleri sisteme eklemlenerek kimi ideallerinden vazgeçti

Devletlerin gerilla hareketleriyle silahla başa çıkamayacağı iddiası üzerinden hesap yapanlar Kolombiya ve Sri Lanka’da yaşananlar karşısında bir gözden geçirmenin zorunluluğunu hissettiler

AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

Ç

ok uluslu imparatorlukların ve klasik sömürgecilik sisteminin çözülmesinin ardından öne çıkan ulusal sorunlar ve Reel Sosyalizm’in çöküşünden sonra devam eden gerilla hareketleri, uluslararası koşulların aleyhlerine işlediği bir dünyayla baş başa kaldı. Sığınacak limanlar bütünüyle ortadan kalkmasa bile, eklemlenilebilecek ya da model alınabilecek alternatif bir sistem olmayınca, silah, iktidar mücadelesinin değil savunmanın ve pazarlığın aracına dönüşmeye başladı. Yeni sömürgeci politikalar bütün dünyada yerleşiklik kazanırken, bağımlılık ilişkilerinin perçinlendiği karşıdevrimci dalga gerilla hareketlerini de devrim ve ulusal kurtuluş ideallerinden vazgeçmeye zorluyordu. Yasallaşma ve barış süreçleri aracılığıyla sisteme eklemlenme 1990’larda bir furya halinde bütün dünyaya hakim oldu. Avrupa’da İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ve Bask Vatanı ve Özgürlük (ETA), Güney Afrika’da Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Latin Amerika’da Orta Amerika devrimci hareketleri ile Kolombiya’nın güçlü gerilla hareketleri Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ve Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN), Sri Lanka’da Tamil Eelam Kurtuluş

2008-2009’da ateflkesi bozan Sri Lanka hükümeti, Tamil gerillalar›na karfl› kanl› bir sald›r› bafllatarak, “silahl› çözüm”ü gerilla hareketlerinden mustarip devletlerin deneyim hanesine yazd›. Kaplanları (LTTE), Ortadoğu’da ise Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve PKK ile muhatap devletler 1990’lar itibariye çeşitli barış ve müzakere süreçlerine girdiler. ZAFER ‹Ç‹NDE TESL‹M‹YET Güney Afrika ve İrlanda dışında hiçbir barış ve müzakere süreci olumlu sonuç üretmedi.

Diğer ülkelerle kıyaslanamaz özgünlükleri bulunan bu iki ülkede de silahlı kurtuluş hareketleri sisteme eklemlenerek kimi ideallerinden vazgeçti. Güçlü birer komünist ve sendikal bileşeni bulunan üçlü ittifak ANC, siyah çoğunluğun ırk ayrımcılığına tabi tutulduğu Apartheid rejimini yıkarak iktidara yerleşti. Ancak bu neoliberal dönüşümün ülkeyi

ve dolayısıyla bölgeyi teslim alması pahasına gerçekleşti. 1994’teki iktidar değişikliğinin ardından efsane lider Nelson Mandela hapisten çıkarak ülkenin başına geçmiş, beyazların boşalttığı koltukları ve villaları siyahlar doldurmuştu. Ne var ki Durban’ın tek gözlü, tuvaletsiz, susuz, elektriksiz gecekondularındaki sefalet

idaredeki renk değişimine rağmen aynen sürüp gidecek, iktidar ortağı “komünistlerle”, efsane sendika “COSATU”nun önderleri kendilerini işçiler ve gecekondu halkıyla çatışırken bulacaktı. BARIfiA ÇA⁄IRIP ‹MHA ETMEK Devletlerin gerilla hareketle-

riyle silahla başa çıkamayacağı iddiası üzerinden hesap yapanlar 2008’den sonra Kolombiya ve Sri Lanka’da yaşananlar karşısında bir gözden geçirmenin zorunluluğunu hissettiler. Kolombiya Devleti, 2008-2011 arasında FARC’ın yönetim kademesini ve pek çok gerillasını Venezüella aracılığıyla yürütülen görüşmeler sürerken katletti. 1964’ten bu yana Kolombiya kırsalında mücadele veren, on binlerce gerillası bulunan, kırsal bölgelerde ülkenin üçte birini elinde tutan, komşu Ekvador ve Venezüella’da sosyalist hükümetlerin yönetime gelmesiyle uluslararası açıdan da avantajlı hale gelen FARC, tam da böylesi bir anda bölgedeki sol iktidarların da teşviğiyle bir barış sürecine başlamanın bedelini üç yıl içinde peş peşe iki liderini, Raul Reyes ve ardından gelen Alfonso Cano’yu ve yöneticiler dahil çok sayıda gerillasını yitirerek ödedi. 50 yıllık mücadele tarihi, barışçıl mücadeleye yöneldikçe karşısına çıkan imha ve tasfiye hareketleriyle dolu olan FARC, bu süreçten oldukça zayıflamış ve iddiasını yitirmiş bir şekilde 2012’de “silah bırakma”yı da müzakere ettiği bir başka “barış” sürecine vardı. Venezüella lideri Hugo Chavez ise Kolombiya’yı ABD’nin askeri üssü haline getiren eli kanlı Santos iktidarıyla arayı düzeltti. ABD emperyaliz-

minin “güvenlik” politikalarının Güney Amerika’daki merkez ülkesinde, güçlü ama kıra sıkışmış Marksist-Leninist bir gerilla hareketi ile iktidar arasındaki imkansız barış arayışı, dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir bilanço açığa çıkardı. 1985’te yasal mücadele verirken seçilmişler dahil 5 bine yakın üyesi katledilip, 4 milyon taraftarı yerinden sürülen FARC, son beş yıllık “barış” sürecinde de 173 bin 183 kişinin devlet destekli faşist çetelerce öldürülmesi ve 34 bin 467 taraftarının kaybolması gerçeğiyle yüz yüze kaldı. SR‹ LANKA MODEL‹ Sri Lanka devleti de, azınlık Tamiller’in ulusal hakları için 1983’te silahlı mücadele başlatan Tamil Kaplanları’na 20082009’da büyük bir askeri operasyon düzenleyerek örgütü kanlı bir şekilde imha etti. 2002’ye kadar önemli askeri kazanımlar elde eden örgüt, Norveç’in arabuluculuğu ile hükümetle ateşkese vardı. Tam da bu süreçte 2004 yılında örgütün önemli isimlerinden Albay Karuna saf değiştirdi ve karşı saldırı için hükümetin elinde önemli bir koz haline geldi. 2008’de hükümet ateşkesi bozarak saldırıya geçti ve 2009 itibariyle Tamil Kaplanları’nın hareketi kanlı bir şekilde bastırılmıştı.

Bir tek IRA, o da nasıl? İ Tamillerden ders çıkarmak

T

am da “devlet silahlı isyanı silahla çözemez” söylemlerinin tırmandığı bir dönemde Sri Lanka devletinin Tamil gerillalarına yönelik, amacı itibariyle “başarılı” büyük bir askeri imha operasyonu başlatması, benzer dertleri olan devletlere de emsal oldu. AKP milletvekili ve TBMM Türkiye-Sri Lanka Dostluk Grubu Başkanı Murat Hamarat, Sri Lanka hükümetini kutlarken aynı mesajında Türkiye’nin terörle mücadelesini sürdüreceğini belirtti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de dönemin Sri Lanka Cumhurbaşkanı Mahinda Rajapaksa’yı tebrik etti. Sri Lanka’nın Türkiye’ye tayin ettiği ilk büyükelçisi Bharthi Wijeratne 2012 yılında Cumhurbaşkanı Gül’le yaptığı görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, “eline silah alan kanlı bir örgüt ile ancak anlayacağı dilde konuşulabileceğini” belirtti ve ekledi: “Türkiye’nin Sri Lanka’dan öğreneceği çok şey var.” Ne Türkiye’nin Sri Lanka ne de PKK’nin Tamil Kaplanları olduğu bir gerçekse de, bu süreç iktidarın savaş azmini artırdı.

Kurtuluşa karşı barış

lk İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA), 12. yüzyılda İngiltere tarafından işgal edilen ada ülkesi İrlanda’nın bağımsızlığını sağlamak amacıyla 1913'te kuruldu. IRA'nın mücadelesi sonucunda, 6 Aralık 1921'de İngiltere ile İrlanda arasında yapılan bir anlaşmayla güneyde İrlanda devleti kuruldu ancak Kuzey İrlanda İngiliz egemenliğinde kalmaya devam etti. Bu durumu kabul etmeyenler, bildiğimiz ikinci IRA’yı kurdular. Kendisine Geçici İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu diyerek örgütlenen IRA, kısa sürede hem eski IRA üyelerinin hem de genç kuşağın katılımıyla

büyüdü. Katolikler IRA taraftarı, Protestanlar İngiltere taraftarıydı. İngiliz askeri müdahalesi ile körüklenen mezhep çatışması yıllar boyu dönem

dönem alevlenerek yüzlerce ölüme yol açtı. IRA ABD’deki İrlanda lobisinin de finansman dahil olmak üzere desteğine sahipti. 1990’lara gelindiğinde sorunun

çözülmesi yönünde baskılar arttı. 1994’te ateşkesle başlayan görüşmeler, Tony Blair’in güçlü bir destekle iktidara gelmesi (1997), Muhafazakarların desteği, IRA üzerinde etkili olan ABD’deki İrlanda lobisinin uzlaşmadan yana tavır koyması gibi gelişmeler üzerine olumlu bir rotaya girdi. İki tarafın da olabildiğince eşit koşullarda masaya oturması, IRA militanlarının yasal siyaset yapmasına olanak tanınması, Kuzey İrlanda’nın bağımsız siyasi organlarının güçlendirilmesi 2005 yılında bir çözüme varılmasına olanak tanıdı.

Oslo’yu Filistin’e sor Oslo’da Filistin, işgalci İsrail’i meşru bir güç olarak tanıdı ancak kendisi egemen bir siyasi irade olarak tanınmadı

1

970’lerde yükselişe geçen Filistin Kurtuluş Hareketi, bütün Arap halklarını seferber etme kapasitesine sahip siyasi etkisi, militanlığı ve bütünlüğü ile ABD’nin Ortadoğu’daki kolu İsrail’in güvenliği karşısında ciddi bir tehdit açığa çıkardı. Hareket 1970’lerde gerilla eylemleri ile, 1980’lerde ise İntifada hareketi ile kendini inkar edilemez bir gerçek olarak uluslararası siyaset düzleminde kabul ettirdi. Reel Sosyalizm’in çöküşünün ardından ABD’nin ve o günkü haliyle ABD’ye tabi bir ikinci aktör olarak Rusya’nın inisiyati-

“B

arış süreçlerine yönelen ulusal kurtuluş hareketlerinin devrimci niteliklerini yitirmesinin temelinde basit bir taktik hata bulunmamaktadır. (…) Ulusal sorunların çözümünün ezen ve ezilen sınıflar değil ezen ve ezilen uluslar arasındaki saflaşma tarafından belirlendiği koşullarda, ezilen ulusun kur-

fiyle, İsrail ve Filistin tarafları bir “çözüm” sürecinde bir araya getirildi. OSLO DÖNÜM NOKTASI Oslo’da 1993’te varılan anlaşma Filistin Kurtuluş Hareketi açısından bir dönüm noktası oldu. Hareket işgalci İsrail’i meşru bir güç olarak tanıdı ancak Filistin egemen bir siyasi irade olarak tanınmadı. Egemenlik hakları sınırlı, işgale ve İsrail saldırılarına karşı güvenceden yoksun, silahlı güçleri direniş gruplarını engellemekle sorumlu, dış mali yardım ile ayakta kalacak, belediyecilik

tuluş hareketinin devrimci içeriğini yitirmesi de zorunlu bir sonuçtur. Ulusların özgürlüğü sorunu artık yalnızca bir siyasal sorun olmaktan çıkmış, ezen ve ezilen ulusların emekçi sınıflarının birleşik devrimci hareketi temelinde geliştirilmesi gereken toplumsal bir devrim sorunu haline gelmiştir. Ezen ve ezilen ulusların emekçi sınıflarının birleşik

hizmetleriyle sınırlı bir yetki alanı olan Filistin Yönetimi oluştu. Bu durum Filistin Direnişi’nin bölündüğü, hareketin önderlerinin yozlaştığı, işgalin bu sayede daha da derinleştiği ve kanlı saldırıların sürdüğü bugünkü koşullara zemin hazırladı.

devrimci hareketi ‘ortak örgütlenme, ortak mücadele’ formülüne indirgenemez. ‘Birleşik hareket’, ezen ve ezilen ulusun devrimci süreçlerinin tek bir devrim süreci içerisinde bütünleştirilmesi sorunu olarak da ele alınmalıdır. Oysa bugünkü ulusal kurtuluş hareketlerinin siyasi liderlikleri, sorunu, bundan 70 yıl

öncesinde olduğu gibi sadece ‘ulusların kaderlerini tayin hakkı,’ çerçevesinde, siyasal bir sorun olarak tanımlamakta ve ‘siyasal çözüm’de odaklanmaktadırlar. Bu ise kurtuluş hareketlerini emperyalizmin belirlediği bir ‘çözüm’e hapsetmektedir.” (Devrim Dergisi, Dünyada Ulusal Sorunlar: Hangi Barış?, Mayıs 1997)

Osmanlı’da oyun çok AKP’nin 10 y›ll›k iktidar›, önce Kürt sorununda çözüm vaadi ile beklenti ve yumuflama atmosferi, ard›ndan kazas›z belas›z atlat›lan bir siyasi dönemeç ve ondan sonra da bir bahane yarat›larak bafllat›lan yeni bir sald›r› dalgas›ndan oluflan döngülerle dolu. S›n›r ötesi harekatlar, KCK operasyonlar›, genel seçimlere müdahale ve milletvekillerinin siyasi haklar›n› gasp, Öcalan’a tecrit bu döngülerin ard›ndan gündeme geldi. ‹ktidara geldikten sonra Avrupa Birli¤i üyelik sürecini ajandan›n bafl›na koyan AKP, Kürtlere de bu süreç ile güvence alt›na al›nm›fl bir demokratikleflme vaat etti. Cumhurbaflkanl›¤› ve ikinci genel seçimlerin kazan›ld›¤› 2007’ye kadar iktidar içi hassas dengeler karfl›s›nda bu imaj› korumak isteyen AKP, Cumhurbaflkanl›¤›’n› al›p genel seçim sand›¤›ndan da yüzde 47 ile galip ç›kt›ktan sonra tavr›n› de¤ifltirmeye bafllad›. Ergenekon operasyonu ile bir yandan TSK’yi hedef al›rken, askere vurdukça Kürtlere de vuruyor, iki operasyon paralel ilerliyordu. Kürt hareketine vurmak TSK ile AKP’nin uzlaflma çizgisiydi. Haziran 2007’de Ergenekon operasyonu bafllad›, Ekim 2007’de ise AKP döneminin ilk s›n›r ötesi harekat tezkeresi ç›kt› ve tezkereler her y›l yenilendi. Mart 2009 yerel seçimlerine do¤ru AKP bir çözüm beklentisi yaratt› ve PKK de seçimden dört ay önce Aral›k 2008’de, ateflkes ilan etti. Ancak çok de¤il seçimden on befl gün sonra 12 Nisan’daki Habur karfl›lamas› gerekçe gösterilerek 14 Nisan’da KCK operasyonlar› bafllad›. Silahs›z siyaset yapan 10 bine yak›n Kürt bu operasyonlarda tutukland›. 12 Haziran 2011 genel seçimlerine gidilirken AKP bir yandan söylemi sertlefltirirken bir yandan da milletvekili adayl›klar›nda k›smi yumuflamalara gidiyordu. Seçimin ard›ndan Hatip Dicle’nin vekilli¤i düflürüldü, 5 BDP’li vekilin hapisten ç›kmas› engellendi. AKP yine bir diyalog sürecinden bahsediyor ancak askeri ve siyasi operasyonlar h›z kesmiyor. Büyük medya kampanyas›nda sürecin olas› bozguncusu olarak ise AKP de¤il Kandil gösteriliyor.


13

TARİH 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

‘Tek bir millet tanıyorum o da ezilenlerin milleti’ AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

Andranik Paşa

“D

oğu Sorunu’nu oluşturan unsurlardan bir teki bile barışçıl yollarla çözüme kavuşturulmadı ve Avrupa diplomasisi, uluslararası siyasetin bütün silahlarını kullanmasına rağmen, Türk devletinin mevcut düzeni dönüştürme konusunda inatla isteksizlik göstermesi, daha doğrusu böyle bir dönüşümü gerçekleştirecek beceriden yoksun olması karşısında her zaman aciz kaldı.” “Doğu Sorunu” denen şey ile Kürt Sorunu değil Avrupa’nın gözünden “Hasta Adam” Osmanlı kastediliyor. Yıl 1912, yani Balkan Savaşları’nın patlak verdiği, Ermenilere yönelik büyük katliamın henüz söylenti halinde ortaya çıktığı yıl. Bu pasajın yazarı ise sürgündeki yıllarını Balkanlar’da harp muhabirliği yaparak geçiren, Sovyet Devrimi liderlerinden Lev Troçki. Milliyetçilik hareketleri Osmanlı topraklarında etkili olmaya başladığında, bu, soyut bir ideolojik esinlenmeyle açığa çıkmış bir durum değildi. Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyan toplumlar devlet örgütlenmesinden dışlandıkları gibi, devletin kolu durumundaki yerel egemenler tarafından topraklarına ve ürünlerine el konuyor, ağır vergi yükü ek vergilerle perçinleniyordu. Ticaretin gayrimüslimlerin elindeki bir iş olmasından kaynaklanan yaygın kanının aksine Balkan halklarının önemli bir bölümü gibi, Ermenilerin yüzde 90’ı da Anadolu’daki Türkmen halkları ile benzer yaşam koşullarını paylaşan köylülerden oluşuyordu. Üstelik gayrimüslimler 1876 Islahat Fermanı reformlarına kadar ek vergiler (haraç ve cizyekelle vergisi) ödemek zorunda kalmış, daha sonraki yıllarda ise ciddi bir can güvenliği sorunu ile karşı karşıya kalmıştı. Hukuk önünde biçimsel eşitliğin sağlanması, katilin Müslüman maktulün Hıristiyan olduğu koşullarda bir işe yaramıyor, yağma güdüsüyle beslenen saldırılar tırmanıyordu. Çete hareketleri ezilen uluslardan toplulukların can güvenliği ve geçim araçlarını koruma kaygısına yanıt veriyordu. Bu durum Osmanlı ile çatışma halinde olan ve nihayet Osmanlı topraklarını bölüşme niyetinde olan emperyalist güçler açısından “hasta adam”a müdahale gerekçesi bulmada istifade

“Y

eryüzünde, barışçıl, normal hayat tarzına bir türlü uyum sağlayamadıkları için, sıradan insanlardan farklı hayat süren bir hayli kişi vardır. Hayat elbette onlardan güçlü çıkar ve onları ‘kıyıya atıp bıraktığı’ zaman, bu kişiler de hayatın rutin akışının tekdüze gereklerine ayak uydurmaya başlarlar. İş bulup aile kurarlar, romatizma ağrıları çekerler ve genellikle bu halde güçten kuvvetten düşüp ihtiyarlarlar. Ama tarih bir kere daha bir çatışma ve kaos dönemine girince, onlar da uykularından silkinip uyanır-

“Ezilenlerin milleti” için kah Bitlis’te kah Sofya’da silahına sarılan Andranik Paşa’nın talihsizliği, dış dinamikler adlı “ezenlerin milleti”ne güvenmesiydi edilecek bir fırsat olarak görülüyordu. Fırsatı yaratan da bizzat Osmanlı’nın ayrımcı politikaları ve hayalkırıklığı ile öfkeyi ve ayrılık eğilimlerini büyüten ikiyüzlü reform politikalarıydı. İslamcı sultan Abdülhamit’in 30 yıllık baskı rejimini, sultanı II. Meşrutiyet’i ilana zorlayarak sonlandıran Osmanlıcılar ilk başta ezilen uluslara umut vermişti. Geçim araçları, yaşam hakları ve özgürlükleri için silaha sarılarak dağa çıkan ezilen uluslar, yeni bir anayasal düzen kurarak etnik ve dini kökenlerine bakılmaksızın bütün Osmanlı uluslarına eşitlik ve özgürlük içinde yaşamayı vaat eden Jön Türklerle, yani İttihat Terakki Cemiyeti (İTC) ile ittifak kurmuştu. Balkanlardaki çete hareketlerinden Ermeni devrimcilere geniş bir yelpaze, İTC’nin iktidar mücadelesine destek verdi. İTC iktidarı kısa süreda hayal kırıklığı yarattı ancak şeriat ve eski düzene dönüş talebiyle Meclis’in basıldığı 31 Mart Olayı

üzerine Jön Türkler tüm Makedonya ordusunu bir araya getirdiğinde bu orduya Jön Türklerin yanında “hürriyet” için savaşmaya karar veren eski Bulgar ve Yunan çetnikler (silahlı çeteler) de katıldı. Ermeniler de Abdülhamid döneminde yaşadıkları büyük katliamlara karşın Meşrutiyet sürecini destekledi. Abdülhamid’in doğudaki Rus tehdidi gerekçesiyle Kürtleri Ermenilere karşı kullanması ile 1894-1896 döneminde büyük katliamlara uğrayan, dış destek de bulamayan Ermenilerin huzursuzluğu Andranik Ozanyan liderliğindeki 1904 Sason isyanıyla doruk noktasına ulaşmış ancak somut bir sonuç alınamamıştı. 1908 geldiğinde Ermeniler de her şeyi geride bırakmaya hazır bir şekilde Makedonlar gibi yeni sürece destek verdiler. Andranik ve partizanları pek çok çatışmanın ardından efsaneleşerek memleketlerini terk ederken, Anadolu Ermenileri Abdülha-

mid istibdadını yerle bir edenlerin verdikleri sözlere inanmaya çoktan hazırdı. On binlerce kurban verdikleri 1909 Adana olaylarını bile affettiler. DÜZEN AYNIYSA “Ne var ki, Türkiye’de hemen her zaman olduğu gibi ademimerkeziyetçi düzenlemeler kağıt üzerinde kaldı ve yöneticiler vaatlerini yerine getirmediler. Çok geçmeden herkes anladı ki Meşrutiyet, düzenin yalnızca dış görünüşünü değiştirmiş, özü olduğu gibi kalmıştı.” Makedonya’nın özerklik talebi karşılanmadığı gibi ulusçu hareketler de yasaklandı. Ermenilere yönelik cinayetler yeniden tırmanışa geçtiğinde Dahiliye Nazırı kendisine başvuranları “Bu olaylarda sıradışı bir mahiyet görmüyorum” diye karşıladı. Jön Türkler, Ekim 1912 Selanik Kongresi’nde Hıristiyanları güvenilmez, Türkleri temel unsur ilan etti. 1915’e üç yıl vardı ancak Ermenilere yönelik büyük

bir katliamın an meselesi olduğu konuşuluyordu. 1. Dünya Savaşı’nın ön hazırlıklarından Balkan Savaşları patlak vermişti. Anadolu Ermenileri’ni savunurken verdiği silahlı mücadelede efsaneleşen Andranik Paşa “Tek bir millet tanıyorum o da ezilenlerin milleti” diyerek, bu kez Osmanlı’ya savaş açan Balkan ittifakına destek için Sofya’da bir Ermeni bölüğü kurmuştu. Öte yandan düzeni değiştirmek değil kurtarmak için gelen Osmanlıcılar gibi ezilen ulusların mücadelesinden istifade etmek isteyen emperyalistler de “ezenlerin milleti”ndendi ve bu savaşlarda Türk, Kürt ve Ermeni halklarının birbirilerine karşı sergiledikleri kahramanlıklar aslında ezilenlerin milletinin kırımından başka bir şey olmadı.

Balkan harbi muhabiri Lev Davideviç Troçki R

usya Çarlığı’nın bastırdığı 1905 Devrimi’ne Saint Petersburg Sovyeti’nde katılan Lev Davideviç Troçki, diğer devrimcilerle yargılanarak Sibirya’ya sürgün edilmiş, ancak 1907’de gözü kara biçimde buradan kaçmıştı. Daha sonra Viyana’ya yerleşerek ailesini de yanına aldırmış ve hem geçimini sağlamak hem de muhalif gazetesi Pravda’yı [Hakikat] yayımlayabilmek için Kievskaya Misl [Kiev görüşü] gazetesi için çalışmaya başlamıştı. Troçki bu dönemde başka gazetelerde de yazıyordu. Aslen Rusya’daki çarlık yönetimini eleştirse de, Balkanlar ve

Osmanlı Devleti ile de ilgiliydi. Balkanlar’da hem giderek artan milliyetçi gerginlikleri hem de hala bölgenin mühim bölümüne hakim olan Osmanlı Devleti’ndeki gelişmeleri yakından izliyordu. Troçki kemikleşmiş sorunlara yapıcı çözümler getirme potansiyeli taşıdıkları için Balkanlar’daki sosyal demokrat hareketler ile Osmanlı Devleti’ndeki Jön Türkler ya da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni özellikle yakından takip etmiştir. Bu yazılar Troçki’nin savaş boyunca yaptığı çarpıcı değerlendirmelerinin gerisinde nasıl bir arka plan çalışmasının yattığını göstermesi bakımından da önemlidir.

Kievskaya Misl idaresi, yaklaşan savaşı yakından takip etmesi için Troçki’yi Ekim 1912 başlarında görevlendirmiş; yazar yoldayken, 8 Ekim’de Karadağ’da savaşın patlak verdiği haberi gelmişti. Troçki Birinci Balkan Savaşı sonlarına dek savaş bölgesinden yazmayı sürdürmüştür. Balkan ülkeleriyle Osmanlı Devleti’ni yakından takip eden Troçki, savaş boyunca harp muhabirliğinin en güzel örnekleri arasında kabul edilen onlarca makale yazar. Ne var ki, yazıları çağdaşı olan savaş muhabirlerininkilerden pek çok yönüyle farklıdır. Askeri manevralar, harekat ayrıntıları, tarafların askeri güçlerine dair teknik dökümler, muharebelerin ve cephedeki çatışmaların meraklı ayrıntıları bu yazılarda ön planda değildir. Troçki bu ayrıntılardan çok, onların gerisindeki siyasal, toplumsal ve ekonomik çatışmaları görmeye odaklanmıştı. “Balkan Savaşları” adlı kitapta toplanan bu yazılar 1995’te ve 2009’da iki ayrı çalışma ile Türkçe’ye kazandırılmıştır. Kitap, Troçki’nin siyasi kimliği ile gölgelenen usta yazarlığının ürünüdür.

lar. İlk davet üzerine çizmelerini giyip yola çıkarlar. Sofya’da oluşturulan gönüllü Ermeni bölüğünün başında, adı türkülere ve efsanelere karışmış bir kahraman olan Andranik Ozanyan var…” Lev Troçki’nin yazdığı adam, Türkler ve Kürtlerle girdiği çatışmalardaki kahramanlığı ve de mezalimiyle, Ermenilerin ulusal kahramanlarından biri olan Şebinkarahisarlı Andranik Paşa. İstanbul’da çeşitli devrimci Ermeni örgütlerine katıldı. Asıl ününü 1904 Sason isyanıyla kazandı. Ermeni Sorunu’na dikkat çekmek için yürüttüğü mücadele Avrupa tarafından beklediği desteği bulmadı. Kafkaslar’a, daha sonra Balkanlar’a geçti. “Ben, kendi halindeki Türk ahaliye karşı hiçbir zaman saldırıda bulunmadım; benim savaşım yalnızca beylere ve idareye karşı olmuştur” dese de Balkan Savaşları’nda bu sözler tutulamadı. Osmanlı’ya karşı mücadelesini daha sonra Kafkaslar’da sürdürdü. Tarihin cilvesi bu ya, 1917 Devrimi sonrasında Troçki’nin bizzat katıldığı BrestLitovsk anlaşması ile Rusya Osmanlı’yla barış yaptığında Andranik’in mücadelesi de nesnel zeminini yitirdi. Kimine göre zalim, kimine göre kahraman olarak tarihe geçti.

Hrant’ın mahallesi bizim mahalle Çok de¤il bir yüzy›l öncenin Türkiye’sinde Do¤u Sorunu’nun merkezindeki Alt› Vilayet (Vilayat-› Sitte) yani Erzurum, Van, Harput, Diyarbak›r, Sivas ve Bitlis birer Ermeni flehriydi. Van, Ermenice’de “flehir” demekti. Bu flehirlerdeki Ermeniler katledildi, asimilasyona ve zorland›¤› göç yollar›nda k›r›ma u¤rad›. Kimileri 600.000, kimileri 1.500.000 Ermeni’nin öldürüldü¤ünden söz etti. Hrant Dink 19 Ocak 2007’de kontrgerilla taraf›ndan katledildi¤inde “1.500.001’inci cinayet” diyenler oldu. Ancak “devletimiz” de¤iflti¤ini, bu cinayetin d›fl›nda oldu¤unu ve Ermenilerle bir sorunu olmad›¤›n› iddia etti. Bülent Ar›nç, Dink ailesine yapt›¤› ziyareti anlat›rken “Evlerinde bir Anadolu evi,

bir Türk evinden farkl› hiçbir fley görmedim. Mütevazi bir Anadolu insan›n›n evinde ne varsa ne olmas› gerekiyorsa onu gördüm; o kokuyu hissettim” demiflti. Ziyaret bir yabanc›n›n evine yap›lsayd› bu sözün bir masumiyeti olabilirdi ama Sivas kökenli bir Malatyal›’n›n evine gidip de “evi Anadolu evine benziyordu” diye flafl›rmak, Ermenileri Türk’e benzeterek sevmek ancak bir faflistin ideolojik maluliyetiyle aç›klanabilir. fiimdilerde Hrant’›n büyüdü¤ü Çavuflo¤lu Mahallesi’ndeki Tafl Horan ya da Surp Yerrortutyun Kilisesi dahil, Ermenisiz kalm›fl Ermeni kentlerindeki kiliseleri kütüphane olmak üzere onararak yap›lan “tarihe sayg›” flovlar› da, tam aksi bu topraklar›n tarihine sayg›s›zl›k de¤il midir?


14

MEDYA 10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Kenar Notlar›

Halk›n Sesi

AKP bu muhalefete bayılıyor AKP’ye karşı öfke, gerici-faşist bir kanala yönlendiriliyor. Lafta AKP karşıtı ulusalcı medya, ezilenleri milliyet temelinde bölüyor, gericiliği yeniden üretiyor

Generallerin çöküşünden ‘çöküşün generaline’ eneralin dramatik çöküşünden bir “kahramanlık destanı” çıkarmaya çalışan ulusalcılar, son zamanlarda sokaklarda boy gösterir oldular. Epey gecikmiş olsalar da hapishanenin politik potansiyelini yavaş yavaş keşfediyor; duruşma salonlarının içini ve dışını protesto gösterileriyle dolduruyorlar. Bu gösterilerde oyundışı bırakılmış askerlerin kişisel “başarı öyküleri”, yaratıcılıktan yoksun, basmakalıp senaryolar eşliğinde destanlaştırılıyor; “askeri beceri, disiplin ve vatanseverlik” melekeleri göklere çıkarılıyor… Ne var ki köklerine dek çürümüş bir “özel askeri takımın” dramatik çöküş öyküsünde bir kahramanlık destanı çıkmadığı gibi, sırf yargı sürecinden de ulusalcılık için bir “yaşam itilimi” çıkacakmış gibi görünmüyor. Geçmiş savaşlardan ödünç alınmış kahramanlık üniformasına tıkıştırılan “özel kadro”, daha işin başında bir “suç örgütü” refleksiyle dağılıyor: Kendi durmunu kurtarmaya çalışan genelkurmay başkanları, üstlerine ve astlarına suç atan efsane komutanlar, herhalde bugün varolsaydı eski koğuş tipi hapishanelerde “adi suçlu” muamelesi görürlerdi. Son olarak 28 Şubat “postmodern darbesi”nin en tepedeki iki komutanı İsmail Hakkı Karadayı ve Çevik Bir birbirini suçladılar. İfadelere ve basına yansıyan açıklamalara bakılırsa, bir zamanların kudretli “Çevik Paşa”sı meğer zavallı “emir kulu”ymuş. Karadayı’nın ise komutası altında olupbiten hiçbir şeyden haberi yokmuş… Misyonu sona eren askeri kadroların yargı gücüyle tasfiye harekatı, giderek ünlü “Giritli Paradoksu”na benzemeye başladı. Paradoksa bakın ki bir general, “Bütün generaller yalancıdır” demiş. Paradoks Giritli4ye ait olunca, belki üstesinden gelinir de, sözkonusu “silahlı kuvvetler”in komuta kademesi olunca iş biraz değişiyor. Kendisine “NATO’nun ikici büyük gücü”, “emperyalist bölgesel projelerin güvencesi” unvanları yakıştırılan ordudan sözediliyor. İlk bakışta generallerin kişisel öykülerinde somutlaşan dram, aslında bir “içsavaş ordusu”nun toptan çürümesini yansıtıyor. Çürümenin kökleri derinlere, ta neoliberal yenisömürgeci kapitalizmin çürümesine dek iniyor. Kirli savaşa, yeraltı ekonomisiyle beslenen kontrgerilla cinayetlerine, neoliberal piyasa hareketlerine, İslamcı-Türkçü gericiliğe dek iniyor. Yani devrimci toplumsal yenilenme dinamiklerini baskı altına almaya koşullanmış bütün düzen kurumlarına dek iniyor. Öyle ki onda, kontrgerilla çeteciliğinin çözülen suç ortaklığını, faşist devlet şiddetinin boşuna kendini tekrar etme mecburiyetini, sonradan görme burjuvazinin korkaklığını ve kaypaklığını görmemek olanaksız. Çürüme o denli yaygın ki, salt tasfiye edilen ömrünü tüketmiş kadrolarla sınırlı değil: Bir o kadar da muvazzaf generallere takılan “üstün başarı” madalyalarında cisimleşiyor. Daha katledilen Roboskili köylülerin kanı kurumamışken, sözümona yargı sürecinin bitmesini bile beklemeden havacılara takılan madalya, işte bu çürümüşlüğün “nişane”sidir. İşte bu, kendi zaferini ilan ettiği anda neoliberal şiddetin başarısızlığa mahkum kısırdöngüsüne kapılan Tayyip Erdoğan’ın çöküşünün “nişane”sidir.

UMAR KARATEPE

Kırca ve Sözcü yazarı Uğur Dündar bunlardan ikisi.

KP’ye karşı toplumun çeşitli kesimlerinde biriken öfkenin aktığı düzen içi muhalefet kanallarından biri de ulusalcılık. Ezilenlerin AKP’ye karşı tepkilerini, milliyetçilik üzerinden bölen ve AKP’ye karşı güçlü bir ezilenler bloğu oluşamamasında önemli bir etkisi olan ulusalcı akımların, toplumsal muhalefete tek zararı bu değil. Daha da kötüsü, AKP iktidarının temel ideolojik dayanakları bu akımlar tarafından yeniden üretiliyor. İdris Naim ile ırkçılık, Bülent Arınç ile cinsiyetçilik, Tayyip Erdoğan ile otoriterlik ve militaristlik yarıştırmanın adı muhalefet oluyor. Bu akımı temsil eden gazetelerin başında, 290 bin tirajıyla Sözcü ve 60 bin tirajıyla Aydınlık geliyor. En yüksek tiraj alan bu iki ulusalcı gazetenin yıldız isimleri genellikle ana akım medyanın eski yıldızlarından oluşuyor. Aydınlık’ta yazan Levent

O B‹R IRKÇI O B‹R KADIN DÜfiMANI Ana akım medyada iş olanaklarını yitirdikten sonra İşçi Partisi’ne üye olarak kendini yeniden gündeme taşımayı deneyen Levent Kırca, her türlü sivriliği yaparak dikkat çekmeye çalışıyor. İşçi Partisi’nin örgütlediği Sanatçılar Girişimi’nin toplantısında, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu “eleştirirken” ettiği cinsiyetçi küfür sonrası tepkileri üzerinde toplamaktan hiç rahatsız olmadı. Aksine bu durumu bir tanıtım malzemesi haline getirdi. Konuyla ilgili olarak Gülen Cemaati’nin Cihan Haber Ajansı’na bile uzun uzun mülakat vermekten gocunmadı. AKP’nin kadın düşmanı politikaları tırmandırdığı bir dönemde, cinsiyetçiliğin en çirkin örneklerinden birini sergileyen Kırca, görünüşte kadınlardan özür diledi ancak herkesin küfür ettiğini söyleyerek ve “en harbici AKP karşıtlığı” kılıfını giydirerek özrünü kabahatinden büyük hale getirdi. Üstüne üstlük cinsiyetçi zihniyetinin istisna olmadığını Kırca, olay günü yayımlanan yazısında da gösteriyor, bir sanatçıya cinsel yönelimini ima ederek hakaretler yağdırıyordu. Kırca’nın Bülent Arınç’ı bile gerilerde bırakacak erkek egemen zihniyetinin yanı sıra, İdris Naim Şahin’e rahmet okutacak ırkçılığı da çabası. Kırca, Olacak O Kadar’ın FOX TV’deki bir bölümünde Kürtlere yönelik aleni bir ırkçı saldırıda bulunmuştu. Kürtleri, PKK’ye “taş atan çocuk” satmak için habire seks yapan insanlar olarak gösteren Kırca, o dönemde Türkiye’de kaybolan çocukların da Kürtler tarafından yine PKK’ye satılmak üzere kaçırıldığı iddiasını “mizahi” bir dille ele almıştı. Bu ırkçı skeçi defalarca yayımlamakta hiçbir sakınca görmeyen ABD’li medya tekeli Murdoch’ın kanalı

A

G

DEVR‹MC‹LER‹N KAT‹L‹NE KÜRSÜ Kırca gibi ana akımdan ulusalcı medyaya transfer olan bir diğer isim de Uğur Dündar. Pastanelere ve lokantalara yönelik gerçekleştirdiği böcek arama baskınlarıyla “cesur gazeteci” oluveren Uğur Dündar, modasının geçmesinin ardından kapağı attığı Sözcü gazetesinde cesur (!) gazeteciliğe devam diyor. Dündar’ın son cesareti de yüzlerce devrimcinin ölümüyle sonuçlanan “Hayata Dönüş” operasyonunun altında imzası olan isimle, Saadettin Tantan ile söyleşisi oldu. 19 Aralık 2000’deki operasyondan üç gün sonra devlet adına basına brifing veren Tantan, insanların yakılarak öldürüldüğü bir eylemi “Devletin ayıbı temizlendi” sözleriyle sahiplenmişti. Abdullah Öcalan ile görüşmeler üzerine görüşlerini aldığı Tantan’ı “efsanevi emniyetçi” diye tanıtan Dündar, Tantan’ın “Apo’yla görüşmenin bilinmeyenlerini” anlattığını iddia etti. Oysa söyleşi okunduğunda Tantan bilinmeyen hiçbir şey söylemiyor, hiçbir veri sunmuyor, ulusalcı ezberi tekrar ediyordu: “PKK emperyal güçlerin uydusu, AKP de uydusu, işbirliği yapıyorlar.” Pastanelerde hamam böceği bulmaktan, bit pazarında katil bulmaya… Dündar’ın evrimi bu kadardı. Ve bu söyleşi, “Anti-Tayyip” çizgisiyle MİT krizinde Gülenci savcılara ve Abdullah Gül’e destek veren, AKP’ye karşı tepkileri saptırmaya devam eden operasyonel bir gazeteye, Sözcü’ye çok yakıştı.

AKP icadına Yurt desteği Kürt sorununda görece dikkatli, k›flk›rt›c› olmayan tutumuyla di¤er ulusalc› gazetelerden k›smen

ayr›lan Yurt, AKP’nin yeni bir “milli gün” haline getirmeye çal›flt›¤› Sar›kam›fl facias›n›n y›ldönümünde

çuvallad›. AKP’li bakanlar›n “emre itaat ederek sorgusuz sualsiz ölüme koflacak gençler yaratma” amac›yla düzenlendi¤ini söyledi¤i Sar›kam›fl etkinliklerini kapaktan gören Yurt gazetesi, ‹dris Naim fiahin ile Suat K›l›ç’›n öncülük etti¤i törenleri balland›rarak anlatt›. Almanya’y› Rusya’ya karfl› savafl›nda rahatlatmak amac›yla 1914’te Enver Pafla taraf›ndan bafllat›lan Sar›kam›fl harekat›nda, on binlerce gencin

so¤ukta donarak öldü¤ü gerçe¤ine “yalan” diyen Yurt gazetesi, bu say›n›n “sadece 7800” oldu¤unu iddia etti. Say› daha az olsa, binlerce gencin Alman emperyalizmi için ölüme sürüklenmesi “meflru ” olacakm›fl gibi haber yapan Yurt gazetesi, bu harekat›n baflar›l› oldu¤unu da savundu.

12 yaşında yeni yüzüyle Sendika.Org 12

Hala korkuyorlar Metin’den Ü

mraniye Cezaevi’nde öldürülen iki siyasi mahpusun cenazesini takip ederken gözaltına alınıp polisler tarafından dövülerek katledilen Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe, ölümünün 17’inci yılında mezarı başında anıldı. Anma töreninde “mezar başında değil direniş noktasında buluşuyoruz” denildi ve Metin gibi ezilenin yanında olan gazetecilerin hala var olduğu ifade edildi. B‹TMEYEN HASSAS‹YET BirGün'den Ahmet Şık'ın bir haberi, Metin Göktepe’den hala ne kadar korkulduğunu gösterdi. Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ile Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümlerindeki öğrencilerin suikasta uğrayan gazeteciler için hazırladığı belgesel serisinde Metin Göktepe ile ilgili kısım, üniversite yönetimi tarafından sansürlendi. Çalışmayı yürüten öğrencilere, "ülkenin içinden geçtiği dönemin hassasiyeti” nedeniyle, polis tarafından öldürülmüş bir gazetecinin belgeselde yer alamayacağı bildirildi ve öğrencilerin kayıtlarına el konuldu.

FOX TV, ekranın altına “Bayrak yaz, 4740’a gönder, anlı şanlı Türk bayrağı telefonuna gelsin” reklamı almayı uygun görmüştü.

Sendika.Org’un yeni tasarımı, site içeriğinin facebook, twitter gibi sosyal medya kanallarında paylaşılmasını ve yorumlanmasını da kolaylaştırıyor. Sitedeki değişimin bir başka yansıması ise görselliğin öne çıkarılması. Bu nedenle site anasayfasında eskisine göre daha büyük bir manşet kullanılıyor.

yıldır emek hareketinin gündemini internet ortamına taşıyan Sendika.Org 2013 yılına bir sürpriz ile girdi. Baştan aşağıya yenilenen site, sosyal medya kanalları da dahil olmak üzere okurlardan gelen öneriler doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. Sitenin yenilenmesiyle beraber en önemli değişiklik, internet yayımcılığında oldukça önemli hale gelen, telefon ve tablet gibi mobil cihazlarla uyumlu hale gelmesi. Sendika.Org’un eski sisteminin bu uyumu göstermemesi, bu kanallarla siteye ulaşanların sayısının yüzde 10’un altında kalmasına neden oluyordu. Bir başka önemli değişiklik, Google, Yahoo gibi arama motorları ile uyumluluk sağlanmasıyla site içeriğine dışarıdan daha kolay ulaşılması. Kimi teknik değişiklikler sayesinde, arama motorlarında Sendika.Org’da bulunan bir içerik arandığında, sitenin ismi daha üst sıralarda çıkıyor ve bunun sonucu olarak siteye girişler daha ilk haftada yüzde 30 civarında arttı.

‘Esed’ demedi diye işten çıkarıldı M

edyada AKP’nin isteklerini yerine getirmeyen gazetecilerin budanması süreci devam ediyor. Son olarak Habertürk dış politika uzmanı Ceyda Karan görevinden alındı. İşten atılmasının ardından Karan, twitter hesabından attığı mesajda “Habertürk TV ile bir süredir gazetecilik ilkeleri konusunda yaşadığım anlaşmazlıkların ardından bugün itibariyle işten çıkarıldım. Geride kalan ve doğru düzgün haberci-

lik yapmaya çalışan arkadaşlarıma başarılar diliyorum” dedi. Habertürk yazarı Umur Talu, Karan’ın işten çıkarılmasının ardından “Dikenli

diye bir gül koparıldıkça, hepimiz biraz daha çoraklaşıyoruz” diye yazdı. Karan’ın anlaşmazlık yaşadığı “gazetecilik ilkeleri” meselesinin

ne olduğu tam olarak açıklanmasa da, özellikle Suriye konusunda bir sıkıntı yaşandığına dair iddialar yalanlanmadı. Karan’ın başında olduğu Habertürk dış haberler servisi, operasyonel haberlerden ısrarla kaçınmış, Suriye haberlerinde genellikle olayın tüm taraflarının iddiaları ve tezleri yer almıştı. Şimdi merak edilen Karan’ın ayrılmasıyla Habertürk’ün de Esad’a “Esed” demeye başlayıp başlamayacağı.

Sitenin yeni altyapısı, arşivdeki 50 bin civarındaki içeriğe ulaşmayı da kolaylaştırıyor. Belirli anahtar kelimeler girildiğinde sitenin içeriğinde aranan ilgili haberlere, geçmiştekine göre çok daha kolay erişiliyor. Sendika.Org’un yeni tasarımı, site içeriğinin facebook, twitter gibi sosyal medya kanallarında paylaşılmasını ve yorumlanmasını da kolaylaştırıyor. Sitedeki değişimin bir başka yansıması ise görselliğin öne çıkarılması. Bu nedenle site anasayfasında eskisine göre daha büyük bir manşet kullanılıyor. Görselliğin internet yayımcılığında giderek önemini artırması, bu konuda sürekli bir yenilenmeyi gerekli kılıyor. En önemlisi de, Sendika.Org tüm bu değişiklikleri okurlarıyla beraber sürdürüyor. Site ilk görünümüyle yayına başladığı 1 Ocak’tan itibaren, facebook, twitter ve e-posta gibi kanallar da dahil olmak üzere, okurlarından gelen öneriler ve eleştiriler doğrultusunda kendini sürekli olarak yeniledi ve bu süreç bir süre daha devam edecek.


KÜLTÜR SANAT

15

10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Diyarbak›rl› Ermenilerin sesi

Devlet niflan›na ret Fransız karikatürist Jacques Tardi, Fransız Kültür Bakanlığı’nın verdiği, en üst seviyedeki devlet nişanı Légion d'Honneur ünvanını reddetti. Ünlü çizer, "Bazı güçlerin esir aldığı bir insan olmak yerine özgür kalmak istiyorum" diye konuştu. Bu nişanı en son Türkiye'den yazar Orhan Pamuk kabul etmişti.

Hrant Dink Vakfı'nın sözlü tarih çalışmalarının ikinci ayağını oluşturan “Sessizliğin Sesi II Diyarbakırlı Ermeniler Konuşuyor” isimli kitabı çıktı. Kitapta sekizi kadın, sekizi erkek 16 Diyarbakırlı Ermeni'nin hikayesi anlatılıyor.

Damocracy dedikleri

Yine kitap yine sansür Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser listesindeki “Şeker Portakalı” kitabını derste ödev olarak okutan bir öğretmene kitabın müstehcen olduğu gerekçesiyle soruşturma açıldı. “Fareler ve İnsanlar” kitabı da İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından ‘sakıncalı’ bulundu.

Kanadalı yönetmen Todd Southgate, Brezilya'daki Belo Monte ve Türkiye'deki Ilısu barajlarını konu alan bir belgesel hazırladı: Amazon'dan Hasankeyf'e Damocracy. Dam, İngilizce baraj demek, “Damocracy” de en iyi yönetim biçimi olduğu iddia edilen demokrasiye gönderme yapıyor. Belgesel Şubat ayında gösterime girecek.

‘İnsan kime hizmet ettiğini düşünmeli’ ÖZEN TAÇYILDIZ

Y

önetmen-yazar Vasıf Öngören’in Zengin Mutfağı isimli oyunu, 35 yıl aradan sonra İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahneleniyor. Üstelik bu defa yönetmen koltuğunda kızı Aslı Öngören var. Oyun, ikinci gecesinde üç kadın izleyicinin kurt işaretli ve “Tanrı Türk’ü korusun” sloganlı müdahalesine maruz kaldı ve bu saldırıyla gündeme geldi. Oysa başlı başına gündem edilmesi gereken oyunun kendisi ve yazarı; Brecht’in geliştirdiği epik tiyatro yöntemiyle yazdığı, sergilediği oyunlarla tiyatro dünyasına damgasını vurmuş Vasıf Öngören. Oyunun yönetmeni Aslı Öngören’le Vasıf Öngören’i, “Zengin Mutfağı”nı ve şehir tiyatrolarına iktidar müdahalesini konuştuk. Zengin Mutfağı oyunu 35 yıl sonra tekrar şehir tiyatrolarında sahneleniyor. Oyunun sonundaki şarkıda da, “40 yıllık bir oyun bu, eski değil yeni de değil” deniyor. İsterseniz önce oyunla ve oyunun yazarı babanız Vasıf Öngören’le başlayalım. Vasıf Öngören bu oyunda 70’ler Türkiye’sinin fotoğrafını çekiyor. Toplumcu bir yazar olarak sözünü net söyleyen, görünenin ardındaki gerçeği yazan biri. Zengin Mutfağı da bu yolla ürettiği yapıtlar içinde belki de en sağlam olanı. 15-16 Haziran işçi direnişi ve 12 Mart sürecinde, dışarıdaki kamplaşma-kutuplaşmanın bir zengin mutfağındaki kişiler üzerinde yarattığı etkileri, değişimleri, dönüşümleri anlatıyor. Sıcak insan ilişkileri anlatılıyor, alelade, tanıdığımız insanların dünyasına bir bakış bu. Dolayısıyla, Zengin Mutfağı, 40 yıl önce kaleme alındı ama dünya görüşü ve ele alınış yöntemi olan epik yöntem öylesine bir bakış açısıyla yaklaşıyor ki hayata, Zengin Mutfağı hep güncel kalacak galiba. Özdeki emek-sermaye çatışması meselesi hala geçerli. Çok basit bir cümle var oyunun temelinde; “İnsan kime hizmet ettiğini düşünmeli!” Bugün de metnin özünde olan bu akil sözü, seyirciye duyurabilmek amacımız. Sözünün çağlar ötesi bir karşılığı var. Seyirciye diyalektiği keşfetmenin hazzını yaşayıp ayrılma şansı veriyor Zengin Mutfağı. Her şeyin değiştirilebilir olduğunu kavrama imkanı veren bir metin. Bu yüzden özel ve önemli. Direnen, isyan eden kitlelerin çabalarının nafile olmadığını gösteriyor. Daha güzel bir dünya için adım atılabileceği umudu aşılayan

1970’lerin emek-sermaye çatışmasını bir köşkün mutfağından anlatan Zengin Mutfağı 40 yıl sonra yine ‘bekçi’lerini beslese de ‘bekçi’lerle çatışanlar da var...

oyunlar bunlar. Brecht oyunları gibi… Vasıf Öngören de Türk tiyatrosunda bu yanıyla çok özeldir. Bahsettiğiniz değişim-dönüşümün vurgusu karakterlerde çarpıcı bir biçimde hayat buluyor. Köşkün hizmetçisini oyunun başında en büyük hayali evlilik olan, nişanlısı için de her şeyi yapabilecek genç bir kadın olarak görüyoruz. Ama sonra Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kapatılması için çalıştığı fabrika önünde yaptığı grevde nişanlısıyla gırtlak gırtlağa çatışan birine dönüşüyor. Bütün oyun boyunca kendisini toplumsal olayların dışında konumlayan Lütfü Usta da gazetede bu fotoğrafı görünce ayıyor… Evet oyunda çok iyi örneklerden biri bu çünkü herkes değişimi ve dönüşümü yaşıyor. Zaten epik tiyatronun vazgeçilmez unsurudur bu süreci ve değişimi göstermek. Rejide de oyunculuk yaklaşımında da bunu görünür kılmaya gayret ettik. İnsanlar belli koşullar ve durumlar içinde davranırlar. Bunlar değiştiği zaman farklı davranabilirler. Sınıf bilinci meselesi de var oyunda. Sınıf atlama ve bireysel kurtuluş hayallerinin toplumu bir hayli oyaladığı bir çağda yaşıyoruz. Kendi sınıfının, ait olduğu, aidiyet duyacağı sınıfsal varoluşunun gereğini yapar insanlar. Sınıflı bir

toplum var olduğu sürece de bu çatışmalar söz konusu olacaktır. Oyunda güncel göndermeler de var. “Beyaz bere” ve “küçük bir çocuksun önce/anne koynunda masum” şarkısıyla Hrant Dink cinayetine mesela. Bu güncellemeleri yaparken neleri gözettiniz? Metnin aslında böyle birebir bir gönderme yapmaya hiç de ihtiyacı yok, çok temel bir mesele anlatıyor. Ama biz duyarlı olduğumuz bir konu olduğu için kendimizi durduramadık, bu eki yaptık. Bundan çok daha önemli bir sözü var metnin; bu gençlerin isimleri, varoluş biçimleri, dünyaya bakış biçimleri değişebilir ama kimler tarafından nasıl kullanıldığı gerçeği değişmiyor. Birçok inanç, iyi niyet, adanmışlığa emek-sermaye meselesi

üzerinden baktığınızda bir iç hesaplaşma, tartışma getirmeli. Benim dileğim bunu sağlaması oyunun. Oyuna üç izleyiciden gelen saldırıdan bahsedelim biraz da. Sözünü net söyleyen bir oyun bu, rahatsız olanlar olabilir, bu beklenir bir şey. Bu rahatsızlığı dile getiriş biçimi önemli. Bizim gibi düşünmeyenlerle tartışabiliriz ama susturmaya, geriye itmeye, üstünü örtmeye kimsenin gayret etmemesi gerekir. Buna kolay kolay da pek kimsenin gücünün yeteceğini sanmıyorum. Bunlar bu ülkenin, bu sistemin gerçekleri ve tartışılması gereken meseleler. Sonuna kadar arkasında olduğumuz sözler. Bunun tartışma yaratmasını dileyebilirim en fazla. Münferit bir olay

olarak kalacağını düşünmek isterim. Peki saldırıya daha geniş bir açıdan bakalım. Geçtiğimiz sezon sonunda şehir tiyatrolarında çok hızlı bir biçimde yönetmelik değişikliği yapıldı ve bürokratlara yetki verildi. Sanatta muhafazakarlaşma tartışmalarıyla birlikte bu değişiklik hayli ses getirdi. Şimdi de oyununuzla ilgili olarak sosyal paylaşım sitelerinde yapılan yorumlarda “oyun devam eder mi, kaldırılmadan gidip görsek” gibi endişeler var. Ben ihtimal vermiyorum böyle bir şeye. Olursa çok yazık olur. Ciddi bir akıl, emek ve alın teri var. Yeni yönetmelikte itiraz ettiğimiz noktalar, şehir tiyatrolarının siyasi rüzgarlara açık hale gelmesi ile ilgili kaygılardı. Sanatın özerk, özgür bir alan olarak kalabilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Eğer dediğiniz şeyler gündeme gelirse bu rüzgarların sanatı birebir etkiler hale geldiği alenen görünmüş olur herhalde. Bunun için illa “Zengin Mutfağı”na bir şey yapılması ne kadar şart emin değilim. Birçok başka örnek görüyoruz, yaşıyoruz. Umarım hızla bunlardan vazgeçildiği bir sürece geçilebilir. Şöyle örnek vereyim, bazı insanlar oyundan rahatsız olurken bir büyük kitle var ki büyük keyif alıyor, o insanlar izleyebilir bu oyunu. Hoşlanmayanlar da gelmeyebilirler, bu kadar basit. Ama tabi şöyle bir çarpıtma da oluyor. Yönetmelik değişmeden önce bazı muhafazakar köşe yazarları şehir tiyatrolarının oyunlarının boş salonlara oynandığını söylediler. Oysa şehir tiyatrolarında bilet bulmanın zor olduğunu herkes bilir. Buna rağmen, göz göre göre bunu söylediler. Ardından da yönetmelik değişikliği geldi. Büyük bir manipülasyon yapılıyor. Şehir tiyatrolarının taşları, dengeleri oynatılmış durumda şu anda yerinden. Büyük bir tedirginlik var hem idari anlamda hem oyuncular arasında. Ama büyük de bir çelişkimiz var bizim. Seyirciye hizmet eden bir varoluş içindeyiz. Yüz yıldır bu kurum böyle var ol-

‹stanbul fiehir Tiyatrolar›’nda sergilenen Zengin Mutfa¤› oyunu, 16-20 Ocak tarihleri aras›nda Kad›köy Haldun Taner Sahnesi’nde. Bilet fiyatlar› tam 11 TL, indirimli 7,5 TL.

muş, bütün çark perdenin açılması ve seyirciye en iyiyi sunmak üzere kurgulu. Dolayısıyla ne kadar zorluk yaşanırsa yaşansın, içgüdüsel olarak bu kurum zorlukları bertaraf etme ve seyirciye iyi bir şeyler sunma gayreti içinde. Şu an büyük güçlükle sürdürülen de budur. Sorunlar yönetmelikten sonra birdenbire ortaya çıkmadı elbette ama yönetmelik bu sorunların giderilmesi yolunu tıkamış, çok daha bürokratik hale getirmiştir şehir tiyatrosunu. Genel sanat yönetmenlerinin gücünü ve etkinlik alanını daraltmakla da elini bağlamıştır kurumun. “Bu bir yanlıştır” diyoruz hala, bundan dönülmesi için de elimizden gelen gayreti, direnişi göstereceğiz ama bu seyircimize haksızlık etmeyeceğimiz bir yerde olmak zorunda. Dolayısıyla yeni bir yönetmelik çalışması yürütüyoruz ama bir yandan da perde de kapanmaz. Umarım hiç kapatılmaz.

şı sınıf savüa Mutfakta verir. Oyunun en önemli figür Selim, paras›z bir Zengin

15-16 Haziran 1970 eylemleriyle bafllayan in Mutfa¤›, dönemin emek-sermaye iliflkilerini zeng Lütfü n yapa ifladam› Kerim Bey’in köflkünde aflç›l›k Usta’n›n gözünden anlat›r. Oyun, 70’li y›llar›n rdaki Türkiye’sini anlat›rken köflkün çal›flanlar›n›n o y›lla d›klar› kavga içinde taraf olup olmama konusunda yafla çeliflkileri, geçirdikleri de¤iflimleri, dönüflümleri de

gençken Kerim Bey’in himayesinde bir fafliste, fabvurucu rikas›nda D‹SK örgütlenmesi yapan iflçilere karfl› bir silaha dönüflür. Bütün hikayenin sadece mutfakta ›r geçti¤i oyunda “d›flar›s›” çeflitli simgelerle de tafl›n sahneye. Oyunun Lütfü Usta rolünde fiener fien’in oynad›¤› 1988 yap›m› filmi de mevcut.

Guernica’nın altındaki Roboski Picasso’nun Guernica tablosu ile Roboski Katliam›’n› fotomontaj yöntemiyle birlefltiren bu çal›flma, Gürcan Özkan’a ait. ‹spanya iç savafl› s›ras›nda general Franko’nun anlaflt›¤› Nazi Almanyas›’na ait 28 bombard›man uça¤›, 1937’de Guernica flehrini bir gece yar›s› bombalad›, 1500 insan hayat›n› kaybetti. Roboski’de de bir gece yar›s› Heronlarla bombalanan 34 kifli öldü. Bu ac›n›n nas›l fotomontajlanaca¤› sorusu, Roboski’yi, Picasso’nun deyimi ile “faflizmin yapt›¤›” Guernica’n›n alt›ndan ç›kard›.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

10 Ocak 2013 / 23 Ocak 2013

16 Halk›n Sesi

Polis, fabrikanın etrafını, işçilerin aileleri de polisin etrafını sardı

İşverenin “Ya asgari ücret ya işsizlik” dediği Şişecam işçileri Topkapı’daki fabrikayı işgal etti. 5 Ocak günü fabrikanın kapısına polis dayanınca işçiler bacaya ve çatılara çıktı

Cama can verenlerin direnişi Eylem sonuç verdi, Şişecam geri adım attı. 9 Ocak’ta işçiler kazanıma ulaştı. İşçiler mevcut haklarıyla diğer fabrikalara gidecek

ALP TEK‹N BABAÇ

İ

stanbul’daki Şişecam fabrikasının sürekli kaynaması gereken kazanı 25 Aralık’ta söndü. Cama can veren işçiler, fabrikayı 29 Aralık gecesi işgal etti. Topladıkları tahta parçalarını bidonların içine atarak, gecenin karanlığına ve kışın soğuğuna inat bir bir yaktılar ateşleri ve 9 Ocak günü kazanıma ulaştı... AKP’nin yeni teşvik paketinin ilk örneklerinden birini Şişecam işçileri yaşıyor. Teşvik paketine göre devlet, avantajlı bölgelere fabrika kuran işverenin aldığı işçilerin sigorta primlerini beş yıl boyunca ödeme taahhüdü veriyor. Bir İş Bankası iştiraki olan Şişecam da, 420 işçiye “Fabrikayı Eskişehir’e taşıyorum, herkese kıdem tazminatını ödeyeceğim ama isteyen olursa asgari ücretle sıfırdan orada çalışmaya başlar” dediğinde, Kristal-İş üyesi işçiler “Mevcut haklarımızla

Türkiye’nin herhangi bir yerindeki Şişecam fabrikasında çalışana kadar direneceğiz” yanıtını verdi. ‹fiÇ‹LER POL‹S‹ PÜSKÜRTTÜ Eskişehir’deki fabrikaya da 200 işçi alındı ama önemli makinelerin büyük kısmı Topkapı’daki fabrikada kaldı. Makineleri alması için 420 işçiyi geçmesi gereken Şişecam yönetimi ilk denemesini 5 Ocak günü yaptı. Yönetim, İstanbul Valiliği’ne fabrikasından makineleri almak istediğini ancak fabrikanın işçiler tarafından işgal edildiğini belirterek işçilerin tahliyesini istedi. 5 Ocak sabahı polis, Şişecam’ın temsili tabutunun göndere çekildiği fabrika girişinde görüldüğünde işçilerin büyük kısmı üretimin yapıldığı alanda bir araya geldi. Fabrikanın üç kapısını da tutan polis dışarıdan gelen işçileri içeri almadı ancak Şişecam işçisi çoktan fabrikanın stratejik yerlerini tutmuştu. Çatılara ve ba-

caya çıkan işçiler hep bir ağızdan “Ölmek var dönmek yok” sloganını haykırdı. Polis uzun süre işçileri ikna etmeye çalıştı ancak zaman geçtikçe işçilerin aileleri, fabrikayı kuşatan polisin etrafını sarmaya başladı. Bursa Yenişehir’deki ve Gebze Çayırova’daki Şişecam fabrikalarından da işçiler ailelere eklendi. Nihayetinde sabah başlayan polis ablukası öğlen saatlerinde dağıldı. KAZANIM Polisin püskürtülmesinin ardından 9 Ocak günü sendika ile Şişecam arasında yapılan görüşmeler sonucunda işçiler kazanıma ulaştı. Anlaşmaya göre İstanbul’da kalmak isteyen 135 işçi Şişecam’ın verdiği kıdem tazminatını aldı. Geri kalan işçiler mevcut haklarıyla Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki Şişecam fabrikalarına mevcut ücret ve sosyal haklarıyla geçecek.

Her gün demokratik kitle örgütleri, sendikalar, siyasi partiler, çevredeki fabrikalarda çalışan işçiler, bölge esnafı işçileri ziyaret etti. Direnişi sık ziyaret edenlerin arasında HaberTürk de vardı. İşçilere göre bu ziyaret sıklığının nedeni kanalın sahibi Ciner’e ait Park Cam firmasının Şişecam’a rakip olması. MESA‹ D‹S‹PL‹N‹YLE D‹REN‹fi Sabah sendikanın verdiği kahvaltılar yendikten sonra günün belli saatlerinde çay dağıtımı yapıldı. Direniş alanı olan fabrika işçiler tarafından temiz tutuldu. Üretimin yapıldığı alandaki kafeteryada işçiler aileleriyle kaldı. Akşam saatlerinde de sendika sıcak yemek getirdi. İşyeri Baştemsilcisi Sinan Uçar’ın sözleri direnişi özetlemeye yetiyor: “Tekel işçileri, işçi sınıfının üzerindeki ölü toprağının yarısını attı, biz de diğer yarısını atacağız”

Fabrikan›n kap›s›nda direnifl çad›r› var. Sendika akflamlar› s›cak yemek ç›kar›yor. Aileler fabrikadaki kafeteryada kal›yor.

‘Biz bir aileyiz, bizi kimse yenemez’ İ

şçilere en büyük destek ailelerinden geliyor. İşçilerin 25 Aralık günü İş Bankası’nın camdan kulelerinin önünde yaptıkları ilk eylemde başlayan destek fabrika işgaliyle giderek arttı. D‹REN‹fi, MUTFAKLARI BÜYÜTTÜ Direnişle birlikte işçi ailelerinin mutfağı büyüdü. Bir aile için kaynayan çorba artık 420 aile

için kaynamaya başladı. İstanbul’un değişik yerlerindeki işçilerin evleri adeta Topkapı Fabrikası’nda birleşti, aileler arasında misafirlik müessesesi kalktı. Birlikte yemeye, ateş yakmaya başlayan aileler, 5 Ocak günü polise karşı direndi. Akşam saatlerine kadar fabrikadaki kafeteryada kalan aileler, polis saldırısının olduğu 5 Ocak’tan itibaren daha erken fabrikaya gelmeye, fabrikada daha çok kalmaya başladı.

‘OKULA G‹D‹YORUM AMA AKLIM BABAMDA’ Çocuklar da direnişten etkilendi. İşçilerden birinin çocuğu uzatılan bir mikrofona şunları söyledi: “Okula gidiyorum ama aklım babamda, fabrikada kalıyor.” Okul çağına gelmeyen çocuklarsa annelerinin kucağında, anneleriyle birlikte sloganlara katıldı. İşçiler ve aileleri ilk günden itibaren işverenin “Böl-parçala-yönet” taktiği uyguladığını söylüyor. İşverenin taktiğine karşı işçilerin ve ailelerin attığı ortak slogan çok şey anlatıyor: “Biz bir aileyiz bizi kimse bölemez.” Bölemedi de.

Alışverişleri bile korkuttu ‹flçiler direniflin ilk günlerinde seslerini duyurmak için Paflabahçe ma¤azalar› önünde eylemler yapt›. Taksim’deki Paflabahçe ma¤azas›na gelen iflçiler ve aileleri “al›flverifl yapmak istiyoruz” dedi. Yüzlerce iflçinin al›flverifl talebi, polisin ma¤azay› boflaltmas›na ve önünde barikat kurmas›na neden oldu. “Neden izin vermiyorsunuz?” sorusuna polis “Allah göstermesin k›r›l›r” deyince iflçinin yan›t› netti: K›rarsak yenisini yapar›z!

2013 eylemle başladı Topkap›’daki iflçilerin y›lbafl› etkinli¤ine D‹SK Genel Baflkan›, KESK ‹stanbul fiubeler Platformu, Sendikal Güç Birli¤i Platformu üyeleri, BDP’li ve CHP’li milletvekilleri kat›ld›. ‹flçiler direnifl mesaj› verirken, fiiflecam’›n Türkiye’deki on bir fabrikas›nda 2013’ün ilk saatlerinde ifl b›rakma eylemi yap›ld›.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.