16-31 MAYIS 2014

Page 1

Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım! (7) sf 12-13 Kaypakkaya’yı anmak savaşmaktır Ölümsüzlüğünün 41. yılında komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın kızıl anısı önünde saygıyla eğilirken, Kaypakkaya şahsında tüm demokrasi, devrim ve komünizm şehitlerini anıyor, ölümsüz mücadelelerini Mayıs coşkusuyla selamlıyoruz! Ölümsüzlüğünün 41. Yılında Kaypakkaya’nın kızıl bir meşale olarak yanmasına ve ışık saçmasına engel olamadılar ve olamayacaklar. Kaypakkaya halkın bilincinde, devrim ve demokrasi mücadelesinin şanlı yürüyüşünde yaşıyor ve yaşamaya devam edecek.

Halkın Günlüğü

16-31 MAYIS 2014 Yıl: 3 Sayı: 82 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

AKP’den ‘yas evi ziyareti’! f GÜNCEL HABER 09-10 Katledilen madencilerin acısı yürekleri dağlarken, Soma’ya giden Başbakan Erdoğan ve şürekâsı acılı madencilere ve yakınlarına saldırdı. Başbakanın katliamı ‘kaza’ ve ‘olağan şeyler’ olarak nitelendirmesinin ardından, madenci yakınları ve halk öfkesini eyleme dönüştürdü. Halktan kaçarken can havliyle bir markete sığınan Erdoğan, burada bir madenciyi tokatladı. Başbakanlık müşaviri Yusuf Yerkel ise bir genci tekmeledi. Yaşananlar adeta burjuvazinin işçi sınıfına kininin resmi niteliğindeydi

Erdoğan ve ‘demir pençe’ diktatörlüğü

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

Soma’da katledilen sayı değil insan! AKP iktidarı ve Soma şirketi işbirliğiyle Soma madenlerinde gerçekleştirilen katliam sonucu açıklanan resmi rakamlara göre en az 301 işçi yaşamını yitirdi. İktidarın katliamın boyutunu örtbas etmek istemesi nedeniyle, katledilen işçilerin sayısı net olarak bilinmiyor. Ancak kurtarma çalışmalarına katılanlar ve gözlemciler bu rakamın çok daha yüksek olduğunu, üstelik bazı madencilerin çıkarılmayarak ma-

02

Meğer kadın olmakmış asıl ‘suç’

18

dene ‘gömüldüğünü’ belirtiyor.İktidar ve şirket katliamı bir ‘iş kazası’ olarak nitelerken, Başbakan Erdoğan ise yüzsüzce katliamı ‘olağan şeyler’ olarak tanımlayacak kadar alçaldı. Emekçilerin yaşamının vahşi kapitalizmin insafına bırakıldığı neo-liberal politikalar sonucu, iktidar ve komprador tekelci burjuvazinin işbirliğiyle imza attığı katliam, ülkemiz tarihinin en kanlı işçi katliamı olarak tarihe yazıldı

Faşizmi döktüğü kanda boğacağız

22


02 güncel haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

R.T. Erdoğan ve ‘demir pençe‘

Erdoğan tartışmasız tek adamlık sevdasına bağlı olarak tam bir ‘‘demir pençe‘‘ yönetimi veya diktası arzusundadır. Erdoğan uyguladığı faşist diktatörlüğün baskı tonunu giderek arttırmaktadır. Bu süreç çöküşten başka bir akibete gitmez Danıştayın 146. Kuruluş Yıl dönümü nedeniyle yapılan törende ilgililer adli yıl açılış konuşmalarını yaptı. Geleneksel olarak her yıl yapılan törenlerin devamı olan bu yılın törenleri ve konuşmaları, rutinin dışında gelişmelere tanık olarak farklı bir seyir izledi. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşması, Erdoğan’ın kaba tepkisi ve salonu terk eden tavrıyla karşılanıp gündeme geldi. Daha açık dille klikler arası çelişkiler zemininde ifadesini bulan ve şimdilerde keskinleşerek cereyan ettiği iktidar-muhalefet çatışması, söz konusu Danıştay kuruluş yıl dönümü törenlerine bu gelişmeyle birlikte doğrudan yansıyarak damgasını vurdu. Tıpkı daha önce Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç‘ın Anayasa Mahkemesi‘nin 52. Açılış Yıl dönümü töreninde yaptığı konuşmaya klik çatışmasının yansıması ve damgasını vurması gibi… Kısacası devlet krizi, güçler ayrılığı argümanına göre bağımsız olmaları gereken ve ama iktidarın nüfuzuna bağımlı olup gerçekte öyle olmayan bu devlet kurumlarından yargı kurumu ile iktidarın yürütme kurumu arasında alenen yaşanan çatışma, tipik bir ‘‘meydan savaşı‘‘ benzetmesine uygun gelişmektedir. Altı çizilmelidir ki, bu gelişmelerin arka planı klikler arası çatışmaya ve bu çatışmanın keskinliğine işaret etmekte, bu mecradan beslenmektedir.

İktidarın kılıç kuşanması ve Erdoğan diktatörlüğü

Söz konusu Danıştay töreninde TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına külhanbeyi edasıyla müdahale eden Başbakan Erdoğan’ın, hiçbir nezaket kuralı ve diplomatik teamüllere uygun olmayan bu kaba davranışı ilk bakışta görgü kurallarını aşan, eleştiriye tahammül etmeyen, tiranca bir davranış denilebilir. Ancak ilgili tavrın tümü ve içeriği bu biçimsel görüngüyle sınırlı ele alınıp değerlendirilemez. Bu kaba davranışın beslendiği ya da dürtü aldığı bir ‘‘gizli-görünmeyen‘‘ arka plan olduğu açıktır. Ki bu bir giz değil, yukarıda işaret ettiğimiz gibi klikler çatışması bağlamında verilen mesajlar, baskı veya basınç uygulama, her vesileyle bu çatışmada karşı tarafı hırpalama gerçeği mevcuttur. Erdoğan’ın kaba davranışına yol açan bu arka plan olmakla birlikte, Metin Feyzioğlu ve elbette ki Haşim Kılıç’ın konuşmaları da bu klik çatışmasının işlevleri olarak vücut bulmaktadır. Yani ne Metin Feyzioğlu konuşmasını kılik çatışması zemininden bağımsız yapmaktadır ve ne de Erdoğan bu klik çatışmasından bağımsız olarak reaksiyon vermektedir. M. Feyzioğlu’nun avukat olmanın ötesinde bir eğilimle Balyoz, Ergenekon gibi dava ve dava tutuklu-hükümlülerini sahiplendiği ya da bu cepheden yana tavra sahip olduğu bilinen açık bir gerçektir. Dahası Feyzioğlu’nun CHP’nin başına getirilmek suretiyle hazırlatıldığı da iddia edilmektedir. Özcesi, Feyzioğlu’nun Kemalist ulusalcı kılik içinden biri veya bu kesimin yandaşı olduğu açıkça ortadayken, yaptığı konuşmasının bu niteliğinden ve dolayısıyla kılikler arası çatışmadan bağımsız bir konuşma olduğu söylenemez. Feyzioğlu’nun bir anlamda ulusalcı Kemalist cephenin ve kliğin sözcülüğünü yapmış olması elbette konuşması ya da eleştirilerinin haksız ve olumsuz olup, Erdoğan’ın tavrını haklı gerekçe olduğu anlamına hiç gelmez. Bilakis (klik atışmasının ürünü de olsa) iktidar yürütmesine karşı yürüttüğü eleştiriler

doğru ve haklı eleştirilerdir. Fakat bizlerin göz ardı etmemesi gereken yan, yaşanan gelişmelerin doğrudan klik çatışmasına endeksli olduğu gerçeğidir. Düzen içi muhalefetin AKP iktidarının karşısında takındığı pozitif tavır ve doğru eleştiriler, geniş halk kitlelerinin yönlendirilerek bu düzen partilerinin peşine takılmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla meseleye bütünlüklü bakmanın faydalı, gerekli ve sınıf siyasetinin gereği olduğunu belirtelim. Dikkat çektiğimiz zeminde toplumsal kitlelerde iki gerici burjuva cephe arasında olmak kaydıyla yapay ancak büyük bir kutuplaşmanın yaratıldığı bilinmektedir. Bunun demokratik devrimci ve komünist mücadele ve güçlerin lehine olmayıp, bilakis zararına olduğu açıktır.

Karşılıklı verilen balans ayarları ve Erdoğan yanılsaması Feyzioğlu’un konuşmalarından gerekli mesajları alan Erdoğan’ın, yapılan konuşmanın kimi nasıl hedeflediğini ve kimleri temsil ettiğini de çok iyi anlamaktadır. Dolayısıyla Erdoğan’ın tepki göstermesi ve hatta kendisine de zarar veren bu son derece kaba çıkışı klik çatışmasından zerre kadar kopuk değildir. Ama Erdoğan’ın agresif ve diktatörce çıkışları onun korkularının da göstergesidir. Nitekim içinden geçilen süreç veya cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler süreci Erdoğan ve dolayısıyla AKP için son derece kritik bir eşiktir. Ya sansasyonel biçimde bir akıbetle dağılıp çökme süreci ya da gücüne güç katarak zafer şarhoşluğunu şimdilerde yaptığı gibi despotikleşmenin tırmanışla zirveye çıkarır… Düzen içi muhalefette varlık gösterememe hali ve elbette Erdoğan’ın emperyalizmin de desteğini alma koşuluyla demagojik safsataların yanılsamalarıyla estirdiği ‘‘iyi şeyler yapıyor‘‘ rüzgarının avantajıyla, büyük kitleleri ikna edebiliyor, büyük toplumsal kitlelere aka kara, karaya ak dedirtebiliyor. Nezaketsizliğin dik alasını yapı-

yor ancak saldırdıklarını nezaketsiz olarak suçlayıp, bilumum destekçi takımı ile genel taban kitlesine böyle kabul ettiriyor. Yolsuzluk, soygun, hırsızlık ve talanda adeta suçüstü olmasına karşın baskın çıkabiliyor… Bu zemin Erdoğan’ın kuvvetli bir moral ve diktatörleşmede derinleşmesine objektif olarak destek veriyor. Erdoğan tam bir diktatörlük sevdalısı olup bu diktatörlüğünü en kaba usullerle yürütmektedir. Tek bir muhalif sese tahammül göstermeyen faşist bir diktatör olarak tek adam ve tartışmasız bir hükümranlık zemininde davranış sergilemektedir. Yerel seçimlerde düzen içi muhalefete karşı elde ettiği başarı, Erdoğan’ın dizginlerini iyice boşa almasına zemin oldu. Özellikle de korkulan Cemaat nüfuzunun beklenenin ya da korkulanın altında çıkması Erdoğan’ın naralarını gürleştirdi. Erdoğan’ın despot bir diktatör olarak davranışları, kültürü, çıkışları basit bir kabadaylık ve nezaaketsizlikle sınırlı bir durum değildir; bu hal ilk de değildir. Hatta kendi yasalarını da çiğneyip geçen ve bu anlamda hiçbir yasa, bağlayıcılık ve norm tanımayan pervasızlıkları da kişisel özellikleriyle alakalı görülemez. Kişisel özellikleri vb iktidar ve talan çıkarlarına dayanan tavrının açıklanmasında yeterli değildir. Erdoğan’ın sergilediği tavır tipik bir burjuva gerici sınıf tavrıdır ve tüm gıdasını buradan almaktadır. Kabalığı, tiranlığı, baskıcılığı ve despotluğu bu sınıf karakterinde anlam bulur, bulmaktadır. Erdoğan‘ın Feyzioğlu‘na yaptığı saygısızlık ve hakaretin bir benzeri de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e karşı davranışıdır. Ki, Erdoğan ne kadar otoriter olduğu, Gül’ü ayağa kaldırıp salondan çıkarmasında da ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı Gül Danıştay‘ın emekli üyelerine plaket verme töreni olmasına ve bunu planlanmasına karşın, Erdoğan Cumhurbaşkanı Gül’ün bu programını değiştirip emrivaki bir şekilde Gül’ü kendisine tabi kı-


16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

03

diktatörlüğü! larak aşağılamıştır. Gül’ün yaklaşım ve tavrı orayı terk etmeme ve hatta Erdoğan’ı frenleme yönlüyken, Erdoğan Gül’ü salon dışına çıkmaya zorunlu bırakmış, bu anlamda Gül’ü ezmiştir. Bu davranış ve gelişme Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikili arasında tartışılan meselenin de hangi zeminde geliştiği veya gelişeceğini açıkça göstermektedir. Bu Gül’ün Erdoğan’a ciddi bir muhalefet veya karşı çıkış sergileyemeyeceği belli olmuştur. Erdoğan‘ın Cumhurbaşkanlığı tartışmalarında mesaj verme anlamında kameraların önünde Gül‘e böyle davrandığı da söylenebilir. Her şeyden de önemlisi Erdoğan’ın despotik ve otoriter olduğunu kanıtlayan bir pratiktir bu. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanını bile hiçe sayan bir kabalıkta olduğu, devletin temsili temel kurumları üzerinde ne denli bir nüfuza sahip olduğu kamuoyunun gözleri önünde cereyan eden bu olayda bir kez daha açığa çıkmıştır. Erdoğan katıksız bir diktatör, dik alasından tekçi ve tek adamcı faşist bir sınıf simasıdır. Faşist militarist AKP iktidarının ortaçağ karanlığına has Sünni-İslam gericiliğiyle eşgüdümlü azgın sömürü, talan ve çapula dayalı yönetiminin, çeşitli ulus ve azınlıklardan geniş halk kitlelerini iliklerine kadar sömürüp ezen ve acımasız baskı yelpazesi altında tutarak teröre boğan bir ‘‘demir pençe‘‘ olduğu su götürmez gerçektir.

Aynı sınıftan olanların iktidar dalaşı Son tahlilde Erdoğan da Feyzioğlu da

bir sınıf zemininde ve bu sınıf kıliklerinin çıkarları adına hareket etmektedir. Feyzioğlu’nun somut sorundaki göreli olumlu tavrı ya da haklı eleştirileri onu devrimci sınıf sözcüsü yapmaz. Devrimci sınıf siyasetinin meseleye yaklaşımı bu kulvarda gelişmek durumundadır. Erdoğan tartışmasız tek adamlık sevdasına bağlı olarak tam bir ‘‘demir pençe‘‘ yönetimi veya diktası arzusundadır. Erdoğan uyguladığı faşist diktatörlüğün baskı tonunu giderek arttırmaktadır. Bu süreç çöküşten başka bir akibete gitmez. Er ya da geç faşist diktatörlük ördüğü ağın içinde boğulacaktır. Ne Feyzioğlu’nun, ne CHP’nin ve ne de başka bir düzen partisi ve düzen içi sivil toplum kurumunun burjuva sınıf çıkarları bağlamında yürüttüğü eleştiriler vb umut ve çare olamaz. Bundandır ki, gerçek sınıf hareketleri ve mücadeleleri şarttır. Bunların devrimci eylemde tereddüt etmeyen fedakar devrimcilerden teşekkül olmasının gerekliliği ve olacağı şüphe götürmezdir. Özetle; Danıştay‘ın Kuruluş Yıl dönümü töreninde yaşananların gösterdiği şey, AKP karşıtı bloğun her fırsatta Erdoğan’ı sıkıştırıp zora sokmaya çalışmaktadır. Bu, klikler arası mücadelenin dinamik olarak devam ettiğinin de göstergesidir. Yargı cephesinde AKP karşıtı odağın hala belli bir nüfuza sahip olduğu açıkken, AKP’nin yeni yasa düzenlemeleriyle işe koyulacağı da kesindir.

Tutuklamalar biz yıldıramaz 2009 yılında polis kurşunuyla katledilen Aydın Erdem için yapılan protesto yürüyüşüne katıldığı gerekçesiyle 5 yıl 5 ay hapis ‘cezası’ verilen DHF faaliyetçisi Mahrumi Haydaroğlu, Amed’de tutuklanarak Diyarbakır D Tipi Hapishanesi'ne gönderildi 2009 yılında Dicle Üniversitesi’ne yapılan saldırılar sonucunda kaldığı ev basılarak gözaltına alınan ve ardından

tutuklanan DHF faaliyetçisi Mahrumi Haydaroğlu, iki buçuk yıl devam eden tutukluluk süresinin ardından, 18 Eylül 2012 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. 2009 yılında polis kurşunuyla katledilen Aydın Erdem için yapılan protesto yürüyüşüne katılan Haydaroğlu, mahkemenin hakkında vermiş olduğu toplam 5 yıl 5 ay ‘cezanın’ ardından Amed’de tutuklandı. Haydaroğlu Diyarbakır D Tipi Hapishanesi’ne gönderildi. Amed DHF örgütlülüğü, Haydaroğlu şahsında tüm devrimci tutsaklarla dayanışmayı yükseltme çağrısı yaptı.

SINIF TAVRI

≫ ismail uçar

ÇİZGİ KADROLARDA SOMUTLAŞIR

D

oğru (elbette devrimci) çizgi, her devrimci yönelim açısından hayati önemdedir. Devrimci ilkeler temelinde tarif edilmiş ideolojik-siyasi-askeri / örgütsel çizgi siyasi iktidar doğrultusunda konumlanan her hareket için olmazsa olmaz bir gereksinimdir. Bu gereksinim devrimci stratejiyi de kapsayan genel siyasi yelpazeyi de ifade edendir. Bilimsel sosyalizm teorisiyle donanımlı doğru devrimci çizgi, tartışmalardan, eksikliklerden, nesnel koşullara uyarlanarak değişik biçimlerle buluşturulmasından ve geliştirilmekten muaf olmamakla birlikte, kesin ve mutlak değişmezliğe sahip değildir. Devrim ve devrimci strateji de aynı özelliklere sahiptir. Yani doğru devrimci çizgi ve bu kapsamda strateji, donuk-ölü değil, tersine canlı, hareketli ve değişkendir. Değişim, hareket ve canlılık esprisi keyfi bir tercih ya da bir teorik zorlama değil, nesnel gerçeklik ve devrimci diyalektiğin ta kendisidir. Strateji, taktik, program gibi kavram ya da argümanların değişmez olduğunu ileri sürmek anti diyalektik yaklaşımken, canlı hareketi, ilerlemeyi, koşullara uygun biçimlenmeyi ve yeni biçimler almayı benimsemek materyalist diyalektik tutuma uygundur. Toplumsal yaşam ilerliyor ve insanların ihtiyaçları değişiyor. Bunun gibi toplumsal çelişki ve sorunlar da sürekli olarak gelişip değişiyor. O halde çelişkilerin çözümü ve değişen ihtiyaçların karşılanması da yeni yöntemlerle yeni yaklaşımlar vb gerektirir. Temel prensipler süreç boyunca geçerliliğini korur ancak bunlara bağlı alt prensipler vb vs güne ve çelişkiye uyarlanmak üzere yenilenip ilerler. Bunu böyle telakki etmemek yaşamı ve diyalektiği durdurmak anlamına gelir. Temel ilkeler korunduğu müddetçe, bunlara bağlı ilkelerin yenilenip ilerlemesi kesinlikle nesnel bir ihtiyaç ve zorunluluktur. Mesele, değişim ya da yenilenmenin hangi yön ve nitelikte olduğudur. Değişim ve yeniliğin ileriye doğru mu, yoksa geriye doğru mu olduğuna bakmaksızın, bu anlamda değişimin niteliğine önem vermeden peşin hüküm ve önyargıyla değişime karşı çıkmak, en hafifiyle gelişmeye ve ilerlemeye karşı çıkış tavrıdır. Elbette bilimsel değil, tutucu ve statükocudur. Doğru devrimci çizginin devrimci teorinin temel ilkelerini muhafaza ederek değişmesi ya da yenilenmesi söz konusu çizginin güçlendirilmesini ifade etmekten başka bir yönelimi ifade etmez. Teorinin geliştirilmesi ve proleter devletin sağlamlaştırılması bunların her yönüyle muhafaza edilmesi anlamına gelmediği gibi, eksiklik ve hatalarından arındırılması, somut şartlara uyarlanması ve günün ihtiyaçlarına yanıt verir duruma getirilmesi anlamına gelir. Ki, bu da bir değişim ve yenilenmeyi ihtiva eder, anlatır. Makinenin eskimiş parçaları, diş sıyırmış vidaları değiştirilmeden makine sağlamlaştırılamaz. Aynı biçimde herhangi bir plan programın, çizgi ya da stratejinin günün çelişkileri ve gelişmelerine paralel olarak yenilenmesi kuşkusuz ki onun güçlendirilmesi anlamına gelir.

Değişim ve ilerlemeyi kabul edip, somut pratiğe gelindiğinde bunu kabul etmemek tutarlı olmamakla birlikte, ampirik ve eklektiktir. Politik ya da ideolojik-teorik meseleleri duygusal güdülerle değerlendirmek manipülasyondan başka bir anlam taşımaz. Devrimci görüş ve kaygısal duygulara teslim olmayı kesinlikle reddeder. Çünkü devrimci görüş tamamen bilimseldir. Dolayısıyla devrimci teori ve ideolojinin, strateji ve siyasetin bütün sorunları duygusal mecra dışında tamamen bilimsel zeminde mütalaa edilmek durumundadır. Bu mütalaa, doğrudan kadrolar ve aktivistler tarafından gerçekleştirilir. Çizginin başarısı öncelikle onun doğru ve devrimci olmasında yatar. Ama doğru çizgi kendiliğinden devrimci işlev görmez. O, ancak onu uygulayan kadrolar tarafından maddi güce kavuşturulabilir, ilerletilip doğru devrimci güce dönüştürülebilir. “Çizgi kadrolarda somutlaşır” sözünün anlamı öz olarak budur. Somut koşulları değerlendirme yeteneği, gelişmeler ile çelişkilerin nicelik ve niteliğinin tespit edilmesi, bu çelişkilerin nasıl ve hangi yöntemlerle çözülebileceği, gelişmelerin talep ettiği yeni biçim ve yeni politikaların belirlenmesi, bu politikaların hangi araç ve yöntemlerle hayata geçirileceği, devrimin izleyeceği yolun nasıl ve hangi araçlarla örgütlenip geliştirileceği vb vs bütün meseleler devrimci amaçlara bağlı kalmak kaydıyla yalnızca insanlar-kadrolar tarafından açığa çıkarılıp kararlaştırılır. Aynı biçimde doğru çizginin hangi politikalar, hangi araçlar, hangi yöntem ve biçimlerle yaşamsallaştırılacağı da kadrolar tarafından belirlenir. O halde kadro, aktivist ve tüm faaliyetçiler, ufuklarını daraltmadan nihai amaca ulaşmak ve devrimci amaçları gerçekleştirmek için, kendilerini salt teorik çizgi savunuculuğuyla sınırlamamalı, bu çizginin üstün yetenek ve yaratıcılıkla ve tabii ki somut gerçeğe uygun olarak uygulanması için, kullanılabilir tüm araç ve biçimlere açık olup bunları teorik çizginin hizmetine sunması ve özellikle de bu teoriyi pratikleştirme noktasında gerekli çabayı sergilemesi zorunludur. Unutulmamalıdır ki, kadrolar, aktivistler ve tüm uygulayıcı faaliyetçiler ile bunların yaratıcı yeteneği olmaksızın, doğru devrimci çizgi temsil edilemez ve bu çizgi kuru bir teori olmaktan ileriye gidemez. Çizgi savunuculuğu öncelikle onun pratiğine girmekle mümkündür. “At üstünden çiçek koklanamayacağı” daha önce söylenmiş bir doğrudur. Dürüst, fedakar ve elbette ki doğru devrimci çabanın aşmayacağı engel, ulaşmayacağı güç düzeyi yoktur. Bugün üretken bir işçi gibi iş yapmanın, azmederek çalışmanın, fedakarca cüret etmenin zamanıdır. İş yapmamanın zorlama gerekçelerini üretme meşguliyetinin, boşboğazlık ve lafazanlığın asla maya tutmayacağı aşikardır. Çünkü gün pratiğin günüdür. Sistemli, planlı ve bilinçli olarak devrimci pratiğin geliştirileceği ise kesindir. Geliştirenler güçlenerek ilerler, her şeyi dokunulmaz kılan tutucular tutunmaktan öteye geçmez!


04

güncel haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

Soma’da yaşanan kaza değil Manisa/Soma kömür madenlerinde yaşanan katliamda devletin açıkladığı resmi rakamlara göre 301 işçi hayatını kaybederken, Soma’ya giden görgü tanıkları ile kurtarma ekiplerinin yaptığı açıklamaya göre ölü sayısının 400’e yaklaştığı aktarıldı Soma’daki kömür madeni ocağında yaşanan işçi kıyımında, kurtarma çalışmaları sürerken devletin açıkladığı resmi rakamlara göre 301 işçinin hayatını kaybettiği belirtilirken, katliamın yaşandığı yere giden görgü tanıklarının ve kurtarma ekipleri, katledilen işçilerin sayısının çok daha fazla olduğunu belirterek yaklaşık 400 işçinin hayatını kaybettiğini düşündüklerini aktardı. Maden işçilerinin acısı ve acımız büyük! Ne ki, gün gözyaşı döküp yas tutmanın değil; komprador tekelci kapitalist sınıflar ile emperyalist gericilik başta olmak üzere, bilumum gerici düzenden hesap sormak üzere işçilerin yazgısını ellerine almasının günüdür! Acımız büyük! Sömürü, talan ve çapul düzeniyle birlikte kapitalist işletme patronları tarafından ölümleri sağlanma suretiyle katledilen işçilerin anıları önünde saygıyla eğilirken, acılı ailelerinin acılarını paylaşıyoruz! Manisa Soma’da patlayan uluslararası tekelci emperyalist sermayeye göbekten bağımlı komprador tekelci kapitalist egemenliğin işçilere biçtiği ‘kaderdir’. Erdoğan’ın daha önce 30 maden işçisinin ölümüyle sonuçlanan dolaylı katliamdan sonra, bu ölümlerin ‘kader’ olduğunu açıklayarak, işçilerin yazgısını kan emici kapitalist sermaye sahipleri ve patronlarına emanet etmiştir. İşte Soma kömür madeninde patlayan Erdoğan ve her türden gerici sınıf ve sermayedarların işçilere reva gördüğü yazgıdır!

Kar hırsı var ama modern makine yok teknoloji yok…

Azami kar hırsına endeksli özel mülkiyet eksenli kapitalist sistem için, insan, doğa ve emeğin sömürülmekten başka hiçbir önemi yoktur. Vahşi kapitalizmde bir tek amaç vardır; azami kar ilkesine bağlı emek gaspı ve sömürüye dayalı kar ve sermayenin arttırılması! Bu uğurda iş güvencesi, çalışma şartları, can güvenliği ve işçinin yaşamı da ne? Aslolan kapitalist patronun kar elde etmesi, sermayesine artı-değer aktarmasıdır. Esnek çalışma, taşeron işçilik, kapitalist özelleştirme vb vs bütün bu işçi ve emek düşmanı politika ya da uygulamalar vahşi kapitalizmi, onun önceliklerini ve işçilere verdiği değeri zaten tanımlama durumundadır. Özellikle Türkiye-Kuzey Kürdistan hakim sınıflarının işçilere reva gördükleriyle, emperyalist sermaye ve komprador tekelci kapitalist sermayeye tanıdığı sınırsız sömürü imtiyazı, hakim sınıfların halk ve işçi düşmanı niteliğini alenen ortaya koymaktadır. Manisa / Soma kömür madeni ocağında işletme şirketi tarafından çocukların da çalıştırılıyor olması ‘TC’ devleti hakim sınıflarının karakterini daha çarpıcı biçimde mimlemektedir. Onlar “timsah gözyaşları” dökerek yas ilan etseler de, bu kıyım ve vahşetin

Katliam devletin gerçek yüzüdür

sorumluluğundan kurtulamaz, ellerindeki işçi kanını silemezler. İşçi katliamlarında Avrupa şampiyonu ve dünya üçüncüsü olan ‘TC’ devleti, Tuzla, Zonguldak, Bursa, Balıkesir ve diğer işletmelerde olduğu gibi Manisa Soma’da da büyük ve unutulmaz bir katliama imza attı. Dahası bu ölüm ya da katliamlar ‘madencinin kaderidir’, yani ücretli emek sömürüsünün aracı olan işçinin normal yaşamıdır denilerek adeta meşrulaştırılmıştır. Bu köhne zihniyet tam da kapitalizmin ruhu ve özüyle uyuşmaktadır. Erdoğan’ın iş-işçi katliamlarını ‘kader’ olarak tanımlayan, ölümlerin bu işlerin fıkraında olduğunu ve bu anlamda normal-olağan olduğunu açıklayarak meşrulaştıran bu mistik manipülasyon tamamen sınıfsal, idealist ve ahlakidir ve tabii ki, burjuva ahlakıdır, kapitalist işletmenin korunmasıdır…

Halk kitleleri sokakları tutuşturmalıdır Soma’da zehirli gaza boğularak kıyımdan geçirilen işçiler canımızdır, metrelerce derinlikte yer altına gömülen sınıf kardeşlerimiz ruhumuzdur ve nihayet işçilere reva gö-

rülen vahşi ölüm geleceğimizin hançerlenerek karartılmasıdır. Yüzlerce işçinin katledilmesinden işçiler sorumlu olmadığına göre, gerçek sorumlu kapitalist işletmelerin imtiyazlarını işçilerin yaşamı karşılığında kollayan işçi düşmanı faşist iktidar ve sömürü sistemidir. AKP iktidarı bu vahşi cinayet ve toplu katliamdan doğrudan sorumludur. Manisa / Soma kömür madenlerindeki olağan dışı gelişmelerle (patlamalarla) ilgili olarak mecliste verilen soru önergelerini siyasi kaygılarla dikkate almayıp reddeden AKP iktidarı elbette bu büyük işçi kıyımından doğrudan sorumludur. Sermaye sömürüsünün kuralsız özgürlükle önünü sınırsızca açan ve sadece buralardan elde ettiği parayı düşünen iktidar işçi katliamlarının birinci dereceden sorumlusu, ortağı patronlar ise diğer failleridir. Bütün işçi ve emekçi halk kitleleri bir kez daha sokakları tutuşturmalı, meydanlara çıkarak işçi ve halk düşmanlarının gerici faşist düzenini başına yıkmalıdır. Soma kömür madenlerinde katledilen yüzlerce işçinin hesabı iktidar ve gerici sömürü düzeninden sorulmalıdır. Onlarca maden ve işçi ‘kazası’ katliamında binlerce işçi öldürüldü, yüz bin-

Soma’da yaşanan katliamın ardından Demokratik Haklar Federasyonu ve Demokratik Gençlik Hareketi birer açıklama yaparak Soma Katliamı’nın sorumlularından hesap sormak için kitleleri alanlara çağırdı Soma’da yüzlerce işçinin hayatını kaybetmesiyle birlikte yaşanan işçi katliamının ardından Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) birer açıklama yayınladı.

Açıklamalarda faşist devletin gerçekleştirdiği katliama karşı her alanda bütün üye ve taraftarlarla bütün aktivistler alanlarda mücadeleye çağrıldı.

DHF’den çağrısı Demokratik Haklar Federasyonu dün Soma’da yaşanan katliamla ilgili “İşçilerin kanıyla yazılan bu tarih elbette ki faşist diktatörlüğünüzün son bulduğunu da yazacaktır” başlığını taşıyan bir açıklama yaptı. Açıklamada komprador tekelci burjuvazinin yeni köprüler, Marmaraylar, AVM’ler yaparak ülkemizin muasır medeniyetler seviyesine ulaştığını belirtip özelleştirme, taşeronlaştırma, ucuz iş gücü ve kuralsız çalış-


16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

05

katliamdır! lercesi ise yaralandı.

Katliamlara dur denmeden yeni Somalar kaçınılmazdır Sadece Soma değil, proletarya ve emekçiler kapitalist düzenin işçi düşmanı tüm karakteri itibarıyla her gün, her an ve her işletmede ölüm nöbetindedir. Kapitalist piyasa tüm insanlığı can pazarına yatırmıştır. Bu can pazarına karşı piyasa ruhunun üstesinden gelecek özgürlüğü çalışmayla (tabii ki özel mülkiyete hizmetle) adlandıran gericiliği göğüsleme, yani insanın, doğanın ve emeğin insanileşmesi ve doğallaşması için gerekli olan devrimdir. İşçi katliamları ve ölümleri kesinlikle kader değildir. Gelenekselci değer yargılarını da arkasına alan gerici düzen bunu doğallaştırarak algı yönetimiyle meşrulaştırma gayretindedir. Bunun için işçi katliamlarını kadercilik ve normal bir vaka olarak göstererek suçlarını örtbas edip gizleme gayreti içerisindedir. Buna çanak tutan burjuva medya da aynı koroya eşlik ederek akan kanın suç ortaklığı içerisindedir. “Kara kader” vb diyerek kalemlerini patronlardan yana kullananların, işçi ve emekçi düşmanı karakterleri gün gibi açıktır. Karanlığı bayraklaştıranlara karşı aydınlığın sosyalizm bayrağıyla yürümek bugünün de önemli bir ihtiyacı ve doğru yönelimidir. Aynı şekilde timsah gözyaşları eşliğinde 3 günlük yas ilanları, bayrakları yarıya indirmelerle meşrulaştırılan bu mengeneler cumhuriyetini hedeflemeden, özgür bir geleceğe yürüme şansımız yoktur. Halk kitlelerinin hakim sınıfların ağır boyunduruğu altında maruz kaldığı azgın sömürü, zulüm ve cani katliamlara karşı sadece lanetleyerek değil, alanlara çıkarak işçi ve emekçilerin doğrudan iktidarı için mücadele

bayrağını yükseltip direniş sergilenmelidir. Sadece ölümlerle değil oldukça kötü ve zor yaşam koşullarında ölümleri beklemeden daha özgür ve iyi bir yaşam için devrimci isyan ruhu ve militan direnişlerle harekete geçelim.

Geçmişi ve bugünüyle maden katliamları Türkiye-Kuzey Kürtdistan’da 1983 sonrası yakın tarihte maden işletmelerinin ölümcül bilançosu bu gidişata devrimci yoldan dur demenin aciliyetini çıplak biçimde gözler önüne sermektedir. Bu bilanço özetle aşağıdaki gibidir: 7 Mart 1983’de Armutçuk'taki grizu patlamasında103 işçi, 10 Nisan 1983’de Kozlu'daki grizu patlamasında10 işçi, 31 Ocak 1987’de Kozlu'daki göçükte 8 işçi, 31 Ocak 1990’de Bartın'ın Amasra ilçesindeki grizu patlamasında 5 işçi, 7 Şubat 1990’da Amasya Yeni Çeltek'teki grizu patlamasında 68 işçi, 3 Mart 1992’de Kozlu'daki grizu patlamasında 263 işçi, 26 Mart 1995’de Yozgat'ın Sorgun ilçesindeki grizu patlamasında 37 işçi, 22 Kasım 2003’de Karaman'ın Ermenek ilçesindeki grizu patlamasında 10 işçi, 8 Eylül 2004’de Kastamonu'nun Küre ilçesinde çıkan yangında 19 işçi, 2 Haziran 2006’da Balıkesir'in Dursunbey ilçesindeki grizu patlamasında 17 işçi, 10 Aralık 2009’da Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesindeki grizu patlamasında 19 işçi, 17 Mayıs 2010’da Zonguldak'taki grizu patlamasında 30 işçi, 8 Ocak 2013’de Kozlu'daki grizu patlamasında 8 işçi ve 13 Mayıs 2014 yılı ??? işçi olmak üzere toplam … sayıda işçi bu süre zarfında madenlerde sömürü düzeni ve patronlarının karına kurban edilmiştir.

mayı yaygınlaştırarak işçi katliamlarının önünü açtığı ifade edildi. Soma’da yaşanan katliama dikkat çekilen açıklamada, Soma Kömür İşletmeleri A. Ş.‘de meydana gelen patlama sonucu yüzlerce işçinin hayatını kaybettiği ve onlarcasının yaralandığı kaydedilerek her geçen gün umutların tükendiği belirtildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Ülkemizdeki madenler, özellikle 1980’den sonra uygulanan neo-liberal politikalar sonucu küçültülmüş ve işlevsiz bırakılmıştır. Madencilikte ‘iş ve işçi güvenliği’ devletin birinci derecede sorumlulukları arasındadır ve buraları kamu yararına kullanma zorunluluğu vardır. Ancak devlet hiyerarşisi madenleri özelleştirmeler yoluyla, uluslararası şirketlere ve para babalarına peşkeş çeke-

rek taşeron işçi çalıştırma, ihmal, ilgisizlik, denetimsizlik meşrulaştırılmakta ve çalışma koşullarındaki çeşitli yetersizliklerle işçilerin ölümüne neden olunmaktadır. Bizzat her zerresinde devlet sorumluluğu olan madenlerdeki patlamaların ardından devlet yetkilileri tarafından iletilen ‘taziyeler’, büyük bir sahtekârlığın dışavurumudur.” Açıklamada yüzlerce işçinin hayatını kaybetmesinden köhnemiş düzenin ve bu düzendeki para babalarının sorumlu olduğu ifade edilerek işçi katliamlarına dur demek ve işçi ailelerinin acılarına ortak olmak için başta EGE örgütlülüğü olmak üzere tüm bileşenlerinin sorumlulukla hareket ederek işçilerin, kadınların, köylülerin ve gençlerin geleceğine sahip çıkmak için mücadele

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

İŞÇİLER YAZGILARINI ELLERİNE ALMALIDIR

M

anisa’nın Soma ilçesinde taşeronluk sistemiyle işçi çalıştıran kömür madeninde çıkan yangında, yüzlerce işçi maden ocağında mahsur kaldı. İşçiler katledildikten sonra devreye koyulan kurtarma çalışmaları devam ediyor. An itibarıyla 292 işçinin cesedi çıkarılırken, onlarcası da yaralı olarak kurtarıldı. Tablonun korkunç ve ölü sayısının ürpertici olduğu ve bu sayıdan daha fazla olacağı anlaşılmaktadır. ‘Kaza‘ denilen bu işçi katliamının en büyük maden işçisi katliamı olduğu söylenebilir. Yaşanan bu katliamın büyük ve korkunç bir işçi kıyımı olduğu açıktır. İktidar ve ilgili bakanlıklar birinci dereceden bu katliamın sorumlusu durumundadırlar. Katledilen işçilerin anısı önünde saygıyla eğiliyor, hesabını sorma bilincini unutmayacağımızı beyan ediyoruz. Kahrolsun işçi düşmanı sömürücü sınıflar ve onların kanlı iktidarları. Bu katliam en büyük işçi katliamı da olsa, buna benzer işçi katliamlarının kaçıncı tekrarıdır yaşanan… Her defasında işçi düşmanı faşist iktidarlar aynı teraneleri çalarak, sorumluların açığa çıkarılacağını, ölen işçi ailelerine tazminat ödeneceğini (yani sus payı verileceğini), maden işletmesinin denetlendiğini ve eksiklikleri olmadığını, patlamanın nasıl gerçekleştiği vb vs üzerine yığınca tartışma yürütmektedir. Ancak bütün tartışmalara karşın, bugüne kadar hiçbir şey değişmedi. Her defasında işçiler yüzlerce metre yerin altında ölüme gönderilerek katlediliyor. Patronların, şirketlerin sömürü ve karı uğruna işçiler diri diri toprağa gömülüyor. Hiçbir tartışma, sorumlu arama, inceleme baş-

edeceği kaydedildi.

DGH: Katliamın sorumlusu devlettir Demokratik Gençlik Hareketi Soma’da yüzlerce işçinin hayatını kaybetmesiyle ilgili yaptığı açıklamada, son 10 yılda 11 bin işçinin güvenlik önlemlerinin yetersizliği nedeniyle katledildiğini belirtti. Ülkemizin işçi katliamlarında dünyada ilk sıralarda yer aldığı belirtilen açıklamada, hayatını kaybeden işçilerin devletin daha fazla kar hırsının sonucu katledildiğine vurgu yapıldı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Maden işletmelerinde olması gereken birçok önlem alınmamış, denetimler aksatılmış çoğu kez de denetim ihtiyacı dahi duyulmamıştır. İş alanlarında bulunmaması ge-

latma ve hatta ölen işçilerin ailelerine sus payı verilerek satın alma girişimleri gerçeği değiştirmez. Bu da yetmezmiş gibi, bir önceki maden işçilerinin katledilmesinde Erdoğan bu ölümlerin ‘kader’ olduğunu söylemekten geri durmadı. İşçi katliamlarını ‘kader’ olarak açıklamak, işçilerin ölüm fermanını işletme sahipleri, özel işletmelerin eline vermek demektir. Ancak işçiler bu katliamlara-katledilişlerine artık dur demeli ve yazgılarını ellerine almalıdır. İşçilerin yazgılarını Allaha havale ederek kapitalist patronlar tarafından katledilmeleri sağlanmaktadır. Öyle ya, madem bu ölümler birer kader, alın yazısı, tanrının takdiri, patron ya da işletme sahibinin bir suçu ve sorumluluğu yoktur, olamaz da. İşte bu dindarlığı kullanan Erdoğan’ın en büyük işçi düşmanlığının tescilidir. Elbette taşeronluk sistemi bu korkunç katliamların önemli bir nedenidir. Bu işletmeleri denetlemeyen, denetleyip çalışma izni veren ya da masraf yapmaktan kaçınıp işçileri can güvenliğinden yoksun koşullarda çalışmaya süren iktidarlar sorumludur. Evet bu ölümlerden iktidar sorumludur. Çünkü daha önceki patlamada, bu işletmelerde yaşanan ölümlerin önemli bir nedeninin taşeronluk sistemi olduğuna dikkat çekilerek gerekli önlemlerin alınması istenmesine karşın iktidar bir adım atmamış, dolayısıyla da bu işletmelerin işçileri kıymasına davetiye çıkarılmıştır. İşçilerin katledilmesinden sorumlu olan iktidar sahipleri ve ilgili işletmelerdir. Katliamın hesabı sorulmalıdır. Öncelikle kitlesel protestolar gerçekleştirilerek işçi katliamlarına dur denilmelidir.

reken çocuk işçilerin, maden ocağında cesetleri bulundu. Egemenlerin daha fazla kazanç ve daha fazla kar politikalarının bir sonucudur çocuk katliamları. Mecliste Soma’daki madenlerin denetimine yönelik açılan tartışmalara çok keskin ve net cevaplar vermekten kaçınmayan hükümet, 29 Nisan’da TBMM’de Soma’daki madenlerdeki tedbirlerin ve güvenliğin uygunluğu yönünde karar alarak, Meclisin tam da egemenler cephesinden olan misyonunu yerine getirmiş ve işçi sınıfı ölümlerle yeniden sınanmıştır.” Yapılan açıklamada Soma’da yaşanan işçi katliamında hayatını kaybeden işçi ailelerine yardım eli uzatılarak ülkenin her yanında yapılacak eylemlere aktif olarak katılıp, katledilen işçilerin mücadelesinin bü-


06

güncel haber

“Komünizm ve devrim şehitleri yaşıyor” Maoist Komünist Partisi (MKP) “Komünizm ve devrim şehitleri Sosyalist Halk Savaşımızda yaşıyor” başlıklı bir açıklama yayınlayarak Mayıs ayı parti ve devrim şehitlerini andı MKP’nin açıklamasında; sınıflar tarihinin büyük acılar ve bedeller üzerine kurulu olduğu, tarihsel davanın büyük kavgasını geleceğe ve zafere taşımanın ötelenemez bir görev ve sorumluluk olduğu belirtilerek bu tarihsel ilerleyişin yarattığı mücadele ve tarih yazan gerçek kahramanların başında mücadele şehitlerinin geldiği vurgulandı. Açıklamada, “Yoksul dünyanın esaretine son verme hedefiyle devrimci sınıf mücadelesinde somutlanan ve son tahlilde insanlığın kurtuluşu ve özgürlüğü uğruna mücadelede ölümsüzleşenleri parti ve devrim şehitleri kapsamında anmak ve onların bıraktıkları mirası komünizme kadar yaşatarak mücadeleyi zafere taşımak biz ardıllarının değişmez görevlerindendir” denilerek bu bilinçle, dünya proletaryasının büyük öğretmenleri Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung yoldaşlar şahsında tüm dünya devrim şehitlerini, coğrafyamız Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketi önderleri Mahir, Deniz, İbo ve Kürt Ulusal Hareketi’nin önder kadrolarından Mahsum Korkmaz şahsında ölümsüzleşenleri anarken, özel olarak da Maoist Komünist Partisi’nin genel sekreterleri İbrahim Kaypakkaya, Süleyman Cihan, Kazım Çelik, Cüneyt Kahraman ve Cafer Cangöz şahsında ölümsüzleşen yüzlerce parti kadro ve militanlarını andığını ifade etti.

‘Sosyalist Halk Savaşı şiarıyla mücadelede ısrar edelim’ Açıklama şu şekilde devam etti:

“Kuşkusuz ki, kurucu önderimiz Kaypakkaya yoldaşın katledilmesi ve dolayısıyla 18 Mayıs, partimiz için özel bir anlama sahiptir. Partimiz kuruluşunun hemen sonrası kısa bir sürede Kaypakkaya yoldaşı fiziken yitirmiş ve bu süreç partimizin birinci yenilgisine yol açmıştır. Ancak Kaypakkaya yoldaşın Maoist çizgisi ve kızıl direnişi, yoldaşın gerilla savaşında açtığı çığırla birlikte büyük bir miras olarak partimizin komünist zeminine sağlam bir temel olmuştur. 18 Mayıs devrimci ilerleyişe olduğu kadar, sınıf mücadelesinde kararlılık ve militan mücadeleye de bir çağrıdır.” Açıklamada parti ve devrim şehitlerini anmanın, ideolojik, siyasal ve askeri düzlemde onları yaşatmanın bir karşılığı olduğunu ifade eden MKP, Sosyalist Halk Savaşı şiarıyla mücadelede ısrarı koruyacaklarını belirtti. Son olarak parti ve devrim şehitlerini anarken onların ideallerine bağlı kalarak Sosyalist Halk Savaşı’yla sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz yeni bir dünya yaratmak için beden ödemekten asla çekinilmeyeceğininin vurgulandığı açıklama şu ifadelerle sona erdi: “Şehitlerimizin ideolojik, politik, örgütsel- askeri olarak yol gösterdiği güzergâhta şehitlerimize bağlılık, proletarya ve emekçilere tam bir adanmışlık içinde savaşma kararlılığımızı yineliyoruz. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da proletarya ve emekçilerle birleşip partimiz Maoist Komünist Partisi’nin komünist çizgi doğrultusu ve önderliğinde bütünleşerek Sosyalist Halk Savaşı’na hizmet edelim! Halk kitlelerinin kendiliğinden gelişen ekonomik, demokratik ve sosyal bütün talepleri uğruna verilen mücadeleyi Sosyalist Halk İktidarına taşıyacak olan Sosyalist Halk Savaşı’na bağlı olarak yürütelim! Bir kez daha parti ve devrim şehitlerini anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz!”

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

Rüşvet ve Kendinden olmayan her kesimi düşman ilan eden, yüzünde vahşet ve şiddet akan “Yeni Osmanlıcı” faşist iktidara karşı, halkın devrimci muhalefeti her gün yeni yaratıcı eylem biçimleriyle devam ediyor. Görev kitlelerle yan yana, omuz omuza mücadele etme görevidir Burjuvazinin ve burjuva aydınlarının tersine, devrimcilerin ve komünistlerin halka anlatacakları, anlatmak zorunda oldukları çok şeyler var. Kitleleri aydınlatmak ve aynı zamanda emperyalistlerce yağmalanıp kirletilmiş, kan gölüne çevrilmiş bu dünyayı değiştirmek için anlatmak durumundadırlar. Dünya genelinde olduğu gibi, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında da oldukça sıcak gelişmeler yaşanmaktadır. Emperyalizmin, özellikle de Amerikan emperyalizminin yeminli uşağı durumunda olan AKP iktidarının gün ışığına çıkan yolsuzlukları, haksızlıkları, İslami yasalarla devleti yönetme arzuları ve her geçen gün biraz daha bataklığa sürüklenen ekonomik krizleri nedeniyle yönetemez duruma geldiği gerçeğiyle birlikte, yönetilenlerin ise esasta yönetenlerden memnun olmadıkları bir süreç almış başını gidiyor. Baskının, zulmün ve zorbalığın sınır tanımadığı bu süreç, her türlü demokratik muhalefetin, hatta sistemin bir parçası durumunda olan ancak iktidarla uyuşmayan diğer muhalif kanatların dahi nefes alma borularını tıkamanın çabası içerisindedir. Kendinden olmayan her kesimi düşman ilan eden, yüzünden vahşet ve şiddet akan “Yeni Osmanlıcı” faşist iktidara karşı, halkın devrimci muhalefeti her gün yeni yaratıcı eylem biçimleriyle devam ediyor. Görev kitlelerle yan yana, omuz omuza mücadele etme görevidir.

AKP iktidarı yolsuzlukları örtbas etmek için her yöntemi uyguluyor On bir yılı aşkın bir süredir iktidar koltuğunda oturan AKP iktidarı, yalanla, dolanla halkı kandırdı, bundan sonra da kandırabileceğini sanıyor. Partinin önde gelen çalanlarından biri olan Zafer Çağlayan, 17 Aralık’ın arifesinde korku bacayı sarınca istifa etmiş, ancak yol arkadaşı Erdoğan ve çevresinin telkinleriyle kolundaki yedi yüz bin dolarlık rüşvet saatiyle istifa etmekten vazgeçip, hükümete geri dönüyor. Sanki tam 28 defalık rüşvetten 58 milyon doları cebe bu zatı muhterem indirmemiş gibi. Çağlayan eline tutuşturulan sahte faturayı, Meclis kürsüsünde sallayıp duruyor. İşte saatin faturası burada diye nara atıyor. Fatura denen sahte belge Cenevre’deki Patek Philippe saat firmasına iletiliyor. “Faturayı” inceleyen firma yetkilisi sadece “Das ist komisch” demekle yetiniyor. Yani belgenin komikliğine dikkat çekiyor. Bütün gerçekler gün gibi ortadayken, hiçbir şey yokmuş gibi davranmaları gerçekten şaşırtıcıdır. Kösele

bile aşınıyorken, bunlarda değil aşınmak kızaracak bir yüz bile yok. Cumhuriyet tarihi boyunca bu kadar açıktan açığa yolsuzluklara bulaşmış, rüşvetlerle iş yapan, aldığı rüşvetleri yatak odalarında, ayakkabı kutularında saklayan bir hükümet daha görülmemiştir. Kuşkusuz ister iktidara gelsin, ister hükümete gelsin gelen herkes halkı soyup soğana çevirmek için o koltukta oturur. Ancak bunlar kadarı da hiç görülmedi. Üstelik yaptıkları soygunlar bütün çıplaklığıyla gözler önündeyken onlar bulan yolsuzlukları örtbas etmek için 24 saat içinde torba yasalar çıkartarak kendi kendisini aklama çabası içerisine girebilmektedir. Montaj, komplo ve darbe diyerek aklanabileceğini sanıyor. Sanki evdeki yüz milyon doları sıfırla diye oğluna telefon eden baba Erdoğan değilmiş gibi, kendi kendisini ‘aklayabiliyor’. Ancak halkın vicdanında onların ‘aklanması’ kolay olmayacaktır. Bir torba kömür ve bir kilo makarna karşılığı olarak milyonlarca doları hiç edenlerden halk, mutlaka hesap soracaktır.

AKP emperyalizme gönüllü aracılık yapıyor AKP iktidarı döneminde, kazma vurulmadık yer, üzerine Hidro Elektrik Santral (HES) yapılmadık dere nehir, yağmalanmadık çevre kalmadı. Emperyalistler arsızca ve hayasızca yer altı- yer üstü zenginlik kaynaklarını soyup yağmalayıp, halkın ucuz iş gücünü pervasızca sömürmek istiyor. AKP ise bunun gönüllü olarak aracısı oluyor. AKP’nin yaklaşık 12 yıldır iktidarda kalıyor olmasının nedenlerinden biri de budur. Yani bunlar bir yandan ülkenin talan edilmesi, öte yandan ABD emperyalizminin Ortadoğu planlarına yönelik, Türkiye K.Kürdistan’da “ılımlı İslami” bir iktidara duyulan ihtiyacın sonuçlarıdır. Halkımız ne yazık ki daha çok gördüklerinden etkileniyor. Gördüklerinin perde arkasıy-


güncel haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

07

yolsuzluk pa’ya kadar at koşturulamayacak ancak bari hiç değilse şu Ortadoğu’da sınırları biraz genişletebilsek hayalleri. Bu hayalperestler hala iki yüz -üç yüz yıl önceki sürece takılıp kalmış durumdadır. Emperyalizmin geldiği aşamayı ve kendi durumlarını görmeden, aç tavuğun kendisini buğday ambarında hissetmesi gibi görüyorlar kendilerini. Bu nedenle çeşitli İslam ülkelerinden toplayıp getirdikleri katiller sürüsü aracılığıyla her gün onlarca, yüzlerce Kürt’ün, Alevinin, devrimci- demokratın; kadın kız, yaşlı genç ve çocuk demeden kelleleri kesiliyor, kalpleri yerlerinden sökülüyor, topluca darağaçlarına sallandırılıyor ya da kurşuna diziliyorlar. “ Katil” dediği Esad’dan daha da beter katil çıkan Erdoğan şimdi ‘TC.’nin Cumhurbaşkanlığına, daha doğrusu kendisinin hayallerini kurduğu padişahlığına soyunmuş durumdadır.

AKP iktidarı ‘çözüm’ konusunda hiçbir adım atmadı

la fazla ilgili değildir. Örneğin; parklar- bahçeler, otoyollar, AVM’ler, köprüler, şehirleşme adına yeni yapılaşmalar yani bol bol inşaat odaklı sözde büyümeyle kitlelerin gözü boyandı. Bu inşaat odaklı sözde büyümenin arkasındaki gerçekler, pek fazla kimseyi ilgilendirmiyor. Sıcak parayla yürütülen ekonominin 55 milyar doları özelleştirmelerden elde edilen gelirler ve (İMF’ye olan borcumuzu ödedik” denilmesine karşın) 390 milyar dolara varan dış borçlarla idare edildiği gerçeği görmezlikten geliniyor. Gerçekler gizlensin, soygunlar büyüsün diye ve sanki halkın lehineymiş gibi, kitleler tüketici kredileri, kredi kartlarıyla tanıştırılarak konut, yiyecek, içecek daha çok da lüks tüketime dayalı araba, televizyon, telefon, bilgisayar gibi ihtiyaç ve ihtiyacın ötesinde alışverişler yapması için borçlandırıldı. Yani emperyalistler devleti borçlandırdıkları gibi, halkın hatta doğmamış bebeklerin geleceğini bile ipotek altına almaktadır. AKP iktidarı döneminde bütün bunlar hiç gizlenmeden herkesin gözleri önünde yapılıyor. Çalınıyor, çırpılıyor ve yağmalanıyor. Ancak yine de deniliyor ki “ne var şimdiye kadar öbürleri yaptı, biraz da bunlar yesinler.” İnsani olmayan her şey, bir film şeridi gibi halkın gözünün önünde geçmesine karşın, yani; rüşvetler, yolsuzluklar, hukuksuzluklar, kıyımlar, kırımlar, işkenceler, biber gazları, TOMA’lara karşın AKP’den kopamadı. Kopamadılar çünkü din denen ideolojiyle uyutuldular. İktidarda olmalarına karşın, “mağduriyeti” oynadılar. Yeni Osmanlıcılığa soyunup, padişahlığa öykünen Erdoğan ve şürekası, komşu ülke halklarını birbirine düşman etmenin gayretkeşliğini elden bırakmıyor. “Kardeşim” dediği herkesi arkadan hançerleyip, kuyusunu kazmayı hüner saymaktadır. Amaç belli, “Yeni Osmanlıcılık”. Yani belki Avru-

Kürt ulusunun ulusal mücadelesi, AKP döneminde olduğu kadar hiçbir dönem geriletilemedi. “ Çözümler” , “paketler” , “görüşmeler” derken bir de görüldü ki bir arpa boyu yol alınamamış. Üstüne üstlük Kürt ulusunun mücadelesi önemli derecede söndürüldü, çözüm yerine savaş uçaklarıyla çoluk çocuk demeden bile bile sivil halkın üzerine bombalar yağdırıldı. İşte Uludere gerçeği. “Çözüm” denilerek Kürt aydınları ve seçilmişleri zindanlara dolduruldu. İşte KCK baskınları, şimdi de bir bir tahliye ediyorlar. Bu da oyunun bir başka parçası. Erdoğan’ı “padişahlığa” taşındırma oyunu. “Köklü üç aşamalı çözüm” denildi, AKP iktidarı bir tek adım dahi atmadı. Sonuç olarak AKP iktidarı ekonomiden siyasete, siyasetten kültüre ve sanata kadar bütün politikalarını emperyalistlerin çıkar ve menfaatleri doğrultusunda, yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarının yağmalanması, çevresindeki bir avuç sermayedarın, akrabanın, eşin ve dostun zenginleşmesi, geleceklerinin garanti altına alınması içindir. AKP iktidarı, gerçek anlamda inananların inançlarını, kendi menfaatleri için bir kaldıraç gibi kullanmaktadır. Çünkü bizler biliyoruz ki sermayenin ne dini, ne de imanı vardır. Onların dini de imanı da paradır. Yoksa ne diye paraları yatak odalarında, ayakkabı kutularında saklasınlar. Namazdan, niyazdan hatta Allahtan ayrı kalabilirler ancak o maniciklerinden bir saniye bile ayrı kalmak onlar için ölümdür de o yüzden milyar dolarlarla koyun koyuna yatmaktadırlar. Bu yazımızda diğer sistem partilerinden söz etmeyişimiz, onların AKP’den çok da iyi olduğu anlamına gelmez. Aksine sistemle bütünleşmiş bütün partiler, bazı nüans farklılıkları taşısalar da, ağababaları emperyalist efendilerinin sözünden dışarı çıkmayacakları ve bugüne kadar da çıkmadıkları, bizler açısından su götürmez bir gerçektir. O anlamıyla da al birini, vur ötekine.

Kaypakkaya’yı anmak devrimci onurdur Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 41. yılı vesilesiyle yazılı bir açıklama yayınladı DHF yayınladığı açıklamayla ölümsüzlüğünün 41. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın şahsında tüm demokrasi, devrim ve komünizm şehitlerini anarak, mücadelelerini selamladı. ‘İbrahim Kaypakkaya’yı anmak bizler için devrimci onurdur’ başlığıyla yapılan açıklamada, İbrahim Kaypakkaya’nın dünya proletaryası ve halklarının bilimum gerici sınıf düzeni ve iktidarlarına karşı yürüttüğü sınıf mücadelesi içerisinde coğrafyamızdaki temsilcisi olduğunun ve sınıf mücadelesinin bir parçası olarak konumlanıp, bu evrensel davayı temsil ederek ölümsüzleştiğinin vurgusu yapıldı.

‘Kaypakkaya kurtuluşun rehberidir’ Kaypakkaya’nın görüşlerinin ülkemiz işçi, köylü ve emekçileri ile azınlık millet ve milliyetlerine, ezilen Kürt ulusu ve diğer inançlarına kurtuluşun rehberi olduğu belirtilerek, Kaypakkaya’nın ser verip sır vermeyen tavrıyla, proletarya ve halkın kurtuluşu davasına sonsuz bağlılığının adı olarak tarihe kazındığı ifade edildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “O, Kemalizm’in devrimci olarak değerlendirildiği büyük kuşatma koşullarında, Kemalizm’in sınıf niteliği ve faşist karakterini tahlil etmekle birlikte, Kürt ulusuna uygulanan milli baskıya açıktan ve kararlı pro-

leter tutumla tavır alan bilimsel cüretiyle, ülke devrimci önderleri içinde özel bir yer tutmaktadır. Hakim sınıfların Kaypakkaya’nın fikirlerinden ‘ülkedeki ihtilalcı komünizmin en tehlikeli fikirleri’ diyerek korkması boşuna değildir. Kaypakkaya korkusunun faşist hakim sınıflarda, ölümsüzlüğünün 41. Yılında halen devam etmesi de nedensiz ve anlamsız değildir. Kaypakkaya, temsil ettiği bilimsel çizgisiyle mücadelemize ışık tutmaya devam etmektedir. O’nun tereddütsüz olarak uğruna ölümsüzleştiği değerler ve mücadele, bizlerin de değer ve mücadelesidir. Nitekim onlarca DHF üyesine, Kaypakkaya’yı andığı ve sahiplendiği için ağır hapis ‘cezaları’ verilmesinin nedeni de Kaypakkaya’nın fikirleri ve pratiğidir. Ancak hiçbir faşist baskı bizleri değerlerimizden koparmaya yetmeyecektir. Dolayısıyla O’nu anmayı devrimci bir görev ve sorumluluk olarak telakki ediyor, O’nu anmanın devrimci bir onur olduğunu bir kez daha haykırıyoruz!” Açıklamada Kaypakkaya’yı savunmanın Soma maden ocağında yaşanan katliamı, Soma Holding, devlet ve onun hükümetinin işbirliğiyle gerçekleştirildiğinin net bir şekilde ifade edilmesinden geçtiği belirtildi. Açıklamada daha fazla kâr için işçi ve emekçileri yoksulluğa, düşük ücrete, sağlıksız ve güvencesiz iş ile örgütsüzlüğe mahkum etmek isteyen, özel mülkiyet dünyasının kutsadığı burjuva zümreleri de teşhir edildi. Açıklama son olarak Dersim’de, Zilan’da, Sivas’ta, Reyhanlı’da, Roboski’de, Gezi’de ve Soma’da yaşanan katliamların hesabını sormak için demokratik haklar mücadelesini büyütme çağrısı yapılarak sonlandırıldı.


08 emek haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

Vahşİ kapİtalİzmİn kar hırsı

Vahşi kapitalizmin kar hırsı için artı değer üretmekten başka hiçbir değeri ve kıymeti olmayan yüzlerce maden işçisi, Soma’daki maden ocağında can güvenliğinin hiçe sayıldığı koşullarda çalıştırılarak ölüm kuyularında göz göre göre katledildi. AKP ve şürekası ise bir yandan halka aymazca saldırırken, bir yandan da şirketle işbirliği içerisinde katliamı aklamaya koyuldu Neoliberal politikalar ekseninde sermayenin hükmü altındaki emek sektöründe komprador tekelci burjuvazinin kar oranlarını yükseltmek için emekçiye ödenen açlık sınırındaki ücretler bir yana, masraflardan kısmak için hiçbir güvenlik önlemi alınmayarak sağlıksız ve güvencesiz koşullarda çalıştırılan emekçiler göz göre göre katlediliyor. Vahşi kapitalizmin kar hırsının neden olduğu bu katliamlar ise ülke Başbakanınca emekçinin ‘kaderi’ olarak nitelendiriliyor. Böylesi koşullar altında işçi katliamlarının sıradanlaştığı ülkemizde 12 Mayıs günü Manisa’nın Soma ilçesindeki madenlerde tarihe Soma Katliamı olarak geçen ve toplu bir işçi kıyımı olarak nitelendirilebilecek maden patlaması gerçekleşti. İşçi katliamlarında Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü olan T.C.’nin tarihine kara bir sayfa olarak yazılan katliam, ülkede ve dünyada kitleleri ayağa kaldırdı. Ülke tarihinin en büyük işçi katliamlarından biri olarak zihinlere kazınan katliamda ga-

zetemiz yayına hazırlandığı sırada madendeki kurtarma çalışmaları hala sürerken, devletin açıkladığı resmi rakamlara göre 301 işçi yaşamını yitirdi. 80 madenci yaralı kurtarıldı, içeride ise çok sayıda madenci hala mahsur durumda. Ancak bölgede bulunan kurtarma ekipleri ve gözlemciler ölü sayısının en az 400 olduğunu, üstelik çok daha fazla sayıda işçinin hala göçük altında olduğunu ve sayının daha çok yükselebileceğini kaydediyor.

Yüzlerce işçi katledildi 12 Mayıs günü öğleden sonra Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’ye bağlı maden ocaklarında vardiya değişimi sırasında meydana gelen bir patlamayla başlayan yangın sonucunda, o sırada içeride bulunan işçilerden çıkışa yakın olanlar ilk etapta dışarı çıkmayı başarırken 2 km’lik galerileri bulunan ve üç panele ayrılan madenin arka kısımlarda kalan yüzlerce işçi ölüm çukurlarında mahsur kaldı. Elektrikler kesildiği için madendeki asansörler de çalışmazken ilk etapta dışarı çıkmayı başaran işçiler ile bir maden ocağından gelen tahliye ekibi kurtarma çalışması başlattı. Olayı duyan işçilerin yakınları da yakınlarının akıbetini sormak için akın akın madene geldi. Bir süre sonra içeriden madencilerin cansız bedenleri çıkarılmaya başlandı, ancak sağ ya da yaralı olarak kurtarılabilenlerin sayısı çok azdı. Görgü tanıklarının ifadesine göre içeriden ‘sağ kurtarılan madenci olarak tanıtılanlar ise aslında arama kurtarma çalışmaları sırasında yaralanan madencilerdi. Üstelik hayatını kaybeden bazı madencilere hiçbir tüpe bağlı olmayan oksijen maskeleri takılarak yaralı süsü veriliyordu. Katliamı kamuoyundan gizlemek ve yaşanan vahşetin boyutlarını saklamak için ilk etapta açıklama yapmak-

tan çekinen iktidar AFAD gibi kurumları üzerinden ölü sayısının 17 olduğu yalanını duyurdu. Ancak ilerleyen saatlerde katliamın boyutunun tüm ülkenin ve dünyanın malumu olması üzerine Enerji Bakanı Taner Yıldız ölü sayısının 166 olduğunu ve bu sayının ilerleyen saatlerde ‘artabileceğini’ açıklamak zorunda kaldı. “Çıkarıldıkça açıklıyoruz” diyen Bakan Yıldız aslında gerçek rakamları halktan sakladı. Saatler ilerledikçe adeta bir can pazarının yaşandığı maden ocağında açıklanan resmi ölü sayısı giderek arttı. Aileler hastanelerde yer kalmadığı için, Kırıkağaç ilçesindeki kavun saklamak için kullanılan soğuk hava deposuna konulan yüzlerce cesedin arasından, çoğu tanınmayacak durumda olan yakınlarını teşhis etmek zorunda kaldı. Madendeki yangın ve yoğun karbon monoksit gazı birikmesi altında içeride mahsur kalan işçileri kurtarma çalışmaları, gönüllülerin de katılımıyla günlerce sürdü / sürüyor.

Katliamdan kurtulanlar yanlış müdahaleyi anlattı Madende yangının nereden ve nasıl çıktığı, içeride kaç kişi olduğu konusunda çeşitli bilgiler ve spekülasyonlar sürerken, yangına müdahale konusunda da hatalı ve eksik davranıldığı kuşkusunu uyandıran gelişmeler yaşandı. Madenden kurtulan işçilerin ifadeleri bu kuşkuları güçlendirdi. Madenden kurtulan bir işçi basına yaptığı açıklamada içerideki amirlerin işçileri yanlış yönlendirdiğini şu sözlerle açıkladı: “Yangın vardı ondan dolayı oldu. Temiz havadayken olduğumuz bölgede 143 kişiydik. Diğer bölgeleri bilmiyoruz. Basınçlı havaları kestim onunla durdum 4 saat. Dua edip durduk. Yapacağımız başka bir şey yoktu çünkü. Amirler bizi yanlış yönlendirdiler hep. Hava-

nın geldiği kısma yönlendirdiler. Havanın geldiği yönden girince komple kaldı arkadaşlar. İleri geri kaçanlar kaçtı, kaçmayanlar bir şekilde kurtuldu. Geriye dönüyorlar, geldikleri istikamete geri dönüyorlar, öyle kurtuldular. Tam ters yöne gidenler kurtulamıyor. Ocaktan çıkıyorduk, havaya denk geldik. Ne ileri gidebildik ne geri. Yardımı nereden isteyeceksin? Kimden isteyeceksin? Telefonlar çekmiyor. Ortada biziz. İleri-geri. 800 kişi falan vardı madende. Herkes bölüm bölüm, ayrı ayrı... Ben dolaştım, bant yanıyordu. Yangını söndürmediler. Biz tekrar geri döndük havalandırmaya geri döndük. Maske taktık nefesimizi tuttuk. Havanın önüne attık kendimizi, havayı kestim. 15-20 kişi gittiler dedim ki gitmeyin, dumanın önüne gidiyorsunuz dedim. Hepsi yanımdan gelip geçtiler, bir tek ben kaldım. Onların hepsi can çekişiyordu. Onların hepsi kaldı.”

Başbakan Erdoğan: Ölüm madencilikte olağan (!) Sırtını yasladığı emperyalist efendilerinin koruması altında uluslararası sermayenin ülkemizdeki acentesi konumundaki ve komprador tekelci burjuvazinin iktidarının temsilcisi olan Başbakan Erdoğan ise, katliamdan bir gün sonra gittiği Soma’da yaptığı açıklamada timsah gözyaşları dökerek derin üzüntü duyduğunu iddia ederken, emekçilere karşı tutumunda giderek pervasızlaştı. Erdoğan yaşanan katliamı daha önce Zonguldak maden katliamında ‘kader’ olarak tanımladığı gibi şimdi de “Bu tür ocaklarda kazalar sürekli olan şeylerdir. Biz bir defa bu tür ocaklarda, kömür ocaklarında, madenlerde, buralarda hiç bu tür olaylar olmaz diye yorumlamayalım. Literatürde iş kazası diye bir şey var. Bu sadece madenlerde olur diye bir şey yok. Bunun yapısında


emek haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

09

Soma’da katlİam yaptı bunlar var. Hiç kaza olmaz diye bir şey madenlerde yok.” sözleriyle ‘bu mesleğin doğasında olan bir şey’ olarak nitelendirdi. Erdoğan ‘bu tür olayları istismar etmek isteyen gruplara’ dikkat çekerek ‘ülkenin birlik ve bütünlüğüne’ de vurgu yapmaktan da geri durmadı. Katil Soma Kömür İşletlemelerinin sahibi Alp Gürkan da Erdoğan’ı karşılayan ekibin içinde ‘hazır ol’da duruyordu. Ülkede üç günlük yas ilan edildiğini ve Diyanet'le yapılan görüşme sonucunda selalar verildiğini kaydederek yaşanan katliama karşı iktidarının yapabileceklerini açıklamış olan Erdoğan, bununla da yetinmeyerek iktidarın bizzat sorumlu olduğu katliamı meşrulaştırmak için verdiği örneklerle halkla adeta dalga geçti. Erdoğan ‘bu tür kazaların’ normal olduğunu belirtirken devasa teknolojik gelişmelerin yaşandığı çağımızda madencilikte yaşanabilecek birçok aksaklık öngörülebilir ve engellenebilirken 150 yıl önce İngiltere’de, 100 yıl önce Fransa’da yaşanan, çok sayıda madencinin yaşamını yitirdiği patlamaları Soma’yla kıyaslayarak katliama yaklaşımındaki ciddiyeti ortaya koydu. Erdoğan’ın ‘dizginlenmeyen vahşi kapitalizmin’ yasalarının hakim olduğu dönemlerden verdiği bu örnekler ve kıyaslamalar aslında, niyetinden bağımsız olarak ülkemizdeki kapitalizmin niteliğini de deşifre eder nitelikteydi. Çünkü ülkemizde kapitalist üretim gerçekten de sermayenin kar marjını yükseltmek uğruna masraflardan kısılarak, hiçbir güvenlik önlemi alınmadan, işçilerin yaşamı hiçe sayılarak yapılıyor. Yani tıpkı 1800’lerin İngiltere’sinde gelişmekte olan vahşi kapitalizm dönemlerinde olduğu gibi.

Erdoğan ve şürekası halka alçakça saldırdı Öte yandan madenci yakınları, Soma halkı ve DHF İzmir örgütlülüğünün de aralarında bulunduğu devrimci demokratik kurumlar, Başbakan Erdoğan’ın Soma’ya gelerek aileler hala madenci yakınlarının cesetlerini beklerken ‘katliamın olağan’ olduğunu söylemesi üzerine öfkelerini eyleme dönüştürdü. Kitlenin Erdoğan’ı yuhalaması ve resmi aracına müdahale etmesi üzerine halktan korktuğu için adeta bir güvenlik ordusuyla bölgeye gelen Erdoğan bir markete sığınmak zorunda kaldı. Erdoğan ve şürekasının halka karşı tutumuysa adeta burjuvazinin işçi sınıfına kininin resmi niteliğindeydi. Erdoğan’ın konuşmasının bitmesinin ardından tepkiler sürerken, Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel jandarmaların saldırısı sonucu yere kapaklanan bir genci tekmeledi. Yerkel daha sonradan yaptığı açıklamalarda utanmadan “provokasyonlara ve hakarete” maruz kaldığını iddia ederek kendisini ‘savundu’. Erdoğan ise markete sığındığı esnada bir madenciyi tokatladı. Halkın kendisine gösterdiği öfkeden dolayı adeta ‘kuduran’ Erdoğan, gözü dönmüş bir şekilde can havliyle girdiği markette o sırada tesadüfen marketten çıkan bir madenciyi “'Niye kaçıyorsun ulan İsrail dölü, gel buraya” diyerek tokatladı. Korumaları ise madenciyi linç etti. Tokatlama olayının görüntülerinin yayınlanmasıyla inkar edilemez duruma gelen olay sonrasında belli ki Erdoğan ve şürekası tarafından tehdit edilen Taner Kuruca isimli madenci, Erdoğan’dan şikayetçi olmadığını açıkladı. Vücudunda darp izleri olan Kuruca protestolara katılmadığını, o sırada tesadü-

fen markette bulunduğunu ve Erdoğan’ın kendisini eylemci sanarak tokat attığını, korumalarının ise dövdüğünü anlattı. Erdoğan’ın ziyaretinin bir gün sonrasında ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Soma’daydı. En acıklı yüz ifadesini takınarak üzüntüsünü belirten (!) açıklamalarda bulunan Gül, hastaneleri ziyaret etti. Gül’ün madene gelişi sebebiyle ‘güvenlik önlemleri’ üst seviyeye çıkarılırken arama kurtarma çalışmaları da durduruldu. Madenci yakınlarının “Sizin yüzünüzden içeride olan yakınlarımızın aranması yapılmıyor. Yanınızdaki polislerinizi de istemiyoruz. Defolun gidin” diye bağırması üzerine Gül, kısa süre sonra bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.

Diyanet defin töreninde işçilere ölümün yüceliğini anlattı Bütün devlet bürokratlarının ve siyasi iktidarın sivil maşalarının rolünü ustaca oynadığı katliamda Diyanet de üzerine düşeni eksiksiz yerine getirdi. Hayatını kaybeden çoğu tanınmaz halde olan yüzlerce işçinin cenazesi aileleri tarafından soğuk hava depolarından alınarak çoğunluğu Soma’da olmak üzere Manisa, İzmir, Balıkesir gibi çevre illerde defnedilmeye başlandı. Balıkesir’de düzenlenen defin törenlerinden birine AKP ve devlet bürokratlarının yanı sıra Diyanet Başkanı da katıldı. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez cenaze namazını kıldırırken madencilerin haram lokma yemeden helal rızk peşinde koştuklarını ve bunun mübarek olduğunu vaaz etmesi kendisinin ‘haram lokma yiyenlerin’ düzeninin temsilcisi olması bakımından son derece ironikti. Yaşamını yitiren her canın hikâyesi ayrı ayrı yürekleri dağlarken, Diyanet İşleri

Başkanı’nın bir yandan İslam’da ölümün sonsuzluk anlamına geldiğini belirterek ölümü yüceltmesi diğer yandan ise şehit olarak nitelendirdiği madencilerin ailelerine huzur ve sükûnet telkin etmesi, Diyanetin açıkça katledilen işçilerin ailelerin öfkesini yatıştırma yönünde oynadığı rolü gösteren bir olguydu.

Soma örnek işletme olarak gösterilmiş Soma’daki katliamının sorumlusunun bizzat sermayenin selametinin bekçiliğini yapan AKP iktidarı olduğu açıkça ortaya çıktı. AKP’nin örnek işletme olarak gösterdiği Soma’yla ilgili bir araştırma önergesini 29 Nisan’da, Mecliste reddettiği ortaya çıktı. Üstelik AKP Manisa milletvekili Mecliste tartışmalar sırasında Soma’daki maden işletmelerinin dünyadaki pek çok madene göre daha iyi konumda olduğunu öne sürerek “En güzel düzenlemeleri kimsenin burnu kanamadan yapacak olan da AK Parti’dir” dediği açığa çıktı. AKP’nin Soma şirketiyle ilişkisi bununla da bitmiyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız 9 ay önce Soma madenini ziyaret ederek Soma Şirketini örnek bir işletme olarak göstermiş. Yıldız’ın ziyaret sırasında söylediği, “Madenicilikte mekanize çalışarak hem riskleri azaltmak, hem de yer altı kömürümüzü ülke ekonomisine kazandırmamız lazım. Buna yaparken iş sağlığı ve işçi güvenliğiyle alakalı önceliklerimiz birinci planda yer almaktadır. Hepimizi derinden üzen kazalardan gibi durumlardan uzaklaşmamız lazım.” sözleriyle sözde işçi güvenliğine verdikleri önemi vurgulaması ise manidardı. HABERİN DEVAMI SF 10-11


10

emek haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

KATLİAMIN YAŞANACAĞI 4 YIL ÖNCEDEN BELLİYDİ

TMMOB’un 4 yıl önce hazırladığı maden raporunda, Soma’ya dikkat çekerek, önlemlerin alınmaması durumunda katliamların yaşanacağını belgelemişti. Öte yandan işçilerin katliamından bizzat sorumlu olan AKP ve devlet bürokratları, katliamdaki bu sorumluluklarına karşı bir de yüzsüzce madencilere ve halka saldırdı TMMOB’un 4 yıl önce hazırladığı maden raporunda ülkedeki madenlerin durumunun çok ciddi tehlikeler barındırdığı, yer altı madenlerinde uygun ve yeterli tahkimat yapılmadığı, uygun ve yeterli havalandırma sisteminin bulunmadığı ve işçilerin ocaktan acil ve güvenli bir şekilde tahliye edilemediği kaydedilirken, özelde Soma madenlerine ilişkin yapılan belirlemeler adeta 12 Mayıs’ta Soma’da yaşanan katliamı tanımlar nitelikteydi. Raporun Soma’ya ilişkin bölümünde şunlar kaydediliyor: “Ülkemizdeki en önemli linyit havzası olan Soma’daki çalışma bölgelerinde, derinliğin artmasına bağlı olarak kömürün yüksek miktarlarda metan içeriğine sahip olduğu belirlenmiştir. Burada hata yapılması asla kabul edilemez. Kömür damarının kalın olması ve havzada günümüze kadar metansız ortamda çalışılması nedeniyle tecrübe eksikliği nedenleriyle metan drenajı yapılmadan üretim yapılması yeni bir faciaya sebep olabilir. Öncelikli hedef, özellikle aynı anda birden çok

maden emekçisinin ölümüne neden olabilecek kaza olasılığının her an var olan yer altı kömür madenciliği olmalı ve buralara odaklanılmalıdır.”

Şirket emekçilerin kanı üzerine ‘verimliliği’ arttırmış! Kamudayken zarar ettiği öne sürülen madenin, özelleştirme sonucu kar oranının rekor derecede artması, Soma patronu tarafından ‘verimliliğin arttırılmasına’ bağlanıyor. Soma Şirketi’nin sahibi Alp Gürkan bir süre önce bir gazeteye verdiği röportajda ‘verimliliği’ nasıl rekor düzeyde arttırdıklarını şu sözlerle övünerek açıklıyor:“Türkiye Kömür İşletmeleri, Soma’da kömürü kendisi çıkarırken, tonunu 130-140 dolara mal ediyordu. Biz ihaleye girip tonunu 23.80 dolara çıkarma taahhüdü verdik. Başardık.” Evet, açık ki Gürkan’ın övündüğü bu ‘verimlilik’ çoğu taşeron 6 bin civarında işçinin saati 5 TL’ye (aylık ortalama 1200 TL), bütün sağlık ve güvenlik önlemleri hiçe sayılarak güvencesiz ve sağlıksız çalıştırmayla sağlanıyordu. Yani Soma Şirketi AKP iktidarının temsil ettiği neoliberal politikaları akıllıca kullanmış ve iktidarın ‘örnek işletmesi’ haline gelmişti. Öte yandan dikkatleri çeken bir diğer ayrıntı ise T.C.’nin Uluslararası Çalışma Örgütü’nün “Madende Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”ni 19 yıldır imzalamayı reddetmesi. 176 ülkenin imzaladığı sözleşme maden işletmesi sahipleri ve hükümetlere yaşanabilecek sorunlar sırasında madencilerin sığınabileceği ve içerisinde uzun süre barınabilecekleri kadar yeterli teçhizatın bulunduğu “yaşam odalarını” da zo-

runlu kılıyor. “Yaşam odalarının” en göze çarpan örneklerinden biri 2010 yılında Şili’de yaşanan bir grizu sonrasında 33 madencinin tam 69 gün sonra sağ salim kurtarılabilmesi örneğinde görülmüştü. Patlama sırasında madencilerin kaçabilecekleri bu odalar dünyada sadece T.C., Afganistan ve Pakistan’da yok. 40 kişilik bir yaşam odasının maliyeti 200-250 bin dolar arası. Yani Soma’da 5 milyon dolar harcanarak katliam engellenebilirdi. Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan bir yıl önce verdiği bir röportajda, Soma’da 500 işçinin 20 gün boyunca hayatta kalabileceği yaşam odalarının bulunduğunu öne sürmüş. Ancak şu ana kadar Soma’da bu odaları gören olmamış (!).Açık ki şirket ton başına maliyeti 140 dolardan 23.80 dolara indirerek ‘verimliliği’ (!) devasa boyutlarda arttırmayı yaşam odalarını kurduğu takdirde başaramazdı.

AKP ve Soma şirketinin katliamı aklamadaki ortaklığı AKP’li Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın katliam sonrasında yaptığı “sorumluları gözünün yaşına bakılmaksızın derhal cezalandırılacağız” yönündeki beyanı ise adeta “kargaların bile güleceği” bir yalan olarak kaldı. Bakalım Bakan Yıldız’ın “derhal cezalandıracağız” dediği görevde sorumlu olan devlet erkanı ne yapıyor: Soruşturmayı yürüten daha önceden AKP’den milletvekili adaylığına başvuran Manisa Cumhuriyet Savcısı Durdu Kavak’ın basına verdiği demece göre “İlk etapta gözaltına alınacak amirler de işçilerle hayatını kaybetmiş”. Konuyla ilgilenen bir diğer savcıysa eklemiş “Kamuoyunu rahatlatmak için orada görevli birkaç kişiyi apar

topar gözaltına almak olmaz. Bu infial yaratır, yakınları tehdit altında kalır. Ya bu kişilerin kusuru yoksa kim verecek bunun hesabını?” Başbakanın Soma ziyareti sırasında karşılama ekibi içerisinde tam tekmil hazır olda bekleyen Soma Şirketi’nin sahibi Alp Gürkan’ın kendisine ulaşarak katliama ilişkin açıklama isteyen gazetecilere verdiği yanıt ise, AKP ve şirketin katliamı aklamadaki ortaklığını açıkça gözler önüne serer niteliktedir. Gürkan kendisini arayan gazetecilere açıklamayı her ne hikmetse bakanlara ‘danıştıktan’ sonra yapacağını şu sözlerle açıklamış: “Şu an bakanlarımızla toplantı halindeyiz. Bakan bey ve diğer bakanlar da burada. Toplantı bitmeden herhangi bir bilgi verme imkanım yok.” Açık ki AKP iktidarı, katliamın hemen ardından örnek olarak gösterdiği Soma Şirketiyle yaptığı toplantıyla bütün ‘suçu’ katliamda işçilerle birlikte hayatını kaybeden amirlere, yahut orta kademeli çalışanlara yıkarak kendilerini nasıl aklayacaklarını tartıştı. Katliamın hesabını soran aileleri ise bir lütuf yahut alıştığı gibi ‘sadakaymış’ gibi yaşamını yitiren madenci çocuklarına sunduğu burslarla susturmaya çalışacak. 17 Mayıs günü AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in basına verdiği demeçte AKP’nin madenlerle, iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili bir yasal boşluğu olmadığını ve dolayısıyla sorumluluğunun da olmadığını açıklaması iktidarın tutumunu açıkça gösteriyor.

Soma Şirketi kendini aklamaya çalışıyor Soma Şirketi’nin 4 gün sonra yaptığı basın toplantısında, katliamı bir kaza gibi gös-


16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

termeye çalışan şirket sahibi ve yetkililerinin katliamdaki sorumluklarını inkar ederek kendilerini aklamak için sergiledikleri oyuna sahne oldu. Şirket sahibi Alp Gürkan ‘mükemmel bir örnek işletme’ olan madeninde nasıl böyle elim bir ‘kaza’ yaşandığının şaşkınlığını yaşarken, bir yandan da 76 yaşında olduğuna, günlerce uyumadığına ve hasta olduğundan dem vurarak kendisini acındırıyordu. Mikrofonu devrettiği şirket müdürleri ve sorumluları ise toplantıda sırayla bir ‘kaza’ olarak nitelendirdikleri katliamın, madende her şey yolunda giderken nasıl meydana geldiğini bilmediklerini, olayda hiçbir ‘ihmal’lerinin bulunmadığını ve ‘canla başla çalıştıklarını’ iddia ediyor, madende yaşam odası olup olmadığı konusunda ise her biri çelişkili ifadeler veriyordu. En nihayetinde yaşam odası bulunmadığını ancak kurmayı ‘tasarladıklarını’ iddia eden şirket yetkilileri, maden yasasında ‘yaşam odası’ zorunluluğu olmadığını da ‘mütevazice’ ekliyorlardı. Vicdanen ‘kötü durumda’(!) olduğunu ‘itiraf eden’ şirket müdürü, vicdanını nasıl ‘rahatlatacağını’ da ekliyordu; “Yaşamını yitiren arkadaşların çocuklarının tahsil masrafları kurulacak vakıfla karşılanacak”. Madende çok sayıda taşeron işçinin çalıştığı ve çoğu madencinin doğru dürüst eğitimden geçirilmediği açıklamaları ise madende taşeron işçi çalışmadığı ve her ay ocakta tatbikat yapıldığı öne sürülerek yalanlandı.

AKP ve devlet bürokratlarının yüzsüzlüğü İşçilerin katliamından bizzat sorumlu olan AKP ve devlet bürokratları, katliamdaki bu sorumluluklarına karşı bir de yüzsüzce madencilere ve halka saldırdı. AKP Antep Milletvekili Şamil Tayyar, Soma’daki tehlikeye karşı AKP’nin araştırma önergesini

iki hafta önce mecliste reddetmesinin tartışıldığı bir programda önergeyi ‘eften püften’ olarak nitelendirdi. AKP’li Burhan Kuzu ise çok daha ileri giderek deyim yerindeyse alçakça halka saldırdı. Kuzu halkın acısı ve öfkesi tazeyken Twitter hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlarla, Soma’da eylem yapan halkı “şehitlerin üzerinden siyaset yapmaya çalışan alçaklar” olarak nitelendirdi. İşte Kuzu’nun kan donduran bazı paylaşımları: “Kimi fırsatçı alçaklar “Soma olaylarını protesto” ediyoruz diyerek birçok yeri savaş alanına çevirdi. Şehitlerimize zerre kadar saygıları yok”. ” Soma’da gelen siyasetçilere tepki gösterenler, kesinlikle şehit yakınları değil oraya özellikle provokasyon için gelen bazı vampirlerdir”. “Bazı alçaklar acı-ölüm demeden ve de utanmadan Soma’ya gelerek şehitlerimiz üzerinden siyaset yapıp tahrik ediyor. Pes doğrusu.” Soma Katliamı’na ilişkin bir diğer kanı donduran yorum ise İzmir Vali Yardımcısı Mustafa Harputlu’dan geldi. Ege Üniversitesi’nin düzenlediği Temel Bilimler Sempozyumu’nda konuşan Harputlu “Soma’da hayatta kalan aklını kullanandır. Düşünebilen, aklını kullanan hayatını kurtarmıştır” diyerek utanmadan katledilen madencilere alçakça hakaret etti.

Burjuva basının timsah gözyaşları Yaşanan katliam sonrası burjuva basının yaklaşımı ise ibretlikti. Açıktan AKP yanlısı yayın yapanlar, derhal iktidarı ve şirketi aklayan tarzda yayın yapmaktan geri durmadı. Devletin Resmi Haber Ajansı Anadolu Ajansı, ilk yaptığı haberde aymazca şirketin açıklamasını kopyalayıp yayınlayarak şu ifadeleri kullandı: “Soma Kömür İşletmeleri alınan sürekli ve en yüksek denetimde olan tedbirlere rağmen

emek haber yaşanan kazaya anında müdahale gerçekleşti.” Yeni Akit Gazetesi Yazarı Fatih Tezcan ise akıllara durgunluk veren bir tarzda katliamın Gezi Ayaklanması’yla ilişkisi olduğunu ima eder tarzda bir açıklama yayınlayarak “Gezi’nin yıl dönümünden 2 hafta önce yaşanan Soma Faciası’na ne sebep oldu, çok merak ediyoruz. Bulunmalı.” dedi. İktidarın açıkladığı “ekonomideki büyüme rakamlarına” övgüler yağdıran ve sermayenin önünde hazır olda duran burjuva basın, her zamanki gibi halkın meydanlara taşan haklı öfkesini ya görmezden gelerek ya da provokasyon olarak nitelendirerek olayın “dramatik” boyutunu vermekle yetindi. Madencilerin ve ailelerinin acılı hikayelerini dramatize edip timsah gözyaşları dökerken en acıklı yüz ifadelerini takınarak sunan burjuva basın, daha önce büyüme rakamlarına övgüler düzdüğü vahşi kapitalizmin emekçilerin kanı, canı ve alın teri üzerine kurulduğunu inkar etti. Oysa siyasi iktidarıyla, hukukuyla, bürokratlarıyla, medyasıyla oynadıkları bu dramatik piyeste aktör olanlar, bu sömürü düzenin çarklarını oluşturanlar, bizzat bu katliamın sorumlularıydı. Ve herkes biliyordu ki iktidar tarafından ‘şehit’ olarak adlandırılan ve yaşamını yitiren yüzlerce işçi, bu düzenin bekası için nüfus hanelerinden silinen ve hiçbir değeri olmayan rakamlardan ibaretti. Çünkü kapitalizm için insan yalnızca ekonomideki rakamları büyütmeye yarayan bir araçtı. Ve ülke tarihine yeni bir kanlı sayfa olarak yazılan bu katliam da ezilenler ve sömürülenler başkaldırmadığı müddetçe siyasi iktidarlarca tekrar unutturulacaktı.

Soma’da ÇHD’li avukatlara linç girişimi Soma’ya giderek orada yaşanan katliamın

11

gerçek yüzünü açığa çıkarmak ve ailelere destek olmak isteyen çeşitli meslek grupları ve devrimci demokratik kurumların girişimini ‘provokasyon yapıyorlar’ çarpıtmalarıyla suçlayan AKP iktidarı, linç girişimlerinde bulundu. 15 Mayıs’ta işçi ailelerine hukuki yardım için gelen ÇHD’li avukatlar ve bazı gazeteciler Öğretmenevi’ne yerleşti. Dışarı çıkan 3 kişi sırt çantaları ve ellerinde fotoğraf makineleri olduğu gerekçesiyle AKP’lilerin saldırısına uğradı. Bunun üzerine aralarında ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın da olduğu avukatlar Emniyet, Valilik ve Kaymakamlık ile görüştü. Emniyet ve Valilikten sorunun halledildiğine dair bir açıklama gelirken, akşam saatlerinde AKP’liler Öğretmenevi’ni kuşatarak linç girişiminde bulundu. Avukatlar ve gazeteciler saatlerce Öğretmenevinden çıkamazken, linç girişimi oluşturulan kamuoyu sayesinde engellenebildi. Yaşanan gelişmelerin ertesi gününde ise jandarma ve çevik kuvvet, Soma madenlerine giriş çıkışları tamamen kapatarak madende yaşananları kamuoyundan gizlemeye çalıştı. Aynı gün Soma Hükümet Konağı önünde toplanan Soma halkı, Soma Merkeze doğru yürüyüşe geçti. aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) İzmir İl Örgütlüğü’nün de bulunduğu yaklaşık bin kişilik kitle, Soma merkeze geldiği sırada polis saldırısıyla karşılaştı. Polisin halka yoğun biber gazı ve tazyikli suyla saldırması sonucu çok sayıda kişi yaralanırken, aralarında madencilerin ve madenci yakınlarının da bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Halk polise, “Soma halkı uyuma şehidine sahip çık” , “ Bize değil katillere müdahale et” sloganlarıyla karşılık verdi.


16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

Kongre kararlarını kav 18 Mayıs vesilesiyle; Nisan Güneşi Mayıs Direnişi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor 18 Mayıs 1973, Türkiye-Kuzey Kürdistan sınıflar mücadelesinde proletarya ve halk kitleleri lehine büyük bir mevzi, komünist devrimci bir tarihin adıdır. 24 Nisan 1972 kuruluş manifestosunun, egemenleri yargılayan büyük tarihsel eylemidir. Bu eylem, stratejik bir zafer kazanmıştır. Yenilenler zaferi kurşunlasa da zafer bir güneş misali yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir. Neden? Tekçi Osmanlı’nın İttihat Terakki, Jön Türkçülüğünün devamı resmi Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi, tekçi ve ilhakçı ulus devlet paradigması, yani inkarcı gerici sistematiğin tüm yönleri, 18 Mayıs 1972’de stratejik olarak yenilgiye uğratılmıştır. Kurucu önderimiz Kaypakkaya yoldaşın katledilmesinin temel nedeni budur. Lakin o ışık sönmemiş ve ardıllarını aydınlatmaya devam etmiştir. Öyle ki statükosunu devam ettirme durumunda tökezleyen tekçi egemenler bile iflasını ilan ederken, yine tekçi İslamcı Türk yörüngesinde yeni bir üretim alanına girerken, şu durumda bile yenildiklerini Kaypakkaya’yı savunanlara yönelik saldırılarıyla gösterirken, objektif olarak itiraf etmek durumundadır. Komünist önder Kaypakkaya sadece dünü değil, bugünün gidişatını da anlamada ana bir pusuladır. Kaypakkaya her şeyden önce doğru metoduyla hem öncellerinde yer alan hatalardan hem de kendi dönemindeki çağdaşlarından köklü ve temelden ayrılmaktadır. Kaypakkaya, kendi döneminde güncel olarak komünizm bilimi olan Marksizm Leninizm Maoizm (MLM)’ i, ideolojik rehberliğine almış ve Maoizm perspektifini bütün yolculuğuna oturtmuştur. Söz konusu olan yurtsever, demokrat, ilerici, aydın ve devrimci bir Kaypakkaya asla değildir, aksine Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) komünist ideolojisinin ürünü olarak ortaya çıkan, komünist Kaypakkaya’dır. Komünist önder yoldaş, Komünizm bilimini Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın özgünlüğüne göre devrimci diyalektiği uygularken, bizzat kendi dönemi ve çağdaşları içerisinde mekanik materyalistler ve dogmatik Marksistler, liberal, kuyrukçu, oportünist, reformist ve revizyonist entelektüellerin sol içerisinde oldukça başat rol aldığı koşulların bu ağır ideoloji-politikasına ve kuşatmasına karşın tam da yönteminden kaynaklı doğru ve güncel bir nitelik ortaya koyuyor, tarihsel arka planı da sağlam bir temele oturtarak somut teorik ve pratik bir hat izliyordu.

Devlet Kaypakkaya’nın fikirlerini her zaman tehlikeli gördü

Kaypakkaya, salt politik niteliğiyle değil teorik boyutlarıyla da ele alınmayı ve değerlendirilmeyi gerektirir. Teorik olarak Komünizmin kurucu ögelerini ve argümanlarını da Kaypakkaya’da görmek mümkündür. Avrupa merkeziyetçi Marksist akımlardan kendini net olarak ayırmaktadır. Ve kendini bizzat yaşadığı ve içerisinde bulunduğu objektif ve nesnel gerçekliklere, sürecin doğru sübjektif öznesi olarak nakşediyordu. Kuşkusuz önder yoldaşın Komünizminden ileri geldiği söylenebilir. Onun devrimci diyalektiği Türkiye-Kuzey Kürdistan’a uyarlaması ve somutlaması ne Avrupa merkeziyetçi ne de Çinci bir bakış açısı ve şablonculuğuna yer vermekteydi. Tam da Kaypakkaya, dışarıdan bir ithal ve şablonculukla değil, bizzat bütün bunlara yabancılık temelinde kelimenin gerçek anlamındaTürkiye-Kuzey Kürdistanlılaştırılmış bir Komünizm heyulasıyla, dost ve düşman bütün kesimlerin karşısına dikiliyordu. Onun için düşman bu durumu fark etmiş ve onun görüşleri için “İhtilalci Komünizmin Türkiye’ye uyarlanmış en tehlikeli görüşleri” diyerek stratejik olarak tespitini yapmış, Kaypakkaya ve hareketini de stratejik hedef tahtasına oturtarak saldırıya geçmiştir. Kaypakkaya, kurulu düzenin ve emperyalist kapitalist sistemin temel karakterlerine yöneliyor ve devletin niteliği, Kemalizm, başta Kürt ulusu olmak üzere ulus ve azınlıklar sorunu, faşizm, geçmiş tarihin ilerici, yurt sever, anti-emperyalist, demokrat, devrimci, komünist miras, halk isyanları, parti-orducephe stratejik üçlüsünün doğru ele alınıp kavranması gerekliliği, radikal devrimci mücadele ve devrimde zorun rolü, Halk Savaşı, ittifaklar, ideolojik, siyasal, örgütsel ve askeri çizgi meseleleri, parlamentarizm, 11 temel ilke adı altında mücadelede göz önünde bulundurulması ve uyulması gereken temel ilkeler, dogmatizm, reformizm ve revizyonizm vb vd önemli ve temel meseleler üzerine oldukça doğru ve mantıklı analiz ve sentezler ortaya koymuş ve kendi döneminin oldukça ilerisinde fikirleri savunarak pratik tutum almıştır. Kaypakkaya, devletin niteliği, Kemalizm ve Kürt ulusal sorununa doğru ve bilimsel yaklaşımını daha 1972’lerde ortaya koysa da ne yazık ki aradan 40 yılı geçen bir zaman dilimine karşın -hala bu olumsuzluk devam etmekte- devrimci hareket ve solun komünist olamamasının en büyük önemli nedenlerinden ikisi de bunlara ilişkin Kaypakkaya seviyesine dahi bir türlü gelememesi yatmaktadır. Kaypakkaya, TC ve onun temel referansı Kemalizm’i stratejik olarak hedef tahtasına oturturken, burjuva medeniyetçi ve gerici uygarlıkçı paradigmanın yaklaşık üç yüzyıllık bütün mirası ve kökleriyle teorisi ve pratiği, hareket süreci ve seyri, tarihi ve felsefi kurgusu, ideolojisi, örgütlenme biçimleri ve siyasetlerini de temelleriyle reddediyordu.

Kaypakkaya’nın yaslandığı zemin Komünizmindir Kaypakkaya, burjuva medeniyetçi- uygarlıkçı ve Avrupa merkeziyetçi bütün paradigmalara, bu perspektifteki bütün tarih anlayışı, çizgi, ideolojik yaklaşım, siyaset, felsefe ve kültüre karşı, devrimci ve sözde komünist Marksistlere ve hareketlere karşı cepheden teorik ve pratik olarak komünist bir bayrak kaldırıyordu. Kaypakkaya, burjuva medeniyetçi-uygarlıkçı paradigmanın burjuvazi-proletarya penceresiyle değil, bizzat mücadelenin dayanacağı devrimci potansiyel taşıyan ezilenleri, üretim sürecinden düşen ve düşme tehlikesi yaşayan ezilen emekçi kesimlerde görmüştür. Komünist Önder Kaypakkaya yoldaşın yaslandığı zemin, gerici, oportünist, liberal, reformist ve revizyonist değil, bizzat Komünizmin devrimci tarihidir. Bizzat hedef olarak, kapsamlı ve bütünsel komünist ideolojiyle birlikte devlet aracını hedef tahtasına oturtmuştu. Dayandığı halka olarak ise ezilen kitleleri işaret etmişti. Bütün ezilenlerin birliği temelinde komünist mücadeleyi yürüterek burjuva aydınlanmacı-medeniyetçiuygarlıkçı paradigmanın bütün kavramlarını terk edip, tamamen nesnel ve somut gerçekliklere uygun doğru ve bilimsel bir Komünizme doğru yürümekti ve tam da onu işaret etti. Kaypakkaya’nın her şeyden önce doğru değerlendirilebilmesi için Komünizm tarihini ve bugünlere kadar ki geçirdiği evreleri yani bütün olan bitenleri, kendinde devrimci di-

yalektik bir yöntemle içeren niteliğini görmek ve bu zemin üzerinden yükselmek gerektiğini de özellikle vurgulayalım. Komünist önder yoldaş, ezilenlerin tarihini ve bunun içerisindeki başkaldırı, kahramanlık, direniş ve isyanlarını, sınıf mücadelesi tarihini ilerletici miras olarak doğru kavrıyor ve savunuyordu. Feodalizm ve kapitalizmin serbest rekabetçi ve hala süren emperyalist niteliklerindeki egemen sınıfların ve onların iktidarlarının ve de öncülerinin, kesinlikle komünistlerin tarihi ilerletici misyonu ve mirası olarak izleyemeyeceğini vurgulayarak reddediyor ve karşı çıkarak buna karşı cepheden ve stratejik tutum alıyordu. Bu halka özellikle doğru anlaşılmak ve kavranmak durumundadır. Zira gerek Uluslararası Komünist Hareket (UKH) gerekse de özellikle Komintern’in pragmatist ve oportünist teorik ve pratik anlayışı, çizgisi ve burjuva medeniyetçi-uygarlıkçı paradigmayı aşamayan durumuna karşı da objektif olarak bir başkaldırı ve Komünizmi gerçek, sağlam, somut ve bilimsel temellerine oturtuyordu. İşte Kaypakkaya, bizzat Kemalizm ve Kürt ulusal sorununa doğru bakamayıp gerekli ve yerinde temelleriyle tavır alamayanların burjuva medeniyetçi-uygarlıkçı paradigma sultasından kendini bir türlü ayıramayan ve ona türlü-değişik kılcal damarlarıyla bağlılığını koruyan devrimci hareketten de köklü ve nitel olarak kopuyordu. Burjuva aydınlanmacı ve uygarlıkçı sol hareket bu yanlışından kopamadığı için, Kemalizm ve burjuva egemenlikçi anlayış, tarih, çizgi, ideoloji ve


perspektif

vrayalım, kavratalım!(7)

siyasetlerden de kendini temelden kökleriyle koparamıyordu. İstisnasız bir şekilde UKH tarihindeki hata ve zaaflara, Komintern’den TKP’ye, H. Kıvılcımlı’dan Mihri Belli ve Doğan Avcıoğlu’na, TİİKP’den İşçi Partisi’ne, THKPC’den THKO’ ya, (bazı mesele ve yaklaşımlarda PKK de) ve bugünlere kadar uzanan kendine ilerici, demokrat, evet yurtsever, devrimci ve komünist diyenlerin ezici çoğunluğu ya da bir elin parmakları dışında kalanlar tarafından Kemalizm’i ilerici ve devrimci görüyor ve İttihat ve Terakki’den başlamak üzere Ermeni Soykırımı ve Kürt Katliamlarını, azınlık milliyetlere ve ezilen inanç grupları ve kesimlerine uygulanan kırımları, katliamları, baskı ve zulümleri, imha, inkar ve asimilasyon politikalarını alkışlayarak selama duruyordu. Komünizm ve komünist tarih hiç bu kadar dejenere olmamış ve özünden uzaklaşmamıştı. İşte bütün bu olumsuz tarihi miras ve onun üzerinden yükselerek hareket eden tüm anti-MLM ve anti-komünist hegemonyaya karşı, parlak ve yeni bir nitel çıkış yaparak göklere Komünizmin gerçek ve doğru bayrağını kaldırıyordu.

Kaypakkaya’nın ideolojik perspektifi yolumuzu aydınlatıyor Kaypakkaya’ nın kopuşu; sıradan, biçimsel, soyut ve salt teorik değil, tam da köklü ve yeni nitel bir kopuş ve sıçramalı ilerleyiştir. Komünist önder yoldaş, emperyalist kapitalizm, feodalizm, faşizm ve her türden gericiliğin bir yandan kaba ve yüzeyselliğinden, diğer yandan bütün bunlara en ince görünmez bağlarla bağlı kökleri derinlerde olan ve

adına da genel olarak sol ya da Marksist denilen hareket-lerden bütün temelleriyle ve yöntemleriyle kopmuştur. Önder yoldaş, her şeyden önce kurulu düzenin bütün biçimlerine ve devlete karşı olmanın sadece devrimci tarzı ve yolu değil, aynı zamanda komünist tarzının ve yolunun ne olduğunu da göstererek kopmuştur. Bu yönüyle sistemin bütün kökleri, temelleri ve üst yapı kurum ve kuruluşlarına karşı düşünsel ve pratik kapsamda komünist ideoloji-politika olarak Kaypakkaya yoldaş bir kopuş gerçekleştiriyordu. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da halk kitlelerinin komünist perspektif, mücadele yönergesi ve kalkışımı komünist önder yoldaşla yeniden köklü ve nitel bir çıkışla başladı ve sıçramalı olarak ilerledi. Bu bilinçle, çok net ve son derece haklı bir gurur ve cüretle yoldaşın teorik ve pratik olarak ortaya koydukları, mevcut sömürücü sistemlerin oldukça değişik biçim ve ölçülerdeki gömlekleri giydirilerek kılıflandırılamaz ve ona entegre edilemez teorik ve pratik nitelikleri taşımaktadır. Bu kopuş, aynı zamanda tarihsel bir kopuştur. Nitekim Osmanlı’dan TC’ye kurulu düzenin gerçek mahiyetini ortaya koyan ve bununla da kalmayıp aslında Marks’tan bu yana solun bazı kamburlarından da bir kopuştur. Burjuva medeniyetçi paradigmaya köklü ve nitel olarak karşı koyarak kopuş ve nitel bir sıçrayışı temsil etmektedir. Komintern’in hatalarından kopuş hasbelkader bir nitelik ve yönelim değildir.

Kaypakkaya devrimci diyalektiği somutlamıştır Kaypakkaya, devrimci diyalektiği yaşadığı döneme ve o dönemin somut görünümlerine, özgünlüklerine, tarihsel arka planın mahiyetine güncelleştirilerek verilmiş bir cevaptır. Bu yönüyle devrimci diyalektiği somutlamıştır. Kaypakkaya yoldaş, burjuvaziyle feodal güçlere karşı ittifakı öngörmemiştir. Aksine burjuvazinin faşist ve karşı-devrimci karakterine karşı gelmiş, onun egemen ve hakim rolüne karşı koyarak mücadele edilmesinin gerekliliğine işaret etmiştir. Kaypakkaya, devletin yani ezen tarafın iki büyük ana kampa bölündüğünü ve kesinlikle bu kamplarla ittifakın karşı-devrimci bir çizgi ve yönelim olduğunu vurgulamıştır. Kaypakkaya’nın laiklikle ilgili olarak da kafası oldukça berraktır. Kaypakkaya, burjuva medeniyetçi paradigmanın esiri ve onu mutlak ilerici gören ve idealize ederek ütopya haline getirenlerle temelden kesinlikle ayrışır. Kaypakkaya, burjuva cumhuriyetinin ve fundamentalist akım ve çizgilerin laik ve antilaik şeklindeki kamplaşmanın bir parçası ve tarafı olarak kesinlikle yer almaz. Kaypakkaya, ezilenlerin kurtuluş davasının öncüleri olarak komünistlerin, ne feodalizmde ne de kapitalizmde egemen sınıfların, tarihi ilerletici misyonunu izlememesi gerektiğini ve bunlardan alınacak olumlu bir misyon ola-

mayacağını ortaya koyuyordu. Kaypakkaya, ezenlerin ve onlar arasındaki-içerisindeki kliklerin- kampların- blokların değil, tamı tamına ezilenlerin tarihini referans alıyor ve bizzat ezilen halk kitleleri içerisinde öne çıkan ve ileriye fırlayan öncülerinin mirasına sahip çıkıyordu. İşte Kaypakkaya yoldaş, burjuvazinin devrimci-jakoben ve evrimci-liberal temsilcilerini miras ve müttefik olarak gören burjuva medeniyetçi paradigmadan köklü ve nitel olarak koptuğunu bu biçimiyle de gösteriyordu. Kaypakkaya, aydınlanmacı batı felsefesi ve Avrupa merkezcilikten de köklü ve nitel bir kopuştur. Özellikle ‘muassır medeniyetler seviyesi, Avrupa rönesansı, medeniyetin beşiği Avrupa vb’ yaklaşım, ideoloji, çizgi, tarih, kültür ve siyasetlerden de koparak evrenselliğin özgüllüğünde, evrenseli ötelemeden her ülke, bölge ve coğrafyanın, yöre ve yerelin kendi özgünlüklerini dikkate alan ve bizzat üzerinden yükselinen toprak, tarih, toplum ve kültürler üzerinden birbirini ötelemeyen tam bir renkler mozağini referans alarak ideoloji, çizgi, tarih, siyaset, anlayış ve kültürel şekillenişin doğru bir bakış açısı ve konsepti olduğu kavrayışı oldukça güçlü bir zemin olarak Kaypakkaya yoldaşta yer almaktadır. Kaypakkaya yoldaş, aydınlanmacı batı felsefesi ve Avrupa merkeziyetçi vb vd. şekilleriyle aslında burjuvazinin oldukça çeşnili versiyonlarına karşı köklü ve nitel bir kopuşla sıçramalı olarak ilerlemiş ve ezilenlerin devrimci tutumunu ortaya koymuştur. Kaypakkaya yoldaşın izlediği parti ve parti içi iki çizgi mücadele anlayışı ve pratiği, referansımız ve yol göstericimizdir. TİİKP içerisinde iken parti içi iki çizgi mücadelesindeki hassasiyeti ve demokratik merkeziyetçiliğe bağlı olarak, örgütsel işleyiş ve disipline göre hareket etmesi açık ki bir komünist parti ve komünist hareket içerisinde izlenmesi gereken bir çizgi ve yönelimdir. Parti 3. Kongre iradesi, bu perspektifle yürüyüşünü deklere etmiştir. Komünizm bilimi ve Kaypakkaya kesinlikle Aydınlanma felsefesinin, Avrupa rönesansının, Avrupa merkezci, burjuva medeniyetçiuygarlıkçı felsefenin ve paradigmanın çocuğu ve ürünü değildir. Aksine ezilenlerin tarihi ve onların içinden çıkarak geliştirilen- ilerleyen tarihinin çocuğudur. Kaypakkaya, sistematik bir radikalizm, Avrupa merkezci sola yabancılık ve ona kökten karşı çıkışla, komünist devrimcilikle doğru orantılı bir aykırılıktır. Bilimsel doğru temelde somut ve güncel olarak teorik yenilenme için Kaypakkaya yoldaş MLM özelliğiyle önemli bir teorik kökendir. Bunun için derli toplu, sistemli ve sağlam temelleri olan, somut ve güncel görünümleriyle, merkezi, genel ve özgül yönelimlerini ortaya koyan bir konsept ve somutlaştırmayla bu görevi yerine getirebiliriz. Bütün bu görevlerin somut ve güncel hale getirilmesi için, öncelikle Kaypakkaya’nın ortaya koyduğu görüş ve tezler bizlere güçlü veriler

sunmaktadır.

Kaypakkaya burjuva aydınlanmacı felsefenin dinamitlenmesiydi Kuşkusuz Kaypakkaya ve gerek öncesi gerekse de sonrası süreçlerden bugünlere kadar ortaya çıkan, hem UKH tarihinde hem de Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketinin tarihindeki devrimci ve komünistlere yaklaşımımız, onları kesinlikle idealize etmeden değerlendirmektir. Zira diyalektik ve tarihi materyalist felsefe ve onun özünü oluşturan çelişki dışında ele alındığında, ne gerçek ve doğru anlamda anlaşılabilir ne bir eylem kılavuzu olarak kavranabilir ve ne de ilerletilebilir. Komünizmin devrimci özünü ve ruhunu basmakalıp tekrarlarıyla öldüren metafiziğin temel çıkmazı devrimci bir metoda sahip olmamasıydı. İbrahim’de devrimci metot sorununun ne tür sıçramalara yol açtığını yukarıda genel hatlarıyla ifade etmiştik. Bu ifade tamamıyla gerçektir. Geçmişin kamburu olan devrimlerin yüksek düzeyde gelişmiş üretici güçler üzerinde olacağını savunanlar, emperyalist sömürgeciliği bir aydınlanma operasyonu olarak hep selamlarken sıraya dizildi. Ezilen ulusların kurtuluş mücadelelerini barbarlık olarak damgalayıp, proletarya hareketleri değil diye ezilenlerin isyanının karşısında yer aldılar. Geldikleri nokta kaskatı bir sosyal şövenizmdi. Bu sosyal şövenizm Marks’ın özüyle değil tam da lafzıyla ilgiliydi. Emperyalizm aşamasıyla ortaya çıkan çok yönlü nitel değişimleri kavrayamayan akım Ekim Devrimi’ne karşı durdu. Maoizm’e ve Kültür Devrimi’ne de karşı durdu. Kaypakkaya bu kapitalist medeniyetçilerin kapitalizmin politik birimi olan ulus devlet cumhuriyetlerinin yükü ile bu yükün dayandığı tarihsel miras olan burjuva aydınlanmacı felsefenin dinamitlenmesiydi. Bu dinamitlemenin özünü, metodunu, teorisini ve felsefesini kuşanıp onu yeniden üretmek asli bir görevdir. Biliyoruz ki genel olarak en doğru bilgi bile tarihsel gelişmelerin sınırlılıklarını taşır. Fikirler ve teoriler gelişmelere bağlı olarak ilerlemek ve değişmek durumundadır. Bir tarihsel sürecin son derece doğru ve o zaman ki süreçte güncel olan bilgisi, koşullardaki değişmelere bağlı olarak eskiyebilir, eskimiştir de. Günümüz koşullarında dünya ve TürkiyeKuzey Kürdistan gerçekliğinde strateji ve taktikleri yeniden tanımlanayan, yaşanmış bunca sosyalizm tecrübesinden sonra gelecek toplum projesi ve tasavvuru yeniden ele alan, hata ve zaaflarından kopularak ileriye adım atan gerçek Kaypakkayacılığı, bu perspektifle temsil etmekte ısrar eden MKP 3. Kongresi, kurucu Komünist Önderimiz Kaypakkaya yoldaşın özüne sarılarak Sosyalizm ve Komünizm’in kazanacağını bir kez daha göstermiştir.


14

güncel haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

‘Üzüntümüz öfkemizin tohumudur’

Manisa’nın Soma ilçesinde yüzlerce maden işçisinin ölümüne neden olan taşeronlaşma, özelleştirme ve güvencesiz çalıştırma politikaları, ülke genelinde protesto eylemleriyle karşılandı. İstanbul, Ankara, İzmir ve Dersim’de halk sokaklara çıkarak polisle çatıştı Manisa’nın Soma ilçesinde Soma Holding’e ait bir madende çıkan patlama sonucunda onlarca işçi yaralanırken, yüzlercesi hayatını kaybetti. Devletin ‘kaderdir, kazadır’ diyerek aymazca meşrulaştırmaya çalıştığı katliama karşı ülke genelinde on binlerce kişi sokaklara döküldü. Güvencesiz çalışma koşullarının ve taşeronlaştırma politikalarının sonucu olan bu katliamlar, T.C devletinin faşist anlayışını ve kar hırsını bir kez daha gözler önüne serdi. “Üzüntümüz öfkemizin tohumudur” diyen binlerce kişi ise devletin bu ikiyüzlü politikalarını sokaklara çıkarak teşhir etti. Katliamı değil, katliamı kınayanlara saldıran devletin kolluk kuvvetleri ve halk arasında uzun süren çatışmalar yaşandı. Çatışmalar sonucunda onlarca kişi yaranırken, yine onlarcası gözaltına alındı. İSTANBUL: Soma’da yaşanan işçi katliamını lanetlemek için DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ile sendikaların ve devrimci demokratik kurumların çağrısıyla Taksim Tünel’de bir araya gelen binlerce kişi, Galatasaray Meydanı’na yürüdü. “Artık Yeter! Taşeron ve Özelleştirme Cinayetleri Son Bulsun! Soma Kader Değil Cinayettir” ortak pankartı arkasında bir araya gelen sendikaların yanı sıra, Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Partizan, Halkların Demokratik Partisi (HDP), Halkevleri ve Mücadele Birliği gibi kurumlar da eyleme flamalarıyla katıldı. Yürüyüş sırasında kitle, “Katil devlet hesap verecek” , “Her yer Soma her yer direniş”, “Soma’nın katili taşeron devleti” , “Anaların öfkesi katilleri boğacak” sloganlarını attı. Galatasaray Lisesi önüne ulaşan kitle adına ortak bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasında, katliamın bütün boyutlarıyla araştırılarak olayın yaşanmasında sorumluluğu ve ihmali olanların kısa sürede ortaya çıkarılması ve cezalandırılması istendi. Ayrıca DİSK, KESK, TTB ve TMMOB bir günlük iş bırakacağını açıklayarak, Fındıklı’da bulunan Sosyal Güvenlik Kurumu İstanbul İl Müdürlüğü’ne yürüyeceklerini duyurdu. Açıklamanın ardından polis kitleye TOMA’lar ve biber gazıyla saldırdı. Polisin saldırısına havai fişek, taş ve soda şişeleriyle karşılık veren kitle, Tophane ve Taksim Tünel yönüne doğru çekildi. Polis saldırısında onlarca kişi yaralanırken çok sayıda kişi de gözaltına alındı.

Grup Munzur üyesi Özkan Eroğlu gözaltına alındı Demokratik Haklar Federasyonu üye ve taraftarları da saat 18.30’da Büyükparmakkapı Sokak’ta toplanarak Taksim Tünel’e yürüdü. Galatasaray Lisesi önüne gelindiğinde DHF’nin

yürüyüşüne izin vermeyen polis, Balık Pazarı civarında DHF’lilere saldırdı. DHF üye ve taraftarları polis saldırısına taş ve sandalyelerle karşılık verdi. Saldırı sırasında bir DHF’li burnuna isabet eden plastik mermi sonucunda yaralanırken, Grup Munzur üyesi Erkan Kurt ise ayağına aldığı darbe sonucunda yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Hastanede yapılan işlemleri yapılan Kurt’un, ayak liflerinin koptuğu öğrenildi. Polisin saldırısı sonucunda 2 Grup Munzur üyesi de darp edilerek gözaltına alındı. Grup Munzur üyesi Özkan Eroğlu ifadesi alınmak üzere Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürülürken, Hüseyin Emre Güven ise polis tarafından uzun süre darp edildikten sonra serbest bırakıldı. Gece karakolda tutulan Özkan Eroğlu 15 Mayıs öğle saatlerinde Çağlayan Adliyesi’nde ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Halk Gazi ve Kadıköy’de Soma için çatıştı Gazi halkı Soma işçileriyle dayanışma için sokağa çıktı. Eski Karakol durağında toplanan kitle, sloganlar eşliğinde yeni karakol durağına yürüdü. Polis karakola yaklaşan halka gaz

bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Kitle polis saldırısına havai fişek ve taşlarla karşılık verdi. Çatışmalar geç saatlere kadar devam etti. Kadıköy Boğa Heykeli önünde toplanan yaklaşık 50 kişilik kitle de Soma’daki maden katliamında hayatını kaybeden işçiler için yürüyüş düzenledi. Polisin yürüyüşe izin vermemesi üzerine, Söğütlüçeşme Caddesi’nde barikatlar kuran kitle polisle çatıştı. Altıyol çevresinde devam eden çatışmalar gece geç saatlere kadar sürdü.

Avcılar ve Sarıgazi’de halk Soma için sokağa çıktı Sarıgazi Dayanışması Soma’da yaşanan işçi katliamıyla ilgili protesto yürüyüşü düzenledi. Aralarında DHF’nin de bulunduğu kitle, “Kaza Değil İş Cinayeti Facia Değil Katliam” yazılı pankart arkasında toplanarak Demokrasi Caddesi’ne yürüdü. Yaklaşık 1500 kişinin katıldığı eylemde, “Soma halkı yalnız değildir” , “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek” , “Katil devlet hesap verecek” sloganları atıldı. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında, katliamların tek sorumlusunun özelleş-

tirmeler, taşeronlaşma, ucuz iş gücü ve sömürüyü katmerleştiren politikalar olduğu ifade edildi. Avcılar’da Gezi Dayanışması’nın çağrısıyla yapılan yürüyüşte ise kitle, Marmara Caddesi’nde toplanarak Avcılar Meydanı’na yürüdü. Yaklaşık bin kişilik kitle “Anaların öfkesi katilleri boğacak” , “İşte katiller burada” sloganlarıyla AKP Avcılar İlçe Binası’nın önüne gitti. Bina önünde bir süre slogan atan kitle, yeniden Marmara Caddesi’ne yürüdü. ANKARA: Soma Katliamı’nı protesto etmek ve hesap sormak için bir araya gelen halk, polis saldırılarına karşın sokak sokak direnerek polisle çatıştı.

Öğrenciler ve işçiler birleşti Öğrenciler 14 Mayıs günü bir araya gelerek Yatağan işçilerinin günlerdir direnişe devam ettiği Kurtuluş Parkı'na akın etti. Beytepe Öğrencileri ve Ankara Üniversitesi'nin dört farklı yerleşkesinden (Cebeci, DTCF, Tıp ve Tandoğan) çıkan öğrenciler, kalabalık gruplar halinde Kurtuluş Parkı'na gelerek Enerji ve Maden işçileriyle birleşti. Polis tarafından yoğun yığınak yapılan parkta polis, kitlenin Kızılay'a gi-


16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

güncel haber

15

dişine izin vermeyeceğini açıkladı. İşçilerin kararlı duruşu sonucu önce Enerji ve Maden İşçileri, ardından da öğrenciler polis barikatlarını aşarak yürüdü.

İşçiler Türk- İş'e giderek genel grev çağrısı yaptı Yatağan işçilerinin öncülük ettiği Enerji ve Maden işçileri, barikatları aşmasının ardından Türk-İş binasına gitti. Enerji ve Maden işçileri Türk-İş binasında, Türk- İş'e bağlı sendikaların üyesi işçilerle birleşti. Türk-İş yönetimi tarafından yapılan açıklama işçilerin protestolarıyla karşılandı. Türk-İş binasında sendika ağaları ve işçiler arasında zaman zaman gerginlikler yaşandı. İşçiler eylem sırasında "Türk-İş göreve genel greve" , "Kahrolsun sendika ağaları" , "Genel grev genel direniş" , "Satılmış sendika istemiyoruz" , "Katil Türk-İş" sloganları atıldı. Türk-İş yönetiminin yaptığı, "3 dakikalık iş bırakma eylemi yapacağız" açıklamasının ardından, işçiler daha da öfkelendi. Bu açıklama üzerine kürsüye gelen Yatağan işçileri adına şu açıklama yapıldı: "Soma işçileri asgari ücretle 10-12 saate varan şartlarda bedenlerini zehirledi. Denetim yapıldı deniyor, biz bu denetimlerin idari müdürlerle idari binalarda, alana hiç çıkılmadan nasıl yapıldığını biliyoruz. Üç yıl sonra bir maden katliamında ölmektense biz bugün buraya ölmeye geldik. Türk- İş binası bizim evimizdir, sendika ağalarına bırakmayacağız. Evimize gireceğiz ve içeride oturacağız." Yatağan işçileri, açıklamanın ardından Türk-İş binasını işgal etti.

Barikatlar aşıldı kitleler Kızılay Güvenpark'a akın etti Öğrenciler, işçiler ve devrimci demokratik kurumlar barikatları birer birer aşarak Kızılay'a geldi. İşçilerin Güvenpark'ta 13 Mayıs'ta başlattığı "adalet ve insanlık nöbetine" halk devam etti. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) da barikatların aşılmasının ardından Ziya Gökalp Caddesi üzerinden yürüyüşe geçerek Kızılay Güvenpark'a ulaştı. Kızılay'a toplanan kitle, kısa zamanda binleri buldu. Ardından Türk-İş binasından çıkan işçiler de Güvenpark'a geldi. Yatağan işçileri adına Güvenpark’ta da bir açıklama daha yapıldı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: "Devlet kolluk güçleriyle bizi halktan, öğrencilerden tecrit etmek, yalnızlaştırmak istiyor. Biz bu oyunu Yatağan'da da burada da gördük. Ama işte burada tüm halkla birleştik. Talebimiz özelleştirmelerin durdurulmasıdır. Bu talebimizde ne kadar haklı olduğumuzu Soma'da gördük. Bu bir kömür karası değil insanlığın yüz karasıdır. Bu ülkede vahşi kapitalizm, faşizm var. Faşizm sermaye sınıfını koruyor. Onlar zenginliklerini işçilerin gözyaşları ve kanları üzerinden elde ediyor. Biz birleşerek zafere ulaşacağız. Bu gayri-meşru bir iktidardır. Hiçbir santrali özelleştiremez."

Sendikalar ve meslek odaları da Güvenpark'a geldi Güvenpark'ta bir araya gelen kitleye, aralarında Eğitim-Sen ile TMMOB’un da olduğu birçok sendika ve meslek odası da katıldı. Akşam saatlerine gelindiğinde kitlenin Güvenpark'taki sayısı binlere yaklaştı. Güvenpark'tan Olgunlar Sokak’taki Maden İşçisi Anıtı'na doğru yürüdü. Polis yürüyüşü barikatlar kurarak engellemeye çalışsa da insan selini andıran kitleye engel olamadı. Kitlenin yarısının Maden İşçisi Anıtı'na ulaşmasının ardından, polis saldırısı başladı. Plastik mermi, ses bombaları ve gaz bom-

balarıyla saldıran polise karşı kitle, havai fişeklerle direndi. Ankara’daki çatışmalar özellikle Meşrutiyet Caddesi'nde yoğunlaşırken, Kızılay'ın tüm sokakları çatışma alanına döndü. Binlerce insan Soma Katliamı’nın öfkesiyle polise karşı koyarken, polis birçok yerde kitleye linçleri aratmayacak şekilde işkenceler yaptı.

DHF'liler işkenceyle gözaltına alındı Kızılay'ın birçok bölgesine dağılan eylemciler sokak sokak direnişe başladı. DHF'liler ise Maden İşçisi Anıtı'nın önünde çıkan ilk çatışmanın ardından, Sağlık Sokak’tan geçerek Ziya Gökalp Caddesi'ni trafiğe kapattı. Zaman geç-

tikçe kitle burada toplanmaya başladı. Havanın karardığı sırada ise bir grup eli demir sopalı sivil polis ve çevik kuvvet polisi, DHF'lilere saldırdı. Sivil polislerin aniden ve arkadan yaptığı saldırıda 3 DHF'li darp edilerek gözaltına alınırken, bir DHF'li de kafasından aldığı darbelerle yaralandı. Polis saldırısında toplam 3 DHF üyesi yaralandı. Gözaltına alınan DHF'liler 14 Mayıs gecesi serbest bırakıldı.

Çatışma ve işkenceler devam etti Havanın kararmasıyla birlikte Ankara genelinde polis saldırılarından işkence haberleri gelmeye devam etti. Konur ve Karanfil Sokak'ta bir araya gelen bir gruba polis saldırdı. Burada Mahir Kangal adlı eylemci kafasına aldığı cop darbeleriyle yaralandı. Bilincini kaybeden Kangal, hastaneye kaldırıldı. Burada bilinci açılan Kangal’ın sağlık durumunun iyi ol-

duğu bilgisi alındı. Bir grup ise Maden İşçisi Anıtı'nda bir araya gelerek sabah saatlerine kadar anıt önünde nöbet tuttu. 15 Mayıs günü ise Ankara Güvenpark’ta yaklaşık 150-200 kişiden oluşan öğrenciler Soma Katliamı’nı protesto ederken, polis plastik mermiler ve TOMA’larla öğrencilere saldırdı. Polis saldırının ardından Güvenpark’ı ablukaya alan polis, parka giriş çıkışları yasakladı. İZMİR: 14 Mayıs günü Emek ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla Soma’daki katliamı protesto etmek için bir araya gelen binlerce kişi Basmane’de toplandı. Konak Meydanı’na yürümek isteyen kitleye polis biber gazı ve tazyikli suyla saldırdı. Saldırılar sırasında çok sayıda kişi darp edilerek gözaltına alındı.

ma eylemi yaptı. Sendikaların eylemi sonlandırma kararından sonra kitle dağılırken, polis kitlenin arkasından giderek tazyikli suyla saldırılarına devam etti. Yeniden başlayan çatışmalar geç saatlere kadar sürdü. DERSİM: Soma Katliamı’nı protesto etmek için basın açıklaması ve yürüyüş gerçekleştirildi. Sanat Sokağı’nda bir araya gelen ve aralarında Dersim Kültür Derneği, Demokratik Haklar Federasyonu ve YDSB’nin de olduğu kitle, Seyit Rıza Meydanı’na yürüdü. Seyit Rıza Meydanı’nda yapılan bir dakikalık saygı duruşunun ardından basın açıklaması okundu. Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Soma’daki katliamın sorumlularını biliyoruz. So-

15 Mayıs günü ise DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla greve giden işçi ve emekçiler yürüyüş yaptı. Eyleme emek ve meslek örgütlerinin yanı sıra ESP, EMEP, HDP ve SDP’nin de olduğu çok sayıda devrimci demokratik kitle örgütü de katıldı. Polis yolu trafiğe kapatarak yürüyüşe geçen kitlenin önünü, Saat Kulesi’ne barikat kurarak kapattı. Barikata yüklenen halka polis biber gazı ve tazyikli suyla saldırdı. Saldırıda çok sayıda kişi yaralanırken, en az 30 kişi de gözaltına alındı. Kitle polise taşlarla karşılık verdi. İHD, KESK, DİSK ve TMMOB yöneticilerinden oluşan bir heyet, polis saldırısının durdurulması ve gözaltına alınanların serbest bırakılması talebiyle İzmir Valiliği'ne gitti. İzmir halkı da Valilik önüne yürümek istedi. Ancak polis halkın Valilik’e yürümesini engellerken kitle de İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde otur-

ma’da yaşanan bu olay bir doğa olayı değildir, bir katliamdır. Katliamın faali ‘güzel öldüler’ diyerek ölümleri meşrulaştıran, AKP hükümeti ve sistemin ta kendisidir. Ulusal yas ilan eden AKP hükümetine, buradan seslenelim, bizim yasımız alanlarda olacaktır, bizim yasımız greve gitmektir, bizim yasımız üniversitelerde boykota gitmektir. AKP hükümeti istifa etmelidir, gerçi istifa etmek erdemli insanların işidir, bu erdem de AKP hükümeti ve çalışanlarında yoktur. Dersim’den beyan ediyoruz; ‘genel grev genel direniş’ diyoruz. Zalim karşısında ezilenin yanında olacağız.” Yürüyüş sırasında kitle, “ Katil devlet hesap verecek” , “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” , ”Soma'nın hesabı sorulacak” , “Genel grev genel direniş” , “Sendikalar greve öğrenciler boykota” , “Hepimiz birer madenciyiz” sloganlarını attı.


16

güncel haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

Soma katlİamı İçİn bütün ülke ayakta! Soma Katliamı’nın ardından ülke genelinde sokaklara çıkan halk kitleleri, katliamın sorumlusu AKP iktidarını protesto eden eylemler gerçekleştirdi KARABÜK: Aralarında DGH faaliyetçilerinin de olduğu üniversite öğrencileri ajitasyonlar çekerek bir araya gelirken, Özel Güvenlik Birimleri (ÖGB)'nin saldırısına imkan vermedi. Kitle, ÖGB’nin ve sivil polislerin ablukası altında, faşist güruhun sataşmaları eşliğinde oturma eylemini kararlıca sürdürdü. “Madencinin öfkesi katilleri boğacak” , “Kader değil iş cinayeti” yazılı ozalitlerle yaklaşık yarım saat eylem yapan kitle, ana çıkış kapısına yönelip toplu çıkış yaptı. Ana çıkış kapısında eylemi sonlandıran öğrenciler, KESK’in düzenleyeceği basın açıklamasına katılmak üzere şehir merkezine gitti.

KESK yönetimi DGH faaliyetçilerinin üzerine yürüdü KESK’in düzenlediği basın açıklamasına katılan öğrenciler, KESK’in pasif tavırlarıyla karşılaştı. İnisiyatifin kendisi olduğunu belirten KESK yönetimi, anti-demokratik bir şekilde kendisini dayatırken alkış, slogan, döviz ve pankart istemediğini belirterek eylemin içeriğini boşaltmaya çalıştı. Oturma eylemine geçilirken bu kararı tanımayan ve işçi katliamlarının teşhirini attığı sloganlarla gerçekleştiren DGH faaliyetçilerinin üzerine yürüyen KESK yönetimi, faaliyetçileri alandan ayrılmaya zorladı. Kısa süren tartışma / gerginlik sonrası KESK’in tutumuna protesto eden öğrenciler, belediye önüne doğru yürüyerek oturma eylemi gerçekleştirdi. Faşistlerin polis desteğinde sataşmalarına maruz kalan kitle, oturma eylemine kararlı bir şekilde devam etti. Oturma eylemi sırasında sloganlar atan kitle, söylediği marşlarla mücadelede kararlılık mesajı verdi. Basın açıklamasının ardından eylem sona erdi. ANTALYA: Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da olduğu devrimci-demokratik kitle örgütleri, Kapalı Yol Halk Bankası’nın önünde bir araya geldi. Yürüyüş sırasında Soma’daki katliam protesto edilirken, ''Katil devlet hesap verecek'' , ''Soma’nın hesabı sorulacak'' , ''Genel grev genel direniş'' sloganları atıldı. DHF katliamı protesto eden pankart astı Cumhuriyet Meydanı’na gelindiğinde ise

Soma’da katledilen işçiler için yapılan saygı duruşunun ardından, basın açıklaması okunarak oturma eylemi düzenlendi. Eylemin ardından DHF Antalya örgütlülüğü, ''Kader Değil Soma İşçi Katliamıdır Maden İşçileri Ölümsüzdür'' yazılı bir pankartı, Yüzüncü Yıl’daki üst geçide asarak katledilen maden işçilerini sahiplendi.

Zonguldak’ta nöbet eylemi ZONGULDAK: Manisa Soma ilçesinde yaşanan iş katliamını protesto etmek için aralarında Demokratik Gençlik Hareketi faaliyetçilerinin de olduğu üniversite öğrencileri tarafından bir eylem düzenlendi. 14 Mayıs gecesi geç saatlerde başlayan 'yaşam nöbeti' eylemiyle öğrenciler, yaşanan bu vahşete olan tepkisini ve toplumsal vicdanı, Zonguldak halkına gösterdi. 15 Mayıs günü üniversitede bulunan öğrenciler, yemekhanenin önünde bir araya gelerek, Madenci Anıtı’na yürüdü. Anıt önünde halkın kitlesel katılımıyla basın açıklamasının okundu.

Özelleştirmelerin sonucunda birçok işçi katliamı yaşandı Basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Artık iktidarının iş kazası yalanlarına inanmıyoruz. Alınmayan tedbirler, fazla üretim yapmak için işçileri zorlamalar, iş güvencesizliği, taşeronlaşmalar, özelleştirmeler yüzünden Zonguldak yerelinde birçok işçi katliamı yaşanmıştır. Soma'da yaşananlar hala bunun devam ettiğini gösteriyor. Artık sendikaların da samimiyetsiz tavırlarına karşı direnç gösterece-

ğiz. Bütün gücümüzle bu işçi katliamlarının sorumlularından hesap soracağız.'' Ardından oturma eylemi gerçekleştirilerek saygı duruşu yapıldı. Yürüyüş sırasında “Madenci feneri sönmeyecek” , ”İşçi gençlik el ele genel greve” , “Maden şehitleri onurumuzdur” , “Katil devlet hesap verecek” , “Soma işçileri yalnız değildir” sloganları atıldı. Basın açıklamasının ardından kitle dağılırken, üniversite öğrencileri oturma eylemine devam etti. AMED: Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi’nin çağrısıyla bir araya gelen çok sayıda devrimci demokratik kurum, Ofis AZC Plaza önünde bir araya gelerek oturma eylemi yaptı. Yaklaşık 3 saat süren oturma eyleminin ardından, BDP Diyarbakır İl Eş Başkanı Zübeyde Zümrüt yaptığı konuşmada, Soma’da katledilen işçilerin acılarını paylaştıklarını belirtti. Eylem sırasında “Diren Soma Amed seninle” , “Roboski’den Soma’ya hesap sormaya” sloganları atıldı. ANTEP: Antep Emek ve Demokrasi Güçleri Platformu’nun çağrısıyla “Kaza Değil İş Cinayetlerine Son” pankartı arkasında Yeşilsu Meydanı’nda bir araya gelen binlerce kişi, Soma’daki işçi katliamını protesto etmek için AKP Şahinbey İlçe Binası’na yürüdü. Şahinbey AKP İlçe Binası önüne gelen kitle, hayatını kaybeden işçilerin anısına 1 dakikalık saygı duruşunda bulundu. KESK, DİSK, TÜMTİS, Türk Tabipler Birliği ve Maden Mühendisleri Odası adına yapı-

lan açıklamada, Soma maden ocağında gerçekleşen katliamın bir ‘kaza’ veya ‘işçi cinayeti’ olmadığı belirtilerek yaşananın katliam olduğu ve işçi katliamlarına karşı mücadele edilmesi gerektiği ifade edildi. Eylemin ardında Yeşilsu Meydanı’nda dayanışma nöbeti tutuldu. BOLU: Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi öğrencileri Merkez Kampüs’te bir araya gelerek kampüs içinde sloganlar eşliğinde yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşün ardından bir süre oturma eylemi yapan öğrenciler, yeniden yürüyüşe geçtiği sırada önü çevik kuvvet polisi tarafından kalkanlarla kesildi. Öğrenciler, barikatlara yüklenince polis gaz bombasıyla saldırdı. BURSA: Setbaşı Mahallesi’nde bir araya gelen kitle yolu trafiğe kaparak Heykel Meydanı’na yürüdü. Heykel Meydanı’ndan AKP İl Binası’na yürümek isteyen kitlenin önü polis barikatlarıyla kesildi. Polis barikatlarına yüklenen kitleye polis TOMA’yla saldırdı. Kitle polise taşlarla karşılık vererek direndi. Kitlenin bir kısmı Setbaşı yönüne diğer bir kısmı da Teleferik yönüne çekildi. Setbaşı Mahallesi ile Teleferik Mahallesi’ne çekilen kitle barikat kurdu. Polisin geri çekilmesinin ardından kitle mahalle içinde yürüyüşe devam ederek Soma Katliamı’nı protesto etti. ESKİŞEHİR: KESK, DİSK, TTB ve TMMOB’un çağrısıyla Odunpazarı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) önünde bir araya gelen kitle, “İş Cinayetlerinin Hesabını Soracağız” pankartını açarak Espark’a yürüdü. Sivil faşist bir grup bıçak ve


16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

satırlarla kitleye saldırdı. Sivil faşistler kitle tarafından etkisiz getirilerek eylem alanından uzaklaştırıldı. Yunus Emre Caddesi üzerinden, AKP binasına yürüyen kitleye polis saldırdı. Kitle havai fişekle polis saldırısına karşılık verdi. Çatışmaların azalmasının ardından, sivil faşistler 3 kişiyi yaralarken, polis çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. SAMSUN: KESK, DİSK, TMMOB ve Türk-İş’in çağrısıyla Çiftlik Akbank önünde toplanan kitle yolu trafiğe kapatarak basın açıklaması yaptı. Açıklamada Gezi Ayaklanması’nda sıkılan biber gazı nedeniyle kanser hastalığına yakalanıp daha sonra hayatını kaybeden Mehmet İstif de anılarak “AKP iktidarı döneminde katledilen hiçbir işçinin hesabı sorulamazken, sorumlular iktidar tarafından korunmaya devam ediliyor” denildi. Eylem, "Kaza değil cinayet hesabı sorulacak" , "Kahrolsun kapitalist soygun düzeni" , "Genel grev genel direniş" sloganlarıyla sona erdi. URFA: Siverek Emek ve Demokrasi Platformu, “Yanan Bizdik Siz Kömür Sandınız İş Kazası Değil Cinayet” pankartını açarak basın açıklama yaptı. Basın açıklamasında “Yas tutma mücadele et” , “Hepimiz ölürsek belki literatür değişir” yazılı dövizleri taşıdı. Platform adına yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Soma’da yüzlerce işçinin canına mal olan patlama bir kaza değil, yeterli iş güvenliği tedbiri alınmadığı için göz göre göre gelen bir iş cinayetidir.12 yıllık AKP iktidarı döneminde iş cinayetlerinde 12 bini aşkın işçi yaşamını yitirmiştir. Soma’da yaşanan katliam, bugüne kadar yaşanan iş cinayetlerinin en son ve en acı halkası olmuştur." Açıklamanın ardından eylem sonlandırıldı. MERSİN: Mersin Emek ve Demokrasi Platformu’nun çağrısıyla Özgür Çocuk Parkı önünde bir araya gelen kitle, “Kaza Değil Soma Madeninde İşçi Katliamı Sadaka Değil İşçi Sağlığı Ve İş Güvenliği İstiyoruz İş Kazalarını Durduralım Örgütlü Olmak Hayat Kurtarır' pankartı ile işçi katliamını protesto eden dövizler taşıdı. Okunan basın açıklamasında, özelleştirmelerin ve taşeronlaştırmanın geldiği yerin güvencesiz, kuralsız çalıştırma olduğu belirtilerek bu tür uygulamalarla işçi sağlığının ve güvenliğinin ortadan kaldırılarak doğrudan yaşama kast edildiği belirtildi. Katliamın bir ‘kaza’ya da ‘kader’ olmadığının belirtildiği basın açıklamasında, katliamın özelleştirme ve taşe-

ronlaştırmanın bir sonucu olduğu ifade edildi. Eylem sırasında “Katil devlet hesap verecek” , “İş kazası değil bu bir cinayet” sloganları atıldı. Eylem Gezi Ayaklanması’nın son şehidi olan Mehmet İstif’in mezarının ziyaret edilmesiyle sona erdi. BALIKESİR: KESK üyesi kamu emekçileri, Balıkesir Edremit Meydanı’nda toplanarak basın açıklaması yaptı. KESK adına yapılan basın açıklamasında taşeronlaştırmaya karşı mücadelenin yükseltilmesi gerektiği ifade edildi. Açıklamanın ardından oturma eylemi yapılarak kavga şiirleri ve marşlar okundu. MUĞLA: KESK Eğitim-Sen’in çağrısıyla Fethiye Kültür Merkezi (FKM) önünde bir araya gelen kitle, Soma maden işçilerinin anısına 1 dakikalık saygı duruşunda bulundu. Ardından yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Toprağın yedi kat altında ölüm çukurlarına dönüşen maden ocağında çalışan Soma Maden işçileri bugün, özelleştirmenin bedelini canlarıyla ödemiştir.” Kitle oturma eylemi yapmasının ardından mumlar yakarak eylemini sonlandırdı. HAKKÂRİ: Gever (Yüksekova) İlçesi’nde KESK ve DİSK’in çağrısıyla bir araya gelen işçi ve emekçiler, Soma’da yaşanan katliamda hayatını kaybeden işçiler için iş bırakma eylemi düzenlendi. KESK ile DİSK’e bağlı işçiler, KESK ilçe binası önünde bir araya gelerek Cengiz Topel Caddesi’nden Sosyal Güvenlik Kurumu İlçe Müdürlüğü’ne yürüdü. Yürüyüş sırasında, “Kader değil cinayet” , “Hükümet istifa” , “Katil devlet hesap verecek” , “Acının rengi olmaz” dövizleri taşındı. 1 dakikalık saygı duruşunun ardından DİSK adına basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, AKP’nin iktidar olduğundan bu yana çeşitli iş kollarında çalışan 12 bin işçinin katledildiği belirtilerek, her yıl maden ocaklarında onlarca işçinin hayatını kaybetmesinin başlıca nedeninin özelleştirme ve taşeronlaşma olduğunu vurgulandı. Taşeronlaşmanın devlet politikası haline geldiğinin belirtildiği basın açıklamasının ardından, oturma eylemi yapıldı. Bu illerin yanı sıra Adana, Maraş, Çanakkale, Sinop ve Giresun başta olmak üzere çok sayıda il ve ilçede Soma işçileriyle dayanışma eylemleri düzenlenerek AKP iktidarı protesto edildi. Soma’da yaşanan katliam ülkemizde birçok il, ilçe ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yapılan eylemlerle protesto edilerek AKP İktidarı protesto edildi.

güncel haber 17

MKP: Ağıt yakmaya değil hesap sormaya Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi ve emekçileri, faşist devletin 3 günlük yas, emperyalistlerin taziyeleri, bayrakların yarıya indirilmesi vb yönlü aldatıcı girişimlerine kanmamalı, bizzat devletin kendine ait olan suçunu gizleyemeyeceği gerçeğinden hareketle faşist devletten hesap sormak için alanlara çıkarak, direniş ve mücadeleyi yükseltmeliyiz Maoist Komünist Partisi (MKP) Soma katliamının ardından yaptığı açıklamada faşist devletten hesap sormak için kitleleri alanlarda mücadeleye çağırdı MKP’nin “Faşist devletin işçi katliamları devam ediyor Ağıt yakmaya değil hesap sormak için alanlara” başlığını taşıyan açıklamasında, emperyalist çok uluslu sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesi temelinde komprador tekelci kapitalizmin Soma’da yüzlerce işçinin hayatını kaybetmesine ve onlarcasının ağır yaralanmasına neden olduğu ifade edildi. Soma’da yaşanan madenci katliamının dünyada ilk sırada yer aldığı belirtilen açıklamada, Kozlu’dan Soma’ya uzanan işçi katliamlarının ne ilk ne de son olduğu belirtilerek faşist devletin gerçekleştirdiği katliam için yas tutmak değil hesap sormak için alanlara çıkılması çağrısı yapıldı.

Başbakan ‘bunlar olağan şeylerdir’ diyerek manipülasyon yapıyor MKP’nin katliama ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Özel şirketlere peşkeş çekilerek burjuvazinin daha fazla karı için işçi ve emekçileri yoksulluğa, düşük ücrete, taşeronlaştırmaya, esnek çalışma adı altında iş güvencesizliğine, örgütsüzlüğe mahkum edenler emperyalist kapitalizm

gerçekliğinin kendi vahşi karakteridir. Kapitalizm, her şeyi metalaştırmıştır. Madende yaşanan işçi cinayetleri ve katliamları ‘kader’ , ‘güzel öldüler’ denilerek suçlarını örtbas eden özel mülk dünyasının burjuva sistemleri ve onun patronlarıdır. Soma’da yaşanan katliama da faşist Erdoğan ‘bunlar olağan şeylerdir’ diyerek kadere işaret etmiş ve manipülasyondan geri durmamıştır. Faşist devletin olağan gördüğü bu kaderi kabul etmiyoruz. Roboski’de gösterilen iki yüzlülük Soma’da da hortlamıştır. Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi ve emekçileri, faşist devletin 3 günlük yas, emperyalistlerin taziyeleri, bayrakların yarıya indirilmesi vb yönlü aldatıcı girişimlerine kanmamalı, bizzat devletin kendisine ait olan suçunu gizleyemeyeceği gerçeğinden hareketle faşist devletten hesap sormak için alanlara çıkarak direniş ve mücadeleyi yükseltmeliyiz. Küresel emperyalist hegemonyanın ve onun Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki uşağı komprador tekelci burjuvazinin insanı, doğayı, emeği, geleceğimizi her geçen gün karartan baskı ve katliamlarına karşı, emeğimize ve geleceğimize sahip çıkmak için hesap sormalıyız. Faşist devletin iktidarından hesap sormak için karalara bağlanarak yas tutmamalı, ağıtlar yakmamalı, tam da hesap sorma bilinciyle alanlara çıkarak öfkemizi haykırmalıyız. Meşru, devrimci, militan mücadele ruhunu kuşanarak alanlarda faşist devleti lanetleyelim. Faşist devletin krizini daha da büyütmek için tüm ilerici, yurtsever, devrimci ve komünistleri daha fazla dayanışmaya, örgütlenmeye, birleşmeye ve radikal devrimci mücadele perspektifiyle politik iktidara doğru yürüyüşü pratikleştirmeye çağırıyoruz.” Açıklama emperyalizm ve uşağa faşist Türk devletine karşı öfkenin büyütülerek bedel ödettirmek için Sosyalist Halk Savaşı’nı büyütme çağrısı yapıldı. Tüm aktivistlerini göreve çağıran MKP, Partizan Halk Güçleri ile Halk Kurtuluş Ordusu militan ve savaşçılarının silahlı güçleriyle hesap soracağını duyurdu.


18

güncel haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

Meğer kadın olmakmış asıl ‘suç’!

Kadının bu toplumsal konumu sistem tarafından sürdürüldüğü, şiddetin olağanlaştırıldığı ve yaygınlaştırıldığı, kadın örgütlenmesinin zayıf olduğu her gün kadına yönelik şiddet kader olarak algılanmaya devam ederken, erkek de ‘dayanamayıp’ kadını katlettiği için ödüllendirilmeye devam edilecektir Son bir haftadır iktidar ve onun şaşmaz destekçilerinin, kadın bedenine ve kimliğine yönelik açıklamalarıyla yine akıllara zarar günlerden geçiyoruz. Arka arkaya gelişen üç olay üç başlık: Çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin! Katil koca şaşkın: Her zamanki gibi dövmüştüm! Devletten şiddet uygulayan kocaya teşvik! Biz bu üç ibretlik başlığı sıraladığımız dakikalarda biliyoruz ki bu algı kendini sokakta, evde, mutfakta, okulda, hapishanede, işyerinde üretmeye -dayatmaya- devam ediyor. Bu başlıklar ne ilk ne de son olacak. Biz erkek devletin varlık zeminin bu sözler, bu davranışlar ve bu örgütlü politikalar olduğunu biliyoruz. Kadına yönelik şiddetin bu kadar normalleşmesi, değersizleşmesi ve teşvik edilmesinde medyanın cinsiyetçi dili bir

kenara bırakılır gibi değil. Her güne bu manşetlerle uyanıyoruz. “Çileden çıkan adam” , “öfkesine yenik düşen adam” , “kıskanan adam” , “reddedilen adam”, “tecavüz edemeyen adam”… Cinsiyetçi burjuva medya için bir kadın katliamının haber değeri ancak şu satırlar oluyor: “Çocukların annesiz kalması”... Şiddeti teşhir etmek ne demek, burjuva medya erkeğin kadını katletmesinin, toplumsal ahlaka dayalı nedenleri açarak “etek giydiğinden” , “boşanmayı istediğinden” , “onu reddettiğinden” öldürüldüğünü yazarak “hak ettiğini buldu” ifadesini haberleştiriyor. Çokça gördüğümüz gibi; kocası, eski- yeni sevgilisi, abisi, akrabası kadını öldürüyor “aldattı” ,“namusumuza leke sürdü” , “evden kaçtı” , ”evlenmek istemedi” diyor ve cinsiyetçi medya haberi “aldattığı için öldürdüğünü söyledi!” , “namusunu lekelediği için kızını öldürdüğünü söyledi!” , “barışma teklifini kabul etmediği için öldürdüğünü söyledi!” diyerek veriyor. Mesaj çok net: “Geleneksel cinsiyet rollerinin dışına çıkarsan, evinin penceresinde erkeğini beklemezsen, yaşamak istersen, itaat etmezsen, seni öldürürüz, bu bizim hakkımız!

Ödül gibi ‘ceza’ (!) Geçtiğimiz günlerde Habertürk’ün yayınlandığı “Eşinden ve evinden uzaklaştırma cezası alan dayakçı kocalar bundan böyle 10 gün boyunca özel bir rehabilitasyona tabi tutulacak. Öfke kontrolü eğitimleri

alacak. Programı başarıyla tamamlayanlar ise eşinin şikayeti geri alması durumunda evine geri dönebilecek.” şeklindeki haberde görüldüğü gibi, faşist sistemin yasaları erkin katilliğinin savunulmasından ve desteklenmesinden başka hiçbir şey değildir. Erkek egemen devlet, yargı kurumları ve cinsiyetçi medya; şiddet, katliam ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini korumaya devam ederken, katili savunmaya ve bütün toplumun kadın katili olmasını teşvik etmeye devam ediyor. Yapılmak istenen budur aslında. Katili korumak bir yana, toplumun kadınlık üzerinden katil olması sağlanmaya çalışılıyor. Faşist devletin vatanperver katillerden 10 güne rehabiliteyi başarıyla tamamlayacak yorgun katilleri nasıl koruduğunu Mehmet Ağar’dan ve Ogün Samast’tan bugüne biliyoruz çünkü. Her dönem katillerin korunduğu gerçeğiyle kadın katillerine bir de yoruldukları müjdesini de aldığımız üzere “şiddet uygula, katlet, her şey dahil paketi” uygulaması gündemde… Geçmişten bugüne bir panorama çizersek eril bakış açısı devlet kurumlarına ve topluma öyle hakimdir ki ensest, kadına yönelik şiddet “aile içi sorun” , tecavüz “bir rıza sorunu” olarak değerlendirilirken, kadının kendisi ve bedeniyle ilgili tüm kararları da yine bu eril söylemlerle belirlenmeye çalışılıp yaşam hakkı yok sayılıyor. Yetmezmiş gibi son olarak gördüğümüz gibi şiddeti teşvik etmek için ne

yapılabilir şaşkınlığı yaşanıyor her yerde. Eril politikalara bağlı giden burjuva medyadaki dil ve yasalar vasıtasıyla bu şaşkınlık topluma sirayet edince, haliyle kadına yönelik her türlü kötü muamele meşrulaşıp, tecavüz, taciz ve ölüm karşısında kadının itiraz etmemesi doğal hale gelirken, birbirinden daha vahim şiddet ve ölüm haberlerinin yanı sıra bu naçizane açıklamaların yapılması da malumun ilanı oluyor yalnızca.

Kadın sorunu bir sistem sorunudur Kapitalizm ve ataerkin geliştirdiği toplumsal cinsiyet hiyerarşisi ve ideolojisine dayalı eril söylem, kadının ‘mağduriyetinin’ temel nedenidir. Kadının bu toplumsal konumu sistem tarafından sürdürüldüğü, şiddetin olağanlaştırıldığı ve yaygınlaştırıldığı, kadın örgütlenmesinin zayıf olduğu her gün kadına yönelik şiddet kader olarak algılanmaya devam ederken, erkek de ‘dayanamayıp’ kadını katlettiği için ödüllendirilmeye devam edilecektir. Bu eşitsiz yapıyı değiştirmek için ise kadının özne olması ve iktidar mücadelesi açısından yaşamı sorgulamaya başlaması hayati önemdedir. Yoksa devlet ve gericiler kadınlara sokağa çıkmamayı, çocuklara çığlık atmayı, devrimcilere hak aramamayı, erkeğe katil olmayı, Kürt’e Çerkes’e Türkleşmeyi çözüm olarak sunmaya devam edecektir.


güncel haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

Kadınlar tecavüze karşı susmuyor Dersim’de DKH’nin de bileşeni olduğu Dersim Kadın Platformu, son zamanlarda sıklaşan taciz ve tecavüz saldırılarına karşı bir yürüyüş gerçekleştirirken, Ergani’de de halk cinsel saldırılara karşı sokaklardaydı Ülkemizde kadına yönelik taciz, tecavüz gibi cinsel saldırılar giderek yaygınlaşırken devrimci demokratik dinamiklerin yoğun olduğu yerlerde cinsel saldırılara karşı toplumsal bir dayanışma ağı oluşturulup, saldırılar deşifre edilerek teşhir ediliyor. Demokratik Kadın Hareketi’nin de bileşeni olduğu Dersim Kadın Platformu, son olarak 18 yaşındaki bir genç kadına tecavüz edilmesinin ardından Dersim’de son dönemlerde artan taciz ve tecavüzleri protesto etmek için bir eylem düzenledi. Sanat Sokağı’ndan İnsan Hakları Anıtı önüne yürüyen kitle, “Dersim onurdur onuruna sahip çık!” , “Dersim onurdur tecavüze yer yok” sloganlarını attı. Platform adına yapılan ortak açıklamada taciz, tecavüz ve kadına yönelik şiddetin olmadığı bir gün yaşanmadığı ve Dersim’de de son dönemlerde cinsel saldırıların arttığı belirtilerek şu ifadelere yer verildi: “Tecavüz, taciz ve kadına yönelik şiddetin olmadığı bir gün yaşanmamaktadır. Her gün yaklaşık beş kadının öldürüldüğü ülkemizde, bu durum, şiddetin vardığı düzeyi ve hükümetin bu sorunu çözme noktasındaki yetersizliğini açıkça göstermektedir. İlimizde son yıllarda yaşanan kadın cinayetleri, çocuk ve kadınlara yönelik taciz ve tecavüzlere artık tahammülümüz kalmamıştır. Bizlere çözümü ‘çocuklarımıza çığlık atmayı öğretmekte’ gösteren devlet, uyguladığı adalet sistemiyle ise adeta tacizcileri ve tecavüzcüleri ödüllendirmektedir. Biz Dersimli kadınlar olarak bundan sonra bu tür olayların karşısında tutumumuzun sert olacağını buradan duyuruyoruz. Ne devlet kurumlarından ne de devletin bu gerici sisteminden beklentimiz yoktur.”

Ergani’de halk yozlaşmaya karşı sokakta Ergani’de de halk taciz, tecavüz ve her türlü cinsel istismar ile uyuşturucu satışına karşı sokaklara çıkarak teşhir çalışmaları yürütüyor. Taciz, tecavüz ve uyuşturucu kullanımının artmasına karşı kurulan “Özgür ve Temiz Yaşama Yolculuk Platformu” ve BDP, yozlaşmaya karşı bir haftalık ortak bir kampanya yürütüyor. BDP Ergani İlçe örgütü önünde bir araya kitle, “Uyuşturucu Fuhuş Bahis Kumar ve Yozlaşmaya Geçit Vermeyeceğiz” , “Kürdistan’da Uyuşturucuya Fuhuşa Doğa Tahribatına Karakol Yapımına Geçit Vermeyeceğiz” pankartlarını açarak sloganlar eşliğinde Bagür Mahallesi’ne yürüdü. Mahallede yapılan açıklamada, yürüyüş güzergâhının uyuşturucu satış noktalarının belirlenerek seçildiğine değinen BDP Ergani İlçe Eş Başkanı Cavidan Yaman, polisin uyuşturucu satışındaki rolünü şu ifadelerle deşifre etti: “Uyuşturucu satıcıları nasıl bu kadar serbestçe satış yapabiliyor? Günün her saatinde okul bahçelerinde, hastanelerde, parklarda, tezgahlarda çok kolaylıkla bu maddelere ulaşılmaktadır. Eylemlerimizin noktaları, uyuşturucunun satıldığı ve içildiği yönünde duyum aldığımız yerler olacaktır. Amacımız buraları deşifre etmektir” dedi.

İdam tartışmalarına doğru ve güncel bakış! Son günlerde Öcalan’ın idam edilmesi yönlü tartışmalardan tutalım da özellikle çocuk cinayetleri vesilesiyle idamın güncelleştirilerek dile getirilmesi söz konusudur. Şüphesiz burda çocuk, kadın ve LGBTİ cinayetlerine bir karşı duruş meselesi yoktur. Egemenler, iktidarlarını pekiştirmek için muhaliflerini en ağır şekilde hedefine alır. Cadı kazanı gerektiğinde olabilir denilerek Mc Carthy stratejisiyle bir seferberlik ilan etmiş durumdadırlar. Bu ne demektir? Muhalif bütün güçlerin biçilmesidir. Bir vicdan yoksunluğu meselesinin hiç tartışılmasına gerek yoktur. Muhalif güçlerin topyekün biçilmesi hedeflenmiştir. Çocukları öldürenlere idam yöntemi talebi bu temelde istismar edilerek kullanılmaktadır.

manlardan ve somut pratik politikalarından başka bir şey değildir.

Yargılanması gereken sistemin ta kendisidir İdam meselesi, basit bir kin ve öç alma noktasına kilitlenemez. Yargılanması gereken cinayet-

Erdoğan iktidarının sağlamlaştırmak için her yolu mübah görüyor Erdoğan’ın “çocukları öldürenlere idam verilmeli’’ açıklaması sol ve Kürt muhaliflerin idamını gerektiğinde gündemleştirme projesini de Başta içermektedir. Yani, geifade rektiğinde kendi iktidarı için her yolu edelim ki mübah gören egeMaoist komenlik sisteminin ve bugünkü AKP münistler, iktidarının tüm idama genel prenmuhalif kesimsip olarak karşıdır. lere yönelik şantaj araçlaBuna yönelik rehabilirından biri olatasyon- tedavi merkezrak idamın gündeme getileri ve denetim rilmesi amaçmekanizmaları öngölanmaktadır. Nitekim bunu da rülmektedir geçmiş tarihsel sürecinde hayata geçirerek Mendereslerin idamı ile göstermekten de geri durmamıştır. Hatırlanacağı gibi Menderesler hüleri kümete geldiğinde bizzat ABD emyaratan peryalist kumandalı muhalefet kosistemin ta numundaki Kemalist kesimlerin yokendisidir. Halk kitlelerinin değer ğun ve aralıksız kara propagandası yargıları ve duygusal refleksleri kulile faşist ordu güçlerini de devreye lanılarak sistem yeniden üretilmeye sokarak idamları uygulamıştır. Soçalışılmaktadır. Bunun için çocuk cirun tam da hükümet ve devlete hanayetleri bir duygu anaforuyla sistekim olma adı altında egemenlik mi atlayan bir yürüyüşte kullanılaraçlarından biri olarak her türlü kir- mak istenmektedir. Suçlu bellidir ve li ve demogojik politikaların devreye bu özel mülk dünyası sistemidir. konulmasıdır. Faşist Türk hakim sıOnun karşıtı da bellidir o da sosyanıf ve kliklerinin Osmanlı’dan TC’ye lizm ve komünizmdir. ve bugünlere kadar kullandığı argüBaşta ifade edelim ki Maoist Komü-

19

nistler, idama genel prensip olarak karşıdır. Buna yönelik rehabilitasyon- tedavi merkezleri ve denetim mekanizmaları öngörülmektedir. Zira özel mülkiyet çıkarları temelinde aşırı kar hırsı ve artı değer sömürüsüyle toplumun ve insanın, emeğin ve değerleri doğaya ve insana yabancılaştıran, onları dejenere ederek yozlaştıran ve vahşi kapitalizmin kötürüm bireylerine dönüştüren hastalıkları kapsamında çocuk cinayetleri de artarak önemli bir olumsuzluk olarak yer almaktadır. Sapıklıktan tutalım da psikolojik rahatsızlık ve türlü hastalıklara kadar toplumlar içerisindeki aşırı kriz ve kaoslu olumsuzluklar, bizzat emperyalist kapitalizm gerçekliğinin ürünü ve gerçeklikleridir. Kuşkusuz bu durum, özel mülk dünyasının ilk süreçlerinden bu yana süregelmiş ve artarak kapitalizm gerçekliğinde yasal statüler kazandırılarak inceltilmiş sömürü ve zulümler meşrulaştırılmak istenmiştir. Fuhuş’un emperyalist küresel egemenlik sisteminde önemli bir rant olarak yer almasının arka planında yatan da budur.

Taciz ve tecavüzler yasal hale getirilerek topluma şırınga edilmektedir Osmanlı hanedanlığından TC’ye uzanan saray ve üst yönetim mekanizmalarındaki egemenlerin şatafatlı yaşamları içerisindeki soysuzlukların haddi hesabı yoktur. Geçmiş tarihsel atalarından aldıkları mirasla günümüz koşullarında da hükümetinden muhalefetine düzen partileri ve egemenlerinin özel yaşamları ve cinsel birliktelikleri, karşılıklı olarak hakimiyet kurmak için kullanılmaktadır. Deniz Baykal, MHP milletvekilleri vs birçok noktadaki özel yaşamlar devlete hakim olmak için kullanılmaktan geri durulmamıştır. Türkiye- Kuzey Kürdistan özgülü ve dünya genelinde taciz ve tecavüzlerin yasal hale getirilerek topluma şırınga edilmesi tekçi ataerkil- erkek egemenlik sisteminin gerçekliğidir. Çocuk, kadın ve LGBTİ bireylere yönelik ötekileştirici ve taciz, tecavüz ve cinayetlerin baş düşmanı ataerkil egemenlik sistemidir. Emperyalist küresel hegemonyanının insanı, doğayı ve yaşamı metalaştıran ve kapitalizmin her türlü manipülasyonuna karşı özgür bir yaşam perspektifiyle hareket etmekteyiz.


20

kültür sanat

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

Avrupa’da kitlesel Mayıs geceleri Her yıl komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve onun şahsında devrim ve komünizm mücadelesinde yitirilenler anısına Mayıs ayında düzenlenen Mayıs Geceleri, bu yıl da Viyana, Frankfurt ve Basel’de, Grup Munzur, Erdal Bayrakoğlu, Pınar Aydınlar gibi sanatçıların katılımıyla gerçekleştirildi Komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve onun şahsında devrim ve komünizm mücadelesinde yitirilenler anısına Avrupa’da gerçekleştirilen anma etkinlikleri,kitlesel ve coşkulu bir atmosferde başarıyla sonuçlandırıldı. ”41.Ölümsüzlük yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın kızıl güzergahını güncelleyerek yürüyoruz” şiarıyla gerçekleştirilen anma etkinlikleri, başta tüm parti şehitleri olmak üzere devrim ve komünizm mücadelesinde yaşamlarını yitirenler anısına yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başladı.

Trans X İstanbul İzmir’de

Anma etkinlikleri Avusturya-Viyana (3 Mayıs), Almanya-Frankfurt (10 Mayıs) ve İsviçre-Basel (11 Mayıs)’de gerçekleştirildi. Etkinliklerin açılış konuşmasında 41. Yıl vurgusu yapılarak şu ifadelere yer verildi: “41. Yılında Kaypakkaya’nın ideolojik yönelimi daha da önem arz ettiği gibi maddi bir gerçekliğe dönüşmekte, onu 41. Yılında anarken, emperyalizme, faşizme her türden gericiliğe ve ayrımcılığa karşı olmak ve mücadele etmek daha acil görev sayılmaktadır, 41. Yılında onu anarken! Tekçi üniter ve militarist devlet yapılanmasının zora dayanan Sosyalist Halk Savaşı’yla yıkılacağı ve sosyalizm yürüyüşümüzün başarılmasını gerçekleştirme sorumluluğunda olmak, 41.Yılında onu anarken! Ulusların tam hak eşitliğine dayalı özgür bir dünyanın yaratılması için sosyalist devrimimizin kaçınılmazlığını sağlamak, 41. Yılında onu anarken! Kadınsız bir devrimin mümkün olamayacağı gibi, her türden cins ayrımcılığının ortadan kaldırılıp, her türden şiddetin son bulmasını, 41. Yılında onu anarken! Mücadelenin zor-

33’üncüsü düzenlenen İstanbul Film Festivali’nde Sinemada İnsan Hakları Özel Mansiyon ödülünü alan, Trans X İstanbul filminin İzmir gösterimi gerçekleştirildi Maria Binder’in yönettiği ülkemizdeki trans bireylerin yaşamış olduğu ayrımcılığı, şiddeti, baskıları ve nefret cinayetlerini anlatan Trans X İstanbul filminin İzmir gösterimi, 10 Mayıs’ta gerçekleştirildi. İstanbul Film Festivali’nde "Sinemada İnsan Hakları" ödülünü alan "Trans X İstanbul" belgeselinin gösteri-

luklarının karşısında olduğu gibi, düşman karşısında da çelikten bir irade oluşturmak, ser verip sır vermeyen bir komünist öndere sahip olduğumuzun bilinciyle sınıf mücadelesinde yer alıp saf tutmaktır, 41. Yılında onu anarken! Bu sorumluluk bilinciyle, tarihsel köklerimizin ne denli güçlü bir bilimsellikle var olduğunu, bu bilinç doğrultusunda Sosyalist Halk Savaşı stratejisiyle sosyalizm yürüyüşümüzü daha güçlü kılmak için Kaypakkaya’nın anlaşılırlığı hayati önemdedir.”

3. Kongre’nin önemine vurgu Etkinliklerin siyasal bölümünde ise konuşmacı olan Haluk Gerger, Temel Demirer, Erdoğan Aydın, Mehmet Çetin ve Sınıf Teorisi temsilcileri Kaypakkaya ve tüm devrim şehitlerini anarak başladıkları konuşmalarında, güncel-siyasal gelişmelere dair yaptıkları sunumların yanı sıra, komünist hareketin görevleri noktasında da önemli belirlemelerde bulundu. Temel Demirer konuşmasında, bugünün dünyası ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın genel durumunda Kaypakkaya’nın ideolojik öneminin her geçen gün daha da güncellik kazandığını vurguladı. Tüm konuşmacılar içinden geçilmekte olunan bu

mi, Fransız Kültür Merkezi’nde yapıldı. LGBTİ aktivistleri, nefret cinayetlerine dikkat çekmek ve cinsiyet ibaresinin anayasada yer alması talebiyle sürdürdüğü, "Bize bir yasa lazım" kampanyası çerçevesinde, gösterimi düzenlenen belgesel filmi izlemeye kitlesel olarak katılırken, filmin yönetmeni Maria Binder de etkinliğe katıldı.

Transların mücadelesini anlatıyor Filmin bir Alman tarafından çekilmiş olması, bu tür filmlerde genelde hakim olan oryantalist bakış açısının hakim olabileceği kaygısını doğursa da, yalın ve abartıdan uzak

tarihsel koşullarda, Maoist Komünist Partisi’nin gerçekleştirdiği 3. Kongre’nin ve çıkarmış olduğu sonuçların önemli olduğunu vurguladı.

Grup Munzur kavga türküleriyle kitleleri coşturdu Kültürel bölümde etkinliklere katılan Grup Munzur, Erdal Bayrakoğlu, AbdalHaluk Tolga İlhan, Pınar Aydınlar, Kemal Kahraman, Redd Sanat ve Düşün Kollektifi, Ali Haydar Yıldız, Grup İklim ve Rapzan Belagat söyledikleri ezgilerle etkinliğe coşku kattı. Özellikle Grup Munzur, seslendirdiği kavga ezgileri ve gösterdiği performansla kitlelerin beğenisini kazandı. Oldukça kitlesel ve coşkulu geçen etkinliklerde sloganlar hiç eksik olmadı. ”Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Devrim şehitleri ölümsüzdür” , “Yaşasın partimiz Maoist Komünist Partisi” , “Faşizme karşı Sosyalist Halk Savaşı” sloganları katılımcılar tarafından sıklıkla atıldı. Anma etkinlikleri Maoist Komünist Partisi’nin kızıl güzergahı etrafında birleşme ve seferber olma çağrıları ile coşkulu bir atmosferde sonuçlandırıldı.

anlatımıyla bu kaygıları geçersiz kılıyor. Maria Binder Trans X İstanbul adlı belgeselinde birkaç sayı önce gazetemizin röportaj yaptığı İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği temsilcilerinden Ebru Kırancı’nın kendi yaşam mücadelesinin paralelinde, transların uğradığı ayrımcılığa ve katliamlara karşı verdiği mücadeleyi kapsamlı bir şekilde anlatıyor. Trans X İstanbul filmi İzmir’in ardından 12 Mayıs’ta Ankara’da da gösterildi. Film 16 Mayıs’ta Mersin’de, 17 Mayıs’ta Adana’da, 23 ve 24 Mayıs’ta Amed’te, 31 Mayıs’ta Antep’te, 6 Haziran’da ise Dersim’de gösterilecek.


21 İşçi Filmleri Festivali başladı 9. İşçi Filmleri Festivali, İstanbul, Ankara ve Amed’de gerçekleştirilen açılışlarla başladı “Her yer festival, her yer direniş” şiarıyla direnişi perdeye taşıyan 9. İşçi Filmleri Festivali, 3 Mayıs’ta İstanbul, Ankara ve Amed’de gerçekleştirilen açılışlarla başladı. Açılış etkinliklerine, Haziran Ayaklanması’ndan 2014 1 Mayıs’ına kadar taşınan halk ayaklanması ile bu yıl boyunca devam eden işçi direnişleri damgasını vurdu.

Festival gönüllülerin emeğiyle yaratıldı İşçi Filmleri Festivali’nin açılışında, festival gönüllüleri, direnişteki işçiler, Taksim Dayanışması ve sinema izleyicileri bir araya geldi. Şişli Kent Sineması’nda başlayan açılış programında açılış konuşmasını yapan Özgür Balcı üç ilkeden vazgeçilmeden “sponsorsuz, parasız ve biletsiz, yarışmasız” yapılan festivalin direnişteki gibi gönüllülük ve dayanışmadan geçerek yapıldığını kaydetti. Açılışa Berkin’in babası Sami Elvan ve Mehmet’in babası Ali Ayvalıtaş da katılarak birer konuşma yaptı. Elvan, Haziran Ayaklanması’nda hayatını kaybeden tüm direnişçilerin anılarını yaşatacaklarını kaydederken, Ali Ayvalıtaş ise iktidarın bir bataklığa saplandığını belirterek güneşin yakın zamanda doğacağını ifade etti. Açılışta yaklaşık 280 gündür direnişte olan Punto Deri İşçileri, Greif İşçileri, sendikalı oldukları için işten atılan ve direnişe devam eden Liman işçileri, 14 Nisan’dan bu yana direnişe devam eden Karşı Gazetesi emekçileri, taşeronlara karşı direnişi

sürdüren Cerrahpaşa’dan sağlık emekçileri, özelleştirmeye karşı direnen BEDAŞ işçileri adına da birer temsilci konuşma yaptı. Sanatçıların festivali selamlayan videosunun gösteriminin ardından işçi sınıfının mücadelesini filmlerine taşıyan İngiliz yönetmenler Deirdre O’Neill ve Mike Wayne, Elif’in Erkekleri filminin yönetmeni Markus Fiedler, Perspektifler filminin yönetmeni Aleksandrou Papathanasiou ve Megafonlu Adam filminin yönetmeni Michelangelo Severgnini sahneye çıkarak 1 Mayıs’a, Gezi Ayaklanması’na ve ülkemizdeki işçi sınıfına selamlarını iletti.

İşçi filmleri Ankara’da Ankara’da 9. İşçi Filmleri Festivali’ni açılışı, 1 Mayıs eylemleri nedeniyle Kızılay’da yaşanan direniş nedeniyle gecikmeli olarak başladı. Daha önceden Sakarya Meydanı’ndan başlayacağı duyurulan festival yürüyüşü, Ankara Dayanışması’nın polis saldırılarını protesto etmek için gerçekleştirdiği basın açıklamasının ardından, Güvenpark’tan Büyülü Fener Sineması’na yapıldı.

Amed’te halkların kardeşliği vurgusu Bu yıl Amed’te dördüncüsü düzenlenen 9. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali etkinlikleri Diyarbakır Eğitim Sen Def Grubu eşliğinde, Urfa Kapı’dan Sümerpark Ortak Yaşam Alanı Amfi Tiyatro’ya festival yürüyüşüyle başladı. Ardından gerçekleştirilen açılış etkinliğinde Roboski ve Gezi şehitleri unutulmazken, Rojava, Barış Anneleri, Cumartesi Anneleri, Haziran Ayaklanması, Hewsel ve Dicle Üniversitesi direnişleri ve 1 Mayıs direnişleri de selamlandı.

ANTAGONİZMA

≫ muzaffer oruçoğlu

İBRAHİM KAYPAKKAYA OKULDAN DAĞA

Y

edi yıllık yakın yoldaşlık ilişkisinin bende bıraktığı izlenimler karmaşıktır. Siyasete, edebiyata ve sanata derin ilgisi olan, çok yönlü bir kişilikti İbo. Tabi her şeyden önce devşirdiği bilgilerini ve hayallerini, minyatür inceliğiyle yeni düşüncelere dönüştürmeyi seven aykırı bir kişilikti. Teoriye ve pratiğe yönelik, ikiz bir ilgiye sahipti. Varlığının ya da bilgi dağarcığının yerinde, sürekli bir bilgi boşluğunu duyumsuyormuşçasına okuyordu. Devlet tarafından "oku" diye dayatılan ders kitaplarının dışında tüm kitaplara ilgi duyuyordu. Okuduğu bir şiiri, bir makaleyi veya kitabı çevresiyle tartışmayı seviyordu. Selam vermeyi, hal hatır sormayı ve uzatılan eli pehlivanlar gibi sıkmayı da seviyordu. Tartışmalarda inatçıydı, ama dikkatle dinliyordu. Hiçbir iş yapmayan, dedikodu üreten, ilginç yalanlar ve küfürlerle sohbeti renklendiren insanlara vakit ayırmazdı pek. "Gelecek vaat eden insanlar varken, senin onlarla haşır neşir olmanı, zaman öldürmeni anlayamıyorum," diye eleştirirdi beni bazen. Ama anlattığım Terekeme fıkralarını dinlemeye de bol zaman ayırır, katıla katıla güler ve beni zaman öldürme alanlarına yöneltirdi farkında olmadan. Ateşli, güleç bir ruha sahipti. Davranış inceliği gösteren, içtenlikle dinleyen, tartışan, gülümseyen güzel kadınlara ilgi duyar ve onlardan söz etmeyi severdi. Çapa'da bir hayli güzel kadın vardı. Hovarda değildi ama kadınlara duygularını açma konusunda hiçbir çekincesi de yoktu. Bu konuda beni ciddiye almazdı. Ben kadınlara aşk teklifinde bulunma cesaretini gösteren bir insan değildim. Birinin nasıl olsa bir gün bana aşk teklifinde bulunacağını düşünür, kendime çeki düzen verir, müstakbel sevgiliyi dikkatli bir gözlem duygusuyla bekler dururdum. Bu efendice bekleme taktiğimi anımsamasından mıdır, nedendir bilemiyorum, İbo beni her gördüğünde, "garp cephesinde yeni bir durum var mı?" diye gülümserdi. "Bana kalırsa sen uzun yıllar bekleyeceksin," derdi. "Ve bir gün, isabetsiz birisi sana aşk teklif edecek; uzun yıllar beklemenin verdiği aşağılık psikozuyla sen bu teklifi kabul edeceksin; hayat bu birlikteliği garipsediği için de mutlu olamayacaksın." Düşündüm. İhtimalleri ve olanakları yokladım. Hakim olduğum zaman dilimi sislendi; ardışıklık, zamanı yuttu; ebedilik, sürekliliği yuttu; eşzamanlılık, mekanı yuttu; bekleyişim beni yuttu, hayat taşlaşmış gibi oldu birden. İbo'nun bunu söylediği yıl içinde, kendime çeki düze verip, Ankara'dan gelen güzel kıza aşk teklif ettim. Ret cevabı alınca terledim, İbo'ya kızdım ve eski teorime iyice sarıldım. Aynı yıl Çapa'nın güzel kızlarından birinin bana yaklaşıp, munis ve içli bir sesle, "Çok açım, param yok, bana yemek ısmarlar mısın?" demesi, iklimimi değiştirdi. Hiç gereği yokken hemen ayakkabılarımı boyadım,

giymeye kıyamadığım mavi mintanımı giydim, yastıktan paralarımı çıkardım, söğüt ağacının altında beklemeye başladım. Arzumun geçmişinde biriken, bastırılan sorunlar kuş cıvıltılarına dönüşmüş, güneş büyümüş, İbo'nun teorisi ise çökmüştü. Az sonra müstakbel sevgili, bir arkadaşıyla beraber yatakhaneden çıkıp geldi. Bunları alıp, Nuri Sesigüzel'in sürekli uğradığı, Laleli'deki Urfalı Bozan'ın lokantasına götürdüm. Kızlar, şaşırtıcı bir özveriyle ezo gelin çorbasından şiş kebap ve baklavaya uzanan süreci tamamladı. Dişlerini kürdanlayıp teşekkür ettiler. Durum belirsizleşmişti. Birkaç gün yatağa sırtüstü uzanıp, sağ ayağımın baş parmağını ilginç hayaller eşliğinde izledikten sonra hikayemi tüm ayrıntılarıyla İbo'ya anlattım. Gülümseyişini güçlükle gizledi. "Kızın içinde bulunduğu ruh halini, ilişkilerini, dünyasını, kızı kuşatan, meşgul eden şartları anlamadan çözümlemeden boşuna hayale kapılıyorsun," dedi. "Kızın yemek ısmarlanmasına dair teklifini de köyünüzün müezzini gibi yorumluyorsun. Lokantaya ne ödedin?" Masrafı söyleyince avucunu alnına bastırdı. "Yazık," dedi. "0 parayla en az sekiz dergi alırdık. Bir ekmek ve birer ömür yoğurduyla doyurabilirdin onları pekala." Akıl ve irade gerilimi, yani okul hayatı uzun sürmedi. 1967'de Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun Çapa Yüksek Öğretmen Okulu kolunu kurduğumuz ve bir bildiri yayınladığımız için okuldan atıldık. Öğrenci hareketleri, toprak ve fabrika işgalleri derken, 12 Mart Askeri Darbesi gelip çattı. Darbeyi izleyen günler içinde Kürdistan'a geçtik. Silahlı mücadelenin şartları açısından en elverişli bölgeydi bizim için Kürdistan. İyi güzel de Kürdistan zincirinin zayıf halkası neresiydi? Doğru çıkarıma veya karara zorlanan akıl, üç bölgeyi işaret ediyordu: Malatya, Dersim ve Urfa. Düşüncenin uyuklayan dehası, bölgeleri, işlikleri, kenar mahalleleri, köyleri gezmeye başlayınca uyandı; dikkatini kıpırdayan şeylere, kanayan yaralara, acılara, şikayetlere yöneltti, bütünsellik ve kurtuluş duygusuyla planlar yapmaya başladı. Bölgede iki yakıcı sorun, iki ağır baskı vardı: Toprak sorunu ve ulusal sorun, feodal baskı ve milli baskı. Ağır bir milli baskıya karşın, milli bilinç Kürdistan'da oldukça zayıftı. Ağalık ve toprak sorunu, baş sorun gibi görünüyordu. İbo'yla birlikte, meseleye toprak sorunundan başlayıp, yoksul köylülerin desteğini almak, geniş cephe politikasıyla milli baskıya karşı yönelmek, giderek tüm Kürdistan'ın desteğini kazanmak anlayışını uygulamaya karar verdik. Ben ağalığın ve eşkıyalığın capcanlı olduğu Siverek'e, İbo ise Kürecik'e yerleşti. Siverek'e, yoksul köylülerle ilişkiye geçme kararlılığıyla girdim ama ağır feodal baskıdan ve takipten dolayı köylere giremedim. Babası Şeyh Sait İsyanı'nda asılmış iki köy sahibi bir hanım ağanın, "benim köyümde kalabilir," dediğini öğrenince, kendisiyle buluştum.

Bana, "bak oğlum, ben sosyalist değilim," dedi. "ama ben de senin gibi devlet baskısı altındayım. Bu bakımdan seni duyunca, boynunda yaftasıyla urgan altında bekleyen babamı anımsadım ve anlamaya çalıştım seni." Hanım ağanın köyünde bir ay kaldım, yoksul marabaların durumunu içim parçalanarak yakından inceledim ve bir tahlil yazısı kaleme alıp, o zaman illegal çıkan Şafak dergisine gönderdim. Yazı yayınlandı. Daha sonra yazıyı, tüm Siverek'i kapsayacak şekilde genişlettim. İbo Siverek'e geldiğinde verdim, yazıyı okudu. Kürdistan'da milli baskının hangi sınıf ve kategorilere yöneldiğini ve Kürt isyanlarını konuştuk. Geniş cephe politikası izlersek, küçük toprak ağalarının desteğini alabileceğimizi söyledim. İbo, karşı çıkmadı; milli baskının sadece Kürt halkına değil, Kürt burjuva ve toprak ağalarına da yöneldiğini, hatta milli baskının esas muhataplarının onlar olduğunu ileri sürdü. Siverek’te bir yıl içinde, Mehmet Uzun'un da dahil olduğu yirmi kişilik bir kadro ve sempatizan hareketi haline geldik. Pratik faaliyetlerimizi yakından izleyen Amed sıkıyönetim komutanlığı, ani bir kararla Siverek'i asker ve polisle işgal edip tutuklamalara girişince güçlerimizi büyük ölçüde kaybettik. Sıkıyönetim beni her yerde harıl harıl aradığı için Dersim'e geldim. İbo ile artık aynı bölgede, Dersim'de birlikte çalışacaktık. Kazalara, köylere ilişkin bilgiler topluyor, yoğun bir şekilde okuyor, notlar alıyordu. Dersim zincirinin zayıf halkası neresiydi? Nereden başlamalıydık? İbo, bölgenin yakın tarihinde ciddi bir kırımın ve derin bir asimilasyonun gerçekleştiğini, toprak ağalığının bulunmadığını ve bundan dolayı baş çelişkinin devletle Dersim halkı arasında olduğunu söylüyordu. Dersim'in tarihine dair hiçbir yazılı belge bulamamıştı. "Köylerde çalışırken yapmamız gereken en önemli işlerden birisinin de çeşitli mıntıkalarda yaşlıların dinlenmesi, notlar alınması ve Dersim'in yakın tarihine dair bir raporun hazırlanması olmalıdır," diyordu. İzlenecek siyasetin, yürünecek yolun bilinmesini, halkın mevcut durumunun ve tarihinin bilinmesine bağlıyordu. Cebimiz delikti ve silahsızdık. Beş altı liselinin dışında hiçbir kitle desteğimiz yoktu. Dağ mahallesinde, toprak damlı, tek odalı bir eve sığınmıştık. Gece gündüz yağan kar, her tarafı kapatmıştı. Yazdan kalma domates kasalarını ve liselilerin cami avlusundan çalıp getirdikleri odunları idareli bir şekilde yakarak ısınıyorduk. Bölgeye ilişkin akıl yürütmelerin, tartışmaların, okumaların sonu gelmiyordu. Moralimiz yüksekti. Sevinçliydik. Karlar erimeye başladığında, köylere açılacak, yeni simalarla tanışacak ve onlarla birlikte yüce dağlara çıkıp oralara yuvalanacaktık.


22

güncel haber

16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

‘Faşizmi döktüğü kanda boğacağız’ Hatay 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada Abdullah Cömert’i katleden polis Ahmet Kuş’un tutuklanma talebi reddedilirken, Ali İsmail Korkmaz davasında tanıkların ifadelerine karşın mahkeme sanıkları koruyan yaklaşımıyla dikkat çekti Gezi Ayaklanması sırasında kafasına gaz fişeğinin isabet etmesi sonucu katledilen Abdullah Cömert’in davasında, sanık polis Ahmet Kuş’un tutuklanma talebi mahkeme tarafından reddedildi. Cömert ailesinin avukatı Hatice Can, sanık polis Ahmet Kuş’un tutuklanması talebiyle Hatay 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme taleple ilgili savcının görüşünü alarak tutuksuz yargılanması yönünde görüş bildirdi. Mahkeme savcının görüşünü dikkate alarak talebi reddetti.

Cömert’i katleden polis devlet eliyle korunuyor Ayrıntılı gerekçe belirtmeyen mahkeme, "Sanık Ahmet Kuş'un üzerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, sanığın sabit ikametgâh ve iş sahibi olması, delillerin büyük oranda toplanmış olması, kaçma şüphesinin olmaması göz önünde bulundurularak müştekiler vekili Av. Hatice Can'ın, sanığın tutuklanmasına ve tutuklu olarak yargılanmasının devamına karar verilmesi yönündeki talebin reddine" kararını verdi. Avukat Hatice Can ise kararla ilgili olarak Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dilekçe vererek itiraz etti. İtirazda, Gezi Ayaklanması’nda polisin hedef gözeterek akrep ve TOMA’larla saldırdığı, Cömert’in ise bu saldırılar sırasında polis Ahmet Kuş tarafından atılan gaz fişeğiyle katledildiği anlatıldı.

Ali İsmail Korkmaz ölümsüzdür Ali İsmail Korkmaz'ın Eskişehir Yunus Emre Caddesi’nde dövülerek katledilmesinin ardından açılan davanın ikinci duruşması Kayseri’de görüldü. Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu’nun da olduğu devrimci-demokratik kurumlardan oluşan yüzlerce kişi, davayı sahiplenerek gün boyunca Kayseri Adliyesi önünde bekleyişini sürdürdü. Eskişehir ile çeşitli illerden gelen kitle kortejler oluşturarak “Ali İsmail Korkmaz ölümsüzdür” sloganlarıyla adliye önüne yürüdü. Adliye önündeki arama noktasına gelen kitleyle polis arasında arbede yaşanırken, polis arama yaptırmayan kitlenin kararlılığı sonucu geri çekildi. Tutuklu sanıklar duruşma salonuna getirildi. Ali İsmail Korkmaz davasına 100’den fazla avukat katıldı. Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan ile çok sayıda avukatın duruşmaya katılma talebi, mahkeme tarafından reddedildi. Ardından tanıkların dinlenmesine geçildi.

Yapıcı Ali İsmail’in dövüldüğü anı ayrıntılarıyla anlattı Ali İsmail Korkmaz davasının ikinci duruşmasında 12 tanık dinlenirken, Ali İsmail dövülürken birkaç metre yakınında bulunan Semih Berkan Yapıcı’nın ifadesi alındı. Yapıcı ifadesinde şunları dile getirdi: “Eve gitmek için Ali İsmail'in girdiği sokağa yöneldim. S.K'nin pasajda saklandığını gördüm. ‘Ben çıkarken sen kaç’ dediğini duydum. Bu sırada Ali İsmail Korkmaz ile Doğukan Bilir'in sokağa girdiğini gördüm. Ali İsmail sokağa girmeden önce orada Hüseyin isimli polis ve gaz maskeli polisi gördüm. Sokağa girdiğinde Hüseyin isimli polis ve diğer gaz maskeli polis Ali İsmail’i yakalamak istedi ama yakalayamadı. Doğukan Bilir'i yakaladılar. Ali İsmail'in önü fırıncılar tarafından kesildi. Ali İsmail kepenklere doğru hamle yaptı. Çelme taktılar, Ali İsmail dengesini kaybedip düştü. Herkes darp etmeye başladı. Ali İsmail tekmelerle darp edildi. Defalarca vurdular. Kafasını kaldırdı ve kafasını kaldırıma çarptı. O anda yüzünü hafızama kazıdım. Uzun saçlı bir polis geldi... Ali kafasını saklamaya çalıştı ama hep kafasını tekmelediler. Bilincini kaybetti. Ali İsmail kendine gelmeye başlayınca tekrar darp etmeye başladılar. Ali fırsat bulup kaçmaya başladı, polisler ‘Çevirin onu’ diye bağırıyordu. Sonra gözden kayboldu.”

yaptığı açıklamalarda, Gezi şehitlerinin aileleri olarak adalet arayışını sürdüreceklerini ifade etti. Sami Elvan, Tayyip Erdoğan’ın her sıkıştığında çocuklarının adını ağzına almasına tepki gösterirken, alandan “Berkin Elvan katili Erdoğan” sloganı atıldı.

‘Ali İsmail’in katillerinden hesap soracağız’ DHF temsilcisi yaptığı açıklamada şunları söyledi:''Hepimiz Denizlerin Mahirlerin, Mazlumların ve komünist önder İbrahim Kaypakkaya'nın devrimci mücadelesi ve kararlığı sayesinde buradayız. Bugün Ali İsmail’in adaletini aramak için değil, hesap soracağımızı ilan etmek için buradayız. Katillerden hesabı halkımız soracaktır. Biz onların düzmece mahkemelerine inanmıyoruz. '' Tanıkların dinlenmesinin ardından Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ikinci duruşmasında mahkeme, polis Yalçın Akbulut’un tutuklanma talebini reddetti. Duruşmada tutuklu sanıkların tutukluluk halini devamına karar verilirken, bir sonraki duruşma ise 14 Temmuz 2014 tarihine ertelendi. Duruşmanın ardından adliye önünde açıklama yapan Ali İsmail’in annesi ve babası, adliye önünde 14 saattir bekleyişini sürdüren kitleye teşekkür etti. Avukatlar ise duruşmada yaşananları kısaca adliye önünde bekleyen kitleye aktardı.

‘Berkin Elvan’ın katili Erdoğan’

Şerzan Kurt’un katiline ‘haksız tahrik indirimi’

Sanıkların saldırı anıyla ilgili ifadelerinin ardından, kamera görüntüleri izlendi. Duruşmaya ara verilmesiyle birlikte Adliye önünde konuşan Ali İsmail’in ağabeyi Gürkan Korkmaz, “Biz bir Ali kaybettik ama binlercesini kazandık” diyerek hukuki sürecin her türlü aksamaya karşın işlediğini ve adalet arayışlarının devam edeceğini açıkladı. Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan, Mehmet Ayvalıtaş’ın babası Ali Ayvalıtaş ve Ahmet Atakan’ın ağabeyi Süleyman Atakan da

Muğla’da 2010 yılında sivil faşistlerin saldırısı sonucu çıkan olaylarda polis kurşunuyla katledilen Muğla Üniversitesi öğrencisi Şerzan Kurt’un davası, ‘güvenlik’ gerekçesiyle Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Mahkeme, sanık polisi önce “kasten adam öldürmekten” müebbet hapis cezasına çarptırdı. Ancak daha sonra bu suçun “olası kasıtla” işlendiğini iddia ederek cezayı 20 yıla düşürdü. Diğer indirimlerle bir-

likte ceza 8 yıl oldu, ardından da sanık polis tahliye edildi. Karara karşı Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ne itiraz edildi.

Yargıtay kararı bozdu İtirazı değerlendiren mahkeme, yerel mahkemenin kararını bozdu. Yargıtay, sanık polis Şahin'e TCK'nın 81. maddesi gereğince “kasten öldürme” suçundan ömür boyu hapis cezası verilmesi gerektiğini belirtti. Ancak ardından da Şerzan Kurt'un da içinde olduğu eylemcilerin polise taş attıkları gerekçesiyle “haksız tahrik indirimi” uygulanmasını istedi. Bu durumda, sanık polise, 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası verilebilecek.

‘Ortada haksız fiil yok’ Kararı değerlendiren Kurt ailesinin avukatı Arif Ali Cangı, “kasten öldürme” suçundan ceza istenmesinin önemli olduğunu belirterek şunları söyledi: “Olası kast ve yardımı düzenleyen TCK 39 uygulamasının doğru olmadığı görüşü de ceza adaletinin sağlanmasına yönelik bir bozmadır. Yerleşik Yargıtay kararlarında belirtildiği üzere, bir haksız tahrik durumundan bahsedebilmek için öncelikle; ortada bir haksız fiilin bulunması, suçun haksız fiilin etkisi altında işlenmesi, suçun mutlaka haksız tahriki oluşturan haksız fiili işleyen kişiye karşı işlenmesi gerekir. Somut olayımızda, işte bu şekilde bir haksız tahrik halinden bahsedilemeyeceği açıktır. Çünkü ortada mağdur Şerzan Kurt'un sanığın suç eylemi bakımından haksız tahrik olarak nitelendirilebilecek bir davranışı yoktur. Tüm dosya incelenecek olursa, maktul Şerzan Kurt'un haksız fiil diye nitelendirilebilecek bir davranışı tespit edilemediği gibi bu konuda bir kanıt da elde edilmiş değildir. Bu nedenle, maktulden kaynaklanmayan bir durumdan dolayı, sanığın haksız tahrik olduğunun kabul edilmesi ve bu şekilde sanık hakkında haksız tahrik uygulanması imkanı da yoktur.”


16-31 MAYIS 2014 Halkın Günlüğü

23

Deniz Gezmiş ve yoldaşları anıldı Devrimci-demokratik kurumlar, 6 Mayıs 1972’de faşist T.C devleti tarafından idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için ülkenin birçok yerinde anma eylemleri düzenledi Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da bulunduğu çok sayıda devrimci-demokratik kurum, T. C. devleti tarafından 6 Mayıs 1972’de katledilen THKO önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı andı. ANKARA: DİSK, KESK, TMMOB, Ankara Tabip Odası, EMEP, HDP, Halkevleri, İHD, PSKAD, ÇGD, Ankara 78’liler Birlik ve Dayanışma Derneği ile Devrimci 78’liler Federasyonu’nun da aralarında olduğu çok sayıda kurum, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda düzenlediği etkinlikle andı. Mezarlığın girişinde sabahın erken saatlerinden itibaren “6 Mayıs'tan Gezi'ye Barış Bağımsızlık Devrim Ve Sosyalizm Mücadelesi Sürüyor" pankartının arkasında toplanan binlerce kişi, Denizlerin mezarına yürüdü. Yürüyüş sırasında kitle, Denizlerin ve Gezi şehitlerinin fotoğraflarının bulunduğu dövizler taşıdı. Anmaya, Avukat Halit Çelenk’in eşi Şakibe Çelenk ile Gezi Ayaklanması’nda polis tarafından katledilen Ethem Sarısülük’ün ailesi katıldı. Anma sırasında bir dakikalık saygı duruşunun ardından erternasyonal marşı söylendi. Bütün kitle örgütleri adına açıklama yapan KESK Ankara Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü İsmet Meydan şunları söyledi: "Emperyalizm, kapitalizm ve her türden gericilik dünya halklarının direnişiyle er geç yenilecektir. Bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi kazanacaktır. İşçi sınıfı, bütün halklarımızın talepleriyle birleşerek kapitalizmi mezarına gömecektir. Yoldaşlarımıza sözümüz var: Umudu büyüterek geleceğin sınıfsız ve sömürüsüz dünyasını mutlaka kuracağız."

Devrimciler dağlarda işkencelerde katledildi Açıklamanın ardından söz alan Şakibe Çelenk konuşmasında şu ifadelere yer verdi: "12 Mart ve 12 Eylül günlerinde, sermaye sınıflarının emrindeki sağ iktidarlar ve askeri cunta yönetimleri, ülkenin en güzel, en devrimci ve en yurtsever evlâtlarını dağlarda, sokaklarda, işkencelerde, darağaçlarında yok etti.” Anma sırasında kitle, "Bu daha başlangıç mücadeleye devam" , "Yusuf Hüseyin Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz" , "Haziran'ın ruhuyla Denizleri yaşatacağız" , “Denizlerden Berkin’e, sürüyor mücadele” , “İbo Mahir Deniz sürüyor sürecek mücade-

lemiz” sloganları atıldı. Anmanın ardından kitle Avukat Halit Çelenk’in mezarını ziyaret etti. İSTANBUL: Halkların Demokratik Partisi (HDP) Gençlik Meclisi’nin çağrısıyla Taksim Meydanı’nda bir araya gelen çok sayıda devrimci-demokratik kurum “Eşit ve Özgürlük İçin Mücadeleye Devam” pankartıyla Dolmabahçe’ye yürüdü. 42 yıl önce zulüm saltanatına karşı başlatılan mücadelenin öncülerinin anılmasına dahi tahammül edemeyen polis, Taksim Meydanı’na çok sayıda çevik kuvvet polisi ve TOMA’yı yığarak kitle üzerinde baskı kurmaya çalıştı. Yapılan anma yürüyüşüne Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üye ve taraftarları da katılarak destek verdi. Yürüyüşün ardından gençlik örgütleri adına yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bugün halkın ve ülkenin bağımsızlığı için emperyalizme ve işbirlikçi sermaye diktatörlüğüne karşı girdikleri mücadelede yaşamlarını ortaya koyan gençlerin, Denizlerin, 6. Filo’yu denize döktükleri yerde bir kez daha haykırıyoruz. 42 yıl önce verdiğimiz sözün gerçekleşeceği güne dek sürecek mücadelemiz." Anma eylemi sırasında kitle "Yaşasın devrim ve sosyalizm" , "Gençlik gelecek gelecek sosyalizm" , "Denizlere sözümüz devrim olacak" sloganlarını attı. İZMİR: Konak YKM önünde bir araya gelen kitle sloganlar ve ajitasyonlar eşliğinde Sümerbank önüne yürüdü. Yürüyüş sırasında “İdamlar bizi yıldıramaz” , “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız” , “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında tutuklamaların, idamların ve katliamların devrimcileri yıldıramayacağı, ardıllarının da Denizleşerek mücadeleye devam ettirdiği vurgulandı. Basın açıklamasının ardından sahne alan Ayışığı Kültür Sanat Derneği müzik grubu, kavga türkülerini söyledi. KIRŞEHİR: DHF, ÖDP ve TKP'nin çağrısıyla Eğitim Fakültesi önünde toplanan kitle Terme Caddesi'nden Cacabey Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş sırasında kitle "Kahrolsun faşizm” , “Faşizme karşı omuz omuza” , “İbo, Mahir, Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz" sloganları ile Gezi Ayaklanması'nda şehit düşen devrimcilerin isimleri de okunarak 'Yaşıyor' sloganları atıldı. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasıyla anma etkinliği son buldu. 6 Mayıs 1972’de faşist T.C devleti tarafından idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için Antalya, Adana, Bursa, Amed gibi birçok ilde anma etkinlikleri düzenlendi.

SERBEST KÜRSÜ ≫ hıdır uludağ MERHABA ncelikle tüm okur dostlarıma, yoldaşlarıma Mayıs'ın sıcaklığı, doğurganlığı ve kızıllığıyla merhaba demek istiyorum. Bundan böyle "Serbest Kürsü" köşesinde şartlar ve olanaklar elverdiği ölçüde, kuşkusuz devrimci basın kültürü çerçevesi içinde, okur dostlarımla birlikte olmaya ve düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağım. Gerek Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketi açısından olsun, gerekse enternasyonal devrimci komünist - hareket açısından olsun oldukça zor ve karmaşık bir süreçten geçiliyor. Bu zor ve karmaşık süreçte MLM'nin aydınlatıcı ve yol gösterici teorik düşünceleri rehberliğinde yolumuzu düze çıkarmanın çaba ve gayretleri içerisinde olmak durumundayız. Sürecin esas zorluğu ne emperyalizmin kağıttan kaplan olan heybetli görünüşünde, ne de halkların yeterli olmayan örgütsüz durumundadır. Sürecin dayattığı zorluk, burjuvazi ve her türden gericiliğin yanı sıra sanki onlarla ağız birliği etmişçesine her türden oportünist ve revizyonist akımların, MLM' ye karşı saldırılarını yoğunlaştırıp ortaklaştırmış olmalarıdır. Esas zorluk bu saldırıları göğüsleyip göğüsleyememe meselesinden kaynaklanıyor. Dünyayı emekten yana değiştirmekten, eskiyi yıkıp yeniyi kurmaktan ziyade sistem içi arayışlarla hakim sınıfların ekmeğine yağ süren her tür ve renkten oportünistlerle kavgaya girmeden, herkese mavi boncuk dağıtılarak bu zorlukların üstesinden gelmek kolay olmayacaktır. Kuşkusuz nesnel duruma göre kav-

Ö

ganın (ideolojik ve siyasi politik mücadelenin) yolu ve yöntemi doğru seçilmekle birlikte burjuvaziye karşı zafer kazanmak mümkün olabilir. Nesnel durum göz ardı edilerek, sadece ve sadece doğruları ifade etmekle bir yere varılamayacağının da bilincinde olmak gerekiyor. Devrimci komünistler rüzgar ekip fırtına biçmeyi göze almamalıdır. Ancak tohumu ekip, başağa duracağı ve harmana geleceği anı sabırla beklemesini bilince çıkarabilmelidir. Yani genel olarak devrimin ve halkın çıkarlarını bir anlık öfkelere, küçük grup çıkarlarına kurban etmemelidir. Maalesef sürecin daha da zorlaşmasına bilinçsizce olsa da bu tür davranış biçimleri hizmet etmektedir. Buna ‘çok çabuk parlayıp, çok çabuk sönmek’ denir. Oysa devrim uzun soluklu bir yolculuktur. Bu yol emin adımlarla yürünmek durumundadır. En önemlisi yürüyüşümüzü karanlıkta el yordamıyla yapmamaktır. Teori ile pratiğin birlikteliği doğru kurulmalıdır. Her ne kadar teorinin anası pratikse de, doğru teori olmadan da doğru pratik olmuyor. Doğru teoriniz yoksa istediğiniz kadar milyonları örgütleyin, hatta kılıç darbeleriyle düşmanı bile dize getirseniz de sınırsız ve sınıfsız bir dünya hedefinize ulaşamazsınız. Bundan ötürüdür ki, MLM' ye yöneltilen her saldırının boşa çıkarılıp, MLM silahıyla donanmak; Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimi açısından ise Kaypakkaya güzergahında dik durmak, komünistlerin öncelikli görevleri ve sorumlulukları arasındadır.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Ji bo şermezarkirina Komkujiya Soma’yê, bangewaziya qadan

Piştî Komkujiya karkerên Soma’yê, Federasyona Mafên Demoqrat (DHF) û Tevgera Ciwanên Demoqrat her yek daxuyaniyek dan û ji bo hesap pirsîna berpirsiyarên Soma’yê bangewaziya derketina qadan kirin Piştî Qetlîamê ku li Somayê pêk hat û bi sedan karker jiyana xwe ji dest dan, Federasyona Mafên Demoqrat (DHF) û Tevgera Ciwanên Demoqrat her yek daxuyaniyek weşandin. Di vê daxuyaniyê de, her qadê ku dewletê faşist komkujiyan pêk tîne, li wan qadan banga tekoşînê hate kirin.

Ji DHF’yê bangewaziya çalakiyan Federasyona Mafên Demoqrat, li ser komkujiyan karkerên Soma’yê, bi sernivîsa “Ew dîrokê ku bi xwîna karkerên ve tê nivîsîn, helbet bi dawîbûna desthilatdariya we jî dê binivîse” ve daxuyaniyek da. Di daxuyaniyê de hat zelalkirin ku, bûrjûvayê yekdest ya

qomprador, bi pireyên nû, bi Marmarayan, bi çêkirina Navendên Danûstandinan (AVM) bilêvdike ku “welatê me gihaştiya asta şaristaniyên pêşketî” û taybetîkirina milkê pêşdixe, taşeronî datîne û nirxê kedan dadixîne asta herî jêr, bi vî rengî jî dêriyê komkujiya kedkaran vedike. Di daxuyaniyê de destnîşan bû ku li Soma’yê bi sedan kuştî û bi dehan birîndar hene û ji bo jiyana wendayan jî roj bi roj hêvî namîne. Di daxuyaniyê de ev yekana hat aşkerekirin: “Li welatê me, kargehên madenan taybet ji 1980 şunde bi marîfeta lîberaliya nû ve hate piçûkkirin û bêerk bûn. Di kargehên madenan de seranser dewlet ji bo tendurustiya xebatkaran berpirsiyar e mecbûre ku ev qadana ji bo berjewendiya gele bikarbîne. Lê bele dewlet, bir ê ya taybetîkirina milkê madenan, şirîkên navnetevî û kesên dewlemend re peşkeş kir. Bi vî rengî jî taşeronî, îhmal, xemsarî, bêpişkînandî wek bi awayekî meşrû tên hesibandin. Bi vî şiklî ew kêmasiyên k udi şert û mercên xebatkariyê de rewa dibin, ev jî dibe sedema kuştina kedkaran. Seranser bi berpirsiyartiya dewletê ew kom-

kijî tê holê û piştre jî dewlet sersaxî dide malbatên karkeran re, ev yek durûtî ye. Di daxuyaniyê de hate bilêvkirin ku, berpirsiyarê komkujiya Soma’yê ev pergala dewletê ya felişandî ye, berpirsiyar xwedî pere ne ku ew perên xwe bi xirabiya pergala dewletê kom dikin e. Ji ber wê jî, di serî da rêxistina EGE yê, hemû beşên tevgerê ji bo hevparbûna êşên malbatên kedkaran divê têbikoşin. Xwedî ji pêşerojê ciwanan, gundiyan derkevin û bi her awayî piştgirî bidin wan.

DGH: Berpirsiyara Kokkujiyê devlet bixwe ye Tevgera Ciwanên Demoqrat jî daxuyaniya xwe ya di derbara buyerê Soma ku bi sedan kes jiyana xwe dest dan de destnîşan kir ku di navbera deh sal a dawî de 11 hezar kedkar, bi sedema kêmasiyên ewlehî ya karkeriyê hatin qetilkirin. Di vê daxuyaniyê de hate aşkere kirin ku welatê me, li hemû dinyayê de qetilbûna karkeran de li dereca jor cih digire, armanca dewletê ya komkirina milkê jî, bi mirina karkeran encam dide. Di daxuyaniyê de ev gotinan hat bilêvkirin:

“Di kargehên madenan de pêşgiriyên herî zarûrî çênebûye, hin caran jî ji bo tedbîran pêdivî nedîtine. Cinyaza çend zarok ku divê neyên xebitandin, di kozikê madenan de hate derxistin. Komkujiya zarokan jî, encama polîtikayên çavsoriya desthilatdaran e. Hikumat jî ji bo pişkinandina madenan tu tiliyên xwe nelivandiye, çend car ji bo lêpirsîne xwestek çêbûye, lê desthilatdar bi awayekî sar nêzbûne. Bala xwe nedane li ser vê pirsgirêkê. Dawî, 29’ê Avrel’ê li Meclîsa Enqerê (TBMM) ji bo Soma’yê biryarek hatiye girtin û ew biryarê de şert û mercên madenan wek ewlehî hatiye binav kirin. Ev jî nişan dide ku Meclîsa Enqere ne ji bo çîna karkeran, rasterast ji bo çîna desthilatdaran kar dike, encamê de jî çîna karkeran bi mirinan hatine ezmûn kirin.” Di daxuyaniya Tevgera Ciwanên Demoqrat de (DGH) hate ziman ku ji bo karkerên ku di vê komkujiyê de jiyana xwe ji dest dane, bi desteke alîkar ve divê piştgirî were dayîn. Bi awayekî çalakane tev li çalakiyan bin û ew karkerên ku hatin qetilkirin ji bo wan dê têkoşînê di her qadî de mezin bikin.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.