16-31 MART 2016

Page 1

Gelecek proleter devrimcilere men edilmiş değildir!

sf 12-13

Newroz vesilesiyle “tarihi barıştan” topyekûn imhaya Şimdi bahar aylarını yaşıyoruz yeniden. Newroz yaklaşıyor. Newroz’un isyancı ve direngen ruhunu kuşanmak, mazlum Kürt halkının hawar çığlığına cevap olmak boynumuzun borcudur. Sorunlarımızın çözümünün sorunun kaynağı olan güçlerle müzakere masalarında pazarlıklar neticesinde değil, sokakta, dişe diş bir mücadele ile kazanılacağını biliyoruz. Şimdi güne ve saate sarılmanın zamanıdır. SF 18-19

Halkın Günlüğü

16-31 Mart 2016 Yıl: 4 Sayı: 118 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

Yeni Paradigma ve Said Nursi f GÜNCEL

20-21

Emrah Cilasun tarafından dört yıllık yoğun bir çalışma sonucu hazırlanan “Yeni Paradigmanın Eşiğinde ‘Bediüzzaman’ Efasanesi ve Said Nursi Gerçeği” isimli kitap 2015 yılı içerisinde Patika yayınları tarafından yayınlandı. Kitap vesilesiyle bir araya geldiğimiz Emrah Cilasun’la bir söyleşi gerçekleştirdik. Tarihsel meselelerden güncel-politik sorunlara geniş bir çerçevede gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi siz okurlarımızla paylaşıyoruz

Korku duvarlarını yıkarak cüreti kuşan

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

Faşizmin korku duvarlarını parçalamak için

Topyekûn devrimci direniş Emperyalist/kapitalist dünya gericiliğinin devrimci dünya üzerindeki barbarca tahakkümü sürmektedir. Gerici dünyanın önemli bir parçası olan “TC” devleti de tüm barbarlığıyla mazlum Kürt ulusu başta olmak üzere halklarımız üzerine bir karabasan gibi çökerek katliam ve soykırımlardan geçirmektedir. Her türlü muhalefeti vahşice bastıran Türk hâkim sınıfları ve somuttaki temsilcisi Erdoğan/AKP iktidarının bu topyekûn savaşı ve zulmü, kaçınılmaz olarak devrimci direnişi koşullamaktadır. Sürecin tarihsel devrimci gereksinimleri ekseninde bir araya gelen komünist, devrimci ve yurtsever güçlerin oluşturdukları Halkların Birleşik Devrim Hareketi(HBDH)’i bu anlamda tarihsel devrimci bir atılımı ifade etmektedir.

06

Sosyalist Yol ve Halkın Günlüğü Gazetesi birleşti

Devrimci bir gelişme olan birleşik devrim hareketi proletarya ve emekçi halklarımızın kurtuluş mücadelesi ile ezilen ulus ve azınlıkların demokratik mücadelesine hizmet eden, ezilenler cephesinden ezen sınıflara karşı yükselen bir mücadele kararlılığının ifadesidir. Devrimci halklarımıza umut, gerici sınıflara bir korku vesilesidir. Devrimcilerin görevi bu mücadele hareketini destekleyerek büyütmek, birleşerek ilerletmektir. Sessiz kitlelerin gücünü açığa çıkarıp devrimci kazanımlar sağlayarak faşist sınıf iktidarlarını geriletmek ve giderek yenilgiye uğratmak, birleşik mücadelenin teoriden çıkarılıp pratikleştirilmesiyle mümkün olacaktır. Bu görev tüm devrimcilerindir.

09

Patronlar işçi değil köle istiyorlar!

16


02

güncel haber

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Birlik-ler meselesine proleter bakış Birlik veya birliğin önemi, devrimin dostları ile düşmanlarının saptanması/belirlenmesi açısından değer taşır. Dolayısıyla devrimin dostları, ittifakları ve hatta temel güçleri ya da sınıfsal-siyasi bileşenleri durumundaki yapılarla genel bir birlik zemini olduğu açıktır. Devrim iddiası olan ve bu iddiasında samimi olan her yapı ya da hareket, genel olarak birlik koşulları taşıyan ve göreli birlik özelliği barındıran durumdadır. Devrimci hareket bu bilinçle hareket etmedikçe devrimin dostları ile düşmanlarını da doğru tahlil edemez, etmemiş olur Sınıflar arası siyasi iktidar sorununu çözen en yüksek, en üst ve tek eylem biçiminin devrim olduğu tartışma götürmez doğrudur. Düşman sınıflar arasındaki çelişkilerin son tahlilde düğümlendiği temel halka siyasi iktidardır. Siyasi iktidarın ele geçirilmesi ise siyasi bir devrimin gerçekleştirilmesiyle mümkündür. Siyasi iktidarı hedeflemeyen bir hareket düzen içi realitesiyle mevcut düzeni sürdüren ve onun kutsayanı olmakla maluldür. Ki, bu hareket devrim niteliğini değil, reformist niteliğini hak edendir. Devrimin reformizm ile arasına çektiği en kalın ve en temel ayrım çizgilerden biri kuşkusuz ki, siyasi iktidar perspektifi ya da siyasi iktidar meselesinde aldığı pürüzsüz pozisyondur. Dolayısıyla, sözde veya kâğıt üzerinde adı ne olursa olsun, kendisine hangi sıfatı takmış olursa olsun, hangi araç ve biçimleri kullanırsa kullansın, herhangi bir hareketin “devrimci mi yoksa reformist mi” olduğunun netleştirilmesi, sosyal pratiğiyle uyumlu olmak kaydıyla siyasi iddiasına veya siyasi iktidar perspektifine sahip olup olmamasıyla/devrim perspektifinin olup olmamasıyla bağlantılıdır. Silahlı eylem ve mücadelenin kullanılması, militan ve direnişçi olunması gibi son derece değerli ve saygın özelliklerde müspet yerde bulunulmasına karşın, eğer bu hareket siyasi iktidarı hedeflemiyor ve/veya devrim iddiasına sahip değilse, mevcut düzen içindeki iyileştirmelerle ufkunu sınırlıyorsa bu hareket tüm pozitif özelliklerine karşın nitelik olarak devrimci değildir. Kısacası, amaç ve hedeflerinde devrimci olmayan bir hareketin yol-yöntem ve araçlarda “devrimci” olanlara başvurması o hareketi devrimci kılmaz, kılmaya yetmez.

Reformist hareket, devrimci hareketten temelden farklı olarak devrimi hedeflemez reformu hedef alır, reformları amaçlaştırır ve reformculuğu benimser. Aynı zamanda siyasi iktidarı hedeflemez, mevcut düzenin içten iyileştirilmesini esas alır. Devrimci hareket ise tam tersini… Devrimci hareket ile reformist hareket bu temel sorunda ayrışmakla birlikte, devrimci hareket, reformlar uğruna mücadele etme gerçeğine uygun olarak, reformların yapılması veya ileriye doğru adımlar ve demokratik kazanımlar zemininde reformist hareketle buluşur. Devrimci hareket ile reformist hareketin ortaklaşması veya buluşmasının tüm zemini budur. Bu buluşma veya ortak zeminin sınırı reformların gerçekleştirilmesine dönük mücadele zemini olup kesinlikle siyasi iktidar konusunu ihtiva etmez, iktidarda ortak zemini ifade etmez.

İdeolojik-politik-örgütsel çizgi ve birlik Devrim ve siyasi iktidar kaosunda refor-

mist hareketten esasta ayrışan devrimci hareketin nüanslar gösteren değişik türevleri ise, ideolojik-politik-örgütsel çizgi farklılıklarına karşın mücadele aşamasından devrim ve siyasi iktidar meselesine kadar en temel sorunda birleşir veya ortaklaşırlar. İdeolojik-politik çizgisi ve sınıf niteliği bakımından küçük-burjuva devrimci veya proleter devrimci olmak üzere farklılıklar gösteren-taşıyan devrimci hareket yelpazesi devrim ve siyasi iktidar hedefinde temel bir ortaklığı barındırır. İdeolojik-siyasi perspektifleri ve sınıf karakterleri farklı da olsa, siyasi iddiası devrim ve siyasi iktidar hedefi itibarıyla buluşan durumdadır… Kısacası, reformizm ile devrimcilik arasındaki temel ayrım ölçeğinde devrimci hareket tarifini hak eden devrimci hareket bileşenlerinin devrim-siyasi iktidar hedefi bağlamında birlik zeminine sahip olduğu söylenebilir… O halde tarif edilen nitelik kapsamındaki devrimci hareket bileşenlerinin temel bir birlik zemini taşıdığını bir kez daha açıklığa kavuşturmak, berrak biçimde ifade etmek

önemlidir. Elbette bu birlik zemini genel olarak bilinen bir zemindir fakat bilindiği halde ihmal edilen veya gerektiği kadar önemsenerek öne çıkarılmayan durumdadır. Dolayısıyla üzerine yükselinmesi gereken temel bir zeminin göz ardı edilmesi söz konusudur ki, burada dikkat çektiğimiz mesele bu zeminin bilince çıkarılarak; buna uygun pratiğin sergilenmesini sağlamak veya adeta unutulan bu gerçeğin hatırlatılarak devrimci mücadelenin geliştirilmesi uğruna kullanılmasıdır… Burada yersiz bir tartışmaya mahal vermemek için parantez açarak bir konuya dikkat çekmekte fayda vardır. Gerek reformist hareketle izah edilen buluşma şartları ve gerekse de hedeflerde ortaklaşan devrimci hareket bileşenlerinin ifade edilen birlik zemini şartlarında ideolojik mücadele tartışmasız biçimde geçerlidir. Yani, reformist hareketle demokratik mücadele zemininde buluşurken bu buluşmayı ideolojik mücadeleden bağımsız tarif etmiyoruz, edemeyiz. Aynı şeyin devrimci hareket bileşenlerinin birlik zemini içerisinde de


16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

geçerli olduğunu, ideolojik mücadelenin temel bir ihtiyaç ve zorunluluk olarak her süreçte engelsiz olarak kullanılacağını ifade edelim. Tek bir yapı içinde geçerliliği daimi iken ve gelişmenin dinamiği olarak yaşamsal bir değerdeyken, daha geniş bileşen platformları veya farklılıkların daha keskin olduğu ortaklıklar zemininde ideolojik mücadelenin ötelenmesi tasavvur edilemez. Tekrar tartışmamıza dönersek; gerçek birlik zemininin devrimci hareket bileşenleri içinde olduğuna dikkat çekmekle birlikte, reformist hareket kapsamındaki yapılarla da politik olarak devrimci rol oynadıkları sürece ve demokratik nitelikleri bağlamında ortaklıkların olacağına yukarıda değindik. Aynı zamanda parantez açarak ideolojik mücadeleye de vurgu yaptık. Ki, ideolojik mücadeleden söz etmek farklılıkların, farklı fikirlerin olduğuna işaret etmektir ki, bu farklı fikirlerin nesnel bir durum olduğunu da vurgulayalım. Bu bakımdan her birlik zeminin aynı zamanda ayrılıkları da ihtiva ettiği belirtilmiş olmaktadır. O halde devrim hedefinde ortaklaşıldığı halde fikirlerdeki bu ayrılık, farklılık ve nüansların, çeşitli biçimler içeren ya da değişik niteliklerde karşılık bulan genel birlik argümanına ters olduğu düşünülemez. Birlik, en alt düzeydeki eylen birlikleri ve ortak hareketlerden, daha geniş ve uzun vadeli ittifak ya da ortaklıklara ve daha da ileri düzeyde ideolojik-siyasi-örgütsel zemin bütününde mümkün(ve zorunlu) olan örgütsel birliklere kadar geniş bir içerik veya çeşitlilik taşır. Özcesi, birlik ifadesinden nispeten basit, şartlı ve geçici birliktelikler anlaşılacağı gibi, ideolojik-siyasi-örgütsel birlikler de anlaşılır, anlaşılabilir. Daha doğrusu birlik ifadesi bu durumların hepsi için de kullanılabilir. Zira hepsi kendi çapında veya belli şartlardaki birlikleri ifade ederler. Birlik bir eylem şahsında-somutunda sağlanabileceği gibi, bir devrim planı-hareketi kapsamında da gerçekleştirilebilir… Ne var ki, birlik esasta genel bir birleşmeyi anlatan yanıyla algılanır, diğer birlik biçimleri ise, eylem birlikleri, ittifak vb. şeklinde anlaşılır ve değer bulurlar. Ancak bu birlik biçimlerinin hepsi, yani bir eylem birliği, geçici ve şartlı-süreli bir ortak hareket vb. tümü genel anlamda birleşme olarak anlaşılan birliğe hizmet eder veya belli durumlarda onun bir ön adımını oluşturur. Bu bakımdan eylem birlikleri gibi gelişmeler ne küçümsenmelidir ve ne de genel birlik meselesiyle tamamen alakasız şeyler olarak değerlendirilmelidir. Örneğin, bugün eylem birliği yapan güçler yarın iktidar döneminde aynı iktidarın ortakları-parçaları olacaktır, olacak olan güçlerdir esasta. (Elbette, istisnalar hariç…) Tabi ki bu durum mutlaklaştırılamaz ama genel çerçeve itibarıyla eylem birliği güçleri devrimin dostları, ittifakları, bileşenleri, sınıf tabanıdırlar. Yarın iktidarın ortakları olmaları veya iktidarla çeşitli biçimlerde birleşmeleri genel bir doğrudur…

Birlik anlayışı ve devrimci hareket Birlik, devrim için ve dolayısıyla devrimci hareket için tayin edici bir konudur. Birlik isabetli zeminde gerçekleştirildiğinde geliştiren ve güçlendiren bir eylemdir. “Birlikten güç doğar” sözü boş ve anlamsız değildir. Güç olma sadece sayısal-matematiksel bir hesap değil, nitelikte de güç olmayı kapsayan bir güçlenmedir. Özellikle devrimci ve komünist hareketteki dağınıklık ve parçalı duruş düşünüldüğünde birliğin önemi kendiliğinden açığa çıkar. Aynı ideolojik-siyasi doku üzerinde vücut bulan, aynı siyasi geleneğin parçası olan ve genel olarak aynı kökene oturmakla birlikte aynı siyasi amaçlarda esasta birleşen siyasi hareket, örgüt, grup ve partilerin birliği ise tamamen şart durumundadır. Ki, bu zeminde gerçekleştirilen birliklerin moral değerleri ve motivasyonun güçlenmesinde kesin rol oynadıkları açıktır. Bu moral değer ve motivasyon etkisi salt dar örgüt kitleleri açısından değil daha geniş kitleler açısından da geçerlidir. Yani tarif ettiğimiz zeminde gerçekleştirilen birliklerin her halükarda bir ilerleme ve gelişmeye hizmet edeceği kesindir. Birliğin ideolojiksiyasi-örgütsel zemindeki uyum esasına göre gerçekleştirilmesi, söz konusu birliğin isabetli ve doğru olduğunu gösterir. Birlik geçici değil daimi bir ihtiyaçtır, stratejik olmasının bir anlamı da budur. Birliğin genel bir ihtiyaç olması,

güncel haber günümüzde daha da somutlaşan devrimci yapılar arası ittifaklar, güç ve eylem birlikleri realitesiyle desteklenmektedir. Devrimci ve sosyalist yapılar bugün çok daha fazla birleşmekten, ortak mücadeleden, ittifaktan söz ediyor ve somut adımlar atıyorsa bu anlamsız değildir, anlamlı olmakla birlikte birlik ihtiyacının kendisini dayatmasının ve bilincin gelişmesinin ürünüdür. Dün daha katı ve kapalı olan birçok hareket devrim mücadelesinin açığa çıkardığı nesnel doğrular ve ihtiyaçlar temelinde öğrenerek ilerlemekte, dolayısıyla devrimciler arası birlik meselesinde daha duyarlı davranmaktadır. Bütün bunlar sevindiricidir. Birlik yönünde atılan her adım devrimcidir. Kuşkusuz ki bu birlik ilkesiz, kuralsız ve temelsiz değil, tersine devrimci uyum, çıkar ve ilkeler zeminindeki birliktir. Birlik veya birliğin önemi, devrimin dostları ile düşmanlarının saptanması/belirlenmesi açısından değer taşır. Dolayısıyla devrimin dostları, ittifakları ve hatta temel güçleri ya da sınıfsal-siyasi bileşenleri durumundaki yapılarla genel bir birlik zemini olduğu açıktır. Devrim iddiası olan ve bu iddiasında samimi olan her yapı ya da hareket genel olarak birlik koşulları taşıyan ve göreli birlik özelliği barındıran durumdadır. Devrimci hareket bu bilinçle hareket etmedikçe devrimin dostları ile düşmanlarını da doğru tahlil edemez, etmemiş olur. Bu da devrim iddiasını

03

güçleştiren, devrimi geciktiren ve devrimci güçleri dağıtarak tahripkâr rol oynayan bir durumdur. Birlik meselesinin geniş bir içeriğe sahip olduğunu söylemiştik. Bu içeriklerden biri ve elbette en önemlisi; sınıfın ve halk kitlelerinin birliğidir. Eğer devrimci hareket veya proleter devrimci hareket birlik meselesini doğru ele alamaz ve devrimin dostları ile düşmanlarını doğru tahlil-tayin edemez ise, onun devrimi okuması da sorunlu ve sakat demektir. Sınıfı ve halkı birleştiremeyen bir hareketin unvanı ne olursa olsun devrim gerçekleştiremeyeceği açıktır. Halka rağmen bir devrim tasavvur edilemeyeceğine göre, halkın birleştirilmesi devrim için zorunlu ihtiyaç-değişmez görevdir. Tabi ki, sınıfın ve halkın birleştirilmesi meselesi proleter devrimcilerin birleştirilmesinden-birliğinden bağımsız değildir. Komünistlerin birliği de, devrim planı ve siyasi iktidar perspektifi de son tahlilde sınıfın ve halkın birleştirilmesiyle tam anlam kazanacaktır. Komünistlerin birliği, sınıf devrimi ve iktidarı ile komünizm amacı bakımından zorunluyken, sınıfın ve halkın birliğinin de ön şartıdır adeta. Ancak sınıfın ve halkın birliğinin sağlanması-birleştirilmesi de devrim ve sonrası tüm hedefler için şarttır. Komünistlerin birliği ancak sınıfın ve halkın birliğini sağlarsa doğru orantılı gelişme kaydeder. Halkın birliği sağlanmadan komünistlerin birliği de devrimcilerin birliği de devrim-iktidar perspektifi açısından yetersizdir. Bütün bunlardan da anlaşılacağı-anlaşıldığı üzere, birlik meselesi devrim projesinde tayin edici yerde durmaktadır. Proleter devrimciler bugünden bu perspektif ve bilinçle hareket etmeli, etmektedirler. Eylem birliklerinden, ittifaklara, daha ileri ortak hareketlere ve ideolojik-siyasi-örgütsel birliğe kadar ortaya koyduğu görüş ve iradesi proleter devrimcilerin birlik konusundaki kavrayışının kanıtı durumundadır. Dahası, sosyalist iktidar koşullarında çok partili koşullar savunusu da aynı zeminden kaynaklanan bir kavrayış düzeyi olarak hem birlik ve hem de demokrasi anlayışının bilimselliğini gösteren durumdadır. İktidar şartlarında sınıf ve halkla birlikte yönetme, bu kesimlerin yönetimini, iktidarını tesis etme, bunların iktidar ve yönetimde tam yetkili hale gelmeleri biçiminde bir iktidar tasavvur etme, iktidar dışındaki demokratik nitelikteki güçleri veya halk sınıf katmanlarına ait siyasi partilerin söz ve örgütlenme haklarını tanıma şeklindeki yaklaşımımız, hem birlik hem de demokrasi ve devlet anlayışımızın içeriği veya ürünü sayılabilir… Devrimci her birlik selamlanmayı, coşkuyla karşılanmayı ve geliştirilmeyi hak etmektedir! Hiç şüphesiz kamuoyuna duyurulan Sosyalist Yol ile Halkın Günlüğü Gazetesi’nin birliği de devrimci coşkuyla karşılanması ve selamlanması gereken devrimci bir birliktir. Şan olsun birliğimize!


04

güncel haber

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Devrim mücadelesinde ileri bir adım;

Halkların Birleşik Devrim Hareketi Türkiye-Kuzey Kürdistan’da önemli siyasal gelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçmekteyiz. Emperyalist-kapitalist dünya gericiliğinin bir parçası olan “TC” tarihsel faşist ve gerici niteliğine uygun olarak halklarımıza saldırarak katletmeye devam ediyor. Mazlum Kürt ulusu başta olmak üzere faşist diktatörlük çeşitli ulus, milliyet, inanç ve cinsiyetlerden halklarımız üzerinde gerçek anlamıyla barbarlık uygulamaktadır. Bu tarihsel gerçeklikler ışığında ve halklara karşı olan devrimci sorumluluğun bir zorunluluğu olarak komünist, devrimci ve yurtsever güçler bir araya gelerek Halkların Birleşik Devrim Hareketi(HBDH)’ni kurduklarını 12 Mart günü kamuoyuna açıkladılar TKP/ML, PKK, THKP-C/MLSPB, MKP, TKEP/L, TİKB, DKP, Devrimci Karargâh ve MLKP’den oluşan Halkların Birleşik Devrim Hareketi(HBDH)’nin kamuoyuna duyurduğu açıklamasını öneminden dolayı olduğu gibi okurlarımıza sunuyoruz “Emperyalistler ve gerici ulus-devlet yapıları Ortadoğu’da yaşanan tüm kitlesel katliamların baş sorumlusudur. Emperyalistlerin Suriye’ye müdahalesiyle bölgesel savaş tüm insanlığı tehdit eden topyekûn bir dünya savaşına doğru evirilmektedir. Emperyalistler ve yerli gerici faşist işbirlikçi iktidarlar bir yandan bölgedeki statüko, iktidarlarını ve hakimiyetlerini güçlendirerek yeniden kurmak için kendi aralarında kıyasıya rekabet ederken, diğer yandan ulusal, dinsel ve mezhepsel temelde halkları birbirine kırdırarak tüketmesi için de her türlü çabayı göstermektedir. AKP hükümeti emperyalistlerle birleşen ve çatışan çıkarları temelinde bölge halklarına karşı sürdürülen bu kanlı savaşta uluslararası ve bölgesel en kirli ittifaklar içerisindedir. Aynı biçimde ülke içinde de tüm halklarımıza karşı kanlı ve topye-

kûn bir saldırıya geçmiş durumdadır. Kendine yönelen tüm muhalefeti devlet terörü, sokak infazları, kitlesel katliamlar ve yaygın tutuklamalarla ezmeye çalışırken aynı zamanda Kürt halkına karşı da yüz binlik şehirleri tank ve top ateşiyle yerle bir ederek kitlesel soykırım uygulamaktadır. TC egemenlik sisteminin geleneksel, modern ve tüm gerici ve faşist güçleri arkasında toplayarak tüm muhalefeti ezmek ve tek parti diktatörlüğünü kurmak için çalışmaktadır. Bu kanlı ve faşist ittifakı da Kürt düşmanlığı üzerinden sürdürmektedir. Bütün bunlar bir yandan halklarımız üzerinde ağır tahribata, acıya ve sömürüye yol açarken bir yandan da devrimci durumu olgunlaştırarak Halklarımızın Birleşik Devriminin önünü açmaktadır. Bugün bölgemizde ve ülkemizde devrim için imkânlar ve fırsatlar her zamankinden daha fazladır. Bu durum başaran bir devrimci öncülüğü acil ihtiyaç haline getirmiş bulunmaktadır. Bu temelde dünyada ve bölgemizde ırk-

çı, dinci ve mezhepçi çatışmalar yükselirken bunlara alternatif olarak Rojava devrimi bütün gericilikleri reddeden ve tüm ezilenlere güven veren parlak bir umut ışığı olarak doğmuştur. Bundan dolayı Rojava ve birleşik olarak gelişen öz yönetim direnişi emperyalizmin olduğu gibi faşist AKP ve TC’nin de hedef tahtasındadır. Dolayısıyla bugün Rojava devrimini, Kürt öz yönetim direnişlerini ve halklarımızın Birleşik Devrim mücadelesini savunmak ve sürdürmek demek tüm ezilenlerin, emekçilerin, aydınların, demokratların ve tüm halkın can güvenliğini ve geleceğini savunmak demektir. Söz konusu bütün değerlere sahip çıkmak demek dünya halklarının geleceğini savunmak demektir. Bu düzen altında Türkiye’de hiçbir toplum kesiminin geleceği güvende değildir. Aleviler, laik demokrat kesimler, emekçiler, yoksullar, tüm muhalif güçler saldırı altındadır. Kürt özyönetim direnişleri kırılırsa AKP aynı saldırganlıkla ve acımasızlıkla Türkiye’deki muhalefeti kanla bastıracaktır.

Dolayısıyla Türkiye’de tüm ilerici, devrimci güçlerin ve emekçi halkın geleceği Kürt direnişinin geleceği ile iç içe geçmiştir. Bizler Türkiye ve Kürdistan devrimci ve sosyalist güçleri olarak işbirlikçi faşist AKP ve TC egemenlik sistemine karşı silahlı mücadele de dâhil tüm alanlarda ve tüm araç ve yöntemlerle devrimi yükseltmek için güçlerimizi Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nde birleştirdik. Birliğimiz dışımızdaki tüm direniş güçlerine açık olduğu gibi oluşacak tüm mücadele ve eylemlerin de içinde olacak, destek sunacak ve ileriye taşıyacaktır.

HBDH; emperyalizme, kapitalizme, faşizme ve şovenizme karşı halklarımızın özgür geleceğini kazanmayı hedefler Birleşik Devrim Hareketimiz emperyalizme, kapitalizme, şovenizme, faşizme ve ırkçılığa karşı halklarımızın demokratik ve özgür geleceğini kazanmayı


05

hedefler. Sistemle bütünleşen faşist AKP’nin toplumsal dayanaklarıyla birlikte halkın devrimci gücüyle yıkılmasını zorunlu görür. AKP hükümeti toplumla birlikte doğayı da imha etmektedir. Kadına ve gençliğe düşmandır. İşçi sınıfı ve tüm emekçiler üzerinde sömürüyü ağırlaştırıp, kölelik koşullarını dayatmaktadır. Tüm halk kesimleri üzerinde baskıcı ve katliamcıdır. Halkların Birleşik Devrim Hareketi, AKP hükümeti ve TC burjuva devletinin saldırısı altındaki tüm bu güçleri eğitip örgütlemeye ve birleştirip mücadeleye seferber etmeyi esas alır. Halkların Birleşik Devrim Hareketi ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum için, işçi sınıfı ve emekçilerin hak ve özgürlüklerinin elde edilmesi için, Türkiye’de halk iktidarını ve Kürdistan’da demokratik öz yönetimleri kurarak halklarımızın özgür geleceğinin kazanılması için mücadele eder. Halkların Birleşik Devrim Hareketi, faşizm ve gericilikten zarar gören herkesi başta kadınlar, gençler, işçiler ve emekçiler olmak üzere tüm ezilen halk kesimlerini özgürlük, demokrasi ve halkların kardeşliği için örgütlenmeye, birleşmeye ve mücadele etmeye çağırır. Eğer önlenmezse mevcut durum kaçınılmaz olarak daha kanlı bir diktatörlüğe doğru gidecektir. Bu gidişi engelleyecek hiçbir düzen gücü ve kurumu kalmamıştır. Bu gidişi yalnız ve yalnız halkların birleşik direnişi ve devrimi önleyebilir. Ya daha kanlı bir diktatörlük kurulacak ya da halklarımız örgütlenip silahlanarak cihatçı faşist AKP çetesini dayanaklarıyla birlikte yerle bir edecektir.”

Halkların Birleşik Devrim Hareketi sokaklarda selamlandı 12 Mart günü kuruluşu ilan edilen Halkların Birleşik Devrim Hareketi(HBDH) yapılan çeşitli eylemlerle selamlandı. 12 Mart Gazi şehitlerini anmak için aynı gün Gazi Mahallesi’nde yapılan yürüyüş esnasında “Selam olsun Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ne” pankartıyla alana giren milisler attıkları sloganlarla HBDH’ni selamladılar. Aynı esnada yine aynı içerikli büyük bir pankart da bir binaya asıldı. Yine aynı gün akşam saatlerinde Gazi Mahallesi’nde silahlarla barikat kuran HBDH bileşenlerinden MKP/PHG, MLKP, TKP/ML ve PKK militanları sokakları tutuşturarak saatlerce polisle çatıştılar. Polisin gaz bombalarıyla saldırısına silahlar ve molotoflarla karşılık veren militanlar Gazi’nin birçok yerinde barikatlar kurdular. Gece saatlerine kadar barikatlar kurarak polisle çatışan militanlar kendi inisiyatifleri ile geri çekildiler.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

“HALKLARIN BİRLEŞİK DEVRİM HAREKETİ”Nİ COŞKUYLA SELAMLIYORUZ!

F

aşist hâkim sınıfların Erdoğan/AKP somutundaki katliamcı ve barbar diktatörlüğünün koyu gerici şartları altında, ezilen mazlum ulus ve emekçi halk kitleleri cephesinden mücadele kararlılığıyla ışıldayan Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni devrimci coşkuyla selamlayarak, sevincimizi tüm okur ve halklarımızla paylaşıyoruz. Gecikmiş de olsa Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketi önemli bir gelişmeye daha imza atmış oldu. Bu gelişmenin içeriğinin doldurulması kadar, mümkün olduğu süre boyunca devam ettirilmesi ve gerekli ciddiyetin sürdürülerek basit kaygılarla bu gelişmenin heder edilmemesi de önemli olacaktır. O halde bu gelişmenin parçası olan her hareketin yüksek sorumluluk bilinciyle hareket etmesi ve bu gelişmeyi verimli kılarak daha da ilerletmesi görevi, hayati bir sorun ve sorumluluk olarak omuzlaması gerekendir. Öncelikle belirtelim ki, bu gelişme karşısında sevinç duymaktan başka, ters orantılı bir refleks gösteremezdik, gösterilmemeli, gösterilemez de. Devrimcilerin, demokratik ve ilerici kuvvetlerin ortak mücadele zemininde birleşmesi halkın daim isteği olmakla birlikte, devrimin de temel bir ihtiyacıdır. Devrimcilerin bu ihtiyaca ve halkın beklentisine karşılık vererek atılan mevcut somut adımı elbette sevinçle karşılanmaktan başka bir karşılığı hak etmez. Öte taraftan devrimci ve sosyalist hareketin Kürt ulusal sorunu karşısındaki görev ve sorumlulukları bağlamında somut ve ileri bir adım atarak birleşik mücadele zemininde buluşma pratiği de sevindiricidir. Ülke devrimci hareketinin Kürt ulusal sorunu ve hareketi karşısındaki sorumluluklarında pratik sahada son derece yetersiz ve zayıf kaldığı bilinmektedir. Proleter devrimci hareketin Kaypakkaya yoldaşın çığır açan yaklaşımları temelinde Kürt ulusal sorunu hakkındaki teorik belirlemelerde bilimsel ve ileri bir düzey olsa da, bu düzey pratik sahaya inmede cılız olmakla birlikte, esas itibarıyla zayıf kalmıştır. Ki, proleter devrimci hareket Kürt ulusal sorununa dönük görevlerinde örgütsel pratik bağlamında yetersiz kaldığını vb. ifade etmiştir. Dolayısıyla bugün HBDH ilanıyla yaşanan somut gelişme, Kürt Ulusal Hareketi ile ortak mücadelede buluşma bakımından bu yetersizliğin-zayıflığın nispeten giderilmesine işarettir. HBDH’nin oluşumu salt Kürt Ulusal Hareketi ile gereken ilişkilerin geliştirilmesi bakımından değil, ülke devrimci hareketi ve devrimci mücadelenin kaderi açısından da ciddi bir gelişmedir. Devrimci nitelikte olan devrimci yapıların esası bu birleşik mücadele hareketi içinde yer almaktadır. Bu durum devrimci hareketin sınıf mücadelesi görevlerinde ortaklaşarak birleşmesi açısından tarihsel bir dönemeç olabilir. Güçleri zayıf olmakla birlikte, parçalı ve dağınık olan devrimci hareket birleşik mücadele zemininde toparlanıp büyüme koşullarına esasta sahip olacak, devrimci hareket içindeki devrimci duruş gelişerek güçlenecektir. Zira mücadele pratiğinin gelişmesi bu pratiğe dâhil olan tüm güçleri her bakımdan etkileyerek ilerletecektir. Devrimci kültür ve geleneğe ait önemli bir özellik filizlenip ürün verecektir. Devrim ya da devrimci mücadelenin boy verip gelişmesi için -nesnel/kendiliğinden- uygun olan devrimci durum veya şartlar, halkların mücadele hareketi gibi mücadele araçları ve dinamiklerinin katkısıyla devrimin başarısı için gerekli olan sübjektif şartlar da gelişmişgeliştirilmiş olacaktır… HBDH devrimci direniş, mücadele ve savaş ihtiyacı ekseninde gündeme gelen ve özü itibarıyla bir mücadele-savaş kurumudur. HBDH’yi daha da anlamlı kılan şey devrimci mücadele ve savaş ihtiyacı temelinde oluşturulan bu ku-

rumun büyük bir devrimci bileşeni ihtiva etmesi ve bu güçler arasında mücadele ortaklığına gitme yeteneğinin sergilenmiş olmasıdır. İster politik anlamda ve isterse ideolojik-siyasi formasyon anlamında olsun, devrimci güçlerin ortak düşmana karşı ortak mücadelesini devrimci savaş niteliğinde ifade eden HBDH oluşumu bu temel özelliği itibarıyla olumlu gelişme olarak övgüye ve selamlanmaya değer ciddi bir gelişmedir. Hiçbir geri hedef ve amaç taşımayan, bilakis devrimci hedef ve amaçlar güden bu gelişmenin tali meseleler öne çıkarılarak zayıflatılması, atılım ve coşkusunun bulandırılması devrimci yaklaşım olamaz. Kuşkusuz ki, HBDH de her süreç, plan, oluşum ve eylem gibi eleştirilebilir bir olgu, bir araçtır. Dört dörtlük ve mükemmel bir plan, organizasyon ve süreç düşünülemez. Bu anlamda HBDH oluşumu ve yönelimini eleştiriden, eksiklikten muaf görmek düşünülemez. Ne var ki, her süreç gibi HBDH de öncelikle esas niteliği ve rolü itibarıyla ele alınmak durumundadır. Esas yanı öne çıkarılmakla birlikte eksik ya da zayıf özellikleri açısından eleştiriye tabi tutulabilir. Eleştiri tutumunda esas yanın gölgelenmemesi doğru olandır. HBDH’nin neyi hedeflediği, ne için oluşturulduğu ve hangi nitelikteki güçlerden teşekkül olduğu yapılacak değerlendirmelerde göz önüne alınması gereken unsurlardır. Ki, HBDH’nin niteliğine damga vuran esas öğeler bu unsurların niteliğiyle açıklanabilirler. Dolayısıyla bu gelişme karşısında aktüel olmayan, varsayıma ve öngörüye dayalı olasılıkların öncelenerek değerlendirmelerde bulunulmasının işi yokuşa sürmekten başka bir anlamı olmaz. Elbette muhtemel tüm olasılıklar, gelişmeler ve mümkün olan sorunlar öngörülmeli ve bu zeminde muhasebe ya da değerlendirmelerde bulunulmalıdır. Fakat şimdinin durumunu ifade etmeyen bu olasılıkların acil sorunmuş gibi esaslaştırılarak öne çıkarılması niyetten bağımsız olarak sürecin kösteklenmesine hizmet eder. Somut durum ve gerçekliğin görülmesi ve mevcuttaki koşulların böyle bir adımı gerekli ya da isabetli kılıp kılmadığı ve ihtiyaç haline getirip getirmediğine bakmak doğrusudur. Özcesi ileride gelişebilecek eksiklikler gerekçe edilerek bugün atılan adımı olumsuzlamak doğru yaklaşım olamaz. Kaygıların taşınması, dillendirilmesi normaldir. Aynı biçimde eleştirinin yürütülmesi de kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olduğu kadar gereklidir, ihtiyaçtır. Ancak kaygı ve eleştirinin somut sebebe, olguya, analize, tespite veya gerçeğe dayanması şarttır. Gerekçeden yoksun kaygı ya da eleştiri soyut ve keyfiyetçidir. Dolayısıyla da ciddiye alınacak yanı zayıftır ve pratikteki karşılıktan da yoksundur. Ayrıca yukarıda özetle tarif ettiğimiz eleştiri hastalığını olağan zeminde gelişen eleştiri ve kaygının dışında tuttuğumuzu bir kez daha belirtmek isteriz. Bu tarz hastalıklı eleştiri kültürü dışında, en keskin ve en karşıt eleştiriler de dâhil tüm eleştiriler devrimci olgunlukla karşılanırken, bu eleştiriler de devrimci olgunluk içinde yapılmalıdır. Dolayısıyla, yanlış ya da doğru olsun samimi olan her türden eleştiri yürütülürken, atılan adımın tarihsel, siyasi ve örgütsel önemi karartılmamalı, atılan adımın her şeye rağmen başlı başına önemli bir ilerleme ve gelişme olduğu unutulmamalıdır. Bu ayırt edici husus gözetildikten sonra yapılan her eleştiri olağan ve tabidir. Eleştiri hastalığı tavrından da uzaktır. Şimdi görev örgütsel mekanizmanın parçası olan her aktivistin kendisini bu mücadele ve savaş sürecine hazırlaması, birleşik mücadele zemininde aktif rol alarak sürecin etkin öğesi olmasıdır. Her yapı ortak mücadele kurumunun işlevine uygun rol oynamak için üzerine düşen görev ve sorumluluğu pratik sahada yerine getirme ciddiyetiyle hareket etmekle karşı karşıyadır.


06

güncel analiz

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Korku duvarlarını yıkarak

CÜRETİ KUŞAN Temel sorun korku duvarlarını yıkarak cüreti kuşanma tavrında kilitlenmektedir. Cüret olmadan korkunun esiri olup sinmiş ruh haline gömülmek, dolayısıyla devrimciliği vasat ölçülere indirmek kaçınılmazdır. Değiştirme pratiğine girmenin değişmez bir yolu mutlak biçimde cüretten geçerken, korkunun alt edilerek militan atılganlığın sahnelenmesi ise, kitlelerin tayin edici rolü ve tarihsel haklılığın bilince çıkarılmasına dayanan devrimci fedakârlığın tereddütsüzce sergilenmesiyle mümkündür İdeolojik-politik devrimciliğin tanımı en genel manada devrim hedefi ve amacına uygun mücadele çerçevesini kapsayan geniş yelpazede tarif edilerek karşılık bulur. Bu devrimcilik tanımı bilinçli teori-pratik zeminine sahip olarak mutlak biçimde bedel ödemeyi de içerir. Bu anlamda bedel ödemeyi göze almayanlar devrimcilik yapamaz, devrimci de olamaz demek yanlış olmaz. Bilakis devrimciliğin kopmaz bir parçasını ve olmazsa olmaz değerindeki gerçeğini ifade eder. Nesnel devrimcilik ise, devrimden menfaati olup gerici sınıflar tarafından baskı ve sömürü altında tutulan ve ideolojik-politik bilinç ya da sınıf bilinci bakımından “geri” de olsa geniş halk kitlelerinde karşılık bulur. Nesnel olarak devrimci olan geniş işçi, köylü tüm emekçi yığınlar ideolojik-politik bilinç ve kavrayışlarının “geriliği” nedeniyle (ki, bu onların suçu değildir) bilinçli devrimci pratik ve reflekslerde bulunmadıklarından dolayı suçlanamazlar. Ancak sınıf bilinçli veya ideolojik-politik bilinç düzeyine sahip devrimciler aynı ölçüyle değerlendirilemezler. Bunlar, karşı-devrimci sınıfların gerici ve faşist saldırılarını göğüslemede tereddüt etme, toplumsal sorun ve siyasi gelişmeler karşısında nötr ve duyarsız kalma, bedeller pahasına mücadele etmekten sakınma gibi tüm davranışları karşısında kesinlikle eleştirilmek ve hatta sorumlulukları bağlamında yükümlü tutulmak durumundadırlar… Bedel ödemek veya bedel ödemeyi göze almak tek başına devrimciliğin kriteri olmasa da, devrimcilikte bedel ödemeyi göze almanın kaçınılmaz bir özellik ve zorunlu bir sınıf mücadelesi davranışı olduğu kesindir. Bedel ödemeyi göze almayanların devrimcilik yapamayacağı, devrim ve devrimcilik iddiasının muhtevasıyla sabittir. Günümüzde devrimciliğin bedel ödemeyi göze alma konusunda önemli sorunlarla karşı karşıya olduğu söylenebilir. Bu, her somut devrimcilik temsili için geçerli olmasa da, devrimci yelpazenin önemli bir bölümünde esas olarak geçerlidir. Günün siyasi gelişmeleri ve özellikle Kürt ulusuna uygulanan vahşi soykırım katliamları karşısında bedel ödemeyi göze alma ya da almama tavrı devrimci hareketin sorgulaması gereken temel meseleleri arasındadır, önemli ve ciddi bir problemdir… Kürt ulusu kendisine uygulanan barbar katliam ve

soykırım saldırganlığı karşısında kahramanca direniş sergileyerek bedel ödemeyi göze almanın ötesinde, somut olarak ağır bedeller ödemektedir. Bu anlamda Kürt ulusu ve hareketinin siyasi açıdan devrimci rol oynayıp devrimci pratik sergilediği tartışma götürmez gerçektir. İdeolojik-politik dokusu, genel siyasi çizgisi, stratejik hedef ve amaçları bakımından nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, somut pratik ve reel politikte demokratik zeminde ileriye dönük bir gelişmeyi ifade ettiği ve aynı zamanda reel politikte devrimci rol oynadığı teslim edilmek durumundadır. Bu gerçeğin altını çizerek bir kenara bırakırsak, Kürt ulusuna büyük bir milli zulüm, vahşi katliam ve soykırım saldırganlığı uygulanmaktadır. Proleter devrimciler ve devrimciler salt bu nedenle Kürt ulusuna karşı görev ve sorumluluklar taşırlar. Proleter devrimciler, faşist hâkim sınıfların uyguladığı her türlü baskı, sömürü ve zulmün karşısında olmakla birlikte, bu baskı, sömürü ve zulmün uygulandığı her dilden, dinden, ırktan ve cinsten kesimlerle birleşmeyi, bu kesimleri savunmayı ve bunlarla ortak mücadeleler vermeyi, varlık gerekçesi olarak açıklarlar. Devrimciliğin en temel ölçüsü bu noktada benimsenen bilinç ve pratiktir. Dolayısıyla, Kürt ulusu şahsında vahşi boyutlara ulaşan soykırım saldırganlığı başta olmak üzere, geniş halk kitlelerine uygulanan koyu faşist baskılar karşısında devrimci görev ve sorumluluklar pratiğinin tartışmasız biçimde ortaya konması devrimcilik açısından şarttır. Bu şart bilinç ya da

kavrayış düzeyinde genel kabul görse de, buna uygun pratiğin sergilenmesi maalesef son derece yetersiz ve cılızdır. Bunun temel nedenlerinden biri de kuşkusuz ki, bedel ödemeyi göze alan bir mücadele pratiğinin gösterilmemesi-gösterilememesidir. Evet Kürt ulusu ender görülen bir kıyımdan geçiriliyor, daha da önemlisi Kürt ulusu en ağır bedeller pahasına kahramanca direniyor. Buna karşın, proleter devrimciler ve devrimciler bırakalım bu mücadele ve direnişin öznesi olmayı, istisnalar hariç henüz ciddi bir pratik sergilemiş bile değildir. Duyarsız olduklarını söylemek isabetli olmasa da reel gerçeklik bunu işaret etmektedir. Teorik zeminde duyarlılığı yansıtan izahatlar, yine teorik düzeyde işaret edilen görev ve sorumluluklar çizelgesine bakıldığında esasta bir sorun yoktur, bir duyarlılıktan bahsedilebilir. O halde bu duyarlılığa rağmen neden gerekli pratik tavır-tutumun sergilenmediği sual edilerek izah edilmeye muhtaçtır. Bu sual karşısında verilecek yanıtın esasını bedel ödemeyi göze alamama gerçekliği oluşturur. Demek ki, bedel ödemeyi göze alan bir pratiğin ortaya konması can alıcı meselelerdendir.

Korku duvarlarını yıkarak cüreti kuşan Burada temel sorun korku duvarlarını yıkarak cüreti kuşanma tavrında kilitlenmektedir. Cüret olmadan korkunun esiri olup sinmiş ruh haline gömülmek, dolayısıyla devrimciliği vasat ölçülere indirmek kaçınılmazdır. Değiştirme pratiğine girmenin değişmez bir yolu mutlak biçimde cüretten geçerken, korkunun alt


07 edilerek militan atılganlığın sahnelenmesi ise, kitlelerin tayin edici rolü ve tarihsel haklılığın bilince çıkarılmasına dayanan devrimci fedakârlığın tereddütsüzce sergilenmesiyle mümkündür. Kürt ulusu, çocuklarının cesetlerini buzdolaplarında muhafaza etme, direnişçilerinin cenazelerinin araçların arkasından sürüklenerek, kadın direnişçilerinin cesetlerinin çırılçıplak soyunup teşhir edilerek ve yaralılarının bilinçli olarak ölüme terk edilip ölülerinin sokaklarda çürümeye terk edilmesi düzeyinde en ağır zulme rağmen kahramanca direnip en ağır bedelleri öderken, kitlelerin sokaklara dökülmemesi, en militan çizgide değişik mücadele, direniş ve eylemlerin sergilenmemesi, kitlesel hareket ve protestoların boy vermemesi, hatta toplumsal açıdan esasta tepkisiz kalınması asla anlaşılır ve izah edilir bir tarafı olamaz. Faşist diktatörlüğün azgın baskı ve zulmü karşısında suskunluğa gömülmek geniş halk kitleleri açısından bir nebze anlaşılır olsa da, devrimci hareket açısından asla kabul edilemez. Faşist hâkim sınıfların yapmak isteği ve yaptığı azgın baskı ve katliamlarla tüm toplumu korku çemberine alıp suskunluğa gömmek, tepkilerini yok ederek esasta teslim almaktır. Bu açıdan korkuyla sinmek proleter devrimciler açısından sindirilemez bir durumdur. Elbette proleter devrimcilerin kaba bir korkuya gömülerek tamamen suskun olduğu söylenemez ama tepkilerinin yetersiz olduğu da tartışılamaz. Gerekli olan mücadele ve eylem pratiğinin ortaya konulamamasında en büyük etken bedel ödenmeyi göze alamama biçimindeki korku düzeyidir. Bu atmosfer parçalanıp korku çemberleri kırılmak durumundadır. En militan eylemlerin tüm haklı zeminine rağmen Kürt ulusuna uygulanan vahşi katliamlar ve Kürt ulusunun onurlu direnişi karşısında nötr ve pasif kalmak proleter devrimcilikle asla bağdaşmaz. “Kürtler-Kürt Ulusal Hareketi Gezi Direnişi döneminde destek vermedi” gerekçesiyle edilgen ve tarafsız kalan sözüm ona devrimcilik ne kadar ahmakça ise, soyut gerekçeler arkasına sığınarak devrimci görev ve militan mücadelenin sergilenmemesi de bir o kadar geridir. Esas görevler dururken alakasız ve yanlış işlerle meşgul olmak ise açık bir aymazlıktır. Pekala Sûr ile dayanışma mitingleri, Cizîr, Silopiya vb. katliamlarını protesto miting ve gösterileri, Kürt ulusuyla dayanışma ve sınıf perspektifinden mücadeleyi omuzlama pratiğiyle silahlı-silahsız, sanatsal, demokratik alan gibi en geniş biçimlerde en zengin eylem biçimleri sergilenebilir, ajitasyon-propaganda araçlarıyla hakim sınıflar ve katliamları teşhir edilebilir… Çocuklar kurşunlanırken, bir ulus soykırımdan geçirilirken bizlerin bir kaç cop yemesi, birkaç ay içerde yatması ve işkenceden geçmesi tartışma konusu bile yapılamaz. Tarih yazılırken seyirci kalanlar yazılan tarihte yer alamazlar. Tarih ağır bedeller üzerine kurulur. Toplumlar tarihi bunu gösterir. Toplumsal tarih ilerlerken toplumun diri dinamikleri bu ilerlemelerin dışında kalamaz. Devrimci sorumluluk kadar ahlaki sorumluluk da ezen ile ezilen kavgasında kavganın tabiatına uygun ağır bedelleri göze alarak görev üstlenmeyi gerektirir. Bir eylemle, bir protesto, bir miting ile “görevimizi yaptık” diyerek vicdani rahatlama yolu tercih edilemez. Süreklileşen bir eylemlilik, olanaklar ölçüsünde ve mümkün olduğu ölçüde ülke geneline yayılmış en yaygın bir mücadele ve direniş pratiğiyle görevlerimizi yerine getirmek esastır. Hâkim sınıflara sokakları dar etmenin günüdür. Pasifist kabukları kırarak militanlaşmanın tam vaktidir. Her yeri direniş ve mücadele alanına dönüştürme ruhuyla eyleme geçmek tarihsel görev ve sorumluluktur. Tüm demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin somutta Erdoğan/AKP iktidarı ve genelde gerici hâkim sınıflar düzenine karşı ortak devrimci paydalarda buluşarak geniş bir cephede mücadeleyi yükseltmesi yaşamsal önemdedir. Büyük devrimci kazanımlar için yaygın bir mücadelenin örülmesi şarttır. Tüm devrimci güçlerin faşist saldırganlığa, katliam ve soykırıma karşı mücadelede birleşmesi mümkün olmaktan öteye devrimci bir zorunluluktur. Bunun gibi, faşist iktidarın baskı, katliam ve kıyıma dayalı saldırganlığına karşı bedel ödemek de ortak devrimci davranış olmak zorundadır.

ÖRGÜTSEL YÖNELİM

≫ refik demir

DEVRİMCİ DÜNYADA GELİŞEN İLERİ ADIMLAR

E

mperyalist/kapitalist gerici dünyanın bir parçası olan Ortadoğu ve TürkiyeKuzey Kürdistan’da önemli siyasal gelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçmekteyiz. Gerici dünya bütün türevleri ile devrimci dünya üzerinde barbarca bir tahakküm kurmaktadır. Zulüm, sömürü, katliam, soykırım ve talan ile dünyayı bir kan deryasına ve halklar hapishanesine dönüştüren emperyalist/kapitalist dünya gericiliği ancak ve ancak devrimci dünyanın başkaldırısı ile hak ettiği yer olan tarihin çöplüğüne yollanabilinir. Gerici dünyanın önemli parçalarından biri de kuşkusuz ki “TC” devletidir. Osmanlı’dan devraldığı gerici ve barbar gelenekle bugünlere gelen “TC” devleti, Erdoğan/AKP iktidarı başta olmak üzere tüm gerici türevleriyle halklarımızın kanını akıtarak coğrafyamızı kan kızıl bir deryaya dönüştürmüştür. Faşist “TC” devleti başta Kuzey Kürdistan olmak üzere ülkenin onlarca yerinde gerçekleştirdiği vahşi katliam ve saldırılarla kanlı tarihine yeni sayfalar eklemiştir. Mevcut siyasal gelişmeler gazetemizde yeterince işlendiği için burada tekrardan değinmeyeceğiz. Esas olarak ele alacağımız ve almamız gereken noktanın devrimci dünyadaki gelişmeler gerçekliğidir. Yaşanan bütünlüklü süreci sadece gerici dünya ve yarattığı siyasal sonuçları düzleminde değerlendirmek pek tabii ki eksik bir yaklaşım olacaktır. Her şeyde olduğu gibi yaşanan siyasal gelişmelerde de mutlak biçimde tayin edici olan iki yan bulunmaktadır. Bu yanlarından hangisinin belirleyici olduğu/olacağı tamamen uzlaşmaz çelişkiler zemininde birbiriyle mücadele eden karşıt sınıfların durumuyla ilintilidir. Bu bağlamda hem dünyada hem de Türkiye-Kuzey Kürdistan’da gelişmelerin iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan biri; faşizm, gericilik, sömürü ve barbarlık iken, ikincisi ise; halkların özgürlük ve kurtuluş mücadelesini ifade eden devrim, sosyalizm ve komünizmdir. Gelişmelerin yönü açıkça göstermektedir ki, sürecin tayin edici yanını devrimci halk kitlelerinin mücadelesi ve proleter devrimler belirleyecektir. Keskinleşen çelişkiler ve çatışma süreci, doğallığında proleter devrimciler başta olmak üzere bütün devrimci halk güçlerinin önüne yeni devrimci görevler ve sorumluluklar koymaktadır. Bunun somut devrimci adımı kuşkusuz ki keskinleşen sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap olabilecek keskin mücadelelere hazırlanmak olmalıdır. Bu yönelimin somuttaki tek devrimci karşı-

lığı halkların birleşik devrimci mücadelesi ve direnişidir. Gecikmiş bir adım olsa da bu çaba ve yönelimlerin sonucu olarak oluşturulan Halkların Birleşik Devrim Hareketi(HBDH) ülkemiz devrim ve demokrasi mücadelesi açısından tayin edici tarihsel bir adımı ifade etmektedir. Hiçbir küçük burjuva kaygı ve dar grupçu yaklaşım bu tarihsel devrimci adımı zayıflatamaz ya da yine aynı küçük burjuva zeminden beslenen belli ideolojik eleştiriler adı altında bu tarihsel devrimci adımı önemsizleştirmeye çalışan tüm yaklaşımlara kesinlikle pirim verilmemelidir. Proleter devrimciler başta olmak üzere Birleşik Devrim Hareketi’nin tüm özneleri devrimci halk kitlelerinin çıkarını merkeze koyan bir perspektifle hareket etmelidirler. İdeolojik mücadele bu düzlemle birlikte ele alındığında ancak anlam kazanabilir. Bu devrimci yaklaşımları ve halk kitlelerinin genel çıkarını öteleyen her yaklaşım niyetlerden bağımsız olarak devrim mücadelesini zayıflatan bir rol oynayacaktır. Görev atılan bu tarihsel devrimci adımı tam bir devrimci sorumluluk bilinciyle ve devrimci dayanışma ruhuyla mücadelenin bütün alanlarında ilmek ilmek örmek olmalıdır. Tarihsel anlamda önemli olan gelişmelerden biride kuşkusuz ki Kaypakkaya’nın bilimsel sosyalist güzergâhında hareket eden gazetemiz ve Sosyalist Yol Dergisi’nin birleşmesidir. Uzun zamandır iki çizgi mücadelesi zemininde yürütülen birlik tartışmaları nihayet olumlu sonuçlanarak kamuoyuna deklare edilmiştir. Birlik ve ayrılık meselelerinde özelde Kaypakkaya geleneğinin(proleter öncüyü saymasak) genelde ise bir bütün devrim hareketinin oldukça problemli bir bakış açısına sahip olduğu bir gerçeklikte oldukça ileri bir düzlemde yapılan birlik iradesi, halkların özgürlük ve kurtuluş mücadelesi açısından nitel bir adımı ifade etmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da toplumsal sorunların köklü çözümünün komünist manifestosu olan Kaypakkaya güzergâhı atılan bu devrimci nitel adımla daha da ileriye taşınmıştır. Bu devrimci atılım ruhuyla Kaypakkaya’nın siyasal çizgisinde hareket eden bütün birey, grup ve yapıları iki çizgi mücadelesi düzleminde ve komünizmi kazanma perspektif ile birleşmeye çağırıyoruz. Bir kez daha şan olsun komünistlerin birliğine!


08

röportaj

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Ortadoğu da siyasal gelişmelere damgasını vuran

Kürt devrimci dinamiğidir İbrahim Okçuoğlu ile gerçekleştirdiğimiz röportajın ikinci bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz Halkın Günlüğü: Rojava meselesinde birebir saha itibari ile takip etme şansınız oldu, yazılarınız da çıktı bununla ilgili, ortaya çıkan tartışmalar, sonuçlar vs. hatta sol içinde de devrim mi değil mi tartışmaları yürütüldü, biraz da oradaki sıcak çatışma durumu ortadan kalktığı için inşa sürecine geçiş durumu var, bundan dolayı oradaki gelişmeleri daha iyi okuyabiliriz. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz Rojava’daki gelişmeleri? İbrahim Okçuoğlu: Şimdi o konuda devrim miydi, değil miydi o konuyu artık bir kenara bırakalım. Yani öyle kabul etsek de etmesek de orda eskisi gibi olmayan bir düzen kurmaya çalışıyorlar. Eskisinden farklı bir düzen kurmaya çalışıyorlar. Bunu mesela Alman MLPD var ya onlar önceleri çok şüpheli yaklaşıyorlardı, devrim midir, in midir, cin midir kabul etmiyorlardı. Şimdi devrim olduğunu kabul ediyorlar, gittiler gördüler çünkü. Orda benim gördüğüm şimdiye kadar burada var olan siyasal yapıyı değiştireceğiz, özerk yönetim şeklinde değiştireceğiz, tabandan demokrasi uygulayacağız. Bunu uyguluyorlar da, böyle devam ettireceğiz bu işi diyorlar. Orda yaşayan Kürt, Türk, Arap, Süryani yani kim varsa hepsi kendi benliği ile yaşamalıdır anlayışı ile hareket ediyorlar. Bu çok geniş bir demokrasidir, bundan daha iyi bir demokrasi olmaz. Demokrasi dediğin işte budur. Siyasal olarak onu bize gösterdiler, kurumları götürdüler, gezdik bu işin göstermelik olmadığı da anlaşılıyor. Hani şeyler vardır ya bir çiftliği gösterirler sana burası mükemmeldir, bunlar kurumları götürdüler ve gösterdiler. Onların en büyük eksikliği demeyelim de anlatamadıkları bugün içinde anlatamayacakları, bugün açısından uygulamayacakları sorunları, problemleri bulunmaktadır. Bu güzel, en demokratik sistemin ekonomik yapısı ne olacak? Bunun sınıfsal izahatı nedir? Bunları sorduğunuz zaman cevap pek alınamıyor. Cevap vermek istememelerinden değil, böylesi bir şeyle ilk kez karşılaşı-

yorlar çünkü. Yani sen kalkıyorsun bir düzeni orda değiştirmek istiyorsun. Orda mesela Afrin, Kobanê dolaylarında toprak ağaları varmış ama Cizre’de fazla yok, fakat tarlalar bölünmüş bizim Anadolu’daki tarlalar gibi yani mülkiyeti var insanların, köylülerin özel mülkiyeti var. Dolayısı ile orda toplumsal mülkiyetle özel mülkiyeti birleştirme konusunda büyük sorunlar var, toplumsal mülkiyet özel mülkiyeti dışlar. Özel mülkiyet durduğu şekliyle kalmaz. Özel mülkiyet ancak birini sömürmeye başladığında küçük mülkiyet olmaktan çıkar, sömürüye dayalı bir mülkiyet haline gelir. O zaman iktidar pay ister kaçınılmaz olarak saflaşma böyledir. Benim orda gördüğüm o zaman şimdi yazılarına da bakıyorum KCK’nin, Öcalan’ın vs. ekonomi nasıl olmalıdır, bu ikisini birleştirme sorunları vardır. Mesela o zaman orda bir kadın akademisi vardı Derik’te, onlarla konuştuk bize orda akademinin sorumlusu olan kadın arkadaş ‘Biz gittikçe toplumsal mülkiyeti hâkim kılmaya çalışıyoruz’ dedi. O zaman olur mesela bunu her tarafta anlatmalılar. Ama yazılara bakıyorsunuz resmi yazılara vs. böyle bir anlayış yok. Dolayısı ile Rojava’daki en büyük sorun toplumsal mülkiyetle özel mülkiyetin beraberliğini ekonomide örgütlemekte yatıyor. Bu ileride çok büyük sorunlar meydana getirebilir. Yani bugün uygulanan demokrasiyi farklı noktalara götürmek isteyen farklı güçler ne yapabilir özel mülkiyet temelinde yeti-

şebilir onu görebiliyorlar mı görmüyorlar mı bilmiyorum.

H.G: Güneyde daha karmaşık bir durum var. Hem Barzani üzerinden bir başkanlık krizi var, hem de ekonomik olarak kriz var ki kaç aydır peşmergelerin parasının dahi ödenmediği biliniyor. Galiba uzun yıllardan sonra Güney’de ilk kez grevler, eylemler oldu. Merkezi hükümetle sorunlar yaşanıyor oradaki durum nedir? İ.O: Ben Barzani’yi anlamıyorum vallahi. Petrolün, doğalgazın üstünde oturuyor ama Peşmergelerin parasını veremiyor. Gerçekten oradaki petrol geliri Türk burjuvazisinin elinde olsa tüm dünyaya kılıç sallar. Kesinlikle sallar. Çok zengin yani. Sen onu yönetmesini, idare etmesini bilmiyorsun ya da çok kaçırıyorlar abartıyorlar yani. Barzani’nin orda kalmasını istemiyorlar. Oradaki Kürt burjuvazisinin belli kesimleri gitmesini istiyor, PKK de istemiyor, biz de istemiyoruz, ama yerine koyacak alternatifimiz de yok onlar kendi aralarında bir şeyler yapıyorlar. ABD’nin eskiden olduğu gibi muhataplığı eskisi gibi değil, İran zaten istemiyor. Onu istememesinin nedeni çok farklı, Türkiye’ye yakın durduğundan kaynaklı istemiyor. Çok büyük bir sıkıntı var orda, bu durumda orayı des-

tekleyen, ayakta tutan Türk burjuvazisidir. Çıkarlarından dolayı bunu yapmaktadır. Büyük ihtimalle de oradaki Barzani’nin bazı harcamalarını bunlar karşılamaktadırlar. Eskiden çuval çuval para veriyoruz diyorlardı Özal döneminde demek ki doğruymuş. Ama orda Barzani meselesi de Irak’taki gelişmelerden çok bağımsız değildir. Rusya’nın Suriye’ye girmesinden sonra istiyor ki bir an önce gelsin Rusya buraya da öyle yerleşsin, İran da tabi bunu istiyor. ABD’yi oradan çıkarmak ondan sonra da Irak’ın başına çullanacaklar tabi. Irak merkezi hükümeti Irak’ın parçalanma durumu var ya onu engellemiş olacaklar. Rusya jeopolitik olarak Suriye’den sonra Ortadoğu’nun daha merkezi bir yerine daha yerleşmiş olacak dolayısı ile ABD emperyalizmine karşı da saflarını daha da sıklaştırmış olacak. Yani ABD’nin Rusya’yı çevreleme stratejisini Ortadoğu’dan karşılamak istiyor bu karşılık devam eder gibi geliyor bana.

H.G: İran’a karşı uygulanan ABD merkezli ambargo kaldırıldı. Hemen akabinde de Çin ile İran, Rusya ile İran, Türkiye ile İran, birçok ülke ile İran arasında ekonomik anlaşmalar imzalandı. Bu durum dünya kamuoyunda İran’ın zaferi olarak ilan edildi. Buna dair ne söylemek istersiniz? İ.O: İran’ın zaferi mi orasını bilmiyorum. Niye diyeceksin İran nükleer teknoloji ile ilgili bir takım planları, programları vardı bu anlaşmalardan dolayı istediği gibi yapamıyordu o zaman bu zafer olmaz. Amacından engellenmiş oldu İran. Ama öbür taraftan da bunun zafer olduğu konusunda dünya burjuvazisi özellikle pohpohlamaya çalışıyor. Buradan İran’ı yeniden Batı’ya kazanma amacı vardır burada da bir taşla birçok kuş vurma amacı vardır. Mesela bunlardan birisi Rusya-Çin ekseninden koparabilmek yatmaktadır. Batı eksenine çekebilmek. Bunu şunun için de yapıyorlar. Ortadoğu’da Türkiye’yi dengeleyebilme meselesi yani şimdi Türk burjuvazisinin bakmayın şimdi köşeye sıkışmışlık durumuna, adamlar salyalar akıtıyor, kendi kabuğunu kırmaya yönelik bir çabası var. Bunu sen gelip kafasına vurarak engelleyemezsin. O halde orda olan bir güçle engelleyebilirsin. Bu da İran’dır; Arabistan, İsrail vs. değildir. Onla engelleyebilirsin onun için İran’ı biraz ön plana çıkartıyorlar. Bir de İran 30-40 sene oldu


güncel haber

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Humeyni’den bu yana bakire toprak gibi oraya yatırımlar vs. yapılacak emperyalistlerin iştahları kabarıyor tabi. Orda pay kapma konusunda bu imkânlar da var ondan İran ön plana çıkartılıyor.

H.G: Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan önemli gelişmeler mevcut. Özellikle Batı Kürdistan gerçekliği Türk devletini oldukça rahatsız eden bir yerde duruyor. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerini de dâhil ederek soralım, tüm bu yaşanan gelişmeleri nasıl okumak lazım? İ.O: İki açıdan değerlendirmek lazım. Birincisi Ortadoğu’daki gelişmeler, ikincisi ise Türkiye’deki gelişmeler ki, bunlar iç içe meseleler. Suriye meselesi ilk patlak verdiği dönemde, Kürt sorunu oldukça belirleyici bir mesele olarak öne çıkıyordu. Sonradan emperyalistlerin buraya doğrudan müdahaleleri, özellikle Rusya’nın müdahaleleri göz önüne alınınca Kürt sorunu gölgede kaldı. Evet, bizler için halen oldukça önde olan bir meseledir fakat gelinen aşamada ikinci plana düşmüş durumda. Emperyalistler arası çıkar çatışması o kadar ön plana çıkmış durumdaki Kürt meselesi ancak bunların içinde, yedeğinde bir yer edinebiliyor. Misal Cenevre Görüşmeleri’ne Kürtlerin direkt katılması gerekiyorken ABD ve Rusya engelliyor bunu. Neden? Çünkü Rojava’da gelişen sistemin büyüyüp, güçlenmesini istemiyorlar. Rojava’daki gelişmeleri, Rojava devrimini boğmak istiyorlar. Bugün Kürt ulusal mücadelesi Rojava bazında, Ortadoğu’da halkların kurtuluşunun, barış içerisinde nasıl bir arada yaşanacağını göstermiştir. Bunun yaygınlaşmasını istemiyorlar. ABD’de Rusya’da bunu istemiyor. Çünkü bunun yaygınlaşması, dünya halklarının benzeri örgütlenmelerinin güçlenmesi, yaygınlaşmasına vesile olacaktır. Diğer konu ise 7 Haziran sonrası yaşanan gelişmeler aslında öncesinde MGK tarafından alınan kararların uygulamaya konulmasıdır. Bundan sonra ne olacak? Bundan sonra mücadelenin geldiği aşama, ki oradaki hendekler sadece barikat olarak ele alınamaz, orada verilen özgürlük mücadelesinin simgesidir, hiçbir şey olmamış gibi hareket edilip, geri adım atılamaz. Kürt Özgürlük Hareketi müttefik güçleriyle beraber mücadeleyi götürmek zorundadır. Başka çare yok, yeter pes ediyorum diyemezler ki devletin beklentisi de budur. Çok zor günler bizi bekliyor. Evet, hendek meselesinde çok sonuç alamayabiliriz ama neticede Kürt dinamiği, devrimci, özgürlük dinamiği hem ülke içinde hem Ortadoğu’da siyasal gelişmelere damgasını vurmaktadır. Bu durum, özellikle Rojava’da savunulan 3. yol meselesinde bir kırılma olmaz. Bu doğrultuda kaldıkları sürece demokrasiden, özgürlükten yana olan milyonların desteğini alacaklardır. Bunu daha iyi anlatmak, propaganda etmek lazım. Gelecek bizimdir evet ama bunun nasıl bizim olduğunu gösterme sorunuyla karşı karşıyayız. Özellikle şovenizmin zehirlediği Türk işçi, emekçilerini örgütlemek lazım. Daha iyi çalışmak, daha somut çalışmak lazım.

09

Yaşasın komünistlerin birliği;

Sosyalist Yol ve Halkın Günlüğü birleşti! Gazetemiz Halkın Günlüğü ve Sosyalist Yol, yapılan ortak bir açıklama ile birleştiklerini kamuoyuna deklere ettiler. İki yayın bundan sonraki hayatına MLM'nin rehber alınması temelinde Halkın Günlüğü Gazetesi olarak devam edecek Gazetemiz Halkın Günlüğü ve Sosyalist Yol, bir süredir devam eden tartışmaların ardından birleşti. Yapılan ortak açıklamada, "Komünizm teorisi ve yöneliminin savunulması ve üretilmesi zemininde yayına başlayan; tarih yapmadaki rolleri devrimlerle ispatlanmış olan ezilen sınıfların çağımızdaki belirleyicisinin işçi sınıfı olduğu gerçekliğinde bilinci açık davranan ve bu temel perspektif doğrultusunda emperyalizm ve kapitalizmin iktisadi ve sosyal yıkımlarına maruz kalmaları nedeniyle kaderlerini işçi sınıfının kurtuluşuna bağlanmış olan geniş halk kitlelerinin uyandırılması, eğitilmesi ve sınıf çıkarlarının bilinciyle donanması ve örgütlenmeleri çabasında yayın yapan Halkın Günlüğü Gazetesi ile Sosyalist Yol Dergisi birleşmiştir." ifadelerine yer verildi. Her iki dergininde İbrahim Kaypakkaya'nın mirasçısı olduğu vurgulanan açıklamada, "Kaypakkaya’nın tezlerinin dogmatizmden özgürleştirilerek sürdürülmesi, ideolojik olarak Marksizm-Leninizm-Maoizm’in rehber alınması temelinde bundan sonra yayın hayatlarını Halkın Günlüğü Gazetesi olarak devam ettireceklerdir." denildi. Açıklamada ortaklaşılan noktalara vurgu yapılarak, " Emperyalizm ve sosyo-ekonomik yapı tahlili, devrimin yolu, devrimin niteliği, sosyalizm anlayışı, ulus, inanç, cinsiyet,

ekoloji, enternasyonalizm, cephe, birlik ve eylem birliği, örgütlenme vb. daha birçok başlık yaptığımız değerlendirme konularındandır. Elbette yapılan birlik çelişkisiz bir birlik değildir. Birçok noktada ortaklıklarımız olmasına rağmen tali düzeyde olan farklılıklarımız da mevcuttur. Fakat bu farklılıklarımız birleşmemizin

önünde engel teşkil edecek düzeyde görülmemektedir. Her iki yayın olarak bu farklıklarımızı iki çizgi mücadelesi çerçevesinde yoldaşça sürdürmeye devam edeceğiz." denildi. "Dergilerimizin gerçekleştirdiği bu birlik, kolektif iradelerimizin son kırk yılda Kaypakkaya’nın temellerini attığı ideolojik-siyasal hattında yürümeye çalışan güçlerin zaaflarının farkında olarak birleşirlerken, hiç kuşku yok ki birleşmeden önceki süreçlerde aynı zaman diliminde yaptıkları muhasebelerde ulaştıkları sonuçların belirleyici etkisi bulunmaktadır." ifadelerine yer verilen açıklama şu şekilde sonlandırıldı; "Halklar hapishanesine dönüştürülmüş Ortadoğu sathında devrimci olanakların ortaya çıktığı bu koşullarda, işçi sınıfı ve halk kitlelerinin özgürleştirilmesi yönünden yararlanabilmek, gelişmenin hızını doğru hesap etmekle orantılıdır. Bu bakımdan işçi sınıfı ve ezilen halkların

kurtuluşu mücadelesinde özne olanların mevzilerindeki istikamete uygun güçlerini birleştirmeyi başaramamaları durumunda sürecin sonunda onunla yüzleşme fırsatından mahrum kalacakları da güçlü bir olasılıktır. Özetle, dergilerimizin birleşmesini sağlayan temel faktörler yukarda sıraladığımız ideolojik-siyasal çizgi kesişmesi temelinde olurken, gerçekleştirdiğimiz birlik, içinden geçtiğimiz bugünkü tarihsel süreçte daha da anlam kazanmaktadır. Tarih sahnesine çıkışları “çocukluk” evreleriyle ilişkide birçok hatalar yapması anlaşılır olan tüm devrimci öznelerde tecrübe edilmiş bir süreç olsa da, açıkça ifade etmek gerekir ki, ülkemizdeki devrimci hareketlerde ve özel olarak temsil ettiğimiz çizgide bu süreçler giderek dogmatik ve tasfiyeci bir niteliğe evirilmiştir. Bu gerçekliği bilince çıkaran her iki dergimizin iradelerinin son yıllarda yoğunlaştığı şey, dogmatizm olarak tanımladığı ideolojik eğilimin inşacısı olan “hukuksal” engeli aşmak olurken; nihayet bu engeli aşmayı başarmış olmamız, kolektif aklımızın bilimle daha doğrudan bir ilişki kurmasının fırsatını ortaya çıkarmış oldu. Devrimin kitlelerin eseri olduğu gerçekliğine uygun olarak dikkatimizi devrimin ileri unsurlarıyla birleşme ve kitlelerle nitelikli buluşmada yoğunlaştırmamız günün görevlerinden birisidir. Attığımız bu adımın yarattığı yeni umudu, çeşitli milliyetlerden halkımıza ve tüm devrimci dinamiklere armağan ediyoruz. Kaypakkayacı geleneğin azımsanamayacak bir birikimi bulunmaktadır. Yaptığımız bu birlik aynı zamanda akmakta olan devrim nehrinin kıyısından ayrılmayan, konuşulduğunda onun bir yerinde adı-sanı olan, her devrimci birey ve yapıya bir çağrıdır."


10

röportaj

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

MKP: “Halkların Birleşik Devrim Maoist Komünist Partisi (MKP) olarak, birleşik mücadele ve bu temelde oluşturulan tüm birlik platformlarına; doğru-yanlış temelinde yoldaşça ideolojik mücadele, bütün tecrübelerin karşılıklı paylaşılması, örgütsel-politik irade, eylem birliği ve de sürekli olarak merkezi ilişkilerin devamı perspektifiyle yaklaşmaktayız. Ve inanıyoruz ki, ajitasyon ve propaganda da serbestlik, eylemde birlik anlayışıyla devrimci-demokratik mücadeleyi daha fazla geliştireceğiz 12 Mart’ta ilan edilen HBDH içerisinde yer alan MKP ile ANF bir röportaj gerçekleştirdi. MKP adına Kinem Yıldız’la yapılan kapsamlı röportajı kısaltarak yayınlıyoruz Neden birleşik mücadele? Devrim mücadelesi ya da onun bir parçası olan tek tek ya da yerel mücadeleler sürekli birlik, eylem birliği, cephe, ittifak gibi politikaları ve bu noktada yürütülen tartışmaları dünden bugüne daima canlı tutmuştur. Devrim ile karşı devrim arasındaki mücadelede bu tartışmalar devrimci mücadelenin bir ihtiyacı olarak sürekli gündemleşmiştir. Ve daha iyisini nasıl yapabilirize cevap olarak da daha da gündemleşecektir. Bu tartışma ve ihtiyaç keyfi bir şey değildir. Devrim isteyen, radikal değişiklik isteyen ve bu düzenin-sistemin değişmesini isteyen milyonların arzusu ve ihtiyacıdır. Ne var ki milyonlar dağınıktır. Örgütsüzdür ya da politik hareketlerin-örgütlerin çevresindedir. İşte ihtiyaç buradan çıkmaktadır. Politik hareketleri ortak düşmana karşı bir araya getirmek, dağınık olan kitleleri toparlamak ve daha etkin ve güçlü bir mücadeleyle (aynı zamanda çok yönlü mücadeleyle) sonuç alıcı hamleler yapma… Bu başarıldığı oranda TürkiyeKuzey Kürdistan devrimci hareketinin tek tek müfrezelerinin bugüne kadar yapmaya çalıştığı ama yetersiz kaldığı-başaramadığı şeye ulaşmak daha olanaklı ve mümkün olacaktır.

Maoist Komünist Partisi’nin birlik çalışmalarındaki çabaları şu ana kadar nasıldı? Bu açıdan baktığımızda Partimiz Maoist Komünist Partisi yıllardan beri birleşik mücadelenin, cephe siyasetinin stratejik önemine vurgu yapsa da ve bu noktada çeşitli girişimler ve pratik adımlar atılsa da deneyim-tecrübe anlamında olumlu, fakat sonuç alıcılığı açısından yetersiz kaldığını

kabul etmektedir. Tarih açısından bakıldığında; İbrahim Kaypakkayaların, Mahir Çayanların, Deniz Gezmişlerin, Mazlum Doğanların pratik tutumları veridir. Yan yana gelip ortaklıklar oluşturmasalar da yaptıkları eylemler ve düşünsel yaklaşımları birleşik mücadelenin tohumlarını atar niteliktedir. Bundan dolayı devrimci hareketlerin hem teorik hem de pratik olarak üzerinde yükseldikleri zemin vardır hem de oldukça güçlüdür. Bugüne kadar elde edilen deneyim ve tecrübeyle ve de devrim ile karşı devrim arasındaki mücadelenin geldiği aşama ve aldığı boyut düşünüldüğünde bu zemin daha da güçlüdür. Belirtmek gerekir ki, devrim ile karşı devrim arasındaki mücadelede bir tutumtavır geliştirirken ve ona yönelik siyaset belirlerken gerçeğe yakın belirlemeler yapmak gerekmektedir. Ve bu önemlidir. Doğruya yakın tespitler yapılmadığında, doğru siyaset de belirlenemez ve doğru konumlanma da gerçekleştirilemez. Yetersizlikleriyle, eksiklikleriyle ve olumlu yanlarıyla dünden bugüne kadar oluşturulan ortaklıkları, eylem birliklerini ve cephe girişimlerini böyle ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Yani her olay ve olgu, ortaya çıkan ihtiyaç ve girişim kendi tarihsel koşulları içinde ele alınmalıdır. Bu tarihsel gerçeklikten kopuk ele alınan belirlemeler ve bu belirlemelere denk düşen örgütlemelerin toplumda bir karşılığı olmamaktadır.

Peki neden böylesi bir birlikteliğe ihtiyaç duyuldu? Devrimci-sosyalist-yurtsever hareketin, legal demokratik siyasette geliştirdiği birleşik mücadele-ittifak politikası devrim mücadelesinin bazı sorunlarına-çelişkilerine cevap olmakla birlikte bütünü karşısında yetersiz kalmaktadır. Bunun nedeni, kendisini sınırlayan hukuksal bağlayıcılığı, egemen sistem içindeki resmiyetidir. Bu açıdan legal demokratik siyasetten daha fazlasını beklemek anlamsız olacaktır. Ve o görevi, yani daha fazlasını yapabilecek olan, silahlı devrim mücadelesini esas alan devrimci-sosyalist-yurtsever hareketin elinden almak, onları anlamsız kılmak olacaktır. Legal demokratik siyasetle devrim yapılamayacağı mücadele tarihinin öğrettiği bir gerçektir. Legal demokratik siyaset bazı iyileştirmeler, reformlar elde edebilir fakat silahlı ve örgütlü ceberut devlet ve sistemi

yıkabilecek bir rolü yoktur. Ve buna göre konumlanmamıştır da. Hukuksal- yasal çerçeve ve “resmiyeti” bu sınırlılığı anlatmaktadır. Legal demokratik siyaset kendine alan bulduğu oranda ihtiyacın bir bölümünü karşılamaktadır. Unutulmamalı ki ancak kendine alan bulduğunda kendini ifade edebilmektedir. Ve yarın bu alan kapatıldığında-ortadan kaldırıldığında bu siyaset alanı da eskisi gibi var olmayacaktır. 12 Eylül gibi darbelerin yaşandığı ve koyu faşist gericilik yılları buna örnektir. Burada şu soru sorulabilinir: Legal demokratik siyaset devrim mücadelesini sonuca ulaştıracak olanak-araç-yöntem ve biçimlerine sahip değilse bunu kim yapacak? İşte, stratejik dediğimiz meselede burada. Bunu yapacak olanlar, sonuca gitmede hiçbir engel tanımayan, buna göre örgütlenmiş ve konumlanmış araçlar olmalıdır ki, esas kazanımlar elde etmek ve kazanılan mevzileri korumak mümkün olsun. Bahsettiğimiz araçlar illegal temelde örgütlenmiş silahlı mücadeleyi savunan ve yadsımayan devrimci parti ve örgütlerdir.

Birleşik mücadele ne gibi sonuçlar ortaya çıkaracak? Partimiz devrim- sosyalizm mücadelesi gibi milyonları yakından ilgilendiren bir meselenin, bir partinin ve bu partinin etrafında örgütlenmiş militanlarla değil, partimizin etki alanı dışındaki milyonların da katılmasıyla olanaklı olduğunu savunmaktadır. Devrim kitlelerin eseridir. Partilerin değil. Bizlerin düzen sınırları içine hapsedilmiş, düzen partilerinin peşlerine takılmış milyonları da yanımıza çekmemiz zorunludur. Ve devrimi yapacak olan kitlelerin devrimi sürdürmeleri de bir o kadar önemlidir. Biliyoruz ki, nasıl ki bugün dev-

rim isteyen kitleler kendilerini politik bir örgütle ifade ediyorlarsa, yarın da kendilerini politik bir örgütle, fikirle ifade edeceklerdir. Yani bizim düşündüğümüz gibi düşünmeyeceklerdir. O zaman onları kovacak mıyız? Hayır. Kendi renkleriyle devrime katılmalı, daha iyisini yapmak ve devrimi ileri taşımak için kendisini devrim sonrası da örgütleyebilmeli- fikirlerini savunabilmelidir. Biz buna proletarya ve emekçiler devleti/demokrasisi demekteyiz. Böylesi bir devletle, böylesi bir demokrasiyle devrimi ilerletebiliriz. Bundandır ki, bugünden bu renkleri kabul etmek, birlikte çalışmak, ortak yürümeyi geliştirmek zorunlu. Birlikte mücadele etmeli, birlikte başarmalı, birlikte yürütmeli ve birlikte ilerlemeliyiz. Esasımız şudur; devrim hedeflenmeli-komünizme kilitlenmelidir. Burjuva devlet aygıtı zor gücüyle paramparça edilmelidir. Diyalektik ve tarihsel materyalist bilim ve komünizm ideolojisi esas alınmalı ve yol göstermelidir. Devrimi yapmada ve devrimin ilerletilmesinde kitleler seferber edilmelidir. Bu esaslar hedeflediğimiz proletarya ve emekçiler devletinin içeriğidir. Böyle bir perspektif bugün ele alındığında birleşik mücadelenin önemi ve stratejik olarak yeri daha iyi anlaşılır.

Bugünün mücadele açısından önemi ve özelliği nedir? Öncesi olmakla birlikte, emperyalist-kapitalist ekonomi politikaların istemlerine yeterli düzeyde cevap veremeyen faşist Türk devleti, diğer yarı sömürgeler gibi yeniden yapılandırılmanın programına dâhil edilerek ve aktör olarak dizayn edilen AKP eliyle bir sürecin içine sokuldu. %99’u Müslüman olan bir toplumda, dini sürekli canlı tutarak yürütülen bu süreçte,


16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

röportaj

11

Hareketi milyonların özlemidir” egemenler arasındaki çelişkide öne çıkan ve ayak direyen kesimlere karşı Ergenekon, Balyoz vb. adı altında yürüttüğü tutuklamalar ve bu tutuklamalarla birlikte “sivilleşme” propagandaları, darbelere karşı tepkisi olan kitlelerin olumlu yönde dikkatini çekerken, demokrasi mücadelesinin konularından olan Kürt sorunu, Alevilik sorunu, aydın-sanatçılar sorunu gibi birçok sorunun “çözüm” için oluşturduğu çalıştaylarda “demokratikleşme” argümanıyla geniş şekilde kitlelere sunuldu. Bunun dışında AB’ye üyelik adı altında çıkarılan uyum yasaları Avrupa’ya özenen aydınların ve kitlelerin desteğini aldı. Tüm bu ve benzeri adımlar en geniş şekilde kamuoyuna sunulurken, hükümet olan AKP, süreç içinde halk desteğini de ardına alarak iktidarlaşmada büyük olanaklar elde etti ve rakiplerine karşı büyük bir üstünlük sağladı. Üstünlüğünü sağlamasında büyük etkenlerden biri de; “barış ve çözüm” adı altında Kürt Ulusal Hareketi ile kurduğu ilişkidir. Bu, çatışmasız bir ortamın oluşmasına zemin sunarken, iktidarlaşmada rakiplerine karşı daha güçlü hamleler yapmasına da fırsatlar sundu. “Demokratikleşme”, “çözüm” vb. argümanlarla büyük bir manipülasyon hamlesi de yürüttü. Ne var ki, dini argümanların ve dini ritüellerin canlı tutulması kendini laik olarak adlandıran toplumu karşı karşıya getiren bölünmeye götürdüğü gibi, toplumun yaşam tarzına müdahaleyi de gündeme getirerek hoşnutsuzlukların artmasına zemin sundu. Bunun dışında tek başına hükümet olmanın ve tek başına yasa çıkarmanın avantajıyla ekonomik çıkarları doğrultusunda yasalar çıkararak uygulamaya soktu. Özelleştirme adı altında tüm kamu iktisadi teşebbüslerini sermayeye sattı. Kentsel dönüşüm adı altında sermayeye yeni rant kapıları açtı. Doğayı tahrip eden, coğrafyayı yaşanmaz hale getiren HES gibi projeleri zor kuvvetiyle uyguladıuygulamaya devam ediyor. Dindar gençlik yaratma hedefiyle eğitim müfredatlarını değiştirdi. Kadını eve ve eşe bağlayan, köleliğini meşrulaştıran uygulamaları yeni yeni yasalarla pekiştirdiği gibi, kadına yönelik şiddeti arttıran-teşvik eden yasal düzenlemeleri-uygulamaları savundu. İşçi-emekçi kesime yönelik sömürüyü arttırdığı gibi çalışma güvenliğine yönelik işvereni koruyan düzenlemeler yaptı. Köylü çiftçinin üretemez hale gelmesine ve toprağını terk ederek kentlere göç etmesine neden olan tarım politikalarını hayata geçirdi. Bu ve benzeri politikalar toplumun tüm kesimlerinde tepkilerin birikmesine ve sokağa yansımasına neden olurken, şiddet ve zoru kullanmakta eskileri aratmayan bir yönelimi sergilemekten geri durmadı. Hakkını arayan ya da bu uygulama ve politikalara karşı çıkan kesimleri de “marjinal” vb. tanımlarla teşhir

de yitirmekte ve zayıflamaktadır. Üçüncü neden ise; Erdoğan-AKP iktidarının dış politikada izlediği yolun emperyalistleri rahatsız ettiği ve çeşitli biçimlerde bunu dışa vurduğu gerçeğidir. Dördüncü neden ise; Kürt Ulusal Hareketi’nin devrimci mücadelesinin esasta Kuzey Kürdistan’da olmak üzere Rojava’da da faşist devleti içinden çıkılamaz bir sürece soktuğu, devletin Kuzey Kürdistan’da kontrolünü yitirdiği ve uluslararası alanda teşhir ettiğidir. Beşincisi ise; yaşam tarzından, barınma hakkına, mahallesinden nasıl düşüneceğine, inancından işine, neyi-nasıl eleştireceğinden nasıl konuşacağına ve eğitimine kadar müdahaleyle karşı karşıya kalan kitlelerin hoşnutsuzluğunun giderek artması, Gezi-Haziran Başkaldırısı gibi ayaklanmaları hazırlayan tekçi faşist politikaların alttan alta öfke biriktiriyor olmasıdır. etmeye, demokratikleşme önünde ayak direyenler olarak lanse etmeye ve toplumu algı operasyonlarıyla bölmeye çalıştı. Ve gün geçtikçe de bunu boyutlandırarakgenişleterek yaptı, yapıyor.

AKP-Erdoğan iktidarının özellikleri ve HDBH’nin bu kliğe karşı mücadelesinin özellikleri neler? Devlet içindeki egemenlik savaşında Erdoğan-AKP kliği tek başına hükümet olmanın ve yasa çıkarmanın avantajıyla iktidar koltuğuna oturdu ve kendine rakip gördüğü tüm kesimleri tasfiye etmek, tasfiye edemediğini de baskı altında tutmak için burjuva yasalara meydan okurcasına pratik yönelime girdi. Burjuva siyaset alanında dahi kendisini, siyasetini, politikasını eleştiren her kesime baskı uyguladı, uygulamaya da devam ediyor. Toplumsal muhalefete karşı da en barbar baskı ve şiddeti de kullanmaktan geri durmamaktadır. Gelinen aşamada bunun dozajını arttırarak ‘Ben bilirim, ben yaparım, siz de uyun’ demektedir. 7 Haziran öncesine kadar “barış-çözüm” adı altında oyaladığı Kürt ulusuna ve hareketine 24 Temmuz’dan sonra katliamlar eşliğinde saldırıya geçti. Bu anti-demokratik, dozu giderek artan faşizme karşı sesini yükselten aydın-akademisyenlere dahi tahammül edemeyerek hedef tahtasına oturttu. İşçiler, emekçiler, köylüler, gençler ve kadınlar da bu saldırılardan nasibini alırken her türlü faşizan baskı uygulanmaya devam ediyor. Tüm bu uygulama ve yönelimin dozu gittikçe arttırılan faşizmin, oluşturulmaya çalışılan daha koyu faşist diktanın bir nedeni vardır. Ve bu nedenler devrimci harekete birleşik mücadele için büyük bir zemin sunmaktadır.

Nedir bunlar? 7 Haziran Genel Seçimleri gösterdi ki, Erdoğan-AKP iktidarı kitle desteğini kay-

betmektedir ve kitlelerin hoşnutsuzluğu artmaktadır. Seçim sonuçlarına bakıldığında, AKP’nin tek başına hükümet kuracak desteği bulamadığı anlaşılıyor. İktidara yeni oturan ve iktidarını pekiştirmek isteyen Erdoğan-AKP kliği, iktidardan düşmenin yalnızca siyaset sahnesinden silinme anlamına gelmeyeceğini, aynı zamanda uyguladığı ekonomik-politika, yolsuzluk, adaletsizlik vb. nedenlerden dolayı da kendilerinden ağır hesap sorulacağını da bilmektedirler. Bu gerçekler Erdoğan-AKP kliğini korkutmakta ve tedirgin etmektedir. Olanaklar olmasına rağmen 7 Haziran sonrası koalisyon yapma konusundaki oyalama tavırları ve bu süreçte azgın bir şekilde yürüttükleri faşist-katliamcı uygulamalar topluma ‘Ben yoksam siz de yoksunuz’ mesajıydı. Bu saldırılar eşliğinde korku cenderesine sokulan toplumla 1 Kasım seçimlerine girmeyi hedefledi. Amacı, her yol ve yöntemi uygulayarak 1 Kasım Genel Seçimleri’nde tek başına hükümet olmak ve iktidarını pekiştirmek için kaldığı yerden devam etmektir. 1 Kasım seçimlerinde istediği sonuca ulaşmış görünüyor. Bu seçim sonuçları korku iklimine sokulan, terörize edilen ortamda toplumun istemeye istemeye verdiği oylardı. Yaşamda da karşılığı yoktur. 7 Haziran seçim sonuçları Erdoğan-AKP iktidarının aldığı desteğin gerçek göstergesidir ve bu destekle hükümet olmak imkânsızdır. 1 Kasım seçim sonuçları ise gerçeği yansıtmamaktadır. Bunun farkında olan Erdoğan- AKP iktidarı, saldırılarını arttırarak toplumu cezalandırmakta, sindirmeye ve baskı altına almaya çalışarak faşist iktidarını baskı ikliminde kalıcılaştırmaya çalışmaktadır. Bu birinci nedendir. İkinci neden; 7 Haziran seçim sonuçları ve sonrasındaki gelişmeler de gösterdi ki, AKP iktidarı kendi içindeki bütünselliğini

Halkların Birleşik Devrimci Hareketi’nin kurulması önemli bir hamle. Peki bu hamle ile kısa, orta ve uzun vadede ne gibi sonuçlar ortaya çıkacak? Emperyalist-kapitalist paradigma ve onun bileşenleri olarak faşizm ve tüm gericiliklere karşı halk kitlelerinin tarihsel ve güncelde özlemle umut ettiği birleşik mücadele, somutta adımını attığımız Halkların Birleşik Devrim Hareketi, ezilen ve sömürülenler cephesinden devrimci-demokratik bir hamledir. Maoist komünistler olarak, eylem birliklerine taktiksel ve günübirlik değil, stratejik ve uzun erimli bakmakta ve ele almaktayız. Stratejik birleşik mücadele ve devrimci savaş halkların çıkarınadır ve kitlelere hizmet etmektedir. Birleşik mücadele bağlamında Halkların Birleşik Devrim Hareketi; gönüllü ve tamamen demokratik devrimci hukuk kuralları çerçevesinde pratikleşmiştir. Bu düzlemde bütün tekçiliğe ve ötekileştirmelere karşı olduğunu ısrarla belirtmektedir. Maoist Komünist Partisi(MKP) olarak, birleşik mücadele ve bu temelde oluşturulan tüm birlik platformlarına; doğru-yanlış temelinde yoldaşça ideolojik mücadele, bütün tecrübelerin karşılıklı paylaşılması, örgütsel-politik irade, eylem birliği ve de sürekli olarak merkezi ilişkilerin devamı perspektifiyle yaklaşmaktayız. Ve inanıyoruz ki, ajitasyon ve propaganda da serbestlik, eylemde birlik anlayışıyla devrimci-demokratik mücadeleyi daha fazla geliştireceğiz. Sözün özü; kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz Halkların Birleşik Devrim Hareketi ile şimdi çok daha güçlü ve düşmanlarımıza çok daha büyük, sarsıcı darbeler vuracak ve devrim yürüyüşümüzü ilerleteceğiz.


16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Gelecek gericiliğe emanet, proleter Dünya emperyalist gericiliğe emanet ve onun malı olmadığı gibi, sadece onun tarafından belirlenen ve yönetilen gelişmelerle de sınırlı değildir, olmayacaktır. Yalnızca gericiliğin belirlediği gelişme ve gündemler dönemi sonsuz değildir, sürmeyecektir de. Dünya proletaryası, halkları ve ezilen mazlum ulusları dünyadaki gelişmelerde rol ve iradelerini ortaya koyarak “biz de varız” diyecek ve iradelerini-güçlerini ortaya koyarak gericiliğin hesaplarını ve mutlak egemenliğini bozacaktır. Aynı şey coğrafyamızda da geçerlidir, yaşanıyor, yaşanacaktır. Sadece Erdoğan/AKP güruhunun belirlediği ve yönettiği bir gündem ve gelişmeler dönemi büyük bir hayaldir. Kürt ulusunun direniş ve mücadelesi, komünist ve devrimci hareketin direniş ve mücadeleleri, Sosyalist Halk Savaşı mevzileri ve birleşik devrim hareketi gibi dinamikler elbette gündem ve gelişmeleri belirlemede rol oynayacak, Erdoğan/AKP sultasının mutlak hakimiyetini kırmıştır, kıracaktır Emperyalist dünya gericiliği neredeyse halkların aldığı nefese kadar her şeyi ve yaşanan tüm gelişmeleri kontrol etmekte, gelişmeleri yöneterek tayin etmektedir. Ki dünya sathında yaşanan gelişmeleri belirleyen de esasta bu gericiliktir. Savaşlara, barışlara, krizlere, halkların yaşamı ve ulusların kaderine, çocukların ölümlerine, kadınların metalaştırılmasına, yoksul dünya çocuklarının kansız burjuvazinin organ sağlayıcısı veya yedek parça kasası haline getirilmesine kadar hemen her şeye emperyalist gericilik ve varsıl sınıflar karar vermektedir. Doğadan insan yaşamına kadar her türlü yıkım, tah-

ribat, zulüm ve kıyım yine bunlar tarafından yönetilip yürütülmektedir. Yaşanan savaşların sebebi ve bizzat yürütücüleri, bu savaşların tüm yıkıcı ve kıyımcı sonuçları bizzat emperyalist haydutluktur. Milyonlarca göçmen ve ölüm, on binlerce kayıp insan ve çocuk aynı gericiliğin hegemonik çıkarlar uğruna halklara dayattığı ve reva gördüğü acılardır. Bu gericiliğin her açıdan tasfiye edilip yoksul dünya halklarının ve son tahlilde tüm insanlığın özgürleştirilmesi zorunludur. Bu tarihsel görev devrimci sınıf ve geniş halk kitlelerinin mücadelesiyle yerine getirilebilir. Emperyalist dünya gericiliğinin bir uzantısı durumundaki Türk hakim sınıfları devleti de küresel gericiliğin barbarlığını sadakatle ve koyu tonda temsil edip sürdürmekten geri durmamaktadır. Irkçı-tekçi faşist diktatörlük altında Türkiye-Kuzey Kürdistan’ı bura halkları, ezilen mazlum ulus ve azınlıkları için adeta bir açık hapishaneye çeviren faşist Erdoğan/AKP iktidarı, Kürt ulusuna karşı azgın bir kıyım uygularken, muhalif tüm sesleri ağır bir baskı diktası altında ezmektedir. Devrimci halk güçlerine karşı başvurduğu faşist saldırganlık ve savaş bir yana, ülkede muhalif olan tüm aydın, yazar, akademisyen, sanatçı, bilim adamı ve hatta belediye başkanları, milletvekilleri ve siyasi partilerin bile can güvenliği ciddi bir tehdit ve risk altındadır. Ki, Amed Baro Başkanı Tahir Elçi’nin katledilmesi, İstanbul gibi büyük şehirlerde kadın militanların evlerde yargısız infaza tabi tutulması, HDP’li onlarca belediye başkanının tutuklanması, burjuva TV ve gazetelerin basılıp kapatılması, gazetecilerin hapsedilmesi en yakın örnekler olarak toplumun belleğinde taze durmaktadır. Kuzey Kürdistan’da tank-top ve ağır ateşli silahlarla yakılıp yıkılan-yerle bir edilen kentler, paramparça edilen insan bedenleri, acımasızca kurşunlanan çocuklar, cesetleri buzluklarda korunmak zorunda kalınan çocuklara reva görülen ölümler, Kürt kadın direnişçilerin cesetlerinin çıplak teşhir edilmesi, erkek direnişçilerin cesetlerinin tankların arkasına bağlanarak sokaklarda sürüklenerek teşhir edilmesi gibi azgın faşist terör ve soykırımın sürmekte olan

uygulamaları olarak emekçi halk kitlelerinin öfke gerekçelerini büyütmektedir. Unutulmamalıdır ki, gericiliğin döktüğü kan eninde sonunda onu boğacaktır…

Emperyalist gericilik devrimci yolla yıkılmak zorundadır Evet, dünya sistemine emperyalist barbarlar egemendir, onlar niteliğini bu sisteme vermektedir. Devlet denen baskı kurumu gerici sınıfların elindedir. İktidarda onlar olup onlar yönetmektedirler. Bunların gerici dünyasında gelişmeleri bunlar belirlemekte, planlayıp uygulamaya koymaktadırlar. Yaşamın başlı başına bir direniş olduğu bu dünya, yoksul halklar ve mazlum ulus ve azınlıklar için çekilmez olduğu kadar, emperyalist gericilik ve bilumum gericilikler altında sürdürülemez bir sistem, bir yaşamdır da. O halde açık ki, emperyalist dünya sistemi ve bütün

türevi iktidarlar devrimci yolla yıkılıp tarihe gömülmek zorundadır. Devrimci dünyanın önündeki görev budur. Dünya gericiliğinin yerle bir edilmesi, yoksul halkların acılarına son vermekte ve insanlığın özgürlük yürüyüşünde bir zorunluluktur. Milyonların kaderlerini ellerine almak üzere ayağa kalkması dünya gericiliğinin tasfiye edilmesi için yeterlidir. Bunda proleter devrimcilerin rolü tayin edicidir. Devrimci halk kitlelerinin gerici iktidarları yıkmak üzere ayağa kalkması proleter devrimcilerin ciddi bir mücadele ve savaş pratiklerinin eseri olacağı gibi, bu mücadeleye paralel olarak gerici sınıf iktidarlarının siyasi teşhiri ekseninde geniş halk kitlelerinin aydınlatılarak örgütlenmesi vazgeçilmez bir görev olarak yürütülmek durumundadır. Devrimin kitlelerin eseri olduğu unutulamaz. Tam da bu zeminde Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası devrimci hare-


perspektif

devrimcilere men edilmiş değildir!

ketinde yaşanan gelişme dikkat çekicidir. Devrimci savaş ve mücadelenin geniş dinamikleriyle buluşturulması ve bu dinamiklerin ortak mücadele pratiği içinde birliktelikte hareket ederek bu birliklerini kurumsallaştırılması umut verici bir gelişme olarak gündeme düşüp yükselmektedir. Devrimci mücadele ve savaşın geliştirilmesine dönük ele alınan bu güç ve eylem birliği niteliğindeki birleşik mücadele hareketi, gerici dünyanın halk düşmanı sınıf egemenliğine karşı ezilen devrimci dünya cephesinden yükselen bir yanıt niteliğiyle anlam kazanmaktadır. Yoksul dünya halklarına umut taşıyan bu gelişme, gerici dünyaya karşı ilerici dünyanın da var olduğunun kanıtıdır. Yani, dünyanın gericiliğe emanet olmadığı gibi, dünyadaki gelişmelerin salt gericiliğin insafına terk edilmediğinin de göstergesidir. Kuşkusuz ki, dünyadaki gerici egemenliğe koşut olarak devrimci güç ve

irade de var oldu, var olageldi. Ancak bu irade özellikle Türkiye-Kuzey Kürdistan sınıf hareketi şahsında örgütsel güç bakımından ciddi erimelere, dağınıklıklara ve parçalanmışlıklara tanık olarak zayıfladı. Dolayısıyla bu zayıflama seyrinde özellikle azgın faşist terör diktası olarak büyük saldırganlıklar sergileyen Erdoğan/AKP güruhuna karşı ciddi bir varlık ve savaş pratiği ortaya koyamadı. Dünyayı ve özelde de coğrafyamızı kendine ait bir bahçe olarak görüp istediği gibi at koşturacağını sanan gericilik ve Erdoğan/AKP gericiliği, bir dizi direniş, mücadele, isyan ve muhalefetle rakipsiz bir dünyada-bir coğrafya da yaşamadığına uyanmıştır esasta. İşte bugün devrimci mücadele ve devrimci savaş cephesinden kaldırılan direniş ve birleşik mücadele yumruğu, gericiliğin rakipsiz bir dünyada yaşamadığını coğrafyamızdan bir kez daha haykırma anlamı taşımaktadır. Kamuoyuna deklare

edilen bu birleşik mücadele hareketi kuruluşu daha kuruluşundan başlayarak hakim sınıflara korku saldı. Ankara-Kızılay’da gerçekleştirilen canlı bomba saldırısı bu oluşumla hiçbir alakası olmadığı halde Erdoğan/AKP iktidarı tarafından eylemin sorumlusu olarak ima edilmektedir. Bu, yaşanan korkunun yansımasıdır. Dün olduğu gibi bugün ve yarın da devrimci ve komünist güçler gericiliğin her gelişmeyi mutlak biçimde belirleyip yönetmesine izin vermeyecektir. Unutulmamalıdır ki, tüm maddi değerleri üreten proletarya ve geniş emekçi halk kitleleri üretimden gelen gücünü kullanarak “üreten biz, yöneten de biz olacağız” diyerek gericiliğin tekerleğine çomak sokacak, gelişmeleri kendisi belirleyerek yönetecektir. Bugünden de gericiliğin her hesabının tutmadığı, her planının uygulanma şansı bulmadığı, strateji ve planlarının halkların direniş ve mücadelesiyle karşılanıp geri püskürtüldüğüne tanık olmaktayız. Baskı ve katliamların pervasızca tırmandığı ve yaşamın çekilmez hale geldiği ağır baskı şartlarında isyanın yeşermesi, dolayısıyla devrimci durum ve dalganın kabarması kaçınılmazdır. Bu uzak ve soyut bir durum değil, nesnel toplumsal gerçektir. Nicel birikimlerin nitel patlamalara yol açması diyalektiği ne kadar bilimsel ve gerçekse, uygulanan ağır baskı, katliam ve zulme karşı direniş ve isyanın yükselme öngörüsü de o kadar bilimsel ve gerçektir. Faşist Erdoğan/AKP güruhunun baskı ve katliamları giderek yoğunlaşırken, hiçbir tahammüle sığmayan evreye ulaşmıştır. Bu süreç şimdiden ciddi direniş ve isyanla karşılanırken, bu isyan ve direnişin daha da büyüyüp derinleşmesi kaçınılmazdır. Bu direniş ve isyanın salt Kürt ulusuyla sınırlı kalacağını sanmak ise, toplumsal süreçlerden, devrimci halk kitlelerinin değer ve duyarlılıklarından bihaber olmak demektir.

Gelişmeleri belirleyecek olan topyekun devrimci mücadele cephesi olacaktır Dünya emperyalist gericiliğe emanet ve onun malı olmadığı gibi, sadece onun tarafından belirlenen ve yönetilen gelişmelerle de sınırlı değildir, olmayacaktır. Yalnızca gericiliğin

belirlediği gelişme ve gündemler dönemi sonsuz değildir, sürmeyecektir de. Dünya proletaryası, halkları ve ezilen mazlum ulusları dünyadaki gelişmelerde rol ve iradelerini ortaya koyarak “biz de varız” diyecek ve iradelerini-güçlerini ortaya koyarak gericiliğin hesaplarını ve mutlak egemenliğini bozacaktır. Aynı şey coğrafyamızda da geçerlidir, yaşanıyor, yaşanacaktır. Sadece Erdoğan/AKP güruhunun belirlediği ve yönettiği bir gündem ve gelişmeler dönemi büyük bir hayaldir. Kürt ulusunun direniş ve mücadelesi, komünist ve devrimci hareketin direniş ve mücadeleleri, Sosyalist Halk Savaşı mevzileri ve birleşik devrim hareketi gibi dinamikler elbette gündem ve gelişmeleri belirlemede rol oynayacak, Erdoğan/AKP sultasının mutlak hakimiyetini kırmıştır, kıracaktır. Ne var ki, gericiliğe karşı devrimci irade ve otoritenin daha da geliştirilip siyasi-askeri nüfuza kavuşturulması şart ve ihtiyaçtır. Gündeme etkide bulunan konumdan çıkıp gündemi belirleme ve tamamen hakim olma hedefiyle hareket etmek zorunludur. İşte bunun için sınıf mücadelesi ekseninde devrimci savaşın geliştirilmesi gereklidir. Devrimci savaşın geliştirilmesi salt gündemi belirleme biçimselliği içinde ele alınamaz elbette. Siyasi iktidarın ele geçirilmesi, gerici sınıfların devrimci yoldan tasfiye edilmesi temelinde de savaşın geliştirilmesi elzemdir. Bu anlama günün esas görevi savaş kurumlarını geliştirmek ve kurumsallaşmayı derinleştirmektir. Dolayısıyla her aktivist bu görev temelinde militan ruhla hazırlanmalıdır. Devrimci durum ve siyasi gelişmelerin seyri devrimci savaş koşullarını hızla dayatmaktadır. Bundan kaçınmak tarihsel fırsatı kaçırmak ve devrim iddiasında geri düşmektir. Gericiliğe ve katliamcı saldırganlığına verilecek bir yanıtımız olmalıdır ki, bu yanıt devrimci sınıf savaşından daha geri bir yanıt olamaz, olmamalıdır. Çelişkiler son kertesine kadar keskin ve derinleşerek keskinleşiyor, saflar daha keskin biçimde netleşmeye doğru hırla ilerliyor. Beklenecek ve kaybedilecek zaman yoktur. Ya var olacağız ya da eriyip boşa akan sulara karışıp kaybolacağız! Durum bu kadar keskin, devrimci savaş görevi bu kadar acildir.


14

güncel haber

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Birleşik mücadele pratiği üzerine…

Nesnel koşullar açısından uygun olan devrimci durum gelişmemize olanak sunarken, devrimci bilinç ve demokratik kültürün gelişmesi de devrim toprağını sıkılaştırarak lehimize şartlar göstermektedir Sınıflar mücadelesi ekseninde gelişen her devrim süreci değişik ideolojik-siyasiörgütsel formata sahip parti ve örgütlerin varlığı zemininde parçalı mücadelelere tanık olur. Devrimci sınıf ve halk kitlelerini farklı ideolojik-siyasi kategorilerde temsil eden bu parti ve örgütler temsil ettikleri sınıf ve sınıf katmanlarının çıkarlarına uygun olarak siyasi iktidarı hedef alan devrim mücadelesi yürütürler. Bu devrim mücadelesi birçok devrimci kuvvetin bağımsız mücadelesine tanık olurken, bu mücadelenin ortak ana hedefi siyasi iktidarın devrimci yoldan ele geçirilmesinde kesişir ve bu temelinde genel bir anlam kazanır. Mücadelenin başlarında dağınık olan devrimci hareket yelpazesi mücadelenin gelişip ilerlemesiyle nispeten merkezileşme eğilimi göstererek belli başlı yapılarda odaklanır. Ancak bu gelişme aşamasında hala devrimci güç ya da mücadele öznelerinin dağınık mücadele realitesi ortadan kalkmaz. Hatta devrim ve sonrasına kadar da bu parçalı siyasi temsil durumu devam eder. Bu tamamen nesnel bir durumdur, nesnel durumun yansımasıdır. Dolayısıyla reddedilemez bir gerçekliktir. Ne var ki, devrimci hareket ve dolayısıyla devrimci mücadeledeki bu parçalı durum, mücadelenin belli aşamalarından itibaren mücadelenin öne sürdüğü ihtiyaçlar temelinde devrimde samimi ve bilimsel zeminde hareket eden güçlerin çeşitli biçimlerde olması kaydıyla ortak hareket ve birliklerine sahne olur. Bu da başka bir nesnellik ve zorunluluktur. Söz konusu ortak hareket ve birlikler devrimin mantığına uygun olmakla birlikte, devrimin ihtiyaçlarından doğan kaçınılmaz gelişmelerdir. Nitekim her şey belli ihtiyaçlara dayanır veya bu ihtiyaçların ürünü olarak yaşam bulur. Devrimde üst düzeyde temsil edilen ortak sınıf çıkarları ise, bu gelişme veya ortaklık ve birliklerin maddi zeminini oluşturur. Ortak çıkarlara sahip olan sınıf ve sınıf kesimlerine ait güçler bu ortak zemin temelinde devrimci mücadele ve siyasi ikti-

dar hedefinde doğru orantılı olarak bir araya gelir ve ortak mücadele zemininde buluşurlar. Ortak hareket zemini en genel manada devrimci mücadeledeki ortak paydalar temelinde açığa çıkar. Farklı ideolojik-siyasi ve örgütsel ilkelere, farklı siyasi çizgi, strateji ve taktik politikalara sahip olan tek tek her devrimci hareket, ortak düşman ve devrimin örtüşen görevleri zemininde demokratik normlar etrafında bir araya gelerek ortak mücadelelerde bulunurlar. Bu son derece olağan ve hatta zorunlu bir durumdur. Devrim mücadelesinde oluşan ortaklıklar veya birlikler stratejik bağlamda devrimci nitelik zemininde devrim hedefine bağlı gelişirken, taktik anlamda politik olarak devrimci olan veya devrimci rol oynayan demokratik, ilerici vb. güçlerle de ortak hareket ve birlikler biçiminde gelişmeler gündeme gelir. Politik bakımdan devrimci olan ya da devrimci rol oynayan demokratik güçlerle ortaklıklar, ittifak ve birlikler tamamen devrimin ve devrimci sınıfların çıkarlarına uygun olarak ele alındığından, bunların belli stratejik nüans ve kaygılarla reddedilmesi düşünülemez. Devrim, lehine olan her dinamiği, her gücü ve her hareketi kapsa-

yarak ilerler veya bünyesine alarak gelişir. Şayet devrimci hedef ve çıkarlarda bir ortaklık söz konusu ise, devrim bu ortaklıklar oranında mümkün olan birlikte hareketi ötelemeden sahiplenir. Her devrim kaygısı, istisnasız olarak devrim ve halkın çıkarına olan her gelişmeyi ve her dinamiği destekleyerek birleşmeyi benimser.

Stratejik kaygı devrim hedefi olmalıdır Eğer devrim bu zeminde hareket etmez ise, devrimci güçlerin birleşerek devrime yürümesi tasavvur edilemez. Halkların birleşik devrimci hareketi bu zeminde gelişerek inşa olur ve olunabilir. Proleter devrimcilerin asgari kaygısı esas olarak devrimin gerçekleştirilmesi hedefiyle sınırlı olmalıdır. Basit hesap veya grupsal kaygılar devrim kaygısının önüne geçemez, geçirilemez. Bu bağlamda proleter devrimcilerin halkların birleşik mücadelesini örüp geliştirmede kesin rol oynayarak tayin edici bir göreve sahip oldukları unutulmamak durumundadır. Devrim ve halkın çıkarları söz konusu olduğunda proleter devrimcilerin birleşik mücadele hattının örülmesinde atmakta

sakınacakları bir adım yoktur, olamaz da. Bireysel mücadele ile örgütlü mücadele arasındaki temel fark birebir olmasa da, esas itibarıyla devrimci güçlerin parçalı duruş ve mücadelesi ile ortak hareket ve mücadeleleri için de geçerlidir. Nasıl ki, bireysel mücadele zayıf ve başarısız kalmakla malul ise, bunun benzeri olarak parçalı ve dağınık mücadele de zayıf ve başarısız kalmakla yüz yüzedir. O halde proleter devrimci hareketin devrimci güçler şahsında devrimci halkların birleşik mücadelesini hayata geçirmede rol oynaması ertelenemez önemde bir görevdir. Birleşik mücadelelerin geliştirilmesinde belli çekince ve kaygıları öne çıkararak dağınık ve parçalı mücadele seyrini devam ettirmek siyaseten hata olmakla birlikte, tarihsel ve siyasi sorumlulukların da kötüye kullanılması demektir. Hedef veya yakın amaç devrim ise, demokratik şartlar hükmünde gerçekleştirilen birleşik mücadele hattı uğruna taktik politikada esneklik ve ortak zeminde buluşma zorunludur. Birleşik mücadele hattının geliştirilmesi tabi olarak değişik ideolojik-politik-örgütsel formatlara sahip devrimci sınıf güçlerini ihtiva eder. Bu anlamda farklı-


güncel haber

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

lıklar kaçınılmaz olarak vardır, olacaktır. Ne ki, farklılıklara paralel olarak ortaklıklar da vardır. İşte birleşik mücadele hattı bu ortaklıklar temelinde gelişen, gelişmesi gerekendir. Bunun aksine mutlak uyum veya belli bir hareketin hâkimiyeti esasına dayalı bir birleşik mücadele realitesi gerçek dışı olmakla birlikte, bir hayaldir de. Tüm farklılıklara rağmen ortaklıkların mevcut olduğu zemin esas alınarak belirli ilkeler ekseninde ve demokratik şartlara dayalı bir birleşik mücadelenin örülmesi mümkündür, ihtiyaçtır da. Birleşik mücadele zemini, ortaklaşan irade ve bağımsız siyasi irade ikilisinin uyumlu yürütülmesiyle olanaklı ve anlamlıdır. Siyasi iradenin bağımsızlığı ipotek edilemeyeceği gibi, ortak iradenin hiçleştirilmesi veya anlamsızlaştırılması da benimsenemez. Bu ikisi de birleşik mücadele realitesine aykırıdır. Birleşik mücadele zemini, her konu ve ilkede mutlak uyum ve birlik değil, ortak düşmana karşı mücadele ve devrim müşterekinde ortaklaşan görev ve mücadele paydalarındaki güç ve eylem birliği uyumudur. Bu anlamda birleşik mücadele zemininde birden fazla yapının bulunma gerçeği açıkken, bu yapıların herhangi birinin birleşik mücadele zeminine damgasını vurması düşünülemez. Bilakis hepsinin demokratik şartlarda ortaklaşan iradesi egemendir bu zemin ya da birlikte. Ve bu egemen olan, devrimin görevleri ve halkın çıkarları ekseninde vücut bulandır. Birleşik mücadele zemini bu şartlarda örüldükten sonra belli esneklikler ve hatta tavizler her bileşen açısından kaçınılmazdır. Ortaklaşmış irade dışında hiçbir dayatma ve imtiyaz kabul edilemez. Ancak, imtiyaz ve ayrıcalık meselesi keyfiyetle değil, bilinçli anlayış temelinde doğru kavranmak durumundadır. Demokratik şartlarda yürütülen tartışmalardan sonra varılan kararlar her bileşeni tam olarak ifade etmeyebilir. İrade tarafından çoğunluk esasına göre alınan kararlar bileşenin hepsi için esasta geçerli ve bağlayıcıdır. Her bileşenin karara şerh düşme hakkı bakidir. Mesele temel ilkeler düzeyinde bir soruna denk ise, bu tartışma farklı mecrada çözülebilir ki, temel ilkelerde sorun gören bileşen üyenin birlik zemininden kopma hakkı mevcut olup kopma gündeme gelebilir. Lakin bu hakkın hoyratça kullanılması, olur olmaz her ayrılığın temel ilke sorunu olarak addedilmesi, keyfi tutumlarla kopuş yolunun benimsenmesi de kolaycılık olarak kabul edilemez, tercih de edilemez.

kiye-Kuzey Kürdistan bütününde de emekçi halk kitleleri ağır bir baskı ve sömürü cenderesinden geçirilmekte, başta devrimci hareket olmak üzere her türden demokratik mücadele ve muhalefet yargısız infazlardan en ağır saldırılara kadar koyu bir faşizme maruz kalmaktadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasının Erdoğan/AKP güruhunun uyguladığı tekçi ırkçı-faşist terör maharetiyle kelimenin tam manasında bir kan gölüne çevrildiği ve adeta bir halklar hapishanesi haline getirildiği tarihsel bir kesitten geçilmektedir. Tek adam diktası altında muazzam bir baskı, ağır bir sömürü, büyük bir vahşet, canavarca katliamlar, amansız bir milli baskı ve soykırım uygulanmaktadır. Faşizm hiçbir sınır tanımadan en ağır kıyımlar gerçekleştirmekte, büyük acılara yol açıp korku salarak çeşitli millet ve milliyetlerden yoksul halklarımızı sindirerek teslim almayı hedeflemektedir. Elbette Kürt ulusunun teslim alınması ve bu uğurda Kürt Ulusal Hareketi’nin ezilerek dize getirilmesi hedefi en vahşi saldırganlıkla sürdürülmektedir.

Özet olarak;

Sürecin bir yüzü faşizm ve gericilik iken, diğer yüzü devrim ve sosyalizm mücadelesidir

Tek adam diktatörlüğü olan Erdoğan/AKP sultası şahsında faşist hâkim sınıflar başta Kürt ulusu olmak üzere tüm ülke halklarına karşı amansız bir baskı, katliam ve kıyım saldırganlığı uygulamaktadır. Bir süreden beridir Erdoğan/AKP güruhunca topyekûn savaş ilanıyla tırmandırılan ırkçı-faşist saldırganlık, Kuzey Kürdistan’da Kürt ulusuna dönük en vahşi boyutlara varan soykırım saldırısı biçiminde sürdürülürken, Tür-

Toplumsal hayatın üstüne bir karabasan gibi çöken bu katliamcı ırkçı-faşist saldırganlık, gerçekleştirdiği vahşi katliamlar üzerinden yarattığı korku atmosferiyle geniş toplumsal muhalefeti esasta sindirip suskunluğa hapsetme hedefini büyük oranda başarırken, Kürt ulusunun özyönetim ilan ettiği alanlarda kahramanca sergilediği direniş karşısında adeta bir bozgun yaşadı. 7 Haziran Genel Seçimleri bozgunundan sonra bu

muazzam direnişle bir kez daha sultanlık ya da başkanlık sistemine geçme rüyaları esasta kâbusa dönüştü… Saldırganlığın en korkunç boyutlarda tırmandırılması, canavarca katliamların gerçekleştirilmesi, “Açılım-Çözüm” safsatasından sonra Kürt ulusuna soykırım mezaliminin reva görülmesi, tırmandırılan haksız gerici savaş ve faşist saldırganlığın bir nedeni de Erdoğan ve çetesinin bu emellerinin boşa çıkarılmış olmasıdır. Kuşkusuz ki, geniş toplumsal muhalefetin öngörülen gelişmesinin bastırılarak ezilmesi faşist saldırganlığın tırmandırılmasının sebebidir. Özcesi, faşist katliam ve kıyıma karşı, kahramanca yükselen bir direniş ve giderek büyüyen bir mücadelenin varlığı da söz konusudur. Yani baskı katliamlar düzeyinde en ağır derecede seyretse de baskıya karşı direniş de en onurlu ve kahramanca simasıyla büyük bir umudu temsil etmektedir. Daha da önemlisi bu direniş ve mücadele kararlılığı gibi yaygınlaşarak gelişme özelliği taşımaktadır. Madalyonun bir yüzü faşizm iken, diğer yüzü demokrasi, devrim ve sosyalizmdir! Bir tarafta gerici koşullar diğer tarafta devrimci şartlar mevcuttur. Bu şartları devrimci yönde ileri taşımak devrimci hareketin ve esasta da proleter devrimcilerin görevidir… Dahası, Ortadoğu eksenli gelişen emperyalist dalaş ve çatışmanın yol açtığı ağır sonuçların halkları büyük bir acıyla felaketlere sürüklediği, daha büyük felaketlerin kapısını çaldığı dünya şartlarında devrimci sınıf mücadeleleri ve devrimlerinin geliştirilmesi tarihsel önemde bir görev durumundadır. Süreç emperyalist haydutların inisiyatifine terk edilemeye-

15

cek kadar ağır ve hayati önemdedir. Devrimci güçlerin bu tarih sayfasında sahneye daha kuvvetli çıkması elzemdir. Emekçi halklar ve ezilen mazlum ulusların tek umudu devrimci mücadele ve sınıf devrimleridir. Somut enternasyonalist görev her parçadaki proleter devrimcilerin kendi parça devrimlerini geliştirmesinde ifade bulurken, bu devrimlerin geliştirilmesini emretmektedir… Emperyalist dünya gericiliği dünya halkları ve ezilen mazlum uluslara gerici paylaşım savaşları dayatıp yaşatırken, bu gerici savaşlarda milyonlarca insan katledilmekte, yaşamları dinamitlenerek büyük acılara boğulmaktadır. Kimi ateşli silahlarla katledilirken, siviller ve özellikle de çocuk ve kadınlar denizlere gömülerek, organ ve insan ticaretine sunularak büyük bir kıyımdan geçirilmektedir. Dünya gericiliğinin bir parçası olan Türk hâkim sınıfları gericiliği de Kürt ulusu başta olmak üzere tüm ülke halklarına gerici savaşı dayatarak, ırkçı-faşist baskılar eşliğinde büyük katliamlar ve hatta soykırımlar gerçekleştirmektedir. Tüm bu şartlarda faşist hâkim sınıf iktidarlarına ve tırmanan faşizme karşı ezilen ulus ve emekçi halklarımız cephesinden devrimci mücadelenin daha güçlü dirençlere ulaştırılması, daha geniş, daha yaygın ve daha büyük ölçeklere taşınması ertelenemez bir görev ve ihtiyaçtır. Dolayısıyla faşist hâkim sınıflara karşı devrimci mücadelenin geliştirilip kazanımlara ulaştırılarak başarıya taşınması yaşamsal bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu görevin daha etkili olarak yerine getirilmesi ikinci bir görevi önümüze koyar ki, bu görev devrimci güçlerin birleşik mücadele zemininde ortak eylemde buluşturulmasını şart koşmaktadır. Dağınık ve parçalı olan devrimci dinamik ve mücadelelerin ortak paydalarda birleştirilmesi devrimci mücadele adına önemli bir gelişme ve ilerlemeyi ifade eder. Bu gelişme Türkiye-Kuzey Kürdistan demokratik ve devrimci hareketi açısından son derece sevindirici ve olumlu bir adımı ifade etmektedir. Bu ilerleme devrimin ve halkın yararınadır. Esas olan bu kültürün yaşamsallaştırılması, dar yaklaşım ve kaygıların kırılarak ileri düzeyin yakalanmış olmasıdır. Bu uğurda basit hesapların güdülmesi, isimden diğer ayrıntılara kadar işin esasını oluşturmayan detayların sorun haline getirilmesinden mutlak biçimde sakınılmalıdır. İşin özüyle ilgilenmek, meselenin esasına bakmak asıl olandır… Gerici savaşta ısrar ederek barbarlıkta sınır tanımayan faşist Erdoğan/AKP güruhuna karşı devrimci halkların ve mazlum ulusların cephesinden savaşın yükseltilmesi devrimci bir ihtiyaçtır. İşte, HBDH bu ihtiyacın bir aracı ve bu ihtiyaç temelinde kaçınılmaz olan devrimci savaşın bir parçası, bir kurumudur. Bir savaş ve mücadele aracı olarak teşekkül olan hareket veya kurumun çekincelerle karşılanması anlaşılır olamaz. YAZININ DEVAMI SAYFA 16


16

güncel haber

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Devrim mücadelesinde ileri bir adım; HBDH YAZININ ÖNCELİ 14-15 SAYFA Ülke devrimci hareketi birleşik mücadele zemininde attığı bu adım şahsında önemli bir aşama kaydetmiş, önemli bir eşiğin önüne gelmiştir. Bundan sonraki görev yakalanmış olan bu halkanın geliştirilip ileri taşınması olmalıdır. Devrimci mücadele adına ileri adım olan bu durumun öyle ya da böyle kösteklenmesine dönük her yaklaşım geri olarak nitelenmeyi hak eder. Eleştiri adına ileri atılan adımların baltalanması benimsenmemeli, benimsenemez. Görev kaydedilen bu gelişmeyi daha da ilerletmektir. İsterse bir dizi sorun ve sorunlu yan olsun bu adımda, tün bu sorunlara karşın özünde devrimci olan bu adımın desteklenerek geliştirilmesi esastır. Çünkü bu adım veya bu gelişme halkın ve devrimin çıkarınadır. Dolayısıyla devrimcilerin ve her samimi devrimci yapının çıkarınadır. Devrimin gelişmesinden ziyade yapısının gelişmesini esas alan yaklaşım ya da anlayış sığ olduğu kadar dar grupçu geri yaklaşımdır. Birden fazla devrimci ve politik olarak devrimci durumda olan yapı, faşizme, faşist hâkim sınıf iktidarına ve her türden gericiliğe karşı birleşik mücadele zemininde bir araya gelmiş demokrasi, özgürlük ve sosyalizm perspektifini sahiplenmektedir. Bunda kötü değil, iyi şey vardır. Her şeyden önemlisi bu gelişme proleter devrimcilerin politikasına uygundur ve politikasının hayat hakkı bulması demektir. Zira proleter devrimciler sıklıkla bu ortak mücadele zeminine dikkat çekerek birleşik mücadele, cephe, eylem birliği ve birlik çağrıları yapmaktadır. Bugün yaşanan gelişme tam da bu politikalarımıza denk düşmektedir. Elbette içerik ve ayrıntısı da önemlidir. Ancak öncelikle böylesi bir adımın atılmış olması başlı başına bir olumluluktur. Ayrıntı ve içerikle ilgilenmek elbette gereklidir. Ancak tüm yapılar demokratik tartışma zemininde ve demokratik kültüre uygun olarak bağımsız iradeleri ve görüşleri temelinde bu adımın altına imza atmış, ortak karara varmış durumdadır. Dolayısıyla bu adım iradesiyle katılmış olan yapılar açısından esasta sorun teşkil etmez. Bu sonuca varmak mümkün. Önemlidir ki, her yapı bağımsız iradesiyle bu harekete katılmış, bu hareketin oluşumunda bulunmuş ve kararlaşma aşamasında hürce oy kullanmıştır. Kimse baskıyla bu harekete dâhil edilmiş değildir. Dolayısıyla demokratik bir süreç ve oluşum söz konusudur. Demokratik bir hareket veya oluşumda kaygılanacak esas bir sorun yoktur. Çünkü demokratik bir hareket/oluşum ayrılma hakkını da bileşen üyelerin bağımsız iradesine bırakır. Elbette ayrılma hakkı ancak ve ancak temel ilkelerdeki uyumsuzluk ve sorunlarda tercih edilebilir. Aksi durumda ciddiyetten söz edilemeyeceği gibi, bu olumlu adımların kötü tecrübe örneğine dönüştürülmesine hizmet edilmiş olur. Dahası devrimci kaygı ve sorumluluğa uygun davranılmamış olunur… Oluşum veya birleşik mücadelenin tarif edilen hedef ve beyan edilen görevlerinde esasta sorun olmayıp devrimci görev ve mücadeleye uygun olduğu, oluşum bileşenlerinin birleşik mücadele çerçevesi dışında herhangi bir gücü veya gerici nitelikte bir yapıyı kapsamadığı, oluşumda demokrasinin egemen olduğu ve kararların demokratik normlara uygun alındığı ortadayken oluşum hakkında esasa dair kaygılar taşımanın yersiz olduğu açıktır. Söz konusu oluşumun geleceğine dair kaygılar belli boyutlarıyla anlaşılırken, bu kaygıların erken olduğu kadar mevcut durumdaki doğru adımın gereksiz ya da yanlış olduğunu kanıtlamaz. Somut hiçbir gelişme ya da adım sonsuz bir miat olarak tasavvur edilemez. Her şey ihtiyaç olduğu zaman diliminde varlığını sürdürebilir. İhtiyaç olmaktan çıktıktan sonra ise bahis konusu şeyin varlığına son verilmesi tabii olandır. Dahası sürdürülmesinin şartları ortadan kalktığında geliştirilen mevcut hareketin dağılması da normaldir. Ne var ki, mevcut durumda şartlar ve ihtiyaçlar hareketi olanaklı kılmaktadır ve gelecekte yaşanacak sorunlar vb. gerekçesiyle bugünün doğru adımı reddedilemez. Devrimci bir gelişme olan birleşik mücadele hareketi, proletarya ve emekçi halklarımızın kurtuluş mücadelesi ile ezilen ulus ve azınlıkların demokratik mücadelesine hizmet eden, ezilenler cephesinden ezen sınıflara karşı yükselen bir mücadele kararlılığının ifadesidir. Devrimci halklarımıza umut, gerici sınıflara bir korku vesilesidir. Devrimcilerin görevi bu mücadele hareketini destekleyerek büyütmek, birleşerek ilerletmektir. Sessiz kitlelerin gücünü açığa çıkarıp devrimci kazanımlar sağlayarak faşist sınıf iktidarlarını geriletmek ve giderek yenilgiye uğratmak birleşik mücadelenin teoriden çıkarılıp pratikleştirilmesiyle mümkün olacaktır. Bu görev tüm devrimcilerindir. Halklarımızın yaşadığı acılara duyarlı her arayış ve mücadele tavrı, birleşik mücadele hareketini destekleyerek bu devrimci süreci birlikte göğüslemekle yükümlüdür.

Patronlar Ülkenin dört bir yanında işçiler ve emekçiler kazanılmış hakların gaspına, kölelik tasarılarına, sendikal haklara yönelik baskılara, esnek çalışma anlayışına karşı grevler ve eylemler düzenliyor

AKP iktidarı bir yandan halklara karşı topyekûn savaş yürütürken, diğer yandan halkları ırkçıayrımcı politikalarla bir biriyle karşı karşıya getirmek istiyor. İşçi sınıfını suni ayrımlarla birbirine karşı düşman eden gerici sınıflar, bu sayede çıkarlarına uygun tüm yasaları da meclisten geçiriyorlar. Kıdem tazminatının gaspı ve kiralık işçilik tasarıları da mecliste AKP’nin onayını bek-


16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

emek haber işçiler, ücret düşüklüğüne, sendikal hakkın yok sayılmasına ve kış sezonunda işten çıkarılmaya karşı 20 günden uzun süredir iş bıraktı. Grev için yapılan mitingde, greve katıldıkları için işten atılan işçiler alın terinin hakkını istediklerini ve eylemlerini sürdüreceklerini belirttiler. Hava-İş Sendikası Kapadokya Temsilcisi Oğuzhan Alkan mitingde; “Greve katılan 15 kişi işten atıldı. Burada turizm balonla anılır hale geldi. Balona binerek ciddi bir gelir bırakan ziyaretçiler var. İşverenlerin herhangi bir ekonomik sıkıntısı da yoktur. Bizim isteğimiz işverenlere ortak olmak değildir. Sadece 12 ay boyunca çalışmalarıdır. Kış sezonundan işten çıkartılanlar iş bulamıyor. 3-4 ay boyunca ciddi sorunlar yaşıyorlar. Yer ekibindeki arkadaşların 12 ay boyunca çalışmalarını ve özel işlerinde kullanmamalarını istiyoruz. Balon işçisinin bağda, inşaatta değil sadece kendi işini yapmasını istiyoruz” dedi.

tıkları zincirlere bağlayarak İstihdam Büroları kurulmasını protesto ettiler. İşçiler, Konak Pier Köprüsü'ne de 'Asla Kiralık İşçi Olmayacağız. İstihdam Büroları Kölelik Düzenidir. Kıdeme Uzanan Eller Kırılsın. Kadro Dediniz Kıdemi Yediniz' yazan pankart astı. 10 Mart’ta ise 2 saat iş bırakan DİSK Genel-İş İzmir 2 No’lu Şube, 7 ayrı noktada eylem yaptı. Konak'ta ise Başbakanlık Ofisi ve Bayraklı AKP İl Binası önünde de hükümeti protesto eden işçiler Altınyol, Bornova, Şirinyer, Karabağlar, Çiğli ve Eşrefpaşa'da da yolu trafiğe kapattılar. İşçiler, kazanılmış haklarının ellerinden alınmasına izin vermeyeceklerini haykırdılar. Aliağa’da bulunan Tüpraş Rafinerisi’nde çalışan işçilerde toplu şekilde bir yürüyüş yaparak kiralık işçilik yasa tasarısını protesto ettiler. Yürüyüşte “Kıdem tazminatının fona devrine, esnek çalışmaya, ulusal istihdam bürolarına, kiralık işçiliğe HAYIR!” yazılı pankart açıldı.

SCA Yıldız direnişi 80 günü geride bıraktı

İnci Plastik işçileri temsilcilerine sahip çıktı

Kocaeli’de bulunan SCA Yıldız işçilerinin fabrika önünde direnişleri devam ediyor. DİSK/Tümka-İş Sendikası üyesi işçilerinin direnişi 80 günü geride bıraktı. İşçiler toplu sözleşmedeki talepleri karşılanana kadar eylemlerine devam edeceklerini belirttiler. SCA Yıldız işçileri son olarak ise, Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde yol kapatarak, protesto gerçekleştirdi. İşçiler, patronun grevi kırmak için ‘sendikayı bırakırsanız içeri girebilirsiniz’ sözlerine de tepki gösterdi.

İstanbul’da bulunan İnci Plastik işçileri ise, kendileriyle birlikte hazırladıkları toplusözleşme taslağını Öz İplik-İş Sendikası genel merkezine ve sendikanın örgütlü olduğu diğer fabrikalardaki temsilcilere gönderdiği için önce temsilcilikten alınan ve daha sonra patron tarafından işten atılan Kürşat Yalçın’ın işe iadesini istiyor. İşe iade davası açan Yalçın ise, “Bizim tek suçumuz arkadaşlarımızın haklarını en iyi şekilde aramak, temsil etmek ve güzel bir sözleşme taslağı oluşturmaktır. Bizler bilmiyorduk meğerse Öz İplik-İş Sendikası geleneklerinde insanlar birbirleriyle görüştürülmezmiş, kafası çalışan sendikacılık adına bir şeyler yapmaya çalışanlar çeşitli sebeplerle ya hain ilan edilirler ya da her türlü ayak oyunlarıyla görevden uzaklaştırılıp ekarte edilirmiş. Buna karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz” dedi.

4 sendikadan ortak eylem

işçi değil köle istiyorlar liyor. AKP mevcut kaos ortamını besleyerek, gözlerin bu alandan uzak olmasını istiyor. Ancak işçiler ve emekçiler, kazanılmış hakların gasp edilmesi ve kölelik yasası olan kiralık işçiliğe karşı eylemler, direnişler örgütlüyor. Elbette işçi ve emekçilerin tek gündemi de bu değil. Patronlar işçilerin istedikleri sendikaları seçmesini engelliyor, asgari ücretin altında çalıştırıyor, kendisi için “sorun” olarak gördüğü tüm işçileri ise kıdem

tazminatını dahi vermeksizin işten atıyor. Ülkenin dört bir yanında, Nevşehir’den İzmir’e, Bursa’dan İstanbul’a kadar ise işçiler haklarını arıyor. İşçiler, tüm saldırılara karşı kararlı direnişlerini sürdürüyor.

Balon sektöründeki işçilerden ilk grev Türkiye/Kuzey Kürdistan coğrafyasında balon sektöründe çalışan işçiler ilk kez greve çıktı. Hava-İş Sendikası’nda örgütlü işçilerin başlattığı grevde

17

Bursa’da 10 Eylül 2014 yılında düzenlenen “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” sonrasında polis, eğitim emekçilerine saldırmış ve açılan davalarda 27 eğitim emekçisi hakkında 1 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Yürüyüşü düzenleyen Eğitim-Sen, Türk Eğitim-Sen, Eğitim İş ve Aktif Eğitim-Sen, verilen kararı protesto etti. Kent meydanında toplanan emekçiler, Fomara Meydanı’na yürüdü. Emekçiler, “Baskı ve cezalar bizi yıldıramaz mücadeleyi büyütüyoruz” yazılı pankart açtılar. Yapılan basın açıklamasında ise “Ne kazanılmış haklarımızdan ne de iş güvencemizden vazgeçeceğiz” denildi.

İzmir’de kölelik yasalarına karşı eylemler İzmir’de pek çok sendika ve üye işçiler AKP’nin kazanılmış hakları gasp etmesine ve kiralık işçiliğe karşı eylemler yaptı. Bayraklı’da kitlesel yürüyüş yapan Genel-İş üyesi belediye işçileri kölece çalışma düzeni getiren yasa tasarılarının Meclisten geri çekilmesini ve hükümetin kıdem tazminatı fonu ısrarından vazgeçmesini istedi. Eylemde taşeron işçiler için kadro de talep edildi. Genel İş İzmir 3 No’lu Şube üyesi işçiler ise, Cumhuriyet Bulvarı'nın Konak Pier Köprüsü altında kendilerini yolu kapat-

Arçelik işçilerinin direnişinde kazanım Bursa’da Renault fabrikasında işçilerin eylemlerinin başlaması üzerine, Arçelik işçileri de eyleme başlamıştı. Eyleme katılan 155 işçi işten atıldı. İşten atılan işçilerden 26’sı işe iade davasını kazandı. Gebze’de bulunan Arçelik LG Klima AŞ’de çalışan işçiler Türk Metal Sendikası’ndan istifa etti. Fabrika yönetimi ise “sendikaya dön” çağrısı yaptı. İşçiler buna karşılık vermeyince işten atıldılar. İşten atılan işçiler fabrikada eylemlerine devam edince polis saldırısıyla fabrikadan çıkarıldı. Koç Holding bünyesinde çalışan fabrika işçilerine kıdem tazminatı da verilmedi. Bunun üzerine dava ilk gruptaki 26 kişinin işe iade talebinin kabul edilmesinin yanı sıra, işten atıldıktan sonra geçen 9 aylık süreye ilişkin iade tazminatı ve kıdem tazminatı almaya hak kazandılar.


18

güncel haber

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Newroz vesilesiyle

“Tarihi Barıştan” topyekûn imhaya Faşist “TC” tarafından “Barış Süreci, Çözüm Süreci” vb. yalan ve safsatalarla hayata geçirilen ve Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerle sözde “tarihi” bir aşamaya vardırılan sürecin, nasıl bir soykırım sürecine döndüğüne hep birlikte bir kez daha tanık oluyoruz. Dost ve düşman ayrımı, devlet ve devrim gerçekliğini doğru-bilimsel okuyamayan, emperyalist-kapitalist sistem ve yerli işbirlikçileriyle demokrasi-özgürlük-eşitlik sağlayacağının hayaline kapılanlara yaşamın acı gerçekleri bir kez daha yüzlerinde tokat gibi patlamaktadır. TC-AKPMİT güzellemeleri yapan, müzakere adı altında Kürt halkının kaderinin pazarlık masalarına oturtulduğu ve adına “BarışÇözüm Süreci” denen görüşmelerin devlet açısından Kürt halkını ve PKK’yi teslim alıp, kendisine biat eden bir pozisyona çekmek olduğu biliniyordu. Ki Maoist komünistlerin, söz konusu görüşmeler süreci boyunca eleştiri ve kaygıları tam da bu yönde gelişmiştir. Kuşkusuz tüm bu yaşananlar bizler açısından sürpriz değildir. “TC”nin yapısını doğru bir şekilde ele alıp analiz ettiğiniz vakit göstermelik bazı dönem ve politikalar hayata geçirilse de, faşizmin bir yönetim biçimi olarak sürekliliğini net bir şekilde görmüş oluruz Hatırlanacağı üzere tarihi Newroz günü olarak isimlendirilen 2013 Newroz’unda Amed’de toplanan bir milyonu aşkın kişi, büyük bir heyecanla Abdullah Öcalan tarafından gönderilen mektubun okunmasını bekliyordu. Türkçe ve Kürtçe olarak okunan mesaj aslında kitle üzerinde bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Okunan mesajın içeriği, vurguları

Kürt halkının 100 yıla yakındır yaşadıkları gerçekliklerle çelişiyordu. Barışa olan özlem ve PKK’ye duyulan güven, Kürt halkının bütün kaygı ve tereddütlere rağmen alınacak kararların arkasında duracağını gösteriyordu, öyle de oldu. Abdullah Öcalan İmralı’dan gönderdiği mesajda “Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor” diyerek silahlı güçlerin(PKK gerillalarının) sınır dışına çıkmasını istiyordu. “Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.” diyen Öcalan diğer yandan da Kemalistlere ve sözde Milli Mücadele’ye selam yollayarak bütün hâkim sınıf kliklerine mavi bon-

cuk dağıtıyordu. 2013 tarihi Newroz’u sonrası Türkiye-Kuzey Kürdistan tam bir “barış” havasına büründü. AKP iktidarının, burjuva basının öve öve bitiremediği, barış elçisi ilan ettiği Öcalan, artık silahların ve silahlı mücadelenin miadını doldurduğu ve devletle müzakere dönemine geçildiğini iddia ediyordu. Newroz sonrası, Kürt Ulusal Hareketi alınan kararlara uyacağını beyan ederek, karşılıklı bazı adımların atılması gerektiğini belirtip, çekincelerini sunarak gerilla güçlerini sınır ötesine taşımaya başladı. 1999 yılında yine Öcalan’ın çağrısı üzerine sınır ötesine çekilen gerilla güçlerine karşı Türk ordusunun gerçekleştirdiği saldırılar sonrası yüzlerce gerillanın yaşamını yitirmesi gerçekliği hala hafızalardaki yerini korurken, PKK yeni süreç için yasal garanti istiyordu. Tarihi değerde anlam biçilen “Çözüm Süreci” inişliçıkışlı bir şekilde çoğunluğu PKK tarafından atılan adımlarla devam etti. Tüm

bu süreç boyunca faşist “TC” tarafından geliştirilen politikalar ve özellikle Sakine Cansızların katledilmesi gibi olaylar aslında sürecin asıl ruhuna dair önemli veriler sunuyordu. AKP tarafından sürecin tamamen PKK tasfiyesi ve silahlı güçlerin teslimiyeti şeklinde ele alındığı birçok veriyle beraber ayan bir şekilde orta yerde duruyordu. Dolmabahçe Mutabakatı’na kadar aşama kaydeden sürecin, bu tarihten sonra sonlanıp, kısa bir “barış-huzur ortamı” sonrası yeniden, daha üst perdeden bir çatışmalı ortama geçilmesi kafalarda büyük soru işaretleri bırakmış durumda. Öcalan ve devlet tarafından yapılan bütün baskı ve çağrılara karşın PKK, bir yandan sürece sadık kalarak gerekli adımları atmış ama diğer taraftan ise faşist “TC”ye, AKP gericiliğine güven olmayacağını çok iyi bildiği için, olası bir yeni çatışma sürecine yoğun hazırlık gerçekleştirmiştir. Erdoğan-AKP faşizminin tek derdinin kendi gerici iktidarlarını korumak, güçlendir-


güncel haber

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

mek olduğu ve mevcut süreci tamamen bu eksende ele alıp, kendilerine güç kattığı oranda devam ettirecekleri bilinen bir gerçeklikti. Ki başkanlık sevdasıyla harekete geçen Erdoğan’ın, “Çözüm Süreci” sonrası Kürtlerin desteğini alarak istediğini elde edebileceği hayalleri Kürt Ulusal Hareketi’ni hayata geçirdiği politikalar sonrası çökmüş oldu. Gerillasından yasal siyasetçilerine kadar Kürt Ulusal Hareketi bir yandan samimi bir şekilde barış için mücadele edip İmralı’da devam eden görüşmelerin arkasında dururken, diğer taraftan ise kendi gücü üzerinden her olasılığa karşı hazırlıklarını yapıyordu. Erdoğan-AKP iktidarının süreçten istedikleri gibi nemalanma şanslarını bulamamaları, Suriye’de yaşanan gelişmeler, özellikle Kobanê süreci, faşist “TC”yi yeni saldırı konsepti içerisine soktu. Tüm bu gelişmeler 7 Haziran seçimlerine HDP’nin parti olarak girme kararı ve barajı geçerek AKP’nin tek başına hükümet kurma hayallerinin sora ermesi seçeneği sonrası süreç Erdoğan’ın deyimiyle “buzdolabına kaldırılmış” oldu. Gelinen aşamada topyekûn bir savaş, tasfiye ve teslimiyet dayatmasıyla karşı karşıyadır Kürt halkı. Tarih boyunca defalarca ispatlanan, tecrübe edilen bütün gerçekliklere rağmen, faşizmle barış kurma ümidinde olan, Kürt halkının kanları ellerinde olanlara el sıkışma sevdasına düşenler bir kez daha acı bir şekilde yaşamın gerçeklikleriyle karşılaştılar. Tutarlı bir devrimci çizgiden uzak, pragmatizmin rengini verdiği bir siyasal anlayışın, Kürt halkının kaderini devlet ile müzakere masalarında müzakere etmesi oldukça acı bir durumdur. Belirli periyotlarla halkta yaratılan beklenti, umut, barış özleminin her defasında daha yüksek bir savaş sürecine yol aç-

ması, barış barış denilerek en olmadık katliamların sineye çekilmesi daha büyük soru işaretlerinin gündemleşmesine vesile oluyor.

Topyekûn İmha Kuzey Kürdistan tam bir faşist kuşatma altında. Tarihinde defalarca tanık olduğu bir vahşetle, bu kez daha modern, daha öldürücü silahlar ve gözü dönmüş bir katil sürüsüyle beraber, Kuzey Kürdistan bir kez daha katliam-soykırım tehdidiyle ihanet ve teslimiyete zorlanıyor. 2015 yılı yaz aylarında başlayan, saldırı ve katliamlar, son üç aydır tam bir soykırım operasyonuna dönüşmüş durumda. Sûr, Cizîr, Silvan, Silopiya’da şimdiye değin faşist “TC” tarafından yapılan katliamlar sebebiyle, içlerinde çocuklarında olduğu yüzlerce kişi hunharca katledildi. Yerleşim yerleri yakılıp, yıkılan, evlerinden, yurtlarından sürgün edilen, ölülerini dahi gömmelerine izin verilmeyen, günlerce bodrumlarda ölümü bekleyen ve insanlık onurunu ayaklar altına alan her türlü kirli yöntem ve uygulamaya maruz bırakılan Kürt halkı teslim alınmaya çalışılıyor. Daha önceleri, Osmanlı’dan “TC”ye defalarca tanık olduğumuz bu katliamcı devlet geleneği, bu kez en modern silahları, özel eğitimli katilleriyle dünyanın gözü önünde aylardır tam bir soykırım gerçekleştiriyor. Erdoğan-AKP iktidarının hiçbir maskeye gerek duymadan açıktan hayata geçirdikleri açık faşist diktatörlük altında Türkiye-Kuzey Kürdistan halkı, teslim alınmaya, efendilerine biat etmeye zorlanıyor. Faşist “TC” tarafından “Barış Süreci, Çözüm Süreci” vb. yalan ve safsatalarla hayata geçirilen ve Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerle sözde “tarihi” bir aşamaya vardırılan sürecin, nasıl bir soykırım sürecine döndüğüne hep bir-

likte bir kez daha tanık oluyoruz. Dost ve düşman ayrımı, devlet ve devrim gerçekliğini doğru-bilimsel okuyamayan, emperyalist-kapitalist sistem ve yerli işbirlikçileriyle demokrasi-özgürlükeşitlik sağlayacağının hayaline kapılanlara yaşamın acı gerçekleri bir kez daha yüzlerinde tokat gibi patlamaktadır. TCAKP-MİT güzellemeleri yapan, müzakere adı altında Kürt halkının kaderinin pazarlık masalarına oturtulduğu ve adına “Barış-Çözüm Süreci” denen görüşmelerin devlet açısından Kürt halkını ve PKK’yi teslim alıp, kendisine biat eden bir pozisyona çekmek olduğu biliniyordu. Ki Maoist komünistlerin, söz konusu görüşmeler süreci boyunca eleştiri ve kaygıları tam da bu yönde gelişmiştir. Kuşkusuz tüm bu yaşananlar bizler açısından sürpriz değildir. “TC”nin yapısını doğru bir şekilde ele alıp analiz ettiğiniz vakit göstermelik bazı dönem ve politikalar hayata geçirilse de, faşizmin bir yönetim biçimi olarak sürekliliğini net bir şekilde görmüş oluruz. Abdullah Öcalan tarafından 1990’lı yılların başından bu yana ama özellikle İmralı Süreci sonrası geliştirilen politik-pratik hatta, barış adı altında Kürt ulusunun kazanımlarının adım adım törpülendiğini, manipüle edildiğini ve devletle pazarlık derekesine indirildiğini görmekteyiz. Kürt ulusunun en doğal ve meşru haklarının dahi pazarlık konusu edilmesi oldukça abes bir durumdur. Sorunun kaynağı olan ve mevcut nitel durumunda hiçbir değişiklik yaşanmayan “TC” sisteminden bu sorunun çözümü için adım atmasını beklemek, saflığın ötesinden bilinçli bir tercihin, uzlaşmacı çizginin sonucudur. Bütün objektif koşullar, uluslararası ve bölgesel durum, güç dengeleri vb. bütün gelişmeler Kürt ulusunun kendi kaderini

19

tayin etmesi açısından muazzam avantajlar sunmasına rağmen, mücadele sürecinin müzakere sürecine evrildiğini ifade eden Öcalan çizgisi, bu tarihi ve büyük kazanımların hepsini “TC”ye yedeklemeye çalışıyor. Bin yıllık İslam kardeşliği vurgusuyla öne çıkartılan gerici birliktelik paradigmasının iflası kısa sürede gerçekleşse de barış-savaş ikilemi arasında sürekli gelgitler yaşayan Kürt halkının kaderi de ironiktir. “Tarihi barıştan” topyekûn imhaya evrilen süreç kafalarda birçok soru işareti yaratmış durumdadır. Kuzey Kürdistan’da geliştirilen özyönetim pratiklerine karşı faşist “TC”nin geliştirdiği soykırımcı politikalar, yaşanan katliamlar ve vahşet yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Erdoğan-AKP iktidarının “barış-çözüm” süreçlerinde ne için ve nasıl ele aldıkları, baştan beri neyi amaçladıkları şimdi daha net görülmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan halkının, ezilen-emekçi sınıfların, faşizme karşı birleşik-devrimci mücadele yürütmekten başka şansları yoktur. Faşizmin ülkemizde yapısal bir sorun olduğu ve bu sorunun ancak ve ancak zora karşı zor yöntemiyle, devrimci mücadeleyle ortadan kaldırılacağı gerçekliği tarih tarafından kerelerce ispat edilmiştir. Şimdi bahar aylarını yaşıyoruz yeniden. Newroz yaklaşıyor. Newroz’un isyancı ve direngen ruhunu kuşanmak, mazlum Kürt halkının hawar çığlığına cevap olmak boynumuzun borcudur. Sorunlarımızın çözümünün sorunun kaynağı olan güçlerle müzakere masalarında pazarlıklar neticesinde değil, sokakta, dişe diş bir mücadele ile kazanılacağını biliyoruz. Şimdi güne ve saate sarılmanın zamanıdır. Demirci Kawa’nın bizlere devrettiği Newroz ateşiyle bütün Ortadoğu’yu aydınlatmanın zamanıdır.

Ataş’tan devrimci tutsaklar için soru önergesi Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Erdal Ataş, kadın tutsaklar Aysel Koç, Sevinç Sönmez, Alev Yarar, Evrim Konak ve Bahar Demir ile ilgili Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın cevaplaması üzerine soru önergesi verdi Kadın tutsaklarla ilgili verilen önergede şu ifadelere yer verildi: “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde koruma altına alınmış temel insan haklarını Türkiye Cumhuriyeti Devleti de kabul etmiştir. Son günlerde Türkiye hapishanelerindeki politik kadın tutuklular üzerinde kolluk güçlerinin baskıları artmıştır. Hapishanelerdeki politik kadın tutukluların demokratik haklarını kullanması engellenmektedir. Tıbbi tedavileri sırasında kelepçe dayatmasından sürgünlere, iletişim cezalarından disiplin cezalarına birçok ‘cezai’ işlem

özelde kadın tutukluların genelde ise tüm politik tutukluların maruz kaldığı baskılardan sadece birkaçıdır. Kasım 2015 tarihlerinde Elazığ E Tipi Hapishanesi’nde bulunan Sevinç Sönmez, Bahar Demir, Aysel Koç ve Alev Yarar’ın avukatlarından alınan bilgiye ve basında yer alan haberlere göre, kadın tutuklular hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ve talepleri dışında farklı hapishanelere zorla sevk edilmiştir. Dört kadın tutuklu sevk sırasında gardiyan ve jandarmaların şiddetine uğramışlardır. Yine basında yer alan haberlere göre; Aralık 2015 tarihlerinde Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’nde bulunan kadın tutuklular 10 Ekim 2015 tarihinde gerçekleşen Ankara Katliamı’nı sloganlarla protesto ettikleri gerekçesiyle adliyeye götürüldükleri sırada hapishane ikinci müdürü denetimindeki gardiyan ve jandarmaların saldırısına uğramış; su, yiyecek, kitap gibi temel insan hakkı olan gereksinimlerini karşılamaları engellenmiştir.

Bu durumu kabul etmeyen kadın tutuklular yerlerde sürüklenerek zorla tekrar hücrelerine götürülmüşlerdir. Avukatlardan alınan bilgiye göre, Şubat 2016 tarihlerinde de Gebze M Tipi Kapalı Kadın Hapishanesi'nde bulunan Evrim Konak diş muayenesi için götürüldüğü hastanede ring aracından inerken “Cizre’de Ölen İnsanlığımızdır!” şeklinde slogan attığı için askerler tarafından darp edilmiştir. Sonrasında Evrim Konak, sürüklenerek doktora götürülmüş, doktorun kelepçenin çıkarılmasını istemesine rağmen, kolluk kuvvetleri keyfi bir şekilde doktoru baskı altına alarak doktorun talebini geri çekmesine neden olmuştur. Kelepçeli tedavinin bir işkence yönetimi ve insan hakkı ihlali olduğunu, kelepçelerinin açılmasını talep eden Evrim Konak yine darp edilerek ve yerde sürüklenerek tedavisi gerçekleştirilmeden hapishaneye götürülmüştür.”


20

röportaj

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

“Yeni Paradigmanın Eşiğinde ‘Bediüzzaman’ Efasanesi ve Said Nursi Gerçeği” isimli kitap 2015 yılı içerisinde Patika Kitap tarafından yayınlandı. Emrah Cilasun tarafından dört yıllık yoğun bir çalışma sonucu hazırlanan kitap vesilesiyle bir araya gelip bir söyleşi gerçekleştirdik. Tarihsel meselelerden güncel-politik sorunlara geniş bir çerçevede gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi siz okurlarımızla paylaşıyoruz…

Halkın Günlüğü: Bundan 60 yıl önce yaşamını yitirmiş ve ideolojik olarak tamamen zıt bir pozisyonda olduğunuz Said-i Nursi’yi gündeminize getiren, dört yıllık yoğun bir çalışma neticesince böylesine kapsamlı bir eseri yazmanıza vesile olan şey nedir? Emrah Cilasun: Bunun birinci nedeni şu; Türkiye’de 1920’lerde, Cumhuriyet’in kuruluşuyla başlayan Kemalist devlet, Kemalist paradigma, Kemalist resmi ideoloji, bunun sonuna geldik. Bu bitmek üzere Türkiye’de. Kitabın uzunca bir isminin olmasının sebebi de bu; Yeni Paradigmanın Eşiğinde… Biz şu anda tam eski paradigmayla (Kemalist) yeni paradigma (İslami) arasındaki eşikteyiz. Kemalizm bitti bitmek üzere. Yeni anayasayla beraber Mustafa Kemal kurucu lider konumuna alınıp, bitirilecek mesele. Dün bir haber okudum; İmam Hatip öğretmeni bir kutlamada (öğretmenler günü etkinliğinde Mustafa Kemal fotoğrafına hitaben) sahneye fırlayıp bu devir bitti diye haykırıyor. Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Türkiye ve Türkiye toplumunda İslam’ın etkisi, ikinci bölüm Said-i Nursi biyografisi. Birinci bölümde bu paradigmanın neden bitmekte olduğunu uzun uzun anlatıyoruz. Bu paradigma neydi, Kemalist ideoloji neydi, nasıl örgütlendi ve ne oldu da bunun sonuna gelindi? Hangi gereksinimlerden Kemalizm’e ihtiyaç vardı ve neden yeni paradigmaya -İslam’a- geçiş oldu bunu anlatıyoruz. Okumayanlar açısından çok kısaca şunu söyleyebilirim: Kemalizm’in çok sahte bir aydınlanmacı tarafı var. Bu taraf bir devlet tarafından iki devletle hemhal olup, iç içe geçmiş kendine Kemalist sol diyen solunda bir nevi pusulası oldu. Bu aydınlanma tamamen çakma, sahte bir aydınlanmadır. Neden, en geç 1789’dan beri biliyoruz. Marks’ın Manifesto’da söylediği şey geçerli; burjuvazinin ilericiliği ve aydınlanmacılığı bu tarihten itibaren bitti. Ondan sonra bu sömürücü sınıfın toplumu aydınlatıp, ileriye götürme, aklı özgürleştirme gibi bir derdi yok. Dolayısıyla Kemalizm’in de böyle bir

Yeni Paradigma ve Said Nursi sorunu yoktu. Kemalizm iktidarını kurarken dünyada iki kamp vardı; biri emperyalist-kapitalist dünya, diğeri genç Sovyetler Birliği. Kemalizm bu ikisi arasında bir tercih yapmalıydı ve tercihini Batı’dan taraf yaptı. Sadece siyaseten değil, iktisadi olarak da Batı’dan yana yaptı. İşte bu tercih tamamen Kemalizm’in kendi özgün sebeplerinden dolayı olmuştu. Neydi bunlar; Osmanlı ve Türkiye 1. Dünya Savaşı’ndan tamamen bitap çıkmıştı, nüfus mahvolmuştu. Nüfusun çoğunluğunu kadınlar oluşturuyordu ve İslam insanların ayağına ket vuruyordu. Kabul edilebilir bir şekilde bir miktar yerine getirilmesi gerekiyordu. Bundan dolayı görece bazı yenilikler yapılmalıydı; işte şapka devrimi vs. göstermelik bazı adımların atılması gerekiyordu. Bu gelişmeler, kendi ihtiyaçları doğrultusunda dini bir nebze budamaydı. Ama katiyen dinden feragat etme vs. değildi. Dolayısıyla tercihi kapitalizmden yana yapan Kemalizm’in İslam’a yaklaşımı da Kemalist İslam olarak gelişti. Bu Kemalist İslam bugünlere kadar geldi. Ve bu Kemalist İslam toplumu köklüce dönüştürmedi. Misal aile düzeni, erkeğin konumu, kadının rolü, ordunun durumu aynen devam ettirildi. Bu Kemalist paradigmanın ne iktisadi, ne siyasi ne de ideolojik olarak köklü bir değişiklik yapmadığı, bunları çakma bir aydınlanmacılığın al-

tında bazı değişiklikler olarak yaptığını biliyoruz. Şimdi, 21. yy’a giren Türkiye kapitalizminin yeni bir paradigmaya ihtiyacı var. Bu araba Kemalizm ile gitmiyor. Bundan dolayı ordusundan diğer güçlerine kadar Erdoğan üzerinde olmasa bile İslam üzerinde anlaşmış durumdalar. Yani yeni paradigma Türk-İslam, bu böyle gidiyor.

Said-i Nursi ile ilgili yapılan çalışmaların büyük bir çoğunluğunda Nursi’nin yaşamı boyunca sisteme muhalif bir pozisyonda olduğu, Kemalist iktidar tarafından sürekli baskıya maruz kaldığı iddia ediliyor. Said-i Nursi’nin gerek Kemalistler gerekse de emperyalist güçlerle ilişkisi nasıldı? Cilasun: Bazı ezberlerimizi bir kenara bırakırsak ancak bu sorulara cevap verebiliriz. 19 ve 20. yy klasik sol söylemindeki efendi-uşak ve zincir-zincire bağlı meselesiyle bu durumun anlaşılması mümkün değil. Kapitalizmin çelişkileri iki ana kolon üzerine oturmuştur. Bunlardan biri örgütlülük diğeri ise anarşidir. Kendi aralarındaki çelişkinin zaman zaman burun buruna geliyor olması bu anarşiklikten kaynaklanıyor. Yoksa komplo teorilerinde olduğu gibi birilerinin kapalı kapılar ar-

dından düğmeye basması neticesinde bu çelişkiler yaşanmıyor. Misal Said-i Nursi’nin emperyalizmle yan yana gelmesi, Nursi’nin içerisinde bulunduğu kapitalist sistemin çelişkileri sonucunda oluyor. Yoksa bir üst akıl meselesi değil. Örnek vermek gerekirse IŞİD misal, emperyalizmin piyonu da uşağı da değil. Emperyalizmin ürettiği bir şey de değil. IŞİD bağımsız, kendi başına bir güç ve bu güç emperyalizmle burun buruna geliyor. Bu iki güç birbirini besliyor ve güçlendiriyor. İkisi de birbirinden iğrenç, gerici, ikisinin de alt edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla Nursi’nin 1940’larda Alman emperyalizminin yanında yer alması bahsettiğim anarşik yapıdan kaynaklanıyor. Yani Nursi’nin Türk devleti ve İngiliz devleti ile olan çelişkileri Nursi’yi Alman devletinin yanına denk getiriyor. Bu durum 50’lilerde Kore savaşı vesilesiyle ABD ve İngilizlerin yanına, 60’larda ise komünizme karşı mücadeleye denk geliyor. Fakat 1960’larda ABD-İngiltere Türkiye ile Pakistan’ın yakınlaşmasına karşı gelirken, Nursi ise bu durumu destekliyordu. Türk devletinin şart, mekân ve zamana göre emperyalistlerle yan yana ya da karşı karşıya geldiği gibi Said’i Nursi’de pozisyon alıyor.

Peki bu tarihsel bağlam ekseninde güncele gelirsek. Bugünkü aktüel-politika içerisinde Türki-


röportaj

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

ye-Kuzey Kürdistan’daki siyasal aktörlerin Said’i Nursi ve Nursi fikriyatı arasndaki bağı nedir? Hakim sınıflardan libarellere, Kürt hareketine kadar en geniş yelpazede bu bağ nedir? Cilasun: Şimdi, burada hakikaten doğru söylüyorsun. İki tane Nursi profiliyle karşı karşıyayız. Bunlardan biri hakim sınıfların sunduğu ve Nursi’nin de oldukça teşne olduğu bir profil. Bu profil İslam ittihadı, İslam birlikteliği. Bu birliktelik Osmanlı varsa Osmanlı önderliğinde, TC döneminde ise TC liderliğinde bir birlik. Liberallerin bir Nursi profili var bu da şu; sanki Nursi kelebek sevenler derneği başkanı, sivil toplumcu olarak gösteriliyor. Ömer Laçiner neyse Nursi’de odur babında. Laçiner ismini bilerek veriyorum. Mesela Birikim dergisi sürekli sola Nursi’yi sunup, parlatıyor ve şu mesaj verilmeye çalışılıyor; efendim ezilenlerinde bir Allah’a ihtiyacı var. Ezilenlerin Allah’a ihtiyacının olduğu bir toplumda, yaptıkları iki şey var; bir aklın özgürleşmesine ket vuruyorlar, iki bize şunu anlatmaya çalışıyorlar; seç beğen al. Cüppeli mi, Adnan mı yoksa Nursi gibi akıllı, uslu bir adamı mı istersin. Bunun soldan yapılıyor olması son derece tehlikeli. Yeni paradigma kurulurken yapılıyor bu. Oldukça tuhaf bir durum. Rejim paradigmayı değiştirirken sol da İslam’a dair paradigmasını değiştiriyor. Bir de genel olarak Kürt hareketinin, en geniş anlamıyla söylüyorum, Nursi’ye üç aşağı beş yukarı Kürt coğrafyasındaki siyasi aktörlerin tümü sahip çıkıyor. Bu oldukça tehlikeli. Neden; çünkü gerçek anlamda ulusun kendi kaderini tayin hakkını savunması gerekenlerin, Kürt kitlelerinin ipini Nursi üzerinden tekrardan Türk hâkim sınıflarının eline teslim eder. Etmese bile Nursi neticede bir şeriattan, İslam birliğinden yana. Kürt kitlelerinin şuna karar vermesi lazım; en mükemmel şeriat nasıl olur Kürdistan’da. Hele ki Şengal tecrübesinden sonra Kürt kitlelerinin bir şeriat beklentisi olabilir mi? Dolayısıyla sivil Cuma yapanlardan Hüda-Par’cılara kadar bütün bir Kürt coğrafyasında Nursi parlatması yapmak, hem Kürt kitlelerinin aklının özgürleşmesini engellemek ve hem de gerçek bağımsızlık ve özgürlüğünün engellenmesi demektir. Geriye ne kalıyor, oldukça küçük bir azınlık. Bu azınlık 1990’lı yıllarda İsveç’te Malmîsanij’le, Kürt entelektüelliğiyle başlayan, benim devrimci milliyetçiler olarak isimlendirdiğim ve bugün Recep Maraşlı ve küçük bir grup tarafından devam ettirilen bir damar. Bu grubun canı gönülden desteklenmesi gerekiyor. Bu insanlar ta o zamanlardan başlayarak İslam konusu, Ermeni meselesi, Kürt meselesinde çok tutarlı bir tavır takındılar ve bu tavrın desteklenmesi gerekiyor.

Geniş bir yelpazede ele aldığınız Kürt güçleri içerisinde ağırlıklı rolü olan PKK’nin, kuruluşundan bugüne sol, seküler bir çizginin

savunulduğu, bugünkü Rojava pratiğinde yaşamsallaştırılmaya çalışılan oldukça önemli bir çaba var. Bu çizgi ve çaba pragmatik bir ilişkilenmeye mi evriliyor yoksa Kemalizm’de tarif ettiğiniz, çakma aydınlanmacılık dediğiniz olgu Kürt hareketinde de mi var? Cilasun: Evet, maalesef öyle. AlmanyaBerlin’de 1990’lı yılların başında Hür Üniversite’de Kürdoloji Enstitüsü açılırken, Hollandalı Kürt uzmanı Martin van Bruinessen, açıkça PKK hareketini neo-Kemalist olarak adlandırdı. Bu tespite o dönem sert tepki gösterilmişti ama adamın söylediğinde bir doğruluk payı vardı. Buraya yine geleceğim. 1970’lerin ortalarında kurulan PKK ile 2016 PKK bir ve aynı değil. Evrim teorisini göz önünde bulundurursanız, bunun bir evrimleşme süreci var. Bunun bir kabuk değiştirmesi, siyaset değiştirmesi, dünyaya bakış açısı var. Açıkça söylemek gerekirse 1970’li yılların devrimci-milliyetçi PKK’sinden, bugün Ortadoğu’da önemli bir siyasal aktör hali-

ne gelmiş, emperyalist güçlerle pazarlık masasına oturmaya hevesli bir PKK var. İkincisi buradan Martin van Bruinessen söylediği söze dönecek olursak, Kemalist-İslam denilen şeyin hemen hemen bir benzeri, bir Apocu-İslam türetilmekte. Bu tamamen pragmatist bir durum. Sekülerizme de İslam’a da tamamen pragmatist bir yaklaşım var. Somut örnekler verelim: Sivil Cumalar, Diyanet işlerine Mele alımı ve bu sürece BDP, AKP ve Hüda-Par’ın katılması. Diyarbakır’da yapılan Demokratik İslam Konferansı ve burada Ali Bulaç’ın Medine Sözleşmesi’ni önermesi ve bu sözleşmenin HDP’nin seçim programına girmiş olması. Daha somut bir örnek verelim; Rojava’daki üç kantondan olan Afrin kantonu anayasasında, oluşum sürecinde İslami güçler olduğu için, şeriat kanunları da geçerli. Dolayısıyla bu tamamıyla bir pragmatizm ve tehlikeli. Az önce IŞİD bağlamında anlattığım emperyalizmle ilişki, karşı karşıya gelme, birbirini beslemesi durumu maalesef şimdi Rojava ve Kuzey Kürdistan örneğinde çok yoğun bir şekilde yaşanıyor. Bu iki gerici gücün karşılıklı olarak birbirlerini beslemesine Kürt kitleleri neden

21

teşne, neden alet olsunlar ve bu durum neden Marksist, komünist güçler tarafından alkışlanıyor olsun. Son bir nokta; eğer DTK salonunda Kürt tarihinin simalarının fotoğrafları yan ayana asılırsa; Molla Mustafa Barzani, Molla Barzani, onun yanında Said-i Nursi, bunlar böyle tespih taneleri gibi yan yana dizilirse, bunun Kürt gençleri üzerindeki etkisi, düşün dünyası üzerindeki önümüzdeki 1020 yıllık süreçte getireceği zayiatı iyi hesaplamak lazım.

Yeniden tarihi sürece dönersek. TC’nin özellikle ilk yıllarında yaşanan Kürt katliamları sürecinde Nursi’nin rolü ve tavrı nedir? Cilasun: Çok açık; kitapta da yazdım, Türk’e kılıç çekilmez deniyor. Nursi’ye başvurulup, gel sen de direnişe ortak ol diyen Kürt liderlerine verdiği cevap gayet açık ve net böyledir; Türk’e kılıç çekilmez. Bunun sadece bir istisnası var; bu istisnanın da maalesef neden yapıldığının üzerine çok düşünülmeden, özellikle bizim gelenekten gelen bazı arkadaşların düşüyor olması hicap vericidir. Bahsini ettiğim Kazım Gündoğan’dır. Star Gazetesi’ne verdiği mülakat var; Necip Fazıl Kısakürek denilen faşist ideologla Said-i Nursi’yi göklere çıkaran bir TKP(ML)’ci. Güler misin ağlar mısın bilemiyorum? 1937-38 Dersim katliamında Said’in bu katliamdan bahsediyor oluşu Dersim’de katledilen kitlelere acımasından değil. Bunu Beşinci Şua dediği ve kamuoyuna açmadığı bir yazısında dile getiriyor. Bu yazı daha sonra piyasaya çıktı, kitapta da var. Aynı zamanda bunun çok yakın bir müridi, kadrosu, o zamanlar albay rütbesindeki Hulusi isimli biri Dersim’e kıyama gönderiliyor. İkisinin söylediklerine bakmak lazım. Said’e bakılırsa Dersim soykırımını yapan komünistler. TC devleti kadrolarının içinde komünistler varmış bunlar yapıyorlarmış. Hulusi isimli albaya bakılırsa, bunlar diyor garibanlar ve bunlar aslında rıfailer yani bunlar İslam’dan sapma. Bunlar İslam’dan sapmışlar, Elazığ’dan gelip Muhammed’in bıyığını mı ne çalıp Dersim’e götürmüşler, olay bundan kaynaklanmış. Burada komünizm güme gitti, Dersim’de kitlelerin öldürülmesinde bir haklılık payı da var aslında, onu söylemeye getiriyor ve dönüp bunu komünistlere mal ediyor ve bizim gelenekten gelen biri kalkıp bayrak edinerek, bunların gazetelerinde manşet yapıyorlar. 1950’lilerde Kore’ye adam gönderilmesini, Kore’deki kitlelerin fare zehriyle öldürülmesini alkışlayan, öven Nursi Dersim kitleleri için ağlayacakmış. Ağlasa ne olur, Kore de katlet Dersim’e ağla, böyle çifte standart olmaz. Bir tek istisna dediğim bu. Bunun dışında isyanlara karşı tavrı çok net; devlete bayrak açılmaz, devlete kılıç çekilmez. 31 Mart davasıyla ilgili mahkemede söylediği şey çok net; biz Kürtler Sultan Selim’e söz verdik, biat edeceğimize dair söz verdik. Bu taşa yazılmış bir kanundur Said için. YAZININ DEVAMI SAYFA 23


22

kültür sanat

Kalmak daha zordur

Eleştiri Yöntemi ve Değişim

Çıktığın sularda izin kalır Yüzünün deseninde Teselliden arınmış mayın Neye yarar korkunun büyüttüğü düşler Yüreğinin tenha sokakları Dilinde eski bir hakikate kanıyor Yolu açıktır ihtimallerin Sınırsız sevmek neye yarar

Gerilla kaleminden

Erişmemişse menziline hançer Mevzilerden çıkıldı artık Pullarını döken bir sırra yenildiler Birer birer… Gölge düşürdü dilin linç ettiği şahmeran İzi avuçlarda kalan yenilgiyi Saklayamaz hiçbir yürek Unutamaz hiçbir yürek Bırakıp da gidemezsin bu yüzden Suretinde dil yarası varken… İşte bu yüzden; Kalmak daha zordur Çıktığın sularda izin kalır Ve kabuk bağlamaz eskise de anılar Kabuk bağlamaz anılar eskise de… HKO’lu kadın gerillalar

16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Deli bir kısrak gibi Tepinse de içimde bu özlem Bir gül kuruyup gitse de Bir ucunda sen vardın, bir ucunda ben. Demir atsak da ayrılıklara Aynı denizlerde, aynı yollarda, hasretliklerde Denizlerin buluştuğu, okyanuslarda var olduk O çocuk ellerim yok artık Ellerim ki alev alev volkan Namlusunda silahımın, şimdi barut kokuyor saçlarım Ve savaştıkça özgürleşiyorum Korkularım da var hala elbet Sadece değişti diyebilirim Ama ağrıma gitmiyor ölmek Yalnız bir şey var ki; Al şafaklarda izleyememek bu dağları Bir an için bile olsa Bunu düşünmek ürpertiyor beni Bir şeyler gönderebildiysem sana diyorum Ama bir gerillanın neyi var ki Silahından ve kavgasından başka, ben de kavgamın Onuruyla kucaklarım seni, gülüşlerinden öperken… Bir kadın gerilla

Değişimin ve gelişmenin motoru olarak eleştiri-özeleştiri mekanizmasını kullanmamız gerektiğini her zaman savunuruz. Eleştiri-özeleştiri yöntemi bizim en önemli silahımızdır. Peki bu silahı biz nasıl kullanıyoruz? Eleştiri yaparken yoldaşlarımız üzerinde o eleştirilerimizin yapıcı-geliştirici-onarıcı bir etkisi olmasına dikkat ederiz. Özeleştiri verirken ise samimiyet-objektiflik ve keskinlik ararız. Dönem dönem hepimiz zaaflı davranış ve pratikler gösterebiliriz. Hatalar yapabiliriz. Bizim eleştirilerimiz ise bunları teşhir eder. Bu zaafları onarmak, hatalarımızdan ders çıkarmak için özeleştiri mekanizmasını kullanarak gelişimin ve değişimin temellerini atarız. Bu yöntemi uygularken amacına uygun gerçekleşmesi için doğru ele alıp, doğru işletmek gerekir. Devrimci tarz ve üslupla eleştiri yürütmek doğru olandır. Kırıcı, sert, sekter bir tarzla bu mekanizmayı işletmeye çalışırsak sonuç alamayacağımızı bilmeliyiz. Ayrıca eleştirilen kişide bu bilincin açığa çıkarılması hedefimiz olmalıdır. Kendisine tutulan aynanın farkına varıp “çünkü” lerle, “ama” larla aynayı karartmamalıdır. Gözlerini iyice keskinleştirip, aynada zaaflarının farkına varmalıdır. Bu yöntemi bu şekliyle işletirsek gelişim kesinlik kazanacaktır. Bir başka yönüyle de kişiyi eleştirmiş olmak adına eleştiri yapmamalıyız. En ufak meseleleri eleştiri mevzusu yapmamalıyız. Bir iki defa yapılan hataları genele sunmamalıyız. Bunun yerine kişide oluşan hatalı çizgiyi teşhir etmeliyiz. Eğer ki yoldaşlarımızın, kendimizin gelişmesini istiyorsak hatalı, yanlış çizgilerimizin eleştirilmesinde ısrarcı olmak kazanım olacaktır. Çünkü mücadele etme sorumluluğumuz yalnızca sisteme karşı değil, kendimize ve yoldaşlarımıza da karşı sorumluluğumuzdur. Bir HKO gerillası

ANTAGONİZMA

≫ muzaffer oruçoğlu

HALKLARIN BİRLEŞİK DEVRİM HAREKETİ

T

ürkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci güçlerinin önemli bir bölümünün, Halkların Birleşik Devrim Hareketi adı altında bir cephe birliğine gitmiş olması sevindiricidir. Yayınladıkları ilk bildiride, antiemperyalizm ve sosyalizm vurgusu öne çıkıyor. Bu da sevindiricidir. Bu cephe, devletin topyekûn Kürt direnişine karşı saldırmasının, şehirleri yıkıp direnişçileri hunharca yok etmeye başlamasının sonucunda Kürt direniş hareketi geniş cephe ihtiyacını daha derinden duymaya başladı. Ortadoğu halkları, doğru olanı hayat zorlamadan yapmıyorlar. Bu cephe yürür mü? Yürüsün veya yürümesin, bu adım, iyi bir adımdır. Kurulan cephenin hedefi daraltması ve geniş cephe siyaseti izlemesi gerekiyor. Sosyalizm şiarı hoşumuza gidebilir. Ama bu şiar, bugünkü Ortadoğu’da, Türkiye'de ve Kürdistan'da cepheyi daraltır.

Faşizme karşı demokrasi, savaşa karşı barış, sömürgeciliğe karşı tam hak eşitliği veya bağımsızlık. Sosyalizm talebini bugünkü şartlarda bu taleplerin önüne çıkarmak, cepheyi genişletmez. Cephenin, baharı ve yazı, dağlarda ve şehirlerde hangi mücadele biçimleriyle taçlandıracağını bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey, devletin yasal gösteri haklarını ve bu hakların kullanımını sürekli daralttığı ve çok daha ağır bir faşist diktatörlük ile alan temizliğine hazırlandığıdır. Kuzey Kürdistan'da öncelikli sorun, milli sorundur. En temel demokratik sorun şu anda budur. Türkiye'de faşizme karşı yürütülen mücadele, bir demokrasi mücadelesidir. İşçi sınıfı başta olmak üzere tüm ezilen sınıfların, milliyetlerin, inançların ve cinslerin hak mücadelesi, demokratik ve gerçek anlamda bir laik yaşam mücadelesidir. Komünistler, kendi

ideolojik hatlarını eğip bükmeden, karartmadan bu güncel gerçeği dikkate almak, yığınları bu gerçek çevresinde seferber etmek durumundadırlar. Geniş cepheler, geniş tavizler verilerek kurulur; hassasiyet, sabır ve büyük bir sorumluluk duygusuyla da yürütülür. Gün, dostane eleştiri ve birlikte yürüme hattına bağlı kalınarak birlikte yürüme günüdür. Cephede yer alan partilerin umarım kitle tabanları genişler ve bu onların sorumluluk duygularına, sağduyularına yansır. İmparatoru atından alaşağı etmeye niyetlenen ve bu niyet doğrultusunda adım atan her varlığa sayfalarını cömertçe açar tarih. Tarihin en çok anlama ihtiyaç duyduğu bir çağdayız, cömertliği biraz da buradan kaynaklanıyor.


16-31 MART 2016 Halkın Günlüğü

Röportajın önceli Sayfa 20-21 Halkın Günlüğü: Bir sinema filminde anlatılan Said-i Nursi profili var. Muazzam halkçı, çalışkan, örgütleyici -ki siz de geçenlerde yapılan bir söyleşide benzer şeyler ifade etmiştiniz. Said-i Nursi’nin kişisel özelliklerine dair neler söyleyeceksiniz? Neticede ardında onlarca eser bırakmış, fikriyatı milyonlarca kişi tarafından benimseniyor ve 21. yüzyıl Türkiye-Kuzey Kürdistan siyasetinde önemli bir yeri var, neler söyleyeceksiniz? Emrah Cilasun: Şöyle; bu hataya bizim de tarihimizde düştüğümüz oluyor. Genel olarak devrimci hareketin özel olarak komünist hareketin tarihinde böylesi hatalar var. İçini boşaltarak ikonlaştırma. Mesela maalesef Kaypakkaya’nın başına gelen de budur. Misal bana Kaypakkaya’nın önemi nedir diye sorulsa, işte köylülerle gezerdi, halkçıydı, mütevazıydi, işkencede çok iyi direndi vs. demem. Birinci önemi için Kürt meselesine dair yaklaşımı da demem. İbrahim’in en önemli özelliği UKH tarihinde o zamana kadar posası çıkmış, birikmiş, küflenmiş birçok konudan kopmuş olmasıdır. Bunları bilerek söylüyorum, çünkü ben bu çalışmayı yaparken tarihimizdeki bu yaklaşımın bir benzerini Nurcularda gördüm. Mesele Nurcularda da acayip bir Said-i Nursi ikonlaştırması var ve içini de boşaltıyorlar. Çok az, Said’i kavrayarak hareket eden var. Bunda elbet, Nursi’nin siyaset ve ideolojisi devletle uyuştuğu için ne zaman devlet katında bunlar itibar görüyor hemen gevşiyorlar. Misal Fetullah Gülen. Adama ABD’de bir villa verdiler hemen gevşedi. Said’de şöyle bir şey var; birincisi şartlara müdahale etmesini bilen biri, şartların kurbanı değil, şartlara müdahale eden biri. Hiçbir zaman armut piş ağzıma düş demiyor. Her zaman için en zor şartlarda bile onları değiştirip dönüştürme var. Ne açısından İslam açısından. İkincisi küllerin içinde örgüt kurma becerisi var. Adamı götür sahra çölüne bırak iki deveyle, bu iki deveyi örgütler getirir. Bunları Said’i sempatik kılmak için söylemiyorum. Objektif durum bu. Said tüm bunları inandığı, kabul gördüğü için yapıyor. İslamcılığı sahte değil. Başka bir özelliği ise kitleleri seferber etmesini biliyor. Bunu iki türde görüyoruz. Bir Fokocu davranmıyor misal. Kitlelerin içine dalıyor. Ki ekonomistçe de davranmıyor. Kitleye gel senin şu hakkın var bunun için mücadele yürütelim demiyor. Kafadan ideolojik mücadele yürütüyor. Karşısına çıkan ilk insana Kuran’ı çıkartıp direkt buradan başlıyor. Buradan kazanıp, sistemle çelişkisini direkt buradan yakalıyor. Kitleyi de işin içine katıp,

röportaj

kendisiyle beraber sorumluluk almasını sağlıyor. Buna karşı Kemalist İslamcıların şöyle bir yaklaşımı var ki bu durum halen devam ediyor; milleti kandırıyorlar, işte makarna dağıtıp oy alıyorlar. Ya kaç paket makarnadır bu adamlar 14 yıldır iktidarda. Bugün gördüğüm bir fotoğraf vardı; gökdelenlerin altında yoksul bir gecekondu evi ve evin bütün duvarını kaplayan koca bir Türk bayrağı, çocukları askerde ölmüş. Bu öyle makarnayla açıklanacak bir şey değil. İdeolojik olarak kazanıyorlar insanları. Üst yapı meselesi. Said’in yaptığı da bu. Isparta’ya da gitse Kürdistan’a da gitse en zenginiyle de en fakiriyle de otursa ideolojik olarak kazanmaya çalışıyor. Yoksa hak hukuk meselesinden ele almıyor. Bunlar özellikleri.

Yaptığınız bu çalışma her ne kadar sol içerisinde yeterince yer edinmese de burjuva medyada, özellikle İslami çevrelerde oldukça önemle karşılandı. Buna dair çeşitli polemikler de yaşadınız. Bu tepkiler dışında herhangi farklı bir tehdit vs. durumu oldu mu? Cilasun: Çok ufak. Cüzi bazı tehditler oldu. Sosyal medyada bazı şeyler oldu. Bunlar çok cüzi. Fakat az önce anlattığın şeyin bir başka boyutu önemli. Misal bu kitap Mayıs 2015’te çıktı. Genel olarak sol bir de laiklik adına mangalda kül bırakmayanlar cephesinden tık yok. Bu durum önemli. Bizim gecikmiş bir sorunumuz var. Özellikle bizim gelenek açısından. Misal Kaypakkaya’nın daha Hasanoğlan’da iken bir tavrı var; yeşili değil kırmızıyı seviyorum diyor. O kafayla böyle bir ideolojik tavır takındı. Bizim 1980-90’larda çok yoğun bir şekilde başlayıp bugünlere gelmemiz gerekiyordu. Dinle ideolojik, kapsamlı mücadele yürütmemiz gerekiyordu. Ayrım yapmadan yani Sünni-Alevi vs. ayrımı yapmadan bir tartışma, mücadele yürütmemiz gerekiyordu. Çok kapsamlı, ahkâm kesip, yukardan bakmadan, o kitleleri hor görmeden ama tavizsiz, aklın özgürleştirilmesi için bütün tanrıları defeden cinsten bir tartışmanın yapılması gerekiyordu kitlelerle. Bunu yapmadık. Bunun yerine kitlelere şirin gözükmek, çaktırmamaya çalışmak, taktik yapmak vs. bizi bugünlere getirdi. Kaldı ki sadece dincilerle mücadele için değil Marksistlerin kendi içlerinde de bir mücadele şart. Marksizm’in de din olma tehlikesi var. Buna karşı da etkili bir ideolojik mücadele vermek lazım.

Röportajın başlarında kısaca vurgusunu yaptığımız bir meseleye bu vesileyle bir daha dönelim isterseniz. Özellikle ülkemizde son yıllarda IŞİD vesilesiyle İslam’a dair yapılan tartışmalar gerçek İslam bu değil

meselesini gündemleştiriliyor. Bir de İslam’ın devrimciliği tartışması var. Anti-kapitalist Müslümanlar vs. var. Neler söyleyeceksiniz? Cilasun: Çok daha tehlikeli olanlar var. Misal Tanıl Bora, Birikim Dergisi vs. var. Adım adım gidelim. Birincisi şu; konuyu anlamamız lazım. Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmi izlenip, Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık var kitabı okunmalı. Bu iki sanat eserini iyi incelemek lazım. Türkiye’nin son 20-30 senede nereden nereye geldiğini gösteriyor bu iki eser bize. Somutlaştırmaya çalışayım. Samuel Albert diye bir adamın yazdığı bir yazı var. Tunus ve Mısır devrimleri neden çıkmaza girdiler, neden başarılı olamadılar diye bir yazı vardı. Ben bu kitabı yazarken bu yazıdan çok faydalandım. Yazıda şunlar geçiyor; Son 20-30 senede dünyada büyük alt üst oluşlar yaşandı. 1950’lilerde 600 bin küsur olan Kahire nüfusu bugün 16-17 milyon. İstanbul da aynı durumda. Albert diyor ki; emperyalist-kapitalist sitem bu ülkelere girip, feodal, yarı-feodal üretim ilişkilerini kendi çıkarına kırıyor. Ve bu kırılmadan dolayı şehirlere taşınan kitleleri, sadece iktisadi değil ideolojik olarak da beklentileri, hülyaları, arzuları, korkuları var. Tüm bunlara dayanak İslam’da var. Bundan dolayı sırtını dine dayıyor. Arabesk de bunun içindedir. Şehirlerde siyasal İslam için muazzam bir sosyal taban oluşmuş. Toplumun orta ve üst sınıflarında ise; nedir bu Batı’dan çektiğimiz, petrol bizde, üretim bizde, kültür bizde, gelişmemiz mümkünken ABD önümüze engel koyuyor, AB ket vuruyor, nasıl olacakta bu eşitsizlik giderilecek gibi sorular mevcut. Erdoğan’a biraz da bundan sarılıyorlar. Misal Kanada’da ayda 6 bin dolar alan bir mühendisi her şeyi bir kenara bırakıp, IŞİD saflarında savaşmaya iten nedir, bunu iyi anlamamız lazım. Öyle komplo teorileriyle açıklanamaz. Siyasal İslam’ın kendi dina-

23

mikleri üzerinden sağladığı gelişmeyi iyi anlamamız lazım. Peki ne istiyor bunlar, sınıfsız-sömürüsüz bir dünya mı istiyorlar. Kuşkusuz hayır. Bunlar tamamıyla baskı ve sömürünün bir başka boyutunu, kendilerine doğru yontan boyutunu istiyorlar. Batı’ya dedikleri şu; ben seninle göz hizasında olmak istiyorum. Beni hor görme. Senin Haçlı orduların varsa benim de Selahattin Eyyübim var, senin matematikçilerin varsa benim de İslam âlimlerim var. Ben seninle siyasi, iktisadi, ideolojik her alanda bu dünyayı paylaşmak istiyorum. Kendi dünyanı bana dikte etme. Ki birçok konuda özdeş bunlar. Batı’nın çikolata tenli kadına tanga taktırmasıyla, İslam’ın çikolata tenli kadına çarşaf giydirmesi aynı özden besleniyor. Bunun gayet açık ve net açıklanması gerekiyor. Bunlar birbirlerini besliyor. Yok efendim bunlar emperyalizme darbe vuruyor vs. zırvalıklarını bir kenara bırakmak lazım. Tüm bir TC dönemi boyunca sahte aydınlanmacı Kemalizm ile siyasal İslam arasındaki çatışma birbirlerini besleyen bir çatışmaydı.

Son olarak bu çalışma sonrası düşündüğünüz yeni bir çalışma var mı? Cilasun: Şöyle. Bir kere ben roman yazarı değilim. Edebiyatçı da değilim. Yorgunum. Dört yıl arşiv, yedi ay da yazma süreci, yoruldum bayağı. Bir de ben yazdım oldu, haydi yenisini yazayım diye bir derdim de yok. Fakat ben bu çalışmayı yaparken, Londra’da elime Çerkez Ethem’le ilgili yeni bir belge geçti. 78 sayfalık bir dosya bu. 1930’larda Mustafa Kemal’e Ethem tarafından yapıldığı iddia edilen başarısız suikastla ilgili bir dosya. Bu şimdi çevriliyor. Bunu 2017 yılında ayrı bir kitap olarak yayınlayacağız. Onun dışında Fırtınalı Yıllarda Kaypakkaya kitabını tekrardan elden geçirip yeniden yayınlamayı düşünüyoruz. Bunların dışında yeni bir şey yok.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ahmet AKSOY adına Yapı Kredi Bankası ANK. Mithat Paşa ŞB. : (TL) 93602130 Yapı Kredi Bankası (Euro) 10 0006 7010 0000 0043 4140 14 Yapı Kredi Bankası (Sterlin) 13 0006 7010 0000 0043 4140 57 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Di tekoşîna şoreşê de qonaxeke girîng: "Tevgera Yekbûyî ya Şoreşa Gel" damezrî "Em wek hêzên şoreşger û sosyalîstên Tirkiye û Kurdistanê, li dijî pergala desthilatdariya faşîst a AKP û TC'yê, tekoşîna bi çekî jî di nav de, li her qadan, bi hemû amûr û şêwazê ve ji bo xurtkirina şoreşê hêzên xwe di bin ala "Tevgera Yekbûyî ya Şoreşa Gel" de kom kir. Yekitiya me ji bo hêzên berxwedên ên derva re jî vekirî ye, xêynî wê, dê di nava her tekoşîn û çalakiyan de jî be û ev xebatana pêş ve bibe" Em di pêvajoyeke wisa de derbas dibin ku, li Tirkiyê û li Bkurdistana Bakur gelenç pêşketinên girîng tê jiyîn. Şerê ku ji alî dewleta dagirker a Tirk û nûnerê wê Erdoğan û AKP ve tê meşandin, li ser navê çînên desthilatdar ên Tirk tê meşandin û di serî de gelê Kurd, li hemberî hemû gelên vê axê ye. Di vî şerî de jî şêweyên derînsantî tê şixulandin. Li alî kî jî, ji bo eniyek li dijî vê şerê û dagirkeriyê were vekirin, di vî qadî de berxwedaniyek û şoreşek were ava kirin, Tevgera Azadiya Kurd û hêzên şoreşger, demeke dirêj e gotgigohên berfireh çêdikirin. Ev pêvajo piştî demek, gihaşte qonaxek û bi awayekî erenî bidawî bû. Piştî nîqaşên dûr û dirêj, di 12'ê Adar'ê de daxuyaniyek dan û ji çapemeniyê re aşkere kirin ku "Tevgera Yekbûyî ya Şoreşa Gel" hatiye damezirandin.Di vî daxuyaniyê de ev tevgerana cih girtin: TKP/ML, PKK, THKP-C/MLSPB, MKP, TKEP/L, TİKB, DKP, Devrimci Karargâh ve MLKP. Em jî daxuyaniyê ku ji alî van tevgeran hate dayîn, bi kurtasî diweşînin. "Emperyalîsstan û dewletên netew ên paşverûtiyê, berpirsên sereke yê qetlîamên li Rojhilata Navîn in. Ew emperyalîstan, bi mudexele yê Sûrî ve, şerê herêmî belav kirin dorê û ew şer ber bi şereke dinyayê ve diçe. Ew, ji alîkî nakokiyên navxweyî yê statuko ya herêmî û desthilatdariyê ve mijûl in, ji bo vê yekê di nav xwe de şereke navîn dimeşînin, ji alî ya din ve jî gelê herêm bi sedema hêstên netewî, mezhebî û olî ve dixwazin li hev bînin û bidin şerkirin. Ji bo vê yekê di nav hewldaniyekê de ne. Desthilatdariya AKP'ê jî di nav vê şerê de ye, lê gava berjewendiya xwe bi emperyalîstan tê tevî wan e, gava berjewendiyên xwe lê nayê rêyeke cûda dimeşîne û bi hemû tevgerê xwe ve îtifaq û nakokî kûr dike, agir dirijîne li ser şerê herêmê. Bi heman şêweyî, li welêt jî, li dijî gelê me êrişeke bi tevahî dimeşîne. Muxalefetê ku li himber desthilatdariyê bisekine jî, wek "teror" binav dike û li kolan û kuçeyan dikujîne, wetlîamên girseyî

çêdike, girtinên girseyî pêk tîne, dixwaze biçilmisîne. Li himberî gelê Kurd jî li bajaran şer dimeşîne, di vî şerî de bajarên bi sed hezarî hildide berî top û tankan, vala dike, bajaran hildiweşîne, qirkirinên tevahî pêk tîne. Desthilatdarî bi vî rengî hêzên kewneşopdar, nûjen û hemû hêzên paşverût û faşîst ve hemkarî dike, hildide paş xwe, bi vî hawî jî dixwaze hemû hêzên muxalîf binpê bike, biçewisîne, dîktatoriyeke yek partiyê damezrîne. Ev îtifaqa faşîst û bixwîn jî li ser dijmintiya gelê Kurd didomîne.

Ev rewş, li alîkî bar û giraniya li ser gelê me hê giran dike, êş û dagirkerî kûr dike, li alîkî jî rewşa şoreşê dipijîne, hê xurt dike, berê Tevgera Yekbûyî ya Şoreşa Gel vedike. Îro li welêt û li herêm, îmkan û derfetên şoreşê ji her rojê wêdetir hê bihêz bûye. Ev jî, pêşengiyeke şoreşgerane hê tîne rojevê û pêdivî ya şoreşê bihêz dibe. Di qadekî de li dinya û herêmê pevçûnên nijadperestiyê, olî û mezhebî bilind dibin, li himberî hemû van yekan jî taybet li Rojava stêrkeke şoreşê dibiriqe, ev tîroj, hemû paşverûtî red dike, ji hemû gelê bindest re jî dibe hêvî. Ji ber vê yekê jî, him şoreşa Rojavayê, him jî berxwedanî ya xweseriyê, di hedefa desthilatdariya dewleta Tirk û AKP'ê de ye. Ji ber vê yekê jî, di rewşa îro de, parastina şoreşa Rojavayê, parastina berxwedaniya xweseriyê, di heman demê de parastina hemû rewşenbiran, hemû gel, çînên kedkar, demokrat û misojeriya jiyana hemû gelê me ye. Xwedî jê derketina ev nirxan jî di heman demê de parastina pêşeroja gelê dinyayê bixwe ye. Çi ku di bin siya vê pergalê de li Tirkiye yê misogeriya jiyan a tu civakek nîn e. Elewî, kesên demokrat û laîk, kedkar, kesên zelal û reben, hemû hêzen muxalîf di bin êrişa vê desthilatdariyê de ne. Çi ku, gava berxwedaniya xwestekên xweserî ya Kurdan were şikandin, dê AKP'ê roja din hemû hêzên muxalîf binpê bike û têk bibe. Ji ber vê yekê jî, em dikarin bêjin, îro pêşeroja gelê Kurd û hêzên şoreşger ên Tirkiye yê di nav hev de ne. Qedera van bi hev re girêdayî ye. Em wek hêzên şoreşger û sosyalîstên Tirkiye û Kurdistanê, li dijî pergala desthilatdariya faşîst a AKP û TC'yê, tekoşîna bi çekî jî di nav de, li her qadan, bi hemû amûr û şêwazê ve ji bo xurtkirina şoreşê hêzên xwe di bin ala "Tevgera Yekbûyî ya Şoreşa Gel" de kom kir. Yekitiya me ji bo hêzên berxwedên ên derva re jî vekirî ye, xêynî wê, dê di nava her tekoşîn û çalakiyan de jî be û ev xebatana pêş ve bibe. Tevgera me, Tevgera Yekbûyî ya Şoreşa Gel, li dijî emperyalîzmê, qapîtalîzmê, şovenîzmê, li dijî faşîzm û nijadperestiyê ye û pêşeroja azad û demokratî ya gelan diparêze. Tevgera me, ew sazî û dezgehên ku bi AKP'ê ve û bi pergalê ve bûye yek, bi hêza gel ve hilweşîna wan saziyan pêwîst dibîne".


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.