16-31 AĞUSTOS 2015

Page 1

Süreç devrimci savaşla yanıtlanmak durumundadır

sf 12-13

Kürdistan'da topyekün savaş AKP'nin topyekün savaş politikasını hayata geçirmesinin ardından HPG'nin cevabı da aynı sertlikte oldu. Son bir ay içerisinde onlarca asker ve polis öldürülürken onlarca kolluk gücüde yaralandı. AKP ise gözaltı ve tutuklama furyasına devam etti, bir ayda 1600'den fazla gözaltı 300'den fazla tutuklama yaşanırken, Kürdistan'da 7 ilde ve ilçede özyönetim ilan edildi Sf.02-03

Halkın Günlüğü

16-31 AĞUSTOS 2015 Yıl: 4 Sayı: 105 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

Hedefimiz; Devrimci sanat cephesi f GÜNCEL

ISSN: 2147-0499

Faşizme, katliamlara ve gerici savaş çığırtkanlığına karşı

Devrimci savaş mevzilerine Faşist devlet ve somutta ki temsilcisi AKP iktidarı kana susamış bir barbarlıkla halklara saldırmaya devam ediyor. Çocukların vahşice katledilmesinden, sokak infazlarına, gözaltı ve tutuklama teröründen, ormanların yakılmasına kadar AKP iktidarı topyekün halklara savaş açmış durumdadır. Fakat nafile! Gerici dünyanın ve onun işbirlikçisi ülkemiz hâkim sınıflarının hiçbir saldırısı kendi sonlarının tarihin çöplüğü olduğunu engelleyemeyecektir. Halklarımız ve halkla-

20-21

Halkın Günlüğü gazetesi olarak, ilk sayısını Şubat ayında çıkaran Sancı Kültür Sanat Edebiyat dergisi ile röportaj yaptık. "Dar propagandacılığa ve üst perdeden sanata hayır" şiarıyla yola çıktıklarını aktaran Sancı Kolektifi, temel hedeflerinin devrimci bir sanat cephesi yaratmak olduğunu vurguladı

Dersim'de OHAL uygulamaları

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

02

Faşizme karşı mazlumlarla dayanışmak

rımızın örgütlü devrimci güçleri mücadelenin bütün alanlarında faşizme ve barbarlığa gereken cevabı verecektir. Gelişmeler bizlere bir kez daha göstermiştir ki tek çözüm yolu militan devrimci mücadele ve somutlaştığı eksen olan Sosyalist Halk Savaşıdır. Hiçbir alanın özgünlüğünü yadsımadan ve küçümsemeden merkezi bir perspektifle devrimci savaş mevzilerini güçlendirelim ve devrimci savaş mevzilerinden cevap olalım.

10

Temel sorunların çözümü

14


02

güncel haber

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

Dersim'de OHAL uygulamaları Meselenin özü: AKP iktidarının 7 Haziran geçimlerinde aldığı yenilgi, Kürt halkının IŞİD karşısında kazandığı zafer, faşist Türk Devleti'nin tüm güçlerini birleştirdi. Birleşen faşist güçler başta Kürt halkına, Alevilere, demokratlara, devrimcilere ve doğaya karşı savaş ilan ettiler "Çözüm Süreci" derin dondurucuya kaldırıldı ve ortalık yangın alanına çevrildi. İnfazlar, baskılar ve tutuklamalar eşliğinde doğa katliamına girişildi. Başta Dersim olmak üzere bir çok Kürt ilinde ormanlar yakılarak yüzlerce hektarlık orman alanı küle çevrildi. Kuşkusuz bu gelişmeler durup dururken ortaya çıkmadı. Gelişen demokrasi güçleri karşısında devlet yeni bir pozisyon almak zorunda kaldı. Oluşan bu şekillenmeyi sadece AKP politikası olarak açıklamak yetersiz kalır. Böylesi bir durumda iktidarda olan ya da devlette etkin olan hangi burjuva eğilim olursa olsun karakterleri gereği bu yola başvuracaktı. Mesele sadece AKP iktidarının güç kaybetmesiyle açıklanırsa yetersiz kalır. Bu tablonun yaratılmasında AKP'nin içine düştüğü durum oldukça etkin oldu. Fakat diğer yandan faşist Kemalist ve ulusalcı kanadın Kürt halkına yönelik emelleri AKP politikalarıyla buluşunca Gezi Ayaklanması'nda yüzlerine taktıkları maske bir kez daha tuzla buz oldu. Yolsuzluklar üzerinde siyaset yapan MHP ise AKP iktidarının Kürt halkını infaza girişmesiyle saray soytarılığına soyundu. Meselenin özü: AKP iktidarının 7 Haziran geçimlerinde aldığı yenilgi, Kürt halkının IŞİD karşısında kazandığı zafer, faşist Türk Devleti'nin tüm güçlerini birleştirdi. Birleşen faşist güçler başta Kürt halkına, Alevilere, demokratlara, devrimcilere ve doğaya karşı savaş ilan ettiler.

Dersim’deki köy boşaltmalar protesto edildi Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF), 6 Ağustos günü yaptığı eylemle Dersim’de “özel güvenlik bölgeleri” alanlarında kalan köy ve mezraların boşaltılmasını ve ormanların yakılmasını basın açıklamasıyla protesto etti. İstanbul Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen kitle “Dersim’de orman yangınlarına, köy boşaltmalarına, yayla yasaklarına hayır” yazılı pankart açarak, “Yaşam hakkımız kutsalımızdır”, “Savaş

çıkarıp pisliğinizi kapatamazsınız” ,“Ferman sarayın direnmek bizimdir” yazılı dövizler taşıdı. DEDEF adına açıklamayı okuyan Hasan Şen, geçmişte yaşanan acıların izdüşümünün bugün Dersim’de yaşatılmak istendiğini söyledi. Şen, “İnsanlar güvenlik gerekçeleri ile yakılan köylerini zorla ve işkence amacıyla dışkı yedirildikleri günleri hatırlayınca bu kez bu baskılara boyun eğmeyeceklerini aldıkları tutumla göstermektedirler” dedi.

Köylülere baskı yapılıyor Şen, “Geçtiğimiz gün Hozat ilçesi Karaçavuş mezrasındaki insanlara herhangi bir durumda göreceğiniz zararlardan sorumlu değiliz diyerek tehditler eşliğinde mezra boşaltmaları istenmiş. Gidecekleri yerlerinin olmadığını ekin toplama döneminde olduklarını ve dört yüz başa yakın hayvanlarının bölgede bulduğunu ve bu durumda köyü boşaltmayacaklarını ifade edenler tutanak hazırlatılmış ve köylülere bu tutanak imzalatılmıştır” diye konuştu. Lice’de yapılan orman katliamlarını hatırlatan Şen, Dersim’de de aynı şeylerin yaşandığını söyledi. Bölgede yaşayan halkın, ormanların söndürülmesine dönük çabalarının devlet güçlerince engellendiğini dile getiren Hasan, “Binlerce

hektar ormanlık alan ve içinde yaşayan binlerce canlı türü ile yok edildi. Yasaklı ilan edilen bölgelerde de benzer gelişmelerin yaşanacağını ve bölgenin doğal yapısının yok edilerek yaşanmaz hale gelebileceğini kanıtlamaktadır” şeklinde konuştu.

‘’Dersim'in talan edilmesine izin vermeyeceğiz’’ Şen, Erdoğan’ın “Dersim özrüne” atıf yaparak, “Bugün gelinen aşamada özürlerinin ve çözüm projelerinin gerçeği yansıtmadığını bir kez daha Dersim’de gerekse ülkemizin başka yerlerinde uygulanan politikalarında görmüş olduk. Terör bahanesi ile insanları yurtlarından yaşam alanlarından koparan bu barbarlık 38 zihniyetinin farklı bir izdüşümü olarak karşımıza çıkmaktadır” dedi. Halkların yapılan bu saldırılara karşı örgütlü mücadeleyi büyütmesi gerektiğini altını çizen Şen, “Ne köylerimizi terk edeceğiz, ne insanımızın ne de doğamızın katledilmesine asla izin vermeyeceğiz. Özgürlüğün barışın kardeşliğin ve mücadelenin kadim kalesi Dersim'in talan edilmesine izin vermeyeceğiz” diye konuştu.

Devletin kirli savaş politikaları Dersim’de protesto edildi Devletin geliştirdiği yeni savaş konsepti

çerçevesinde devreye koyduğu OHAL uygulamaları Dersim merkez ve Hozat’ta gerçekleştirilen eylemlerle protesto edildi. Dersim merkezde DHF’nin de içinde yer aldığı DKÖ’ler, sendikalar ve siyasi partiler tarafından yapılan eylemde devletin topyekûn saldırıları teşhir edilerek, halkın üzerindeki baskıların, köy boşaltmalarının, yasak bölge ilanlarının ve ormanların yakılmasının derhal son bulmasının gerektiği vurgulandı. Sloganların atıldığı eylemde saldırılara karşı daha fazla duyarlılık oluşturarak mücadele edilmesi gerektiğinin altı çizildi.Yapılan eylemlere HDP Dersim milletvekilleri Alican Önlü ve Edibe Şahin’de katıldı. Yine Dersim’in Hozat ilçesinde de devreye sokulan OHAL uygulamaları yapılan bir yürüyüş ile protesto edildi. Köyleri boşaltılmak istenen köylülerinde katıldığı yürüyüşte saldırıların derhal durdurulması belirtildi. Yapılan açıklamada devletin yeniden devreye soktuğu OHAL uygulamalarının Dersim halkını yıldırmayacağı ve gereken cevabı vereceğinin altı çizildi. Hozat’ta DHF örgütlülüğü de boşaltılmak istenen köyleri ziyaret ederek sohbetler gerçekleştirdi ve her zaman yanlarında olacaklarını belirtti.


16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

güncel haber

03

AKP saldırıyor halklar direniyor AKP'nin topyekun savaş politikasını hayata geçirmesinin ardından HPG'nin cevabı da aynı sertlikte oldu. Son bir hafta içerisinde 66 asker ve polis öldürülürken onlarca kolluk gücü yaralandı. AKP ise gözaltı ve tutuklama furyasına devam etti, bir ayda 1600'den fazla gözaltı 300'den fazla tutuklama yaşanırken, Kürdistan'da 7 ilde ve ilçede özyönetim ilan edildi AKP iktidarının topyekun savaş politikasını hayata geçirmesinin ardından halka yönelik infazlar, katliamlar, bombalamalar, gözaltılar ve tutuklamalar artarak devam ediyor. Son yirmi gün içerisinde başta Kürdistan olmak üzere tüm ülke genelinde siyasi operasyonlar, özel harekatçıların katliamları, baskılar, gözaltılar, tutuklamalar devletin faşist yüzünü halklara açık bir şekilde gösterdi. Henüz bir koalisyon kuramayan, hükümeti olmayan T.C. devleti, AKP iktidarı altında halklara kan kusturmaya devam ediyor. Ancak halklarda, AKP'ye karşı kendini savunuyor. Tüm gözaltılara, tutuklamalara, katliamlara karşın HPG gerillaları da T.C. ordusuna ve polislere yönelik onlarca eylem gerçekleştirdiler ve gerçekleştirmeye devam ediyorlar. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan'ın yaptığı açıklamalara göre ise HPG gerillaları henüz tetiğe basmış değil. T.C. ordusunun bombalamalarına, saldırıla-

rına karşı yalnızca misilleme eylemleri yapılıyor.

HPG eylemleri sürüyor HPG gerillaları, T.C. ordusunun bombardımanları, tank ve obüs atışları ve yüzlerce asker, zırhlı araç, uçak ve helikopterle yaptığı saldıra karşılık olarak Kürdistan'ın pek çok noktasında onlarca eylem yaptı. Yapılan eylemlerde HPG gerillalarının çok az sayıda kayıp verdiği gözlenirken, T.C. ordusuna, özel harekatçılara ve polislere yönelik yapılan eylemlerde T.C. güçleri birçok kayıp verdi. HPG Basın İrtibat Merkezi, her gün birçok farklı şehirde ki yapılan onlarca eylemin bilgilendirmesini yapıyor. HPG BİM'in verdiği rakamlar doğrultusunda son bir hafta içerisinde "en az" ibaresi eklenerek 66 asker ya da polis öldürüldü. Onlarca asker ve poliste yapılan eylemlerde yaralandı. Aynı zamanda yapılan eylemlerde onlarca zırhlı araç, helikopter, karakol ve kalekol da darbelendi.

Bir devlet geleneği; İnfaz T.C. Devleti 90 yıllık kanlı tarihi boyunca sivil katliam ve infaz yöntemine başvurmuş, eli kanlı bir diktatörlük. AKP iktidarı ile birlikte bu gelenekte kaldığı yerden devam ediyor. T.C. Devleti tarihi boyunca halklara gerçek anlamında kan kusturdu. AKP iktidarının da bundan bağımsız olduğunu düşünmek baştan sona hata olacaktır. Gelinen aşamada sözde "çözüm sürecini" terk eden devlet, infaz, katliam politikasına kaldığı yerden devam ediyor. Ağrı'nın Diyadin ilçesinde 2'si çocuk 3 kişi özel harekatçılar tarafından katledildi. Fırında çalışan 16 yaşındaki Orhan Aslan ve 15 yaşındaki Emrah Aydemir,

özel harekatçıların fırını taraması sonucunda katledildi. Murat Mahallesi'nde ise kimliği öğrenilemeyen bir kişi, özel harekat timleri tarafından katledilmiş halde bulundu. Özel harekatçıların yaptığı katliamın ardından ise Ağrı Valiliği, "3 terörist öldürüldü" açıklaması yaptı. Valilik yaptığı açıklamayla katliamı meşrulaştırmaya çalışırken, özel harekatçıların ise katlettiği çocuklara gerilla kıyafetleri giydirdiği öğrenildi. Ağrı'da ki infaz haberinin ardından Mardin ve Amed'den sivil infazları haberleri geldi. AKP'nin tetikçiliği görevini üstlenen özel harekatçılar Mardin'in Nusaybin İlçesi'nde Hükümet Konağı'na yönelik eylemin ardından inşaat işçisi 29 yaşındaki Havzullah Doğan'ı katletti. Mardin Valiliği ise infazın ardından "Çıkan çatışmada bir Bölücü Terör Örgütü mensubu etkisiz hale getirilmiştir" ifadelerine yer verdiği bir açıklama yaptı. Amed'in Bağlar İlçesine bağlı Kaynartepe Mahallesi'nde ise mahalleyi abluka altına alan özel harekat polisleri, rast gele ateş açtılar. Açılan ateşte evinin kapısında oturan 40 yaşındaki Fahrettin Budak, göğsü ve sırtına aldığı 3 kurşunla yaşamını yitirdi

Gözaltı ve tutuklama furyası devam ediyor AKP'nin topyekun savaş politikasının bir ayağı olarak, şehirlerde yüzlerce ev basıldı. Basılan evlerden yüzlerce kişi gözaltına alındı. Sözde IŞİD'e yapılan baskınlarda elini kolunu sallayarak Emniyet Müdürlüğü'ne gelen IŞİD'liler ise yine ellerini kollarını sallayarak dışarı çıktılar.

"Terör operasyonları" olarak burjuva tarafından onlarca haber servis edildi. Sözde "terör operasyonlarında" yüzlerce demokrat, devrimci, sosyalist ve yurtsever gözaltına alındı ve tutuklandı. Gözaltına alınan, tutuklananlar arasında HDP, HDK yöneticileri, gazeteciler, siyasi parti ve dernek yöneticileri de bulunuyor. Dersim'de de Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üyelerinin kaldığı evi basan polisler evde bulunan gazetemizin Yazı İşleri Müdürü Serdar Kaya'yı ve Demokratik Kadın Hareketi (DKH) temsilcisi Dilşat Canbaz'ı onlarca polisin baskısıyla zorla yere yatırdı ve Yazı İşleri Müdürümüz Kaya'yı darp etti. Polislerin DHF Kürdistan temsilcisi Tahir Demirtaş ve gazetemizin Dersim çalışanı Sertan Önal'ı aradıkları öğrenildi. Son bir ay içerisinde yapılan polis baskınlarında 1600'ün üzerinde insan gözaltına alındı 300'den fazla insan ise tutuklandı.

7 il ve ilçede öz yönetim ilanı KCK Eş Başkanlığı, “Silopi, Cizre, Nusaybin ve Şırnak’taki halk meclislerinin öz yönetim ilan ettiğini” duyurdu. Açıklama sonrasında Hakkari’nin Yüksekova ve Muş’un Bulanık ile Varto ilçelerinde de öz yönetim ilan edildi. KCK yaptığı açıklamada; "Silopi, Cizre, Nusaybin ve Şırnak halk meclisleri bundan sonra devlet kurumlarını tanımayacaklarını ve onlarla hiçbir işlerinin olmadığını, kendi işlerini kendilerinin yapacağını; kendi öz yönetimlerini kuracaklarını ilan etmişlerdir. Öz yönetimlerine saldırıldığı takdirde meşru öz savunma haklarını kullanacaklarını açıklamışlardır" denildi.


04

güncel haber

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

Savaş ve barış denkleminde bazı Barış meselesine dair daha önce hem gazetemizin sayfalarında ve hem de diğer birçok platformda fikirlerimizi gayet açık ve net bir şekilde ifade ettiğimiz için ayrıntılı bir analize gerek duymamaktayız. Maoistlerin savaş, barış ve gündemde sıkça yer edinen diğer birçok meseleye dair fikirleri devrimci kamuoyu tarafından bilinmektedir. Komünist-devrimciler diğer bütün meselelerde olduğu gibi savaş-barış meselesine de sınıfsal perspektiften, MLM pencereden bakmaktadırlar. Bu minvalde fikirlerimizi kısaca yeniden özetlemekte fayda var. Diğer bütün kavramlar gibi savaş ve barış kavramı da mevcut dünya gerçekliği ve sınıf mücadelesinden azade ele alınamaz. Dünya genelinde en sağından en soluna kadar barış vb. kavramların hoyratça kullanıldığına tanık olmaktayız. Günümüzde dünya halklarına kan kusturan, sömürü ve zulüm düzeninin esas sorumlusu olan emperyalist-kapitalist güçlerin en yüksek perdeden barış çığırtkanlığı yapıyor olmaları anlatmak istediğimiz gerçekliğe en iyi örneklerdendir. Elbette dünya halklarının, ezilen, sömürülen milyonların samimi ve gerçek anlamda arzu ettikleri barış ile yukarıda bahsini ettiğimiz sözde barış istem ve söylemlerini kalın çizgilerle ayırmaktayız. Fakat kulağa oldukça hoş gelen ve her kesimin kullanmaktan beis görmediği barış meselesi de oldukça girift bir yapıya sahiptir. Yine benzer bir döngünün içerisindeyiz adeta. ‘’çözüm-barış süreci’’ adı altında yıllardır oyalama taktiği ile Kürt ulusunun en doğal haklarını dahi pazarlık konusu yapan ve PKK’yi bu oyalama taktikleriyle silahsızlandırıp, teslim almaya çalışan faşist Türk egemenlik sistemi, istediği neticeyi elde edemeyince havuç-sopa politikasında yeniden sopaya sarılmış durum-

da. Her ne kadar çeşitli isimlendirmelerle devam ettirilmeye çalışılan ve ateşkes süreciyle beraber asker, polis, gerilla ölümlerinin dönemsel olarak sona erdiği ‘’süreçler’’ işletildiysede, tüm bu süreç boyunca faşizmin komünist-devrimci-demokrat-ilericilere dönük gerçekleştirdiği katliam ve saldırılarda herhangi bir azalma veya değişim olmamıştır. Sırf 7 Haziran seçimleri süresi boyunca HDP’ye dönük gerçekleştirilen katliam ve saldırılar dahi faşizmin boş durmadığı, çeşitli olasılıklar üzerinden yeni katliam ve saldırı planları hazırladığı net olarak görülecektir. 7 Haziran öncesi gerçekleştirilen onca katliam ve saldırıya rağmen, PKK ateşkes durumunu devam ettirmiş, fakat seçim sonrası yoğunlaşan saldırılar neticesinde misilleme hakkını kullanmaya başlayarak, ateşkesin anlamsızlaştığını ifade etmiştir. Ki faşist devletle her türlü ortaklığı tescillenen IŞİD gericiliği eliyle Suruç’ta SGDF’li genç devrimcilere dönük gerçekleştirilen ve 32 kişinin yaşamını yitirdiği katliam saldırısından sonra, mevcut ateşkes durumunu sürdürmek, saldırılara karşı eli-kolu bağlı beklemek tümden anlamsız hale gelmiştir. PKK’nin Urfa-Ceylanpınar’da iki polisi öldürmesini sözde

gerekçe gösterip büyük bir saldırı ve gözaltı, tutuklama furyası başlatan, Güney Kürdistan’da bulunan PKK kamplarını yoğun bombardımana tabii tutan, başta İstanbul olmak üzere ülkenin dört bir yanında tam bir devlet terörü estiren faşist devletin, gerçekleştirdiği bu saldırılar neticesinde PKK’yi güçsüz düşürerek, sözde ‘’çözüm sürecini’’ elini daha güçlü kılarak devam ettirmenin hesaplarını yapıyor. Faşizmin tüm bu saldırılarına karşı başta PKK olmak üzere gösterilen direniş ve misilleme eylemleri son 15 günlük süreçte devlet güçlerinin peşi sıra önemli kayıplar yaşamasına sebep olmuştur. Yaşanan çatışma süreci doğallığında, özellikle HDP tarafından, yine ve yeniden barış söylemlerinin gündeme oturmasına vesile oldu. Başta HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP yöneticileri, KCK yöneticileri peşi sıra açıklamalar yaparak, barış istem ve taleplerini dile getirmektedir. Aynı şekilde Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde barış talebiyle eylemler organize edilmektedir. Yine kısa bir süre önce Barış Bloku isimli bir oluşumda kuruluşunu deklare ederek çalışmalarına başladı.

Barış meselesine dair daha önce hem gazetemizin sayfalarında ve hem de diğer birçok platformda fikirlerimizi gayet açık ve net bir şekilde ifade ettiğimiz için ayrıntılı bir analize gerek duymamaktayız. Maoistlerin savaş, barış ve gündemde sıkça yer edinen diğer birçok meseleye dair fikirleri devrimci kamuoyu tarafından bilinmektedir. Komünist-devrimciler diğer bütün meselelerde olduğu gibi savaş-barış meselesine de sınıfsal perspektiften, MLM pencereden bakmaktadırlar. Bu minvalde fikirlerimizi kısaca yeniden özetlemekte fayda var. Diğer bütün kavramlar gibi savaş ve barış kavramı da mevcut dünya gerçekliği ve sınıf mücadelesinden azade ele alınamaz. Dünya genelinde en sağından en soluna kadar barış vb. kavramların hoyratça kullanıldığına tanık olmaktayız. Günümüzde dünya halklarına kan kusturan, sömürü ve zulüm düzeninin esas sorumlusu olan emperyalist-kapitalist güçlerin en yüksek perdeden barış çığırtkanlığı yapıyor olmaları anlatmak istediğimiz gerçekliğe en iyi örneklerdendir. Elbette dünya halklarının, ezilen, sömürülen milyonların samimi ve gerçek anlamda arzu ettikleri barış ile yukarıda bahsini ettiğimiz sözde barış istem


05 sorunlar ve söylemlerini kalın çizgilerle ayırmaktayız. Fakat kulağa oldukça hoş gelen ve her kesimin kullanmaktan beis görmediği barış meselesi de oldukça girift bir yapıya sahiptir. Günümüzde dünya iki ana sınıf tarafından sürdürülen bir mücadeleye göre şekillenmiş durumdadır ve istisnasız bütün her şey bu mücadeleye göre konumlanmış durumdadır. Komünist-devrimci-ilerici güçlerin emperyalizme, kapitalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı sürdürdüğü savaş bir tercih değil zorunluluktur. Mevcut gerici güçlerin sömürü ve zulüm düzenlerini kendiliğinden ya da barışçıl bir şekilde halk için halkın iktidarına teslim etmeyeceği tartışmasız bir realitedir. Yukarıda saydığımız ve ülkemiz özgülünde faşist devlete karşı, devrimci-komünist bir savaş yürütmeden mevcut gericiliği alaşağı edip, gerçek anlamda özgür ve barış içerisinde yaşayacağımız bir ülke ve dünya inşa etmek imkânsızdır. Gerçek anlamda bir barışın yegâne koşulu bütün gerici güçlere karşı gerçekleştirilecek devrimci bir savaştır. Bu gerçekliği görmeyen, görmek istemeyen, bilinçli bir şekilde çarpıtan her kişi ve kurum ismi ne olursa olsun öz itibariyle mevcut dünya gerçekliğinin devam etmesine katkı sunmaktadır.

Genel geçer söylemlerle doğrular karartılamaz Dünya halkları arasında herhangi bir savaş söz konusu değildir. Emperyalizmin böl-parçala-yönet politikası neticesinde çeşitli ulus, milliyet, inanç mensubu toplumlar arasında önemli çelişki ve çatışmalar devam etmektedir. Bu çelişki ve çatışmaların sona erdirilmesinin yegâne yolu da çeşitli ulus, milliyet ve inançtan halklarımızın komünist-devrimci saflarda ortak mücadelesidir. Bundandır ki hedefi, amacı belirsiz söylem ve genel geçer kavramları kullanmak doğru değildir. Barış meselesinde olduğu gibi savaş meselesi de diyalektik materyalizm yöntemiyle ele alınmalıdır. Komünist-devrimciler genel geçer söylemlere sarılamazlar. Bizler mevcut dünya gerçekliğinden dolayı barış çağrısının ne kadar anlamsız olduğunu düşünüyorsak savaş meselesinde de genel savaş karşıtlığı söylem ve eylemlerine ortak olamayız. Bugün dünya üzerinde iki tür savaş gerçekliği yaşanmaktadır; bir tarafta emperyalizm ve bilimum gericilik tarafından dünya halkları ve ezilen uluslarına karşı sürdürülen haksız, kirli savaşlar diğer tarafta ise dünya halkları ve ezilen ulusların komünist-devrimci-ilerici güçler önderliğinde sürdürdükleri haklı savaşlar. Bizler dünya üzerinde sürdürülen bütün savaşlarda dünya hakları ve ezilenleri lehine taraf durumundayız, dahası tüm bu haklı savaşların bizzat sürdürücüsü, destekleyicisi durumundayız. Aynı şekilde dünya üzerinde sürdürülen bütün haksız, kirli savaşlarında karşısında net bir konumlanış içerisindeyiz. Dünya halkları ve ezilen uluslarına karşı süre gelen savaşların yegâne sorumlusu olan gerici güçlere barış çağrısı yapmak, sömürü ve zulüm düzeninin temsilcilerinden barış ve özgürlük beklemek büyük bir ahmaklıktır. Gerçek bir barış fikri ve istemini ancak ve ancak milyonları devrimci bir savaş etrafında örgütleyip devrimci bir iktidar kurarak yaşamsallaştırabiliriz.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

KAÇIRMA, TEHDİT ve İŞBİRLİĞİ SALDIRISINA KARŞI SİLAHLANMA VE ÖNLEM ALMA!

A

KP iktidarının başlattığı topyekûn savaş ve saldırganlık konsepti keskin uçlarıyla, bilinen belli hedefler olan Kürtler, Aleviler, Ermeni ve diğer azınlıklar ile emekçi halk kitlelerine dönük gerçekleştirilecek faşist katliamlardan baskılara kadar geniş bir yelpazede his edilecektir. Ancak saldırı ve saldırı hedeflerinin kapsamı bilinen genel çerçeve dışında daha sinsi ve kirli metotlarla da devrede olacaktır ki, bunu göz ardı etmek doğru olmaz. Sokak infazları, yargısız infazlar, kaçırma, tehdit, şantaj, hain takibat ve istihbarı faaliyetler devrede olduğu gibi, bu süreçte daha sinsi ve azgın biçimde devrede olacaktır. İstihbarat faaliyeti sosyalist ve devrimci mücadeleye karşı kullanılan en etkili ve burjuvazinin son derece ciddi ele aldığı faaliyetlerden biri olduğu bilinmektedir. Bunda kaçırıp ölümle tehdit etme, şantajlar yapma, değişik tekliflerde bulunmak ve hatta ‘’cazip gelebilecek’’ olanaklar sunma biçimindeki yöntemlerle hedefledikleri istihbaratı elde etmeye çalışırlar. Kaçırarak korkutma, korkutma metodu en etkili olandır istihbarat kaynağı yaratmakta. Ki kaçırma metodu esas olarak korkutmaya, korku salmaya dönük bir metottur. Kaçırma yöntemi, kaybetme ve öldürme gibi tehditlerle bir gizem oluşturup kişi üzerinde derin bir korku yaratmayı sağlayarak, polis veya MİT gibi güçlerin bu yasa dışı faaliyetinde belli sonuçlar elde etmesine yol açmaktadır. Oysa hiçbir gizem ölümden öteye bir hükme ve korkuya sahip değildir, olamaz da. Yöntem ne olursa olsun, kullanılan tehdit ne olursa olsun hepsinin en kötü ihtimali ölümdür. Ki, amaç korku yaratıp korkunun egemenliğini sağlayarak hedefe ulaşmak olduğu için ve özellikle de toplumsal şartlar ve konjonktürel koşullar uygun olmadığı için ölüm olayına da her zaman başvuramaz, öldüremezler! Korkuya yakalanmak tamda bu güçlerin istediği zemine kaymaktır. Korkmaktansa, gerekli olan mücadelenin sergilenip, önlemlerin alınması ve uygun yöntemlerle bu tehdidi boşa çıkarmak mümkün olup doğru olanıdır. Evet demokrat, devrimci ve sosyalist güçlerin sıklıkla devletin yasadışı faaliyetler gösteren MİT’i, polisi vb tarafından kaçırıldığı gündeme gelmektedir. Bu, yukarıda da dediğimiz gibi gerici faşist devlet ve hâkim sınıfların geleneksel bir tavrı, genel karakteri ve uygulamasıdır. Bu kirli yöntem salt bu güne özgü değil, sınıf mücadelesinin her kesitinde devrede olan bir yöntemdir. Dün de kullanılıyordu, bugün ve yarın da kullanılacaktır. Düşmanın devrimci güçlere karşı mücadelesinde bu ve benzeri yöntemlere başvurması her zaman gündemde olup geçerlidir. Bu durumda faşist hâkim sınıfların baskılarına boyun eğerek mücadeleyi bırakma, devrime sırt dönme tavrı benimsemeyeceğimize göre, bu kirli yöntemleri her vesileyle deşifre edip kamuoyuna duyurmak ve daha etkili yöntemlerle bu kirli saldırıları boşa çıkarmak zorunlu devrimci tutumdur. Karşı yöntemlerle bu saldırıları boşa çıkarma-

nın yolları saldırıya uğrayan kişilerin durum ve konumlarına bağlı olarak zenginlik kazanır. Yasal zeminde demokratik mücadele içinde bulunan kişiler, ekseri bu saldırıları kamuoyuna açıklayıp deşifre ederek üzerlerindeki bu tehdit ve baskıyı püskürtebilirler. Bunun da ötesinde açık alan demokratik mücadele faaliyetleri yürütüp de açıkta olan ve polis-MİT’in bu saldırılarına maruz kalan kişiler tek gezmeme, uygun olmayan zaman ve yerlerde tek bulunmama ve en az iki kişi olarak hareket etme, tenha-ıssız yer ve geç saatlerde belli yerlerde bulunmama biçimindeki hareket tarzıyla belli önlemler almış olurlar. İki kişinin kaçırılması, tehdit edilmesi, işbirliğinin teklif edilmesi genellikle tercih edilmez ama tek kişi buna tam olarak uygundur. Dolayısıyla tek gezmemeyi prensip edinmek önemli bir önlemdir. Dahası bu saldırıya maruz kalan kişi veya kişilerin durumu fark eder etmez yüksek sesle bağırıp olayı çevreye duyurması etkili bir önlem olarak mutlaka kullanılmak durumundadır. Durum anlaşıldığında konuşup sohbet etmenin hiçbir gerekçesi olamaz. Doğrudan tavır alarak olayı dışa duyuracak şekilde bağırarak tavır almak ve yapılanı çevreye açıklamak en doğru ve etkili tavırdır. Oysa konuşmayı kabul etme tutumu bile polis-MİT vb tarafından bir taviz ve zayıflık olarak yorumlanıp onları güçlendirir ve baskılarını arttırır. Yapılan teklifi tamamen saklayıp açıklamamak ise polisin işbirliğini zorlamaya davetiye çıkarmaktır. Sesiz kalıp saklamanın sonu niyet ne olursa olsun, kaygı ne olursa olsun kirli tuzağa düşmektir. Bunun dışında illegal yaşamda bulunup bura faaliyeti yürütenlerin aynı duruma maruz kalmaları durumunda, bu kişilerin daha etkili savunma yapmaları mümkündür. Örneğin bir dönem polisin kimlik sorması karşısında illegal faaliyet yürütüp silah taşıyan devrimciler, polisin kimlik sorması karşısında kimlik verme yerine silahını çekip polisi vurarak geliştirdiği devrimci savunma ve tavır gündemdeydi. İllegal durumdaki kişinin ve özellikle aranır durumda olup üzerinde silah bulunan devrimci kişinin polisin kimlik sorması karşısında kimliğini vermesi alenen yakalanmasına vb göz yumması anlamına gelir. Dolayısıyla bu durumdaki devrimci kişi ya yakalanmayı tercih edecek ya da yakalanma yerine devrimci eylem ve savunmayla düşman unsurunu etkisiz hale getirecek. Elbette yakalanma tercihi devrimci olmayıp benimsenemez. O halde yapılması gereken ikinci fiildir. Bu tecrübeden hareketle, aynı konumdaki devrimcilerin maruz kalacakları bu saldırı karşısında boyun eğmeden ve sakınmadan devrimci eyleme başvurması en doğru ve saldırıyı püskürtmekte en etkili yöntemdir. İllegal faaliyet yürüten devrimci ne yakalanmayı benimsemeli, ne de polisin-MİT’in tehdit, şantaj ve işbirliği teklifi saldırısını pasifçe karşılamalıdır. Elbette yasal durumu uygun olmayan devrimciler silahlanmalı ve savunmasını bununla yapmalıdır. Mevcut sürecin de genel olarak devrimci tavrın da gereği ve ihtiyacı budur.


06 İşaretlenen kapılar Alevi katliamlarının habercisidir! güncel haber

Erdoğan başlattığı haksız savaşa halklarımızı ortak etmek için son derece tehlikeli oyunlar oynamakta, kirli yöntemler kullanmaktadır. Kürtleri ve siyasi partilerini hedef göstermenin ötesine geçerek, faşist çete ve katliam mangalarını kışkırtarak halklarımızı ve özelde de Alevileri faşist katliamların hedefi haline getiriyor. Her gün basın aracılığıyla yaptığı konuşmalarla halkı kin ve nefrete doğrudan yönlendirip cinayetlerin, katliamların, linçlerin yaşanmasına davetiye çıkarıyor Özellikle içinden geçtiğimiz tarihsel süreçte yazılan her yazı, söylenen her söz ve gelişmelere dair yapılacak her hangi bir değerlendirme zorunlu olarak Erdoğan ve AKP iktidarından bahsetmek durumundadır. Çünkü faşist saldırganlık temelinde yaşanan gelişmelerin aktörü Erdoğan ve onun oyuncağı olan AKP’dir. Çünkü istenmeyen ve son derece büyük acılara yol açan ağır gelişmeler tamamen bu iktidar tarafından planlanıp yürütülmektedir. Çünkü gündemi yaratıp yöneten, gündeme nitelik veren ve gerici emelleri için ülkeyi kan gölüne çeviren, halklarımıza ve Kürt ulusuna uygulanan katliam ve baskılar yalnızca bunların eseridir. Çünkü yaşanan katliam ve akan kandan bizzat Erdoğan/AKP sorumludur. Ve çünkü bunlar her kötülüğün kaynağı, ezilen ulus ve

halklarımıza zulmedip katliamlar gerçekleştiren birer suç odağı durumundadırlar. Yani, yaşanan tüm acıların tek nedeninin iktidar hırsıyla şuursuzlaşan Erdoğan ve iktidara gerici imtiyazlar kaygısıyla kilitlenen AKP olduğu açıkken, bu acıların devam etmesinden de ve/veya edeceğinden de bunlar sorumludurlar… Erdoğan komutasında AKP iktidarının yetkisiz kararıyla özelde Kürtlere, genelde halklarımıza karşı savaşa dönüldü; yoğun çatışmalar yaşanıyor, büyük tutuklamalar ve ağır baskılar gerçekleştiriliyor. Savaşa dönüldü diyoruz çünkü seçime kadar Kürt ulusuna karşı savaş değil, ‘’barış’’ koşulları hüküm sürüyordu. Şimdi azgın bir savaş süreci daha başlatıldı. Savaş ve çatışma doğasına uygun olarak taraflardan ölümler yaşanıyor. Yaşanan ölümlerden haksız savaş yürüten ve bir fiil savaşı yeniden başlatan Erdoğan’ın komutasındaki AKP iktidarından başkası sorumlu olamaz, değildir. Ne kadar ölümlerin yaşanacağı son tahlilde ilgili taraflarca belirlense de, esasta savaşı başlatıp barış çağrılarına savaşla yanıt veren Erdoğan/AKP belirleyen pozisyondadır. Yaşanan savaşta-çatışmada kimin veya hangi tarafın üstün geleceğinden ziyade, gerici haksız savaşta bencil burjuva çıkar ve hesapları uğruna ısrar eden Erdoğan’ın tavrından vazgeçmesi tayin edici durumdadır. Ama tek bir şey var ki, savaşın faturası ezilen ulus ve emekçi halklarımıza çıkıyor. Savaşa Erdoğan karar veriyor ama yalnızca analar ağlıyor, ne hakim sınıflar, ne Erdoğan!... Kuşkusuz ki, halklarımıza evlatlarının ölümü olarak fatura ettikleri bu haksız savaşın bedelini ödemekten kurtulamayacaklardır. Başlattıkları haksız savaş halklarımızın devrimci

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

öfkesi olarak Erdoğan ve tüm emir kullarına dönecektir… Erdoğan başlattığı haksız savaşa halklarımızı ortak etmek için son derece tehlikeli oyunlar oynamakta, kirli yöntemler kullanmaktadır. Kürtleri ve siyasi partilerini hedef göstermenin ötesine geçerek, faşist çete ve katliam mangalarını kışkırtarak haklarımızı ve özelde de Alevileri faşist katliamların hedefi haline getiriyor. Her gün basın aracılığıyla yaptığı konuşmalarla halkı kin ve nefrete doğrudan yönlendirip cinayetlerin, katliamların, linçlerin yaşanmasına davetiye çıkarıyor. Kan akıtarak hazırlamak istediği kaos ortamından faydalanmak istiyor. Nitekim İstanbul’da birçok Alevi ailenin kapıları tıpkı Maraş’ta olduğu gibi kırmızı çarpılarla işaretleniyor, tehditler yapılıp muhtemel katliamların işareti veriliyor. Katliam mangaları faşist çeteler çeşitli kılıflar altında Alevi köylerini sorup tespit ediyor, keşifler gerçekleştiriliyor, Askerler Guantanamo zindanlarını aratırcasına elleri arkadan kelepçelenerek toplu halde yerlere yatırılan Kürt köylülerini vahşi işkencelerden geçiriyor, tehditler yapılıp hesap verecekleri vaaz ediliyor, tam bir zulüm ve faşist darbe yaşatılıyor. Gece saatlerinde evler basılıp tutuklamalar gerçekleştiriliyor, bombalamalar yapılıyor, ormanlar yakılıp köylerin boşaltılması isteniyor. Bütün bunlar yaşanırken AKP iktidarı adeta ölü numarası yaparak duymazdan geliyor, katliamlarına, zulmüne faşist çetelerinin yapacakları katliamlar eklenmek isteniyor. Elbette AKP iktidarı bütün bunları bilinçli olarak geliştirip uyguluyor, dolayısıyla önlem alması düşünülemez. Erdoğan ve AKP adına konuşan her yetkili doğrudan katli-

amları, linçleri teşvik ediyor, çetelerini harekete geçiriyor. Bu durumda faşist çetelerinin katliamlara girişmesi an meselesidir. Kırmızı çarpılarla işaretlenen kapılar Alevilere dönük katliamların habercisidir. Muhtemel katliamlardan Erdoğan/AKP iktidarı doğrudan sorumlu olacaktır. Bugün açıkça görülmektedir ki, Erdoğan/AKP iktidarı sadece Kürt Ulusuna karşı değil, tüm topluma ve özellikle Alevilere karşı da bir savaş dayatmakta, başlatmaktadır. Halklarımız bu savaş ve katliamlara boynunu uzatan durumda olamaz, olmamalıdır. Katliamları önleyecek ve önleyebilecek kendisinden başka bir güç de yoktur. İktidar katliamları teşvik edip kışkırtandır. Emekçi halk kitlelerinin kendi can güvenliğini teslim edeceği bir devlet ve iktidar yoktur. Dolayısıyla kendi güvenliğini devrimci güçlerle birlikte kendisi sağlamak durumundadır. Halk kitlelerinin iktidarın kışkırtmasıyla muhtemel olan katliam saldırılarına karşı silahlanması ve kendisini savunmasından başka bir seçenekleri yoktur. Çeşitli millet ve milliyetten halklarımızın devrimci hareketlerle ilişkiler kurup saldırılara karşı direnişe hazırlanması zorunludur. AKP, Kürt Ulusu ve emekçi halklarımıza karşı topyekun bir savaş açmış yürütmektedir. Dayatılan bu haksız gerici savaşa karşı devrimci savaşla karşı koymak meşru haktır. Ne Kürtler, ne Aleviler, ne Ermeniler ve diğer azınlıklar, ne de emekçi halklarımız yalnız değildir. Sosyalist ve devrimci güçler faşist saldırı ve katliamlara karşı emekçi halklarımızın yanında olacaktır.


16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

07

Mülteci dramı bitmek bilmiyor Emperyalist çıkarlar için bölge adeta ölüm tarlalarına dönüştü. Durum bu olunca insanlar yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Yaşamları ve birikimleri yağmalanan bu insanlar büyük tehlikeler göze alarak adeta ölüm yolculuğuna çıkıyorlar

Yunanistan'a sığınan mülteciler, kayıt işlemleri için Kos Adası'nda bulunan bir futbol sahasında bekletilirken gergin dakikalar yaşandı. Sıcaklar sebebiyle bunalan ve susayan mültecilere su verilmeyince polisler ile göçmenler arasında kavga başladı. Gerginliği kontrol altına almak için yangın söndürme tüpü kullanan görevliler, ortamın daha fazla gerilmesine neden oldu. Etrafa sıkılan köpük, büyük panik yarattı.

Yunanistan büyük bir göç almakta. Özellikle bu yaz göçmen sayısında büyük bir artış yaşandı. Günlük göçmen sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Fakat göçmenlerin Yunanistan ve İtalya üzerinde çeşitli Avrupa ülkelerine gitmeleri o kadarda kolay olmuyor. Gelenlerin büyük çoğunluğunu Suriyeliler oluşturuyor, yanı sıra Pakistan, Afganistan ve Irak'tan gelenler oluyor. Hepsinin göç yollarına düşmelerine sebep olan etken ise yaşanan çatışmalar ve süren savaşlardır. Bu savaş hali ve çatışmalı

Mültecilerin geçiş olarak kullandıkları ülkelerden biri de Bulgaristan. Fakat mülteciler her gittikleri ülkede yaşadıkları sorunu Bulgaristan'da da yaşamaktadırlar. Basında yer haberlere göre uygulanan baskılardan dolayı 10 Ağustos günü akşam saatlerinde protesto gösterisine başlayan mültecilerin tamamının Suriyeli olduğu bildirildi. Kampta kalan Suriyeli mülteciler, Bulgar korumaların kendilerini dövdüklerini savunuyor.

ortamın mimarı emperyalist ülkelerdir. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarla sicili oldukça kabarık olan emperyalist ülkelerin içinde başı ABD emperyalizmi çekmektedir. Tabi emperyalistlerin birer kuklası halinde olan Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan da emperyalist ülkelerden pek aşağı kalır yanı yok. Emperyalist çıkarlar için bölge adeta ölüm tarlalarına dönüştü. Durum bu olunca insanlar yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Yaşamları ve birikimleri yağmalanan bu insanlar büyük tehlikeler göze alarak adeta ölüm yolculuğuna çıkıyorlar.

Yunanistan Kos Adası'nda mülteci dramı yaşanıyor Yunanistan'ın Kos Adası’na sığınan 1500 mülteci 11 Ağustos günü kayıt işlemleri için bir futbol sahasına sıkıştırıldı. Kayıt işlemleri sırasında acıkan ve aşırı sıcaklar yüzünden susayan göçmenlerle polisler arasında gergin anlar yaşandı.

Bulgaristan'da 50 Suriyeli mültecinin dayak isyanı

Suriyeli Şemsettin Al Daruiz, kız kardeşi Nermin’in kampın girişinde taksi beklerken görevlilerin kendisine saldırdığını söyledi. Başka bir mülteci, Suriyeli avukat Basir, Bulgar medyasına yaptığı açıklamada, ‘Bizi bir odada, hapishane şartlarında barındırıyorlar’ dedi.

Yunan sahil güvelik ekibinin bot batırdığı iddia edildi İzmir’in Karaburun ilçesinin açıklarında, kadın ve çocukların da aralarında bulunduğu yaklaşık 50 kişilik Suriyeli grup, Yunanistan’ın Sakız Adası’na geçmek istediklerini sırada, Yunan sahil güvenlik ekiplerince fark edildi. Bunun üzerine, botun yanına gelen Yunan sahil güvenlik gemisindeki görevliler, kaçaklarla bir süre konuştu. Kaçakların botla ilerleyişini durduramayan ekipler, bu kez Suriyelilerin bulunduğu zodyak botu patlattı. Ardından da, hızla yanlarından uzaklaştığı iddia edildi.

ÖRGÜTSEL YÖNELİM

≫ refik demir

SOSYALİST BİR CEPHE YARATMANIN ZORUNLULUĞU ınıflar mücadelesi tüm keskinliği ile devam etmektedir. İki sınıf arasındaki keskin savaşım denklemi üzerinde biçimlenen toplumsal sorun ve çelişkiler katmerleşerek büyümektedir. İnsanlığın yakın dönem tarihsel (150 yıllık zaman dilimi) süreci defalarca kez kanıtlamıştır ki sınıflar mücadelesi denkleminde cereyan eden tüm toplumsal sorun ve çelişkilerin en köklü ve ileri çözümünü bilimsel sosyalizm öğretisi ortaya koymuştur. Bilimsel sosyalizm öğretisi kendisini sadece çıktığı tarihsel süreç ile asla sınırlandırmaz. O insanlığın ve doğanın tüm gelişim evrelerinin ve üretim sürecinin birikimlerini en ileri düzeyde bayraklaştıran ve bilimsel sosyalizm manifestosuyla ileriye taşıyan bir içeriğe sahiptir. MLM biliminin sıçramalı tarihsel gelişim süreci insanlığın ve doğanın ilerlemesinde nitel adımları ifade etmektedir. Bu bilimsel zemin bugünün proleter devrimcileri tarafından ileriye doğru taşınmak zorundadır. Komünist öncünün öncesi olmakla birlikte son kongresinde ortaya koyduğu bütünlüklü ideolojik-siyasal paradigma bu bağlamda ileri nitel bir adımı ifade etmektedir.

S

Sınıflar mücadelesinde toplumsal sorun ve çelişkilerin çözümünde en ileri platform devrimci-sosyalist eksendir. Bu eksenin dışındaki istisnasız bütün çözüm platformları belli ileri yanlar taşısa da son tahlilde burjuva liberal düzlemin ötesine geçemeyen bir muhtevaya sahiptirler. Ki bahsini ettiğimiz platformlar beslendikleri ideolojik zemin itibari ile zaten devrimci bir çözüm paradigmasından yoksundurlar. Mevcutta gerek uluslararası gerekse de ülke gerçekliği bağlamında devrimci-sosyalist ekseninin zayıf olmasından kaynaklı bu burjuva liberal odaklar objektif olarak boy vererek toplumsal güçler üzerinde nüfuz sahibi olmaktadırlar. Devrimci-sosyalist güçlerin zayıflılığı, dağınıklığı ve ideolojik anlamda yaşadığı kırılganlıklar doğallığında bahsini ettiğimiz burjuva liberal zeminin güçlenmesini beraberinde getirmektedir. Bu eksenin tersine çevrilmesinin yegâne yolu uluslar arası ve ülke düzleminde devrimci-sosyalist güçlerin kendilerine yönelerek ve sürekli ilerleyen, değişen toplumsal çelişmelere cevap olan ve bu zemin üzerinde yaratacakları sosyalist bir eksenle mümkündür. Bu anlamda parçalı olan sosyalist güçlerin küçük burjuva grupçu kaygılardan arınarak bir araya gelmeleri ve güçlü bir sosyalist alternatif oluşturmaları devrimci bir sorumluluk ve zorunluluktur artık. İçinden geçtiğimiz tarihsel süreç ve yaşanan toplumsal gelişmeler karşısında artık devrim hareketi dar grupçu ve keyfiyetçi bir savurganlıkla hareket edemez. Devrim hareketi burjuva liberal zemine kayarak yada bu eksen üzerinden kendini var ederek sosyalist bir çıkış ve alternatif asla yaratamaz. Bu niyetlerden bağımsız bir gerçekliktir. Tersi bir durum eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü her çizgi beslendiği zemin ve eksen üzerinden biçimlenir ve biçimlenmek zorundadır. Yani siz burjuva liberal bir zemin üzerinden asla ve asla bir devrim hareketi inşa edemezsiniz, ya da tersinden, siz yine devrimci bir zemin üzerinden burjuva liberal bir çizgi yaratamazsınız. Bu, meseleyi kaba

mekanik ele almak değildir. Her şeyde olduğu gibi bu meselede de diyalektik olarak birbirini etkileyen, iç içe geçen ve her daim ideolojik mücadele içinde olan bir muhteva taşır. Bizlerin vurgulamaya çalıştığı durum başka bir meseledir. Yani her siyasal çizginin ancak ve ancak kendi ideolojik nesnel zemininde vücut bulacağı gerçekliğidir. Türkiye-Kuzey Kürdistan'da bahsini ettiğimiz burjuva liberal eksen kendisini esas olarak HDP/HDK ve BHH (Birleşik Haziran Hareketi) üzerinden somutlaştırmıştır. Devrimci-sosyalist güçlerin zayıflığı ve dağınıklığından dolayı mevcut güçler hem ideolojik hem de politik olarak kitleleri önemli oranda etkilemektedirler. İlerici toplumsal güçlerin esası kendisini bu iki odak düzleminde ifade etmektedir. Öyle ki yaratılan basınç üzerinden kimi devrimci güçler (hatta bazen saflarımızda da utangaçça dillendirilen) mutlaka oluşturulan bu iki platformdan birine dâhil olma gibi bir zorunluluk algısı ile hareket etmektedirler. Proleter devrimcilerin bu noktalardaki tavırları ve yönelimleri gayet berrak bir içeriğe sahiptir. Hiçbir politik kaygı ve yaratılan basınç proleter devrimcilerin bu noktalardaki ileri niteliğini gerilere çekemez. Proleter devrimcilerin görevi ve yönelimi bahsini ettiğimiz platformları da etkileyecek olan devrimcisosyalist bir cephe yaratmaktır. Bu anlamda küçük büyük demeden sosyalist bütün güçlerle devrimci bir zeminde ve doğru-yanlış mücadelesi ekseninde berrak bir sosyalist demokrasi bilinciyle sosyalist bir cephe oluşturmak kaçınılmaz olarak önümüzde duran temel görevlerden biridir. Proleter devrimciler buna önderlik etme noktasında oldukça ileri bir perspektife ve olgunluğa sahiptirler. ki proleter devrimciler gerçekleştirdikleri son kongrelerinde çerçevesini de belirleyerek devrimci-sosyalist bir cephe yaratma görevini önlerine somut bir politika olarak koymuşlardır. Görev bu somut politikayı pratikte hayata geçirmektir. Bahsini ettiğimiz burjuva liberal zemin üzerinden beslenen güçler (HDP/HDK-BHH) ideolojik olarak eleştirilerimizin hedefi olmaları ve farklı bir düzlemde değerlendirmelerimize tabi olmakla birlikte elbette halk sınıf ve tabakaları içerisinde değerlendirdiğimiz ilerci güçlerdir. Ki HDP’ de olduğu gibi bu güçlerin içindeki bazı bileşenler ideolojik kırılganlıklarına rağmen hala devrimci nitelikte olan güçlerdir. Dolayısı ile ideolojik eleştirilerimizi ve farklılığımızı her daim koruyarak ilgili güçlerle toplumsal mücadelenin bütün alanlarında birlikte hareket etme perspektifi ile hareket etmeliyiz. Hatta 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi seçimler vb dönemlerde de taktik bir politika olarak bu güçlerle ittifaklar gerçekleştirilebilinir. Bu noktalarda proleter devrimcilerin siyaseti oldukça ileri bir yerde durmaktadır.’’Hedefi dar, cepheyi geniş tut’’ perspektifi bizlerin temel aldığı referanstır. Yaşadığımız verili toplumsal düzlemde temel eksiklik ve ihtiyaç devrimci-sosyalist bir cephenin olmamasıdır. Bu anlamda proleter devrimciler başta olmak üzere tüm devrimci güçler sorumluluk bilinci ile hareket ederek sosyalist bir cephe oluşturma çabasını somut bir politika haline getirmelidirler.


08

güncel analiz

Gladyo gibi gizli örgütlenmelere yönelik yanlış yaklaşım ve çizgi hataları da söz konusudur. Bir kere tarihsel arka planına bir göz attığımızda Osmanlı’daki Duyunu Umumiye’den tutalım da Teşkilat-ı Mahsusa, Jön-Türkler, İttihat ve Terakki, Kemalist, MİT, Özel Harp Dairesi, JİTEM, Rabıta, Kontrgerilla, Gladyo vb vs şeklindeki bugüne kadar ki tekçi faşist devlet içerisindeki özel stratejik ve temel örgütlenmelerin kişisel değil tam da kurumsal ve devletin ta kendisi olarak işlev gördüklerini söylemeliyiz. Bunda da hiç kuşkusuz bizzat-doğrudan uluslararası emperyalist sermayenin ihtiyaçlarına göre sürekli tahkim edilerek bugünlere kadar geldiklerini vurgulamak isteriz. Ve özellikle de başta ABD emperyalizmine bağlı ya da ona güdümlü NATO’ya endeksli askeri ve siyasi özel örgütlenmeler olduğu kuşku götürmez gerçeklikleridir Bilindiği gibi Osmanlı’dan tekçi faşist Türk egemen sınıflar diktatörlüğüne ve bugünlere uzanan devlet gerçekliğinde bir darbe mekaniğinin sürekli olarak varolageldiğini vurgulamak isteriz. Bu durumun bizzat özel mülkiyet ve azınlık iktidarlar gerçekliğinde görülmesi icap eder. Ki bir avuç azınlık iktidarına sahip egemen sınıfların sömürü ve zulümleri üzerinden inşa edilerek bir baskı aracı halindeki o ‘’kutsalyüce’’ devletlerinin bekası için yok edici ve başkalarıyla paylaşmayı çok zorunlu kalmadıkça kabul edemeyeceği iktidarlarını koruma güdüsüyle bir darbe mekaniği sürekli tetikte tutulmaktadır. Bütün meramları daha fazla rant, zulüm ve sömürüdür. Her ne kadar günümüz Türkiye-Kuzey Kürdistan gerçekliğinde önceki askeri darbeler dönemi yerini 28 Şubat post modern darbesi-buna askeriyenin ağırlıklı rolü görülerek yarı askeri yarı sivil darbe de denilebilir- ve akabinde de sivil darbelere bırakmış olsa da önceki süreçlerde devreye sokulan politikaların yeniden uygulanmayacağı yada gerçekleştirilemeyecini söyleyemeyiz. Bütün bu ve buna benzer darbe-lerin doğrudan planlayıcısı ve uygulanmak üzere düğmeye basarak geri dönülmez bir şekilde pratikte icra edilmesi tabi ki doğrudan uluslararası emperyalist tekelci devletler ve onların iktidarlarının öngörüp görmeme durumuna göre gerçekliğe dönüşüp dönüşmeyeceği şeklinde tasavvur etmek durumundayız. Yoksa öyle tek başına ve bağımsız bir şekilde bizzat devlet içerisinde yada devletin temel kurumları içerisinde yer alıp sonrada hoşlarına gitmeyen gelişmeler karşısında hemen darbe yapma durumunun o kadar

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

da kolay ve gerçekçi olmadığı görülmek durumundadır. Bir kere daha hatırlatmak da fayda vardır ki 12 Eylül askeri faşist darbesi karşısında ABD emperyalizmi ‘’bizim çocuklar başardı’’ diyerek kamuoyuna endamı ilan etme durumu aslında herşeyi açıklar niteliktedir. 12 Eylül’den önceki 10 ar yıl arayla gerçekleştirilen darbeler ve sonrası 28 Şubat post modern darbesinin de bizzat emperyalist efendileri tarafından uygun bulup bulmama yada onaylayıp onaylamamayla alakalı olarak onlardan asla bağımsız gerçekleştirilmediğini vurgulamak isteriz. Bu bağlamda darbe mekaniğinin kökleri bizzat göbekten bağımlılık ilişkisi temelinde emperyalist hegemonyada aranmalıdır. Son süreçlerde Erdoğan önderliğinde ‘’AKP darbesi’’ olarak nitelendirilen bir durum dillendirilmektedir. Bu durumu çeşitli yönleriyle ele almak istiyoruz. Keza neyin darbe neyin darbe olmadığını temsili parlamenter bürokratik burjuva cumhuriyetin tekçi faşist sistem düzleminde çok da önemli ve gerçekten doğru yanlış zeminin de pek de bir anlam teşkil etmediğini vurgulayalım. Temsili parlamenter burjuva cumhuriyetin her biçiminin ve de en gelişmiş hallerinin bile başlı başına bir diktatörlük olduğu gerçekliği kavranmak durumdadır. Bu durumu bir de özellikle Hitler’in Nasyonel Sosyalist faşist partisinin bile saçimle iktidara geldiğini gözler önüne serersek sanırız daha iyi kavrama durumunda olacağız. Şimdiki durumda faşist Erdoğan’da bizzat ‘’millet’’ denilen iradenin referandumla bir temsiliyeti üzerinden %52 oyla cumhurbaşkanlığına seçilip ‘’TBMM’’ de yemin ederken ‘’ayakta’’ alkışlandığını da hatırlatmak isteriz. Bu minvalde aslında gayrı-meşru ve hiç de demokratik olmayan azınlık hegemonyası merkezli tekçi faşist egemenlik, baskı ve sömürü aracı devletin yukarıdan aşağıya tüm temelleriyle de meşru ve demokratik olmayıp bilakis tekçi faşist karakteri görülmek ve kavranmak durumundadır. Şimdi kalkıp bir de ‘’AKP darbesi’’ denilerek aslında tekçi faşist devleti ve sistemi aklama yada ona demokratik bir misyon biçme anlayışı ve çizgisi de nerden çıkıyor? Bir kere kurulu sömürü ve zulüm düzeni ve onun yukarıdan aşağıya tüm temel kurumları meşru değildir ve anti- demokratiktir. Devletin faşist karakteri de temsili parlamenter cumhuriyet sistemiyle de perdelenerek ona sözde demokratik kılıf geçirilerek ezilenler manipülasyona tabi tutulmaktadır. Tekçi faşist devletin ve yasama-yürütme-yargı merkezli temel kurumlarının demokratik olduğu şeklinde bir kabullenme, tekçi faşist devletin başından bu yana süren niteliğini görmezlikten gelmek ve amiyane deyimle kanserden korunma adına vereme rıza göstermektir. AKP’nin tek başına bir hükümet kurma çoğunluğuna sahip olamaması karşısında buna rağmen hemen bütün hükümet yetkilerini sürdürüyor olması durumuna ilişkin AKP’nin darbesi, meşru olmayan hükümet vs şeklinde yaklaşmaktan ziyade taşı tam da gediğine otur-

tarak aslında tekçi faşist devletin ve bu minvaldeki düzen partilerinin kendi yasalarını dahi işlerine geldiğinde ‘’gerektiğinde’’ çiğneyerek bir pratik içerisine girme-

rine attıkları kazıkların bir tarafı mı olacağız yoksa kendi bağımsız ve mevcut kurulu düzenden taban tabana zıt ideolojik politik çizgi ve projemizi hayata geçirmek

Darbe kültü leri ve de pek tabi ki bu tür gelişmelere de şaşırmamak gerektiğini belirtelim. Hali hazırdaki tek başına hükümet kuramasa da AKP hükümeti-iktidarının varlığı olmasa da yine aynı tekçi faşist devletin ve düzen partilerinin demokratik bir durumu mu söz konusu olacaktı yada böyle bir beklenti içerisinde mi olmamız gerekecekti? Hayır, AKP’nin hükümet olarak şimdiki varlığı olsa da olmasa da devletin ve onun temsili parlamenter bürokratik burjuva cumhuriyet sisteminin tekçi faşist niteliğinde bir değişiklik durumu söz konusu değildir. Bu çerçevede bir tartışma yürütmek aslında ipin ucunu kaçırarak devletin ve onun hegamonik faşist karakterinden ileri bir durum beklentisi içerisinde bulunmak olur ki bu yaklaşım hiç de doğru ve yerinde bir yönelim değildir. Şimdi biz ilerici, yurtsever, devrimci ve komünistlerin başka seçeneği yada alternatifi kalmadı da tekçi faşist devletin yada hakim sınıf kliklerinden biri-leri-nin diğerle-

için mi mücadele edeceğiz.

AKP hiçbir koşulda meşru değildir 7 Haziran parlamenter(genel-milletvekili) seçimlerinden bu yana AKP hükümeti-iktidarının meşru olmadan devleti yönettiği iddiasıyla darbe sürecinin yaşandığını varsayarak eleştirilerde bulunmak tekçi faşist devlet gerçekliğini anlamamak ve böylesi egemenlik aracı içerisinde yer edinmeye çalışmaktır. Evet AKP 7 Haziran seçimleriyle tek başına hükümet kuracak yeterliliği elde edememiştir ancak diğer yandan en çok oyu da alarak hatta kendisi dışında meclise giren diğer partilerinde esas olarak koalisyonu kurmada neredeyse çok küçük olasılığa sahip olması karşısında, yine başat rolü itibariyle varolan gerçekliği de görülmek durumundadır. Bu açıdan 7 Haziran seçimleriyle birlikde AKP tek başına hükümet olamasa da en çok oyu almasından hareketle kurulacak bir koalisyon hükümetinde de başat rolündan


16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

dolayı şu ana kadar ki etkisi de kabul edilmelidir. Bunu gayrı-meşru diyerek dar sınırlara taşıyıp hem nalına hem de mıhına vurma gibi yaklaşımlara girmenin doğru

ve kabul etmek durumundayız. Elbette var olan iki gücün kendilerine göre konseptlerinde belli farklılıklar söz konusudur. Ve elbette herkesin çözüm süreci ve yakla-

olmadığı ve fakat çok geçmeden bütün bu eleştirileri de bir kenara bırakıp ‘’AKPMHP koalisyon hükümetinin kurulması bile var olan bu durumdan daha iyidir’’ denilerek mevcut sürece ‘’artık yeter nasıl bir koalisyon kurulursa kurulsun da razıyız’’ demekten başka ne anlamı vardır ki. Anlaşılan sürecin karmaşık çelişkiler yumağında daha fazla mücadele ve direnişi geliştirme perspektifi ve uzun erimli bir kararlaşma düzleminde adım adım başarılara koşma ufkunun yitirilmeye doğru evrildiğini ve ‘’bitsin artık bu çile bir an evvel bir hükümet kurulsun da nasıl olursa olsun’’ cu yaklaşım içerisinde olunduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan cumhurbaşkanı Erdoğan vesayeti altındaki AKP hükümeti-iktidarı önderliğindeki tekçi faşist devlet ile bir çözüm sürecinin mümkün olmadığını ve boşa kürek sallanılmaması gerektiğini salık vereceksiniz, diğer yandan ise bizzat aynı oyuncularla uzlaşma yöneliminden de vazgeçmeyeceksiniz. Bu çelişkili çizgi ve yönelimin başta Kürt ulusal hareketi olmak üzere ilerici, yurtsever, demokrat ve devrimci hareketi zayıflattığını görmek

şımları farklılık arzetmektedir. Bu durumda gayet doğal bir olgudur. Diğer yandan tekçi faşist devlet ve onun hali hazırdaki AKP hükümeti-iktidarı Kürt ulusal sorunu ve hareketine yönelik süreci taktiksel ve belli manevralar üzerinden tasfiye amacıyla ele alırken, Kürt ulusal hareketi ise sürece stratejik yaklaşmaktadır. Aynı kulvardaki yani Kürt ulusal sorunu, demokratikleşme ve Ortadoğu bağlamındaki beli başlı bir dizi gelişmelere yönelik bazı yaklaşımlarda da görmek mümkündür. Mesela Suruç katliamını ‘’saraya bağlı özel gladyo örgütünün yaptığını’’ ve saraydaki zevatın devlet içerisinde bir darbe gerçekleştirdiği gibi söylemler ve iddilarda da görebiliyoruz. Her şeyden önce bu türden gelişmeler pratiğini önce tekçi faşist devlet yada devletin herhangi temel kurumlarından biri içerisindeki bir kişiyle sınırlandırıp-Erdoğanla kişiselleştiren anlayış- devletin genel karakteristik özelliğini bir kenara iten anlayış ve çizgilerde de görmekteyiz. Bu durumu daha da ileri gidip tekçi faşist Türk egemenlik sistemini Mustafa Kemal Atatürk ile sınırlandırıp kişiselleştirme yöneliminde de görmek

güncel analiz mümkündür. Öncelikle ne Erdoğan ne Kemal ne de başka birileriyle sınırlı değil tam aksine bizzat uluslararası emperyalist sermayenin her bir süreçteki içerisinden geçilen objektif o verili koşullardaki ihtiyaçlarına göre devletin tahkim edilme yada yapılandırılma-dizayn edilme durumu olarak görülmelidir. Bugünkü Erdoğan önderliğindeki AKP hükümeti-iktidarının ‘’Yeni Türkiye’’ argümanı ve sloganı da eski Türkiye’nin uluslararası emperyalist sermayenin ihtiyaçları temelinde şimdiki durumdaki merkezileşmesi ve derinleşmesine uygun olarak yeniden yapılandırılmasından başka bir anlam ifade etmeyen bir devamı niteliğindedir. Bu düzlemde özellikle Türkiyelileşme argümanıyla Sünni Türk İslam sentezli tekçi faşizmin yeniden üretimi sürecine meyletme durumlarına karşı da uyanık olunması gerektiğinin altını kalın çizgilerle çizmek isteriz. Çünkü tasfiyeclik bu minvalde de son derece etkili bir şekilde yürütülmektedir. Bir önemli yanılgılı yaklaşım ise 7 Haziran seçimlerinden bu yana sürekli kaotik durumdan bahsedilmesi ve durumun daha da kötüye gidiyor oluşundan rahatsızlık belirtileridir. Sanki 7 Haziran seçimleri öncesi kaotik durum yokmuş yada her şey tam takır işliyormuş gibi bir yaklaşıma götürmektedir ki bu hiç de doğru olmayan bir belirlemedir. Gladyo gibi gizli örgütlenmelere yönelik yanlış yaklaşım ve çizgi hataları da söz konusudur. Bir kere tarihsel arka planına bir göz attığımızda Osmanlı’daki Duyun-u Umumiye’den tutalımda Teşkilat-ı Mahsusa, Jön-Türkler, İttihat ve Terakki, Kemalist, MİT, Özel Harp Dairesi, JİTEM, Rabıta, Kontrgerilla, Gladyo vb vs şeklindeki bugüne kadar ki tekçi faşist devlet içerisindeki özel stratejik ve temel örgütlenmelerin kişisel değil tam da kurumsal ve devletin ta kendisi olarak işlev gördüklerini söylemeliyiz. Bunda da hiç kuşkkusuz bizzat-doğrudan uluslararası emperyalist sermayenin ihityaçlarına göre sürekli tahkim edilerek bugünlere kadar geldiklerini vurgulamak isteriz. Ve özellikle de başta ABD emperyalizmine bağlı yada ona güdümlü NATO’ya endeksli askeri ve siyasi özel örgütlenmeler olduğu kuşku götürmez gerçeklikleridir.

Emperyalizm güvenlik rejimine ve militarist pratik politikalara ihtiyaç duymaktadır Kuşkusuz ki her askeri darbe yada onun altında yatan gerçekliklerde siyasidir. Dolayısıyla darbeleri askeri yada siyasi olarak kategorize ederek tanımlamakla askeri olanın siyaset dışı şeklinde yorumlanmasında bir yanlışa götürdüğünü de kabullenmek durumundayız. Bunun yerine askeri vesayetin gerçekleştiridği darbe yada sivil vesayetin gerçekleştirildği darbe olarak nitlendirmenin daha doğru olacağı düşüncesindeyiz. Her iki darbe çeşidinde de ezilen ve sömürülenler ve de kitlelerin içerisinden çıkan ilerici, demokreat, yurtsever, devrimci ve komünistler hedeflenmektedir. Onları hedef tahtasına oturtup gemi azıya almış bir şekilde kapsamlı göz-

09

altı ve tutuklama, kurşunlama ve katliam operasyonları ve katliamlar yani faşist baskı, sömürü ve katliam durumu vardır. Bugünkü faşist teorik pratik politikalar, dünkü alt yapısı hazırlanan, planlanan ve uygulanmak için devreye konan faşist konseptin sonuçlarıdır ve hiç kuşkusuz ki bütün bıunlara şaşırmamak- hayıflanmamak gerekmektedir. Bu savaş yani karşıdevrimci topyekün saldırı haline göre karakollar, kalekollar, HES’ler, barajlar, İç Güvenlik Yasası, açık yada gizli uluslararası emperyalist sermayenin şimdiki durumdaki merkezileşmesi ve derinleşmesine uygun olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki tekçi faşist devletin yeniden yapılandırılmasının göstergeleridir. Bu anlamda bugünkü daha da koyulaştırılarak uygulanan faşizmin önceki süreçlerdeki teorik pratik uygulamaları faşizmin karakterisitik öncelleridir. Bugün tekçi faşist devletin yasal yada anayasal, açık yada gizli olarak devreye koyup uyguladığı teorik pratik karşı-devrimci politikalar uluslararası emperyalist sermaye merkezli blok güçlerin dünya genelinde olduğu gibi Ortadoğu ve TürkiyeKuzey Kürdistan’da ki stratejik çıkarlarına uygun olarak gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla AKP hükümeti-iktidarının bugün bizzat ABD emperyalizminin başını çektiği blok güç başta olmak üzere AB emperyalist blok güçleri ve NATO’nun tam da desteğine sahip olduğunu vurgulayalım. Türkiye-Kuzey Kürdistan başta olmak üzere Ortadoğu özgülünde ki çok yönlü kriz ortamı-koşullarından kaynaklı uluslararası emperyalist sermayenin blok güçleri arasındaki bölgesel savaş düzeyinde devam eden niteliği karşısında daha fazla ‘’güvenlik rejimi’’ uygulamalarına ve militarist pratik politikalara ihtiyaç duyulmaktadır. Hiç kuşkusuz ki bunun içinde geniş bir toplumsal tabana ihtiyaç duymaktadırlar. Ve tabi ki ezilen ve sömürülen kitlelerin içerisinden çıkan ilerici, yurtsever, demokrat, devrimci ve komünist güçlerin marjinalleştirilmesi de amaçlanarak okun sivri ucunu halk kitlelerine ve içerisinden çıkan ilerici,yurtsever ve devrimcilere yöneltmektedirler. Bugün ki uygulanan binleri aşan gözaltı ve onlarca operasyonla gerçekleşen katliamlarla faşist politikaların daha da yaygınlaşan bir hale geldiği tartışma götürmez bir gerçekliktir. Zira Erdoğan bu faşist saldırıların bir nokta operasyonundan ibaret olmadığını ve devamlılık arzeden bir halde sürdürüldüğü-sürdürüleceğini de vurgulamıştır. Şimdiki durumda Türkiye-Kuzey Kürdistan’da devletin yerminin üzerinde Özel Güvenlik Bölgesini ilan ettiği gerçekliğini belirtirsek sanırız tekçi faşist karşı-devrimci politikaların aslında hiç de olağanüstülükten çıkmayan teorik pratik konseptin olağanlaştırılarak devam ettirildiğini söylemek mümkündür. Tekçi faşist devlet karakteri gereği faşizmin hemen tüm angajmanlarını güncelemeye gitmiştir, hala da gitmektedir. Büyük bir seferberlikle bütünlüklü ve stratejik yönelimimize hizmet etmesi temelinde görevlerimize sahip çıkalım.


10

güncel analiz

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

Faşizme karşı mazlumlarla dayanışmak devrimci bir tutumdur! Elbette Kürt Ulusal Hareketi'nin haklı zeminde yürüttüğü savaş da sonuçlarıyla ülke kamuoyunun AKP aleyhine gelişmesinde belirleyici rol oynayacaktır. Tam da burada tüm devrimci ve sosyalist güçlerin Kürt cephesiyle gireceği dayanışma pratiği de önemli bir roldür. Faşist saldırılara, katliamlara ve savaşa zorlanan Kürtlerin kendisini savunma savaşından daha meşru bir reaksiyonu olamaz. Bu savunma savaşı elbette ki, stratejik bir yönelim olarak benimsendiğinde çok daha anlamlıdır. Fakat her durumda haklı ve meşru olan Kürt hareketiyle dayanışma ve ittifak içinde olmak ötelenemez bir görevdir. Topyekun başlatılan gerici savaşa karşı bütün devrimci güçlerin devrimci cephe olarak yanıt vermesi elzemdir. Savaş biçiminden demokratik mücadele araçlarına kadar tüm olanaklar kullanılarak gerici savaş püskürtülmek zorundadır Faşizm istisnai tarihsel şartlarda alttan örgütlenerek gelebilmiş ve belli bir müddet sürdürülmüştür. Fakat faşizmin alttan örgütlenerek gelmesi, yani toplumsal kitleler içinde belli bir taban bularak iktidarlaşması ifade ettiğimiz gibi istisnai denecek kadar cılız ve tarihte ender rastlanan ironik bir durumdan ibarettir. Görüldüğü iktidar süresi de göreli olup, insanlık tarihine kara bir leke ve insanlığa karşı suç olarak tarihin karanlığına erkenden gönderilmiştir. Bilinen örnekler dışında faşistler dahi kendilerine faşist deme, faşizmi savunma cesareti gösterememişlerdir. Onun evrensel olarak bir suç olarak kabul edilmesi sebepsiz olmadığı gibi bir tesadüf de değildir. Ancak faşizm bütün bu gerçekliğe rağmen belli bir tarihsel süreçten itibaren ve günümüzde olmak kaydıyla dünya satında birçok devlet ve iktidar şahsında mevcut

olup hüküm sürmektedir. Onu suç kabul etmek zorunda kalanlar gericiliklerinin handikabı ve sınıfsal karakterlerinin ürünü ya da yansıması olarak ona sarılmakta ve uygulamaktadırlar. Fakat faşizmi alenen savunmaları kendilerini teşhir ederek iplerini kendi elleriyle çekmek anlamına geleceği için, açıktan savunma yerine onu(faşizmi) demokrasi, cumhuriyet gibi değerlerle isimlendirip maskeleyerek, örtüp gizleyerek ve parlamento-meclis-anayasa-yargı-seçim gibi kurumsal örgütlenme ve göstermelik araçlar maharetiyle farklı biçimler altında uygulamaktadırlar. Ki bunların birçoğunda uyguladıkları bu örtünme-gizleme taktiği yeterli görülmediğinde bu maskelerini bir kenara fırlatıp atarak askeri, sivil darbeler yoluyla açıktan faşizme başvurdukları bilinen gerçektir. On yılda bir ya da daha kısa zaman dilimlerinde darbelere başvurduk-

ları yaşanan yakın tarih tarafından gösterilmiştir. Dolayısıyla yaşanan sınıflı toplumlar tarihi faşizmin açık uygulanması-açık faşizm biçimi ve parlamento peçesi ile maskelenmiş faşizm biçimi olmak üzere iki biçimine şahit olmuştur. Parlamento maskesi altında uygulanan faşizm iktidar sahiplerinin diktatörlüğünün ihtiyaçlarına tam yanıt veremeyince,(ya da faşist klikler arasındaki iktidar çatışmasında) askeri darbeler devreye sokularak yasalarını devreden çıkarıp doğrudan veya maskeye gerek duymadan alenen faşizmi uygularlar. Bu koşullarda uygulanan faşist diktatörlük Askeri Faşist Diktatörlük olarak nitelenir. Dolayısıyla buralardaki faşist diktatörlükler parlamenter maskeli faşist diktatörlük ve askeri faşist diktatörlük olarak ayrışan bir diktatörlük tanımlamasına tabidir.

Askeri faşist darbelerle tahkim edilen parlamenter maskeli faşist diktatörlük biçimlerine verilecek en iyi örneklerden biri hiç kuşkusuz ki ‘’TC’’ devletidir. ‘’TC’’ devleti süreci ve pratik tecrübesi bu diktatörlük biçimine ‘’biçilmiş kaftan’’dır. Devlet örgütlenmesi ve yönetim biçimi sürekli faşizm olmasına karşın, kurduğu ve ihtiyaç duyduğunda Askeri Faşist Cuntalarla (AFC) açık faşizme geçerek devre dışı bıraktığı göstermelik parlamento ile kendisini bir parlamenter sistem ve ‘’Cumhuriyet’’ olarak lanse etmektedir. Göstermelik de olsa ‘’parlamenter sistemle’’ bir arada-uyum içinde sürdürülemeyen faşist diktatörlük, tam da sürdürülemez bir diktatörlük biçimi olduğu için on yıllık periyotlarla parlamento maskesini çıkararak açık faşizme başvurmak zorunda kalmıştır. Evet bütün gerici diktatörlükler gibi, bu diktatörlüklerin en ırkçı,


16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

en saldırgan ve en barbar olan faşist diktatörlük insanlığın tüm değerlerine düşmanlıkla aykırı, toplumların gelişmesinin önünde zifiri karanlıktan bir köstek, halklara kıyım ve acıdan başka bir şey vermeyen, ırkçı milliyetçi ilkel ve tekçi özüyle temsil edilen ırk ve milliyette kendi dışındaki tüm ırk ve milliyetleri yok etmeye yönelen insanlık dışı bir paradoks olması nedeniyle sürdürülemez bir ideoloji, sürdürülemez bir siyasi sistem, sürdürülemez bir gericilik ve sürdürülemez bir diktatörlüktür. Nitekim, sadece ‘’TC’’ devletinde değil, diğer tüm tecrübelerinde de aynı zeminde tekerrür eden paradoksla sürdürülememiş, sürdürülemeyen, sürdürülemez bir skandal ve kara leke olarak görülmüş, görülmektedir. Ortak özellik olarak işkence, katliam, baskı, gerici zor ve şiddet ve her türden insanlık dışı eylemle birlikte, ırkçı milliyetçiliğin en ilkel-barbar biçimde uygulama şampiyonluğuyla kafatasçı ideoloji ve siyasi pratik bu diktatörlüklere karakter verendir. Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet, tek din gibi tüm tekçilik zırvası bu faşist formatın belirgin tezleri olarak öne çıkar. İkinci ortak özellik ise, ekseriyetten günümüzde temsil edilen devlet ya da yönetim biçimlerindeki bu faşist diktatörlüklerin birinci özelliklerinin yanı sıra, gerçek yüzlerini demokrasi, cumhuriyet gibi değerlerle cilalaması ya da maskelemesidir. Buna başvurması onun insanlık değerleriyle örtüşmemesi ve bahsini ettiğimiz paradoksunu kanıtlayan bir gerçeklik veya zorunda kalışıdır.

Gerici devleti korumak için gelen her hükümet faşizmi uygulamak zorundadır AKP ve istisnasız olarak öncesi tüm iktidarlar gerek sınıf karakterleri gereği, gerekse de üzerinde bulundukları veya bekasının bekçiliğini yaptıkları devletin sınıfsal dokusu gereği faşizmi uygulamaktan ileri gidemediler ve bunun sonucu olarak kronik bir istikrarsızlığın göbeğinden kurtulamadılar. Elbette söz konusu faşist diktatörlük realitesi emperyalizme bağımlılığın da doğrudan sonucuydu-sonucudur. Devletin emperyalizme bağımlı zemindeki ekonomik ve siyasi şartları ile sınıfsal niteliği-dokusu onun faşist karakterini koşullayan nedenlerdir. Bu anlamda ‘’TC’’ devleti ve yönetim biçiminde var olup uygulanan faşizm, niyetlerle ya da ‘’iyi cumhurbaşkanı’’, ‘’iyi başbakan’’ veya tersinden ‘’kötü cumhurbaşkanı’’, ‘’kötü başbakan’’ gibi yüzeysel yaklaşımlarla açıklanamaz. Belli anlamda kişilerin geçici devletin ya da kurumların kalıcı olduğu evrensel gerçektir. Erdoğan ya da Davutoğlu’nun, bu bağlamda AKP’nin gitmesi ve yerine CHP, dolayısıyla Kılıçtaroğlu’nun gelmesi, ya da başka bir düzen partisinin gelmesi ne devleti ve ne de yönetim biçimini nitel olarak değiştirebilir. Belli bir halk kitlesi içinde nispeten yaygın bir kanaat

güncel analiz

veya a-politik geri bilinç yansıması olarak; ‘’Kılıçtaroğlu iyidir’’ vb. vs. söylemlerine sıklıkla rastlanmaktadır. Meselenin Kılıçtaroğlu’nun iyiliği-kötülüğü olmadığı kavranmak, kavratılmak durumundadır. Bu yanılgı kitlelerin düzenle bütünleşmesini sağlamakla birlikte, kitlelerin düzenle bütünleştirilmesi için özellikle yaygınlaştırıldığından da söz edilebilir. İyi niyetle bu fikri savunanların olduğu açıktır fakat bu iyi niyetin sınıfsal bir tavırdan yoksun olduğu, sınıf sorunlarının iyi niyetlerle çözülemeyeceği bilince çıkarılmak suretiyle kavratılmak ve kitleler ikna edilmek durumundadır. Devlet zor aygıtıdır. Gerici devlet gerici zor aygıtıdır. Faşist devlette faşist bir aygıttır. Devlet veya kurumlarının kalıcı olduğu

ğını derinleştirerek adeta bir darbe hukuku ve pratiği uygulayarak toplumu sindirip mutlak yönetimine biat etmeye zorluyor. Toplumun ve özelde de Kürt ulusunun demokratik, ulusal, kültürel, ekonomik, siyasi hak ve taleplerini karşılamayı faşist diktatörlüğünün çıkarları ve sınıf iktidarının gereği benimsemediği için, tek yol olarak faşizmi tırmandırmakta aramaktadır. Bugüne kadar uyguladığı katliam ve baskılar nasıl ki AKP’nin mutlak hakimiyet ve kalıcı istikrarını sağlamaya yetmediyse, bugün başvurduğu katliam, baskı ve saldırganlıkta da çaresiz ve aciz kalmaktan kurtulamayacaktır. Dahası başvurduğu bu devlet terörü, saldırı ve darbe baskıları devrimci dinamikleri geliştirerek ters tepecek, sonunu yakınlaştır-

geçerli olduğu veya temel kurumlarıyla devletin kalıcı olduğu şartlarda, eğer bu devlet faşist karakterde ise, bu devletin anayasası ve anayasal temel kurumlarıyla bu devleti korumak, temsil edip sürdürmek görevi ve zemininde gelen her hangi bir hükümet veya başbakan kim olursa olsun faşizmi uygulayacak demektir, faşizmi uygulamak zorundadır. Aksi durum ancak mevcut devlet ve düzeni tanımayan, onu temellerinden değiştirip yıkmayı hedefleyen şartlarda mümkündür. Bu da düzen içi hareket veya düzen partilerinin rolü ya da yapabileceği bir eylem değildir, çünkü bu devrimci bir eylemdir ve sınıf iktidarını değiştiren bir harekettir. Burjuva faşist düzen ve gerici sınıfların egemen olduğu devlet ve düzen şartlarında bu mümkün değildir. Sınıf iktidarının değiştirilmesi bir yana, demokratik partilerin düzen içindeki demokratik muhalefetleri bile mevut düzen içinde nefes alamamakta, biraz aykırı ses çıkaran partiler parlamento dışına çıkarılıp kapatılmakta ya da vekilleri yargılanarak hapsedilmektedir. Bütün bu gerçeklik bir şeyi kesin olarak kanıtlar ki, devletin devrimci zor ve eylemle yıkılması şarttır. Sınıf mücadelesinin bu zeminde keskin bir nitelik alması zorunlu ve kaçınılmazdır. Gerici faşist devleti yıkıp burjuva gerici düzene son vermenin ve sosyalist bir devlet ve düzenin kurulması devrimci sınıf savaşının Sosyalist Halk Savaşı niteliğinde yürütülmesiyle mümkündür. Bugün AKP faşist diktatörlükte ısrar etmekten de öteye, onu en azgın boyutlara taşıyarak tırmandırmaktadır. Saldırganlı-

maya hizmet edecektir. Açık ki, bu sona yol açacak olan yegane şey devrimci sınıf savaşıdır. Ama mevcut durumda azgın saldırı ve katliamlar gerçekleştirme süreciyle içine girdiği oyun emperyalist stratejiler temelinde yürüyen bir oyundur ki, bu AKP’nin batağa saplanmasından başka bir sonuç vermez, vermeyecektir. AKP’nin girdiği savaş girdabı sadece bir erken seçim kaynaklı hesapla açıklanamaz. Başlattığı savaşın geniş bir arka planı vardır. Bu arka planda emperyalist projeler tayin edicidir. İktidarına dönük aleyhteki gelişme eğilimi gören AKP emperyalizmle anlaşmalar yaparak durumu kotarmaya çalışsa da, bunun boş bir uğraş olduğu ve bizzat anlaşmalar yaptığı emperyalistlerce planlı bir şekilde batağa doğru sürüldüğü açıktır. Mevcut saldırganlık sürecinin AKP’ye neye mal olduğu elbette yakın tarihte görülecektir. AKP bunu fark edip düşünebilse de başka çaresi olmadığı için son umut olarak emperyalizme yaranmaktan başka bir yetenek gösterememektedir. Kürtlerle savaşa sürülen AKP ‘’bindiği dalı kesen’’ adam durumundadır. Emperyalist projelerin AKP’yi bilinen mevcut sürece sokarak eritmesi AKP’nin anti-emperyalist olma özelliğinden değil, bilakis emperyalizme bağımlı olmasının kaçınılmaz sonucudur. Zira emperyalizm düşüş ivmesine girerek kan kaybeden, iktidar süresince yıpranan ve giderek kitle desteğini yitirmeye doğru giden AKP maşasının bu gidişatını belli bir plan dahilinde hızlandırarak devre dışı edip stratejilerini daha iyi yürütebileceği yeni maşalar hazırlamakta ya da devreye sokma eğilimindedir. Elbette AKP’nin Kürtlere ve IŞİD’e dönük po-

11

litikalarda ilgili emperyalist haydutla örtüşmemekte olduğundan da bu maşa değişikliği zemin bulmaktadır. İstikrarı koruyamayan duruma gelen bir iktidar emperyalist projelerin uygulanması için ideal olan değil, kullanılmış bir paçavra olarak bir kenara atılması gerekendir emperyalizm için. Muhtemelen AKP bu akıbeti okuduğu içindir ki, emperyalizmle belli anlaşmalar tazelemekte ve şuursuzca saldırılara girişmektedir. Tüm argüman ve Kemalist iktidarlarla farklı olduğunu göstermeye çalıştığı Kürt sorunundaki biçimsel yaklaşımlarını yok sayarak savaş sendromlarına kulaç atması başkaca izah edilemez bir taktik değişimdir. Faşist sınıf karakterine rağmen biçimsel ve söylem olarak izlediği siyaset-taktik faşizmini gizlemeye dönükken, özünden ileri gelen şimdiki açıktan faşizm taktiğini benimsemesi bahsini ettiğimiz taktik değişim olarak, ancak son çırpınışlarının ifadesi ve izahı olabilir. Oysa AKP için daha akıllıca olan siyaset barış sürecini kusursuz olarak yürütüp belli bir siyasi istikrar oluşturmasıdır. Zira emperyalist sermaye savaşın ve dolayısıyla siyasi istikrarsızlığın boy verdiği Türkiye-Kuzey Kürdistan pazarında karlı talanını sürdürmesi mümkün değildir. Genişletilmiş-Büyük Ortadoğu Projesi veya daha basit biçimde bölge için öngördüğü emperyalist planlarını pürüzsüz olarak hayata geçirmesi de mevcut savaş ve siyasi istikrarsızlık koşullarında olası değildir. Yani emperyalizm savaşla belirsizliğe gömülen ve istikrarın olmadığı güvensiz bir pazar, somutta bir Türkiye-Kuzey Kürdistan istemez. Çünkü bu, talanı ve projelerini uygulaması için gereklidir. Her bakımdan açık ki, AKP iktidarı sürdürülemez olanda ısrar ederek sürdürülemez olan iktidarını sürdürmek için çırpınıyor ama çırpınırken daha fazla batıyor. Birkaç aylık süreç AKP’nin girdiği kuyudan çıkamadığını göstermeye yeterlidir. Elbette Kürt Ulusal Hareketinin haklı zeminde yürüttüğü savaş da sonuçlarıyla ülke kamuoyunun AKP aleyhine gelişmesinde belirleyici rol oynayacaktır. Tam da burada tüm devrimci ve sosyalist güçlerin Kürt cephesiyle gireceği dayanışma pratiği de önemli bir roldür. Faşist saldırılara, katliamlara ve savaşa zorlanan Kürtlerin kendisini savunma savaşından daha meşru bir reaksiyonu olamaz. Bu savunma savaşı elbette ki, stratejik bir yönelim olarak benimsendiğinde çok daha anlamlıdır. Fakat her durumda haklı ve meşru olan Kürt hareketiyle dayanışma ve ittifak içinde olmak ötelenemez bir görevdir. Topyekun başlatılan gerici savaşa karşı bütün devrimci güçlerin devrimci cephe olarak yanıt vermesi elzemdir. Savaş biçiminden demokratik mücadele araçlarına kadar tüm olanaklar kullanılarak gerici savaş püskürtülmek zorundadır. Mazlumların savaşını desteklemekten, barbarlara karşı mazlumlarla ittifak etmekten daha devrimci bir sınıf tavrı olamaz.


16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

Karşı-devrimci saldırı süreci devrimc Ekonomi politik, felsefe ve bilimsel sosyalizm teorisi bağlamında sınıflar mücadelesinin kaderini belirleyen proletarya partisinin yetkin devrimci doğrultusu hatalı yaklaşımlarla zaafa uğratıldığı gibi, MLM’nin bilinçli çarpıtıcılarının başında gelen revizyonist-reformist ideolojik akımlar sınıflar mücadelesi yada devrimci kalkışmanın yükseldiği koşullarda burjuvazinin yardımına koşarak devrimci gelişmeyi baltalamaktan geri durmazlar. Çünkü onlar, devrimci gelişmenin burjuva düzen içi kulvarlarda seyreden özlemlerini bozmasından rahatsız olurlar. Sağ tasfiyeci sınıf işbirlikçisi çizgileri onları devrimin karşısına ideolojik sahada bir düşman olarak dikilmesine götürür. Kuşkusuz ki, MLM savunusu bunlara karşı keskin bir ideolojik-teorik mücadele görevi üstlenmek, durumundadır. Öyle ki bu ideolojik düşman durumundaki akımların kitleler içindeki etkisi kırılmadan devrimi gerçekleştirmek genellikle mümkün olmaz. Dolayısıyla emekçi halk kitleleri bileşenleriyle proleter devrimci sınıflar salt gerici dünya ve yerli egemen sınıflarla mücadele yürütmekle karşı karşıya değil, aynı zamanda ideolojik-teorik cephede MLM’ ye düşman akımlara karşı da mücadele etmek durumundadırlar. Bu mücadele günümüz koşullarında veya içinden geçilen süreçte de belirgin bir anlam taşımaktadır. Sürecin bir ihtiyacının bu olduğu aşikârdır.

İçinden geçilen süreç sınıf mücadelesi ya da devrimci hareket için önemli avantajlar barındırırken, aynı sürecin bağrında belli dezavantajların olduğunu tespit etmek de nesnel gerçeğin objektif ifadesi olur. Bu tespitlerde bulunmak süreç karşısında doğru konumlanıp gerçeğe en yakın pozisyon alma bakımından ihtiyaçtır. Sürecin doğru okunması, doğru politika ve taktiklerin geliştirilerek durumun devrim doğrultusunda yönetilmesi iradesi ve pratiğiyle doğrudan alakalıdır. Avantajların maddi yaptırım gücüne dönüştürülmesi, dezavantajların ise doğru yaklaşımlarla nötrleştirilip devrimci açıdan göğüslenmesi bakımından sürecin objektif okunması gerekli olup önem taşır. Objektif yaklaşım adına dikkat çekilmesi gereken bir husus da, mevcut sürecin nesnel olarak devrimci gelişmelere uygun şartlara sahip olmasına karşın, örgütlü devrimci hareketin nesnel şartları devrimci çıkış temelinde yeterince değerlendirme düzeyinde bir örgütsel güce sahip olamama tezatlığının hüküm sürmesidir. Söz konusu nesnel şartları veya süreci kazanımlar zemininde değerlendirme avantajına sahip olan hareket hiç kuşkusuz ki, yeterli askeri-örgütsel güce sahip olan ulusal harekettir. Sosyalist ve devrimci örgütlü hareket ise, ulusal hareketle aynı avantajlara sahip olmasa da, doğru devrimci çizgi ve somut siyasetler bağlamında göstereceği yetenekle kuşkusuz ki kazanımlar sağlama şansına tamamen sahiptir. Dezavantajlar bağlamında dikkate değer bir konu da, kuvvetli sınıf çelişkileri zeminine rağmen egemen atmosfer basıncında sınıf mücadelesinin argüman olarak neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir talihsizlikle karşı karşıya oluşudur. Burada rol oynayan etmenin, yasalcılığın nüfuzu altında gelişen tasfiyeci reformist akım olduğunu belirlemek yerinde olacaktır. Bu tasfiyeci kuşatma ve sirayet elbette Komünist ve devrimci hareket yelpazesi üzerinde birebir nüfuz kurmuş değildir. Devrimci duruş ve çizgi temelinde reformist tasfiyeciliğe karşı direnç gösteren hareketlerin olduğu inkâr edilemez. Hatta belli yapıların bu süreçte reformist eğilimden uzaklaşarak devrimcileşme rotasına girdiği de söylenebilir. Ne ki, bu durum iki taraflıdır. Tasfiyeciliğe karşı devrimci öze yaklaşma nispeten zayıf bir olguyken, yasalcı tasfiyeciliğe kayış esas eğilim-

dir. Tehlikedir. Çelişkilerin keskinleşmesi veya keskin çelişki ve çatışma koşulları genel kural olarak safları nitelikli hale getirerek netleştirir ve karşıt olan güçleri geliştirir. Bu gelişim realitesi esasta ileriyi temsil eden devrimci sınıf ve güçleri şahsında belirginleşirken, köhnemiş gerici sınıflarda bu cereyan, gelişmekten ziyade gerici şiddet sarmalına girerek daha fazla teşhir-tecrit olma biçiminde seyreder. Gerici sınıflardaki gelişme niteliği gerici zor ve şiddete dayalı baskıcı diktatörlük yanlarının daha fazla öne çıkması olarak biçimlenir. Dolayısıyla buradaki gelişme doğru orantılı bir gelişme değil, yönetsel sertleşme veya faşizm uygulamasının derinleşmesi olarak ifade edilebilir. Buna karşın faşist baskı ve terör altında kıskaca alınan devrimci halk kitleleri ve örgütlü devrimci hareket daha fazla örgütlenme ve mücadele eğilimi gösterir. Demokrasi ve özgürlüklerin kısıtlanarak yok edilmesi, azgın sömürü ve zulmün uygulanması tabii olarak karşıt refleksi besleyerek büyütür. Baskıya karşı başkaldırı tavrı yoksul dünyanın nesnel, içsel ve geleneksel kültürü olarak çelişki yasası diyalektiğinin tezahürüdür. Ne var ki, devrimci gelişme ve sınıf mücadelesi bu etki-tepki refleksine mahkûm bırakılacak bir mesele değildir. Tam da burada insanın bilinçli di-

namik rolü veya devrimci müdahalenin zorunluluğu açığa çıkarak tayin edici rol olarak belirir. İşte sınıf mücadelesinin nesnel çelişkiler zemininde gelişerek bir devrime uzanmasının anahtarı bu roldür. Bu müdahale olmaksızın kendiliğinden hiçbir uygun koşul devrime çıkmaz. Proletarya partisi bu müdahale ve rolün stratejik önemdeki icracısı olarak olmazsa olmaz değerdedir. Bugünkü niteliği Maoist olan Komünist Partilerin varlık gerekçesi tam da bu temele dayanır. Tüm devrimci süreç boyunca stratejik önemini koruyan Komünist Partiler sınıf çelişkileri ekseninde tüm toplumsal çelişmeleri konu edinerek geniş halk kitlelerini bu zeminde birleştirip siyasi iktidar doğrultusunda seferber etmenin öncü ve önder rolü olarak tarihsel bir misyon üstlenir, bu görevi devrimci halk kitleleriyle birlikte yerine getirirler. Hâkim sınıfların başını çektiği gerici düzen ile proletarya ve geniş emekçi halk kitleleri arasındaki çelişkileri devrimci dünya lehine çözüp Komünist toplum hedefine bağlı devrimci ve sosyalist iktidarlar perspektifini yaşamsallaştırmak için devrimci savaşı en üstün mücadele biçimi olarak kullanırlar. Devrimci savaşı sınıflar arası mücadelede ilkesel, stratejik bir metot olarak kullanan proletarya partisi, mücadelelerini sınırlayan yaklaşımdan uzak durarak ilke ve


perspektif

ci savaşla yanıtlanmak durumundadır

amaçlarına ters düşmeyen bütün mücadele araç ve yöntemlerini itinayla kullanır, somut çelişkiler üzerinden yükselmeyi benimserler. Ajitasyon propagandalarında gerici düzenin teşhirine önem verirken, devrimci çalışmalarını zenginleştiren bütün araç ve yöntemlerini sınıf mücadelesi ve her devrimin sorunu olan iktidarın devrimci zora dayalı ele geçirilmesi meselesine tabi olarak ele alırlar. Bu anlamda söylemeye gerek yok ki, sınıf mücadelesine hizmet eden hiçbir biçimi, hiçbir mücadeleyi ve hiçbir aracı ilke olarak reddetmezler. Bu doğru herkesçe kabul görmekte ama pratik tutumda belirleyici nitelikte olmasa da örgütlü ‘’tabanın’’ bir kesiminde içselleştirilmediği görülmektedir. Ancak bu sorunun artık aşılması gerekmektedir. Ekonomi politik, felsefe ve bilimsel sosyalizm teorisi bağlamında sınıflar mücadelesinin kaderini belirleyen proletarya partisinin yetkin devrimci doğrultusu hatalı yaklaşımlarla zaafa uğratıldığı gibi, MLM’nin bilinçli çarpıtıcılarının başında gelen revizyonist-reformist ideolojik akımlar sınıflar mücadelesi ya da devrimci kalkışmanın yükseldiği koşullarda burjuvazinin yardımına koşarak devrimci gelişmeyi baltalamaktan geri durmazlar. Çünkü onlar, devrimci gelişmenin burjuva düzen içi kulvarlarda seyreden özlemlerini bozmasından rahatsız olurlar. Sağ

tasfiyeci sınıf işbirlikçisi çizgileri onları devrimin karşısına ideolojik sahada bir düşman olarak dikilmesine götürür. Kuşkusuz ki, MLM savunusu bunlara karşı keskin bir ideolojik-teorik mücadele görevi üstlenmek, durumundadır. Öyle ki bu ideolojik düşman durumundaki akımların kitleler içindeki etkisi kırılmadan devrimi gerçekleştirmek genellikle mümkün olmaz. Dolayısıyla emekçi halk kitleleri bileşenleriyle proleter devrimci sınıflar salt gerici dünya ve yerli egemen sınıflarla mücadele yürütmekle karşı karşıya değil, aynı zamanda ideolojik-teorik cephede MLM’ ye düşman akımlara karşı da mücadele etmek durumundadırlar. Bu mücadele günümüz koşullarında veya içinden geçilen süreçte de belirgin bir anlam taşımaktadır. Sürecin bir ihtiyacının bu olduğu aşikârdır. Kısacası ideolojik-teorik sahada verilen mücadele son derece önemli olup, açık siyasi sınıf düşmanlarıyla mücadeleden bağımsız görülemez. Ancak sınıf mücadelesinin bu cephede verdiği savaşım büyük bir ustalık ve yetenekle ele alınması gereken önemdedir. Bu mücadelede hedeflerin bilimsel ölçülerle saptanmaması, demokratik mücadele unsurlarının hatalı algıyla ele alınıp tasfiyecilik veya reformizm derekesine koyulması, açık alan mücadele ve olanaklarının düzen içi olarak ötelenmesi vb vs hatalar mücadelenin

doğru ele alınmaması ve devrime hizmet eden olanakların heba edilmesi anlamına gelecektir. Sağ tasfiyecilik, yasalcılık ve reformizm ile mücadele kesinlikle bizleri sola itmemelidir. Sağ tasfiyeci tehlike ne kadar aktüelse, sağa tepkiyle sola savrulmak da bir o kadar tehlikedir. Süreç bu tehlikeyi de barındırmakta ve bu savrulmaya karşı uyanık olmayı da gerektirmektedir. Zira sağ sapmayla reformizm batağına saplanırken, sol sapmayla da sürecin demokratik dinamiklerini öteleyerek marjinalleşme potasına girmek olasıdır. Özcesi süreç, her dinamiğin beceriyle mücadeleye katılması ve dereciklerde akan suyun nehre taşınarak bütün katkıların toparlanmasını özellikle talep etmektedir. Ki bu ekseriyetle geçerli olan genel devrimci yaklaşımdır da. Sürecin doğru okunmasının en stratejik halkası ise, devrimci savaşın yaşamsal bir ihtiyaç olup her bakımdan gerekli olduğunun görülüp bilince çıkarılmasıdır. Gerici hâkim sınıflar azgınca, acımasızca ve hatta amansız bir biçimde saldırıp ezilen ulus ve azınlıkları, çeşitli inanç kesimlerini ve nihayetinde en geniş tanımda halklarımızı kan ve acıya boğmakta, çocukları katletmeye kadar gayri ahlaki kirli bir saldırganlık uygulamaktadırlar. Barış çağrılarını faşizmin küstah tavrıyla yanıtlamakta, savaşta ısrar ederek imha politikası yürütmektedirler. Bu şartlarda devrimin silahlı savaşa başvurması tartışma götürmez bir haklılık ve meşruiyet zemini taşımaktadır. Bunda tereddüt edenler burjuvaziden medet bekleyen siyasi ahmaklar olabilirler. Ne ki, devrimci savaşın kaçınılmaz bir operasyon olması gerçeği, savaş dışındaki olanakların ve siyaset alanının kullanılmaması anlamına çıkmaz. Özellikle demokratik açık alan siyasetinde bu alanın kendisine has politika ve taktiklerinin geliştirilmesi-dillendirilmesi devrimci savaş dışı tasfiyeci reformist eğilimler olarak değerlendirilmemelidirler. Ancak ana yönelim kuşkusuz ki, içerikte olduğu gibi biçimde de silahlı mücadele ve örgütlenme ekseninde olmak durumundadır. Bu olmaksızın devrimci manada gerçek bir ilerleme sağlanamaz, burjuvazi stratejik olarak geriletilip yenilemez. Gerici savaş ve saldırganlık ancak devrimci savaşla alt edilebilir. Geniş siyaset alanı ve konuları ancak devrimci savaş siyaseti ve pratiğini destekleyen, katkı sunan, hizmet eden unsurlar olarak rol oynaya-

bilirler. Tayin edici olan doğrudan silahlı savaşın kendisidir.

Sınıf mücadelesi iki ayak üzerinden ilerler Unutulmamalı ki, sınıf mücadelesi kesinlikle iki ayak üzerinden ilerler. Biri nesnel gerçeklik iken, diğeri nesnel zeminle örtüşen sübjektif etmen kapsamındaki bilinçli iradi müdahaledir. Birincisi; insan iradesinden bağımsız olarak ama sınıf çelişkileri ekseninde toplumsal yaşamda kendiliğinden var olan durum esasında tanıtlanırken, ikincisi; bu nesnel durumla uyum içinde olmak kaydıyla, tamamen insanın iradi olarak ortaya koyduğu ideolojikpolitik ve pratik çizgi temelinde gerçekleştirilen müdahaledir. Bu müdahale parti, ordu ve cephe gibi devrimdeki stratejik değişmezler üzerinden inşa edilmekle birlikte, mutlak biçimde geniş halk kitlelerini seferber etmeye ve kucaklamaya dayanmak durumundadır. Bu müdahalede geniş halk kitleleriyle gerici düzen-hâkim sınıflar arasındaki çelişkilerin somutta aldığı biçimler üzerinden geliştirilmesi ihmal edilemez bir basamaktır. Yine bu müdahalede stratejik yönelimler esas alınarak, güncel siyaset dili, taktiği ve reel politiğinde amaç ve stratejiyi gölgeleyen ya da salt günü kotarmaya dönük hatalı eğilimlere itibar edilmemesi elzemdir. Sürecin bağrında taşıdığı avantajlar burjuva klikler arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi, hükümet oluşturamamanın da sonucu yaşanan siyasi krizleri ve başlattıkları faşist saldırganlığın geniş halk kitlelerinde ciddi hoşnutsuzluklara yol açarak arayış ve tepkilere yol açması, dolayısıyla bütün bunların sonucu olarak devrimci şartların gelişmesi ve gerici düzen ile geniş halk yığınları arasındaki çelişkilerin keskinleşerek devrimci alternatif ve seçeneğin nesnel zeminini hazırlaması olarak ifade edilebilir. Bu durumda ihtiyaç olan şey örgütlü devrimci hareketin halk kitlelerine güven veren pratiklere girmesi, yani devrimci ittifak ve birliklerin geliştirilmesi ve silahlı eylem çizgisinin isabetli olarak kullanılmasıyla kitlelerin alternatifsiz olmadığının pratikte gösterilmesi gerekmektedir. Sürecin öne çıkardığı ihtiyaçlardan biri de hiç kuşkusuz ki budur.


14

güncel analiz

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

Temel sorunların çözümü; devrimci savaştan geçmektedir!

Devrimcilik ve tabi ki devrimci savaş algımızdaki bugüne kadar ki kırılganlıklarımızın panzehiri de yine radikal-militan devrimci savaşta ısrardan geçmektedir. Legal yâda illegal bütün mücadele ve savaşımızın düzen sınırlarını aşıp militanlaşarak köklü ve radikal temelde bir devrimci savaşı koşullamaktadır. Kendiliğindenci ve düzen içi yaşamın o esir alıcı bütün kuşatmalarına ve kırılmalara karşı çok yönlü ve bütünlüklü stratejik kararlaşmayla devrimci savaşın özneleri ve önderleri olmak zorundayız. Profesyonel devrimci ve komünistler, bunun önemli stratejik bir halkası olarak görülmek ve kavranmak, pek tabi ki buna göre konumlanmak zorunluluğu kabul edilmek durumundadır. Son süreçlerde radikal-militan mücadele ve devrimci savaşta yoğunlaşma çağrıları daha fazla gündemleştirilmektedir. Kuşkusuz ki bu durum iyidir ve pratikleştirilerek güncelleştirilmesi ve daha fazla maddi bir güce dönüştürülmesi ihtiyacı vardır. Bunun tabi ki Türkiye-Kuzey Kürdistan’da emperyalizm destekli tekçi faşist devletin karşı-devrimci teorik pratik politikalarında daha fazla yoğunlaşmasıyla atbaşı giden bir yanı da bulunmaktadır. Bu anlamıyla tekçi faşist devletin karşı-devrimci savaşı başlatması o kadar kolay olsa da ancak devrimci savaşın başladığı andan itibaren onun durdurulmasının o kadar da kolay olmadığını kabul etmek durumundayız ve hep birlikte de görecek ve yaşayacağız. Egemen sistemler ve onun düzen partileri ve de hâkim sınıf klikleri üzerinden temsili parlamenter bürokratik- burjuva cumhuriyet eksenli reformist örgütlenme ve poltikalara davet tekçi faşist devletin bekası için aynı zamanda bir çerçeve olarak da sunulmakta ve buna davet edilmektedir. Bu düzlemde ‘’eğer bir Komünist Partisine gerek varsa onu da biz kurarız’’ denilerek her şeyi ama herşeyi kendi kontrolünde ve kendi egemenliği için kullanmaktan geri durmayan Türk ulus devlet konseptli tekçi faşist hâkim sınıf diktatörlüğünün doğru tahlil edilmesi gerekmektedir. Düşünebiliryor musunuz, 7 Haziran genel-parlamento seçimleriyle birlikte tekçi faşist devletin baraj

sistemini de parçalayarak önemli bir oranla meclise giren bileşenleri ve dostlarıyla HDP’ye yönelik hala tasfiye amaçlı kuşatma ve baskı unsurları ve de argümanları her açıdan sürmektedir. Zira tekçi faşist devletin kökleri ve temelleriyle oynandığının farkındadır ve bu minvalde sopayı yani ‘’haydarı’’ da sallamaktan geri durmamaktadır. Anlaşılan odur ki tekçi faşist devletin daha fazla dövülmeye ve parça parça alt edilerek tüm kökleri ve temelleriyle birlikte tarihin çöphanesine gömülmeye her geçen gün daha fazla ihtiyaç vardır. Kürt ulusal hareketinden dostlarımız her ne kadar yürüttükleri savaşı-silahlı mücadeleyi siyasetin bir aracı halinde taktik politika olarak ele alıp tekçi faşist devleti masaya oturtmanın ve de onunla uzlaşarak anlaşmak için bir silah olarak kullanıyor olsa da dönem dönem Devrimci Halk Savaşı argümanını kullanarak devleti kendine göre bir ‘’çözüme’’ yakınlaştırmak için bir şantaj olarak dillendirse de bununla oynanmaması ve pek tabi ki aslında son derece meşru ve demokratik Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı bağlamındaki savaşının da zayıflatılarak düzeniçi reformist kulvarlara hasredilmemesi doğru olandır. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını nasıl ve hangi yönde kullanacağı hiç kuşkusuz ki bizzat Kürt ulusuna ait bir durum olsa gerek. Ancak Sünni Türk ulus devlet egemenlik-

li ve imtiyazlı tekçi faşist hegemonyanın şemsiyesi altında bir ‘’çözümün’’de ne kadar eşit ve özgür koşullarda demokratik ve uygun olduğu-olacağı tabi ki eleştiriye ve doğru yanlış temelinde ideolojik mücadeleye muhtaçtır. Şimdi bazı parametrelere bir göz atıp çeşitli değerlendirmelerde bulunabiliriz.

Ulusal hareketi güçlendiren esas etken silahlı savaşım olmuştur Kürt ulusal hareketi olarak PKK’nin salt Kuzey Kürdistan yâda Kürdistan’ın diğer parçalarının herhangi biriyle sınırlı değil aksine dünya bağlamındaki Ortadoğu özgülünde bölgesel bir güç olduğu gerçekliği görülmek durumundadır. Aynı zamanda dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğratılan Kürdistan ve Kürt ulusal sorununun bugüne kadar ki son derece haklı ve meşru demokratik mücadelesi ve savaşıyla uluslararası bir sorun haline gelmesinde önemli bir işlev de görmüştür. Ve kendi tezlerine göre Kürdistan’ın sömürge ve tüm yönleriyle inkâr edilen Kürt ulusal sorununun varlığı ve onu var etme savaşı üzerinden yükselerek bugünlere kadar gelmiştir. Bugüne kadar da tarihi nitelikte önemli başarılar ve kazanımlar elde etmiştir. Dolayısıyla PKK’nin bugüne kadar ki mücadele ve savaşının, son derece meşru, demokratik ve haklı durumu da görülmek ve kabul edilmek zorundadır.

Her ne kadar ideolojik politik bağlamda çeşitli çizgi kırılmaları ve sapmaları söz konusu olsa da hala meşru ve demokratik ilerici sınıfsal karekterini ve siyasetini korumaktadır. Ve her ne kadar düzeniçi reformist konsept ve çizgi temelinde bir arayışta ısrar etse de hala halk kategorisindeki durumunu korumakta ve sürdürmektedir. Bu anlamda dünya, Ortadoğu ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Kürt sorunu yoktur diyenler, hala tekçi faşizmde ısrar edenlerdir ve en amiyane deyimle halt etmişlerdir. Neymiş Kürtler ve diğer etnik kimlikler, Türk ulus devlet konsepti ve Misak-ı Milli sınırları altında ve içerisinde birer alt kimliklermiş ve herkes özgür ve eşitmiş, herkes anayasa da eşitmiş ve birinin diğerinden üstün yanı yokmuş. Neymiş hepsi İslam bayrağı altında Müslüman vatandaşlarmış. Bütün bu ve buna benzer aldatmaca ve oyunlar ile din vs gibi kullanılan argümanlar açık ki son derece önemli ve strarejik harç ve kalıplar olarak bugünlere kadar ezilen ve sömürülenleri kandırmada kullanılagelmiştir. Egemenler tarafından başından beri ‘’ettırnak, barış, kardeşlik, anayasal vatandaşlık, eşitlik, İslam kardeşliği’’ vb vd argümanlarla Sünni Türk ulus devlet konseptindeki hegemonya uygulanageldi. Tekçiliğin hemen tüm referansları stratejik harç olarak güçlü kuşatmalarla ve manipülasyonlarla devreye sokulmuştur. Bugünde Yeni Türkiye ve Türkiyelileşme


16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

argümanlarıyla sünni Türk İslam bayrağı altında tekçiliğin yeniden üretimi süreci yaşanmaktadır. Bu temelde tekçi faşist devlet niteliği gereği faşizmin hemen tüm angajmanlarını güncellemeye gitmiştir, hala da gitmektedir. Türk hakim sınıfları ve bilimum hükümetleriyle birlikte onların toplamı tekçi faşist devletin adına çözüm süreci denilerek gerçekleştirilen tüm girişimlerinin Kürt ulusal hareketi PKK’yi silahsızlandırarak tasfiye etmenin hep araçları olarak ele alındıklarını vurgulayalım. Bu eksende Takrir-i Sükun’dan Olağanüstü Hal’e ve şimdi de onları aratmayan Özel Güvenlik Bölge-leri uygulamalarıyla tekçi faşist devletin zaten hiç olağan olmayan hallerinin olağan bir devamı söz konusudur. Bütün bu uygulamaların temsili parlamenter bürokratik- burjuva cumhuriyet örtüsüyle de faşizmin maskelendiği gerçekliği göz önünde bulundurulduğunda TürkiyeKuzey Kürdistan’daki parlamenter maskeli faşizmin niteliği de ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda temsili parlamenter burjuva cumhuriyetin hiç de masum olmadığını belirtelim. Özellikle son süreçlerde burjuva liberal kalemşörlerin dillendirdikleri bazı argümanlara da bir göz atmak isteriz. Şu devlete ve PKK’ye ‘’eşit’’ mesafede durduklarını dillendiren zevatları kastediyoruz. Bir kere hiç bir şey eşit mesafede yada anlaşılması açısından %50- %50 şeklinde durmaz ve bir arada bulunamazlar. Ya bir taraftasınız yada öbür tarafta. Bundandır ki tekçi faşist devlete yâda onun hali hazırdaki temsilcisi AKP hükümeti-iktidarına ve PKK’ye ‘’eşit’’ mesafede olduklarını ve yaklaştıklarını iddia edenler kendileirni kandırmaktadırlar. Ve burjuva liberalistlikleriyle aslında tekçi faşizmi ve onun imtiyazlı eşitsizliklerine karşı dümen kıvırmak yâda bu imtiyazlı statükonun devamını istemekten başka bir anlam da taşımamaktadır. Diğer yandan PKK’ye nasıl eşit mesafede yaklaşılıdığı da ayrıyeten bir muammayı oluşturmaktadır. Çünkü bizzat PKK’nin eylemlerine ‘’terörizm’’, ‘’alçaklık’’, ‘’katliam’’ diyeceksin, devletin alçaklıklarına ise terör, alçaklık, katliam vs demiyeceksin. Diğer yandan tekçi faşist devletin hala devam eden her türlü baskı, sömürü ve zulüm, inkâr ve imha, katliam ve kıyımları karşısında yumuşakçaları oynayacaksın. Bu tür zevatlar olsa olsa en fazla reformist bazı kırıntılar ile sınırlı tekçi faşist devletin yedek lastikleri işlevinde olabilirler. Yetmez ama evetçilerin halini bir hatırlayın. Zaten özellikle Türkiyelileşmek! ve Yeni Türkiye! argümanlarını da kullananlar arasında en çok bunlar yer almaktadır. Şu ‘’bağımsız siyaset’’ palavrası da aynı şekilde kamuoyunda bizzat bunlar tarafından kullanılmaktadır. Ve özellikle kendi haleti ruhiyeleri ve tabi ki tekçi faşist devletin imtiyazlı durumu karşısında ki hayırhah temelli oportünistlikleri dururken HDP’ye ve Demirtaş’a PKK’nin etkisi ve yörüngesinden bir türlü kurtulamadığı yani ‘’bağımsız siyaset’’ yürütemediği palavrasını yaymaktadırlar. Öncelikle tekçi faşist devletin; tekçi resmi her bir millet, dil, inanç, tarih, düşünce imtiyazı ve tekeline karşı tu-

tarlı bir medya mensubu ve eli kalem tutan her bireyin ve aydının, demokratın arasına mesafe koyması ve tabi ki karşı durması gereklidir. Şimdi bunu bir kenara bırakıp tekçi faşist devletin terörüne karşı durmayan, ona karşı gelmeyen ve bunu dillendirmeyen bir kişi- hareket ve gücün gidip ezilen ve sömürülenler cephesinde yer alanlar arasında parçalı durum yaratarak tasfiyenin bir parçası rolüne bürünmeleri tasfiyeciliğin bir versiyonu olsa gerek.

Öncellerinde olduğu gibi AKP’de halklara köleliği dayatmaktadır Şimdiki sürece niteliğini veren Erdoğan önderliğindeki AKP hükümeti-iktidarının devletin hemen tüm temel kurumları üzerinden gemi azıya almış vaziyette faşist saldırılarında yoğunlaşmış durumu olarak altı çizilebilir. Bu temelde AKP’de tıpkı Yavuz Sultan Selim, Kuyucu Murat, Abdülhamid, Jön-Türk, İttihat Terakki, Kemalist, CHP, DP, AP, MHP, ANAP, DYP, DSP, BBP gibi askeri başta olmak üzere inkâr ve imha temelli karşı-devrimci politikalarla tasfiyeciliği ve kölece boyun eğmeyi dayatmaktadır. Bu anlamda hepsi de yani düzen partileri- hareketleri ve örgütleri, kesinlikle sorunların ‘’çözüm’’

güncel analiz güçleri ve merkezleri değil, tam aksine sorunların yaratıcı güçleridirler. Sorunların birikerek güncellenmesiyle tasfiyenin başından beri temel yöneliminden hiçbir şey kaybetmeden tekçi faşist temelde dayatılarak teslim olma ve kölece boyun eğmeye çalışılması karşısında ilk elden ezilen milyonların içine ve derinliklerine çekilerek kitlesel kalkışımlar ve alabildiğince gizli örgütlenme ve mücadeleyle devrimci savaşta daha fazla ısrar etmek gerekmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan başta olmak üzere dünya genelinde ezilen ve sömürülenleri kapsayan halkların kardeşliği temelinde bir barış ortamı ve koşullarını yaratmak için devrimci savaşa her zamankinden daha fazla bugün ihtiyaç vardır. Asgari program ve stratejisi olarak Sosyalist Halk Savaşı Türkiye-Kuzey Kürdistan’da her bir bölge, yerel ve parçanın doğrudan kendi kendisinin yönetimini öngören bölgesel ve yerel özerklikleri ve aynı zamanda gönüllü olarak demokratik, eşit ve özgür bir merkezileşme temelinde Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini hedeflemektedir. Sürecin koyu karanlık tekçi faşist yüzü şimdiki durumda yaşanan gelişmelerle nihayet daha fazla gün yüzüne çıkmak-

15

tadır. Bu anlamda böylesi süreçteki faşist teorik pratik politikalar gerçekliği aslında ezilen ve sömürülenler açısından daha fazla turnusol görevi görmüştür denilebilir. Şu son faşist saldırılarda binlerce gözaltı ve onlarca katliam gerçekliğiyle tekçi faşizmin koyu karanlık yüzü daha net görülerek ona karakterini-rengini veren tekçi faşist devletin niteliği de daha fazla anlaşılmaktadır. Bu yönüyle ‘’demokratikleşildiği’’ ve her geçen gün daha fazla demokrasiye doğru ‘’ilerlendiği’’ şeklinde ki yaklaşım ve değerlendirmelerin de tuzla buz olduklarını söyleyebiliriz. Öte yandan yetmez ama evet denilerek AKP hükümeti-iktidarına bizzat koltuk değneği olan düzeniçi reformist kesimlerinde çok geçmeden yine bizzat AKP eliyle tekçi faşist devlet tarafından alaşağı edilerek tasfiyeye maruz kaldıklarının şokuyla şaşkın ördek misali bir o yana bir bu yana sersemlediklerini görüyoruz. Bütün bunlar karşısında hala uslanmayıp düzeniçi reformist kulvarda yüzmeye yâda kulaç atmaya çalışan, ezilen ve sömürülen milyonları ‘’barışa-kardeşliğe-aman silaha sarılmayına-aman sokağa dökülmeyineAtatürk ilke ve inkılâplarına- temsili parlamenter bürokratik burjuva cumhuriyete’’ vb vd lerine çağırarak enerjilerini helak etme girişimlerini görüyoruz. İdeolojik politik olarak uzlaşmacı ve tasfiyeci düzeniçi reformizmin hemen tüm argümanları konseptindeki yönelime hayır diyerek onu aşan radikal militan direniş ve devrimci savaşta ısrardır olması gereken. Ve tabi ki düzeniçi tasfiyeci reformizmin panzehirinin de ufku sistem sınırlarıyla köreltilemeyen radikal-militan direniş ve devrimci savaş gerçekliği de doğru kavranmak durumundadır. Devrimcilik ve tabi ki devrimci savaş algımızdaki bugüne kadar ki kırılganlıklarımızın panzehiri de yine radikal-militan devrimci savaşta ısrardan geçmektedir. Legal yâda illegal bütün mücadele ve savaşımızın düzen sınırlarını aşıp militanlaşarak köklü ve radikal temelde bir devrimci savaşı koşullamaktadır. Kendiliğindenci ve düzeniçi yaşamın o esir alıcı bütün kuşatmalarına ve kırılmalara karşı çok yönlü ve bütünlüklü stratejik kararlaşmayla devrimci savaşın özneleri ve önderleri olmak zorundayız. Profesyonel devrimci ve komünistler, bunun önemli stratejik bir halkası olarak görülmek ve kavranmak, pek tabi ki buna göre konumlanmak zorunluluğu kabul edilmek durumundadır. Karşı-devrimci süreç tekçi faşizmin hemen tüm argümanları eşliğinde pervasız bir biçim ve içerik de devam etmektedir. 7 Haziran’a kadar yaklaşık 13 yıllık AKP hükümeti-iktidarı sürecinde bir savaş hükümeti söz konusuyken şimdi de yani 7 Haziran’dan bu yana ise hala devam eden AKP-MHP karşı-devrimci ‘’savaş koalisyonu’’ sürmektedir. Bütün bu ve buna benzer gelişmeler ve eğilimler karşısında büyük bir seferberlikle çok yönlü ve stratejik yönelim içerisinde proletarya ve emekçilerin doğrudan iktidarı perspektifiyle devrimci savaş merkezli görevlerimize ertelemeksizin daha fazla sarılalım.


16

analiz haber

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

Mevcut sİyasİ süreç ve proleter devrİmcİ yaklaşım! dır. Kürt kitleleri doğrudan kendilerini ilgilendiren haksız savaş ve saldırganlık noktasında silahlı , silahsız güçleriyle ciddi bir duruş göstermekte fakat ülke işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri maalesef önemli bir tepki gösterememektedir. Ki örgütlü devrimci harekette ciddi bir karşı koyuş partiği ve toplumsal muhalefeti büyütme noktasında ciddi yetersizlikler içindedir. Bu parantezi kapatarak kaldığımız yerden devam edelim.

Proleter devrimci hareket, koalisyonun kurulamaması ve bu zeminde gerici hakim sınıflar cephesinde yaşanan siyasi krizi derinleştirme bilinci ve pratiğiyle hareket etmek durumundadır. Bunun mümkün olan biçimi başta silahlı devrimci eylem olmak üzere, demokratik mücadele ve muhalefetin yükseltilmesi ve elbette bütün bu sürece mümkün olan en geniş halk kitlelerinin katılımını sağlamak biçiminde ifade bulur. Haksız savaş yürüten ve isteyenler haklı devrimci savaşla boğulmalı, tekçi ırkçılığı dayatanlar her millet ve milliyetten emekçi halk kitlelerinin birliği ve dayanışmasıyla yalnızlaştırılmalı, imha ve inkar saldırılarına başvuranlara bunun bedeli ödetilmelidir. Baş döndürücü hız ve yoğunlukta gelişmelerle dolu bir gündem yaşıyoruz. Tabiatıyla bir çok önemli gündem gerekli alakayı görmeden amiyane değimle arada kaynayıp gidiyor. Dahası adeta bir karmaşaya boğulan gelişmeler veya gündemler hakkında ayrıntılı analiz ve değerlendirme yapma olanağı da sınırlanmış oluyor. Özellikle altında binbir gerici hesap, gizli plan ve pazarlıkların olduğu ve gelişmelerin burjuvazi tarafından manipüle edildiği söz konusu gelişmeler hakkında her ayrıntıya vakıf olmak son derece güçleşiyor. Bu bağlamda siyasi gelişme ve gündemin derli toplu analizinin yapılması ihtiyacı, bahsettiğimiz gerçekliğe ek olarak bir de süreç olarak tamamlanmamış ve gizli anlaşmaların kanlı mühürlerine emanet edilmiş gelişmeler vb göz önüne alındığında, bu analiz ihtiyacı belli düzeyde yetersizliklerle karşılanma durumunda kalmaktadır. Ancak sürecin tipik özellikleri veya temel parametreleri hakkında bir değerlendirme yapmak tamamen mümkündür. Zira gündem ve gelişmelerin temel çelişmeleri ve gerçek nedenleri köklü geleneksel burjuva düzen ve hakim sınıflar mantalitesinden beslenen ve bizzat onun ürünü durumundakilerdedir. Arada kaynayan gündem veya gelişme-

Siyasi süreç gittikçe sertleşecektir

lerin bir bölümünü aktarmanın gerekli olduğu düşüncesiyle hatırlatırsak: Örneğin, savaşın belki de çok önemsenmeyen bir sonucu olan mülteci dıramı son derece ağır olmasına ve çocuk ölümleri ile büyük kitlesel kıyımlar yaşanmasına karşın sorun tam olarak bilinmemekte, gerekli duyarlılık gösterilmemektedir… Kuzey Kürdistan’da çocuk katliamları gerekli yankıyı uyandırmamaktadır ya da yoğun gündemler içinde kaybolup gitmektedir… Alevilerin evleri kırmızı çarpılarla işaretlenmektedir ama haber değerinde zor görülmektedir… Suriye sınırına metrelerce duvarlar örülmekte

ama yoğun gündemler içinde bunlara bir tepki geliştirilememekte ya da gerektiği bigi üzerinde durulamamaktadır. Erdoğan/AKP iktidarı yetkisiz olarak ülkenin kaderini tayin edecek önemde bilinenlerin gölgesinde kalan ya da tam olarak bilinmeyen bir dizi kararlar alıp uygulamakta fakat bunlar objektif olarak gündemde öne çıkarılıp gerekli tavırla karşılanamamaktadır. Ki, Erdoağn/AKP iktidarının yapmak istediği tam da budur. Bu ve benzeri bir çok konuda olması gereken toplumsal refleks son derece cılızken, gündemde öne çıkan konularda da esasta benzer durum egemen durumda-

Bütün gelişmelerin ayrıntılarına vakıf olma olanağı sınırlı da olsa, kesin olan bir şey var ki, o da, bahsi geçen gelişmelerin emperyalist dünya gericiliğinin baş aktörlerinden bağımsız olmadığıdır. Daha somut olarak, ülkedeki bu gelişmelerin emperyalist Orta Doğu politikaları ve bura gelişmelerinden bağımsız olmayıp doğrudan bunun tezahürü olduğudur. Buna karşın, Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın 7 Haziran seçimlerinin ortaya koyduğu tablonun vesile olduğu ve alenen gerici hakim sınıfların(somutta Erdoğan/AKP iktidarının) gerici saldırganlık zemininde geliştirdiği kendine has özel gündemlerinin olduğu da inkar edilemez gerçektir. Özellikle koalisyon hükümetinin kurulması için gerekli olan yasal sürecin Erdoğan/AKP tarafından gerici iktidar emelleri doğrultusunda bir boşluk veya ara dönem olarak fırsata dönüştürülerek Kürt ulusu ve değişik dil, din ve kültürden emekçi halklarımıza karşı top yekun bir savaş başlatıp azgın bir terör estirdiği, faşist saldırganlığını tırmandırdığı tüm dünyanın tanıklığındadır. Ki, koalisyon görüşmeleri de olumsuz sonuçlanarak Erdoğan/AKP iktidarının amaçları rengini bir kez daha açık etmiştir. Kürt ulusuna karşı acımasız bir savaş başlatılıp yürütülürken, darbe koşullarını aratmayan geniş tutuklamalara ve amansız baskılara pervasızca başvurulmaktadır. Gayri Müslimler, özellikle Ermeniler faşist baskı ve saldırıların hedefi olurken, aleviler de aynı saldırıların öncelikleri arasındadır. Madalyonun öbür yüzünde ise, bu savaş konseptine paralel olarak emperyalist anlaşma ve stratejiler temelinde İncirlik üssünün IŞİD ile savaşta ABD savaş uçaklarına sınırsızca açılarak daha geniş bir savaş girdabına sürüklenildiğinin resmi vardır. Siyasi süreç sertleşerek komplolardan provokasyonlara, katliamlardan infazlara kadar keskin bir faşizm niteliğinde devam etmekte, önümüzdeki süreçte derinleşerek devam edecektir . Gazetemizin ilgili yazılarında


16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

analiz haber

17

eğer devrimci hareket kitleleri de harekete geçirerek etkili bir karşı koyuş tavrı sergilerse Kuzey Kürdistan’ın kazanımları daha olanaklı olacaktır. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve sosyalist hareketi Kürt ulusuna karşı yürütülen haksız savaşta Kürtlerle dayanışma göreviyle karşı karşıya olduğu gibi, Kuzey Kürdistan’ın statüye kavuşması temelinde ulusal hareketin ortaya koyacağı muhtemel devrimci yönelim karşısında da Kürt Ulusal Hareketini desteklemekten geri duramaz, bu tarihsel görevden geri durmamalıdır. Proleter devrimci hareket koalisyonun kurulamaması ve bu zeminde gerici hakim sınıflar cephesinde yaşanan siyasi krizi derinleştirme bilinci ve pratiğiyle hareket etmek durumundadır. Bunun mümkün olan biçimi başta silahlı devrimci eylem olmak üzere, demokratik mücadele ve muhalefetin yükseltilmesi ve elbette bütün bu sürece mümkün olan en geniş halk kitlelerinin katılımını sağlamak biçiminde ifade bulur. Haksız savaş yürüten ve isteyenler haklı devrimci savaşla boğulmalı, tekçi ırkçılığı dayatanlar her millet ve milliyetten emekçi halk kitlelerinin birliği ve dayanışmasıyla yalnızlaştırılmalı, imha ve inkar saldırılarına başvuranlara bunun bedeli ödetilmelidir.

daha önce bu gelişmelere genel olarak dikkat çekilmiş ve yaşanan mevcut gelişmeler bu tespitleri doğrulamıştır.

İlgili yoğun gündemin başat konularını özetlersek; a)- ‘‘Barış-Çözüm sürecini‘‘ askıya alan AKP iktidarının Kürt Ulusal Hareketi şahsında Kürt ulusuna karşı derinleştirerek başlattığı gerici saldırganlık ve haksız savaş konsepti; Bunun altında, bir; ‘‘barış ve çözüm sürecinin‘‘ reel olarak geldiği nokta, iki; mecut durumda açıklamalarla tarafların tutumu ve sürece dönük muhtemel gelişme veya olasılıkların yönü, üç; fiilen bitirilen veya dondurulan ‘‘barış-çözüm sürecinin‘‘ taraflarda korunan stratejik temeli, dört; sürecin yeniden canlandırılmasının şartları ve çelişkiler, beş; her gün akan kan ve yaşanan ölümlerin basıncı ve bunu daha fazla kaldırma durumunda olmayan burjuva hakim sınıfların ‘‘çözüm-barış sürecine‘‘ zorunlu dönüşü ve altı; burjuvazinin bu dönüşte bahsi geçen süreci yeniden ya da yeni biçimde ele alma politikası, yedi; mevcut gerici saldırganlık ve haksız savaşın Kürt ulusunu aşarak ülke halkları ve farklı kültür ve kimlikleri hedefleyen genel bir konsept olarak devrede olması gibi bir dizi mesele bu gündemin ağır, içinden çıkılması zor olan bir karmaşa ve büyük problemlere gebe olduğunu gösterir. Bu da mevut durumda sürdürülen saldırganlık ve savaşın belli bir dö-

nem daha uzayacağına işaret eder. Ulusasl hareket ciddi bir eylemlilik içinde olsa da, eylem çizgisi etkili bir nüfuz sağlasa da, esasta ‘‘barış-çözüm sürecine‘‘ açık kapı bırakma babında kontrollü bir savaş yürütüyor denebilir.

b)- Koalisyon hükümeti ve erken seçim ya da azınlık hükümeti tartışmaları, gelinen aşama ve bu zeminde özellikle Kuzey Kürdistan’da mümkün olan gelişmeler; Mevcut durumda en rasyonel ve mümkün görülen AKP-CHP koalisyon görüşmeleri fiyaskoyla sonuçlandı. Bu sürecin AKP tarafından başından itibaren bir mizansen olarak ele aldığı açığa çıkmış oldu. Bu konuda gazetemizin köşe yazarı şahsında yer verdiği değerlendirmelerin bir bölümünün isabetli olmadığını da söyleyelim. Kolalisyon için kolları sıvayan MHP de, CHP ve AKP gibi salt kamuoyu önünde yaşanacak olumsuz gelişmelerde sorumluluk almamak için koalisyon görüşmesine hazır olduğunu söylemektedir. Olağan koşullarda AKPMHP koalisyonunun da gerçekleşme şansı yok denecek kadar azdır. Çünkü yaşanan çatışma süreciyle HDP’nin zayıflatılmasını AKP gibi MHP de isteyip hedeflemektedir. Dolayısıyla yaşanan süreç Erdoğan’ın ülkeyi bir erken seçime gçtürmesiyle ilerleyecektir. Ne var ki, erken seçim planladıkları sonuçları vermeyecek, siyasi kaos esasta bir müddet daha sürecektir. Sürmesinin yolu AKP’nin tek başına iktidar olma ve Er-

doğan’ın başkanlık hedefini gerçekleştirmesine kadar açıktır. Bu, büyük bir çatışma ve savaş dönemine, kan ve katliamların devrede olacağına işaret etmektedir. Şimdiden bazı Kürt belediyelerin haklı olarak kendi kendilerini yöneteceklerini açıklaması ve genel olarak Kuzey Kürdistan’da Kürtlerin kendi güvenliğini alıp inisiyatifini ilan eden haklı yönelimleri, yukarıda bahsettiğimiz savaş koşullarının derinleşerek devam etmesi durumunda Kuzey Kürdistan’ın belli bir statüye kavuşmasına yol açacak gelişmelere gebe olduğu açıktır. Kürt ulusal hareketinin mevcut duruşunu sürdürerek bu pozitif yönelime girmesi hem haklı, hem meşru, hem reel bir gereksinim ve hem de kaçınılmaz olan devrimci bir yükseliş olacaktır. Bunun zemini her zamankinden daha kuvvetlidir. Özellikle ulusal hareketin gösterdiği silahlı pratik ve bu zemindeki gelişmelere dönük yapmış olduğu hazırlıklar ve elbetteki uluslar arası konjönktür Kuzey Kürdistan’ın somut kazanımlar elde etmesini mümkün kılmaktadır. Şayet çizgisel bir kırılma gündeme gelmez ise, Kuzey Kürdistan belli bir zaferin eşiğindedir. Haklı savaş, haksız savaş karşısında genel olarak önemli avantajlara sahiptir. Bu avantaj Kürtlerin lehine, Türk hakim sınıflarının aleyhinedir. Gerek Türk hakim sınıfları ve somut temsildeki AKP iktidarının azgın teröre ulaştırdığı mevcut gerici saldırganlığa karşı ve özelde de Kürt ulusuna karşı yeniden başlattığı bu savaş sürecinde

c)- İncirlik hava üssünün ABD emperyalizmi savaş uçaklarına sınırsızca açılması ya da ABD emperyalizminin buradan bombalamalar yapıp savaş yürütmesi; ABD emperyalizmiyle AKP iktidarı arasında yapılan belli anlaşmalar temelinde İncirlik hava üssünün ABD emperyalizmi tarafından IŞİD ile savaşta kullanılmasına izin verilmesi ve IŞİD‘e karşı yürütülen savaşa ‘‘TC‘‘ devletinin dahil edilmesi sağlanmıştır. Böylece ‘‘TC‘‘ devleti AKP iktidarı eliyle ve ABD emperyalizminin bölgedeki stratejisi ve çıkarları ekseninde sürüldüğü savaşla IŞİD’in hedefi haline getirilmiştir. IŞİD’in saldırı ve katliam girişimleri bundan böyle daha da belirgin ve görülür olacaktır. Bu savaş halklarımıza ağır bedeller yükleyerek büyük acıların yaşanmasına yol açmaktan başka bir sonuç vermeyecektir. Ancak bu gerici savaşı halklarımızın başına bela eden AKP iktidarı da halkların tepki ve öfkesinden nasibini elbette alacaktır. Daha fazla sayılabilecek önemli gelişme ve gündemler elbette vardır. Fakat başat gündemleri bu üç noktada toparlamak mümkündür. Kib u başat gündemler içinde daha yakıcı olup öne çıkan gelime kuşkusuz ki, Kürt ulusuna dönük özelliği önde olan topyekun savaş konseptidir. Öyle ki, bu savaş konseptinin boşa çıkarılması, yani bu savaş saldırganlığının sonlandırılması durumunda diğer gelişmelerin eğilimi de esas olarak farklı zemine oturmuş olacaktır. DEVAMI 18’İNCİ SAYFA


18

analiz haber

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

Sİyasİ sürecİn gelİşİm yönü ve sınıf ÖNCELİ 16-17’İNCİ SAYFA Devrimci ve sosyalist hareket örgütsel yetersizliklerine karşın tarihsel sorumluluk ve görevlerle yüz yüze olup, bu süreçte gücü oranında da olsa mümkün olan en atak pratiği sergilemek, silahlı eylemi etkili olarak kullanmak, devrimci savaşı geliştirmek ve en önemlisi de halk kitlelerini devrimci mücadele temelinde harekete geçirerek hem uygun olan devrimci durumu iyi değerlendirmek durumundadır hem de faşist saldırganlık ve haksız savaşa karşı etkili bir mücadele duruşu ortaya koymak durumundadır. Özellikle Kürt ulusal hareketiyle dayanışma ve ittifak içinde devrimci direnişi büyütüp savaş saldırganlığını göğüsleyerek püskürtme perspektifiyle hareket etmek durumundadır. Devrimci, demokratik geniş kapsamlı mücadele birlikleri-eylem birlikleri ve ittifakların oluşturulması, sürecin önemli ihtiyaçları olarak bilince çıkarılmak durumundadır. Topyekun savaş ve saldırganlık Kürt ulusu şahsında önem kazansa da, bu saldırganlık değişik millet ve milliyetlerden ve inanç kesimlerinden geniş emekçi halk kitlelerine karşı yürütülen bir savaş ve saldırganlık konseptidir. Dolayısıyla topyekun bir direniş ve mücadeleyle karşılanmak durumundadır. Son derece önemli olan tartışma açılarından biri hiç şüphesiz ki mevcut gelişmelerin yönü ve sınıf mücadelesi açısından taşıdığı önem ve ortaya çıkaracağı görevler ve şartlar meselesidir. Hiç şüphe yok ki, keskin bir çatışma ve savaş süreci önümüzdeki belli bir dönem devam edecektir. Bu dönem en iyimser yorumla bir hükümetin kurulmasına kadar önü açık olan bir süreci kapsayacaktır. Muhtemel bir erken seçime bu savaş ve çatışma şartlarında gidilmesi Erdoğan/AKP iktidarının lehine olmasa da, mevcut gelişmelerin seyri

erken seçime aynı şartlarda gidilmesi kaçınılmaz görülmektedir. Erdoğan’ın boş bir hayal olarak tasavvur ettiği tek partili AKP iktidarının kurulmasına kadar savaş-çatışma ikliminin egemen olacağı anlaşılmaktadır. Fakat muhtemel erken seçimlerde AKP’nin tek başına iktidar olması da bu şartlarda mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla AKP’nin ortağı olduğu bir koalisyon veya tamamen AKP dışında bir hükümetin kurulması muhtemeldir. Bu hükümet şartlarında da AKP/Erdoğan’ın başlatmış olduğu mevcut savaşı sürdürmesi düşünülemez. Ancak yeni bir hükümete kadar sürmesi kesin gibi duran bu savaş süreci, AKP iktidarının gerek geniş halk kitlelerine ve gerekse de Kürt ulusuna karşı azgın bir baskı ve saldırılarla karakterize olacaktır. Faşizm tam manasıyla taban yapmış, yapacaktır. İçte yürütülen gerici savaş saldırganlığına paralel olarak IŞİD ile de bir savaş devrede olacaktır. İradelerinden bağımsız olarak veya emperyalist dayatmalar neticesinde IŞİD ile savaşmak zorunda kalan AKP iktidarı, bu savaşın çok daha boyutlusunu ülke halklarına karşı uygulayacağı faşist saldırganlık ve Kürtlere karşı kudurgan bir savaş olarak biçimlendirecektir. Savaş şartlarına batan AKP iktidarının daha fazla baskı, terör ve katliamdan başka bir şansı yoktur. Ki, bu Erdoğan/AKP iktidarının malum hedeflerle benimsediği bir tercihidir de. Tek başına AKP iktidarı, Erdoğan’ın başkanlığı! İşte savaş tercihinin bir nedeni budur. Saldırganlık ve savaşın gelişerek önümüzdeki dönemde zirve yapmasının bir zemini buyken, savaş saldırganlığının derinleşerek önümüzdeki döneme damga vurup belirlemesi, Erdoğan/AKP iktidarı ile Kürt ulusu arasında gerek Rojava bağlamında, gerekse de ‘‘barış-çözüm süreci‘‘ görüşmelerinde yaşanan çelişkidir. Elbette emperyalist stratejilerin uygulanmasına alan açılması da bu savaşın başlatılıp sürdürülmesi ve derinleştirilmesinin hayati nedenlerindendir. Ki, IŞİD’e karşı savaşa girme zorunda kalması bu stratejilerin ürünüdür. Ve IŞİD ile savaşa zorlanmış olan AKP, bunun öfkesini içte faşist terörü tırmandırma biçimine yansıtmaktadır. Bu süreçte geniş beyaz önlüklüler ve genel emekçi kitleler ile işçi sınıfına dönük azgın sömürü ve baskılar ağırlaşarak katmerleşecektir. Ekonomik, demokratik ve siyasi hak gaspları sürecin baskıcı faşist karakteriyle derinleşecektir. Doğa tahribatına dayalı olarak yürürlükte olan kapitalist işletme ve projeler kitlelerin aktüel olan hoşnutsuzluk ve mücadelesini gündemde tutacaktır. Kürt ulusu, diğer azınlıklar ve inanç ke-

simleri toplumsal muhalefetin önemli dinamikleri olarak sahnede olacak, özellikle Kürt ulusal hareketi silahlı mücadele cephesinde büyük rol oynayacaktır. Bu çerçevede demokratik, devrimci ve sosyalist güçler tabiatıyla mücadelenin nitelikli güçleri olarak devrimci direnişte yer tutacak, sınıf orijinli silahlı mücadele aynı biçimde sürecin nitelikli bir parpası olarak devrimci rolünü oynayacaktır. Dolayısıyla toplumsal çelişkiler ve muhalefet diri bir zemine kaymaya müsait hale gelecek, sınıf çelişkileri giderek keskinleşen bir seyr izleyecek ve alternatif devrimci mücadele geniş kitlelerle buluşma olanaklarına daha güçlü olarak sahip olacaktır.

Özcesi; toplumsal tabandan yoksun olan ve özellikle burjuva kliklerden de muhalefetle karşılanıp destek bulmayan Erdoğan menşeeli faşist diktatörlük ve faşist baskılar toplumsal muhalefet ve devrimci alternatifi bastırıp yok etmeye nail olmayıp, tersinden reaksiyonlara vesile olarak esasta gelişmesine yol açacaktır. Yani devrimci durum ve devrimci hareket el verişli şartlar yakalayarak gelişme trendi yakalayacaktır. AKP/Erdoğan iktidarı ara dönem işletip bunu iktidarını koruyup pekiştirme planları yaparken, Kürt ulusal hareketinin etkili silahlı mücadele ve eylemi başta olmak üzere, dışta ve içte IŞİD ile yaşayacağı çatışmada, iç toplumsal de-


16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

analiz haber

19

mücadelesİnde doğan şartlar Devrimci durum ve dinamikler gelişme zeminine sahiptir. Bu bağlamda Sosyalist, devrimci ve Kürt ulusal hareketi de dahil olmak üzere demokratik hareket doğru politikalar temelinde etkili taktik siyasetler geliştirerek ortak bir cephe halinde hareket edip geniş halk kitlelerine güven veren pratik bir yönelim benimsemelidir. Doğru politika ve taktikler ile birlikte doğru örgütsel yönelimin pratikleştirilmesi geniş halk kitlelerini sosyalist ve devrimci hareketle buluşmasının anahtarı olacaktır. Mevcut gerici süreç devrimci savaşın yaşamsal önemini, gerici sınıflara karşı mücadelede elzem olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Ne var ki, siyasi iktidar hedefli mücadelenin esası bu savaş olsa da, geniş halk kitlelerini mücadeleye dahil edecek olan mücadele biçimleri asla ötelenmemelidir.

Savaş içinde barıştan sözetme üzerine!

mokratik muhalefet ve devrimci mücadelenin baskısı altında bunalmaktan ve ‘‘yenilgi‘‘ almaktan kurtulamayacaktır. Devrimci ve sosyalist hareket örgütsel yetersizliklerine karşın tarihsel sorumluluk ve görevlerle yüz yüze olup, bu süreçte gücü oranında da olsa mümkün olan en atak pratiği sergilemek, silahlı eylemi etkili olarak kullanmak, devrimci savaşı geliştirmek ve en önemlisi de halk kitlelerini devrimci mücadele temelinde harekete geçirerek hem uygun olan devrimci durumu iyi değerlendirmek durumundadır hem de faşist saldırganlık ve haksız savaşa karşı etkili bir mücadele duruşu ortaya koymak durumundadır. Özellikle Kürt ulusal hare-

ketiyle dayanışma ve ittifak içinde devrimci direnişi büyütüp savaş saldırganlığını göğüsleyerek püskürtme perspektifiyle hareket etmek durumundadır. Devrimci, demokratik geniş kapsamlı mücadele birlikleri-eylem birlikleri ve ittifakların oluşturulması, sürecin önemli ihtiyaçları olarak bilince çıkarılmak durumundadır. Topyekun savaş ve saldırganlık Kürt ulusu şahsında önem kazansa da, bu saldırganlık değişik millet ve milliyetlerden ve inanç kesimlerinden geniş emekçi halk kitlelerine karşı yürütülen bir savaş ve saldırganlık konseptidir. Dolayısıyla topyekun bir direniş ve mücadeleyle karşılanmak durumundadır.

Kürt ulusal hareketinin bağımsız devletlerini de içeren stratejik yönelimi bir temel olarak geçerliyken, reel politikte izlemesi gereken siyasi hat ve demokratik mücadele kapsamında benimseyeceği siyaset daha farklı biçimler altında en zengin muhtevayla yürütülmek durumundadır. Kuşkusuz ki, görece geride kalan ve aslı tasfiye ve teslimiyet amacına dayandığı alenen görülen mevcut ‘‘barış-çözüm sürecinin‘‘ yerini AKP iktidarının başlattığı haksız savaşa bırakması, ulusal hareketin haklı olarak karşı savaşa başvurmasını koşullayarak mevcut pratiğini şart koşmuştur. Bunda yürütülecek bir münakaşa Türk hakim sınıflarının katliam ve saldırganlığını onaylama anlamına gelir. Dolayısıyla ulusal hareketin haklı müdafa ve karşı saldırı savaşı yürütmesinde bir sorun yoktur. Bilakis bu zorunlu bir direniş ve savaştır. Ezen egemen ulus burjuvazisi ile ezilen bağımlı ulus ya da ilhaka maruz kalmış bir ulusun arasındaki çelişkinin uzlaşmazlık temeline dayandığı yaşanan süreçle bir kez daha kanıtlanırken, ezen egemen ulus burjuvazisi ile ezilen bağımlı ulusun çıkarlarının örtüşmediği ve örtüşmeyeceği yaşanan bu çatışma pratiğiyle bir kez daha açığa çıkmıştır. Ne var ki, ulusal hareketin gerici hakim sınıfların savaş saldırganlığına karşı sadece savaş metoduna saplanıp kalmadan topyekun bir karşı mücadele pratiği geliştirmesi isabetle doğrudur. Bir taraftan haklı savaşla gerici saldırganlığa-savaşa yanıt verirken ve bunu esas alırken, diğer taraftan yasal demokratik siyaset alanında gerici savaş çığırtkanlıklarına karşı barışı propaganda etmesi siyaseten tamamen doğru bir taktiktir. Elbette ki, buradaki barış

savunusu veya propagandası taktiksel bir siyaseti aşıp stratejik bir yönelim halini almamak durumundadır. Her ne kadar ulusal harekette ideolojik doku itibarıyla Türk hakim sınıfları devletiyle anlaşma-uzlaşma eğilimi olsa da, bu koşulsuz bir uzlaşma ve özellikle de bir teslimiyet niteliğinde asla değildir. Bu bakımdan ulusal hareketin bu ideolojik eğilim veya kırılganlığı kesin bir hal değil, pratikte de görüldüğü gibi gerektiğinde savaşma çizgisi benimseyebilmektedir. Burada silahlı reformizmden söz edilse de, ulusal hareketin ulusal hak ve talepleri noktasından belli bir statünün elde edilmesi gibi ileri hedeflere sahip olduğu açıktır. Bu da ulusal hareketin demokratik muhteva ve niteliğini kesin olarak ispatlayan gerçektir. Kısacası, özetlediğimiz zemindeki ulusal hareketin başlatılmış olan gerici savaşa karşı bir taraftan silahlı mücadeleye baş vururken, diğer taraftan taktik bir siyaset olarak barış propagandası yapması sorunlu değildir. Özellikle Türk hakim sınıflarının savaş saldırganlığını teşhir edip onu ülke ve uluslar arası alanda tecrit etmeye dönük izlenen politika ve aynı zamanda Kürt ulusal hareketine yıkmaya çalışılan teröristlik yaftasının boşa çıkarılması açısından barışı öne çıkaran taktik siyaseti son derece isabetlidir. Dahası Kürt ulusal hareketinin demokratik alan ve bura siyasetinde Türk hakim sınıflarını zorlaması ve basınç altına alması hem isabetli hem de mümkündür. ‘‘Kürt ulusuna karşı saldırgan bir savaş başlatılıp yürütülüyorken, Kürt siyasetinin barıştan söz etmesi yanlıştır‘‘ şeklindeki yaklaşım kaba bir yaklaşım ve yanlış siyaset tarzıdır. Dolayısıyla, ‘‘Kürt ulusal hareketi barış sloganı atıyor‘‘ gerekçesiyle negatif bir anlayış hasıl etmemiz sürecin de gerçeğin de ruhuna terstir. Siyasetin yalnızca silahlarla yürütülemeyeceği ve bütün siyaset alanının devrimci ve demokratik hedefler doğrultusunda kullanılması kavranarak bilince çıkarılmak durumundadır. Savaşın ya da silahlı mücadelenin esas olması diğer mücadele ve siyaset biçimlerine kapalı olma anlamına gelmez. Devrimci çözümler kesinlikle demokratik mücadele, yasal siyaset ve örgütlenme biçimleriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Bunları ilkesel olarak reddetmek devrimci çözümü zayıflatmaktan başka bir işe yaramaz. Gerici sınıflara terk edeceğimiz bir tek mücadele alanı ve biçimi yoktur, olamaz! Proleter devrimcilerin aktüel olan savaş-barış ikilemine dönük genel ve somut yaklaşımını böyle özetlemek mümkündür.


20

kültür sanat

90’lara dönülmedi; faşizm eskimeyen yüzüyle karşımızda! 90’lardan günümüze devletin yığınlar üzerindeki baskı, katliam ve sindirme politikaları dönemsel olarak azalsa da sürekliliğini korumuştur. 80 darbe anayasasıyla Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasını ezilenlere cehenneme çevirmek isteyen devlet şiddet politikasından bir an olsun vazgeçmemiştir. 80 darbe anayasası devletin bekasını esas almış, kitleleri kıyımdan geçirmiş, yüzlerce komünist, devrimci ve yurtsever hunharca katledilmiş, köyler bombalanmış, kitleler açlık ve yoksulluğa mahkûm edilmiştir. 90’lardan günümüze bu politika devam etmektedir. "Tek bayrak, tek vatan, tek dil" "TC" devletinin tarihine damga vurmaya devam ediyor Bir süredir kamuoyunda ‘’90’lara gerimi dönüyoruz?’’ gündemimizi işgal etmekte ve kitlelerde sanki faşizm 90’larda kaldı algısı yaratılmaktadır. Manipülatif söylemlerle faşizmi gizleyen liberal’’aydın’’ tayfa topraklarımızda faşizmin sürekli olduğunu bir an unutuyorlar yada ‘’faşizm mi oda ne o 90’larda kaldı’’ diyebiliyorlar. Bu zatı muhteremler bir yanıyla devletin gerçek yüzünü gizlerken öte yandan gelişen devrimci mücadeleyi ‘’terör’’ olarak lanse etmektedirler. Dil ucuyla devlet terörünü ‘’eleştirirken’’devrimci, yurtsever kesimlerin muktedirlere karşı koyuşlarını yumuşak mindere çekip legalizm bataklığında pasifize etmek istiyorlar. "Şiddeti tasvip etmiyoruz" söylemleriyle devletin uyguladığı şiddeti meşru görüp ezilenlerin hakim sınıflara karşı şiddetini ise ‘’terör’’olarak damgalıyorlar. Esas dertleri meşru savunma yoluyla faşizme anladığı dilden cevap veren kitlelerin ellerindeki silahları bıraktırıp reformizm yolunu tutmalarını salık veriyorlar. Hal bu iken gerçektende ‘’90’lara gerimi dönüldü’’bir bakmak gerekiyor. Yada tersinden faşizm bir yere gitti de gerimi geldi? Faşizmle tescillenmiş ‘’TC’’ devletinin tarihine kısada olsa da değinmek gerekir. Devletin bir baskı aracı olduğu gerçekliğinden hareketle baskının devlet nazarında sürekli olduğunu kabullenip mevcut konjoktürün değerlendirilmesini bu gerçeklikte tahlil etmek gerekir. Faşist burjuva devletlerinin çoğunluk üzerinde azınlığın baskı aracı olduğunu ve buna paralel olarak kendi bekası için her türlü baskıyı, katliamı meşrulaştırdığı bilinen gerçektir. Faşist burjuva devletlerinde faşizm süreklidir.’’TC’’ devleti de bu gerçeklik üzerinden paradigmasını oluşturmuş ve faşizmle karakterize olmuştur. Aksi taktirde ‘’TC’’ tarihi katliamlar ve soykırımlar tarihidir diyemezdik. Kürt ulusuna uygulanan soykırım, katliamlar, Ermenilere uygulanan soykırım hafızalarda hala tazedir. Yine aktüel olarak Kürt ulusuna yönelik katliam politikaları devam etmektedir. Geçmişten günümüze baskı, katliam ve zulümle karakterize olan devlet gıdasını faşizmden almaya de-

vam ediyor. Çeşitli hükümetler gelip gitse de, iktidarlar değişse de esasında burjuva düzenin devamını sağlayan, sınıf olarak burjuvaziye yaslanan her iktidar gericidir. Devletin özü onun hangi sınıfa dayandığı ile alakalıdır. Bu açıdan güncel bir mesele olan ‘’Erdoğan diktatörlüğü yada AKP diktatörlüğü’’ tanımlamaları faşizmi kişi üzerinden izah eden bir yaklaşıma dönüşür. Oysa faşizm sadece Erdoğan ve AKP ile açıklanamaz, devletin sınıfsal karakteri ile açıklanır. Dimitrov yoldaş faşizme şöyle dikkat çekmektedir. "Faşizm finans kapitalin en gerici, en şoven, en barbar unsurlarının açık diktatörlüğüdür. "Kişiler ve partiler bu çarkın dişleridirler. Buradan kişi veya partiler önemsizdir sonucu çıkarılmamalıdır. Tersine bu unsurlar önemli olsalar da devletin üstünde olgular değillerdir. Güncel olarak kimi CHP’li vekillerde "Erdoğan diktatörlüğü" vs. söylemlerle bir nevi ‘’devletimiz esasında demokratik fakat Erdoğan diktatör’’diyerek devletin faşist karakterini gizlemeye çalışıyorlar. Proleter devrimciler bu manipülatif söylemlere meydan vermemelidir. 90’lardan günümüze devletin yığınlar üzerindeki baskı, katliam ve sindirme politikaları dönemsel olarak azalsa da sürekliliğini korumuştur. 80 darbe anayasasıyla Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasını ezilenlere cehenneme çevirmek isteyen devlet şiddet politikasından bir an olsun vazgeçmemiştir. 80 darbe anayasası devletin bekasını esas almış, kitleleri kıyımdan geçirmiş, yüzlerce komünist, devrimci ve yurtsever hunharca katledilmiş, köyler bombalanmış, kitleler açlık ve yoksulluğa mahkum edilmiştir. 90’lardan günümüze bu politika devam etmektedir. "Tek bayrak, tek vatan, tek dil", "T.C" devletinin tarihine damga vurmaya devam ediyor. 2000’li yıllarla birlikte değişen tek şey faşizmin daha kontrollü ‘’anayasaya’’uygun hal almasıdır. Görüntüde de olsa MGK’da asker üniformalı zatların azalması ‘’demokrasiye dönüş’’olarak lanse edilmiş ‘’asker siyasetten çekildi’’imajı verilmeye çalışılmıştır.’’Özel güvenlik toplantılarında kararlar alınıyor’’dense de MGK devletin en önemli kurumu olarak rolünü oynamaya devam ediyor. 2000’li yılların temeli 80 darbe anayasasıyla atıldı demek yanlış olmayacaktır. Faşizmin dönemsel olarak dozajının düşmesi faşizm gerçekliğini ortadan kaldırmıyor. Gelişen devrimci mücadeleyle kimi haklar alınmış olsa da esasında çıkan her yasa faşizmin daha katı uygulanacağına işarettir. Spesifik olarak kimi uygulamalar 90’lardan daha ‘’modern’’görülebilinir, ancak özünde bir farklılık yoktur. Örneğin OHAL yerine ‘’özel güvenlikli bölge’’tanımlaması yapılır, sokaklarda insanlar katledilip ‘’soruşturuluyor’’ denebilir, yanlış istihbarat denilip Roboski de sivil katledilebilir,301 madenci katledilip kader denebilir, Kürdistan da onlarca çocuk ‘’terörist’’olarak görülüp öldürülebilinir, hemen her gün bir kadın katledilip katiller ödüllendirilebilinir, demokratikleşiyoruz denilip faşizan yasalar çıkarılabilinir, enerji üretimi gerekçe edilerek doğa sermayeye peşkeş çekilebilinir.. vb. vs. çoğaltabileceğimiz bu örnekler maalesef 90’larda kalmadı, en gerçekçi yüzüyle yaşanmaya devam ediyor.

Öner Yeşil Kandıra 2 Nol’u F Tipi Hapishanesi

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

Hedefimiz; sanat cephesi İlk sayısını Şubat ayında çıkaran Sancı Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, "Dar propagandacılığa ve üst perdeden sanata hayır" şiarıyla yola çıktı. Sancı Kolektifi, tüm sanatçıların kendi ürünleri ve fikirlerini özgürce ifade edebileceği devimci bir sanat cephesinin oluşması gerektiğini belirtiyorlar. Halkın Günlüğü: Sancı kültür Sanat ve Edebiyat dergisi hangi ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı? Sancı: Aslında uzun yıllardır Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM)’nin bir kültür sanat ve edebiyat yayınının olmayışı kendisini eksiklik olarak hissettiriyordu. Bu bağlamda dönem dönem ciddi tartışmalar yürütülmüştü. Savunduğumuz devrimci kültürü üretmeye çalıştığımız kadar, ürettiğimiz kültürü yaymak gerektiği düşüncesiyle bir kültür sanat dergisine ihtiyaç olduğu inancıyla hareket ettik. İddiasını salt ürettiği sanat üzerinden değil, aynı zamanda bir yayın organı vasıtasıyla da ortaya koyup, halka yayma, ulaştırma çabasında olmamız gerektiği fikri ile yola koyulduk. Sancı YÇKM’nin kültür sanat alanında ürettiği yirmi yıllık emeğinin bir sonucu, bir toplamıdır. Bu anlamda canını, özgürlüğünü feda ederek bu emeği yaratanları bir daha anıyoruz. Bütün adımlarımızı buna uygun atmaya çalışıyoruz. Sorunuza tekrar dönecek olursak; bir alanda ne kadar aktif olunursa olunsun, o alanın sorunlarını, alanın kendi usuyla sorunlara getirdiği çözüm yöntemlerini, güncel hareketlerini raporla takip etmediniz mi, çalışmanız karmaşık bir hal alır. Öyle ki, kurum ne yapıyor, çalışmalarını nasıl organize ediyor, sosyalist kültür, sanat, edebiyat çalışmaları hangi seviyede, hangi çevrelerle bağı var, var olan bağları ne düzeyde, gibi soruların cevapları muallâkta kalır. Bu nedenle Sancı, sözün özü; bahse konu alanın çalışmalarını disipline etme ihtiyacının ürünü olarak da ortaya çıktı diyebiliriz.

H.G.: Peki neden 'Sancı'? Sancı: Dergimizin yayın hayatına başlamadan önce birçok sanatçı dostlarımızla fikirlerimizi paylaştık. Öneriler aldık. Bu önerilere derginin ismine dairde birçok isim önerisi mevcuttu. Sancının dördüncü sayısına kadar, netlik ve önem açısından diğerlerinden daha ilgi çekici olan üç eleştiri aldık. Sorunuza bize gelen bu eleştirilerden cevap olmak istiyoruz. Birincisi beklediğimiz, ikincisi olmasını hedeflediğimiz, üçüncüsüyse gölge etmesini istemediğimiz durumlarla ilgiliydi. Birincisi, geleceğini bildiğimiz ve beklediğimiz eleştiri, hatalı değerlendirmeler sonucunda varılan kızıllıktan uzaklaşmış olduğumuz yönündeki eleştiriydi. İkincisi; Böylesine nitelikli bir çalışmayı yürütebilecek güçte olduğumuzu görüp hem şaşıran hem de sevinen aydın, sanatçı, entelektüel dostlarımızdan gelen, ‘’ bakın işte, isteyince oluyormuş, devrimcilerde hakkıyla yapabiliyormuş bu işi, nitelikli bir dergi çıkarmışsınız, böyle devam edin’’ yönündeki destekleyici, gerçeği gören eleştiri. Üçüncüsü de, ikinci ve üçüncü sayılarımızda işlediğimiz konuların zemininin buna uygun oluşu nedeniyle siyaset yazılarının bolluğunu gören ve hemen bizlere siyasallaştığımız yönünde getirilen uyarı nitelikli eleştiriydi. Üçüncü eleştiri, bizimde ikinci ve üçüncü sayılarda görüp önümüzdeki sayılarda ele alacağımız benzer zeminli konularda aynı duruma düşme-


16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

21

devrimci bir yaratmak

mek için çözüm arayışlarına girdiğimiz, değerlendirmemize isabet eden eleştiriydi. Kısacası bizler böylesi komplike bir durumu yaşayacağımızı öngördüğümüz için ismi gelen öneriler içerisinde öne çıkan isim SANCI oldu.

"Dar propagandacılığa ve üst perdeden sanata hayır" H.G.: Sancının hedef kitlesi nedir? Ya da belli bir kitleyi hedef alarak mı çıkartıyorsunuz? Sancı: Başlarken "dar propagandacılığa ve üst perdeden sanata hayır" demiştik. Bu şiarımız hala yol göstericimiz ve bunu, hem aydın, sanatçı, entelektüel çevrelerin, hem de halkın okuyabileceği bir derginin inşası için söylemiştik. YÇKM’nin etkin olduğu kitle elbette ki dayanağımız. Ancak sancı sadece onlar okusun diye çıkmıyor. Dolayısıyla anti-emperyalist, anti-şovenist, anti-cinsiyetçi insan kitlesi dergimizi okuması, bizimle birlikte emperyalizme, şovenizme, cinsiyetçiliğe karşı, bir araya getirmeye çalıştığımız hedef kitlemizdir.

H.G.: Her sayıyı dosya biçiminde ele alıyorsunuz, dosya konularını neye göre belirliyorsunuz? Sancı: Evet, her sayıda bir dosya hazırlıyoruz fakat dosya dışı bölümlerimizde var. Bu bölümlerde zengin bir içeriğe sahip. Dosya konularının belirlenmesindeyse önceden oluşturmuş olup kullandığımız bir yöntem yok. Öte yandan birey ve toplam ilişkisine, devrimci kültürün hâkim olduğu bir bakış açısıyla yanaşıyoruz. Bireyi toplamın önünde engel oluşturan, toplamı da bireyin rolünü küçülten, yaratıcılığını sınırlandıran bir pozisyona düşürmekten uzak tutuyor bu kültür bizi. Dosya konularını da buna bağlı olarak yazı kurulu üyelerimizin kişisel değerlendirmeleriyle sundukları öneriler arasından oylamayla seçiyoruz. Birde danışma kurulumuz var tabi. Onlardan da öneriler alıyoruz. Hatta iki sayımızın dosya konuları danışma kurulumuzun önerileri arasından seçildi.

H.G.: Mevcutta demokratik kültür sanat cephesinin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sancı: Kültürel anlamda burjuva kültürünün baskısı altındayız. Burjuvazi bilinçleri karartıyor, bencilleştiriyor, sisteme karşı takatsiz, itaatkâr kullar haline getirmeye çalışıyor. Bizce bir coğrafyada devrimci bir kültür yerine gerici bir kültür gelişiyorsa bunda o coğrafyada mevcut olan demokratik kültür ve sanat cephesinin iyi işlenmemesinden kaynaklı olduğunu düşünebiliriz. Bu cephenin ülkemizin önde gelen aydınları, yazarları, bilim insanlarıyla buluşamamışız diyebiliriz. Bu anlamda ülkemizde güçlü kolektif dinamik toplumsal olaylarda söz söyleyebilecek bir sanat cephesine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Tüm sanatçıların kendi ürünleri ve fikirlerini özgürce ifade edebileceği devimci bir sanat cephesinin oluşması için gerek YÇKM gerek Sancı olarak çaba sarf edeceğimizi söyleyebiliriz. Bu yönlü çalışmalarımızı da yakında başlatacağız.

H.G.: Gelecek dönemlere ilişkin planlamalarınız nelerdir? Sancı: Az öncede söylediğimiz gibi YÇKM’nin başlatacağı sanat cephesinde aktif yer alacağız. Önümüzde ki dönemde yarışmalar düzenleyeceğiz. Birinci yılımız dolduruyoruz. Yazı kurulumuzda belirlediğimiz fakat henüz tartışma aşamasında olduğumuz etkinlik planlarımız var. Bu etkinlikleri sonucunda Sancı okurlarını aydınlar, yazarlar, araştırmacılar ve sanatçılarla panel, söyleşi gibi etkinliklerle buluşturma hedefindeyiz. İleriki dönemlerde dergimizi aylık çıkarmak gibi bir hedefimiz var. Sancı ekibi olarak aynı zamanda YÇKM'nin yeni dönem atölye çalışmalarında bizde aktif rol alacağız.

ANTAGONİZMA

≫ muzaffer oruçoğlu

KÖLELİK VE EFENDİLİK RUHU

6

8 gençliğine sürekli telkin edilen bir anlayış vardı. "Demirel'e ve Onun İç İşleri Bakanı Faruk Sükan'a bağlı polisle çatışın ama orduyla çatışmayın." Eylemlerde genellikle bu anlayış uygulandı. "Burayı işgal eden polis gitsin, asker gelsin," taleplerine çok tanık oldum. 15-16 Haziran büyük işçi hareketi anında Dev-Genç, "Ordu işçi el ele!" diye bağırıyordu. "Ordu" sözcüğünün yerine "asker" sözcüğünü bile koymak istemiyorlardı. Sonuçta ordu, işçi hareketini ezdi. Bundan ders çıkarıldı mı sanmıyorum. Sinan Cemgil'in gerilla grubu Nurhaklarda pasif savunma çizgisi izliyor, ordu ile yüz yüze gelmemeye çalışıyordu. Hedefi Amerikan üsleriydi. Ordu tespit etti yerini. Yok etti. Şimdi bakıyorum da Kürtlere aynı şeyi öneriyorlar. "Kaçın gizlenin, sakın orduyla çatışmayın!" Pasif savunma yani. Devlet, Suruç katliamını tezgahlayarak Kürtlere ve tüm devrimci demokratik güçlere karşı topyekun bir savaş başlattı. Haksız, gerici bir savaş. Erdoğan, sonuna kadar savaş diye bağırıyor her konuşmasında. Herkesi tehdit ediyor. Bu çığırtkana karşı önerilen şeye bakın: Kaçın gizlenin, sakın çatışmayın. Topyekun, haksız bir saldırıya karşı, gerçek kalıcı bir barış için, her alanda direnme önerilmiyor. Tüm devletlerin anladığı biricik dil, direnme dili eleştiriliyor. Kürde, al silahını çek git, burası devletin bin yıllık alanıdır denildi. Kürt de silahını aldı gitti. Giderken şunu diyemedi. Keko, bura benim yaşam alanım, niye gideyim? Bu bir geleneğe yol açtı tabi. Şimdi Kürtlerin bir bölümü de dahil, bir yığın insan, al silahını, çek git diyor. Kölelik ve efendilik ruhu içselleşmesin bir kez, içselleşince laf anlatmak zor. Demirtaş'ın, her iki tarafın da karşılıklı olarak ateş kes ilan etmesi önerisini pasif savunmacılar eleştiriyorlar. Savaşan iki taraf vardır. Bu bir savaştır ve öneri doğrudur. Savaş ve barış isteyen güçlerin siyaset sahnesinde, şu anki mevzilenişine bakalım: Savaş isteyen güçler: 1-Ordunun şahin, AKP'nin ise Saray kanadı, 2-MHP ve benzeri küçük partiler, 3- Kemalist güçlerin sağ kanadı. Buna bir bütün olarak devlet güçleri veya resmi devlet diyebiliriz. Mevcut politikalarını şöyle formüle ediyorlar: "Teröre karşı, silahların toprağa gömülmesine ve üzerinin betonla kapatılmasına kadar savaş. Barış isteyen güçler: 1-HDP ve yakın müttefikleri, 2- Kemalist güçlerin sol kanadı ile diğer demokratik güçler, 3-Alevi örgütleri ve sol kanat sendikalar. Bu güçlerin bir bölümü, "karşılıklı ateşkes ve süreci sürdür," talebini ileri sürerken, diğer bölüm, direniş güçlerinin ateşkes ilan etmesini ve silah bırakmasını talep etmektedir. Peki halkın durumu nedir? Küreği derine saplamaya hiç gerek yok. Halkın çoğunluğu barıştan yanadır.

Bu zemin üzerinde, aklım ve sağ duyum eğer beni yanıltmıyorsa, şu noktalarda ısrar etmek gerekiyor: 1- Barışta ısrar etmek. Halkı, barış gösterileri için sokağa yönlendirmek. 2- Savaşan tarafların orman ve TIR yangınları, köy bombalamaları gibi sivil hedeflere yönelik saldırıları karşısında açık, eleştirel ve hesap sorucu bir tavır içinde olmak. 3- Tam hak eşitliği temelinde bir anlaşmayı savunmak ve savaşan tarafları anlaşma masasına oturmaya zorlamak. 4- Ortadoğu gibi bir bölgede, ezilen bir ulusun, dişlerine kadar silahlanmış diğer uluslar karşısında, bunların saldırıları karşısında, meşru müdafaa hakkına sahip olduğunu; ezilen ulusu tek taraflı olarak silahsızlandırma, savunmasız bir duruma düşürme temelinde yapılacak her anlaşmanın, yeni, incelikli bir esaret biçimine yol açacağını dillendirmek. 5- Bölgede yaşayan halkların isteklerini dikkate alarak, tam hak eşitliği temelinde birlikte yaşamayı savunmak. Bu noktadan hareketle, Kürt Ulusu'nun bugünkü talebine, demokratik özerklik talebine saygı göstermek; Kürt direniş güçlerinin, kurulacak demokratik özerk cumhuriyetin savunma gücü haline getirilmesi talebine saygı göstermek. 6- Eğer Kürt Ulusu ayrılmak, bağımsız yaşamak istiyorsa ( ki bugün böyle bir talebi yok), onun bu hakkına saygı göstermek; bu hakkın kullanılması önünde herhangi bir engel çıkarmamak. Aklımın gerçek barışı ışıldatan noktaları şimdilik bunlardır. Yanılabilir de. Yıllarca savaşan, küçük kırıntılar karşılığında uzlaşma masasına oturup uzlaşan ve bitip tükenmez acıların yoklukların sürmesine soldan destek olan Latin Amerika yönteminin kalıcı bir barış getireceğini sanmıyorum. Kalıcı barışı getirecek olan, doğru olan, Vietnam yöntemidir. Nedir bu yöntem? Şudur: Temel haklarda ısrar, direnmede ısrar, barışta ısrar. Direniş güçleri, çeşitli milliyetlerden halklara, söylemde ve pratikte şu mesajı vermek zorundadır: 30 yıldır süren Kürt direnişi, Kürt halkının kitlesel desteğini kazandı, onu artık yenmek hayaldir. Direnişin silah bırakması veya kendi topraklarından çekilmesi temelinde yapılacak bir anlaşma, ulusal esaretin, farklı bir biçimde sürmesi demektir, kabul edilemez. Devlet, Kürt direnişini yok edeceğim amacıyla Suruç katliamını tezgahlamış ve genel saldırıya geçmiştir. Bu genel saldırıya karşı en doğru taktik, topyekun aktif savunmadır. Bir bölüm solcu aydının, pasif savunma önerisi, direnişi büyük kayıplara uğratır ve onu etkisiz hale getirir. Savaş alanındaki her başarı, kendini diplomasi masasına yansıtır. Kürtlerin doksanlı yıllardaki direnişleri çetin olmasaydı, devlet görüşmeye yanaşmaz ve Kürt halkı da yüksek moralli bu kitlesel destek performansını gösteremezdi.


22

güncel haber

16-31 AĞUSTOS 2015 Halkın Günlüğü

AKP gerçekten

parti kapatmaya karşı mı? O halde AKP’nin parti kapatmaya demokrasi bağlamında, demokratik kültür ve savunu bağlamında karşı olmadığı açığa çıkmıştır. Yukarıdaki karşı çıkma gerekçeleri bu gerçeği en çıplak biçimde sergilemektedir. Bu durumda AKP’nin gerekli algı yönetimi ve kamuoyunun manipüle edilmesi neticesinde yakalayacağı uygun zeminde parti kapatması tamamen mümkündür. Ancak en önemlisi AKP’nin gerçek yüzünün kendileri tarafından yapılan itiraflarla tastık edilmesi, bu anlamda parti kapatmaya esasta karşı olmadıklarının zımnen beyan edilmiş olmasıdır. AKP iktidarının demokrasi demagojisi ya da demagojik demokrasi savunusu adına övündüklerine birçok örnek verilebilir. Bunlar düne kadar revaçtaydı. Dünden itibaren faşizmi nasıl savunduğu ve uyguladığıyla övünmekte ve faşizm uygulamasını güçlü olarak ortaya koymaktadır. Gerçekleştirdiği katliamlar, başlattığı savaş, Kürt sorununda eski söylemine dönüş, demokratik tepki hakkı karşısındaki tavır, tutuklama terörü gibi yürürlükteki yığınca pratik açık faşizm veya faşizmin tırmandırılmasında girdiği yeni döneme has gerçekliğidir. Demagojik demokrasi savunularından hala devam eden bir safsata da parti kapatmalara karşı yaklaşımdır. Yani, AKP’nin övündüğü boş alanlardan biri de parti kapatmama iddiasıdır. Ancak bunu savunurken nasıl bir demokrasi savunusuna sahip olduklarını, yani parti kapatmaya neden karşı olduklarını farkına varmadan itiraf etmektedirler. Bu itirafları AKP’nin gerçekte parti kapatmaya karşı olmadığını belgeleyerek ortaya koyuyor. Dolayısıyla AKP’nin demokrasi lafzının ne kadar boş, samimiyetsiz ve safsata olduğu açığa çıkmış oluyor. Ki, AKP’den demokrasi adına gerçek bir tutum veya demokrasi beklemenin esasta ahmaklık olacağı açıktır. Evet, parti kapatmamakla övünen

AKP’nin neden parti kapatmaya karşı olduğu öteden beri dillendirdikleri gibi, bugün HDP’nin kapatılması bağlamında yaşanan yeni tartışmalarla bir kez daha gündeme gelmiş durumdadır. Yaşanan tartışmalarda; ‘’Biz kapatsak yenisini açarlar, dolayısıyla parti kapatmanın bir faydası yok, hatta kapatılan partinin mağdur edebiyatı yap-

masından dolayı zararı var’’ demektedirler, ‘’demokrat’’ AKP!? İşte parti kapatmaya karşı olmalarının özü budur, bu realiteden ileri gelmektedir. Dolayısıyla AKP’nin parti kapatmaya karşı olmadığı açıkken, parti kapatılmasına karşı çıkmasının nedeni kapatma gericiliğinin yaşadığı açmaz ya da çaresizliktir. Bunu yukarıdaki söylem veya

savunularıyla alenen itiraf etmektedirler. O halde AKP’nin parti kapatmaya demokrasi bağlamında, demokratik kültür ve savunu bağlamında karşı olmadığı açığa çıkmıştır. Yukarıdaki karşı çıkma gerekçeleri bu gerçeği en çıplak biçimde sergilemektedir. Bu durumda AKP’nin gerekli algı yönetimi ve ka-


23

TUTSAK PARTİZAN

SURUÇ VE SORUMLULUKLARIMIZ

E

muoyunun manipüle edilmesi neticesinde yakalayacağı uygun zeminde parti kapatması tamamen mümkündür. Ancak en önemlisi AKP’nin gerçek yüzünün kendileri tarafından yapılan itiraflarla tastık edilmesi, bu anlamda parti kapatmaya esasta karşı olmadıklarının zımnen beyan edilmiş olmasıdır. Kaldı ki, gerçek tutumu da parti kapatmaya karşı olmadığını ve hatta bunun daha etkili ve olanaklı uygun biçimlerde uygulanmasını savunduğunu gösteriyor. Parti kapatma etkisiz bir metot olduğu için, bunun yerine parti yöneticilerinin vb vs yargılanıp cezalandırılmasını savunup istemektedir. Bunun içerikte parti kapatmaktan daha ileri olduğu söylenemez. Parti kapatmak anlamsızken, tek tek yöneticilerini cezalandırmak somut bir adım ve baskıdır. Dolayısıyla parti kapatmaya karşı çıkması, partinin yöneticilerini cezalandırma gerçeğinden daha geri ve hafiftir. Kapatmanın anlamsızlığı ortadayken, bu anlamsızlığı boş yere yapmaktansa daha etkili bir metot güderek parti yöneticilerini cezalandırmayı benimsiyor, buradan baskı uygulayıp istediği sonuca gidiyor. İşte AKP’nin parti kapatmaya karşı çıkmasındaki gerçek yüzü budur. Hem parti kapatmaya karşı çıkma adına övünüyor puan topluyor, hem de parti kapatmanın yerine daha baskıcı faşist yöntemler uyguluyor. Parti kapatmakla sonuç elde edemiyor ve edemediğini biliyor, dolayısıyla daha uygulanabilir olan faşist baskı ve cezalara başvuruyor. Gerici sınıf diktatörlüğü adına daha akıllıca ve daha gerçekçi olanı kullanıyor ama maalesef parti kapatmaya karşı olduğu görüntüsüyle de ‘’demokrasiden’’ yana olduğunu yansıtmış oluyor. Parti kapatmaya karşı çıkmanın samimi ve tutarlı olan tavrı, siyasi partilerin temsil ettikleri muhtevaya bağlı varlığı ve bu zeminde siyaset yapma hakkı temelinde farklılıklara tahammül edebilme biçimindeki demokratik kültüre oturmak durumundadır. Söz konusu siyasi partinin temsil ettiği halk kitleleri, kimlikleri, kültürleri ve farklılıklarına saygı gösterme temelinde, aynı zamanda bu temsil haklarının ellerinden alınamayacak haklar olduğu bilinciyle kapatılmalarına karşı çıkmak demokratik tutum olabilir. ‘’Nasılsa yenisi açılır, üstelik mağdur edebiyatı yapmalarına zemin verilerek kapatılan partiye yarar’’ gerekçesiyle parti kapatmaya karşı çıkmak olsa olsa faşist zihniyet olur, demokratik değil! AKP tam da bunu resmetmektedir.

≫ cafer çakmak

gemenlerin tarihinde soykırım, katliam yeni değil. T.C devleti bu realite üzerine kuruludur. Ermeni Soykırımı 20. Yüzyılın ilk büyük felaketi olarak tarihe kanla yazılırken soykırımı gerçekleştiren ittihatçı kadrolar Osmanlı’dan devir alınan devlet sürekliliğini kurdukları devletin kadrolarına taşıdı. Bugün yaşanan her katliam bu geleneğin devamıdır. Suruç katliamının adresi zulümkar IŞİD vahşet örgütü olsa da patenti ve imalatçısı ülkemiz muktedirleridir. Ortadoğu’da bölgesel devlet hülyalarıyla IŞİD’i devreye koyup pusatlandırarak sahaya süren, hamiliğini yapıp himayesini esirgemeyen, Ortadoğu’da katliamla ve vahşetle gün be gün yaşayan halkların başına IŞİD’İ musallat eden muktedirler ve emperyalist devletler PYD önderliğindeki Rojava Devrimi’ni geriletip yalnızlaştırmayı amaç ediniyorlar. Suruç katliamıyla Rojava Devrimi’ni sahiplenip enternasyonal sorumluluklarını yerine getirerek Kobané’nin savunmasında ve inşasında yer alan devrimcilere, sosyalistlere gözdağı vermek, katliamla kitlelerde korku, tedirginlik ve panik yaratarak Kürtlerin yalnızlaştırılması hedefleniyordu. Demokratik-devrimci kitleler Suruç, şehitlerini görkemli cenaze törenleriyle sahiplenerek egemenlerin hevesini kursaklarında bıraktı. Suruç şehitleri devrimin şehitleridir. Yaşamlarının bağrında yüzlerini devrime dönen pırıl pırıl parlayan gencecik yürekler ezilenlerin tarihine adlarını altın harflerle yazdırdılar. “ Günler ağır günler ölüm haberiyle” yüklü olsa da umut ve özgürlük yürüyüşü dünden daha bir canlı ve diri. Korku bariyerlerini aşan kitleler adım adım özgürlüğe yürürler. Katliamın ardından iktidar erkânı sırıtık aymazlıkla payını örtmeye çalıştıysa da katliamda yaşamını yitirenlerin ailelerine taziyede bulunmayarak, Suruç’a gitmeyerek ve üstüne üstlük HDP’yi suçlayıp neden ölmediklerini söyleyip çarpıtmalarda bulunarak hangi tarafta durduğunu ayan beyan etti. Görünen saklanılanın yardımcısıdır. Çıplak gözle görünenler bazen manipülatif göstergeler olabilir ama bu hususta gerek iktidarın katliamın ardındaki tutumu gerekse de, hemen ardında Kandil’i bombalayıp sivilleri katletmesi ve cadı avı başlatarak esasta Kürt Ulusal Hareketi ( KUH ) başta olmak üzere demokrasidevrim cephesine saldırı furyası başlatarak pozisyonunu gözler önüne serdi. KUH strateji ve taktiklerini Kürdistan’ın dört parçasının nesnelliği, güçler dengesi, fırsatlar ve kazanımlar, esas yönelimler ve ittifak kuvvetlerini baz alarak orta ve kısa vadede değişen politik tutumlar ve satranç hamlelerini analiz edip anda belirliyor. Andaki devrimci tutum ve politik-askeri taktik Rojava Devrimi’ni savunmak, pekiştirmek, inşa ederken bir yandan da devrimi Rojava ekseninde yayıp kurumsallaşarak konuşlanmaktır. PYD’nin IŞİD’i püskürtüp Cerablus’a dayanması Ortado-

ğu halklarınca sevinç ve coşkuyla karşılanırken muktedirlerin korkularını büyütmüştür. Sınırın boydan boya Kürtlerin denetiminde olması ihtimali ve bölgede IŞİD’e karşı can feda bir mücadeleyi sürdürüp bu vahşet örgütüne hezimet yarattıracak tek gücün Kürtler olması politikalarını suya düşürürken köşeye sıkıştığını da görerek hamle yapmaya itti. PYD’nin Cerablus’u da IŞİD’den kurtarıp Kobané ile Tel-Abyad arasında birleştirdiğinde, muktedirler IŞİD, El Nusra gibi fundamentalist örgütleri el altında beslemesinin, silah ve lojistik ekipman sunmasını, sınır geçişlerini yapmaması ve Rojava ile Kuzey Kürdistan sınırını fiilen ortadan kalkacağı gerçekliğiyle karşı karşıya kalacak. Kuvvetlerin ve dengelerin gün be gün aleyhine değişmesi muktedirleri politika değişikliğine götürdü. KUH tüm bileşenleriyle sahada güçlendi. Kandil’in bombalanması, birkaç amacı birlikte taşıyor: Muktedirlerin “çözüm” masasında elini güçlendirmek, PYD’nin ilerleyişini durdurmak, PKK ‘yi Barzani çizgisine ( şayet PKK, Barzani çizgisine evrilip hamiliğini tanırsa bölge olma hayalleri yeniden körüklenecek Kürtlerin demokratik hakları rehin olmaktan çıkıp tanınacak ) çekmek ve içeride kayganlaşan iktidar toprağını hamaset ve milliyetçilik rüzgarını estirip yeniden yerine oturtmayı hedefliyor. KUH’nin Kürdistan’ın dört parçasında savaş seviyesini yükseltip, dört cephede savaşması politik-askeri bağlamda hata olacağından tüm güçlerini Rojava Devriminin korunmasına, pekişmesine ve inşasına odaklandırması ve diğer parçalarda “sulh/çatışmasızlık” politikasıyla hedefi dar tutması ve kitlesel örgütlenmeyi derinleştirmesi ve demokrasi-devrim güçleriyle ittifak geliştirmesi, demokratik-devrimci sinerjiyi yaratması isabetli bir yönelimdir. İktidarın seçimler öncesinde kışkırtıcı saldırıları ve Kandil’in bombalanmasına karşılık düşük yoğunluklu savaşla sınırlı kalması bu realitenin politik taktiğidir. Bu, senin minderinde dövüşmeyeceğim, şartların benim için uygun olduğu zaman hamlemi yapacağım anlamına gelir. Demokrasi-devrim güçlerinin ve özelde de bizlerin sorumluluğumuzu ivedilikle yerine getirmemiz elzemdir. Kürt ulusunun/ halkının asli ve demokratik haklarını savunup kampanyalarla ve kitlesel eylemliklerle yükseltmek Kürt ulusunun Kendi Kaderini Tayin Hakkını ve eşit/imtiyazsız birliği bayraklaştırmak ve yaratıcı diyalektik yöntemlerle bilinen ve yeni araçlarla mücadele seviyesini gücümüz ve niteliğimiz oranında örgütsel görevlerimizin bilinciyle çıtayı yükseltmeliyiz. Rojava Devrimi, Türkiye-Kuzey Kürdistan devriminin de önünü açabilecek güçlü bir kazanımdır. Kürt ulusuyla/halkıyla yakın ilişkileri kurup örgütlemek için bu sert virajlarda yan yana durmak, onlarla birlikte mücadelenin her alanında, her siperinde omuz omuza durmak ancak sıkı bağlar kurdurup örgütlü güce dönüştürür.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 15 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Çînên serdest ên Tirk, careke din qonsepta şerê qirêz a paşverûtiyê xistin rojevê, êrişên xwe yê li ser Kurdistanê didomînin. Bi tevahî saziyên xwe yên paşverûtiyê ve TC’yê faşîst, li Kurdistan ji gelan re, ji zarokan re, ji jin û ji xwezayê re hemleyeke êrişa talankirinê dişopîne. Qonsepta şer a çînên serdest a Tirkiyê, bi awayekî bênavber tê meşandin û bêguman armanca yekemîn a vê qonseptê jî her tim Kurdistan e... Kurdistan ciheke wisa ye ku; wêranî, dagirkerî, talankirin û komkujî li ser vê erdê tu carî kêm nemaye. Li Kurdistan mafên herî paqijane a mirovî jî li ser vî erdnigariyê bi zorê hatiye mizaxtin. Zarok her tim general û serbazên piçûk in û dîsa ew zarok her tim li Kurdistan bi awayekî hovane bi bedenên xwe hatine bombebarankirin. Dîsa Kurdistan cih û wareke wisaye ku, li wir jin her tim di bin tesîra paşverûtiy3e de rastî êrişan hatiye, her tim di bin şîdeta meran de maye, lê ew jinên Kurdistan dîsan bi îrada xwe û bi çirokên xwe ve ber xwe dane û ji nebûna xwe ji nû ve şiyariyek jiyane, di heman demê de ji pergalên paşverûtiyê re serîrakirine û şêr û şervanên şerê xwe bûne. Kurdistan ciheke wisa ye ku, li wir ziman hatiye qedexekirin, çiya û bi tevahî xwezayê wê hatiye şewitandin û talankirin. Kurdistan di heman demê de cih û warê serhildanan, hêviyan û welatê evînan e. Çînên serdest ên Tirk, careke din qonsepta şerê qirêz a paşverûtiyê xistin rojevê, êrişên xwe yê li ser Kurdistanê didomînin. Bi tevahî saziyên xwe yên paşverûtiyê ve TC’yê faşîst, li Kurdistan ji gelan re, ji zarokan re, ji jin û ji xwezayê re hemleyeke êrişa talankirinê dişopîne. Wekî ku li Kurdistan cihê şewatê ye her der tê bombebarankirin, daristan tên şewitandin, gund tên valakirin, xêynî wê jî binçavkirin, zindankirin, û infazkirin her wisa bi awayekî rewa tê meşandin. Lêbelê, wekî doh hatiye ji-

Kurdistan dişewite... yîn, îro jî çînên serdest û nûnerê wan AKP, dê bersiva xwe yê tûj ku ji alî gel ve were dayîn dê bibine û li Kurdistan para devê xwe hilde. Netewê Kurd ê bindest ew berxwedanî û têkoşînê ku ji kewneşopiya xwe digire, dê careke din dîsa bersiva zaliman bide.

Dêrsim di bin dorpêçandinê de ye Ew qonsepta şer a bênavberiyê ve tê meşandin û her wisa êrişa xwe didomîne yek ji hedefa wan jî Dêrsim e. Ew Dêrsimê ku bi çendîn car ji alî desthilatdaran ve rastî dagirkeriyê

hatiye, rastî êrişên dijwar hatiye, komkujî jiyaye lê tu car teslîmî celadên xwe nebûye, bênavber ber xwe daye û dagirker her car gavên xwe paşve avêtine. Îro jî Dêrsim di bin dorpêçandina dagirkeran de maye. Ew qonsepta şerê ku ji alî desthilatdariya AKP’yê ve ketiye rojevê, yekemîn armanca vê qonseptê jî dîsa Dêrsim e. Li Dêrsimê şêwazên OHAL’ê ku rewşa dernormalî de, ango rewşa şerên qirêj de tê rojevê, dîsa li Dêrsimê tê sepandin. Bi vî hawî gund têne valakirin, daristan tên şewitandin, li ser gel jî şerê psîkolojî û rewannasiya qirêj tê meşandin.

Bêdeng nemîne, hêrsê xwe biqîre, ji qêrîna gelê re dengvêde!.. Dêrsim, Licê, Nisêbîn, Botan, Agirî û hew... Ango tevahiya Kurdistan ji nû ve tê talankirin û dagirkirin. Dengê zarokan, denge jinan û denge însanên kamîl li her derê bilind dibe, wekî li zinaran dengvedide. Ka werin em ji vî denge re bêdeng nemînin... Ew denge qêrîne û ew bangawaziya axên qedîm lixwe bikin û ji xwe re wek pîvan û rêber bipejirînin. Tekoşina xwe bi vî hawî bimeşînin û ala wê tekoşînê bilind bikin.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.