1-15 MART 2014

Page 1

sf 12-13

Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım!(4)

Kahrolsun halkın parasını çalanlar 17 Aralık’ta başlatılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardından aralarında bakan çocuklarının da olduğu çok sayıda kişi tutuklanmıştı. Tutuklanan bakan çocukları kısa bir süre önce mahkemelerde serbest bırakıldı. 17 Aralık operasyonları sonrası Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasındaki telefon görüşmeleri, geçtiğimiz günlerde kamuoyuna servis edildi. Telefon görüşmelerinin ortaya çıkarılmasının ardından ülke genelinde sokaklara çıkan halk, AKP’yi istifaya çağıran eylemler gerçekleştirdi. sf 22-23

Halkın Günlüğü

1-15 MART 2014 Yıl: 3 Sayı: 78 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

Ritimler kavga için f KÜLTÜR SANAT

20

Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM)’nin bu yıl Bağcılar Olimpiyat Spor Salonu'nda düzenlediği 6. Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği, kitleselliğiyle dikkat çekerken çeşitli sanatçıların sahne aldığı şölende Kaypakkaya şahsında devrim vurgusu ön plana çıktı. Baştan sona sahnenin politik atmosferi, kitleyle birlikte bütünleşerek yükselen şölende, Gezi şehit aileleri ve Roboski aileleri devletin faşizmi karşısında halkların bütünleşerek mücadele etmesi gerektiğini söylediler

Katliamlar ülkesi Suriye

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara!

Ülkemizde kadına yönelik şiddet, cinsel saldırı ve sömürü artarak devam ediyor. Kadınların aileye, eve, kocaya ve çocuğa mahkûmiyetini yasallaştırmaya çalışan devlet kadının örgütlenmesine, örgütlü mücadelesine de saldırarak ona aile-polis-hukuk-toplum cenderesine alarak yaşam hakkı tanımıyor. Kadına yönelik

09

8 Mart’a doğru kadın emeği

10

her türlü saldırıya karşı Haziran Ayaklanması’yla barikatlarda öncüleşen kadınlar, Rojava’da savaşan kadınlar, kadının kurtuluş mücadelesinde iktidarlaşma yolunda örgütlü mücadeleyle önderleşiyor. 8 Mart sınıf bilincini kuşanan kadınların özgürlük yürüyüşünde yerini daha da sağlamlaştırmanın zamanıdır!

Bize dokunmanın zamanı geldi de geçiyor

18


02 güncel haber

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

Dünya Anadil Günü eylemlerle karşılandı 21 Şubat Dünya Anadil Günü nedeniyle ülke genelinde kitleselliğiyle dikkat çeken eylemlerle karşılandı

tildi. Eğitim-Sen yaklaşık 1500 üyesine de çağrı yaparak, sınıflarda 2 saat Kürtçe ders işlenerek bunu sınıf defterlerine kaydetmelerini istedi. Bu çağrı üzerine Amed’de bulunan çeşitli okullarda 2 saat Kürtçe dersleri verildi.

Pakistan, 21 Şubat 1952’de Urdu dilinin Bangladeş halkının da resmi dili olduğunu deklare ederken, Bengal Dil Hareketi tarafından protesto eylemleri düzenlendi. Bu eylemler sırasında Bengal dilinin resmi dil olarak kabul edilmesini talep eden çok sayıda öğrenci katledildi. UNESCO bu önemli tarihi 1999 yılında 21 Şubat Uluslararası Dünya Anadil Günü olarak ilan etti. UNESCO’nun raporuna göre dünyada 2473, ülkemizde ise 18 dil kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya. Dünya Anadil Günü nedeniyle çeşitli illerde eylemler düzenlenirken, Eğitim Sen üyesi öğretmenler de 2 saat Kürtçe ders vererek Anadil Günü eylemlerine destek verdi. AMED: TZP Kurdî’nin çağrısıyla Koşuyolu Parkı'nda bir araya gelen kitle, “Zımani me hebüna me ye, jin yiyan zıman” yazılı pankartları açarak İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yürüdü. Yapılan yürüyüşe DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk, BDP Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan Adayı Gülten Kışanak ile Eğitim-Sen üyeleri katıldı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde toplanan kitle adına Kirmanckî lehçesinde bir açıklama yapıldı. Basın açıklamasında, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin tekçi zihniyetinden vazgeçmediği belirtilerek, bu tekçi politikalarıyla bütün dilleri yasakladığı ve hala da yasaklamaya devam ettiği belirtildi. Açıklama şu ifadelerle sona erdi: "Buna rağmen Kürt halkı kendi dilini yaşatabilmek için mücadele vermiştir. Kürt halkı yıllarca kimliği üzerindeki baskıları mücadele ederek kaldırdı. Ama hala Kürt dili üzerindeki baskılar kalkmış değil. Kürtlerin dili Kürtler için kırmızıçizgileridir. Artık eğitim dilinin Kürtçe yapılmasını istiyoruz" Yapılan eylem sırasında Eğitim Sen adına da bir açıklama yapılarak çeşitli dillere, kimliklere ve inançlara yönelik baskılara dikkat çekilerek asimilasyon politikalarının halen sürdürüldüğü belir-

Kürtçe ders veren öğretmenlere soruşturma Diyarbakır Milli Eğitim Müdürlüğü, 21 Şubat Dünya Anadil Günü kapsamında kendi branşlarında 2 saat Kürtçe ders vererek bunu sınıf defterlerine işleyen öğretmenlerin isimleri ile okullardan Kürtçe dersin işlendiği sınıf defterlerini istedi. Eğitim-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Kasım Birtek, Milli Eğitim Müdürlüğü'nün geçen yıl da aynı şekilde Dünya Anadil Günü’nde Kürtçe ders işleyen öğretmenlerin isim listesini alıp ifadelerine başvurduğunu belirterek cezai bir yaptırımda bulunulmadığını söyledi. Birtek, "Öğretmenler korkutulmak ve sindirilmek isteniyor. Öğretmenlerin iki saat Kürtçe ders vermesi yönetmenliklere göre suç değildir" dedi. URFA: Dünya Anadil Günü nedeniyle Urfa Kürdi-Der’in örgütlediği bir basın açıklaması yapıldı. Ahmet Bahçıvan İş Merkezi’nde Kürtçe okunan basın açıklamasında halkın anadillerini halen özgürce kullanamadığını belirtilerek bunun önündeki yasal engellere dikkat çekildi. Açıklamanın ardından kitleye tahta üzerinde sembolik olarak Kürt alfabesi öğretildi. VAN: Van'ın Başkale ilçesinde Kurdi-Der öncülüğünde bir araya gelen kitle, KürdiDer Başkale Şubesi’nden Çarşı merkezine yürüyüş gerçekleştirdi. Ardından yapılan basın açıklamasında, anadilin insani bir hak olduğu belirtilerek insanların anadilini özgürce kullanması gerektiğine vurgu yapıldı. Açıklamada anadilin kullanılmasının önündeki yasal engellerin kaldırılması için mücadele edilmesi gerektiği ifade edilerek Kürt dilinin yasal statüye kavuşturulması talep edildi. Bu illerin yanı sıra İzmir, Ankara, Adana, Şırnak, Mardin ve Muş başta olmak üzere çok sayıda il ve ilçede 21 Şubat Dünya Anadil Günü nedeniyle eylemler düzenlendi.

Yolsuzluğa karşı sokaklar tutuşuyor Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık operasyonu sonrasında oğlu Bilal Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmelerinin basına sızmasıyla birlikte ülkenin pek çok yerinde yolsuzluğa karşı eylemler düzenlendi Başbakan Erdoğan’ın 17 Aralık operasyonunun ardından oğlu Bilal Erdoğan’ı arayarak evde saklanan paraların başka bir yere götürülmesi konusunda verdiği talimatların ses kayıtlarının ortaya çıkmasıyla birlikte ülkenin birçok yerinde eylemler yapıldı. İstanbul: Kadıköy Boğa Heykeli’nde "Tayyip İstifa Halk İktidara” pankartı arkasında toplanan binlerce kişi, önce Bahariye Caddesi’ne, sonra Mehmet Ayvalıtaş Parkı’na ardından da Altıyol’a yürüdü. Kitlenin Söğütlüçeşme’de bulunan AKP İlçe Binası’na yürümesi üzerine polis kitleye, gaz bombası ve TOMA’yla saldırdı. Eylemciler polis saldırısına boya dolu şişeler ve taşlarla direndi. Polisin artan saldırısı üzerine kitlenin bir kısmı Bahariye Caddesi’ne bir kısmı da Rıhtım’a çekildi.

Çok sayıda kişi yaralandı Bahariye Caddesi’nde bulunan Ziraat Bankası’nın camları kırılarak bankadaki eşyalar barikat olarak kullanıldı. Polis Akrep aracıyla Bahariye Caddesi üzerinde toplanan kitleye plastik mermiyle saldırdı. Polis saldırılarında çok sayıda kişi yaralandı. Yaralılar arasında gaz fişeği isabet eden Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarından Sezin Uçar ve foto muhabiri Mürsel Çoban da bulunuyor. Yaralılar hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı. Polis çok sayıda kişiyi de gözaltına aldı. Polisin, eylemcileri gözaltına almasını engellemek isteyen Kadıköy halkı, eylemcilere apartmanlarının kapısını açtı. Gazi Mahallesi’nde Gazi Cemevi önünde bir araya gelen kitle, yolsuzluk ve rüşveti protesto etmek için Gazi Karakolu’na doğru

yürüdü. Polis kitleye gaz bombalarıyla saldırdı. Polis saldırına karşı barikat kuran kitle, gece geç saatlere kadar çatıştı. Polis ile kitle arasında çatışmalar ara sokaklarda uzun süre devam etti. Okmeydanı, Bakırköy, Kocamustafa, Sarıgazi, Sarıyer, Maltepe ve Kartal ilçelerinde de yolsuzluğa karşı protesto eylemleri düzenlendi. Eylemler sırasında kitle, "Hükümet istifa", "Bu pisliği halk temizler", "Her yer rüşvet her yer yolsuzluk" sloganları atıldı. Ankara: AKP iktidarının yaptığı yolsuzlukları protesto etmek için Kennedy Caddesi’nde bir araya gelen kitlenin önü çevik kuvvet polisleri tarafından barikatlarla kesildi. Polis kitleye kimyasal boya içeren plastik mermi ve TOMA’yla tazyikli su sıkarak saldırdı. Kitle, Kınalı Hilmi Caddesi, Bestekâr Sokak ve Kennedy Caddesi’nde uzun süre polisle çatıştı. Polis çok sayıda kişiyi darp ederek gözaltına aldı. Eylemler sırasında kitle, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” , “Her yer ODTÜ her yer direniş” , “Hükümet istifa” sloganlarını attı. İzmir: Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasında geçen telefon konuşmalarının ardından halk sokaklara çıkarak polisle çatıştı. Alsancak’ta bulunan Sevinç Pastanesi önünde “Hükümet İstifa” yazılı pankart arkasında toplanan kitle, önce Gündoğdu Meydanı’na ardından da Basmane’ye yürüdü. Kantar Polis Merkezi önünde park halinde bulunan polis aracının camlarının kırılması üzerine Basmane’den dönmekte olan kitleye polis biber gazı, cop ve tazyikli su sıkarak saldırdı. Kitle polise taşla karşılık vererek kendisini savundu. Eskişehir: Başbakan Erdoğan’ın 17 Aralık’ta yapılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından oğlu Bilal Erdoğan’la kasadaki paraların ‘sıfırlanması’ (yani başka yerlere aktarılması) üzerine yaptığı


1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

03

SINIF TAVRI

3. KONGRE VE KAYPAKKAYA (3)

K

konuşmanın internete düşmesi üzerine Eskişehir halkı da alanlara çıkarak yolsuzluk yapanları ve emeklerini gasp edenleri protesto etti. Akşam saatlerinde Espark önünde bir araya gelen kitle buradan Çarşı Merkezine yürüdü. Yürüyüş esnasında kitle, ''AKP mezara halk iktidara”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Dik dur eğilme paraların dökülüyor'' sloganlarını attı.

Palalı saldırgan etkisiz hale getirildi Kitle polisin barikatına karşı Kanatlı AVM önünde bulunan AKP seçim bürosunu protesto etti. Burada halka palayla saldırmak isteyen sivil faşist etkisiz hale getirildi. Bu esnada çıkan arbedede polis kitleye biber gazıyla kitleye saldırdı. Ardından ara sokaklara dağılan kitle Espark önüne gelerek eylemi sonlandırdı.

‘Hırsızlar soyguncular ve çeteler halka hesap verecek’ Dersim: Dersim Demokratik Haklar Dayanışması (DDHD) ve Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’un çağrısıyla Sanat Sokağı’nda “Hırsızlar Soyguncular Çeteler Halka Hesap Verecek” pankartı arkasında bir araya gelerek Seyit Rıza Anıtı önüne yürüdü. Yürüyüş sırasında kitle ellerinde “Alo baba paraları sen ne yaptın” ,”Bozuk düzende sağlam çark olmaz” , “Kahrolsun ayakkabı kutusu partisi” , “Bunların hepsi hırsız” yazılı dövizler taşıdı.

‘Ayakkabı kutularındaki paralar halkın alın teridir’ Seyit Rıza Anıtı önünde DDHD ve DHF adına yapılan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “17 Aralık yolsuzluk operasyonları ve ortaya çıkan telefon kayıtları köhnemiş düzenin yeniden teşhir olmasıdır.

Bugün ortaya çıkan gerçekler bugünün değil bir bütün olarak devletin alışılagelmiş gerçeklerinin su yüzüne çıkmasıdır. Ayakkabı kutularındaki milyonlar, yatak altlarındaki para sayma makineleri binlerce kişiye ait telefon konuşmalarının kayıtları sistemin çürümüşlüğünün kanıtıdır. Ayakkabı kutularında saklanan; daha fazla kar etmek için esnek çalışma koşullarında çalıştırılan, ‘iş kazası’ süsü vererek öldürülen on binlerce emekçinin yaşam hakkıdır. Ayakkabı kutularında saklanan; onurlu bir yaşam hakkını savunduğu için meydanlarda coplanan, gaz bombalarıyla öldürülen, yerlerde sürüklenen sefalete mahkûm edilmiş insanların hakkıdır. Ayakkabı kutularında saklanan; yaşadığı çevreyi ve doğayı sahiplendiği için öldürülen halkın sağlıklı yaşam hakkıdır. Ortaya saçılan yolsuzluk, rüşvet, rantiye ve talan bu köhnemiş düzenin içerisinde yaşanan gerçeklerin küçük bir parçasıdır.” Basın açıklaması sırasında, “Her yer rüşvet her yer yolsuzluk” , “Gün gelecek devran dönecek hırsızlar halka hesap verecek” , “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganları atıldı. Antalya: Devrimci demokratik kitle örgütlerinin çağrısıyla Kapalıyol’da bir araya gelen yüzlerce kişi Cumhuriyet Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş sonunda yapılan basın açıklamasında AKP iktidarının Gezi Ayaklanması’yla başlayan korkusunun daha da artmakta olduğu ve MİT ile internet yasalarını neden çıkardığını şimdi daha iyi anlaşıldığı ifade edildi. Bu illerin yanı sıra Muğla, İzmit, Aydın, Mersin, Antep başta olmak üzere çok sayıda ilde sokaklara çıkan kitleler, yolsuzlukları protesto eylemleri gerçekleştirdi.

≫ ismail uçar

omünist önder Kaypakkaya yoldaşın doğru ve bilimsel yöntem ve çizgisi, Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) ile doruğa çıkan Maoizm’in ürünü olarak komünist doğruluş ve bu temelde burjuva medeniyetçi paradigmadan ve onun tarih anlayışı, çizgisi, bugünlere kadar teorik ve pratik politikalarından köklü olarak kopuşu ve ona karşı ezilen ve sömürülenlerin ilerici, yurtsever, demokratik, devrimci ve komünist yönleri üzerinden-on yıllardır yere düşürülen komünizm bayrağını -yeni nitel komünist bir çıkışla yeniden ayakları üzerine dikerek göndere çekişi üzerine önceki yazılarımızda önemli vurgularda bulunduk. Sonlandırırken birkaç noktanın da önemle altının çizilmesi gerekmektedir. Uluslararası Komünist Hareket (UKH) ve tarihini, her bir ülke ve coğrafyadaki komünist partilerini ve komünist hareketimizi, bunların her bir sürecini ve en başta da komünist önder Kaypakkaya’yı ve diğer öncellerimizi vs değerlendirirken, eleştirirken ve doğru yanlış temelinde analize tabi tutup senteze ulaştırırken, burjuvaziye ve kapitalizme ait olan değer yasası ve fiyat biçer gibi bir yöntem izleyerek ele alamaz ve değerlendiremeyiz. Bu temeldeki değer yasasına göre yapılan bütün değerlendirmeler Maoist komünistlere ait değildir ve olamaz. 42. yıla giren parti tarihimiz içerisinde örgütsel işleyiş ve disiplin hataları ve zafiyetleri oldukça yoğun olarak yaşanmıştır. Öyle ki aslında ideolojik kırılma ve sapmaların doğrudan ürünü olarak hareketimizde birbirine ters yönde zengin tecrübeye sahibiz. TKP(ML)’ den MKP’ ye kurucu komünist önderimiz Kaypakkaya, bugün de bütünlüklü ve çok yönlü olarak Maoist hareketimize yol göstermeye devam ediyor. Önder yoldaş, ideolojik mücadeleden hiçbir zaman kaçmamış, aksine demokratik merkeziyetçilik temelinde parti içi iki çizgi mücadelesini sürekli zorlamış ve onda ısrar etmiştir. TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) içerisinde iken yürüttüğü parti içi iki çizgi mücadelesi (ideolojik mücadele), pragmatist ve oportünist, eklektik ve tekçi tüm anlayış ve çizgiler ve de burjuvaziden gıdasını alan bütün yönelimler ve siyasetlere taban tabana zıttır. Tam da komünist bir çizgi ve siyasetle kurucu komünist önderimiz, Şafak revizyonizmine karşı yürüttüğü parti içi iki çizgi mücadelesi ve yönteminde Maoist bir hat izlemiştir. Ancak, ne yazık ki sözde İbrahimcilik adına yoldaşın bu nesnel gerçekliği ve yönelimi yerine küçük burjuva kaygı ve grupçuluk, kariyerizm ve benmerkezcilikler gırla giderek uzun yıllar eksik değil tamı tamına yanlış çizgi ve siyasetler izlenmiştir. 1976 KK Hizbi ve 1981 YDB Hizbi ayrılıkları ve kopuşlarını saymazsak parti tarihindeki yaşanan tüm kopuşlar ve ayrılıklar, ideolojik mücadele temelinde gerçekleşme-

miştir. Yoldaş Kaypakkaya’nın TİİKP’ e karşı parti içi iki mücadelesinde izlediği Maoist çizgi ve yöntemle diğerleri arasında uzaktan yakından bir ilgisi olamaz. Parti içi iki çizgi mücadelesinde referansımız ve üzerinden yükselerek sürekli izlememiz gereken Kaypakkaya yoldaşın yürüttüğü parti içi iki çizgi mücadelesidir. Kaypakkaya yoldaşı basit bir kahramanlık derekesine de kesinlikle indirgeyemeyiz. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve ilerici hareketi genel olarak önder yoldaşı işkencede düşman karşısında can bedeli gösterdiği cesareti üzerinden paye biçmeye çalışırlar. Oysa yoldaşı düşmana karşı dişe diş bu kadar cesaretli kılan tam da Kültür Devrimi ile ulaşılan Maoizm seviyesinden aldığı komünist ideoloji doğrultusunda gelenekselci-statükocu-burjuva medeniyetçi teori ve tarih, ilerici-gerici vs gibi UKH’nın bu noktalardaki kamburlarına karşı köklü ve temelden komünist tutumudur. Tamamen gerçeğe hürmet etme temelinde somut ve nesnel gerçeklikler üzerinden yükselerek biz ardıllarına son derece doğru ve bilimsel güçlü bir zemin sunarak hala yol göstermeye devam eden kurucu komünist önder yoldaşı Parti 3. Kongresi’yle somut ve güncelleştirme kararlılığını yakalamış bulunuyoruz. Bu temelde yoldaş Kaypakkaya MKP 3. Kongresi’yle şimdi çok daha önemli bir yerde canlı ve komünist diriliğiyle dimdik ayaktadır. Kaypakkaya, bir felsefe, ideoloji, yöntem ve teoridir. Bu gerçekliğinden koparılır, herhangi bir anın somut durumunun tanımlanmasına hapsedilmiş bir Kaypakkaya tasavvuru, önder yoldaşı hiç anlamamaktır. 2. Enternasyonalciler Marks yoldaşı, bir stratejiden ibaret gördü. Oysa Marks’ın stratejisi tamamıyla tarihseldi. O dönemin gerçeklerine uyarlanmış bir ideolojik rehberlikti. Ve onlar, ideolojiyi bir kenara attı, tarihsellik içerisinde o zamanı izah eden bir tanımı Marks’ın değişmez fotoğrafı olarak anladı. Böyle bir Marksçılığın yanlışlığı gibi dönemin gerçeklerini ifade eden Kaypakkaya yoldaşı, değişmez bir bütünlük panoraması şeklinde tasavvur ederek ele alan ve kavrayış zayıflığı gösterenler de çoktan elveda demişlerdir. Yeminlerinin bilimsellikte bir değeri yoktur. Kavramlar, tarihsel gerçeklerin sebepleriyle dinamik ifadesi ve gerçeği daha derinden kavrayan soyutlanmasını ifade ederler. Bu zahmetli ve gerekli bir uğraştır. Ancak buna mecali olmayanlar, sözcüklerle idare ederler. Sözcükler ve kavramlar popülistçe karalanabilir ama gerçek ama kavram asla uzun süre karartılamaz. Marks yoldaşın ifade ettiği gibi ejderha ekip pire biçmeyeceğiz. Türkiye-Kuzey Kürdistan topraklarının derinliklerinde kök salmış komünist önder Kaypakkaya yoldaşın ektiği tohumlar üzerinden sağlam ve yeşermeye hazır filizleri büyüterek ilerleyeceğiz.


04

güncel haber

İnternet eylemine saldırı

İstanbul Taksim’de internet sansürüne karşı toplanan binlerce kişiye polis gaz bombası, plastik mermi ve tazyikli suyla saldırırken, çok sayıda kişi gözaltına alındı İstanbul Taksim’de bulunan Fransız Konsolosluğu önünde toplanan binlerce kişi internet sansürü ve fişlemeye karşı alandaki yerini aldı. Polis eylem öncesinde Taksim ile Gezi Parkı’nı çevresini ablukaya alarak kitle üzerinde baskı kurmaya çalıştı. Kitle çevik kuvvet polislerinin İstiklal Caddesi üzerine kurduğu barikatlara yüklendi. Polis kitleye tazyikli su, gaz bombası ve plastik mermilerle saldırırken, direnişçiler de polise havai fişeklerle karşılık verdi. Polis saldırısına karşı direniş Sıraselviler, Mis Sokak, Demirören AVM, Galatasaray ve Cihangir çevresinde yoğunlaştı.

Çok sayıda kişi darp edilerek gözaltına alındı Atılan gaz bombaları bir belediye otobüsüne isabet ederken, yolcular otobüste boğulma tehlikesi geçirdi, ardından otobüsten tahliye edildi. Saldırıya tepki gösterenlere de saldıran polis, Hükümet Konağı önünde halka silah çekti. Polis saldırılarında aralarında basın emekçilerinin de olduğu çok sayıda kişi yaralandı. 7/24 Kanalı Muhabiri Berna Şahin plastik mermilerin sol yanağı ve sırtına isabet etmesi sonucu yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Ara sokaklarda güruh halinde toplu dolaşan sivil polisler, direnişçileri darp ederek gözaltına aldı. Kitle Galatasaray Lisesi civarına çekilirken, polis saldırısı burada da devam etti. Polis ile kitle arasındaki çatışmalar gece geç saatlere kadar sürdü. Ezilenlerin Hukuk Bürosu’nun verdiği bilgiye göre eylemlerde 46 kişi gözaltına alındı. Eylem sırasında kitle "Hırsız Tayyip Erdoğan" , "Her yer Taksim her yer direniş" , "Hırsız var" sloganlarını attı.

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

İşkenceye karşı açlık Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutulan 21 devrimci tutsak açlık grevine başlarken, hasta tutsaklardan sağlık durumu kötüleşen Salih Tuğrul ile Avni Uçar hastaneye kaldırıldı Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Hapishanesi'nde tutulan 21 devrimci tutsak hak gasplarına karşı süresiz açlık grevine başladı. Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu bulunan tutsaklar, aileleri aracılığıyla 24 Şubat’tan itibaren süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladıklarını kamuoyuna duyurdu. Tutsaklar yaptığı açıklamada hapishanede hiçbir taleplerinin karşılanmadığını belirterek, hapishanede çıplak aramanın dayatıldığını, hücrelere ani baskınlar yapılarak zorla koğuşların değiştirildiğini ve rutin koğuş değiştirme taleplerinin yerine getirilmediğini belirtti. Tutsaklar hapishane idaresi tarafından odalarda bulunan bütün materyallere de el konulduğunu belirterek, dışarıya göndermek istedikleri dilekçe, kitap ve mektup gibi şeylerin ise geri gönderildiğini, hatta kimi zaman gönderilmeyip el konulduğunu açıkladı.

Kürtçe savunma hakkı engellenmek isteniyor Diğer hapishanelerde Tekirdağ'a sürgün gönderilen tutsakların yanlarında getirdikleri eşyalarının, üzerinden 3 ay geçmesine karşın tutsaklara verilmediğini belirtti. Hapishane idaresi tarafından haklarında açılan davalara ilişkin İnfaz Savcılığı'na Kürtçe savunma vermek istediklerinde ise tehdit edildiklerini belirten tutsaklar, idarenin kendilerini Kürtçe savunma hakkından vazgeçirmeye çalıştığını söyledi. Bu baskıların kaldırılması doğrultusunda hazırlamış oldukları 22 maddelik taleplerini Adalet Bakanlığı, İHD, Meclis İnsan Hakları Komisyonu ve Cumhurbaşkanlığı'na gönderen tutsaklar, süresiz açlık grevine başladıklarını açıkladı. Tutsaklar talepleri kabul edilinceye kadar açlık grevini sürdürecek. Süresiz açlık grevine giden tutsakların isimleri şöyle: Atilla Coşkunöz, Abdullatif Sönmez, İsmet Faruk, Mazlum Dilek, Rıfat Aslan, Kamuran Parlak, Serkan Göksu, Refik Sunar, Murat Ertunç, Hatip Sek, Lokman Akbaba, Hayrettin Beştaş, Erhan Özel, Serdar Aslan, Seyithan Akdeniz, Mehmet Dursun, Yaşar Eriş, Fehmi Karaman, Coşkun Akdeniz.

Özlem Aydın’ın tedavisi engelleniyor Gebze M Tipi Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutulan MKP dava tutsağı Özlem Aydın gazetemize gönderdiği mektupta, hapishanede yaşadığı hak gasplarına dikkat çekti. Aydın, hastaneye gidişler sı-

rasında aramaya kadın askerlerin refakat etmediğini ve hastanede tedavi olamadığını söyledi. Şubat ayı içerisinde hastaneye iki kez gitmesine karşın tedavisinin engellendiğini açıklayan Aydın, ağız içinde çıkan yaralardan dolayı biyopsi yapılması için parça alınacağını ancak askerin muayene sırasında dışarı çıkmayarak tedavisinin engellediğini belirtti. Hipokrat yemini etmiş doktorların da bu duruma seyirci kalarak ideolojik yaklaştığını anlatan Aydın, tedavi olamadan hapishaneye döndüğünü aktardı. Sağlık durumunun acil olması nedeniyle başka bir hastaneye sevk edildiğini ancak muayene sırasında asker dışarı çıkmadığı için yine tedavi olamadığını ve askerlerin saldırısına uğrayıp sürüklenerek dışarıya çıkarıldığını açıkladı. Bu sırada slogan attığı için ağzının kapatılarak burnunun sıkıldığını ve nefessiz bırakıldığını anlattı. Ağzındaki yaraların nedeninin henüz anlaşılmadığını belirten Aydın, ancak kanser şüphesi olduğunu belirterek sonucun biyopside belirleneceğini belirtti. Aydın tedavileri engellendiği için en basit hastalıklarının bile zamanla geri dönüşü olmayan sakatlıklara ve ölümlere yol açacak hastalıklara zemin hazırladığını belirtti. Aydın, Kandıra 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutulan MKP dava tutsağı Veysel Kaplan’a da dava açıldığını belirterek kendilerinin de davacı mağdurlar olarak gösterildiğini belirtti. Mahkemeye gittikleri zaman duruma devrimci tavır göstererek suç duyurusunda bulunduklarını açıklayan Aydın, Kaplan’a “Beslenmeyi engelleme, örgütsel işleyişi sağlama” vb. gerekçelerle dava açıldığını aktardı.

Uçar’ın tahliyesi engellendi Siirt E Tipi Kapalı Hapishanesi’nde tutu-

lan ve Adli Tıp Kurumu’nun raporlarına karşın tahliye edilmeyen hasta tutsaklar Salih Tuğrul ve Avni Uçar’ın sağlık durumunun giderek kötüye gitmesi üzerine ikinci kez Dicle Üniversitesi Hastanesi’ne sevk edildi. Adli Tıp Kurumu'nun “Cezaevinde kalamaz” raporu verdiği PKK dava tutsağı Tuğrul için polis "Toplum güvenliği için tehlikelidir" demiş, savcılık ise tahliye talebini reddetmişti. 21 yıldır hapishanede bulunan ve ağır hastalıklara yakalanan Avni Uçar’ın da çıkan tümörden dolayı, 2006 yılında yapılan bir ameliyatla sağ böbreği alınmıştı. Ardından Uçar’ın mesanesinde kanserli kütle tespit edilmiş ve 2011 yılında yapılan ameliyatla bu kütle de alınmıştı. Doktorlar, Uçar’ın kanserli olan sol böbreğinin büyük bir kısmının da ameliyatla alınması gerektiğini belirtiyor. Doktorlar hazırladıkları heyet raporlarında Uçar için “Cezaevinde kalamaz” raporu verirken, Adli Tıp Kurumu ‘Hapishanede kalabilir’ raporu vererek Uçar’ın tahliyesini engelledi.

Siirt’te hasta tutsaklar için eylem 26 Şubat günü Siirt’te KESK Şubeler Platformu öncülüğünde hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle basın açıklaması düzenlendi. İHD Siirt Şubesi önünde yapılan açıklamaya KESK, İHD, BDP, Barış Anneleri Meclisi, TUHADFER’in de aralarında olduğu devrimci demokratik kurumlar katıldı. Yüzlerce kişinin katıldığı eylem sırasında yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: “AKP hükümetinin 12 yıllık iktidarında tutsak sayısı 59 binden 145 bine çıkmış bulunmaktadır. Bugün itibarıyla 170’i ağır


1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

05

grevi başladı Tutuklulara tecridin yeni bir biçimi dayatılıyor

olmak üzere toplam 550 hasta tutsak hapishanelerin olumsuz koşullarında adeta ölümü beklemektedir. Bu 12 yıllık süre içerisinde 2300 tutsak hapishanede yaşamını yitirdi. Bu durumda Allah’ı ve İslamiyet’i dilinden düşürmeyen Sayın Başbakanın samimiyetine inanmak mümkün müdür? Adli Tıp denen ırkçı intikamcı yapılanma, düşmanca tavrını sürdürmektedir. Bunu kabul etmek mümkün değildir. KESK olarak insan yaşamına saygılı olan herkesi barışın geleceği adına duyarlı olmaya, hasta tutsaklara sahip çıkmaya çağırıyoruz.”

Halit Özdaşlı hayatını kaybetti Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da uluslararası bir komplo sonucu ülkeye iade edilmesini protesto etmek için 14 Şubat günü kendini yakan tutsak Halit Özdaşlı, bedenini ateşe vermesinden 4 gün sonra Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedavi altına alındı. Özdaşlı’nın yaklaşık 30 saat hapishane koridorlarında bekletildiği ifade edildi. Tedavisi devam eden Özdaşlı’nın eylemin ardından göğüs kafesi, karın, kol ve yüzünde derin yanıklar oluşmuştu. Edirne F Tipi Hapishanesi’nde 3 yıldır tutuklu bulunan 21 yaşındaki Özdaşlı, bütün müdahalelere karşın kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Özdaşlı’nın cenazesi 25 Şubat’ta İstanbul Adli Tıp Kurumu önünde yapılan eylemin ardından “Şehit namırın” sloganlarıyla memleketi Muş’un Malazgirt ilçesi İyikomşu Köyü’ne gönderildi.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi, hapishanelerde yeni yapılan ‘cam ve gözetlenebilir avukat görüş yerlerine’ ilişkin hazırladığı raporu açıkladı. Açıklamayı yapan İstanbul Şube Sekreteri Güçlü Sevimli, Kırıklar, Sincan ve Bolu F Tipi Hapishanelerinde havalandırmalara kamera yerleştirilmesinin ardından avukat görüş yerlerinin de "cam fanus" haline getirildiğini belirtti. Söz konusu uygulamayı kabul etmediklerini kaydeden Sevimli, "Hukuka aykırı buluyoruz. Avukat müvekkil mahremiyetini ortadan kaldıran, ses izolasyonu olmayan, avukatla tutuklu-hükümlü görüşmesini dışarıdan izlenebilir hale getiren bu sistemi kabul etmiyoruz" dedi. Sevimli, düzenlemenin Avukatlık Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğunu açıkladı. Sevimli, havalandırmalara konulan kameralar ile yeni avukat görüş yerinin tek bir politikanın parçası olduğunu belirterek, "Bakanlığın, devletin yeni bir saldırı politikasıdır, sıradan bir uygulama değildir" Adalet Bakanlığı'nın öne sürdüğü güvenlik gerekçesinin inandırıcı olmadığını söyleyen Sevimli, "Eski görüş yerinde de güvenlik açısından bir sorun yoktu. Zaten avukatın bulunduğu yerde bir cam vardı ve gardiyan içeriyi görebiliyordu" diye konuştu.

Savunma hakkı kısıtlanıyor Sevimli’nin ardından söz alan ÇHD Cezaevi Komisyonu Üyesi Sezer Özkan ise rapora dair bilgiler verdi. Rapora göre, Kandıra 1 No'lu F Tipi Hapishanesi’nde avukat görüş yerlerinin üç tarafındaki duvarlara 1,5*1,5 metrelik camlar takılırken, Edirne ve Tekirdağ F tipi Hapishanelerinde ise, avukat görüş odalarının duvarlarının yıkılarak tabandan tavana kadar camla çevrildi ve iki avukat görüş odasının birleştirilerek üç görüş kabini yapıldı. Yan yana odalardaki tutukluların avukatlarıyla görüşmesinin dışarıdan çok rahat duyulduğunun belirtildiği raporda, avukatlar ile müvekkilleri arasındaki konuşmanın infaz koruma memurları tarafından kolayca duyulduğu anlatıldı. Cam fanus uygulamasının savunma hakkını kısıtladığı belirtilen raporda, tutukluların avukatlarıyla arasındaki mahremiyetin ihlal edileceği kaydedilerek, bu nedenle tutukluların adil yargılanma hakkının kısıtlanacağı ifade edildi.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

DEVRİMCİ EYLEM MEŞRUDUR!

D

evrimci eylemin meşruluğu gerici sınıf iktidarlarının varlığından ileri gelir. Gerici sınıf devleti bizzat devrimci eyleme haklılık gerekçesi kazandırır. Bu sınıflara ait iktidarların somutta dışa vuran her kokuşmuşluğu ve çürümüşlüğünün dayanılmaz pis kokusu ve gerçeği tabii olarak devrimci eylemi davet eder. Çünkü bu kokuşmuşluk ve çürümenin temsilcisi sistem ya da düzene ve iktidara karşı salt düzen içi mücadele söz konusu sistemi mükemmelleştirmekten öteye geçmez. Gerici çürümüşlüğe karşı salt düzen içi nitelikte verilen mücadele daha derin çürümeyi koşullamaktan başka bir netice vermez, başka bir yere varmaz. AKP-Cemaat ittifakı kliği çürümüş olan Kemalist kliğe karşı tasfiye hareketi gerçekleştirerek daha derin çürüme ve kokuşmayı gündeme getirdi. Zira gerici düzen ve sınıf klikleri arasındaki iktidar-çıkar dalaşı en küçük bir ilerici nüve taşımaz. Bu dalaşın ilericilik, demokrasi gibi herhangi bir kaygısı olmaz. Tek kaygıları iktidar çıkarları veya gerici çıkarlarına dönüktür. Bu nitelikteki dalaş gibi, salt düzen içi reformist mücadele de esasta düzeni tahkim etmekten ve onu onarıp sağlamlaştırmaktan başka işlev görmez. Düzeni devrimci yolla veya genel olarak yıkıp değiştirmeyi hedeflemeyen her mücadele ya da siyasi iktidarı hedeflemeyen her mücadele son tahlilde düzen içi mücadele olarak kalır. Dolayısıyla da bu mücadele esasta düzeni içten tamir ederek sağlamlaştırmaktan başka bir işlev görmez. O halde gerici burjuva ahlaksızlığı, çürümeyi, yabancılaşma ve kokuşmayı tesfiye etmek için devrimci eylem şart ve gereklidir. İster dünya ölçeğinde ve isterse ulusal çapta olsun gerici sınıf klikleri arasındaki savaş, çatışma veya dalaşta proleter devrimciler asla ve asla (kerhen de olsa hiçbir sebeple) destekçi duruma düşmezler. Gericiler arası dalaş kabına sığmazcasına büyüdü, büyüyor. Hükümet krizi veya ciddi bir siyasi kaosla yüz yüze olunduğu söylenebilir. Bu daslaşta taraf olma tutumu öyle ya da böyle gerici güçler arası herhangi bir kesime yedeklenme anlamına gelir. Kuşkusuz ki, ne Cemaat ve ne de AKP iktidarı zerre kadar ilerici ve desteklenir kesimler-sınıflar değildir. Her biri diğerini aratan cinsten halk düşmanı ve gericidir. Dolayısıyla hiçbir manipülasyona düşmeden sınıf tavrında net olunmalıdır. Bazı ‘‘aydın‘‘ geçinen ve gerçekçi olma adına konuşanların darbeye karşı olmaları birinci görevleridir, ses kayıtları montajdır, şüphelidir vb vs diyerek özünde gerçekleri karartmaya çalıştıkları görülmektedir. Bunların yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, talan ve her türlü ahlaksızlık gerçeğini bir kenara atarak ses kayıtlarının montaj ve şüpheli olduğu bahaneleriyle büyük gerçekleri göz ardı ettiği izlenmektedir ki, bu tutum dolaylı-dolaysız Erdoğan ve iktidarının değirmenine su taşıyan iktidar yanlısı tutumdur. Erdoğan bile bu denli inkar etme tavrına cesaret etmezken bu boşboğazlar takımı Erdoğan’ı kurtarma çabasıyla meşgul olmaktadırlar. Evet gerçekçiler gerçeklerle alakalı olma adına ses kayıtları şüphelidir deyip Erdoğan’ı kurtarmaya gayret ederken, AKP iktidarının tüm halk kitlelerine dönük karşı-devrimci faşist saldırıları ve Kürt düşmanlığı, katlaimları vb vs gerçeğiyle neden bu kadar ilgili değiller, bu da onların başka bir handikapıdır. Yine, çelik kasalara sığ-

mayıp evlere istif edilen, ayakkabı kutularına doldurulan eurolar gerçeğiyle neden bu kadar ilgili değiller. Öte taraftan darbeye karşı çıkma adına gerici faşist ve bir o kadar da çürüyerek kokuşmuş bir iktidarı savunma pozisyonuna düşülemez. Kaldı ki, darbe değil, klasik olarak gerici klikler arasında yaşanan iktidar dalaşıdır süreç. Bu dalaşta halkın menfaati olamayacağına göre taraf olmak da yersiz ve gerici kliğin kuyruğu olma şeklinde de bir aymazlıktır. AKP bakan ve bürokratları ile geniş çevre ve iş adamlarının dahil olduğu yolsuzluk, rüşvet ve talan skandalından sonra, şimdi de bu skandal içinde olan Başbakan Erdoğan, oğlu ve aile çevresiyle bağlantılarının sömürü-talan-soygun ve hırsızlık çarkındaki gerçeği ses kayıtlarıyla basına servis edildi. Erdoğan ve oğlu Bilal’in konuşmalarında geçen rakamlar dudak uçuklatan astronomik miktarları ifade ediyor. Yani skandalın skandalı patlamış durumdadır. (Burada bir gerçeğin altını çizelim ki, dudak uçuklatan bu skandallar sadece AKP iktidarına veya herhangi bir kişi ve kişilere has durum değildir. Bütün burjuva gerici sınıf iktidarları ve sınıfları aynı zeminde ve aynı karakterdedirler. Birini ötekinden temiz görmek sınıf bakış açısından yoksunluk ve büyük bir yanılgıdır.) Skandalların gerici iktidar ve sınıfların karakterlerinin ürünü olarak yapışık ikizleri ya da gerçek yüzleri olduğunu söylemek doğrudur. Yolsuzluk, hırsızlık, soygun ve bilumum ahlaksızlığın deşifre edilmesiyle yaşanan gelişmeler zinciri belki de ucunu göremeyeceğimiz kadar uzun ve derindedir. Bu gelişmelerin son durak olmadığıolmayacağı bilinmek durumundadır. Zira söz konusu olan iktidar dalaşıdır ve bu dalaş mevcut seviyede bırakılmayacaktır. Gerçeğe dayalı başka skandalların patlaması beklenmelidir. AKP iktidarının devrilmesine kadar bu gelişmelerin yaşanacağı ve daha birçok kirliliğin deşifre edileceği açıktır. Darbe ve milli irade söylemleri, binlerce kişinin dinlenmesi, komplo, montaj, şantaj gibi tarafların karşılıklı olarak kullandığı tüm argümanlar birer kalkan olup gerici kliklerin klasik savunma metotlarından başka bir şey değildir. Onların suçlarını kabul etmeleri beklenemez. Beklemek safdillik olduğu kadar hala onları umar görmektir. Oysa bu devasa kirlilikleri, kirliliğe batan sınıf iktidarları temizleyemez, temizlemez, bilakis işine geldiği kadar kullanır ve gerisinin üstünü örterek çıkarlarını kollar… Gerici burjuva sınıfların hangi klik ve kesimi olursa olsun hepsinin mayası aynıdır. Hepsinin temel niteliği ve özü sömürücü, zulümkar, tahakkümcü, hegemonyacı, bencil ve çıkar müptelalığıdır... Bunlar iktidar ve çıkar dalaşı gereği birbirilerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökse de asla dürüst ve samimi olamazlar ve bu manada kirliliklerin üstüne gidip onları temizlemezler, temizlemek istemezler. Yani bunlar ‘‘bataklığı kurutma‘‘ya asla yanaşmaz, çünkü o bataklıktan beslenmektedirler. Bataklığın sahibi olduklarından sadece demagoji olarak yolsuzluk, hırsızlık vb karşıtı laflar edinirler. Böylece kitleleri manipüle ederek arkalarına takmayı ve iktidar emellerine ulaşmayı tasarlarlar. O halde her türden kirliliği, çürümüşlük ve kokuşmuşluğu silip süpürecek olan tek kuvvet ve sınıf proletarya ve geniş emekçi halk kitleleridir. Dahası bu bataklığı kurutacak olan yegane kuvvet proletarya önderliğinde emekçi halk kitlelerinin devrimci eylemidir!


06 haber yorum

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

Burjuva siyaset ilkeleri Cemaat ve ABD’nin şu anda en değer verdiği yer Türkiye Kuzey Kürdistan ve Ortadoğu aparatıdır. Bu anlamda Kemal Kılıçdaroğlu‘nun Amerika ziyaretleri meseleye yaklaşım tarzından bu ittifaka olur verildiğidir. İşte kasetlerin şu andaki vasfı koalisyonun iktidarlaşma yaklaşımının algısı için servis edilip kullanılmaktadır Siyasetin ilkeleri ideolojik kültürel değerlerinden bağımsız değildir. Her sınıfın ve o sınıfa ait parti kurum ve örgütlemelerin yürüttüğü siyasal kültürel ve ekonomik politikaları mevcut sınıfın ideolojik tutumudur. Varlığı sömürü saltanatın gelişmesi ve derinleşmesiyle mümkün olan burjuva sınıfı, etik moral, ahlak ve değerler namına insan ve insanlığa karşı suçlu bir sınıftır. Sömürü üzerinden yükselen bir sınıftan özgürlük,şeffaflık ve demokratik tutumlar beklemek gerçek anlamda safdil bir yaklaşımdır. Özgürlükleri imha eden, insanı düşüren, geleceği sömürüyle tahakküm altına alan ve devamlı olarak bunu en yüksek seviyelere çekip her şeyi alım ve satımın vurgunculuğuna dönüştüren bir sınıftan demokrasi değil faşizm çıkar. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal ilişkiler, uygulamalar ve düşünce tarzı insanlığın gelişimi önünde engel durumundadır. Ezilen yığınlar gelişmenin önünde engel olan bu sınıf onun her türlü kliğini iktidardan devirerek özgürlüğe ulaşabilir ve sömürüye son verebilir. Tek kurtuluş bunu gerçekleştirecek devrimci kitle pratiğini yükseltmek ve devrimi gerçekleştirmektir.Burjuva siyaset kurumuna ruhunu veren sömürücülüktür. İstisnasız ve ayrımsız olarak bütün burjuva klikleri bu dokudan beslenir. Bu doku yani öz onu sömürücü, vurguncu ,baskıcı ve despotik faşizan kılmaktadır.

Yönetenler yönetememektedir AKP ile Fethullah Gülen hareketi arasında bugün baş gösteren ve devlet krizi anlamında yönetenlerin yönetememesine dönüşen realitenin arkasında bu öz yatmaktadır. 11 yıllık ittifakın bütün nimetlerinden birlikte faydalanan ve bundan palazlanan teröre başvurup, kitlelerin akıl ve ruhlarını yozlaştırmaya çalışan ve onların emeklerinin üzerine tiranlık kuran bu ittifakın ta kendisidir. Palazlanarak güçlenen bu ittifak, burjuvazinin diğer kliklerini özellikle Kemalistleri iktidardan al aşağı eden diğerlerini de gerileterek, devlet erkine sahip olmayı garantilerken, yeni bir yönelimin de geliş-

mesinin vesilesi oldu. Sermaye alanında vurgunculuk ve rantiyecilik yapan bu ittifak burjuva devletin diğer aygıtlarında ve kurumlarında kurduğu bariz üstünlükle doğasına uygun bir harekete girişmiştir. Tabiatına uygun davranma Türkiye Kuzey Kürdistan‘ın her coğrafyasının deresi, tepesi, kentleri ve emekçi semtlerine kadar uzanan ve uluslararası sermayenin ( emperyalizmin ) istem ve politikaları çerçevesinde bölge ülkelerini de içine alan askeri, politik ve ekonomik bir vurgun siyaseti izlemiştir. Halkların kırımından fayda görmüş ve bunun için büyük uğraş göstermiştir,göstermektedir. Azami karın insafı ahlakı ve değeri insanlık ve halk için olamaz. Azami kar her şeyi nesneleştirip ticari mal haline getirmedir. Bunu ilerleme cilası ve modernite olarak toplumsal yaşamın gereği ve aklı olarak sunar. Neoliberalizm kapitalizmin saldırganlığında bir düzeydir. Bugün de Türkiye Kuzey Kürdistan‘da ortaya çıkan emperyalizmin işbirlikçi sınıfı olan tekelci burjuvazinin bu ülkü ve anlayışla yaptığı vurgunculuğudur. Gelişen ittifak gücü devletin kurum ve kuruluşlarında etkinliğini derinleştirdikçe sermayeye daha fazla sahip olma istemi onların iktidar kavgasına tutuşmasına vesile olmuştur. Bu bağlamda yaşanan durum her iki kesimi de hangi söylem altında kendilerini savunursa savunsunlar temel gayeleri iktidarın sahibi olarak daha fazla sömürü ve talandan pay

sahibi olma istemleridir. Bu anlamıyla yaşanan durum klikler arası iktidar savaşıdır. Demokrasi, şeffaflık, hukuk, toplumun çıkarları adı altında sıralı bütün gerekçelendirme ve manipülasyonlar bu gerçeğin üstünü örtemez. Pragmatist, çıkarını ilke edinen bir sınıf ve onun kliklerinden ilkeli, toplum yararını gözetecek davranış ve yaklaşımlar beklenemeyeceği gibi kendi aralarındaki savaşta ilkeli tutum takınmalarını ve dürüst şeffaf olmaları beklenemez. Pragmatizmi kendine rehber edinen bir sınıf ve onun klikleri çıkarına uygun davranır. Bu anlamıyla en rezil ve düşkünleştirilmiş ve düşkünleştiren yöntemlere başvurur. Bu tarz onun ilkesidir. Halkın demokratik ve dayanışma karakterinin davranış ve tutumları burjuvaziden beklenemez.

Kasetler siyasetin dizaynı için seferber edildi İktidar kavgasında yaşanan gelişmeler burjuvazinin icatlarına kasetleri de ekleyerek devam etmektedir. Baştan sunu belirtmek gerekiyor ki, kasetlerin içeriğini oluşturan konuşmalardaki durumlar öyle şaşırıp kalınacak meseleler değildir. Ne de basına uygulanan sansür veya medya ile iktidar arasındaki ilişki beklenmeyen bilinmeyen ve bugüne has bir durumdur. Burjuva medya burjuvazinin çıkarlarını savunur, sadece medya gruplarının hangi kliğin propagandasını yaptığına dair farklılıklar vardır. Her burjuva medya bu anlayışla hareket eder.Çünkü

çıkar birliği bunu gerektirir. Diğer yandan AKP kendi yanında olmayan burjuva kliklerinin diğerleriyle ilişkilerinde daha bastırıcı ve bir tutum izlemektedir. Kliklerin medyaları,kliklerin tutumlarını övmekte diğerlerini ise yermektedir. Bu durum bugüne has bir mesele değil, bu gün sadece iktidar kavgası derinleştikçe sertleşen bir durum olarak daha da gelişmektedir. Birçok kez görüldü ki, demokratik tutuma sahip olan birçok gazeteci, tartışılması kendilerine zarar veren meseleleri tartıştırdığı için gazetecilikleri engellendi. Tek bir noktada ise hem fikirler. O da devrimci demokratik basının susturulması ve sansüre, soruşturmalara ve tutuklanmalara tabi tutulmasıdır. Bu onların ortak görevleri ve ödevleridir. Kasetler diğer bir yanıyla değerlendirildiğinde ise içerdiği konular ve konuşmalar bağlamında büyük vurgunculuğu gözler önüne sermektedir. Bu da bilinmeyen bir durum değildi. Bir iktidarın niteliği ve kent ve kırlarda uyguladığı politikalarıyla gözler önündedir.Özelleştirilmelerde izlenen siyasetlerle büyük sermaye birikiminin sağlandığı, kimi sermaye gruplarının sermayelerine el konularak servet devri ve iş alan nüfuzun ele geçirildiği gerçeği bulunmaktadır. Mevcut iktidar kadar dolandırıcı ve vurguncu olan Uzanların servetine el konulması bu sürecin sadece bir örneğidir. Bu bağlamda kasetler olsa da olmasa da AKP’nin niteliği ekonomik rantçı ve siyasal faşizm olduğu açıktır. Bunun için ka-


haber yorum

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

07

ve algı yönlendiriciliği

setlere dayanmaya onlar üzerinden tanım ve belirlemelerde bulunmaya gerek yoktur. Kasetler bu gerçeğin daha geniş kitleler tarafından anlaşılıp kabul edilmesi için sadece bir etkide bulunabilir. Beraber çalıp çırpanlar bunları bilmiyor değillerdi, iktidar savaşında günü gelince koz olarak kullanılacak tehdit ve şantajla egemenliğin tesis için kullanılacaktı tüm bunlar. Gülen hareketi bunların hepsinin ortağıdır. Ekonomik vurgunu ve siyasal faşizmi beraber yaptılar. Bu anlamıyla birbirlerine karşı hamleler için arkadan kirliliklerini biriktirme siyaseti izlediler. Bugün Gülen hareketinin ortaya sürdüğü bu kasetler, Gülen hareketinin niteliği ortadayken başka bir amaç için yapıldığı gerçeğini de sorgulatmaktadır. Gülen hareketi demokratik ,halkçı ,şeffaf değilse bunları bugün ortaya sermesinde bir çıkarı bulunmaktadır. Bu AKP’yi sıkıştırarak toplum nezdinde köşeye sıkıştırma ve iktidar alanından düşürerek kendine alan açmadır. Bugün kasetler üzerinden yapılmak istenen özünde bir algı yönlendirmesidir. Kasetler üzerinden AKP’nin ne melun ve de bir kirli çıkın olduğunu ortaya çıkaranların en az bu iktidar kadar kirli olduklarını vurgulamak gerekir. Bu anlamda burjuva siyaset kasetler üzerinden yeniden dizayn edilmek istenmektedir.

Düzen partilerinden AKP’yi zayıflatma hamleleri Gerek CHP milletvekilleri ve genel baş-

kanı Kemal Kılıçdaroğlu gerek MHP bu konuda Gülen hareketinin servis ettiği kasetlerin üzerİnden AKP’ye vurarak onu zayıflatma uğraşında, halkın gözünde ise kendilerini de yetim ve fukara savunucuları olarak gösterme uğraşındadırlar. Kasetler ve yolsuzlukların üzerinde bu kesimlerin geliştirdiği politika gerileyen durumlarını sonlandırarak burjuva devletin kurumlarında yeniden hakim olmak ve daha fazla sermaye birikimi için daha güçlü bir nüfuz elde etme istemleridir. Siyaset dizaynı açısından ise gelecek zamanda tek partili iktidar döneminin kapandığını ve partiler koalisyonu temelinde yeni bir konsensüs sürecinin oluşturulmak istendiği çok açıktır. Bugün kasetlerin vesile olduğu, kasetler üzerinden yapılmak istenen budur. Kasetlere dair CHP ve MHP’nin takındığı tutum ise burjuva pragmatizmin doğasını ortaya koymaktadır. Daha önce AKP ve Gülen hareketinin kasetler üzerinden siyasetin yönünü belirleme ve bu iki partiyi zayıflatma operasyonlarIydı. Geçmişte olanların üstü geçmişle örtülmüştür, günün kendileri için fayda ve çıkarlarına hizmet eden yanına bakmaktadırlar. Burjuva partilerinin siyaset ve tutumları onurlu tutumdan tamamen uzaktır. İspatlama ve temize çıkma tutumları da sahte ve kirlidir. Özbirliği olarak sermaye kann, irin, gözyaşı ve sahtekarlıktır. Bu gerçeğin üzerinden var olanların bütün tutumları bir gösteri ve algı yönlendirmesidir.

diğer üç klik ise AKP’nin kalıcılaşmasının kendileri açısında tasfiye hareketine dönüşeceğini bildiklerinden karşı çıkmaktadır. Kitleler Geziden bu yana sürekli olarak politik atmosferde bir itiraz geliştirmektedirler.. Halkın karşı çıkışıyla bunların karşı çıkışı biçimsel benzerlik iken amaç ve hedefler farklıdır. Toplumun demokratikleştirilmesi istemi bir tarafta kitlelerin ve onun devrimci demokratik aklıyken, diğer taraf sansürcülüğün kendisini daraltması ve teşhir için algı operasyonu engellediği içindir.. Ulusçu,şovenist , faşist katliamcı CHP‘den, ırkçı faşist MHP’den İslamcılık kılıflı neo liberalizmin stratejik aparatı Gülen Cemaati‘nden demokrasi beklemek ve bu çıkışları buna yormak abestir . Bunu demokrasi propagandası yapanlar yanlış algı yaratıp halkın gücünü arkalarına alıp AKP’yi indirmek istiyorlar.. Cemaat ve eski MHP’liler CHP‘den yeni bir ittifak türetmiş durumdadır. Bu ittifak emperyalist AB veABD’nin de olurunu almış durumdadır. ABD ve AB ye rağmen bu yönelim geliştirilemezdi. Cemaat ve ABD’nin şu anda en değer verdiği yer Türkiye Kuzey Kürdistan ve Ortadoğu aparatıdır. Bu anlamda Kemal Kılıçdaroğlu‘nun Amerika ziyaretleri meseleye yaklaşım tarzından bu ittifaka olur verildiğidir. İşte kasetlerin şu andaki vasfı koalisyonun iktidarlaşma yaklaşımının algısı için servis edilip kullanılmaktadır.

CHP ve Gülen Cemaati

Siyasal faşizm ve ekonomik talan ve rantiyecilik hareketi olarak AKP Türkiye Kuzey Kürdistan‘ın halk kitlelerince teşhir olmuş bir partidir. Ulusal sorun, inançlara, kadınlara, gençlere, köylülere, işçi ve issizlere karşı izlediği politikalar, genişleyen ve yaygınlaşan direnişe dönüşmüştür. Devletin her türlü aygıtını seferber ederek kitleleri bastırma ,sus-

Sürecin gelişmeleri CHP ile Gülen hareketi arasında mevcut iktidar ve devlet krizinde bir ittifakın oluştuğu yönelimlerinden anlaşılmaktadır. Yetim hakkını dile pelesenk etmiş olan Kılıçdaroğlu parlamentoda, grup toplantılarında kasetlerin içeriğini işleyip durarak temiz el ve vicdan simsarlığına oynuyor. Cemaatin mevcut durumda gazete televizyon kanalları üzerinden ve hiç kuşku yok ki en etkili olduğu yargı ve polis teşkilatlarıyla AKP’yi başbakanın ve etrafının yaptıklarını bu kurumlar üzerinde işleyerek kenara sıkıştırmaya çalışmaktadır. Siyasal parti tarzındaki eksikliğini ise kitleler nezdinde gayri meşru bir duruma düşmemek için CHP ile ittifak yaparak gidermektedir. Böylece AKP’nin geriletilmesiyle iktidar alanında nüfuz gücünü geliştirmek isteyen Kemalistler ile Gülen hareketinin iktidardan AKP‘yi düşürerek yerine hazır olan yapısının avantajlarını koruyarak kendini garantiye almasıdır.Bunun için AKP kendini savunmak için denetimi daha çok kendinde toplamaya çalışmaktadır. HSYK, MİT ve Torba Yasa‘da gecen sansür CHP, MHP ve Gülen Cemaatinin çıkarlarıyla uyuşmamaktadır. AKP kendini korumak ve güvenceye almak için yasalar çıkarırken bu

AKP çözülüş ve çöküş sürecine girmiştir

turma ve kandırma yöneliminin sonuna gelinmiştir. Gezi Ayaklanması AKP’nin geleceğini belirleyen bir kitle ayaklanması vasfını oynamıştır. Cemaat kendini iktidar savaşında AKP’den ayrıştırarak kendini yeni ittifaklarla var etmeye çalışmaktadır. Liberaller ise bu ittifaktan Cemaatten önce çekildi. Ve son kalan kırıntılarda Cemaat AKP iktidar savaşında kendini AKP dışına koydular denilebilir. Milliyetçi faşistlerinAKP içindeki kesimi ise Cemaat AKP savaşında safları teker teker terk edip, CHP ve MHP politik partilerinde kümelenmeye başladı. AKP içinde kalan çeşitli tarikatlar ve milli görüşçü Türk İslam sentezci kesim ise varlığı muammalı bir birliği sürdürmektedirler. Bunların şu anda sahip olduğu sermaye ve nüfuzu korumak için kenetlenmeleri durumu söz konusu olsa da gelişen kitle hareketi ve diğer kliklerin yönelimlerinin güçlüğünden dolayı daralması kaçınılmaz gözükmektedir. Bu bağlamda yerel seçimler cumhurbaşkanlığı seçimi ve parlamento seçimlerine kadar AKP‘nin bu süreçlerde güç kaybetmesi ve zayıflaması kaçınılmaz gözükmektedir. Emperyalist ABD ve AB bu süreçteAKP yanlısı bir tutum takınmamaktadırlar. ABD Başkanı Obama‘nınTayyip Erdoğan’ı telefonla araması ve ABD Dışişleri Bakanı‘nın açıklamaları ABD‘nin yaklaşımını ortaya koymaktadır.Ortadoğu’nun içinde bulunduğu durum Mısır ve Suriye’nin gri tablosu İsrail, Filistin vb. durumlar kaos süreci olarak AKP’nin bu vizyonunu ve oynayacağı rolü daraltmış uluslararası alanda ve Türkiye Kuzey Kürdistan‘daki teşhir durumu AKP seçeneğinden başka arayışlara dönüşmüştür. Tüm bu sürecin devrimci temelde gelişmesi birleşik kitle eyleminin örgütlenmesi olarak devrimci harekete tarihsel bir olanak ve sorumluluk vermiştir.


08 dünya haber Ukrayna’da pazar dalaşı Emperyalizm çağında her pazar paylaşım savaşı bir uzlaşıyı, her uzlaşının da daha sonra yaşanacak bir pazar paylaşım savaşı için güçleri toparlama gerçekliği bunu ispatlamaktadır 2013 Kasım ayında Ukrayna’da başlayan olaylar 22 Şubat’ta Yanukoviç’in ülkeyi terk etmesiyle, esasını milliyetçilerin oluşturduğu kanadın iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlandı. Ukrayna’da olayların fitili 2013 Kasım ayında devlet başkanı Yanukoviç’in AB ortaklık antlaşmasını imzalamaması sonucu ateşlendi. Bu antlaşmanın imzalanmamasını bahane eden AB yanlısı milliyetçiler, Rus yanlısı devlet başkanı ve hükümet başkanının istifası için sokaklara çıktı. İlk zamanlar muhalefetin çıkışını bastırma amaçlı sert bir biçimde müdahale eden iktidar kitlenin tepkisinin çoğalıp katlanması ve uluslararası kamuoyunun da tepkileriyle, müdahalesini nispeten yumuşattı. Nitekim iktidarın nispi geri adım atması milliyetçilerin AB ve ABD’li emperyalistlerin de desteğiyle başkent Kiev’in en büyük meydanını dört ay boyunca işgal edilmesini de beraberinde getirmiştir. Dört ay süren işgal özellikle ocak ayı itibarıyla şiddetli bir iç savaşa dönüştü. Bir yanda batı yanlısı milliyetçiler, diğer yanda Rusya yanlısı Yanukoviç iktidarı. Emperyalistlerin pazar paylaşım savaşından başka bir şey olmayan bu iç savaş durumu önce Rusya yanlısı olan başbakanın ocak ayında istifa etmesi peşinden 22 Şubat’ta Yanukoviç’in de ülkeyi terk etmesiyle şimdilik AB yanlıları lehine sonuçlanmıştır. Yanukoviç’in ülkeyi terk etmesi ve parlamentonun eski maliye bakanını parlamento başkanı seçmesi ve seçimlere kadar devlet başkanı yetkilerini de parlamento başkanına devretmesi sonrası, Rusya hemen sınırda askeri tatbikat gerçekleştirme kararı almış ve askeri saldırı sinyali vermiştir. AB ve ABD emperyalistlerinin peşi sıra yeni hükümeti tanıyan ve olası bir saldırıya

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

Katliamlar

izin vermeyeceklerini açıklamaları ortamın kızıştığının işaretidir. Kuşkusuz buradan emperyalistlerin karşılıklı bir fiil savaşa girme olasılığı zayıf olsa da kartların birbiri ardına açılmasına neden olabilir.

Ruslar için Kırım stratejik önemde Kiev'deki yeni yönetimle ilişkileri gergin olan ve nüfusunun çoğunluğunu Rusların oluşturduğu Kırım otonom yönetimi, bölgenin geleceğini belirlemek için referanduma gidileceğini duyurdu. Parlamento tarafından yapılan açıklamada, referandumun "otonominin genişletilmesi ve iktidarının güçlendirilmesi" hakkında olacağı belirtildi. Bu bölgeden vazgeçmek demek Rusların Karadeniz’de güç kaybetmesi demektir. Ruslar önemli askeri ve ticaret üslerinden olan Kırım’ı kolay vermeyecek gibi gözüküyor. Nitekim parlamentoda referandum kararı alınmadan Ruslar Kırım Yarımadası’nın Sivastopol şehrine zırhlı birliklerini çıkarmış bir nevi müdahale sinyalini daha da netleştirmiştir. Ruslar kendileri için vazgeçilmez olan bu bölgeyi ve doğu Ukrayna‘nın bazı bölgelerini de içine alan bir özerk bölge veya kendi topraklarına bağlamak için Gürcistan benzeri bir sınırlı müdahaleyi devreye sokabilir. Ukrayna’nın NATO’ya dâhil edilme istemi Rus emperyalistleri tarafından dibinde bir ABD –AB askeri üssü anlamı taşıyacağından, kaçınılmaz olarak ileride yaşanacak olan pazarı genişletmek için paylaşım savaşı öncesi, küçük çapta savaş gerçekliğini ileri çıkaracaktır. Emperyalizm çağında her pazar paylaşım savaşı bir uzlaşıyı, her uzlaşının da daha sonra yaşanacak bir pazar paylaşım savaşı için güçleri toparlama gerçekliği bunu ispatlamaktadır. Şimdilik durulmuş olarak görünen emperyalistler arası pazar mücadelesinin yansıması olan iç savaş durumu, Kırım’daki gelişmelere bağlı olarak değişebilir. Kesin olan Rus emperyalistlerinin buradan vazgeçmeyeceği ve bunun için gerekirse askeri saldırıda bulunacağıdır. Diğer emperyalist güçlerin alacağı pozisyona bağlı olarak değişebilecek durum şimdilik bölünmüş bir Ukrayna’ya doğru gidiyor. Yani doğusunda Rus emperyalistlerinin etkin olduğu, batısında AB’li emperyalistlerin etkin olduğu otonom iki bölge ya da fiilen ayrılmış iki devlet.

Özellikle Suriye coğrafyası ve dünyanın çeşitli ülke ve bölgelerinden Sünni, çeşitli tarikatlara mensup ve işbirlikçi silahlı güçler, Suriye özgülünde devreye sokularak Alevi ve YPG önderliğindeki Kürt bölgelerinde Kürtleri hedef alarak vahşice saldırılar gerçekleştirmektedir Emperyalist devletler dünya halkları ve ezilen ulusları ve çeşitli inançlara mensup kitleleri boğazlamaktan medet umarken, bütün bunları işbirlikçileri üzerinden körüklemekte, kargaşa yaratarak haksız savaşlardan nemalanmaktadırlar. Uluslararası emperyalist sermaye grupları, merkezileşme ve derinleşmesine uygun olarak daha fazla kar hırsı için daha fazla pervasızlaşarak saldırganlaşmaktadır. Stratejik ve çok yönlü saldırılar yürütmekte ve ezilen ve sömürülen halk kitleleri arasında sürekli çelişki ve çatışmalar yaratarak düşmanlıklar daha da derinleştirilmektedir. Bütün

ekonomik ve politik uygulamalar, dünya halkları ve ezilen ulusları ve çeşitli inançlara mensup kitleler üzerinden emperyalist stratejilere hizmet edilmesi amaçlanmaktadır. Emperyalist tekelci sermayenin din, mezhep ve imanda yeri geldiğinde para, sermaye ve rant olarak ekonomik çıkarlar için kullanılmakta, halk kitleleri vahşi şekillerde boğazlanmaktadır. Tarihi kan, zulüm ve sömürü cenderesinden ibaret olan emperyalist kapitalist sistem ve onların işbirlikçilerinin katliamları ne ilk ne de sondur. Zira zulüm ve sömürüden beslenen iktidarları daha fazla kar yasasına bağlı olarak genel düzlemde halk kitleleri hedeflenmekte ve onları birbirilerine kırdırtarak saltanatlarını sürdürmenin saldırganlıkları gerçekleştirilmektedir. Bir yandan kendi aralarında vahşi ve fütursuz bir savaş yürütürken ezilen ve sömürülen halk kitleleri ve de özellikle tarih boyunca nice baskı ve sömürüye maruz kalmış Aleviler başta olmak üzere Kürt ulusu ve azınlık milliyetlere yönelik düşmanlıkta ise ortaklaşarak operasyonlar ve katliamlar gerçekleştirmektedirler. Bu durum, Suriye genelinde mezhep farklılıklarını ve çatışmalarını da göstermektedir. Özellikle Suriye coğrafyası ve dünyanın çeşitli ülke ve bölgelerinden Sünni, çeşitli tarikatlara


1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

09

ülkesi Suriye

mensup ve işbirlikçi silahlı güçler, Suriye özgülünde devreye sokularak Alevi ve YPG önderliğindeki Kürt bölgelerinde Kürtleri hedef alarak vahşice saldırılar gerçekleştirmektedirler.

Katliamın arkasındakiler 9 Şubat’ta Suriye Hama’ya bağlı Maan köyündeki Alevilere yönelik katliam da bunlardan biridir. Maan Katliamı; El- Kaide’ye bağlı El- Nusra cephesi, İslami Cephe bileşenlerinden AhrarŞam, Suriye devrimci Cephesi ve IŞİD’ e bağlı Cundu’l Aksa tugayı çetelerinin ortak katılımlarıyla gerçekleştirildi. “Maan köyünü Alevilerden temizledik, pisliklerden arındırdık’’ argümanlarıyla görüntülerin varlığı vahşi katliamın mezhep içeriğini de açıkça ortaya sermektedir. Çeteler “Hıristiyanlar Beyrut’a, Aleviler mezara’’ sloganları eşliğinde tekbir naralarıyla “hepsini kestik’’ övüntüleriyle hareket etmiş ve katliamı gerçekleştirmişlerdir. Genel kabule göre yaklaşık 41 Alevi, katledilmiştir. Geride kalanlar yeri yurdu viran içerisinde başka yerlere sürüklenerek çaresiz ve bitap düşerek canlarını zor kurtarmıştır. Emperyalist efendiler bizzat ABD ve ona endeksli emperyalist bloklar, Türk devleti, Katar ve Arabistan üzerinden çeteleri finanse etmekte, örgütleyerek seferber etmektedir. Türk devleti de tırlarla bu uşak çetelere silah, yiyecek ve giyecek taşıyarak beslemekte ve saldırıların bizzat içerisinde yer aldığını ispatlamaktadır. Alevi ve Kürt katliamlarını gerçekleştiren işbirlikçi uşak çetelerin bir kısmının Türk devleti, diğer bir bölümünü ise Katar ve

Arabistan eliyle beslendiği ve organize edilerek savaşa seferber edildiği çok nettir. Bu kapsamda Alevi, Kürt vd katliamların esas sorumluları başta emperyalist devletler ve onların stratejik uşakları gerici devletler ve bir bütün olarak organize edilen işbirlikçi yasal ya da yasadışı piyon çeteler ve silahlı güçleridir. Bu temelde Suriye ve her bir bölgesi ve alanında bunlardan bir demokrasi, hak ve hukuk, eşitlik ve özgürlük beklemek ham hayaldir. Demokrasi, eşitlik ve özgür bir gelecek bizzat halk kitlelerinin son derece meşru, haklı, demokratik ve devrimci savaşıyla gelecektir. Zalimler ve sömürücülerin, istikrarsızlık ve daha fazla kan deryasıyla halk kitlelerine verecekleri olumlu hiçbir şey yoktur. Topuna karşı bütün uluslar ve azınlık milliyetler, ezilen inançlar ve inançsızlar için tam hak eşitliği, özgür ve demokratik, devrimci ve sosyalist yönetim mekanizmalarıyla geniş bölgesel özerklik ve yerinde yönetimlerle kurtuluş ve mücadele bayrağı yükseltilmelidir. Antiemperyalist ve her türlü gericiliğe karşı tüm ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci ve komünistler direniş ve mücadele platformlarıyla topyekûn teşhir ve bilinçlendirme kampanyaları örgütlemelidir. Halkların kardeşliği şiarıyla halk kitlelerinin hiçbirini ötelemeden hem hür bir ağaç hem de kardeşlik ormanından merkezileşmiş özgürlük bayrağıyla direnmeli ve zalimlere karşı topyekûn savaşılmalıdır. Karşı- devrimci savaşa karşı devrimci savaşı yükseltelim.

YÖNELİM

≫ kazım cihan

YENİYİ KAVRA DEVRİMİ PRATİKLEŞTİR

T

arihte yeni olan ilk başta hitap ettiği kitle tarafından ya anlaşılmaz ya da kabul görmez, bu iki yaklaşımdan ötürü yeninin hayat bulması, pratiğe uyarlanması zaman alır. Anlaşılması da zaman alır ve gerçekliği pratikte sınandıktan sonra ispatlanır. Sonra bu yeninin yerini başka bir yeni alır ve yeninin kendiyle imtihanı sonsuza dek böyle sürüp gider. Yeni zamanı anladığı ve ondan kopup farklıyı inşa ettiği için yenidir. Geçmişin tekrarı olan ondan kopmayan yeni değildir. Hatta günün ihtiyaçlarına cevap olamıyorsa, gelişmenin önünde tıkaç olan bir dogmadır. Bugün de bir yeninin karşımızda durduğu bir süreçteyiz. Ya onu anlayıp kavrayıp pratiğe geçireceğiz ya da geçmişin dogma fikir ve pratiklerini referans almaya devam edip yeninin yaşam bulmasını sadece geciktireceğiz. Evet, yeninin bir de böyle bir yanı var. Eğer koşulların somutluğunu tarif ediyorsa hiçbir güç ya da kimse onun yaşamsallaşmasını engelleyemez. Bahsettiğimiz yeni öncünün teoride ulaştığı son seviye ve pratikleştirmeyi hedeflediği düşünceleridir. Yeni kendi başına hayat bulamaz onu pratikle buluşturacak kadrolar onun ilerleyişinde belirleyicidir. Zaten doğruluğunun sınanacağı yer olan pratiğe doğru araç ve politikalarla uygulanmazsa bir yanlışa sürüklenmesi kaçınılmazdır. Tarihimizin sosyalizm deneyimleri bunun en iyi örnekleridir, yanlış olan sosyalizmin kendisi değildi onun yaşam bulmasını sağlayacak politikalardı. İşte yeninin sınavının ve onu pratikle buluşturacak politikaların doğru olması gerektiğinin nedenini ve önemini bu örnekten anlayabiliriz… Tarihten, tecrübe ve deneyimlerden aldığımız referansla inşa edeceğimiz bu yeni anlayışa çıplak, yani ezberlediğimiz dogmalaşmış fikirlerle değil, MLM teorinin özü olan somut koşulların somut tahlili ilkesiyle yaklaşacağız, bir doğruyu hâkim kılmak onu yaşamsallaştırmak zor iştir. Önce onu bilimsel bir eleştirel yaklaşımla özümseyip kendimizde hâkim kılacağız sonra hedef kitlesine yayacağız. Aksi halde bilimsel olan tespitlere bir ayet gibi yaklaşıp onu kendi dogmamız haline getirmemiz kaçınılmazdır. Akıldan çıkarmamamız gereken altın kural, her fikir, teori vs. başka bir teorinin eleştirisi üzerine yükseleceğidir. İşte tarihsel ilerlemenin anahtarı buradadır. MLM teori de bu yolu izlemiş ve bugünkü halini almıştır. Yoksa o kâhinlerin bulduğu bir şey değildir. Yeniye çıplak yaklaşmak onu MLM teori süzgecinden geçirmektir. Onu şaşmaz kabul etmek teorinin kendisine yabancılaşmak ve onu zayıflatmakla eşdeğerdir. Algımız onun gününün doğrusu olduğunu ve gelecekte bunun değişebileceğine açık olmalıdır. Öncünün bugün ulaştığı seviye bu yaklaşımın ürünüdür.

Tarihin, yaşamın monolotik ve durağan olamadığı gerçekliğinden hareketle oluşturulmuş teorik formülasyon buzun kırılıp yolun açıldığının işaretidir. Bu işaret kimilerince kuşkuyla karşılansa da gerçeğin ta kendisidir. Pratiğimiz bunu ispatlayacaktır. Şimdi görev bitmez tükenmez bir enerji ve heyecanla bunu kitlelere götürüp vücut bulmasını sağlamak ve ete kemiğe büründürmektir. Teori kendi kadrosunu yaratacak ve dönüştürecektir, yeter ki buna açık olalım. Teoriye çıplak ve boş bir kâğıt misali yaklaşalım. Bugün ihtiyacımız olan bilimsel teorinin özüne sarılmaktır. Gelenekçi, dogmatik fikirlerin sonunda karaya oturacak olan gemisini yakıp, bizi halk denizinde doğru rotaya götürecek olan gemileri inşa edelim, sürekli yeni ufuklar fethetme heyecanıyla donanalım. Geçmişin eskimiş fikirlerine değil günün gerçekliğini anlatan doğrulara sarılalım, devrimin böyle kadrolara ihtiyacı var.Çağının somutluklarını anlamayanlar ya da bunu arama çabasına girmeyenler geleceği inşa edemezler. Gelecekten dem vurur yerinde sayarlar. Anı anlayıp onu dönüştürme cüretine sahip olanlar geleceği inşa edebilirler. Geleceği inşa etmek için gösterdiğimiz cüreti kendimizi yıkıp yeniden yaratmak için de gösterelim. İlerlemenin ve başarmanın yolu bundan geçer. Kendi etrafında dönüp aynı yere çıkanlar olmayacağız, yeniyi yaratmaya yöneldiysek yıkmaya kendimizden başlayacağız. Yaşam durağan değildir. Akıcı ve her gün bir yeni doğuma kaynaklık eder. İşte karşımızda duran bir ayaklanma gerçekliği… Kitlelerin öğrettiği ceberut devlet ve ona karşı isyanın meşruluğu, sokağın, yıkıcılığın meşruluğu, değişimde zorun ve pratiğin öğreticiliği, haklılığı. Ayaklanmayı sadece bir sokak eylemi olarak ele alamayız onun açığa çıkardığı derslerle kendimize, yani düşünce sistematiğimize, devlet, devrim, toplum ve parti vs. anlayışımıza yönelmeliyiz. Ancak böyle doğru sonuçlar çıkarabiliriz, ancak böyle inşa edebiliriz yaşanılabilir özgür dünyayı ve toplumu. Ustaların yaptığı budur. Kitlelerin pratikleri ve istedikleri yaşam biçiminden doğru dersler çıkarıp yaşam bulacağı araç ve yöntemler geliştirmek. İşte Sovyetler, işte Şangay Komünü, işte Gezi Halk Komünü… Bugün inşa etmeyi hedeflediğimiz bunların gerisinde olamaz. Yıkıcı ve yaratıcı olan kitlelere yaşadıklarından farklı olmayan bir sistem önerirsek ona yanaşmazlar, hatta yaşatmaya kalkarsak onu da yıkarlar, tarih tanıktır bunlara. Yıkıcılar tarihsel rollerini oynar, yıkması gerekeni yıkar ve yeniyi kurarlar. MLM teori ışığında önderlik edebilirsek doğru olanı kurarız. Yoksa tersini yaşamaya mahkûm oluruz. İşte görev bu kadar açık ve nettir. Ne yapacağımıza kendimiz karar vereceğiz…


10

emek haber

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

8 Mart’a doğru kadın emeği Kadın istihdamı paketi, kadınları giderek yoksullaştırırken güvencesiz çalışmanın önünü de açmaktadır

11 yıllık AKP iktidarı neo-liberal, neo-muhafazakar politikalarıyla, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmekte, kadını geleneksel kalıplara hapsetmeye çalışmaktadır. İktidar, söylem ve uygulamalarıyla edinilmiş haklarımıza saldırmaktadır. Giyeceğimiz etekten, doğuracağımız çocuk sayısına kadar karışmakta, ‘kızlı-erkekli olmaz’ demekte, kadının insan haklarını ihlal etmekte ve daha çok katliama neden olmaktadır. Erkek egemen sistemin temsilcisi başbakan, kadını birey olarak değil, ailenin bir parçası olarak tanımlamakta, ‘kadının yeri evidir, işi de evdedir’ mesajları vermektedir. AKP iktidarı döneminde kadın katliamları, tecavüz ve tacizler giderek artış gösterdi. Bir de tüm bunların üstüne kadınlara müjde sloganıyla kadın istihdam paketi ortaya atılmıştır. Paketin ayrıntıları belirginleştikçe; meselenin doğum izninin arttırılması, doğum-kreş yardımları, yeni haklar verilmesi olmadığı ortaya çıktı. Bu paketle kadınlar daha da yoksullaşacak, güvencesizleşecektir. Bu paketle kadın çalışma yaşamından uzaklaştırılarak asli görevi olan ev işleri, çocuk bakımı ve bakım işlerine döndürülecektir. Kadın emeği değersizleştirilip kadınlar ev içine hapsedilecektir. Kısaca kadınlara verilmek istenen mesaj şudur: “Sizin asli işiniz evdedir, ev dışında çalışmak istiyorsanız asli görevinizi aksatmamak koşuluyla yarı zamanlı, esnek, güvencesiz işlerde çalışabilirsiniz”

ayını evlerinden uzakta, olumsuz koşullar altında geçirmektedirler. Söz konusu işçiler çoğu zaman minimum insani yaşam standartları altında yaşamlarını idame ettirmek zorunda kalmaktadır. Ayrıca sağlık, eğitim, ulaşım ve sosyal güvence gibi birçok problemle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bütün bu olumsuz şartlar yetmezmiş gibi çalışmak üzere gittikleri bölgelerde 2.sınıf insan muamelesine tabi tutulmaktadırlar. Potansiyel suçlu ilan edilen mevsimlik işçiler, yerli işçilerden daha düşük ücret almak zorunda bırakılarak, ne yazık ki emekleri de sömürülmektedir. Mevsimlik kadın tarım işçileri de en çok çalışan ama en çok da ezilen ve sömürülen kesimdir. Eğitim düzeyleri en alt, hatta hiç eğitim görmemiş bu kadınlar, çoğu zaman erkeklerden daha üretken olmalarına karşın ücretlendirmede daha düşük meblağlarda çalışmak zorunda kalırlar. Tarlada çalışmak yetmezmiş gibi çocukların bakımı, yemek ve diğer işler de kadınların sırtına yüklenir. Ve en acısı da kendi alın terleriyle türlü zorluklarla kazandıkları parayı tasarruf hakları da eşlerinin insafına bırakılmıştır. 8 Mart’a sayılı günler kala bile, mevsimlik kadın işçilerin örgütlenme sorunu çözülememiştir.

Hapishanedeki tutsak kadınlar Hapishanelerde hak gaspları giderek artmaktadır. Çıplak aramanın da-

Denetimsiz, kayıt dışı çalışan kadınlar Ülke genelinde istihdam edilen 25 milyon 960 bin kişiden 9 milyon 803 bini kayıt dışı çalışmaktadır. Toplam istihdamın yüzde 29.5’ini oluşturan 7 milyon 744 bin kadın çalışanın yüzde 53.4’ü herhangi bir sosyal güvencesi olmadan çalıştırılmaktadır. Ağustos ayı itibarıyla 7 milyon 744 bin kadın çalışanın 4 milyon 138 binini, erkeklerde ise 18 milyon 216 bin çalışanın 5 milyon 665 binini kayıt dışı çalışanlar oluşturmaktadır. Kayıt dışı kadın istihdamının dağılımı incelendiğinde, ücretli ve yevmiyeli çalışan 4 milyon 265 bin kadından 965 bininin (yüzde 22.6), ücretsiz aile işçisi olarak çalışan 2 bin 581 kadından 2 milyon 456 bininin (yüzde 95.2) kayıt dışı olduğu görülmektedir. Bu arada kayıt dışı çalışan 4 milyon 138 bin kadının 2 milyon 988 bini tarım sektöründe, 1 milyon 150 bini ise tarım dışı sektörlerde istihdam edilmektedir. Kayıt dışı “çalışanlar” içinde ücretsiz aile işçileri önemli bir yer tutuyor. Büyük bölümü tarım kesiminde bulunan ve standart bir istihdamdan farklı olarak tarım ya da ticaretle uğraşan, ailesine yardım eden ücretsiz aile işçilerinin toplam sayısı 3 milyon 556 bindir. Bunların yüzde 93.1’ini oluşturan 3 milyon 309 bini sosyal güvenlik sistemine kayıtlı değildir. Doğalında ücretsiz aile işçisi olarak tanımlanan kadının, işsizlik hesaplamalarında da adı geçmemektedir.

Ev-eksenli çalışan kadınlar ve göçmen ev işçisi kadınlar

Mevsimlik kadın işçiler İstatistiklere göre, ülke genelinde 1,5 milyondan fazla tarım işçisi bulunmaktadır. Bu nüfusun büyük bölümünü kadınlar oluşturmaktadır. Bu kesim, yılın ortalama 5

Greif işçileri haklarını istiyor

yatıldığı, taciz ve tecavüzün gerçekleştiği hapishanelerde kadınlar için yaşam daha da zorlu olmaktadır. Mücadele eden kadınlara komik gerekçelerle yılları bulan hapis ‘cezaları’ verilmektedir. 8 Mart’a, 25 Kasım anmalarına katılmak bile suç sayılabilmektedir.

Ev-eksenli çalışma, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaygın ve

Greif işçileri, TİS talepleri için yapılan görüşmeden anlaşma çıkmaması üzerine üretimden gelen güçlerini kullanarak fabrikayı işgal etti Greif Sunjüt işletmesinin Hadımköy Fabrikası’nda toplu iş sözleşmesinde anlaşma sağlanamadığı için işçiler fabrikayı işgal etti. İşçiler barikat kurdukları dış kapıda ve fabrikanın içinde sırayla nöbet tuttu. İşçiler yapılan müzik yayınıyla birlikte fabrika

bahçesinde toplanarak “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları attı. İşçiler Hadımköy’deki fabrikanın bahçesinde sloganlarla bekleyişlerini sürdürürken, DİSK Tekstil bürokratlarının yapmış olduğu yazılı açıklama karşısında "Kahrolsun sendika ağaları!" sloganını da haykırdı. Sendikaların toplu sözleşme hakları ellerinden alınıyor DİSK Tekstil İstanbul Şube Başkanı Kazım Doğan fabrikaya gelerek işçilerle konuştu. Doğan fabrika yönetimiyle görüşmelerin devam ettiğini belirtirken, işçiler ise sendikanın sitesinde yayınlanan yazıyla ilgili

yaygınlaşmakta olan bir çalışma biçimidir. Tekstil, tarım, gıda, dokuma gibi geleneksel alanlara ilaveten, otomotiv, elektronik, ambalaj gibi modern sektörler de yaygınlaşmaktadır. Ev-eksenli çalışanlar, kendi evlerinde ya da evlerinin uzantısı olan yerlerde bazen fason (parça başı) işlerde aracılara, bazen konu komşuya ya da yakın veya uzak çevreden aldıkları siparişlere, bazen de pazarlarda ve dükkânlarda satmak ya da sattırmak üzere kendi hesaplarına üreterek çalışmaktadır. Genellikle sigortasız bir çalışma türü olan evden çalışmada ne işin ne ücretin garantisi vardır. Çalışanların çoğunluğu yoksul, bakım yüklerinden eğitim ya da ailevi durumuna kadar birçok nedenle başka işlerde çalışma imkanı bulamayan kadınlardan oluşur. Arkasında çoluğunu çocuğunu, ailesini, mesleğini, eğitimini bırakıp bin bir zorlukla “göç etmeyi başaran”, gelir gelmez pasaportuna el koyulan, yatılı çalıştıkları için çalışma saatleri tüm günü bulan, polisle ve şikâyetle tehdit edilip her türlü muameleyi sineye çekmeleri beklenen, her türlü saldırıya açık “yeni köleler” Doğu Avrupa’dan, Batı Avrupa’ya; Meksika, Orta ve Güney Amerika’dan, Amerika Birleşik Devletleri’ne; Kuzey Afrika’dan, Güney Avrupa’ya; Güney Asya’dan petrol zengini Körfez ülkelerine; Filipinlerden dünyanın birçok bölgesine doğru akan kadınların derdi gelir adaletsizliği, yoksullaşma, siyasi çatışmalar, şiddet ve savaşın ortasında kalan ülkelerinde geride bıraktıklarına güvenli bir sığınak oluşturmaktır. Sovyet sisteminin yıkılması, ekonomik kriz ve yapısal uyum programları gibi nedenlerle, yüksek işsizlik ve yoksulluk sorunuyla boğuşan ülkelerde, kadınların göç ederek, hızlı talep artışının olduğu tekstil, bakım hizmeti gibi sektörlerde çalışmaya başlamaları, pek çok haneyi ayakta tutan temel yaşam stratejisi haline gelmiş durumda. Ve bu yaşam stratejisiyle ayakta kalma zorunluluğu bugün giderek daha fazla insanı içine alıyor. Daha birçoklarını ekleyebileceğimiz kadının emek mücadelesi ülkemiz özgülünde de sürmektedir. Kanımız ve canımızla yazdığımız emek mücadelesinin günü 8 Mart yaklaşırken, tüm kadınları alanlarda mücadeleye çağırıyoruz. Çok işler başardık çok işler başaracağız.

tepki gösterdi. DİSK binası önünde açıklama yapan Greif işçileri, DİSK’in taşeronlaştırmaya karşı verdikleri mücadeleyi görmezden geldiğini ve destek vermediğini belirterek şu ifadelere yer verdi: “Çeşitli işkollarında grev yasağı yetmezmiş gibi dolambaçlı kanun labirentlerinde ve sonu gelmez hukuki prosedürlerle grev silahımız filli olarak elimizden alınmıyor mu? Artık birçok yönüyle yasallaştığı için taşerona karşı dişe diş bir mücadeleye kalkıştık diye suç mu işlemiş oluyoruz? Hepsinden öte, DİSK ‘in varlığını borçlu olduğunu söylediğiniz iradesi, bugün işgal fabrikamızda, Greif’te hayat bulmuyor mu?”


emek haber

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

11

Eğitimde kadrolaşmaya karşı örgütlenelim Öğretmen olmanın hayalini kurarak çalışan, sınavda başarı sağlayan ve atanan bir öğretmenin iş güvencesini elinden alınacak. Ya iktidardan yanasın ya da dışarıdasın denilmektedir Erdoğan’ın telefon kayıtlarının havada uçuştuğu bir dönemde, Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, Meclis gündemine alındı. Kadrolaşmanın tavan yaptığı eğitim sistemi, bu yasa tasarısıyla yasal kılıfına da uyduruluyor. Özgür, demokrat bireyler yerine kendini destekleyen bireyleri yetiştirmeyi amaçlayan AKP iktidarı, kendisini destekleyenlerin arasına eğitim emekçilerini de eklemek istemektedir. KESK’in en dinamik kadrolarını barındıran Eğitim-Sen bu tasarının baş hedefindedir. Eğitimde güvencesizliği dayatmaya çalışan AKP iktidarı, okullarımızı özel sektöre peşkeş çekmenin derdindedir. Mecliste sessiz sedasız kabul edilen çalışılan tasarının içeriği şu maddelerden oluşmaktadır.

Yani denilen o ki merkezi yerlerde bulunan bütün okullar emekçilerin çocukları düşünülmeksizin, özel sektöre peşkeş çekilecektir.

İl Milli Eğitim Müdürleri iktidara yakın olanlardan seçilecek! Buna göre halen görevde olan Milli Eğitim Müdürleri öğretmenliğe dönebilirler. Defalarca görevden alınıp her seferinde mahkeme kararıyla geri dönen İl Milli Eğitim Müdürleri tarih oluyor. En tepeden başlamak şartıyla şube müdürlerinden okul müdürlerine, öğretmenlerden memur ve hizmetlilere kadar zincirleme olarak iktidara yakın olanlar amaçlanmıştır.

İdareciler yazılı ve sözlü (torpille) atanacak Tekliflere göre okullara görevlendirmeyi vali yapacaktır. Vali 4 yıllığına görevlendirme yapacak, dilerse uzatacak dilemezse görev düşecektir. Bir vali-

tedbir almayı beceremeyenlerin, atamaları nasıl yapacağı aşikardır. Kanun yürürlüğe girdiği tarihte 4 yıl ve üzeri sürelerle okul müdür ve yardımcısı olanların görevleri, ‘hiçbir işleme gerek kalmaksızın' sona erebilecek. 2013-2014 eğitim öğretim yılının bitiş tarihi itibarıyla 4 yıllık süreyi bitirmiş olanların da görevi sona erecektir. Bu demek oluyor ki bakanlık açılabilecek davaları kaybedeceğini biliyor, ön alıyor. Boşanmaya gerek kalmadan nikahın 4 yılda düşmesi, nafaka gerekmeden eşi başından atmak gibi bir yaklaşımdır. Her idarecinin görevinin biteceğini sanmak saflıktır. 4 yıl boyunca cici müdür olanların görevi elbette uzatılacak, biat etmeyenleri görevden alma zahmetine dahi girilmeyecek, iptal edilebilecek idari bir işlem olmadan görev otomatik olarak düşecektir. Göreve geldiği andan itibaren 4 yıl sonrasını düşünmeye başlayan bir müdürün adil olmaktan çok kendisini atayana sadık olmak dışında seçeneği olması isten-

Bütçe dershanelere seferber ediliyor Taslağa göre tüm dershaneler 1 Eylül 2015'e kadar dönüşümlerini tamamlamak zorunda olacak. Bu tarihten sonra sınava hazırlayan kurumlar açılamayacak, devam ettirilemeyecek, bir çoğu yer altına inecek. Açık liseye dönüşenler de 2017-2018 eğitim öğretim yılına kadar açık kalabilecek. Dönüşecek dershanelere, ‘arsa teşviki' verilecek. Yönetmelikler ‘öğrenci başına eğitim öğretim desteği' , ‘vergi indirimi' , ‘düşük maliyetli kredi' , ‘sigorta primi desteği' , ‘KDV istisnası' , ‘Yatırıma destek (bina inşası, donatım gibi)' teşvikler verilecek. Yine çıkarılacak yönetmelikle tüm özel okullarda okuyan 1, 5 ve 9. sınıf öğrencilerine, ilk yılı ayağı alışsın diye destek verilecektir. Ayrıca kamu okulları 20-25 yıllığına özel okullara kiraya verilebilecek.

nin ildeki okullara atayacağı idarecileri tespitinde hangi kriterlere uyacağı, bu isimler hakkında kanaati nasıl edineceği, yüzlerce okula nasıl doğru atama yapacağı tartışma konusudur. Sorumlu oldukları başka hiçbir kurum, iş ve temsil görevi olmasa dahi kendi başlarına karar verebilmeleri olası değildir. İstanbul gibi bir ilde zorunlu hava koşullarında bile

mektedir. Sendika tercihinden başlayarak idareci olunan kurumda sendikaya üye yapılan öğretmen sayısı dahi etkili bir tehdide dönüşebilir.

Öğretmenlerin kamuya yeterliliği gözetilecek Dershanelerde en az 6 yıl çalışmış olan öğretmenler, kamuda öğretmen olma şartlarını taşıyorlarsa KPSS'ye girmeden bakanlık tarafından sözlü sınava alınacaklar. Sözlü sınavı geçenler de öğretmen olarak atanabilecek ve Halk Eğitim Merkezleri'nde çalışabilecekler. Diğer yandan dershane öğretmenlerinin kayıt dışı

da çalıştırıldığı, dönemsel olarak işe alınıp çıkarıldığı da gerçektir. Bu tasarıyla atanmayı bekleyen 350 bin öğretmen varken sınavsız şartsız 40 bin öğretmeni sırf kendi destekçisi ve adamı diye kadroya almak alın teri döken bu 350 bin insanın emeğini çalmak demektir. Çalmak konusunda tecrübeleri Everest’i geçen AKP iktidarı için, binlerce öğretmeni mağdur etmek zor olmayacaktır.

Stajyerlere 2 yıllık terbiye ve yandaşlık eğitimi Kanun taslağına göre stajyer öğretmenlik 2 yıla çıkarılıyor. İki yılın sonunda yapılacak sınav ve sözlü sınav sonucunda “başarısızlık” söz konusuysa iki yıllık hizmeti çöpe atacak şekilde memuriyet sona erebilecek. Eğitim fakültelerini yüksek puanlarla kazanıp başarıyla bitiren, KPSS engelini de aşan, alan sınavının da hakkından gelen, 2 yıl boyunca derse giren bir öğretmeni yine sınava alacaklardır. Öğretmen olmanın hayalini kurarak çalışan, sınavda başarı sağlayan ve atanan bir öğretmenin iş güvencesini elinden alınacaktır. Ya iktidardan yanasın ya da dışarıdasın denilmektedir. Daha birçok tasarıyla eğitimde kadrolaşmayı yasallaştırmaya çalışan AKP iktidarına karşı 26 Şubat’ta Eğitim-Sen ve Türk Eğitim-Sen in ortak kararıyla gerçekleştirilen 1 günlük iş bırakma eylemi alanlarda yankı bulamadı. Her gün yeni bir hak gaspıyla ortaya çıkan yasalara karşı fiili meşru mücadele hattını örmek elzemdir. Bir gün öncesinden mesajla kitleleri örgütlemeye çalışmak, alanlara çağırmak akıntıya karşı yüzmeye benzemektedir. Uzun vadeli programlar üretemeyen sendikalar yok olmaya mahkumdur. Gezi Parkı deneyiminden de hareketle kitleler alanlarda fiili meşru mücadele hattına sahip çıkmaktadır. Bizlere dayatılmaya çalışılan güvencesizliğe karşı örgütlenerek mücadele edeceğiz. İnsanca yaşamanın ve çalışma koşullarını oluşturmak alanlarda mücadele etmekten geçmektedir.

Tunceli Devlet Hastanesi’nde direniş sürüyor Dersim'de DİSK’e bağlı DevSağlık İş üyesi Tunceli Devlet Hastanesi çalışanları, yaptıkları eylemlerle hak gasplarına karşı mücadeleyi yükseltiyor DİSK’e bağlı Dev-Sağlık İş üyesi Tunceli Devlet Hastanesi çalışanları, hastane yönetiminin keyfi uygulamalarını protesto etmek için çeşitli eylemler düzenledi. Hak gasplarına karşı mücadeleyi yükseltme kararlılığında olan hastane çalışanları, 20 Şubat’ta Tunceli Devlet Hastanesi Polikli-

nik önünde bir araya gelerek alkışlarla yürüdü. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Emeğe saygı, hakaret aşağılama ve benzeri davranışlara maruz kalmak istemiyoruz. Az personelle kölece çalıştırılıyoruz, angarya işler yapmak istemiyoruz. Bayram ve resmi tatillerde mesai ücretlerin tam yatırılmasını, aylık ücretlerimizin zamanında yatırılmasını, tutanak ve tehditlerle çalışanların üzerindeki baskılara son verilmesini, işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarının uygulamasını istiyoruz”

'Çalışma hayatının kanayan yarası taşeron' Dev-Sağlık İş üyesi çalışanlar 21 Şubat’ta hastane önünde iş bırakma eylemi gerçekleştirirken yapılan eyleme DHF de destek vererek hastane çalışanlarıyla dayanışmayı büyüttü. 24 Şubat’ta yeni bir eylem gerçekleştiren hastane çalışanları, taleplerinin karşılanması için basın açıklaması düzenledi. Yeni Demokratik Sendikal Birlik (YDSB)’in de destek verdiği eylem sırasında sağlık alanının piyasalaştırılmasıyla birlikte taşeron sorununun katmerleşerek devam

ettiği bir sürece girildiğine vurgu yapıldı. Basın açıklaması şu ifadelerle sona erdi: “Sorunlarımızı hastane yönetimi ve valiliğe bildirmemize rağmen hiçbir olumlu adım atılmamıştır. Buradan tekrar Tunceli Kamu Hastaneleri Birliği'ne ve hastane başhekimine sesleniyoruz; daha temiz bir hastane, hastaların daha iyi olanaklar altında tedavi edilmesi için bir an önce taleplerin kabul edilmesi gerekiyor.” Basın açıklaması sırasında “İşçiyiz haklıyız kazanacağız” , “Grev hakkı engellenemez” , “Tayyip sen yaşa 830 liraya” sloganları atıldı.


1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

Kongre kararlarını kav Proleter dünya devrim teorisinin Maoizm ile nitel olarak bu ilerleyiş düzeyini, bir Çin meselesi şeklinde telakki edenler, Mao yoldaşı, bir yarısömürge yarı- feodal ülkeler devrimciliğinin örnek alacağı bir lider gibi tasavvur edenler son derece yanılgı ve hatalı bir tutum içerisindedirler MKP 3. Kongre kararlarına ilişkin önceki sayılarımızda emperyalist kapitalist sistemin geldiği aşama, buna paralel tarihsel geçmişi ve bugünlere kadar uzanan Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın somut ve günceldeki sosyoekonomik yapısı ve bu eksendeki devrimin niteliği üzerine yazı dizimiz devrimin yolu ve stratejisiyle devam etmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın emperyalizme bağımlı komprador tekelci kapitalizm gerçekliğinden hareketle asgari programımız olarak demokratik devrimin görevlerini de üstlenen sosyalist devrimin öne geçtiği ve sosyalizme ulaşmanın stratejik anahtarının da proleter dünya devriminin bir bileşeni olarak devrimin yolu ve stratejisi anlamında Sosyalist Halk Savaşı stratejisinin TürkiyeKuzey Kürdistan’da devrimci savaşın yürütülmesinde doğru ve bilimselliğiyle en geçerli savaş biçimi olduğunu vurgulamak isteriz. Bu bölümümüzde Sosyalist Halk Savaşı stratejisi dair ayrıntılı olarak proleter dünya devrimiyle ilişkisi ve temel karakteristik özelliklerine ilişkin açıklamalarda bulunacağız.

Esas olan komünist teori ve devrimci stratejidir Komünizm, dünya proletaryasının evrensel ortak amacıdır. Bu amaca ulaşmada proleter dünya devrimi, proletarya ve emekçilerin ortak evrensel stratejisidir. Bu ortak amaç ve stratejinin, ezen ezilen, sömüren sömürülen emperyalist dünya gerçekliğinde ve her bir alan ve coğrafyanın özgünlüklerinde özde değil somut görevler bazında biçimsel farklılıklar göstereceği anlaşılır bir durumdur. Genelin özele, evrenselin özgüle uyarlanması bunu anlatır. Proleter dünya devriminin, teorisi ve ideolojisi evrenseldir. Bu teori ve ideoloji, her bir alan ve coğrafya için evrensel bir geçerliliğe sahiptir. Elbette bu teorinin somut koşullara ve her bir yere- coğrafyaya uyarlanmasında biçimsel ve bu temelde nitel farklılıklar olmuştur, olacaktır da. Proleter dünya devrim teorisinin bir bileşeni olan proletaryanın askeri çizgisi de evrenseldir ve ortaktır. Zira askeri çizgi ve strateji, proleter dünya devrim teorisinin bir bileşenidir. Bu çizginin ana eksenleri nelerdir? Birinci olarak; gerici burjuva devlet iktidarının dev-

rimci şiddet ve savaşla parçalanarak ortadan kaldırılması, proletarya devriminin ön koşuludur. İktidar namlunun ucundadır sentezinde özetlenen bu görüş açısı, istisnası olmayan evrensel bir kanundur. Tarihi gerçeklerin ve hayatın ispatladığı da budur. İkinci olarak; proletaryanın her bir yerdeki savaşımına rehberlik eden ideoloji ve bilim, komünizmdir. Bu da istisnası olmayan evrensel bir yönelimdir. Azami program olarak sınıfsız ve sömürüsüz komünist dünya ufku ve toplumu, her bir yer ve coğrafyada komünist hareket ve partilerin istisnasız nihai hedefidir. Dolayısıyla proletarya ve emekçiler, andaki asgari görevler ve programlar sınırına hapsedilemezler. Andaki görevleri komünizme ulaşma perspektifiyle ele alırlar ve almalıdırlar. Bu temelde şimdiye kadar dünyada yeni demokratik devrim ve sosyalist devrimler görevini ifa etmiş tüm savaşlar oralarda takılıp kalarak ya da artık görevlerin tamamlandığı ufkuyla sınırlandırılan bir yürüyüşle ele alınamazlar. Üçüncü olarak; komünist ideoloji ve teori rehberliğinde her bir özgülde komünist partisi önderliğiyle birleşmiş proletarya ve emekçi kitlelerin proletarya iktidarı ve kesintisiz sürekli devrim eksenli komünizm perspektifiyle harekete geçirilmesi yine evrensel ortak bir yönelimdir. Her bir şey gibi devrimci savaşta kendi kendini klasik bir şekilde kaba tekrar eden bir tekerrür olarak ele alınamaz. Bu savaş hayatın gerçeği olarak son derece dinamik bir durum gösterir. Bu, komünist partisi önderliğinde halkın birleşik cephesi ve halk kurtuluş ordusunun baştan itibaren stratejik silahlar olarak kavranması ve ele alınmasını gerektirir. Bu açıdan bu da evrensel ve ortak bir yönelimdir. Dördüncü olarak; gerçek kahraman kitlelerdir. Komünizmle birleşmiş kitleler, imkansız olanı gerçekleştirebilirler ve gerçekleştirdiler de. Bundan sonra da böyle olacaktır. Bu basit bir cüret gösterisi değildir. Haklı davadan gelen bir güçtür ve bu selin önünde hiçbir güç duramaz. Örgütlenmiş bir güç olarak proletarya ve emekçi selinin komünizme kadar sürekli devrimlerin sürdürülmesi perspektifiyle özneleştirilerek ilerlenecektir. Teknik silah üstünlüğünün değil insanın bilinçli dinamik rolünün esas olduğu, taktik güç üstünlüğünün değil stratejik olarak haklı olduğu için güçlü olan proletarya ve emekçi halk kitlelerinin büyük üstünlüğü diğer önemli bir husustur. Komünizm için proleter dünya devrimi mücadelesinin her bir özgülde ve coğrafyada alacağı somut biçimler bu ortak amacın önüne çıkarılamazlar. Biliyoruz ki sınıflar mücadelesinin ve devrimlerin ele alınışında yönlendiren temel ilkeler ve komünizm yönelimi, her bir yer için aynıdır. Söz konusu temel yönelim, farklı ekonomiksosyal- siyasal koşullar içerisinde elbette değişik biçim ve nitelikler halinde olacaktır. Proletaryanın evrensel devrimci savaş çizgi-

sinin de değişik zamanlarda ve değişik koşullarda farklı biçimler alması diyalektik ve tarihi materyalist yaklaşım açısından anlaşılabilir bir durumdur. Ortak amaç, her bir yerdeki somut görevlerdeki farklılıkları nasıl yadsıyamazsa aynı şekilde somut görevlerdeki farklılıklarda içerikte aynı olan proletaryanın her bir yerdeki özgün yürüyüşünün ortak amaçlardaki birliğini de yadsıyamaz. Paris Komünü, Ekim Devrimi ve Çin Devrimi, proleter dünya devriminin bileşenleri olarak somut görevlerde farklılıklar taşıyan ancak aynı ortak amaç olan komünizme yönelmiş, proleter enternasyonalist ortak bir içerikte yürüyen özgün yollardı. Bu objektif ve nesnel gerçekliklerin, doğru anlaşılması ve kavranması, oldukça önemli bir halkadır. Bu özgünlükler ya da özgün yürüyüşler, birbirlerinin karşısına konulamazlar. Aynı şekilde Paris Komünü, Ekim Devrimi ve Sovyetler, Çin Demokratik Halk İktidarı, özü aynı olan proletarya ve emekçiler devletinin değişik somut koşullarda aldığı özgün biçimlerdir. Tarihsel olarak böyle onlarca özgün biçimler de olmuştur ve olacaktır da. Proletaryanın ittifak güçleri vb konulardaki somut duruma göre daralması ve genişlemesi meselesi bu iktidarların yani proletarya diktatörlüğünün özünü değiştirmez. Neden? Çünkü amaç komünizmdir, burjuva gerici devlet mekanizmasını devrimci savaşla parçalayarak ortadan kaldırmadır, egemen sınıf olarak proletarya ve emekçilerin iktidarıdır. Sürdürülen ve devam ettirilen proleter dünya dev-

rimidir ve buna önderlik eden komünist partisidir. Paris Komünü’nde komünist partisi önderliğinin olmayışı, burjuva gericiliğinin Versay iktidarının parçalanmasına gerekli dikkatin gösterilmemesi önemli bir eksiklikti. Buna rağmen Marks ve Engels yoldaşlar, onu proletarya diktatörlüğü olarak selamlamışlardı. Çünkü Paris Komünü nihai hedef olarak komünizmi hedefliyor, burjuva devlet mekanizmasını devrimci savaşla parçalıyor, örgütlenmiş egemen bir güç olarak proletarya ve emekçilerin iktidarı fethetmelerine götüren bir nitelik gösteriyordu. Buradan çıkarmamız gereken dersler vardır. Proleter dünya devrimi Paris Komünü, Ekim Devrimi, Çin Devrimi ve Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) biçimlerini almasına rağmen, aynı ortak özü ifade ederler. Bu ortak öz temelinde yürüyen devrimin tesis ettiği iktidar somuttaki ve her bir özgünlükte ya da coğrafyada değişik biçimler ifade etse de aynı öz ve içeriktedirler. Öyleyse aynı ortak ve içeriğe sahip olan proletarya ve emekçilerin devrimci savaşı nasıl ki Paris Komünü, Ekim Devrimi ve Çin Demokratik Halk İktidarı farklı biçimler ve yollar almışsa her bir ülke ve coğrafyada da farklı özgünlüklerden kaynaklı olarak genel olarak farklı savaş biçimleri ve yollarda yürünecektir. Ama bütün farklı devrimci savaş çizgisi, yolu ve stratejilerine rağmen aynı ortak öze sahip olarak devrim icra edilecektir. Her bir ülke ve coğrafyada asgari programlar farklı özgünlükler içerse de bunlara ulaşmanın yol-


perspektif

vrayalım, kavratalım!(4)

ları ve stratejik savaş çizgileri ve yöntemleri olarak birbirlerinin kaba tekrarları olarak değil evrensel ortak amaçlar doğrultusunda özgünlükleri taşıyarak ayrı yollardan aynı amaca doğru yürüyecektir, yürüdü de.

Yeni demokratik devrim öğretisi Proletaryanın askeri çizgisinin temellerini Marks yoldaş, Fransa İç Savaşı’nın bilimsel tecrübelerinin analizi üzerinden formüle etti. Lenin ve Mao yoldaşlar nitel ilerlemelerle bu çizgiyi formüle etti. Proleter dünya devriminin askeri stratejisi olarak Halk Savaşı, evrensel bir öğretidir. Değişik koşullarda, değişik ülke ve coğrafyalarda değişik biçimler alır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ise sosyalist asgari programa ulaşmanın stratejik devrimci savaş çizgisi ve yolu olarak Sosyalist Halk Savaşı stratejisi şeklinde ele alınmaktadır. Neden? Çünkü devrimci savaş devrimin görevlerinin yerine getirilmesinin stratejisidir. Devrimin görevlerinden soyut, kendi başına bir savaş stratejisi olmamıştır, olmayacaktır da. Türkiye-Kuzey Kürdistan gerçekliğini önceki yazılarımızda ifade etmiştik. İçinde bulunduğumuz devrimci sürecin ve aşamanın sosyalist devrim niteliği ve süreci olduğunu belirtmiştik. Devrimci savaş, bu görevleri yerine getirmenin stratejik aracıdır. Sosyalist devrim görevlerinin icrası olacak devrimci savaşın Sosyalist Halk Savaşı olarak kavramlaştırılması son derece isabetlidir. Savaş meselesini, devrimin niteliğinden bağımsız olarak ele alan yaklaşımlar, doğru ve isabetli değildir. Mao yolda-

şın Halk Savaşı, Yeni Demokratik Devrim öğretisini, geçmişte ve bugün proleter dünya devriminin nitel geliştirilmesi değil de bir Çin usulü olarak ele alanlar, hala mevcuttur. Biz bu görüş açısına karşıyız. Proleter dünya devrim teorisinin Maoizm ile nitel olarak bu ilerleyiş düzeyini, bir Çin meselesi şeklinde telakki edenler, Mao yoldaşı, bir yarı-sömürge yarı- feodal ülkeler devrimciliğinin örnek alacağı bir lider gibi tasavvur edenler son derece yanılgı ve hatalı bir tutum içerisindedirler. Maoizm, evrenseldir ve onun Halk Savaşı öğretisi de proleter dünya devrimine gitmede evrensel bir savaş stratejisidir. Yoldaş Mao, devrimci savaş çizgisi de dahil biçimsel tekrarlara karşı sürekli uyarılarda bulunmuştur. Nitekim o zamana kadar Paris Komünü, Ekim ve Çin Devrimlerinin biçimsel tekrarlar şeklinde olmaması da bunu kanıtlamaktadır. Bizim öğrendiğimiz bu temellere de dikkat çekmek isteriz. Zaman- mekan ve koşullar statik değil dinamiktir. Çelişkinin evrenselliği özgün dinamiği reddetmez, edemez. Devrimci savaş, devrimin vazgeçilemez şartıdır. Ama devrimci savaş, her bir zaman ve mekanda onun özgün yasalarına göre şekillenmek zorundadır. Geçmişe dair eleştirilerimiz vardır. Örneğin, kapitalist emperyalist ülkelerde devrimci savaş çizgisi elbette koşullarla ilgili de olarak objektif olarak iptal edilmiş ve tatile çıkılmıştır. Buralarda legalist, pasifist, barışçıl ve uzun süreli bir birikim stratejisine göre hayatta bilinçli örgütlenemeyecek ve devrimci hünerle örülemeyecek bir toplu ayaklanma tasavvur edilmiştir. Ve bu hiç olmamıştır. Kitleler ayaklanmıştır ama ortada hiçbir hazırlık olmamıştır. Böyle bir ortamda mecalsiz, tasfiyeci bir oportünizm serpilmiştir. Şimdi, bizim, devrimci savaş, her bir yerin ve coğrafyanın baştan itibaren zorunlu görevidir tespitimizi legalist reflekslerle ‘’fokoculuk’’ olarak ilan edenler vardır. Biz, her şeyden önce mücadele biçimlerinin insanların iradesinden bağımsız objektif bir gerçeklik olduğunu ve tüm bunların devrimci savaş merkezi görevine bağlı olarak ele alınıp örgütlenmesi gerektiğini hiçbir keyfi tasavvurun nesnel ve somut gerçekliklerin önüne çıkarılmaması gerektiğini ifade ediyoruz. Bilinen eski, legalist, uzun süreli barışçıl sözde ayaklanma stratejisine karşı Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Sosyalist Halk Savaşı bayrağını yükseltiyoruz. Uzun süreli, legalist, stratejik olarak barışçıl eksene oturtulmuş bir toplu ayaklanma modeli, proletarya devriminin başlangıç yönelimi olan burjuva devlet cihazının devrimci savaşla parçalanması çizgisiyle tezattır. Kitlelerin baştan itibaren illegal ve şiddete dayalı devrimci savaşa hazırlanması yerine uzun süreli barışçıl mücadele çizgisiyle bu yönelim tasfiyeci bir noktadadır ve kabul edilemez. Bu noktada özellikle emperyalist-kapitalist ülkelerde uzun süreli barışçıl ve legalist örgütlenme ve ufkunu bu çerçeveye hapsederek

düzen içinde boğulan hareketler bizlere gerekli mesajı vermektedir. Aynı şekilde Türkiye-Kuzey Kürdistan’da emperyalizme bağımlı kapitalizm gerçekliği karşısında pasifist toplu ayaklanma stratejisini salık vererek illegal örgütlenme ve silahlı mücadelenin baştan itibaren stratejik tayin edici önemini kavrayamayan bilimum anlayış ve örgütlenmeler, pratikte iflas ederek esasta reformizm rüzgarına kapılmışlardır. Dünya ve TürkiyeKuzey Kürdistan objektif ve somut nesnel gerçekliğinde reformizm rüzgarı oldukça etkili olarak devam etmektedir ve bu yönlü ciddi savrulmalar da sürmektedir.

Devrimci savaş çizgisi Geçerken ifade etmek isteriz ki iki strateji olmaz. Bir yandan legal diğer yandan silahlı mücadele stratejisi olmaz. Sosyalist Halk Savaşı devrimci tek stratejidir. Kırın ve şehrin baştan itibaren merkezi birleşik koordinasyonunu gerektirir. Diğer durum tek ayaküzeri yürümek olur. Böyle bir yürüyüş, topallar ve düşer. Biz objektif ve nesnel koşullara rağmen mücadele ve örgüt biçimlerini mühendisçe tesis eden uzman bir bölük değiliz. Proleter devrimci savaş stratejik yönelimdir ve buna uygun her bir koşulda örgütlenme ve mücadelenin somut ve değişik biçimleri olmuştur, olacaktır. Bu somut biçimleri genel stratejik yönelimin tasfiye edilmesi şeklindeki legalist çerçeveye karşı çıkarken mücadele ve örgütlenmenin hiçbir biçimini genel amaçlarımıza bağlı olarak reddetmediğimizin altını çizeriz. Legalist ve parlamenterist yönelime açıkça meydan okurken parlamenter mücadele biçimleri de dahil barışçıl ve legal hiçbir mücadele biçimini stratejik yönelimimize bağlı olarak ele almayı reddeden bir sol çocukluk içerisinde değiliz. Amaç ve ilkelerimize ters düşmemek kaydıyla hiçbir mücadele ve örgüt biçimini reddetmeyiz. Sosyalist Halk Savaşı bir profesyonel uzmanlar savaşı değil bizzat halk kitlelerinin topyekün seferberliğine dayanan tüm mücadele ve örgüt biçimlerini Sosyalist İktidar için koordine eden ve somutta kır ve şehrin emekçi kitlelerinin burjuva faşist gericiliğine karşı birleşik mücadelesini koordine eden bir yürüyüştür. Devrimci savaş çizgisini yarı-feodallikle ilişkilendirip bir kapitalist gerçeklik içerisinde bunu yok sayan bir çizgi, komünizm meselesini baştan itibaren anlamamıştır. Ya da komünizm ve proletaryanın devrimci savaşı objektif olarak ‘’iyi- ilerici’’ görülen kapitalizm ortamında hatırlanmaması gereken bir meseledir. Biz çıplak bir şekilde şunu haykırıyoruz ki, bir ehveni şer durumu içerisinde burjuva gerici devletin hiçbir biçimi, bir diğerine rağmen “iyi ve ileri’’ değil, sömürücü üretim tarzının hiçbiri bir başkasına göre “tercih’’ değil, proletaryanın ve emekçilerin şiddete dayalı devrimci savaşı, her bir durumda haktır, görevdir ve meşrudur.

Sosyalist Halk Savaşı eskiden tasavvur edilen genel silahlı ama barışçıl hazırlanan, bir “toplu ayaklanma’’ stratejisi değildir. Bu aynı zamanda şehirlerin kırlardan kuşatılması biçimindeki yürüyüş de değildir. Coğrafyamız özgünlüğünde kır ve şehrin diyalektik birliği son derece önemlidir. Bizzat tecrübelerimizin de gösterdiği gibi kırlarda gerilla örgütlenmesi ve mücadelesi (Kürdistan gerçeği de göz önüne alındığında) önemli bir husustur. Şu gerçektir. Nerelerin temel alınacağı meselesi, devrimin kuvvetlerinin, güçlerinin esas olarak nerelerde yoğunlaştığıyla ilgilidir. Devrimin kuvvetleri mevcut Türkiye-Kuzey Kürdistan somut gerçekliğinde şehirlerde yoğunlaşmıştır. Öncü ve temel gücün derinleştiği alanlar buralardır. Dolayısıyla buralar karşı-devrimin zayıf halkalarıdır. Halk kitlelerinin kuvvetlerinin Sosyalist Halk Savaşı stratejisiyle küçükten büyüğe kırlardaki gerilla eksenli Halk Kurutuluş Ordusu gücüyle de kalkışmanın örgütlenmesi gereklidir. Gezi Parkı-Taksim Direnişi’yle başlayan Haziran Ayaklanması derslerinin öğrettiği de budur. Şehirler mücadelenin esas alanlarıdır. Bu temelde Sosyalist Halk Savaşı stratejimiz, kırlarda gerilla eksenli Halk Kurtuluş Ordusu, şehirlerde ise Partizan Halk Güçleri’nin merkezi birliği temelinde yükselerek yürütülecektir. Devrimin öncü ve temel gücü proletaryadır. Proletarya, eskiden sanıldığı gibi salt sanayi proletaryasından ibaret değildir. Kır ve kentlerin yoksul ezici çoğunluğu işgüçleri tamamıyla metalaştırılmış yarıproleter, küçük burjuva nüfuz bu orduya dahil olmuştur. Devrimin sosyal tabanı klasik sınıfçı ve indirgemeci bir tarzda ele alınamaz. Bir sendikalizm çerçevesinde devrim düşünülemez. Varoşlar şu durumda devrimin önemli mevzileri ve üsleri durumundadırlar. Sosyalist Halk Savaşı stratejimiz sınıf içerisindeki çalışma ve örgütlenemeye önem verirken bu gerçeklerin bilincinde olarak genel emekçi seferberliğini ciddiyetle el almak durumundadır. Devrimci savaşımızın hedefleri; emperyalizm ve ona bağımlı komprador tekelci kapitalizm ve büyük toprak sahipleri ve feodal artıklardır. Buna tekabül eden uluslararası tekelci burjuvazi ve uşağı sınıflardır. Sosyalist Halk Savaşı stratejisi aynı zamanda Türkiye-Kuzey Kürdistan gerçekliğinde özgün farklılıkların bilincindedir. Tarım ve köylülük sorunlarını, ulusal eşitsizlikler ve azınlıklar ve ezilen inançlar meselesini, kadın ve cinsel yönelimler vb tüm konu ve sorunlar özel ve özgün programlarla ele alınacaktır. Bu hedeflere ulaşmak için Sosyalist Halk Savaşı stratejimiz de Kuzey Kürdistan’da ezilen Kürt ulusunun ulusal kurtuluş görevlerini yadsımadan ele alır. Aynı şekilde ifade ettiğimiz diğer konulardaki tüm görevlerin de yerine getirilmesi için de Sosyalist Halk Savaşı stratejisi temel devrimci savaşımızın ana halkası olarak icra edilecektir.


14

kadın analiz

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

Kadın biatın tanrıçası değil özgürlüğün

Örgütlenme seferberliği olarak kadının kendi özgün örgütlerini yaratma noktasında ısrarcı bir tutum izlemek durumundayız. Bu hem partinin kadın politikasını ilerletecek hem partide kadın yöneliminin derinleşmesine gelişmesi ve erkek egemen çizginin dönüştürülmesi bağlamında olumlu sonuçlar yaratacaktır gemenlerin ilk düşürüşüne maruz kalan doğa ve kadındır. Bu insanın düşürülüşünün temelini oluşturmuş ve sınıfcı erkek egemen zihniyetiyle insanlığın düşürülüşüne dönüşerek ilerlemiştir. Kadın ve doğa insanlığın özgürlük temelinde büyük bir anlama ve var oluş gerçeğine sahiptir. Toplumsal özgürlüğün yolu bu iki büyük olgunun özgürlüğünü gerekli kılmaktadır. Sınıflı ve erkek egemen ilişkiler politik devrimlerin daha ilerisinde büyük zihniyet devimlerini gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Bu kökleştirilmiş esaret çizgisi, ancak ve ancak büyük alt üst edici düşün ve pratik dönüşüm hareket ve tarzlarıyla giderilebilir. Sorunun köklülüğü ve tarihsel süreç içerisinde sürekli ağırlaştırılmış bir yapıya dönüşmesi, stratejik bakış açıları ve pratik gerçekleştirimleri gerektirmektedir. Kadın sorunu temel bir toplumsal özgürlük sorunudur. Kadın sorunu bu bakış açısından ele alınmadı mı bunun gereği geleneksel egemen erkek merkezli tasavvur aşılmadan ve alışkanlık üretim ve sosyal değerler, etik ahlak moral değerlerinde davranılmadı mı, kadının kurtuluşsuz yaşama mahkum eden algılarla insanlığın özgürleştirilmesi gerçekleştirilemez. Kadın sorunun ağır doğası ve özgürlüksüzlüğe mahkumiyet ona bütün yüzeysel özgürlük yaklaşımlarını boğar. Bu anlamda tarihsel çözümle güncel dünyayı çözümleme gelecek dünya yaratımı çok köklü eleştiri ve öz eleştirel yaklaşımı gerektirmektedir. Tanımlama olarak ezilenlerin ezileni olarak düşürülüşün boyutu işaret edilmesine karşın kadın çalışmaları ve kadın hareketinin dar sularda boğulmasını bizzat pratik örgütsel hat ve yüzeysel sabırsızlık ve içerisinde kendimizin yarattığına dair de önemli bir gerçeğimiz bulunmaktadır. Bu kadın sorunu hakkında çözümleme sorunlarının boyutunu işaret ederken aynı zamanda diğer sorunlarda baş gösteren zihniyet ve anlayış kopuşunun gerçekleştirilmesi noktasındaki zayıf çabanın da önemli etkisi bulunmaktadır. Bir kopuş süreci ve gelişen bir kadın hareketi için toplumsal çözümlemeleri hem geliştirmek hem de örgüt yaşamında sosyal yaşamda ve ölçütlerde olgunlaştırmak durumundayız. Kadın çıkışını geliştirmek için örgüt yaşamının yapılandırılmasında kültür düşün teori

E

ve uygulamalarda bu çıkışı temellendirip partinin özgürlük yürüyüşünü geliştirmek durumundayız. Kadın özgürlük pratiği ve zihniyeti partinin özgürlük algısı ve projesinde ruhsal önderliktir. Yaşamın ilk özgürlük gerçeğiyle doğru bağ kurmak bu ruhun açığa çıkarılması ve sürekli olarak uygulamalar zemininde geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. Kadının yönetime ve kadının iktidara şiarı tarihsel zorunlukların dönüştürülmesi için insanın toplumsal temeli ile özgürlük yönelimi bağlamında kurulan doğru yaklaşımın ifadesidir. Bu anlamıyla dönemin kadın politik örgütsel çalışmalarına sıkıştırtılıp taktiksel bir algı derekesine düşürülmemelidir. Günün özgürleştirilmesi kesinkes gerekli iken bu kaba anlamıyla dönem için ortaya sürülen bir yaklaşım değildir. Bu bizzat insanın düşürülüşün iki temel yanıyla doğru akıl bağının kurulması olarak ele alınmalıdır. Kadın çıkışı özgürlük çıkışının ana motorlarındandır. Kadın çıkışı zihniyet çıkışı olarak arkaik aklın zihniyetin ve uygulamanın tarihsel mahkumiyeti olarak özgürlük çıkışıdır.

Kadın yönetime kadın iktidara Kadın hareketinin örgütsel olarak kendini yapılandırarak ilerlemesi kendi deneyiminden köklü öğrenmeyi ve devrimci teorik kavrayışın eleştirel dönüşümü bir arada yürütmek durumdadır. Kendi deneyime yasalanmadıkça eleştirel aklı geliştirmesinin mümkünatı yoktur. Örgütlenmek hayatın özgürlük yönelimi açısından elzemdir. Her kadın örgütlenme ile özgürlük arasındaki bağın birliğini daha derinleştirmesi gerekmektedir. Toplumsal olanın toplumsal var edişi bağlamında örgüt bir dönüşüm ve dönüştürücü olarak kendi ve toplum aklına doğru duruş için gerekli olan araçtır. Kadın için örgüt büyük dönüşümün nüvesi olarak ele alınmalı ve örgütü dönüştürerek ilerlemeyi toplumsal algı anlayış zihniyet ve uygulamaların dönüştürülmesine

aracı haline getirmelidir. Söz her zaman eylemden daha kolay gibi gözükse söz eylemin anlamı bağlamında büyük kopuştur. Eylem sözün canıdır. Kadının parti içerisinde ve örgütlenmelerinde yönetim kademelerine gelmesi hem kadının özgürlük projesini güçlendirecek hem de partinin özgürlük yönelimini güçlendirecektir. Kadının yönetime gelmesi önündeki fiili bütün engeller parti ve kadın örgütü Maoist Kadınlar Birliği (MKB) tarafından pratik adımlar ve çözümlemelerle geriletilerek kadın çıkışı için uygulanması gerekli olan kotalar ve politikalar özgünleştirilerek geliştirilmelidir. Kadının MKB dışında örgütlenmeleri ve parti komitelerinde katın zorunluğu için ve bunun gerçekleşmesi için ek programlar geliştirilerek uygulanmalıdır. Kendi gerçeğini özgürlük duruşu ve komünizm ruhuyla gerçekleştiren kadın ve toplumsal hareketin devrimci ilerleyişi durdurulamaz kazanımları yaratacaktır. İktidarlaşmanın stratejik toplumsal boyutu sağlam şekilde ele alınmalıdır. İktidarlaşma bir dönüşüm hareketidir. İktidarlaşma toplumsal eşitsizliklerin yok ediliş hareketidir. Algı ve zihniyet alışkanlıkların kültür devrimleri perspektifi olarak geliştirilip uygulanmasıdır. Kadının iktidarlaşması özgürlüğün boyut derinliğidir. Bu mana kadın çıkışı ve kadının yönetimlerde varlığı ve iktidar bilincinin yapılandırılması ve gelecek toplum tasavvurunun ilerletilip özgürlük yöneliminin derinleştirilmesi özgür dünya ve özgür insanlık yönelimi bağlamında büyük bir değere sahiptir. Ve insanlığın ahlak moral ve etik değerleri için zorunlu bir durumdur. Parti örgütleri parti militan ve taraftarları parti içinden başlayıp kitlesine yayılan oradan da tüm toplumsal ilişki ve anlayışları değiştiren ve dönüştüren bir yaklaşımla bu gerçeği ele almak durumundadır. Kadın çıkışının parti devrim ve komünizm çıkışı anlamında bütünsel özünü kavramalı ve kadın

çalışmaları ve kadın yoldaşların özgünlüklerine doğru yaklaşmalıdır. Sen beni değiştir temelindeki yaklaşımlar geri ve kendine topluma ve geleceğe doğru yaklaşmamaktır. Özgür olmayanın üzerinden bir özgürlük sahte ve gerçekçi değildir. Özgür olma hareketi büyük toplumsal anlam ve değişim taşımaktadır. Teoriye yüzeysel yaklaşımın var ettiği kaba sorunlu tutumların kadın çıkışını şekilsel ve eklektik kılmadaki rolü görülerek buna doğru temelde bir yaklaşım göstermek durumundayız. Kadının yönetim ve iktidar çıkışı devrimci ve en ileri çıkış olarak özümsenip geliştirilmelidir.

Kadının özgürlük duruşunu kendisi pratikleştirmeli Örgütlen ve örgütle özgün örgütlerini oluşturma bunun için teorik çözümlemeleri ilerletme ve yeni örgütler inşa etmektir. Kendini örgütlemek örgütünü örgütlemekle sıkı bir bağı içermektedir. Kadın örgütleri politik örgütünü yaratma ve ilerletme kadın ve kültür kadın ve sanat kadın ve sosyal bilim kadın ve işçilik vb. toplumsal hayatın bütün alanlarında öz örgütlenmeleri yaratmaya seferber olmaktır. Kendini örgütleme sadece politik bir katılım olmayıp hayatın bütün bölümlerini içeren yaşamın bütün pınarlarından beslenme olarak tasavvur edilip bunda kadının özgürlük duruşunun kendini pratikleştirmesi olarak düşünülmelidir, genelle yayılmayan ve toplumsal hayatın alanında derinleşmeyen özgünlüğünü bulma noktasında dezavantajlı durumu dönüştüremez. Bu açıdan örgütlenme seferberliği olarak kadının kendi özgün örgütlerini yaratma noktasında ısrarcı bir tutum izlemek durumundayız. Bu hem partinin kadın politikasını ilerletecek hem partide kadın yöneliminin derinleşmesine gelişmesi ve erkek egemen çizginin dönüştürülmesi bağlamında olumlu sonuçlar yaratacaktır. Bu bağlamda derinlik yüzeyselliğin panzehiri olarak önemli bir temel rol oynamaktadır.


kadın analiz

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

öznesidir Kadın ve aydın sorunu! Öz örgütlerini inşa etmek ve teorik pratik gelişmelerin ilerletilmesi kadının devrimsel çıkışı bağlamında en özne hareketidir. Bu durum gerçekleştirilmeden devrimsel çıkış sağlanamaz. Ancak ki öz örgütlerinin hayatın toplamında alışkanlıklar ve geleneksel akılla mücadelesi gelecek toplum tasavvurunun kadın yaklaşımı ve deneyimi üzerinden özgürlük kapasitesini yükseltmekle devrimsel bir çıkışa dönüşecektir. Devrimsel çıkış politik tarzı da içine alan ama sadece onunla sınırlı olmayan ekonomik, kültürel, askeri vb. alanlarda kendini var ediştir. Düşün kültür sanat alanında özgün tarz üslup ve yaklaşımların üretilmesi, gündelik hayatın geleneksel kalıplarına karşı, kurumsallaşan isyan duruşu olarak devrimsel bir muhtevaya sahiptir. Devrimsel çıkışı önderliksel çıkışa yükseltmek projelerin yapılandırılmasında taktiklerin geliştirilmesinde organize yapının geliştirilmesi gibi genel alanla kadınların önderlik alanında devrimin teorik üretim ve pratik yürütücüsü mekanizmalarına dahil olmasıdır. Tüm bu yönelimle hem parti zeminde önemli ilerlemeler bütünlüklü olarak gelişme gösterecektir. Hem de kadının önderliksel yönelimi ile kadın devriminin tarihsel siyasal ideolojik kültürel yönelimi gelişecektir. Geçmişten gelen ve geleceğe gidişte var olan zihniyet alışkanlık ve üretim tarzının teorik yaklaşımın dönüşümü kadının bu bahsedilen çerçevelerde gelişen bir önderliksel çıkışa ihtiyaç duymaktadır. Önderliksel temelde yoğunlaşıp gelişen aktif çizginin tarihin halkalarını büyük bir isyan ve özgürlük paradigmasıyla yerle bir etmesi mümkün ve gerçekçidir. Hayatı dönüştürmek için örgütlen örgütle devrimsel çıkışı önderliksel çıkışa dönüştür. Kadın devrimi ve toplumsal devrimin komünist ruhu açısından büyük yaratıcı ve sarsıcı bir anlam içermektedir. Mümkün ve gerçektir isyanımız özgürlük ruhunu ilerletecek ve temellerini güçlendirerek var edecektir.

8 Mart yürüyüşüne çağrı Toplanma Yeri: Sarıgazi Vatan İlköğretim Okulu önü Toplanma Saati: 17.30 Demokratik Kadın Hareketi

Her gün birkaç kadının katledildiği bir toplumsal yaşamda yapılan on filmden en az beşinin, çekilen on belgeselden en az beşinin, yazılan kitapların en azından belli bir kısmının kadın sorunu üzerine olması gerekirken, maalesef bu duyarlılık yok Aydın sınıflar karşısındaki pozisyon ve duruşuyla edinilen niteliktir. Aydın olmak ilericilikle özdeş olup, her türden gericiliğe karşı tavır almaktır. Bu tavır alış somut şartlarda biçimlenir. Örneğin, ulusal sorunda takındığı tavır, kadın sorununda takındığı tavır, emekçi sınıfların sorunlarında, çevre sorunlarında, kitle hareketlerinde, tutsaklara uygulanan tecrit ve işkencede vb vs takındığı tavır aydın olmanın kriteri sayılabilir. Ki bu çerçeve somut şartlar veya özgünlüklerde daralmalar, genişlemeler temelinde değişkenlikler gösterir. Aydınların en belirgin görevi toplumu gerçekler temelinde ve bilimsel normlara uygun olarak aydınlatmaktır. Şayet aydın toplumu aydınlatma ve gericiliğe karşı tavır almada bir vasıf gösteremiyorsa aydın unvanını taşıyamıyor demektir. Aydın toplumsal veya sınıfsal sorunlar karşısında topluma karşı duyarlı olmak zorundadır. Aydının topluma ve sınıflara karşı sorumluluk ve yükümlülükleri vardır. Buradaki sorunlar karşısında duyarlılıklarını yitiren kişi ne adına konuşursa konuşsun, unvanı ne olursa olsun aydın olamaz. Sanatçılar da mesleki veya akademik bir kategori olarak tıpkı her meslek ve kariyerden kesim ya da bireyler gibi, yukarıda tarif ettiğimiz bu aydın cephesine dahildir. Kuşkusuz ki meslek vb gözetmeksizin her insan aydın olabilir. Yani aydın olmak için şu veya bu meslekten olmak gerekmiyor. Ancak sanatçılar mesleği gereği ya da yaptıkları iş gereği aydın olmakla yüz yüzedir; bir anlamda aydın olmak zorundadırlar desek yanlış olmaz. Zira sanat toplum için icra edileceği için, sınıflardan bağımsız olmayan toplumdaki sanat da doğrudan sınıfsal özellik almak durumundadır. Bundan bağımsız, sınıflar üstü sanat yoktur. Elbette gerici sınıfları temsil eden sanat vardır ve ilerici sınıfları temsil eden sanat vardır. Aydın olan sanat bölümü ilerici sınıflardan ve genel olarak insanlığın geleceğine dönük yapılan sanattır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da özellikle son yıllarda bir aydınlanma, bilinçlenme, sınıfsal özellikler edinme eğilimi gelişmiştir. Sanat alanı tiyatro, sinema-dizi-belgesel dalında yapılan çalışmalar veya çıkarılan ürünler hem belli bir nitel gelişmeyi ve hem de bu alandaki genel olumlu gelişmeyi ifade eden düzeydedir. Sanat ve edebiyat alanı üretiminde, önemli bir aydınlanmadan söz etmek tamamen mümkündür. Ürünlerin daha nitelikli olduğu, sosyal içe-

15

rikli olduğu, toplumsal sorunlara değindiği açıktır. Ve bu alandaki üretimin yaygınlığı-fazlalığı, gelişmesi de bu aydınlanma eğiliminin boyutlarına işaret eder durumdadır. Bu pozitif gelişmelere karşın aydın sanat-sanatçı üretiminde belli eksikliklerden söz etmek her zaman mümkündür. Bu gün itibarıyla da hala önemli eksiklikler mevcuttur ve daha ilerletilmeyi gerektiren yanlar taşımaktadır.

Toplumdaki en hassas konulardan biri kadın sorunudur Misal yapılan-çekilen kaliteli belgesel, tiyatro, film, dizi ve yazılan kitapların bolluğuna karşın, son derece hassas ve aktüel olan kadın sorunu yeterince, evet yeterince ele alınıp gündemleştirilmemektedir. Oysa toplumdaki en hassas konulardan biri kadın sorunudur. Her gün bir veya birkaç kadının katledildiğini basından öğrenmekte, izlemekteyiz. Kadın üzerindeki baskı, sömürü toplumumuzda terör ve katliam aşamasındadır. Burada toplumdaki geri kalmışlıktan ve elbette ki gerici egemen sınıfların ve genel olarak gerici sistemin geri bıraktırılmasından söz etmek isabet olacaktır. Her gün birkaç kadının katledildiği bir toplumsal yaşamda yapılan on filmden en az beşinin, çekilen on belgeselden en az beşinin, yazılan kitapların en azından belli bir kısmının kadın sorunu üzerine olması gerekirken, maalesef bu duyarlılık yok gibi. Aydınlar, sanatçılar bu konuda önemli görevler alabilir, rol oynayabilirler. Yapılacak dizilerde, filmlerde vb kadının maruz kaldığı şiddet ustalıkla işlenip kadına uygulanan şiddete karşı haklı bir tepki yaratılabilir, en önemlisi de bir bilinç geliştirilebilir. Bu konunun es geçilmesi vahamettir. Zira her gün kadın ‘’öldürülüyor’’! Katliam yaşanıyor gözlerimizin önünde! Kadın sorununda toplumu bilinçlendirmek için kadın sorununu vb işleyen dizilerin, sinemaların vb yapılması son derece önemlidir. Hatta bu dizi veya sinema yapımının bir proje olarak geliştirilmesinin gerekliliği açıktır. Bu işi AKP CHP, MHP ve İşçi Partisi vb vs gerici faşist partiler gerçekleştirmeyeceğine göre, demokratik kurumlar, aydın ve sanatçılara kadar ilerici kesimler bu projeyi hayata geçirmek durumundadır.

Kadının yaşamını anlatan filmler çekilmeli Kadının yaşamayı katilinden daha çok nasıl hak ettiğini, onun hayallerini, annelik şefkatini, fedakarlığını, ezilmişliğini, ona uygulanan baskının ne kadar çirkin ve iğrenç olduğunu vb vs işleyen dizilerin, filmlerin olması, hem de çok olması oldukça faydalı olacaktır. Evet bir diziden söz etmiyoruz; bir proje olarak çok sayıda ve sürekli gösterimde bulunan film ve diziler-

den, romanlardan, belgesellerden söz ediyoruz! Senaryo yazma yeteneğine güvenen herkes kadın sorununa ilişkin senaryo yazıp filmcilere başvurmalı, vakıflara başvurmalı, demokratik kurumlara, demokratik partilere, film-dizi yapımcılarına ve yardımcı olabilecek şahıslara başvurarak sinemacılıkta-dizicilikte bir çığır açmaya aday olmalıdır. Tiyatrocular veya amatör olarak tiyatro yapanlar bu sorunu acil gündemine almalı ve sokak tiyatrolarıyla kitleleri bilinçlendirmelidirler. Tiyatro çalışmalarına önemli bir görev düşmektedir. Elbette gündemdeki siyasi gelişme ve gündemler ihmal edilemez fakat bu sorunun daha az önemli olduğunu söyleyemeyiz. Anaların gözyaşı akmasın diyenler bu durumda memnun mu, durumu yeterli mi görüyorlar? Analar ağlamakta, en önemlisi de cehalet ve gerici sistemin zımni ittifakıyla analar ölmekte! Her gün ölmekte, katledilmektedir! Sokak tiyatrolarının etkili bir silah olacağını düşünmekteyiz. Tiyatro grupları sokak tiyatrolarıyla her gün halkın arasına inmeli ve somut kirlilikler şahsında burjuva düzenin teşhiri yapılarak kitleler aydınlatılmalıdır. Elbette öncelikle de aydın olan sanatçı kesimler önemli toplumsal sorunlardan olan ve ölümlerle seyretmesi nedeniyle ivedilik kazanan kadın sorununda, daha yoğun film ve dizi yapmaya girişmelidir. Annesiz kalan bebelerin dramı işlenerek ve kadının yaşam hakkına tecavüz ederek yaşamdan koparılıp alınmasının acımasızlığı işlenerek toplumsal vicdana seslenilmelidir. Bu aydın sanatçının bir görevi ve mücadelesidir! Kadını erkek egemen ataerkil, gerici toplumsal sistem ve kültüre, bunun silahşör veya tetikçileri olan eşlere, kardeşlere, babalara teslim etmek, katline rıza göstermek, iradeden bağımsız olarak yardımcı olmaktır. Kadını bu sisteme, erkek egemen gerici toplumsal sisteme, bu sistemin gerici sahiplerine teslim edemeyiz! Sanat ne denli etkili bir silah olduğunu göstermelidir. Bunun yolu toplumsal ve insani sorunlardaki duyarlılığı yakalamasından geçiyor.


16

kadın haber

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

‘Gezİ’den Rojava’ya kadınlar İktİdara!’ Demokratik Kadın Hareketi (DKH) ve Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) tarafından “Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara” şiarıyla 8 Mart’la ilgili bir açıklama yayınlandı. Açıklamada cinsel, ulusal ve sınıfsal sömürünün kadınların örgütlü mücadelesiyle yıkılacağı belirtildi Ülkemizde kadına yönelik şiddet, cinsel saldırı ve sömürü had safhada devam ederken Demokratik Kadın Hareketi (DKH) ve Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) kadınların uluslararası dayanışma günü olan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde bir açıklama yayınlayarak tüm kadınları özgürleşme mücadelesi için alanlara çağırdı. “Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara!” şiarıyla yayınladığı açıklamada DKH, New York'ta tekstil işçisi kadınların eşit işe eşit ücret, 10-12 saatlik işgününün 8 saate indirilmesi, çocuk işçilerin çalıştırılmaması talepleriyle yola çıktıkları ve kendilerini sömürenler tarafından fabrikaya kapatılarak katledildikleri günün üzerinden tam 157 yıl geçtiğini ve dünden bugüne her alanda örgütlenen kadınların mücadeleyi yükseltmeye devam ettiğini belirtti. Açıklamada yolsuzluk operasyonuyla unutturulup hırsızlarca sessizce onaylanması için gün sayılan Kadın İstihdam Paketi’nin kadınları esnek, güvencesiz ve düşük ücretli işlere sevk ederken; cinsiyetçi işbölümünü pekiştirip; kadınların aileye, eve, kocaya ve çocuğa mahkûmiyetini yasallaştırmaya çalışıp; kadının örgütlenmesine, örgütlü mücadelesine saldırmaya devam ettiği ifade edildi. Can güvenliği, iş güvencesi ve sağlık güvencesi olmayan ev emekçisi kadınların sendikal haklarına sahip çıkarak bütün haklardan eşit olarak faydalanması gerektiğinin altı çizilerek bu hakların yasal olarak güvence altına alınması gerektiği vurgulandı.

Kadına yönelik şiddetin her türlüsü meşrulaştırılıyor AKP iktidarının ileri demokrasi söylemleri altında her yıl yüzlerce kadının katledildiği ve devlet erk-egemen sistemin kadın katliamını, kadına şiddeti, tacizi ve tecavüzü meşrulaştırmaya ve yaygınlaştırmaya devam ettiğinin belirtildiği açık-

lamada şu ifadelere yer verildi: ”Kadın sığınma ve korunma evleri kendi yasalarıyla taciz ve tecavüzü şiddetin her türlüsünü meşrulaştırmaya devam ediyor. Ülkemizdeki yasalarla kadın katliamlarına her gün onlarcası ekleniyor. Kendi çıkardıkları yasalarla kadının haklarını iyileştirmek bir yana, onlarca kadının katliamına zemin hazırlanırken, LGBTİ bireylere yönelik nefret cinayetleri devlet-polis-yargı-burjuva medya eliyle erkek egemen ‘ahlakla’ egemenlerce açıkça teşvik edilmeye devam ediliyor.”

Kadınlar örgütlü mücadeleyle önderleşiyor “Bugün Ortadoğu halkları üzerinde oynanan kanlı savaş imha ve inkar politikalarıyla, savaş ganimeti gözüyle, din kisvesi adı altında gecelik nikahla, haksız savaşlarda kadını yok etmeye, katletmeye devam ediyor.(…)Tarihimizi yaratan Clara Zetkinlerden, Rosa Lüksemburglardan, Aleksandra Kollantaylardan Barbaralardan, Bernalardan, Beşlerden, Sakine Cansızlardan ve ismini sayamadığımız mücadelede yitirdiğimiz nicelerinden al-

dığımız bilinçle bugün Haziran Ayaklanması’yla barikatlarda öncüleşen kadınlar Rojava’da savaşan kadınlar, kadının kurtuluş mücadelesinde, iktidarlaşma yolunda örgütlü mücadeleyle önderleşiyor! “ ifadelerinin yer verildiği açıklama şu sözlerle sonlandırıldı: “8 Mart’ın kızıllığıyla Demokratik Kadın Hareketi saflarında eyleme, sokağa, özgürleşmeye! Emperyalizme-kapitalizme, şovenizme ve her türden gericiliğe karşı alanlara! Cinsel, sınıfsal, ulusal sömürüye son! Bedenimiz, emeğimiz, kimliğimiz bizimdir! Bıji 8 Adare! Jin jiyan azadi! Yaşasın örgütlü mücadelemiz!"

Kadın sömürünün iki katına maruz kalıyor ADKH ise “Cins ayrımcı politikalara karşı, kadının enternasyonal dayanışma günü olan 8 Mart’ta haklarımız için alanlardayız!” başlığını taşıyan açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Ataerkil sistemlerin kıskacında kadın olmak, kadına yaşamın her alanında esaret zincirlerinin vurulması anlamına gelmektedir. Kapitalist üretim ilişkilerinde ise kadın, sömürünün

iki katına maruz kalmakta ve bu yüzden iki yönlü mücadele, iki yönlü örgütlenme ihtiyacının bilinciyle uyanışa geçmektedir.(…)Dünyanın birçok yerinde kadınlar çalıştıkları eşdeğer işe karşın erkeğe nazaran daha az para kazanmaktadır. Ülkelere göre bu fark Almanya’da 21.6 % ( OECD araştırması: 2012), İsviçre’de 18.4% (BFS: 2010), Fransa’da 14.7 (Gender Pay Day: 2011), Türkiye`de 20 % (TUİK) oranlarındadır. Bu cinsiyetçilik kadınların meslek seçimlerinde, kariyer yapmalarında karşılarına engel olarak çıkmaktadır. Kadınların görülmeyen ev içi emeği ise burjuva devletlerinin ekonomisini rahatlatırken, kadını dört duvara ve geleneksel toplumsal rollere hapsetmekte ve birey olarak kimliksizleştirmektedir. Kendi krizleri içerisinde pervasızlaşan sistem kadını kürtaj ya da doğurganlığını teşvik edici politikalarla tanımlayıp, kadının bedenine müdahale etmektedir. Kapitalist sistemin ezen ve ezilen ilişkisinde ADKH olarak ezilenin bayrağında bir taraf olarak yürüttüğümüz bu toplumsal mücadelede cins mücadelesini yükseltmeyi


kadın haber 17

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

amaç edinmekteyiz. ADKH olarak mücadelenin sembolü olan 8 Mart’ı ne bir anma günü ne de sadece bir kadınlar günü olarak tanımlıyoruz. Aksine 8 Mart kadının sınıfsal ve cinsel sömürüye başkaldırışının ifadesidir, katmerleşen sömürüye isyandır. Kadınları toplumsal sorunların çözümünde kapitalizme karşı birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz. Yaşamın tüm alanlarında örgütlenerek, bu mücadelede hayatını kaybeden onlarca kadının direnişlerinden öğrenerek, özgürlük mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz. Kadının özgürleşmesinin ancak ve ancak dönüştürücü ve değiştirici gücünü kullanarak toplumsal mücadelede yer alıp ona öncülük etmesi bilinciyle, yaşasın enternasyonal kadın dayanışması, yaşasın cins eşitliği mücadelemiz, diyoruz. 8 Mart kadının özgürlük ateşini, direniş kıvılcımıyla tutuşturduğu isyan günüdür! 8 Mart pratiği Rojava’da direnen Kürt kadınları ve Gezi Parkı’ndaki cesaretli kadınlardır. 8 Mart cinsel, sınıfsal sömürüye karşı kadınların mücadele günüdür”

“Hapishaneden devrimci selamlar” Öte yandan hapishaneden 8 Mart’a ilişkin bir açıklama yollayan Yeni Demokrasi dava tutsağı kadınlar dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadına yönelik namus ve töre cinayetleri, aile içi şiddet, taciz ve tecavüz; emeğin değersizleştirilmesi, kadın katliamları ve köleleştirme zihniyetiyle kadın sorununun yakıcı bir şekilde devam ettiğine değinerek şunları ifade etti: “Tüm bu sorunlara karşın kadınların özgürlük mücadelesi durmaksızın kendi yatağında akmasını bildi. Bugün binlerce kadının hapishanelerde tutsak edilmiş olması politik özgürlük mücadelesindeki ısrarındandır. Keza “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” diyen Gezi’nin militan kadınları, onlar ezilenlerin ezileni! Sistem erkinin akılları dumura uğratan büyük bir kararlılıkla ön saflarda yer aldı kadınlar. Emekçi elleriyle bir bir kurdular barikatları. Nasırlı eller birleşerek direniş zinciri oluşturuldu. Taksim Gezi Parkı’nda doksan yıllık eril zihniyetin devamcılarına meydan okudular. Mücadelenin, alın terinin, ezilmişliğin ortak ruhu kenetlendikçe, daha bir saldırganlaştı katil sürüler.(…)Kadınları köleleştiren, kimliksizleştiren, emeğin ve sevginin düşmanlarına karşı verilecek en iyi yanıt kendi “savaşımızın savaşçısı” olmaktır. Yaşadıklarımız kaderimiz değil, bizlere reva görülendir. Boynumuza takılan prangaları, özgün örgütlü gücümüzle parçalamalıyız. Üzerimize giydirilen beyaz kefenleri ve kırmızı kuşakları Gezi ruhuyla parçalayıp attık. Ezilmişliğin mağduriyetini değil, “Yeni kadını, özgür dünyayı yaratma” bilinciyle yolumuza devam etmeliyiz. Çektiğimiz acılara, yaşadığımız işkencelere teslim olmak, zalimlerin, emperyalist haydutların sistemlerine teslim olmak demektir. Şimdi politik özgürlük için daha fazla mücadele etme zamanıdır. Kadınların gerçek kurtuluş yolu meydanlar(dan), barikatlar(dan), dağlar(dan) geçiyor. Kızıl 8 Mart’ı yaratanlara, onların bıraktığı yerden mücadele bayrağını göndere çekenlere bir değil, bin selam olsun…Şan olsun devrimci proleter kadınlara…”

Kadın tutsaklardan Aylin K.’ya destek Bir süre önce yanında staj gördüğü SedatYurtdaş’ın tacizine maruz kalan Aylin K. isimli YDK’lı avukata hapishaneden destek vermek isteyen Yeni Demokrasi Dava Tutsağı ve YDK’lı ve SKM’li kadın tutsaklar gazetemize mektup yolladı Bilindiği gibi YDK’lı kadın avukat Aylin K. yanında staj gördüğü avukat Sedat Yurtdaş’ın sistematik tacizine maruz kalmış ve bu saldırı karşısında suç duyurusunda bulunmuştu. Yaşanan saldırı karşısında çok sayıda kadın avukat ve kadın örgütü ise açıklamalar yapıp eylemler örgütledi ve Aylin K.’nın mücadelesinin yanında yer aldı. Aylin K.‘ya destekler sürüyor. Hapishanelerdeki YDK’lı ve SKM’li kadın tutsaklar gazetemize mektup yollayarak Aylin K.’nın yanında olduklarını beyan ederek Aylin’in mücadelesini sahiplendi. ‘Sessizlik suça ortak olmak demektir’ Yeni Demokrasi Dava Tutsağı Kadınlar adına gazetemize yollanan mektupta erkek egemen sistemin bir ürünü olarak inceltilmiş erk’ek şovenizminin içimizde varlığını sinsice sürdürdüğü belirtilerek kadınların politik kimliği ve konumu ne olursa olsun, “erkek egemen” zihniyetin kadınlık kimliğine yönelik saldırı araçlarının değişmediği ifade edildi. Mektupta şu ifadelere de yer verildi: “Dışımızda geliştirilen kadın düşmanlığına aşikâr olduğumuz kadar, ‘içimizde’ ‘erk’ zihniyeti taşıyan bilinci bulanık anlayışlara da rastlamak mümkün. ‘demokrat’ , ‘yurtsever’ kisvesi altında, kimi değerleri kendisine payanda ederek ömrünü ustaca uzatanlar, ancak ve ancak biz kadınların politik özgürlük mücadelesi deşifre edebilir. Özelde devrimci kadınların mücadele etmesi gereken alanlardan biri de içimizdeki ‘karakolları’ yıkmak olacaktır. Sedat Yurtdaş’ın ‘yurtsever’, ‘devrimci’ çevrelerde olması ve kamuoyu tarafından ‘tanınmışlığı’ ne suçunu hafifletebilir ne de cinsel şiddetin gerçek yüzünü değiştirir. (…)Sistem mensubu unsurlar tarafından yapılan cinsel saldırı suçlarında alanlara çıkıp teşhir eden ve ‘takipçisi olduğunu’ söyleyen, devrimci-demokrat yapılar ve politik kadın örgütleri ‘tanınmış şahsiyetler’ söz konusu olduğunda neden sessiz ve tavırsız kalmayı tercih ediyorlar? ‘Bizlerden biridir’ kaygısıyla yaklaşmak söz konusu olayları meşrulaştırmaz mı? Ve buna maruz kalan kadınları ise yalnızlaştırmaz mı?

(..)Devrimci kadınlar olarak politik mücadele içerisinde çok yönlü saldırılarla karşılaşıyoruz. Nerede ve hangi koşullarda yaşarsak yaşayalım, karşılaştığımız türlü saldırılar erkek egemen zihniyetin bir ürünü ve parçasıdır. (… )Kadına yönelik şiddet ve cinsel odaklı suçlarda ,devrimci, demokrat, aydın, sosyalist ve komünist erkeklerin tavırsız oluşları dikkatimizi çekiyor.. Birçok konuda kalem oynatanlar, söz konusu kadınlar olunca sessizlik büyüyor ve alanlar ‘kibarca’ (!!) kadınlara bırakılıyor! Unutmayalım ki “sessizlik suça ortak olmak” demektir. (…)Kadın tutsaklar olarak Aylin’in yanında olduğumuzu beyan ediyoruz.“ “Söylemlerle sınırlı bir sahiplenişle yetinilmiştir” YDK’lı kadınlar adına yollanan mektupta ise Aylin’i sahiplenişin söylemde kaldığı ve komünist, devrimci-demokrat, yurtsever, ilerici ve aydın erkeklerin taciz karşısında suskun kaldığı belirtilerek şu ifadelere yer verildi: “Sergilenen dayanışmada bileşenlerin odaklanması gereken nokta, Sedat Yurtdaş’ın aramızdan uzaklaştırılması olmalıydı. Eksikliğimiz elinde yaptırım gücü olanların bunu kullanmaması olmuştur. Söylemlerle sınırlı bir sahiplenişle yetinilmiştir.(…).Olaya en başından beri duyarlılık gösterenler hiç de az olmamasına karşın, henüz olumlu bir aşama kat etmemiş olmamızın en önemli nedenlerinden birisi budur. Tacizcinin ‘bizden’ biri ve konum sahibi olmasının bazı çevrelerin kadın ve cinsiyet sorununa yaklaşımdaki genel doğruları ikinci plana atmasında etkili olduğu kanısındayız. (…)Sedat Yurtdaş ‘evimizin yaramaz çocuğu’ olarak aramızda tutulmaya devam ediyor. Üstelik de Aylin ise o aramızda olduğu sürece yaşadıklarıyla baş başa kalmayı sürdürecektir. Peki, Aylin’i sahiplenmekte eksik davrananlar sadece kadınlar ve kadın örgütleri mi? Tam tersi. Her şeye karşın,

tüm güçleriyle Aylin’in en çok yanında olanlar yine de kadınlardır. Ama tacize uğrayan kadını sahiplenmesi gereken bir kesim daha var ki, onlardan hemen hiç ses çıkmıyor. Suskunluklarıyla, erkek dayanışmasının en sağlam örneklerinden birini sergiliyorlar. Bunlar komünist, devrimci-demokrat, yurtsever, ilerici ve aydın erkeklerdir. Onların bu olay hakkında neler düşündüğünden bile henüz haberdar değiliz. Ama suskunluklarıyla bizlere, tacizcinin tarafını seçtiklerini düşündürüyorlar. (…) ‘Erkeği korumak’ adına kadını gözden çıkaranlara karşı durmalıyız. Sedat Yurtdaş bir an önce aramızdan uzaklaştırılmalıdır. Bizler Yeni Demokrat Kadın olarak Aylin’i ve Aylinleri yalnız bırakmayacağız. Hepinizi Sedat Yurtdaş’ı daha fazla teşhir etmeye davet ediyoruz. “ ”Hesap sorma görevi kadın örgütlerinin omuzlarındadır” SKM (Sosyalist Kadın Meclisleri) adına gönderilen mektupta ise kadınların uğradıkları cinsel şiddeti açıklamaları büyük bir irade olduğu ifade edilip bunun mücadelenin henüz başlangıcını belirtildi. Mektupta “Aylin, ‘içimizden biri’, ilerici kamuoyu tarafından bilinen, siyasi kimliğiyle ‘bizim’ aramızda yer alan Sedat Yurtdaş tarafından cinsel tacize/şiddete uğradığını açıkladı. Zor olanı başardı. Çünkü ‘içimizden biri’ tarafından tacize uğradığını açıklama cesaretini gösterdi. Cinsel şiddet uygulayan Sedat Yurtdaş’ın politik kimliğinin ekstra baskıyla karşılaşmayı göze aldı. (..)Şurası açık ki; erkek egemen sistemin, toplumsal cinsiyetçiliğin saflarımızda görünmesiyle, varoluş biçimiyle daha güçlü mücadele etmezsek daha çok Aylin’le karşılaşacağız. Aylin üzerine düşeni yaptı. (…)Aylin’in beyanlarını esas alıp cinsel şiddet uygulayan Sedat Yurtdaş’tan hesap sorma görevi kadınların, kadın örgütlerinin omuzlarındadır. “ ifadelerine yer verildi.


18

güncel röportaj

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

Bİze dokunmanın zamanı geldİ de geçİyor

Demokratik Kadın Hareketi, 8 Mart çalışmaları kapsamında LGBT ile röportaj gerçekleştirdi. LGBT hareketinin ülkede yürüttüğü mücadeleye ve gündeme dair görüşleri üzerine yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz DKH: Gezi Ayaklanması’yla birlikte LGBT bireylerin halkla daha fazla bütünleştiğine inanıyoruz. Sizin görüşleriniz nelerdir? Ebru: Bu anlayış bizim açımızdan anlaşılır değil. LGBT hareketi Türkiye’nin bir gerçeği ve yıllardır Türkiye’de mücadele veriyor. Sayın Öcalan’ın yakalanması sürecinde bana DEHAP’a trans üye yapılmayacağını söylediler, kocaman köpeğimi aldım gittim, partiye üye oldum. Türkiye’de halkla bütünleşmeye başlayan ilk hareket Gezi’dir ki halkla bütünleşmeyen hiçbir hareket başarılı olamaz. Örneğin PKK’nin halkla bütünleşmesi hala ayakta durmasını sağlamıştır. Halkla bütünleşmesi üzerinden Gezi’de önemli bir yerde durur. Ancak geçmişe bakarsak biz zaten Türkiye’de vardık. Bizler başka bir ülkeden buraya gelmedik, transfer de olmadık. Buradan şöyle bağlayacağım, şahsi fikrimi söylüyorum; şu anda kendine demokratım, sol partiyim diyen partiler hatta bunun içerisine Kürt partisini de katıyorum, biz tabana ne söyleriz şeklinde saçma cümlelerle karşımıza geldiklerinde cevap olarak “biz tabanız, biz halkız sizin tabana bir şeyler söylemenize gerek yok’’ diyoruz. On sene önce analarla birlikte Ankara’ya gittiğimde analar bana kesk u sor u zer bağladı ve benim cinselliğimi sorgulamadı. Ben o annelerin ellerinden öperim. Halkın zaten bizi kabul ettiğini düşünüyorum. Onun için bu tür devrimci ve ilerici kurumların bu kaygılarından kurtulmaları gerekir. Ben senin kardeşin de olabilirim. Senin kardeşin de trans, eşcinsel olabilir. Bunu iyice düşünmeleri lazım ki bizler zaten sol gelenekten gelen insanlarız. Örneğin ben Kurtuluş geleneğinden gelen birisiyim. Çirüsk: LGBT hareketi tabii ki Gezi’yle bir-

Çirüsk

likte ortaya çıkmadı, Gezi’den önce bir geçmişi var. Darbe öncesi bir trans komünü var. Daha sonra 80 darbesiyle birlikte tüm translar sürgün ediliyor ve böylece görünürlük yok oluyor. 90’larda sınıf mücadelesinin ve Kürt ulusal mücadelesinin yükselmesi, LGBT hareketine de yansıyor ve LGBT 90’lı yıllarla birlikte örgütlenmeye başlıyor. İlk Pride ( Onur yürüyüşü) 93’te yapılıyor. Askerler Taksim’in dört bir tarafını tutuyor. Diğer ülkelerden gelen parlamenterleri tekme tokat döverek sınır dışı ediyor ve bu kadar sert müdahalede bulunuyor. LGBT hareketinin aslında şöyle öznel bir durumu var. Ben yaklaşık 4-5 yıldır LGBT hareketinin içerisindeyim. Biz yıllarca şunu tahayyül ettik, sadece LGBT özgülünde olan bir şey değil, toplumsal mücadele içerisinde yer alan tüm hareketler bir haznede buluşmadığı, tüm kimlikler bir araya gelmediği sürece ki sosyalist hareket burada çok önemli bir yerde duruyor, bu ülkede sorunlar değişmeyecek. Bu birlikteliği sağlamak adına birçok adım attık ancak bazı devrimci demokrat kurumlar nefret cinayetleri üzerinden birliktelik sağlamak amacıyla randevu istememize karşın bizimle bu yönlü dahi ortaklaşmadı. Gezi sadece şuna vesile olmuş oldu, insanlar önyargılarından sıyrıldı, bize dokunma şansı yakaladı. Aynı barikatta dövüştük, aynı sofrada yemek yedik, birlikte hareket ettik. Orada gördüler ki aslında özlemlerimiz aynı, çok uzak şeyler tahayyül etmiyoruz. Bu direnişle birlikte şöyle bir şey oldu, LGBT’nin 20 yılda dokunabileceği kitleye ayaklanmayla birlikte 20 günde dokunduk. 20 yıla 20 gün… İşte böyle güzel bir yanı vardı Gezi’nin. Orada zamanında kapılarını çalıp randevu alamadığımız, eylemlerimize dahil edemediğimiz sosyalistler de bunu görmüş oldu. Nitekim bunun sonucunu Pride’da da görüldü. 2000 kişiyle yürüdüğümüz Trans Pride 10 bin kişiye çıktı, 10 bin kişiyle yürüdüğümüz İstanbul Pride da 50 bin kişiye çıktı. Şimdi bunun üzerinden biraz politika değiştirdik, önceden biraz daha içe dönük politikalar üretirken şimdi daha çok

ortak iş yapma, politika üretme, dokunma üzerinden ilerliyoruz. Ebru: 87’de bizim ilk eylemimiz Gezi Parkı’nın merdivenlerinde olmuştu. Polis baskısına karşı açlık grevi yapmıştık ve Gezi Parkı’nın merdivenlerinde polis bizi dağıtmıştı. LGBT ve translar politikanın içinde yeni değiller, biz yalnızca cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim politikası yapmıyoruz, biz Kürt halkının da yanındayız. Ezilen halkların da yanındayız. Hrant Dink’in yanındaydık, Ermeni halkının yanındayız. İnsanlar bizim yalnızca cinsiyet kimliği politikası yaptığımızı düşünüyorlar. Hayır. Biz tüm ezilenlerin yanındayız. Ezilen kesimin de bizim yanımızda olması bizi onurlandırır.

Ebru DKH: Nefret cinayetleri ve devletin bu cinayetleri meşrulaştırması noktasında neler söyleyebilirsiniz? Ebru: Devletin görsel medyasının haber yapma şeklini baştan yanlış buluyorum. Bugün bir kadın daha öldü demek yerine, kadını öldüren katile 50 sene verildi demek

kadın cinayetlerini biraz daha durduran bir dil olacaktır. Örneğin; trans bireyler koruma talebinden faydalanabiliyor gibi görünüyor ancak polis bireyin bilmem kaç yüz metre ilerisinde duruyor. Daha dün ünlü bir iş kadını, kayınpederi tarafından öldürüldü. Halbuki mahkeme kararıyla kayınpederin eve yaklaşması yasaklanmıştı. Bu yüzden nefret cinayetleri yasasının çıkması ve bu yönlü yüksek cezaların olması lazım. Bu yüzden birlik olmalıyız ki sesimiz duyulsun. Hak verilmez alınır, biz hakkımızı almak zorundayız. Türkiye’nin neresinde olursa olsun bir kadın öldürüldüğünde hepimizin içi cız ediyor. Trans kadınlar da tehlikenin içerisinde yer alıyor. Gece saat ikide seks işçiliği yapmak zorunda kalan arkadaşlarımız var. Ben 25 sene seks işçiliği yaptım, bir sarhoş, ya da transfobik adamın yoldan geçerken bana ateş açtığını da biliyorum. Orada ölseydim bunun suçlusu kim olacaktı! Devlet. Çünkü nefret suçları yasasının bir an önce çıkması lazım bu ülkede. Çirüsk: Bu sistem içersinde yasa çıksa dahi çarkın dişlisi bozukken bir şeye tekabül edeceğini düşünmüyorum. Ancak reform taleplerimizi de iletmek durumunda kalıyoruz. Sonuçta demokratik bir mücadele veriyoruz ve bu mücadele için LGBT hareketinin demokratik talepleri var. Örneğin Avrupa’yla karşılaştırdığımız zaman oradaki talepler evlilik, miras vb. haklar üzerinden ilerliyor. Ancak Türkiye’deki LGBT hareketi bundan çok çok uzakta. Mesela hiçbir dernekte evlilik hakkı tartışmasını duyamazsınız çünkü bizler hala yaşam hakkını tartışıyoruz. Mesela her yıl ortalama 20 trans kadın nefret cinayetlerine kurban gidiyor. Biri çıkıp diyor ki, eşcinsellik hastalıktır, öbürü diyor ki bu yüzyılda olmaz. Belki gelecek yüzyılda diyerek yargı organlarıyla katliamlar destekleniyor. Ağır tahrik ve iyi hal indirimleri veriliyor. Ölüm pornografisi yapmak istemiyorum ancak bizim aldığımız cesetler öyle normal cesetler değil. Aldığımız her ölü 30-40 yerinden bıçaklanmış, makatına şişe sokulmuş, gırtlağı kesilmiş,


güncel röportaj 19

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

kolu kopartılmış…Yani cesetlere baktığınız da dahi o nefreti görebiliyorsunuz. Bunca şey varken bu katiller ağır tahrik indiriminden faydalanıyor. Yani yargı diyor ki, siz öldürebilirsiniz, katledebilirsiniz ben sizi zaten koruyorum. Bir de bunun kolluk kuvvetleri yani polis kısmı var. Mesela tüm katillerin ifadeleri aynı; ‘ters ilişki teklif etti, erkeklik gururumu incitti’ ile yapılan sözde savunma mekanizması.. Ebru: Hâkimlerde, savcılarda trans bireyler konusunda bilgisizler ve homofobikler. Ne eşcinselliği ne cinsel yönelimi ne cinsiyet kimliğini biliyorlar. Bursa’da İrem adlı arkadaşımız öldürüldü. İrem’in katili ona ters ilişki teklif ettiğini söylüyor. Çirüsk: Bu ifadelerin yönlendirilmesini de polis yapıyor ‘bunu söylediğin takdirde indirim alacaksın’ diyor. Nefret cinayetlerinin teşvik edilmesinde yargının, bakanların, hükümet yetkililerinin, polisin el ele çalıştığını görüyoruz. Bu noktada reform taleplerimizden biri nefret suçları yasasının çıkması, ağır tahrik indirimlerinin kaldırılmasıdır. Bu da bu yargı sisteminde ne kadar olur ve ne zaman düzelir bilmiyorum. Sınıf hareketleri güçlenip, kuvvetlendiğinde ve ortak mücadele alanı oluşturulduğunda bunların ortadan kalkacağını düşünüyorum. Mesela bir arkadaşımız bir yılı aşkındır bir adamla birlikte oluyor. Yine bir gün eve girdiğinde arkadaşının çok telaşlı olduğunu fark ediyor. Anlamıyor çünkü bir yıldır görüşüyorlar. Sonra arkadaşı gırtlağına yapışıp boğmaya çalışıyor. Arkadaşımız can havliyle kurtulup kendini cama atıyor. Bağırmaya başlıyor. İtiş kakıştan sonra kurtulan arkadaşımız tabi adamı şikâyet edemiyor. Durum sakinleştikten sonra arkadaşımız kendisine bunu neden yaptığına soruyor. O da kendisine ‘o ibne, öldürürsen ceza almazsın’ dediklerini söylüyor.

DKH: Katliamların zihniyeti aynı mı demek istiyorsunuz? Çirüsk: Bir Alevi’nin bir Ermeni’nin ya da farklı bir grubun katledilmesiyle bir transın ve bir eşcinselin katledilmesi arasında hiçbir fark yok. Çünkü aynı toplumsal kültürden yani nefret kültüründen besleniyor. Düşünün bu ülkenin sosyalistleri bu kadar homofibikken, sokakta; dinle, devlet algısıyla ve erkek algısıyla yetişen birinin nefret dolu olmaması ne kadar olası olabilir ki.

DKH: Devrimci, ilerici kurumlardan talep ve beklentileriniz nelerdir? Çirüsk: Ortak mücadele ağının örülebilmesi, mücadele alanı oluşturabilmesi ve sosyalist örgütlerin kendi kitlesi üzerinde homofobi ve transfobi karşıtı bir çalışma başlatması bizler için önemli bir yerde duruyor. Ebru: Biz LGBT’leri tanıyoruz, seviyoruz değil biz dokunuyoruz diyebilmeliler. Uzaktan biz yanınızdayız demek yok, bize dokunmanın zamanı geldi de geçiyor.

DKH: 8 Mart’a çağrınız nedir? Çirüsk: Bu ülkede mücadele şekilleri çeşitlendi. Yalnızca sınıf üzerinden örgütlenmiyor insanlar; su hakkı, doğa mücadelesi, toplumsal cinsiyet üzerinden örgütlenen insanlar vs. var. DKH’de bu sorunların ürünlerinden bir tanesidir ve bugün kadın örgütlerine müttefik olabilecek en yakın örgüt LGBT hareketidir. Çünkü kadınların da LGBT’lilerin de yaşadığı sorunların birinci dereceden müsebbibi erkek egemen algıdır, patriyarkadır. Ve erkek egemen zihniyete karşı mücadele etmenin de sembol günlerinden birisi 8 Mart’tır. Bu sebeple 8 Mart’ın tüm LGBT’leri, tüm trans kadınların ve natransların birlikte yürüyeceği, sesini çıkaracağı bir gün olmasını dileyerek, herkesi 8 Mart’ta alanlara bekliyoruz. Ebru: “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” , “Ve zorunlu seks işçiliği bir meslektir” işte sloganlarımız bunlar olmalıdır.

Emeğimiz için mücadeleye “Ev İşçisiyiz Toz Bezi Değil” şiarıyla 2011 yılında sosyal güvence, iş ve can güvenliği talepleriyle kurulan Ev İşçileri Dayanışma Sendikası (EVİD-SEN) ile günlük sigorta, işçi statüsüne alınma ve erkek egemen algının izlediği politikalar üzerine Demokratik Kadın Hareketi’nin gerçekleştirdiği röportajı sizlerle paylaşıyoruz DKH: Sendikalaşma sürecinizi anlatabilir misiniz? EVİD-SEN: Örgütlenme çalışmalarımıza 2009 yılından itibaren başladık. Önce DİSK ile görüşmeler aldık ancak bürokratik engellemeler nedeniyle görüşmelere devam edemedik. Daha sonra dernek çatısı altında çalışmalarımızı kurumsal olarak yürütmeye başladık. 15 Haziran 2011’de ise derneği feshederek, EVİD-SEN’ i kurduk. Sendikayı kurduktan hemen sonra hakkımızda dava açtılar. Dava süreci hala devam ediyor. Sendikal örgütlenmemiz onlar baskı yaptıkça büyüyor.

DKH: ‘Gündelikçi’ kadınların işçi statüsüne alınmamasını ve erkek egemen algının bu politikasını sizler nasıl bir mücadele örerek bugüne getirdiniz ve ne gibi zorluklar yaşadınız? EVİD-SEN: Sendikalaşma sürecine girişimiz elbette kolay olmadı. İlk önce işçi olma bilincini oluşturmaya çabaladık. Arkadaşlarımızla bunu hala aşmaya çalışıyoruz, örgütlenme çalışmalarımız devam ediyor. Çalışmalarımızı mahallelerde, evlerde, otobüs duraklarında, parklarda birlikte arkadaşlarımızla konuşup, tartışarak bir istişare içerisinde idame ettiriyoruz. DKH: Günlük sigorta hakkında ne düşünüyorsunuz? EVİD-SEN: Şu an var olan yasa gerçekten ev işçilerini koruyan ya da onları yasal anlamda ileriye taşıyabilecek bir yasa değil. Bizim talebimiz bununla ilgili olarak bir fiş ya da çek sisteminin çıkarılmasıdır. Dünyada çek sisteminin bir sürü örneği var. Ülkemizde

de bu uygulanabilir. Bunun yapılması bu kadar zor değil ama maalesef devlet bunu yapmıyor. Her seferinde kendi işine gelecek şekilde davranıyor. Kadınları kayıt altına alalım diyor ancak kadınları güvence altına alalım diye kimse bir şey söylemiyor. Peki, kayıt altına alıyorsunuz, tamam. Ancak kayıt altına almanız bu kadınları güvence altına aldığınız anlamına gelmiyor. Kadınları kayıt altına alırken bunun güvencesi nerede olacak. Çalıştığı yerde düşüp hayatını kaybettiğinde ya da sakat kaldığında ya da psikolojisi bozulduğunda ki bu başka bir katliam biçimidir. Çocuklarından kopuyor, ailesinden kopuyor, kendisinden kopuyor, hayattan kopuyor. İntihara kadar sürükleniyor. Bunu bu şekilde nasıl sağlayacaksınız. Önemli olan bu kadınların güvencesini sağlamaktır. Bu kadınlar eve katkı sunmuyor, evlerini bizzat geçindiriyor. Katkı sunuyor diyorlar ya böyle bir şey yok kadınlar gerçekten evlerinde ailelerine katkıda bulunmuyorlar, çocuklarına ve kendilerini geçindiriyorlar. Hayata tutunmaya çalışıyorlar. Maalesef evi geçindiren kadın olurken ilk kapıya konulan da kadın oluyor. Her zaman için ekonomik şiddette ilk kapının önüne konan kadın. Kadınlar her zaman ekonomik şiddete maruz kalıyor. Bugün de ekonomik şiddete maruz kalan biziz ve birlikte buna karşı mücadele etmeliyiz.

DKH: Güvencesiz çalışma ve işye-

rinde tacizin her türlüsüne karşı neler söyleyebilirsiniz? EVİD-SEN: Tabii ki şiddetin her çeşidine maruz kalıyoruz, özellikle gittiğin evde tacize uğruyorsun ancak bunu kanıtlayabileceğin hiçbir delilin yok elinde. Sadece sen kendin bunu söyleyebiliyorsun. Bu yüzden de kadının beyanı esas alınmalı ve kesinlikle kadının beyanını yasallaştırılmalıdır. Çünkü kadın o evde çalışıyor, onun kamerası var, bir şey olduğu zaman bunu kanıtlayabiliyor ancak kadın aynı evde tacize maruz kaldığında bunu gösteremiyor ve kanıtlayamıyor. Çözüm noktasını kadının beyanının esas alınmasında görüyoruz. Çünkü evler sahipleri için özel haneleri olabilir ancak bizim işyerlerimiz. Erkekler yanlarındaki kadınlara, bunlar senin görevindi ama bak sana yardımcı tuttuk onlar yapıyor diyerek kandırıyor. Ancak oradaki kadın bunun bilincinde olsa böyle bir şey olmadığını da görecek. Erkek kapitalist sistemin kırıntısıyla idare etmeye çalışıyor ve evdeki kadında bizim üstümüzde baskı kuruyor.

DKH: Devrimci- ilerici kurumlardan beklentileriniz nelerdir? EVİD-SEN: Tabii ki beklentilerimiz var, bu mesele başlı başına bir kadın sorunu. Ev işçiliği de esasında bir kadın sorunundan ileri geliyor. Bu nedenle de devrimci kadınların da bu alanda bize destek olmaları lazım. Gerek manevi, gerek maddi, gerek eylemlerimizde kısacası her yönüyle desteklerinizi bekliyoruz.

DKH: Son olarak Mart’ta çağrınızı alabilir miyiz? EVİD-SEN: 8 Mart kadın için, kadının emeği için mücadele günüdür. Bizim emeğimizin birlik ve mücadele günü. O nedenle birlik ve mücadele günümüzde birlikte dayanışma içerisinde ve sokaklarda olmak durumundayız. Ev işçisi arkadaşlarımızı da başka kurumların da birlikte alanlarda omuz omuza yürümesi gerektiğini ve taleplerimizi hınca hınç bir şekilde meydanları doldurarak haykırmamız gerektiğini düşünüyorum. Sizin aracılığınızla tüm ev emekçisi kadınları 8 Mart’ta alanlarda olmaya davet ediyorum.


20

kültür sanat

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

RİTİMLER KAVGA İÇİN Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM)’nin bu yıl Bağcılar Olimpiyat Spor Salonu'nda düzenlediği 6. Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği, kitleselliğiyle dikkat çekerken çeşitli sanatçıların sahne aldığı şenlikte Kaypakkaya şahsında devrim vurgusu ön plana çıktı Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM)’nin Bağcılar Olimpiyat Spor Salonu'nda bu yıl altıncısını düzenlediği Demokratik Haklar Kültür ve Sanat Şenliği 23 Şubat’ta coşkuyla tamamlandı. Katılımın kitlesel olduğu gece devrim şehitleri ve Gezi Ayaklanması’nda hayatını kaybedenlerin anısına Enternasyonal Marşı eşliğinde bir dakikalık saygı duru-

şuyla başladı. Saygı duruşunun ardından YÇKM halk oyunları ekibinin folklor gösterisi ilgiyle izlendi. Etkinlik alanına “Halk İçin Sanat Halk İçin Edebiyat” , “İbrahim Kaypakkaya’yı Savunmak Onurdur Emperyalist Saldırganlığa ve Faşist Teröre Geçit Vermeyeceğiz” , “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın Abdullah Kalay'a Özgürlük” , “Yeni Kadını Yaratma İradesiyle Özgür Dünya İçin Mücadeleye” pankartları asıldı. Sahneden yapılan konuşmalarda devletin beslediği çeteler tarafından katledilen Battal Tepeli ve Hasan Ferit Gedik anıldı.

‘Sendikaya üye olduğumuz için işten atıldık’ Gecede Deri-Teks Sendikası üyesi direnişteki Punto Deri işçilerinin temsilcisi de bir konuşma yaparak şunları söyledi: “Bizler Punto Deri’den yaşanan emek sömürüsüne karşı Türk İş'e bağlı Deri-Teks Sendikası’na anayasal hakkımızı kullanarak üye

olduğumuz için işten atıldık. İşten atılmadan arkadaşlarımızı sendikadan istifa ettirmek için, etnik ve dinsel olarak aramızda çelişkiler yaratmaya çalışılarak mücadelemiz parçalanmaya çalışıldı”

‘Çalınan ekmeğimizin hesabını onlardan mutlaka soracağız’ Etkinlikte konuşan Temel Demirer ise şunları söyledi: “Biz buradayız. Bizi buraya Munzurlardaki isyan rüzgârları getirdi. Biz buradayız, Mercan’da katledilenlerin, 17'lerin, Ökkeş’in, İbrahim Kaypakkaya’nın yoldaşlarıyız. Gasp edilen emeğimizin, yakılan her Kürt Köyü’nün, Gezi Direnişi’nde kurşunlanan yoldaşlarımızın ve nihayet çalınan ekmeğimizin hesabını onlardan mutlaka soracağız.”

‘Tüm mücadele alanlarında kadının sesini yükselteceğiz’ Kısa bir süre önce YÇKM'de kurulan Grup Ala Mor kadınların yaşamın her alanında baskıya, sömürüye ve her türden şiddete maruz bırakıldığını ve toplumun her alanında ikincil olarak görülen kadının sanatta da çoğunlukla bir özne olmaktan ziyade edilgen bir pozisyonda durduğunu vurgulayarak şu ifadelere yer verdi: "Bu durumu gören bizler bundan birkaç ay önce Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde bir adım atarak sanat cephesinde kadının sesine ses katabilmek için Grup Ala Mor’u kurduk. Sizleri Grup Ala Mor olarak tekrar selamlıyoruz. ‘Vardık, varız, var olacağız’ diyerek tüm mücadele alanlarında kadının sesini yükselteceğiz." Müzik dinletisi ilgiyle karşılanan Grup Ala Mor dinletinin sonunda ‘Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara’ şiarıyla dinleyicileri 8. Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde yapılacak eylemlere katılmaya çağırdı.

‘Kardeşim kalekol yapımını protesto ederken katledildi’ Etkinlikte Roboski aileleri adına Ferhat Encü, Gezi Şehit Aileleri Adına Ethem Sarısülük’ün abisi Mustafa Sarısülük ve Medeni Yıldırım’ın kardeşi Mehmet Yıldırım bir konuşma yaptı. Medeni’nin kardeşi Mehmet devletin bir yandan “barıştan” söz ettiğini, ancak kardeşinin Lice’de "Barış istiyoruz" diyerek kalekol yapımını protesto etmeye giderken devlet tarafından katledildiğini şu sözlerle dile getirdi “Ne hikmetse biz barış sürecini başlattık diyorlar. Hangi barış? Medeni senin o yaptığın karakolun kapısına gelirken söylediği ve haykırdığı tek şey şuydu; savaş değil barış. Savaş değil barış diyen bir genci kurşunlayan zihniyet sahipleri onu değil, onu öldürmediler, kendi barışlarını, kendi süreçlerini vurdular.“ Mustafa Sarısülük ise salonda bulunan ve baskıya ve sömürüye karşı direnen tüm gençlerin birer Ethem ve Ali İsmail olduğunu ifade ederek şunları söyledi: “Şunu çok iyi bilin ki bizler Gezi Aileleri aldığımız güç 17lerin direnmesindeki, azmindeki kararlıktaki güçtür. Rojava’dan Roboski’ye, Taksim’den Kızılay’a artık şunu çok iyi biliyorlar ki bizlerden korkuyorlar. Ve gerçekten artık şunlara inanın kendi tarihsel gücümüzle, kendi kitlelerin kahredici gücüne inanın.” Sarısülük konuşmasını tüm kitleyle birlikte haykırdığı “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganıyla sonlandırdı.

‘Söz-yetki-karar Dersim halkına’ Dersim Demokratik Haklar Dayanışması Dersim Merkez Belediye Başkan Adayı Ali Tacar, Mazgirt Belediye Başkan Adayı Tekin Türkel, Ovacık Belediye Başkan


1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

21

ANTAGONİZMA BAHARA

B

Adayı Fatih Mehmet Maçoğlu ve Hozat Belediye Başkan Adayı Kahraman Kılıç da gecede birer konuşma yaptı. Dersim Merkez Belediye Başkan Adayı Ali Tacar konuşmasında şunları söyledi: “Bizler Dersim Demokratik Haklar Dayanışması olarak 2004’de, 2009’da ve 2014’te zirveye taşıyacağımızı yeni bir yeni sosyalist halk hareketini bağımsız, özgür, kendi dilini, kendi kültürünü merkeze alan, Dersim’in geleceğini inşa eden bir örgütlenme modeli geliştirdik. Bu modeli tüm halkımızın ve sizlerin direnişiyle zirveye taşıyacağımıza söz veriyorum. Sorun sadece Dersim’de belediye başkanlığının kimin alıp almayacağı meselesi değildir. Dersim’in geleceğinin inşasında demokratik, özgür, kendi bayrağı altında toplanan bir halk hareketi gelişiyor.”

DHF: Ezilen sömürülen halk kitleleri güçlerini birleştirmeli DHF temsilcisi de bir açıklama yaparak emperyalist saldırganlığın giderek arttığı günümüz koşullarında mücadelenin daha da yükseltilmesi gerektiğini vurguladı. Hapishanelerde tutsaklara dayatılan tecrit politikalarına karşı dışarıdan tutsaklarla dayanışmayı büyüterek seslerine ses katacaklarını belirten DHF temsilcisi konuşmasını şu ifadelerle sonlandırdı: “Düzen partilerine verilen her oy insanlığa karşı kullanılmış bir mermidir. Ezilen, sömürülen halk kitleleri güçlerini bir-

leştirmeli, gerici sınıflara gereken yanıtı vermelidir. Emekçilerin düzen ve onun partilerinden bir beklentisi ve çıkarı olamaz. Faşist düzen partilerine karşı ‘söz-yetki-karar halka’ şiarı temelinde devrimci demokratik belediyecilik propaganda edilmelidir. İlerici, demokrat ve devrimci adayların desteklenmesi buradaki herkesin aktif görevi olmalıdır”

ADHK: Sanat dinamik direnişin temellerindendir ADHK adına yapılan konuşmada devrimci sanatın yükseltilmesi ve önemine vurgu yapılarak şu ifadeler yer verildi: "Sanat müzik, edebiyat ve tiyatro en canlı ve dinamik direnişin temellerinden bir tanesidir. Bu bağlamda aydınlar, sanatçılar, akademisyenler kendilerini, tarihsel pozisyonlarını ve duruşlarını yeniden sanata koymalıdır.” Etkinlikte Grup Ze Tije, Erdal Bayrakoğlu, Server Kocakaya, Rojda ve Metin Kahraman gibi sanatçılar sahne alırken, Emir Ali Yağan ise kısa bir şiir dinletisi verdi. Metin Kahraman rant uğruna Dersim’in doğasını yok edildiğini ve buna izin vermeyeceklerini belirterek Dersim’in Dersimlilere ait olduğunu vurguladı. Etkinlikte son olarak sahne alan Grup Munzur kavga türküleriyle kitleyi coşturdu. Etkinlik "Önderimiz İbrahim Kaypakkaya" , “Şan olsun 3. Kongrye”, “Yaşasın partimiz MKP”, "Hasta tutsaklara özgürlük" , "Abdullah Kalay yalnız değildir" sloganlarıyla sonlandırıldı.

Devrim mücadelesinde sonsuzluğa uğurladığımız yoldaşımız Özlem Eker’in babası, değerli büyüğümüz Hüseyin EKER geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı. Hüseyin EKER’İ saygıyla anıyoruz.

DEMOKRATİK HAKLAR FEDERASYONU

≫ muzaffer oruçoğlu

ahar geldi galiba. Mevsimini şaşıran sarı çiçek açtı, gönül tezhibiyle süslenmiş çinilere yaslandı. Masamda yaldız hokkası, iğne uçlu kalem, meşk defterleri. Ve kalın bir kitap. Kapağında fraklı, silindirli bir adam. Hastalık vehmine kapılmış gibi bakıyor. Bahçeden bir ses geliyor: “Aşk değil, duygu kamaşması.” Hiçbir şey yazmak gelmiyor içimden. Kalkıp, dışarı, kuş şamatasına çıkıyorum. O kadın gelip geçiyor. Kirpiklerinde sürekli bir özgünlük arayışı. Memeler dikelmiş, tekâmül etmiş arzuya doğru. Var olmadığım halde, bu kadını her gördüğümde, bende öncelikle eksik olduğum duygusu yaratıyor, sonra nasıl oluyorsa, dönüp dolaşıyor, bu duyguyu tamamlıyor bu kadın. Akıl ve haya gözüyle bakmasına bir anlam veremiyorum. Çalışkan, çabacı; nedendir bilemem, bu kadının çabaları, zorunluluğun mutlak ve sınırsız gücü karşısında anlamsız ve oldukça komik görünüyor. Zeki deseniz zekidir. Sözcüklerden, sözcükleri de şaşırtan gizli anlamlar çıkarıyor, muamma içine sokuyor sizi. Hayalin bile sınırlarını aşan, sempatik bir zeka. Fileli kazağı, yakışıyor çipil bakışlarına. Ve kostak kostak da yürüyor. Dilrüba değil. Lanet, gezente bir havayla yürüyorum. Bugün elimden gelen tek şey yürümek. İçimde itinayla beslediğim kendi iç diktatörlüğümü, yüzüme ve davranışlarıma yansıtmadan yürüyor ve gülümseyerek, yanımdan geçen herkese selam veriyorum. Herkes, bu adam bu mahalleye yeni gelmiş galiba dercesine, karşılık veriyor selamıma. Zadegânlar gibi yürüyen yaşlı bir kadın var. Ona selam vermiyorum. Verdiğim zaman , kurtaramıyorum yakamı, bir saat lafa tutuyor beni. Söylediği her şeyi de onaylamak zorunda kalıyor ve neticede sahtekâr bir adam olup çıkıyorum. En güzeli, vicdanın halis sesine, en zati öze sadık kalarak yürümek. Zadegân, hayal dünyamı dağıtıyor, gereksiz dış ve iç gülümsemelerle donatıyor beni. En iyisi, sahih kalmak ve hergünkülüğün ıstırabından uzak durmak. Köprünün başındaki adam, yine sigara içiyor ve yaşadığı dünyaya ait olmayan bir zamanın içinden bakıyor gelip geçenlere. Selamımı almadı. İfade gücünü ve üslup birliğini yitirmiş iç seslerim çoğaldı. Yıpranmış, duyumsama gücünden kopmuş, çileci bir adama benziyor. Keşke yanına iyice yaklaşıp, bir kez daha selamlasaydım. Bu, onun için değil, benim için daha iyi olurdu. Ormanı geçtim.

Eşyaların insanlara geniş bir açıdan baktıkları bir yere geldim. Araba sürüsünü de geçtim. Mevkiler, rütbeler, payeler, sınıflar, yasalar, ayrıcalıklar malzemesinden taş taş inşa edilen toplumsal piramidin tabanında buldum kendimi. Soluk almaya çalışan bu insancıkların içinde, nedendir bilmem, rahatlar gibi oluyorum. Belden yukarısı, deri kaplı cönk defterini andıran uzun saçlı pejmürde, deli dolaşık birisi yaklaştı, para istedi, çıkardım bir dolar verdim. Gözleri, fener balığı gibi ışıldadı. Tırnak dolamasından muzdarip parmağıyla burnunu kaşıdı, teşekkür etti. Konuşmadan, kaldırımda, öyle bir top don yağı gibi oturan şişko kadının yanına gitti, parayı ona verdi. Dilencinin dilenciye yaptığı bu yardım hoşuma gitti. Balaban kuşu gibi yağlı, ağır eti olan, sempatik ama alabildiğine döküntü bir kadın yaklaştı, Karagöz, matiz ve külhanbeyi karışımı bir iklimle gülümsedi, dilenciye yardım ettiğim için teşekkür etti. Dikiş büzgüsünü andıran, kırış kırış bir ağız yerleşti belleğime. Kendi varoluş nedenlerini kendilerinden gizlemeye kalkışmayan insanların arasındaymışım gibi rahatladım bir kez daha. Sağa sola balgam atan Tom’u görmezlikten geliyorum. Bizim baldır patlatan Pehlivan Ali gibi yürüyor. Sırtında balıkçı kazağı var. Deniz yosununu, yeşil erişteyi andırıyor saçları. Başını sokacak bir deliğe, bir melceye muhtaç. Kurtlanmış deri gibi kokuyor. Ne yiyip içtiğini kimse bilmiyor. Ciğerleri ağzından gele gele öksürüyor. Her görüşümde, içimi kerih bir boşluk gibi işgal ediyor, roman yazamıyorum o gün. Yediğim içtiğim her şey Tom’a dönüşüyor. Her şeyi yanlış anlayıp, doğru düşünen bir adam olup çıkıyorum. Eskiden bu alış veriş merkezinde üç kitapçı vardı, üçü de kapanmış. Ormandayım yine, algının gizemli ve kaygan dünyasında. Tözsüz tarihsiz, doğası farklı bir uzay zamanı, yalayıp geçiyor duygullarımı. Yürüyorum oraya, yaratıcılığın ruhuna sızan ışığa, bahara...


22

güncel haber

1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

Kahrolsun halkın parasını çalan yiyiciler takımı! Devrimci görev ve devrimci gelişmeler lehine mevcut olan durum, devrimci güçlere kesin sorumluluklar yüklemektedir. Yaşanan sistem krizinin devrimci gelişme adına değerlendirilmesi doğrudan devrimcilerin halk kitleleriyle birleşik bir eylem örgütlemesi ve bu doğrultuda harekete geçmesini gerektirmektedir Çelik kasalara sığmayan, bankaları taşarak ayakkabı kutularına sıkıştırılan, yetmedi şirket ve holding işletmelerinde sömürüye sürülen sermayeden de artan, dış banka hesaplarına miktarı kaba gelerek artan, nihayet evlerde istiflenerek çalınan paralar halkın parasıdır! İşçi sınıfı ve geniş halk kitlelerinin emek gücüyle sağladığı artı-değer ve emeklerinin yarattığı zenginliğin gasp edilmek suretiyle el konulmasının en ahlaksız biçimidir hırsızlığa dayanan bu talan… Evet, Erdoğan, ailesi ve tüm şürekasının iktidar olanaklarını manivela ederek araklayıp zimmetine geçirdiği milyar dolarlar halkın parasıdır! Halk bunun hesabını eninde sonunda öyle ya da böyle soracaktır. Halkın parasını çalanlar ve halkı açlığa, sömürüye, zulme mahkum ederek onun parasıyla saltanat sürenler kahrolsun! Van çocuklarını soğuğa terk eden ve aynı Van’da üç aylık Muhammed’i ölüme terk eden, sonra bebenin ölüsünü bir torbaya koyarak babasının sırtına verip karlı köy yollarında saatlerce yürüten ama Bilallerine gemicikler yetmezmiş gibi milyar dolarlar istifleyerek yaşayan ahlaksızlar, hırsızlar, zalimler kahrolsun! Halk kitlelerine açlık ve sefalet reva görülürken, halkın parasını çalıp semirenlerden halk hesap sormalıdır. Soracaktır! Erdoğan ile şürekası ve AKP iktidarını def etmek proletarya ve emekçi halkın ertelenemez borcudur! Duyurulur ki, çalınan para halkın parasıdır ve bu halkı isyana davettir!

rans göstererek oğlunun telefonunun yasa dışı dinlendiğini söylemektedir. Yani oğlunun konuşmalarını reddetmemektedir, bu konuşmaların yasa dışı bir şekilde dinlendiğini ifade etmektedir. Yasa dışı dinlenmesi ayrı bir sorun ama dinlemenin hukuksuz olması yapılan hırsızlık ve tanık belgesi olan konuşmaları ve bu konuşmaların içeriklerini değiştirir mi? Değiştirmez! Özcesi Erdoğan hırsızlık ve soygunun belgesi olan oğluyla konuşmalarını itiraf ediyor ama bu dinlemelerin hukuksuz olduğuna sarılıyor. Hasmın da senin gibi burjuva kokuşmuş bataklıktadır. Bu doğru ama hasmının gerici ve yasa dışı işleri ve gerçeği senin hırsızlığına gerekçe olabilir mi? “Milli İrade”nin ‘’Milli Kasası’’ Erdoğan’ın ailesi ve malikanesi midir?! Erdoğan buna yanıt vermekle, hırsızlık ve ahlaksızlığının hesabını vermekle yükümlüdür. Demagoji ve manipülasyon sonsuz bir kredi ve sığınak olamaz.

İnkarın handikabı itiraf!

Haram yemezliğinize yabancı değiliz!!!

Bilal Erdoğan ile babası Tayyip Erdoğan arasındaki tarihi telefon konuşmaları basına düştükten ve toplumda tepkilerin baş göstermesinden sonra, montaj teraneleri bir kez daha çalındı. Ne ki, gerçeklerin yalanla karartılması kolay değildi. Gelişen haklı tepkiye dayanmak çok da kolay değildi. Nitekim AKP iktidarı beş TÜBİTAK görevlisinin görevden alındığını açıkladı. Erdoğan ‘devletin kriptolu telefonları bile dinlenmiş’ açıklamasında bulundu!!! Bu açıklamalar itiraftan başka bir anlam taşımaz. Ve Erdoğan, mahkeme kararını refe-

Çalınan halkın parası hırsızlara “helal’’ değildir. Halkı sömürerek elde ettikleri zenginlikler yetmiyormuş gibi, gerici devlet ve iktidar tarafından halktan toplanan vergirüşvet ve halkın emeğiyle sağlanıp devlet mülkiyeti ya da sermayesi olarak el konulan paranın çalınması da “helal’’ değildir. Sömüren gerici sınıfların hiçbir parası da “helal’’ değildir. Zira, sömürü ve zulüm uygulanarak elde edilmiştir. İşçilerin alın teri, göz nuru ve el emeğidir sömürücü sınıfların tüm zenginlik ve sermayesinin kaynağı. Bundandır ki gerici sınıfların bütün

parası “helal’’ değildir. Ama Erdoğan, ailesi, yakın şürekası ve AKP külliyatı “harama el uzatmaz’’ dindarlardır!? Onların “haram yemezliğini’’ görevden alınan bakanlardan, deniz feneri davasından, gemiciklerden, Ülker’den ve elbette evde istiflenip de sıfırlanmasının yolları üzerinde baba-oğulun konuşmasına konu olan milyar dolarlardan bilmekteyiz! Zira siz temiz dindar bir aile ve partisiniz, asla “haram yemezsiniz’’!? Değil milyar dolar “haram’’ bir kuruş bile boğazınızdan geçmez, biliriz!? Evet milyar dolar olmasa bile milyon dolarlar kesindir. Erdoğan-Bilal kriptosunda ifade edilen şey esası halledilip sadece bir miktarı kalmış denen o miktar sadece 30 milyon dolardır!!! Demek ki, genel meblağ, diğer sermayeyle vb düşünüldüğünde kesinlikle milyar dolarları bulacak kadardır. Sömürü, zenginlik ve bencil çıkara karşı tabi tutulduğunuz sınavda ispatlanmasa da, dindarlığınızın esasen takiyyeden ibaret olduğu aşikardır. İktidar pozisyonu ise, sömürü ve talan çarkının en etkili merdivenlerindendir. İktidar tutan “Bal tutan parmağını yalar’’ gibi bir şeyler yalıyor. Bırakın dindarlığınızı insanlığınızı tartışmanın bile anlamsız olduğu aşikardır. Halk kitlelerini kandırıp peşinize takmayı başardığınız o dindarlığınız, o inancınız bu kadardır. Din kisvesi altında halkın parasını çalıp zimmetinize geçiriyorsunuz; Bu halk hesabını sorar, soracak!

İki baba iki oğul! Muhammed ile babası, Bilal ile babası Erdoğan iki ayrı yaşam, iki ayrı ahlak ve iki ayrı dünyanın portreleridir. Bu portrelerde korkunç bir zulüm, büyük bir yoksulluk ve

mazlum olduğu kadar temiz onurlu bir yaşam ile bütün bunların yüz seksen derece tersi bir yaşam, bir onursuzluk, bir ahlak ve çirkefe batmış bir dünya mevcuttur. Ve Muhammed ile babasının büyük dramını resmeden o kahredici hikaye film şeridi gibi geçiyor insanlığın gözlerinden, belleğinden… Karlara gömülmüş çuvaldaki öldürülmüş Muhammed ile babasına reva görülenle lüks otodaki Bilal ile babası Erdoğan’a reva görülen hak mıdır? Halkın vicdanı buna dayanmaz; isyan eder! Bir çocuk kriptolu devlet telefonlarını kullanırken, diğer çocuğun hastaneye götürülmesi için edilecek bir telefonu olmaz!!! Bu düzen ve bu çark böyle gitmez. Halk isyan edecek, Erdoğan / AKP şahsında gün yüzüne çıkan gerici hakim sınıflar düzeni yerle bir edilecek! Yoksulluktan ölen bebeler ve çaldıkları paraları saklayabilecek büyüklükte yer bulamayan çocuklar, Erdoğan ve bakanlarının çocukları gerçeği en çıplak zulüm ve en haklı isyan gerekçesidirler! Bu gerçek tüm gerici sınıf klikleri ve gerici sınıf devletlerinin genel gerçeğidir. Gülen de Erdoğan da ve muhalefetteki komprador tekelci burjuva partilerinin hepsi de aynı düzenin dişlileridir ve hepsi aynı çanaktan beslenmektedir! Devrimci isyan gerici faşist devlet düzenini kökten hedeflemek zorundadır! Alo! “Yüzüne Tükürsen Rabbime Şükür Yağmur Yağdı’’ Diyenlerden misiniz? Olağan koşullarda veya dünyanın herhangi başka bir ülkesinde olsa iktidarın yerinde durması mümkün olmaz. Hırsızlığı, yiyicilik ve soygunculuğu suçüstü ya-


1-15 MART 2014 Halkın Günlüğü

pılan hiçbir iktidar, hiçbir hükümet ve hiçbir başbakan bir an bile mevkiinde durmadan halkın karşısına çıkma yüzünü gösteremez. Yalnızca AKP iktidarı, hükümeti ve başı Erdoğan bu yüzsüzlüğü gösterebilir, gösteriyor. Bunca ahlaksızlığa rağmen halkın karşısında çıkıp oy isteme yüzü sadece ve sadece AKP ve Erdoğan’da vücut bulabilir. Zira onda yüz yok! Tüm dünyası para, iktidar ve zenginliktir. Hırsızlığından utanmayan ender bir simadır Erdoğan… Hırsızın yüzüne tükürsen şükür ya Rabbim yağmur yağdı diyen hırsızlardandır Erdoğan. Erdoğan sonunun ne olacağını bildiği için suçunu kabullenme yerine dikkatleri başka yerlere çekip başka tartışmalar açmaktadır. Zira inkar silahına sarılmaktan başka bir çare görmemektedir. Ne var ki, artık hiçbir manipülasyon bu rezaleti örtmeye ve unutturmaya yetmeyecektir. Hırsızlık, yiyicilik en hafif deyimle yüz kızartıcı suçtur. Erdoğan’ın kızaran yüzüne yağan tükürükler ona yağmur gibi gelmektedir. Ailesini ve şakşakçılarını da bu rezalette mahvetmektedir ki, bunlar da mahvolmayı hak etmiş durumdadır.

Yiyicilerin yasası ve devlet düzeni! Yiyicilere yasalar işlemez, hukuk sökmez gerici sınıf devleti ve iktidarlarında. Devlet ve iktidar yiyici, talancı ve sömürücü hırsızların elindedir. Bundandır ki, yasaları ve hukukları onlara işlemez. Mahkemeler düzenlenir yani yasalarla, savcılar görevden alınır, hakimler sürgün edilir yeni yasalarla. Yani iktidarın gücüyle korunur hırsız, soyguncu ve vurguncu sınıflar. Yetkiler iktidarın eline alınarak mahkemeler açılmaz, deliller karartılır, soruşturmalar durdurulur, kirlilikler örtülür gerici sınıf iktidarlarında. Özcesi hırsızlardan hesap sorulamaz sahibi hırsız olan gerici düzenlerde. Görev proletarya ve halk kitlelerine düşer. Yiyicilerin yargılanıp he-

güncel haber

sabın sorulması ancak geniş emekçi kitlelerin devrimci eylemi vasıtasıyla proleter adalete uygun olarak mümkün olur. Açlığa mahkum edilen bu halk elbette hesap soracaktır yiyicilerden!...

23

Halkın devrimci birleşik eylemi şarttır! Yaşanan bir hükümet krizinden öteye bu bir sistem krizidir. Devrimci güçlerin bu krizi devrim lehine kullanması elzem görevdir. Bu bağlamda devrimci güçler arasında, devrimci birleşik eylem cephesinin yaratılması şarttır. Devrimci görev ve devrimci gelişmeler lehine mevcut olan durum, devrimci güçlere kesin sorumluluklar yüklemektedir. Yaşanan sistem krizinin devrimci gelişme adına değerlendirilmesi doğrudan devrimcilerin halk kitleleriyle birleşik bir eylem örgütlemesi ve bu doğrultuda harekete geçmesini gerektirmektedir. Daha uygun şartları beklemek devrimci gelişmeleri ertelemekten başka bir mana taşımaz. Halk kitlelerinin birleşik devrimci eyleminin devreye konulmasında demokratik hareket yelpazesinde zayıf halkalar mevcuttur. Kürt Ulusal Hareketi’nin pozisyonu veya atak olmayan belirsizlikler taşıyan tavrı bu zayıf halkaların başında gelmektedir. Buna rağmen temelde bir birleşik eylem zemini vardır. Halkın devrimci birleşik eylem ve cephesinin örülmesi proleter devrimcilerin omuzlarındadır! Bu görev bilinciyle sokaklara çıkmalı, devrimci birleşik eylem uğruna her türden çaba ve ilişkiler sürdürülmelidir. Devrimci olanaklar bir daha düzen partilerine terk edilmemeli, kitlelerin devrimci öfkesi gerici faşist kliklerin iktidar hesaplarına hasredilmemeli, kitlelerin düzen partilerinin peşine takılmasına olanak verilmemelidir! Tüm devrimciler devrimci ruhla kitlelerle birleşmeli ve siyasi iktidar perspektifine bağlı olarak devrimci eyleme başvurmalıdır.

İzmir DHF davasında tahliye İzmir’de 13 Kasım 2012’de Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’na yönelik ev ve dernek baskınlarında gözaltına alınarak tutuklanan DHF üye ve taraftarlarının 26 Şubat’ta görülen duruşmasında tüm tutuklular tahliye edildi Sözde ‘hukuk devleti’ olarak lanse edilen faşist sistemin mahkemelerinin aslında, ezilen ve sömürülen sınıflara ve toplumsal kesimlere karşı egemen sınıfların çıkarları ekseninde işlediği hepimizin malumu. Öyle ki bu sistemde anayasal olarak tanınan haklarını kullananlar dahi bu haklarını kullandıkları için aylarca hatta yıllarca hapis yatabiliyor. İşte böyle bir ‘demokrasicilik’ oyunun sahnelendiği ülkemizde en çok gündeme gelen davalardan biri de İzmir DHF davası olmuştu. Bilindiği gibi 13 Kasım 2012’de ülke genelinde birçok ilde yapılan ev kurum baskınları sonucunda İzmir’de de 13 DHF üye ve taraftarı gözaltına alınarak tutuklanmıştı.

Düzmece iddialarla aylar süren tutsaklık Aynı dava kapsamında diğer illerde gözaltına alınarak tutuklananlar mahkemeye çıkarılarak tahliye edilmiş yahut mahkemeleri sonuçlandırılmışken İzmir’de tutuklananlar ancak bir yıl sonra Ekim 2013’te mahkemeye çıkabildi. 13'ü tutuklu 22 kişinin yargılandığı davada DHF üye ve

taraftarları İbrahim Kaypakkaya’yı savunmanın, 1 Mayıs’a, 8 Mart’a katılmanın, Halkın Günlüğü Gazetesi okumanın ‘suç olmadığını’ belirterek Demokratik Haklar Federasyonu’nun halkın demokratik hakları için meşru zeminde mücadele yürüten ve dernekler masasında bağlı olan yasal bir örgüt olduğunu savundu. Ancak ellerinde sadece telefon ve ortam dinlemesiyle oluşturulan ve aralara polisin masa başında serpiştirdiği “illegal örgüt” kurgusu dışında hiçbir somut kanıtın olmadığı davada, mahkeme heyeti tamamen resmi defterlere işlenmiş dernek faaliyetlerini ilgilendiren konuşmaları “kuvvetli suç şüphesi” olarak değerlendirerek avukatların tahliye taleplerini reddetmişti. 2 Ekim 2013, 13 Kasım 2013 ve 9 Ocak 2014’te görülen duruşmalarda DHF üye ve taraftarlarının tutukluluk hallerinin devamına karar verilmişti.

13 kişi tahliye edildi 16 aylık tutsaklığın sonunda 26 Şubat’ta İzmir Bayraklı Adliyesi’nde görülen dördüncü duruşmada avukatlar yaşanan hukuksuzluğa dikkat çekerek tekrar tahliye talebinde bulundu. Savcının da tahliye talebinde bulunması üzerine mahkeme heyeti tutuklu bulunan Eylem Yıldız, Mine Sargın, Fatma Akgül, Yeşer Aydın, İsmail Avan, Erol Hanbayat, Binali Yıldız, Şenol Akyıldız, Murat Karaman, Uğur Tepe, Fevzi Demirpençe, Başar Tür ve gazetemiz İzmir Temsilcisi Deniz Kısmetli‘nin tahliyesine karar verdi. Mahkeme kararı sloganlarla karşılanırken,13 kişi aynı gün içerisinde serbest bırakıldı.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Li Baxcilarê Çoşa Şahi ya Huner û Çanda Mafên Demokratîk

Şahiya ku bi girseyîbûn re dêhn kişand ji hêla Navenda Çand a Sed Kulîlk Vebin(YÇKM) li salona olimpiyat a Baxcilarê hat lidarxistin, di şahiyê de Koma Munzur, Rojda, Metîn Kahraman, Koma Ala Mor hunermend bi stranan, nunera DHF, Temel Demîrer, malbatên şehît ên Gezî, malbatên Roboskî jî bi axaftinên xwe derketin li ser dikê û kirpandinên siyasî kirin. YÇKM’ê îsal li salona Olimpiyat a Baxcilarê şeşemîn şahiya huner û çanda mafên demokratîk di 23’ê Rêşemî de çoşdar qedand. Di şahiyê de beşdarbûn ku girseyî bû ji bo şehîtên şoreş û ên ku jiyana xwe di Serhildana Gezîyê de dan dekeyek rêz hat girtin û sirûda Enternasyonalê hat gotin û dest pê kir. Ji cihê aktiviteyê re pankartên “ji bo gel huner ji bo gel wêje”, “parastina Îbrahîm Kaypakkaya rûmet e, ji êrîşkariya emperyalist û terora faşîst re ê destûr nedin”, “Dîlên nexwweş bê serbestberdan Ji Abdûllah Kalay re azadî”, “ bi vîna afirandina jina nû ji bo cihana azad ji têkoşinê re” dihat daliqandin, di heman demê de axaftinan de Battal Tepelî û Hasan Ferit Gedik ku ji aliyê çeteyên ku dewlet ê pişt dida hatibûn qetilkirin hat bîranîn. Di şahiyê de kirpandina Serhildana Gezî bal kişand, pêşangeha wêneyên ji bo Serhildana Gezî û Ro-

boskî hatibû vekirin gelek dêhn kişand. Li ser soldankekê re ku li hêwana pêşengehê re hatibû danîn ji hêla mêvanan gelek nivîs hat xêzkirin.

“Ji bo endambûna sendikayê em ji karê hatin evêtin” Di şahiyê de nimînendeyê Punto Derî(çerm) ku di berxwedanê de ne, di axaftina xwe de, li dijî metingeriya kedê ku Punto Derîyê dihat jiyîn, em sendikaya ku giredayê Turk-Îşê ye û bi bikaranîna mafên xwe yên zagonî endama sendikaya Derî-Teksê bûn û ji karê hatin avêtin diyar kir û “ li ber ji avêtina karê ji bo îstîfa kirina hevalên me, nekokîyên olî û nijadî xebitiyan ku bikin û têkoşinê kerî bikin” got. Temel Demîrer jî wisa got: “ Em li vir in. Me ji vir re baya serhildan a ku li Munzurê diweziya anî. Em li vir in, em hevrêyên kesên ku li Mercanê hatin qetilkirin, ên 17’iyan, ên Okkeş, ên Îbrahîm Kaypakkaya ne. Keda me ya ku tê xespkirin, her gundên kurdan ku hatiye şewitandin, hevrêyên me yên ku di berxwedana Gezî de bi guleyan hatine kuştin , di dawiyê de nanên me yên ku didizin teqez em dê hesabê wan bibirsin”.

“Ji Gezîyê li Rojavayê jin ji deshilatê re”

Koma Ala Mor ku di demê kin de li YÇKM’yê hatiye damezrandin dikirpine ku jin ku weki her qadê talî tê dîtin û jin di hunerê de jî wekî tebatî disekine, Koma Ala Mor rengê sor ku simgeya têkoşinê ye rengê jinan li têkoşinê dinimîne demezrina xwe diyar kir û her kesî bi dirûşma “Ji Gezîyê heta li Rojavayê jin ji deshilatê re” di 8’ê Adarê roja jinan a kedkar a cîhan de beşdarbûna çalakiyan kir.

“Birayên min, bi gotina ‘em aştî dixwazin’ re di dema şermezarkirina çêkirina kalekolan hat kuştin” Di şevê de bi navê malbata Roboskîyan Ferhat Encu, bi nave malbata Şehitên Gezîyê kekê Ethem Sarısuluk Mustafa Sarısuluk û birayê Medenî Yildirim axaftinek kirin. Birayê Medenî Yildirim dewletê ji aliyekî çêla ‘aşti’ dikir, encax birayê min li Liceyê digot ‘em aştî dixwazin’ diçû şermezarkirina çêkirina kalekolan û hat qetilkirin bi lêv kir. Di şahiyê de namzeta seroka Piştgiriya mafên Demokratik a Dersim a Şarederiya Navenda Dersim, namzeta seroka Şarederiya Mêzgir Tekîn Turkel, namzeta seroka Şarederiya Pulurê Fatîh Mehmet Maçoğlû, namzeta seroka Şarederiya Xozatê Kahraman Kiliç di axaftinên xwe de “gotin-raye- biryar

ji gelê Dêrsim re gotin û nirxandinên xebatên hilbijartinê dan ragihandin.

DHF: divê girseyên gel ên bindestî û tên metingerîkirin hêzên xwe bikin yek Niwînerê DHF jî daxuyaniyek kir, di şertên roja îroyîn de ku êrîşkariya emperyalist zêde dibe pêwistiya berzkirina têkoşinê hat kirpandin. Li girtigehan de li hemberî girtiyan politîkayên tecrîdê zêde dibe li dijî wana ji der bangawaziya piştgiriya girtiyan kir axaftina xwe wisa qedand: “ her dengek ku li aliyê partiyên pergalê re dide dayin li dijî mirovahiyê re berdana guleyek e. Divê girseyên gel ên bindestî û tên metingerîkirin hêzên xwe bikin yek, ji çînên paşverû re bersive xwe bidin. Ji pergala wan û ji partiyên wan hêvî û berjewandiya kedkaran nabin. Li dijî partiyên pergala faşist di bi bingeha şiyara gotinraye-biryar ji gel re propagandaya şaredarîvanîya soreşgerî divê were kirin. Destek dayîna namzetên pêşverû, demokrat,şoreşger divê erka aktîf ku li vir in bibe”. Di şahiyê de Koma Munzur, Koma Ze Tije, Erdal Bayrakoxlu, Servet Kocakaya, Rojda, Metîn Kahraman Derketin ser dike. Şahî bi dirûşmên “Serokê me İbrahîm Kaypakkaya”, “ Ji dîlên nexweş re azadî”, “Ji Abdûllah Kalay re azadî” hat dawîkirin.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.