1-15 HAZİRAN 2014

Page 1

Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım! (8)

sf 12-13

Soma Katliamı’nın üstü örtülemez Emekçilerin ve ezilenlerin kanıyla yazılan ülkemiz siyasi tarihine en büyük işçi katliamı olarak geçen Soma Katliamı’nın ardından, devletin 301 işçinin yaşamını yitirdiğine dair resmi açıklamasına karşı hala kaç işçinin yaşamını yitirdiği net değil. Gerçek rakamın bunun çok daha üzerinde olduğu tahmin edilirken, iktidarın desteğiyle palazlanan Soma Şirketi’nin, işçilerin yaşamının hiçe sayarak ölüme gönderdiği ortaya çıktı. SF 8-9

Halkın Günlüğü

1-15 HAZİRAN 2014

Yıl: 3 Sayı: 83 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

Başbakan’dan polise katliam talimatı

Kaypakkaya anmalarında kavga çağısı f GÜNCEL HABER 06-07 Komünist önder İbrahim Kaypakkaya ölümsüzlüğünün 41. Yıl dönümünde, Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarına bıraktığı mirasla bilinçlerde yaşamaya devam ediyor. DHF ve DGH tarafından Dersim, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Bursa ve Çorum başta olmak üzere birçok ilde düzenlenen anmalarda, Kaypakkaya’nın ortaya koymuş olduğu bilimsel çözümlemelere ve tarihsel rolüne vurgu yapıldı.

Haziran Ayaklanması’nın öğrettikleri

Okmeydanı’nda lise öğrencilerinin Berkin Elvan ve Soma Katliamı için yaptığı ders boykotunun ardından öğrencilere saldıran polis, Okmeydanı Cemevi önünde bekleyen Uğur Kurt’u kafasından vurarak katletti. Kurt’un katledilmesinin protesto edildiği eylemler sırasında ise Ayhan Yılmaz da gaz fişeğiyle katledildi.

04

Öğrenciler alanları tutuşturuyor

16

Kurt’un katledilmesinden sonra konuşan Erdoğan, “Polis eli kolu bağlı mı kalacak? Nasıl sabrediyorlar anlamıyorum” diyerek polise bir nevi katliam emrini vermiş oldu. Erdoğan’ın açıklamaları büyük tepki toplarken, sokaklara çıkan halk kitleleri katliamlara boyun eğmeyerek, “Katil devlet hesap verecek” dedi.

Hindistan’da Maoistler birleşti

20


02 güncel haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

Erdoğan’ın paslı burjuva siyaseti Kuşkusuz ki, Aleviler AKP iktidarı tarafından büyük bir baskı ve zulme maruz kalmakta, katledilmektedir. Yani AKP iktidarının Alevilere dost olmayıp düşman olduğu, bu anlamda Alevilere yönelik bilumum baskı ve katliamlar gerçekleştirdiği doğrudur. Fakat, mesele bu çerçeveden daha geniş muhtevaya sahiptir Erdoğan’ın burjuva devlet ve yönetim geleneğinden devralarak ustalıkla sürdürdüğü faşist baskı ve şiddet eksenli devlet / iktidar terörü nasıl ki, “dikensiz gül bahçesinde“ sonsuz saltanat sürmesine yetmediyse, aynı gerici burjuva gelenekten devralarak kullandığı yalan, manipülasyon, entrika, komplo, demagoji ve provakasyon eksenli siyasette onu ve iktidarını çöküşten kurtarmaya yetmeyecektir. Gelişen toplumsal muhalefet ve günbegün radikal mücadele zeminine oturarak devrimci doğrultusu gelişen devrimci sınıf mücadelesi bu çöküşün aleni işaretleridir. Toplumu yapay kutuplaştırmalar yaratma temelinde bölerek iktidarını sağlama almak isteyen Erdoğan, tüm çırpınışlarına karşın toplumsal dinamiklerin çığ gibi büyüyen devrimci gelişimi karşısında korku ve panik yaşamaktan kurtulamamaktadır. Daha fazla baskı ve faşit teröre başvurmayı çare sayan Erdoğan, baskıya karşı boyveren direnişi büyüterek sonunu hızlandırmaktadır. Her gerici burjuva iktidar sahibi sınıf gibi Erdoğan’ın başını çektiği gerici faşist zümre de iktidar imtiyazlarıyla sürdürdüğü kanlı saltanatını elden bırakmak istememektedir. Tüm kozlarını sonuna kadar oynayarak gerici çıkar ve zulüm / sömürü iktidarını ayakta tutmaya çalışan Erdoğan ve şürekası, halk kitlelerine azgınca saldırmayı, katliamlar eşliğinde, komplo, demagoji ve entrikalarla kit-

leleri manipüle etmeyi her vesileyle denemekte, faşist yüzünü kapatmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken gerçek yüzünü saklama yerine daha fazla deşifre edip açığa çıkarmaktadır. Soma kömür madenlerinde 301 işçinin katledilmesini kader-fıtrat adı altında olağanlaştırarak savunmaktan geri durmadığı gibi, Uğur Kurt’un katledilmesinde yaptığı açıklamalarla da, Gezi Ayaklanması‘nda katliam gerçekleştiren polislere “polisimiz destan yazdı“ açıklamasının bir başka türü olarak, kurşunlayarak katleden polisleri kasten “nasıl sabrediyorlar anlayamıyorum“ diyerek polislerin pervasızca katliamlar gerçekleştirmesine yön vermektedir. Açık talimatlarla faşist katliamları teşvik edip desteklediği gibi, katliam gerçekleştiren polisi, işçileri katleden maden işletmesini (ve dolayısıyla da kendisini) savunup suçsuz göstererek katliamlara zemin sunmaktadır. Roboski Katliamı talimatıyla da mimli olan bu zat, Berkin Elvan ve diğer katliamların arkasındaki baş sorumlu olmasına karşın, utanmadan-sıkılmadan halkın yüzüne bakarak “Yeni Berkinler yaşanmasın“ diyebilecek kadar tescilli bir sahtekardır.

Kitleleri kutuplaştıran zihniyet ve çürümeye mahkum iktidar Din kisvesi altında uyutarak arkasına aldığı belli kitleleri kandırıp sürüklediği gibi, yalan ve demagojilerle manipülasyon yaratıp devrimci kitleleri bölmeye ve tüm muhalif cepheyi zayıflatarak katliamlarına devam etmek istemektedir. Uğur Kurt’un katledilmesi vesilesiyle gelişen ve Alevi kitlelerini de kapsayan devasa protestolar karşısında, Alevi kitleleri bölüp yedeklemek ve özellikle de Alevi kesimden halk kitlelerini devrimci kitle mücadelesinden koparmak amacıyla, ‘‘Alisiz Aleviler‘‘ diye demagoji yapmaktan geri durmamaktadır. Böylece Alevileri bölüp devrimci dinamiklerden koparmayı ve yedeklemeyi hedeflemektedir. Sanki Uğur Kurt‘u onun idaresindeki iktidarın polisleri katletmemiş ve sanki polislere daha pervasız katliamlar

yapmaları için güç-destek veren açıklamalar yapmamış gibi, köhnemiş burjuva paslı siyaset tarzıyla sorunu “Alisiz Aleviler“ tartışmasına çekiyor ve gündem değiştirerek hedeften kurtulmaya çalışıyor… Erdoğan kanlı iktidarına karşı geniş yelpazede ortaya çıkarak gelişen ve günbegün radikal mücadele zeminine çekilerek gelişen devrimci mücadelenin yarattığı tehdidi gördüğü için, bu muhalefet ve devrimci mücadeleyi çarpıtarak hedef şaşırtmaya ve sorunu başka mecraya taşırken, iktidarını okların ucundan kurtarmaya çalışıyor. İşte Alevi Cemevi önünde Uğur Kurt’un alenen ve sebepsiz yere kurşunlanarak katledilmesi bu mizansenin bir parçası ve ürünüdür. Toplumu Alevi-Sünni eksenli çatışma zeminine

çekerek iktidarını hedeften devre dışına bırakmakta ve dahası Sünni kesimi iktidarı etrafında toplayıp teşhir olarak çöküşe doğru giden alehindeki koşullarda, avantaj elde etmek istemektedir. Tam da bu noktada, Okmeydanı’nda gerçekleştirdiği katliam ve sonrasında geliştirdiği faşist saldırıların nedenini Okmeydanı’nın Alevi kimliğinden dolayı hedef alındığını ileri süren yanılgılı görüşlere tanık olmaktayız. Bu yaklaşımın mezhepçi ufukları aşmayan dar ve sınıf bakış açısından yoksun sığ görüş olduğunu söylemek durumundayız. Kuşkusuz ki, Aleviler AKP iktidarı tarafından büyük bir baskı ve zulme maruz kalmakta, katledilmektedir vb vs. Yani AKP iktidarının Alevilere dost olmayıp düşman olduğu, bu

Gerillaların cenazesi 2 Şubat 2011 tarihinde kış üstlenmesi sırasında kaldıkları barınakta göçük olması nedeniyle ölümsüzleşen TKP/ML TİKKO gerillası beş kadının cenazeleri ailelerine teslim edildi 2 Şubat 2011 tarihinde kaldıkları sığınakta göçük olması nedeniyle ölümsüzleşen TKP/ML TİKKO gerillası beş kadının cenazeleri ailelerine teslim edildi. 22 Mayıs tarihinde TKP/ML TİKKO

Bölge Komutanlığı tarafından yapılan açıklamanın ardından aileler, Hozat İlçesi Tağar Köyü yakınındaki mezarlara gelerek, 5 kadın gerillanın cenazelerini aldı. Cenazelerin alınmasına Yeni Demokratik Aile Birliği (YDAB) de katıldı. Ailelerin aldığı cenazeler, Tunceli Devlet Hastanesi morguna konuldu.

Cenazelerin kimlik tespiti yapılacak


1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

03

ve yok oluşu kezlerin hedef alınması, saldırılar gerçekleştirerek bu odakların zayıflatılması vb vs amaçlarıyla AKP iktidarının buraya yöneldiğini tespit etmek en doğrusudur. Ki, Okmeydanı gibi diğer bazı semtlerin de hedef haline getirildiği ve getirileceği bilinmek durumundadır. Yaşanan ‘operasyonlar‘ bu saldırı yöneliminin odaklanacağı yerleri açıkça göstermektedir.

Katliamları örtme ve provakasyonla beslenen faşizm

anlamda Alevilere dönük bilumum baskı ve katliamlar gerçekleştirdiği doğrudur. Fakat, mesele bu çerçeveden daha geniş muhtevaya sahiptir. AKP / Erdoğan iktidarının esasta korktuğu ve büyük tehdit gördüğü şey aslında militan çizgide gelişen devrimci mücadele çizgisidir. Okmeydanı‘nda bu nitelikteki devrimci mücadelenin nispeten etkili olduğunu ve Alevi kitleler de dahil, geniş bir devrimci kitle tabanının olduğunu görmek mümkündür. Dolayısıyla devrimci kitle tabanıyla desteklenmiş militan devrimci mücadele güçlerinin yoğunlaştığı, geliştiği bu mer-

Özetle, önemsiz görülerek sarf edilen kavramlar veya yapılan değerlendirmeler niyetten bağımsız olarak hakim sınıfların, somutta ise AKP’nin değirmenine su taşıyabilir. Erdoğan’ın yaratmak istediği de gelişen devrimci dinamizmi görmezden gelerek yanılsamalar yaratıp sorunu Alevi-Sünni minderine çekerek gündemi-ekseni değiştirmektir. Dolayısıyla da üzerindeki basıncı hafifleterek yapay mecralara taşırıp nefes almaktır. Zira skandallar, katliamlar kesintisiz olarak gündeme geliyor ve iktidarın üzerinde ciddi bir baskı kuruyor. Ki, bu sıkışmanın sonucu yalana sarılıyor, gündemi manipüle ediyor, katliamları meşrulaştırıyor ve “şuursuzca“ katliam talimatları veriyor. Kısacası Erdoğan batışa doğru ilerlerken gidişini durdurmak için taktikler geliştiriyor. Ki bu taktiklerde belli düzeyde başarılı olduğu da bilinmektedir. İşte yeniden “Barış-Çözüm Süreci“ dillendirilip gündemleştirilmek istenmektedir. Ve muhtemelen yakın süreçte bu yönlü politika ve paketler devreye sokularak gündem saptırılmak istenecektir. Ama papaz her zaman pilav yemezmiş.

ailelerine verildi Ailelerin cenazeleri teşhis edememesi nedeniyle cenazeler, DNA testi için MalatyaAdli Tıp Kurumu (ATK)’na gönderildi. ATK, ailelerden aldığı deri ve saç örneklerini Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gönderdi. Nurşen Aslan, Fatma Acar ve Derya Aras’ın deri ve saç örneklerinden kimlikleri tespit edilirken, Gülizar Özkan ve Sefagül Keskin’in kimlikleri tespit edilememesi üzerine, kimlik tespiti

için dişlerinden alınan örnekler inceleniyor. Cenazeleri Malatya Adli Tıp Kurumu’nda bekletilen gerillaların, kimlik tespiti için ailelerinin onayıyla Elazığ’da yapılan işlemlerinin tamamlanmasının ardından, cenaze töreni yapılması planlanıyor. Cenazeleri alınması sırasında kitle, “Gerillalar ölmez yaşasın Halk Savaşı” , ”Beşler yaşıyor savaş sürüyor” , “Kadınlar kavgayı büyütüyor” sloganları atıldı.

SINIF TAVRI

≫ ismail uçar

VARTİNİK’TEN MERCAN’ A DOĞRU TARİH VE PARTİ BİLİNCİYLE KUŞANARAK İLERLE

E

nternasyonal proletaryanın Türkiye- Kuzey Kürdistan bölüğü Maoist Komünist Partisi‘nin önemli kilometre taşlarından 17’ler, kurucu Komünist önder Kaypakkaya’nın açtığı kızıl nitel güzergahtan ve onun ardılları olarak 2002 1. Kongresi‘ne kadar ki başta şehitlerimiz olmak üzere yürütülen şanlı mücadele geleneğinin doğru ve bilimsel temeller üzerinden yükselen nitel ilerleyiş bayrağıdır. 17’ler, her şeyden evvel öncellerine duygusal ve feodal bağlarla bağlanmamış, tarihsel mirasın olumlu ve olumsuzluklarıyla bütünlüklü ideolojik, siyasal, örgütsel ve askeri muhasebesi temelinde sahiplenilerek “TKP(ML)‘den MKP’ye bu tarih bizim!“ diyerek özetlenebilecek doğru bir tarih bilinciyle yürüyüşünü deklare etmiştir. Bu noktada tarihimizin orasından burasından ya da belirli bölümlerini ve hatta bu kesitler içerisindekileri de ayırt ederek tek yanlı ve subjektif, grupçu ve kıymeti kendinden menkul gören ve bunu da savunma cahilliği göstererek hala kitlelere, dostlarına ve yoldaşlarına yanlış tarih bilinci vermekten geri durmayanlara kendine gel dedirtecek ciddi ideolojik politik bir ’’tokat’’tır 17‘ler. Bilinir ki bizzat kendi tarihine subjektif ve parçalı yaklaşanlar, dostlarına ve en başta da halk kitlelerine doğru önderlik edemez ve tarihe de bu yönlü olumlu öğretmenler olarak kayda geçemezler. Çünkü onlar cilalanmış oportünist ve bulunmaz hint kumaşı misali kendini dev aynasında görerek abartanlardır. Onlar ki örgüt fetişizmiyle yanıp tutuşarak gününü gün edip hayal alemlerinde düşmanlarını alaşağı ederek ’’devrim-ler’’ yapıp kumdan ’’sosyalist kaleler’’ inşa edenlerdir. Her şey bu kadar basit ve her birimiz melek derekesinde olsaydık elbette inanırdık, ancak nihayetinde doğruları ve yanlışlarıyla insanız ve canlı bir organizma olan devrimci komünist hareketleriz. 17’ler, enternasyonal proletaryanın büyük öğretmenleri ve ustaları başta olmak üzere kurucu komünist önder Kaypakkaya ve diğer bütün komünist önder ve kadroların görüşleri ve tezlerini, asla Kuran-ı Kerim ve onun ayetleri ya da birer peygamber ve onun hadisleri gibi değiştirilemez ve dokunulamaz, geliştirilemez ve harfiyen yerine getirilmesi gerekiyor şeklinde algılamadı ve kavramadığı gibi bu şekilde de ele almadı ve yorumlamadı. Zira komünist bilim ve ideolojimiz Marksizm- Leninizm- Maoizm, bir doğma değil tam da bir eylem kılavuzu olarak yaşayan canlı bir organizma olarak kavranmıştı. Bu anlamda Ortodoks Marksistlere, Avrupa merkezci anlayış ve çizgilere, üretici güçler teorisyenlerine, burjuva medeniyetçi her türlü paradigma çizgi ve savunucularına, mekanik materyalistlere ve şabloncu dogmato revizyonistlere, MLM ile ulaşılan doğru ve bilimsel seviyeye karşın Marks, Lenin ve Stalin yoldaşlar seviyesiyle yetinilip ’’Mao’yu da nereden çıkardınız, basit bir devamıdır’’ diyerek bizzat Mao yoldaşın tarihsel muhasebe ekseninde Stalin yoldaşın tali plandaki hatalarına sarılarak Mao yoldaşı ve tabii ki Maoizm’i dejenere edenlere karşı tam da Marks yoldaştan başlamak üzere bütün öncellerimizin lafzına ve şekline şemaline değil tam da özüne sarılarak komünist yönelimini belirlemiştir. Biz Maoist Komünistler de öncellerimizin teorik ve pratik tecrübeleri üzerinden tıpkı İbrahim yoldaşın doğru ve bilimsel tutumu gibi hareket ederek, kendi yaşadığımız objektif ve subjektif koşullar itibarıyla dünya ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’ın somut ve güncel şartlarını doğru ve bilimsel tahliller üzerinden tespit ederek, sınıflar mücadelesindeki teorik pratik politikalarımızı ortaya koymak durumundaydık. Zira

Parti tarihimizdeki kurucu önder İbrahim yoldaş başta olmak üzere bizzat komünist önderlerimizin kendi tarihsel verili objektif- subjektif koşulları doğru ve bilimsel yöntemleriyle tahlil ettiği gibi içerisinden geçtiğimiz somut ve güncel koşullara da bu doğru ve bilimsel yöntemle yaklaşarak sentezlere ulaşmalıydık. Bu bilinç ve perspektiften hareketle gerçekleştirilen MKP 3. Kongresi‘ni ve ortaya konan kararlarını doğru anlamak ve kavramak durumundayız. MKP 3. Kongre iradesi, tam da Kaypakkayalaşarak ve 17’leşerek hareket etmiş ve bu genetik kodları üzerinden yükselerek somut analizler yapmış ve güncellemeye gitmiştir. Kurucu komünist önder İbrahim ve 17’lere, Parti tarihimizdeki diğer bütün yoldaşlara ve nihayetinde TKP(ML)’den MKP’ye uzanan Maoist hareketimizin doğru ve bilimsel tutumu ve ruhuna yakışan da budur. 17’ler İbrahim Kaypakkaya yoldaşın oldukça anlaşılır ve berrak bir şekilde yükseklere çektiği doğru ve bilimsel metodu ve ruhu üzerinden hareket etme bilinci ve yönelimidir. Doğru yanlış temelindeki parti içi iki çizgi mücadelesini demokratik merkeziyetçilik anlayışı ve çizgisi bizzat İbrahim yoldaşın TİİKP içerisindeki yürüttüğü somut teorik ve pratik objektif gerçekliğinden devralmıştır. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da Maoist hareketin İbrahim yoldaş önderliğindeki komünist yürüyüşüne Vartinik’te düşmanın stratejik saldırısının mahiyeti ile 17’ler önderliğinde MKP 1. Kongresiyle ilerletilen komünizme kilitlenmiş stratejik yürüyüşene Mercan’da sıkılan kurşunun mahiyeti aynıdır. Dünya ve Türkiye- Kuzey Kürdistan özgülünde sınıflar mücadelesinde karşı- devrimci zora karşı devrimci zorun şiddete dayalı silahlı halk isyanıyla politik iktidar perspektifiyle, asgari ve azami gelecek toplum projeleri bağımsızlık, devrim, sosyalizm ve komünizm nihai hedefine kadar devrimci komünist yürüyüşte Vartinik’ten Mercan‘a, söz konusu olan düzeniçi reformist tasfiyeciliğe ve kendiliğindenciliğe karşı radikal devrimci militan çizgi ve yönelimdir. Varsın böylesi şanlı ve onurlu tarihsel mirastan yeterince nasibini alamayanlar, hala subjektivizm, oportünizm ve dar grupçu- klikçi yaklaşımlardan beslene dursunlar. Biz Maoist Komünistler, Vartinik’ten Mercan’ a Bu Tarih Bizim! özetinde somutlanan doğru tarih ve parti bilinci ile halk kitlelerine duyulan derin ve stratejik bağlılık sevdasıyla, dostlarımıza ve siper yoldaşlarımıza tekçi ve ötekileştirici bütün tarihsel kökleriyle de hiçbir opotünist ve pragmatist uzlaşmalara girmeden doğru demokrasi anlayışıyla yaklaşmaktan geri durmadan yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Bu temeller üzerinden yükselen MKP 3. Kongresi, tam da İbrahimlerden Caferlere uzanan doğru tarihsel ve diyalektik materyalist yöntemden hareketle başarıyla yerine getirilmiştir. Bir kere daha düşmana inat ezilen ve sömürülenlerin ilerici ve doğru devrimci tarihi mirasına karşı sorumluluk bilinciyle İbrahim’den Caferlere uzanan Maoist hareketin ülkemizdeki komünist tarihi üzerinden yükselerek TKP(ML)’den MKP’ ye Bu Tarih Bizim’ diyerek taraftar ve gerçek dostlarımızı sevindiren merkezileşmiş irade ve eylem birliğinin güncellenerek somutlanan sınıflar mücadelesindeki doğru kararlaşmasıyla MKP ile birleşip Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitleleriyle bütünleşerek Sosyalist Halk Savaşı‘yla ilerleyecek yürüyüşümüzün stratejik kilometre taşları öncellerimiz bütün şehitlerimize and olsun ki Biz kazanacağız, halk kazanacak, Sosyalist Halk Savaşımız kazanacak! Vartinik’ten Mercan’a bu tarih bizim!


04

güncel haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

Haziran Ayaklanması’nın

Tarih boyunca, toplumsal değişim için çalışanlar, mevcut düzen savunucuları tarafından ‘ahlaksız‘ diye nitelendirilmiştir. Her ne kadar bu eski bir alışkanlık ise de zamanımızda da bunun yöntemi değişmemiştir. Kurulu düzene karşı çıkanlar ‘iyi amaç araçları haklı kılar‘ inancını sürdürür Haziran/Gezi Ayaklanması‘nın yıl dönümü vesilesiyle, ayaklanmanın unutulmaz bedelleri olan şehitlerimizi saygıyla anıyor, devrimci anılarını bağlılıkla selamlıyoruz. Onları anmak ve mücadelemizde yaşatmak devrimci görev olmakla birlikte, ahlaken bir borçtur da. Bu, tamamen tarih bilinci ve devrimci davanın ölümsüz kahramanlarına olan bağlılığımızın ürünüdür. Devrimci mücadelede ölümsüzleşenleri devrimci savaşımın birer gerekçesi olarak anarken, tüm sorumlularıyla birlikte faşist katliamları sınıf kinimizle lanetliyoruz!

Faşist baskıcı iktidara karşı yükselen dalga ve Gezi Gezi Ayaklanması öğreti ve derin deneyimlerle dolu bir ayaklanma pratiği olmasının yanı sıra, verdiği can bedelleri açısından da Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının belleğine kazınan önemli bir tarih ve devrimci süreçtir. Ülkede devrimci temellere sahip sınıf hareketini silkeleyip sarsarak ayağa kaldıran ve ülke sınırlarını aşarak dünya ölçeğinde yankı uyandıran büyük kitlesel devrimci bir dalgadır. Gezi Ayaklanması bir bakıma ülke proletaryası ve geniş halk kitlelerinin AKP iktidarının bardağı taşıran son damla durumundaki ‘‘yaşam tarzına müdahale‘‘ pratiğinin günbegün çıta yükselterek katı faşist baskının sistemli hal altında yaşamı nefes alınmaz hale getiren ağır saldırı sürecine karşı, biriken bir öfke patlaması veya isyan dalgasıdır. Tekrar edilen gerçeği bir kez daha tekrar edersek, geniş halk yığınlarının demokrasi ve özgürlük talebi, ağır faşist baskı altında daha da berraklaşarak öne çıkmış ve dünya şartlarının da uygunluğu zemininde ayaklanma hareketi boy vermiştir. Halk kitleleri “baskıya karşı isyan, demokrasi ve özgürlükler uğruna mücadele“ bilincinin direktifiyle kararlı bir çatışmaya ve büyük bir meydan okumaya tereddütsüzce atıldı. Bu vesileyle devrimci halk kitlelerinin başkaldırısı ve başkaldırının ölümsüz kahramanlarından öğrenerek yiğit mücadelelerini devrimci coşkumuzla selamlıyoruz. Haziran Ayaklanması pratiğinin en geniş yelpazeye serpilen devasa özelliğiyle ülke sınıf hareketi açısından bir ilki temsil ettiği kabul gören ortak fikirdir. Bu ortak fikrin temeli Haziran Ayaklanması‘nın gözler önüne serdiği objektif gerçektir. Ülke sınıf hareketi veya devrimci hareket tarihinde içerik bakımından daha nitelikli gelişmeler söz konusu olsa da, hareketin büyüklüğü, kapsayıcılığı, yaygınlığı gibi üzerine oturduğu çerçeve açısın-

dan bakıldığında Haziran Ayaklanması‘nın en yüksek çıta olduğu inkar götürmez gerçektir. Hareketin ayaklanma çapında olması da bir ilki ve aynı zamanda bir niteliği ifade etmektedir. Ayaklanma hareketinin sadece bir ilk olduğunu düşündüğümüzde, nasıl bir hareketten bahsettiğimizi çok daha iyi anlamış oluruz. Hareket kitlelerinin meydan okuyarak kararlı bir çatışma görüngüsü ortaya koyduğu, ağır bedeller ödediği ve ödemeye hazır olarak direndiğini düşünür ve görürsek, nasıl bir hareketten söz ettiğimizi kavramak güç olmayacaktır. Dolayısıyla bu zeminde Haziran Ayaklanması‘na atfen yapılan tüm değerlendirmeler abartı değil, gerçeğin ifade edilmeye çalışılmasından ibarettir. Hareketin büyüklüğü ve geniş yelpazede nüfuz bulmasının ötesinde, direniş ve başkaldırı eksenli bir kültür ve geleneğin gelişmesine hizmet etmesi, bu geleneğin dirilmesine can suyu vermesi, kitlelerin moral değerlerinde sıçramalar yaratması gibi siyasal tesirler de ayaklanmanın stratejik değerdeki kazanımlarıdır ve kuşkusuz ki bunlar da çok önemlidir. Evet Haziran Ayaklanması geçmiş devrimci miraslar üzerinde yükselen ve bu mirasları reddetmeyen zeminde olmak kaydıyla yeni bir miras yarattı. Bu miras devrimci dinamizmi canlı kılmakta, kitlelerin devrimci reflekslerini güçlendirmekte ve devrimci kültürün egemen olmasına doğru sistemli bir gelişme eğiliminin yaşamasına milat olmaktadır. Daha da önemlisi bu miras devrimci kitlelerce benimsenerek toplumsal sorun ve sınıflar arası çelişkiler sahasında cereyan eden meselelerde devrimci eylem tutumuyla taşınmaktadır. Bu zeminde, militan kitle çatışmaları, militan mücadele ve eylemlerin giderek yoğunlaştığını, bu niteliğin devrimci kitleler nazarında meşruluğunu büyüttüğü bir sü-

reç yaşanmaktadır. Bu süreç devrimci öğenin aktüelleşmesi, devrimin kitleler toprağının uyanması, devrimci eylemin gerekliliğinin yeniden bilince çıkarılarak gerek ve kabul görmesi, devrimci dinamizmin paslarından silkelenmesi, adeta nadasa yatan devrimci dinamiklerin filizlenmesi ve en önemlisi de bilinçli-örgütlü sınıf hareketinin toparlanma ve keskinleşme eğiliminin gelişmesine tanık olmaktadır. Özetlemeye çalıştığımız bu somut durumda, siyasal zemin olarak Haziran Ayaklanması‘nın ciddi katkıları, tetikleyici özelliklerinin önemli bir rol oynadığını söylemek yanlış olamayacaktır. Haziran Ayaklanması‘nın bu gelişme de önemli bir yer tuttuğunu tespit etmek, Haziran Ayaklanması‘nı anlamakla ilgili kavrayış sorunudur.

Bireysel sorumlulukların toplumsallaştığı süreç Özetle, Haziran Ayaklanması‘nın devrimci mirasını devrimci kitlelerce devalındığını söylemek isabet olacaktır. Ülkenin dört bir yanında iktidarın gerici faşist uygulamalarına karşı çıkış niteliğinde sokakların (merdivenlerin gökkuşağı renklerine boyanması eylemliliği, Berkin Elvan’ın katledilmesine verdiği büyük kitlesel protesto tepkisi, Soma kömür madeni işçilerinin sermayenin çıkarları ve somut olarak sermayenin azgın sömürü ve azami kara endeksli olarak kapitalist üretimde uygulanan özelleştirme politikaları koşullarında katledilmesine gösterilen kitlesel tepki, Gezi / Haziran Ayaklanması şehitlerinin sahiplenilmesi, AKP iktidarının gerici faşist politikalarına karşı gösterilen protestolar bütününe vb vs bakıldığında Haziran Ayaklanması‘nın adeta bir milat olarak rol oynadığı ve bu mirasın devralındığı açıkça görülebilir. Daha da ötesi devrimci hareketin militan

özellikte gelişen bir eğilime girmesi ve dinamik mecrada seyretmesinde yine bu mirasın rol oynadığı açıktır. Proleter devrimci politika açısından bütün bu pozitif gelişme süreci elbette sürecin bağrındaki eksiklikler veya hatalı yanlarıyla da mütalaa edilmek durumundadır. Ki bu yan sürecin veya gelişmenin esas özelliğini yansıtmasa da kastettiğimiz bu yanın, önemli bir unsur ve devrimci bilinç sorunu olduğu görülmek durumundadır. Bahsini ettiğimiz eksikhatalı ve bu bağlamda düzeltilmesi gereken yan şudur: Sürecin ve gelişmelerin çıplak devrimci niteliğine karşın, devrimci tepkinin salt anti-AKP’ci mecrada toplanması, sınıf siyaseti açısından zafiyet taşıyan yandır. Kuşkusuz ki, somut olarak iktidar olan AKP baş hedef durumundadır ve bu bağlamda AKP iktidarının siyasi olarak hedef tahtasına oturtulması olağan ve doğrudur. Ne var ki, AKP karşıtlığından öteye gerici sınıflar iktidarı veya düzenini doğrudan ve alenen hedef almayan yaklaşım açık ki kusurlu olup, proleter devrimci duruş açısından kesinlikle noksandır. Bu konudan hareketle büyük kitlesel hareketlerin veya buluşmaların baltalanması elbette benimsenemez. Ancak bu büyük kitlesel buluşmalar korunmak kaydıyla, siyasi iktidar bilincinin bütün gerici sınıf devleti ve düzenine karşı keskinleşmesi ve açık hedeflere sahip olunması şarttır. Aksi halde AKP iktidarının ‘‘yıkılmasıyla-devrilmesiyle‘‘ sınırlı kalıp son tahlilde AKP kliği dışındaki diğer gerici faşist kliklerin iktidara oturmasına hizmet etme kamburundan kurtulunamaz. Proleter devrimci siyasetin hedefi salt AKP iktidarının yıkılması değil, bilumum gerici sınıfların iktidar ve devletini yıkmaktır. Dolayısıyla gelişen devrimci süreci doğru yönetmek elzemdir. Devrim adına büyük kazanımlar


1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

05

öğrettikleri mamen mümkündür.

Amaçların ve araçların ortaklaşması ve kazanımları

sağlanabilecek mevcut şartlardan faşist düzen klikleri lehine yalnızca AKP iktidarının devrilmesini çıkarmak benimsenemez. Halk kitlelerinin devrimci öfke ve direnişini faşist partilerin gerici emellerine kaldıraç yapmasına göz yumulamaz, yumulmamalıdır. Faşist düzen partilerinin tüm çabalarına karşın devrimci güçler önemli bir irade ortaya koyarak devrimci sürece güçleri oranında yön vermektedir, vermeye çalışmaktadır. Bu devrimci iradenin küçümsenemeyecek bir çaba ortaya koyduğu açıktır. Devrimci güçlerde bir canlanmanın yaşandığı izlenmektedir. Diğer birçok devrimci kurum gibi, Partizan Halk Güçleri önemli bir pratik ortaya koymaktadır. Militan çatışmalar giderek büyümektedir. Buna karşın kuşkusuz ki karşı-devrimin saldırıları gündeme gelecektir, geliyor. Yapılan operasyonlar, tutuklamalar, gözaltı ve işkenceler, gösteri ve eylemlere azgınca gerçekleştirilen saldırılar, gerçekleştirilen katliamlar ve baskının giderek büyümesi karşıdevrimin gelişen militan mücadeleden korkmasının ürünüdür. Her türden baskı ve katliamlara uzanan faşist saldırı dalgası, devrimci gelişmeyi eygelleyemeyeceği gibi ancak onun daha da bilenmesine yol açar-açacaktır. Gezi‘yle doruğa çıkan ve dinamik olarak devam eden devrimci süreç kazanımlar örerek gelişirken, bu sürecin hemen büyük altüst oluşlara varması beklenmemelidir. Bu bir süreçtir ve birikimler yaratarak devrimci doğrultuda büyük çalkantılara doğru ilerlemektedir. Bu ilerleyişin daha büyük dinamiklere varacağı ve siyasal kazanımlar sağlayacağı ta-

Bu süreçte önemli derslerin çıkarılarak daha aktüel politikaların geliştirilmesi ihtiyaçken, demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerin eylem birliklerinden güç birliklerine ve sosyalist cephenin oluşturulmasına dönük adımlar atması elzemdir. Dağınık olan devrimci ve sosyalist güçler mutlaka belli paydalarda buluşarak açığa çıkan ihtiyaca yanıt olmalıdır ve ancak böyle bir cephe oluşturarak daha etkili yanıt olabilir. Faşist düzenle çelişkileri güncel olan tüm toplumsal kesimlerin birleştirilerek harekete geçirilmesi mümkündür. Yine bu süreçte, gelişen militan devrimci çizginin geliştirilerek önünün açılması için yasalcı reformist sağ tasfiyecilikle etkili ideolojik mücadelenin yürütülmesi ve bir duruşun gerçekleştirilmesi şarttır. Ne var ki, bu ideolojik mücadele yakıcı bir ihtiyaç olmakla birlikte, bundan hareketle hatalı sol sekter yaklaşımlara düşerek demokratik güçlerin dışlanması veya demokratik cephe bileşenlerinin bölünüp parçalanmasından özellikle sakınılmalıdır. Bütün demokratik güçlerle mümkün olduğu ölçüde ortak hareket etmenin zemini zorlanarak kitlelerin bölünmesine değil, birleştirilmesine önem verilmelidir. Tam da burada kitlelerin taleplerinin itinayla göz önüne alınması ve dar yaklaşımlardan kaçınılması gerekmektedir. Süreç mutlaka iki nitelikte biçimlenen mücadele ve güçlerle örülmelidir. Militan devrimci mücadeleyle geniş halk kitlelerini kucaklayan, yani bu ikisinin sentezini oluşturan yönelim doğru olacaktır. Ancak önemle altı çizilmesi gerekir ki, halk kitleleri esas alınmak zorundadır. Öncülerin tasavvur edemediği biçimde kitleler ayaklanarak tüm çehreyi değiştirdi. Kitlelerin tarih yazanlar olduğu bu pratikte bir kez daha kanıtlanmış oldu. Devrimci güçlerin kitlelerin birleştirilmesi ve seferber edilmesine gereken önemi vermesi kaçınılmazdır. Kitlelere dayanmayan ve kitlelerle birleşmeyen hareketlerin gerçek güce dönüşemeyeceği açıkken, kitlelerden kopuk hareketler en ileri nitelikte olsa bile sonuç alamayacağı kesindir. Birinci yılını dolduran halk kitlelerinin devrimci pratiğini militan mücadelenin geliştirilmesi için bir talimatı olarak kavrarken, bu pratik üzerinde şekillenen başkaldırı ruhunun yükseltilmesini günün öne çıkan görevi olarak telakki ediyoruz. Bu bilinçle sınıf mücadelesini, her cephede geliştirilen mücadele biçimleriyle yükseltme ve devrimci birlikler temelinde sosyalist cephenin adım adım inşa edilmesi çağrısını başta kendimiz olmak üzere tüm devrimci ve sosyalist güçlere hitaben yineliyoruz.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

FARKLI FİKİRLERİ YOK ETME BİLİNCİ İDEALİZMDİR!

İ

stisnasız olarak bütün gelişme ve ilerlemeler belirli bir süreci kapsar. Her değişim-dönüşüm uygun şartlar zemininde mümkün olabilir. Gerekli olan nesnel şartlar ile sübjektif şartlar olgunlaşıp buluşmadan nitel değişim-dönüşüm olanaksızdır. Objektif ve sübjektif şartlardan bağımsız bir gelişme tasavvur edilemeyeceği gibi, hiçbir gelişme de rastlantı eseri değildir. Siyasi gelişmelerin arkasında bir çizgi ve bu çizgiyi pratikleştirme yeteneğine sahip insanlar vardır. Devrimin gerçekleşmesi bütünlüklü bir birikimin ürünü olabilir. Teorik / pratik bileşkesindeki bu birikim, sosyal pratikte edinilen deneyimlerden bağımsız değildir. Devrim iddiasıyla yola koyulan parti de bir dizi teorik pratik mücadele seyrinde etkili vasıflar gösterebilir. İnişler ve çıkışlar her gelişme sürecinin meyilidir, Hiçbir şey rutin bir seyir izlemez, tekdüze gelişmez. Kuşkusuz ki adı geçen parti teorik / pratik zeminini sağlamlaştırarak siyasi başarılara imza atabilir. Parti içindeki hatalı görüşler de belli şartlar altında düzeltilebilir. Şartları hazırlanmamış-olgunlaşmamış bir devrim beklentisi nasıl ki iyi niyetten öteye geçmezse, partideki gelişmenin de belirli şartlar altında mümkün olabileceği aşikardır. Parti içindeki sağ ya da sol fikirler sürekli varolur. Bu irade dışı nesnel bir durumdur. Farklı fikirlerin veya parti içindeki iki çizginin ortadan kaldırılması mümkün değildir. Mümkün olmamakla birlikte, bu yönelim ve hedef de doğru değildir. Mantığın dersidir ki, herhangi bir önerme karşıtını yitirirse kendi varlığını da yitirir, dolayısıyla kendisi de anlamsızlaşarak silinir. Çizgilerin veya karşıtların mücadelesi hem olağandır ve hem de kaçınılmazdır. Bu bakımdan karşıtların veya farklı görüş ve çizgilerin birbirlerine karşı mücadele etmesi son derece normal ve kaçınılmazdır. Fakat burada gözden kaçırılmaması gereken şey, bu mücadelenin bir çizginin ötekini kesin yok etmeye yönelmesi ya da ortadan kaldırma bilinciyle hareket etmesidir. Sakat olan anlayış farklı fikrin tamamen bitirilmesine dönük algı ve mücadele kavrayışıdır. Çizgiler ya da farklı fikirlerle kuşkusuz mücadele etmeli (etmezse gelişme-yaşam olmaz) ve bu mücadeleyi birbirlerini yenmek üzere yürütmelidir. Ki bu yengi / yenilgi sonucunda, çizgi veya çatışan şeylerin gelişmesi ve başka bir şeye dönüşmesine yol açarak sürer. Çelişki ve çatışmanın evrenselliğinin bir boyutu buradan ileri gelir. Çelişki sürekli vardır ve çatışma da aynı zeminde sürekli vardır. Çatışmanın bitirilmesini hedefleyen her mücadele yönelimi felsefi açıdan idealist olduğu gibi, siyasi olarak boş bir hayali geçmez. Çelişkiyle, farklı fikir ve çizgilerle birlikte yaşamayı ve yürümeyi bilmeliyiz. Ama bu beraber yaşama veya yürüme kesinlikle mücadeleden soyut değildir. Bilakis her şey çelişkidir ve çelişkinin olduğu her yerde çatışma vardır, var olmak zorundadır. Sürekli olarak bu çelişki ve çatışmanın var olacağını öngörmeyen, kabul etmeyen görüş kırılmaya ve mücadelede geri düşmeye adaydır. Çelişki ya da farklı fikirlerin kesin olarak ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığı

doğruyken, buradan herhangi somut bir çelişkinin bitirilemeyeceği, ortadan kaldırılamayacağı düşünülmemeli, böyle anlaşılmamalıdır. Elbette somut herhangi bir çelişki ortadan kaldırılabilir. Ancak mesele şu ki, ortadan kaldırdığımız somut çelişki yerini başka bir çelişkiye bırakır veya o somut çelişki mevcut niteliğini yitirerek başka bir niteliğe dönüşür, dolayısıyla da başka bir şeye dönüşerek devam eder. Dahası yürüttüğümüz tartışma esas olarak komünist parti içindeki farklı fikirlere, çizgilere veya çatışkılara yöneliktir. Ki bu çelişki veya çatışkılar uzlaşmaz olmayan çelişkilerdir ve çözüm yöntemleri de buna uygun olarak barışçıldır, hatta çözüm yöntemleri ikna ve eğitim esasına dayalıdır. Dolayısıyla bu sahadaki farklı fikirlerin tamamen ve kesin biçimde yok edilmesini-ortadan kaldırılmasını tasavvur eden mücadele ya da anlayış hatalıdır, hayaldir. Farklı fikirlerin temelinin sınıflı toplumlar gerçeğinde yattığını hatırlatarak, sınıfların parti içindeki ideolojik yansımalarının bu farklılıkları ve çatışkıları besleyen nesnel zemin olduğunu söyleyelim. O halde farklı fikir, çizgi ve bunlar arası çatışma nasıl bitirilebilir? Bitirilemeyeceği açıktır. Biri diner öteki harlanır. Çelişki ve çatışkı hep varolarak devam eder. Bu çelişki ve çatışkının bitmesi ancak koşulları mümkün olduğunda olanaklıdır. Bu da en azından komünist dünya toplumuna geçiş demektir. Ki komünist toplumda da çelişkilerin olacağı muhakkaktır. Nitelikleri vb vs farklı olmak kaydıyla çelişki yaşam devam ettiği her yerde olacaktır. Komünist toplumda da olacaktır. Özcesi, sınıflar mücadelesi yürüten güçler sürekli çelişki ve mücadelenin olduğu bir siyasi yaşamı benimsemek, içselleştirmek durumundadır. Parti içindeki sağ görüşü kesin olarak bertaraf etme ya da sol görüşü kesin olarak bertaraf etme boş bir hayaldir. Sağ veya sol öyle ya da böyle sürekli olacaktır. Yetenek bu farklılıkları doğru zeminde yönetebilmek ve mümkün olduğu durumlarda birlikteliğini sağlayarak birlikte hareket etmektir. Yani hem mücadele hem birlik siyaseti tek doğru siyasettir. Diğeri inkarcı idealist anlayıştır. Sözün özü, şayet sağ fikir veya sol fikir bir tane olsaydı ya da bir defalığına mahsus olsaydı, bunun bitirilmesi vb vs mümkün ve hatta gerekli olurdu. Ama elliyüz sene önce de sağ çizgi bir sakatlık olarak vardı, bugün hala sağ çizgi-fikir vardır. Yani, sağ veya sol her ne olursa olsun, hatalı fikirler sürekli varolacaktır. Komünist çizginin görevi sürekli buna karşı mücadele etmek ve ama bunu kazanma, dönüştürme, ikna etme ve mümkün olduğu sürece ortaklaşmayı sağlamak olmalıdır. Mücadele veya devrim ve arkasındaki hedeflerimiz birkaç günlük meseleler değildir. Çok uzun yılları ve mücadeleleri gerektiren gelişme ve değişimlerdir. Bu seyirde çeşitli niteliklerdeki hatalı fikirleri sürekli dışlayarak, kopararak yol almak zordur. Uzun vadeli mücadeleler içinde değişim ve dönüşümleri hedefleyen ikna merkezli mücadeleler esastır. Objektif gerçeği kaygılara sığınarak inkar edemeyiz ki, parti içinde sağ fikir de sol fikir de sürekli vardır ve var. Bunları doğru metotla ele almak yeterlidir.


06

güncel haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

Komünist önder İbrahim Komünist önder İbrahim Kaypakkaya İstanbul, Ankara, İzmir ve Çorum başta olmak üzere çok sayıda ilde yapılan eylemlerle anıldı Komünist önder İbrahim Kaypakkaya ülke genelinde yapılan eylemlerle anıldı. Anma eylemleri sırasında “İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür” , “18 Mayıs’ı unutma unutturma” , “Devrim şehitleri ölümsüzdür” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “İbrahim’den Cafer’e sürüyor sürecek mücadelemiz” , “İbrahim Kaypakkaya onurumuzdur” sloganları atıldı. “İbrahim Kaypakkaya’yı Savunmak Onurdur” , “18 Mayıs Devrim Şehitlerini Anıyoruz” , “Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Ölümsüzdür” , “Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Mücadelemizde Yaşıyor” pankartlarının taşındığı anma eylemleri sırasında, 18 Mayıs 1973’de işkencede katledilen komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın yaşamı ve mücadelesinin anlatıldığı basın açıklamaları düzenlendi. Ülke genelinde yapılan basın açıklamalarında ülkemizde gerek sınıf mücadelesi içerisinde gerekse de ulusal kurtuluş mücadelesi içerisinde önemli değerler yaratıldığı belirtilerek bu tarihlerden birinin Kaypakkaya’nın 18 Mayıs’ta katledilmesi olduğu ifade edildi. 18 Mayıs’ın aynı zamanda, Kürt ulusal mücadelesinin öncü kadrolarından Dörtlerin bedenlerini ateşe vermesi ile Haki Karer’in hain bir pusuda katledilmesinin tarihi olduğu belirtilerek halkların mücadelesinde önemli yeri olan bir tarih olduğu ifade edildi. Kaypakkaya’nın şahsında Mayıs ayında katledilen komünist, devrimci ve yurtseverlerin mücadelesine de dikkat çekilen basın açıklamalarında Soma’da katledilen işçiler de anıldı.

Kaypakkaya dünya proletaryası ve ezilen halklarının mücadelesinde yaşıyor Basın açıklamalarında şu ifadelere yer verildi: “İbrahim Kaypakkaya dünya proletaryası ve halklarının bilumum gerici sınıf düzeni ve iktidarına karşı yürüttüğü sınıf mücadelesini çoğrafyamızda temsil ederek, dünya ölçeğindeki sınıf mücadelesinin bir

İSTANBUL parçası olarak konumlanıp, bu evrensel davayı temsil ederek ölümsüzleşmiştir. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünya uğruna, proletarya ve halk kitlelerinin devrimci kurtuluşu için tereddütsüzce ölümü kucakladı. O, ser verip sır vermeyen tavrıyla proletarya ve halkın kurtuluşu davasına sonsuz bağlılığın adı olarak tarihe kazındı. Bu bilinçle, Kaypakkaya’yı anmak bizler için devrimci duruşun ta kendisidir… Kaypakkaya’yı anarken Dersim’de, Zilan’da, Sivas’ta, Reyhanlı’da, Roboski’de, Gezi’de ve son olarak Soma’da katledilenlerin tarihsel öfkesini kuşanıyor ve hesabını sormak için de demokratik haklar mücadelesini daha da büyüteceğimizi ifade ediyoruz.” İSTANBUL: Komünist önder İbrahim Kaypakkaya, katledilişinin 41. Yıl dönümünde İstanbul’da Demokratik Haklar Federasyonu tarafından örgütlenen iki ayrı eylemle anıldı. Sarıgazi: Komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve Soma’da katledilen maden işçileri Sarıgazi'de DHF’nin örgütlediği yürüyüşle anıldı. Vatan İlköğretim Okulu önünden pankartlar açarak bir araya gelen kitle kortejler oluşturarak Sarıgazi Meydanı’na yürüdü. Eylemde sembolik olarak üzerinde

ANTALYA

“katledildik” yazılı tabut taşınırken, tabutun üzerinde katledilen madencilerin isimleri yer aldı. Ayrıca yine maden işçilerini temsilen el arabasıyla kömür taşındı.

MKP/PHG militanları kitleyi selamladı Kitlenin Sancaktepe Kaymakamlığı’na yaklaştığı sırada Maoist Komünist Partisi’ne bağlı Partizan Halk Güçleri (MKP/PHG) militanları “41. yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Ölümsüzdür MKP/HKO” imzalı pankartı açarak kitleyi karşıladı. PHG militanları, hakim sınıflardan Soma Katliamı’nın hesabının sorulacağını söyleyerek halka propaganda-ajitasyon çekti. “Yaşasın Maoist Kominist Partisi” , “Yıkacak faşist devleti Partizan Halk Güçleri” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Şan olsun 3. Kongremize“ , “Devrim şehitleri ölümsüzdür”, “Yaşasın sosyalist halk savaşı mücedelemiz” sloganlarını bir süre atan militanları halk coşkuyla selamlarken, PHG militanları güvenli bir şekilde çekildi. Polis, Sarıgazi’nin merkezini yoğun ablukaya alarak kitle üzerinde baskı kurmaya çalıştı. Sarıgazi Meydanı’nda yapılan basın açıklamasının ardından anma eylemi sona erdi. Anma eylemine BDP, ESP ve Kaldıraç,

üye ve taraftarlarıyla destek verdi. Okmeydanı: Komünist önder İbrahim Kaypakkaya, DHF Okmeydanı örgütlülüğünün düzenlediği yürüyüşle anıldı. Okmeydanı Sağlık Ocağı önünde bir araya gelen kitle, açılan pankart arkasında kortejler oluştururken, alkışlar ve zılgıtlar eşliğinde yürüdü. Yürüyüş sırasında Grup Munzur ile birlikte İbrahim Yoldaş şarkısı söylendi. Kitle yürüyüşün ardından, Piyalepaşa Caddesi’ni trafiğe kapattı. Ardından okunan basın açıklamasında Kaypakkaya’nın mücadelesine vurgu yapılarak katledişinin 41. Yıl dönümünde Kaypakkaya şahsında tüm devrim şehitleri anıldı. ANKARA: Ankara DHF’nin de örgütleyicileri arasında yer aldığı eyleme, BDP, 78’liler Girişimi, Partizan, SODAP, EHP, ESP, Ankara Dersimliler Derneği, PSAKD, BDSP, EMEP’in de aralarında olduğu devrimci demokratik kurumlar ve siyasi partiler katıldı. Polis Kolej Meydanı’nda “18 mayıs devrim şehitlerini anıyoruz” şiarıyla bir araya gelen kitle üzerinde yoğun yığınak yaparak TOMA’lar ve akreplerle baskı kurmaya çalıştı. Yapılan görüşmelerin ardından polis ablukası kaldırılarak yürüyüşe başlandı. Sakarya Meydanı’na yapılan yürüyüş sırasında İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve Dörtle-

ÇORUM


güncel haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

07

Kaypakkaya yaşıyor! rin fotoğrafları taşındı. Ardından basın açıklaması yapılarak eylem sonlandırıldı. ÇORUM: Komünist önder İbrahim Kaypakkaya katledilişinin 41. Yılında Çorum’un Karakaya köyünde bulunan mezarı başında anıldı. Ankara’da sabah saatlerinden itibaren DHF, Partizan ve 78’liler Girişimi’nin çağrısıyla Ankara’dan yola çıkan kitle, Çorum’un Karakaya köyüne giderek İbrahim Kaypakkaya’yı andı. Köyün içinden yapılan yürüyüşe halk destek verirken, her yıl Kaypakkaya anmalarında kapatılan yol, bu kez açık bırakılmıştı. İbrahim Kaypakkaya’nın fotoğraflarının da yer aldığı dövizlerin taşındığı yürüyüşte açılan pankartla Kaypakkaya’nın mezarı başına gelindi. Devrim şehitleri adına yapılan bir dakikalık saygı duruşunun ardından çeşitli kurum temsilcileri konuşmalar yaparak komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı andı. Yapılan eyleme Ethem Sarısülük’ün ağabeyi Mustafa Sarısülük’ün yanı sıra ÇHD’li avukatlar da katıldı. Anma eylemine ESP, BDSP, BDP, Alınteri, Çorum EMEP, HDP, SDP ve ÖDP destek verdi.

‘Kaypakkaya’yı savunmak onurdur’

saygı duruşu yapıldı. Basın açıklamasının ardından Seyit Rıza Meydanı’nda, Kırmızı Gül Buz İçinde adlı Kaypakkaya’nın hayatı ve mücadelesini anlatan belgeselin gösterimi yapıldı. Ovacık: DHF Ovacık örgütlülüğü, komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı düzenlediği etkinlikle andı. DHF’nin çağrısıyla Ovacık Belediyesi Düğün Salonu’nda bir araya gelen kitle, Kaypakkaya şahsında tüm devrim şehitleri için saygı duruşunda bulundu. Basın açıklamasının ardından devrim şehitleri anısına sine vizyon gösterimi yapıldı.

‘Kaypakkaya devrimin kızıl gülüdür’ AMED: Sanat Sokağı’nda bir araya gelen kitle, AZC Plaza’ya yürüdü. Anma yürüyüşünde komünist önder İbrahim Kaypakkaya, Kürt ulusal hareketinin önder kadrolarından Haki Karer ve Amed zindanlarında ölümsüzleşen Dörtler, Mayıs ayı devrim ve komünizm şehitleri ile Soma'da katledilen işçiler anıldı. AZC Plaza önünde komünist önder Kaypakkaya şahsında devrim şehitleri ile Soma’da katledilen madenciler için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Basın

İZMİR İZMİR: DHF ile Devrimci Hareket’in çağrısıyla bir araya gelen kitle, komünist önder Kaypakkaya’yı anma yürüyüşü gerçekleştirdi. Yapılan yürüyüş sırasında Mayıs ayı şehitleri de anılırken, Soma’da katledilen madencilerin yanı sıra, devletin katliama yönelik yaklaşımı da protesto edildi. Anma eylemi sırasında Kaypakkaya’yı savunmanın bir onur olduğu vurgusu ön plana çıkarıldı. Yürüyüş sırasında İbrahim Kaypakkaya ile Haki Karer ve Dörtlerin fotoğraflarının yanı sıra, devrim ve sosyalizm mücadelesinde katledilen devrimcilerin fotoğrafları da taşındı. Sümerbank önünde yapılan anmada saygı duruşunun ardından basın açıklaması okundu. Yapılan anmaya Partizan ile Mücadele Birliği destek verdi. DERSİM: DHF’nin çağrısıyla bir araya gelen kitle, komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı düzenlediği yürüyüş ve basın açıklamasıyla andı. Dersim Demokratik Haklar ve Kültür Derneği önünde bir araya gelen kitle, Seyit Rıza Meydanı’na sloganlar eşliğinde yürüdü. Meydanda Kaypakkaya şahsında tüm devrim şehitleri için bir dakikalık

açıklaması okunmasının ardından anma eylemi sonlandırıldı. Anma eylemini DHF, Partizan ve ESP örgütledi. Kaypakkaya bu kez de yine Amed’de, Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) öncülüğünde 25 Mayıs Pazar günü Sinemacılar Derneği’nde düzenlenen panelle anıldı. Panele DTK Daimi Meclis Üyesi İrfan Babaoğlu, 68 kuşağının aktif kadrolarından yazar Temel Demirer ve ESP PM Üyesi Soner Çiçek katıldı. Panelin düzenlendiği salona İbrahim Kaypakkaya, Mazlum Doğan, Haki Karer, Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Eşref Anyık ve Necmi Önen'in fotoğraflarının yanı sıra "Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak Mayıs Ayı Şehitleri Ölümsüzdür" yazılı pankart asıldı. Panel devrim ve demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına saygı duruşuyla başladı. Panelde konuşan ESP PM Üyesi Soner Çiçek, DTK Daimi Meclisi Üyesi İrfan Babaoğlu ve yazar Temel Demirer birer konuşma yaparak Kaypakkaya’nın mücadelesine ve ideolojik fikirlerine vurgu yapan konuşmalar gerçekleştirdi. Demirer yaptığı konuş-

DERSİM mada Kaypakkaya'yı devrimin kızıl gülüne benzeterek Kaypakkaya'nın Amed’de direnişin ilk örneğini sergilediğini kaydetti. Demirer 4 ay işkencede kalan Kaypakkaya'dan sorgucuların hiçbir şey öğrenemediğini belirten Demirer, bedenlerini ateşe veren Dörtler ile hain bir pusuda katledilen Haki Karer’i de anarak verdikleri mücadeleyi selamladı. Panel soru-cevap bölümüyle sona erdi.

Denizli’de 18 Mayıs anmasına polis saldırdı DENİZLİ: DHF Denizli örgütlülüğünün Kaypakkaya’yı anmak için 18 Mayıs’ta Candoğan Parkı’nda düzenlediği yürüyüşe polis saldırdı.Saldırıda 5 DGH üyesi ile 1 Halk Cephesi üyesi darp edilerek gözaltına alındı. Gözaltı sırasında polisin darp ettiği DGH faaliyetçisi Songül Canpolat’ın burnu kırıldı. Ameliyata alınan Canpolat bir süre hastanede kaldıktan sonra 20 Mayıs’ta taburcu edildi. Kaypakkaya anması sırasında gözaltına alınanlar, 19 Mayıs günü adliyeye çıkarılarak ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldı. Denizli’deki gözaltı terörü ve polis saldırıları DHF Denizli Örgütlülüğü, Halk Cephesi, DÖDEF ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından 19 Mayıs’ta düzenlenen basın açıklamasıyla protesto edildi. Eylem sırasında Kaypakkaya’yı ve diğer devrimci önderleri anmanın suç değil onur olduğu ifade edildi. ADANA: 18 Mayıs günü 5 Ocak Meydanı’nda bir araya gelen kitle, açtığı pankartla İsmet İnönü Parkı’na yürüdü. Yürüyüşün ardından basın açıklaması yapılarak eylem sonlandırıldı. Anma eylemi DHF, Devrimci Hareket, Kaldıraç ve SYKP tarafından ör-

gütlenirken, anmaya BDSP, Halkevleri, PDD, ESP, TÖP-G, ÖGD destek verdi. BURSA: Setbaşı Mahfel önünde bir araya gelen kitle, pankart açarak Heykel Meydanı’ndan Orhan Gazi Parkı’na yürüdü. Amed Hapishanesi’nin işkence hanelerinde katledilen Kaypakkaya’yı anma eylemini DHF, Partizan, BDSP ve HDK örgütlerken, çok sayıda devrimci demokratik kurum da eyleme destek verdi. Basın açıklamasının ardından atılan sloganlarla anma eylemi sona erdi. ESKİŞEHİR: Kanatlı AVM önünde bir araya gelen kitle, Espark AVM önüne yürüyerek komünist önder İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve Dörtleri andı. Yapılan basın açıklamasında Kaypakkaya’nın yaşamı ve mücadelesine dair vurgular yapıldı. Eylemi DHF, Partizan ve HDP örgütlerken, eyleme SYKP, ESP, EHP, SDP, Kaldıraç, EMEP ve ÖDP destek verdi. ANTALYA: DHF Antalya örgütlülüğü, komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı, Kapalı Yol Halk Bankası önünde bir araya gelerek Cumhuriyet Meydanı’na düzenlediği yürüyüşle andı. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında Kaypakkaya şahsında tüm devrim şehitleri anılarak bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Açıklamasının okunmasının ardından hep bir ağızdan İbrahim Yoldaş türküsü söylendi. Yapılan anma eylemine Akdeniz Üniversitesi DEMYÖM öğrencilerinin de pankart açarak destek verdi. Anma eylemi okunan şiirlerin ardından sona ererken, BDP, ESP, Halk Cephesi ile Eğitim-Sen’in de aralarında olduğu devrimci demokratik kurumlar ve sendikalar eyleme destek verdi.

ADANA


08 emek haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

daha ne yaparsanız yapın Soma

Ülkemiz tarihinin en kanlı işçi katliamı olan Soma Katliamı’nda devletin son olarak açıkladığı resmi rakamlara göre 301 işçi yaşamını yitirdi ancak bu rakamın çok daha yüksek olduğu biliniyor. ‘Kaza’ olarak tanımladığı katliamda hiçbir payı olmadığını iddia eden Soma Şirketi’nin ise hiçbir güvenlik önlemi almadığı, işçilere tarihi geçmiş maskeler dağıttığı, üstelik yasak olduğu halde ‘dayıbaşı’ sistemiyle taşeronlaşmaya gittiği ortaya çıktı Ülkemiz tarihi bu coğrafya üzerinde yaşayan emekçilerin, ezilen ulus ve azınlıkların, ezilen inançların kanıyla yazılan bir tarih. O kadar çok katliam yaşanıyor ki her defasında yeni bir katliamla karşılaşıldığından bir önceki kolayca unutulup kanıksanabiliyor. Devrimci güçlerin zayıf ve dağınık olduğu bir gerçeklikte, komprador tekelci burjuvazinin egemenliğindeki ülkede yaşanan katliamlar kolayca ‘unutturuluyor’. İşte yüzlerce emekçiye mezar olan Soma madenlerindeki katliam da böylesi bir katliam olarak ülkemizin kanlı tarihindeki yerini aldı. Katliam ilan edilen ‘üç günlük yas’ın ardından unutturulmaya başlandı bile. Böylesine büyük bir katliama karşı emek örgütlerinden devrimci demokratik kurumlara değin daha güçlü bir karşı koyuş mümkünken ciddi anlamda bir adım atılamayarak halk kitlelerinin öfkesi başarılı bir eyleme dökülemedi. Katliamda yüzlerce işçi hayatını kaybeder-

ken, çeşitli spekülasyonlar ve ifadelere karşın hala net bir rakam belirlenebilmiş değil.

Katledilen madenci sayısı hala net değil Soma’da arama kurtarma çalışmaları kimi zaman yaşanan yangınlardan dolayı karbondioksit oranın yükselmesi ve bazı yerlerde duman yükselmesi yüzünden ara verilerek günlerce sürdü. Maden işçilerinin de katıldığı kurtarma ekipleri, zor koşullar altında çalışmaları sürdürdü. 17 Mayıs 2014’te ise madende kurtarılacak başka işçi kalmadığı öne sürülerek çalışmalar sonlandırıldı. Enerji Bakanı Taner Yıldız açıklama yaparak madende kalan son iki işçinin de çıkarılmasıyla 301 işçinin hayatını kaybettiğini, 485 işçinin ise yaralı olarak kurtarıldığını ve madende mahsur kalan işçi olmaması nedeniyle çalışmaların sonlandırıldığını açıkladı. Ancak madende olduğu söylenen 788 işçinin tam listesinin yayınlanmaması, üstelik Soma’da adeta OHAL ilan edilmesi ve açıklanan rakamların tanıkların ifadeleriyle örtüşmemesi şüpheleri arttırdı. Madende yaşamını yitiren işçi sayısı hakkında çeşitli spekülasyonlar sürerken, madende 120 kayıt dışı çalıştırılan Suriyeli işçinin bulunduğu da öne sürülen iddialar arasındaydı. Devletin ve şirketin katliamı gizleme ve aklamadaki ortaklığından ötürü sağlıklı ve sağlam delillere ulaşmak zorlaşırken, İMC televizyonunun çelişkili ifadeler üzerine Soma’ya yakın il, ilçe ve belde belediyelere defin sayısını sorması üzerine aslında devletin açıkladığı gibi 301 işçinin değil en az 321 işçinin yaşamını yitirdiği ortaya çıkarıldı. Üstelik bu sayının çok daha yüksek olma ihtimali var, zira bu rakamın içerisinde cenazesini köyünde gömenler yok. İMC’nin belediyeleri arayarak

ulaştığı verilere göre Manisa ve ilçelerinde 145, Soma’da 104, Balıkesir Savaştepe’de 30, İvrindi’de 30, (4 aile ise yakınlarından henüz haber alamadı), İzmir’de 51, Kütahya’da 17 madenci yaşamını yitirirken, diğer illerde ise 23 işçi yaşamını yitirdi.

Soma’da ‘OHAL’ ilan edildi Gizledikleri gerçeklerin açığa çıkmasından ve halkın öfkesinin kendilerine yönelen kapsamlı eylemlere dönüşmesinden korkan iktidar, bunu engellemek için Soma’da adeta OHAL ilan ederek ilçeye giriş çıkışları engellediği gibi burada bulunan çeşitli sivil toplum örgütü ve devrimci demokratik kurum üyelerini hedef alarak saldırmaktan geri durmadı. Bölgeye gelen AKP bürokratlarının protesto edilmesinin ardından maden ocağına girişler basın mensupları da dahil herkese kapatıldı. Aralarında Beşiktaş Çarşı taraftar gurubunun da bulunduğu devrimci, demokratik, ilerici kesimlerin ise bölgeye girişine izin verilmedi. Soma’daki madencilerin ailelerine destek olmak ve iktidarın katliamı gizleme çabalarına engel olmak için bölgeye gelen ÇHD’li avukatlar ve aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da bulunduğu devrimci demokratik kurumlar ise devletin sistematik saldırılarına maruz kaldı. Soma’ya destek olan birçok devrimci demokratik kurum üyesinin kaldığı Eğitim-Sen hedef haline getirilirken, ÇHD’li avukatlar ve devrimciler ‘provokatör’ ilan edilerek AKP’nin girişimiyle linç kampanyası örgütlendi. Akşam saatlerinde Eğitim-Sen’i kuşatan AKP’lilerin linç girişiminin ardından 17 Mayıs’ta bir toplantı sonrası Soma’da Eğitim Sen’den çıkan ÇHD’li avukatlar, Eğitim Sen, Halk Cephesi ve ESP’lilerin de olduğu 33 kişi, polis tarafından ağır şekilde darp edilerek gözaltına alındı.

Aralarında ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın da bulunduğu 7 ÇHD’li avukatla birlikte gözaltına alınanlar, Soma Linyit Lisesi Spor Salonu'na götürüldü. Selçuk Kozağaçlı’nın gözaltı sırasında polisler tarafından kolu kırılırken, gözünde ve yüzünde ise aldığı darp sonucu morarma ve şişkinlik meydana geldi. Spor Salonundan çıkarılarak önce Devlet Hastanesi'ne götürülen ardından ise savcılığa çıkarılan gözaltına alınanlar, "Soma halkı yalnız değildir" , "Baskılar bizi yıldıramaz" sloganlarını attı. Gözaltına alınan kişiler liseden çıkarılırken, yüzü kanlar içerisinde kalan ve kıyafetleri yırtılan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, saldırılara ve baskılara karşı tepkisini şu ifadelerle dile getirdi: "Bize resmen sokak ortasında işkence yapıldı. Başka söyleyecek bir şey yok ama burada yaşanan katliamı açığa çıkarmamızı engelleyemeyecekler.” Savcılıktaki ifadelerinin ardından serbest bırakılan ÇHD’li avukatlar, Eğitim-Sen’de basın açıklaması gerçekleştirerek polis saldırılarını protesto etti.

DGH’liler ve üniversite öğrencileri madenci ailelerinin yanında Aynı gün Demokratik Gençlik Hareketi (DGH)’nin çağrısıyla bir grup Balıkesir Üniversitesi öğrencisi, Soma’ya gitmek için sabah saatlerinde Balıkesir Tren Garı’na geldi. Garda öğrencileri karşılayan sivil polisler ‘Somaya indiğiniz an gözaltına alınacaksınız’ sözleriyle öğrencileri tehdit ederek engellemek istedi. Öğrencilerin tepki vermesiyle arbede yaşandı. Polisin engelleme çabalarına karşın Soma’ya giden öğrenciler, Soma girişinde Çat mevkiinde tekrar polis engeliyle karşılaştı.Valilik kararı gerekçe gösterilerek sadece Soma’da ikamet eden ve ikamet edenlerin akrabalarının şehre gi-


1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

emek haber

09

Katliamı’nın üstü örtülemez rebileceği öne sürülerek öğrenciler engellendi. Bunun üzerine orada bulunan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileriyle birleşen öğrenciler, hayatını kaybeden çok sayıda maden işçisinin bulunduğu İzmir’in Kınık ilçesine geçti. Öğrenciler Kınık’ta da engellemelerle karşılaştı. Halkın yabancı olan herkese tepkili olduğunu söylenerek ilçeye gelenlerin uzak tutulmaya çalışılması çabaları köylere gidince boşa düştü. Köylülerin sıcak davranışlarıyla karşılaşan öğrenciler, kapılarını açan ailelere taziye mesajlarını iletti. Soma’da yaşananların ‘kaza’ olmadığı konusunda hemfikir olan aileler, daha önce orada maden arayan şirketlerin madeni; maden arama şartlarına elverişli olmadığı ve ileriki süreçlerde patlamaların yaşanma ihtimalinin yüksek olması nedeniyle maden işletmesini sattıklarını belirtti. Ancak buna karşın yeni işletmecinin maden aramaya devam ettiğini vurgularken, üstelik işçi sağlığı ve güvenliği açısından gerekli önlemlerin alınmadığını aktardı. Şirketin satılmasıyla beraber maliyeti yüksek olduğu için dikey hava çıkışlarının kaldırıldığı, son bir hafta içinde ise madende ısınmanın yaşandığını ve işçilerin bu durumu yetkililere aktardığını ancak ‘sen işine bak’ şeklinde cevaplar alındığı söylendi. Şirket sahibinin, Enerji Bakanıyla ortaklığı olduğunu, bu yüzden olayın ört bas edilmeye çalışıldığı kaydeden aileler daha cenazeler yeni teslim edilmişken, şirket görevlilerinin tazminat vermemek için ailelere bazı kâğıtlar imzalatmaya çalıştığını belirtti. Bakan Faruk Çelik de aynı ilçedeki Köseler köyüne jandarma ordusuyla geldi. İktidarının aşina olduğu gibi ‘sadaka’ niyetine ailelere erzak dağıtan Çelik bu şekilde ailelerin tepkilerini bastırmaya çalıştı.

Yoksullaştırılan köylüler madende çalışmaya ‘mahkûm’ ediliyor Öğrenciler cenazelerin hepsinin yoksul köylülerden olduğunu, kimi evlerden ikişer cenaze çıktığını ve ailelerin büyük psikolojik desteğe ihtiyaç duyduğunu gözlemledi. Neo-liberal politikalar ekseninde ‘pazarı dışarıya açan’ devletin ülkedeki yoksul köylülüğü üretemez hale getirmesi sonucu üretemeyen dahası ürettiğiyle geçimini sağlayamayan köylüler, bölgedeki tek geçim kaynağı olan madenlere mahkûm ediliyor. Bu sebeple madenden sağ olarak çıkanlar dahil olmak üzere çoğu kişi madende çalışmaya devam edeceklerini aktarıyor. Kınık’tan tekrar Soma’ya geçmeye çalışan öğrenciler Soma girişinde durdurularak polis eşliğinde zorla Soma tren garına kadar götürüldü. Buradan tekrar Balıkesir’e dönen öğrenciler polisin gözaltına alma çabasını tepki göstererek boşa çıkardı. Adeta açık hava hapishanesine dönüştürülen Soma’da, bulunan DHF İzmir Örgütlülüğü üyeleri de polis tarafından kimlik kontrolüne tabi tutularak “İlçede şu an sıkıntılı insanlar var. Bunlardan 90 kişiyi gözaltında tutuyoruz. Buraya neden geldiniz?” sözleriyle tehdit edildi.

Katil cinayetini ‘soruşturuyor’ Adeta bir ironi gibi katliama bizzat imza atanlar bir de katliamın daha doğrusu onların deyimiyle ‘kaza’nın nasıl olduğunu araştırıyor. Katilin işlediği cinayeti soruşturması gibi bir şey olan Soma Katliamı’nın siyasi iktidarın hukuk ve bürokratik mekanizmaları tarafından ‘sorgulanması’ da buna denk düşüyor işte. Neo-liberal politikalar ekseninde sermayenin ‘yeşermesi’ için en uygun ko-

şulları sağlayarak sınırsız sömürü olanakları tanıyan AKP iktidarının ‘kaza’ olarak tanımladığı bir katliamı ‘aydınlatması’ elbette beklenemez. ‘Kolları sıvayarak’ güya Soma Katliamı’nı ‘aydınlatmaya’ girişen AKP iktidarı ve devletin hukuk erki ilk etapta katliamın boyutu ve katliama tepkiler dikkate alındığında elbette göstermelik olarak dahi olsa bir soruşturma başlatmak durumundaydı. Başlatılan soruşturma kapsamında 18 Nisan’da 36 kişi gözaltına alındı. Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan’ın da aralarında olduğu 28 kişi, emniyetteki ifadelerinden sonra serbest bırakılırken aralarında şirket Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, Genel Müdür Ramazan Doğru ve İşletme Müdürü Akın Çelik'in de bulunduğu 8 kişi tutuklandı. Katliamdaki sorumlulukları inkâr edilemez boyutta olan şirketin bazı yetkililerinin göz boyamak için tutuklanması elbette anlaşılır. Daha önceki sözde ‘soruşturmalardan’ da tanıdığımız üzere Soma Şirketi’nin bazı yetkililerine katliam unutturulana kadar gerekli süre geçtikten sonra belki cüzi ve göstermelik ‘cezalar’ verilerek katliamın üstünün örtülecek belki de bu göstermelik ‘cezaların’ verilmesine dahi gerek duyulmadan katliamın üstü örtülecek. Esas sorumlu olan sermayedarlar ve siyasi iktidarın temsilcileri ise bundan muaf tutulacak, zira katilin kendi kendisini ‘yargılayarak’ ‘cezalandırması’ elbette beklenemez.

Katliam yapıldıktan sonra ‘her türlü önlem alındı’ (!) Güya katliamı soruşturmakla görevlendirilen Akhisar Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahiner basına yaptığı açıklamada ‘olayın

ilk anından itibaren’ Soma Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ‘tüm önlemlerin alındığını’ öne sürerek "Delilerin tespiti ve muhafaza işlemleri gerçekleştirilmiştir” dedi. Yüzlerce işçinin katledilmesini bir ‘olay’ olarak niteleyen savcı ‘ ‘bilirkişi raporu’yla ilgili şöyle konuştu: “Bilirkişi heyeti tarafından, yapılan keşif sonrasında olayın meydana geliş sebebiyle ilgili, bilirkişi heyetinin vermiş olduğu ilk rapora göre; olayın trafo patlaması sonucu olmadığı, transparmatör denilen cihaz arızasından kaynaklanmış olamayacağı açıklanmıştır. Bilirkişi heyetinin cumhuriyet savcılarımızla birlikte, yaptıkları keşif sonucunda verdikleri ilk ön rapora göre, yer altı kömür işletmesinde havayla teması sağlanan kömürün, oksitlenmesi neticesinde ısının açığa çıktı. Bu ısı uzaklaştırılmadığı takdirde, ocak yangınlarına neden olabileceği, meydana gelen olayın kömürün kendiliğinden yanmasıyla oluşan karbonmonoksitin zehirlenmeye yol açabileceği, olayın meydana geldiği gün de olay öncesinde başlayan kömürün oksijen aldığı için yanması sonucu olay günü yanan kömürün yanma sonucu çöktüğü, bunun sonunda çok yoğun bir karbonmonoksit gazının maden ocağını kaplaması nedeniyle olayın meydana gelmiş olabileceği değerlendirilmekle birlikte gerekçeli bilirkişi raporunun bir daha dosyaya sunulacağı bilirkişi heyeti tarafından ifade edilmiştir. " nidardı. HABERİN DEVAMI SF 10-11


10

emek haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

SOMA’DA Asıl mağduR patronmuş

Soma Şirketi’nin sahibi Alp Gürkan'ın oğlu Can Gürkan, yüzlerce işçinin katledilmesinden sorumlu olduğu halde, asıl mağdurun zarar ettikleri için babasıyla kendisi olduğunu öne sürecek kadar yüzsüzleşti HABERİN BAŞLANGICI SF 8-9 Katliamdan sonra tam takım basının karşısına geçip ‘suçsuz’ olduklarını, ‘kazanın nasıl meydana geldiğini bilmediklerini’ iddia ederek ‘üç maymunu oynayan’ Soma Şirketi yetkilileri ve sermayedarları bu yüzsüzlüklerine yenilerini kattı. İfadesinde, iş güvenliği ve denetimler konusunda şirketin Genel Müdürü Ramazan Doğru'nun sorumlu olduğunu öne sürerek kendini aklamaya çalışan Soma Şirketi’nin sahibi Alp Gürkan'ın oğlu Can Gürkan, yüzlerce işçinin katledilmesinden sorumlu olduğu halde, asıl mağdurun zarar ettikleri için babasıyla kendisi olduğunu öne sürecek kadar yüzsüzleşti. "Biz şirket olarak iş güvenliği tedbirinin alınmasında elimizden ne geliyorsa yapıyoruz. Gerek ben gerekse babam bütün sermayemizi, emeğimizi ortaya koyduk. 6 bin 400 kişiye ekmek kapısı açtık. Kazada en çok biz mağduruz. Benim hiçbir kusurum yoktur. Ayrıca yaşanan bu olaydan sonra geri kalan 6 bin 200 çalışanımın ve vefat eden çalışanlarımın ailelerine ilişkin finansal tedbirlerimi alma ve mağduriyetlerin giderilmesi hususunda sorumluluğum artmıştır.” diyen Gürkan ‘kaza’ dediği katliamın bir sabotaj olabileceğini öne sürdü. Yüzlerce emekçinin emeğini ve kanını sömüren Gürkan, bu ifadeleriyle aslında kapitalizmin gerçek yüzünü de ortaya serdi. Çünkü kapitalizmde her şey sermayenin büyümesi içindir. Bu uğurda insan hayatının hiçbir önemi yoktur ve dolayısıyla ortada bir mağduriyet varsa bu emekçinin değil sermayedarın ‘mağduriyetidir’.

Şirket işçilerin uyarılarını hiçe saymış Öte yandan katliamın ardından Soma’ya giderek incelemelerde bulunan İş Güvenliği Uzmanı Muharrem Demirbilek ise yaptığı açıklamada, ekibiyle birlikte bölgede incelemede bulunduklarını ve sağ kurtulan işçilerle görüştüklerini kaydederek ısınmadan ve gazın yoğunlaşmasından dolayı meydana gelen patlama öncesinde işçilerin ısı yükselmesini fark edip şirket yetkililerine ilettiği halde gerekli tedbirin alınmadığını belirtti. Demirbilek “Yaklaşık 10 gün öncesinden başlayan ve yangına bağlı ısınmayı herkesin fark ettiği halde yetkililer fark etmedi mi?” diye konuştu.

RedHack AKP’li Yurttaş’ın raporunu paylaştı Kızıl Hackerlar olarak bilinen RedHack ise Soma Katliamı’yla ilgili AKP Manisa Milletvekili Muzaffer Yurttaş'ın hazırladığı rapora, Yurttaş’ın mail hesabını ele geçirdiğini açıkladı. RedHack’in Yurttaş’ın AKP milletvekillerine gönderdiği rapordan yaptığı alıntıya göre patlamadan kurtulan üretim çavuşu İ.B. günün erken saatlerinde trafoya yakın bir noktada bir tahkimat direğinin yerinden oynadığını ve bu direği değiştirmek için çalışma yapılırken yarım dinamit lokumu patlatıldığını ve patlamayla, madeni baştan aşağı geçen elektrik iletim hattının hasar gördüğünü belirtmiş. İ.B elektrikçi çağrılarak kontrol yapıldığı ve kablonun değişmesi gerektiğinin belirtildiğini ancak değiştirilmesi uzun süreceği ve üretimin en az 4 saat durmasına yol açacağı için, verilen talimat üzerine ekibin, kabloyu bantla sarıp direğin değiştirildiğini öne sürdüğünü açıklamış. RedHack’in açıklamasına göre raporda üretim kapasitesi artırılınca daha fazla enerji verilen kabloda yanmaların olduğu, saat 15.00 sıralarında aşırı akıma dayanamayan bantlı bölgede kıvılcımlar çıkmaya başladığı ve kıvılcımların standart dışı kabloları ve paleti tu-

tuşturduğu ve yangını başlattığı kaydedildi.

İşçilere 21 yıllık çalışmayan maskeler verilmiş Soma Şirketi’nin basın toplantısında öne sürdüğü bütün güvenlik önlemleri alınarak işçilere maske dağıtıldığı, işçilerin madende çalıştırılmadan önce eğitime tabi tutulduğu, tatbikatların yapıldığı gibi iddiaların tamamen yalan olduğu ortaya çıktı. Katliamdan kurtulan işçilerin anlatımlarına göre madende hiçbir güvenlik önlemi alınmamış. "Eğitim, tatbikat hak getire! Denetime gelen müfettiş yukarda ziyafet çekip madene inmeden dönüyor. Arızalı detektör 2-3 ayda değişiyor. Gaz maskelerinin çoğu bozuk. Hala 9 yıllık maskeyi takıyoruz!" diyen işçiler şirketin yalanlarını ortaya serdi. Şirketin iddiaları üzerine 9 yıldır vardiya 1’de çalışan Ercan Çetinyılmaz , madenin 2 yıllık işçisi Ömer Günay ve 4 yıldır vardiya 2’de çalışan Ferhat Dağlı isimli işçiler basına verdikleri röportajda şunları kaydetti: “İşçinin bir hafta, 10 gün önce denetimden haberi olur mu? Her denetimi bilirdik. Devletin müfettişi gelir yukarıda ziyafetini çeker, ocağa bile inmeden gider. Müfettişin üretimi görmesi lazım. Denetleme aniden ve baskın olarak yapılır. Biz de her şey düzeltildikten sonra denetleme olurdu. 2011’de müfettiş bizi toplayıp hakkınızı koruyacağız dedi. Kısa bir süre sonra bir arkadaşımız göçükte, biri de bant tamburuna sıkışarak öldü.” “Metan gazı dedektörleri ne kadar sağlıklı bilemiyorum. Bazen arızalı olduğunda 2-3 ay sonra değiştirilirdi. Yaklaşık bir yıl önce bir kablo yanması oldu. Bu kadar olmasa da ocağı yine duman bastı. Bize verilen maskeleri kullandığımızda yüzde 60-70’i arızalı çıktı. Hala 9 yıl önce verilen maskeyi kullanıyorum.” “Göstermelik bir yaşam odası yaptılar. Bir ay sonra iptal ettiler. Aşağıdaki bir taş bacanın etrafına toz toprak girmesin diye plastik bir oda yaptılar. 500 kişi alır dedikleri yeri hiç görmedik. Madende yemek yiyecek yer bile yok. Yemeğimizi çamur

içinde yiyoruz.” “Kimsenin doğru düzgün eğitim aldığı yok. Hepimiz bir kazada madenden nasıl çıkılır kendi tecrübelerimizle öğreniyoruz. Kimse bize burası 340 yaşam çıkış noktasıdır diye bir yer göstermedi. Yıllardır bir kere bile tatbikat yapmadık. Yangının olduğu H panosunda 1 gün önce göçük oldu, bizi nefeslik denilen köprüden çıkardılar. Aynı yer bir ay önce de çökmüştü. Bir arkadaşımızın kolu kırıldı.” Madenden sağ kurtulabilen tüm işçilerin “Maskelerimiz işe yaramadı, 45 dakika idare eder dedikleri maskeler 10 dakikada bitti.” demesi üzerine yapılan araştırmalar sonucunda işçilere verilen maskelerin 1993 yılında Çin’de üretildiği ve son kullanma tarihleri çoktan geçtiği için artık hiçbir işe yaramadığı ortaya çıktı. Madencilere verilmesi gereken madenci tipi oksijen maskelerinin fiyatının 800 lira ile 1500 lira arasında değişmesi nedeniyle şirket ‘masraflardan kısmış’(!) ve Çin’in tarihi geçmiş maskelerini 17 dolara almayı uygun bulmuş (!).

Taşeron yok ‘dayıbaşı’ var (!) Soma Şirketi’nin yalanları bununla da bitmiyor. Güya ‘mükemmel bir maden işletmesi’ olarak AKP tarafından ‘örnek’ gösterilen Soma madenlerinde şirketin sahibi Alp Gürkan’ın ‘taşeron yok’ iddialarına karşın, ‘dayıbaşı’ sistemi altında ‘kılıfına uydurulmuş’ taşeron sistemi olduğu ortaya çıktı. Yasaya göre madencilik gibi ana sektörlerde taşeron sistemi yasak ancak Soma’da ‘dayıbaşı’ olarak gizli taşeronluk sistemi uygulanıyor. “İşçi, baca, ayak ve darama” adı altında dört farklı taşeron sistemi uygulanan madencilikte, Soma şirketi taşeronları resmi evraklarda “ekip başı” olarak kaydediyor ve normal şirket çalışanı olarak gösteriyor. Soma’da uygulanan taşeronluk sistemine göre ‘dayıbaşı’ denen taşeronlar köy köy gezerek şirkete ‘ucuz ve kalifiye iş gücü’ topluyor. Taşeronlar işsiz madencilere ulaşarak aylık 1300 ile 1500 lira arasında para


emek haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

teklif ediyor. İşsiz ve zor durumda olan madenciler ise işi kabul etmek zorunda kalıyor. Taşeronlar getirdikleri işçi başına 500 ile 700 lira arasında bir para alıyor. Baca taşeronu denen sistemde kömürün kazılarak çıkarıldığı yer olarak tanımlanan bacada, maden cevherinin içinde bir tünel kazılarak kömürün çıkarılacağı bölgelere yol açılıyor. Ortalama uzunluğu 60 metre olan bacalarda, 60 metreden sonra çökme tehlikesi başlıyor. 60 metreden sonra yapılan kazılar sonucunda her metre başına şirket baca taşeronuna para ödüyor. Taşerona ödenen para 5 bin lirayı bulabiliyor. Ancak burada asıl riski alan ve hayatını tehlikeye atan işçilere ise hiçbir ekstra ücret ödenmiyor. Taşeronlar daha fazla kazanç sağlamak için işçileri baskı altına alarak çökme tehlikesine karşı sürekli ilerlemeye zorluyor. Yani patron ve taşeron daha fazla kar için işçilerin hayatını hiçe sayıyor, üstelik bundan işçilerin hiçbir kazancı olmuyor. Aynı sistem ayak taşeronu ve darama taşeronu için de geçerli. Baca sistemiyle açılan tünelin sonundan başına doğru sağlı sollu açılan iki tünellerde maden üretimi yapılan yer olarak tanımlanan ayakta da kasalarla ayda 7 ile 10 kez çekme işlemi yapılıyor. Şirket taşerona bu rakamın üzerinde yapılan kömür çekme işlemi için ekstradan para verdiği için taşeron işçilerin çoğu zaman yemeğini dahi maden içinde ayakta yemesi pahasına işçileri sürekli daha fazla çalışmaya zorluyor. Darama taşeronu sistemi ise şöyle işliyor: Kömür, tünellerden çıkartıldıkça dağın ağırlığı tünellere yavaş yavaş basınç uyguluyor. Dağın ağırlığından dolayı iki metre 70 santim yüksekliğe sahip tünellerin

yüksekliği iki günde 70 santime düşüyor ve bu noktada daralma ekibi devreye giriyor. Ekip demir barajlarla tünelin yüksekliği artırmaya çalışıyor. Tünel ne kadar yükseğe ulaşırsa cevherden maden çıkarmak o kadar kolaylaşıyor. Burada daralma taşeronu yüksekliğe bağlı olarak şirketten para alıyor. Daralma sistemi sırasında tünelin aniden çökmesi ve işçilerin göçük altında kalması riski doğuyor. Yani burada da işçilerin hayatı pahasına daha fazla kar için emekçiler ölüme yollanıyor. Soma’daki katliamdan kurtulan Nihat Çelik isimli madenci "Madencilikte her şey pirim. Aşağıda bizi sıkıştırıyorlar, baskıyla çalıştırıyorlar bizi. Kömür fazla çıktığında amirlere prim yazılıyor" diyerek taşeron sistemini teşhir etti.

Sendika patronlarla beraber emekçilere karşı işbirliğinde İster adına ‘ekipbaşı’, ister ‘dayıbaşı’ densin işçilerin emeği üzerinde sömürüyü katmerleştiren taşeron sistemine karşı işçileri koruyacak hiçbir önlem yok. Taşeronların baskılarına karşı koyan maden işçisi Alpay Öge başına gelenleri şöyle anlatıyor: “18 ay Soma madeninde çalıştım. Taşeronlar daha fazla kömür çıkarmamız için bizi en tehlikeli bölgeye göndermek istedi. Buna itiraz ettim. Beni hemen işten attılar. Paramı dahi alamadım. Hangi madenin kapısını çaldıysam bana, “senin sabıkan var, seni işe alamayız’ dediler.” Hiçbir şekilde emekçilerin yanında yer almayan sarı sendikalar ise patronlarla işçilere karşı işbirliği yapıyor. Taşeronlara karşı sendikaların hiçbir şekilde mücadele etmediğini kaydeden emekli maden işçisi Mehmet Çetin, “Taşeron sisteminde işçinin beş ku-

ruş değeri yok. Sistem tamamen şirketin faydası üzerine kurulmuş.Sendikada da seçim döneminde taşeronlar işçilere kapalı zarf verir. Oy pusulası vardır. Madenci pusulada kimin adının yazıldığını bilmez” dedi.

Soma Şirketi AKP döneminde palazlandı 1984 yılında kurulan Soma Holding ilk yıllarda zarar eder durumdayken, üstelik marketlere dahi borcu varken, her ne hikmetse 2005 yılında Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ)’nin özelleştirilmesiyle birlikte aldığı kömür ihaleleriyle palazlanmış. 2005’ten sonra TKİ’nin müdavimi haline gelen Soma Holding’in 2005'ten beri aldığı ihale bedelleri 60-70 milyar liraya ulaşmış durumda. Şirketin Soma Geventepe’de, Işıklar Sahası’nda, Eynez Bölgesi’nde, Yeni Çeltek Sahası’nda Zonguldak Sahası’nda çok sayıda madeni bulunuyor. TKİ ise Soma AŞ’den ihalesiz bir şekilde kömür temin ediyor. TKİ’nin şirketten ihalesiz aldığı kömüre ihale yaparak aldığı kömürden çok daha fazla para ödediği belirtiliyor. Alp Gürkan’ın bir yıl önce verdiği röportajda itiraf ettiği gibi, şirket kamudayken tonu 123 dolara üretilen kömürün ton başına maliyetini 23.80 dolara düşürerek ‘verimliliği’ arttırmış. Gaz maskelerinden yaşam odalarına, taşeron sistemiyle işçileri zorla riskli bir şekilde çalıştırarak arttırılan ‘verimlilikle’ birlikte zarar eden şirketin kar oranlarının devasa bir şekilde arttırılmasının işçilerin canı ve kanı pahasına olduğu açık.

Katledilen madencilerin ailelerine sadaka veriyorlar

SERBEST KÜRSÜ

11

Hepimizin malumu olduğu gibi çoğu kez sigortasız ve güvencesiz çalıştırılan emekçiler ‘iş kazası’ adı altında gerçekleştirilen işçi katliamlarında katledilirken ya da yaranırken tazminatlarını dahi alamıyor. Ancak Soma Katliamı’nın büyüklüğü ile ülke ve dünya kamuoyunda bıraktığı yankı sonucunda, AKP iktidarı anlayışı gereği hayatını kaybeden işçilerin ailelerine adeta bir lütufmuş gibi ‘sadaka’ vererek kendisini aklamaya, aileleri susturmaya ve katliamı unutturmaya çalışıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam yaptığı açıklamada, Soma’da yaşamını yitiren madencilerin ailelerine konut verileceğini ve ailelerin ‘şehit maaşı’na bağlanacağını açıkladı. Olayın daha da trajikomik yanı ise adeta dalga geçer gibi madenci ailelerine verilecek konutların ‘301 evler’ adıyla tanımlanmasıydı. Bir ‘müjde’ verir gibi basına demeç veren İslam, Başbakan Erdoğan’ın, “yaşamını yitiren madenci ailelerine verilmek üzere 301 konut yapılması talimatını verdiğini” açıklayarak şöyle konuştu: “301 Evler gibi bir şey düşünüyoruz. Tapularını eşlerine teslim edeceğiz. Bu evler kendilerinin olacak. İstediklerini yapabilirler.” AKP’nin madenci ailelerine bir diğer ‘müjdesi’ de Soma'da birinci dereceden yakınını kaybeden öğrencilerin, ortaöğretim ‘kurumlarında puan ve kontenjan şartı ile ilköğretim kurumlarında adres şartına bakılmaksızın’ istedikleri okula nakillerini yapabilecek olması. Evet, AKP bu ‘açılımlarıyla’ gerçekten ailelerin yüreğine su serpti (!).

≫ hıdır uludağ

KOMÜNİST PARTİ SAAT GİBİ HEP İLERİYİ GÖSTERİR BALIK HAFIZASI

K

aç zaman geçti, bu kaçıncı leylim bahardır evriliyor Soma’da kömür karası gibi yürekleri karartılan, ömürleri tüketilen yüzlerce maden işçisinin katliamının üzerinden. Henüz toprak altındaki cesetlerin saç telleri, tırnak uçları uzamaya devam ederken bu balık hafızası niye. Kim, nasıl unutturuyor işlenen katliamları, cinayetleri bize. Unutturanın gayretkeşliğini anlamak mümkün de, bizim unutmaya hakkımız var mı diye yargılıyor insan insanlığını. Evet var mı hakkımız diye sormak istiyorum. Hele bir hatırlayın Soma’nın Elmadağ köyünde yaşananları. Bir gazetecinin notları arasına düşüyor Elmadağ köyündeki acının parçalanışı. Köylüler, o köyden 23 yüreğin sustuğunu hıçkırıkları arasında haykırırken, devlet bu köyde 11 madencinin öldüğünü açıklıyor. Yani yarı yarıya. 301’in de tersten yarı yarıya olduğunu düşünmek gerekiyor. Ki köylüler 600 ile 800 arası susturulmuş yürekten söz ediyor.Hakkımız var mı bunları unut-

maya,unutturmaya. Elmadağ bir Alevi köyü. Hiçbir devlet yetkilisi buraya uğramamış. Hani ayrımcılık yoktu. Bir köşe yazarı soruyor; ‘bu memleketin 81 ili var. Kaç valisi Alevi kökenli, kaç kaymakam, kaç bakan, kaç yüksek rutbeli subay Alevi kökenli.Vergisini ödedikleri diyanetten ‘ne kadar pay alıyor Aleviler‘diye. Liste, devletin bürokratik yapısı için uzayıp gidiyor.“Mağduriyetlere” oynayan AKP iktidarı, bu mağduriyetleri görüyor mu? Gerçi bu devlet,bir yandan azınlıkların haklarını yok sayarken, çoğunluktaki diğer emekçilerin haklarına, emeklerine karşı da saygılı değildir. Saygılıymış gibi gözüküyor ancak gidip cenaze evinde, cenaze sahiplerini döver,kurşunlar, tekmeler. Daha çok kömür çıkarılsın diye, taşeron firmaların tetikçileri, dayıbaşları tarafından işçiler bilfiil işkence görür. ‘Kapitalist işletmelerdeki ortaçağ ilişkileri‘ denir buna. “Burjuva hukukla”, feodal cebir kol kola. 1 Mayıs günü işçilerin o günkü yevmiyeleri yarı yarıya düşürülür, yemekleri verilmez ancak kimsenin gıkı

çıkmaz. Tehlike işareti verecek olan gaz sensörleri devre dışı bırakılır ki zaman kaybı olmasın, tehlike anında bile kömür çıkarılmaya devam edilsin. Tarım devre dışı. Herkes madende çalışmaya mecbur edilmiş. Bütün çalışan işçiler istisnasız bankalara borçlandırılmış. Aldıkları beş kuruş da bankaların faizlerine gidiyor. Haykırıyorlar,“ayın 15 günü açız”diye. Yerin yedi kat dibine götürdükleri birkaç zeytin tanesi, kömürün karasına bulanmış bir dilim beyaz peynirle karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Kısacası bir yandan ayrımcılığı körükleyen devlet,öte yandan ayrım yapmadan bütün emekçileri sömürüyor, katlediyor. İşçi katliamlarına kurban giden yüzlerce işçi,Alevisiyle, Sünnisiyle, Kürdüyle Türküyle ayrım yapılmaksızın katledildi. Başı örtülü gencecik gelinler de, başı açık analar da bu devletin katliamları karşısında dizlerini dövüyor ve ortak ağıtlar yakıyor. Sokakta oyun oynayan çocuklar, büyüdüklerinde madenci olacaklarını söylüyor. Madenciliği elbette ki küçümsemiyorum. En kutsal

emek oralarda tüketiliyor. Ancak çocukların hayal dünyalarının bile ne denli daraltıldığından, beyler daha rahat sömürsünler diye ta başından bir noktaya odaklandırıldığından söz etmek istiyorum. Sözün özü,en kutsal hak olan yaşam hakkımızı yok sayan, katliamları, işkenceleri, açlığı ve sefaleti ayrım yapmaksızın bizlere reva görenlerin ne onca yaptıklarını unutalım, ne de önlerinde eğilip bükülelim. Onca yaşananlardan sonra beş yüzün üzerinde korucusuyla Kınık sokaklarında halka korku salarak dolaşan kabadayı bozuntusunun attığı her adım, yüreğime bir hançer gibi saplandı. Bizler korktukça,onlar kanımızı emmek için koltuklarında rahat oturmaya devam edecek. Gezi Direnişi ruhunun bizlere öğrettiği, bize düşman olanları yani hakim sınıfları ise korkuttuğu her din, dil ve ırktan emekçilerin birlik ruhunu kuşanıp kavgaya soyunmak gerekiyor. Çünkü bu faşist diktatörlüğe başka türlü kendimizi anlatma şansımız yok.


1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

Kongre kararlarını kav Önderlikten en alt birimlerde ve ulaşılabilen tüm kitleler içerisinde kadın sorununu çözecek köklü ve bütünlüklü, merkezi ve stratejik olarak sürekli ele alıp harekete geçilmesi ve kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar ve uygulamalar, çeşitli içerik ve biçimlerde gerçekleştirilmek durumundadır Kadınlar yönetime kadınlar iktidara! Kongre kararlarını kavrayalım kavratalım kampanyası temelinde yazı dizimiz sürmektedir. Maoist Komünist Partisi 3. Kongresi’nin önemli ve temel konularından biri de kadın ve cinsel yönelimlere ilişkin alınan kararlar ve mevcut halde ulaşılan seviyedir. Komünistlerin ve hatta insanlığın en önemli ve temel sorunlarından birisi de kadına yönelik genel, özel ve kadına özgü olarak yaşanan sömürü ve cins baskısıdır. Komünistlerin de bu konuda önemli hataları bulunmaktadır. İnsanlığın ezen ve ezilen bölünmesinin ilk biçimi cins baskısıdır. Bu eşitsizlikler dünyasının temelini de oluşturmaktadır. İnsanlık, komünizm bayrağı altında öncelikle bu alandaki zihniyet ve toplumsal bir devrimle geleceğe yürüyebilecektir. Bu konuda, her alanda kadına ve cinsel yönelim içerisinde bulunanlara gerçek özne bileşeniyle yaklaşan ve hayatın bütün gözeneklerinde buna uygun hareket eden anlayış ve pratiklere ihtiyacımız var. “En komünistimizi kazıyın altından burjuva çıkar” diyen Lenin yoldaşın, bundan yaklaşık 100 yıl önce söylediği bu sözünde derinlikli olarak işaret ettiği gibi, kadın sorunu, komünistler olarak en başarısız olduğumuz birkaç husustan biri-belki de ilkidir. Öncelikle bir zihniyet devrimi yapmamız ve kültürel açıdan büyük bir alt üst oluş yaşamamız zorunludur. Aslında komünist hareket daha işe başlarken, teorik ve pratik olarak insanlığın ilk eşitsizliği ve bunun üzerinden başat hale gelmiş olan ataerkilliğe karşı da mücadeleyi hedeflemişti. Bu hedefe karşın geçmişin ataerkil- erkek egemen yükleri de genellikle söz konusu olmuştur. Her ne kadar beyan düzeyinde belirli oranlarda oldukça ileri fikirler ve özeleştirel yaklaşımlar sergilense de bununla sınırlı kalınmış ve kesinlikle pratik olarak gerekleri o gün bugündür yeterince yerine getirilememiştir. Zira anlayış düzeyinde de stratejik ve köklü sorunlarımız söz konusuydu. O halde ‘‘Kadınlaşmak‘‘ argümanından gerekli ve bütünlüklü bir ders çıkarmamızın zamanı çoktan geldi ve geçmektedir bile.

Kadına dair geçmiş tarihimizden öğrenerek yeniyi var edelim Yakın tarihimiz açısından Parti II. Kongre iradesinin aldığı kararlar doğrultusunda ve oluşturulan Merkezi Kadın Komisyonu (MKK) üzerinden kadın alanına ilişkin ortaya konulan anlayış ve pratik, gerçek hayatta esasta başarısız kaldı. Bunun ideolojik, siyasal ve örgütsel temelde olumsuz nedenleri vardı. Perspektif uygun olmasına karşın hayata geçirilmesinde yaşanan kavrayışsızlık, bu alandaki ileri olan durumumuzdan daha da geriye gitmemize neden oldu. Bugün etkili olduğumuz kadın örgütlenmesi de dâhil birçok kadın hareketi kadın sorununu, sadece basit cins sorunu derekesine düşürmüştür. Oysa cins baskısı, sınıfsal baskı ve sömürünün bir türevi ve bitişiğidir. Buna karşın sınıfsal yönüne neredeyse hiç vurgu yapılmayan bir durumla karşı karşıyayız. Anlayışta kırılmalar söz konusudur ve bu kesinlikle düzeltilmesi gereken bir durumdur. Bir cins baskısı ve sömürüsü olsa da kadın sorunu, bir cinsler meselesinin de ötesinde sınıfsal baskının tarihsel, stratejik, köklü ve oldukça sistemli özel bir türüdür. MKP II. Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda uygulamaya konan pozitif ayrımcılık ve kota sistemiyle sürekli önü açılacak şekilde hareket edilmelidir. Yine Maoist hareket olarak aynı düzeyde olan yoldaşlar arasında, kadın yoldaşların ileri görevlere getirilmesini benimseriz. Özel politikalarla sürekli çözüme yönelik güçlendirici çalışmalar üretmeliyiz. Sorun kolay değil çözümü de kolay olmayacak, bin yılların erkek anlayışını üzerimizden atmak için sürekli çabalamalıyız. Kadının kurtuluşunun devrimde olacağını savunan bizler ataerkil sistemin içine sıkışmış ya da sistemin kendini yeniden üreteceği sözde çözümleri, bir nihai çözüm olarak savunamayız. Kadının toplumsal yapı içerisinde maruz kaldığı haksızlıkları gidermeye faydalı olacak reform niteliğindeki her talebi destekler ve aktif savunucusu oluruz. Sadece devrim sırasında ve sonrasında değil daha şimdiden devrimin özneleri olarak demokratik ve legal kadın örgütlenmeleriyle binlerce ve milyonlarca kadınla buluşmak için çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Fakat nihai kurtuluşun yolunu da her daim savunup, akıldan çıkarmamamız gerekmektedir. Bugün kadın ve cinsel yönelimler alanına dair çalışmaların esası, demokratik kitle örgütleri üzerinden yürütülmektedir. Kuşkusuz bu alandaki mücadeleler desteklenmeli ve geliştirilmelidir. Ancak kesinlikle bu yetmez. Partide komünist kadın ve cinsel yönelimler olarak bünyemizi donatmak şarttır. Toplumun en azından yarısını oluşturan kadının, dünyanın özgürleşmesinde tayin edici bir rolü olduğu kavranmak ve buna uygun davranmak zorunludur. Aksi halde gerçek kurtuluş ve gelecek yoktur. “Kadınlar iktidara, kadınlar yönetime“

şiarımızın anlamı da buradadır. Pratik politikalarımıza yön vermesi gereken esas halkalardan biri budur. Kadın ve cinsel yönelimler, her şeyden önce köklü ve derinlikli bir içerikle temel ve stratejik kapsamda, cins açısından ve sınıfsal, tarihsel, siyasal, toplumsal, örgütsel ve kültürel olarak özgün ve özel bir olgudur. Buradan hareketle Komünist Partisi önderliğinde yan örgüt olarak bir kadın örgütlenmesi kurulması uzun zamandır tartışılan bir konudur. III. Kongre iradesi bu konuda da doğru bir yönelim olarak partiye bağlı ayrı bir kadın örgütünün Maoist Kadınlar Birliği(MKB) adıyla örgütlenmesini kararlaştırmıştır. Tabii ki Komünist Partisine bağlı ayrı bir kadın örgütlenmesini oluştururken, bunu öncelikle partililerin, parti önderliğinin ve kadroların doğru, köklü ve stratejik bir anlayışla ele alması gerekmektedir. Bu içerik ve nitelikle kavranmalı ki teorik ve pratik adımlar atılabilsin. Önderlikten en alt birimlere ve ulaşılabilen tüm kitleler içerisinde bu sorunu çözecek köklü ve bütünlüklü, merkezi ve stratejik olarak sürekli ele alıp harekete geçilmesi ve kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar ve uygulamalar, çeşitli içerik ve biçimlerde gerçekleştirilmek durumundadır. Sadece biçimsel kadın örgütü kurmakla bu işi başaramayacağımızı açıktır. Bin yılların sorununu birkaç örgütsel ve pratik adımla değil sürekli yaşamsallaştırdığımız zihniyet devrimleriyle gerçekleştirebileceğimizi düşünüyoruz. Partide kadın sorununa dair esasta erkek yoldaşlar sürekli eğitime tabi tutulmalı, sürekli suretle bütün çalışmalar merkezileştirilmeli, iyi ve doğru bir denetimle takipçisi olunmalı, düzenli ve uygun planlamalarla çeşitli siyasal kampanyalar örgütlenmeli, tüm çalış-

malarımız da sürekli olarak canlılığını yitirmeyen, ötekileştirilmesine ve kulak ardı edilerek unutturulmasına asla müsaade edilmemesi için her zaman gündem halinde ele alınarak sorunun vahametiyle sürekli yüz yüze kalınarak çözüme zorlanmalıyız. Kadınlar, bir sorun ve sorun yaratan değildir. Sorun, tam da gerici burjuva toplumsal sistemin bir niteliği olan ataerkil- erkek egemen sistemdir. Maoist Komünist Partisi’ndeki erkek yoldaşlar, özel olarak kadın yoldaşların öne çıkarılması için çaba sarf etmelidir. Kadınlar ve cinsel yönelimler öiçerisindeki kesimler, kesinlikle sistem kontrollü kendi kaderine terk edilemez. Bütün yoldaşlar tüm alanlarda öne çıkarılıp özne olma rolünü oynamaları için kadınları teşvik edici yaklaşımlarda bulunmalı, kadınların mücadelede özne rolüne vurgu yapan sloganlar üretilip bunlar pratikle güncellenmelidir. MKP III. Kongre iradesi, geniş çaplı bütünlüklü bir kadın muhasebesini ele almış ve değerlendirmiştir. Bu belge ayrıca ele alınıp kamuoyuna sunulacağı için şimdilik bu vurguyla kalıyoruz.

Kadın sorunu özünde sınıf sorunudur Hayatın her alanı ve anında kadına yönelik insanlığın ilk eşitsizliğinin kamburlarıyla canlı ve doğrudan karşı karşıya kalmaktayız. Bunun için mücadelemizin daha şimdiki sürecinde yukarıda vurguladığımız ana ve temel noktalar üzerinden topyekün harekete geçmeliyiz. Yine kadın sorununa dair sadece belli günlere sıkışmış anma anlayışlarından da kurtulmalıyız. Kadın sorunu her gün yaşanan bir sorun olduğuna göre, mücadele ve gündemleştirme de her gün olabilmelidir.


perspektif

vrayalım, kavratalım!(8)

Güncel gelişmeleri işleyen eylemlilikler içerisinde olunmalı yine kadın konferansları vs süreklileştirilip belli bir bilincin açığa çıkarılması sağlanmalıdır. En başta Maoist Komünistler olarak, kendi içimizde köklü bir devrim gerçekleştirmeliyiz. Asla unutulmamalı ki kendilerinde köklü bir değişim ve devrim yaratamayanlar, başkalarında da yaratamazlar ve güçlü etkilerde bulunamazlar. Bütün faaliyetlerimiz ve mücadelemizin her bir gözeneğinde kadın ekseninde bir içerik ve nitelik bulundurmayan hiçbir çalışma esasta başarıya ulaşamayacak ve erkek girişimi, niteliği ve özü olmaktan kendini kurtaramayacaktır. Kadını bütün çalışmalarımızda özneleştirmek için ileri atılmalı ve tüm ataerkil- erkek egemen anlayış ve pratikler alt edilmelidir. Bunun için hemen şimdi harekete geçelim ve görülecektir ki çok uzakta değilmiş kadını ve erkeğiyle gerçek ve nitel ilerleme. Gerek dünya düzlemi gerekse Türkiye- Kuzey Kürdistan özgülünde kadın meselesiyle örtüşen ve aynı stratejik temel bir olgu olarak aynı paralelde bir diğer önemli konu da cinsel yönelimlere yönelik teorik ve pratik durumdur. Cinsel Yönelimler: Toplumda ezilen ve baskıya uğrayan cinsel yönelimleri itibarıyla LGBTT(Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transeksüel, Translar vd) liler önemlidir. Kesinlikle son derece meşru yönelimleri, anlaşılmak ve kavranmak durumundadır. Bunun için de aynı zamanda bu hareketin son derece demokratik ve haklı- meşru talepleri görmezden gelinmemeli ve kesinlikle desteklenmelidir. Maruz kaldıkları şiddetle birlikte gerçek şudur ki bir ataerkil- erkek egemenliği ve cinsiyetçi iktidar söz konusudur. Toplumun tepeden tırnağa bütün yanlarıyla erkekleştirildiği bu koşullarda LGBTT bireyler ötekileştirilerek

aşağılanmaları ve baskı altına alınmaları geleneksel ahlak çerçevesinde daha da meşrulaştırılmıştır. Cinsel kimlik ve yönelimleri cinsiyetçi- muhafazakar,dinsel,ahlak çerçevesinde ’’hastalık’’ olarak tanımlayan anlayışlarla mücadele edilmeli, bu anlayışın özünün egemen erkek anlayışı olduğu akıldan çıkarılmadan kimliklerin kriminal tahlilinden ziyade toplumda hak ettiği yeri almalarının mücadelesi örgütlenmelidir. Maoist Komünistler bu meselede hiçbir ataerkil- erkek anlayışa saplanmadan birlikte mücadelenin kanallarını oluşturmalı ve kitlesini de bu yönde eğitmelidir. Maoist Komünist Partisi, sosyalizm koşullarında da toplumdaki bütün cinsiyetlerin ve cinsel yönelimlerin kendini özgürce ifade edebilmesini savunur ve yine bunların haklarının korunması konusunda da aktif mücadele eder. Bu bir lütuf değil, kesinlikle bir gerekliliktir. Geleneksel ahlakın fethedilmesidir. Emperyalist dünya gericiliği ve onların her nitelikte gerici uzantıları olan burjuva, feodal, faşist iktidarlarına karşı, proletarya ve emekçilerin gerçek kurtuluşu için sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya uğruna doğru ve bilimsel önderlikler içerisinde yer alıp örgütlenerek kadına yönelik baskı ve sömürüye karşı mücadele örgütlenmeden ve bu mücadele siyasi iktidarı elde etmek için yürütülen sınıf devrimi mücadelesine kanalize edilmeden, kadının ve cinsel yönelimlerin tam ve gerçek kurtuluşunun yolu açılamaz, gerçek kurtuluşu sağlanamaz.

Devrimin neferi kadınlar söz sizin yetki sizin TKP(ML)‘den MKP‘ye uzanan Maoist hareketimizin de kadın sorunu başta olmak üzere

devrimin son derece önemli ve temel görevleri bugüne kadar yerine getirilememiştir. Bu noktada özellikle MKP 1. Kongresi’nden başlamak üzere bugünlere kadar saflarımızdaki ataerkil- erkek egemen anlayış ve çizgileri bertaraf etmek için önemli teorik ve pratik adımlar da atılmıştır. Her şeyden önce insanlığın kurtuluşu, ezilen ve sömürülenlerin özgürlüğü ve devrim, sosyalizm ve komünizm yürüyüşünde son derece stratejik ve temel görevlerimiz arasında bulunan kadın ve cinsel yönelimler sorununa yaklaşım, erkek partisi ve ideolojisi haline gelen komünist hareketimiz ve örgütsel mekanizmalarımızı kendiliğindenciliğe bırakmadan, sınıflar mücadelesi düzleminde köklü, stratejik ve temelden devrimci dönüşümlerle yeniden doğru, bilimsel olarak sağlam ve ayakları üzerinde yükselmemizi şart koşmaktadır. Bu temelde MKP 3. Kongresi, Maoist Hareketimiz açısından önemli ve nitel bir devrimci atılımı ve ilerlemeyi ifade etmektedir. Kadın sorunu kapsamında kadının haklarının sürekli telafuz edilmesine ve belli çerçeveyi aşmayan çözüm yaklaşımlarının yetersizliğine atfen, Partimiz 3. Kongresi’nde “Kadın yönetime kadın iktidara!” şiarını keskin bilinç olarak kararlaştırmıştır. “Kadınlar yönetime, kadınlar iktidara!” şiarıyla başta MKP içerisinde olmak üzere, devrimci ve komünist saflarda ve halk kitleleri içerisinde kadını her alanda sınıflar mücadelesinin yedeği ve tali bir gücü olarak değil, tam da öznesi ve stratejik temel gücü olarak öne çıkması ve belirleyici olması için önemli kararlara ve sentezlere ulaşmıştır. TKP(ML)’den MKP’ ye uzanan Maoist hareketimizin kadına yönelik hususlarına ilişkin Parti tarihinde Kadın Muhasebesi başta olmak üzere, MKP’ye bağlı özgün ve özerk bir alan ve örgütlenme olarak Maoist Kadınlar Birliği (MKB) kararı ve politikası önemli bir sıçrama tahtası olarak kadınları, bizzat kendi özel ve özgün bir alanı olarak örgütlenme yönelimidir. Yine MKP’nin yukarıdan aşağıya veyahut aşağıdan yukarıya bütün parti ve örgütlenmelerindeki tüm komitelerinde kadınsız komitelerin, esasta parti komite ve örgütlenmeleri olarak kabul edilmediği- edilmeyeceği gerçekliği ve kabulü de bu noktadaki hassasiyetin önemli bir vurgusudur. Aynı şekilde Pozitif Ayrımcılık ve Kota Sistemi’yle Maoist hareketimiz başta olmak üzere mücadele ve faaliyet yürütülen açık ya da kapalı, legal ya da illegal bütün alanlarda kadınları bizzat örgütleme ve mücadelemizin söz- karar- yetkide özne haline getirmenin, örgütsel-pratik -politik kararları ve yönelimi de son derece isabetle doğru ve bilimseldir. Ve yine bütün bunları kapsayacak şekilde Sosyalist Halk Cumhuriyetleri Birliği Programına bağlı olarak özgün ve temel görevler olarak “kadın ve cinsel yönelimler” eksenli alt programlar şeklinde devrim, sosyalizm ve komünizm perspektifiyle düşünce yöntemi ve çalışma tarzımızı ataerkil- erkek egemen

anlayış, çizgi ve siyasetlerden köklü ve temelden kopararak stratejik bir yönelimle ideolojik, politik, örgütsel vd alanlarda köklü zihinsel devrimler yaratarak ilerleyişimiz sürdürülecektir. Bu temelde ve bu bilinçle şimdiden uygun planlamalar ve politikalar eşliğinde gücümüzün olduğu her alanda sürekli kampanyalar örgütleyerek mücadele etme kararlılığı ortaya konmuştur. Bunun için en başta da Maoist hareketimiz içerisinde erkek yoldaşların sürekli olarak bu noktada ataerkil- erkek egemen anlayış, çizgi, ideolojik politika, örgütsel mekanizma vb bütün halkalarda köklü bir zihniyet devrimiyle ilerlemesi ve gerekli hassasiyet içerisinde ertelemeksizin göreve çağıran vurgusu ve yönelim politikalarıyla MKP 3. Kongresi, Sosyalist Halk Savaşı siperlerinde militan kadın yoldaşları cinsel, ulusal, sınıfsal ve sosyal kurtuluş mücadelemizin özneleri ve önderleri haline getirme kararlılığını göstermiştir.

Kadın önderleşmeden nihai çözüm olmaz! Aynı şekilde kolektif önderlik anlayışı çerçevesinde, tüzük ve kültürel şekillenmemiz de hayat bulan politika, MKP 3. Kongresi’nde daha da güçlendirilmiştir. Merkez Komitesi (MK) içerisinde seçilen Sekreterlik başta olmak üzere, parti komitelerinin tümünde hukuksal düzeyler gözetilerek, eşit hukuklara sahip olan yoldaşlardan oluşan komitelerde, halefler siyasetine ve kadroları önderleştirme yönelimine bağlı olarak, parti komite sekreterleri dönemsel koordinatörler biçiminde değişimli ele alınacaktır. Bu kapsamda kadınlara yönelik bütün karar ve politikalarımızı da hayata geçirerek kadın yoldaşları bütün örgütsel mekanizmalarda özneleştirmeyi, öncüleştirmeyi ve önderleştirmeyi temel görevlerimiz arasında görmek ve kavramak durumundayız. Bu perspektif ve çizgide ısrar edilip hassas ve takipçisi olunursa, oldukça güçlü bir zemin ve dinamik ortaya çıkacak ve kadınlar ve cinsel yönelimler içerisindeki ezilen ve sömürülenlerin bir sel gibi mücadelenin her alanında bizzat her bir sürecin öznesi olarak yer alacaklarını daha şimdiden söyleyebiliriz. Sağlam ve güçlü bir Komünist Partide kesinlikle kadınlar ve cinsel yönelim içerisindeki kesimlerin böylesine canlı bir organizmada, her bir sürecin doğrudan özneleri olarak aktif bir şekilde rol oynayacakları bir olguyu da kavramalıyız. Bu noktada salt şekilsel ve yüzeysel- gelişigüzel değil tam da nitelikli bir Komünist Partinin öz ve içerikleriyle de kadınlaşması için, özel bir yer tuttuğunu vurgulamak isteriz. Başta Partili ve örgütlü tüm kadın yoldaşlar olmak üzere bütün kadınlar ve cinsel yönelimdeki kimliklerin kendi kurtuluşları da dahil toplumun özgürlüğü ve sınıfsız- sömürüsüz geleceği için sosyalizme ve oradan durmaksızın komünizme kadar bütün gerici bendleri yıkarak ilerleyeceğiz.


14

güncel haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

Halkı katliamlarınızla Uğur Kurt ve Ayhan Yılmaz’ı katleden devlet halkın devrimci öfkesiyle karşılaştı. Devlet ve onun emrindeki kolluk kuvvetleri, kendi iktidarlarını devam ettirmek için halka zulüm, baskı ve işkence yaparak kan dökmeye devam ediyor. Gezi’yle birlikte başlayan toplumsal muhalefet ve halkın büyüyen öfkesi; polisin biber gazlarıyla, TOMA’larıyla, plastik mermileriyle ve silahlarıyla bastırılmaya çalışılıyor Sokağa çıkan işçiler, köylüler, kadınlar, öğrenciler sokak ortasında polis tarafından katlediliyor, işkencelerden geçiriliyor, sakat bırakılıyor, hapishanelere atılıyor. İktidarın bir numaralı sözcüsü olan Recep Tayyip Erdoğan ise her katliamdan sonra televizyonlara çıkarak yapılan işkenceleri meşrulaştıran ve yeni katliam ve işkencelerin önünü açan açıklamalar yapmaktan çekinmedi. Soma’da 301’den fazla işçiyi katleden devlet hemen ardından, Okmeydanı’nda Uğur Kurt’u ve Ayhan Yılmaz’ı da katletti. Okmeydanı’nda Berkin Elvan ve Soma Katliamı’nı unutturmamak için lise öğrencilerinin düzenlediği eyleme saldıran polis, silaha sarılarak halkın üzerine ateş açtı. Bu sırada Okmeydanı Cemevi’nde bir cenaze törenine katılan Uğur Kurt başından vuruldu. Polisin vurduğu Uğur Kurt, kaldırıldığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde hayatını kaybetti. Ayhan Yılmaz ise Uğur Kurt’un katledilmesinin protesto edildiği eylemde, polisin attığı gaz fişeğiyle vuruldu. Yerde kanlar içerisinde saatlerce polis tarafından bekletilen Yılmaz, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.

Halk Okmeydanı’nda faşizme karşı direndi Okmeydanı’nda liselerdeki Berkin Elvan ve Soma Katliamı için düzenlenen ders boykotu sırasında mahalleyi kuşatma altına alan polisi protesto eden liseliler, polisle çatıştı. Polis ablukasına karşın eylem yapan liselilere polis biber gazı, tazyikli su ve plastik mermilerle saldırdı. Kitlenin polise karşı direnişi sürerken hızını alamayan polis, Okmeydanı Cemevi önünde cenazesini bekleyen kitlenin üzerine defalarca ateş etti. Polisin açtığı ateş sırasında bir kişi katledildi. Polisin vurduğu Uğur Kurt kaldırıldığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde hayatını kaybetti. Uğur Kurt’un katledilmesinin ardından halk, günlerce sokağa çıkarak polisle

UĞUR KURT çatıştı. Polisin saldırısı sonucunda akşam saatlerinde Ayhan Yılmaz adlı bir kişide başına biber gazı kapsülü gelmesi sonucu yaralandı. Çevik kuvvet polislerinin yanında kanlar içerisinde saatlerce yerde yatan Yılmaz’a, hiçbir çevik kuvvet polisi yardım etmedi. Saatler sonra hastaneye kaldırılan Ayhan Yılmaz da Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hayatını kaybetti. Okmeydanı’nda katledilen 2 kişinin ardından halk sokaklara çıkarak katliamın failleriyle çatıştı. “Katil polis mahalleden defol” sloganları atan halkın üzerine polis biber gazları, plastik mermiler, TOMA ve gerçek silahlarla saldırdı. Havai fişek, molotofkokteyleri ve taşlarla karşılık veren kitle polisin ablukasını dağıtmaya çalıştı. Okmeydanı’nda çatışmalar geç saatlere kadar devam etti.

Sarıgazi ve Gazi’de halk polisle çatıştı Sarıgazi Demokrasi Caddesi’nde bir araya gelen kitle, Uğur Kurt’un katledilmesini protesto etti. Kitleyi engellemeye çalışan polis tazyikli su ve biber gazıyla saldırdı. Bunun üzerine yola barikat kuran kitle polise taş ve molotofkokteyleriyle karşılık verdi.Çatışmalar sırasında atılan bir molotofkokteyli, zırhlı polis aracına isabet etti. Alev alan araç TOMA tarafından söndürülmeye çalışıldı. Gazi Mahallesi İsmetpaşa Caddesi’nde toplanan kitle ise çöp konteynerlerını yola devirerek barikat kurdu. Polis kitleye biber

gazı, plastik mermi ve tazyikli suyla saldırdı. Çatışmalar akşam saatlerine kadar devam etti.

Ankara’da katliamlar protesto edildi Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da yer aldığı devrimci demokratik kurumlar ve Alevi Kültür Dernekleri, Kızılay Güvenpark’ta basın açıklaması ve oturma eylemi yaparak Okmeydanı’nda yaşanan devlet terörünü ve katliamı protesto etti. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği adına yapılan basın açıklamasında, egemen sınıfların yüz yıllardır Alevilere yönelik inkar ve imha politikaları uyguladığı kaydedilerek AKP hükümeti ile onun güdümündeki polislerin halkı katletmeye devam ettiği belirtildi.

‘Dün evlerimizi işaretleyenler bugün bizi katlediyor’ Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Soma’da katledilen 301 işçiden, İzmir’in Kınık ilçesi’ne bağlı Elmalıdere Köyü’nden olanlara, devlet erkânından hiç kimse taziye ziyaretinde bulunmadı. Yüz yıllardır süre gelen devletin ayrımcı politikası kendini göstermiştir.” Açıklamada devletin ölümde bile coğrafik ve inançsal ayrımcılık gözettiğine dikkat çekildi. İşçiler, emekçiler ve ezilenlerin yani tüm halkın tarih boyunca hakkını her zaman aldığı ve hesap sorduğu ifade edildi. Basın açıklaması şu ifadelerle sona erdi: “Dün evlerimizi işaretleyenler, bizi göçe

zorlayanlar, köylerimizi boşaltanlar, bugün de bizi katletmeye devam ediyor. Yıllardır resmi yetkililer aynı yalanı söylüyor. Polis havaya ateş açıyor bahanesiyle devlet katletmeye devam ediyor.” Basın açıklamasının ardından oturma eylemi düzenlenerek eylem sonlandırıldı.

Ölümler üzerindeki ayrımcılığa yeter artık Mersin’de Uğur Kurt'un katledilmesi ile devlet terörünü protesto etmek için bir araya gelen Alevi örgütleri ve siyasi partiler, merkez Yenişehir İlçesi İstemihan Talay Bulvarı'nda bulunan Cemevi önünde bir araya geldi. Cemevinden Forum AVM'ye doğru yürüyüşe geçen yüzlerce kişi, "Bir Ölür Bin Doğarız Bizi Öldürmek Kurtuluş Mu?" yazılı pankart açtı. Atıf Yılmaz Meydanı'nda bir araya gelen kitle adına, Alevi Kültür Dernekleri Mersin Şubesi adına bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: "Cemevi bahçesinde akrabasının cenaze töreni için bekleyen Uğur Kurt adlı yurttaşımız, akrep diye tabir edilen araçtan inen bir polis tarafından başından vurularak ağır yaralanmış ve tüm müdahalelere karşın kurtulamamıştır. Devlet terörüne yeter artık. Adaletsizliğe, vicdansızlığa, cemevlerimize saldırılara, ölümler üzerindeki ayrımcılığa yeter artık."

Polisle kitleye tazyikli su ve biber gazıyla saldırdı


güncel haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

15

teslim alamayacaksınız fişekler, taşlar ve molotofkokteylleriyle karşılık verdi. Eylemler sırasında polisin attığı plastik mermi Mustafa Kemal Ersöz'ün gözüne isabet etti. Yaralanan Ersöz, hastaneye kaldırıldı.

‘Katil devlet hesap verecek’ Eskişehir Tepebaşı Emniyet Müdürlüğü önünde bir araya gelen yüzlerce kişi, Uğur Kurt'un katledilmesini protesto eden bir eylem gerçekleştirdi. Kitle "Katil polis hesap verecek" sloganıyla oturma eylemi yaptı. Emniyet Müdürlüğü’nün merdivenlerinde yapılan basın açıklamasında, Soma'da madencilerin katledilmesi, Gezi'de katledilen direnişçiler ile Uğur Kurt'un katledilmesinden devletin sorumlu olduğu belirtildi. Eylemin ardından Espark önüne yürüyen kitle, eylemi sonlandırdı.

Zonguldak’ta basın açıklaması

Eylem sırasında yapılan konuşmaların ardından, AKP Yenişehir İlçe binasına yürüyüş düzenlendi. İlçe binasının yaklaşık 100 metre önünde polis barikatıyla karşılaşan eylemcilerle polis arasında kısa süren bir gerginlik yaşandı. Barikatın 30 metre geriye çekilmesinin ardından Alevi Kültür Dernekleri adına basın açıklaması düzenlendi. Açıklamanın ardından kitle dağıldı. Diğer grup ise sloganlar atarak eylemini sürdürdü. Polis kitleye tazyikli su ve plastik mermilerle saldırırken, kitle polise karşı barikatlar kurarak taş ve havai fişeklerle direndi. Bir süre devam eden çatışmalar sırasında bir öğrenci, atılan plastik mermiyle yaralandı.Saldırılarının ardından ara sokaklara giren polis birçok kişiyi gözaltına aldı. Eylem gece geç saatlere kadar aralıklarla devam etti.

Hatay’da bir kişi gözünden yaralandı Hatay’da Uğur Kurt'un katledilmesinin protesto edildiği eylemler sırasında başlayan çatışmalar, gece geç saatlere kadar devam etti. Armutlu Mehmet Yeloğlu Köprüsü'nde bir araya gelerek yürüyüşe geçen yüzlerce kişiye, polis kimyasal içerik taşıyan tazyikli suyla saldırdı. Armutlu Mahallesi Semt Pazarı ve Armutlu BP civarında devam eden çatışmalarda kitle yollara barikatlar kurarak ateş yaktı. Polisin biber gazı ve tazyikli suyla yaptığı saldırı devam ederken, kitle polise havai

DGH faliyetçilerinin de aralarında olduğu üniversite öğrencileri ve Demokratik Alevi Birliği, 23 Mayıs günü Uğur Kurt'un polis tarafından katledilmesini protesto etmek için basın açıklaması gerçekleştirdi. Bülent Ecevit Üniversitesi yemekhanesi önünde bir araya gelen kitle, okulun üst binasına doğru toplu çıkış yaptı. Yapılan basın açıklamasında son süreçte siyasal iktidarın işçilere, Alevilere, devrimci, demokrat ve yurtseverlere karşı düşmanlığını açıkça gösterdiğini vurgulanarak, ''Roboski, Reyhanlı, Gezi ve Soma'daki cinayetlerle, artan kadın ve işçi cinayetleri, bu düşmanlığın en açık örnekleridir.'' denildi. Basın açıklaması şu ifadelerle sona erdi: “Uğur Kurt'u vuran polisler ve daha önce yaşanan yaralamalar ve cinayetlerin talimatını veren yetkililer bir an önce tespit edilmeli, olay yerindeki deliller muhafaza edilmeli, sorumlular derhal ortaya çıkarılıp cezalandırılmalıdır. Biz Bülent Ecevit Üniversitesi öğrencileri ve Demokratik Alevi Birliği olarak olayın takipçisi olacağımızı söylüyor ve mücadelemize devam edeceğimizi bildiriyoruz.'' Yapılan eylem sırasında kitle, “Uğur Kurt'un katili AKP'nin polisi” , “Katil devlet hesap verecek” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları atıldı.

‘Uğur Kurt’un katili AKP’nin polisi’ Okmeydanı'nda polis tarafından katledilen Uğur Kurt, yapılan eylemle anıldı. Cumhuriyet Parkı'nda bir araya gelen kitle, "Katil polis hesap verecek" , "Uğur'un katili AKP'nin polisi" sloganlarıyla İnsan Hakları Parkı'na yürüdü. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında Uğur Kurt'un polis tarafından katledildiği belirtilerek sokaklarda mücadeleyi büyütme çağrısı yapıldı. Bu illerin yanı sıra Antalya başta olmak üzere çok sayıda ilde protesto eylemleri

düzenlendi.

Aleviler ‘Davamız mahşere kalmayacak’ Uğur Kurt ve AyhanYılmaz’ın polis tarafından katledilmesini protesto eden Alevi kurumları da 25 Mayıs Pazar günü eş zamanlı olarak İstanbul, Ankara ve İzmir’de eylemler gerçekleştirdi. Şişli Camii önünde bir araya gelen Alevi kurumları ve aralarında DHF’nin de olduğu devrimci demokratik kurumlar, Osmanbey Metro İstasyonu’na yürüdü. Sağanak yağmur altında “Saldırılara Adaletsizliğe Vicdansızlığa Artık Yeter-Alevi Kurumları” pankartı arkasında sloganlarla yürüyen yüzlerce kişi, “Davamız mahşere kalmayacak” , “Hırsız katil AKP” , “Yaşasın devrimci dayanışma” , “Anaların öfkesi katilleri boğacak” , “Katil polis hesap verecek” sloganlarıyla Osmanbey Metro durağına vardığında burada Alevi Bektaşi Federasyonu bileşenleri adına Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Doğan Demir bir açıklama yaptı.

‘Aleviler üzerinde artan devlet terörünü protesto ediyoruz’ “Bugün burada son bir yıldır Aleviler üzerinde artan devlet terörünü lanetlemek ve kınamak için toplandık” diyerek sözlerine başlayan Doğan, en son Cemevlerinde yani ibadethanelerinde Uğur Kurt’un katledilmesi üzerine Alevilerin sokağa çıkma ihtiyacı duyduğunu belirtti. Doğan kurumlar adına yaptığı ortak açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Adaletsizliğe, vicdansızlığa yeter artık! Gençlerin öldürülmesine yeter artık. Başbakanın toplumu ayrıştıran Alevilere yönelik nefret ve şiddet söylemine yeter artık. Devlet terörüne yeter artık. İnancımıza ve cemevlerimize saldırılara yeter artık. Başta Soma’da olmak üzere yaşanan iş cinayetlerine yeter artık.“ Demir emek örgütlerinin taşeronlaştır-

maya ve iş cinayetlerine karşı Kadıköy’de gerçekleştirdiği eylemi selamlayarak, yanlarında olduklarını kaydetti. Erdoğan’ın dün Almanya’da yüz binler tarafından protesto edildiğine de değinen Demir, “Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik, Berkin Elvan, Mehmet İstif” yetmedi mi diye sorarak 22 Mayıs’ta Okmeydanı’nda polisin yapılan bir eylemi bahane ederek Cemevi’ndeki kitleye ateş etmesi sonucu Uğur Kurt’u ardından ise Ayhan Yılmaz’ı öldürdüğünü belirtti.

“Alevi düşmanlığı inanç evlerine kadar uzandı” Alevi düşmanlığının inanç evlerine kadar uzandığını vurgulayan Demir “Bu gidişat ve bu durum kabul edilemez. Yeter artık” diyerek herkesi devlet terörüne karşı birlikte olmaya çağırdı. Alevilerin yoğun yaşadığı yerlerde polis şiddetinin arttırıldığına değinen Doğan Aleviler için yaşamın zorlaştırıldığını, Alevilerin yalnızlaştırıldığını ve ötekileştirildiğini vurguladı. “Bu katliamların arkasında sistemin ve devletin olduğunu biliyoruz. Katledilen canlarımızın failleri bulunmalı ve yargı önüne çıkarılmalıdır (…)Mevcut iktidar cinayet işliyor. Ayrımcılık yapıyor. Çatışma istiyor. Hükümet bu tavrını birinci elden Başbakanın ağzından söylüyor. “polisler nasıl tahammül ediyor. Bu denli sabırla davranabiliyor. Şaşırdım” diyor. Bu söylem aslında eli silahlı polislere ateş emridir. “Ölen ölmüş. Geçmiştir” söylemiyle unutun demek istiyor“ diyen Demir, “İktidarı uyarıyoruz. Elinizi Alevilerin üzerinden çekin. Alevilerin örgütlü gücü AKP sisteminin tüm karanlık çabalarını durduracak güçtedir” sözleriyle basın açıklamasını sonlandırdı. Yapılan basın açıklamasının ardından kitle sloganlar eşliğinde tekrar Şişli’ye yürüyerek eylemi sonlandırdı.


16

gençlik haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

Öğrenciler alanları tutuşturuyor İTÜ’den ODTÜ’ye birçok üniversite ve lisede Berkin Elvan’ın katledilmesi ile Soma Katliamı’nı protesto etmek için boykot ve işgal eylemi yapan öğrenciler, devletin kolluk kuvvetlerinin azgınca saldırılarına maruz kaldı Emperyalistlerin ve faşist Türk devletinin ülkedeki ezilenlere yönelik gerçekleştirdiği siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik saldırılar ve katliamlar günümüzde daha da boyutlanarak devam ediyor. Faşist devlet sendikal hakları için mücadele eden işçileri copuyla, döktüğü terin karşılığında insanca yaşamak için alanlara çıkan emekçileri gazıyla, ezilen ulus, milliyet ve inanç kesimlerini katliamları ve sürgünleriyle ve tüm bu saldırılardan bağımsız olmayan halk gençliğini soruşturmalarıyla, tutuklamalarıyla ve işkenceleriyle yıldırmaya, yürüttüğü meşru ve demokratik mücadeleyi baltalamaya çalışıyor. Devrimci ve demokratik mücadelenin her dönem bel kemeğini oluşturan halk gençliği bugün de üniversitelerde ve liselerde rektör, polis, ÖGB üçgeni içerisinde ve gerici YÖK politikaları altında, demokratik hak talepleri için devletin saldırılarına ve işkencelerine göğüs germeye çalışıyor. Geçtiğimiz süreçlerde Gezi Ayaklanması’nda etkin rol oynayan gençlik devletin “terörist”, “çapulcu” yaftalamalarına karşı sokaklarda, üniversitelerde ördüğü boykot, işgal ve eylemlilikleriyle bir kez daha mücadele etme dinamizmini ve devrimci iradesini devlet nezdinde bütün gerici, faşist oluşumlara ve yapılara göstermiş oldu. Gezi’de katledilen Ethem Sarısülük’ün, Abdullah Cömert’in, Ahmet Atakan’ın, Medeni Yıldırım’ın, Mehmet Ayvalıtaş’ın, Ali İsmail Korkmaz’ın, Berkin Elvan’ın ve Mehmet İstif’in; Gülsuyu’nda devletin beslemeli çeteleri tarafından katledilen Hasan Ferit Gedik’in; Soma’da katledilen yüzlerce maden işçisinin, Okmeydanı’nda polis kurşunuyla katledilen Uğur Kurt’un ve yine Okmeydanı’nda polis saldırısı sonucunda yaşamını yitiren Ayhan Yılmaz’ın katillerinden hesap sormak için meydanlara çıkan halk gençliği, polisin azgınca saldırılarına maruz kaldı. Katledenleri değil katliamı protesto eden halkı hedefine oturtan AKP iktidarı ve onun beslediği bürokratları, onlarca katliamın üstüne bir de televizyon kanallarına çıkarak aymazca açıklamalar yaptı. Madende yaşanan işçi katliamlarına ‘kader’, Gezi’de demokratik, meşru hakları için mücadele ederken katledilenlere ‘terörist’ diyen devlet yeri geldi meydanlarda şehit analarını yuhalattı, yeri geldi ‘polisimiz destan yazdı’ dedi. Buna karşılık devrimci mücadelesini kuşanan halk gençliği meydanlara çıkarak devletin estirdiği teröre karşı Gazi’den İTÜ’ye birçok lise ve üniversitede işgal ve boykot eylemleri gerçekleştirdi.

‘Katillerin değil halkın mühendisi olacağız’ Soma Katliamı’nın faillerinin cezalandırılmasını ve Soma Holding yöneticilerinin üniversite yönetimiyle ilişkisinin kesilmesini isteyen İTÜ öğrencileri, Ayazağa Kampüsü’nde bulunan Maden Fakültesi’ni işgal etti. Fakülte binasının kapılarını kapatan öğrenciler, binanın girişine ve camlarına “Katillerin değil, halkın mühendisi olacağız”, “Akademik cinayet”, “İşbirlikçi İTÜ sorumluları istifa” yazılı pankartlar astı. Yaklaşık dört gün süren işgalde öğrenciler taleplerini şöyle sıraladı: “-Alp Gürkan ve İsmet Kasapoğlu’nun Maden Mühendisliği akademik danışma kurulundan çıkarıldığı, Maden Fakültesi dekanı tarafından deklare edilmeli, -Katillerin danışmanlığını yapan Orhan Kural derhal istifa etmeli ve kamuoyundan özür dilemeli, -Bu işgale iştirak eden hiç kimseye soruşturma açılmamalı, -Rektörlük, Soma’da yaşananların kaza değil iş cinayeti olduğunu açıklamalı, -İTÜ’de taşeron çalışma sistemi kaldırılmalı ve İTÜ rektörü Mehmet Karaca bunun sözünü vermelidir. Taleplerini sıralayan öğrenciler şunları ifade etti: “Soma’daki katliama ortak olan şirketin, İTÜ’de iki hafta önce seminerler verdiği, Soma’nın patronlarının İTÜ’deki Maden Fakültesi Akademik Danışma Kurulu’nda olduğu gibi çeşitli gerçeklerle karşılaştık. Biz İTÜ öğrencileri olarak Maden Fakültesi’ni işgal ettik. Hesap sormak ve ölen 300’den fazla işçinin hakkını aramak için işgalimiz süresiz devam edecektir. Çünkü bu katliamdan taşeron sistemi sorumludur. Soma’nın patronları yargılanana dek buradayız” İşgaldeki öğrencilerin kararlı duruşu ve ortaya koyduğu irade sonucunda dördün-

cü gününe giren işgal eylemi, dekanlığın talepleri kabul etmesiyle son buldu.

ODTÜ’deki Soma eylemine polis saldırısı Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğrencileri Soma’da yaşanan katliamı ve Gezi Ayaklanması’nda polisin saldırısı sonucunda katledilen Berkin Elvan’ın katledilmesini protesto etmek için, Adalet Bakanlığı’na yürümek istedi. Öğrencilerin önünü kesen polis tazyikli su ve gaz bombalarıyla saldırdı. Saldırıya taş ve havai fişeklerle karşılık veren öğrenciler ve polis arasındaki çatışmalar saatlerce devam etti. Okuldaki eylemlerini bitiren öğrenciler, direnişlerine Güvenpark’a geçerek orada devam etti.

Eskişehir’de 6 öğrenci gözaltına alındı Eskişehir'de, Soma'daki katliamı protesto eden eylemlere katıldıkları gerekçesiyle, sabah saatlerinde evleri basılan 6 öğrenci gözaltına alındı. Eskişehir Demokratik Öğrenci Derneği üyesi bazı öğrencilerin evlerine, sabah saatlerinde özel harekat polisleri tarafından baskın düzenlendi. Bazı evlerin kapıları kırılarak düzenlenen baskında, 6 kişi gözaltına alındı. Öğrencilerin gözaltına alınma gerekçesi ise Soma Katliamı’nı protesto etmek için düzenlenen eylemlere katılmak ve YDG-H üyesi olmak şeklinde gösterildi. Öğrencilerin evlerinden çok sayıda kitap ve elektronik malzemeye de el konulduğu belirtilirken, gözaltına alınan öğrenciler Eskişehir Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

Balıkesir Üniversitesi’nde Soma protestosu Balıkesir Üniversitesi’nde aralarında DGH’nin de bulunduğu devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlar tarafından Soma Katliamı’nı protesto etmek için eylem düzenlendi. Sabah saatlerinde yemek-

hane önünde toplanan üniversite öğrencileri, önce oturma eylemi yaptı. Soma’nın ‘Sorumlusu Sermaye ve İktidardır’ pankartını açan öğrenciler, daha sonra sloganlar eşliğinde yürüdü. Yürüyüş ÖGB, polis ve öğretim görevlileri tarafından engellenmeye çalışılsa da öğrencilerin kararlı duruşu sonucu Fen Edebiyat Fakültesi içerisine kadar geldi. Fakültede basın açıklamasının okunmasının ardından eylem sona erdi. Eylem sırasında “Katil devlet hesap verecek”, “İş kazası değil bu bir cinayet”, “Soma’nın katili Roboski’nin faili” sloganları atıldı. Ayrıca Balıkesir DGH örgütlülüğü de Soma halkına destek vermek için Balıkesir’deki tüm taraftarlarına ve devrimci, demokratik kurumlara Soma’ya gitme çağrısında bulundu.

Kırklareli’nde Kaypakkaya ve Soma eylemlerine polis saldırısı Kırklareli Üniversitesi’nde İbrahim Kaypakkaya ve Soma’da katledilen maden işçilerini anmak isteyen öğrencilere faşistler ve ÖGB saldırdı. Saldırıda bir öğrenci yaralanırken kampüse gelen jandarma ise her zamanki gibi faşistleri izlemekle yetindi. Öğrencilerin bekleyişi sırasında tekrar saldıran ÖGB’ler bir öğrencinin burnunu kırdı. Bir diğer öğrenci ise güvenlikçilerin attığı tuğlanın göğsüne isabet etmesi sonucu bayıldı. Yaralanan iki öğrenci hastaneye kaldırıldı. Saldırılar sırasında bir öğrenci ise darp edilerek gözaltına alındı. Gözelatına alınan öğrenci serbet bırakıldı.

Öğrenciler katliamlara sessiz kalmadı Ülke genelinde birçok üniversitede Soma ve Okmeydanı’nda hayatını kaybedenler için alanlara çıkan öğrenciler, AKP’nin katliamcı yönünü teşhir eden çeşitli eylem ve etkinlikler yaparak faşist Türk devletini protesto etti.


gençlik haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

17

Ege Üniversitesi'nde Soma işgali "Berkin ve Yitirdiğimiz Tüm Canlar İçin Adalet İstiyoruz" şiarıyla Soma Katliamı ve Canan Kulaksız şenliklerine polis saldırısını protesto eden Ege Üniversitesi öğrencileri, üniversiteyi işgal etti. Rektörlük ve polis işbirliğinde gece yapılan baskında 38 öğrenci işkenceyle gözaltına alındı Ege Üniversitesi öğrencileri Boykot-İşgal Komitesi oluşturarak Soma Katliamı'nı unutturmamak için "Berkin ve Yitirdiğimiz Tüm Canlar İçin Adalet İstiyoruz" şiarıyla 22 Mayıs günü Edebiyat Fakültesi'ne yaptıkları boykot çağrısının ardından Hazırlık Ek Binası'nı işgal etti.

nin Soma’da insan yiyip ölüm kusmasıdır. Devlet ikiyüzlülüğü ve adaletinin tam da gerektirdiği gibi madenci yakınlarını tekmelemiş ve yumruklamıştır. Bilmeliler ki onların zulmü öfkemizi, isyanımızı bastırmaya yetmeyecektir. TC devleti kendi çizdiği sınırlar içerisinde yaptığı katliamlara devam ederken, sınır dışında da emperyalizmin taşeronluğunu Özgür Suriye Ordusu eliyle yapmaktadır. Kürt halkı sadece Rojava’da değil, Roboski ve Halepçe’de olduğu gibi yüz yıllardır katlediliyor ve inkar ediliyor. Devletin tarihi inkâr ve katliamdır. Bu imha ve katliam politikası Kürt halkı nezdinde tüm ezilen, ötekileştirilen halkların mücadelesiyle yok edilecektir. Bu politika kendini 1 Mayıs’ta Taksim’in yasaklanmasıyla, fabrikalarını işgal eden Greif işçilerine yapılan saldırılarla, Soma'da madenci yakınlarını susturmak için maden girişine yığdığı işken-

Öğrenciler Hazırlık Ek Binası'na geldiklerinde "Roboski'den Soma'ya Hesap Sormaya" yazılı pankartı asarak açıklama yaptı. Açıklamada Ege Üniversitesi öğrencilerinin Gezi Direnişi sırasında polisin attığı gaz bombasıyla hayatını kaybeden Berkin Elvan ve Soma’da katledilen maden işçileriyle, bu yıl 10. su düzenlenen Canan Kulaksız şenliklerine rektörlüğün saldırısını protesto etmek için Ege Üniversitesi Hazırlık Fakültesi’nin işgal edildiği belirtildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Devlet ve onun kan emici iktidarı AKP Gezi Direnişi'nden beri sokaklara çıkan taleplerini ve haklarını haykıran herkese azgınca saldırdı. Gezi Direnişi sırasında 9 direnişçi öldürüldü, onlarcasının gözü çıkarılırken, yüzlercesi tutuklandı. 22 Mayıs’ta Okmeydanı’nda Soma için eyleme çıkan liselilerin üzerine ateş açıldı. Ve o sırada Cemevinden çıkmakta olan Uğur Kurt, boğazından vurularak öldürüldü. Bu azgın saldırılar ve devletin katliamcı geleneği, Soma ve Rojava Devrimi'ne yapılan saldırılarla devam ediyor. Soma’da sermayenin kâr hırsı nedinyle evlerine bir parça ekmek götürmek isteyen yüzlerce maden işçisi katledildi. Soma’nın asıl katili kapitalizmdir. Ve bu pervasızlığı arttıran taşeron sistemidir. Bu sistem 2011’de baraj kapakları sabitlenmediği için, 2010’da Zonguldak’ta grizu patlaması nedeniyle, Tuzla’da işçilerin kum torbası yerine kullanılması sonucu işçileri öldürmüştür. Aynı sistemle madencilik sektöründe son on yılda üretim % 16 artarken, işçi ölümleri de % 15 artmıştır. Taşeron sistemiyle her gün birçok işçi iş cinayetine kurban giderken devlet yetkileri ve patron dalga geçer gibi bunun bir kader ve kaza olduğunu savundu. Bu açıkça sermaye-

Greif işçileri: Kahrolsun sendika ağaları

Direnişlerinin 106. Gününde DİSK Genel Merkezi önünde bir araya gelen Greif işçileri, DİSK’teki direnişi bitirdi Greif işçileri, direnişlerinin 106. Gününde Şişli’de bulunan DİSK Genel Merkezi önünde yaptığı basın açıklamasıyla, DİSK’te sürdürdükleri direnişi bitirme kararı aldıklarını belirterek mücadele sürecini değerlendireceklerini ve yeni eylemlerle mücadeleyi yükseltme kararlılığında olduklarını ifade etti. Greif işçileri 26 Mayıs’ta “Ücretli Kölelik Düzenine Sendika Ağalarına Taşeron Sistemine Karşı Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam” pankartını açarak DİSK Genel Merkezi önünde basın açıklaması düzenledi. Açıklamada Greif işçilerinin işçi sınıfının içerisinde tabandan örgütlenerek taşeronlara karşı mücade-

ceci polisiyle kendisini ifşa etmiştir. Sermaye en ufak bir hareketlilikten dahi ne kadar korktuğunu göstermiştir. Öyle ki üniversitelerde öğrencileri baskı altına almaya, gençliğin öfkesini bastırmaya ve üniversitelerden kıvılcımlanan ateşi engellemeye çalışmaktadır. Haklılar korkmakta, Gezi Direnişi'nden bu yana öğrenerek büyüyor, öfkemizi örgütlüyoruz. Kurdukları her barikatı aşmaya, duvarları yıkmaya, Berkin’in, Soma’nın, Rojava’da katledilen insanların hesabını sormaya geliyoruz.”

Öğrenciler talepleri kabul edilene kadar direneceğini açıkladı İşgal eyleminin ikinci saatinde rektör yardımcısının da aralarında olduğu heyet öğrencilerle görüşme talep etti. Bunun üzerine komite adına iki sözcü görüşme talebini kabul ederek öğrencilerin taleplerini tekrar dile getirdi. Ancak Rektör Yardımcısı Soma'nın katliam olarak kabul edilmeyeceğini, polisi okula Rektörlük’ün değil, Kaymakamlık’ın çağırdığını iddia etti. Bunun üzerine öğrenciler, Rektörlük Soma'nın katliam olduğunu kabul edene kadar işgal eylemlerine devam edeceklerini açıkladı. Hazırlık binasına geri dönen öğrenciler, dışarıda bir forum örgütleyerek güncel meselelere ve işgale dair bilgilendirmeler yaptı. İşgal komitesi “Basın, Kültür-Sanat ve Komün” olmak üzere üç koldan yürütüldü.

İşgal eylemine gece baskını İşgal eylemi bina içerisinde ve dışarısında yapılan etkinliklerle devam ederken, gece saat 02.30 sıralarında Rektörlük’ün polise saldırı talimatı vermesi üzerine bina çevresine yüzlerce çevik kuvvet polisi, sivil polisler,çok sayıda TOMA ve helikopter ablukası oluşturuldu. Özel harekat polislerinin de katıldığı baskın öncesi öğrenciler güvende kalabilmek için bina çatısına çıktı. Çatıdan megafonla talepleri kabul edilene kadar geri çekilmeyeceklerini bildiren öğrencilere gaz fişekleri ve plastik mermilerle karşı binaların çatılarından saldırı başladı. Yaklaşık iki saat süren direnişin ardından aralarında 3 DGH'linin de bulunduğu toplam 38 kişi darp ve işkenceyle gözaltına alındı. Üç gün gözaltında tutulan öğrenciler, 25 Mayıs günü savcılığa çıkarıldı. Savcılık ifadelerinin ardından 6 kişi tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi. Mahkemenin tutukluluk talebini reddetmesi üzerine tüm öğrenciler serbest bırakılırken,12 öğrenci de adli kontrol şartı getirilerek serbest bırakıldı.

leyi örgütlediği belirtildi. Köleci çalışma koşullarına karşı mücadele yürüttüklerini aktaran işçiler, kaybedilmiş haklarını geri alabilmek ve onurlu mücadeleyi sürdürmek için direnişe başladıklarını anlattı. Açıklamada fabrika işgalinin ardından sendika ağalarının direnişi kırmak için her şeyi yaptığı belirtildi.

‘Direnişimizle maskelerini indirdik’ Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “İhanetin en kirli yüzünü gördük yine de şaşırmadık. Ancak sadece ihanetle boğuşmadık. Aynı zamanda ruhunu bürokrasiye teslim etmiş, onunla sarmaş dolaş olduğu halde devrimcilik taslayan DİSK bürokratları da bize sırt çevirdi. Bizim bürokratizme ve yasalcılığa prim vermeyen gözüpekliğimiz karşısın-

da korkuya kapıldılar. Düzenden ve giderek budaklardan yana saf tuttular.” 106 günden bu yana yürüttükleri mücadeleye de dikkat çeken Greif işçileri, DİSK bürokratları ile sendika ağalarının baskılarına ve tehditlerine karşın mücadelenin sürdürüleceğini beirttiler.

Zorla belge imzalatmak istediler Açıklamanın ardından söz alan direnişteki işçilerden biri, patronun kısa bir süre önce kendilerini arayıp tazminatlarını vereceği yönünde vaatlerde bulunduğunu belirterek direnişteki işçilere sözde ‘yasa dışı’ örgütlerin desteğinde direnişin sürdürüldüğü yönünde bir kağıt imzalamalarını isteyerek baskı kurulduğunu aktardı. Basın açıklaması sırasında işçiler “İhanet edenler hesap verecek”, “Kahrolsun taşeron köleliği”, “Kahrolsun sendika ağaları” sloganlarını attı.


18

dünya haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

Kahrolsun soykırımlar tarihi! 21 Mayıs 1864, Çarlık Rusya’sının Çerkezleri hedef alarak soykırıma uğrattığı bir tarih ve 150. yılında kanlı tarihin bütün kesitleri hala yok edilerek dünya halkları ve ezilen ulusları manipüle edilmektedir Dünyanın her bir yerinde ve insanlığın daha ilk süreçlerinden bugüne ezen ve sömüren sınıflar devleti ve hegemonyalarının soykırımlar tarihi oldukça yoğun ve temel özellikleridir. Özel mülk dünyasının sınıflı toplumlar gerçekliğinin ürünü olarak ezen ezilen ve sömüren sömürülen bölünmesi yelpazesinde şekillenen karşıt sınıfların daha ilk süreçlerinde kölelerin soykırıma uğratılarak kıyımdan geçirilmesi, hiç de unutulmaması gereken somut bir tarihsel gerçekliğin belleklere kazınmasıdır. Özel mülkiyet temelinde köleci sınıfların köleleri bir hayvan gibi alıp satmaları, başta ekonomik politik çıkarları olmak üzere keyifleri ve asalak dünyaları uğruna adeta hayvanlara uygulanan safari gibi kölelere yönelik vahşi operasyon ve kııyım politikaları dilden dile kitlelerin tarihi belleklerinde yer edinmiştir. Aynı şekilde feodal sömürücü ve serbest rekabetçi kapitalizm çağının ilk süreçlerinde de dünyanın hemen bütün coğrafyalarındaki kadim halkların ve toplulukların inkar ve imhası temelinde soykırımlara uğratılarak tarihten kökü kazınmak için büyük ve geniş çaplı egemenlik ve yok etme operasyonları gerçekleştirilmiştir. Amerika kıtasında Mayalar ve Aztekler, Avustralya’da Aborjinler, Avrupa’da ismini sayamadığımız nice uygarlıklar ve topluluklar, Anadolu ve Mezopotomya’ da çeşitli tarihsel süreç ve dönemlerde yüzyıllarca yaşayan kadim halklar, Asya’da yaşayan birçok topluluk, Kafkasya’daki başta Çerkezlere yönelik olmak üzere uygulanan toplu kırımdan geçirme operasyonlarıyla soykırımlar, tehcir ve sürgünlerle dünyanın hemen tüm coğrafyalarındaki onlarca topluluk ve çeşitli oluşum içerisindeki halkların topyekün çoraklaştırılarak dünyada yaşayan canlı- dinamik kavimlerin tarih sahnesinden topyekün silinmesi hedeflenmekteydi.

Ezen ve sömürenlerin tarihi gericidir Feodal Osmanlı devletinin kapitalistlerin çocuk oyuncağı haline geldiği ve tarih sahnesinden silinme evresindeki Osmanlıyı kurtarma ve burjuva medeniyetçi paradgmanın bir parçası olarak iktidarlarını tesis etmek için Jön Türkçü ve İttihat ve Terakkicilerin bir kukla olarak emperyalistlerin oyuncağı bağlamında İttihat ve Terakki önderliğindeki Osmanlı devletinin tarihin en büyük soykırımlarından biri olarak Ermeni soykırımı, Hitler faşizminin

Yahudi soykırımı, Osmanlı’dan TC’ye uzanan egemenlerin Ermeniler, Kürtler, Araplar, Süryaniler, Lazlar, Ezidiler, Türkmenler, Rumlar, Çerkezler, Romenler, Pontuslar, Dersim vs. çeşitli ulus ve azınlıkların yanı sıra Aleviler başta olmak üzere diğer inanç gruplarına, İsrail siyonist gerici devletinin Filistinlilere yönelik uygulanan baskı, şiddet ve katliamların hepsi ezen ve sömüren devletlerin egemen niteliği durumundadır. İstisnasız olarak dünyadaki sınıflı toplumlar tarihi ve gerçeklikleri içerisinde sömürücü ve ezen sınıf egemenlerinin ve bugünlere kadar gelen özel mülkiyet sahiplerinin bir azınlık diktatörlükleri olarak oldukça değişik versiyonlarının hepsinin de tekçi ve ötekileştirici bir niteliği de söz konusu olmuştur. Yani kendi döneminin ilericisi Şeyh Bedreddinlerin yarin yanağından gayrı paylaşmak için her şeyi ekseninde somutlaşan bir kolektivizm ve çoğulculuk, tüm renkleri ve ağaçları bir arada toplayan bir orman gibi kardeşçe bir yaşamdan tamı tamına zıt bir karaktere ve yönelime sahip olarak bugünlere kadar gelmiştir. Ezen ve sömürülenlerin tarihi net bir şekilde ifade etmek isteriz ki gericidir, kirlidir, vahşidir ve gayrı-meşru olarak anti-demokratik ve haksızdır. Bütün ezen ve sömürenlerin tarihinin bir önemli niteliği ise kendi dışındaki topluluklara, oluşumlara, ulus ve milliyetler, azınlıklıklara ve inanç gruplarına yönelik inkar, imha ve baskı politikalarıdır. Osmanlı’ dan TC’ ye uzanan Anadolu ve Mezopotamya’ nın soykırımlarına paralel Çarlık Rusyası da özellikle Kafkas halklarına yönelik vahşi saldırı ve yok etme operasyonlarıyla ünlüdür. Özellikle feodalizmin şafağında uluslaşma ve kapitalizme doğru evrilen dünyanın objektif tarihi koşulları içerisinde dünya halkları ve ezilen ulusları, inanç

gruplarına yönelik vahşi katliamlar ve soykırımlar gerçekleştirilmiştir.

Kafkas halkları soykırıma uğratıldı Feodal çarlık Rus egemenliğinin bu noktada Kuzey Kafkasya’yı işgal ederek fethetme sevdasıyla 1579’da başlayan saldırıları 285 yıl sürerek 21 Mayıs 1864’te Kafkas halkları ve kavimlerinin ağır yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Son 100 yılı oldukça kanlı geçen savaşlar neticesinde birçok ulus ve azınlıkların yaşadığı topraklar ve ülkeleri işgal edilmiş, sağ kalan nüfusların çoğu ise özellikle Karadeniz kıyısında oturan Adige ve Abhazlar’ın % 90 , diğer halkların da % 5-10 civarındakiler, yaşadıkları topraklarından sürülmüştür. Özellikle Rus Çarı N. G. Mişel Batı Kafkasya halklarına yönelik çıkardığı fermanla çoğu kadın, çocuk ve ihtiyarlarda yüz binlerce Çerkez nüfusu Kuzey Kaflkasya’nın Karadeniz kıyılarına sürülmüştür. Oradan da Osmanlı’nın değişik limanlarına, sınırlara ve iç kısımlardaki iskan bölgelerine sürülmüştür. Sürülenlerin ancak bir kısmı öngörülen yerleşimine varabilirken, bir kısmı ise yollarda, Karadeniz’in fırtılnalı sularında, limanlarında, salgın hastalıklar ve iklim uymsuzlukları ve kamplarda kıyıma uğratılmıştır. 1859- 1879 yılları arasında 2 milyon kişi anayurtlarından sürülmüş, ancak 1,5 milyonu hayatta kalabilmiştir. Bunun içerisinden 1 milyonu Anadolu’ya kalanları da Balkanlar, Suriye, Ürdün, Irak ve Kıbrıs‘a zorunlu yerleştirilmiştir. Tıpkı yakın tarihimizde Ermeniler, Kürtler ve Filistinlilere uygulandığı gibi, tehcir operasyonlarına tabi tutulmuşlardır. Rus Çarlığı’yla başlayan egemenlerin yok edici politikaları sonucu bugün Çerkes halkı dünya üzerinde oldukça dağınık ve geniş bir coğrafya üzerinde yaşamak zorunda kalmaktadır.

“Tehcir ve sürgün” politikaları, diğer birçok ulus ve azınlığa yönelik olduğu gibi Çerkezler’in tarihi ve toplumsal gelişiminde olumsuz etkide bulunmuş ve başta kültürel olmak üzere sosyal ekonomik, politik ve ulusal gelişimle, ilerlemelerini yüzyılları geçecek şekilde geri de bıraktırmıştır. Bu tarihsel somut yaşanmış gerçeklikten ötürü Çerkezler 21 Mayıs 1864 sürecindeki büyük felaketi “Soykırım ve sürgün” ikileminde adlandırarak nitelemiştir. Kendi kaderini tayin hakkı engellenmiş sadece bir kimlik değil daha geniş çerçeveli bir Çerkez ulusu sorunu da vardır. Sorun salt bir anayasal yurttaşlık meselesinin ötesinde kendi kaderini tayin etmesi engellenen bir Çerkez gerçekliğidir. Bütün tarihi haksızlıkların alt edilmesi, ezilen ulus ve azınlıkların özgür iradesini eline alacak inisiyatifinin doğrudan tecelli edilmesinin demokratik yönünü desteklerken, Maoist Komünistler çizgi ve siyasetlerinin gerektirdiği yönelim ve perspektifin çözümünde ısrar eden bir görev bilinciyle hareket eder. Kuşkusuz ki Maoist Komünistler ve dünyanın her bir yerindeki komünistler, milli devlet- milli parti peşinde olamaz. Onlar, her bir yerde ilhak ve işgalin, geçmiş ve bugünün tüm haksızlıklarının protestosunda ve aşılmasında komünizmin gereği olarak en önde olmak durumundadır. Geniş bölgesel özerklik ve yerel kendi kendini yönetim mekanizmaları bugünün dünyasına ilişkin de bir çözüm bayrağıdır. Bu bilinçle bütün ulus, milliyet ve ezilenlerin tamamıyla bölgesel ve yerel alanda seçilmiş denetlenebilir, görevden alınabilir, görevlilerinin Konseyler biçimindeki merkezileşmiş ama aynı zamanda tam bir yönetim özerkliğini ve demokratik eşitlik temelini içeren Sosyalist Halk Cumhuriyetleri Birliği şiarıyla çözüm projemizi sunuyoruz.


1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

dünya haber

19

Rojova’da katliam ve madalyonun iki yüzü! PKK, AKP’nin istemlerinin tersine Rojava’ya kararlı biçimde sahip çıkarak destekledi, AKP’nin istemleri veya beklentilerini açık biçimde reddetti. Reddetmenin de ötesinde Rojava için olması gereken desteği ve dayanışmayı fiilen sağladı, bu tavrına olumlu olarak devam ediyor. İşte AKP ile PKK arasındaki anlaşma sürecinin tıkanıklığa girdiği noktalardan biri bu oldu Rojava’daki madalyonun bir yüzü Rojava’nın demokratik değerleri temelinde gerici faşist diktatörlükten koparak ulusal hakları temelinde özerkliklerini ilan eden Kürtlerin ve kendi statüleri açısından temsil ettikleri önemli gelişmedir. Rojava’da son derece tarihsel ve önemli bir gelişme kaydedildi. Bilumum gericilik (ve faşist AKP gericiliği) buna tahammül etmese de, gerici savaşların bazen ezilenler lehine doğurduğu avantajlar, Rojava Kürtlerinin ağır esaretlerine bir ket vurup özerkliklerini ilan etmeleriyle sonuçlandı. Madalyonun ikinci yüzü ise, AKP gericiliği ve onunla kol kola olan ElKaide ve bağlantılı gericiliğin Kürtlere yönelik ciddi katliamlar gerçekleştirmesidir. Ağır insanlık dramları, insanlık suçları yaşanmaktadır. Katliamları ger-

çekleştiren gericiliklerle birlikte, bu katliamlardan sorumlu olanlar, emperyalist haydutlar ve somut olarak da bu gericiliğin bir parçası olan AKP iktidarıdır.

Rojava özerkliğine tahammül edemeyen gerici güçler Evet nedenleri nasıl ifade edilirse edilsin, acil olan şu ki, Rojova’da bir insanlık dramı yaşanırken, bir soykırım girişimi olduğu gerçekliği orta yerde durmaktadır. Kadın-çocuk demeden dinci gericilik tarafından vacip görülerek vahşi katliamlar yapılmaktadır. Kuşkusuz ki bu insanlık dramına, son derece acımasız katliamlara ve en savunmasız durumda olan çocuk ve kadınların katledilmesiyle yaşanan katliamlara karşı mücadele edilip, Rojava Kürtlerinin yanında olmak gerekmektedir. Rojova Kürt bölgesi özerkliğini ilan etmeden önce de ‘TC‘ devleti ile Kürt cephesi (özellikle de PKK) arasındaki süreç ve ilişkilerde kilit bir rol oynuyordu. Kürt yönetiminin özerkliğini ilan etmesi durumu (yukarıdaki bağlam içinde), ‚‘TC‘ için Rojava’yı hepten köklü ve ciddi bir sorun haline getirdi. AKP iktidarıyla PKK arasında süren anlaşma-uzlaşma süreci Rojava’ya karşı tutum ya da Rojava’nın özerk ya da önceki statüsüne karşı yaklaşımda köklü farklılığı ifade eden iki tavra sahne oldu. AKP iktidarı orada bir Kürt yönetimini ve özellikle de özerk Kürt yönetimini hem stratejik politika ve çıkarları açısından, hem de oradaki “din kardeşleri“ olan dinci gericili-

ğin lehine olmak üzere belirli gerici nedenlerle kesin karşı çıkışla istemedi, ora gerçeğini benimsemedi. Hatta bu sorunu PKK ile anlaşma sürecinde de anlaşma masasına konu ederek PKK’nin orayı desteklemeyip karşı çıkmasını istediği, muhtemelen gündeme geldi. Basına yansıyan tartışma ve açıklamalar alenen bu izlenimi bıraktı. Ki, PKK’nin Rojava konusundaki yaklaşımını görüşme sürecinin kaderini etkileyen bir dayatmayla PKK karşısına çıktığını aynı izlenimlerle söyleyebiliriz. Ne var ki, her şey o kadar kolay değildi, olamazdı. Nitekim PKK, AKP’nin istemlerinin tersine Rojava’ya kararlı biçimde sahip çıkarak destekledi, AKP’nin istemleri veya beklentilerini açık biçimde reddetti. Reddetmenin de ötesinde Rojava için olması gereken desteği ve dayanışmayı fiilen sağladı, bu tavrına olumlu olarak devam ediyor. İşte AKP ile PKK arasındaki anlaşma sürecinin tıkanıklığa girdiği noktalardan biri de bu oldu. İşin bir bölümü buyken, diğer yandan AKP Suriye iç savaşını (emperyalist dalaş ve kışkırtmadan malul iç savaş) başka bir ülkenin-devletin iç işlerine açıktan burnunu sokma biçiminde kışkırttı, alenen ve her türlü şekilde destekledi, hatta bilakis savaştı. Askeri eğitimden, cepheye savaşçı göndermeye, para yardımından silah yardımına, lojistik her türlü destekten savaşı yönetip planlamaya ve El-Kaide‘yle bağlantılı gerici örgütleri ağırlamaya kadar her düzeyde

savaşa bizzat katıldı. Hala da aynı tavrını sürdürmektedir. Savaşa dahil olmasının bir yanı da Rojava Kürt bölgesinin düşürülmesi, özerklik ilan etmesinin önüne geçme amacıdır denebilir. Elbette emperyalist çıkarlar bağlamında savaşa dahil olması esas yandır ancak bunun da ilerisinde bir role soyunması Rojava gibi özel politika ve çıkarları meselesidir. AKP bütün gerici işlevini salt Suriye / Esad yönetimine karşı yaptıklarıyla sergilemedi, aynı zamanda Rojava Kürt bölgesi (Kürdistan toprağı veya parçası) için de sürdürdü. AKP’nin açıktan destekleyerek finanse ettiği, yönetip yönlendirdiği bu gerici (Fundemantalist) güçler, Rojava‘da daha önce birçok katliam gerçekleştirdi. Bu katliamlara bir yenisi daha eklendi. Belki daha vahşice, daha acımasızca… Yeni yapılan katliamda, katliamın resimleri basına yansıdı. Savaş gücü dışındaki sivil insanlar katledilmiş. Daha da önemlisi kadın ve çocuklar ayrımsız olarak katledilip kıyımdan geçirilmiş. IŞİD adlı bu gericilik daha önce çağdışı fetvalar vererek Kürtlere yönelik barbar gericiliğinin yüzünü deşifre etmişti. Gerçekleştirdiği katliamlar da bu yüzün başka bir resmidir. Evet dinci gericilikte de bir ahlak olmadığı ve tamamen çağdışı değerlere sahip olarak insanlık düşmanı bir nitelik sergilediği Rojava’da gerçekleştirdikleri son Kürt katliamıyla da açıkça görülmektedir.


20

dünya haber

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

Hİndİstanlı Maoİstler bİrleştİ

Hindistan Komünist Partisi (Maoist) (HKP(M)) ve Hindistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist)- Naksalbari bir deklarasyon yayınlayarak Hindistan Komünist Partisi (Maoist) adı altında birleştiklerini açıkladı Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in sözcüsü Abhay ve Hindistan Komünist Partisi (Marksist- Leninist)-Naksalbari’nin sözcüsü Krantipriya ile iki partinin genel sekreterlerinin imzasıyla bir deklarasyon yayınlanarak iki partinin birleştiği açıklandı. Yayınlanan deklarasyonda dünya proletaryasının birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs vesilesiyle devrimci sorumluluk ve inançla iki partinin artık Hindistan Komünist Partisi (Maoist) adı altında tek partide birleştikleri belirtilerek şu ifadelere yer verildi: “Bu vesileyle dünya proletaryasının bir parçası olan Hindistan proletaryasının öncüsünün güçlendirilmesi için kendimizi daha güçlü bir şekilde Hindistan devrimine ve dünya proleter devrimine adıyoruz.”

“Rehber ideolojimiz MLM” Hindistan’da 1967’deki Naksalbari Köylü Ayaklanması süreci sonrasında, komünist hareketin parçalanmışlığı ve gelişim sürecine değinilen açıklamada, 21 Eylül 2004’te Hindistan Komünist Partisi (Marksist Leninist) (Halk Savaşı Grubu) ve Hindistan Maoist Komünist Merkezi’nin birleşerek Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in oluşturduğuna dikkat çekildi. Aynı şekilde Hindistan Komünist Partisi (Marksist- Leninist)-Naksalba-

ri’nin de komünist hareketin birliği için ideolojik tartışmalar yürüterek birlik sürecindeki rolünü oynadığı belirtildi. Nihayetinde iki partinin birleşmesinden doğan Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in Marksizm-Leninizm-Maoizmi ideolojik rehber olarak kabul ettiği ve MLM kavrayışını ayakta tutmak, savunmak ve yaratıcı bir şekilde uygulamak suretiyle derinleştireceği belirtilen açıklamada şu ifadeler yerini aldı: “Bu birlik kuşkusuz, bir yandan ezilen kitlelerin egemen sınıf ve emperyalizme karşı Uzatılmış Halk Savaşı’nda örgütlenmesi ve diğer yandan, Marksizm-LeninizmMaoizm’e ve partinin devrimci çizgisine bağlı kalarak revizyonist ve tasfiyecilere karşı kesintisiz mücadele ederek bu süreç ne kadar uzun olursa olsun, bütün gerçek Maoist güçlerin bir partide birleşebileceğinin kanıtıdır. Partimiz farklı ML gruplar içerisinde bulunan gerçek devrimci güçleri birleştirme görevini devam ettirecektir. Birleşmiş parti MarksizmLeninizm-Maoizm’i rehber ideolojisi olarak kabul ederken, onu yükselterek savunup, üretkence uygulayarak kavrayışını derinleştirmiştir. Devrimci pratiğinin derslerini ve öğretilerini sürekli özetleyerek ve proletaryanın devrimci kesimlerinin ve dünya çapında mücadele eden halkların tecrübelerinden öğrenerek çizgisini ve pratiğini geliştirmektedir.“

HKP(Maoist)’in Hindistan devriminin öncüsü olma rolünü daha iyi yerine getirebilme kapasitesini ilerletmiştir. Onlarca yıllık çetin mücadele, binlerce komünist önder, kızıl savaşçı ve ezilen kitlelerin hayatının verilmesiyle, HKP(Maoist) Hindistan Halk Savaşı’nın kızıl üsler ve kızıl siyasi iktidarlar, merkez ve doğu Hindistan’da Devrimci Halk Komiteleri şeklinde geliştirmiştir ve Halk Kurtuluş Gerilla Ordusu ve Halk Milisleri tarafından korunmaktadır. Bunlar, halka karşı savaş olan Yeşil Av Operasyonu’nda yoğunlaşmış olan saldırgan baskı kampanyalarına karşı mücadele edilerek elde edilmiştir. Bu operasyonun parçası olarak on binlerce insan gaddarca katledilmiştir. Cinayet, tecavüz, evlerin yakılması ve hasadın tahrip edilmesi, zorunlu göç ve birçok insanlık dışı uygulama yaygındır. Şimdi Hindistan devleti hava ve karada saldırıların aktif provasını yapmaktadır. Fakat bu kanlı saldırıya karşın, Uzatılmış Halk Savaşı dalga dalga ilerlemeye devam ediyor. Hindistan yarımadasının batı kıyısında yer alan Batı Ghats’ın güney bölgelerinde yaptığı genişleme devrim ateşinin, Güney Asya’da emperyalizmin dayanağı Hindistan devleti yıkılana kadar yayılmaya devam edeceğinin kanıtıdır.“

“Birleşmiş HKP (Maoist) Hindistan proletaryasının öncüsüdür

Birliği devrimin güçlü bir silahı haline getirme sözünün verildiği açıklama şu sözlerle sona erdi: “Dünya çapında emperyalistler ve uşakları egemen sınıfları şiddeti azalmayan kriz içerisine girince, dünyada olumlu devrimci durum ,emperyalist dünyada sınıf mücadelesinin ve Maoistlerin önderliğinde Halk Savaşları ve ezilen ülkelerde diğer güçler tarafından

Açıklamada komünistlerin birleşmiş olduğu HKP (Maoist)’nin Hindistan proletaryasının öncüsü olma rolünü artık daha iyi yerine getirebileceği kaydedilerek şöyle denildi: “Gerçekleştirilen bu birlik

“Birliği devrimin güçlü bir silahı haline getirmeliyiz”

anti-emperyalist mücadelenin daha da yoğunlaşmasına yol açmıştır. Hindistan’da bir yandan, egemen sınıflar dört yüz bin katil güçlerini, devrimci alternatif olarak ortaya çıkan sınıf mücadelesinin yoğun devrimci sivil savaş düzeyinde olduğu ve ezilen geniş kitleleri devrime ve onun somutlaşmış şekli olan Halkın Kurtuluş Gerilla Ordusu (PLGA) ve yeni demokratik durumun embriyonik şeklinde olmasına karşı merkez ve doğu Hindistan’da görevlendirmiştir. Batı Ghats bölgesinin askerileştirmesini hızlandırarak gelişen silahlı devrimci mücadeleyi ezmeyi amaçlamaktadır. Diğer yandan işçilere, köylülere, Adivasilere, Dalitlere (dokunulmazlar), kadınlara ve diğer ezilen kitlelere zorla anti-halkçı küreselleşme politikalarını zorla uygularken, daha militan mücadelelere yol açmıştır. Parti bu olumlu durumu, devrimci hareketi daha üst seviyeye ilerletmek ve enternasyonal görevlerini daha iyi yerine getirebilmek için kullanacaktır. Yüz binlerce kişiden oluşan kitleyi örgütlemek için üstün bir çaba sarf edip, gerilla savaşını yoğunlaştırıp yaygınlaştıracak ve devrimci hareketin karşı karşıya olduğu kritik zorluklara göğüs gerebilecek ve yenmeye çalışacaktır. Hindistan ve dünya halklarının büyük bir insanlık dışı dünya emperyalist sisteminden kaynaklı, çoğunluğunun derin acı ve sefalet içinde yaşadığının ve bu sistemin çevreye, dünyada yaşamın var olmasına yarattığı tahribatın bilinciyle ve komünizm davası için ve kanlarıyla boyanmış ‘kızıl bayrak’ altında toplanan binlerce şehitlerin anısıyla, bu birliği devrimin güçlü bir silahı haline getirme sorumluluğunu üstleniyoruz.”


kültür sanat

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

ANTAGONİZMA

21

≫ muzaffer oruçoğlu

‘KÜÇÜK İNSAN’

M

aden yaşamının kendine özgü vazgeçilmez yasaları vardır. Bunlara uyulmazsa kaza kaçınılmaz hale gelir. Kömür madenlerinde, kömür çatlakları sürekli olarak metan gazı salgılar. Metan, Tanrı Moloh gibidir, sürekli kurban ister. Kokusuz ve renksiz olduğu için madenciler fark edemez. Eski madenciler, madene girmeden önce, ıslak çuvallarla sarınıp sarmalanmış, babayiğitleri ocağa sokar, metanı yaktırır, sonra ocağa girerlerdi. Yakıcılardan yananlar çok olurdu. Köpek ve kanarya kuşu kullanırlardı. Metanın yoğunlaştığını, kuşun ölümüyle anlarlardı. Ocaklarda metan düzenli bir şekilde dışarı atılmaz ve ocaklara dengeli ve eşit bir şekilde temiz hava pompalanmazsa, küçük bir kıvılcımla grizu patlamasına, patlama da yangına, su baskınına dönüşür.

Soma'da gaz kontrol merkezinin ihmali gün gibi açık. Türkiye, yer altına ileri teknolojiyi sokmamış henüz. Almanya'da, Essen'e yakın bir yerde, yerin 1200 metre derinliğine indim. Galerilerde yürü yürü git, işçi yok. Dev kömür bantları, kesme ve yükleme makineleri. Her makinede birkaç işçi çalışıyor. Makineler, damar boyunca, pastırma keser gibi damarı kesip şaftlara yüklüyor. Kömür, çıkarma kuyularına nehir gibi akıp gidiyor. Bizde insan ve iman gücüyle çıkarılıyor kömür. Modern makine sistemi olmadığı için karınca katarları gibi akıveriyor yeraltına işçiler. Al sana bir patlama, işin yoksa ölü topla. Normalde, bir işçinin madene sokulmadan önce, en az beş altı ay madencilik eğitiminden geçmesi gerekiyor. Bu yetmez, eğitimin çalışma anında da sürmesi gerekiyor. Eğitimsiz işçinin maden kurallarını ihmal

edeceği açıktır. Çalışmak isteyeni deftere yaz, ocağa sok. Olmaz. Bizdeki işçinin, yer altı dünyasında yöneticileri denetleyecek, uyaracak ve de düzenli işçi toplantılarıyla ocaklardaki duruma ilişkin bilgi alıp rapor sunacak sınıf sendikaları yoktur. İşçinin kaderi, maden sahibi ile bir avuç maden bürokratının ellerine terk edilmiş. Bırakalım bunları, bizde kritik ocak noktalarına, tehlike ve felaket anlarında işçinin sığınabileceği, içinde su, yiyecek, oksijen tüpleri, telefon gibi ihtiyaç malzemelerinin bulunduğu, 40-50 kişilik güvenlik evleri kurulmamış. Devletin ve işverenin masraftan kaçındığı gün gibi açıktır. Bana öyle geliyor ki Türkiye'de maden işçisi öldüğü zaman hatırlanıyor. Madencinin yaşamı fazla önemsenen bir şey değil bu ülkede. Aydınların, basının ve yayınevlerinin, felaket anları hariç, madencilere ve maden yaşamı-

na uzak durdukları kanısındayım. Behçet Kalaycı, Erol Çatma, İrfan Yalçın başta olmak üzere, Zonguldak'taki işçi yaşamını yazan yazarlardan herhangi birinin bir kitabının, büyük ve ünlü yayınevlerimizden birinde yayınlandığına hiç tanık oldunuz mu? Ben Grizu'yu Metis Yayınevi'ne verdim, "biz köylü kitapları basmayız," diye okumaya yanaşmadı. Bir arkadaşın ısrarıyla neyse ki okudu, sonuç değişmedi. Daha sonra, İletişim, Can, Everest, İthaki, Sel gibi yayınevlerine başvurduk. Sonuç değişmedi. Red. Bunlardan bazıları hiç okuma tenezzülünde bile bulunmadı. İşçiyi anlamak, "küçük insan"ı anlamak zor. Ben anlıyor muyum, emin değilim. Ama davranışı cesur ve büyük olan bir "küçük insan"ı, korkak ve küçük davranışlı bir büyük insana tercih ederim.

sloganlarla Erdoğan’ı ve devletin katliamcı faşist niteliğini teşhir ederken,Soma işçileriyle dayanışma çağrıları yapıldı. Yürüyüş sırasında ajitasyon çekilerek devrimci mücadeleyi büyütme çağrısı yapıldı. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) başta olmak üzere katılımcı tüm kurumların kendi pankart ve flamalarıyla katıldığı yürüyüşte, Soma Katliamı ve Okmeydanı’ndaki devlet terörü de protesto edildi.

Devrimci güçlerden kitlesel katılım

Erdoğan’a Köln’de protesto

Protestolar bir gün öncesinden başladı

restorantın bulunduğu sokakta toplanarak konuşmalar ve sloganlarla, Erdoğan ve faşist T.C devletinin katliamcı yönünü teşhir etti. Aralarında ADHK üyelerinin de bulunduğu kitle, ”Faşist Erdoğan Roboski’den Soma’ya katil devlet hesap verecek” , “Soma’nın katili faşist Türk devleti” sloganlarıyla protesto edildi. Polisin yoğun ablukası, İşler’in sokaktan ayrılmasının ardından sona erdi.

Erdoğan ve onun nezdinde faşist Türk devletine yönelik protestolar bir gün öncesinden başladı. Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’in Köln’de Türkiye-Kuzey Kürdistan halkının yoğun yaşadığı Weidengasse’de bir restoranta yemek yemeye geldiğini öğrenen devrimci,demokratik kitle örgütleri,

24 Mayıs günü Almanya Demokratik Güç Birliği Platformu (ADGBP) ve Avrupa Barış ve Demokrasi Meclisi (ABDM)’nin çağrısıyla Köln-Eberplatz Meydanı’nda toplanan on binlerce kişi açtıkları pankartlar, dövizler ve atılan

Almanya’ya giden Tayyip Erdoğan, on binlerce kişi tarafından protestolarla karşılandı 24 Mayıs’ta Almanya’nın Köln şehrine gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kitlesel protesto eylemleriyle karşılandı.

On binler ‘Katil Erdoğan’ diye haykırdı

AABF’nin Avrupa merkezli olarak katıldığı protesto yürüyüşüne Devrimci Demokratik Güç Birliği de kitlesel katılım sağladı.Protesto yürüyüşüne ADHK, Yek-Kom, Halk Cephesi, ATİK, ÖDP, TKP, SYKP, DİDF, MKP, MLKP, TKİP kendi pankart ve flamalarıyla yürüyüşteki yerlerini aldı. ADHK ve bileşenleri de yürüyüşe kitlesel katılırken, flama, döviz ve pankartlarıyla yürüyüşte yerini aldı. MKP flamalarının da taşındığı kortejde, ”Roboski’den Soma’ya katil devlet hesap verecek” , “Soma’nın katili faşist Türk devleti” , “Faşizme karşı omuz omuza” ,”Yaşasın partimiz Maoist Komünist Partisi” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , ”Yıkar faşist devleti Partizan Halk Güçleri” sloganları atıldı. Yürüyüşün ardından miting alanında on binlerce kişi toplanırken, yapılan konuşmaların ardından miting sona erdi.

KARDELEN YAYIMCILIKTAN İKİ YENİ KİTAP


22 güncel haber Haspishanede bir ölüm daha Adana Kürkçüler F Tipi Hapishanesi’nde tutulan ve doktorların on ay ömür biçmesine karşın tahliye edilmeyen hasta tutsak Mehmet Beşir Alto hayatını kayetti Hapishanelerde aralarında Abdullah Kalay’ın da olduğu yüzlerce hasta tutsak, hapishanelerde sağlıksız koşullarda tutularak tedavileri engelleniyor ve tahliyelerine izin verilmeyerek katlediliyor. Ağır hasta tutsakların “Cezaevinde kalamaz” raporlarına karşın tahliye edilmediği hapishanelerde, Adli Tıp Kurumları verdiği raporarla katliamın altına imza atıyor.

10 aylık ömrü kaldığı halde tahliyesi engellendi Akciğer kanseri olan Mehmet Beşir Alto, doktorlar kendisine 10 ay ömür biçmesine karşın tahliye edilmek yerine, Adana Yeni Numune Hastanesi’ne sevk edildi. Devletin Alto’yu tahliye etmemesinin ardından açıklama yapan Alto’nun kızı Elif Ünal, babasının ölmek üzere olduğunu belirterek tahliyesinin engellenmesine tepki gösterdi. Alto’nun serbest bırakılması talebiyle İHD Adana Şubesi’nin Cumhurbaşkanlığı’na gönderdiği sağlık raporuna da herhangi bir cevap verilmezken, Alto’nun durumu giderek ağırlaştı. Adana Kürkçüler F Tipi Hapishanesi’nde tutulan hasta tutsak Alto, 21 Mayıs’ta hayatını kaybetti. Otopsisi yapılan Alto, Adana’nın Seyhan ilçesinde bulunan Obalar Mezarlığı’nda

toprağa verildi.

‘Hasta tutsaklara özgürlük istiyoruz’ Ankara Güvenpark’ta bir araya gelen Hasta Mahpuslara Özgürlük İnsiyatifi bileşenleri, eylemlerinin 11. Haftası’nda oturma eylemi yaparak hasta tutsakların serbest bırakılmasını istedi. Oturma eyleminin ardından yapılan basın açıklamasında ‘hapishane koşullarında tedavisi mümkün değildir’ raporları olmasına karşın tahliye edilmeyen devrimci ve yurtsever tutsaklarla adli tutsakların serbest bırakılması talep edildi.

Hapishanelerden tabut çıkmasına izin vermeyeceğiz Hapishane koşullarında yaşamak durumunda bırakılan ağır hasta tutsakların sağlık durumuna dikkat çekilen açıklamada, tutsakları tahliye etmeyip ölümlere davetiye çıkaran devletin katliamcı yönü teşhir edildi. AKP’nin yerel seçimler öncesi pazarlık payı olarak kullandığı hasta tutsakların serbest bırakılacağı yönündeki söylemlerinin hatırlatıldığı açıklamada, kendi yasalarını bile hiçe sayan devletin, devrimci tutsakları ‘ölümle terbiye ederiz’ algısıyla tahliyeleri engellediği ifade edildi. Son on yıl içerisinde tecrit koşullarında 2304 hasta tutsağın katledildiği belirtilen açıklamada, hapishanelerde tutulan ağır hasta tutsakların sayısının 234 olduğu kaydedildi. Hasta tutsakların bir an önce tahliye edilmesinin talep edildiği basın açıklamasında, cumhurbaşkanının yetkisini kullanarak hasta tutsakların serbest bırakılmasını sağlaması gerektiği belirtildi.

Halk Cephesi üyelerine gözaltı terörü 26 Mayıs günü Okmeydanı başta olmak üzere İstanbul’un birçok semtinde Halk Cephesi ve Dev-Genç üyelerine yönelik ev baskınları düzenlendi Soma Katliamı’nın ardından Uğur Kurt’un da polis tarafından katledilmesiyle Okmeydanı’nda yapılan protesto eylemlerine saldıran polis, bununla da yetinmeyerek devrimci-demokratik kurumların üye ve taraftarlarının evlerine eş zamanlı baskınlar düzenleyip, saldırılarına tüm pervasızlığıyla devam etti. 26 Mayıs günü sabahın erken sa-

atlerinde başta Okmeydanı olmak üzere Küçük Armutlu, Gazi Mahallesi, Bağcılar, Alibeyköy, Esenler ve İkitelli’de çevik kuvvet polisi, özel harekat polisleri ve helikopter desteğiyle ev baskınları düzenlendi. Halk Cephesi üyelerine yönelik düzenlenen ev baskınlarında birçok kişi gözaltına alındı. Okmeydanı, Bahçelievler ve Alibeyköy’de, Gençlik Federasyonu ve Haklar Özgürlükler Derneği’nin kapılarını kıran polis, Halk Cephesi üyelerini gözaltına aldı. Ev ve dernek baskınlarının yanı sıra Uğur Kurt için yapılan eylemlerde gözaltına alınan 32 kişiden 27’si serbest bırakılırken, 5 kişi ise tutuklandı.

1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

Hapishaneler Hapishaneler, yapılma amaçları ve gerekçeleri gereği, kişiyi yalıtma, tecrit etme, cezalandırma ve tredmana tabi tutma amacı gütmektedir. En ince ayrıntısına kadar planlanan tüm koşullar, bireyi pişman etmeye, bireyin iradesini kırmaya ve güce itaat etmesine yönelik dizayn edilmiştir Yaşamda sosyal düzen, intizam sağlama iddiası olan her aygıt, ideoloji, parti, devlet vs gerçek niteliğini, adalet anlayışıyla açığa vurur. Bir devletin ya da örgütün ihanete- haksızlığa uğrama hezeyanı / gerçekliği veya kendisine tabi insanların haklarını koruma gerekçesiyle karşıtlarına takınacağı ve reva göreceği tutum onun adaletidir. Adalet sadece ceza değil, ödülü de kapsar. Bu adaletin niteliği, adalet sağlayıcının ideolojisi ve sınıfsal tavrıyla belirlenir. Hiçbir ideoloji veya sosyal grup, kendi ideolojik yeterliliğinin üstünde bir adalet anlayışı savunamaz ve sergileyemez. Bu durum salt adalet anlayışı için değil, tüm refleks ve davranışlar için de geçerlidir. Gerici, faşist bir sistemin halklara adalet ve huzur dağıtması mümkün değildir. Örneğin, kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir yerde, işçi emeğinin sömürülmediğini iddia etmek akılcı mıdır? Örneğin, şeriatın hüküm sürdüğü bir ülkede kadınlara, gayrimüslimlere, eşcinsellere, devrimcilere vs adil davranılması mümkün müdür? Devlet en sert önlemleri, daima kendi varlığını tehdit eden akımlara veya kişilere karşı almıştır. Onun için milyar dolarların çalınması, siyasi yolsuzluklar vs çok da kayda değer şeyler değildir. Ancak üretim ilişkileri üzerinden yapılan eleştiriler ya da adil bir yaşam talebi, onun için en sert önlemlerin alınması gereken sorunlardır. Bu nedenledir ki, güçler arası eşitsizlikler dahi dikkate alınmadan, basit bir üretim atölyesindeki işçi eylemi bile çok ciddi bir refleksle karşılık buluyor, işçiler darp edilerek gözaltına alınıyor. Sonrası ise herkesin malumu...

Tutsaklar cezalandırılmak isteniyor Adil ve yaşanılır bir dünya isteği ve bu istek için mücadele etmek "adaletin" olmadığı ülkelerde en insani tepkidir ve meşrudur. Yüzlerce, binlerce devrimci, demokrat, sosyalist ve yurtsever tutsak, işte bu insani tepkiyi göstermiş ve karşılığında "adalet dağıtıcılar" aracılığıyla, bedensel olarak özgürlüklerinden olmuştur. Her ne kadar alıkoyma ve ya-

lıtma belli bir hukuki ritüele göre yapılıyor gibi görünse de, esasen tüm bu süreç direkt cezalandırmanın bir biçimi olarak işletilmektedir. Örneğin, gözaltı sürecinden önce başlayıp hapishanede sona eren tüm basamaklar bireyler için birer ceza yöntemi halini alabiliyor. Hatta bireyler “sağlıksız ve insani olmayan koşullarda bırakılmak” suretiyle başka bir şekilde de cezalandırılmaktadır. Yazımızın konusu nedeniyle cezalandırmanın sağlıkla ilgili olan kısmına değineceğiz. Belirttiğimiz gibi, hapishaneler, tutuklu ve hükümlüleri sağlıklarından ederek cezalandırmanın en ağır şeklini yaşatmaktadır. Uzun yıllar sağlıksız koşullarda tutulan bireyler kaçınılmaz olarak ve kimi zaman yaşamlarına mal olacak sağlık sorunlarıyla cebelleşmektedir. Öncelikle mevcut koşulları, uygulamaları, bu koşullarda bireyleri bekleyen sağlık sorunlarını ve önerilerimizi paylaşalım. Türk Tabipleri Birliği, Türkiye İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Derneği başta olmak üzere kimi örgütler, hapishanelerle ilgili çok sayıda inceleme yaparak rapor düzenleyip kamuoyuyla paylaştı. Hapishane koşullarıyla ilgili bilgilerimizin kaynağını bu raporlar ve tutuklu ve hükümlülerin yazı-mektupları oluşturmaktadır.

Devrimci irade teslim alınamaz İnsan sağlığı, genetik özellikler göz ardı edilirse, yaşam ortamından bağımsız de-


1-15 HAZİRAN 2014 Halkın Günlüğü

güncel haber

23

gerçeği ve sonuçlarına dair Çocuk tutuklular elbette ki yetişkinlere göre çok daha fazla etkilenmektedir. Türkiye hapishanelerinde yapılan istatistiğe göre çocukların % 65-75’ i en az bir ve daha fazla psikiyatrik bir hastalık tanısı almaktadır. Sosyal izolasyon dış ortamdan gelen uyaranları engellediği için belli bir süreden sonra tecrit edilmiş bireyde algı ve duyu bozukluğu yaparak, işitme ve görmede azalma, sağırlık, kulak çınlaması gibi rahatsızlıklara sebep olmaktadır.

Tecritteki tutsakların yaşadığı sağlık sorunları

ğildir. Hatta kişinin yaşayışı ve yaşam koşullarıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Bu mantıkla değerlendirildiğinde, tutuklu ve hükümlü bireylerin fiziki ve sosyal yaşam alanlarını bilmek, sağlık durumları veya gelecekte kendilerini bekleyen sağlık sorunlarıyla ilgili tahminlerde bulunmamızı kolaylaştıracaktır. Hapishaneler, nezarethaneler, mahkum koğuşları, revirler vs vs ayrı ayrı incelendiğinde ciddi sağlık sorunları oluşturacak şartlara sahip olduğu bilirkişilerce defalarca tespit edilmiş ve kamuoyuna deklere edilmiştir.

Tecrit ve tredman politikalarıyla hedeflenenler Hapishaneler, yapılma amaçları ve gerekçeleri gereği, kişiyi yalıtma, tecrit etme, cezalandırma ve tredmana tabi tutma amacı gütmektedir. En ince ayrıntısına kadar planlanan tüm koşullar, bireyi pişman etmeye, bireyin iradesini kırmaya ve güce itaat etmesine yönelik dizayn edilmiştir. Orada insancıl bir çaba veya önlem yoktur. Alınan tüm önlemler yine sistemi korumaya yöneliktir. Hapishanelerin ne kadar modern tesisler (!) olduğuyla övünen siyasiler / bürokratlar, insanlarla dalga geçercesine F tipi hapishaneleri villalarla eş tutmuştu. Oysa bizler her iki katlı yapının villa olmadığını çok iyi biliyoruz, bunu öğrettiler. Yapılış mantığı ve fiziki yapısı itibarıyla zaten ciddi bir ceza şekli olan hapishaneler, adalet mercilerince eklenen kimi uygula-

malarla iyice yaşanılamaz hale gelebilmektedir. Hapishanelerde tutuklu ve hükümlü bireylerin karşılaşabilecekleri sağlık sorunlarını tartışırken, öncelikli olarak meselenin psikolojik boyutuyla başlamak daha çarpıcı olacaktır. Hapishanelerde uygulanan en büyük işkencelerden biri hücre cezası veya kişiyi herhangi bir şekilde yalnız bırakmaktır. Zaten toplumdan yalıtılmış bireyin, hücre cezası gibi uygulamalarla bir kez de içeride tecride maruz kalması, o bireyin çok ciddi psikolojik problemler yaşamasına sebep olmaktadır. Birey dışsal uyaranlardan mahrum bırakıldığında, iç dünyasına ait uyaranları (hayaller, rüyalar, kurgular vs vs), dışsal uyaranlardan yani gerçeklikten ayırt edememeye başlayabilmektedir. Bu durum bireyin gerçekle olan bağını zayıflatır ve bireyi idrak etme ve tahlil etme yeteneğinden soyutlayabilir. Zira istenen tam da budur. Bu süreç bireyde, işitsel (en sık), görsel halüsinasyon (olmayan bir şeyi varmış gibi görme veya duyma), agresif-saldırgan davranış, güvensizlik, asosyal kişilik, depresyon, uyku bozukluğu, baş-boyun-mide ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, çevreye ve karşı cinse karşı ilgisizlik, madde kullanımı, korku ve intihar girişimi gibi çok ciddi sorunlara sebep olmaktadır. Hapishanedeki ölümlerin yaklaşık yarısı intiharlardandır ve intiharların üçte biri izolasyon odalarında gerçekleşiyor.

Tutuklu ve hükümlü bireyler, psikiyatrik sorunlar dışında da çok sayıda sağlık sorunu yaşamaktadırlar. Havalandırma, ısınma-nem, temizlik-hijyen, beslenme, spor yapamama, güneş ışığından yeterince faydalanamama vb gibi problemler direkt olarak, ortamda yaşamak zorunda olan bireylerin sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. En sık karşılaşan sağlık sorunları mide ağrıları, kas-eklem ağrıları, baş ağrıları gibi ciddi sayılamayacak sorunlardır. Ancak uzun vadede aynı sağlıksız ortama maruz kalma nedeniyle birçok kronik hastalık ortaya çıkmakta ve kimi tutuklu-hükümlünün ölümüne ya da sağlığını yitirmesine neden olmaktadır. Bu kronik rahatsızlıklar denildiğinde akla ilk kanser grubu kronik hastalıklar gelmektedir. Şu an hapishanelerde 200’e yakın ağır hasta tutsak bulunmakta ve bunların içinde çok sayıda kanser hastası da var. Tecrit şartlarında bağışıklık sisteminin hastalıklara cevabının iyi olmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle bu bireyler enfeksiyona yatkın olmakla beraber çok sık kansere yakalanmakta ve yakalandıkları kanserler çok hızlı seyir göstermektedir. Hapishane koşullarında kadınların yaşadığı sağlık sorunları erkeklerle aynı olmakla beraber, kimi farklılıklar da göstermektedir. Bu farklılıklar özellikle kadının biyolojik cinsel kimliğini belirleyen östrojen gibi bazı hormonların salgılanma bozukluğu nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Belli bir düzen ve yeterlilikte salgılanması gereken bu hormonlarda herhangi bir düzensizlik olduğunda, adet düzensizliği ya da amenore (hiç adet görememe), kıllanma, erken menapoz gibi belli başlı sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. Bu hormon düzensizlikleri kadını cinsel kimliğinden uzaklaştırmakta ve başka birçok hastalığa da ön ayak olmaktadır. Örneğin adet görememe ve erken menopoz, kadınlarda kanser riskini arttırmaktadır. Kötü beslenme, yeterince spor yapamama, sigara kullanımı ve stres yine önemli kimi hastalıklara yol açmaktadır. Solunum sıkıntıları, bağışıklık problemleri, kanser, kalp krizi, kalp yetmezliği

gibi hayat kalitesini bozan ciddi hastalıklar da tutuklu ve hükümlülerin sık yakalandıkları hastalıklardır

Abdullah Kalay mücadelesini sürdürüyor Örneğin, Abdullah Kalay’ın kalp krizi geçirmesi ve ardından kalp krizi nedeniyle kalp yetmezliği yaşaması… Abdullah Kalay’ın kalbinin çalışma performansını gösteren EF (ejeksiyon fraksiyonu) değeri % 30 olarak raporlanmıştır. Sağlıklı bir insanda bu değer % 60-70 olmalıdır. Bu durumda Kalay ancak günlük aktivitelerini yapabilir, ağır iş ve spor yapamaz. Kalay ve onun gibi onlarca tutuklunun yeniden eski sağlığına kavuşması da tıbben mümkün değildir. Onlar için yapılması gereken, mevcut durumlarının kötüleşmesini engellemek ve hastalıklarına uygun bir yaşam sürmelerini sağlamak olmalıdır ve bu durum ancak bu bireylerin tahliye olmalarıyla mümkündür. Çünkü içeride hasta tutsaklara uygun tıbbi bakım, uygun yeme-içme, istirahat ve moral desteği sağlanamaz. Özellikle ağır ve kronik hastalığı olan tutsakların her an tam teşekküllü bir sağlık merkezine götürülmeleri gerekebilmektedir. Bu haliyle hasta tutsakları içeride tutma çabası ancak bir tür pasif infaz girişimi olabilir. Hasta tutuklu-hükümlülerin adalet ve sağlık sisteminde karşılaştıkları tek problem hapishaneler ve hapishane koşulları değildir. Hapishaneden hastanelere sevk işleminden hastanelerdeki mahkum koğuşlarına kadar tüm basamaklar, hastalar için eziyet niteliğindedir. Hastanelerde bulunan mahkum koğuşları, genellikle en alt katta, morga yakın, karanlık ve basık mekanlar olarak tercih edilmiştir. Normal durumlarda bile sağlık hizmeti almaya uygun mekanlar değildir. Tercih edilen mekanlar ve yöntemler, devletin tutuklu ve hükümlülere sağlığa erişimden söz ederken, insanın, ihtiyaç duyduğu kadar, nitelikli, en kısa zamanda ve ücretsiz sağlık hizmeti alması akla gelir. Sağlıklı olma hakkı ise, her bireyin en temel haklarındandır. Sağlıklı olma hakkı, salt sağlık hizmetlerine ulaşım değil; temiz-hijyenik ortamda yaşama, temiz yeme içme ve kısaca insani bir yerde yaşamayı kapsar. Uluslararası hukuk normlarına göre, tutuklu-hükümlü bireyin “yaşam ve vücut bütünlüğünü korumak, sağlık ve mülkiyet hakları” devletin güvencesi altındadır. Bireyi tedbir veya ceza amacıyla alıkoyan devlet, o bireyin tüm sorumluluğunu almış demektir. Hapishane koşulları yüzünden hastalanan, sakat kalan ve hayatını kaybeden tüm insanların sorumlusu, insanca yaşam ortamı sağlamayan ve keyfi bir şekilde insanları alıkoyup tahliye etmeyen devlettir.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın SüreliYönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL

Kujerê Kurt û Yılmaz dewletê faşîst bixwe ye Xwandevanên Okmeydani ku bi sedema kuştina Berkîn Elvan dersan boykot kirin, piştre polês êrişî ser kolana Okmeydanî kir û xwandevanan jî polês protesto kirin. Di vê bûyerê de li ber Cemevî ya Okmeydani kujeriyek pêk hat. Polês bi çek êrişî li ser xwandevanan kir û bi çekê polês Uğur Kurt hate qetilkirin Li lîseyên Okmeydani, xwandevanan bi girseyî di çalakiya protestokirina Berkîn Elvan de kom bûn. Xwandevan ewilî dersên xwe boykot kirin û neketin dersan. Piştî vê yekê polêsên dewlet kolana Okmeydani dorpêç kirin. Xwandevan jî vê yekê protesto kirin û di navbera polês û xwandevanan de pevçûn derket. Polês bi gazên biber, avê bi tengavkirî û guleyên plastîk ve êreiş anî li ser xwandevanan. Di vê çalakiyê de polês hêza xwe negirt û êrişa xwe bir li ser Cemevî ya Okmeydani. Li ber Cemevî ya Okmeydanî jî ji bo cinyazek gelê Okmeydanî kom bûbûn. Di vî êrişê de Uğur Kurt kul i ber Cemevî di nav girseyê de bû bi guleyê polêsan birîndar bû. Uğur Kurt bilez birin Nexweşxane ya Perwerdehî û Lêkolînê ya Okmeydani û dilê

Kurt careke din hate şixulandin. Lê Uğur Kurt, piştî demek jiyana xwe ji dest da. Piştî mirina Uğur Kurt gelê Okmaydani çalakiya xwe ya protestoyê domand. Polês jî cardin êrişî li ser Okmeydaniyan kir. Di van êrişên polêsan de şarapnelek li ser serê Ayhan Yilmaz ket û Yilmaz, bi birînên giran birîndar bû. Nasnameya Yilmaz jî piştî demek hate aşkerekirin. Ayhan Yilmaz rakirin nexweşzanê, lê Yilmaz jî bi encama xwindayîna mêjiyê çu li ser dilovaniya xwe.

Erdogan, gelê Okmeydani wek mebest nîşan da Roja 23’ê Gulan’ê li Okmeydani bi tevlêbûneke girseyî ya gel ji bo Kurt merasîmeke cinyazeyê hate lidarxistin, piştî vê merasîmê jî darbesta Kurt ji Siwas’ê re hate birêkirin. Roja din, Li Siwasê, li navçeya Hafik’ê merasîmek hate lidarxistin, bi vî merasîmê ve Uğurt Kurt, bi tevlêbûn û xwedîderketineke girseyî ya gelê ve hate veşartin. Piştî van bûyeran, ne tenê li Okmeydanî, di serî de Stenbol, li her deverên welêt, gel bi girseyî derketin kolan û kûçeyan û êrişên polêsên dewletê protesto kirin. Polês jî heman rewş, bi çek, bi gazên biber, bi TOMA û hwd êriş bir li ser gel. Gelê Okmeydani jî bi biryareke qewîn ve berxwedaniyek nîşan da û carcarina êrişên polêsan paş ve zivirand. Serokwezîrê Tirkiyê Recep Tayîp Er-

dogan jî di daxuyaniyên xwe de cesaret da polêsan û xwedî ji êrişê polêsan derket. Sedema êrişê polêsan, taybet şêwaza gelê Okmeydani, sekna wan û potansiyela şoreşvaniya gelê Okmeydanî bixwe ye. Ligel vê yekê, gelê Okmeydani xwedî nasnameya Elewîtiyê ve j îtê naskirin. Ji ber van yekan polês bi awayekî hovane êriş kir li ser gel û di encamê de Uğur Kur û Ayhan Yilmaz hatin qetilkirin. Ji piştî kujeriya Uğur Kurt, Serokwezîr Erdogan li civîna serokên partiyên xwe ya wîlayetan axivî û êrişên ku polês li ser Okmeydaniyan kirîbû piçûk dît. Erdoğan bang ji polêsan kir: “Ez tênagihîjim çawa sebr dikin û hê zêde êriş nakin” got û gelê Okmeydani ji polêsan re wek mebest nîşan da.

Ji Erdogan talîmata ‘Hê zêde bikujin!’ Serokwezîr Erdogan ku ji bo Berkîn Elvan gotîbû: “Dibêjin ji bo nan dildanê çûye lê di bêrika wî de fîşek derket, ji polêsan re fîşekên hewayî avît”, heman tişt xwedî ji polêsên ku êriş birin li ser Cemevi ya Okmeydanî jî parast û ji bo kuştinên hê zêde talîmat da polêsan. Serokwezîr, “Çiye, ji bo bîranîna Berkîn Elvan merasîman pêk tînin. Ji bo her mirinê merasîm dibe ma? Miriye û çûye” got û bi vî gotinê xwe ve nêrîna xwe ya gel aşkere kir. Serokwezîr, bi awayekî zelal

xwedî ji kujeriya Berkîn jî derket. Ji bo Berkîn “Merasîman pêk tînin… Ya ku miriye miriye û çûye” got, bi vî rengî berpirsiyartiya qetlîaman hilda li ser milê xwe û bi vî gotinên xwe ve jî polêsan wek paqij nîşan da. Erdoganê ku piştî Serîrakirina Gezî’yê jî Xwedî ji polêsan derketî bû, û “Polêsên min wek destan nivîsîn” gotî bû, heman şêwaz xwedî ji qetlîama Okmeydanî jî derket û hewl da ku polês jî wek însanên rûşuştî binav bike. Erdogan di daxuyaniyên xwe ya piştî qetlîaman de, “Ma polês dest û lingên xwe wek girêdayî bisekine? Divê mat iştekî neke? Çawa sebra wan tê ez fêhm nakim” got û bi vî gotinê xwe ve jî talîmata “wek însanên dest girêdayî nesekinin, rûnenin, lêxin, lêdin, bikujin” da… Erdogan pirsê “Mad ivê polês tu tiştek neke” pirsî û rexneyên kul i ser kuştina Uğur Kurt hatin jî wiha bersivand: “Polês kuşt, lê gelo polês çi bike, dest û lingê xwe bigire û li şûna xwe rûne ma?” Bi gotinê xwe ya “Ez fêhm nakim çawa sebr dikin” ve jî talîmata, “Ki kul i polês ber xwe dide, bikujin” da. Divê gelê me bi awayekî girseyî sozên xwe yek bikin û bi hişmendiya berxwedêr têbikoşîn. Bi vî şiklî, ew prowaqasyonên ku li ser gelê me tên şixulandin jî vala derxînin.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.