1-15 AĞUSTOS 2014

Page 1

Kongre kararlarını kavrayalım, kavratalım!(11) sf 12-13 HKO gerillaları sürece dair konuşuyor MKP’nin siyasi savaş yönelimi, ülkemiz ve dünya devrimci hareketi açısından sınıf mücadelesine yeni bir enerji katacak. Bu siyasi savaşın etkileri şimdiden kendini göstermeye başladı. Öncelikle siyasi takatten yoksun kesimlerin MKP’ye yönelik saldırısı başladı. MKP önderliğinde savaşan HKO gerilları çeşitli anti bilimsel yaklaşım ve söylentilere yönelik ilk elden cevap vererek değişime nasıl yaklaşılması gerektiği noktasında tartışmalara yön veriyor. sf 18-19

Halkın Günlüğü

1-15 AĞUSTOS 2014 Yıl: 4 Sayı: 86 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

Çankaya’ya hangi halk çıkacak f GÜNCEL

20-21

Erdoğan liderliğindeki AKP’nin, halkın katılacağı referandum üzerinden cumhurbaşkanlığı seçimi, koca bir aldatmacadan ibarettir. İki dönemdir yıpranan, yolsuzluk ve rüşvetten, her türlü kirli siyaseti ve ekonomik politikalarıyla teşhir olan Erdoğan başta olmak üzere AKP ve devletin yeniden millete dayanma argümanıyla uluslararası emperyalist sermayeye bağımlı komprador tekelci burjuva karakteri gereği, sömürü ve zulümlerine devam ederek devletin bekası için daha fazla kan taşımaktır. Seçimin özü Erdoğan’ın önünde görev olan daha fazla sömürü ve zulüm politikalarının kitlelerde meşruluğunun garanti altına alınmasıdır.

Devrimci kamuoyuna zorunlu açıklama

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

Gazze ateş altında İsrail katliam yapıyor

12 Haziran’da 3 İsrailli gencin Hamas tarafından kaçırılarak öldürüldüğünü öne süren Siyonist İsrail devleti, "Koruyucu Hat" adı altında 7 Temmuz'dan itibaren Gazze'ye hava saldırısı başlatırken, 17 Temmuz’dan itibaren ise karadan saldırıya geçti. İsrail ordusu tüm dünyanın gözleri önünde haftalardır süren saldırılarında, aralarında yüzden fazla çocuğun da bulunduğu beş yüzden fazla Filistinliyi katledip, binlercesini yaraladı. Saldırılarda direkt sivilleri hedef alan İsrail binlerce evi bombalayarak on binlerce Filistinlinin evsiz kalmasını neden oldu.

02

Ortadoğu’da kaos ve bağımsız Kürdistan

Bölgede gıda, ilaç ve sağlık personeli sorunları artıyor. Başta ABD ve diğer emperyalist ülkeleri arkasına alan Siyonist İsrail devleti, yarım yüzyıldan fazladır Filistin’i işgal ve ilhak ederken kendi topraklarından sürülen ve her türlü insanlık dışı saldırıya maruz kalan Filistinlilerin meşru savunması sürüyor. Emperyalizmin uşağı T.C. devleti ise durumu iç siyaset için bir koz haline getirmeye çalışarak bir yandan ‘timsah gözyaşları’ döküp bir yandan ise İsrail’le tüm ilişkilerini sekteye uğratmadan sürdürüyor.

06

Sıcak çok sıcak

22


02 güncel haber

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

Devrimci kamuoyuna zorunlu açıklama! Sevgili okurlarımız, değerli dostlar! Zorunlu bir açıklamadan söz ettik. Zorunludur, zira gazetemizin ismi gazetemizle ilişiği olmayanlar tarafından kullanılmakta; bu vesileyle gazetemiz, haklarını savunma anlamında bu açıklamayı yapma ihtiyacı duymaktadır. İletişim çağının geldiği nokta itibariyle iletişim araçlarının devasa boyutlarda gelişmekte olduğu, bu araçların kitle nezdinde kabul edilirliği ve güvenirliliğinin giderek oturduğu söylenebilir. Ki, bu iletişim-paylaşım sahasının zaman geçtikçe kendi hukuk normlarını yaratan bir gelişme ve yaygınlaşma kaydettiği de yadsınamaz gerçektir. Ne yazık ki iletişim araçlarından biri olan internet ve genel adıyla sanal ortam, toplumsal yaşamın içerisinde büyük bir alanı kapsamakta ve toplumun sosyal-siyasal-kültürel örgütlülüğünü ifade eden araçları tek tek yutarak ilerlemektedir. Güvenli bilginin normlarını ve ilkelerini oluşturan siyasi kanallar ve onların etki alanları, internet iletişim aracının gelişmesiyle beraber yeni bir mecrada ilerlerken bu sanal ortamda nüfuz sahibi olma, basit teknik meselelerin yan yana getirilmesiyle kolayca ulaşılan bir durum haline gelmiştir. Her bir birey için sanal ortamın rahat ulaşılabilir olması ve bu şekilde çeşitli fırsatların sunulması; yaşamı ciddiye almayan, kuralları ve ilkeleri olmayan bireylere hiçbir bedel ödemeden her istediğini söyleme rahatlığına da ulaştırıyor.

Sevgili okurlarımız, değerli dostlar! Bir süredir Maoist Kaypakkaya güzergahının yapı taşlarına yönelik amansız bir karalama ve yıpratma faaliyeti gözlemlenmektedir. Ki, siyasi takatten yoksun bu karşıt cephenin menfi faaliyeti kamuoyunun bilgisi dahilinde olup alenen izlenendir. Bilinmesinde fayda var ki, ideolojik-siyasi geleneğimiz hiçbir zaman tartışmadan devrimci sorumluluklardan geri adım atmamıştır-atmaz da. Toplum nezdinde ve onun örgütlü olduğu alan ve araçlarda yaşanan iç çelişki sürecine dair gerekli hukuksal ve politik bakış açısı ve özellikle bakış açımız son derece nettir. Her bir çelişkinin yarattığı enerjinin kendi koşulları içerisinde doğru analizi ve sentezlenmesi, her bir hareketin ileride varacağı noktaya dair somut emareler sunar. Bugün, parçası olduğumuz Maoist Kaypakkaya geleneğinin Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasıyla devrimci mecrada yakaladığı mütevazı hareketlilik, kendi içerisinde büyük bir enerji taşımaktadır. Her toparlanma, gelişme ve atılım dönemlerinin askeri ve örgütsel düşman saldırılarıyla darbeye uğratılması elbette rastlantı değil, düşmanın planlı eyleminin sonucudur. Ancak saldırıların her zaman siyasi-sınıf düşmanlarımız tarafından yürütülenlerle bir ve aynı olmadığı açıktır. Bazen içten gelişen örgütsel mücadelelerin ardından son tahlilde ayrılma-kopma gibi ciddi zaaflara düşerek olumsuz bir rol oy-

nayanlar olmaktadır. Halkın Günlüğü Gazetesi olarak parçası olduğumuz gelenek, bugün düşmanın tasfiyeci saldırısına denk düşen örgütsel bir tasfiyecilikle karşıkarşıyadır. Ne yazık ki, her bir toplumsal sıçrayışın taşıdığı bilgi ve deneyimin sentezlenmesi veyahut algılanıp pratikte yaşamsal bir ödev haline getirilmesi, özel mülkiyet dünyasının insana sunduğu yaşam koşullarından dolayı ve yine eşitsiz gelişimin çelişik sürecinden kaynaklı aynı karşılığı bulamamaktadır.

Sevgili okurlarımız ve değerli dostlar, Bugün birkaç arkadaş devrimci norm ve hukuksal süreci bir kenara iterek, bir kurumun iç bütünlüğüne dair çeşitli söylentiler yayarak, Maoistler içerisindeki merkezi bütünlüğü parçalama gayreti sarf edip, hapishanedeki Maoist tutsakların isimlerini dahi kendi kirli gayesi içerisinde kullanmaktan çekinmeyen gayrı resmi politik bir çaba içerisine girmiş gözüküyor. Bilinmelidir ki MLM, soyut bir kavramlar ya da herkese göre keyfi olarak değişendeğiştirilen diyalektik yasalar bütünü değildir. Bizzat metodu, yasası ve zorunlu maddi karşılığı olan devrimci bir yaşam ve bütün bir yaşamı anlama-değiştirme kılavuzudur. Devrimci yayın anlayışının kriterleri vardır. Dünden bugüne ülkemiz devrimci hareketi kendi içerisinde dostlarına ve sınıf düşmanlarına karşı verdiği mücadele içerisinde oluşturduğu ilkeleri vardır. Bu ilkeler kişilerin algılarına göre değişmez, değiştirilemez. Kamuoyunda gazetemiz üzerinden “bölündüler” gibi söylentiler yayılmasının ardından bazı internet ortamlarında Maoistlerin tarihi fütursuzca yazılara sakız edilerek, “Devrimci Halkın Günlüğü” adı altında yayın çıkarılacağı telaffuz edilmiştir. Belirtmek isteriz ki herhangi bir siyasal

hareket içerisinde çeşitli fikir ve pratiklerden kaynaklı politik bir ayrılık söz konusu olması durumunda ideolojik ilkelerimiz gereği politik yaklaşım biçimimiz mevcuttur. Bunu dost da, düşman da bilir. Birincisi politika yapmak, kimseye bahşedilmiş bir lütuf değildir. Bakış açımız tam da toplumun siyaset yapması ve bu aracın kendisinin hizmetinde olduğununun farkına varılması yönündedir. İkincisi söz konusu siyasal hareketlerde, bölünme ve ayrı düşme durumunda ideolojik tartışma ve örgütlenme ilkeleri unutulmadan sorunun hukuksal-birlik ve daha üst bir birlik zeminde çözülmesidir. İsim hakkı üzerinden başlayan ancak arkasında dostlara şiddetin uygulandığı, hiçbir politik yaklaşımın sunulmadığı, kişisel hırsların saklandığı, devrimciliğin iğdiş edildiği, adalet anlayışın çıkar ekseninde değerlendirildiği, gruplaşma, hizip gibi sığ tartışmalarla proletaryanın ve halkın çıkarlarına sırt çevrilmesi bize göre değildir.

Sevgili dostlar, yoldaşlar, Bugün de internet ortamında şaibeli yazılarla süslenmiş, tutsaklarımızın, şehitlerimizin ve tarihimizden kesitlerin yapıştırılmasıyla sunulan ilanlarla karşı karşıyayız. Açıkçası Halkın Günlüğü Gazetesi yayın ilkeleri ve bu yayın ilkeleri etrafında toplanmış çalışan ve okurlarıyla bir bütün olarak hareket etmeye devam etmektedir. Bu nedenden dolayı “Devrimci Halkın Günlüğü” adı altında bir yayın politikamız ve bir yayın çıkarma çabamız yoktur. Muhtemel olan bu ve bunun gibi çalışmaların kesinlikle gazetemizle bir alakasının olmadığını söyleyelim. Sanal ortamlarda ya da dar sosyal çevrelerde yayın çıkarılacağını ya da bir siyaset çabası sonucunda oluşacağını paylaşanları anlamaya ve anlamlandırmaya çabalıyoruz. Bu bozuk tarza karşı bugüne kadar susmamızın sebebi bu çabamızın sonucudur

ve siyasetin güvenilir, berrak, anlaşılabilir bir şekilde yapılmasını istememizden dolayıdır. Evet, tarihimizin bir parçası olduğunu ifade edenleri anlamaya ve anlamlandırmaya çabalıyoruz. Bu mesele özgülünde gelişen olay ve olguların devrimci bir zeminde tartışılma sürecinin sınıf düşmanlarımız tarafından sabotaja uğratılmamasını istememizden kaynaklı daha hassas ilerliyoruz. İlkelerimiz gereği devrimci değerleri sahiplenmek ve devrimci politikaları yaşamsal alanlarda örgütleyen yeni kişi ya da grupların ilkelerini ve neyi amaçladıklarını netleştirmeden, öte yandan bu kişi ya da grupların örgütsel bütünlüklerinin güvenilir olduğunu gösterecek politik-siyasi hareketliliğini görmeden bir belirleme yapmak istemiyoruz. Sanal ortamlarda ya da uygun olmayan dedikodu tarzında, çeşitli gayrı ciddi yerlerde sergilenen ciddiyetsiz tavırların kurumumuzla bir alakası yoktur. Belli dönemlerde faaliyetimiz içerisinde yer almış ancak gerekli disiplin soruşturmaları sonucunda kurumdan uzaklaştırılmış bireylerin yaşattığı sorunların çözümünün uzun süreli bir politikayı beraberinde getirmesinden kaynaklı, bu tarzı benimseyenleri devrimci ilkeler nezdinde yaklaşılmasını doğru görüyoruz. Şunu da ifade etmek isteriz ki, sağlıksız ve kesin olmayan bilgileri referans olarak gösterip, bizim adımıza söz sahibi olduğunu ifade eden bireylere çözüm adresi olarak bizi adres göstermelerini doğru olarak görüyoruz. İnternet ortamlarında ve ciddiyetsiz yerlerde paylaşılan kirli bilgilere, dost düşman ayrımını silikleştiren yazılara imza atan zihniyeti buradan tekrar uyarıyoruz. Devrimci ilkeler ve tartışma kültürü esas olandır. Bunun dışındaki bütün çabalar sınıf düşmanlarına hizmet eder.

Halkın Günlüğü Gazetesi


1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

03

‘Mahallemizde bonzai istemiyoruz’ Demokratik Haklar Federasyonu(DHF) Alibeyköy örgütlülüğü, uyuşturucuya ve yozlaşmaya karşı halk toplantıları düzenlemeye ve ortak mücadele hattı örmeye devam ediyor

cadele amaçlı kurulan bir komite olduğu ve komitenin şimdiden bilimsel olarak nitelendirilmesinin yanı sıra, işlevselliğine ve ihtiyaçlara ne şekilde karşılık olabileceği noktasına dikkat çekildi.Toplantılardan sonra ise uyuşturucuya ve yozlaşmaya karşı ortak bir yürüyüş düzenlenmesi kararı alındı.

Son süreçte gençlik arasında yaygınlaşan bonzai ve uyuşturucu kullanımı devlet eliyle özelde devrimci, Alevi ve Kürt kimliğine sahip mahallelerde yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Düşünemeyen, sorgulamayan ve mücadele edemeyen bir gençlik yaratmak isteyen devlet, gerici ve yoz politikalarını halk gençliğine empoze etmeye çalışıyor. Son süreçte Alibeyköy’ de gençler arasında yayılan uyuşturucuya ve yozlaşmaya karşı, Demokratik Haklar Federasyonu Alibeyköy örgütlülüğü, bölge halkıyla yaptığı toplantılarda yozlaşmaya karşı ortak mücadele zeminini yaratma çağrısında bulundu. Geçtiğimiz günlerde Saya Yokuşu’nda alınan toplantılarda bonzainin zararları ve buna karşı ne şekilde önlem alınması gerektiği üzerine yapılan konuşmalarda, bu mücadelenin sadece devrimcilerin görevi olmadığına, halkın bir bütün olarak bu sorunlarla mücadele etmesi gerektiğine dikkat çekildi. Halk komitesinin bilinçlendirilmesi ve önemi üzerine katılımcılara bilgilendirme yapıldı. Bilgilendirmede komitenin kültürel anlamda, kadınlar açısından ve gençler açısından her alanda uyuşturucu ve yozlaşmayla mü-

‘Uyuşturucuya karşı mücadelemiz devam edecek’ Karadolap Halk İnisiyatifi imzasıyla yapılan yürüyüşe halkın kitlesel katılımı dikkat çekti. Yürüyüş sırasında kitle, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” , “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganlarını attı. Kitle bu eylemin bir başlangıç olduğunu ve son olmayacağını belirterek mücadeleye daha sıkı sarılıp bu sorunun karşı mücadeleyi sürdüreceğini kaydetti. Yürüyüş sırasında halk kitleye, evlerinin balkonundan ıslık, alkış ve zılgıtlarla destek verirken, esnaflar ve yoldan geçmekte olan araçlar korna çalarak destek verdi. Yürüyüşün ardından yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Bu yürüyüşü gerçekleştirirken amacımız biz buradayız ve burada olacağız demekti. Bundan sonra da devam edeceğiz ve daha çok kitleselleşeceğiz. Sadece yürüyüşle kalmayacağız, uyuşturucuya, yozlaşmaya ve çeteleşmeye karşı ne gerekiyorsa sonuna kadar yapacağız". Sloganların ardından yürüyüş sona erdi.

SINIF TAVRI

≫ ismail uçar

TASFİYECİLİĞİN BİLEŞENLERİNDEN ÖRGÜTSEL YOZLAŞMA KESİNLİKLE BERTARAF EDİLEBİLİR!

U

luslararası Komünist Hareket (UKH) ve onun bir bileşeni olarak Türkiye- Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketi içerisinde tasfiyecilik çok yönlü olarak sürmektedir. Genel anlamda devrimci kriz olarak telakki ettiğimiz de budur. Maoist Komünist hareket olarak özellikle MKP 1. Kongresiyle birlikte bugünlere kadar tasfiyecilik karşısında tespitler, eleştiriler ve bunlara karşı düşünce yöntemi ve çalışma tarzımızın düzeltilmesine yönelik önemli sentezlerimiz söz konusudur. Başta ideolojik kırılmalar olmak üzere bunun üzerinden gelişen siyasal, örgütsel, askeri ve kültürel olarak tasfiyeciliğin komünist hareket saflarında da uzun süredir objektif-nesnel bir gerçeklik olarak varlığını devam ettirdiği tartışma götürmez somut bir durumdur. Anlaşılmayan ise bütün bu tespitler, eleştiriler ve çözüm projeleri- olitikalarına karşın tam da bu olumsuz durumun esasta devam ettirilmesidir. Demek ki salt teorik belirlemeler yapmak yetmiyor aksine teorik ve pratik politikalarımızın örtüştürülerek bütünleştirilmesi gerekiyor. Bunun için ise sadece teori-düşünce-anlayışçizgi yetmiyor. Bizzat bunlarla örtüşecek bir pratik hat izlenmesi gerekmektedir. Diyalektik materyalist bilgi teorisinin uygulanabilir olduğunu burada hatırlatmak isteriz. Bu anlamda çizgiyle örgütün birliği şarttır. Bu birlik ideolojik, teorik, siyasi, kültürel ve kişilik birliğini ifade eder. İdeolojik kırılma, neyi ifade etmektedir? Her şeyden önce Marksizm-Leninizm-Maoizm (MLM) bilimi ve bu doğrultuda komünizme ve komünist ideolojiye inançsızlığın artarak sınıflar mücadelesinden uzaklaşılması, ideolojik kararlılığın ve duruşun yeterince gösterilemeyerek çeşitli türlerden tökezlemeler içerisine girilmesidir. İdeolojik kırılmaların yaşandığı alanlar ise içerisinden geçtiğimiz objektif koşullardaki sınıflar mücadelesinde bizzat siyasal, askeri, örgütsel ve kültürel olarak çeşitli nesnel ve somut görünümlerdir. Bu düzlemde anlayış ve pratiklerimizle tam da yaşanan sürecin gerisinde ya da oldukça ilerisinde bir durum gösterilerek bizzat öznesi olamayarak o süreçlerin rüzgarıyla bir o yana bir bu yana savrulmaktır. Oysa kendiliğindenciliğin tüm türevlerine karşı her bir noktadaki doğru çizgi ve somut, günceldeki doğru pratik politikalarımızda devrimci yönelimle tasfiyecilik göğüslenebilir ve bertaraf edilebilir. Komünist partisi de tıpkı bütün diğer her bir şey gibi canlı bir organizmadır. Ve aynı zamanda doğru ya da yanlış bir irade ve eylem birliğine sahiptir. Merkezileşmiş bir irade ve eylem birliğinin en üst düzeydeki kararlaşması ise kongreleriyle tespit edilmektedir. Kongreleriyle programda ifadesini bulan merkezileşmiş irade ve eylem birliği, tüzükte ifadesini bulan demokratik merkeziyetçilik temelinde örgütsel işleyiş ve disiplini, parti içi iki çizgi mücadelesi, demokrasi anlayışı ve uygulaması, kolektif komite çalışması ve tüm diğer anlayış, kararlaşma ve uygulamaları, görev ve sorumlukları her bir partilinin ve o örgütsel me-

kanizmaya gönüllü olarak giren her bir yoldaşın hakları, sorumlulukları ve görevleri kapsamında görmek ve kavramak gerekmektedir. O halde tasfiyeciliği salt teorik ve siyasal boyutlarıyla sınırlandırmamak aynı zamanda örgütsel alandaki kendiliğindencilik ve keyfiyetçilikler üzerindeki gelişmelerle de ele alıp değerlendirmek durumundayız. MKP 3. Kongresiyle komünizm bilimi ve ideolojisinin yaşayan canlı ruhu olan ‘somut koşulların somut tahlili’ ilkesinden hareketle son derece doğru, bilimsel ve güncelleştirilmiş analizlerde bulunarak çeşitli sentezlere ulaştığını vurgulayalım. Bütün bu merkezileşmiş irade ve eylem birliği beyanlarının güncel ve somut pratik politikalarımızla hayata geçirilmesi ve maddi bir güce dönüşmesi için doğru örgütsel planlama, örgütsel politika ve işlevselliğin ortaya konması gerekmektedir ki onca söylenenler lafta kalmasın. Nitelikli bir örgütsel işleyiş ve disiplinin zorunlu ve ertelenemez bir görev olarak önümüzde durduğunu vurgulayalım. O halde birbirleriyle doğru orantılı ve ilişkili olarak nitelikli bir komünist partisi, nitelikli bir örgütsel işleyiş ve disiplinle; nitelikli bir örgütsel işleyiş ve disiplinin de yine aynı şekilde nitelikli bir komünist partisiyle ortaya çıkabileceğini hatırlatalım. Bu kapsamda partimizin niteliğini tartışmaya bile gerek yoktur. Dolayısıyla nitelikli bir örgütsel işleyiş ve disiplinde de buna muktedir olduğunu rahatlıkla ifade edelim. Bunun için kendiliğindenciliğin ve keyfiyetçiliğin panzehiri Maoist Parti’nin niteliğine uygun bir örgütsel işleyiş ve disiplin görevini yerine getirmektir. Nitelikli bir örgütsel işleyiş ve disiplinle, nitelikli örgütsel mekanizmalar ve bizzat halk kitlelerini bu yönde örgütleyebilen pratik politikaların da yolunu daha fazla ilerleteceği kesindir. ‘Her aktivist kendi çalışma alanında birer önder olmalıdır’ derken kendiliğinden değil tam aksi yönde demokratik merkeziyetçilik temelinde nitelikli bir örgütsel işleyiş ve disiplinle kendi çalışma alanlarında önderliğin icrasından bahsediyoruz. Yoksa kendi başına buyruk ve keyfiyetçi bir örgütsel mekanizma, asla Maoist komünistlerin düşünce yöntemi ve çalışma tarzı olamaz ve bu durum kesinlikle kabul edilemez. Militan devrimci çizgi ve pratik mücadelede demokratik merkeziyetçilik ekseninde nitelikli örgütsel işleyiş ve disiplin şarttır. Ancak tasfiyecilik körlemesine anlayış ve pratiklerle değil, merkezileşmiş bir irade ve eylem birliğine uygun konumlanış ve mücadeleyle mümkündür. O halde parçayı değil bütünü, bireysel çalışma tarzını değil kolektif çalışmayı, kolektiflik adına dayatılan ve bir türlü kopulamayan keyfi temeldeki bireysellikleri değil kolektif bir sorumluluğu, sadece hakları değil aynı zamanda görevleri, kendiliğindenciliği değil merkezileşerek ortaya konan irade ve eylem birliğini, demokratik merkeziyetçilik temelinde örgütsel işleyiş ve disiplini vb bütün düşünce yöntemi ve çalışma tarzımızda temel referanslarımız olarak hiç ötelemeden ideolojik, siyasal, örgütsel, askeri ve kültürel alanlardaki faaliyetlerimizi önemli ve temel görev ve sorumluluklarımız içerisinde kavrayarak yerine getirelim.


04

güncel haber

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

Özgürlük mücadelesini büyütelim

Ağır hastalıklarına karşın tahliye edilmeyen MKP dava tutsağı Abdullah Kalay için 3. Kez ‘cezaevinde kalamaz’ raporu verilirken, DHF üyesi Evrim Konak ise gardiyanlar tarafından darp edildi 19 Aralık 2000’de 20 hapishanede eş zamanlı olarak başlatılan saldırılarda, hapishaneler tarihinin en büyük katliamlarından biri gerçekleştirilirken, onlarca devrimci ve komünist tutsak katledilmişti.

‘Savcılık şüpheliler hakkında hemen dava açmalıdır’ 19 Aralık 2000’de Bayrampaşa ve Ümraniye Hapishanelerinde yapılan katliama katılan Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı'na bağlı 252 askerin listesi soruşturma yürüten savcılığa gönderildi. Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı, yapılan daha önceki başvurulara "Elimizde bilgi, belge yok" diyerek katliama katılan askerlerin adını gizliyordu. Savcılığa verilen listede, albay, yüzbaşı, teğmen, subaylar, başçavuş ve çavuş rütbesinde askerler yer alırken, listedeki 10 kişinin TSK ile ilişkisinin kesildiği, 21 kişinin emekli olduğu, 2'sinin öldüğü, 219 askerin ise hala görevde olduğu belirtildi. Savcılığın şüphelilerin ifadelerini almaya başladığını belirten ÇHD İstanbul Şube Sekreteri Güçlü Sevimli, "Katliamı gerçekleştiren asıl birlik, bu listede yer alan isimler. Bu isimler, hem Bayrampaşa hem de Ümraniye Cezaevi'ndeki katliamda yer aldı" dedi. Sevimli, savcılığın soruşturmayı tamamlayarak şüpheliler hakkında bir an önce dava açması gerektiğini vurguladı.

Abdullah Kalay için üçüncü kez ‘cezaevinde kalamaz’ raporu Kalbinin % 70’i çalışmayan ve ‘cezaevinde

kalamaz’ denilen iki ayrı raporu olmasına karşın tahliye edilmeyen hasta tutsak Abdullah Kalay için, üçüncü bir rapor daha hazırlanarak yeniden tahliyesi istendi. Sevk edildiği Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı’nda 4 Temmuz tarihinde verilen üçüncü raporda şu ifadeler yer aldı:“Geçmişinde kalp krizi öyküsü bulunan ve halen koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği tanıları olan hastanın, mevcut rahatsızlıkları da dikkate alındığında cezaevi gibi kapalı, kalabalık, enfeksiyon riski ve stres yükünün fazla olduğu, hem kalp yetmezliği hem de koroner arter hastalığı açısından uygun diyet ve çevresel koşulların olmadığı ortamlarda bulunmasının tekrar kalp krizi geçirmesine, böyle bir durumda da cezaevinde müdahale edilmesinin beklenmediği… Sorulduğu üzere cezaevinde kalmasının hasta için hayati tehlike oluşturabileceği, hastalığın kronik bir rahatsızlık olduğu, hayat boyu devam edeceği göz önünde bulundurulduğunda cezanın ertelenmesinin gerekeceği…” Hapishanelerde başta Abdullah Kalay olmak üzere yüzlerce ağır hasta tutsak, Adli Tıp Kurumu’nun tutsaklara yönelik ideolojik yaklaşımı sonucu tahliye edilmeyerek ölüme terk ediliyor. Hasta tutsakların mücadelesini büyüterek ‘içeride dışarıda hücreleri parçala” şiarını hep bir ağızdan haykıralım. Elbistan Hapishanesi’nden Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’ne sürgünü sırasında hapishane yönetiminin keyfi tutumunu protesto ettiği gerekçesiyle mahkemeye sevk edilen Evrim Konak’a 1.5 yıl hapis ‘cezası’ verildi. Hapishane yönetiminin ve gardiyanların defalarca saldırısına ve işkencesine maruz kalan Konak, geçtiğimiz günlerde de yeni bir saldırıya uğradı. Aynı hücreyi paylaştığı TKP\ML dava tutsağı Resmiye Vatansever’in ağırlaştırılmış müebbet almasının ardından, gardiyanlar tarafından zorla hücreden çıkarılmak istenmesi üzerine direnen Vatansever ve Konak, gardiyanların saldırısına uğradı.

Saldırıya karşı kol kola girerek direnen tutsakların vücudunda darp izleri ve ağrılar olduğu ifade edildi.

Dersim’de saldırılara karşı mücadele vurgusu Hapishanelerde yaşanan saldırılar üzerine basın açıklaması yapan DHF Dersim örgütlülüğü, Seyit Rıza Meydanı’na yürüyerek devrimci tutsaklarla dayanışmayı büyütme çağrısı yaptı. Yürüyüş sırasında kitle, "Devrimci tutsaklar onurumuzdur" , "İçeride dışarıda hücreleri parçala" , "Devrimci tutsaklar yalnız değildir" ," Yaşasın devrimci dayanışma" sloganlarını attı. Seyit Rıza Meydanı’nda yapılan basın açıklamasında hakim sınıfların devrimci tutsaklar üzerinde baskı kurmaya çalıştığına dikkat çekilerek keyfi uygulamalarla tutsaklara yönelik saldırıların sürdürüldüğüne değinildi. Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “En son olarak DHF'li tutsak Evrim Konak keyfi uygulamalara karşı gösterdiği tavır sonucu darp edildi. Ve birçok yerde aynı uygulamalar artarak devam ederken, devrimci tutsaklar sindirilmek isteniyor. Devrimcilere, sosyalistlere ve yurtseverlere yönelik çok yönlü baskı politikaları uygulanmaktadır. Bu baskı politikaları dönem dönem toplu katliamlarla, faili meçhul cinayetlerle, düzmece iddianamelerle devrimcilerin, sosyalistlerin ve yurtseverlerin karşısına çıkmaktadır. 80'li ve 90'lı yıllarda devrimcileri toplu katliamlarla infaz etmeye çalışan devlet, devrimcileri bitirmeye çalıştı. Tecrit politikalarına karşı direnen sosyalistler, komünistler ve yoldaşlarımız işkencelerle bastırılmaya çalışılıyor. Buradan beyan edelim ki devrimcilerin mücadelesini Ulucanlar’da bitiremediler, 19-22 Aralık Katliamı’nda bitiremediler. Mazlum Doğan'ın ve İbrahim Kaypakkaya'nın yoldaşları dün nasıl faşizme kök söktürdüyse bugün de Kaypakkaya'nın yoldaşları faşizme kök söktürecek-

tir. DHF olarak Dersim'den beyan edelim; Her türlü baskı politikasına karşı devrimci meşru mücadelemizi ileri bir noktaya taşıyacağız.”

Yurtseverlere yönelik saldırılar asla kabul edilemez! Açıklamanın ardından BDP il başkanı söz alarak şunları söyledi: “Kemalist zihniyet ve egemenler zindanlarda devrimcilere baskı uygulayarak onları sindirmeye çalışıyor. Devrimci mücadele ve devrimci yaşam, hayatın her alanında süren bir mücadeledir. İçeride-dışarıda devrimci irade cezalandırılarak asla teslim alınamaz. Dün nasıl teslim alamadıysanız, bugün de teslim alamayacaksınız! Bu halkın bağrından her zaman İbrahim Kaypakkayalar, Mazlum Doğanlar ve14 Temmuz direnişçileri çıkmıştır-çıkacaktır. Bir yanda devlet çeteleri ve Hizbullahçıları tahliye ederken, öte yandan devrimcilere ve yurtseverlere yapılan saldırılar devam ediyor. Bu saldırıları asla kabul edemeyeceğimizi buradan bildiriyoruz.”

Tutsaklarla dayanışmayı büyütmeliyiz! Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel de söz alarak şunları söyledi: “Halkın evlatlarını pervasızca sokaklarda öldüren bu zihniyet, baskılarını egemen kılmaya çalışıyor. Bu düzene karşı mücadele eden devrimcilerin pervasızca gözaltına alınması ve tutsaklarımıza yönelik yapılan saldırıların en üst boyutlara ulaşması bundandır. Sosyalistler ve yurtseverler olarak biz de Mazgirt halkı ve şahsım adına işkencecilere karşı mücadele edeceğimizi buradan beyan ediyoruz.” Yapılan eyleme BDP, Halk Cephesi ve EMEP destek verdi.


1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

‘Kadrolar şavaş içerisinde yetişir’

05

UFUK ÇİZGİSİ

DEVRİMCİ KARAKTERDEKİ HER TUTUM VE EYLEMİ SELAMLIYORUZ! osyalist Halk Savaşı Stratejisinin silahlı kuvvetleri HKO gerilla güçleriyle şehir gerillası olan PHG güçleri MKP 3. Kongresini selamlayan mütevazı eylemleriyle birlikte, Gezi Direnişi/Haziran Ayaklanması, Berkin Elvan protestoları, parti ve devrim şehitleri anma etkinliklerinde bir dizi eylem gerçekleştirdi. Bu eylemler yapıldıkları tarihlerde basına yansıdığı için yeniden anlatmaya gerek yok. Geçmeden belirtelim ki, gerilla ve militanların gerçekleştirdiği eylemleri coşkuyla karşılarken, eylem kuvvetlerini aynı coşkuyla selamlıyoruz. Bu eylemler askeri düzeyleri açısından elbette abartılacak eylem nitelikleri değildir. Yani bu eylemler vesilesiyle övünüp, ‘çok ciddi eylemler gerçekleştirdik’ havalarına girmeye tabii ki gerek yok. Zaten bu eylemleri askeri özellikleri açısından olmak kaydıyla gereğinden fazla abartmak ciddi eylemlere yönelmenin önünde objektif bir engel rolü görür veya ciddi askeri eylemleri bir bakıma anlamsızlaştırır. Ancak birçoğunun burun kıvırarak küçümsediği bu eylemler birçok açıdan anlamlı ve bir o kadar da önemlidir. Neden önemli ve anlamlıdır, askeri açıdan görece zayıf diyebileceğimiz bu eylemler. Birincisi; Tasfiyeci yasalcı reformizmin devir alarak yol aldığı, buna koşut olarak örgütlü devrimci hareketin bu akım karşısında aldığı darbe ve yaralanmalara karşın, bu şartlarda silahlı tarz ve çizgide militan devrimci duruş ya da çizgi zemininde küçük / büyük eylemde bulunmak, reformist tasfiyeciliğe yanıt anlamı taşıdığı gibi, eylemlerin siyasi niteliği yani devrimci özde olmaları son derece anlamlı ve değerlidir. Varsın büyük eylem adamları küçümseye dursunlar… Varsın kurutulmak istenen bozkıra su serperek ıslatmayı görev bilsinler onlar… Biz halkın mantığına uygun davranmaya devam edeceğiz. Küçükten büyüğe doğru ilerleyeceğiz. Varsın istismarcılar, bezirganlar ve simsarlar gibi kötülesin bizleri, bizler görevlerimizi yapmaya devam edeceğiz, küçük eylemlerle de olsa… İkincisi: Birincisine bağlı olarak, bu eylemler tavır-tutum anlamında değerli ve anlamlıdır. Evet ciddi eylemler gerçekleştirmek için yeterli güçlerimiz olmayabilir ya da mevcut güçlerimizle ciddi eylemler gerçekleştiremeyebiliriz. Bunu yapamadığımız için katliamlar karşısında sessiz mi kalacağız? Ciddi eylemler gerçekleştirme gücümüz yok diye zulüm ve baskı karşı-

S

27 Haziran 2011 tarihinde Ovacık’ta şehit düşen 3 MKP/HKO gerillası Ozan Derman, Abidin Demir ve İsmail Perktaş, Dersim’de bulunan mezarları başında anıldı Dersim’in Ovacık İlçesi'nde 27 Haziran 2011 tarihinde MKP gerillalarıyla T.C askerleri arasında yaşanan çatışmada ölümsüzleşen Ozan Derman, Abidin Demir ve İsmail Perktaş ölümsüzlüklerinin üçüncü yılında mezarları başında anıldı. Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) tarafından düzenlenen anma etkinliği Ozan Derman ve İsmail Perktaş'ın mezarı başında gerçekleştirildi. Mezara doğru yürüyüşe geçen kitle “Gerillalar ölmez yaşasın halk savaşı" , “Anaların öfkesi katilleri boğacak” , “Devrim şehitleri ölümsüzdür” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , "Ozan Derman, İsmail Perktaş, Abidin Demir yaşıyor” sloganları attı.

‘Onlara şekil veren Kaypakkayacı duruşun ideolojisidir’ Anma 3’ler şahsında tüm dünya ve coğrafyamız devrim ve demokrasi şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından YDAB adına yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Savaşın karşılıklı bedeller ödeme yasası nedeniyle, 2011 Haziran ayında Ozan Derman, İsmail Perktaş ve Abidin Demir sonsuzluğa uğurlandı. Em-

peryalistlerin ve onların yerli taşeronlarının topyekün saldırılarıyla devrimi tasfiye etmek istediği günümüz şartlarında, her zamankinden daha geçerli ve yaşamsal bir mevzi olarak, şehitlerimizin tarihsel çağrısını anlamak elzemdir! Şehitlerimizi anmak demek, sınıf savaşında MLM biliminin silahını kuşanıp cesaretle yürümekten geçerken, bu tarihsel kavgada saf tutmak ise insanlığın ertelenemez görevidir. Şehitlerimiz devrim davasına yıllarını vermiş ve büyük sınamalardan geçmiş devrimciler ve komünistlerdi. Onlara şekil veren Kaypakkayacı duruşun ideolojisi, kültürü ve ruhudur. Herkesin devrimci mücadeleye sırtını çevirdiği koşullarda, yoldaşlarımız ülkedeki ve dünyadaki sınıf mücadelesine yön vererek umutsuzluğu ve karamsarlığı parçalamanın zaferiydi. Lafla gemi yürümez. Unutmayalım; kadrolar devrimci savaşın içerisinde yetişir.” Basın açıklamasında umutsuzluk ve karamsarlığa düşmeden, halkın örgütlü gücünü yaratarak devrimin ertelenemez görevlerini yüklenmek için mücadele vurgusu yapıldı. Ardından şiirler okunarak sloganlarla anma eylemi sonlandırıldı. Mazgirt’te toprağa verilen Abidin Demir’in mezar anması ise 29 Haziran tarihinde Güneşdere köyünde yapıldı. Kavgada ısrar çağrısı yapılan anma, atılan sloganlar ve okunan şiirlerin ardından sona erdi.

Yüreğimde mavi ve yeşile büyük bir tutku var. Mavi; Gökyüzünün taşıdığı o eşşiz özgürlük rengi, gerillanın düşlerinin resmi. Yeşil; Kürdistintan’ın o uçsuz bucaksız ormanlarının cümbüşü, gerillanın kamuflajı. Ali (Gürkan) ÇELİK Dağlarımızın yiğit gerillası Ali yoldaş seni ve düşlerini yaşatacağız.

≫ bakış can

sında sessiz mi kalacağız? Her şey maddi güç veya somut kazanım değildir. Örneğin bir partinin programı, o partinin niteliği hakkında tayin edici unsurlardandır. Ama program son tahlilde teorik bir belgedir, bir irade beyanıdır, bir anlamda bir doğrultunun tarifidir. Dolayısıyla kendi başına bir eylem, bir pratik, somut-maddi bir güç değildir. Özcesi somut bir kazanım vb olmasa da bir irade beyanı, bir tutum, bir yönelim olarak anlamlı ve önemlidir. Anlaşılmaktadır ki, her şey maddi güç, kazanım vb vs değildir. İrade, yönelim, tavır-tutum da önemlidir. Pratik eylem kadar olmasa da program da önemlidir ve hatta yaşamsal değerdedir. Bütün mesele şu; ciddi eylemler yapamasak da, bir tavır-tutum anlamında sergilediğimiz küçük pratikler hem önemli, hem de değerlidir. O halde HKO ve PHG güçlerinin yaptığı mütevazı eylemler de bu açılardan (tavır-tutum ve silahlı devrimci çizgi duruşu açısından), anlamlı ve değerlidir. İnanıyoruz ki, 3. Kongre çizgimize uygun olarak konumlanan HKO ve PHG kuvvetleri, maceracı hatta itibar etmeden, aynı şekilde 3. Kongre yönelimine paralel çizgi izleyip aceleciliğe de düşmeden, askeri nitelik ve görev endeksli konumlanışlarına uygun pozisyon alarak, devrim umudunu büyüterek ilerleyecektir. Her türden tasfiyeciliğe, bilumum köstek ve yabancılaşmaya en iyi ve en güçlü yanıt kuşkusuz ki silahların dilinden yükselecektir. 3. Kongre çizgisini takip eden silahlı kuvvetlerimiz her türden gayri ahlakiliğe, tasfiyeci hortlağın her kılıflısına, yasalcı reformist cesede ve tüm gereksizler toplamına yanıt vermekle birlikte, komprador tekelci burjuvazinin yönelimine de devrimci temelde yanıt olacaktır. Silahlı güçlerimiz kendisinin adını burjuva emeller için kullananlara dur diyecektir. Onlar ipe un sere dursunlar, bizim sınıf düşmanlarımızla görülecek hesabımız var! Bu hesaplaşmada arkadan çelmelere de, cepheden mücadelelere de, yalan limanına sığınanlar tarafından karalanmaya da hazırız. Bunu sınıflar mücadelesinin bir türevi ve hatta ta kendisi olarak telakki ediyoruz. Bugün ‘küçük’ olmamız, sadece yarın büyüyeceğimizin vesilesi olabilir. Bugün güçsüz ve zayıfız, yarın güçleneceğiz. HKO ve PHG bugün örgütsel bakımdan zayıf, güçsüz ve görece küçüktür. Yarın büyük bir ordu, büyük bir silahlı kuvvete dönecek. Bundan kuşku duyanlar güçlenmeyi duayla mümkün gören budalalar olabilir…


06 haber yorum

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

Ortadoğu’da kaos ve Bağımsız

Bütün ezilen ve sömürülenlerin doğru- devrimci önderlikler altında kendi kaderini tayin etmediği ya da kendi kaderini doğrudan eline almadığı sürece mevcut zulmün ve sömürünün sadece farklı biçimler altında ama kesintisiz bir şekilde devam edeceği açıktır Ortadoğu tam bir kaos hali yaşıyor. Emperyalist- kapitalist dünya sisteminin yaratıp derinleştirdiği çelişkiler Ortadoğu’nun her bir parçasını gerici savaşların, emperyalist talan ile rantın ve emperyalist oyunların önemli bir merkezi haline getirmiş durumdadır.Yoksul halklar bu gerici oyunlar altında katliamlardan geçirilip büyük acılara boğulmaktadır. Ortadoğu petrolleri adeta halkların kanıyla renklendi. Adeta emperyalist strateji ve kapışmaların deneme merkezi olan Ortadoğu coğrafyası, mazlum ulus ve halkların da merkezi durumundadır. Sömürü düzeninin kendi gerici iktidarlarının bekası için başvurduğu yöntem ve araçlar her türlü vahşet, zulüm ve barbarlıkla birleşerek dünya halkları ve ezilen uluslarına kan kusturmaktadır. Bu barbar düzenin kendisini en bariz şekilde var ettiği ve insanlığın akıl almaz acılara sürüklendiği bölgelerin başında ise Ortadoğu gelmektedir. Ortadoğu; bağrında taşıdığı sınıfsal, ekonomik, etnik, dini, tarih-

sel, kültürel, sosyal ve diğer birçok çelişkiyle beraber sahip olduğu zengin doğal kaynakları ve stratejik konumuyla öteden beri emperyalist kapitalist sistem ve uşak iktidarların iştahını kabartmaktadır. Özellikle petrol ve doğalgaz rezervleri nedeniyle başta ABD olmak üzere bütün emperyalist kapitalist güçlerin Ortadoğu üzerinde özel planlar- projeler yapmasına ve çeşitli oyunları- politikalar sahnelemesine sebep olmaktadır. Son yüzyıllık süreçte Ortadoğu sürekli bir çelişki, istikrarsızlık, savaş, katliam, zulüm ve baskının önemli bir merkezi olarak ele alınıp buna uygun politikalar geliştirilmektedir. Emperyalist kapitalist dünya sisteminin aktüel olarak Afganistan, Irak, Libya, Suriye örnekleri ortaya konulmaya çalışılan oyunların somut ve canlı resimleridir. Bu tablo içerisinde Kürt ulusu ise kaderi emperyalistlerin bizzat kararıyla gerici komprador iktidarlar tarafından elinden alınmış, her türlü inkar, imha, asimilasyon, sömürü ve zulmün muhatabı olan mazlum bir pozisyondadır. Mezopotamyanın kadim topluluklarından ve uluslarından biri olarak Kürt ulusunun çoraklaştırılmasıdır bu durum. Emperyalist güçler ve uşak iktidarları tarafından tarihi haksızlığa uğratılarak dörde parçalanan ve her bir parçada yoğun bir inkar, imha ve asimilasyon eşliğindeki zulüm cenderesinde yaşayan Kürt ulusunun kendi kaderini eline alıp tayin etmesi, bağımsız bir devlet kurma hakkını kullanması ve bunun da hangi yönde(ayrı bir devlet kurma yada bir arada bulunma vb) kullanacağına yö-

nelik bir irade ortaya koyması, daha ilk baştan itibaren olduğu gibi tartışmasız bir şekilde bugün de oldukça aktüel ve gerçekçi somut bir durumdur. Bölgemizde son dönemlerde yoğunlaşarak devam eden çelişki ve çatışmaların tümüne diyalektik ve tarihsel materyalizme uygun olarak sınıfsal bir penceren bakıp, doğru bilimsel analizlerde bulunmak ve komünist- devrimci bir tavır takınmak elzemdir. Emperyalistler ve işbirlikçi- komprador gerici iktidarların yaşanan her bir olay ve olguya kendi ekonomik politik çıkarları gereği, halkların ve ezilen ulusların zararına bir şekilde tavır takınıp, pozisyon alacağı pratikle sabit olan bir gerçekliktir. Son günlerde gündemi meşgül eden Bağımsız Kürdistan tartışmalarına dair de komünist- devrimcilerin net tavır takınıp, uygun pozisyon alması gerekmektedir. Bu minvalde yaşanan tartışmalara ilişkin birkaç hususa vurgu yapmak isteriz.

Güney Kürdistan’da bağımsızlık tartışmaları Irak, emperyalist işgal sonrası daha fazla bir yıkım yaşayarak akbabaların kanlı pençesinde ‘bilinmezliğin’ girdabına sürülmüş, amiyane deyimle can pazarına dönmüş durumdadır. ABD emperyalizminin sözde ‘demokrasi- özgürlük‘ götürdüğü Irak, Ortadoğu ekseninde eskiden beri kan ve zulümle anılır bir durumdadır. İşgalin akabinde Irak’ta bugün fiili olarak üç farklı devlet gerçekliği söz konusudur. Kürt, Şii ve Sunni Arap bölgeleri merkezli

oluşan bu fiili durum bugün birbirinden bağımsız üç ayrı devletin kurulma sürecine doğru gitmektedir. Bu gidişat esasta kendiliğinden ya da kendi dinamikleri üzerinden şekillenen bir realite değildir. Söz konusu olan gerek kendi dinamik gerçekliği gerekse de dünya sahnesi içerisinde bir şekillenme durumudur. Tabii ki emperyalist blokların oynanan oyunları da bu süreçte önemli unsurdur. Suriye’de son dört yıldır yaşananlar ortadadır. Bugün IŞİD üzerinden gelişen somut gerçeklik ortadadır. Yirminci yüzyılın ilk başlarında emperyalist güçlerin Ortadoğu’ya yönelik parçalama politikaları üzerinden gelişmelerin bugünlere kadar gelen tarihi haksızlıkları ortadadır. Sünni Arapların da bir realite olduğu bu temelde anlaşılmalıdır. Yaşananlar elbette emekçi halk kitlelerinin kendi kaderi asla değildir. Emperyalistlerin ve komprador- işbirlikçi gerici iktidarların yarattığı vahşi bir cenderedir. Bu cendere içerisinden bütün ezilen ve sömürülenlerin doğru- devrimci önderlikler altında kendi kaderlerini tayin etmediği ya da kendi kaderlerini doğrudan ellerine almadığı sürece mevcut zulmün ve sömürünün sadece farklı biçimler altında ama kesintisiz bir şekilde devam edeceği açıktır. Suriye’de BAAS rejimine karşı sözde demokrasi, İslam vb argümanlar eşliğindeki taleplerle ortaya çıkan ve kendilerine çeşitli isimler takan ÖSO, El Nusra, IŞİD ve diğer bazı örgütlenmelerin hayata geçirdiği politikalar öz olarak neyin hedeflendiğinin, kime hizmet edildiğinin de resmidir. Keza Irak’ta yine IŞİD


1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

07

Kürdistan... eliyle hayata geçirilen politikalar tam bir vahşet ve barbarlık örneğidir. Irak’ın mevcut kaotik ortamında son günlerde gündeme oturan en önemli başlıklardan birisi de Güney Kürdistan’da bağımsızlık konusudur. Bölgesel Kürt Yönetimi ile Irak hükümeti arasında son yıllarda petrol satışı ve bu satıştan elde edilen karın paylaşılması, Irak işgaliyle ortaya çıkan yeni statüko kapsamında yapılan anlaşmanın süresinin dolması konularında ortaya çıkan çelişkili durum ve yaşanan gerginlik süreci IŞİD’ in Irak’ta başta Musul olmak üzere önemli bazı merkezleri ele geçirip, Bağdat kapılarına dayanması ve Kerkük’ün Bölgesel Kürt Yönetimi kontrolüne girmesi sonucunda bağımsızlık tartışmaları hız kazanmış durumdadır. Mesut Barzani’nin mevcut durumda Merkezi Irak hükümetiyle birlikte yaşamanın bir anlamının kalmadığı ve Bağımsız Kürdistan için zamanın geldiğini belirterek birkaç ay içerisinde referanduma gidileceğini ifade etmesi ise tartışmayı daha da alevlendirdi. Barzani’nin yaptığı açıklamalar ve akabinde başta ABD, İngiltere gibi emperyalist merkezlerin olduğu birçok devletle diplomatik görüşmeler gerçekleştirmesi yine ABD, Rusya, İsrail, İran gibi ülkelerin mevcut tartışmaya dair peşi sıra açıklamalar gerçekleştirmesi önümüzdeki dönemde Güney Kürdistan’ın atacağı adımlarında işaretlerini veriyor. Irak’taki mevcut durum, İran’ın bu ülke üzerindeki etki ve çıkarları, ABD merkezli batı emperyalizminin Suriye’de iflas eden politikaları ve bir dizi önemli başka sebepten dolayı Irak’ın parçalanarak üç ayrı devlet şeklinde örgülenmesini aktüel bir mesele olarak gündeme getirmektedir. Barzani önderliğindeki Özerk Güney Kürdistan yönetiminin başta ABD emperyalizmi ve faşist TC devletiyle geliştirdiği ilişkiler ve işbirlikçilik durumu bu coğrafyada kurulacak olan bağımsız bir Kürt devletine birçok emperyalist- kapitalist merkez ve işbirlikçikomprador iktidarların onay vereceği anlamına geliyor. Siyonist İsrail’in bağımsız bir Kürdistan’ın kaçınılmaz olduğunu ifade etmesi, TC bakanlarından H. Çelik’in‚ Kürtlerin mevcut kaos durumunda kaderlerini kendilerinin belirlemelerinin saygı duyacakları yönünde açıklamaları ve yine ABD ve diğer bazı ülkelerin bağımsız Kürdistan gerçekliğine dair peşi sıra gerçekleştirdikleri açıklamalar, Barzani hükümeti

tarafından yürütülen diplomatik çalışmaların niteliğine de işaret etmektedir. Özcesi Güney Kürdistan’da Kürt ulusunun kendi kaderini tayin edip bağımsız bir Kürt devleti kurma gerçekliği kapıdadır. Kurulacak olan Güney Kürdistan devletinin mevcut yönetimden nitelik olarak herhangi bir farkı olmayacaktır. Kurulan Kürt devleti de emperyalizme bağımlılık çerçevesinde gerici bir öze sahip olma durumunu devam ettirecektir. Bugünkü mevcut Barzani iktidarına baktığımızda yarın nasıl bir devlet gerçekliğiyle karşılaşacağımızın da önemli bir kanıtıdır. Açık ki Güney Kürdistan’daki Kürt ulusal hareketleri esasta emperyalist kapitalist sistemden köklü kopamamakta ve hatta böyle bir sistemin önemli bir parçası olarak işlev görmektedir. Kendilerine biçilen roller de bu çerçevede olmaktadır. Neki burada söz konusu olan, kurulacak devletin niteliğinden öte kendi kaderini tayin hakkı elinden alınmış Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin etme gerçekliğidir. Bu gerçeklik arzu ettiğimiz ya da istediğimiz türden bir niteliğe işaret etmeyebilir, hatta tümden gerici ve zorba bir öze de sahip olabilir. Nitekim, mevcut gerici niteliği de bilinmektedir. Fakat komünist- devrimcilerin ulusal sorunda ulusun kendi kaderini tayin etme hakkına dair anlayış ve duruşları kurucu komünist önder İbrahim Kaypakkaya‘dan bu yana nettir ve komünistlerin bir ayrım çizgisi olarak da önemli ve temel bir görüşünü ihtiva etmektedir. Kürt ulusu ve Kürdistan sorununa dair Sosyalist Cumhuriyetler Programımız ve onun da içerisinde özgün ve somut durumuyla ilgili olarak güncelde ifadesini bulan alt program kapsamında çözüm önerimiz gayet net bir şekilde ifade edildi. Dört parçada lokal olarak gelişen her bir hareketin komünist- devrimciler tarafından en iyi şekilde analiz edilip, pozisyon alınması şarttır. Mevcut durumda Rojava’da ortaya çıkan ilerici durumla Güney’de yaşanan gerici önderlik arasında net bir çizgi çekilmelidir. Bu minvalde mevcut gerçekliğe müdahale ederken dört parçadaki her bir irade sahibi Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını savunurken, tarihi haksızlığa uğrayan dört parçanın güncelde güçlü birleşme ihtimaline yönelik olarak da Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan şiarı ve bayrağını dört parçada temsil etmek önümüzdeki aktüel görevdir.

YÖNELİM

≫ kazım cihan

CUMHURA CUMHURSUZ SEÇİM OYUNLARI! ürkiye-Kuzey Kürdistan’da Ağustos ayında gerçekleştirilecek tekçi faşist Türk devletinin başının kim olacağına yönelik cumhurbaşkanlığı seçimler süreci yeni ayrışma ve netleşmelerle devam etmektedir. Gerçekten cumhurun çıkarlarını temsil eden bir önderliğin tesisi midir yapılmak istenen? Yani gerçekten halkın çıkarlarını savunanlar ile halk düşmanlarının yarışacağı ve devletin de bu çerçevede kimin tarafından tesis edileceğinin doğrudan ya da dolaylı olarak halka sorulacağı bir seçim durumu mudur söz konusu olan? Kesinlikle hayır. Tüm burjuva seçimlerinin biçimsel içeriklerinin ötesinde bu seçim onlarla kıyaslanamayacak ölçüde tam bir komedi ve tam bir burjuva orta oyunudur. Durum şudur; faşist diktatörlüğün tekçi egemenlik sisteminin yürütülmesinin başına egemen sınıf kliklerinden hangi adayın getirileceği meselesidir tertiplenen. Elbette burada dost güçler içerisinde değerlendirdiğimiz HDP’nin de bir adayı vardır. Bu aday kesinlikle halk kapsamı dahilindedir. Ancak biz Maoist Komünistlerin itirazı söz konusudur.Yukarıda tam da bahsettiğimiz tekçi devletin meşrulaştırılmaması gerekirken, bu seçim oyununa dahil olmak açıktır ki devletin demokrasi maskesine objektif olarak hizmet edecektir. Bu açıdan adaylar arasında ayırım yaparken, Maoist Komünistlerin boykot ettiği tam da bir seçim oyunu ve aldatmacısıdır. Kaldı ki bu seçimler parlamento ya da yerel seçimlerle de aynı şekilde ele alınıp tasavvur edilemez. Parlamentodan yararlanma ve bu vesileyle seçimlere girip girmeme tamamıyla taktik bir sorundur. Kaldı ki bu taktik soruna katılım gösterildiği süreçlerde kendi bağımsız ideolojik ve siyasi duruşumuzla mevzilenme, kazanma durumunda da yine aynı şekilde muhalif ve kendi politik iktidar perspektifini muhafaza ve savunma pozisyonunda kalınabilmektedir. Ancak burada tartışılamaz ve hiçbir şekilde değiştirilemez bir devletin temsilcisinin kim olacağı sorulacak ve seçilecektir. Böyle bir devletin başına adı ne olursa olsun gelecek her isim, faşist devletin cilalanmasının ötesinde hiçbir hükmü olmayan bir örtü görevinden öteye gidemeyecektir. Kaldı ki Türk Sünni egemenlik sis-

T

teminin bu seçimlerde Kemalist faşist bir rakibi bile yoktur. Ekmeleddin ve Tayyip, aynı davanın ve aynı tarihin iki figürüdür. CHP- MHP faşist partilerinin baştan itibaren iflasını ilan ettikleri bir gerçekliktir. Ki büyük ihtimalle tekçi faşist Erdoğan hegemonyasının tasdikinden ibaret olacak bu seçim, sonu belli olmayan bir macera durumu da göstermemektedir. Torbalı ‘hukuk devleti’nin Erdoğan markası bir hilafet krallığı gibi bu seçimlerde onaylatılmak istenmektedir. Selefi kardeşleriyle fetihçi strateji “Rabia” vizyonuyla tek millet- bayrakvatan devletini Kemalistlerle zorunlu ittifak temelinde yeniden tanzim etme yönelimiyle sahnededir. Yürüyen, dinci muhafazakar bir İttihatçılıktır. Ayakkabı kutuları, havuzlu rüşvet, yolsuzluk ekonomisinin sıfırlanmaya çalışılan paraları, ezilenler için Soma mezarlığı kararlılığının ifadesidir. Sorulan da şudur; buyrun seçin. Şimdi, “sorumsuz cumhurbaşkanı” hukuki güvencesiyle, başbakanlık da dahil tüm mevzilerin Erdoğan tekeline dahil edilmesi operasyonuna ileri kitlelerin ciddi bir itirazları da vardır. Bu itirazlarla birleşecek doğru çizgi boykottur. IŞİD geçişlerine istasyon şefi olan T.C. sadece lojistik değil savaş organizatörlüğüyle de suçüstü yakalanmıştır. Böyle bir gerçeklikte seçime “halkçı- demokrat” vs bir taraf olarak girdiklerini söyleyen dostlarımız, büyük bir yanılsama içerisindedir. Devlet kurma hakkı, tüm ezilen ulusların ve tam hak eşitliği tüm milliyetlerin tartışılamaz hakkıdır. Maoist Komünistler, merkez ve uyruk milletler perspektifini kararlılıkla reddeder. Resmi her bir millet, dil, tarih, düşünce, inanç, bayrak ayrıcalığını ve tekelini reddeder. Parçalanmış Kürdistan gerçekliğinde “ben her parçanın çerçevesinde devlet sınırlarına itiraz etmiyorum’’ diyen Kürt milli iradesine ipotek koyan bütün hegemonyalara karşı çıkar. Soma işçisinin, Roboski’nin Kürt çığlığının, Türkiye- Kuzey Kürdistan’ın ve dünya kadının, ezilen inançların zındık görülerek kıyımına karşı ezilen ve emekçi her toplumun eşit, özgür ve gönüllü birliğini yükselten proleter enternasyonalist bayrağıyla bu seçimlerde boykot perspektifiyle varız var olacağız.


08 emek haber

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

Torba Yasa Meclisten geçti

45 kanunda düzenleme yapan Torba Yasa, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi. Buna göre Somalı madenciler, taşeron sistemi ve vergi cezalarının yeniden yapılandırılması değişiklikleri Torba Yasa içerisinde yeniden düzenlenirken, işçilere ve emekçilere yine güvence verilmedi Soma’daki maden katliamının ardından maden çalışanlarına yönelik düzenlemelerin de eklendiği Torba kanun tasarısı , 60 maddeyle başlamış ancak önergelerle 150 maddeye kadar ulaşmıştı. Tasarı, maden çalışanlarına yönelik düzenlemelerin yanı sıra, taşeron işçiler, kamu alacaklarının yapılandırılması, eğitim sistemi, özelleştirme ve kentsel dönüşümün yanı sıra bir çok alanda da düzenlemeler getiriyor.

Yer altında çalışan işçilere yine güvence yok Yasa, ağır çalışma koşulları içeren madencilikte taşeron çalışmayı yasal hale getiriyor. Bununla da yetinilmeyerek, maden işçilerinin olası ‘kazalarda’ yaşamlarını güvenceye alacak “yaşam odaları”nın zorunlu hale getirilmesi için verilen öneri, AKP’nin karşı çıkmasıyla reddedildi. Zorunlu ve olağanüstü çalışılması gereken durumlar dışında, yeraltı maden işlerinde çalışanlara fazla çalışma yaptırılamayacak. Ancak tasarıda “zorunlu ve olağanüstü çalışılması gereken” durumların neler olduğu konusunda bir açıklık getirilmedi.

Taşeron çalışmada değişim yok Aylarca taşeron işçilere müjde olarak servis edilen Torba Yasa içerisinden ne güvenceli iş ne de kazanılmış davaların gereği olan kadro uygulaması çıkmadı. İdarelerce istihdam edi-

len personelin yeterli nitelik veya sayıda olmaması halinde personel çalıştırılmasına dayalı yardımcı işlere ilişkin hizmetler için ihaleye çıkılabilecek. Bu kapsamda ihaleye çıkılabilecek yardımcı işlere ilişkin hizmet türlerini ayrı ayrı veya birlikte belirlemeye; işçi, işveren, memur konfederasyonları, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı ve Devlet Personel Başkanlığı’nın görüşü ve Maliye Bakanlığı’nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu yetkili olacak. Tasarıyla, kıdem tazminatına ilişkin düzenlemeler de yapılıyor. Buna göre, alt işverenin değişip değişmediğine bakılmaksızın, aralıksız olarak aynı kamu kurum veya kuruluşuna ait iş yerlerinde çalışmış olanların, bu şekildeki çalışma sürelerine ilişkin kıdem tazminatına esas hizmet süreleri, aynı kamu kurum veya kuruluşuna ait iş yerlerinde geçen toplam çalışma süreleri esas alınarak tespit edilecek.

Ev işçilerine yarı sigorta Ev hizmetlerinde aynı kişi yanında ay içinde 10 günden az çalışanlar adına günlük kazanç alt sınırının yüzde 2′si oranında iş ‘kazası’ ve meslek hastalığı sigortası primi çalıştıranlar tarafından ödenecek. Bu kişiler hakkında hastalık sigortası hükümleri uygulanmayacak. Bu kişiler, emeklilik ve genel sağlık sigortası primlerini istemeleri halinde sigorta pirimlerini kendileri yatıracak. Ödenmesi gerekn süre içinde ödenmeyen primin ödenme hakkı düşecek. Ev hizmetlerinde bir kişiyi ayda 10 günden az çalıştıranlar işveren sayılmayacak. İş ‘kazası’ ve meslek hastalığı durumlarında, birisini ev hizmetinde çalıştıranlar işverenlerin yükümlülüklerinden muaf olacak. Ev hizmetinde 10 günden fazla çalışanlar, “hizmet akdiyle bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar” kapsamında sigortalı yapılacak. Sigorta bildirimini en geç çalışmanın geçtiği ayın sonuna kadar yapmayan işverene asgari ücret tutarında ceza kesilecek.

Yabancı işçiye süresiz çalışma izni Yabancı işçi çalıştırmanın önünü açacak bu maddeyle, işgücü piyasasında rekabet artırılarak güvencesiz çalıştırma, düşük ücretle çalıştırma yaygınlaştırılacak. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu uyarınca uzun dönem ikamet iznine sahip olanlara da süresiz çalışma izni verilebilecek. Yabancıların, süresiz çalışma izni alabilmesi için toplam 6 yıllık kanuni çalışma süresi, 8 yıla çıkarılıyor.11 Nisan 2014′ten önce süresiz çalışma izni verilen yabancıların hakları saklı kalacak. Süresiz çalışma izni verilen yabancılar, kanunda belirtilen uzun dönem ikamet izninin sağladığı haklardan yararlanacak. Harçlar Kanunu’nda “ikamet tezkeresinin harçsız olarak verildiği yabancıları” içeren maddeye, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca süresiz çalışma izni verilenler de eklendi.

Vergi cezaları silinmiyor Tasarıda, AKP’nin verdiği önergeyle önemli bir değişiklik yapıldı. Buna göre, vergi aslına bağlı vergi cezaları tam olarak tahsil edilecek. Tasarıda, vergi aslına bağlı vergi cezalarının silinmesi öngörülüyordu ancak kabul edilen önergeyle, vergi aslına bağlı vergi cezalarının affından vazgeçildi. Böylece vergi cezalarının silinmesi söz konusu olmayacak, vergi asıllarının tamamı ile cezaların tamamı yeniden yapılandırma kapsamında tahsil edilecek.

Azami 18 taksitle ödenecek Bu hükümlerden yararlanmak isteyen borçluların maddede belirtilen şartların yanı sıra dava açmamaları, açılmış davalardan vazgeçmesi ve kanun yollarına başvurmaması şartı aranacak. Bu hükümlerden yararlanmak isteyen borçluların, kanunun yayımlandığı tarihi izleyen ikinci ayın sonuna kadar başvuruda bulunması ve madde kapsamında ödenecek tutar-

ları, ilk taksidi bu kanunun yayımlandığı tarihi izleyen üçüncü aydan başlamak üzere ikişer aylık dönemler halinde azami 18 eşit taksitte ödemeleri gerekecek. Bu madde hükümlerine göre hesaplanan tutarın; ilk taksit ödeme süresi içerisinde tamamen ödenmesi halinde, bu tutara kanunun yayımlandığı tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için herhangi bir faiz uygulanmayacak. Taksitle ödenmek istenmesi halinde borçluların başvuru sırasında 6, 9, 12 veya 18 eşit taksitte ödeme seçeneklerinden birini tercih etmeleri gerekecek.

Havacılık ve denizcilikte iş güvenliği yok Son eklenen maddelerle yasa, “şirketlerin uluslararası alanda rekabet gücünü artırmak” gerekçesiyle, havacılık ve denizcilik alanında çalışan işçilerin iş güvenliğini de ortadan kaldırıyor. Buna göre şu faaliyetler iş güvenliği ve sağlığı kapsamı dışında tutuluyor: “Fabrika, bakım merkezi, dikimevi ve benzeri işyerlerindekiler hariç Türk Silahlı Kuvvetleri, genel kolluk kuvvetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı’nın faaliyetleri. Afet ve acil durum birimlerinin müdahale faaliyetleri, ev hizmetleri, çalışan istihdam etmeksizin kendi nam ve hesabına mal ve hizmet üretimi yapanlarla hükümlü ve tutuklulara yönelik infaz hizmetleri sırasında, iyileştirme kapsamında yapılan işyurdu, eğitim, güvenlik ve meslek edindirme faaliyetleri.” Hükümet bu maddeye şu fıkranın da eklenmesi için önerge verirken bu önerge de kabul edildi: “Uluslararası denizyolu ve havayolu taşımacılığı yapan araçların seyrüsefer halleri.” Buna göre havayolu ve denizyolu çalışanları artık iş güvenliği ve sağlığı kapsamında ele alınmayacak.


1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

SÜTAŞ işçileri direnişi büyütüyor Sendikal çalışma yürüttükleri için işten atılan SÜTAŞ işçileri direnişe devam ediyor. sendikalar SÜTAŞ ürünlerini boykot etme çağrısı yaptı

Sömürü alanlarını daha da derinleştirmek isteyen hakim sınıflar işçilerin demokratik hakları olan sendikal haklarına dahi tahammül edemiyor. Önceki yıllarda AKP iktidarının çıkardığı torba yasayla iki sendikaya birden üye olma hakkı olan işçiler, bir sendikaya üye oldukları taktirde patron tarafından kapı önüne koyulmakla karşı karşıya kalıyor, çoğunlukla da kapı önüne koyuluyor. Sendikalaşmak için başlattıkları çalışmalar sonucu işten atılan ve üç aydır direnişte olan SÜTAŞ işçilerine fabrika önünde jandarma saldırdı. Bursa Karacabey İlçesi’ndeki Sütaş fabrikası önünde oturma eylemi yapan işçiler, 8 Temmuz sabahı jandarmanın saldırısına uğradı. Fabrikanın şikayeti üzerine sermayenin bekçiliğini yapmak için fabrikaya gelen jandarma 1 işçiyi gözaltına aldı. İşçiler jandarma saldırısına karşı eylemlerine devam ederken jandarma bölgeyi terk etti.

‘Eğer burada oturmamız suçsa, 3 aydır suç işliyoruz’ 3 aydır direnişte olan işçiler adına konuşan Tek Gıda İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Suat Karlıkaya şunları dile getirdi: “Eğer burada oturmamız suçsa, 3 aydır suç işliyoruz. Sabah saatlerinde kolluk kuvvetleri bulunduğumuz yere geldi. Eylemin dağıtılacağını söyledi. Tabela ve pankartlarımızı aldı. Biz direnince de gözaltılara başladı. Şu anda 11 arkadaşımız gözaltında.” İşçilerin üye olduğu Tek Gıda İş Sendikası ise jandarma saldırısıyla ilgili yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Karacabey İşletmesi karşısında Anayasal ve demokratik haklarını kullanarak bekleyen Tek Gıda-İş üyesi işçilere jandarma-polis müdahalesi başladı. Üyelerimizin tamamen yasal ve meşru, hak ve özgürlüklerine jandarma güçlerinin yaptığı bu kanunsuz müdahaleyi kınıyoruz. Müdahalenin durdurulmasını ve üyelerimizin haklarına saygılı olunmasını talep ediyoruz. Güvenlik güçlerini, sermayenin bekçiliğini yapmak yerine

hukukun, kanunların ve özgürlüklerin adil bekçisi olmaya çağırıyoruz. SÜTAŞ mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz.”

emek haber 09 Zorunlu ‘yaşam odaları’ reddedildi

SES’ten boykot çağrısı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), sendika düşmanlığı yapan Tek Gıda İş Sendikası'na üye olan işçileri işten atan SÜTAŞ’ın ürünlerini boykot çağrısı yaptı. SÜTAŞ’ın sendikal çalışma yürüten 59 işçiyi işten attığına ve direnişin hala devam ettiğine değinen SES, boykot çağrısını şu ifadelerle dile getirdi:“Ancak SÜTAŞ ve jandarma işbirliğiyle işlerini geri isteyen, sendikal haklarını savunan işçilere saldırı gerçekleştirildi. AKP iktidarı her zamanki gibi Anayasal haklarını kullandıkları, sendikalı oldukları için işinden olan işçilerin yanında değil, haksızlık yapanların yanında saf tuttu. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası olarak SÜTAŞ’ta örgütlendikleri için işten atılan işçilerin yanında, SÜTAŞ yönetiminin karşısındayız. İşten atılan işçiler işe alınana kadar SÜTAŞ ürünlerini boykot ederek işçilerle dayanışmayı büyüteceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.”

SÜTAŞ düşünce özgürlüğünü dahi tanımıyor 17 Temmuz günü fabrika önündeki direnişe azgınca saldıran jandarma asılan pankartı sökerken, işçiler pankartı yeniden astı. Jandarma işçilere tehditler savurarak direnişi kırmaya çalışırken, işçiler kararlı tutumuna devam etti. İşçiler saldırıyı protesto etmek için kendilerini direğe zincirlerken, jandarma robocop kıyafetleri giymiş ekiplerini fabrikaya getirdi. İşçilere saldıran jandarma zorla zincirleri kırarak pankarta da el koydu. SÜTAŞ’ın Aksaray fabrikasında Tekgıdaİş’e üye olan 8 işçi daha işten atıldı. Sosyal medyada SÜTAŞ’a karşı yazılan mesajları beğenen işçiler, tazminat ödenmeden işten atıldı. Tek Gıda-İş Sendikası tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Sütaş işvereni sadece sendikal hak ve özgürlükleri değil, ifade ve düşünce özgürlüğünü de tanımadığını gösteriyor. Açıkça Anayasayı ihlal ediyor.” Ayrıca Sendikal Güç Birliği Platformu da bir açıklama yaparak SÜTAŞ ürünlerini boykot çağrısı yaparak halktan destek istedi.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmelerinde önerge olarak sunulan yaşam odalarının zorunlu olması AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedilirken, maden ocaklarını işleten firmaların zararları düzenlenecek olan yasalarla devlet tarafından karşılanacak Soma Katliamı sonrasında gündeme gelen yaşam odaları çokca konuşulmuştu. Patronların kar hırsıyla yapmaktan kaçındığı yaşam odaları maden işçileri için hayati önem taşırken, maden işletmeleri sahipleri için hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü patronlar için önemli olan bir tek şey var oda kar marjını yüksek tutmaktır. Dünyanın birçok ülkesinde kullanılan yaşam odaları, yaşanan grizu patlamalarında ya da benzeri durumlarda maden işçilerinin rahatlıkla sığınabileceği, hayatlarını kurtarabileceği bir alan oluşturmaktadır. Yaşam odalarında neler var? Yaşam odalarında kişi başı günlük 2 bin kalori yiyecek, kişi başı günlük 1 litre içme suyu, telefon bağlantısı, oksijen deposu, klima, elektrik için batarya sistemi, karbondioksit temizleme filtreleri ve ilk yardım çantası gibi hayati öneme sahip araçlar bulunmaktadır. Bir işçinin günlük ortalama ihtiyaçları hesaplandığında yaşam

odalarına sığınanlar, 30 günün üzerinde yaşayabilmektedir. Böylece kurtarma ekiplerinin yaşam odalarına sığınan işçilere ulaşması için yeterli zamanı sağlamaktadır. Bunlara karşın, AKP iktidarı temsil ettiği sınıfın çıkarlarını korumak için maden işçilerinin canını hiçe sayan bir karar aldı.

Yaşam odalarına ret, patronun zararları karşılanmasına onay CHP milletvekillerinin, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda torba yasa görüşmeleri sırasında, maden ocaklarında yaşam odalarının yapılmasının zorunlu hale getirilmesi için sunduğu önerge AKP milletvekillleri tarafından reddedildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik önergeye katılmadığını bu yüzden de karşı çıktığını söyledi. Böylelikle söz konusu yaşam odaları yine patronların “vicdanı”na kaldı. Ancak ülkemizde ve dünyada kasalarından çıkacak olan parayı işçilerin hayatına harcayacak “vicdan”lı patronlara henüz rastlamadık. Yine TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda torba yasa düzenlemelerinde AKP milletvekilleri tarafından verilen önergede, rödovansçı ya da hizmet alımıyla çalışan dokuz firmaya bir yıllık tutarı yaklaşık 250 milyon lira fiyat farkı ödenmesi için Bakanlar Kurulu’na yetki verilmesi istendi. Firmaların, maden düzenlemelerinden kaynaklanan zararının ise devlet tarafından karşılanacağı belirtildi.


10

kadın haber

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

Kadınlardan işgal eylemi Gün geçtikçe artan kadın ve trans katliamlarına karşı bir araya gelen çok sayıda kadın, devletin katliamlardaki rolüne dikkat çekmek için Cağaloğlu’nda bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü'nü işgal etti Bilindiği gibi ülkemizde kadınlar ve translara yönelik katliamlar had safhadadır. Her gün sayısız kadının şiddete, tacize ve tecavüze maruz kaldığı toplumumuzda kadınların sokaklarda, evlerinde, okullarda, karakollarda, kısaca yaşamın her alanında şiddete maruz kalması, katledilmesi giderek olağanlaşan ve kanıksanan bir olgu haline geldi. Kadınlar üzerindeki baskının ve şiddetin bizzat parçası ve tarafı olan devlet ise göstermelik yasalar ve girişimlerle sözüm ona kadınları koruma adı altında ‘ağır tahrik indirimiyle’ katliamları teşvik etmekten başka bir şey yapmıyor. Kadın katliamlarına karşı toplumsal reflekslerin zayıflığı bir tarafta dururken çeşitli kadın örgütlerinden, LGBTİ örgütlerden, devrimci demokratik kurumlardan, emek ve meslek örgütlerinden kadınlar kadın katliamlarına dur demek için Cağaloğlu'nda bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü'nü işgal etti. “Buradayız; çünkü her hafta, kocası, babası, erkek kardeşi, oğlu, boşanmak /ayrılmak istediği kocası/sevgilisi, müşterisi tarafından öldürülen kadınların ve trans kadınların haberlerini duyuyoruz" diyerek Cağaloğlu'nda bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü'ne yürüyen çok sayıda kadın, müdürlüğün girişinde güvenlik tarafından engellenmek istendi. Turnikelerden atlayıp binanın üst katına geçen kadınlar pencereden,"Kadın Cinayetleri Her Yerde Meclis Olağanüstü Toplansın" yazılı pankartı açarak, "Aile değiliz kadınız isyandayız" , "Boşanmayı değil cinayeti engelle" , "Meclis toplansın acil önlem alınsın" , "Jin jiyan azadi" , "Biji yekatiya jinan" , "Yaşasın kadın dayanışması" sloganlarını attı.

‘Kadın cinayetleri her yerde’ Bina içerisinde yapılan basın açıklamasında kadın katliamları konusunda bakanlığını “temize çekmeye” çalışan Aile Bakanı’na, kadın cinayetlerini görmezden gelen hükümete ve devlete sözümüz var” diyen kadınlar açıklamada şunları söyledi: “Kadınlar her gün kendi hayatları hakkında karar vermek isterken, erkekler tarafından öldürülüyor. Bu cinayetlerin sürekliliği, cinayetleri durdurmayan, gereken önlemleri almayan devletin eril yapısını gözler önüne seriyor. Hukuk sistemiyle cinayetler meşrulaştırılıyor, teşvik ediliyor. İki gün içinde eğer 6 erkek kadınlar tarafından öldürülseydi, devlet harekete geçer, hükümet olağanüstü tedbirler alırdı. Soruyoruz: Temmuz ayının ilk haftasında 6 kadın cinayeti işlenmişken, kadın cinayetleri, evde, işyerinde, sokakta, her yerde, özel ve kamusal alanda her an yaşamımızı tehdit eder hale gelmişken, meclis nerede?” Meclisin olağanüstü toplanmasını talep eden kadınlar “Kadın cinayetlerine karşı isyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımı dayatmalarına kulak asmadan sokaklara çıkıyoruz! Meclisin olağanüstü toplanması için ses çıkarıyoruz; Siz ‘aile aile’ dedikçe kadınlar öldürülüyor! Siz ses çıkarmadıkça kadın cinayetleri meşrulaşıyor! Siz haksız tahrik dedikçe, hayatı-

mız tehlikeye giriyor!” diyerek devletin kadın katliamlarından sorumlu olduğunu vurguladı. ‘Koruma adı altında öldürülen kadınlar olduğunu biliyoruz’ Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın kadına yönelik şiddet konusunda yanlış bilgiler vererek bakanlığını ‘temize çıkarmaya’ çalıştığını kaydeden kadınlar, güya devlet ‘koruması’ altındayken de kadınların katledildiğini vurguladı. “Aile Bakanı Ayşenur İslam, erkek şiddeti konusunda konuştu ve yanlış konuştu. Aile Bakanı ‘kadınlar koruma altındayken öldürülmüyor’ diyor, biz ise koruma altında öldürülen kadınların olduğunu biliyoruz. Aile Bakanı, 6284 Sayılı Yasa’dan habersiz ve kadın cinayetleri konusunda bakanlığını ‘temize çıkarmaya’ çalışıyor. Devlet, haksız tahrik indirimleriyle erkeklere ‘teşvikler’ sunarak yargısıyla kadın cinayetlerine ortak oluyor.

Hükümet kadın cinayetlerinden sorumludur! Devletin kurduğu Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM), kadınların ya şiddet ortamına geri dönmesine neden olmuş ya da erkek şiddeti karşısında kadınları daha da savunmasız bırakmıştır. ‘Şiddetle cinayetin ne ilgisi var?’ diyen erkek egemen yargı mercilerine, şunu söylüyoruz: Kadın cinayeti

bir tokatla, aşağılamakla başlıyor! Öte yandan, hayatlarının her alanında ayrımcılıkla karşı karşıya kalan trans kadınlar, seks işçileri her an öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya. Bugüne kadar kadın cinayetlerini istatistiksel bilgiye sığdırmaya çalışan devleti göreve çağırıyoruz” sözleriyle açıklamayı sonlandıran kadınlar 20 Temmuz günü tüm kadınları ve transları kadın katliamlarına karşı Kadıköy'de düzenlenecek yürüyüşe çağırdı. Sloganlar atarak binadan ayrılan kadınlar, kapıya ellerinde taşıdıkları “Ayşenur İslam kimin bakanı?”, “Bir tek kadının ölümüne tahammülümüz yok”, “Kadın katliamı var” dövizlerini bıraktı. Bu esnada güvenlikçiler kadınları engellemeye çalışırken binaya asılan pankartı da indirdi. Kadınlar sloganlarla eylemi sonlandırdı.

Bakanlıktan açıklama (!) Öte yandan kadınların yaptığı eylemin ardından açıklama yapan Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü Önal İnaltekin, kadınların binadaki bilgisayarları ve bazı evrakları tahrip ettiğini, duvarlara yazılar yazdığını ve eylemcilerin kadın haklarını savunduklarını söyledikleri halde kadın personeli hırpalayıp darp ettiklerini öne sürdü. Yapılan eylemin ardından polisin çağırılması üzerine eylem yerine gelen polis ‘tahribatla’ ilgili rapor tuttu(!).

Sedat Yurtdaş disiplin kuruluna sevk edildi Yaklaşık bir yıl önce yanında çalışan Yeni Demokratik Kadın aktivistine yönelik sistematik tacizde bulunan avukat Sedat Yurtdaş, hakkında verilen kararla disiplin kuruluna sevk edildi Geçen yıl yanında çalışan Yeni Demokratik Kadın (YDK) aktivisti stajyer avukata yönelik sistematik olarak tacizde bulunan avukat Sedat Yurtdaş, Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu’nun verdiği kararla disiplin kuruluna sevk edildi. 6 ay süren soruşturma sürecinin tıkanıklığını, Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği takipsizlik kararı çözdü. Diyarbakır Barosu’nun meslekten ihracı gerektiren disiplin so-

ruşturmasında, şikayetin kovuşturmaya değer bulunması nedeniyle Yurtdaş’ın disiplin kuruluna sevk edilmesine karar verdi.

YDK’dan açıklama YDK yaşanan sürece ilişkin şu açıklamayı yaptı: “Tacize karşı verilen mücadelede kadınlar, bir yandan hukuki kazanımları zorlarken; bir diğer yandan eril saldırılar hız kesmeden devam etmektedir. Kadınların mücadelesi ve 150 kadın avukatın dayanışmasıyla, Sedat Yurtdaş’ın yargılamasının devam etmesi, bunun devrimci demokrat basında geniş yer bulması, tacizci ve tayfasında huzursuzluğa yol açmıştı. Sedat Yurtdaş, önceki süreçte de tacize uğrayan arkadaşımız ve Amed Yeni Demokrat Kadın aktivistleri hakkında ‘iftira’dan suç duyurusunda bulunmuş; ancak bir sonuç

alamamıştı. Amed, Sarıgazi, Kartal, Taksim, Radikal önü ve Mersin’deki teşhire yönelik ozalit ve pankart çalışmalarından, basın açıklamalarıyla köşeye sıkışan tacizci avukat soluğu Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nde almış, tacize uğrayan arkadaşımızın ve ona ‘yardım edenler’in tespit edilerek ‘yargılanması’nı istemişti. Şikayeti sonucunda arkadaşımız hakkında ‘tehdit ve iftira’dan soruşturma başlatılmıştı. ‘İftira’, ‘siyasi komplo’ kılıfını elinden çekip aldığımız Sedat Yurtdaş’tan hesabı, yıllardır cinsel şiddete boyun eğen ve susturulan kadınların öfkesi soracaktır. Teşhir süreciyle devam eden mücadelemiz başta politik şiddet olmak üzere her türlü eril baskıya karşın devam edecektir. Yaşam alanlarına sahip çıkarken, bütün kadınları cinsel şiddete karşı verdiğimiz bu mücadeleye ortak olmaya çağırıyoruz!”


kadın haber

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

Göçmen kadınlara yönelik saldırılar protesto edildi Kadın örgütleri göçmen kadınların özellikle Beyazıt ve Kumkapı’da sokaklarında, işyerlerinde, evlerde yaşadığı taciz, tecavüz ve emek istismarına karşı basın açıklaması yaparak esnaflara göçmen kadınlar için yerine getirilmesi gereken talepleri içeren bildiriler dağıttı Kuşku yok ki toplumumuzda her kesimden kadın şiddete maruz bırakılıyor. Toplumsal

bir sorun olan kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlik sorunundan hiçbir kadın muaf değildir. Ancak bunun da ötesinde özel konumlarından dolayı ülkemizdeki kadınlardan daha sık, daha çeşitli şekillerde şiddete maruz bırakılan kadınlar var. Çeşitli sebeplerle ülkelerinden göç etmek zorunda kalan kadınlar, ülkemize geldiklerinde adeta karın tokluğuna çalıştırılarak sömürünün en katmerlisine maruz bırakılmaları yetmezmiş gibi bir de patronlar ve esnafın tacizine, tecavüzüne ve şiddetine maruz bırakılıyorlar. Hukuki olarak çalışma izni gibi bazı haklardan mahrum bırakılan kadınların yaşadığı katmerli emek sömürüsü, cinsel şiddet ve

11

saldırı adeta ‘doğallaştırılmış’ durumda. Bu duruma dikkat çekmek isteyen çok sayıda kadın örgütü Beyazıt ve Kumkapı sokaklarında, işyerlerinde, evlerde göçmen kadınların yaşadığı taciz, tecavüz ve emek istismarına karşı eylem yaptı. Beyazıt Tramvay Durağı’nda bir araya gelen kadınlar "Tacize Tecavüze Son! Göçmen Kadınlar Yalnız Değildir" pankartı açan kadınlar, "Öfkemiz sınır tanımaz" , " Cinsiyetçiliğe ve ırkçılığa son" , "Kadınız öfkeliyiz peşindeyiz" dövizleri taşıdı. Kadınlar "Göçmen emeği sömürüsüne son" , "Bijî yekitiya jinan" , "Polis uyuma, tecavüze göz yumma" sloganlarını attı.

zildi."Göçmen kadınların bizimle paylaştıkları deneyimler arasında, özellikle işveren ve esnafın tacizi ve tecavüzü önemli bir yer tutuyor. Kamusal alanda yok sayılan göçmen kadınlar boğaz tokluğuna çalıştırılırken, sınır dışı edilme korkusu nedeniyle uğradıkları şiddeti ve tecavüzü şikâyet bile edemiyorlar. Bu şekilde tacizin ve tecavüzün meşrulaştırılmasını kınıyoruz" denilen açıklamada Beyazıt'taki küçük atölye sahiplerinin göçmen kadınlara yaygın olarak cinsel tacizde bulundukları ve tecavüz ettikleri, hatta işyerlerinde tecavüz için özel olarak oda ayıran patronların olduğu belirtildi.

Patronların özel ‘tecavüz odaları’ var (!)

Kadınlar olarak göçmen kadınların yanında olduklarını dile getiren kadın örgütleri adına yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Göçmen olsun olmasın sokakta taciz edilmeden yürüyebileceğimiz ve çalışabilmemiz için güvenliğin sağlanmasını; taciz ve tecavüz suçunu işleyen esnaf ve işverenlerin cezalandırılmasını; kadınların maruz kaldıkları şiddet ve tecavüzü şikayet edecekleri mekanizmaların oluşturulmasını; cinsel şiddet gören kadınlara koruma sağlanmasını; kadınların başvurabilecekleri enformasyon bürolarının kurulmasını; fuhuşa zorlandıkları için cinsel yollarla bulaşan hastalıklara yakalanan kadınların travma desteği dahil, ücretsiz sağlık hizmeti ve destek alabilecekleri cinsel şiddet kriz merkezlerinin kurulmasını istiyoruz." Kadınlar açıklamanın ardından, Beyazıt'tan başlayarak göçmenlerin toplu halde yaşadığı bölgeler olan Kumkapı, Gedikpaşa ve Nişanca sokaklarından geçerek Yenikapıya kadar ajitasyonlar ve "Tecavüzü tacizi teşhir edeceğiz", "Esnaf tacize sessiz kalma" sloganlarıyla yürüdü. Kadınlar bölgedeki esnafa göçmen kadınlar için yerine getirilmesi gereken taleplerin bulunduğu bildirileri de dağıttı.

Kadınlar adına İngilizce ve Türkçe yapılan açıklamada her gün Beyazıt ve Kumkapı sokaklarında, işyerlerinde, evlerde göçmen kadınların tacize, şiddete ve tecavüze maruz bırakıldıkları kaydedildi. Ülkemize ailelerine para göndermek için çalışmaya gelen göçmen kadınların çoğunun çalışma izni bulunmaması sebebiyle ‘kaçak işçi’ olma durumlarının patronlar, esnaf ve ev sahipleri tarafından fırsat bilinip suistimal edildiği vurgulandı. Açıklamada göçmenlerin durumundan faydalanan patronların onları düşük haftalık ücrete ve uzun saatlere çalışmaya mahkûm ettiğini, bu paranın önemli bir kısmının yüksek fiyattan kiralanan evlere ve yemek gibi yaşamsal ihtiyaçlarına gittiği için kadınların ailelerine gönderecek gelirleri kalmadığı dile getirildi. Çalıştırıldıkları halde genellikle ücretleri ödenmeyen göçmen kadınların, ev sahiplerinden veya birlikte evi paylaştıkları komşuları tarafından kira istememe veya evden çıkarma tehditleriyle sürekli taciz edildiği ve fuhuş çetelerine bile teslim edilebildiğinin altı çi-

YOLA YOLCU

‘Tecavüzü, tacizi teşhir edeceğiz’

≫ hıdır uludağ

KIRK KATIR MI? KIRK SATIR MI?

C

umhurbaşkanı seçimi adı altında halk, feodal despotizmin Ortaçağ karanlığından kalma “kırk katır mı, kırk satır mı” tercihiyle karşı karşıya bırakılmış durumda. Bir yandan 12 yıldır ülke yönetimini sultanlık hayranlığı içinde şeriaatı adım adım örgütleyen “yeni Osmanlı” cıların temsilcisi baş çalan Erdoğan, diğer yanda ırkçı Aydınlar Ocağı’nın yılmaz militanı, Türk- İslam sentezinin ideoloğu ve Dünya İslam Konseyi’nin başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu. MHP’nin, CHP’nin, BBP’nin kısacası ne kadar ırkçı, faşist parti ve sivil kitle örgütü varsa onların ortak “çatı” adayı. Aynı hamurdan yoğrulmuş bu iki adaydan birinin eline sopa, diğerinin eline havuç tutturulmuş. İyi polis, kötü polis rollerindeler. 12 Eylül askeri faşist cuntasından bu yana devlet, özel olarak ırkçı Aydınlar Ocağı’nın önde gelen kadrolarını devletin kilit noktalarına yerleştirmiş, tarikatların ve radikal İslam örgütlerinin rahat örgütlenmelerine olanaklar sunmuş, hatta ülke içindekilerle yetinmeyip Avrupa’daki tarikat ve dini kurumlara devletin kasasından özel ödenekler ayırarak o günlerden bugünlere gelinmiştir. Bu, feodal despotizmin devlet içindeki gücünün açık ifadesi oluyor. Baş çalan Erdoğan, gözü doymasa da çalıp çırptıkları-

nın yanına kar kalması için, kendisini ve yakın çevresini garantiye almanın sigortası olarak görüyor cumhurbaşkanlığını. Hiçbir diktatörlüğün, hiçbir krallığın ömür billah sürmeyeceğinin bilincinde ve en önemlisi de saltanatın sonuna doğru gelindiğinin farkında. Bu yüzden ne edip edip bir beş yıl daha çalmanın peşinde. Bu saatten sonra parti falan onu çok da ilgilendirmiyor. Zaten artık AKP için yolun sonu yavaş yavaş görünür oldu. Karanlık tünelin öbür ucundaki ışık, karanlığın göbeğine düşmeye başladı. Bu ışık, Gezi’nin, Soma’nın, öğrenci gençliğin, farklı inanç guruplarının korku tünelini yıkan ışığıdır. Kendiliğinden yükselen bu ışık dağın heybetine ve diyalektik bilimin öncülüğüne muhtaç bir ışıktır. Öte yandan karanlık tünele sızan hakim sınıfların kendi aralarındaki dalaşın yarattığı kıvılcımlar var.Bütün bunlarla birlikte, emperyalistlerin Ortadoğu’daki politikalarına uşaklık edecek yeni zevatlara da ihtiyaç var. Yönetenlerin yönetemez, yönetilenlerin de önemli derecede yönetilemez duruma geldiği bu süreçte aynı hamurdan çıkma Ekmeleddin’e, halkın devrimci mücadelesi tekmeletilmek isteniyor. Kısacası kitlelerin isyan ruhu törpülenmeye çalışılıyor. Üçüncü aday, yani HDP’nin, Kürt Ulusal Hareketi’nin adayı Selahattin Demirtaş. Kuşkusuz ezilen bağımlı

ulusa mensup olması, ezilmişliğin, yok sayılmışlığın yarattığı demokrat kimliğiyle diğer iki adaydan ayrılan bir aday. Ama öyle görünüyor ki bu adaylık tavrı, AKP’yle pazarlığı sıklaştırma tavrına benziyor. AKP’nin somut olarak hiçbir şey sunmayan sözde “çözüm paketinin” alel acele alt komisyondan geçirilmesi pazarlığın açık ifadesi olarak görülüyor. Ulusal Hareketin temsilcileri bu durumdan memnun gibi görünüyor. Çünkü en azından sorun, taraflardan biri olan devletin resmi olarak işin içine girmesi anlamına geliyor. AKP, bu belirsiz çözüm oyunlarıyla Kürt halkının oylarını garantilemek istiyor. Eğer birinci turda seçim sonuçlanmazsa, ikinci turda hep birlikte olup bitenlerin tarihi tanıkları olacağız. Ne demiş Mevlana: “ Bir cümle yeter sözden anlayana, destan yazsan fark etmez laftan anlamayana.” Yıllar öncesinden beri Kaypakkaya ve Onun ardılları ‘CHP için faşist diktatörlüğün temsilcisi, faşist bir partidir’ diye sayfalarca yazdığı yazılara karşı çıkanlar, bugünü nasıl değerlendirir bilinmez. Ama özcesi halkımız ne kırk katıra, ne de kırk satıra layıktır. Halkımızın adalete, insan haklarına, eşitliğe ve insanca yaşayabilme ortamına ihtiyacı var. Bu ortamın yaratıcıları da kesinlikle bu Ortaçağ karanlığının temsilcileri olamaz.


1-15 AGUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

Kongre kararlarını kavr Maoist Partinin 3. Kongresi demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerle ittifak politikasına uygun ilişkilerin geliştirilmesini ve buradan gündem yaratılarak, kitle mücadelesinin daha geniş ve etkin örülmesini tüm yoldaşların bilince çıkarması gerektiğini vurgular Açık alan örgütleri ve çalışmaları üzerine: Açık ya da demokratik alan çalışmaları sınıf mücadelesi kapsamında komünist hareketin de önemle ele alması gereken hususlardan biridir. Maoist Komünist Partisi’nin de açık alan örgütleri ve çalışmaları üzerine somut politikaları bulunmaktadır. Hatırlanırsa MKP 2. Kongresi demokratik kitle örgütlenmelerinin önemi üzerine şu belirlemelerde bulunmuştu: “… demokratik kitle örgütlenmelerinin, değişik biçimlerdeki örgütlenmeleri, devrimde önemli yer tutmaktadır. Kitlelerin akademik, demokratik ve ekonomik talepleri üzerinden şekillenen demokratik kitle örgütleri doğru ele alındığı takdirde, devrimin tüm itici güçlerinin örgütlenmesinin aracı haline gelerek büyük kazanımların yaşanmasını sağlar. Doğru ele alınmaması ise, mücadeleyi geliştiren değil, önünde tıkaç görevi gören, içten içe kemirerek yozlaştıran ve en nihayetinde de devrimin onmaz yaralar almasını sağlayan bir sürece dönüşerek, devrimin uzun yıllar ertelenmesine neden olur.“ Bu anlamda 2. Kongre belirlemesi pratik sahada vücut bulan yanlar barındırmaktadır ve 3. Kongre iradesi de ortaya konan bu sentezi kabul etmiştir.

Demokratik kitle örgütlerinde çalışma üzerine iki hatalı eğilim Demokratik kitle çalışması ve kurumsallaşması alanında genel olarak iki hatalı eğilim bulunmaktadır. Birincisi, sol sekter çizgisel eğilimidir. Sol çocukluk biçiminde tezahür eden bu çizgisel eğilim, demokratik kitle örgütlerine gerekli önemi vermeyerek demokratik kitle faaliyeti ve kurumsallaşmasına kaba, geri bir yaklaşım getirerek onu önemsizleştirici bir içerikle ele almaktadır. Meşru kitle çizgisi

bilincinin zayıflığını sergileyen bu çizgi esas anlamda demokratik kitle mücadelesi, araç ve yöntemlerinin hiçbir özgünlüğünü dikkate almadan, demokratik kitle faaliyetine illegal parti formuyla yaklaşmaktadır ki bu yanlıştır. Parti ve kitle örgütleri ilişkisini bir emir komuta sistemi ilişkisine dönüştürmekte ve bu yanıyla bir yandan kitleleri hiçleştirirken diğer yandan komünist partisini kitlelerden koparmaktadır. Militanlık sosuyla telaffuz edilerek gerekçelendirilen bu çizginin içerik yoksunluğu, araç, amaç yürüyüşü ve özgünlük biçimlerini göz ardı ederek söylemselleştirdiği yüzeysel, militan tanım ve içeriğiyle demokratik kitle çalışmasını basit, sıradan, önemsiz derekesine düşürerek, bu alan faaliyetlerinin doğru bir bilinçle yapılandırılmasında problemler yaratmaktadır. Bu çalışmalar parti faaliyetleri karşıtı görmeye vardıracak olan, sekter bir yanılgılı duruş söz konusudur. Bu anlamda bu yanlış zihniyet tek biçimli araçla devrim savaşını ele alan düşünüş tarzı aşılmalıdır. Çünkü bu yaklaşım devrim adına devrimin silahsızlandırılmasına hizmet eden bir teorik yanılgılar toplamından oluşmaktadır. Demokratik kitle faaliyetinin anlaşılması, devrimci mücadelenin, toplumsal yaşamın tüm bölümlerinde örgütlenme bilincinin oluşmasıyla ilişkilidir. Toplumsal yaşamın bütün bölümlerinin farklı biçimleri ve esneklikleri olacaktır. Bunu anlayamayan bir çizginin devrim yürüyüşünü sürekli kılması ve geliştirmesi zordur. Bu anlamda bu yanlış çizginin sol çocukluk eğilim ve yaklaşımları kesinlikle aşılmak durumundadır. Bu temelde devrimin önemli araçları bağlamında kitle örgütlenmesine, politik iktidar mücadelesinin bir parçası olarak gereken önem verilmelidir. İkinci hatalı çizgi ise akademik, demokratik talepli mücadele özelliği olarak demokratik kitle örgütlerinin çalışma faaliyetlerine uygun şekillenmeyen eğilimdir. Bu çizgisel eğilim demokratik kitle mücadelesinde kitle seferberliği için önemli avantajlara sahip olan demokratik kitle örgütlerinde ya rutin eylem çizgisinde hareket etmekte ya da çok açık hale gelen birkaç soruna ilişkin belirli tutum- tavır bağlamında politik– pratik süreç işletmektedir. Esas anlamda kitlelerin devrim mücadelesine kanalize edilmesinde çok daha avantaj ve olanaklara sahip olmasına karşın, planlama, hareket, doğru merkezileşme, güncele müda-

hale bağlamında sürecin okunarak gündemleşmemiş sorunları çeşitli araç, yöntemlerle kitlelerin gündemine taşıma, kitleleri bu konularda örgütleme, kitlelerin stratejik devrimcilik durumunda gelişmeler kat etmesini sağlayarak pratik devrimci pozisyona getirme ve bunu sosyal- siyasal- kültürel- ekonomik- akademik vb. biçimlerde sosyalist demokratik yaklaşım çerçevesinde örgütlemede önemli açmazları bulunmaktadır. Daha çok klasik çalışmalar ve anma günleriyle sınırlı bir açık alan çalışmaları biçiminde yürütülen faaliyetlerdir. Bu çalışma yönelimi önemli eksiklikleri içeren bir çalışma durumudur. Bu yetersiz kavrayış ve hatalı çizginin önemli bir açmazı da demokratik, akademik, ekonomik talepli mücadelede burjuva sınırlara kendini hapsetmesidir. Böyle bir yönelim ekonomisttir. Kitleleri iktidar mücadelesinin dışında ve salt destekçi gören kitlelere inançsızlık eğilimidir. Ama bu inançsızlık aynı zamanda kendiliğindenci bir kuyrukçuluğu da popülüze etmektedir. Partiyi hiçleştirmektedir. Bu anlayış adeta ekonomik, demokratik, akademik mücadelede, sistem yasallıkları sınırı içerisinde bir eylem ve söylemle kendini daraltmıştır. Bu yönüyle meşru demokratik duruşu gerileten bir ka-

raktere sahiptir. Meşru demokratik duruş üzerinde genelde yükselmeyen politik-pratik süreç mücadelenin ilerlemesinden ziyade, bilinç ve pratik cüretin erozyona uğramasına yol açmaktadır. Devrimci birikim kapsamında yönelim ve kurumsallık olarak izah edebileceğimiz mücadelenin gelişim diyalektiği, ancak meşru direnme çizgisi temelinde gerçekleşir. Devrim toprağı meşruluktur. Devrim, burjuva kırıntılar olarak yasallıklarla sisteme uygunluk ve sistemin kabulleri çerçevesinde geliştirilemez. Yani meşruluk, burjuva legal hukuk sistemi çerçevesindeki bir kabul görme meselesi değil proletarya ve emekçilerin direnme ve kazanma hakkının meşruluğuna dayanır. Bu hatalı çizgi meşru devrimci duruştan ziyade liberal sol (reformist) özlü bir pratikle kitle mücadelesine yaklaşmaktadır. Eylem çizgisi de esasta pasifist protestoculuğu aşamamaktadır. Bunda da çatışmasız eylem yönelimi esasta en belirgin yandır. Sistemin yasallıklarını devrimin ihtiyaçları çerçevesinde kullanmak ile sistemin çizdiği çerçevenin içerisinde kalarak hapsolmak arasındaki sorunun karşılığı devrimcilik sorunu olarak tanımlanır. Bu durum aynı zamanda reformizle devrimcilik arasındaki bir ayrım çizgisini de göstermektedir.


perspektif

rayalım, kavratalım!(11)

Bir halk hareketi yaratmak, burjuva yasalarının tüm yanlarından devrim adına faydalanmakken, devrim kaba anlamda bir sistemin içerisinden duruşlara hapsolarak gelişmez. Burjuva devlet aygıtını parçalama hedefi, burjuva yasallıkların aşılmasının bütünlüğüdür. Politik, ekonomik, hukuki ve askeri biçimlerde ve halk kitlelerin direnme sürecinde var ettiği araçlarının iktidar organları olarak telakki edilmesidir. Bu anlamda burjuvaziden mevzi koparmak için girdiğimiz çalışmalardan, amaçlarımızı bırakma aşamasına gelmemek önemlidir. Temel mesele, hayatın her alanında burjuvazinin mevzilerini düşürmektir. Askeri, kültürel, akademik, bilimsel, ekonomik, siyasal ve hukuk alanlarında devrimci mücadele süreci, küçük kazanımların atılımlarıyla ilerlenerek genel burjuva iktidarının fethedilmesine yol açar. Yaşamın biyolojik alanından örnekle izah edersek zehirli olan ve olmayanların birliği söz konusu ve bir mücadele halidir. Zehiri azaltmak, zehirsizlik alanını geliştirerek devrimi kurumsallaştırmak olarak telaffuz edilebilir.

gereği sosyalist demokratik tutum ve uygulamaların demokratik kitle örgütlerinde hayat bulma olanağı daha fazladır. Burada bu özgünlük atlanarak devrimci savaşın ana yüklenimi olan illegal parti formuyla yaklaşmak hatalıdır. Savaşın yüklenimi olarak illegal partide haliyle belirli uygulamalar daha sınırlı bir yan taşır. Özgünlüğü anlamayan kaba yüzeysel çizgi adeta burada sorunlu bir anlayış ve duruşa sahiptir. Olması gereken açık alan çalışmalarında karar alma, tartışma ve politika oluşturma süreçlerinde genel olarak tabanın etkinleştirilmesi gerekir. Özgünlüğü atlayan bu şekildeki yaklaşım katılımcılığın öne çıkışını engelleyen bir haldedir. Bunun nedeni zihniyet yapılanmasıdır. Yani ideolojik değerler toplamında, burjuva anlayışın hakimliğidir. Örgüt teknik bir sorun değildir. Örgütün özü ideolojidir. Anlayış, ilişkiler, çelişkiler, plan, hedef, araç ve yöntem olarak organizasyon ve politikadır. Demokratik kitle çalışmaları geniş kesimlerle bağ kurma durumu nedeniyle hatalı eğilim ve yaklaşım başta belirtildiği gibi geniş kesimleri sarmalına alan devrimi geliştiren değil, gelişmesi önünde engelleyici bir pozisyona da düşebilir. Ama örgütsel anlamda kapsamı değişmekle beraber tüm örgütsel alanlarda farklı kavramlar ve pozisyonlar biçiminde hatalı eğilim yine bu gelişimi frenleyen, zayıflatan ve gerileten bir durum da yaratabilir. Bu yaklaşık bin yıllık zihniyet formu ayakları üzerinde, kafasında amaları ile sisteme karşıt olma fakat devrimci pratik sorunları da çözme uğraşına girmeyen ve onu yenileyerek ilerletmeyen kişilikler yaratır. Devrim mücadelesi, özne olma rolünün komünist temellerde inşa edilmesinin verimli tek toprağıdır. Bu toprak, öncünün, sınıfın, halkın birleşik devrimci eylemini ve mücadelesini gerektirir. Bunların hiçbiri yadsınamaz. Bu çerçevede halkın birleşik devrimci eyleminin yanı sıra Partizan Halk Hareketinin yaratılmasının da gerekliliği vardır. Böyle bir hareket elbette belirli bir yönelime sahip (kadın, gençlik, kültür, dernek vs) dinamiklerin bilinçli merkezileştirilmesini ifade eder. Bu hedefe varmak için platformlarla başlanacak koordinasyonlarla bir Partizan Halk Kongresi hedeflenmelidir.

İki hatalı çizgi de aynı özden gelir

Burjuva zihniyetten köklü kopuş teorik çözümlemelerle ilerletildi

İki hatalı çizginin buradaki öz birliği bir kez daha açığa çıkmaktadır. Yapıları

MKP 3. Kongresi, sosyalizm ve komünizm yürüyüşümüzde burjuva zihni-

yetten köklü kopuşun teorik çözümlemelerini ilerletmiş durumdadır. Bir halk hareketinin öneminin altını çizen 3. Kongre, demokratik kitle faaliyetinin daha etkin olarak geliştirilmesi, merkezileşmesi ve hedef birliğinin sağlanmasının şart olduğunu önemle belirtmiştir. Bir halk hareketinin yaratılmasının bir ayağı da, demokratik kitle mücadelesi ve onun meşruluk çizgisidir. Bu çizgi üzerinden bir halk hareketinin kurumsallaştırılarak ilerletilmesi ve merkezi bünye olarak açığa çıkarılmasının önemi, devrimci mücadelede halk kitlelerinin stratejik devrimcilikten sıçramalı ilerleyişi kapsamında pratik devrimcilik olarak özneleşmesidir. Yıkıcı ve kurucu özne kitlelerdir. Halk hareketi bu öznenin durdurulamaz devrimci pratiğidir. Açık kitle mücadele talepleri halk hareketinin güncel politik hattıdır, meşru mücadele yöntemi halk hareketinin eylemsel çizgisidir. MKP 3. Kongre iradesi, sosyalist temel üzerinden demokratik kitle örgütlerinin örgütlenme gerekliliği üzerine yaptığı vurgularla beraber, demokratik kitle örgütlerinden sosyalist karaktere uygun rol koordinasyonu ve katılım tarzlarının geliştirilmesini çalışmalarda kolektif ve sağlam toplumsal kimliğin örülmesinin teorik olarak kesin bir biçimde bilince çıkarılarak uygulanması gerektiğini özenle belirtir. Maoist Partinin 3. Kongresi demokratik, devrimci ve sosyalist güçlerle ittifak politikasına uygun ilişkilerin geliştirilmesini ve buradan gündem yaratılarak, kitle mücadelesinin daha geniş ve etkin örülmesini tüm yoldaşların bilince çıkarması gerektiğini vurgular. Yine bu birlikler ve ittifakalarda politikada esneklik, ideolojik mücadelede kesinlik ilkesi bağlamında, mücadelenin bir alanında teorik, ideolojik mücadele olduğunun daha etkin kavranılması ve sürdürülmesi gerektiğinin altını çizer. MKP 3. Kongresi, hayatın bütün alanlarında örgütlenme anlayışının halk hareketinin merkezi birliği olarak anlaşılması gerektiğini, tüm alanların örgütlenme ve genişletilmesinin halk hareketinin gelişim ve kurumsallaşma yönelimi olduğunu, bunun için toplumsal hayatın bütün alanlarında özgün çalışma ve kurumsallaşmaların geliştirilmesinin şart olduğunu belirtir. Merkezileşme hedef ve siyasetinin birleşikliği olarak ele alınıp tüm özgün karakterli çalışmaların varlaştırılarak geliştirilmesini, doğru merkezileşme olarak savunur. Bunun için birbirlerini zayıflatan alancı, kısımcı-parçacı eği-

limlerin, mücadelenin gelişimini engellediği, bütün faaliyetlerin birbirlerinin Arşimet dayanak noktası olarak ele alınması ve bilince çıkarılması gerektiğini özenle vurgular. Tüm boşa çıkarıcı anlayış, eğilim ve uygulamalara karşı keskin bir ideolojik mücadele verilerek çalışma tarz ve bilincinin dönüştürülmesini özenle belirtmek isteriz. Maoist Parti, halk hareketinin şimdiki nüveleri olan bütün demokratik kurumlarla ilişkilerin geliştirilip güçlendirilmesini ve onun bütün biçimlerinde aktif bir çalışma temposuyla süreklileştirilmesi olarak kurumsallaşmanın geliştirilmesini şart koşmaktadır. Demokratik kitle çalışmasında sistemsiz ajitasyon propaganda yöneliminin aşılarak sistemli bir hale getirilmesi, kitleleri bin bir araçla bilgilendirme, seferber etme yönelimlerinin geliştirilmesinin tüm yoldaşlar tarafından köklü anlaşılması ve doğru kavranması gerektiğini ortaya koyar. Hedef birliği, sağlam dostluk ve yoldaşlığın örülerek devrimci demokratik faaliyetin ilerletilmesi şarttır. Doğru insani ilişkilerin, doğru birey ve toplumsal ilişkilerin, daha fazla çözümlemelerle bilince çıkarılmasını moral değerlerinin geliştirilerek, neo- liberal felsefi saldırganlığın değersizleştirici ruhun, yozlaştırıcı öğelerine karşı, komünal sosyalist kültür ve davranışların ilerletilmesi gereğinin tüm çalışmalarda ana hedef olarak ele alınmasının önemi ve büyüklüğünü belirtir. MKP 3. Kongre iradesi, demokratik mücadele alanının, yaşanan kentleşme yoğunluğu çerçevesinde ortaya çıkan kent sorunları karşısında, pratik politikaların geliştirilerek kitlelerin gündelik sorun türlerinde yoğunlaşmayı ve bunun politika ve eylemler şeklinde geliştirilmesini, kitleleri seferber ederek, direnme ve mücadele kültürünün yaratılarak kazanımların çoğaltılması gerektiğine ilişkin belirlemelerde bulunmuştur. Bu bağlamlarda MKP 3. Kongresi daha fazla yoğunlaşılarak, halk hareketinin dinamik durumdan, isyan ve kurumsallaşması için büyük ve çok köklü bir bilinç ve davranış, kavrayış ve metotlar silsilesine ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Bu bilinçle büyük bir seferberlik ve kazanma ruhunun açığa çıkarılmasını önemle vurgular.


14

dünya haber

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

İsrail Siyonizmi’nin işgal

ve katliamları devam ediyor!

Uluslararası emperyalist devletlerin ekonomik politik çıkarları gereği Ortadoğu ve Filistin’deki işgal, ilhak ve sömürü temelindeki haksız savaşı ve eşitsizlikleri uzun süredir İsrail’in Filistin işgali ve katliamlarıyla devam etmektedir

lıklı askeri eylemler ve operasyonlarla çatışmalı durum yeniden artarak yaşanmış ve hala da yaşanmaktadır. Uluslararası emperyalist devletlerin ekonomik politik çıkarları gereği Ortadoğu ve Filistin’deki işgal, ilhak ve sömürü temelindeki haksız savaşı ve eşitsizlikleri uzun süredir İsrail’in Filistin işgali ve katliamlarıyla devam etmektedir.

12 Haziran’da kaybolan 3 İsrailli gencin cesedi kısa bir süre önce bulunmuş ve İsrail gericiliği bunun üzerine Filistin’de 34 hedefi bombalayarak kanlı katliamlarına bu saldırıyla başlamıştır. Bilindiği gibi İsrail Siyonizmi, 3 İsrailli genci bulmak için ‘Kardeşin Bekçisi’ isimli geniş çaplı baskınlar düzenlemişti. Ölümden Hamas’ı sorumlu tutan İsrail gerici devleti 2100’ den fazla eve baskın düzenlemiş, aralarında bakan ve milletvekillerinin de bulunduğu 566 Filistinliyi gözaltına almıştı. Yaklaşık 5 Filistinliyi ise katletmişti. Arama baskınlarının 17. gününde 3 gencin ölü bulunmasıyla aramalar durdurulmuştu. Hamas ise kendilerine yapılan suçlamaları ‘aptalca’ ifadesiyle nitelendirmişti. Hamas’a yönelik herhangi bir cezalandırma hareketi ‘cehennemin kapılarını açacak’ diyerek açıklamada bulunmuştu. Bu gelişmeler karşısında bir Filistinli genç de öldürülmüş ve bizzat İsrail gerici devletinin başbakanı Netanyahu bunu kınamıştı. Fakat gelişmeler yumuşama yerine daha da sertleşmeye doğru gitmiş, karşı-

Gazze’deki İsrail gericiliğinin katliamları devam ederken İsrail’de ise halkın panik içerisindeki durumu da göstermektedir ki Filistin ve İsrail halk kitlelerinin hiçbir çıkarı olmayan bu haksız savaşın bütün faturası ezilen ve sömürülenlere çıkarılmaktadır. Kuşkusuz İsrail siyonizminin işgali ve ilhakı karşısında Hamas başta olmak üzere Filistinlilerin tepkileri ve mücadelesi meşrudur. Bununla İsrail işgali, ilhakı ve katli-

Haksız savaşın faturası Filistin ve İsrail halkına çıkarılmaktadır

amlarını, milliyetçi ve İslam eksenli de olsa Filistinli direnişçilerin mücadelesini bir ve aynı değerlendirmiyoruz. İsrail gerici devletinin Gazze’ye yönelik son ‘Koruyucu Hat’ adıyla gerçekleştirdiği operasyon ve katliamları devam ederken, katledilenlerin sayısı da günden güne artmaktadır. Bu operasyonla İsrail gerici devletinin 2012 yılındaki sekiz gün süren ‘Bulut Sütunu Operasyonu’ adıyla yürüttüğü saldırıdan bugüne Gazze Şeridi’ne en kapsamlı ve en şiddetli saldırısını düzenledi. İsrail’in Gazze’ye bağlı Beyt Hanun kentine yönelik saldırısıyla İslami Cihat’ın komutanlarından Hafız Hammad ve ailesinden üyeleri de kat-

ledildi. Gazze’ye şu ana kadar yaklaşık 400 ton bomba yağdırılırken Hamas ise orta ve uzun menzilli füzelerle roketleri durdurmaya çalışsa da katliamların önüne geçememiş ve bu durum karşılıklı olarak Tel Aviv, Kudüs ve Hadera gibi kentlerde de panik ve korkunun daha fazla egemen olmasına yol açtı. İsrail’in Filistin’e yönelik saldırısı aynı zamanda bir bölgesel savaş stratejisi provasıdır da. İran ve Filistin eksenli bloklaşma aslında uluslararası bir hegemonya yarışını da ifade eder. Filistin davasının haklılığına önceki satırlarımızda vurgu yapmıştık. Şu durumdaki Filistin’e yönelik saldırıda İsrail İran’ın füzelerine karşı geliştirdiği Demir Kubbe sisteminin dayanıklılığını da test etmektedir. Aynı zamanda yeni savunma ve saldırı silahlarının da denenme aşamaları yaşanmaktadır. Netanyahu karargahıyla İsrail büyük bir savaş çığırtkanlığı içerisindedir.

İsrail katliamlarına devam ediyor İsrail işgalci ve katliamcı devletinin Hamas tarafından fırlatılan füzelere karşı ‘Demir Kubbe’ adlı roketsavar savunma sistemine karşın, İsrail’in metropollerinde yaşayan halkın tedirginliği sürmektedir. İsrail siyonist devletinin katliamlarında özellikle çok sayıda çocuk ve kadınlar da bulunmaktadır. İslami Cihat ve Hamas’ın İsrail’ e attığı füzelere karşı İsrail gericiliği Gazze’de şu ana kadar yaklaşık 150’den fazla hedefi vururken, yüzü geçen Filistinliyi katledip, binlercesini yaraladı ve kara hareka-


güncel haber

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

tının da her an gerçekleştirebileceğini deklare etti. Bu kapsamda hükümet orduya 40 bin yedek askeri göreve çağırma yetkisi de verdi. Hamas ise bütün bu saldırı ve katliamlara karşı daha da sertleşmiş ve “çocukların öldüğü Han Yunus Katliamı korkunç bir savaş suçudur, artık tüm İsrailliler meşru hedef haline gelmiştir’’ açıklamasında bulundu. İsrail siyonist işgalci ve ilhakçı devleti ise ‘çok güçlü operasyon başlattık ve onlarca Hamas hedefini vurduk, saldırılar Hamas’a tam ve ağır bir bedel ödetmek için devam ediyor, herşey Hamas’ı bertaraf etmek için, İsrail şehirlerine atılan roket saldırılarına tolerans göstermeyeceğiz ve operasyonu genişletmeye hazırlanıyoruz, bu önümüzdeki birkaç gün içinde bitmeyecek’ diyerek saldırı ve katliamlara devam edeceğini beyan etti.

Faşist Türk devletinin İsrail’le stratejik ortaklığı Bütün bu gelişmeler karşısında Birleşmiş Milletler (BM) acilen toplandı ve genel sekreteri İsrail’in kara harekatının somut bir tehdit olduğunu belirterek Hamas’ı sorumsuz davranmakla suçlayıcı açıklamalarda uyardı. Ancak tüm bunlar bir diplomatik oyundan ibarettir. BM, İsrail’in güvenliği sorunundaki tutumuyla İsrail operasyonunun resmi kılıfı durumundadır. TC, İsrail’le stratejik ortaklığına helal getirmeyen bir timsah gözyaşı rolü oynamaktadır. Nitekim uluslararası emperyalizmin stratejik uşağı Türk devletinin başbakanı Erdoğan ise önceki ‘one minute’ şovuna uygun yanılsamalarıyla cumhurbaşkanlığı seçimlerine yatırım amaçlı İsrail’in bir an önce operasyonu durdurmasını ve önceki ateşkes koşullarına geri dönülmesini isteyip, El Fetih ve Hamas yetkilileriyle görüşürken Gazze’ye acil ilaç vb yardımın yapılacağını açıkladı. ABD emperyalizmi ise İsrail siyonist devletinin Gazze saldırısı ve katliamlarını desteklediğini ve Hamas’ı ise suçlayıcı bildik beyanında bulundu. Şu çok açık ki bizzat Filistin toprakları da dahil Filistinlilerin aleyhine başından itibaren gerçekleştirilen katliamları kökten durduracak ve eşitsizlikleri ortadan kaldıracak asla onu yaratan emperyalistler ve onun bir parçası olan İsrail Siyonizmi gibi işgalci, ilhakçı ve sömürücüler ve onlara yedeklenerek bir yedek baskılanma ve diplomatik gücü olan BM vb kurumlar olmayacaktır. Hatırlatmak isteriz ki geçmiş süreçlerdeki dünyanın başka birçok ülkesiyle coğrafyaları da dahil Afganistan, Irak, Fildişi, Libya vb vd lerine yönelik saldırı, işgal ve katliamlar, emperyalist dünya sistemi ve onun sömürücü ve zulümkar burjuva sınıfları ve devletleri tarafından gerçekleştirildi. Emperyalist dünyanın bütün bu haksız savaşları, işgal, ilhak ve katliamlarına karşı ezilen uluslar ve halkların isyanı ve savaşı, son derece meşru ve haklıdır. Filistin ulusunun kendi kaderini tayin hakkı temelindeki mücadelesi ve savaşı son derece haklı ve meşrudur. Emperyalizme ve İsrail siyonizmine karşı, Filistinlilerin mücadelesi ve savaşı haklıdır ve Maoist Komünistler olarak Filistinlilerin yanında olduğumuzu bir kere deklare etmek isteriz.

15

MKP: ‘Cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot edelim’ Maoist Komünist Partisi (MKP) ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin bir açıklama yayınlarken, seçimlerin boykot edilmesi çağrısı yaptı Maoist Komünist Partisi (MKP) “Cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot edelim” başlığını taşıyan bir açıklama yayınladı. Açıklamada 10 Ağustos’ta yapılacak seçimlerde birinci turda bir sonuç çıkmayacağı belirtilerek ikinci turda Cumhurbaşkanı’nın netleşeceği kaydedildi. Cumhurbaşkanlığı için farklı klikleri temsil eden iki adayın yanı sıra, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın da aday olduğu ifade edilerek ‘Faşist TC devletini şu ya da bu Cumhurbaşkanı yönetmelidir’ gibi bir tercihin devrimci sınıf tavrıyla bağdaşmayacağı belirtildi.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde klikler çatışması derinleşiyor Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “‘TC’ devleti tarihinde mevcut Cumhurbaşkanlığı seçimleri ilklere tanıklık yapmaktadır. Bunlardan biri cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi biçimindeki formel yeniliktir. İkincisi ise, ilk kez bir Kürt partisinin doğrudan ’TC’devleti cumhurbaşkanlığına adayını koymasıdır. Bu ilklerin zemin olduğu iklimde yaşanan cumhurbaşkanlığı süreci, yavaş yavaş adaylar arasında yaşanan tar-

tışmalarla sertleşme eğilimi göstermektedir. Bu karşılıklı teşhir ve propaganda kampanyalarının giderek keskinleşip burjuva ahlaka uygun olarak kirli mecralara taşacağı, hatta skandal ve komploların gündeme gelmesi de muhtemeldir. Ancak bu kirli sahadan sayın Demirtaş’ı muaf tuttuğumuzu belirtelim. Öte yandan cumhurbaşkanlığı adaylarının kişiler olarak tartışılması ve kişisel algının oluşturulması kesinlikle doğru değildir. Kişilerin iyiliği / kötülüğü tartışması anlamsızdır. Tüm mesele hangi sınıflar devletine, nasıl bir devlete cumhurbaşkanı olunduğudur ve hangi anayasaya bağlı olarak görev yürütüleceğidir. Mevcut faşist devlete onay vermeyen ve varlık gerekçelerinden en azından birini ona karşı mücadele etmekte tanımlayan proleter devrimciler elbette ki boykot tavrını benimsemek durumundadır. ‘Boykot AKP’ye yarar’ söylemleri oyların Kemalist / Milliyetçi cepheye gitmesi için söylenen tuzak sözlerdir. Halk kitleleri, kötünün iyisini seçmek ve kendisini ezip sömüren bir devletin idare edilerek daha iyi şartlarda da olsa devam etmesi için aleyhlerine oy kullanamaz. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle devlete güvenoyu sağlanmaya çalışıldığı sakınmadan söylenebilir gerçektir. Halk kitlelerinin cumhurbaşkanını seçmesi doğrudan bu anlama gelir. Kitleler devletin cumhurbaşkanını seçerek hem devleti meşrulaştırmış olacak, hem devlete olan güvenlerini beyan ederek güvenoyu vermiş ola-

cak ve hem de halk tarafından seçildiği için cumhurbaşkanı çok daha etkin bir mevki durumuna gelecektir. Bu şu demektir; seçilecek cumhurbaşkanı çok daha büyük yetkiyle başa getirilmiş olacak ki, bu cumhurbaşkanı tabiri caizse karanlıktan karanlığa açılan yeni bir dönemin aktörü olacaktır. Ki, bu aktörün mevcut siyasal gelişmeler ve siyasi tablonun arka yüzünde görüldüğü kadarıyla Erdoğan olacağı açıktır.”

“Cumhurbaşkanlığı seçim aldatmacasını boykot ederek süreci göğüsleyelim” Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tayin edici kuvvetin Kürt ulusal cephesi olacağı kaydedilen açıklamada, AKP iktidarının ‘barış, çözüm’ yaftalı uzlaşma sürecine uygun olarak seçimlerin ikinci turunda Kürt cephesinin Erdoğan’a destek vermesinin muhtemel olduğu belirtildi. Bu desteğin müzakere ve görüşmeler süreciyle ilişkili olduğunu ifade eden MKP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin boykot etmenin önemine dikkat çekti. Yaşanan sürecin demokrasi maskesi altında faşizmi maskeleme süreci olduğu belirtilen açıklama şu ifadelerle sona erdi: “Bu perspektifle harekete geçmek, egemen manipülasyonu, ablukayı ve tasfiyeciliği göğüslemek için başta tüm ilerici, devrimci ve komünist güçler olmak üzere TürkiyeKuzey Kürdistan halk kitleleri cumhurbaşkanlığı seçimi aldatmacalarını boykot ederek süreci göğüslemelidir.”


16 Sİvas’ta katledİlenler anıldı güncel haber

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

saygı duruşunda bulundu. Sarıgazi Dayanışması adına yapılan açıklamada, devletin katliamcı yönü teşhir edilerek şu ifadelere yer verildi: “Alevilerin desteğini alarak Meclis'e giren SHP gibi partiler bile katliamın gerçekleşmesine göz yumdu. Devletin katliamcı geleneği Sivas Katliamı’yla bir kez daha gün yüzüne çıktı.” Açıklama aradan 21 yıl geçmesine karşın sorumluluların cezalandırılmadığı ve zaman aşımından davanın düştüğü ifadeleriyle sona erdi. Sanatçı Gülcihan Koç’un söylediği türkülerin ardından miting sona erdi.

Sivas Katliamı’nda hayatını kaybeden 33 kişi ülkenin birçok yerinde yapılan eylemlerle anılırken, faşist devletin gerçekleştirdiği katliam protesto edildi j Faşist Türk devletinin katliamları her geçen gün yeni katliamlara imza atılarak devam ediyor. Bundan 21 yıl önce polis ve jandarma kontrolünde Sivas Madımak Oteli gerici-faşistler tarafından yakılarak 35 kişi katledilmişti. Bugün de AKP iktidarı ve onun temsil ettiği faşist Türk devleti Gezi Ayaklanması’nda birçok kişiyi katlederken, çok sayıda kişiyi de çeşitli yerlerinden yaralamıştı. Yine aynı iktidarın beslediği çeteler Rojava’da yüzlerce Kürt’ü ve Alevi’yi katletti. Sivas Katliamı Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın birçok ilinde yapılan eylemlerle protesto edilirken, katliamda hayatını kaybedenler anıldı. SİVAS: Pir Sultan Abdal Derneği’nin çağrısıyla bir araya gelen binlerce kişi, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas Katliamı’nda hayatını kaybeden 33 kişiyi andı. Seyrantepe Cemevi önünde toplanan kitle,“Ateş Utandı Ateşi Bulanlar Utandı Yakanlar Ve Yaktıranlar Utanmadı” , “Maraş’tan Sivas’a Roboski’den Gezi’ye Soma’dan Şırnak’a ve Lice’ye Adalet İstiyoruz” , "Sivas Şehitlerimizi Unutmadık Unutturmayacağız" , "2 Temmuz'dan Roboski’ye Bu Acı Bizimdir" pankartlarını taşıyarak Madımak Oteli’ne yürüdü. Kortejler halinde yürüyen kitle, “Madımak’ı yakanlar AKP’yi kuranlar” , “Faşizme karşı omuz omuza” , “Sivas’ı unutma unutturma” , “Sivas’ın ışığı sönmeyecek” sloganlarını attı. Polis yürüyüş güzergahını abluka altına alarak anmaya katılanlara GBT kontrolü yaptı. Baskılara boyun eğmeyen kitle, anmaya kitlesel katılım gösterdi. Yürüyüş kortejinin önünde katliamda hayatını kaybedenlerin aileleri yer alırken, Roboskili aileler de anmaya katıldı.

‘Devletin katliamcı yüzü hiç değişmedi’ Kitle, yürüyüşün ardından Maraş, Çorum, Sivas, Gazi Katliamları başta olmak üzere katliamlarda hayatını kaybedenlerle devrim şehitleri anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Madımak Oteli önünde konuşma yapan PSAKD Genel Başkanı Müslüm Doğan şunları söyledi: “Bu ülkede demokrasi, laiklik inşa edilinceye dek, barış ve kardeşlik türküleri özgürce söylenene dek, bütün dereler özgür akıncaya dek, bütün katliamların hesabı sorulana dek, hem devlet hem toplum kendisiyle yüzleşene dek, Madımak Utanç Müzesi oluncaya dek Sivas'ta olacağız, Çorum'da, Gazi'de, Gezi'de, Roboskî'de, Soma'da olacağız.”

‘Halkın belleği zaman aşımına uğratılamaz’ ANKARA: Aralarında DHF’nin de yer aldığı devrimci-demokratik kurumlar ile Alevi örgütlerinin çağrısıyla Sıhhiye Toros Sokak'ta bir araya gelen kitle, Kolej Meydanı’na yürüdü. DHF üye ve taraftarları “Halkın Belleği Zaman Aşımına Uğratılamaz” pankartıyla yürürken, kitle “Sivas’ın katili faşist T.C devleti” , “Katil devlet hesap verecek” sloganlarını attı. Meydanda Madımak’ta katledilenler anısına yapılan saygı duruşununda bulunuldu. Yapılan konuşmaların ardından Yavuz Canpolat’ın Sivas Katliamı için söylediği ezgilerle anma sona erdi.

Polis kitleye saldırdı

Tertip Komitesi adına konuşan Hacer Erdoğan yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “AKP'nin ırkçı baskıcı zihniyeti iş başında. Mısır'da Rabia'ya ağladı ama IŞİD canavarlarına terörist demedi. Gezi'de 8 gencimizi katletti, Şişecam grevini engelledi. Ama biz bu ülkenin devrimcileri, ilericileri olarak hiçbir katliama, baskıya boyun eğmedik, eğmeyeceğiz.” Sivas davası avukatlarından Şanal Saruhan ise, 21 yıllık bu acıyı bütün ezilenlerle birlikte göğüslediklerini belirterek insanlığa karşı işlenen suçların bu hukuk sistemi ve yasalarla hesabının sorulamayacağını; ancak sokaklarda verilecek devrimci mücadeleyle hesabın sorulacağını söyledi. Anma konuşmaların ardından

sloganlarla sona erdi. İSTANBUL: Sarıgazi’de aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da olduğu devrimci demokratik kurumlar ile Alevi kurumların çağrısıyla Vatan İlköğretim Okulu önünde bir araya gelen yaklaşık on bin kişi, “Sivas’ı Unutma Unutturma” , “Karanlığa Meşale Olanlar Küllerinden Yeniden Doğanlar 2 Temmuz’u Unutma Unutturma” yazılı pankartlarla Sarıgazi Merkez’de bulunan miting alanına sloganlarla yürüdü.

‘Katliamcılardan hesap soracağız’ Miting alanına giren kitle Sivas Katliamı’nda hayatını kaybedenlerin anısına

İZMİR: 2 Temmuz Sivas Katliamı'nda hayatını kaybedenleri anmak için, Alevi Bektaşi Federasyonu'nun çağrısıyla bir araya gelen aralarında DHF’nin de olduğu Emek ve Demokrasi Güçleri, Basmane Meydanı'nda toplanarak Konak'a yürümek istedi. “Sivas'ın ışığı sönmeyecek” , “Devletin Alevisi olmayacağız” , “Dersim Sivas Roboski unutulmaz hiçbiri" sloganlarıyla yürüyüşe geçen kitlenin önü BasmaneKonak yolunda, çevik kuvvet polisleri, sivil polisler ve TOMA'lar tarafından kesildi. Daha önceki eylemlerde yürüyüş güzergahı olarak kullanılan yolun, keyfi olarak "yasak"lı olduğu gerekçesiyle kapalı olduğunu öğrenen kitle, oturma eylemine başladı. Yaklaşık yarım saat süren oturma eyleminin ardından barikatları zorlayıp yürüyüşe geçmek isteyen kitleye, çevik kuvvet polisleri gaz bombası ve TOMA'larla saldırdı. Kitle polise taşlarla karşılık verdi. Fuar tarafı ile Lozan Meydanı’na çekilen kitleyi ablukaya alan polis, gözaltılara başladı. Kitleye gaz bombalarıyla saldıran polis 9 kişiyi gözaltına alırken, onlarca kişi de polis saldırısında yaralandı. Gözaltına alınanlar gece saatlerde serbest bırakıldı. Bursa ve Eskişehir’de de aralarında DHF’nin de bulunduğu devrimci demokratik kurumlar tarafından Sivas Katliamı’nı protesto eden eylemler gerçekleştirildi.


1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

güncel haber 17

Katiller halka hesap verecek! Gezi Ayaklanması’nda şehit düşen Ali İsmail Korkmaz, ölüm yıl dönümünde ülke genelinde yapılan eylemlerle anılırken, Ethem Sarısülük’ü katleden polis Ahmet Şahbaz da çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı Gezi Ayaklanması sırasında Eskişehir’de polis ve sivil faşistler tarafından dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz, katledilişinin birinci yılında ülke genelinde yapılan yürüyüş ve basın açıklamalarıyla anıldı

Eskişehir ‘Ali’nin katili AKP’nin polisi’ Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)'nun da olduğu devrimci-demokratik kurumların çağrısıyla Kanatlı AVM önünde toplanan kitle, Ali İsmail Korkmaz Heykeli’ne yürüdü. Yürüyüş sırasında kitle, ''Ali İsmail Korkmaz ölümsüzdür" , "Faşizme karşı omuz omuza" , "Ali'nin katili AKP'nin polisi'' sloganlarını attı. Ali İsmail Korkmaz Heykeli'ne karanfiller bırakıldıktan sonra basın açıklaması yapıldı. Açıklamada Ali İsmail'in katledilişinin üzerinden bir yılın geçtiği belirtilerek katillerinin halen aramızda olduğu vurgusu yapıldı.

‘Hepimiz Ali’yiz öldürmekle bitmeyiz’ Yoğurtçu Parkı Forumu’nun çağrısıyla “Ali İsmail Ölümsüzdür” , “Ali İsmail Korkmaz Daha 19 Yaşında Düşlerinle Özgür Dünya” pankartlarıyla Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı önünde bir araya gelen kitle, Boğa Heykeli’ne yürüdü. Anmaya Gezi şehitlerinden Mehmet Ayvalıtaş ve Berkin Elvan’ın aileleri de katıldı. Yürüyüş sırasında kitle, “Katil devlet hesap verecek” , “Hepimiz Ali'yiz öldürmekle bitmeyiz” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Berkin Elvan

15'inde bir fidan” sloganlarını attı. Yürüyüşün ardından konuşan Mücella Yapıcı şu ifadelere yer verdi: “Biz Ali İsmail Korkmaz kardeşimizi anmak için buradayız. Gezi'de nice genç kardeşlerimizi kaybettik. Onların anısını ve mücadelesini yaşatacağız.” Anma sloganlar ve müzik dinletisinin ardından sona erdi.

‘Biz binlerce kişilik bir aileyiz’ Hatay’da Ali İsmail Korkmaz’ın mezarı başında, Gezi Şehitleri Ailelerinin de katılımıyla bir anma gerçekleştirildi. Mezar anmasının ardından devrimci-demokratik kurumların temsilcileri ve sanatçılar Ali İsmail Korkmaz Vakfı’nın Sümer Amfi Tiyatrosu’nda düzenlediği anmaya katıldı. Anma etkinliğinde Ali İsmail Korkmaz’ın ağabeyi Gürkan Korkmaz söz alarak, “Ben bir kardeşimi kaybettim ama binlerce kardeşim oldu. Biz artık altı kişilik çekirdek bir aile değiliz, binlerce kişilik bir aileyiz” sözleriyle Ali İsmail Vakfı’nın da kurulduğunu açıkladı. Ardından Berkin Elvan, Abdullah Cömert, Ahmet Atakan, Ethem Sarısülük ve Mehmet Ayvalıtaş’ın aileleri de birer konuşma yaptı. Oyuncu Barış Atay, Ali İsmail için şiir okurken, Pınar Aydınlar, Hilmi Yarayıcı, Tolga Sağ, İlkay Akkaya ve Kaldırım Müzik Topluluğu Gezi şehitleri için türküler söyledi.

Ali İsmail Korkmaz davasının 3. duruşması görüldü Öte yandan14 Temmuz’da Kayseri’de görülen Ali İsmail davasının 3. duruşmasında da farklı bir sonuç çıkmadı. Mahkeme, tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verirken davanın avukatı Esra Başbakkal Kaya delillerin karartılmak istendiğini söyledi. Sanık avukatlarının savunmalarının ardından mahkeme Ali İsmail Korkmaz'ın öldürüldüğü yerden alınan görüntüler için TÜBİTAK'tan ve Korkmaz'ın ölümüne ilişkin ATK'dan gelecek yazıların beklenmesine, Eskişehir Jandarma Komutanlığı’na yazı yazılarak sanıkların telefon ve telsiz konuşmalarında ismi geçen kişilerin, sanık-

ların iddia ettiği gibi burada çalışıp çalışmadıklarının sorulmasına karar verdi. Polis avukatlarının savunmasında o gün telsiz kullanılmadığının iddia edilmesi üzerine mahkeme, Eskişehir Emniyet Müdürlüğü'ne yazı yazılarak sanık polis Şaban Gökbakır'ın olay günü telsiz kullanıp kullanmadığının sorulmasına karar verdi. Mahkeme, tutuklu sanıkların tutukluluğunun, tutuksuz sanıklarının ise tutuksuzluk halinin devamına ve duruşmanın 9 Ekim 2014’te görülmesine karar verdi. Duruşmadan sonra açıklama yapan Gezi aileleri ve avukatları, sanık polislerin hala tutuksuz olmasının delillerin karartılabileceği anlamına geldiğini ifade etti.

Ali İsmail’in katili ‘ayağından’ rapor almış Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinden polis Mevlüt Saldoğan’ın, attığı tekmeden birkaç saat sonra hastaneye giderek, “sağ ayak bileğinde çatlak” iddiasıyla rapor aldığı ortaya çıktı. Saldoğan'ı muayene eden doktorun, Ali İsmail Korkmaz'ın beyin kanamasını fark etmeyerek kas gevşetici yazanın Dr. Hasan Gülcü olduğu anlaşıldı. Dahası Saldoğan, ertesi gün polise ifade vererek ayağının kırıldığını ileri sürdü. Ne var ki savcılığın aylar sonra yaptığı incelemede, kırık ya da çatlak tespit edilmediği gibi, Saldoğan'ın travma anında çekilmiş x ray görüntülerine de hastane kayıtlarından ulaşılamadığı ortaya çıktı. Bu raporlardan sonra Saldoğan'ın şikayetine ilişkin soruşturma dosyası ayrılarak, faili meçhul işlemler kapsamına alındı.

Ethem Sarısülük'ü katleden polis Ahmet Şahbaz tutuklandı Gezi Ayaklanması sırasında Ethem Sarısülük'ü katleden polis Ahmet Şahbaz'ın yargılandığı Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde, Şahbaz'ın tutuklanmasına karar verildi. İstanbul başta olmak üzere çok sayıda ilden Ankara'ya gelen yüzlerce kişi, Abdi İpekçi Parkı'nda toplanarak Ankara Adliyesi'ne

yürüdü. Yürüyüş sırasında, "Ethem yoldaş ölümsüzdür" , "Katil devlet hesap verecek" , “Ethem'in hesabı sorulacak” sloganları atıldı. Adliye binasının önü polis ve askerler tarafından abluka altına alınırken, binanın etrafı da bariyerlerle kapatıldı. Duruşma sırasında adliye çevresinde çevik kuvvet polisleri ile TOMA’lar hazır bekletildi. Duruşmayı Gezi Ayaklanması’nda hayatını kaybeden Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz ve Berkin Elvan'ın ailelerinin de olduğu çok sayıda kişi izledi. Sanık polis Ahmet Şahbaz'ın salona getirilmesiyle duruşmaya başlandı. Salonda bekletilen yaklaşık 150 asker,Şahbaz’ın etrafını çevirdi. Ahmet Şahbaz'ın avukatları, duruşmanın kapalı görülmesini talep ederken, Sarısülük ailesinin avukatlarından Kazım Bayraktar ise bu talebin hukuka ve yasaya aykırı olduğunu belirterek reddedilmesini istedi.

‘Kasten adam öldürmek’ten cezalandırılması istendi Sanık polis Şahbaz, savunmasını tekrarlarken ek yapmayacağını belirtti. Sarısülük'ün avukatlarından Murat Yılmaz, Şahbaz'ın “kasten adam öldürmek” suçundan tutuklanmasını talep etti. Avukatların savunma ve taleplerinin ardından Cumhuriyet Savcısı mütalaasını verdi. Meşru müdafaa olmadığını belirten savcı, Şahbaz'ın olası kasıtla adam öldürdüğünü belirterek tutuklanmasını istedi. Sanık polis Ahmet Şahbaz'ın avukatları, savunma hazırlamak için süre talebinde bulundu. Mahkeme heyeti, talepleri değerlendirmek üzere duruşmaya bir süre ara verdi. Verilen aranın ardından 33 yıl 4 ay hapis istemiyle yargılanan polis Ahmet Şahbaz'ın tutuklanmasına karar verildi.Duruşma sonrası Sarısülük ailesinin avukatları, sanık avukatlarının sözlü tacizine maruz kaldı. Avukatlar ayrıca jandarmaların coplu ve gazlı saldırısına maruz kalırken, çıkan arbedede tutuklanan Ahmet Şahbaz ise mahkeme heyetinin müzakere odasına götürüldü.


18 HKO gerillaları anlatıyor güncel röportaj

MKP 3. Kongresinin ardından bölgedeki faaliyetlerine hız veren HKO gerillarıyla yapılan roportajı kısaltarak siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz MKP’nin 3. Kongresi başarıyla tamamlandı. HKO’nun yeni yöneliminden kısaca bahseder misiniz? -Kapitalist ülkelerdeki silahlı savaşımların sürdürülmesi meselesi noktasında komünist hareketlerin çokça tartışmaları mevcut olup, bu meselenin derinliğine dair MLM bakış netliği çeşitli analiz ve sentezlere tabi gerçekliği vardır. Kapitalist ülkelerde uzun süreli ‘barışçıl mücadeleden’ dolayı genel olarak tartışmaların özünü “zor” kavramının doğru analiz edilememesinden ve silahlı savaş ve silahsız savaş şeklinde sığ bir savunu neticesinde ilerlemiştir. Kapitalist veya yarı feodalyarı sömürge statüsündeki ülkelerde devrim modellerine ilişkin tartışmalar dünde vardı bugünde var ve yarın da var olmaya devam edecek. Bundan dolayı da partimizin Türkiye Kuzey Kürdistan’ın sosyo-ekonomik yapısını kapitalist değerlendirmesinden dolayı, genel

Açık açık teşhir ve deşifre tarzında ilerleyen birtakım gruplar mevcut. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? -Taban kitlemiz içerisinde belli bir çalışma yürüten kişiler de var bundan haberdarız. Öncelikle buradaki bir meselenin gerçekten açığa çıkması gerekiyor. Objektif olmayan durumlar halkımıza kitlemize yansıtılıyor. Bu konuda; 1- Kongrenin meşruluğu meselesidir!. Parti 3. Kongre sonuç bildirgesini kararlarını açıkladığı zamanda, kongrenin hem iradi hem de oy anlamıyla net toplanmadığına dair söylentiler var. Partimiz sınıf mücadelesinin en yüksek siyasi savaş aracıdır, bu

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

olarak bilinen bu fikirler toplumsal mücadelenin bileşenlerinde devreye girmiştir. Söz konusu olan eğer Türkiye Kuzey Kürdistan kapitalist ise bu anlamıyla da barışçıl mücadele yürütüleceği veya Gerilla Savaşı’nın tasfiye edileceğine, askeri örgütlemelerin lağvedileceğine dair belirli söylemler ortaya atılıyor ve bu söylemler üzerinden tartışmalar yürütülüyor. Bunda eski fikir temelinde bir kopuş olmamasının etkisi olduğunu veya eski fikir temelinde ele alışın söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Temelinde bu yatıyor. Esasta burada anlaşılması gereken mesele MKP 3. Kongresinin kapitalist ülkelerde Sosyalist Halk Savaşı teorisiyle Merkezi Birleşik Savaşın kendisini toplu ayaklanmaya bağlı Gerilla Savaşı meselelerini anlamak ve bunun üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Bu çözümlemelerin Türkiye-Kuzey Kürdistan gerçeğinde somut bir karşılığı olup olmadığını tartışmasını yürütmek gerekiyor. Yoksa afaki tanımlamalar üzerinden veya diyalektik metoddan kopuk sözüm ona Marksist geçinenlerin fikirleri üzerinden MKP’yi değerlendirmek ve MKP’nin bu yola sürükleyeceğini söylemek gerçekten de nesnel, objektif olmayan temelleri zayıf meselelerdir. Esasta MKP’nin ne söylediği üze-

rinden MKP’yi tartışmak, eleştirmek veya önerilerde bulunmak gerekiyor. Bu teorik meselelerden dolayı uluslararası komünist hareket, kapitalist ülkelerdeki mücadelenin yol ve yöntemlerindeki bilinen teorik yaklaşımı birçok kez tartışıldı ve tartışılmaya da devam edecek. MKP, hem ülke hem de dünya üzerinde gelişen sınıf mücadelesinin sorunlarına dair derin bir birikimi mevcuttur. MKP bağrında taşıdığı organlarıyla ve 40 yılı aşkın süredir kesintisiz sürdürdüğü sınıf mücadelesindeki deneyim ve tecrübeleriyle enternasyonal komünist harekete yönelik, zorunlu bilimsel ödevlerini yerine getirmeye de devam edecektir. İkinci mesele olarak şu konuyu belirtmek gerekiyor. Dağlarda savaşmamız, gerilla mücadelesi yürütmemiz, HKO’nun gerilla ordulaşmasının temelinde ilerlemesi fikrimiz, Türkiye Kuzey Kürdistan’da gerillanın devrimin gerçekleşmesindeki rolü ve anlamından dolayıdır. Biz birilerini tatmin için duygusal anlamda ya da bildiğimiz tek savaş budur şeklinde gerilla savaşları yürütmüyoruz. Sosyalizm ve komünizm mücadelesi içerisinde Partinin savaş siyaseti o günün koşullarına göre neyi emrediyorsa o savaş siyaseti hiçbir baskı altında teslim edilmeden yürü-

tülmesi gerekir. Yoksa komünistlerin neyi amaçladığı belli olmayan Gerilla Savaşı ya da silah taşıma alışkanlığı yoktur. Bu konuda bilimsel davranılması gerekiyor. Meselenin özünün anlaşılması gerekiyor, biz birilerini tatmin etmek için Gerilla Savaşı yürütmüyoruz. Bunun altını özellikle çizmek gerekir. Biz Gerilla Savaşı’nın Türkiye Kuzey Kürdistan’daki sosyalist devrimde rolü olduğu ve gerilla ordulaşmasının silahlı halk ayaklanmasını önemli bir parçası olduğu için bu savaşı yürütüyoruz. Bunun da net anlaşılmasını istiyoruz. MKP’nin siyasi savaş yönelimi ülkemiz ve dünya devrimci hareketi açısından sınıf mücadelesine yeni bir enerji katacak. Bu siyasi savaşın etkilerini şimdiden kendini göstermeye başladı. Öncelikle siyasi iradeden yoksun kesimlerin MKP’ye yönelik saldırıları başladı. MKP önderliğinde savaşan HKO üzerine çeşitli anti bilimsel yaklaşım ve söylentilerle etki çevresine güvensizlik aşılanmaya çalışılıyor. Değişime nasıl yaklaşılması gerekiyor? -Bu söylemler gerçekten sipekülatif olup nesnel olmayan sübjektif teorik geriliğin yol açtığı bir durumdur. Kendi niyetleriyle konuşmalar, durum tanımalardır. Esasta bura-

nedenle sokakta, kahvede ve sosyal grupları içerisinde devrimci ciddiyetten yoksun tartışmaların partimize yön vereceğini düşünenler akıllarını kaçırmıştır. Bu grup ve kişiler bu tavırlarından derhal vazgeçmelidir. Bu konuda yapılan tartışmalar geri ve gerçeği yansıtmayan tartışmalardır. İrade meselesinde, Kongrenin katılım ve örgütlenme meselesinde partimizin çabası ortadadır. Bu çaba HKO tarafından biliniyor. Ama bu çabaya yeteri kadar cevap vermeyen, bu çaba sürecinde parti bütünlüğü tarzında hareket etmeyip ve kendini özel bir durum içerisine koyup süreci sahiplenmekte zayıf kalanların, bugün partiyi bu zeminde eleştirmeye kalkmaları, sürece katılmamaları, esnek ve akışa göre davranmaları ve süreci bu kadar olumsuzlamaları şaşırtıcı bir yaklaşımdır. Kendisi-

ne hapsolmuş olanlar, partinin sınıf mücadelesindeki geniş ufkunu, kendi dar ufkuyla kıyaslıyor. Buradan gözlemlediğimiz kadarıyla komik duruyor. Belirtmek gerekir ki geniş kesimlerin bu noktada yeterince bilgiye sahip olmaması kafa karışıklığına yol açıyor. İllegalite koşulları bizim için esastır. Bu tarz fantastik söylem ve kitlelerin elinde silah olan parti tüzüğü ihlalleriyle netleşmiş yaklaşımların küçük burjuva anlayışta pirim yapmasını, siyasetin doğal reaksiyonu olarak karşılıyoruz. Biz doğru ve yanlış mücadelesi temelinde parti içerisinde iki çizgi mücadelesini savunuyoruz. Başkan Mao’nun derin bir felsefeyle dediği gibi “herkes bir partidir”. Tüzüğümüz ve programımızın kıstaslarını belirlediği ölçülerde yer alan farklı fikirleri olanlar MKP içerisinde irade ve eylem bir-

liğini boşa çıkarmadan mücadele edebilir ve fikrini örgüt ve organ içerisinde hukuk ihlali yapmadan örgütleme hakkına sahiptir. Partimiz bunu garanti altına almıştır. Maoizmin temel ilkelerinden biri de budur. Partimizde ve onun oluşturduğu alt organlarda hiçbir fikir bastırılamaz, yasaklanamaz, kota koyulamaz. Bu anlamıyla herkesin açık ideolojik mücadeleyle fikrini örgütleme hakkı var. Aranması gereken bir hak varsa parti içerisinde aranmalıdır. Bu hakkı biz vermiyoruz, bu hak kişilerin temel hakkıdır. Burada bir noktanın altını çizmek gerekiyor, önemli ve bizimde hassas olduğumuz bir mesele; politik ve ideolojik eleştiri, örgütsel deşifrasyon zeminine dönüştürülmemelidir.


1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

da partinin devrimci meseleleri çözümlememesindeki yol ve yöntemlerin, söylemleri dikkate alınarak onun üzerinden tartışılması gereklidir. MKP’nin ne söylediğine hiç umursamadan MKP’nin toplumsal zemindeki sınıf ilişkileri ve bunların çözümlenmesine dair yol yöntem ve araçlarını ortaya koyuşunu hiç değinmeden MKP’nin Gerilla Savaşı’nı sonlandıracağını ve gerillasını çekeceği yönünde ortaya atılan meseleler değerlendirilecek zeminde durmuyor, bu anlamıyla kıstasları yok, kişilerin algı ve niyetleri üzerinden yapılan bir tartışmadır ki bu tartışma geri ve yetersizdir. Teorik bir kavrayış sorunu olduğu açıktır ve bunun üzerinden durulması gerekiyor. Partinin gerçekleştirmiş olduğu 3. Kongrenin izi nedir yönelimi nedir? Bu konuda HKO, MKP’nin siyasi, örgütsel, askeri, politik ve ideolojik önderliğini tanıyor. Kongrenin bütün kararları HKO’nun ana görevi ve yönelimidir. Gücü ve yetenekleri çerçevesinde görevlerini yerine getirmeyi, Kongrenin somut hayata karşılıklarını yaratma hedefiyle mücadele yürütüyor. Ülkemiz devrimci hareketi doğaldır ki partimizi yakından takip etmek ve geliştirdiği siyasi ve politik mücadeleden etkilenmek ve etkilemek durumundadır. Diyalektik süreç açısından kaçınılmaz olan etkilenme süreci devam edecektir. Doğru çizgi mutlak zaferle taçlanacaktır. Diğer yandan belli birtakım kişi ve kişilerin Partimize ve organlarına yönelik bilimsellikten uzak küçük burjuva ideolojinin kuşanmışlığıyla eleştire adı altında karalama saldırıları mevcut olduğu gerçekliği vardır. Bunların dışında ise proletarya ve halkın düşmanlarının partimizi darbelemeye yönelik saldırıları devam etmektedir. Partimiz tüm organlarıyla hiçbir görevine ötelemeden dostlarımıza ve düşmanlara gerekli hassasiyeti göstererek, çözüme dayalı siyasi ve politik cevapları verecektir. Dosta güven vermeye devam ederken, düşmanın korkusu olmaya da devam edeceğiz. Bunun kitlemiz ve halkımız tarafından bilinmesini istiyoruz.

güncel röportaj 2012 Yılında 24 HKO gerillası T.C ordusu tarafından esir alındı. Bu konu HKO’nun kitlesi üzerinde bir güven bunalımına neden oldu. Bu konu hakkında kamuoyuna açıklayabileceğiniz politikalarınız nelerdir? -Esas olarak Parti 3. Kongremizin, 40 yıllık savaşın askeri ve siyasi çizgisinin muhasebe edilmesi yönünde kararı var. Buna bağlı olarak yakın dönemde askeri değerlendirmeler yapıldı. Biz 24’leri değerlendirirken birkaç açıdan değerlendirmek istiyoruz. Dünya genelinde reformist yönelimin etkili olduğunu tespitini yapmış olduğumuz gibi diğer devrimci güçlerde bu tespiti yapmıştır. Lakin bu tespiti yapmakla birlikte reformizmin geriletilmesi ve devrimci gücün güçlendirmesi konularında bazı sonuçların alınması sorunuyla birlikte sonuç alamadığımız, yeterince reformist zemini kurutamadığımız olaylar ve gelişmeler de yaşandı. Bu dalgada reformist kuşatma dalgasından Parti olarak biz de bağımsız değiliz. Sonuç itibarıyla düşünsel fikirler ve onun duruş biçimi bizim saflarımızda da yaşanan bir sorundur. Bu anlamıyla Parti 3. Kongremiz ise Partimizin iki kongre arasındaki politik pratik sürecini de değerlendirirken esas itibarıyla bu dönemi örgütsel sol bir yönelim olarak beyan etti. İkinci döneminde ise örgüt meselelerinde gelişen sağ bir yönelimde olduğunu beyan etti. Bu bir doğal tanımlamaydı. Bizim gerçeğimize uyan bir tanımlamadır, dolayısıyla sağ pasifist hattın gelişmesi, devrimci militan zeminin erimesi, kitle militanlığında gerileme, cüret sorununun açığa çıkması her alana yansıyor ve belirli sonuçlar ortaya çıkıyor. Bu anlamıyla sorunun ideolojik teorik arka planında yatan reformizmin cereyan hallerine yeterli cevap olamadığımız bir zeminde çalışmaların yürütüldüğü idelojik, politik ve askeri önderliklerin zayıf kaldığı gerçeğinin bir izdüşümüdür 24’ler. Esasta bu zeminden değerlendirmek gerekir. Tüm parti ve önderlerin reformist kuşatmaya yeterli düzeyde cevap verememesi, parti zemininin devrimci reflekslerinin erimesi, tüm üye, kadro, sempatizanlar ve savaşçıların devrimci zemini geliştirme noktasındaki yeterli olmayan çabalarının bütünüyle sonucudur; 24’ler. 24’ler sadece gerilla alanıyla başlayıp, gerilla alanıyla biten bir olgu değildir. Tüm partinin ve yetersizliklerin dışa vurumudur! Böyle anlamak gerekiyor. Buradan algılarsak doğru sonuçlar çıkarabiliriz ve partiyi daha güçlü silahlandırarak sınıf savaşında hak ettiği niteliğe getirebiliriz. 2.si 24’ler sorunu, askeri taktik yetersizliktir. Askeri taktik yetersizlik belli boyutlarda gücün eğitilmesinde ve gücün konumlandırılmasında belirli sorunlar yaratmıştır. Bir kış kampı basit bir örnektir. Bir kış kampının bu derece bir operasyona maruz kalmasını doğallaştıracak askeri bir izahatı yoktur. Çünkü kamplarda esas olarak savunma ve saldırı stratejisi, en üst seviyededir. Olası düşman saldırılarında savunma ve geri çekilme yöneliminin, uygun olması gerekiyor. Çıplak kayalar arasında kamp kurmak ciddi bir askeri tecrübesizlik veya askeri olarak düşmanı kendini karşı yöneliminde ciddiye almamanın bir sonucudur. Savaşın geleceğini üzerinden planlar yürüterek sürekli savaş halinde ol-

19

mak, bu bağlamda taktiksel bir zeminde durmayı gerekli kılmaktadır. Bu noktada taktiksel yetersizlikler ve kavrayış problemleri açık bir şekilde görülmüştür. Bir diğer sorun ise; gücün büyük bir kısmının yeni olması, bu konuda daha korunaklı sağlam yerlerde durulmasını gerekli kılarken, bu konudaki gerçeklik hiç düşünülmeden rastgele, askeri hareket tarzına uygun olmayan bir konumlanma tarzı vardır. Gücün zayıf olduğu dönemlerde savunma pozisyonu, gerilla birliklerinde üst seviyelerde seyreder. Bu tarz yenilgilerin özünde yer alan belirleyici kriterlerden biri, çalışma süreci içerisinde gizlilik kurallarının hafifletilmesidir. 2012 Kış Kampı’nın örgütlenmesi çalışma tarzında, bütünüyle eleştirilen ne varsa uygulanması zemininde olmuştur. Gizlilik kuralları uygulanmamış-riayet edilmemiştir. Olabildiğince çalışmalar esnek ve açık yürütülmüş, kendi durumuyla bir operasyona yol açan bir duruma ulaşılmıştır. Genel olarak kitlemizde ve devrimci hareketin kendisinde, ilerici devrimci kitleler üzerinde 24lerin teslimiyet sorununun, nasıl bir demorolizasyon zemini yarattığının farkındayız. İdelojik, teorik ve askeri gerilikleri belirttik. Teorik zeminde bedel ödendi denilen olgu ve bedelle devrimi inşa edilmesi sorunu salt bir söylem veya basit bir kararlılık ve deklarasyon sorunu değildir. Pratikte yaşanan gerçekliklerin ürünüdür. Bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız yüksek sertliklere karşı dayanıklı ve işin doğasına göre hareketikonumlanmayı gerektiriyor. Devrim milyonların bedeliyle inşa edilen bir harekettir, kitlelerin gerçekleştirdiği askeri ve siyasal bir hareketliliktir. Bunun silahını kuşanmış olanlar bu an geldiğinde devrim için tereddütsüz bedel ödeme kararlılığını göze almalıdır. Komünist önder ve baş komutanımız İbrahim Kaypakkaya’dan, Mehmet Zeki Şeritlere, Ahmet Muharrem Çiçeklerden, Seyfi Batar ve 17’lere kadar birçok yoldaşımızın zindanlarda ve dağlarda ödediği bedeller sonucunda, dünyada ve ülkemizdeki sınıf mücadelesinin tarihinde saygın bir yeri olan partimizin, 24’ler sonucuyla karşılaşması, her açıdan basit bir analizle anlatılmayacak kadar ciddi bir sorundur. Değerlerimizi ve devrimi korumanın bu noktada daha sağlam bir perspektifle ele almanın büyük bir öneminin farkında olmak gerekiyor. Bizim 24’lerden çıkardığımız ideolojik ve askeri dersler vardır. Bu noktada düşmanın bu kadar basit zaferler elde etmemesine yönelik özel olarak gerçekleştireceğimiz çalışmalar olacaktır. Kurmay mantıkla profesyonel bir gerilla anlayışıyla düşmandan daha az darbe yiyen ve saldırdığında kesin darbe ilkesi temeline uygun bir gerilla savaşı ve düşmana ciddi darbeler vuran yeni bir şekilleniş yaratılacaktır. Parti 3. Kongremizin askeri çizgi temelindeki yürüttüğü tartışmalar bu şekildedir. Bunun pratikleştirilmesi için bir çaba sürecimiz olacak ve bizim yönelimimiz de böyledir.


20

haber analiz

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

Çankaya’ya hangi halk çıkacak!

Her kim ki kurulu sömürü düzeninin temel kurum ve kuruluşlarına eşitsiz koşullara boyun eğerek ona entegre olma amacı taşıyan girişimlerde bulunuyorsa açık ki sömürü ve zulüm düzenine karşı olma adına özü aynı olan, onun başka bir türevini savunuyor demektir. Kuşkusuz bu durum da önemli ve temelden bir ideolojik siyasal kırılma içerisinde olunduğunu göstermektedir Fransa’da burjuva demokratik devrim sürecinde köylülerin ‘’saraylara ölüm klübelere özgürlük’’ şiarıyla krallık hanedanlığına karşı mücadeleleri karşısında egemen sömürücü sınıfların sarayları ve saltanatlarını koruma için nasıl da direndikleri öğretici yanlar içermektedir. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde HDP’nin kendi adayı Selahattin Demirtaş’la seçimlere gireceğini açıklamasıyla “Çankaya’ya halk çıkacak!’’ argümanıyla başlatılan kampanya oldukça düşündürücüdür. Zira Türk devletinin faşist tekçi niteliği başta cumhurbaşkanlığı köşkü olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarıyla varlığını sürdürürken, halkın doğ-

rudan katılımı ya da parlamenter sistem üzerinden seçilen cumhurbaşkanlığıyla aslında bir demokrasi oyunu daha oynanmaktadır. Doğrudan halkın seçtiği cumhurbaşkanıyla yine aynı şekilde doğrudan halkın seçtiği milletvekillerinin teşkil ettiği meclisin cumhurbaşkanını seçmesi arasında özde bir fark yoktur. Zira doğrudan ya da dolaylı olarak halkın seçimi söz konusudur, birinde direkt kendisi seçerken diğerinde ise yine 4 yıl için yetki verdiği milletvekilleri üzerinden seçilmektedir. Sorunu sadece seçmek- seçmemek ya da oy kullanma- kullanmama derekesine indirgersek tabii ki bir temsiliyet durumu söz konusudur. Ancak aslolan bütün manipülasyonlar tekeli karşısında halk kitlelerine dayatılan seçim taktikleri üzerinden hangi adayın devletin bekası için daha iyi hizmet edeceğidir. Devletin en yüksek düzeyde temsiliyetindeki cumhurbaşkanlığı kurumunun başında kimin yer alacağını herhalde sömürücü ve zulümkar emperyalizme bağımlı Türk hakim sınıfları, ne halk kitlelerine ne de halk kitleleri içerisinden çıkan parti ve bireylerine inisiyatifi bırakacak değildir. Ortada oynanan oyun tam da demokrasiciliktir. Doğrudan ya da dolaylı olarak halka başvurma demagojisi, burjuva diktatörlüğünün hala kullandığı önemli bir argüman ve aldatmacası olarak devrededir.

‘Çankaya’ya halk çıkacak’ söylemi sisteme entegre olma yönelimidir Cumhurbaşkanlığına adayların seçim sürecindeki pratik politikaları da bu demokrasi oyunlarının bir parçası olarak kullanılmaktadır. Ve hatta bununla da sınırlı kalmamakta, uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak bizzat tekçi faşist Türk devletinin cumhurbaşkanlığı köşküne hangi adayın daha fazla hizmet edeceği yarışıdır. Yoksa Çankaya’ya halk çıkacak argümanıyla aslında tam da gerçekleştirilen sömürücü ve zulümkar sisteme entegre olma yönelimidir. Bu anlamda Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin inkar ve imhada sınır tanımayan, aslimilasyon ve tekçi- ötekileştirmede de Osmanlı’dan TC’ye ve bugünlere kadar hala devam eden özel mülkiyet dünyasının bir parçası olan devletin kurulu düzeninde önemli stratejik bir yere sahip Çankaya köşküne halkın çıkacağı yanılsamalarıyla faşist Türk devletinin değirmenine su taşınmamalıdır. Erdoğan önderliğindeki AKP hükümeti ve iktidarının, halkın katılacağı referandum üzerinden cumhurbaşkanlığı seçimi, koca bir aldatmacadan öte bir anlam ifade etmemektedir. Aslında iki dönemdir yıpranan, yolsuzluk ve rüşvetten her türlü kirli siyasetlere ve ekonomik poli-

tikalara teşhir olan Erdoğan başta olma üzere AKP hükümeti ve devletin yeniden millete dayanma argümanıyla uluslararası emperyalist sermayeye bağımlı komprador tekelci burjuva karakteri gereği sömürü ve zulümlerine devam ederek devletin bekası için daha fazla kan taşımaktır. Bu noktada başkanlık, yarı başkanlık ya da hali hazırdaki parlamenter sistem meseleleri tam da bunun içindir. Hepsi aslında ayrıntı olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Erdoğan daha fazla sömürü ve zulüm politikaları için kitleleri payende ya da kaldıraç olarak kullanmak istemektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan halk kitlelerini demokrasi aldatmacalarıyla manivela olarak kullanacak ki, özel mülkiyet çıkarları gereği daha rahat sömürü ve zulüm politikalarını uygulayabilsin. Nitekim burjuva diktatörlüğünün çok önemli stratejik araçlarından biri olarak onlara göre ‘demokrasi’ gereği millet doğrudan kendi seçmiş olacak ve milletin üstünde de allahtan başka bir irade söz konusu değildir. Bunun için kitlelere vaatlerden de geri durmamaktadır. “Çözüm süreci devam edecek, yeni anayasanın çıkarılması için adımlar daha hızlı atılacak, paralel yapıyla mücadele sürecek.” Bütün bunlar açık ki emperyalizme bağımlı komprador tekelci Türk hakim sınıfları lehine eşitsiz koşulların devam ettirileceğinin beyanıdır. Bununla birlikte cumhurbaşkanlığı seçim turlarının ilk ayağı


1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

olarak Samsun, Erzurum ve Karadeniz turlarında faşist Erdoğan ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan’lı tekçiliklerini dile getirerek sınıfsal karakterine uygun argümanlarını tutarlı olarak sürdürmektedir. Tutarsız olan ‘çatı aday’ olarak kamuoyuna CHP- MHP ve bilimum minimilize olmuş küçük parti ve hareketlerin lanse ettikleri Ekmeleddin’in seçim turlarındaki aslında kendilerinin de inanmadıkları argümanları kullanmalarıdır. Tutarsız olan kendi çatı adayları Ekmeleddin’e “Erdoğan’dan farkın nedir?” şeklinde sorular yönelttiği halde bizzat düzen partisi faşist CHP içerisinde yer alıp aynı şekilde Ekmeleddin’i destekleyen Hüseyin Aygün ve bu kapsamdaki tüm milletvekilleridir. Tutarsız olan aslında hiçbir gerçekliği olmadığı halde tekçi eşitsizlikler sistemine entegre olmayı ifade eden “Çankaya’ya halk çıkacak” sloganlarıyla kitlelerde yanılsama yaratmadır. Tutarsız olan kadın adayın olmamasının bir eksiklik ve özeleştiri olarak beyanına karşın, bunun gereklerini yerine getirmemektir. Faşist devletin tekçi ve ötekileştirmesine karşı gelme adına lafta değil özde, biçimde değil bizzat içerikte hangi çözüm projeleri öngörülmektedir ya da bu temelde uygulanmaktadır? Başkanlık, yarı başkanlık ya da parlamenter sistemin neresinde durulmaktadır? Devletin başkanlık sistemine karşı gelme adına bizzat kendi içimizdeki başkan ve yanılmaz otoritelere ve hatta kendilerini adeta melek mertebesinde görüp de kabul edenlere, onlara biat etmekten hiçbir beis görmeyenlere yaklaşımınız nasıldır? Kendi dışında bağımsız özgür iradeleriyle hareket eden ve politika yürüten kesimlere karşı nasıl yaklaşmaktasınız? Dolayısıyla faşist tekçi devletin temel kurum ve kuruluşlarıyla birlikte kimsenin şirin göstermesine hakkı olamaz, olmamalıdır. Kürt Ulusal Hareketi ile Türk devletinin ‘çözüm-süzlük’ sürecine daha fazla anayasal statü kazandırmak için halk kitleleri kaldıraç olarak kullanılamaz. Türk egemenlik sisteminin mevcut TC devletinin başına kimin oturacağının proletarya ve emekçiler açısından bu düzenin devam ettirilmesi nedeniyle hiçbir anlamı yoktur. Mevcut devletin sürdürülmesinde hangi klik yada klikler ittifakı adayının geleceği ya da halk adına hareket ettiğini söyleyip bu devlet sisteminin yürütülmesi

güncel haber

meselesine özünde itiraz etmeyen ‘demokrat’ bayrağında devleti cilalamaktan ve hoş göstermekten öte bir kıymeti harbiyesi olmayacaktır. Orta yerde herkese dayatılmış gerçek şudur; majestelerinin devleti kutsaldır ve dokunulamaz. Böyle bir devletin bu eksende yürütülmesinin başına ‘komünist’ maskeli birini de koysalar hiçbir şey ifade etmeyecektir. Her kim ki kurulu sömürü düzeninin temel kurum ve kuruluşlarına eşitsiz koşullara boyun eğerek ona entegre olma amacı taşıyan girişimlerde bulunuyorsa açık ki sömürü ve zulüm düzenine karşı olma adına özü aynı olan onun başka bir türevini savunuyor demektir. Kuşkusuz bu durumunda önemli ve temelden bir ideolojik siyasal kırılma içerisinde olunduğunu göstermektedir.

Devletin bütün kurumları devrimci şiddetle parçalanmalıdır Türk hakim sınıfları ve klikleri temsilcilerinin seçim bildirgesi ve mitinglerdeki ‘demokrasi, özgürlük, iş, ekmek, çözüm, açılım, demokratikleşme, asimilasyon’ vb argümanları üzerinden Türkiye-Kuzey Kürdistan halk kitleleri manipülasyona tabi tutularak içerisinden geçtiğimiz süreçte de aldatılmaktadır. Bütün aldatmacalar halkların genel ve acil sorunlarını bilen ancak pragmatik burjuva zekayla bunları algı yönetimleriyle manipüle etmekte ustalaşmış burjuva siyasetinin hünerli eyinlerince gerçekleştirilmektedir. Sömürü ve zulüm düzeni ve faşit tekçi devlet iktidarı, tüm temel kurum ve kuruluşlarıyla devrimci şiddetle parçalanmadan Türkiye- Kuzey Kürdistan proletarya ve emekçilerinin doğrudan iktidarı inşa edilemez. O halde tüm tekçi eşitsizlikler ve imtiyazlarıyla Çankaya köşkü de dahil devlet iktidarıyla birlikte Türk egemenlik sistemi Sosyalist Halk Savaşı stratejimizle yıkılacaktır. Faşist Türk hakim sınıf ve kliklerinin politik iktidarı Çankaya köşkü ve saraylarıyla birlikte alaşağı edilmesi için proletarya ve emekçiler, politik iktidar mücadelesinde devrimci savaş stratejisi Sosyalist Halk Savaşı’yla muktedir olacaktır. Çeşitli milliyetlerden Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin gerçek kurtuluşu ve özgürlüğü Çankaya köşküne kimin oturacağıyla değil Sosyalist Halk Savaşı’yla tayin edilecektir.

21

Dersim halkı Pembelik Barajı’nı protesto etti 13 Temmuz günü Dersim'in Nazımiye ilçesine bağlı Aşağı Doluca Köyü’nde bir araya gelen aralarında DHF'nin de olduğu kitle, Peri Çayı üzerinde yapımı tamamlanmak üzere olan Pembelik Barajı nedeniyle sular altında kalacak olan Hızır Gölü'ne ziyaret ederek baraj projelerini protesto etti Aşağı Doluca Köyü’nde bir araya gelen aralarında DHF’nin de olduğu kitle, alkış ve sloganlar eşliğinde baraj şantiyesine yürümek istedi. Ancak kitlenin bu yürüyüşü jandarma tarafından engellendi. Kitle burada 5 dakikalık oturma eylemi gerçekleştirerek jandarmanın tavrını protesto etti. Eylemin ardından bir araya gelen kitle, kısa bir süre sonra baraj suları altında kalacak olan ve Aleviler tarafından kutsal kabul edilen Hızır Gölü’nü ziyaret ederek mumlar yakarken, lokma dağıtarak dua etti.

‘Peri Suyu üzerindeki baraj yapımı durdurulmalıdır’ Kitle adına yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: "Bu mekanda adaklar adanıyor, kurban kesilip lokma dağıtılıyor. Aleviler olarak bu inanç mekanımızı korumak için yaklaşık 4 yıldır şirketle, devletle ve onların uzantılarıyla mücadele içerisindeydik. Devlet bütün gücünü bu vadiye dökerek önce mezarlarımızı, köylerimizi sular altında bıraktı. Şimdi de kutsal mekanımız olan Hızır Gölü'nü sular altında bırakıyor. Yaklaşık üç ay sonra bu kutsal mekan sulara gömüle-

cek. Burada son duamızı ediyoruz. Yeni kutsal mekanlarımızın suya gömülmesini görmemek için hep birlikte nehirlerimize, dağlarımıza, kutsal mekanlarımıza sahip çıkma çağrısında bulunuyoruz. Dersim’de yapılan barajlarla doğamızı, kültürümüzü ve inanç merkezlerimizi yok ediyorlar. Bunun adı düşmanlıktır. Bunun adı insanlık düşmanlığıdır. Bir ülke kendi coğrafyasını nasıl bu hale getirebilir. Bundan dolayı devletin projelerine taşeron olan LİMAK gibi şirketleri kınıyoruz. LİMAK’ın ve devletin göstermiş olduğu bu hukuksuzluğu yürütmeyi durdurma kararlarına, kamulaştırma iptallerine karşın bu hukuksuzluğu görmeyen savcılar olduğu için utanıyoruz.” Açıklamada Danıştay'ın acele kamulaştırma kararını durdurmasına karşın Peri Çayı üzerinde baraj yapıldığına dikkat çekilerek devletin baraj yapımını durdurarak köylülerin topraklarını ve suyunu geri vermesi gerektiği ifade edildi

Big Jump/ Büyük Atlama etkinliği düzenlendi Ziyaretlerinin sular altında kalması ile baraj ve HES projelerini protesto eden doğaseverler de, eylemde ‘big jump’ etkinliği düzenledi. Peri Çayı üzerinde "Big Jump Dersim Peri 2014" yazılı pankart açan kitle, Peri Çayı'na atlayarak yüzdü. “Big Jump/Büyük Atlama etkinliği” 2005 yılından bu yana Avrupa'nın birçok ülkesinin yanı sıra, ülkemizde de Temmuz ayının ikinci Pazar günü aynı saatte nehirlere atlanarak düzenleniyor. Etkinlikle, nehirlere yapılan müdahalelere dikkat çekilerek nehirlerin, göllerin ve denizlerin doğa ve insan yaşamı üzerindeki olumlu etkilerine vurgu yapıldı.


22

kültür sanat

1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

Bir grup sanatçı egemenlerin sofrasında dilenci kılığında pespaye bir duruş içerisindeyken, ikinci grup sanatçılar ise mazlum Kürt halkının ve demokratik Rojava devriminin yanındadır Sıcak günler yaşıyoruz. Belli ki güneş dik dik bakacak daha tepemizden. Bu sıcak günlerde harareti daha da arttıran olaylar oluyor. Elbette çoğu acı, kaygı verici. Ortadoğu’da taşlar yerinden oynuyor. Bir yanda İsrail’in Gazze’ye saldırıları ve katliamları, bir yanda uluslararası güçlerin yeni piyonu IŞİD’ın Rojava demokratik devrimine yönelik saldırıları ve diğer yanda ise elbette meşhur cumbaba seçimleri. Kültür, sanat ve edebiyat dünyasının politik, siyasi, insani gelişmelerden, çekişmelerden âzadê olduğunu sanmak, düşünmek safdillik olur. Yukarıda saydığımız gelişmelere dair elbette bu cepheden de atraksiyonlar izledik. Daha da göreceğiz bunları. Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyaları hızla devam ederken birtakım ses, sinema vesaire sanatçısının bir ‘çırtık’ hareketiyle soluksuz bir şekilde koşturarak saflarına desteğe gittiklerini gördük. Şaşırmadık. Neden şaşıralım? Bu imaj tazeleme ‘operasyonuna’ dahil olmamaları düşünülemezdi. İşlerini yapıyorlar. Bizim için önemli olan tek nokta ise, o ‘selfie’ye giren “sanatçıların” kimler olduğu değil, egemenlerin kendi “sanatçı”larını yaratma kabiliyeti ve onları her ihtiyaç halinde toplum karşısında taze-

Sıcak çok sıcak lenmek, pekişmek vb için yardıma davet etmeleri.

Sanatçılar Rojava’ya yürüdü Diğer yandan Rojava’ya yönelik gerici saldırılar karşısında gelişen halk direnişinin yanında olmak,halkla dayanışmak için bir grup ilerici, devrimci ve demokrat sanatçı Rojava’ya yürüdü. Hatta bu sanatçılar arasından Koma Çarnewa’nın üyelerinden Serhat ve Seyda Perinçek askerler tarafından dipçiklerle darp edilerek yerlerde sürüklendi. İki farklı sanatçı grubunun, farklı meselelerde de olsa yaklaşımları, duruşları, safları kı-

yaslanamaz bir açıklıkla gözler önündedir. Birinci grup egemenlerin sofrasında dilenci kılığında pespaye bir duruş içerisindeyken, ikinci grup mazlum Kürt halkının, demokratik Rojava devriminin yanında. Bizim için halkın sanatçıları kuşkusuz ikinci gruptakilerdir. Ve bizim için asıl önemli olan bir yerde dağınık, zaman zaman ileri çıkışlar yapabilen, zaman zaman geriye düşen ama muhtevası demokrat, ilerici olan sanatçı kesimleriyle, bireylerle doğru temellerde ortak paydalarda buluşabilmek ve giderek bu buluşmanın önemli bir sanatçı, yazar ve edebiyatçı örgütlenmesine dönüşmesidir. Asıl boşluk,

asıl durgunluk, asıl atıllık yukarıdaki olumlu örneklere karşın tam da bu alandadır. Toplumsal muhalefetin, öncülüğün bir parçası haline gelemeyen tekil ve grupsal, dönemsel duruşlar bu boşluğu maalesef doldurmaktan uzaktır. Bunu için yapılacak iş çok, yol uzun ve meşakatli. Ama değer. Sonuç alır. Büyütür. Büyür ve değer katar.

Bazı yazar, edebiyatçı örgütleri atıl durumdadır Bugün özellikle bazı yazar, edebiyatçı örgütleri, Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Uluslararası Pen’in ülkemizdeki kolu vb tüm demokratik muhtevalarına karşın atıllar, geriler, giderek gericileşenleri de var. Bu diğer sanatçı örgütlenmeleri içinde geçerli. Tiyatrocuları, sinemacıları, ressamları ve sinemacıları örgütlü halde toplumsal olaylarda devrimci bir taraf olarak kitlesel

‘Ovacık Doğa Kültür ve Emek Çadırı’ Ovacık Belediyesi tarafından organize edilen "Ovacık, Doğa, Kültür ve Emek Çadırı" kamp etkinliği, 1-5 Temmuz tarihleri arasında yapıldı. Etkinlik çerçevesinde paneller, geziler ve müzik dinletilerinin yanı sıra, 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’nda yaşamını yitirenler de anıldı Ovacık Belediyesi tarafından organize edilen "Ovacık, Doğa, Kültür ve Emek Çadırı" kamp etkinliği 1-5 Temmuz tarihleri arasında düzenlendi. Ülkenin farklı şehirlerinden gelen katılımcılar, 5 gün boyunca doğa gezileri, paneller, müzik dinletileri, kısa film, resim, fotoğraf atölye çalışmaları, film gösterimleri gibi çalışmalarla kolektif üretim ve paylaşımı deneyimlerken; Ovacık’ın doğasına, kültürüne ve sosyalist belediyecilik anlayışıyla çalışmalarını yürüten Ovacık Belediyesi’ne dair edindiği deneyimlerle verimli bir kolektif ortam yakaladı. Kampçıların karşılanması ve yerleşmesiyle başlayan 1. günün akşamında, Ovacık’ın farklı yönleriyle tanıtımının yapıldığı bir gösterimin ardından katılımcılar, Ovacık Beledi-

ye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu ve oluşturulan halk konseyleri bileşenleriyle sosyalist yerel yönetim anlayışının Ovacık'ta nasıl hayat bulduğuna dair bir sohbet gerçekleştirdi. Sohbette, yerleştirilmeye çalışılan halkçı yerel yönetim anlayışı doğrultusunda oluşturulan kadın, gençlik, mahalle, esnaf gibi halk konseyleri üzerinden halkın kendisiyle ilgili sorunların dışında değil bizzat içerisinde yer alarak söz söyleme, karar alma ve yönetme yeteneklerini geliştirme mekaniz-

malarının işler hale getirilmesi ve bu konseylerin mevcut belediye organının bir üst organı haline getirilmesi gibi çalışmaların halk üzerindeki etkileri, mevcut eksiklikleri ve bu anlayışla bugüne kadar elde edilen deneyimler ışığında gerçekleştirilebilecek projeler üzerine fikir alışverişinde bulunularak karşılıklı öneriler paylaşıldı.

Kampta paneller düzenlendi Etkinliğin 2. gününde Munzur Dağı Kırkmerdiven Şelalelerine bir gezi düzenlendi. Erken

saatlerde yola çıkan katılımcılar 3 saatlik bir tırmanışın ardından Kırkmerdiven Şelalelerine ulaşarak, 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’nda yaşamını yitirenleri, katledilenlerin fotoğraflarıyla ve karanfillerle anarak, faşist T.C. devletinin katliamcı gerçekliğini lanetledi. 2. günün akşamında Av. Özgür Ulaş Kaplan ve yazar Doğan Munzuroğlu’nun katıldığı, “Çevre ve çevre sorunları” ile “Dilimiz, kültürümüz, inancımız” konulu bir panel düzenlendi.. Panelde söz alan yazar Doğan Munzuroğlu, Dersim’in kültürel ve inançsal ritüellerine dair bilgilendirmelerde bulundu. Yüz yıllardır bu topraklarda yaşayan çeşitli halklardan birçok açıdan karşılıklı beslenen bu kültürel birikimin, yakın zaman içinde çeşitli sebeplerle aldığı tahribatlara değinen Munzuroğlu, bu durumun en somut ifadesi olarak da Kırmancki (Zazaki) dilinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olmasına dikkat çekti. Bir halkın dilinin yok olmasının o halkın taşımış olduğu bütün kültürel birikimlerinin de yok olacağı anlamına geleceğine dikkat çekerek, bu durumun önüne geçmenin, Kırmancki’nin evlerde, sokaklarda, okullarda, günlük yaşamdaki bütün alanlarda kullanılmasıyla mümkün olacağını, bir dilin ancak böyle soluk alabileceğini ifade etti.


1-15 AĞUSTOS 2014 Halkın Günlüğü

23

halde görmeyeli yıllar oldu. Gezi birtakım kıpırdanmalar yarattıysa da bu anlamda devamı gelmedi, açıkçası mesleki ve devrimci yeni örgütlenmelere dönüştüremedi. Gerek Kürdistan’da gerek Ortadoğu’da ve ülkemizde çok önemli gelişmeler yaşanıyorken adı geçen yazar, edebiyatçı örgütlerinin deyişe uygunsa yaz tatilinde olmaları tam bir küçük burjuva aymazlık örneğidir. Bütün alanları parsellemiş, her türlü gelişmeyi kendileriyle sınırlandırmış sanatçı, yazar, edebiyatçı örgütlenmelerinin ve hatta yeni, devrimci, toplumcu sanatçıların sanatsal çıkışlarının bile önünde tıkaç işlevi gören bir hale büründü.

Bağımlılık ilişkileri sanatçıyı köleleştiriyor Artık değişip dönüşmüyorsa aşılmayı bekleyen, zamanını doldurmuş bu oluşumların karşısında yeniyi teslim eden sanatçı, yazar, edebiyatçı örgütlenmeleri, eşyanın doğasına tabidir. Ancak ne yazık ki başta halkın sanatçıları olmak üzere devrimci, ilerici, demokrat sanatçılar dağınık, yetersiz ve ayrışmayı seven bir haldedir. Dahası Yüz Çiçek Açsın çizgisini benimsemiş sanatçı, edebiyatçı, yazar vb bireylerin nicel yetersizliği, nitel eksiklikleri söz konusu çıkışlara önderlik etmeyi maalesef öteleyen bir eksikliktir. Daha çok çalışmalı, daha çok üretmeli ve daha çok halka topluma gitmek gerekiyor. Kendi yazarını, edebiyatçısını, sanatçısını yetiştirmeli, yetişmesini koşullayacak olanakları yaratmalı, teşvik etmeli ve dahası her sanat eğilimini desteklemeli, kendini içeriden güçlendirirken, dışarıdan da diğer kesimlerle buluşmalı ve ortak sanatsal ve toplumsal işlere imza atılmalıdır. Egemenlerin sofrasına gitmiyor olmak yetmez, ezilenlerin sofrasından eksilmemek gerek. “Yüz çiçek açsın yüz düşünce yarışsın” perspektifi bize her türlü estetik derinliği ve genişliği kazandırabilecek bir perspektiftir. Yeter ki biz doğru okumasını bilelim. ttRojava devrimi öğretiyor. Devrimci her çıkış gibi. Son olarak geçtiğimiz günlerde ABD’li şarkıcı Rihanna İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında attığı “Diren Filistin” Twitini sekiz saat sonra sildi. Rihanna’nın Tel Aviv’de önümüzdeki ay konseri var. Şarkıcı Rihanna önemli bir sermayeyi karşısına almak istemedi ve bu insanlık dramı karşısında geri adım attı. Ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada bağımlılık ilişkileri sanatçıyı köleleştirirken, giderek insanlığından da soyutluyor. Sınıf savaşı kültür, sanat ve edebiyat alanlarında tüm dünyada ve ülkemizde akıyor. Kolları sıvayalım. Çalışalım daha çok çalışalım. Ancak o zaman serinleyebiliriz.

etkinliği Baraj, maden ve HES’lerin yarattığı tahribata değinildi “Çevre ve çevre sorunları” üzerine konuşan Avukat Özgür Ulaş Kaplan ise, Dersim’de yapılan HES ve siyanürle altın arama gibi projelerin içeriğine ve arka cephesindeki planlamalara dair bilgilendirmelerde bulundu. Kaplan; baraj, HES ve maden projelerinin yapıldığı coğrafyaların doğasında, bitki çeşidinde, hayvanlarında, fiziki yapısında (yer altı sularına baskı yapılması sonucu mevcut fay hattında deprem oluşma riskini arttırması bakımından) sağlık ve kültürel yaşamda yarattığı tahribatlara değinerek, bilenen ve denenen alternatif enerji üretme imkanları varken kapitalist sistemin enerji ihtiyacını gerekçe göstererek, sıcak para ve kar amaçlı üretilen projelerle bütün dereler üzerinde bu tür girişimlerde bulunmasının arkasının iyi sorgulanması gerektiğinin altını çizdi. Doğaya ve insana, yaşam alanlarımıza sistem tarafından direkt olarak yapılan bu gibi saldırıların önüne geçmek için halkın duyarlılığı üzerinden toplumsal bir karşı duruşun sergilenmesinin büyük önem taşıdığını belirten Kaplan, aynı zamanda ÇED raporu gibi mevcut yasal boşluklar üzerinden yürütülecek hukuki mücadelenin de önemli olduğuna dikkat çekti. Panel, katılımcıların konuya dair görüşlerini ifade etmesi ve sorularla devam etti. Panelin ardından Japon emperyalizminin 1937'de Çin'in Nanjing şehri işgali sırasında sivil halka ettiği zulmü anlatan 2009 Çin yapımı "Ordusuz Kalmak" filmi gösterildi. Etkinliğin 3. günü, Munzur Vadisi’ne gezi düzenlenmesinin ardından akşam saatlerinde çalışmalarını Kırmancki dilinde yürüten Grup Yegane’nin müzik dinletisi eşliğinde halaylarla sürdü. Kampın 4. gününde Munzur gözelerine yapılan ziyaretin ardından, akşam saatlerinde Munzur nehri kıyısında mumlarla dilek balonları uçuran katılımcılar, halkın kendi yaşamına dair konularda bire bir dahil olduğu yönetim anlayışının ve böylesi kolektif çalışmaların geliştirilmesinin önemine vurgu yaparak ertesi gün kamp alanından ayrıldı.

ANTAGONİZMA

≫ muzaffer oruçoğlu

SİVAS YANGINI VESİLESİYLE

S

ivas yangınının yıl dönümlerinde samimi müslümanlar, "bu insanları nasıl yaktılar böyle, dinimizden hiç mi nasibini almamış bunlar," diye homurdanır durur. Halbuki yakma olayı, semavi dinlerin dışında bir olay değil, aksine, bu dinlerin ceza hukukunda olan temel bir olaydır. Ateş, cezanın özüdür. Kuranda ateşle ilgili 125 ayet var. Tanrıyı yaratan insan, onu mükafat ve cezayla, cennet ve cehennemle zaten donatmıştır. Tanrıya iman etmeyen inkarcıyı Tanrı, imana çağırır, çağrıya uymayanı "yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşe,"(kuran) yani cehenneme atar. İnsan ateşinde yanacak olan bu bedbahlar gayri "ateş ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar." (Kuran) Öte dünyada durum budur. Kutsal kitaplar esas alınırsa, bu dünyada da dinin ceza hukuku farklı değildir. Tanrıya iman etmeyen inkarcıyı, iyi kul imana çağırır, çağrıya uymayanı öldürür veya yakar. Yakan cennete gider. Yakma deyince aklıma Hurufi şeyhi Fazıl Tebrizi gelir hep. Adamı sapkınlıkla suçladılar Fatih döneminde. Edirne camisinin avlusunda odun yığıp, yaktılar. Dönemin şeyhülislamı molla Fahreddin Acemi, sevaba girmek için ateşi üfleyip harlandırırken sakalı tutuştu. Yakma olayı İslamda seyrek, Hıristiyanlıkta ise çok yaygındır. Muhalif mezhep taraftarlarını yakmak, Bruno gibi muhalif aydınları yakmak, on binlerce üfürükçüyü, cadıyı yakmak... Nietzche'nin Hiristiyanlığa amansız saldırısı boşuna değildir. Dinin cezalandırma hukukunu sadece yakmayla sınırlandıramayız tabi. İslamda cezalandırmanın en yaygın biçimi, kılıç, balta, urgan ve taşlamadır (recmetme). Kafirler, iman etmeyenler istisnasız öldürülür. Malları namusları helaldır. Kuranda, Tevbe 5 ayetinde şöyle deniliyor: " (Dört) yasak ayı çıkınca o müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın, onlar için her gözetleme yerinde oturun. Ama tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse yollarını açın, Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.” Tarihe baktığımızda devletlerin dini, bir uyuşturma, bende ya-

ratma ve egemenlik aracı olarak kullandığını, muhaliflerini çoğunlukla bu araçla vurduklarını ve baskı altına aldıklarını görüyoruz. Kendi tarihimizde, Alevi, Ermeni, Rum, Kürt, Süryani kırımlarında dinin devlet tarafından nasıl kullanıldığını çok daha bariz bir şekilde görebiliyoruz. Din, devletin terbiyeli maymunudur. Bu maymun, olağanüstü durumlarda Kuyucu Murat'a dönüşür; yakın tarihimizde, kanlı pazarda, Maraş’ta, Çorum ve Sivas'ta olduğu gibi. Egemen sınıflar dini sadece halka karşı kullanmaz, iktidar dalaşında birbirlerine karşı da kullanır. 9 Mart (1909) olayı bunun en tipik örneğidir. AKP başta olmak üzere mevcut egemen sınıf partilerinin (bazı muhalif halk güçleri de dahil), dini iktidar savaşında nasıl kullandıklarına hep beraber tanık oluyoruz. Tepişme arenasında yükselen dinin, değer ve deyimlerini aydınlarımız bile artık kolayca kullanıyor. "Etik" ve "ortak akıl" gibi deyimler ağızlara pelesenk olmuş. Bu akilleşme ortamında, "bir Allahın kulu" çıkıp, etiğin, özgürlüğü tepeleyen bir nesne olduğunu; ortak aklın bir sürü aklı, ümmet veya bende aklı olduğunu söylemeye cesaret edemiyor. Herkes İŞİD'e saldırıyor ama kendi içindeki İŞİD'i göremiyor. Mustafa Kemal'in devletin bağrında diyaneti kurarak Sünniliği himaye edip, Tekke ve Zaviyeler Kanunu’yla da tüm diğer mezhep ve inançları yasaklamasının, yarattığı vahim sonuçlar itibarıyla bir IŞİD hareketi olduğunu bile göremiyor. Tüm eksikliklerine, tek yönlülüklerine, bilimsel ve felsefi derinlikten önemli ölçüde yoksunluklarına karşın bu ülkenin Nadajlı Sarı Abdurrahman, Turan Dursun ve İlhan Arsel gibi aydınlara ihtiyacı vardır. Bilimin ve felsefenin aşk ateşiyle, kah incir çekirdeğine girerek, kah sonsuzluk ve hiçlik alemine çekilerek, organik ve inorganik kaosu önyargısız irdelemek; varlığı, boşluğu ve anlamı, özellikle de insanlıktan çıkmanın, kurtulmanın anlamını irdelemek... İnsanlığın en büyük problemi insanlıktır. Aklı başında olan tüm ileri çıkışların hareket noktasıdır bu.


Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:

Yurtiçi 54 TL

Yurtdışı

108 EURO

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Êrişên DAİŞ û bangawaziya KCK'ê

Li ser Kobanê êrişên DAÎŞ'ê berdewam e. Şerê di navbera YPG û DAİŞ'ê jî didome. Di pevçûnan de dehan endamên DAİŞ'ê hatin kuştin.HPG jî bangawaziyek kir ku li himberî êrişên ku ser Rojava tên, ber xwe bidin Hin çekên giran ku di êrişên DAİŞ'ê de tên bikaranîn, zêdetirî wan li ser Iraq'ê hatin. Çekên ku hatin şandin li Iraq'ê, li wir derbasî Rojava bûne. DAİŞ'ê hemu van çekan bikaranî, dîsa jî bi serneket û nekarî bû pêşve biçe, lê tên gotin ku ji bo êrişên hê giran amadekariyê dike. Dema 2'ê Tebax'ê ku êrişên DAİŞ'ê li rojavaya Kobanê destpê kirî bû, piştre li başûr û rojhilata herêmê tîr bûn. DAİŞ li himberî berxwedaniya YPG'ê pêş ve neçû, lê vêcar jî êrişa xwe yê bi topên havanê, li ser gundên sivîl zêde kir. Yekemîn şer li rojavayê Kobanê qewimî. Herêma ku di navbera Kobanê û Celebrûsê dimîne jî di bin qontrola YPG'yê ne. Di vî şerê de, herêma ku di menzîla şerê de mayî, anko gundên Zormixar û derdorê van deran, nêzîkî 40 kîlomêtir, ji alê YPG'yê ve hate valakirin. YPG, ji bo ku gel di bin bomberanana topên havan nemînin, herêmeke ewlehî damezrand. Di vî herêmê de,

li gorî agahiyan, şervanên YPG û endamên DAİŞ'ê bênavber di nav pevçûnê de ne. Li başûra Kobanê, li kêleka çemê Firat'ê jî DAİŞ êriş bir li ser gundan, YPG li vê derê jî bi çalak çû li ser DAİŞ'ê. Di van pevçûnan de dehan endamên DAİŞ'ê hatin kuştin.

Êrişên DAİŞ'ê didomin Şer û pevçûna di navbera YPG û DAİŞ'ê ku êriş bir li ser gundên rojhilata Kobanê Kendal, Evdikê û Girêsor, hê jî didomin. Armanca DAİŞ'ê ya yekemîn jî ew e ku, mewzîyan li herêma Tey Abyadê bidest bixe û tekiliya Kobanê û kantona Cizîrê qut bike. Heke DAİŞ bi vê armanca xwe biserkeve û herêma Kobanê bixe bin qontrola xwe, wê demê dikare li ser xetê Serêkaniyê û Hesekê êriş bîne li ser kantona Cizîrê. Bi vê armancê ve girêdayî DAŞİ li rojava û başûr êriş tîne, dixwaze baldariya YPG'yê belav bike û bi vî awayî li ser sê milan enîyên xwe ava bike. Lê berxwedaniya YPG aşkere kir ku Rojava ne wekî Musil e û zûbizû nayê dagirkirin. DAİŞ, ji bo ku armanca xwe yşa stratejîk biserkevîne, êrişên xwe taybet li ser Kobanê dibarîne. Ew nexşê Dewleta Îslam ku ji aliyê DAİŞ'ê ve hatibû belav kirin, di wê nexşê de Kobanê, wek bi navê "Ayn Al Îslam", anko "Çavê Îslamê" tê binav kirin. DAİŞ'ê, Rojava, taybet jî Kobanê, wek di nav dewleta xwe ya xeyalî ya îslamî de dibîne.

Dewletên wek Qatar, wek Erebîstanê Suid û hwd, ku dixwazin sûnîtiya Erebîyê û şovenîzma Erebiyê li herêmê belav bikin jî, piştgirî didin DAİŞ'ê ku ji bo Kurdan "Xwedênenas", anko "kafir" nav datîne û êriş tîne li ser Kurdan. Yekitiya Dewletên Emrîkî (YDE) jî, ji bo ku stratejiya xwe ya emperyalîst li ser dewletan pêkbîne, dixwaze Rojava bixe bin dest. Dewleta Faşîst a Tirkiyê jî piştgirî dide DAİŞ'ê ku li ser netewiya Kurdan zextên xwe damezrîne.

Ji KCK, Bangawaziya berxwedaniyê Koma Civakên Kurdistan KCK jî li ser van êrişan daxuyaniyek da û ev êriş wek "peyaneriyeke ji bo xeniqandina şoreşê binav kir, û ji bo berxwedaniyeke netewî bang ji hemû Kurdan kir. Di daxuyaniya KCK'ê de hat gotin ku, "Em ji bo parastina gelê xwe û parastina mafên wan a qezenckirî her tim amade ne." KCK, ew banga seferberiyê ku ji aliyê kantonên Rojava ve hatibû îlan kirin jî got; "divê her çar perçe Kurdistan bersiv bide vê bangawaziyê" Di daxuyaniyê de ate gotin, "Em bang dikin ku bila hemû hêzên Kurdistan li ser vê pêvajoyê hestyar bin" û wiha domiya; "Ew bangawaziya ku ji aliyê kantona Kobanê ve hat bilêvkirin, di serî de ciwanên Bakûr, divê li hemû perçên Kurdistan, Bakûr, Başûr, Rojhilat û Rojava tevda, ev bangawazî

wek bangawaziyeke rumetiya netewî bibînin û bi tevlêbûneke girseyî ve bersiveke xurt bidin."Ji milê KCK'ê ve hat nirxandin ku êrişên ku tê li ser Kobanê, ji bo têkbirina şoreşa Rojava ye. Bi baldar e ku ev êriş, di dema salvegera şoreşa Rojava'yê de tê kirin. Di daxuyaniya KCK'ê de piştgirîdanek ji bo gelê Rojava hate zelal kirin û daxuyanî wiha domiya: "Ev dem, dema parastina nirxên şoreşê ye. Ku ev nirxana, wek DAİŞ di bin êrişên komên çeteyan de ye. Di van rojan de, ew kesên ku xwe wek mirovên welatparêz, tevgerên welatparêz û hwd, nikarin bê şewaz û bêdeng bimînin. Pêdiwîya Kurdewarî û welatparêzî ew e ku her kes îro şewaza xwe aşkere bike û li piştî gelê me tev li berxwedaniyê be. Gelê Kurd baş zane ku, yên ku xwedî ji rûmeta berxwedaniya gelê me dernekevin, yên ku bi awayekî rasterast an jî bi awayekî nerasterî piştgirî didin DAİŞ û her wek komên çete, bibin amrûrê polîtîkayên ku dixwazin qezenca Kurdan têkbibin, ew kesana tu car nabin Kurdekî welatparêz a rasteqîn. Li ser vê esasê, yên ku xwe wek welatparêz binavdikin, divê îro li cem gelê me ya Kobanê bicih bin, piştgiriya xwe aşkere bikin û tevlêbûna xwe pêk bînin. Lîstikên ku li Rojhilata Navîn tên lîstin, lîstikeke mezin e. Divê Kurd, wek tevger, rêxistin an jî kesane, di vê lîstikên berjewendiyê de amûr û şîrik nebin."


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.