2008_192_9233

Page 1


a y c e p


ISSN 1300-7963 AĞUSTOS 2 0 0 8

S A Y I : 1 9 2 A l t . Yeni TL

tiyatro

A Y L I K

T İ Y A T R O

D E R G İ S İ

www. tiyatrodergisi.com.tr

Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Ali Taygun, Mustafa Demirkanlı. Nihal Kuyumcu, Üstün Akmen Çocuk Tiyatrosu Editörü: Nihal Kuyumcu Yazı İşleri Müdürü: Ayşe Nalân Özübek Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (57 elliyedi) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Baskı: Stil Matbaacılık Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.: Cumhuriyet Cad. No: 359/5 Harbiye- istanbul Telefon: (0212) 296 10 35 Fax: (0212) 296 51 70 e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr Abonelik için: (0212)2961037 • e-posta: abone@tiyatrodergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 70 YTL/ Yurtdışı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. İş Bankası-Cihangir • Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd. Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245

Kapak Fotoğrafı: Suna Pekuysal / Hasır Şapka Kapak Tasarımı: Genco Demirer

a

EDİTÖRDEN: Şenay Gürler / S. 3

HABERLER: / S. 4

cy

FOTOĞRAFLARIN DİLİ: Tiyatroda Bir Çınar Daha Devrildi / S. 7

ELEŞTİRİ: "Giordana Bruno" / Deniz Bozer / S. 14

ELEŞTİRİ: "Atrocity Bulvarı" / Pelin Uzay / S. 18

pe

Yayın Türü: Yerel Süreli

SÖYLEŞİ: Çocuk Tiyatrosu'nda Eğitimin Önemi ve Kalıcılığı / A. Nalân Özübek / S. 20

ELEŞTİRİ: "Irk Bitig" / Üstün Akmen / S. 26

SÖYLEŞİ: Dolapdere Gençlerine! /A. Nalân Özübek / S. 30

İZLENİM: Fransa'da Türk Tiyatrosu Yayınları / Zeynep Su Kasapoğlu / S. 33

AVRUPA TİYATROSU: / Tilda Tezman / S. 36

İZLENİM-SÖYLEŞİ: Bir Festival Masalı / Sibel Durak / S. 38

TANITIM: Pandomim ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul / R. Doğan Tatlı / S. 42

FOTOĞRAFLARIN DİLİYLE BEYOĞLU SAHNESİ / S. 44

ÇOCUK TİYATROSU: Her Şey Doğaçlama... / Nihal Kuyumcu / S.47

1


pe cy a


Yaşasın mı? Planlı programlı bir şekilde popüler kültür dayatmasıyla kirletildiğimiz, neredeyse sanatın gerekliliğinin bile hükümetlerce sorgulandığı, sanatçının sudan çıkmış balığa dönüştürüldüğü, "çiftlik sanatçıları" dönemini dibine kadar hissettiğimiz bu dönemde yıkılmamış kale bulmak zor. İşte onlardan birinde, Tiyatro... Tiyatro...'da bu yazıyı yazıyor olabilmek çok anlamlı; güzel!

Zamanında pek de "radikal" bir köşe yazarımızın "tiyatro kötüdür, Kenter'leri de zaten hiç sevmem" "bilimselliğiyle" ele aldığı bu sanat, ne güzeldir ki burada her ay sayfalarca doğru dürüst, adam gibi yazılıyor, çiziliyor, tartışılıyor. Bir küçük köşe yetseydi bu koskoca sanatın masaya yatırılmasına, zaten bu

a

yazı da bu dergi de kifayetsiz kalırdı.

cy

Mustafa Demirkanlı'nın "41 İnisiyatifi' ile ilgili e-mail'ini aldığımda hemen olumlu yanıt vermiştim. Hepinizin aşina olduğu bu konuyu çok kısaca özetlemek gerekirse; Tiyatro... Tiyatro... 41 paylaşımcının maddi desteğiyle içine çekildiği borç batağından kurtulabiliyor. Bu 41 kişi her ay sırayla derginin

pe

editörü oluyor. Benim editörlüğümle başlayan bu uygulama 41 sayı sonra,

yani 2011'de Tiyatro... Tiyatro... tüm 41 editörüyle yirminci yıl pastasını keserken son bulacak. Editörler ağacına bakıldığında henüz çok fazla boş yer var gibi. Tüm sanat dostlarından bu boşlukları bir an önce doldurmalarını rica ediyorum. 2011'de yirminci yıl pastamızı birlikte kesmek için...

Bu sayfada ne yazacağımı uzun uzun düşündüm. Sonra net ve dolandırmadan bazı şeylerin altını çizmenin en doğrusu olduğuna karar verdim. Ne kadar sürç-i lisan ettiysem de affola ayrıca. Şimdi lütfen bu sayfaları bir kere daha, bu sefer "ben ne yapabilirim" diye kendine sorarak çevir. Arada katılmadığın, hoşuna gitmeyen sayfalar da çıkacak. İçimizde de çokça birbirimizi eleştirmemizin neresi kötü olabilir ki zaten?

Evet, ne diyorsun şimdi? Yaşasın mı?

3


Devlet Tiyatrolarında Yeni Başrejisör Rüştü Asyalı Mustafa Kurt tarafından vekâleten yürütülen Devlet Tiyatroları (DT) Başrejisörlüğü'ne Rüştü Asyalı getirildi. Tiyatroyla lise öğrencisiyken Ankara'da Halkevleri Genel Merkezi'nde tanışan, 1963'te Ankara Radyosu Çocuk Saati ekibine katılan Asyalı 1970'te Ankara Devlet Konservatuvarı'nın Tiyatro Bölümü'nü bitirip DT sanatçısı olarak profesyonel oyunculuk yaşamına başladı. Ankara Radyosu Çocuk Saati'nde canlandırmaya başladığı "Keloğlan" oyunları beğenilince 1971 -1975 yılları arasında dört "Keloğlan" filminde oynadı. Ankara'da "Oyuncular Birliği" özel tiyatro topluluğunun kurucularından olan Asyalı, 1970'ten bugüne Devlet Tiyatroları'nda oyuncu ve yönetmen olarak görev yaptı. "Keşanlı Ali Destanı", "Fil Adam", "Düşler Yolu" ve "Azizname" adlı oyunlarda oynarken, "Kanlı Nigar", "Ah Şu Gençler", "Ölümsüzler", "Yunus Diye Göründüm" ve "Soruşturma" adlı oyunları yönetti. 1963'ten bu yana radyo ve televizyonda da dizi, tiyatro oyunu, sanat ve kültür izlencelerine imza atan Asyalı, ayrıca, meslek kurum ve kuruluşlarında yöneticilik de yaptı. Asyalı, halen Seslendirme Sanatçıları Birliği Genel Başkanı ve Sanat Kurumu Yönetim Kurulu üyesi. "Atatürk Anlatıyor" belgeselinde Atatürk rolünü üstlenen Rüştü Asyalı'nın son çalışması olan "Ben Bir İnsan" adlı yapıt DT sahnesinde oynanmakta.

Baykal Saran 2008 Tiyatro Ödülü Durukan Ordu'ya 28 Temmuz 2006 tarihinde kaybettiğimiz değerli tiyatro sanatçısı Baykal Saran adına ailesi tarafından her yıl bir sanatçıya verilen "En İyi Oyuncu Ödülü"ne bu yıl Ankara Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Durukan Ordu değer görüldü.

cy a

Lemi Bilgin, Atila Sav, Selçuk Yöntem, Gülen Saran ve Erkal Saran'dan oluşan Baykal Saran Tiyatro Ödülü Seçici Kurulu; Ankara Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği Erhan Gökgücü'nün yazıp yönettiği Giordano Bruno adlı oyunda Giordano Bruno'yu canlandıran Durukan Ordu "En İyi Oyuncu" ödülü olan (on bin) 10.000 YTL'nı kazandı. Baykal Saran Tiyatro Ödülü'nün ilki, 2006-2007 tiyatro sezonunda "İki Kişilik Hırgür" adlı oyundaki başarısı nedeniyle tiyatro sanatçısı Benian Dönmez'e verilmişti.

pe

Devlet Tiyatroları Yaz Sezonu'nda 95.000 Seyirciye Ulaştı Devlet Tiyatroları'nın 12 Bölge'den 29 değişik oyunuyla 26 Mayıs 2008 tarihinde "Hiçbir Yeri Unutmadık" sloganı ile başlattığı "Her Yerde" tiyatro uygulaması ile Mayıs, Haziran, Temmuz ayı turne etkinliklerinde

95.000 seyirciye ulaşıldı. 81 il, ilçe, belde ve köy olmak üzere 293 yerleşim merkezinde 293 kez temsil edilen oyunlarda; sanatçı, teknik ve idari personel olmak üzere 1200 kişi görev alırken; oyunlarda doluluk oranı %96'ya ulaştı. Sanatçısından tekniğine, idarecisinden memuruna Anadolu'yu adım adım gezen Devlet Tiyatroları grupları sanatseverlerin ilgi ve sevgi odağı olmuştur. Bu da göstermektedir ki, Devlet Tiyatroları yaz sezonunda gerçekleştirdiği "Her Yerde" tiyatro projesi ile istenen ve beklenen hedefe ulaşmıştır.


Sanat Kurumu Tiyatro Ödülleri Belirlendi Tiyatro ödülleri seçici kurulu, Kurum Başkanı İlker Çetin'in başkanlığında, üyeler Prof. Dr. Sevda Şener, Ö. Atila Sav, Prof. Dr. Ayşegül Yüksel, Gülşen Karakadıoğlu, Dr. Türel Ezici, Şenol Tiryaki, M. Nurkut İlhan'ın katılımı ile toplandı. Raportörler Atila Gürçay ile M. Mahzun Doğan da hazır bulundular. Ödüle layık görülen yapıtlar üzerinde tartışmaya geçilmeden önce Ödül Yönetmeliği ve İlkeleri değerlendirildi. Başkentte yerleşik ödenekli ve özel tiyatrolarda oynanan oyunlar ile Başkent dışında yerleşik olduğu halde, turne yoluyla ve en az bir haftalık sürelerle Başkentin sanat yaşamına katılan, 2007-2008 dönemi yapımı oyunların değerlendirilmeye katılması kabul olundu. Öte yandan Yönetmeliğe ve ödüller geleneğine göre son üç dönemde ödüle layık görülmüş sanatçıların değerlendirmeye alınmaması da anımsandı. 3u belirlemelerden sonra, Ödül Yönetmeliğine ve geleneğine uygun olarak değerlendirme çalışmasına geçildi.

pe cy

a

En İyi Oyun Yazarı: Dönem içinde gerek ödenekli tiyatroların, gerekse özel tiyatroların azımsanmayacak sayıda Türk oyun yazarının yapıtlarına yer vermiş ise de, bunların hemen tümünün geçmiş dönemlerde yazılmış ve oynanmış yapıtlar olduğu gözlemlendi. Basılmış ama sahnelenmemiş

oyunların ödül konusu olmadığı anımsandıktan sonra, dönem içinde sahneye ilk kez çıkan oyunlar bakımından yenilik getirici, düzeyli, heyecan verici bir oyun üzerinde birleşilemedi. Bu nedenle bu dönem içinde en iyi oyun yazarı ödülünün değerlendirme dışı bırakılmasına karar verildi. En İyi Yönetmen: Serhat Nalbantoğlu'nun geçmiş dönemlerde de Türk yazarlarının oyunları üzerinde yaratıcı bir yaklaşımla, başarılı çalışmalar yapmış olduğu da gözönünde tutularak Behiç Ak'ın "Tek Kişilik Şehir" oyunu yönetmenlik çalışması ödüle layık bulundu. Ayrıca İlham Yazar'ın "Japon Kuklası"ndaki çalışması da övgüye değer bulundu. En İyi Erkek Oyuncu: Dönem içinde oynanan oyunlar içinde oyunculuk bakımından başarı düzeyinin üstünde sayılacak yeter sayıda aday bulunduğu saptandı. Bu nedenle ödülün paylaştırılmasına ve Oktay Dal'ın "Bir Halk Düşmanı", Cüneyt Mete'nin "Tek Kişilk Şehir"deki kompozisyonlarının ödüllendirilmesine karar verildi. Ayrıca Erzurum Devlet Tiyatrosu yapımı "Kafkas Tebeşir Dairesi"

5


oyunundaki başarılı yorumu nedeniyle Ahmet Burak Bacınoğlu'nun övgüyle anılmasına karar verildi. En İyi Kadın Oyuncu: Bu alanda da ödüllendirmeye değer sanatçıların çokluğu dikkate alındı ve Devrim Yakut'un "Tek Kişilik Şehir", Serpil Gül'ün "Japon Kuklası" oyunlarındaki yorumlarının ödüllendirilmesine karar verildi. Ayrıca Ebru Üstüntaş'ın "Kutulaştırma" ve "Kuvayi Milliye Kadınları" oyunlarındaki çalışması övgüye değer bulundu. En İyi Çevre Tasarımı: Bu alanda, ödülün "Tek Kişilik Şehir"deki çalışması nedeniyle Işın Mumcu'ya verilmesine; En İyi Giysi Tasarımı: Giordano Bruno'daki başarılı çalışmaları nedeniyle Nalan Türkoğlu - Aydan Çınar'a ödül verilmesine; En İyi Işık Tasarımı: Giordano Bruno ve Yunus Dürür Benim Adım oyunlarındaki başarılı çalışması nedeniyle ödülün Burhanettin Yazar'a verilmesine; En İyi Sahne Müziği: Resimli Osmanlı Tarihi'nin müziği için Besteci Turgay Erdener'e ödül verilmesine karar verildi. En İyi Hareket Tasarımı ve Dans Düzeni: Resimli Osmanlı Tarihi ve Yedi Kocalı Hürmüz oyunlarındaki çalışmaları için İhsan Bengier bu ödüle layık bulundu.

a

En İyi Çeviri: Başarılı oyun çevirileri arasında ödülün Zeynep Avcı'nın Shakespeare'dan çevirdiği "Kısasa Kısas"a verilmesine karar verildi.

pe cy

En İyi Yapım: Bir klasik yapıtı, Devlet Tiyatrosu'nun görevine uygun biçimde değerlendirerek, bir konuk yönetmenin yorumuyla, başarı düzeyi yüksek bir oyunculukla ve teknik uygulamayla sunmak, sanata ve seyirciye saygı ifade etmektedir. Bu nedenle Ankara Devlet Tiyatrosu'nun "Kısasa Kısas" yapımı dönemin en başarılı yapıtı olarak değerlendirildi.

Jüri Özel Ödülü: Bu dönem bu ödülün farklı düzeyde ve doğrultuda sanata, özellikle tiyatro sanatına yapılan eğitici ve kültürel etkinlikler açısından ele alınması öngörüldü. Bu anlayışın, kurumca da benimsenmesi umut ve dileğiyle üç ayrı çalışmanın ödüllendirilmesine karar verildi. Bu düşüncelerle; a)Tam gün yayın yapan televizyon kanallarının, toplumun sanat ve kültür yaşamına ve seyircinin toplumsal gelişmelerine yön verebilecek çalışmalar yapması önem taşımaktadır. Bu anlayışla, tiyatro sanatı açısından seyircinin ilgisini ve beğenisini yönlendirecek yayınlara geniş biçimde yer veren, bu çalışmalara özen gösteren KANAL-B'nin, b)12 yıldır Ankara Tiyatro Festivalini eksilmeyen, hatta giderek artan bir etkinlikle düzenleyerek, başkentin tiyatro yaşamına katkıda bulunan TAKSAV'a, c)Tiyatro ve Sanat Eğitimi veren, sanatçı yetiştiren yüksek öğretim kuruluşlarının çalışmalarının da izlenmesi ve desteklenmesi açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu anlayışla bu dönem, DTCF Tiyatro Bölümü'nün Dr. Levent Suner'in yönetiminde sahnelenen "Arzu Tramvayı"nın bir proje uygulaması olarak başarısı göz önünde tutularak, "Seçici Kurulu Özel Ödülü" ile değerlendirilmelerine karar verildi.

Kadıköy Belediyesi'nden Çocuklara Yaz armağanı Çocuklara tiyatro kültürünü aşılamak amacını taşıyan geleneksel Kadıköy 7. Çocuk Tiyatro Festivali 2008, 11-17 Temmuz tarihleri arasında yapıldı. Selamiçeşme Özgürlük Parkı'ndaki amfitiyatroda ücretsiz sahnelenen oyunlar için perde açan tiyatro toplulukları şöyle: Tiyatro Mie, Sanyer Sanat Tiyatrosu, İstanbul Mavi Sahne, Tiyatro Alkış, Tiyatro Akkaş, Mavi Uçurtma Komedi Tiyatrosu, Masal Gerçek Tiyatrosu.


pe cy a

DİLİ

Tiyatroda Bir Çınar Daha Devrildi:

Suna Pekuysal


22 Temmuz 2008, bir tiyatro çınarının devrildiği gün. Sevgili Suna Pekuysal'ı yitirdiğimiz acı gün. Sanat dünyasının büyük kayıplarından birini daha verdiği kara gün. 75 yaşındaki Suna Pekuysal, Haziran ortalarında bir akşam evinde düşerek kalça kemiğini kırmıştı. Usta oyuncu, İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılıp Ortopedi Kliniği'nde tedavi altına alınmıştı. Ameliyat sonrası kalp yetmezliğinden vefat etti.

pe

cy a

24 Ekim 1933 yılında İstanbul'da doğan Suna Pekuysal, İstanbul Belediye Konservatuvarı Şan ve Bale Bölümü'nde öğrenim görürken, 1949 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun çocuk bölümünde Kadri Ögelman'ın "Artist Aranıyor" adlı oyunuyla ilk kez sahneye çıktı.

Aradan üç yıl geçtikten sonra, 1952 yılında, İstanbul Şehir Tiyatrosu Dram Bölümü kadrosuna geçti. 1964 yılında tiyatro sanatçısı Ergun Köknar ile evlendi. 1973 doğumlu Sait Ali isimli bir oğlu olan sanatçı, tiyatronun yanı sıra televizyon ve sinema filmlerinde de rol aldı. 1984 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahnelenmeye başlanan, Ekrem Reşit Rey'in 1933 yılında kaleme aldığı, Cemal Reşit Rey'in bestelerini yaptığı ve Haldun Dormen'in sahneye Koyduğu "Lüküs Hayat" operetindeki rolünü Zihni Göktay ile birlikte 14 yıl süreyle aralıksız oynadı. "Büyük bir başarı kazanan ve yediden yetmişe her yaştan seyirciye nostalji yaşatan "Lüküs Hayat"ın ardından emekli olan sanatçı, Şehir Tiyatroları'nda Joseph Kesselring'in yazdığı ve Çetin İpekkaya'nın yönettiği "Ahududu" adlı oyunda konuk sanatçı olarak rol aldı. Adı her zaman Türk tiyatrosunun en iyileri arasında anılan sanatçı, 1979 yalında Fakir Baykurt'un uyarlaması olan "Tırpan" daki rolüyle 1980 Avni Dilligil ve Ulvi Uraz ödüllerini, "Lüküs Hayat''taki rolüyle de 1986 Sanat Kurumu ve 1987 İsmail Dümbüllü ödüllerini kazandı.

8


pe cy a


Birçok televizyon reklam ve dizilerinde, müzikallerde sanatçılık başarısını gösteren Pekuysal, 54 yıl Şehir Tiyatroları'nda görev yaptıktan sonra, 24 Ekim 1998 yılında Şehir Tiyatroları'ndan emekli oldu. Sanatçının emeklisi olmaz" diyen Pekuysal "Sahnede ölmek istediğini" söylemişti. Asıl adı Suna Belener olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 250'den fazla oyunda ve 100'e yakın sinema filminde rol almıştı. 24 Temmuz Perşembe günü ise Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nde düzenlenen bir törenle ebediyen aramızdan ayrıldı.

pe cy

a

Zihni Göktay Suna Pekuysal'ın "Lüküs Hayat" operetinde 14 yıl aynı sahneyi paylaştığı rol arkadaşı Zihni Göktay, Suna Pekuysal gibi sanatçıların dünyaya çok nadir geldiğini ifade ederek, "Fenomen, olay bunlar..." dedi. Göktay, Suna Pekuysal ile 14 yıl "Lüküs Hayat" operetini sergilediklerini, sonrasında Pekuysal'ın rahatsızlığı nedeniyle bıraktığını belirtti. Uzun yıllar sadece tiyatroda değil, özel hayatlarında da çok iyi dostlukları olduğunu ifade eden Göktay, "Çok iyi bir ablamdı. Benim, kendi ablamdan daha sık görüştüğüm bir ablamdı. Aile dostluğumuz da hep devam etti" diye konuştu. Pekuysal'ın işine çok ciddi sarıldığına işaret eden Göktay, duygularını şöyle dile getirdi: "Annesini kaybetti, beraber oynadık. 2 kız kardeşini, eşini kaybetti, yine sahnede oyununa devam etti. Metanetini kaybetmeyen, çok ciddi işine sarılan, 'Bu iş devam edecek, ne yapalım Zihni, bizim kaderimiz böyle, bunları kabullenelim' derdi. Bazı durumlarda beni de motive ederdi. Annemi kaybettiğim gün birlikte oynadık, beni teselli etmişti. Şimdi bizi kim teselli etsin diye biz duruyoruz, elimiz ayağımız bağlı."

Orhan Alkaya Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya, Pekuysal'ın çok özel bir oyuncu

10


olduğunu ifade ederek, "Yeteneklerinden bahsetmekten öteye geçiyorum. Nevi şahsına münhasır denilen, kendisinden başka hiç kimse ile anlatılamayacak türden bir oyuncuydu" dedi. Erol Günaydın Tiyatro sanatçısı Erol Günaydın ise

Pekuysal'ın eşi Ergun Köknar ile aynı okuldan mezun olduklarını belirterek, "Onları ben evlendirdim. Dostluğumuz yıllara dayanıyor. Çok üzgünüm" dedi. Günaydın, Suna Pekuysal ve merhum eşi ile 47 yıllık dostlukları bulunduğunu ifade ederek, Türk tiyatrosunun büyük bir çınarını kaybettiğini vurguladı. Pekuysal'ın yeri doldurulamaz bir sanatçı olduğunu belirten Günaydın, "Onu tiyatro yaşatıyordu, tiyatro bitince hayatı da bitti" diye konuştu.

pe

Haldun Dormen Dünya tiyatrosu adına çok büyük bir kayıptır. O, o iki büklüm haliyle sahnede canavarlaşır, devleşirdi. Hastalığı, kamburluğu onun için hiçbir zaman engel olamadı. 'Lüküs Hayat'ta yıllarca birlikte çalıştık, senelerce saygıyla, güzellikle, coşkuyla bir aradaydık. O görüntüdeki bir insanın o etkiyi, o sevgiyi dağıtması inanılmaz. Geçen yıl Açıkhava'da "Broadway'den İstanbul'a Müzikaller" gösterimizde konuk sanatçıydı. Orada oyun sona erdikten sonra yaklaşık 2 bin kişi kıyameti kopardı ve Suna Hanım ağlamaya başladı. Ona bunu yaşatabildiğimiz için çok mutluyuz.

cy

Pekuysal'ın Türk tiyatrosunun çok önemli oyuncularından biri olduğunu, böyle değerlerin sık gelmediğini anlatan Özcan, "İşte birer birer gidiyoruz. Hepimizin gideceği yer orası. Çok üzgünüm" dedi.

a

Gazanfer Özcan Gazanfer Özcan ise Suna Pekuysal ile tanışıklığının onun 14 yaşında tiyatroya yeni başladığı yıllara dayandığını ifade ederek, çok üzgün olduğunu söyledi.

Müjdat Gezen Suna ile 1960 yılında Şehir Tiyatrosu'nda tanıştım. 63 yılıydı ilk filmi ve başrolünü oynayacaktı, bana da "Gel beraber oynayalım" demişti. Suna'yı çok severdim, o benim ilk aşkımdı.

11


Müşfik Kenter Çok tatlı bir insandı. İyi bir tiyatrocu, iyi bir oyuncuydu. Çok yazık oldu. Çok üzüldüm. Dikmen Gürün Türk tiyatrosunun yetiştirmiş olduğu değerli sanatçılardan birini ne yazık ki kaybettik. Çok üzgünüm. Suna Pekuysal, belleklerimizde oynadığı oyunlarla yer etmiş bir sanatçı. Tanrı'dan rahmet diliyorum.

pe cy

a

Ayla Algan Çok iyi bir oyuncuydu, hatta bu toprakların yetiştirdiği en iyi oyunculardan biriydi. Son derece yaratıcı, oynadığı karakterin ruhuna bürünüp onu çok yollamalı bir hale sokabilen bir oyuncuydu. Şehir Tiyatroları'nda yıllarca birlikte çalıştık. Hiçbir zaman klişe bir sanatçı olmadı, hep 'yegâne'yi yarattı, unutulmaz karakterleri canlandırdı. Çok iyi, şakacı, nazik bir insan; kaliteli bir komedyendi. Her şeyi tiye alırdı. Suna olmazsa onun yerine kim olur bilemem; bana sorarsanız onun yerini kimse tutamaz.

12

Ayten Gökçer Onun hayata bağlılığına hayrandım. Hastalığa karşı hep çok büyük bir savaş verdi. Çok sevdiğim bir sanatçıydı. Nur içinde yatsın. Her zaman ayakta durmayı başardı, şen şakraktı, tatlıydı, zarifti; Allah tüm sinema ve tiyatro camiasına sabırlar versin. Kenan Işık Suna, Türk tiyatrosunun özgün, geleneksel Türk tiyatrosunun ve Türk oyunculuğunun en önemli temsilcilerinden biriydi. Yani Osmanlı'dan başlayarak 150 yıllık bir geleneğin temsilcisiydi. Bu anlamda kendine has, çok özgün bir oyunculuk tarzı, tavrı vardı. Bu aynı zamanda da çok özgün bir oyunculuk tavrıydı. Ne yazık ki kaybettiğimiz yalnızca değerli bir oyuncu değil, aynı zamanda bu coğrafyanın özellikle İstanbul'un çok kadim ve çok kültürlü yapısını kendi oyunculuk anlayışında toplayan bir örneğiydi. Benim üzüntüm bu açıdan da çok fazla. Yerinin doldurulması mümkün olmayan bir oyuncu Suna Pekuysal. Bütün sevenlerinin ve Türk tiyatrosunun başı sağ olsun ve Suna bize örnek olmaya devam etsin.


cy a

pe


a pe cy

"Giordana Bruno"

A.Deniz Bozer / dbozer@superonline.com

Giordano Bruno (1548-1600) 16. yüzyıl İtalyası'nda yaşamış bir filozof. Soylu bir aileye mensup. 14

Ankara Devlet Tiyatrosu'nun bu sezon oyunları arasında "Giordano Bruno" adlı oyun dikkatimi çekmişti. Adından dolayı önce yabancı bir oyun olduğunu düşündüm; Erhan Gökgücü tarafından yazılan oyunun 1996'da Ankara Devlet Tiyatrosu'nda kısa bir süre de olsa oynandığını, o tarihte fark etmemişim. Ne var ki, oyun, 26 Aralık 2007'de prömiyer yapmasına rağmen bir türlü gidemedim. Sezonun kapanmasından önceki hafta, son bir gayretle, kaçırmak istemediğim bu oyuna ne yapıp edip gittim sonunda. Ve dersler, sınavlar, tez jürileri bitince oyun hakkında yazmak istedim. Yeni adres değişikliğimden dolayı derginin önceki bir iki sayısı elime geçmediğinden, kimi zaman da

ben işten güçten dergideki yazılan istediğim gibi takip edemediğimden, Sayın Mustafa Demirkanlı'yı aradım ve bu oyun hakkında bir eleştiri çıkıp çıkmadığını sordum. Kendisi de bana bu konuda dergide bir eleştiri çıktığını ve bir de bu eleştiriyle ilgili olarak oyun yazan tarafından verilen cevabın yayımlandığını söyledi. Aynı oyun hakkında yazılacak bir başka eleştirinin de yayımlanabileceğim belirtti ve özellikle anılan bu iki yazıyı okumadan yazmamı istedi. Herhangi bir etki altında kalmamak için dediğini yaptım ve yazımı yazdım. Sonra şeytan dürttü ve son birkaç sayının "İçindekiler" sayfasına göz attım. Nisan 2008 sayısında Sayın Ragıp Ertuğrul'un yazmış olduğu "Giordano Bruno" eleştirisini

okudum. Sayın Gökgücü'nün Haziran sayısında yayımlanmış olan cevabi yazısının "Polemik" başlığı altında sınıflandırıldığını görünce önce biraz huzursuz oldum. Mustafa Bey, kusura bakmayın yazıyı okudum, ama dediğim gibi kendi yazımı bitirdikten sonra. Anılan değerli kişileri şahsen tanımam ve kendimi bir tartışmanın içinde bulmak istemem. Kısa bir süre düşündüm; bu oyun hakkında yazmak istiyordum. Dolayısıyla yazımı, başına bu paragrafı ilave ederek, göndermeyi uygun buldum. Baştan belirtmek isterim ki Sayın Yazar ve Sayın Eleştirmen'den gelebilecek olumlu ya da olumsuz herhangi bir yazıya cevap vermeyeceğim. Gelelim, Giordano Bruno'ya.


cy

pe a


Almanya'da Wittenberg Üniversitesi'nde ders veriyor. Bruno, 1591'de Venedik'e dönüyor. Burada varlıklı Mocenigo'nun evinde iki ay kadar kalıyor ve ona 1582'de yazdığı "Ars Memoriae"dan (Bellek Sanatı) yola çıkarak bellek geliştirme dersleri veriyor. Ne var ki, Mocenigo onu dine küfrettiği için, ve ayrıca bazı özel nedenlerle, kafirlikle suçluyor; Engizisyon'a teslim ediyor. Bruno, yedi yıl Engizisyon'un elinde işkence görüyor. Papa VIII. Clement onun bağışlanma dileğini geri çeviriyor. Bruno, tövbe ederse affedileceği söylenmesine rağmen, görüşlerinden ödün vermiyor ve 17 Şubat 1600'de Roma'da bir meydanda yakılıyor. Ölümünden yıllar sonra, 1889'da yakıldığı meydana heykeli dikiliyor. Heykelin Vatikan'ın bulunduğu yöne dönük olması ise düşündürücüdür.

pe

cy a

Düşünce özgürlüğünün bu ünlü havarisini pek çok kişi bilir. Bilmeyenler için Bruno'nun yaşamına kısaca göz atmakta yarar var. Giordano Bruno (1548-1600) 16. yüzyıl İtalyası'nda yaşamış bir filozof. Soylu bir aileye mensup. On yedi yaşında papaz olması için Dominiken tarikatına girerek dini eğitim alması amacıyla manastıra yollanıyor. Zaman içinde, Aristotalesçi düşünceyi red ederek, Kopernicus'a ve dönemin kabul görmüş yerleşik düşüncelerine karşı olan başka yazarlara ait "yasak" yayınlar okuduğundan ve bunlara bağlı olarak Dominiken tarikatının öğretilerine ters düşen düşünceler geliştirdiğinden kiliseyle arası açılıyor. Çeşitli suçlarla suçlanan Bruno, Engizisyon'un baskısından kaçmak için Roma, Venedik, Paris ve Londra'nın aralarında bulunduğu çeşitli kentlere gidiyor. 1582'de Sorbonne Üniversitesi'nde kürsü sahibi oluyor. 1583'te Londra'da I. Elizabeth'in yanı sıra, zamanın önde gelen İngiliz yazarları şair Sir Philip Sidney ve oyun yazarı Christopher Marlowe ile tanışıyor. Bu arada Londra'da bazı eserleri basılıyor. 1584'te Oxford Üniversitesi'nin ünlü profesörleriyle yaptığı tartışmada öğrenciler Bruno'nun görüşlerini destekliyorlar. Bruno, evrende dünyamızdan başka gezegenler olduğu görüşünü savunuyor; bu doğrultuda yazdığı kitaplar arasında "De l'Infinito Universo et Mondi" (Evrenin Sonsuzluğu ve Dünyalar) sayılabilir. 1586'da

Oyunda ağırlıklı olarak epik yöntemden yararlan­ mıştır. Bu doğrultuda oyun epizodik bir yapıya sahiptir. 16

Giordano Bruno'nun yaşamı üzerinden dört yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, ne yazık ki bugün dahi, düşünürlerin ve bilim adamlarının katledildiği bir dünyada yaşıyoruz. Benzeri olaylara ülkemiz de yabancı değil. Bu nedenle, gönül ister ki, tüm zorluklarına rağmen, yazarlarımız kendi kültürümüzün düşünürlerinin ibret verici yaşam öykülerini araştırıp oyunlaştırsalar. Oysa, Giordano Bruno'nun yaşamı, bizde olduğu gibi, dünyada da başka sanatçılara ilham kaynağı olmuştur. Hatta hakkında belki başka tiyatro oyunları da vardır; ancak İngiliz

oyun yazarı Snoo Wilson'm 1987'de oynanan "More Light" (Daha Çok Işık) isimli oyunu akla ilk gelenlerden. Öte yandan, bizde yazılan "Giordano Bruno" oyunuyla Erhan Gökgücü 1985'te TOBAV 3. Oyun Yazma Yarışması'nda ikinciliği, 1996'da da hem yazar hem yönetmen olarak Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin iki Aziz Nesin Büyük Ödülü'ne değer bulunmuştur. Oyunda ağırlıklı olarak epik yöntemden yararlanmıştır. Bu doğrultuda oyun epizodik bir yapıya sahiptir. Ayrıca, oyunun anlatıcısı olarak dört kişi bulunmaktadır. Bunlar commedia del'arte karakterlerini andıran grotesk şarkıcılar olarak karşımıza çıkmaktadır. A capella söyleyen bu kişiler bize Bruno'nun nereye gittiğini, kimlerle tanıştığını, orada nasıl karşılandığını anlatırken epizotları da birbirine bağlamaktadırlar. Epik yönteme ait bir diğer uygulama ise yazarın tarihselleştirmeden yararlanmasıdır. Böylelikle, olayların geçmiş zamanda ve farklı bir kültüre sahip bir toplum üzerinden anlatılmasıyla yabancılaştırma etkisi güçlü kılınmıştır. Yabancılaştırma etkisini pekiştiren bir diğer uygulama da oyun sonunda oyuncuların kostümleriyle değil, kendi giysileriyle izleyiciyi selamlamalarıdır. Ayrıca, oyunun oynandığı mekân da epik yöntemin etkin bir biçimde uygulanabilirliğini etkilemektedir; dolayısıyla çerçeve sahne


kullanımı tercih edilmemiştir. Bu nedenle İrfan Şahinbaş Sahnesi çok yerinde bir seçimdir. Oyunu Akün Sahnesi'nde izlememe rağmen çok etkileyiciydi ve sahne izleyicinin oyuna eleştirel yaklaşabilmesine imkân sağlıyordu. İzleyicinin oyuna eleştirel bakışını güçlendiren bir diğer unsursa oyunun geri dönüşle anlatılıyor olmasıdır. Diğer bir deyişle, oyun sondan başlayıp, başa dönmektedir. Böylelikle, Bruno'nun başına gelenleri "hak etmek" için neler yaptığını izleyicinin görüp değerlendirmesi sağlanmaktadır. Oyunun sonunda ise günümüze bir sıçrama yapılarak, güçlü bir görsel imge olan Bruno'nun heykelinin anında yılgınlıktan söz eden iki genç üzerinden, hiçbir zaman pes etmemek gerektiği mesajı verilmektedir.

Giysi tasarımından sorumlu olan Nalan Türkoğlu ve Aydan Çınar da fevkalade bir çalışmaya imza atmışlar. Tasarımları oyunun içeriğini vurguladığı gibi, dekoru da destekliyor. Dekordaki gri tona, giysilerde de aynı rengin tonlarının yanı sıra toprak rengi eşlik ediyor. Bu renk halkın yoksulluğunu belirlerken, yine dekora koşut olarak, maddeci ve gösteriş düşkünü din adamları ile ahlaki çöküntü içindeki zengin ve soyluların giysileri açık kırmızı-pembe renklerde. Bruno'nun yolunun düştüğü farklı kentlerde üst sınıfın takip ettiği Avrupa modası izleyiciye sunuluyor. Türkoğlu ve Çınar'ın kapsamlı bir araştırma yaptıkları gözlerden kaçmıyor. Diğer yandan, oyunu sunan dört şarkıcının kostümleri de çok güzel tasarlanmış. Yalnız birinin elinin çok sivri uçlu makasa benzetilmiş olması gereksiz yere Elm Sokağı'nm kabusu Freddy'i çağrıştırıyor.

zorla dua ederken üstüne düşen çarmıh şeklindeki ışık huzmesi, Bruno ve günahsız yere çarmıha gerilen İsa arasındaki benzerliğe dikkat çekmesi bakımından, çok işlevsel bir görsellik oluşturuyor. Eğer oyun sondan başa bir anlatım izlemeseydi bu uygulama oyunun sonu için önemli bir önseme olabilirdi. Oyunun müziğini yapan Babür Tonguç, a capella tarzı dini müziği yeğlemiş. A capella, bilindiği üzere polifonik bir müzik çeşidi. Çok sesliliği red eden kilisenin tek ses olma çabasını ironik olarak çok güzel vurguluyor. Yönetmen Erhan Gökgücü ve tüm oyuncular ekip olarak harika bir iş çıkarıyorlar. Giordano Bruno rolünde ise Durukan Ordu sesi ve duruşuyla fevkalde başarılı. Hele Bruno'nun zindandaki hücresinde, insan sesi duymaya hasret, kapısını bekleyen gardiyanın bir söz etmesi için adeta ona yalvardığı sahnede Ordu'nun başarılı oyunculuğu izleyicinin Bruno'yla gerçekten empati kurmasını sağlamak bakımından doruğa çıkıyor.

pe cy a

Titiz bir araştırma urunu olan ''Giordano Bruno'"yla ilgili bir olumsuzluk oyunda zaman zaman temponun düşmesi ve sonuç olarak izleyicinin yorulmasıdır. Bu doğrultuda iyi bir dramaturji çalışmasıyla bazı epizotlar kısaltılabilir ve/veya bazıları birleştirilebilir. Bir de, oyunda çok sayıda rol olması ve bir oyuncunun birden fazla rolü adandırması oyunun takibini zorlaştırmaktadır.

soylular halkın yoksulluğunun ve Bruno'nun yaşadığı ızdırabın çok uzağındalar. Kırmızı renk ayrıca para ve cinsellikle ilgili konulardaki ahlaki çöküntüyü vurgulamak bakımından işlevsel. Papa'nın kullandığı altın ve gümüş sofra takımıyla, masa ve sandalyesindeki altın varak Vatikan'da bir din adamına yakışmayan maddeciliği gözler önüne seriyor. Bruno'nun zindandaki hücresinin sınırlarının ise kalın taş duvarlar ve demir parmaklıklar yerine ışıkla çizilmiş olması onu içeri atan gücün kuvvetini ironik bir dille göstermek bakımından çok etkileyici.

Hakan Dündar'ın dekor tasarımının fevkalade olduğunu düşünüyorum. Masa, sandalye, yatak gibi tek tük mobilya kullanarak, gayet sade ama etkin bir dille, tasarlamış dekoru. Özellikle Bruno'nun yakıldığı Roma Meydanı parke taşlı yeri, sütunları, meşaleleriyle etkileyici. Ayrıca, oyundaki pazarcı, dilenci, fahişe, hatta provakatörle capcanlı bir meydan. Gerçekten yaşayan bir sahne. İzleyici kendini hemen oyunun başında 16. yüzyılın içine çekilmiş hissediyor. Tasarımda genelde gri ton kullanılmış; bu da oyunun geçtiği zamanın, Ortaçağ karanlığının ve Bruno'nun başına gelenlerin iç karartıcılığının altını çiziyor. Ortam sadece, Papa'nın bulunduğu Vatikan, Mocenigo'nun evi ve İngiltere'de geçen epizotta kırmızı ve tonlarındaki aksesuvarlarla biraz renklendirilmiş. Çünkü, Vatikan'daki din görevlileri ve

Işık tasarımını Burhanettin Yazar başarıyla yapmış. Oyunu destekleyen çok önemli bir öğe ışık. Farklı fikirler arası geçişler ışıkla başarıyla veriliyor. Vatikan ve zenginlerin evleri parlak ışıkla aydınlatılırken, meydanda ve doğal olarak zindanda az ışık kullanılıyor. Bruno'nun idamına karar verildiğinde ışık daha da azalıyor. Bruno yakılırken kütüklerin çatırdaması ve çıkan dumanın yanında kullanılan kırmızı ışık çok etkileyici. Özellikle, kilisenin kafirlikle suçladığı Bruno, bağışlanmak için

Hakan Dündar'ın dekor tasarımının fevkalade olduğunu düşünüyorum. Masa, sandalye, yatak gibi tek tük mobilya kullanarak, gayet sade ama etkin bir dille, tasarlamış dekoru. Özellikle Bruno'nun yakıldığı Roma Meydanı parke taşlı yeri, sütunları, meşaleleriyle etkileyici.

Oyunun broşüründe yer alan işkence aletlerinin resimleri ise, ne denli rahatsız edici olursa olsun, tüm sözlerin ötesinde Giordano Bruno'nun çektiği acıların korkunçluğunu ve dönemin karanlığını vurucu bir biçimde gözler önüne seriyor. İnsanlara düşünceleri için yapılan eziyetin boyutları akıl alır gibi değil. "Giordano Bruno", düşüncelerini savunmak için yaşamını heba eden Bruno'nun ızdıraplı hayatı hakkında pek bilgisi olmayan ve "şöyle bir akşam koltuğuma kurulup keyifle bir oyun izleyeyim" diye düşünenleri fevkalade sarsan bir oyun; hele günümüzle olan bağlantıları düşünülünce. Yazarı/yönetmeni, oyuncusu, dekor, giysi ve ışık tasarımcısıyla harika bir ekip işi. Bir de bizden bir yazarın ürünü olması ayrıca mutluluk verici. Mutlaka izlenmeli. Yaralanılan Kaynak: "Giordano Bruno". http://en.wikipedia.org/wiki/Giordano_b runo

17


pe cy a

"Ellerimizle bir şeyler yapmalıyız, bunu hatırlamalıyız."

"Atrocity Bulvarı" Oyunu Üstüne... Pelin Uzay

NYU Tisch School of Arts'da doktora yapan Erincin, özellikle son yıllarda Amerika'da önde gelen performans sanatçıları­ nın yeğlediği "spoken word" tekniğinden yararlanmış.

18

New York'ta yaşayan Serap Erincin'in yazıp yönettiği "Atrocity Bulvarı", 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin seyircide derin iz bırakan oyunlardan biri oldu. "Atrocity" sözcüğüne Türkçe'de tam bir karşılık bulmak oldukça zor. Sözlüklerde "canavarlık, acımasızlık, zulüm" gibi sözcüklerle karşılığını bulan "atrocity"nin, İngilizce'de kullanımı çok belirgin. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudilere zulmedilmesi bir "atrocity", tüm diğer soykırım ve katliamlar da birer "atrocity" olarak değerlendirilebilir. Erincin, oyun içinde anlattığı öykülerle, sorduğu sorularla ve yakaladığı detaylarla sadece kendisi ya da kahramanlarının değil, her birimizin hayatındaki "atrocity"leri ele alıyor. Seyircinin katılımıyla başlayıp, yine seyircinin katılımıyla biten interaktif bir oyun "Atrocity Bulvarı". NYU Tisch School of

Arts'da doktora yapan Erincin, özellikle son yıllarda Amerika'da önde gelen performans sanatçılarının yeğlediği "spoken word" tekniğinden yararlanmış. Bu tekniğin kullanılmasıyla, oyun izleyiciyle oyuncu arasında geçen gerçek bir diyaloğa dönüşüyor. Oyunun prolog bölümünde seyirciler, aralarında dolaştırılan mor kurdeleye tutunarak karanlık salona adım atarken, projeksiyondan sahnenin yanındaki duvara yansıtılan görüntülerde yaşlı bir kadın: "Selam, iyi günler, nasılsın" diyerek el sallıyor ve bizi ilk olarak o karşılıyor. Belli ki, Erincin, evrensel beden dili herkese tanıdık gelecek bir görüntü seçmiş. Mor kurdelenin oyundaki imgelerde de bilinçaltı akış tekniği kullanılmış. Erincin'in objelere yüklediği anlam seyircinin bilinçaltında diğer ucunda durarak seyircileri birer birer içeri çeken Erincin, sahneye ulaştıklarında seyircilerin elindeki kurdeyi kesiyor. Böylece her seyircide kurdeleden ufak bir parça

kalıyor. Prolog, karanlıkta kurdeleyi tutup, birbirinin varlığım hissederek ilerleyen seyirciler arasında bir yakınlık oluşturuyor. Tuttuğumuz kurdelenin kesilmesiyle, göbek bağımız da kopuyor ve salonun her bir yanındaki koltuklara dağılıyoruz. Erincin salona hakim, öyle ki, bu prologla sonraki bir saat boyunca kendi evreninde müthiş bir gezintiye çıkarıyor seyirciyi. Sahnede kullanılan kırmızı ve mor objeler, Erincin'in özellikle çocuksu hareketlerle anlattığı hikayelerde seyirciye kendi çocukluğunu çağrıştırıyor. katmerleniyor. Ayakları küçük olduğu için küçücük, ama yüksek topuklu ayakkabılar yapabilecek kunduracı dedeyle evlenen babaannenin öyküsünün anlatımı boyunca önündeki legoları önce ayırıp sonra birleştirmenin yolunu arayan Erincin: "Ellerimizle bir şeyler yapmalıyız, bunu hatırlamalıyız" diyor. Metinde tekrarlanan replikler sayesinde


cy a pe

seyirciye aynı anda pek çok şey hissettiren ve düşündüren bir oyun "Atrocity Bulvarı". Erincin: "Bedeninize olacakları bilmek mümkün mü" sorusunu yineledikçe dünyada pek çok insanı etkileyen felaketlerin aslında hepimizin yaşamına nekadar yakın olduğunu fark ettiriyor. Oyundan önceki söyleşideyse şöyle diyor Erincin: "Çok duygu yüklü bir oyun bu, ama politik bir derdi de var. Seyircilerin sadece duygu yoğunluğu yaşamasını değil, oyundan çıktıklarında hayata ve yaşadığımız dünyaya dair akıllarına takılan bir şeyler olmasını da istiyorum." Erincin etkili sesi, güçlü oyunculuğu ve sade anlatımıyla seyirciyle içten bir bağ kuruyor. Sahnede çok rahat ve o oranda da doğal. Bedenini son derece iyi kullanıyor. Bazen kendisini öyle az gösteriyor ki, izleyici onu bir yandan görmeyi isterken, diğer yandan da onun yokluğunda başka şeylere bakmaya başlıyor. Erincin için bu bilinçli bir tercih, bir röportajında seyircinin her duyusunu uyarmanın yollarını aradığını, "hayalgücü alanları" yaratmaya çalıştığını belirtiyor ve; "İstiyorum ki, herkes oyunu kendi malı haline getirsin, salondan kendi hikayesiyle çıksın" diyor. İşin esası böyle de oluyor. Yanımdaki seyirci oyunun sonunda kendi bedeni üzerinde yeterince düşünemediğini fark ettiğini itiraf ederken, pek çok kişi de uzun zamandır hiçbir oyundan bu kadar etkilenmediğini söylüyor. Çoğunun gözlerinde yaşlar, yüzlerinde gülümseme var. Doğumla başlayan oyun, ölüme dair bir ritüelle sona eriyor ve oyunun sonunda Erincin, seyirciyle paylaşacağı helvayı kavuruyor. "Sizin de acılarınızı atıyorum içine, gelin bir kaşık tadın ki, acılarınız tatlansın" diyor. Seyirciler sanki tek beden olmuşçasına sıralanıp, sahneden kendilerine uzatılan helvayı alıyor. Helvanın kokusu ve tadıyla yürekleri ağır, kafalarıyunun sorguladıklarıyla meşgul, yavaş yavaş terk ediyorlar salonu. Ben de "Atrocity Bulvarından karışık duygularla ayrılıyorum ve yol boyunca bedenimdeki yara izlerini, "atrocity"lerimi ve bunların bana hatırlattıklarını düşünüyorum.

19


Çocuk Tiyatrosu Eğitim Festivali'ne Doğru 1. ULUSLARARASI İSTANBUL ÇOCUK TİYATROSU FESTİVALİ 1 s t INTERNATIONAEL İSTANBUL CHILDREN'S THEATRE FESTİVAL

a

8-21 H A Z İ R A N / J U N E 1998

cy

Çocuk Tiyatrosunda Eğitimin Önemi ve Kalıcılığı...

pe

A. Nalân Özübek / nalanozubek@hotmail.com

" 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı ancak Cumhuriye­ timizin 75. yılında toplanabil­ miştir. 75 yılın tüm çocukların­ dan özür dileriz."

20

1998 yılında gerçekleştirdiğimiz "1. Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Festivali ve Eğitim Programı" ile "1. Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı "nın ardından 10 yıl sonra Dergi yeni bir atağa hazırlanıyor. Bu kez daha uzun ve daha sağlam temellere dayanması ve kalıcılığının sağlanması için kolları sıvadık. "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti" Kurulu 'na kapsamlı bir dosya sunduk, on yıl önce gerçekleşen programın deneyimi ile gerçekleştirmek istediklerimizi ve geçmiş deneyimi Mustafa Demirkanlı ile konuşup hatırladık. Sevgili Mustafa, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin uzun yıllara yayılan izleğinde çocuk tiyatrosunun oldukça önemli bir yer aldığını görüyoruz. Tiyatro camiasında hep konuşulan, tartışılan bir konudur çocuk tiyatrosu ama genellikle eyleme geçilmez, söylemde kalır. Derginin bu konudaki girişimlerini bize hatırlatır mısın? Evet, daha birinci sayıda (1991 Şubat) editör yazısında; "Bu sayıda yer veremediğimiz, ama diğer tüm sayılarda çok, hem de çok önemle üzerinde

duracağımız çocuk tiyatrosu sayfalarımız olacak," diyerek başlamışız dergiye. Çocuk tiyatrosuyla ilgili çeşitli girişimlerimiz oldu. Bunlardan en önemlisi 1998 yılında gerçekleştirdiğimiz " 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı" ve " 1 . Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Festivali ve Eğitim Programı"ydı. Sonrasında, Nihal Kuyumcu'nun editörlüğünde çocuk tiyatrosu bölümümüz, dergide aynı başlık altında yer almaya başladı ve halen devam etmekte. Dergiyi yakından takip edememiş okurlarımız için bu bölümden biraz bahseder misin? Türkiye'de çocuk tiyatrosuyla ilgilenen ve gerek Türkiye gerekse dünya çocuk tiyatrosunu yakından izleyen Nihal Kuyumcu, çocuk tiyatrosuyla ilgili bütün projelerimizde bizimle birlikte olduğu gibi dergide de ayrı bir bölüm olarak çocuk tiyatrosuna düzenli olarak yer vermektedir. Önümüzdeki dönemde bu bölümü daha da geliştirmeyi planlıyoruz.


tiyatrolarında olumlu yankılar yarattı, ancak yetersizlikler, sağlıklı gelişmesini yine de engelledi. Şöyle bir örnek vermek isterim, çocuk oyunlarında yaş gruplarının belirtilmesini ısrarla vurguladık, bir süre sonra buna dikkat edildi ancak belirtirken hangi ölçütlere uydukları meçhuldü. Kimi oyunlarda 5-9 yaş grubu gibi tuhaf ibareler yer aldı. Bize göre aslolan alt yaş grubunun belirtilmesidir. Üst yaş grubunun belirtilmesinde pek de bir anlam ve gerek yoktur.

pe cy

Neden Alaçatı? Alaçatı, çünkü bu küçük beldede 8 yıldır Uluslararası Alaçatı Çocuk Tiyatrosu Festivali gerçekleşmekteydi. Türkiye'de var olmayan bu devamlılığı pekiştirmek için bu beldede yaptık. Aslında çok verimli geçen Kurultay sonrasında çocuk tiyatrosuyla ilgilenmesi gereken kurum ve kuruluşlarca da takip edilmediği için önemli bir sonuç alınamadı. Kurultay sonuç bildirgesinde yer alan konular, tespit edilen eksiklikler bugün için de geçerli. Kurultay sonuç bildirgesi; " 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı ancak Cumhuriyetimizin 75. yılında toplanabilmiştir. 75 yılın tüm çocuklarından özür dileriz." cümlesi ile bitiyordu. Bu özür, her geçen yıl katlanarak artmaktadır.

Kurumlardan daha sistematik bir gelişme gözlemledin mi? Elbette olumlu adımlar hem Devlet hem de Şehir Tiyatroları'nda yaşanmakta. Örneğin bütün bu sürecin içinde yer alan yayın kurulu üyemiz Orhan Alkaya (Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni) göreve geldiğinde ilk yaptığı yeniliklerden bence en önemlisi ayrı bir çocuk tiyatrosu biriminin temellerini atmış olması. Bu birim meselesini biraz açmak istiyorum. Hemen hemen her sanat yönetmeni göreve gelir gelmez birimleşmekten bahsetti ve birim oluşturdu. Ancak bu oluşumlar birimden çok görev deklarasyonunu geçmedi. Bu kez olması gereken farklı bir adım atıldı. Sadece çocuk tiyatrosunda görev alacak, o konuda uzmanlaşacak yeni kadrolar oluşturuldu, çocuk tiyatrosuna özel salonların inşaası başladı. Bu süreç kesilmeden ve katlanarak gelişmesi durumunda Türkiye'deki ilk doğru örnek olacaktır. Keza Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin de yaklaşık bir yıl önce Ulviye Karaca'yı çocuk tiyatrosu eğitimi almak üzere yurtdışına gönderdi. Bu arkadaşımızın da Devlet Tiyatroları'nda çocuk tiyatrosu biriminin geliştirilmesinde önemli bir rol oynayacağını umuyorum.

Gece on

ikiden sonra sokağa çıkmaları yasak. Yemek sahnesinde ise coşkuyla bir an dışarı taşıyorlar.

a

Peki Çocuk Tiyatrosu Kurultayı? Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı, büyük bir projenin bir parçası olarak gerçekleşti. Kurultayı, çocuk tiyatrosunun önemsenmemesi, özellikle eğitiminin pek ele alınmaması nedeniyle dikkatleri çocuk tiyatrosu üzerinde toplamak amacıyla Türkiye'nin dört bir yanında çocuk tiyatrosuyla ilgilenen uygulayıcılar, akademisyenlerden oluşan 84 kişilik bir ekiple İzmir Alaçatı'da gerçekleştirdik.

Onlar Getto'da yaşıyorlar. Dönemin ve tarihin ilk Getto'su Venedik'te kuruluyor.

Hiç mi olumlu sonuç alınamadı peki? Olmaz olur mu tabii belli sonuçlar alındı. Gerek Kurultay gerek eğitim programı özellikle kurum

Projenin bir bölümü olduğunu vurgulamıştın Kurultay'ın, diğerlerine de biraz değinelim. Eğitim programı, festival... Festival, yani gösteri yanı bütün oyunlar izlenerek değişik yaş gruplarına göre seçildi. Bu çocuklar için

21


Eğitim programıyla biz

çocuk

Eğitim programında ne hedeflemiştiniz? Eğitim programında çocuk tiyatrosu üzerine uzmanlaşmayı sağlamak gibi iddialı bir hedefimiz yoktu. Olmamalıydı da, çünkü bu bizim işimiz değildi. Eğitim programıyla biz çocuk tiyatrosunun ayrı bir uzmanlık alanı olduğunun altını çizmek, tiyatro eğitiminden sonra bu alanda çalışma yapacak olanların ayrı bir eğitimle çocuk tiyatrosuna yönelmelerinin doğru olduğunu vurgulamak, gündeme getirmek ve tartıştırmayı amaçlamıştık. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu proje başlayana kadarki süreçte, başta kurumlar olmak üzere, çocuk tiyatrosu ne yaparsan olur mantığıyla yapılıyordu. Daha ötesini söyleyeyim, iki büyük ödenekli kurumda da çocuk oyunları yeni oyuncuların, yönetmenlerin gelişmelerine basamak gibi görülüyor ya da

pe cy

a

tiyatrosunun ayrı bir uzmanlık alanı olduğunun altını çizmek, tiyatro eğitiminden sonra bu alanda çalışma yapacak olanların ayrı bir eğitimle çocuk tiyatrosuna yönelmelerinin doğru olduğunu vurgulamak, gündeme getirmek ve tartıştırmayı amaçlamıştık.

görsel bir şölen, çocuk tiyatrosu uygulayıcıları için ise izlenmesinde yarar olduğunu düşündüğümüz show kısmıydı. Aslına bakarsan bizi çok fazla ilgilendiren bir yan değildi. Bizim esas önemsediğimiz eğitim programıydı.

22

cezalandırılma alanı olarak kullanılıyordu. Bugün artık böyle bir anlayışın ortadan kalktığını rahatlıkla söyleyebilirim. Eğitim programında hangi konulara ağırlık verildi? Dünyada bir ekol olan Grips Tiyatrosu'nu uzmanlarıyla birlikte Türkiye'ye taşıyarak, 6 haftaya sığdırılmış ama çocuk tiyatrosunun bütün alanlarına yayılan workshoplar gerçekleştirdik. Workshop programları sırasıyla şu başlıkları taşıyordu: Çocuk Tiyatrosu'nda Dekor-Kostüm, Çocuk Tiyatrosu'nda Işık, Çocuk Tiyatrosu'nda Hareket, Teori ve Pratik Olarak Çocuk Tiyatrosu Yapmak, Grips Tiyatro Neden Doğdu, Neler Yaptı? Amacımız bu programları diğer yıllarda da farklı çocuk tiyatrosu anlayışları ve ekolleriyle devam ettirmek, kurumların da bu programları kendi bünyelerinde sürdürmelerini sağlamaktı. Ancak Kültür Bakanlığı projeye vereceği desteğin önemli bir kısmını haber vermeden son anda kesti, dolayısıyla sonraki yıllara yayma planımız gerçekleşemedi, zaten derginin de o gün bugündür belini toparlayamama nedeni budur. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti programına verdiğiniz proje bunun bir uzantısı olarak görülebilir mi? Tam olarak bu projenin daha gelişmiş hali diyebilirim. Bu geçen süre içinde biz de daha konsantre olarak gerekenleri ve projeksiyonlarımızı oluşturmuştuk zaten. Bunu hayata geçirecek koşullan oluşturmak için uygun ortam ve zaman arayışındaydık. İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilince, bu kapsamda ele alarak devamlılığını da sağlayıp kalıcı bir yapı oluşumunu bir kez daha gündemimize aldık. Bu projede neler planlanıyor? Bu kez çocuk tiyatrosu üzerine eğitimi daha uzun bir zamana yaymak, Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Şehir Tiyatrosuyla daha yoğun ilişkilere girerek bu kurumlar bünyesinde kalıcı adımlar atılmasını sağlamayı birinci hedef olarak önümüze koyduk. Bu kez her iki kurumun da bu anlamda gerekliliği kabul etmiş ve projeksiyon olarak önüne koymuş olduğunu memnuniyetle gördük. Kendilerine proje destekçisi olmalarını önerdik. Öncelikle eğitim programını iki aşamalı olarak planlıyoruz. İlk yıl daha çok eğitimsel atölyelerle çocuk tiyatrosunun temelini oluşturmayı sağlamak, ikinci yıl, yani 2010'da ise gerek bu atölyelerden yetişmiş kadrolardan yararlanırken ayrıca alanın uzmanlarını da katıp İstanbul'daki ilköğretim okullarında tiyatroyla ilgilenen öğretmenlere yönelik workshoplar gerçekleştirerek, çocukların ne izlememelerini bilimsel olarak öğretmenlerin karar vermelerini sağlamaya yönelik workshoplar gerçekleştirirken buna paralel olarak ilk yıl atölyelerine katılan kadrolara çocuk tiyatrosunun artistik yanını pekiştirecek atölyeler gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bu atölye çalışmaları Avrupa'da kendi alanlarında uzmanlaşmış akademik ve uygulayıcı


"I. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI" SONUÇ BİLDİRİSİ 1-2-3 MAYIS 1998 ALAÇATI/ ÇEŞME Türkiye'de Çocuk Tiyatrolarının Konumu: Ülkemizde ödenekli ve özel tiyatrolar ile yalnızca çocuk tiyatrosu yapan topluluklar, çocuk tiyatrosu alanında faaliyet gösteriyor. Bu çerçeve içinde, toplulukların karşılaştıkları çeşitli güçlüklerin, olması gereken ve özlenen çocuk tiyatrosunun gerçekleşmemesinin temelinde ana bir sorun yatmaktadır. Bu da çocuk tiyatrosunun, yetişkinler tiyatrosunun bir çıraklık basamağı veya yan ürünü olmayıp bağımsız bir alan, bağımsız bir birim olduğu kavramının kabullenilmemesinden kaynaklanmaktadır. I. UZMANLAŞMA 1. Ödenekli ve özel yapılaşmalarda çocuk tiyatrosu gerek finans kaynakları gerekse sanatsal ve teknik kaynakları açısından bağımsız bir alan olarak gerçekleştirilmelidir. 2. Tiyatro eğitimi veren fakültelerin tiyatro bölümlerinde ve konservatuvarlarda çocuk tiyatrosuna, programlarında yer vermelidir. (Reji, yazarlık, oyunculuk, dramaturgi vb. gibi) Mevcut topluluklar da bu amacın gerçekleşmesi için eğitsel çalışmalar düzenlemelidir. 3. Çocuk tiyatrosunda hedef kitlenin saptanmasında yaş gruplarını gözönüne almak zorunludur. Bu izleyici kitlesine de duyurulmalıdır. II. EĞİTİM

III. ÖRGÜTLENME

a

4. Sekiz yıllık eğitimin benimsendiği ve 2000'li yıllara hazırlandığımız şu günlerin yaratıcı-drama eğitimine başlangıç için en uygun dönem olduğuna inanıyoruz. Çocukların gelişimindeki önemi gözönüne alınarak okul öncesi ve sekiz yıllık temel eğitimde yaratıcı dramaya okulların eğitim programlarında zorunlu olarak yer verilmelidir. (Yaratıcı-drama çocuğun bizzat doğaçlamalarla geliştirdiği oyun, çocuk tiyatrosu ise belli bir yaştan sonra yaş grupları gözetilerek yapılan ve çocuğun seyirci olarak katıldığı oyunlardır. Bu iki kavram farkı göz ardı edilmemelidir.) 5. Ailelerin, yaratıcı-drama ve çocuk tiyatrosu konularında okullar ve medya tarafından bilinçlendirilmesini sağlayacak girişimler gereklidir.

pe cy

6. Yerel yönetimlerin eğitimde büyük yeri olan çocuk tiyatrosunu desteklemesi, onu geliştirmesi, görevlerinin içinde "isteğe bağlı" değil, yasalarla saptanmış asal hedefi olmalıdır. 7. Çocuk tiyatrolarının geliştirilmesi, koordinasyonu, örgütlenmesi ve uluslararası ilişkilerin düzenlenebilmesi için çocuk tiyatrosu alanında meslek örgütleri kurulmalıdır. 8. Özel çocuk tiyatroları eğitsel bir hizmet üstlendikleri için her türlü vergi indirimi ile desteklenmelidir. IV. DENETLEME

9. Bütün bunların dışında gerek çocuk tiyatrosu gerekse çocuklarımız açısından en büyük tehlikeyi oluşturan "korsan tiyatrolardır". Bu gruplar eğitsel açıdan Milli Eğitim Bakanlığı, sanatsal açıdan Kültür Bakanlığı, parasal açıdan Maliye Bakanlığı'nın denetimi olmaksızın çalışmakta ve seçme şansı olmayan, ilköğretim düzeyindeki hazır pazarı sömürmektedir. Bu oluşuma okul aile birliklerinin, Milli Eğitim Müdürlükleri'nin ve okul yönetimlerinin, sorumsuzlukları da eklenince tehlikenin boyutları daha da büyümektedir. Korsan tiyatrolar tehlikesini denetlemek açısından daha çok okullardaki hazır pazara yönelen bu toplulukların oyunlarına bir sanat kurulunun değerlendirilmesi koşulu getirilmelidir. Bu sanat kurulu, bu alandaki meslek kuruluşlarının temsilcileri ile çocuk tiyatrosu alanında deneyim ve birikimi olan kişilerden oluşturulmalıdır. Bu kurulun çalışmalarını yürütebilmesi için gerek Bakanlık destek fonundan gerekse özel sponsorluk kaynaklarından kurula pay ayrılmalıdır.

10. Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde daimi bir çocuk komisyonu kurulmalıdır. 11. Bu istemler doğrultusunda eksiklikleri tamamlanacağı düşünülen "Türkiye Tiyatrosu" yasasının ivedilikle çıkarılması gerekmektedir. 12. Yukarıda belirtilen ortamın oluşturulabilmesi için, bir yandan bakanlıklar bağlamında gerekli kaynak ve yükümlülüklerle ilgili yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek amacıyla girişimde bulunacak bir komitenin bu kurultayca belirlenmesi gereklidir. Öte yandan da kurultayımızın önerileri doğrultusundaki şart ve bağlantıları kurmak üzere kurultayımıza katılmamış olsalar da ilgili bakanlıklar yetkililerinin soruna öncelikle sahip çıkmaları sağlanmalıdır. Bütün bu öneriler yaşama geçirildiğinde, yalnızca yarının izleyici ve sanatçı kuşaklarının değil, yarınları kuracak kuşakların yetişmesine katkıda bulunacaktır. I. Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı ancak Cumhuriyetimizin 75. yılında toplanabilmiştir. 75 yılın tüm çocuklarından özür dileriz. İMZA (KURULTAY DELEGELERİ)


24

a

pe cy


pe cy

a

kadrolarla gerçekleştirilecek. 2010'un sonunda ise yetişmiş bu çekirdek kadrolardan da yararlanarak Bilgi Üniversitesi'nde iki sertifika programının açılması için görüşmelerimiz ve çalışmalarımız devam etmektedir. Bu sertifika programlarından biri çocuk tiyatrosunda uzmanlaşmak isteyenlere yönelik olurken diğeri ilköğretim okullarındaki eğitmen kadrosuna yönelik olarak planlanmaktadır. Dergi neden böyle bir misyon üstlendi? Dergi'nin böyle bir misyon üstlenmesi yerine bu tür etkinlikleri aktarması daha doğru ancak hâlâ bu meseleyi üstlenen bir kurum çıkmadı ve bundan önce başlattığımız, oldukça deneyim kazandığımız için bu adımı da atmayı doğru bulduk. Hedefimiz iki yıl sonra bu sorumlulukların sahiplerine altyapısı oluşmuş bir programı devretmek ve Türkiye'de doğru çocuk tiyatrosu yapılmasına yönelik sağlam temelleri atmış olmak. İki de festival planlanıyor, bunlara neden gerek duyuldu? Evet, 2009'da daha küçük, 2010'da biraz daha büyük iki festival planlıyoruz. Bu festivaller, programın içeriği gereği Avrupa ülkeleriyle sınırlı kalacak ancak her iki yıldaki festival oyunları da 1998 yılında olduğu gibi bütün oyunlar uzman kadrolarımız tarafından yerinde izlenerek, yaş grupları belirlenerek seçilecektir. Bu anlamda hiçbir tesadüfıliğe yer vermeyi düşünmüyoruz. Her gelen oyun saptanmış bir hedefe yönelik seçilecek ve çocuk izleyicilere aktarılacaktır. Bu proje 2010 İstanbul Avrupa Başkenti Komitesi tarafından kabul gördü mü? Hayır, sadece dosyayı verdik şu anda, inceleniyor. Biraz zaman alacağını düşünüyorum ama 2009 Ocak ayında sanıyorum bu programa başlamış oluruz. Programın çatısı oluşturuldu, detaylarla ilgili çalışmalarımız da devam ediyor.

25


cy a

pe


a

2008-2009 Sezonunda İzleyeceklerimiz

pe cy

Emre Koyuncuoğlu'ndan Sonsuz Bir Şimdi Oyunu: "Irk Bitig"

Üstün Akmen / ustanakmen@tiyatrodergisi.com.tr

Emre Koyuncuoğlu denilince, akla elbette ilk gelen kendine özgü "sivri" ve bağımsız projeleriyle bir yönetmen oluyor. Oysa bu proje pek de bağımsız değil, aksine bir belediye tiyatrosu yapımı.

Nejat Birecik'in genel sanat yönetmenliğindeki Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, kurumsal alanda Türk tiyatrosuna yeni dinamikler kazandırmayı, örnek oluşturmayı öncelikli hedef olarak gördüğünün kanıtı olarak, 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde Emre Koyuncuoğlu'nun oyunlaştırdığı ve yönettiği "Irk Bitig"in prömiyerini yaptı. Emre Koyuncuoğlu denilince, akla elbette ilk gelen kendine özgü "sivri" ve bağımsız projeleriyle bir yönetmen oluyor. Oysa bu proje pek de bağımsız değil, aksine bir belediye tiyatrosu yapımı. O halde Nejat Birecik'i de yürekliliğinden dolayı övmeliyim. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları izleyicisinin "genel" beğenisini

önemsememiş, gişe endişesine sırtını çevirmiş, Türk tiyatrosuna yeni bir dinamik kazandırmayı vazife bilmiş. Emre Koyuncuoğlu'nun yaşadığı toplumla olan dertlerini sanatına yansıtmasına izin vermiş. Koyuncuoğlu da, dramaturgi altyapısından gelen, çözümlemeci bakış açısını kullanarak bu kere zorun zoru bir işe kalkışmış. Zor işi sırasında, klişelerin formunu yine deforme etmiş, deformasyondan yepyeni bir form yaratmış. Gene denemiş, gene ARGE'nin, dil arayışının peşinden gitmiş, "Irk Bitig"i konu edinmiş.

"Irk Bitig", benim bildiğim "Fal Kitabı" anlamına gelmekte. Bu kitap, Doğu Türkistan'da Uygurların hâkim olduğu ve Uygur Edebiyatı'nın parlak devirlerini geçirdiği çağa ait bir

kitap. Bin Buda civarındaki mabetlerde Göktürk yazılarıyla yazılmış. Şimdiye kadar elde edilen en mükemmel el yazması olarak nitelendirilen bu yazma, kitapçık halindeymiş. "Irk Bitig", Emre Koyuncuoğlu'nun da ifade ettiği gibi bir kehanet metni, yani bir tiyatro metni değil. Koyuncuoğlu "Irk Bitig"in açılımını, günümüz Türkçesiyle "İyi Gelecek Bilgisi" olarak yapmakta. Bu metinden ve "İyi Gelecek Bilgisi"nin içerdiği anlamdan yola çıkarak bir gösteri kurgulamış. Kurgularken, hep birlikte iyi bir gelecek fikri oluşturmayı kurcalamış. "Boz bulut yürüdü, halkın üstüne yağdı. Kara bulut yürüdü, her şeyin üstüne yağdı. Ekinler oldu, taze ot fışkırdı. Atlara, insanlara iyi oldu. Bunu biliniz iyidir bu"

27


28

yaratmasının yanı sıra mekânı ve zamanı birlikte ele almış, sahneye taşımış. Emre Koyuncuoğlu, sürekli değişen ve hep yenilenen yerleştirmelerini açık, içine girilebilir biçimde tasarlamış. Kişisel belleği olduğu kadar, ortak belleği de işlediği özel bir form bulmuş. Ortaya, tıpkı belleğin anılan ve anları bir araya getirerek bir şimdi yaratması gibi yeni bir bileşim çıkmış. Sesleri bir tiyatro oyunu, bir sinema filmi, bir senfoni gibi katmanlar halinde yaratmış ve çeşitli nesneleri zamanı gözeterek yeniden yan yana getirmiş. Sinemayı, müziği ve felsefeyi işleve çağırmış, bunun için kendine plastik bir alan çizmiş. Çizdiği plastik alan ve farklı disiplinleri bu alana davet edişiyle "ses tiyatrosu"nu bir performansa dönüştürmüş. Nurullah Tuncer'in olağanüstü başarılı mekân yaratımı, Çiğdem Borucu'nun müzik ve metni sesle düzenlemesi, Ümit Ünal'ın kostümleri, Aksel Zeydan Göz'ün görsel tasarımı, Savaş Çağman Coşkun'un vokal çalıştırması,

a

Metin, Dramaturg Evren Barın Egrik'in de dediği gibi yer/yuva/yurt kavramlarının ekseninde bir bellek mekânı oluşturma özelliğine sahip. Bunda hiç kuşku yok. Koyuncuoğlu bu özelliği anımsananla unutulan arasındaki seçtikleriyle kurgulamış, zaman ve mekân boyutunda ele almış. Bellek, mekân ve zaman insanın varoluşunun temel kategorileri değil mi? Mekânı doğal bir olgu olarak ele alınca, sağduyuya dayalı günlük anlamları doğallaştırmış. Düşünme ve kavramlaştırma biçimlerini yazılı sözcüğün mekânlaştırmalarıyla bulmuş. Bir iletişim bölgesi

pe

Emre Koyuncuoğlu, oyunu sese dayamış. Neden ses? Bu soruyu:

"İçselleştirdiğimiz her türlü geçmişi beden bilgisi üzerinden yansıtabilmek için " diye yanıtlıyor. Koyuncuoğlu için beden, tarihi belleği içeriyor. Sahnede olan duruşu ise: "Sanatsal ve toplumsal olarak kendi adına 'olana, sıradana, yeni sorulara cevap veremeyen düzene'karşı bir direniş duruşudur. Yuttuğumuz sesi, bulma çabası" olarak yorumlamakta.

cy

ya da "Çadırın içi nasıldır? Onun duman deliği nasıldır? Pencereleri nasıldır? İyidir. İpleri nasıldır? Vardır. Bunu biliniz fena değildir bu " veya "Kara yol tanrısıyım. Kırılanları birleştiririm; yırtılanları bir araya koyarım; ülke tanzim ettim. İyisi olsun. Bunu biliniz"'ya da "Bir gül yüz oldu. Yüz gül bin oldu. Bin gül on bin oldu. Bunu biliniz faydası var iyidir bu" gibi tümcelerden sorunsala uzanmış. Bir "ses tiyatrosu" örneği olarak kurguladığı oyununda, bozkırın savaşçı ve avcı topluluklarının doğa, hayvanlar ve birbirleriyle olan ilişkilerini özetleyen metinden güç almış. İzleyiciyi sorunsalı sorgulamaya mecbur etmiş. Altmış beş paragraftan oluşan ve her paragrafın sonunda "bu iyidir" ya da "bu kötüdür" diye biten, kendini sürekli yineleyen yapısıyla bu kehanet metninin kendi tonalitesi içinde, seslerden, sözlerden, kehanette bulunanla/bulunduran arasındaki ilişkiden bir ses tiyatrosu örneği vermeyi denemiş.

Koyuncuoğlu için beden, tarihi belleği içeriyor. Sahnede olan duruşu ise: "Sanatsal ve toplumsal olarak kendi adına 'olana, sıradana, yeni sorulara cevap veremeyen düzene' karşı bir direniş duruşudur. Yuttuğumuz sesi, bulma çabası" olarak yorumla­ makta.


cy a pe

Şebnem Köstem, izleyicinin bedeninde enerji, arzu yönlendirmesi, itkilerin yükselişi, yoğunluk ya da ritim olarak adlandı­ rılabilecek etkiler uyandırıyor. Mezzosoprano sesini mükemmel kullanıyor.

Cafer Yiğiter'in ışık tasarımı, Cem Yılmazer'in dijital tasarımı hiç kuşkum yok ki son derece titiz çalışmalar ürünü. Koroda görev alan İrem Kahyaoğlu, Zeynep Özan, Burcu Güner, Senem Akman, Fatma Yılmaz yaptıkları işe öylesine inanmışlar ki, becerilerini cömertçe harcayıp kusursuz oynuyorlar. Oyunculardan Eylem Tanrıver Varlı, üretici-sanatçı olduğunu unutmuyor. Canlandırdığı karakteri yansılamıyor, bir simülatör değil, uyarıcı işlevi görüyor. Engin Benli'nin metni söyleme biçimi, davranışsal stratejisinin özel durumu gibi. Kimi kez eylemin yer aldığı ortamın konuşma biçimlerine ve öykünmeye bağlı olarak gerçeğe

benzer kılıyor, kimi kez her tür öykünmeyle ilişkisini kesiyor, özgün konuşma biçimlerini aynen alarak gerçeklik etkisi yaratma çabasında olmayan, ama kendi kuralları olan sesbilimsel, retorik, prozodik bir dizge biçiminde düzenliyor.

semafor olarak kullanmıyor. Şebnem Köstem, izleyicinin bedeninde enerji, arzu yönlendirmesi, itkilerin yükselişi, yoğunluk ya da ritim olarak adlandırılabilecek etkiler uyandırıyor. Mezzosoprano sesini mükemmel kullanıyor.

Gönlümde yıllardır pamuklara sararak sakladığım oyunculardan Şebnem Köstem'e gelinceee... Bu oyunda da coşkularını yönetmeyi ve onları okutmayı başarıyor. Determinist ve doğalcı ideolojiye ve estetiğe uygun olarak, bir çevre kuramından, "gerçekimsiliğin" ve gerçeğin estetiğinden yola çıkıyor. Bedenini basit bir gösterge vericisi, izleyiciye yönelik işaretler göndermek için ayarlanmış bir

Özetlemem gerekirse, "Irk Bitig" bütünüyle övgüyü hak ediyor. "Irk Bitig" zamanın ve sürecin baskısını siliyor. "Irk Bitig"de sonsuz bir şimdi yaşanıyor. "Irk Bitig", yeni sezonun flaş oyunlarından olmaya şimdiden hak kazanıyor.

29


a

Talimhane Tiyatrosu

cy

Dolapdere Gençlerine!

pe

A. Nalân Özübek / nalanozubek@hotmail.com

Burada mahallede bile, "bizle ilgili oyunlar olacak mı?" diyorlar. Tiyatro deyince ne görmek istediğini biliyor aslında seyirci. 30

Tiyatro birçok kulvarda ilerleyecek, bir kere yerli oyunlara ve yerli yazarlara öncelik verecek bir repertuvar oluşturulacak ama bunun yanı sıra dünya tiyatrosunun önemli oyunlarının da prömiyerlerini yapacak. Repertuvarın en az yarısı yerli oyunlardan oluşacak, ama yeni oyun olacak, ilk kez oynanacak yerli oyunlara ağırlık vereceğiz. Son yıllarda tiyatro alanında yaptığı işlerle "Oyun Yaz" projesinde kazandırdığımız bir hayli kendinden bahsettiren Mehmet Ergen, sürü yazar var, oyunlarını bir türlü bu binayı tabiri caizse adam edip, birçok sahneleme fırsatı bulamıyor bu yazarlar, onları burada yapacağız, ama dışardan da sanatsal faaliyete elverişli bir mekâna dönüştürmüş. Talimhane Tiyatrosu adıyla genç yazarların oyunlarına açık olacak. Eylül ayında kapılarını açacak bu bina ve İkinci kulvardaysa dünyanın en iyi oyunları olmuş çağdaş ve klasik oyunlar var, bizim projelerine ilişkin Mehmet Ergen 'le repertuvarımızda çok sık, 'bu oyun çok iyi konuştuk. bir oyun değil ama Türkiye'de çok iyi gider' gibi bir aşağıdan alma durumu görüyoruz. Talimhane Tiyatrosu'nun projeleri Bunu yapmayacağız. O anlamda ticari bir hakkında bizi bilgilendirir misiniz? Taksim, Talimhane 'den Dolapdere 'ye inen yol üzerinde, sol kolda, iki katlı, oval kapılı, beyaz, şirin bir binayla karşılaşırsınız. Çok değil, birkaç ay öncesine kadar eski bir depo olan bu bina Eylül ayından itibaren çok işlevli bir mekân olarak İstanbullulara kucak açacak.


pe cy a


pe

cy

a

tavanlı, en geniş mekânlarından bir tanesi, toplam 1000 m2'ye yayılmış, açık alanı da olan, aşağıda bir parkımız var, büyük bir alan. Onlara böyle fırsatlar sunmak adına, birlikte çalışmalar yapacağız. Birkaç kulvarda iş yapacağımız bir yer olacak aslında, profesyonel anlamda İstanbul ve Türkiye Tiyatrosu'na iyi işler kazandıracak ancak yerleşik tiyatrosu olmadan yapacak bunu. Genç kuşaktan yetenekli insanları, deneyimli oyuncularla, her proje için ayrı ayrı bir araya getirecek, bir kumpanya oluşturmayacak. Bir proje tiyatrosu olacak. Herkes kendi projesiyle de başvurabilecek. Değişik grupları bir araya getirebilecek. Bu işin sanatsal boyutu, bir de sosyal sorumluluk boyutu var bu da Fotoğraf: Deniz Demirkanlı özellikle bu semtle çalışıp Dolapdere'de, beklenti oluşturmadan, olması gereken Talimhane'de bir tiyatro yaratmak. Bir oyunları yapmaya çalışacağız. eğitim projemiz var, oyuncu yetiştirmek Çağdaş dans projeleri için geçerli değil o istiyoruz. Dolapdere ile Taksim arasında kadar ama, özellikle tiyatro oyunlarının çok büyük bir sosyoekonomik fark var. hepsinde sosyal gerçekçi bir yan arıyoruz, Dolapdere'de bir gençlik tiyatrosu oluşumu bir hikayesi olan, hikaye ağırlıklı, karakter ve çocuk tiyatrosu oluşumu çalışmalarımız ağırlıklı oyunlar istiyoruz. Yerli oyunların olacak. hepsi Türkiye'nin sosyal gerçekliğini yansıtan oyunlar olacak. Burada mahallede Çalışmalarınızda uluslararası bir boyut bile, "bizle ilgili oyunlar olacak mı?" da hedefleniyor mu? diyorlar. Tiyatro deyince ne görmek istediğini biliyor aslında seyirci. Hedeften öte, şu anda bu çalışmaların içindeyiz. Uluslararası partnerlerimiz var, Çağdaş dans projeleri dediniz, bu tür Eylül ayında Belçika'dan bir dans tiyatrosu projelere de mi açık olacak? Evet, bir kıpırdanma var dans tiyatrosunda, geliyor, Almanya'da, İngiltere'de, İsveç'te çağdaş dansta, onu sahiplenen genç insanlar ilişkilerimiz var. Her ay yurtdışından bir var. Onların da birçoğu başvuruda bulundu ziyaretçi geliyor olacak. Bu zaman zaman ve burası da bu tür çalışmalar için elverişli konserler bazında olacak, örneğin Akbank bir mekan, İstanbul'un belki de en yüksek Caz Festivali'nin bir ayağı burada yapılacak. Yine Balkanlar'dan bir müzik festivali Fotoğraf: Deniz Demirkanlı olacak. "Oyun Yaz" Festivali burada olacak, yurtdışından yine yazarlar gelecek. Bizim Nilüfer Sanat'la yaptığımız bir oyunun Eylül ayı içinde Romanya turnesi kesinleşti, Belçika'yla bir oyun alışverişimiz var. Bir başka deyişle, İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali iki yılda bir oluyor artık, o da iki hafta sürüyor, onun dışında yurtdışından tiyatro getirme olasılığımız çok fazla yok, biz, oradaki açığı kapatmaya çalışacağız. Şu sıra Peter Brook'la görüşüyoruz, onun bir oyununun gelme olasılığı var. Çok işimiz var anlayacağınız ve 1 Eylül'de başlatıyoruz. Size kolaylıklar dileriz.

32


a

Dominigue Dolmieu İle...

pe cy

Fransa'da Türk Tiyatrosu Yayınları Zeynep Su Kasapoğlu / zeynepsukasapoglu@gmail.com

L'Espace d'un Instant Yayınevi, tiyatro alanında yayımladığı klasik eserlerin yanında, özellikle çağdaş yazarlara verdiği önemle de dikkat çekmektedir.

1985yılında kurulan Maison d'Europe et d'Orient, (Avrupa ve Doğu Evi), Celine Barcq ve Dominigue Dolmieu tarafından yönetilmektedir. Kurum, bünyesinde L Espace d'un Instant, (Bir Anlık Alan) adlı bir yayınevini, Christiane-Montecot kütüphanesini, bir tiyatro topluluğunu, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, Doğu Avrupa ve Doğu ülkeleri üzerinde çalışan ve uzmanlaşan bir kitabevini bulundurmaktadır.

L'Espace d'un Instant Yayınevi, tiyatro alanında yayımladığı klasik eserlerin yanında, özellikle çağdaş yazarlara verdiği önemle de dikkat çekmektedir. Bu yanıyla, Dominigue Dolmieu, Doğu Avrupa 'dan, Orta ve Uzak Doğu 'dan gelen sanatçılara Fransa 'da kendilerini duyurabilmeleri için önemli bir olanak sunmaktadır. Dolmieu 'nun doğulu sanatçılar için açık tuttuğu bu alan, bir yandan sanatçıların eleştirel ve toplumcu tavırlarını özgürce ifade edebilecekleri, bir yandan da Fransa'nın doğu tiyatrosuyla ilişki

kurabileceği bir platform niteliği taşımaktadır. On yıldır, la Maison d'Europe et d'Orient Türkiye ile işbirliği halinde çalışmakta. Bu çerçevede, Türk oyunları da yayımlandı ve böylece Fransa 'da bazı Türk oyunlarının sahnelenmesine de imkan tanıdı. Bunun yanı sıra, farklı ülkelerden sanatçıların bir araya gelebilmesi ve ortak çalışmalarda bulunabilmesi için, Doğu ülkeleri arasında turneler de düzenledi. Maison d'Europe et d'Orient'in çalışmaları ve Türkiye 'yle ilişkileri hakkında Dominigue Dolmieu ile kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. «La Maison d'Europe et d'Orient» Türkçe'de «Avrupa'nın ve Doğu'nun Evi» anlamına gelir. «La Maison d'Europe et d'Orient»'\ siz bize nasıl anlatırsınız? La Maison d'Europe et d'Orient Paris'te bulunan

33


Tercüme edilecek metinleri nasıl seçiyorsunuz? Bize gelen her metnin referansını veri tabanımıza kaydediyoruz, sonra metni Türk Yazın Kurul üyelerine veriyoruz. Şu anda Türk kurul üyelerimiz Ayşin Candan, Noemi Cingöz, Sedef Ecer, Valerie Gay-Aksoy, Ophelia Kolb-Kasapoğlu, Jean-Louis Mattei, Shirin Melikoff, Lulu Menase, Timour Muhidine ve Richard Soudee. Üyeler bir metnin özel bir ilgiye değer olup olmadığı konusunda görüşlerini Ne kadar zamandır Türk Tiyatrosu üzerine bildiriyorlar. Bu durumda bir tercüme projesi çalışıyorsunuz? hazırlıyoruz ve metin kurul tarafından onaylanırsa Tam on senedir Türk Tiyatrosu üzerinde çalışıyoruz. yayımlıyoruz. Dolayısıyla isteyen yazar, metinlerini 1999'da İstanbul'a ilk seyahatimizi gerçekleştirdik. bize doğrudan adresini kullanarak gönderebilir. O dönemde, çok sayıda kişiyle tanıştık; Ali Berktay, Osman Karaca ve Mitos Yayınevi'nden Yılmaz Öğüt Şimdiye kadar hangi Türkçe metinleri yayımladınız? gibi. Hatta Yılmaz Öğüt, o güne dek yayımladığı Fransız-Türk Bocal projesi sonrasında, Marianne kitapların tümünden birer adet bize armağan etti. Clevy ile beraber «Le cahier de l 'Adriatique â la Bizim için çok değerli bir hediyeydi. Böylece, Mer noire» (Adriatik'ten Karadeniz 'e Seyir Defteri, Fransa'daki kütüphanemiz Türk oyun yazarlığı konusunda en önemli kaynak merkezi haline geldi. Climat Yayınevi, 2001) kitabının üzerinde çalıştık. Ayrıca İzmit'e kadar gittik, tabii ki depremin bıraktığı Bu çalışmanın içerisinde Ferhan Şensoy'un yazdığı Güle Güle Godot 'dan da bir bölüm yara izlerinden çok etkilendik. İzmit Şehir bulunmaktaydı. Bildiğim kadarıyla Türkiye'de bir Tiyatrosu'nda Memet Baydur ile tanıştık. Hatırlıyorum, orada bir atölye çalışması yapıyordu. benzeri olmayan, kendine özgü üslubuyla, toplumsal bir eleştiri yapıyor Şensoy. Ayrıca, l'Espace d'un Öğrencilerine politik tiyatro üzerinde çalışmayı önermişti. Birçok öğrenci buna tepki göstermek için Instant Yayınevi ile önce Nâzım Hikmet'in üç çalışma salonununu terk etmeye karar vermişti. Biz oyununu seçtik. Çok ilgi çekici bir yazar. Metinlerin de şaşakalmıştık. Aynı dönemde, Fransa'da Vıtry sur çoğu, özellikle şiirleri, Fransız sahnelerinde, özellikle Scene de Gare au Theâtre Tiyatrosu'nda, Arzu Bigat Mehmet Ulusoy tarafından sahnelendi. Örneğin İnsan Manzaraları çok dikkate değer bir eser. Şairin tiyatro Baril ve Mustapha Aouar'in yeniden buluşmasını eserlerinden çok sayıda örnekler vermeye karar sağlamıştık. Bu sayede, birlikte «Bocal Agite» programı çerçevesinde, yazı atölyesi, karşılaşmalar verdik. Moskova döneminden, Stalin karşıtı bir metin ve çeşitli Fransız-Türk ortak yapımları gerçekleştirdik. olan Ivan Ivanoviç Var mıydı, Yok muydu'yu ve burjuva operetin çılgın bir parodisi olan Bu Bir Bu program Fransa'da Türkçe metinlerin sahnelenmesi ve yayımlanmasıyla sonuçlanmıştı, Rüyadır'ı seçerek sanırım isteğimize ulaştık. Şairi anma günü çerçevesinde, Theâtre de la Tempete'de aynı etkinlikler Türkiye'de de gerçekleştirildi. Richard Soudee bu eserlerden bölümler okudu. Sonra seçimimiz Sevim Burak'ın metinlerine yöneldi. Hiç Türkiye'de çalıştınız mı? Benim için Türk tiyatrosunun en önemli yazarıdır, 2001 yılında, yine Gare au Theâtre olarak, Işıl Kasapoğlu yönetimindeyken İzmit Şehir Tiyatrosu Sevim Burak. Sahibinin Sesi dramatik gücü olağanüstü bir metin. Aynı zamanda bu metinde ile uluslararası ortak bir proje gerçekleştirmiştik. bastırılması mümkün olmayan, dayanılmaz bir acı Projenin adı «Petit /Petit en Europe Orientale» {Küçük /Küçük Doğu Avrupa 'da). Turne yapabilmek ile karşılaşıyoruz. Güçlü bir duyarlılığı olan bir için hazırlanan projeye 25 farklı ülkeden 50 sanatçı şiirsellik ve dil üzerinde derin bir arayışla karşı katılmıştı. Bu proje dayanışmalı bir ekonomik sistem karşıyayız. Benim için bunlar çağdaş tiyatronun üzerine kurulmuştu. Türkçe oyunun metni, Aslıhan başlıca çizgileridir. Ayrıca Lulu Menase bu metni, Ünlü tarafından yazılmıştı, metin Emre Koyuncuoğlu 1989'da Paris'te sahnelemişti. Ve yakın bir zaman önce Fabrice Clement La Maison d'Anatolie 'de tarafından sahnelenmişti. Yeravan Pantomim Tiyatrosu'nu İzmit'e götürdüğümüz için çok gurur (Anadolu Evi) Everest my Lord adlı metni okuma duymuştuk. Maalesef, o dönemde her şey çok fazla tiyatrosu olarak gerçekleştirdi. karışıktı. Turneyi yirmiden fazla ülkede gerçekleştirmiştik, ancak sadece Türkiye vize Bunlar artık klasik eserler sayılıyor. Yaşayan başvurusunun ücretsiz olmasını kabul etmemişti. yazarların yapıtlarını da yayımladınız mı? Trabzon'da oynamayı çok istemiştik, ama mümkün Evet, Tuncer Cücenoğlu'nu yayımlama zamanı olamamıştı. Ayrıca Türk topluluk sonunda turneye gelmişti. Çıkmaz Sokak, ekonomik açıdan devam etmekten vazgeçti, halbuki oyunun sahnelenmek için çok uygun bir metindi. Ayrıca Ermenistan'da ve Yunanistan'da da sahnelenme kadınların durumundan, işkenceden ve Türkiye'deki imkânı bulunmaktaydı. cezaevlerinden bahsediyordu. İnsan hakları ve

bir kültür merkezi. Doğu Avrupa ve Asya tiyatrosu/oyun yazarlığına yer veriyor. Kurumu Celine Barcq ile beraber yönetiyoruz. Kurumun içinde faaliyet gösteren kitabevi, kütüphane, tercüme merkezi, yayınevi, tiyatro topluluğu gibi farklı birimler bulunuyor. Bir de her tür gösterinin sergilenmesini mümkün kılmak için çok işlevli bir mekâna sahibiz.

pe cy

a

Sahibinin Sesi dramatik gücü olağanüstü bir metin. Aynı zamanda bu metinde bastırılması mümkün olmayan, dayanılmaz bir acı ile karşılaşı­ yoruz. Güçlü bir duyarlılığı olan bir şiirsellik ve dil üzerinde derin bir arayışla karşı karşıyayız.

34


yabancı düşmanlığı konularında Fransa'da olduğu gibi, Türkiye'de de ciddi sorunlar var. Türk oyun yazarlarının, tıpkı Fransızlar gibi, bu konulardan muhakkak bahsetmesi lazım. Bu nedenle, Tuncer Cücenoğlu'nun düşünce özgürlüğünü konu alan Çığ adlı eserini yayımladık. Aynı şekilde, yakında Bilgesu Erenus'un Misafir adlı eserini de yayımlamaya karar verdik. Bu metinlerin Fransa sahnelerinde gerçek bir geçmişi var. 1988'de Işıl Kasapoğlu Misafir'i sahnelemişti, bildiğim kadarıyla Fransa'da sahnelenen ilk Türkçe oyundu. Bilgesu ile 20 sene sonra bugünün Fransası'nda, bu metnin yayımlanmasının uygun olup olmayacağı üzerine uzun bir sohbetimiz oldu. Fakat sonunda metnin hâlâ güncel olduğuna karar verdik. Sanırım Bilgesu benimle beraber, siyasi koşullar göz önüne alındığında, metnin yayımlanmasının gerekli olduğuna inandı. Çığ ise, gelecek sene Belçika'da, Theâtre de la Place a Liege (Liege Meydan Tiyatrosu 'nda), Daniel Hicter tarafından sahnelenecek.

Kaybettiğimiz, Haldun Taner veya Memet Baydur gibi, şimdiye kadar yayımladığımız yazarların yanında, ilerleyişini, eserlerini ilgiyle takip ettiğimiz bazı yazarlar var: Hasan Erkek, Özen Yula, Murathan Mungan, Sema Ali gibi. Umarım antoloji içerisinde bulunmayı kabul ederler. Fakat bir daha söylüyorum, gerçek bir dramaturji çalışması öneren metinlere öncelik vermek istiyoruz. Sadece, toplumun düz bir resmini çizen, gerçekçi görünüp de olmayan veya absürt bir tiyatro değil aradığımız. Türk ve Avrupa toplumları ile doğrudan bir bağlantısı olan dramaturjiler önemli bizim için. 2009'da Fransa'da da Türk yılı olacağından, Fransızlar'in ilgisini çeken konuları da belirtme ihtiyacı duyuyorum: Kadın hakları, düşünce özgürlüğü, İslamiyet, Ermenistan, Kürdistan, vs.

pe cy

a

Peki Türkiye dışındaki çalışmalarınız? Çok yakında Paris Bahar Festival?m. (Le Printemps de Paris) başlatıyoruz. Paris'te, Doğu Avrupa'nın en önemli kültür buluşması olacak. Bu sayede, ilgi Gelecekte Türkiye'yle ilgili yeni projeleriniz var çekici sanatçıları ağırlayacağız. Örneğin müzisyen mı? Gilles Andrieux ve Gül Hacer Toruk, sinemacı Güldem Durmaz bu festivale katılacaklar. Ayrıca Elbette. Fransa'da Türkiye yılı dolayısıyla, hem Makedonyalı Dejan Dukovski'nin «Balkan s Not klasik yazarların bulunduğu hem keşfedilmesi Dead» adlı metnini sahnelemeye hazırlıyoruz. Bu gereken yeni genç yazarların bulunduğu bir Türk oyunda, Ophelia Kolb Kasapoğlu, Mustafa Kemal Tiyatrosu Antolojisi yayımlayacağız. Atatürk'ün eşini oynayacak. Ayrıca Türk tiyatrosunun önemli kişiliklerinden eleştiriler yazarak bize yardım etmelerini isteyeceğiz.

Fransa'da Türkiye yılı dolayısıyla, hem klasik yazarların bulunduğu hem keşfedilmesi gereken yeni genç yazarların bulunduğu bir Türk Tiyatrosu Antolojisi yayımlaya­ cağız.

35


Açık Yatak (Öpen Bed) Tilda Tezman / tildatezman@tiyatrodergisi.com.tr

sorguluyor. Bu sorgulamada nükte dozu çok yüksek Bir Almodovar filmi ile bir Bulvar tiyatrosu bir acıtma da söz konusu... karışımı tadındaki bu oyun hem modern hem genç soluklu hem komik hem de seksi! "Bulvar Komedi" ile "Müzikal Komedi" arasına Bu komedide seyirciler hem çok gülüyor hem de oturan bu oyunda aşktan ve seksten büyük bir canlı rockn' roll müziğiyle coşuyor, hem de seksi özgürlükle bahsediliyor: Kız-erkek, kız-kız, erkekerkek ilişkileri büyük bir doğallıkla irdeleniyor. oyuncuların hiciv dolu cümleleriyle eğleniyor. Oyuncular birbirleriyle yatmadıkları anlarda ise üç müzisyenle beraber canlı şarkı söylüyorlar... "Açık Yatak" bir aşk hikâyesi, hayır bir arkadaşlık Bu orijinal, zeki, sıradışı, cool ve de aktüel oyunu Laurent Ruquier uyarlamış. Charlotte De Turckheim ise sahneye koymuş. Aslında İspanyol bir oyun olan "El Otro Lado De La Cama" (Açık Yatak)'ı Peri Cochin keşfetmiş ve çok iyi İspanyolca konuşan Laurent Ruquier'e uyarlamasını teklif etmiş. Fransız televizyonunun dahi çocuğu bunu seve seve kabul ederken, Barselona'da uzun yıllar yaşamış Charlotte De Turckheim'in sahneye koymasını talep etmiş, nitekim Charlotte de Turckheim "Almodobulvar" tadında bir oyun sahnelemiş.

pe

cy

a

hikâyesi, daha doğrusu bir seks hikâyesi. Aslında "Açık Yatak" bu üçünün bir karışımı. Konusuna gelince: Alice ve Julien görünüşte birbirine çok âşık bir çift. Arkadaşlan Melanie ve Thomas onlara göre birbirlerine daha az âşık ve de iyi anlaşamayan bir çift. Ayrılmaya karar verirler. Sebep? Melanie Julien'le yatıp kalkmakta ama bundan kimsenin haberi yok. Thomas gerçeği öğrenmeye kararlı. Melanie daha önceki sevgilisinden eşcinsel olduğunu hissettiği için ayrılmış. Daha doğrusu bunu Julien işine geldiği için böyle anlatmakta... Thomas Melanie'yi kıskandırmak için bir hippy barda garsonluk yapan Jennifer'le ilişkiye girer. Ama ilişkiyi yürütemez. Julien yakın arkadaşı sıfatıyla Thomas'ı yalnız bırakmamaya kararlıdır! Ona, kendi bürosunda çalışan güzel Delphine'i tanıştırır. Delphine tam manasıyla çatlak ve manyaklık derecesinde takıntılıdır. Kime ne! Bu arada Thomas, Julien'in eski kız arkadaşı Alice'in kollan arasında kendini avutmaktadır. Ama Alice lezbiyen arkadaşı Lucie'ye de çok yakın gibidir... İşte öyle bir seks kakofonisi! Bu ilişki salatasının içinden çıkmak zor görünse de, kişiler bir yolunu bulup bu karmaşadan sıyrılmayı başarıyor. Ama oyun boyunca çok eğlenip gülünüyor. Bu "Açık Yatak"ta oyuncular sadakat, aşk, arkadaşlık, dostluk ve seks üstüne birbirlerini

36

7 kişilik oyuncu kadrosunda, gençlerin en gözde sanatçılanndan Titoff ve Elisa Tovati'nin de oynuyor olması oyuna rağbeti artırıyor.

Rahmetli Jean-Claude Brialy'nin sahibi olduğu Bouffes Parisiens Tiyatrosu'nda oynanan "Öpen Bed" Mayıs 2008'de başladı ve bütün yaz boyunca seyircisiyle buluşmaya devam edecek. Bir yatağın etrafındaki 2 genç çift, seyirciyi 1,5 saat boyunca kahkaha ve şarkılarla eğlendirirken, aşkıseksi-arkadaşlığı anlatıp, seyirciyi cinsellikeşcinsellik-şehvet-sadakat üstüne düşünmeye davet ediyor. Oyun, arkadaşlığın her şeye rağmen galibiyetiyle sonlanırken, seyirci bu matrak müzikal komediden memnun ayrılıyor.


Nietzsche, Wagner ve Başka Vahşetler (Nietzsche, Wagner Et Autres Cruautes) 1900 yılının Ağustos ayındayız. Nietzsche ölmek üzere, en son gecesini yaşamakta. Deliliği artık dorukta olan filozof rüya görüyor: Hayatında onu en çok etkileyen ve bir düşünür olarak ona ilham veren insanlarla konuşmaya başlıyor. Bu insanlardan biri büyük kompozitör Wagner, diğeri de değerli yazar Lou Andreas Salome. Aynı anda 30 yıl sonra Gosbbels Nazi ideolojisinin geçerliliğini anlatmaya ve bu ideolojik akımı temize çıkarmaya çabalamakta.

Marcelline Collard ve sahne arkadaşları Maria Blanco, Smadi Wolfman, Stephan Olivie-Bison harikalar yaratıyor ve biz seyirciler bir an bile sıkılmıyoruz. Paris'te "Vingtieme Tiyatrosu'nda" bütün yaz sezonu boyunca sergilenecek bu enteresan oyun zekice kurgulanmış. Nietzsche, Wagner ve Başka Vahşetler

pe cy

a

1900: Ölüm döşeğindeki Nietzsche, Wagner'le hesaplaşırken. 1934: Goebbels yönetmen Leni Riefenstahl'den Hitler'in başarılarını ve dünyadaki zaferini anlatan bir film çekmesini ister. Oyun bu iki farklı zaman dilimine kurulmuş bir köprü... Kız kardeş Elisabeth Nietzsche abisinin yazılarını göklere çıkarırken bir yandan da Hitler'e filozofun eserini satmaya çalışmakta. Nietzsche'nin gelip geçici aşkı yazar Lou Solome ise bu satışı ve ihaneti engellemeye ve bu düşünürün eserini geri almaya çalışmakta.

Marc Lesage'ın sahneye koyduğu bu gösterinin rahatsız edici bir yanı yok. Bunun en büyük sebebi ise metni yazan Gilles Tourman'ın müthiş edebi üslubu. Öyle ki filozofun fikirlerindeki kabalığı vurgulamak için ideal şartlar kendiliğinden var edilmiş oluyor. Yönetmene gelince, o da rejisini çok dinamik bir şekilde kurgulamış ve bazı yardımcı unsurlar kullanmış; Nazi propaganda film karelerinden projeksiyonlar ve tele-reality yayınlar gibi.

Sus Ve Benimle Konuş (Tais-Toi Et Parle-Moi) Sahnede yedi kişiler: Üç çift ve bir bekâr kadın. Bu bekâr kadın, onu umutsuzluğundan kurtaracak adamla tanışmayı hayal ederken, diğerleri ise, deneyimleri doğrultusunda ikili yaşamın zorluklarının gerçeğiyle karşı karşıyalar. Bu insanların rahatsızlıklarına, çekişmelerine, kavgalarına tanık olan seyirci de kendi kendine "Allahım şu aşk denen şey amma da karmaşık" deyiveriyor. Bilindiği ve defalarca anlatıldığı gibi bir çiftin beraberliğinde en önemli olan şey iletişimdir. Ama iletişim kurarken kullandığımız lisan ise bazı tatsız sürprizleri de beraberinde getiriverir. Bu lisan aracılığıyla önümüze aşılması çok güç engeller de çıkıverir. Birinin söylediğiyle, karşısındakinin anladığı ile istenmeden söyleniverilenle ya da söylenmeden düşünülen laflar arasında geçen bu oyunda, konuşma diliyle insanların keçileri kaçırabileceğini ve dil sürçmeleriyle yaşanan dramları dehşetle izliyoruz.

duygusallık, eğlenirken düşündürmek aynı anda zekice verilmiş. Klişelere ve ortak mekânlara yer vermeksizin zarif bir üslupla hikâyesini anlatan yazara şapka çıkarmak gerekiyor. Hocine Choutri'nin yönetmenliği bir dia pozunu andırıyor. Aşkın kolektif ve evrensel bir dram olduğu prensibinden yola çıkan yönetmen bütün oyuncuları, gösteri boyunca hepsini birden sahne üstünde tutuyor. Her çift, diğer çiftin hikâyesini izliyor, zaman zaman da müdahale ediyor. Barbara Beretta, Marc Bottiau, Sandra Valentin, Raphael Cohen, Olga Sokolov, Catherine Lenne, Jean-Paul Sermadiras başarılı ve enerjik oyunculuklarıyla göz dolduruyor. Catherine Lenne ve Jean-Paul Sermadiras duygusallıklarıyla seyirciye dokunan bir çifti mükemmel canlandırırken, Raphael Cohen çapkmhğıyla cezbediyor.

Oyunda verilen mesaj, her kesimde insana hitap ediyor. Aşk filizlerini keşfetmeye başlayan bir çiftte, çatışma tohumlarının çoktan kuluçkada hazır beklediğine tanık oluyoruz. Bu oyunda aşkı tatmış ama artık aşka inancını kaybetmiş çift ile günlük monoton hayat ve alışkanlıklarla eskimiş çift sahnede!

Bu oyunda üç çift aşk hayatının iç anını metaforik olarak simgeliyor: Karşılaşma-kriz-aynlma. Ve de bir başına yalnız ve varlığıyla hep fazlalık olan kadın...

Aşk duygusu ile ikili yaşamı röntgen makinesine sokan bu oyunu David Thomas yazdı. Hocine Choutri sahneye koydu. Yazarın kaliteli tekstinde hiciv ve

1 saat 15 dk bu oyun yaz sonuna kadar Paris'te "La Manufacture Des Abbesses Tiyatrosu'nda" sergilenecek.

37


pe cy a

Alaçatı 14. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali

Bir Festival Masalı

Sibel Durak / sibeldurak2002@yahoo.com

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde çok eski tarihlerin birinde, bugün İzmir'in güneyinden başlayıp Menderes Irmağı'na kadar uzanan yerde, İonia denilen bir ülke varmış.

Alaca, Al çatı, Alacaat diye diye sonunda olmuş Alaçatı. Tanrı'nın lütfunu eksik etmediği bir yermiş.

38

Akdeniz'de koloniler kurup altın çağını yaşamış, bilim, felsefe, heykeltıraşlık ve mimaride dünyaya yol göstermiş. Roma döneminde yıldızı parlamış, Hıristiyanlığın yayılmasında, Bizans sanatının doğuşunda etkili olmuş. İşte, tam bu bölgenin merkezinde Antik Çağın Agrialia'si; Alaçatı yer alırmış. Rivayet olunur ki, 1200'lü yıllarda bölgeye akın akın Türk boyları gelip yerleşmiş. At yetiştiriciliğinde usta olan bu boyların Alaca atları nam salmış. Alaçatı, bu alaca atlardan

geliyormuş. Al çatılı evlerin isminin ilhamı olduğu da rivayetlerden bir başkasıymış. Osmanlı'nın kuruluş yıllarının yaya müsellem köyüymüş. Bir taraftan da derler ki, bu topraklara yerleşen Alacaat Aşireti'nden gelmiştir Alaçatı ismi.

mı Alaçatı'ya? "Gelin, çalışın topraklarımızda" demişler. Gelmişler bu davet üzerine. Gelirken de bağı, şarabı, sakızı getirmişler. Birer ikişer taş evler inşa etmişler, tüm yaşanılanlara tanık kalsın diye.

Alaca, Al çatı, Alacaat diye diye sonunda olmuş Alaçatı. Tanrı'nın lütfunu eksik etmediği bir yermiş. Kumunu, güneşini, suyunu, toprağını tam kararında vermiş de sıra rüzgâra gelince biraz cömert davranmış. Haşarı kuzey rüzgârlarını yılın 300 günü gönüllerince salınsınlar diye bırakmış üzerine.

Ama iki halkın mutluluğu sonsuza değin değilmiş. Ardı ardına savaşlar patlak vermiş. Bir korku, bir tedirginlik sarmış. Yıllarca Rum'u, Türk'ü omuz omuza yaşamış, memleket bilmişler Alaçatı'yı. Ama savaş işte, anlar mı? Bilir mi, memleket bellemek için bir toprağı; orada gözünü açmak, suyunu içmek, ekmeğini yemek yeterlidir. Bilmezmiş.

Gel zaman git zaman derken tarihler 1800'lü yıllara uzanmış. Kapı komşu Sakız Adası 'nın depremlerle darbe üstüne darbe yediği yıllarmış. Çaresiz Rumlar yoksullaştıkça yoksullaşmış. Komşusu açken tok yatmak yakışır

Toprağına emek verdiğin, dişinle tırnağınla taşını öğüttüğün yer değil mi memleket? Değilmiş. Belki haklı, belki haksız, dünyada ilk ve son kez yapılan bir uygulamayla Türkiye'den Rumları, Yunanistan'dan Türkleri


Kimbilir, hangi ağıtları yakarak, geride kimleri bırakarak düşmüşler yollara. Savaş işte, bilir mi ki tüm bunları... Toprak ana köklerine sarıldığı asma bağlarını özlemiş. Ama dm işleyecek, uzaklardaymış artık kızları, oğullan. Yeni gelen halk bilmezmiş asmayı. Hayvancılığı, tütünü tanırlarmış. Bağlar sökülmüş, tütün ekilmiş yerine. İstememiş toprak tütünü, kesmiş bereketini... Çare olmamış tüm uğraşlar, inadı tutmuş bir kere, değdirtnemiş tenine yabancı eli... Toprak küsüp tütün vermeyince Alaçatı kaderine terk edilmiş. Masalda olduğu gibi yüz yıl olmasa da 60 küsur yıllık derin bir uykuya dalmış.

Kanada, Pakistan konuk olan yabancı grupların birkaçıymış. Pek bir coşkulu geçiyormuş festival o yıllarda ancak 11. den sonra istenmeyen, 4 yıllık, bir ayrılık girmiş araya.

festival nedir bilmezken.

Süreç içinde, o haşarı kuzey rüzgârlarının ve Piri Reis'in "yufkadır" dediği denizin sığ sularının, dünyada pek az yere nasip olan bir avantajı olduğu keşfedilmiş. Meğerse sörf cennetiymiş de kimselerin haberi yokmuş. Yavaş yavaş turizme açılmış Alaçatı. Bu da kaderini bir kez daha değiştirmiş.

Denizli'de festivaller düzenliyormuş, daha kimseler

O dönemlerde Remzi Özenmiş, Alaçatı'nın Belediye Başkanı. Başkan, Antalya'daki festivale 2 gözlemci göndermiş, "Gidin bakın neler yapıyorlar," diye. Gözlemcilerin gözlemleri olumlu olsa gerek, Başkan ASSITEJ ile birlikte Alaçatı' da, zaten başlatmış oldukları "Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali"ne TOBAV'm da dahil olmasını istemiş. "Sanata Evet" dediğinden TOBAV hiç düşünmeden kabul etmiş bu teklifi. 1989'dan itibaren tutmuşlar Alaçatı'nın yolunu. Bir süre sonra ASSITEJ ayrılmış aralarından. Alaçatı Belediyesi ve TOBAV sürdürmüşler festivali. Her yıl 5 yabancı, 5 yerli ekip gelip katılmış. Gündüzleri kültür merkezinde, geceleri ise anfi tiyatroda sürmüş gösteriler. İngiltere'den gelen yaratıcı drama uzmanları Alaçatılı çocuklarla atölye çalışmalarına imza atmışlar. Çocukların öykülerinden oyunlar yazıp bir de bunları sahneliyorlarmış. Bu çalışmalar yıllar sonra yeni yeni oyuncuların çıkmasına sebep olmuş üstelik. Bangladeş, Bulgaristan, Rusya, Lüksemburg, Japonya, Singapur, Yunanistan, İngiltere, Amerika,

2006'da hem ayrılığa son vermek hem de 12. kez buluşmak için dönen TOBAV ı sanki Alaçatılılar biraz ihmal etmişler. Yazık ki; atölye çalışmaları için destek bulunamamış. Çocuklar artık sörfe merak salmış. Gündüz yapılan temsillerde de seyirci sorunu yaşanmış, bu nedenle sadece akşamları, anfı tiyatroda, sahnelenmeye başlanmış oyunlar. Tek sahnedeki temsil, daha az grubun gelmesi demekmiş Alaçatı'ya. Kara günde komşularının, dostlarının yanında olmayı bilen Alaçatılılar, duymadılar mı acaba TOBAV'ın geldiğini, bilinmez. Ama hiç düşünmezler mi, daha kimseler Alaçatı'nın yolunu bilmezken, TOBAV onların yanındaydı. Onlar aracılığıyla, bir kentsel değişim yaşandı beldelerinde. Onlar aracılığıyla adları anılıyor; Ankara, İstanbul,

Süreç içinde, Piri Reisin "yufkadır" dediği denizin sığ sularının, dünyada pek az yere nasip olan bir avantajı olduğu keşfedilmiş. Meğerse sörf cennetiymiş de kimselerin haberi yokmuş. Yavaş yavaş turizme açılmış Alaçatı. Bu da kaderini bir kez daha değiştirmiş.

pe cy

O, derin uykusundayken 28 Aralık 1981'de "tiyatro, opera ve bale sanatlarının yurt düzeyinde geliştirilmesi, sevdirilmesi ve yaygınlaştırılmasını sağlamak; bu doğrultuda, profesyonel ve amatör çalışmaları, kurulmuş ya da kurulacak grupları desteklemek, teşvik edici yarışmalar, ödüllendirmeler ile kurslar, seminerler, sohbetler, açık oturumlar, sempozyumlar düzenlemek, yurtiçi ve yurtdışı araştırma imkânları sağlamak, yayın çıkarmak amacıyla" TOBAV adında bir vakıf

kurulmuş. Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı'ymış açılımı. Tiyatro sanatını yaymak için didinip duruyormuş. Antalya'da,

a

koparmışlar, memleket bildikleri topraklardan.

39


cy a

çeşitli sanatsal ve sportif faaliyetlerde öncü rol oynadığını, bu faaliyetler içinde "Alaçatı 14. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali"nin ayrı bir yeri bulunduğunu kaydetti. Günlü, festivalin tiyatro sevgisini Alaçatı'ya taşıdığını anlattı. Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalkıç da, Alaçatı'nın düzenlenen bu festivalle birlikte, tiyatro sanatıyla anılan bir yer haline geldiğinin altını çizdi.

pe

Van, Erzurum, Rusya, Belçika, Romanya ve daha nice il ve ülkede. Üstelik bu festival sadece Alaçatı'nm kaderini değil aynı zamanda çocuk tiyatrosunun da kaderini değiştirdi. Alaçatıhlar ne kadar farkındadırlar ama bugün Devlet Tiyatroları Ankara'da "Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Oyunları Festivali", Van'da "Akdamar Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Şenliği", Konya'da "Akşehir Nasreddin Hoca Çocuk Oyunları Şenliği" düzenleniyorsa; İstanbul Kadıköy Beldiyesi 7 yıldır "Çocuk Tiyatroları Festivali"ne, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 3 yıldır "Uluslararası Eskişehir Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali"ne imza atıyorsa; Mersin'de Akdeniz Belediyesi, İstanbul'da Beşiktaş Belediyesi bu yıl "Çocuk Tiyatroları Festivali"ni hayata geçirmişlerse bunda TOBAV'ın 14 yıl önce açtığı yolun bir etkisi yok mudur? Sırf bu sebep bile Alaçatılıların bu masalı daha uzun yıllar görmeyi istemeleri için bir neden değil midir?

Ne olursa olsun baş koymuş bir kere TOBAV, yurdun dört yanına tiyatroyu taşımaya, zorluklar onu yıldırır mı? Yıldırmadı. "14. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali" ile bir kez daha Alaçatı'daydı. 30 Haziran'da Belediye'nin önünden başlayıp, Arnavut kaldırımlı dar sokaklardan geçe geçe varıldı Bahtiyar'ın kahvesine. Açılış konuşmalarında Çeşme Kaymakamı Nazmi Günlü, Alaçatı'nın her yıl çok

40

Konuşmalar tek bir noktaya, festivalin artık Alaçatı'yla bütünleştiğine çıkıyordu çıkmasına ama atölye çalışmaları bu sene de yoktu, oyunlar yine tek sahnede sahnelendi. Akşam 21.30'da Van Devlet Tiyatrosu'nun "Nasreddin İnadın Sonu" adlı oyununu izlemek için dağıldı kalabalık. Van neresi Alaçatı neresi... Festivaller, turneler de olmasa nasıl buluşacak doğu batıyla. Özer Tunca'nın yazıp yönettiği oyunda; Süleyman Atanısev, Deniz Keyf, Eda Aydınlı, İpek Atagün, Nedim Salman, Özgür Titiz, Edip Kamacı, Kenan Önsever, Tuna Koç, Senar Alan, Kemal Altuğ'dan oluşan Van ekibi, Nasreddin Hoca'nın inadının, basma neler açtığını anlattı. 1 Temmuz akşamı, Çankaya Belediyesi Şehir Tiyatroları çıktı sahneye. Olgun Turan, Selahattin Bel, Ozan Doğan, Bahadır Çalı, Onur Kaya, Özgür Özkan, Gamze Uçar, Berna Dede, Özbir Erciyas, Simgem Baykara, Yıldırım Şimşek'in yönetmenliğinde bir süre önce

kaybettiğimiz yazar - yönetmen Mustafa Ahmed Yuvanç'ın anısına oynadılar "Denizin Çocukları" adlı oyunu. Rusya'dan bir ekip gelmişti ki; ne ekip. Böylesini duymadı, görmedi çocuklar. 2 Temmuz'da "Sirk Gitti ama Palyaçolar Kaldı" adında bir gösteri sahnelediler. Mihail Doloko yönetmenliğindeki ekip; German Marchenko, Vasili Slinkin, Sergei Bedarev, Katya Radionova, Arşeni Falaleev, Alex Kuricin, Jeniya Novichkova, Timur Burin, Ella Trofimova, Öksana Romanova, Alex Grachev, Luda Zhivitchtnko, Irina Uskova ve Edik Arhipov'dan oluşuyordu. Palyaçosu, sihirbazı, akrobatı, ayı eğitmeni, pandomim ve trapez sanatçısıyla, sirk çadırını sanki sahneye kurdular. Çocuklar sahnenin başına, bu büyüleyici gösteriyi, daha yakından, bir anını bile kaçırmadan izleyebilmek için toplandılar. Üstelik Rus ekip, sadece sahnede değil, sahilde, sokakta, kaldıkları otelde kısacası; çocukların olduğu her yerde, tüm hünerlerini sergileyerek, tam anlamıyla festival ekibi olduklarını kanıtladılar. 3 Temmuz'da iki oyun buluştu izleyiciyle. Öğlen Alaçatı Kültür Merkezi'nde, Polis Amca Okulu'nun, "Yedi Köyün Yargıcı" adlı oyunu vardı. Bu oyun, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün, suça yönelen çocukları kazanmak amacıyla başlattığı bir projenin ürünü olması bakımından


önemliydi. Üstelik çocuklar, çocuklar için sahnedeydi. Ezgi Koç'un yönettiği oyunda; Cemile Safran, Feride Pamuk, Gülcan Yılmaz, Yasemin Şahin, Tülin Savaş, Bülent Yıldız, Ercan Emektar, Metin Akkaya, Engin Ataş, Alper Koca, Nazlı Uras, Songül Arslan, Tayfun Fındık, Umutcan Karagöl, çıkarcı bir satıcının yaşadıklarını anlattılar. İzleyenler coşkulu alkışlarıyla, belki de geleceğin oyuncularından olan, bu çocukların çabalarını desteklediler. Akşam Romanya'daydı sıra. Constanta Çocuk Tiyatrosu "Sirkin Sihiri"yle gelmişti. Vasile Gherghilescu yönetiyor; Liviu Manolache, Rosu Tiberiu, Dana Manolache, Ciolan Ion, Aneta Forna Christu, Dogaru Laurentiu, Zaharia Claudia, Minciuna Daniel, Pasa Mihale, Cosmin Mihale ve Geambec Muezel kuklalara can katarak çocuk tiyatrosunun sınır tanımadığını bir kez daha hatırlatıyordu. 4'ünde Rosa Mei, Louis Phillippe Arty, Champion Bakomba, Gaspard Herblot, Milan Labouiss, Stefan Leoni, Patrick Martin, Veronique Lievens, Anais Garrigues, Vincent Lievens, Meryem Bayram, Belçika adına, "Cie 13/Rosa Mel" ile sahnedeydi.

a

5 Temmuz, Erzurum Devlet Tiyatrosu'nun "Kırmızı Başlıklı Kurt" adlı oyununun günüydü. Orkestrada Selçuk Yılmaz ve Tuğrul Topçuoğlu, sahnede ise Sezai Yılmaz, Ergin Özdemir, Gökhan Kocaoğlu, Zeynep Nutku, Damla Ardal, Taner Köse, Gözde Kılınç, Derya Şener yer aldılar. Erzurum, çıtayı yıldan yıla yükselten bir ekipti. Onlar ki; salonlarını, yüzde yüzün üstünde, doldurmayı başarmıştı, onlar ki; tereciye tere satar misali, Almanlara "Kafkas Tebeşir Dairesi" adlı oyunlarıyla, "Brecht, işte böyle sahnelenir" dedirtmişlerdi. Böyle bir ekipten, çocuk tiyatrosu dalında da, çok daha iddialı yapımlar bekliyor insan.

pe

cy

Erzurum ekibinin, 5 Temmuz'daki gösterisiyle bir festival masalı son buldu. Her masal "sonsuza dek mutlu yaşadılar" diye biter ama bu masal daha renkli oyunlar, daha büyük bir coşkuyla daha nice nice yıllar sürsün, bitmesin...

Onlar ki; salonlarını, yüzde yüzün üstünde, doldurmayı başarmıştı, onlar ki; tereciye tere satar misali, Almanlara "Kafkas Tebeşir Dairesi" adlı oyunlarıyla,

"Brecht, işte

böyle sahnelenir" dedirtmişler di.


a

"Mimlenmiş Zamanların Kenti İstanbul"

cy

Pandomim ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul

pe

Ruteba Doğan Tatlı

Antik Yunan'dan günümüze uzanan pandomim sanatını bu proje içinde tanıtıp, çalışmaları yaptıran ve yaptıracak olan kişi Avrupa'nın en önemli pandomim sanatçı­ larından Anke Gerber.

42

Bu iki başlık neden yan yana geldi; pandomim ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul? Birçok kişinin bilgi sahibi olduğu bu proje, "2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul" projesinin çalışmalarından sadece biri, "İstanbul'da Pandomimli Günler". Bu projenin içinde pandomim çalışmasının yer almasının nedeni ise, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul projesinin hedefleri arasında açıklanmış aslında; İstanbul'da gelmiş geçmiş en büyük katılımlı mim gösterilerini gerçekleştirmek, farklı ulusların ve uygarlıkların başkenti olmuş bu kentin çok katmanlı, çok kültürlü, çok dilli, çok dinli yaşamını sessiz sanatın sunduklarıyla, yalnızca beden dilinin olanaklarıyla anlatabilmek. Antik Yunan'dan günümüze

uzanan pandomim sanatını bu proje içinde tanıtıp, çalışmaları yaptıran ve yaptıracak olan kişi Avrupa'nın en önemli pandomim sanatçılarından Anke Gerber. Alman mim ustası Anke Gerber ve Yalçın Baykul yönetmenliğindeki ilk atölye çalışması '22-28 Mart 2008' tarihleri arasında 'Kadir Has Üniversitesi'nde gerçekleşir, "Anke Gerber ile Pandomim'e İlk Adım' adlı bu ilk atölye çalışması tamamlanır. Katılımcılar, ilk atölye çalışmasının sonunda şaşkındır, kısa sürede Anke Gerber ve ekibinden çok şey öğrenilmiştir. 'Pandomimli Günler' projesi 'Komedyenler Kahvesi'nin organizasyonu ve Müjdat Gezen'in desteğiyle ilk atölye çalışmasını tamamlar. Bu geniş kapsamlı proje 2010 yılında büyük

bir gösteriyle tamamlanacaktır. Gösteriler 2010'a dek üç değişik zamanda, üç değişik mekanda, üç değişik konu üzerine gerçekleşecek. Konular, dün, bugün, yarın. 2010 yılında bu üç ayrı konunun birleşiminden, "Mimlenmiş Zamanların Kenti İstanbul" adlı en kapsamlı gösteri, yaklaşık 1000 katılımcı ile gerçekleştirilecek. İlk atölye katılımcılarından istenense, bir sonraki Eylül, Ekim çalışmalarına dek en az 15 mimci ile Anke Gerber'den ve asistanlarından öğrendiklerini paylaşmaları ve onları daha sonraki çalışmalara hazırlamaları. Projeye katkıda bulunacak birçok yönetmen, oyuncu, eğitmen ve öğretmenin yanı sıra Amerika'dan Ağustos ayında gelecek ünlü


pe

'Pandomimli Günler Projesi'nin ustası Anke Gerber'i kısaca tanıtmak gerekirse, 1986 tarihine kadar Doğu Almanya'da yaşayan Anke Gerber, sınır dışı edildiği sürece kadar sanatını burada tasarıyla sürdürür. Baskıcı rejim, yasaklar Gerber'in hayatında zor bir dönem olsa da, onun pandomim sanatında ustalaşması, mim üzerine daha çok düşünmesi ve çalışması yine bu dönemde başlar. Doğu Almanya'dan sınır dışı edildikten sonra Berlin'e yerleşen Gerber, pandomim sanatına Berlin'de başarıyla devam eder, 'Etage Sanat Okulu'nun Pandomim Bölümü kurucuları arasında yer alır. Pandomim Bölümü'nün başkanı olan ve pandomim çalışmalarına devam eden Anke Gerber'le, Yalçın Baykul'un çevirisiyle Mitos Boyut Yaymları'ndan çıkan, 'Pandomimin Anatomisi' kitabı aracılığıyla tanışılıp, pandomim sanatına ilk adım bu kitapla atılabilir.

cy

Bu amaç doğrultusunda birçok diğer kurumun yanı sıra Berlin Mim Merkezi ile görüşmelerin de sürdüğü bu günlerde, 2010 yılına dek İstanbul'da da bir İstanbul Mim Merkezi'nin kurumsallaştırılma çabaları da ayrıca hız kazanmış bulunmaktadır.

a

koreograf ve dans ustası Nejla Yatkın'ın da dans konusunda bilgi, görgü ve deneyimlerini sergileyeceği, dillerarası, kültürlerarası ve kıtalararası diyaloğu hedefleyen bu organizasyon sokak tiyatrosundan pandomime, danstan ritme dek birçok sanat dalını bünyesinde toplayarak aynı zamanda c isiplinlerarası, öte yandan da sanatı sokağa taşıyan son derece sosyal bir çalışma olmayı da hedeflemektedir. Engellilerden, emeklilere, sabıkalılardan ağır çalışma koşullarına zorlanan, mağdur ve dar gelirli ailelerin, sanata uzak bıraktırılmış çocuklarına ve gençlerine dek geniş bir yelpazeye yayılacak kapsamlı bir eğitim programı da planlananlar arasında öncelikli bir yer kaplamaktadır.

43


FOTOĞRAFLARIN DİLİYLE

pe

cy

a

BEYOĞLU SAHNESİ


Beyoğlu Sahnesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Türkiye'de bir ilke imza atıyor. Şişhane'de yer alan eski THY binasının Beyoğlu Tiyatrosu'na dönüştürülmesi için proje yarışması açan İBB, 28 Temmuz'da bu yarışmanın sonucunu açıkladı. Türkiye'de ilk kez bir tiyatro binasının proje yarışma jürisine mimarların yanı sıra tiyatro insanları da katıldı. Yarışma birincilik ödülü, Işıl Gökçe, Duygu Demirtürk, Mehmet Emre Tuncel, Murat Çanakçı, Mükerrem Babaoğlu ve Ahmet Hayri Dönmez'den oluşan gruba verildi. Jürinin danışman üyeleri ise Dr. Kadir Topbaş, Ahmet Misbah Orhan Alkaya, Yıldız Kenter, Kenan Işık ve Nurullah Tuncer. Tiyatronun, çok önemli ve ideal boyutta bir sahne olarak tanımlanan 600 kişilik bir ana sahnesi, 300 kişilik deneme ve 300 kişilik de çocuk sahnesi

pe

olmak üzere üç salonu olacak.

cy a

Demircan, Mehmet Acarca,

Şehir Tiyatroları Beyoğlu Sahnesi Projesi Mimari Proje Yarışması Jüri Raporu 1. Ödül

Kütlesi çok heyecan verici ve tiyatro işlevine yakışır çözümler getirilmiştir. Yapının zemin altında çözülmesi ve arazi kullanım şeklinin aktif pasif rekreasyon olarak değerlendirilmesi, etki alanı içinde bölgeye prestij

45


getirmesine neden olmuştur. Yapının yakın çevresi ile olan yatay ve düşeydeki sirkülasyon önerisi, açık alandaki fonksiyonların tanımı, büyüklükleri açısından başarılıdır. Galata ve Tünel ile olan bağlantıları kentin mimari kimliğine olan katkıları nedeniyle başarılıdır. İşlevsel özelliği nedeniyle kütlesi çevre ile ilişkilerde genellikle sorun olan sofıtanın başarılı çözümü ve su öğesinin mimari yardımıyla eleman olarak kullanılması başarılı bulunmuştur. Diğer projelerden ayrılan en büyük özelliği; tarihi kent kimliği baskın olan bölgede yaratıcı ve kullanıma yönelik, yalın, etkin bir kütle oluşturmasına rağmen jüri

pe

cy a

tavsiyeleri şunlardır: Fikir projesinde oluşturulan statik kurgunun yalınlığı ve hafifliğinin uygulama projesinde de korunmasına özen gösterilmelidir. Bina içi sirkülasyon ilişkilerinin yetersiz olduğu gözlemlenmiş ve uygulama projesinde bu sorunun çözülmesi gerekli görülmüştür. Servis girişi rampasının mevcut parselle oluşturduğu çakışmanın düzeltilmesi gerekmektedir. Salon formlarının çok şematik kaldığı uygulama ve iç mimari projelerinde anlamlarına göre zenginleştirilmesi gerekli görülmektedir. Projenin özgün niteliklerinin gerçekleşebilmesi için, iyi bir teknik desteğe ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.

46


ÇOCUK

tiyatrosu

Editör: Nihal Kuyumcu nihalkuyumcu@yahoo.com

Her Şey Doğaçlama...

pe

cy

a

Yıl sonu geldiğinde gün geçmiyor ki bir okuldan davet bir okuldan etkinlik haberi gelmesin. İlgi alanımız nedeniyle özellikle tiyatro etkinlikleri... Eğitim kurumları çatısı altında çocuklarla tiyatro dendiğinde akla öncelikle milli günlerdeki buram buram ırkçılık kokan, vatan millet Sakarya nutukları içeren oyunlar akla geliyordu, ama son yıllarda bu görüş ortaya çıkan çalışmalar doğrultusunda değişti. Artık bir metin alıp rol dağılımı yapıp ezberleyip yapay hareketler eşliğinde sahne üstünde oradan oraya koşturan çocuklar yok. Onların yerine kendi metinlerini oluşturan kendi ifadeleriyle kendi düşüncelerini dile getiren, oyunları ve oyunculuklarıyla sadece çocukların kendileri var. Bu o kadar ileri gitti ki, geçtiğimiz günlerde izleme şansı bulduğumuz Fransız Konsolosluğu'na bağlı Pierre Loti Lisesi'nin İlköğretim Kısmı'nın gösterisinde çalıştırıcı, oyun öncesi yaptığı küçük açıklamada çocukların oyunu doğaçlama olarak ortaya çıkardığını hatta birazdan sahnede izleyeceğimiz oyunu da şu anda doğaçlama yapacaklarını ve neler çıkacağını kendisinin de merak ettiğini dile getirdi. Evet oyun son ana kadar, seyirciyle buluştuğu noktada bile doğaçlama özelliğini koruyordu. Aslında bizim tiyatro kültürümüzde, tiyatro geleneğimizde var olan bu durum bir kez daha çocuklarla tiyatroda keşfediliyor. Günümüzdeki "one man show" programlarının yıldızları Meddahlarla aynı işi yapmıyorlar mı? Ancak çocuklarla yapılan çalışmalar için yeni bir durum diyebiliriz. Pierre Loti Lisesi İlköğretim Kısmı öğrencilerini çalıştıran Stephane Carvajal uzun zamandır çocuklarla çalışıyor. Farklı kültürler, farklı uluslardan çocuklarla çalışma, farklı deneyimleri de beraberinde getiriyor. Kendisiyle çocuklar ve çocuklarla tiyatro hakkında konuştuk.

Çocuklarla çalışırken nelere dikkat ediyorsunuz? Çocuklarla çalışmak çok önemli, birçok şeye dikkat etmek gerekiyor. Öncelikle çocuklar oraya eğlenmek için geliyorlar. Çocuklarla tiyatro egzersizleri yaparken, oyunlar oynarken, doğaçlamalar yaparken aslında çocuklarla değil oyuncularla konuşuyorum. Bu onlar için de böyle, doğal bir durum. Bu özellikle yaptığım, dikkat ettiğim bir durum değil. Kendiliğinden oluyor. Bazen onları harekete geçirmek için oynuyorum, bazen yönetmen oluyor onlara direktif veriyorum. Bu sırada oluyor ya da olmuyor diyerek oyunun gidişatını değiştiriyorum, onları

başka biçimlerde uyarabiliyorum. Duygular, heyecanlar üzerine çalıştığımda beden hareketlerine, bunları ele alış biçimlerine dikkat ediyorum. Bu görünüşte zor olsa bile çocuklardan gerçekten hissetmelerini isterim, "mış gibi yapmalarını" değil. Bir kez aradaki farkı anladılar mı gerisi çok kolay...

47


Çocuk tiyatrosu Nasıl bir yol takip ediyorsunuz? Gün içinde olanlara açık olmaya çalışırım. Önceden plan yapmam (bir bakış açısıyla tembel olduğumu düşünsem de). Bu durum benim için ip üstünde doğaçlama yapmak gibi bir şey, çünkü çocuklar doğaçlama yaparken her şeyi duymam, görmem gerekiyor. Uyanık olmalıyım. Doğaçlamalarda "palyaço girişi" denen bir egzersiz yaptırıyorum. Bu onların hiçbir şey düşünmeden sahneye girmelerini sağlıyor. Konuşmalar, konuşmalar, konuşmalar,

hareketler hareketler hareketler ve yaşamak yaşamak... durmadan yaşamak. Bazen başlamak için bir kelime bir müzik parçası verebilirim. Çocuklar bu çalışmayı tek, ikili, bazen de grup halinde yapıyorlar. Bu egzersizi çok seviyorum zira çocukların hayal güçlerini ortaya çıkarıyor, tam olarak işlediğinde inanılmaz bir zenginlik oluyor. Bir çocuk hatırlıyorum sahneye geldi, yüzünde kocaman bir gülümseme ile "Aptalım, anlıyor musunuz, aptalım" diyerek başladı doğaçlamaya. Bu şekilde konsantrasyonunu bozmadan uzun bir süre, arkadaşlarının gülüşmelerine ve alaylarına rağmen hikâyesini anlatmaya devam etti. Bu benim için tiyatronun ulaşabileceği en uç nokta idi. Onlardan neler bekliyorsunuz? Öncelikle çocuklardan sahne üstünde eğlenmelerini bekliyorum. Sahneyi kendilerine ait bir yer olarak görmelerini, içselleştirmelerini, kendilerini orada bağımsız hissetmelerini istiyorum. Her an sesleriyle bedenleriyle, bakışlarıyla bir şeyler icat etsinler. Seyirciyi de unutmasınlar.

pe cy

a

Değişik kültürlerden çocuklarla çalışıyorsunuz. Oyun ortaya çıkma sürecinde ne gibi farklılıklarla karşılaşıyorsunuz? Öncelikle dil farkı var. Bazı çocuklar Fransızcayı diğerleri kadar iyi anlamıyorlar. Bunu fark ettiğimde hemen Türkçesini söylüyorum, bazen de çocuklar diğerlerine bakarak ne yapmaları gerektiğini anlayabiliyorlar. Heyecanlar, duygularla ilgili çalışmak gerektiğinde çocukların aldığı eğitimin farkı yarattığını anlıyorum. Çocukların bazıları örneğin bağırmanın, kızmanın kendilerine yasak olduğunu düşünüyorlar. Aşktan konuşmak ya da "seni seviyorum" demek çocukların çoğunu başlangıçta güldürür, ama bunlar çok çabuk değişebiliyor. Beden farklılıkları çok çabuk fark ediliyor. Bu kolay halledilebilecek bir sorun değil. Bazı çocukların kendilerini bedenlerine hapsetmiş oldukları kolayca görülüyor. Bana öyle geliyor ki bunu çözmek çok önemli ve sonucu onların sıradan günlük yaşamlarında yardım edebilir. Her ne kadar bu psikolojik ve psikomotor sorunların çözümü bu atölyelerin birinci amacı değilse de - bunlar için profesyoneller var - eğer katkıda bulunabilirsem bu beni mutlu ediyor.

İlginç deneyimleriniz var mı? Komik şeyler oluyor mu?. Çok özel bir şey mi bilmiyorum ama örneğin bu yıl 5-6 yaş çocuklarıyla yapılan gösteriyi metin oluşturmadan, tamamen doğaçlama üzerine kurmaya karar verdim. Çocuklar küçücük bir sınıfta çalıştıktan sonra kendilerini daha önce hiç bulunmadıkları ve sınıftan dört kat daha büyük bir sahne üzerinde buldular. Buna rağmen çocuklar sahneyi çok kolay benimsediler ve büyük bir zevkle oynadılar. Sık sık atölyelerde çok basit şeylere gülünür, çünkü çocukların, keşfeden, geniş hayal güçleri vardır. Doğaldırlar. Küçük bir kız çocuğunun doğaçlama sırasında söylediklerini anımsıyorum: "Domates kırmızıdır, domates toprakta yetişir, domates kırmızıdır. Domates salata olarak yenir, domates kırmızıdır, domates iyidir, domates kırmızıdır... ne yazık ki domatesi sevmem..." Teşekkürler...

48


pe cy a


p

a y c e


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.