2007_180_11277

Page 1


pe cy a


ISSN 1300-7963 AĞUSTOS 2007

t i y a t r o

S A Y I : 1 8 0 Beş Y e n i T L

A Y L I K

T İ Y A T R O

w w w . tiyatrodergisi.com.tr

Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu, Üstün Akmen Yazı İşleri Müdürü: Ebru Seyhan Koordinatör: Duygu Atay Çocuk Tiyatrosu Editörü: Nihal Kuyumcu Gençlik Tiyatrosu Editörü: A. Ertuğrul Timur Düzelti: Ayşe Nalân Ö z ü b e k Sanat Y ö n e t m e n i : Genco D e m i r e r (57 elliyedi) F o t o ğ r a f E d i t ö r ü : G ü l a y A y y ı l d ı z Y i ğ i t c a n (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Baskı: Hat Baskı Sanatları T i y a t r o Yapım Yayıncılık Tic. ve San. L t d . Şti.: M u r a d i y e Telefon: (0212) 259 21 24 e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr

Deresi

Sok.

No:47/6

Beşiktaş

İstanbul

Abonelik İçin: (0212) 259 21 24 - 259 34 98 • e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 60 YTL / Yurtdışı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. iş Bankası-Cihangir Şb. Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd. Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245

Kapak Tasarımı: Genco Demirer (57 elliyedi)

Yayın Türü: Yerel Süreli HABERLER: / S. 2

a

EDİTÖRDEN: / S. 3

pe cy

İNCELEME: Yeni Tiyatrolar Doğuyor! I Ali Taygun / S. 4 DOSYA: Özel Tiyatrolara Devlet Yardımı Hakkında Görüşler I M. Demirkanlı • E. Seyhan / S. 9 İZDÜŞÜM: Yine Destek, Köstek!I Ahmet Levendoğlu / S. 18 SÖYLEŞİ: Erdem Akakçe ile Arıza'sız Bir Söyleşi I Özlem Ö/demir / S. 20 ÖZDEMİR ABİ'YE MEKTUPLAR: "Romantika" i Üstün Akmcn / S. 22 İNCELEME: Beckett'in 100. Yaşında Mutlu Günler Diledik I Pınar Toker / S. 28 AVRUPA TİYATROSU: / Tilda Tezman / S. 30 İZLENİM: 2007 Prag Quadrennial'i I Efter Tunç / S. 32 SÖYLEŞİ: Fatih Kolçak ve Çikolata Saçlı, Mahzun Yüzlü Vehbi I Suat Başkır / S. 36 İZLENİM: Documanta 12 I Nihal Kuyumcu / S. 40 İNCELEME: Yaratıcı Dramada Yaratıcı Bilinç I Sadık Aslankara / S. 43 KİTAP T A N I T I M : / S 46 DİP PERDESİNDE KAHRAMAN: Cyrano de Bergerac I Nurduran Duman / S. 48 ÇOCUK TİYATROSU: Editör: Nihal Kuyumcu / S. 51 Almanya'daki Anadolu I Nihal Kuyumcu / S. 51 Çocuk Tiyatrosu: Yazılım ve Sahneleme Üzerine Bazı Düşünceler I Deniz Bozer / S. 53

1


Baykal Saran Tiyatro ödülü 28 Temmuz 2006'da kaybettiğimiz değerli tiyatro sanatçısı BAYKAL SARAN adına ödül verilecektir. Her yıl ailesi tarafından Baykal Saran adına "En İyi Oyuncu Dalında" ödül alan sanatçıya 10.000 (on bin) YTL verilecek. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin; geçen sene aramızdan ayrılan tiyatro sanatçısı Baykal Saran adına verilecek olan ödülün Seçici Kurul tarafından 2006 - 2007 tiyatro sezonunda Ionesco'nun "İki Kişilik Hırgür" adlı oyunundaki başarısıyla tiyatro sanatçısı Benian Dönmez'e verildiğini açıkladı. Ödül her sene Baykal Saran'ın aramızdan ayrıldığı 28 Temmuz'da açıklanacak ve ödül töreni tiyatro sezonu açılışı ile birlikte Ekim ayında yapılacak.

Tiyatro sanatçısı Ziya Demirel'i Yitirdik 1919 yılında Vakfıkebir'de doğan Devlet Tiyatroları sanatçılarından Ziya Demirel vefat etti.

cy

a

1944 Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Yüksek Devre Mezunu olan sanatçı; 1944-1949 tarihleri arasında Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi'nde asistan olarak görev yaptı. 1949 tarihinde Dram Bölümü Sanatkarı olarak göreve başlayan Demirel; 1967 yılma kadar Devlet Tiyatrosu'nda aktör ve rejisör olarak görevini sürdürdü. 1978 -1980 yıllan arasında Bursa ve İstanbul Devlet Tiyatroları'nda çalışıp, aynı yıllarda Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü görevini yürüten ve bir çok oyunda rol alan sanatçı 1982 yılında Devlet Tiyatroları'ndan emekli oldu. Ziya Demirel'in naaşı 25 Temmuz 2007 Çarşamba günü İstanbul Zincirlikuyu Camii'nde kılınan ikindi namazından sonra Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.

pe

Türkiye ve Hollanda Arasındaki Sanat Köprüsü Kosmopolis...

garajistanbul Kosmopolis projesiyle Hollanda'lı sanatçıları ağırlayacak. İstanbul'un alternatif gösteri sanatları merkezi garajistanbul, Hollanda Hükümeti, yerel yönetimler ve sanat kurumlarının girişimiyle başlayan kültürler arası diyalog amacı taşıyan "Kosmopolis" projesini İstanbul'a getiriyor. Kosmopolisistanbul adı verilen etkinlikler kapsamında Hollandalı sanatçıların performansları garajistanbul'da sanatseverlerle buluşacak. Bunun yanında garajistanbul'da yer alan Türk sanatçıların ve grupların gösterileri de Hollanda'nın dört farklı şehrinde Hollandalı izleyicilerin karşısına çıkacak.

5. Kadıköy Tiyatro Festivali Kadıköy Belediyesi'nin düzenlediği 5. Kadıköy Tiyatro Festivali 5-19 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilecek. Selamiçeşme Özgürlük Parkı'nda 15 gün boyunca devam edecek festivalde tiyatro severler yıldızlar altında tiyatro keyfi yaşayacaklar. Festival'e: Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Nokta Tiyatrosu, Hadi Çaman Tiyatrosu, Nejat Uygur Tiyatrosu, Tevfik Gelenbe Tiyatrosu, Virgül Tiyatrosu, Kartal Sanat Tiyatrosu, Enis Fosforoğlu Tiyatrosu, İstanbul Halk Tiyatrosu, Tiyatro Kedi, Tiyatro İstanbul, Tiyatro Seyirlik, Tiyatro Komedi, Müjdat Gezen Tiyatrosu ve Tuncay Özinel Tiyatrosu katılıyor. Festivalde, izleyiciler kapalı salonlar dışında özel tiyatro oyunlarını açık havada ücretsiz izleyecek. Yer: SELAMİÇEŞME ÖZGÜRLÜK PARKI, Saat: 21.00

2


"Yaz sıcakları, seçim sıcakları, tiyatronun sıcağını bastırmış durumda, nasıl olsa "Özel Tiyatrolara Devlet Desteği" de dağıtıldı, demeye kalmadı ki, 7 tiyatronun: Hadi Çaman, Tiyatro Kedi, Tiyatro İstanbul, Tiyatrokare, Sadri Alışık Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu ve Reha Bilgen Tiyatrosu'nun, desteğin adil dağıtılmadığını ileri sürerek ek destek istedikleri haberi geldi. Bu destek artık öyle bir hal aldı ki dikiş tutar yeri kalmadı. Yeni hükümetin, yeni bakanına kişilerin veya kişisel örgütlerin brifing(!) vermeden önce, bu konunun enine boyuna masaya yatırılmasında yarar olduğunu düşünüyorum, çünkü bu tartışmaların kamuoyu önünde yapılması tiyatronun genel prestijini de yeterinden fazla sarstı." demiştim geçen sayının editör yazısında. Buradan hareketle "Özel Tiyatrolara Devlet Yardımı" konusunu biraz daha çıplaklaştırarak konuya yaklaşmanın doğru olduğunu düşünerek bu "yardım" konusunda genellikle ön saflarda olan iki tiyatro insanıyla Hadi Çaman ve Nedim Saban'la konuştuk. Kamuoyunu rahatsız eden soruları sormaya çalıştık. Yeni oluşan "Özel ve Bağımsız Tiyatrolar Platformu"nun görüşlerini sorduk, iki temsilcisinden gelen yanıtları ekledik dosyaya, Tiyatro Stüdyosu adına Ahmet Levendoğlu ise görüşlerini daha kapsamlı olarak İzdüşüm köşesinde aktardı, diğerlerinden de geldikçe yayımlayacağız.

pe cy a

Kapağımız birçok tiyatrocu dostumuzu rahatsız edebilir, etmesin, amacımız rahatsızlık duyması gerekenleri sarsmak. Gerçekten ticari tiyatrolar olmaktan çıkıp, "yardım"ı ticaret olarak gören birçok tiyatro oluştu ve en kötüsü bunu bir hak olarak görüyor olmaları. "Özel ve Bağımsız Tiyatrolar Platformu"un amacına katılıyoruz, ancak böylesi mektuplarla soruna çözüm bulmak olanaklı değil, Kültür Bakanlığı ile irtibat kurarak önerilerini sıralamalarının yerine bu konuda, bakanlık görevlilerinin de bulunduğu, geniş katılımlı bir toplantı (Sempozyum, Kurultay vs.) düzenlemeliler ve konu tüm yanlarıyla masaya yatırılarak, gerçek bir "Destek" yönetmeliği oluşturulmalıdır. Ama bu geniş katılımla ve üşenmeden, sabırla yapılmalıdır.

***

Ali Taygun, çok gerekli bir konuya el attı. İlk dosya Beykoz'da yapımı biten ve 30 Ekim'de açılacak olan Feridun Karakaya Sahnesi. Son dönemlerde epey salon açıldı, ancak tamamında çok fazla eksiklikler ve aksaklar görünmekte, bunun temel sebebi ise ülkemizde tiyatro binası yapacak mimarinin olmaması, bu salonların sorumluluğunu alan mimarların da bilmedikleri bir konuda danışma gereği duymamasından kaynaklanıyor. Yüksek maliyetlerle gerçekleştirilen binalar/salonlar çok kısa bir süre sonra işlevsiz kalabiliyor. Ali Taygun, sırasıyla yapılan ve yapım aşamasında olan binaları mercek altına yatıracak. Son olarak da önerilerini sıralayacak. *** Eylül'de buluşmak umuduyla, iyi tatiller...

3


pe cy a

Yeni Tiyatrolar Doğuyor!

Ali Taygun / alitaygun@superonline.com

Son yıllarda İstanbul'da bir dizi tiyatrolar, kültür merkezleri inşa edildi, edilmekte. Ne yazıktır ki bu binaların kahir ekseriyeti işletmeye açıldıktan kısa bir süre sonra yanlış tasarlan­ dıkları anlaşıla­ cak... 4

Doğrudan girelim konuya... AKM ile Harbiye Sahnesi'nin yıkılıp yenilenmesi konusu ortalığı kasıp kavurdu son günlerde. Sanatçı arkadaşlarımızdan çoğu iktidarın gizli bir gündemi olduğunu ve çeşitli bahanelerle bu binalarda icra-yı lûbiyat (?????) eylenmesini engellemek maksadıyla böyle bir girişimde bulunduğunu iddia ettiler. Ağır mimarlarımız depodan bozma Harbiye ile perişan haldeki AKM'nin birer kültür hazinesi olduğunu ileri sürdüler.

Fakir, bu görüşlerin sağlam kanıtlara dayanmadığını, daha iyileri inşa edilecekse bu yapılara kazma vurulmasında bir beis olmadığını söyledim. Toz duman dindiğinde tasarılar 'kadük' oldu, mesele en azından bir süre için unutuldu. Bu arada son yıllarda İstanbul'da bir dizi tiyatrolar, kültür merkezleri inşa edildi, edilmekte. Bu bir vakıa. Ne yazıktır ki bu binaların kahir ekseriyeti işletmeye açıldıktan kısa bir süre sonra yanlış tasarlandıkları anlaşılacak, yapılanlar yıkılıp hataların ortadan kaldırılmasına çalışılacak. Bu da bittecrübe sabittir. Hangi tiyatrocuya sorsanız bunun bir sürü örneğini size nakleder. Bir başka vakıadır.

Bunun nedeni binaları tasarlayan mimarların, şartnamelerini hazırlayan yetkililerin bir tiyatronun nasıl işlediği konusunda en ufak bir fikir sahibi olmadıkları, bırakın sahneye çıkmayı, çoğunun neredeyse hiç oyun seyretmediklerinde yatar. Mimarları tiyatrocu yapamayacağımıza göre mesele nasıl çözülür? Bu alanda, övünmek gibi olmasın ama dünyanın en önemli tiyatro mühendisliği (evet, böyle bir uzmanlık dalı var) hocalarından birinin (George Izenour) rahle-i tedrisinden geçmiş, yurdumuzda epey emek sarf etmiş biri olmamız hasebiyle bir girişim öneriyorum. Bırakalım komplo teorileriyle, gizli gündemlerle uğraşmayı. Nafile kiliselere zangoçluktan vazgeçelim. Değiştirmeye gücümüzün yettiklerini değiştirelim onun yerine. Sorun ne? Hiç bir mimar, "aman, kötü bir bina tasarlayayım," demeyeceğine göre: Mimarların bilgisizlikleri. Mimarlığı değil, tiyatroyu bilmemeklerinden. Biz ise tiyatroyu biliyoruz. Onlarca yıllık tecrübemiz var. Bu bilgiyi onlara aktaralım. Bir anekdot size: Amerika'da tiyatroda bir oyunun provalarına yeni girmiştik. Bir adamlar geldi, binanın her yerine (eskiden video yoktu) 8 mm kameralar yerleştirdiler. Provalar bitip perde açmcaya kadar bunlar 15


Ne yapmalı? Bu sayıdan başlayarak her ay bir tiyatro binasını alacağız ele. Oyun eleştirisi yazar gibi bina eleştirisi yazacağız. Bu arada sizlerden istediğimiz tecrübeleriniz. Mesela, biri yazar, der ki "Saraçhanebaşındaki tiyatronun havalandırma borusu sahnenin tam ortasından tavandan geçiyor. Oyun oynarken pişiyoruz. Üstelik ışık boruları alçakta kalıyor, seyircinin gözünü alıyor," Bunları toplarız. Sonunda "Tiyatro mimarına oyunculardan notlar" diye bir kitapçık çıkar ortaya. Bunu bir yandan mimarlık bölümlerine, bir yandan da bayındırlık müdürlüklerine, belediyelere yollarız. Mimar tiyatro tasarlayacaksa önce bunları okur, devamlı tekrarlanan hatalardan kurtuluruz. Feridun Karakaya Tiyatrosu Muharrem Ergül İstanbul Şehir Tiyatroları müdürüydü. Beykoz Belediye Başkanı oldu. Yeni görevinde ilk gününden itibaren ilçesine bir tiyatro binası kazandırmaya çalıştı, kazandırdı. Resmen açılmasa da bu işi bitirdi, şimdi bir kültür merkezi hazırlıyor. Bana göre hepimiz ona büyük minnet borçluyuz. Sağ olsun, Varolsun! Feridun Karakaya Tiyatrosu sanatımıza, halkımıza hayırlı olsun!

Buraya bir tiyatro oturtmak nasıl ilçe belediyele­ rimizde az rastlanan bir vizyon eseriyse, bu tiyatroyu minicik inşa etmek de o nispette bir mahcubiyeti yansıtıyor.

pe cy

a

Konuşlanma Feridun Karakaya, Beykoz ilçesinde, ancak Beykoz'da değil. Anadoluhisarı'nda... Kesinlikle İstanbul tiyatroları arasında en kolay ulaşılabilecek yerde. Konumu belki de Türkiye'nin en ideal konumlarından biri. FSM köprüsünden Anadolu yakasına geçtikten sonra TEM'den ilk çıkıştan Boğaza inen yolun Üsküdar-Beykoz sahil yoluna kavuştuğu yerde. (Bkz...) Araba ile FSM köprüsünden 5-10 dakikalık yolda. Ümraniye, Beykoz'dan 10; Üsküdar, Kadıköy, Caddebostan, Bostancı, Maltepe, Kartal, Pendik'ten bilemediniz 20 dakika... Hemen yanı başında bir MMMigros var, sürekli hareket sağlıyor. Kocaman bir otoparkı var. Şık bir pastanesi, vb. vb...

saniyede bir resim çekti durmadan. Sonunda bize de gösterdiler. Hızlı çekimde binanın çeşitli noktalarından bir oyunun çıkışını izledik. Hoştu. Ama bunu neden yapmışlardı? Sorduk. "Bir tiyatro binasının programını hazırlıyoruz," dediler. 'Bina programı' deyimini ilk orada duydum. Mimarlar bu çekimlere bakarak binanın neresinin, hangi zamanlarda, kaç kişi tarafından, ne kadar kullanıldığını anlıyorlar; hacimleri, boyutları bu bilgi ışığında tespit ediyorlarmış. Beş metre yüksekliğinde bir podyumu sekiz kişi sahneye sokuyorsa, faraza, kapıyı buna uygun boyutta tasarlıyor; beş hafta boyunca birkaç kişinin birkaç kez geçtiği bir koridoru devâsâ inşa etmiyorlarmış. Fonksiyondan hareket ederek belirliyorlarmış hacimleri.

Gidin, bakın: Kartal'da yeni açılan Bülent Ecevit Kültür Merkezi tümüyle karakuşi, gösterişten başka kaygı taşımayan bir mantıkla tasarlanmış. Fuayeler, merdivenler, dev pencereler, boşluklar... Sonra, dekorun sokulmasını imkansızlaştıran minnacık kapılar, daracık koridorlar, müsamereden başka işe yaramayacak bir sahne! Belli ki mimar neyin niçin, nerede olması gerektiğini bilmiyor, kafasına göre görkemli bir bina tasarlamış. Eminim, şartnameyi hazırlayanlar ondan da bilgisiz. El ele vermişler, saçma sapan bir iş çıkartmışlar ortaya. Kabak da o binayı kullananların başında patlayacak. Yani bizlerin başında!

Ancak, böyle bir konuma bir tiyatro inşa eden Beykoz Belediyesini gönülden kutlarken aynı gerekçeyle fena eleştirmemiz gerek. Neden derseniz, bir tiyatro binası yarın sabah düşünülerek inşa edilmez. En azından on beş, yirmi yıl kullanılacağı düşünülür. Beykoz ilçe nüfusu (komşu ilçeler ve mücavir alanlar da dahil edilirse) on yıl sonra kaç kişi olacak? Yirmi yıl sonra? Geçmişte Bakırköy'ün olduğu gibi küçük bir Avrupa ülkesi nüfusu... Birkaç milyon. Buraya bir tiyatro oturtmak nasıl ilçe belediyelerimizde az rastlanan bir vizyon eseriyse, bu tiyatroyu minicik inşa etmek de o nispette bir mahcubiyeti yansıtıyor. Böylesine geniş bir hinterland'ı olan, böyle merkezî bir binanın 267 koltuklu düşünülmesi ne yazık! Bundan sonraki sayımızda ele alacağımız işletme sorunu doğru çözülürse bir iki yıl içinde kapalı gişe sezon sürecek bu bina kısa zamanda talebi karşılayamayacak. İki üç yıl sonra da yenisine ihtiyaç duyulacak. Hadi, al baştan! Bana kalsa böyle bir yerde 1.300 kişilik bir büyük

5


Sahne neredeyse sokak seviyesinde. Sanırım bu, dekor parçalarının sokaktan içeri sürülmesine imkân vermek için böyle yapılmış.

salon ve 500 kişilik küçük bir salon içeren bir kültür merkezi olmalıydı. Olmadı, insanları ikna edemedik diyelim. En azından 500 - 600 kişilik düşünülmeliydi. Salondaki koltuk sayısını iki misline çıkarmak maliyet üzerinde çok cüz'i bir fark yaratır*. Öte yandan, bu, salona ekonomik açıdan fizibilite sağlar. Çünkü 250300 kişilik bir tiyatro kendini bir türlü kurtaramaz: Gişe yapan gösteri birikim sağlayacak hasılat getirmez. Getirdiğini, zayıf giden bir başka gösteri alır, götürür. Sonunda hep zararda kalırsınız.

Akağac-meşe görünümünde bej-fildişi rengi... Herhalde fazla tiyatroya gitmeyen mimarımız oyunların salon aydınlık iken oynandığını zannediyor olmalı. Salon ışıkları alındığında üst köprü ve yanlardan sahneye odaklanan spotlar ister istemez portal kenarlarına vuruyor. Buraları da neredeyse beyaz olduğundan pırıl pırıl aydınlanıyor. Doğrusu, portal kenarlarında seyirciye bakan yüzeyler siyah ya da çok koyu olmalı, saçılan spot ışıklarını tamamıyla yutmalı. Mimarın bu konuda bir tercihi olamaz. Nasıl olsa (geçen yıl Kocaeli Süleyman Demirel Sahnesinde yaptığımız gibi) Tiyatro inşa edilecekse kritik eşik 500 koltuktur. birkaç yıl içinde bu yüzeyler kumaşla kaplanacak, Bunun altı "bu seçim döneminin sonunda kişi başı onca masraf boşa gidecek. Baştan niye böyle GSMH'nm $10,000 olacağı" iddia edilen bir vizyonla yapmazlar, bilemiyorum. (Bu hatalara bir örnek de çelişir. Hele hele sanılandan da yakın bir tarihte sofitanın alt yüzeyinin beyaza boyanmış olması. Ön İstanbul'un en kalabalık, en müreffeh ilçelerinin sıraların sahnedeki oyunu değil de sofitayı başında gelecek Beykoz'da ihtiyacın ne olacağı seyretmesini mi istiyor, meçhul.) düşünülürse! Şimdi, salonun içine girelim. Anfi ve Balkon Salon bölümünde hayli dik bir anfide yer alan 197 koltuk, sağ ve sol yanlarda uçları en ön sıraya kadar uzanan bir balkonda 70 koltuk var. Bu kadar dik bir anfi düzeni sahne yükseltisi olmayan 'black box' türü tiyatroda kullanılabilinir. Portalli bir tasarımda biraz rahatsızlık verdi doğrusunu söylemek lazım gelirse.

pe cy

a

Sahne: FK Tiyatrosunun sahnesi boyutları itibarıyla yeterli: Portal ağzından derinliği 15 metre. Buna 1 m 90 'avansen' derinliğini eklersek yaklaşık 17 metre ediyor. Böylece "Leyla ile Mecnun" gibi ancak Harbiye sahnesine sığan bir dekoru rahatça alabiliyor. Geniş bir portal ağzı var: 15 m eninde. (Harbiye'nin 1.5 katı!) Sofitası mevcut. 17 m yüksekliğinde. (Keşke bir 3 metresi daha olsaydı) (Gene aynı konuya dönüyorum Balkon ise yine anfi düzeninde ancak esas kısım bittiğinde iki yandan uzanan bölüm anlaşılmaz bir ama bu sahne ferah fersa 500 kişilik bir salonu nedenle yere paralel yapılmış. Esas bölüm koltuklar kaldırırdı.) Karşı ağırlık sistemi var. Portal arkasında sağda da solda da yeterli boşluk var. Sahne fonunda set set inerken sadece ikişer koltuktan ibaret yan uzantıların birdenbire düzelmesi neden? İniş devam 4.5 m x 4 m boyutunda dışarı açılan kapısı dekor giriş çıkışı için mükemmel. "Bundan iyisi Şam'da etse, ileride ışık düzenini eleştirirken üzeride duracağımız ışık kuleleri yan çapraz ışıklandırmada kayısı" diyecek iken yazının başında değindiğimiz tiyatro sanatını bilmemekten doğan mimari hataları büyük yarar sağlayacaktı. buna engel oluyor. Bütün bunlar bir yana, salon on beş-yirmi metre daha derin olsa, anfilerin abartılmış dikliği de azalır, FK Sahne seviyesi daha rahat bir salon olurdu. Sahne neredeyse sokak seviyesinde. Sanırım bu, dekor parçalannın sokaktan içeri sürülmesine imkân vermek için böyle yapılmış. Ne ki, bu yükler Salon-portal bağlantısı geldikleri yerden karga tulumba getirilmez. Bir Defalarca karşılaştığımız bir hata bu tiyatroda da kamyona yüklenir, öyle ulaştırılır. Bu durumda var. Salon duvarları açık bir renkle kaplanmış. kamyon kapıya yanaşır. Yük indirilir, ondan sonra içeri sürülür. Vakit ve emek kaybedilir. Bu nedenle doğru tasarlanmış bir tiyatroda sahne seviyesi dışarıdan standart kamyon döşemesi seviyesinde olur. Arabanızı doğrudan kamyona sokar, yükler, sahneye getirirsiniz.

6


boyamak, sezonda iki kere sistirelemek ve beş - altı yılda bir söküp yenisini döşemektir. Bu noktada yapılan hatalar öylesine canımıza tak etmiştir ki tiyatro tasarlayacak mimarlarımızı karşımıza alıp, "Hayır, mimar bey olmaz. Yasak! Sahne tabanına parke döşenmez, mdf döşenmez, sunta döşenmez, parke döşenmez. Kalas döşenir. Neymiş?" diye ezberletesimiz geliyor. Nitekim FK tiyatrosunda da beton üzerine suntalam döşenmiş. (Anladığım kadarıyla bu sökülüp düzeltilecek. Yazık değil mi ?)

Bunun başka avantajları da var: Sahne şimdi olduğundan bir metre daha yüksek olunca altında çeşitli amaçlar için kullanılacak bir boşluk oluşuyor. Bir metre kadar da sokak seviyesi altında bırakırsanız iki metre yüksekliğinde ve taban alanı neredeyse 17 m x 17 m olan bir boş mekan elde ediyorsunuz. Böylece 578 metre mikâp bir depolama imkânınız oluyor.

'Dimmer bank'lar nerede olmalı? Önce mümkün olduğu kadar basitleştirerek meseleyi tanıtalım. Sahne ışıklarının çeşitli seviyelere alçaltılıp yükseltilmesi 'dimmer' dediğimiz cihazlarla yapılır. Her spot için bir 'dimmer' vardır. Bunların hepsi raflara dizilerek 'dimmer bank' dediğimiz bir... metal dolapta durur. Kumanda konsolundan birçok hatlı (multikor) kablo sinyalleri bu 'dimmer bank'a taşır ve 'dimmer'lere dağıtır. Her 'dimmer'den bir cereyan kablosu da spotlara gider.

cy a

Ayrıca bu boşluktan sahneye kapı açılabilir ve alttan giriş yapılabilinir. "Hamlet" sahneliyoruz diyelim. Ofelia'nın mezar çukuru şu haliyle bu tiyatroda mümkün değil. Oysa doğru tasarlanmış bir tiyatroda bu maksatla açılmış 'trap-door'lar vardır.

Işık ve Ses Düzeni Tiyatro inşaatında başlıca masraf kalemlerinden biri ışık ve ses düzenidir. Ne yazık ki bu düzen ülkemizde bilinçle tasarlanmaz. "Amcamın oğlu okuldayken bir oyunda pek komikti, ona soralım bakalım, ne lazımmış?" yöntemiyle yapılır. Daha da beteri, gidilir, inşaat bittikten sonra ithalatçı firmadan tasarım yapması istenir. FK'da bunlar aşılmış, tiyatrolarda fiilen ışık ve ses tasarımı yapan arkadaşlara sorulmuş. Bu yüzden burası ötekilerden daha iyi. Ama doğru değil! Doğrusu binanın tasarım hazırlıklarında mimar ile bu alandan sorumlu mühendisin iyi yazılmış bir programı ele alıp kafa kafaya vererek ortak bir çalışma yapmalarıdır. Bu olmadığı için iş bitince ortaya hatalarla dolu bir bina çıkar. Sonra da yıka kıra mesele toparlanır. Bunun FK tiyatrosunda gördüğümüz tipik bir örneğine değinelim.

pe

Tiyatro inşaatında başlıca masraf kalemlerin­ den biri ışık ve ses düzenidir. Ne yazık ki bu düzen ülkemizde bilinçle tasarlan­ maz.

Seviye sorunu orkestra çukurunda da mesele çıkarıyor. 'Avansen' de 15 m x 2 m bir çukur açılmış. Derinliği bir metre kadar. Orkestra üyeleri birinci sıradaki seyirci ile aynı seviyede oluyor. Böylece ön sıralarda oturanlarla sahnede oynayanlar arasına üyelerin omuzlarından itibaren kafaları giriyor. Orkestrada ayakta çalınan bir saz, örneğin kontrbas olsa, önde oturan seyirci hiçbir şey göremeyecek. Oysa bizim yukarıda işaret ettiğimiz gibi sahne daha yüksek bir kotta olsa, çukur tabanını aşağı alır ve orkestrayı tamamen kaybedebiliriz. Önerdiğimiz kot farkı çukur tabanını basit bir asansör sistemine bağladığımız zaman sahne altı deposundan sahneye yük kaldırmamızı da sağlar. (Bkz. ...) Bu mesele biz tiyatrocuları çıldırtan birkaç hataya işaret ediyor.

Beton sahne Ülkemizde yeni yapılan birçok tiyatroda sahne beton bir yükselti üzerine döşeniyor. Bu dünyada eşi menendi görülmemiş bir - mimarlar beni bağışlasın - cehalet örneği. Beton sahne olmaz. Sahne T potreller üzerine serilmiş 5cm x 10cm çam kalaslarla döşenir. Bizde "şık olsun" diye parke sahne döşemesi tasarlayan mimarlar var! Bunun üzerinde dekor parçaları sürdüğünüzde, icabında bazı parçaları sekizlik çiviyle ya da jinet vidalarıyla döşemeye raptettiğinizde ne olacak? Doğrusu tabana kalas döşemek, bunu sık sık

Eskiden, daha dimmerler keşfedilmemişken, ışık hareketleri reosta veya oto-transformerler vasıtasıyla yapılırdı. Bunlar da doğrudan ışık odasından kontrol edildikleri için odanın içinde olurdu. Bu alışkanlık 'dimmer bank'ların da bu odada yahut buraya yakın bir yerde olması gerekir zehabını yarattı. Bunun bir başka nedeni de arıza halinde ışıkçının hemen müdahalesine olanak sağlamak idi.

Ne var ki, ışık kumanda odası salonun en arkasında ve yüksektedir**. 'Dimmer bank' burada olursa bu en uzak noktadan salon ve sahnedeki her spot prizine yüksek kalite (dolayısıyla da pahalı) kablo çekmeyi gerektirir. (Gerçekten, Harbiye tiyatrosunun 1993 yılında yenilenmesi sırasında fakir son anda müdahale ile bunun yanlış olduğunu müteahhit firmaya izahla doğrusuna işaret etmiş ve bu kalemde sağlanan tasarruf ile avansendeki çukur asansörü imal edilmişti.) Doğrusu, 'dimmer bank'ların ideal yeri sahne/salon hacminin dışında, portal hizası ve ışık kumanda odası seviyesinde özel havalandırmalı bir odacıktır. Böylece kumandadan banklara giden 'multikor' kablo uzayacak ancak dimmerlerden spotlara giden asgarî 200 hattın boyu yarı yarıya kısalacaktır. Bunun

7


Oyun ışıklandır­ masında en önemli unsur olan salon tavanındaki köprü sahneye gereğinden fazla yakın tutulmuş. Bu yüzden ışık huzmeleri çok dik iniyor; portale çarparak sahne ağzı gerisini aydınlata­ mıyor.

sağlayacağı tasarrufa ilaveten kablo direncinden doğan voltaj kaybı da yarılanacaktır. Arıza durumunda müdahale biraz gecikecekse de kumanda odası ile dimmer odası arasında yer alacak bir dar koridordan mümkün olacaktır. Bu koridor tavan köprüleri, sağ-sol kuleler ve sofitaya geçişi de sağlayacaktır. FK'da eskiye rücû edilerek bu fırsat kaçırılmış. Işık köprü ve kuleleri Oyun ışıklandırmasında en önemli unsur olan salon tavanındaki köprü sahneye gereğinden fazla yakın tutulmuş. Bu yüzden ışık huzmeleri çok dik iniyor; portale çarparak sahne ağzı gerisini aydınlatamıyor. Doğrusu, çift köprü yapmaktır. Ayrıca köprü tabanı ile salon tavanı arasını açmak gerekir. Borulara altlı üstlü çift spot takılabilmeli, bunların rahat hareket edebilecekleri bir hacim bırakılmalı. Kedi yolları da bu işi bir insanın yaptığı düşünülerek tasarlanmalı. Işık kuleleri yok! Mimarlar ışık aygıtlarının ayıp bir şey olduğunu düşünüyorlar herhalde. Aman seyirci görmesin diye bir yerlere sokuşturuyorlar. Burada kestirmesini bulmuş mimarımız, hiç koymamış! Çapraz ışıklandırma nasıl olacak? Olmayıversin demiş herhalde. Birkaç ay içinde balkon uzantılarının en önüne bu kulelerin yerleştirilmesi kaçınılmaz. Ve pek de güzel olmayacak.

Hep unutulanlar Feridun Karakaya tiyatromuzda bu maksatla kullanılacak ama bu maksatla tasarlanmadıkları belli hacimler mevcut: Koro odası/Prova mekânı Kalabalık kadrolu oyunlar; gösterilerde soyunma odası olarak kullanılacak, provaların ilk safhalarında yeterli olacak geniş bir hacim. (Bizde okuma provalarının bile sahnede yapılması garip bir adet olmuş. Koca salon ya bu maksatla ısıtılır, ya sanatçılar dondurulur.) Gardrop Görevlilerinin ütü yapacakları, kostüm tamir edecekleri bir küçük oda. Kuaför Saç, sakal, komplike makyaj için kullanılacak bir oda. (Bu son ikisi yapılmazsa soyunma odalarının zamanla bu işlere ayrılacağı ve oyuncuların açıkta kalacağından hiç kuşkunuz olmasın)

cy

a

Sahne Gerisi Tiyatronun sahne gerisi hayli zengin. Oyuncular için bir yeşil oda düşünülmemiş ama bu işe yarayacak hacimler var. Burada bir sorun depo alanı. Yukarıda değindiğimiz gibi uygun bir kapı sahneyi sokağa bağlıyor bağlamasına da, depo nerede? Doğrusu, sahne kapısı bir depo alanına açılmalı, buradan da aynı boyutlarda bir kapı sokağa. Binanın arkasında buna müsait yer var. Bu da ileride yapılabilir.

neden çıkarmış, bilmem. Altmışlı yıllardan bu yana yapılan her binada var. Soruyorum, ülkemin bütün oyuncularına: Siz hiç oyun bitiminde duş aldınız mı? Alan birini gördünüz mü? Fakir ne gördüm ne duydum. Bizde perde kapanır kapanmaz bilcümle teknik kadro yıldırım hızıyla servis minibüslerine dolar ve gündelik kıyafetlerini giymekte olan oyuncuları bekler. Beş dakika bile sabredilmez, seslenmeye başlanır, "Çabuk olun," diye. Oyuncu da unutulacağı korkusuyla daha teri soğumadan yetişir, araçta yerini alır... Ne duşu? Linç ederler adamı! Doğrusu, kadınlara bir, erkeklere bir duş-lavabotuvalet odası yapmak ve sanatçıların birbiri üzerinden makyaj yaptıkları odaları rahatlatmaktır. Hem para israf edilmez hem alan kazanılır.

pe

Gereksiz ıslak alanlar Sahne gerisindeki soyunma odalarının her birinde küçük bir tuvalet ve duş var. Bir zamanlar bir rivayet çıkmış her odada bunlar olmalı diye. Kim çıkarmış,

Netice ve Talep Şehrimize, halkımıza kutlu olsun, bir sahne daha kazandık. Emeği geçenlerin elleri dert görmesin. O sahnede oynayacak nice oyunu seyredecekler aydınlanacak, güzelleşecek, hayata anlam katacaklar. Niyazımız, böyle binalar daha proje safhasındayken yapanlar, yaptıranlar ehline bir danışsınlar. Meşverette hayır vardır. Omuz omuza verip hem israfı önleriz hem daha doğru bir iş çıkarırız ortaya. Bir sonraki sayımızda böyle salonlar nasıl işletilmeli sorununa eğileceğiz. Sayın Muharrem Ergül ve arkadaşları, size teşekkür ederiz.

* FK tiyatrosunun salon kısmını 15-10 metre derinleştirecek yer var önde. İki duvar, çatı, 250 koltuk, iki seyirci tuvaleti vb maliyeti ne olabilir ki? ** Aslına bakarsanız ışık operatörünün sahneyi görmesi gerekmez- Bütün bu teşkilat sahnenin yan tarafında olur. Ama bu, ışık kumandasının tasarımcının hazırladığı düzende sahne amirinin direktifiyle uygulanması sistemini gerektirir. Bizde oyunun uygulanması tek bir sorumlu tarafından gerçekleşmediği, herkesin kendi kafasına göre yürüdüğü anarşist bir sistem egemen olduğu için bu mümkün değildir. Bu başka bir yazı konusu...

8


Özel Tiyatrolara Devlet Yardımı Hakkında Görüşler Mustafa Demirkanlı Ebru Seyhan

mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr ebruseyhan@tiyatrodergisi.com.tr

Alışageldiğimiz gibi, her yıl Özel Tiyatrolara Devlet Desteği dağıtılır ve ardından kavga başlar ama bu kavga bildiğimiz kavgalardan değildir, bilmek istemediğimiz hatta duymak istemediğimiz türden bir kavgadır. Kavganın temel aktörleri vardır, kavgaya katılmaktan çekinen, utanan aktörleri vardır, bir de kavganın değişmez aktörleri. Ali Kırca'nın geçen sene Kenter Tiyatrosu'ndan gerçekleştirdiği Siyaset Meydanı programını hatırlayalım. O gün orada çok utanmıştık.

a

Türkiye'de tiyatro desteklenmelidir, desteklenmelidir ama hangi tiyatro ve nasıl? Bu temel soru sorulamadığı ve/veya yanıtı bulunamadığı için bir adım ileri gidilmez/gidilemez. Devlet sus payı olarak, en çok bağıranlara en büyük payı verir, sonrasında tiyatro camiası dağılır.

kamera var. Birdenbire bizi görünce bütün kameralar bize döndü. "Hayrola." dediler, "Biz Sayın Başbakanımız 'dan randevu alamadığımız için, İstanbul'a yakın diye buraya geldik. Toplantı bitince görüşmeye çalışacağız." dedik. 1-1.5 saat bekledik. Ondan sonra içeri aldılar. Başbakan, Kültür Bakanı ve Bakan Müsteşarı ordaydı. Ustalarım dediler ki, "Saygıdeğer Başbakanımız, bizler konuşmayacağız, genç arkadaşımıza havale ediyoruz. Ama bize sorarsanız biz de yanıt veririz." Ben daha gencim ya onlardan, sözü bana bırakıyorlar. "Sayın Başbakanım, böyle bir buluşmadan ötürü özür diliyorum ama aylardır randevu istiyordum, yanıt alamadım. Neden her sene hükümetlerimizi üzüyoruz, bu yolu neden doğru dürüst çizmiyoruz. Bunun kurallarını saptayalım, o kurallar eşliğinde insanlar bir şeyler hazırlasın, bir tarih saptansın. Şu anda 560 milyar olan rakamı yükseltmenizi istiyorum," dedim. Erkan Mumcu Başbakana döndü "2 trilyon," dedi. Başbakan düşündü düşündü, "Bir buçuk" dedi. "Sağ olun Sayın Başbakanım, sizden önceki hükümetlerde böyle bir başbakan yoktu. Allahtan siz varsınız, şimdi bu kararı bir tek kişi olarak siz verdiniz. Her sene bu oranda artırılsın diye bir talebimiz yok ama enflasyon oranında artırılsın. O zaman sizleri bu kadar üzmeyeceğiz, yormayacağız," dedim. Ustalarım beni öptüler, espriler yaptılar."

cy

pe

Sayın Başbakanım, böyle bir buluşmadan ötürü özür diliyorum ama aylardır randevu istiyordum, yanıt alamadım. Neden her sene hükümetleri mizi üzüyoruz, bu yolu neden doğru dürüst çizmiyoruz.

Bu konu ile ilgili olarak iki tane dernek vardır: TİYAP (Tiyatro Yapımcıları Derneği, Başkanı Ali Poyrazoğlu) ve Ö.T.D. (Özel Tiyatrolar Derneği Başkanı Hadi Çaman) ve bunların yönetim kurulları ve üyeleri. Hepsini toplasanız, iki derneğin yasal olarak kurullarını oluşturacak üyeleri bile yoktur ama iki dernek vardır. Bir yıl biri gider "Yardım Kurulu"na diğer yıl öbürü. Hangisi giderse o derneğin Yönetim Kurulu'ndaki veya yakınındaki tiyatrolar azıcık daha fazla alır, diğeri azıcık daha az alır. Ama, gerçekten tiyatro adına arayışta bulunan, deneyselliklerle kafa yoranlara ya minicik paylar verilir ya da hiç verilmez.

İşte, böyle olur bizde destekler, köstekler. Sonra, "yardım" dağıtılma aşamasına gelince de bir başka durum çıkar ortaya. Kim gidecek kurula? Kimin Ankara'da o sırada kulis faaliyeti kuvvetliyse o gider.

Sevgili Ebru ile teybimizi, fotoğraf makinemizi alıp Ö.T.D. Başkanı Hadi Çaman'ın tiyatrosunda aldık Hadi gelin Hadi Çaman'ın anlatımlarına bir bakalım, soluğumuzu. Sormaya başlamadan önce Hadi Çaman, bunca yıllık deneyimli bir tiyatrocuya, tiyatronun olayın gelişimini bir çırpıda özetleyiverdi. meselelerini, "yardım"m muhtevasını biz sorduk, o anlattı. "Güzel kardeşim bu bir gelenek haline getirilemedi. 26-27 senedir bu yardımlar yapılıyor. Eskiden devlet Peki Hadi Çaman, pastayı masaya koydun, yardımıydı, şimdi devlet desteği dedirtmeye çalıştık hükümet yapacağını yapmış. Ondan sonra bu ama yine yardıma dönüştü. Bizim ülkemizde ne yazık kavgalar neden? ki oturmuş bir devlet düzeni yok. Her gelen hükümet Bir dönem, bu işe ara vermiş dostlarımızı yeni bir devlet kurmaya çalışıyor. En son, iki sene gönderiyorduk. Haldun Hoca'mızı gönderdim. Ama evvel Adapazarı 'nda Tayip Erdoğan kardeşimin arkasından konuşuldu. Sevgili Zeki Alasya'yı toplantısına gittim. Aylardır randevu almak istiyorduk gönderdim, onun da arkasından konuşuldu. Beni ama alamıyorduk. Toplantının saatini öğrendim, gönderdiler, ben kendi tiyatrom konuşulurken dışarı kendi kendime dedim ki, 'Hadi Çaman git bas burayı'. çıktım. Gazanfer Ağabeyimi, Nejat Ağabeyimi aradım, rahmetli Tevfik Gelenbe 'yi aradım hepsi dediler ki; Bunlar önemli değil, kimlerin gönderildiği önemli "Yanındayız oğlum." Bütün insanlar o binanın önüne değil... toplanmış, onları görmeye çalışıyorlar kırk-elli tane Ama sen orada olunca seni yükseltmeye çalışıyorlar.

9


Yok canım, ne olabilir ki? Bu sene belediyelerle ilişki kurduk. Ben Büyükşehir Belediyesi'ni ikna etmeye çalıştım. Tuncay'ı (Özinel) aldım, Ali'ye (Poyrazoğlu) haber verdim. Belediyeye gittik. Onar oyunumuzu satın almaya karar verdiler. Beşer oyunumuzu aldılar, sonra oynatmadılar. Sadece birer oyun oynadık. Onun da parasını vermediler. Bu türlü çabalarda da bulunuyorum ben. Üstelik ben olarak yaşamıyorum, biz olarak yaşıyorum. Ama kimseye de yaranamıyorsun. Özellikle bu destek dağıtılma sürecinden sonra tiyatroya inanılmaz kötülük yapıyorsunuz, yerlerde süründürüyorsunuz. Dernek olarak meslek örgütü olduğunuzu mu düşünüyorsunuz yoksa meslektaş örgütü mü? Bu ülkede böyle bir kurum yaratmak zorundasınız.

Bu işe gönül vermiş, bu işin nabzını bilen ama şu anda patron olmayan insanları çağırsınlar. Eskiden sadece dernek başkanlarını çağırırlardı ama 5-6 senedir sayın Bakan kimi isterse onu çağırıyor. Bu sene Sevgili Ali Poyrazoğlu'nu çağırdılar, Sevgili Refik Erduran'ı çağırdılar ve Sevgili Turgay Nar'ı çağırdılar. Bundan üç sene önce ben katıldığımda yanımda Sevgili Lemi Bilgin kardeşim vardı. Bu sene Mine Hanım vardı.

Tabii ki, ama siz kurum mu yaratıyorsunuz veya öyle bir şey yaptığınızı mı düşünüyorsunuz? Buraya bir gazeteci dostumuzu, bir eleştirmen dostumuzu alalım. Hiçbir zaman patron olmamış bir tiyatrocu kardeşim gitsin. Böyle isimler de bulabiliriz.

...Refik Hocamı aramıştım. Dedim ki "Şu dökülen tiyatrolara yardım edin. İnsanların ağzını kapatın demiyorum ama ne olur müdahale edin. Yıllarınızı bu işe vermiş insansınız," dedim. 10

pe

cy

a

Peki, ben bunu sormamıştım ama, bunu bırakalım. Ben meslek örgütü mü meslektaş örgütümü derken, sizlerin mesleği bir kenara bırakarak, sadece meslektaş menfaatlerinin peşinden koştuğunuzu söylüyorum. Bu yıl yapılan Oraya dosyalar önceden gidiyor. Çok çok tartışılsa dağıtımın adil yapıldığını düşünüyor musunuz? 6-7 saat sürsün, neye bakabiliyorsunuz o kadar Değil güzel kardeşim. Ben bu sene yirmi beşinci zamanda. Zaten o listeler Güzel Sanatlar Genel yılımı kutladım, Hadi Çaman'ın kırk beşinci yılını. Müdürlüğü'nde hazırlanıp gelmiyor mu? Kutladım derken yani kutlayamadım. Mahvettiler Evet hazırlanıp geliyor. Her tiyatronun bir sayfası beni. Bunu Ali'ye de söyledim, bak Alicim dedim, oluyor. benim 25. yılım bitti. Şu anda Ekin Tiyatrosu bizim tiyatromuzun yarı yaşında... Rakamlar da belli değil mi zaten? Güzel kardeşim, orada A-B-C-D diye sınıflandırma Yaşa göre değil ki bu destek, projeye göre, öyle yapılıyor. Ama burada yıllarını bu işe adamış insanları değil mi? ön plana almıyorlar. Projeye göre de veriliyor, tamam. Bu sene yerli oyun oynayanlara... Bari yüzde beş oranında Bu, A-B-C-D neye göre yapılıyor? artırıyoruz deyin. Bir limit koyun buna. Ali Yavrum, işte oradaki bizden giden insanlara göre Poyrazoğlu gidiyor, Fransa'da bir oyun seyrediyor, yapılıyor. Bak bu sene Ali Poyrazoğlu, tabii kendini Amerika'da bir oyun seyrediyor, İngiltere'de bir A takımına koysun, otuz beş yıllık tiyatrocu ama oyun seyrediyor, geliyor oturuyor yazıyor. Yerli Ekin Tiyatrosu neden A takımı? Neden Ankara Sanat oyun mu bunlar? ondan az alıyor? Kırk beş senesini vermiş Ankara Sanat. Ama bu toplantıdan önce ben Refik Hocamı Nedim Saban'a da haksızlık yapıldığını aramıştım. Dedim ki "Şu dökülen tiyatrolara yardım düşünüyor musunuz? edin. İnsanların ağzını kapatın demiyorum ama ne Aynen, düşünüyorum. olur müdahale edin. Yıllarınızı bu işe vermiş insansınız," dedim. Buna rağmen birçok tiyatroya Haksızlık yapıldığı için itiraz ettiniz, ek ödenek para ödenmedi. istediniz! İki sene önce son iki seneyi karşılaştırmalı olarak yayımladık. Senin gittiğin sene senin derneğinin üyeleri yukarıda, Ali'nin gittiği sene Ali'nin derneğinin üyeleri fazla alıyor. Bu gerekçeden dolayı mı dernek kuruyorsunuz? Hiç onunla alakası yok yavrum. TİYAP kapatıldığı için biz dernekleştik. Sonradan TİYAP adını kullanarak onlar ikinci bir dernek kurdular.

Tabii. Bu hırpalanan tiyatrolara lütfen bir yardımda bulunun, dendi. Ben gitmedim! Gencay Hanım, Göksel Hanım, Çolpan Hanım, Nedim Saban gitti. Ben gelmem dedim. Nedim Saban bu sene oyun yaptı mı? Yaptı.

Benim bildiğim kadarıyla yapmadı! Zaten bir sene hastalandı o. Raporunu gönderdi Sizin dernek de dahil, dernekler bu bakanlıktaki oraya. Öyle onaylandı. para dağıtımı dışında ne iş yapar?


Şimdi ödenek alıp oyun yapmıyor. Detsek verilmedi diye Şişli Belediyesi'nden aldı. Haksızlık var, dedi, ek ödenek istedi. Bu biraz tuhaf değil mi? Allah aşkına bunu bana anlatsana. Bunca yıllık tiyatrocu olarak bunun mantığını bana anlatsana. Bak Enis de bu sene oyun çıkarmadı. Ama böyle bir talepte bulunmadı. Ama aldı. Evet aldı, ama oyun çıkarmadı. Geçen sene Ahmet Levendoğlu da aldı. Oyun çıkaramadı. Faiziyle birlikte tüm parayı geri ödedi, ödüyor. Öyle mi? Yazık. Neden yazık olsun, doğrusu bu değil mi? Bence olay şu aşamaya getirilmeli güzel evladım. Eskiden tiyatrolara veriliyordu, yani projelere değil. Bunu Rutkay Aziz önerdi diye bundan 12 sene evvel bu hale getirildi. Bak şu anda bir şey söyleyeyim Müjdat Gezen geçen sene kurdu tiyatrosunu, neden 82 milyar alıyor? Koskoca Gazanfer Abim onun yarısı kadar alıyor.

Türkiye'de oynayamıyor ki başvursun. Bulaşmıyor bile. Bu olay birtakım kurallara tabii tutulmalı. Tamam haklısın, yönetmelik iyi değil ama var olan yönetmeliği de siz mahvediyorsunuz. Ali seninle kavga ediyor, sen Ali'yle kavga ediyorsun, Ekin Tiyatrosu ile kavga ediyorsunuz. Üç lira sen fazla aldın, iki lira o fazla aldı, bütün konuşmalara böyle başlıyorsunuz. Türkiye'de tiyatroya ne kadar zarar verdiğinizin farkında mısınız? Bunu bu hale getiren, bu işi tüccarlık olarak gören, böyle yapan insanlar... Kim bunlar? Tuncay (Özinel) Efendi, Ali (Poyrazoğlu) Efendi. Ali, bir kuruş ödemiyor İş Sanat'a biliyor musun?

Bak şu anda bir şey söyleyeyim Müjdat Gezen geçen sene kurdu tiyatrosunu, neden 82 milyar alıyor? Koskoca Gazanfer Abim onun yarısı kadar alıyor.

Başka örnekler? Ben meslektaşlarım hakkında konuşmak istemiyorum. Söyledin işte iki tanesini. Ayrıca bunları konuşalım artık. Dönsün arkasına baksın Müjdat Gezen, kaç tane oyun oynamış bugüne kadar. Yirmi beş senesini Maksim Gazinosu'nda geçirdi. Sözüm ona para almıyor okulda. Dolar olarak ödüyor insanlar.

pe cy

a

Zaten ticari tiyatrolara destek verilmese de olur. Tiyatro sanatına ne gibi katkısı olabilir ki ticari tiyatronun? Örneğin sana neden destek veriliyor ki? Ben buraya ayda 6 milyar lira kira ödeyen bir insanım. Bu sene bana verilen para kiramı bile karşılamıyor. Kadıköy Belediyesi kültür merkezi yaptırmış gidip orada oynuyorlar, bir kuruş kira ödemiyorlar. Enis, Tuncay kardeşim ödemeden oynuyor. Peki bunlar nerelere sarf ediyor aldıkları yardımı?

Hayır efendim. Sen Oidipus üçlemesini izledin mi? Bütün dünya biliyor. Peki neden başvurmuyor?

Senin üzerinden konuşalım. Burada olmayanları konuşmayalım. Bu salonun halini başından beri biliyorum, ne durumdaydı ne hale geldi falan. Genellikle mayıs ayında çıkarıyorsun yeni oyununu, bir-iki ay oynuyor, sonra gelecek sezonun hazırlıklarına başlıyorsun. Bir sezonda kaç kez oynuyorsun bir oyunu? Paramparça'yi altmış beş kez oynadım. Daha çok seyirci var mı evladım?

Başka bir şey için sordum. Ayda altı milyar kira veriyorum diyorsun. Salon olmasa başka bir yerde oynasan daha çok kira vereceksin. Peki ticari tiyatro denen bulvar tiyatrolarına destek verilmemeli, onlar eğlencelik tiyatro yapıyor, deniyor. Bu görüşe ne diyorsun? Dünyanın başka yerlerine git, hepsi destek alıyor. Hiçbiri almıyor. Bir tane bile gösteremezsin. O tiyatrolar açar gişesini milleti eğlendirir. Ama Türkiye'de bir sürü böyle tiyatro pastanın en güzel yerini alıyor, ondan sonra kavga ediyorlar aralarında. Gerçekten tiyatroya, sanata dair bir şeyler yapanlar, örneğin Şahika Tekand hiçbir şey almıyor. Onunki tiyatro değil ki, kurs. Oradaki elemanlarını kullanıyor.

Devlet desteği meselesinin bu iki dernekten tamamen alınması gerekir bence... Ben bu iki derneği birleştireceğim. Her iki dernek de ödenek meselesine karıştırılmamalı. Ben yokum zaten, geçen sene Enis Fosforoğlu'na devrettim başkanlığı. Geçen sene onu yolladım. Ben kişilerden bahsetmiyorum. Kurum olarak söz ediyorum, her iki derneğin de sokulmaması lazım bu işe, çünkü mahvediyorsunuz, tiyatroyu da tiyatrocuları da. Hiç mahvetmedim. Ben bir kez Ali Poyrazoğlu'yla karşılaştım orada. Enis geçen sene ağlayarak geldi. Değişmiyor ki, sen gidiyorsun senin ekibinin parası yukarı çıkıyor, Ali gidiyor, onun ekibinin. Ne alakası var yavrum. Yıllara göre karşılaştırdık, bu sonuç çıkıyor, yayımladık da bunu. Bu sene Dostlar Tiyatrosu'na kırk bin lira verdirdi Ali.

11


Bir çözüm önerin var mı? Ben bu yıl tüm ustalarımı çağıracağım buraya. Şu derneğe sahip çıkın diyeceğim. İki derneği birleştirelim. Genç bir insanı başkan yaptıralım, onursal başkanı olsun, yönetim kurulunda ustalar olsun.

Bunu bilmiyorum. Ama pop starlara, türkücülere bize verdiğinin on katını verdiğini biliyorum.

İki derneği birleştirdiniz, peki her iki derneğe de gelmeyi reddeden ve dışarıda kalan tiyatrolar ne olacak peki? Onlara da öneride bulunacağız. Buyurun diyeceğiz. Bugüne kadar bana kaç kere sahip çıktı Haluk (Bilginer)? Hiç. En son bana faks geçmiş müdire hanıma, onun adını neden Büyükşehir Belediyesi'ne vermemişim. Aradım, "Siz bana ne zaman sahip çıktınız?" dedim. Müjdat da bana faks geçti aynı konuda.

Nedim Saban'la "Yardım" Üzerine...

Onu söylemiyorum, sanata tüküren bir adama nasıl plaket verirsiniz üç tane oyun oynattı diye? Onu bilmiyorum. Bunu bir başlangıç olarak kabul edin, dedim. Sadece pop yıldızlarını almayın, dedim. Derneğe üye olmayan tiyatrolar ne olacak peki? Tiyatrocuları da alın. Yıldız Hoca'mı alın, Ali Bak geçen sene bir kuruş verdirmedi Ferhan Şensoy'a Poyrazoğlu'nu alın, Dostlar Tiyatrosu'nu alın, dedim. Ali, vergi borcu var diye. Ben ve Gazanfer Ağabey de öyle. Hemen vergi borcumu ödedim, Ferhan'a da Peki Hadi Çaman, başka söylemek istediğin bir evini ipotek ettir, vergini öde dedim. Yaptı ve altmış şey var mı? bin lira aldı benim sayemde. Gazanfer Ağabey bunu Yok, aleyhimde yazacaksan, Ali Poyrazoğlu'na halledemedi, Abdüllatif Şener'den randevu aldım. yazdığım mektubu yayımlama. Birkaç tane saygıdeğer işadamına telefon etti, yardım ettiler Gazanfer Ağabey'e geçen sene, tiyatrosunu Bir şey yazmayacağım, sorularımı sordum, sen kapatmadı. Ben böyle bir insanım. de yanıtlarını verdin.

Siz söyleyin neden olmak istemediğini! Mahir Günşiray da olmak istemiyor.

Biz sorduk, Nedim Saban bütün açıklığıyla, samimiyetiyle sorularımızı yanıtladı.

pe cy

a

Semaver Kumpanya'nın suçu ne peki? Her iki dernekte de olmak istemiyor. Neden olmak istemiyor?

Hadi Çaman'ın anlattıkları bunlardı, yanından ayrıldık, sonraki durağımız Nedim Saban'ın ofis olarak da kullandığı Tatlıcı Tombak dükkanının üst katıydı. İçeri girdik, bir süre beklememiz gerekiyordu, oturduğumda karşımda bir Türkiye haritası ve onlarca "T" harfi vardı, önce Tiyatrokare'nin şubeleri mi acaba diye düşündüm, sonra Tatlıcı Tombak şubeleri olduğuna karar verdim. Bu kısmı şaka tabii ki. Fakat doğru olan Nedim Saban çok yoğun, başını kaldıracak zamanı yok, zaten söyleşi gününü ve saatini de birkaç kez değiştirmek zorunda kaldı, oturduğumuzda önce bunun için özür dilemeyi ihmal etmedi.

Neden ama? Ben nereden bileyim evladım.

"Son Perde" ile gittim. Beş oyun oynadım. Melih Gökçek'e demiştim ki, İstanbul'daki oyunları getirin, bir festival haline dönüştürün. Üçer oyun olarak oynatın. Ama bak yok, sadece ben gittim. 12

Ben söyleyeyim. Benim tiyatrom olsa kapısından geçmem bu derneklerin. Öyle mi? Yok ben bu dernekleri birleştireceğim ve uyumlu hale getireceğim. Bu iki derneğin mensupları ödenek meselesinin tamamen dışında bırakılmalı. Birbiriniz hakkında demediğinizi bırakmıyorsunuz. Ben hayatım boyunca 'ben' diye dolaşmadım, 'biz' diye dolaştım. Ustalarıma, meslektaşlarıma her zaman sahip çıkan bir insanım. Bir de siz Ankara'ya gittiniz oyun oynamak için. Kaç oyun oynadınız? "Son Perde" ile gittim. Beş oyun oynadım. Melih Gökçek'e demiştim ki, İstanbul'daki oyunları getirin, bir festival haline dönüştürün. Üçer oyun olarak oynatın. Ama bak yok, sadece ben gittim. Bir de plaket verip teşekkür etmişsin. Tabii verdim, teşekkür de ettim.

Devlet desteğinden sonra sürekli kavga çıkıyor. Bu kavgaların nedeni ne? Temsilci gidene kadar kimse bir şey söylemiyor. Gittikten sonar kavga çıkıyor. Önce biraz bekliyorlar ne olacağını. Bu da bizim tiyatrocuların biraz ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Giden demokratik kitle örgütlerinden insanlar vardı. Bu delindi. Bakan bir kişiyi çağırabiliriz gibi bir ibare kullandı. Bu çok tehlikeli. Ben, oraya tiyatrosu para alacak birinin katılmasına karşıyım. Buraya Tiyatro Oyuncuları Derneği'nden biri gidebilir, yazarlar zaten gidiyor, bu tip böyle temsilcilerin, çıkarı olmayacak birileri gidebilir. Hatta jüri üyeleri gidebilir. Tiyatroların oyunları izleyenler yani. Burada çifte standart var, diyorlar ki tiyatronun projesine veriyoruz. İlk aklıma gelen, Tuncay Özinel'in projesi bu yıl çok güzeldi, neden yüksek yardım almasın? Kuruma verseler, o zaman otomatik olarak bazı kurumlar tepeden alıyor. O zaman bu kadar yıllık kurum 2 milyar da olsa neden düşük alıyor. Dostlar Tiyatrosu'nun 40 milyar alması utanç verici. Burada korkunç bir çifte standart var. Projeye mi kuruma mı? Bugüne kadar çok kötü oyunlar yapmış birisi Hamlet gibi bir proje sunabilir o zaman onun yüksek yardımı alması gerekir ama maalesef bu böyle delindi ve gidiyor.

Sanatın içine tüküren bir adama nasıl plaket verip teşekkür edersin? Projeye bakan yok, kategorize etmişler... Ben öyle bir lafını duymadım. Biri diyor ki ben 25 yıllık tiyatroyum daha çok almam gerekir. O zaman kıdeme göre veriliyor. O Yer yerinden oynadı nasıl duymazsın?


zaman proje istemesinler. Hakikaten bir tiyatronun o yıl kötü bir oyun yapmış olması onun daha önce yapmış olduklarım silmez. Projeye göre yapılacaksa, yönetmeliğe göre bir bakkal güzel bir proje sunabilir ve en güzel parayı alabilir. Kaldı ki şu anki yönetmelik çok tehlikeli çünkü şu anda tüm derneklerle birlikte bu yasa içinde yani bu ileride siyasi partilerle, derneklerin bir tiyatroyla aynı anda para alması gibi. Son derece tehlikeli bir yönetmelik var. Peki size göre para neye göre dağıtılıyor? Oraya gidenin fikirlerine göre mi? Şunu söyleyeyim, orada oturuluyor, bunun üç tane kıstası var: Biri, biz üç kişiyiz birbirimizi biliriz, ikincisi kimin neye ihtiyacı var -onun vergi borcu var, onun arabasını yenilemesi gerekiyor vs.üçüncüsü de ahbap-çavuş ilişkileri. Zaten orada üç saat içinde tiyatroyu tanıyan kimse yok. Müsteşar falan yeni geldi. Ali Poyrazoğlu'yla Refik Erduran vardı tiyatroları tanıyan. Dolayısıyla kesinlikle sağlıklı olamazdı bu. Ek destek için başvurdunuz... Evet, ben burada kendi şahsımla ilgili değil. Bizim oyun zaten tek kişilik. Çok geç yaptık.

Peki bu A, B, C, D kategorileri resmi mi, gayrıresmi mi? Maalesef resmi.

Şunu söyleyeyim, orada oturuluyor, bunun üç tane kıstası var: Biri, biz üç kişiyiz birbirimizi biliriz, ikincisi kimin neye ihtiyacı var-onun vergi borcu var, onun arabasını yenilemesi gerekiyor vs.üçüncüsü de ahbapçavuş ilişkileri

Tiyatrolar, neye göre A'da, B'de? Onu anlamak çok zor.

cy a

Ne zaman prömiyer yaptınız? Haziran'da. (Prömiyer 30 Haziran'da Profilo'da yapılmış.) Benim sağlık nedenlerim yüzünden. Projede de yazdık zaten, yirmi beş oyun oynamayabiliriz dedik.

aynı şekilde tam bir kurum. 10-15 yıldır perde açıyor, en yüksek kiraları ödüyor. Burada büyük bir haksızlık olduğunu gördüm. Bakanlığa bir mektup yazdık bu haksızlığın düzeltilmesi için, bu mektupta Mahir Günşiray falan bir sürü insanın imzası var. Sonra bakandan bir randevu aldık. Bakan son derece üzgün olduğunu ve ek ödenek çıkaracağına söz verdi. Yeni bir komisyon toplayacağını söyledi. Ama o yeni komisyona da nasıl bir haksızlık yapıldığıyla ilgili bir ek mektup yazın, dedi. Ek mektupta dedik ki, orada büyük bir tartışma söz konusudur, DT müdürünün DT'de çalışan kişilerin tiyatro kurmasına izin vermediğini, mektupta bu kişilerin ismini anmamamızı, bu konuda yapabileceği bir şey olmadığını söyledi. Zaten ek ödenek de çıkmadı. Çıksaydı yine onların adı olmayacaktı. Ama ben onların olmasını savunuyorum hep. Tamam DT'den maaş alıyor olabilirler ama burada da bir ticarethane yapmadıklarına göre, hepsi de tiyatrodan zarar ediyorlar, kesinlikle bunların ödenek almasını savunuyorum.

Kaç oyun oynadınız? Şu anda on yedi temsildeyiz. Ama bakanlığa bunları yazdık. O yüzden bizim aldığımız rakam bizi hiçbir şekilde rahatsız etmedi. Bu yıl zaten kira yükümüz yok, sigorta yükümüz yok. Tiyatro Kare olarak Allah razı olsun derim. Ama Çolpan İlhan'a, Gencay Gürün'e yapılanı kabul etmemiz mümkün değildi.

pe

Kendi tiyatronuz adına da istediniz, değil mi? Bizim görüşmemizde şu var, bazı tiyatroları A'dan B'ye, B'den C'ye düşürüyorlar. Proje bazında olmadığı için bu çok tehlikeli bir şey. Sizin tiyatronuzu Adan B'ye düşürdükleri zaman bir daha A'ya çıkamıyorsunuz. Biz Tiyatro Kare'nin bu yıl daha küçük bir iş yaptığı için B'ye düşmesine karşıydık, anlatabiliyor muyum? Ama A kategorisinde işler yapacak, yeni projemizde mesela Profilo'da büyük isimlerle çalışacağız, ben yine onlara yüklü paralar vereceğim. Ama bu kendim için yapılan bir şey değil. Devlet kadrolarında çalışıp yardım alamayan, Işıl Kasapoğlu, Mahir Günşiray gibi toplulukların da para alması gerektiği konusunda da özellikle ben bunların öncüsüyüm.

Kriter yok, belli bir zaman diliminde yapılmış, hayali bir kategori. Kaldı ki ben, yerli oyun oynayanlara fazla ödenek verilmesine kesinlikle karşıyım. Saçma bir şey, ırkçılıktır bu. Çünkü iyi bir yerli oyun oynamak başka, bir ülkede yazarın cinsiyeti, dini, ırkı milleti olmaz yani. İyi yazar iyi yazardır. Zaten DT repertuvan yüzde 55-60 yerli ve yerli yazarlar da dizi yazıyor. DT yeni yerli oyun da oynamıyor, yirmi sene önce yazılan oyunları oynuyor. Şimdi bir özel tiyatro yerli oyun oynuyor diye 3-5 lira fazla vermek son derece yanlış.

Ek ödenek başvurusunda bunların da isimleri var mıydı? Bakan bunun mümkün olmadığını söylüyor. Yönetmelik açısından oraya yazılabilecek mektupta olmuyor. Kumpanya'ya, Mahir'e ilk ben söyledim alamayacaklarını. Sadri Alışık Tiyatrosu'nun okulu var, baktığınız zaman kıstaslara hep yerli oyun oynuyor, baktığınız zaman tam bir kurum, anlatabiliyor muyum? Gencay Gürün Tiyatrosu

DT'den maaş alıyor diye bir şey olmamalı, ona bakarsan Ali Poyrazoğlu'nun hiç almaması lazım. İş Sanat bütün masraflarını karşılıyor. Tartışmalar kamuoyuna da yansıyor ve tiyatro çok ciddi bir prestij kaybına uğruyor. Bu konuda ne düşünüyorsun, ne yapmak lazım? Açıkçası bu paranın da kalkması için biz daha önce Meclis'e gittik. Yine Gencay Gürün, Göksel Kortay, Çolpan İlhan falan, tiyatrodan KDV'nin kalkması için, aynı şekilde, Kültür bakanı bize söz verdi, bakanlık gazetelerdeki Turizm ilanlarını sübvanse ediyor. Mesela sen bir otel aç, yüzde 75'ini bakanlığa yolluyorsun faturanın. Biz de dedik ki bize de sağlansın. Bizim gazete ilanlarımızı sübvanse edin, KDV'yi kaldırın dedik. Tamam KDV yüzde sekiz, zaten çok değil ama stopajları indirin. Yüzde yirmi iki stopaj ödüyoruz. Devlet bu yıl bizden bir milyar

13


Yeni bir projeyle de başvuracaksınız değil mi? Tabii. Tiyatro Kare de Şişli Belediyesi'nden destek aldı. Evet, ama eski oyun için destek aldık. Bizim tiyatromuzu zaten Tatlıcı Tombak destekliyor, öyle büyük parasal bir şeyi yok ama Hadi Çaman'ın bu çalışmaları olmasaydı tiyatro ayakta duramazdı. Peki, ama başka bir soru sorayım, örneğin şart mı Hadi Çaman Tiyatrosu'nun olması, çok mu gerekli? Bunlar tabii çok tartışmalı şeyler. O zaman bir çeşit tiyatro kalır.

dört yüz milyon kira istiyor ve biz bu yıl bütün oyunlarımızı onlara inat olsun diye gittik düğün salonlarında oynadık. Trabzon'da turneye gittik ama DT sahnesinde oynamadık. Böyle köstekler var. Bunların destek olması lazım. Uzun vadede bu devlet yardımının para olarak kaldırılması, başka şekillerde sunulması lazım. Biz Tiyatro Kare olarak yılda 200 milyara yakın gazete ilanı veriyoruz. Bu konuda destekte bulunması lazım. Ama bu para gelecek yıl kaldırılsın demiyorum, çünkü tiyatroların ihtiyacı var bu paraya.

Bizim tiyatromuzu zaten Tatlıcı Tombak destekliyor, öyle büyük parasal bir şeyi yok ama Hadi Çaman'ın bu çalışmaları olmasaydı tiyatro ayakta duramazdı.

14

pe cy a

İki tane dernek var ve siz ikisine de üyesiniz. Az önce dediniz ki, devlet desteği ile ilgili toplantıya oyuncu, yazar ya da oyun izleyen birileri katılsın. Peki bu iki derneğin varoluş amacı ne? Bu toplantıya gitmek dışında başka bir iş yapıyorlar mı? Yok. Katiyen başka bir iş yapmıyorlar.

Eğlencelik tiyatrolar açar gişesini, biletini satar, oynar. Dünyada 2 çeşit tiyatro var. Broadyway'e devlet destek vermez. Her oyun bir şirkettir ve uzun vadede oyun batarsa para batar. Bu oyun nereye giderse gitsin hayat boyu telif alıyor. İlk yapan tiyatro o yüzden önemli. Küçük tiyatroların yaşatılması önemli. Bu oyun Brodvvay'e gittiğinde 10 milyon dolarla büyük bir ticari şansı oldu, bu küçük tiyatro yine yaşıyor. Senin az önce sorduğun ticari tiyatronun yaşaması şart mı şeyi, böyle yaşatılıyor işte. Bu da tiyatroları yeni projeler yapmaya sevk eder. Bir de sen Hamlet yaptın mesela, bunun ticari şansı yok. Devlet, belediye, yüzdeler ayırır. Seyirci desteği yüzde 15 gibidir. Bu oyun da öyle ayakta kalır. Altı hafta falan oynanır. Ticari olmayan tiyatro böyle korunur. Ama hiçbir zaman ticari tiyatro ölmez. Buradan besleniyor. Böyle bir model geliştirilebilir.

Örneğin, Şahika Tekand çok güzel şeyler yapıyor, gidip yurtdışında oynuyor. Bunların da desteklenmesi gerekir. Ama ticari tiyatro isterse yapsın istemiyorsa yapmasın, kimsenin bir kaybı yok. Sistem değişirse olabilir. Tiyatro, Türkiye'de alarm Toplantıya kim giderse, ona yakın tiyatrolar en verdiği için her şey daha zor. Türkiye'de belediye büyük ödeneği almış! falan da tiyatronun yaşamasını istiyor. Kim ne Doğrudur. Alabilir ama o iki dernekte benim olmamın yapıyor, nasıl yapılıyor buna bakacak zaman yok nedeni çok farklı. Hadi Çaman'ın derneğinde yalnızca belki de. genel kurullara katılıyordum, ki bu yıl Hadi Çaman'ın derneğinde çok güzel şeyler yapıldı. Her yıl tiyatro bir kere daha kendini yerden yere vuruyor. Bu sistemin işlememe nedeni şöyle, yerli oyun, yabancı oyun. Böyle bir şey yok. Yaptığı şeye bakmak da iyi değil. O zaman bir sansür kurulu oluşacak. Ahmet iyi yapmadı, Mehmet'in oyunu kötüydü gibi. İşin içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Eskiden bir puanlama sistemi vardı. Şimdi kaç oyun oynadığına bakmak da sağlıklı değil. Ben her sene 150-200 oyun oynayan bir tiyatroyum, ama yaptığım işler daha mı şeydi? 25 oyun oynayınca Türk tiyatrosu kurtuluyor da 24 oyunda batıyor mu? Neden 25, neye göre 25? Bunlar da tamamen bakanlığın işin içinden çıkamadığı kavramlar. Bunun kısa ve net çözümü bence varılan nokta bakanla görüşüp, daha geniş bir kurul oluşturulmalı. DT Oyun nerde oynadı? Genel Müdürü'nün bu toplantıda işi ne mesela, bunu Profilo'da. Benim sağlık nedenlerim oldu. İsrail'den da bilmiyorum. Çekince koyuyor orada, DT'deki yönetmen getirecektik getiremedik. Ama yardıma bazı insanların özel tiyatro yapmasına izin vermiyor. başvururken belirtmiştik, 25 oyunu dolduramadık Kişilerde de takılmıyorum, Ali Poyrazoğlu gitmiş, ama gelecek yıla sarktı, gelecek yıl dolacak. başkası gitmiş falan...

Ne yapıldı? TÜSİAD'la 2010'a yönelik bir çalışma yapıldı. Ben 27 Mart'ta AKM önünde o mesajı okuyabilmek için on tane mail attım insanlara. Kimse cevap vermiyor. Bu derneklerde hiçbir sivil toplum anlayışı yok. Ali Poyrazoğlu'nun derneğinden istifa ettim. Devlet yardımı açıklanmadan önce istifa ettim. Tavır son derece yanlış geldi bana. Ali Bey toplantıya gittikten sonra hiçbir şey açıklamadı. Rakamlardan önce de istifa ettim. Şu anda benim Tiyatro Sanatını Geliştirme Derneği'nde de üyeliğim var. Sivil toplum örgütlerinde olmayı seviyorum. Ama bir dernek de bir şey yapamazsa benim yapabileceğim bir şey yok.


İsimlerde takılmayalım diyorsunuz ama Ali Poyrazoğlu gidiyor, toplantıyı açıklamıyor, diyorsunuz. Bu kurum toplantısından önce neden kimse Bakanlığa o gitmesin, bu gitmesin diye önermiyor? Ödüllerde de öyle, aday olduğu açıklanıyor, öyle çekiliyor adaylıktan. Neden daha önce çekilmiyor kimse? Teşekkürler Nedim Saban. Söyleşimiz bitti, çıkarken bizi bir sürpriz bekliyordu, Sevgili Nedim bize iki paket o güzelim tatlılarından hazırlatmış, dergiye döndüğümüzde, tadına bakınca Ebru'nun da benim de Nedim Saban'la bir söyleşi daha yapmamızın yararlan üzerine epey konuştuk. Bir neden bulup, en kısa zamanda yeni bir söyleşi için yine Tatlıcı Tombak'ın yolunu tutmalıyız. Biraz reklama giriyor ama herkese öneririz, yolu düşenler mutlaka Nedim'in tatlılarının tadına bakmalı, ama aynı öneriyi yeni oyunu için yapamıyoruz, izlemedik, izlemediğimiz gibi 30 Haziran'da prömiyer yapıp bugüne kadar (söyleşiyi 21 Temmuz'da yapmıştık) 17 kez sahnelendiğini de duymamış olmaktan dolayı, mesleki olarak hicap duyduğumu da belirtmeliyim, aynı hicap duygulan Ebru için de geçerli tabii.

Devlet Desteği Yönetmeliği hakkında Kültür ve Turizm Bakanlığı dikkatine özel mektup. "Biz özel tiyatro temsilcileri, üzerimize düşen çalışmayı yapmaya hazırız-" Tiyatrolar arası diyalog ve dayanışmayı amaçlayan, ilk etapta İstanbul'daki tiyatrolar arasında kurulan "Özel ve Bağımsız Tiyatrolar Platformu", tüm katılımcıların onayı ile hazırlanı imzalanan, yıllardır adaletsiz uygulamalara neden olan Kültür ve Turizm Bakanlığı 'nın özel tiyatrolara parasal desteğine ilişkin görüşlerini belirten bir iyi niyet mektubunu Kültür ve Turizm Bakanlığı 'na gönderdi.

Bu kurum toplantısınd an önce neden kimse Bakanlığa o gitmesin, bu gitmesin diye önermiyor? Ödüllerde de öyle, aday olduğu açıklanıyor, öyle çekiliyor adaylıktan. Neden daha önce çekilmiyor kimse?

a

Sonrasında, Nedim Saban gerçekleştirdiği projesinin Bakanlık'a sunduğu maliyet tablosunu gönderdi, göz attığımda tiyatronun maliyet anlamında hiç de ucuz bir şey olmadığını gördüm.

Bu iki önemli derneğin dışında kalan tiyatrolar ise "Özel ve Bağımsız Tiyatrolar Platformu": AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu, Bilsak Tiyatro Atölyesi & Maya Sahnesi, Bitiyatro, Dostlar Tiyatrosu, Dot, Duru Tiyatro, Kenter Tiyatrosu, Oda Tiyatrosu, Ortaoyuncular, Oyun Atölyesi, Oyuncular Birliği, Oyuncular Tiyatro, Sadri Alışık Tiyatrosu, Semaver Kumpanya, Tiyatro Boyalı Kuş, Tiyatro Oyunevi, Tiyatro Pera, Tiyatro Seyirlik, Tiyatro Stüdyosu, Tiyatro Ti, Ve Diğer Şeyler Topluluğu da Bakanlığa bir mektup yazarak kendi sorunlarını aktardılar.

Bu özel iyi niyet mektubu, halihazırda uygulamada sorunları olan devlet desteği yönetmeliğindeki haksız, adaletsiz madde ve uygulamaların düzeltilmesi ve çağdaş standartlarda bir yönetmelik hazırlanabilmesi için yapılacak çalışmaya,

pe cy

Özellikle Dramaturgi Bölüm'ünde eğitim görmüş fakat DT ve İBBŞT'den başka bir yerde iş bulma umudu olmayan, oralarda da kadrolar dolu olduğu için başvuru bile yapamayan dramaturglar için Tiyatro Kare'nin yeni bir iş alanı yarattığını görmek sevindirici oldu. Fakat tek kişilik bir oyun için; yönetmen, yönetmen yardımcısı ve de nöbetçi yönetmen (Bu pozisyonu anlamadım ama, vardır bir hikmeti.) biraz fazla gibi geldi bana. Tiyatro gerçekten zor ve masraflı bir iş, baksanıza tek kişilik bir oyun için bile sadece yönetmenler kadrosuna 44.000 YTL gerekiyor. BAŞVURU SAHİBİ: Kare Tiyatro Sinema ve Tanıtım Ltd.Şti. ADI: Babamla Dans YAZARI: Itzik Weingarten ÇEVİRMENİ: Emre Erdem TÜRÜ: Dram YÖNETMENİ: Itzik Weingarten OYUNCU SAYISI: 1 KONUSU: Babası tarafından ömür boyu dansçı olmaya zorlanmış, ancak kiloları nedeniyle dans edememiş bir çocuk akıl hastanesinden ölmüş babasına mektup yazar ve onunla yüzleşir. AMACI: Dünyadaki pek çok festivalde beğeni kazanan bir oyuna ve uluslar arası bir prodüksiyona imza atabilmek.Türk/İsrail ortak yapımıyla iki ülke arasında kültürel yakınlaşmayı sağlamak. Habima Tiyatrosu'nun baş yönetmeni

sektörün profesyonelleri olarak destek vermeyi ve birlikte çalışmayı teklif ediyor. "Özel ve Bağımsız Tiyatrolar Platformu", sanat kurumları ile Bakanlık ve Yerel

Weingarten'ı Türkiye'de konuk etmek, dünya çapında bir yönetmenle de kültürel alışveriş yapma olanağı yaratmak. ETKİNLİK TARİHLERİ: Oyun İsrailli bir yönetmen tarafından sahneye konacağı için ve bu sezon devlet desteği geciktiği için, oyunun başlangıç tarihinin 15 Ekim 2007, sarf belgelerinin kabul tarihinin 30 Kasım 2007 olarak kabul edilmesini talep ediyoruz. Aksi takdirde, oyunu 30 Haziran 2007'ye kadar yetiştireceğiz. TAHMİNİ MALİYET TABLOSU (50 temsil): SALON GİDERLERİ: 45.000 YTL KADRO GİDERLERİ: Oyuncu: 10.000 YTL

Nöbetçi Yönetmen: 10.000 YTL Işıkçı: 7.000 YTL Teknik Ekip: 12.000 YTL TANITIM GİDERLERİ: Afiş, El İlanı Basım: 12.000 YTL Afiş, El İlanı Dağıtım: 9.000 YTL Gazete İlanı: 45.000 YTL Broşür: 10.000 YTL DİĞER YAPIM GİDERLERİ: Yönetmen: 20.000 YTL Dramaturg: 8.000 YTL Seyahat Giderleri: 12.000 YTL Konaklama Giderleri: 15.000 YTL Çevirmen: 10.000 YTL Dekor Tasarımcısı: 8.000 YTL Kostüm Tasarımcısı: 5.000 YTL Dekor: 40.000 YTL Yönetmen Yardımcısı; 14.000 YTL TOPLAM: 292.000 YTL BAKANLIKTAN İSTENEN MİKTAR: 146.000 YTL

15


Bilindiği üzere özel tiyatrolara proje bazında verilen maddi desteğin, geçtiğimiz aylardaki dağılımında büyük adaletsizlik, dengesizlik ve yanlışlık yapılmıştır. 16

pe

cy a

tarafsız kriterlerle değerlendirilmediği gözlenmiştir. Yönetimler arasında bu şekilde ve bu vesile ile kurulacak iletişim ve işbirliğinin uzun vadeli hedefler Ayrıca ödenekli kurumlarda çalışan sanatçıların içinde yer aldığı projelere hiçbir destek verilmemiş, taşımasını arzu ediyor. resmi bir gerekçe de gösterilmemiştir. Söylentilere dayanan gerekçelerin ise hiçbir yasal dayanağı Platform üyelerinden seçilen temsilciler Kültür ve yoktur. Turizm Bakanlığı yetkilileri ile konuyla ilgili olarak görüşme yapmak üzere Ağustos ayında Ankara'ya Yapılan adaletsizliği ortadan kaldırmak için Kültür gidecekler. Bakanlığı 'nın yeniden bir komisyon oluşturmak üzere olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Bu Biz aşağıda imzası olan özel tiyatro toplulukları, komisyonun söz konusu dengesizliği gidereceğini özel tiyatroların Kültür ve Turizm Bakanlığı ile umut ediyor ve diliyoruz. süregelen sorunlu ilişkisini uygar bir düzeye getirme konusunda bir girişimde bulunma kararlılığındayız. Uzun vadede Türkiye 'deki tiyatro yaşamının önünü açacak, kültür hayatımızın vazgeçilmez kurumları olan özel tiyatro girişimlerinin kalitesini artıracak Tüm çağdaş ülkelerde devlet, çalışma ve üretim biçimlerinden kaynaklanan özellikleri nedeniyle tüm olan "DevletDesteği Yönetmeliği'"ninyenilenmesi sahne sanatlarını, özellikle ticari olmayan konusunda da üzerimize düşeni yapmaya hazır toplulukları, içinde bulundukları toplumun kültür olduğumuzu bir kez daha belirtiriz. hayatına olan katkılarını düşünerek düzenli ve yeterli Özel ve Bağımsız Tiyatrolar Platformu bir biçimde destekler. Bu ülkelerde yıllardır bu destek yasalarla ve yönetmeliklerle uygulanagelmektedir. Sonrasında, platformdan çözüme yönelik önerilerini istedik, toplu olarak değil tek tek ileteceklerini Türkiye'de ise ilk kez 1980'lerde başlayan destek, belirttiler, dergi baskıya gidene kadar, bize ulaşan görüşleri aktarıyoruz. var olan yönetmeliğin birkaç maddede tutarsızlık göstermesi dışında yeterli olmasına karşın, uygulamada her zaman sorunlu sonuçlar Bilsak Tiyatro Atölyesi: "Bilsak Tiyatro Atölyesi doğurmuştur. Bunun başlıca nedeni, yönetmeliğin (1987'den beri) ve Maya Sahnesi (2000'den beri) bizzat bunu uygulayanlar tarafından tek taraflı olarak etkinliğini kesintisiz sürdürmesine karşın bazı ihlal edilmesi, değerlendirme kriterlerine dönemlerde devlet desteğinden ya yararlandırılmadı, uyulmaması, şeffaf olunmaması. Dolayısı ile keyfi ya da yararlandığı dönemlerde de en düşük dilim kararlar alındığı, tarafsız davranılmadığı, özellikle içinde kaldı hep. Tuhaf bir biçimde bunu doğal değerlendirme kuruluna katılan dernek kabul etmeye başladık. Çünkü devletin (ya da onun temsilcilerinin kendi topluluklarını kayırdığı yönünde adına komisyonun) tercihini yeniliğe açık, risk alan söylentilerin çıkmasına neden olmakta, bu olumsuz topluluklardan yana değil, ya 60'h yıllardan bu yana gelişmeler esas olarak Kültür Bakanlığı 'nın bu sektör kurumlaşmış tiyatrolar ya da yeni, ancak popüler ile kurduğu ilişkiyi sancılı bir hale getirmektedir. işler üreten tiyatrolardan yana kullandığı görülüyordu. Çünkü komisyonda yer alan özel tiyatro temsilcilerinin tercihi de böyleydi. "Yeni " ve Bugün geldiğimiz yerde, önümüzdeki sezon için yapılacak başvurular konusunda, var olan sorunlar "araştırmacı" toplulukların, böyle bir yönetmelik ve de onun hayli, keyfi uygulamasına kendi çözülmediği gibi, bazı soru işaretleri içeren çalışmalarını uydurabilme şansları da pek yok zaten. maddelerine karşın genel olarak tutarlı olan yönetmelik tamamen bir kenara itilmiş görünmektedir. Yıllar önce Türkiye'nin gelmiş geçmiş en başarılı, en yenilikçi, çocuk tiyatrosu AÇOK'u mağdur eden Bu alanda yeni bir çalışma yapılmadığı gibi, yenilenmiş destek başvuru formları açıklıktan uzak bir zihniyet hakimdir devlet/ tiyatro ilişkisine. Şahika Tekand'ın Stüdyo Oyuncuları yıllardır hem ve muğlak gözükmekte. Bu başvurular hangi oyuncu yetiştirme konusunda, hem ürettikleri işlerle yönetmeliğe göre, hangi kriterlerle, nasıl hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir varlık oluşturulacak olan bir komisyonla göstermelerine karşın, yürürlükteki (ya da iptal değerlendirilecektir? Bu konuda hiçbir açıklama edilmiş olan?) yönetmeliğe göre destek alamazlar. yoktur. Devlet'in bir sanat dalı olarak tiyatroya bakışının temelden değişmesi gerekiyor. Bunun için de Biz özel tiyatro temsilcileri, bu konuda üzerimize değerlendirme komisyonunun çalışma biçimi, süresi düşen çalışmayı yapmaya hazırız. Eski yönetmeliğin ve oluşum biçiminin de değişmesi gerekiyor. aksayan yanları üzerinde bir çalışma yapılarak, Tiyatroyu yalnızca piyasanın kurallarına değişen koşullar da göz önüne alınarak, yeni bir uyarlanabilecek bir ticari faaliyet olarak görüyorsak, yönetmelik hazırlanabilir. Bu yönetmeliğin tarafsız o zaman devlet desteğine de ihtiyacı yoktur. uygulanabilmesi için de önlemler alınabilir. Kültür Değerlendirme komisyonunda tiyatroyu yakından ve Turizm Bakanlığı ile sektör temsilcilerinin işbirliği izlemeyi görev edinecek tarafsız kişilere ihtiyaç ile kısa sürede yıllardır süregelen tartışmalara yol vardır. Tiyatroyu gelişmeye açık bir sanat dalı olarak açan bu ilişki, sağlıklı bir yola sokulabilir diye gören tiyatro toplulukları kısa bir süre sonra devlet düşünüyoruz. tiyatro ilişkisi üzerinde tartışmak ve çözümler üretmek üzere bir araya geliyoruz. Bu ilişkinin artık Bilindiği üzere özel tiyatrolara proje bazında verilen uygarca ve iki taraflı sözleşmelerle,Türkiye'de maddi desteğin, geçtiğimiz aylardaki dağılımında tiyatro sanatının gelişmesine yönelik kurulması büyük adaletsizlik, dengesizlik ve yanlışlık yapılmıştır.gerekiyor." Projelerin yeterince incelenmediği, tiyatroların


DOT: Dot şimdiye kadar devlet desteği için başvuruda bulunmadı.

Her bir değerlendirme maddesi için Kültür Bakanlığı tarafından ayrı bir fonun başvuruya açılmasını diliyoruz."

Özel tiyatrolara verilen devlet desteği konusunda yaptığımız araştırmada, 2006 yılında yürürlükten kaldırılmış olan yönetmelikle 2007 yılında yürürlüğe giren yönetmelik arasında temel bir fark olduğunu gördük. 2006 yılına kadar uygulamada olan yönetmelik sadece özel tiyatrolara ait iken yeni yönetmelik yerel yönetimler, dernek ve vakıfları da kapsıyor. Özetle, artık sadece özel tiyatrolara ait bir yönetmelik yok.

Tiyatro Stüdyosu'nun görüşlerini ise Ahmet Levendoğlu, hemen sonraki sayfalarda "İzdüşüm" köşesinde aktardı.

Biz sadece önemli iki derneğin temsilcilerinin ve diğer tiyatro sahiplerinin görüşlerini aktarmakla yetindik, gördüğümüz, üzerinde konuşulacak çok şey var. Suçlananlar, suçlayanlar, önerilerde bulunacaklar 3-5 lirayı Yönetmelik gereğince değerlendirmede, projenizin bir kenara atarak, bu önemli ve tiyatronun kültür, sanat ve turizm değerlerini yaşatıcı, yayıcı, var olan prestijini tamamen tüketmeye yönelik tanıtıcı, destekleyici olması, tiyatro sanatını kavgalardan arınarak meseleye bakmalı ve geliştirmesi, çağdaş, evrensel boyutlara ulaştırması, gerçek çözüm önerileri oluşturulmalıdır. yeni sanatsal eğilimleri özendirmesi, klasikleri Sonraki sayılarda da, bu konuda gelecek değerlendirmesi, Türk ve dünya kültürüne katkıda yanıtlan, önerileri aktarmaya devam edeceğiz. bulunması, tiyatronuzun ise yurtiçi turneler düzenliyor olması, yeni oyunlar yazdırması, eğitim Kavganın, muhtevasına biraz daha ışık ve yayın alanında etkin olması, tiyatro binalarına tutması, kopan fırtınaların biraz daha anlaşılır yatırım yapıyor olması, sahip olduğu altyapı, tesis olması amacıyla Hadi Çaman'ın Ali ve donanımın iyi olması gibi konulara dikkat Poyrazoğlu'na yazdığı mektubu da ediliyor. yayımlıyoruz.

ALİ LODOSOL

a

Sevgili kardeş, şu an İNEBOLU'dayım. Poyraz esiyor. Dalgalar şakur şukur. Sanki uçaklar geçiyor, gümbür gümbür... Yani, senin kütüğünün, kaydının olduğu yöredeyim.

pe cy

Tabii ki; aklıma ilk gelen insan sensin. Poyraz'sın, Poyrazların oğlusun. Dededen, babadan gelen bir aile soyadıyla yaşamak zorundasın. Yolun, yolunuz açık olsun. Ama, senden bir ricam var, n'olur poyrazın, gücünün, kuvvetinin, şiddetinin etkinliğini kullanma. Bak sana meltem ol demiyorum, diyemem, hakkım yok. Sen zaten o kadar yumuşak, mülayim olamazsın. Yakışmaz. Bunca yıldır bir tarzın, çizgin, bir yolun var. Sana yakışacak en güzel güç Lodos... Çünkü o da etkilidir, her şeyi sallar. Ama poyraz kadar vurup batırmaz, parçalamaz. Sadece yaşamla ilgili ders verir. İnsanları dikkatli olmaya, sağlam tutunmaya, düşünmeye, birbirlerini korumaya yöneliktir. Bir de yolumuz uzun. Teknelerimizi batırma kardeş. Salla bizi, uyar, uyandır, dirilt, yol aç. Ama bir aile olarak göz göze, kulak kulağa, dil dile aramızda yap bu görevi. Bizim mesleğimiz BEN mesleği değildir Ali. Çok az kaldık biz, BİZ'leştirelim! Tamam, öbür dünyada da buluşuruz, buluşacağız ama

Ama, senden bir ricam var, n'olur poyrazın, gücünün, kuvvetinin, şiddetinin etkinliğini kullanma. Bak sana meltem ol demiyorum, diyemem, hakkım yok. Sen zaten o kadar yumuşak, mülayim olamazsın. Yakışmaz.

oradaki dostlarımızı, hocalarımızı, ustalarımızı, kardeşlerimizi, evlatlarımızı üzmeyelim, kemiklerini sızlatmayalım. Onların hiçbiri bu tarz oyunlar oynamadılar, oynayamadılar. Çünkü onların döneminde kendini Devlet sanan Devlet'le bir ilintileri yoktu. Tek başlarınaydılar... Ama o dönemlerde bizleri yönetenler sanata, sanatçıya, kültüre, eğitime resmi olarak olmasa da sıcak davranırlardı. Demek bir şeyler öğreterek gitmediler, en acısı bu. Bir de sevgili kardeş, biz artık dünkü çocuklar değiliz. Kırk beşer yılı geride bıraktık. İnsan, her geçen, giden, yok olan yılla biraz daha sevgi yüklü, sevgi dolu günlere doğru yol almalı. Hiç değilse, günümüzde bu işlere soyunan genç evlatlara da bu duyguları aşılamalıyız. Görevimiz bu olmalı. Evet Poyrazoğlu, bir Meltemoğlu Hadi olarak, ailenizin adıyla yaşayan, o adlarla öbür dünyaya göçen, o saygıdeğer anneciğine, o sevgideğer kız kardeşine ve yaşayan o efendi erkek kardeşine sevgilerimi sunuyorum. Ama sana değil, senin adına şehit Şerife Bacı'mdan özür diliyorum. Hadi Çaman Kastamonumuzun İnebolusu'ndan

17


Yine Destek, Köstek! Ahmet Levendoğlu / alevendoglu@tiyatrodergisi.com.tr

Yazı İşleri Müdürümüz Ebru Seyhan "Devlet Desteği konusunda 'dosya' yapıyoruz, sizden de önerilerinizi içeren bir katkı..." derken araya girdim: "Ben bunu son olarak 3-4 yıl önce dergimizde yapmıştım. Tüm çarpıklıkları bir kez daha sıraladıktan sonra 'bir daha da yazmayacağım' diye bitirmiştim, yani önerim de, sözüm de artık yoktur!" dedim, konuşma sürdü, sonuçta "hiç destek verilmeyen topluluklardan olduğundan, Tiyatro Stüdyosu'nun durumunun açıklanması ağırlıklı bir katkıya "Olur." dedim. Yazıyı buldum. Şubat 2004 sayısında "Uzun Ama Son Sözüm" başlığını taşıyan yazıda son söz öncesini de şöyle toparlamışım: "Bu fotoğraf değişmez (...) Çünkü 'burası Türkiye'dir!". Yanılmışım, sözümü geri alıyorum. Değişirmiş. Değişir ve daha kötü bir görünümü ortaya koyabilirmiş. Değindiğim gibi, burada "destek" bağlamında Tiyatro Stüdyosu'nun konumuna eğilmem gerek. Ne var ki "daha kötü bir görünüm"den söz edip de bunu hiç açıklamadan geçmek de olmaz ki! Öyleyse, varılan noktayı olabildiğince özetle göz önüne sermeye çalışayım.

pe cy

a

— Devlet Desteği'nin 25 yıllık uygulamalarında "dağıtım" işleminin 2-3 aya varan gecikmelere uğradığı olmuştur. Geçtiğimiz dönemde ise hiç olmadık şeyler oldu. Başvuru iletme tarihi olan 15 Ağustos'tan birkaç gün önce yönetmelik (doğal olarak da "destek") "kaldırıldı"! Bakanlık, açıklama ve bilgilendirme de yapmadan, Mart ayına dek yükümlülüğünü görmezden geldi. Sorulara, sorgulamalara yanıt vermedi, "desteği" yok saydı. Mart ayında ise (yani sezonun sonuna doğru) apar topar başvuruları toplarken, eskisini mumla aratan, eksik ve "özü sakat" bir yeni yönetmeliği yürürlüğe koydu.

— Bu yönetmeliğin getirdikleri: - Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Yönetmeliği'nin, "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Yerel Yönetimlerin, Derneklerin, Vakıfların ve Özel Tiyatroların Projelerine Yapılacak Yardımlara İlişkin Yönetmelik"e dönüştürülmesiyle, anılan kurumlarla aynı kefeye konmuş ve öyle değerlendirilecek olması. - Sanatçılarla-tasarımcılarla sözleşmeler, yazarın izin belgesi gibi eski yönetmeliklerde bulunan gerekliliklerin kaldırılmış olması. Böylelikle -her ne kadar kimi özel tiyatrocular bunu külfetlerden kurtulma olarak görebilirlerse de- tiyatro işinin nerdeyse "her gelip geçen" tarafından yapılabileceği yolunda bir anlayışa kapı açılması. - Eskiden var olan, destek alan oyunun 25 kez sahnelenme zorunluluğunun da yönetmelikten çıkarılmış olmasıyla, yardımın kötüye kullanılmasına, giderek tek oyunla "vurgun" vurmalara yol açılmış bulunulması. - Eski yönetmeliklerde; Eylül ayında Değerlendirme Kurulu'nun toplanmasının, Kurul kararının Bakan tarafından onaylanmasının ardından, 15 gün içinde tiyatrolara bildirileceği belirlemesi yer alırdı. Şimdiki yönetmelikte ise eski belirlemenin yerine konan şudur: "Bakan tarafından onaylanan yardımlar, protokol yapılmasını müteakip ödenir." ... "Bakanlık, yardım yapılan teşekküllerin isimlerini (...) izleyen yılın Şubat ayı sonuna kadar (...) kamuoyuna duyurur." Görüldüğü gibi Yönetmelik (1 Eylül-30 Haziran arası olarak belirlediği) "sanat sezonu" için verilecek yardımın Şubat sonunda belirlene(bile)ceği hükmünü getiriyor. Yani, yardımın, sezonun yarısından fazlası geçtikten sonra verilmesi uygun görülüyor! Böylelikle, yardımlarla gerçekleşmesi öngörülen oyunlar, ancak sezonun bitimine doğru perde açmaya mahkum ediliyor! - Hepsinin üstüne tüy diken bir madde ise şöyle: Yardım Yapılabilme Şartları: "Bakanlıkça teşekküllere yardım yapılabilmesi için; a) Bakanlık bütçesinde bu amaçla ödenek tefrik edilmiş olması"... Bunun altında yatanı görmek zor mu? Bu, '"tefrik edilemediği'

18


(ayrılamadığı) için bu yıl yardım yok." diyebilmeyi yasallaştırmanın şimdiden hazırlanan resmi kılıfıdır. Tüm bunlardan yapılabilecek çıkarım; Özel Tiyatrolara Devlet Desteği'nin son yönetmelikle değerinin düşürülmüş ve yozlaştırılmış olduğu, şimdiden yokuşa sürüldüğü, giderek kaldırılabilmesinin yolunun bugünden döşendiğidir. — Öte yandan, bu çerçevede tiyatrocuların davranışlarının da 3-4 yıl öncesinden daha hazin göründüğünü söylemeliyim. Uygulamaların, yönetmeliklerin, Bakanlık politikalarının getirdiği çarpıklıklar ve sakatlıklarla hiç uğraşmayıp, yalnızca "Bize az verildi, daha verilsin." bağlamında toplu hareketlere kalkışabilenler, tiyatrocunun adını küçültüyor, acı gülümsemelere neden oluyorlar. Üstelik Tiyatro Oyunevi, Semaver Kumpanya, Tiyatro Pera, Bilsak Tiyatro Atölyesi, Tiyatro Duru (ve Tiyatro Stüdyosu) gibileri tümden saf dışı bırakılmışken. Hem, yıllardır "Kurul'a demir atmış olup, en büyük dilimi hiç sıkılmadan hep kendine yazdıran "sanatçıdan" yakınanların, tepkileriyle konunun üstüne gitmeleri beklenmez mi?

pe cy

a

Tiyatro Stüdyosu'nun "destek" bağlamındaki konumuna geleyim, şimdi: Topluluk, 2005-2006 sezonunda "Yoksun" adlı oyunla başvurarak 20.000 YTL tutarında destek aldı. Bu tutar projeyi gerçekleştirmekten çok uzak olduğu, ek destek arayışları da sonuç vermediğinden, oyun sahnelenemedi. Bu durumda tiyatromuz gerekeni yaptı ve 25.07.2006 tarihli yazıyla Bakanlık'a başvurarak yukarıda belirtilenleri aktardı ve "Bakanlık'a olan borcunu yasal faiziyle birlikte ödeyeceğini" bildirerek "borcun bir ödeme takvimine bağlanmasını" diledi. Bu yazıya dört ayı aşkın süreyle bir yanıt gelmedi. Sonunda 31.11.2006'da gelen yazıda "en kısa zamanda borcun yatırılması" isteniyordu. Konuda kendi ihmalimiz olmadığına ve ödeme takvimine ilişkin telefon konuşmalarının eğlenceli (!) geçtiğini söyleyebilirim. Sonunda taraflar anlaştı; taksitlenen borç aylardır ödenmekte. Bu durum böyle iken, çıkarılan yeni yönetmeliğe ek olarak Bakanlık resmi web sitesinde yer olan şu bilgiyle karşılaşıldı: "2006-2007 sanat sezonu için daha önce başvuru yapmamış özel tiyatroların başvurularını da ilgili yönetmeliğin yayımlandığı 15 Mart 2007 tarihini izleyen on gün içinde (...) Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne yapmaları gerekmektedir." Belirtilen durum bizimkine uyuyordu. Geçen yıldan kalan borcumuzu ödeme sürecinin içinde olduğumuza göre "yükümlülüğünü yerine getirmemiş" bir tiyatro konumunda değildik, bu nedenle herhangi bir "haktan mahrumiyetimiz de olmamalıydı. Danıştığımız avukatlar da bu doğrultuda görüş belirttiler. Dolayısıyla, maddede belirlenene uygun olarak 10 gün içinde "Yvette ile Sigmund" oyunuyla başvuruda bulunduk... Tiyatro Stüdyosu'na yardım verilmedi. Bunun nedeni Bakanlık yetkililerine sorulduğunda "Biz bilmiyoruz, Değerlendirme Kurulu bilir." içeriğinde yanıtlar alındı. Kurul'un (yeni adıyla Komisyon'un) gerekçe belirtmek / bilgi aktarmak gibi bir uygulaması da olmadığından, hiç bilemeyeceğiz, sanırım. Türkiye'nin düzeni hep böyle mi kalacak? Devlet (Bakanlık) gerekçesiz ve açıklamasız tiyatrocuların 25 yıllık hakkını "feshedebilecek", tiyatrocu ise yerine getirmediği yükümlülüğü olmamasına karşın, hakkından yoksun bırakıldığı gibi, herhangi bir yerden bir açıklama da edinemeyecek! 15 Ağustos'ta olağan yıllık başvuru hakkımızı yine kullanacağız elbet. O zaman yukarıdaki sorunun karşılığını alır mıyız acaba?

19


a

Erdem Akakçe ile

cy

Arıza'sız Bir Söyleşi Özlem Özdemir / ozlmozdmir@gmail.com

pe

Malum yazın sıcak günlerindeyiz. Sıcaklık sayfalara Ortada bir metin olmadığı, tüm metinlerin da yansısın ve sizler de rahat okuyabilin diye sohbet doğaçlama süreci sonunda ortaya çıktığı doğru tadında bir röportajım var bu sayıda. Erdem Akakçe mu? Hatta ben bir röportajınızı okudum: ile 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde, "Hayatımda ilk defa kendi yazdığım bir metni ardından sezon boyunca Garajistanbul'da sahnelenen ezberlemek zorunda kaldım" demiştiniz. Nasıl oldu bu? Aslında buna oyun demek pek mümkün Emre Koyunuoğlu projesi Arıza 'yı konuşmak için değil galiba. buluştuk. Oyunu ve tiyatroyu kendi aramızda konuştuk. Sizi de masamıza konuk edelim istedik. Evet performans da diyebiliriz, çok klişe bir laf Arıza 'dan çıktığımız yolda tiyatronun içinde bol bol oluyor ama gösteri aslında. durakladık. Meğer Erdem ne kadar çok şey biriktirmiş içinde. Komik adam görüntüsünün aksine işine Ekip dört oyuncu, dört dansçı ve dört, alanlarında ciddiyetle yaklaşan bir oyuncunun düşünceleri uzman sıradan insanlardan oluşuyor değil mi? Arıza 'nın önüne geçti bu söyleşide! O sayılar katılımcıların işlerinin yoğunluğu nedeni ile değişti ama dört dansçı ve dört oyuncu baki kaldı. Arıza projesi size nasıl geldi oradan başlayalım isterseniz? Oyun bir yatakta geçiyor. Garajistanbul'un salonu da küçük bir salon ve salona girdiğinizde Emre Koyuncuoğlu beni aradı, "Festivale bir iş yapacağım, gönüllü bir iş olacak, buluşabilir miyiz?" seyirci açısından yatak odanıza geldik, dedi. Ben de farklı bir deneyimdir, yeni bir iştir diye seyrediyoruz gibi algılanıyor, bu, doğallığı sağlasın kabul ettim. Yedi yıldır aynı tiyatroda çalıştığım için diye mi böyle? farklı grup ve farklı yönetmenle çalışmıyordum. Yeni Aslında çok lokalize edilmiş, sizin yatak odanıza bir soluk gibi geldi bana. geldik gibi bir gerçeklik yok orada. Şöyle daha genel bir düşünceden gidelim: İnsanın en mahrem yerinde sevişmek dışında ne yapabiliriz? Çünkü yatak odası Hazırlık için ne kadar çalıştınız? hakikaten insanın en büyük sırlarını paylaştığı, İlk başta tiyatro festivali için yapılmış bir işti. Üç gösteri yapılıp bitecekti ama Emre bizi tek tek arayıp, ağladığı, en önemli meselelerini hallettiği yer. Buyurun size yatak odasını getirdik söylemi çok Garajistanbul'da oynayalım mı dedi, biz de meşguliyeti olan insanlar değilmişiz ki kabul ettik. çıkmamalı. Onun dışında başka ne çıkar diye düşündük, bir çiftin bar çıkışı eve gelip yatağa geçip Küçük çapta bir macera yaşamış olduk

Erdem Akakçe ile Arıza'yı konuşmak için buluştuk. Arıza'dan çıktığımız yolda tiyatronun içinde bol bol durakladık. 20


cy a pe

geçememeleri, sonra bir evli çiftin ayrılma serüvenini Türk popuna uyarladıkları bir sevdayla yapmaları, aslında hadiseyle dalga geçen bir durum var diyebiliriz. Oyunun adı onun için mi Arıza? Arıza söyleminin nedeni aslında başka.

Oyunun adı Arıza ya, oyunda arızalı durum ne diye düşündüm, yönetmen de oyunu anlatırken "Hayat bir arızadır zaten, ben de onu anlatmaya çalıştım." diyor ama oyunun içinde arızalı bir taraf görmüyorsunuz. Ben arızadan başka bir şey anlıyorum. Arıza kelimesini seçmesinin nedeni hem İngilizce hem Türkçe akılda kalıcı bir kelime olmasının yanı sıra sahne üzerinde bir araya gelemeyecek en arıza insanları bir araya getirmiş olması galiba. O kadroyu bir mucize olmazsa bir daha bir arada görmek imkansız, bu aslında bir arıza, yani durum arıza. O değişken sayıyı görmek benim için arızaydı aslında. Nasıl? Ben bu insanlarla hayatımın hiçbir yerinde bir araya gelmem, bu benim için bir arızaydı mesela. Ben buna bağlıyorum. Evet bence de oyun adıyla ilintili

değil. Onun yerine şilte ya da yatak olabilirdi ya da başka bir şey. İsmi kendi yarattığı durumla ilgili. Emre Koyuncuoğlu oyunun yatakta geçmesiyle ilgili şunları söylemiş: "Teknik alanlarda bir araya gelen ama öğretiler nedeniyle birbirine yaklaşan ya da uzaklaşan insanları yatak alanında buluşturuyorum. Alanı ne kadar daraltırsanız o kadar derin bakabilirsiniz." ve de "Ayrıca yatak, insanların maskesiz ve makyajsız buluştuğu bir mekan". Siz ne düşünüyorsunuz? Ayrı ayrı bu iki cümleye de katılabilirim. Mesleki anlamda hiç bir araya gelmeyecek insanları bir araya getirmek ve en mahrem şeylerin bir araya gelme durumu diyelim. Belki Emre Koyuncuoğlu tiyatral bir dille anlatmaya çalışıyordur?.. Belki de. Ben o kadar süslü laf sevmiyorum, kafam karışıyor. En basitinden anlatmalısın ki herkes anlasın. Bence de, çünkü tiyatro yapıyorsanız herkese ulaşabilmek önemli. Bu işin kemik bir kitlesi oldu. Bendeki efektinden bahsedelim: Kısa süreli bir serüven olarak sancılı bir şey oldu, benim tiyatroya bakış açımla ve

"... o kadar süslü laf sevmiyo­ rum, kafam karışıyor. En basitinden anlatmalısın ki herkes anlasın."

21


oyunculuk metodumla örtüşüyor mu? Hayır. Bu tanışmış gibi konuştuk, bir taraftan öyle aslında, anlamda bunun keyfini sürmekten çok, tuhaf bir benim on küsur yıllık arkadaşım ama seninle tedirginlik içinde yer aldım bu işte, hep ayak diredim görüştüğümüz gibi görüşmüşüzdür, ne haber iyilik yönetmenin istediği şeye. Sonra da onun ellerine vs. Öyle olunca yeni bir diyalog darmadağınık halde bıraktım kendimi ama o da bize bıraktı mesela. çıktı ama çıktı. Bize bir hafta sonra metin olarak Ortada dolaşan bir yumak oldu bu. Sonunda böyle getirdiler, ezberledik. bir gösteri çıktı, kendi içinde iddiasız, "böyle bir şey de sahneye konulabiliyor" denmiş oldu. Böyle başka diyaloglar var mı oyunda? Bütün o bölümler öyle, uyandıktan önce sonra. Emre Kendi içinde iddiasız kısmına katılamayacağım, bir gün de geldi "Siz de ayrılmak üzere olan bir bence çok iddialı sunulan bir iş oldu. çiftsiniz, birbirinize şarkılarla seslenmenizi Belki de ben içinde olduğum için böyle bakamıyorum. istiyorum." dedi. Napacağız dedim, ben bir de rockçı adamım çok fazla Türkçe şarkı da bilmem, siz çıkarın biz de ezberleyelim, dedim. Popüler şarkıları Gösteriye gitmek için heves duydum, gazeteler derlemişler getirdiler. Biz de arasından çıkardık. yazıyor, "acayip bir oyun, Emre Koyuncuoğlu yeni bir dil buluyor" vs vs. Kendi adıma hiç denemediğim bir şey denediğimi Dans performanslarıyla da diyaloglardan çok söyleyebilirim. Bir daha denemeyeceğimi de beden dilinin hakim olduğu bir oyun, o sahnelerin söyleyebilirim. Bu tarzsa eğer; başka örneği var mı, neler anlattığını şimdi hatırlamıyorum, aralara bu bir tarz mıdır, bir duruma hizmet eden bir tiyatro niye sokulduğunu da anladığımı söyleyemem, kolu mudur bilemiyorum ama öyleyse de, değilse belki de ben hep bütünlük arayışında olduğum de bana göre değil! Ben çok Çehov bir adamım, onu içindir. fark ettim. Hayatta yer alırken olduğun kadar varsındır Evet, öyle izlememek lazım. Öyle bir durum yok. ya, seni ne kadar süslerse süslesinler sen osundur Alıştığımız bir tarz olmadığı aşikar. Yan gerçek yan ya. Ona inanıyorum. soyut, bir rejisörün kafasındaki şeyleri anlatan bir hikaye dizini. Yarısı rejisörün kurmacası, yarısı Barda bir kadınla tanışıyorsunuz, eve gidiliyor, içinde gelişen kendi gerçekliği. Yönetmen bize kendi metropol hayatının yaşanan bir gerçeği. Birbirini kafasındaki resmi anlattı. Bu anlamda çok oyuncuya kalmadı bu iş. Oyuncuya kalsaydı ben dansları başka tanımayan iki insan var, bu iki insan sevişecek belli ama insan çok da mekanik bir varlık değil yerlerde kullanmayı tercih ederdim. Zaten çok da aslında. Sevişmek kadın ve erkek arasındaki en sevmiyorum ben bu işleri. Evet, dedim ya, hayatı ne kadar neresinden gerçek yakalıyor ona bakıyorum. özel paylaşım ve oraya gelene kadar ara paylaşımlar da gerekiyor, iki üç cümle kurmak, bir şeyler eklemek gerekiyor ki bir makineden Vücutçu kadın geldi ya, o sahnede kadın adamı farkımız kalsın. Onlar da yabancılığı atıp sonuca ezip geçiyor, o sahne adamın korkularını mı ulaşmak istiyorlar. Adam işte saçının kendi rengi anlatıyor? mi falan diyor. Muhtemelen, yatağa düştüğü kadının böyle bir kadın Adam kuaför ya, ondan (gülüyoruz.) çıkmasından korkmasını ve onu beğenmeme endişesini izah eden bir sahne olsa gerek. Aslında Peki niye sürekli tekrarlıyor, saçının kendi rengi bilinmeyene duyulan korku, acaba ne çıkacak? mi bu? Konuşacak başka bir şey mi yok? Aslında öyle bir şey de o, ben metnin nasıl çıktığını Uyandıktan sonrasında ne oluyor mesela, adam açılayayım: Prova için Betül'ün evinde toplandık. ne hissediyor? Emre de "Erdem sen buradasın ve Betül geldi, Adam skora oynamış belli. Çakal bir kuaför, bir konuşun." dedi. "Ne konuşalım" dedim, "bilemem bardan çıkarmış hatunu. Bu adamın uzun vadeli bir ne konuşursanız konuşun" dedi. Kayıt cihazı vardı ilişki kurmaya çalışacağını sanmıyorum. böyle bir tane. Konuştuk. Bir kere şuradan girdim, kedi sevmem ben. Eve gireceğim, arkada da sarı bir Kadının da bütün gün burada kalsak ne güzel şey bana bakıyor, ooo, yaptım iki adım geri attım, bunu bir odaya kilitleyin ben giremem, dedim. Konuşun, durumu oldu, Betül de bana, demek kedi sevmiyorsun, dedi, ben de: yok ya sevmemek değil de, tiksiniyorum. Bütün mevzu, yarı biz-yarı oyun durum, yarı gerçek-yarı kurmaca bir durumdan çıktı hikaye. Betül'le Erdem konuştu ama biraz yeni

pe cy

a

"Ben çok Çehov bir adamım onu fark ettim. Hayatta yer alırken olduğun kadar varsındır ya, seni ne kadar süslerse süslesinler sen osundur ya. Ona inanıyo­ rum."

22


olur, arayacak mı aramayacak mı hali tercih edilmiş. Gösteririm ama vermem, veririm ama pişman ederim modeli bir kadın. Ben onu algılamadım ama. Ben kuaför adam gözüyle bakıyorum. Oyun nasıl bitiyordu, bir daha görüşmüyorlar herhalde, bir de oyunda masal sahnesi neden var? Benim bütün hikayenin hepsine cevap verebilecek bir durumum yok, aslında herkesin de öyle. Biz parti parti çalıştık. Son provalara kadar benim önümde, arkamda ne var bilmiyordum. O yüzden bütünü kafasında tam şekillendirebilmiş insan Emre'dir sanırım. Masal sahnesinde de bir kızın bir yaşlıya bir masal anlatması durumu var. Suna Selen bir zamanlar Keloğlan'da cadıyı oynadı ya, o resim olarak kullanılmak istendi. Belki sevmediğiniz de budur, daha çok ekip işi seviyorsunuzdur. Evet ben beraber kafa patlatacağım işleri seviyorum. Tiyatro ekip işidir. O zaman aslında Arıza'nın sahnelerine anlam yüklemem, altında bir şey aramam gerekmiyor galiba? Evet, birbiriyle bağlantılı bir teması yok esasında.

a

Yine de kadınla adamın ruh hallerini irdelemeye çalışalım diyorum. Adam o noktada ne hissediyor, konuşmaya çalışıyor vs. Ben o zaman sana bir soru sorayım. Bunlar yattı arada bir dans sahnesi oldu, adam bir rüya gördü. Her şeyi bir kenara bırakıp şunu cevaplamanı isteyeceğim. Kadınla adam sevişmiş miydi?

pe cy

(Söyleşilerde bana da soru sorulması galiba bir gelenek olmaya başlayacak ama pek şikayetim de yok doğrusu.)

Bana hiç de sevişmişler gibi gelmedi. Ama kadının yüzünde mutlu gibi görünen bir ifade vardı, bütün gün yatakta kalsak dedi vs. Bir mastürbasyon sahnesi vardı, arada bir kız dua ediyordu, vücutçu bir kız geldi sonra vs, o sahneler neydi? Bilmiyorum. Ben de bilmiyorum (Gülüyoruz dolu dolu.)

O halde bilmemem acayip değil. Biz oyuncu olarak ikna oluyoruz ama bu bir temenni. Adamın oradan mutlu ayrılması için, kız mutlu uyanmış, demek ki bir şey olmuş ama hakikaten cinsel bir birleşme olmuş mu ben de bilmiyorum.

O halde birlikte olduklarını farz edelim. Arıza hikayesinin metin bazlı başlayıp, parçalanmış metinlere dönüşüp tamamen görselliğe dönüşen bir hikayesi var. Bu bilinçli seçilmiş bir durum bence, böyle bir şey deyip bırakabiliriz, ama nasıl bir şey? Tek bir mekanda yani sınırlı bir alanda oyun oynadığınızı düşündüğünüzde belki bu iki kişinin arasında geçen bir dram olsaydı daha yakın gelebilir miydi size? Ben mevzuya dram, mizah vs. gibi bakmıyorum. Çünkü hayat bunları birbirinden ayıramayacağın çorba şeklinde bir şey ya, buna ne kadar yakın, ben ona bakıyorum. Oynarken de izlerken de bu bunu ne kadar doğru ve yorumsuz yansıtıyor ben ona bakıyorum. Buradan kendime dair bir şey söyleyeceğim: Ben

de gerçekçi oyun seviyorum. Biraz durumun gerçekliğine ikna etmeli seni tabii. Sanat ya da tiyatrodan yola çıkıyorsak, içinde insan var, yaşanamayacak, hayatın içinde olmayan bir oyundan ben bir şey anlamıyorum, daha da doğrusu keyif almıyorum. Benimle vaktinde bir röportaj yapmışlardı, demiştim ki: Yeni nesil o kadar kuvvetli bir dijital donanımla geliyor ki elinde kıçı kırık bir tiyatron var, gerçek insanla gerçek hikaye görmek isteyen gelir, dedim ne yapayım. Gidilmemesi de normal çünkü yok aslında, bu bir kültür olmalı, özel tiyatroya gitmek isteyen bir aile yüz milyonu veremez tamam bunlar var, ama bütün bunları es geçecek bir ailenin memnun olarak ayrılacağı bir tiyatro da Türkiye'de çok imkansızlaşmaya başladı. Benim düsturum oldu son iki yıldır. Türkiye'de ben bir tek mesleğimle uğraşamıyorum. Benim sadece mesleğimle uğraşmam gerekiyor. Ama para hesaplarıyla uğraşıyorum, organizatörlük yapıyorum, menajerlik sistemi yok ya Türkiye'de menajerin olsa kıçın kalkmış oluyor. Olmadığı için sen yapıyorsun, o hafta benim oyunum var, ben hangi ara oyunculuk yapacağım. Bu anlamda başka bir ülkede yaşamak isterdim. Sen tiyatrodan bana diziden kazanacağım kadar parayı vermeliydin, diziden de tiyatrodan daha çok para vermeliydin ki ben de o dizide oynamamalıydım. Yeni mezun olmuş en baba adamın tiyatro yapma olasılığı yok. Dizilerde oynayan düşük suratlı bir sürü oyuncu görüyoruz, mutsuzlar çünkü.

"... ben beraber kafa patlataca­ ğım işleri seviyorum. Tiyatro ekip işidir." 23


Oynadım, bitti gitti diye olmuyor değil mi? Ruhsuzlaşıyorsun çünkü. İç ritmin kuvvetliyse kupkuru bir içle bile oynayabiliyorsun Al Pacino gibi, Hopkins gibi, çünkü tekniğini öğrenmiş oluyorsun, ama sahnede bu olmuyor. Sahne boğuyor, bu oynuyor, bu riya yapıyor diye bağırıyor.

gerçekçi gelmiyor. "Ben havuza itildim, hâlâ da havuzda isteyerek durmuyorum, dizi beni doyuruyor." diyen kimseye de inanmıyorum. Sahne eğitimi başka bir şey. Sinemada ise tek kurşunluk atımın var ve belgeleniyor. Bana kumar gibi geliyor. Tiyatro ise mesleğim. Büyük söylemlerim yok ama, din gibi, tapınıyorum vs. Çok hoş vakit geçiriyorum zaten başka bir şeye yeteneğim de yok. Başka işler Seyirci de bunu algılıyor! de yaptım daha önce ama olmuyor. Benim için Bütün salon yankılanıyor nasıl algılamasın, sahne beğenilmek beğenilmemek değil, doğru verebiliyor adamı kusuyor adeta. muyum o önemli. Olduğum gibi çalışırım çalıştığım gibi oynarım! Benim ikna olmam çok önemli. Onayı Aslında tiyatroya gidebilecek bir kitle de var. kendimden alırım, başkasından değil. Yönetmene Ulaşılmayı bekliyorlar. Nasıl ulaşılacağını onlar söylemesin bir zahmet. Onu yapmam, bunu yapmam şapka çıkarmayan, tartışan biriyim. diyerek Türkiye'de tiyatro yapılamıyor. Sokak tiyatroları, bar tiyatroları var, sokağa döküldü artık Erdem'den Son Sözler: Teşekkür ederim ayrıca her şey. Üsküdar'da sahilde yürüyen bir adamı bak bu elbise sana çok yakışmış, daha önce böyle sahneme çekemiyorsam ne yapayım ki, niye görmemiştim cici olmuşsun, hep böyle giyin. (Yine oynayayım ki seyirci yoksa. Seyirci yoksa tiyatro komik adam yorumuyla bitiriyor) yoktur. Özlem'den Son Sözler: Teşekkür ederim ben de bu keyifli sohbet için. Ve de "yazın röportaj yapılmaz" Hep aynı sorunları konuşuyoruz, daha önceki demediniz, ayrıca teşekkürler. konuklarımla da ya da bu işin içindeki diğer insanlarla da konuşuyoruz. Herkes aynı şeylerden şikayetçi ama?.. Bir şey yapmıyorsunuz diyeceksiniz? Geçen bir arkadaşım sizin bir sendikanız da yok dedi. Ben de dedim ki: Bizim mesleğin Türkiye'de karşılığı yok, sendika yapmaya kalksak elli tane tek kişilik sendika karşımıza çıkar. Senin sendikan benim sendikan diye kavga çıkar. Egolar yüzünden değil mi? Tamam bu iş egosuz yapılmaz da, onu kontrol altında tutmakta fayda var. Öyle balon gibi gezersen bir yere takılırsın. Bir yerde oyuncu dediğin kişinin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekir. Neresindeyim, ne kadar yapıyorum diye. Doğru zaman, doğru yer, doğru metin ve doğru bir organizasyonla yapılmayacak hiçbir şey göremiyorum ben. Bizden öncekiler yapamamışlar, biz de arada kalmış kuşağız, olduk diyene kadar otuz beş olacağız, tiyatro kuracak parayı bulmamız zor. Demek ki tiyatro zamanla bireyleşecek. Eski tiyatrolar da zamanla kapanacak, demek ki azalacak tiyatro. Böyle olacaksa da bitsin zaten.

pe cy

a

"Geçen bir arkadaşım sizin bir sendikanız da yok dedi. Ben de dedim ki: Bizim mesleğin Türkiye'de karşılığı yok, sendika yapmaya kalksak elli tane tek kişilik sendika karşımıza çıkar. Senin sendikan benim sendikan diye kavga çıkar."

Bir oyuncu olarak sıkıntınızı anlıyorum ama tiyatro yapmayacak noktaya geleceksek ciddi bir bacağımız kopar diye düşünüyorum. Kültür Bakanı'nın oyuncusuna "bunlar" dediği bir ülke burası, bununla da yüzleşmek lazım. Diğer ülkelerin ayırdığı bütçe yüzde dört iken sen bize binde dört ayırıyorsun ama camiye yüzde yirmi beş bütçe ayırıyorsun. Azınlıkların da mutlu edilmesi lazım bu ülkede, biz azınlığız. Fatih Sultan Mehmet bile bakmış azınlıklarına yahu! Yeni projeler neler? Köksal Engür, Bülent Emin Yarar ile birlikte Hollanda'da yerleşik bir tiyatro olan Tiyatro Rast ile Kuzey Işığı adlı bir oyun oynayacağız. Sahibi Şaban Ol. 1923'te bilim adamları zirvesinin yapıldığı otelin lobisinde geçen bir oyun, gerçeğin değişebilirliği ile ilgili bir oyun. Hollanda, Belçika ve o bölgedeki birkaç ülkede on iki oyun oynayacağız, 1 Eylül'de prömiyeri Amsterdam'da yapılacak. Sonra Türkiye'de de on-on beş oyun oynayacağız. TV'de olmak tiyatroda olmak duygu karşılıklarını öğrenebilir miyim? TV'de de müthiş bir çaba var tabii ama bir yalan yapıyormuşuz gibi geliyor bana. Oyunculuk benim için sürekliliği olan bir şey. Kamera eğitimi ayrı bir şey. Onu alsaydım başka olurdu belki ama bana

24

İlkokulda Zeki-Metin diyaloglarını ezberleyip sahneye çıkan bir çocukmuş Erdem Akakçe. Dedesi Halk Evi 'nde oyunculuk yaparmış, amcası ise baletmiş. O "çocukken kodlandım" diyor. Sonra da işin eğitimini almış. Mezun olduktan sonra yedi yıl Dostlar Tiyatrosu'nda çalışmış. Bir gün sektörden para kazanabilirse kendi tiyatrosunu kurmak istiyor ama deneyimlerinden sonra "iki kalas bir hevesle bu iş olmuyor" diyor. On küsur yıldır motosiklet kullanıyor, o da özgür ruhlardan, aklına esince motoruna atlayıp gidiyor. Rock müziği çok seviyor, hiçbir konseri kaçırmıyor. Tabii gününü yanlış hatırlamadığı sürece. İçki içmekten, dalmaktan ve müzik dinlemekten çok mutlu oluyor. Güzel kadınları da her erkek gibi fazlasıyla seviyor. Üzerine yapışmış komik adam halinin arkasında, aslında gerektiği yerde ciddiyetini koruyor. Olduğu gibi biri Erdem, lafını esirgemeyen, sokakta da sahne arkasında da röportaj masasında da.


cy a

Türker İnanoğlu'nun Gönlünde Yatan Aslan:

"Romantika" Üstün Akmen / ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

Özdemir Abicim, Merhaba!

"TİM" İstanbul'un Özlemine Yanıt Veriyor Film yapımcısı Türker İnanoğlu, Maslak'ta Darüşşafaka Cemiyeti'nin sahibi olduğu mekânda, yap-işlet-devret modeliyle hazırlanmış çok amaçlı bir projeye imza attı Özdemir Abi. İstanbul'un, İstanbullunun özlemine yanıt verebilecek nitelikte bir "Show Center" burası. Kısa adı "TİM" olan bu gösteri merkezi iki bin on kişilik ana salonu, sekiz yüz metrekarelik kablosuz internet bağlantı olanağı sunan şık ana fuayesi, beş sinema, bir tiyatro salonu, cafe/barları, restoranı ve beş mağazasıyla hiç kuşkum yok ki İstanbul'un en son teknolojiyle donatılmış, en yeni sanat, kültür, konferans ve eğlence merkezi. İlk gittiğimde, içimden: "Hay kesene, emeğine bereket Türker İnanoğlu," demiştim, dün gibi anımsıyorum.

pe

"Romantika' nın İzmir ve Bodrum turneleri varmış, tarihlerini bana öğren" diye talimat verdin ya, o anda nutkum tutuldu, bir şeycikler diyemedim. Sonradan öğrendim ki, bacımgillerden Ruhat Mengi'nin 25 Haziran'da Vatan'da yazdığı yazıyı okumuşsun.

Geçen gün, telefonda: "Romantika'nın İzmir ve Bodrum turneleri varmış, tarihlerini bana öğren" diye talimat verdin ya, o anda nutkum tutuldu, bir şeycikler diyemedim. Sonradan öğrendim ki, bacımgillerden Ruhat Mengi'nin 25 Haziran'da Vatan'da yazdığı yazıyı okumuşsun. Vallahi sen söyleyince beni de bir merak sardı, buldum buluşturdum, aynı yazıyı okudum. Ruhat Bacım "Bu oyunu sakın kaçırmayın" dedikten sonra: "... Çünkü görmelisiniz ve bu ekip turneye gitmeli, onlar için çok zor ama Romantika'yı bütün Türkiye'ye izletmeleri lâzım... Hatta daha da ileri gidiyorum ve Almanya'dan başlayarak Avrupa'da da oynamalılar diyorum. Keşke İngilizce oynanabilseydi, inanın bana izleyen herkesi hayran bırakırlardı. Asıl "Broodway"lik, "Covent Garden"lık müzikli oyun bu işte" diyordu.

İnanoğlu'nun İçinde Yatan Aslan Böylesi bir gösteri merkezini

İstanbullulara bir anlamda armağan eden elli bir yıllık başarılı sinema filmi, televizyon programları/dizileri yapımcısı Türker İnanoğlu'nun meğer içinde bir de başka aslan yatarmış be Özdemir Abi! Aslan yatarmış da, bugüne değin o aslanı sahneleyeceği yeri bulamazmış. Neymiş bu aslan? Müzikal yapmak... Kafasında bir öykü kurgulamış. Kökleri Osmanlı hanedanına uzanan, varlıklı ve güngörmüş bir ailenin Harvard'da öğrenim görmüş oğlu ile çalgıcılıkla geçinen bir Roman ailesinin kızının aşkı... Yani, "malûm" aşağıdakileryukarıdakiler öyküsü. Eee, ne de olsa iki aile arasındaki kültür, görgü, düşünce ve yaşam tarzı farklılıkları da seyirciyi gıdıklar ya!.. İnanoğlu, bu sıranın sıradanı öyküyü tutmuş, yüzün üzerine çıkan "dizi dizi incilerden" "Cennet Mahallesi"nin senaristlerine vermiş ve: "Alın bu öykümü, içimdeki aslanımı ortaya çıkartın, müzikal yapın," demiş.

25


"heder" olmuş, silinmiş, gitmiş.

a

"Romantika" başlıklı müzikli oyun işte böylece ortaya çıkmış.

Ruhat Mengi Büyülenmiş de... "Ben zaten Cennet Mahallesi dizisinin oldum olası hayranıyım, bu dizinin birçok oyuncusunun rol aldığı Romantika beni tam büyüledi. Bu kadar mı güzel "Roman" olunur, bu kadar mı doğal oynanır, her dakikasında güldüren bu kadar mı güzel komedi olur ve zamanın (ki üç saatten fazla sanıyorum) nasıl geçtiği anlaşılmaz?" diyor ya Mengi kardeş, sen ona kulak asma Özdemir Abi. Şakir Gürzumar dostum, başına bela aldığı bu "senaryo"da "olay" sayılan senaryo öyküsü örgüsüne sanırım müzik ve dansı katık edersem işi kotarırım diye düşünmüş. Bana sorarsa hata etmiş. Aksiyon gevşek, olaylar dizisi hepten zevzek. Haydi öz aramayalım, ama bu kadar da sığ beğeniye yönelinilmez ki be!

Kökleri Osmanlı hanedanına uzanan, varlıklı ve güngörmüş bir ailenin Harvard'da öğrenim görmüş oğlu ile çalgıcılıkla geçinen bir Roman ailesinin kızının aşkı... 26

pe

cy

Haldun Dornıen'in Emekleri Ama seni anlıyorum Özdemir Abicim, hem de çok iyi anlıyorum. Ruhat Mengi kardeşimiz: "Öğrencilik yıllarımdan bu yana Londra ve New York'ta oynanan hemen tüm müzikalleri gördüğüm için iyi bir karşılaştırma yapabilirim sanıyorum ve yapıyorum; her ne kadar tam bir müzikal sayılmasa da en az onlar kadar güzel bir oyun Romantika..." demiş ya, sen de ona kanmışsın. Böylece bir müzikli oyunun gerçekten ortaya çıktığını sanmışsın.

Oysa, kazın ayağı öyle değil be Özdemir Abi, vallahi öyle değil. Bak şimdi, Resul Ertaş ve Yaşar Arak adlı senarist kardeşlerim, oturmuşlar oyun metni değil, senaryo yazmışlar. Müzikli oyunun burlesk ile hafif opera türlerinin birleşiminden türediğini bilememişler. Bu türün nitelik ve nicelik bakımından çok çeşitlilik gösteren bir tür olduğundan haberleri yokmuş. Ve bırakın dünyadaki örneklerini, büyük olasılıkla bu türün bizdeki öncüsü ve "en büyüğü" Haldun Dormen'in yapımlarının hiçbirini, ama hiçbirini DVD'den, videodan dahi olsa izlememişler. Yılların ustası Şakir Gürzumar da, bu entipüften ötesi "senaryo"yu alıp, sahnelemeye kalkışmış. Dolayısıyla, Haldun Dormen'in bugüne kadarki emekleri de

Vallahi, sana acımasam, git izle bana hak ver diyeceğim. İşi Hafife Almak Diğer taraftan, Şakir Gürzumar'ın ikide bir "pis" diye koyuverilen sise ne amaçla neden gördüğünü anlayamadığımı hiç değilse sana itiraf edeyim. Sonra Melek Baykal'ın ve Çağla Şikel'in parmak şakırdatmayı öğrenmeleri bu kadar mı zordu ki, ellerini başlarının üstüne kaldırıp parmaklarını halden hale sokuyorlar, işin orasını da kavrayamadım. Polislerin

dansında "a:sa:yiş" sözcüğünün "asa:yiş" olarak söylenmesini düzeltmemesinin nedenini de vallahi bilmiyorum. Müzikli oyunun özgün müziğini yapan Cengiz Onural / Bora Ebeoğlu'na sözü getirirsem, onlara da temeli eğlendirici, hafif müziğe dayandıracağım diye müzik işi de böylesine hafife alınmaz ki deyiverip, kimseyi bu konuda daha fazla üzmeden kenara çekileceğim. Köroğlu Bile İşini Şişirmiş "En ufak abartı yok bu oyunu dört-beş kez hiç sıkılmadan izleyebilirim. Sadece Melek Baykal'ın 'çekirdek çıtlattığı' sahne için bile giderim" demiş ya Ruhat Mengi, sen ona da inanma. Bir kere, son yılların gerçekten başarılı dekor tasarımcısı Ali Cem Köroğlu, bu kere seyirci ile oyun arasında etkileşimi sağlayamayan, fevkalade işlevsiz bir sahne düzeni kurmuş. Her ne kadar Mengi Bacım: "Sahnenin hızla ve ustaca değişmesi, kostümler, dekorlar kusursuz" diyorsa da, özellikle yalı tablosundan "Çöplüktepe" tablosuna geçişlerde geniş aralıklı "black-ouf'ları engelleyemediğine sen de izlerken tanık olacaksın. Sahne arkasındaki deniz manzarası, görünenle görünmeyeni verme açısından bence hatalı. "Çöplüktepe", "Karakol", "Dodo'nun Yazıhanesi" tablolarında seyircinin imgesel dünyasını müthiş bozuyor bu "manzara".


Çağla Şikel. Müzikal oyuncusu ise hiç değil. Elinden bu kadarı gelebiliyor, n'apalım!

"Akademi Türkiye Yarışması"nda başarısıyla tanınan Özgür Çevik'e şarkı söyletmeyeceksen Yiğit rolünü neden verdin?" Öyle ya, başka oyuncu mu kalmadı da, tiyatro oyuncusu olarak fevkalade yeteneksiz olan bu müzisyene rol veriyorsun? Çağla Şikel, iyi niyetle elinden geleni yapıyor, ama eninde sonunda bir tiyatro oyuncusu değil

pe cy

Işık tasarımının ustası Yakup Çartık'ın bu eksikliği görmezden gelmesiyse hayli ilginç. Mengi'nin: "Danslara ruh verebilen dansçılar olağanüstü" dediği Tan Sağtürk'ün koreografisi içinse, "dans olsun diye dans olmamalı" tümcesini kullanacağım, elbet sen beni anlarsın. Hale Eren'in kostümleri için "eh" kıvamında deyip geçeceğim de fırsat bu fırsattır deyip, patrona o kadar para harcatmış, Güllü ile Berrak'a gelinliği giydirmişsin, gelinlik altına birer ayakkabı mı aldıramadın yahu Hale Hanımcığım diyeceğim.

a

"Romantika"ya Gitme Ruhat Mengi'nin: "Romantika'nın yazarından yönetmenine ve en küçük rolüne kadar tüm ekibi ayakta alkışlanmayı hak ediyor (aynen öyle yaptım zaten)" dediği kadroda, ben sana deyivereyim Sinem Ergin ve Engin Akyürek "vasat". Zeki Alasya, Buket Dereoğlu, Tarık Papuçcuoğlu, Şeyla Halis, Kazım Aksar, Veysel Diker oyunu renklendirmek için gerçekten çaba gösteriyorlar, ama olmuyor. Usta oyuncu Melek Baykal, dizide kullandığı ve seyircinin artık bezdiği o "mahut" "mayhoş beşuş" yüz ifadesini kullanmayı sürdürmekte. Serhan Arslan ve Erdem Baş şimdilik ileride iyi olacak gibi görünmekteler. Sema Aybars'a yazık edildiği bence kesin bir gerçek, bu rolü kabul etmekle Sema Aybars'ın kendine yazık ettiği ise ayrı bir gerçek. Yeşim Gül Aksar ve Ali ipin yaka mikrofonlarım unutup alabildiğine bağırıyor, böylece ciddi anlamda kakofoniye neden oluyorlar. Alona Atamer'in fiziğine laf ettirmem bilesin Özdemir Abi. Ama hepsi o kadar!

Resul Ertaş ve Yaşar Arak adlı senarist kardeşlerim, oturmuşlar oyun metni değil, senaryo yazmışlar. Müzikli oyunun burlesk ile hafif opera türlerinin birleşimin­ den türediğini bilememiş­ ler.

Yani uzun sözün kısası, bana sorarsan paranı katletme, "Romantıka"ya gitme. Romanlara pek meraklıysan İki Çeşmelik'e, Eşrefpaşa'ya, Kahramanlara, Hatay'ın arkalarına falan git derim. Yengeme selam eder, gözlerinden bûs ederim.

Gelelim Oyunculara Ruhat Mengi'nin: "Melek Baykal, Zeki Alasya ve Çağla Şikel'den başlayarak usta sanatçılardan oluşmuş tüm ekibin oyunu muhteşem" dediği bu müzikli oyunda kimse şarkı falan söylemiyor, orkestra da yok. Küçük bir saz grubu var, ama onlar da köşede sinmiş durumdalar. Hoparlörlerden ses geliyor, biri stüdyo kaydından bangır bangır şarkı söylüyor, oyuncu da ağzını açıp kapatarak, şarkı söyler gibi yapıyor. Diğer taraftan, Şakir Gürzumar'a sormak isterim:

27


a

Bir İhtimal Daha Var O da Ölmek mi Dersin?

pe cy

Beckett'in 100. Yaşında "Mutlu Günler" Diledik Pınar Toker / info@pinartoker.com

Sikharulib­ ze, Willie'nin ağzından seslendir­ diği; Beckett'in radyo oyunların­ dan çekip çıkardığı "Tanrı sevgidir" sözüyle, Beckett'in dünyasının umutsuzluk yüklü olmadığına işaret etmekteydi. 28

İnsan canlısı doğduğu anda şu iki soruyla dünyaya gelir: Yaşamak mı yoksa ölmek mi? Psikanalist Freud, bu temel çelişkinin içgüdüsel olduğunu savunuyor ve temel içgüdüleri yaşam ve ölüm olarak ikiye ayırıyor. Bunlardan ilki Eros, yani yaşam içgüdüsü (life instincts) hayatta kalmamızı bilinçaltının sazlıkları arasından fısıldarken; ölüm içgüdüsü, diğer adıyla thanatos (death instincts) sonsuz huzuru vaat eden anne karnının ılık ve güvenli ortamında zamansızlığın, mekânsızlığın, amaçsızlığın özlenen hafifliğine çağırıyor. Sonsuz planlar, gelecek kaygıları, bitmeyen istekler hiçbir yere ulaşmayan bir labirentteymişiz gibi hissetmemize neden olsa da, evrenin var olabilmesi için hayatta kalmamızı gerektiriyor. Yani yaşam denen döngü, ölümün ihtimaller arasında olduğunu bilsek de, hayatta kalmak için bahaneler üretmeye zorluyor. İnsanoğlunun var oluşundan beri süregelen bu çelişkinin uyumsuz düzeni, yaşamın aynası olan tiyatroya da konu olmuştur elbette. Bu yıl oyunlarında insanın bu gel-git içindeki çaresizliğine işaret eden uyumsuz tiyatronun nihilist yazan Beckett'i andık. 1989'da yaşam döngüsünü tamamlayan Beckett hayatta olsaydı bu yıl yüz yaşında olacaktı. Onun yüzüncü yaşı şerefine İstanbul'da bu yıl üç Beckett oyunu izledik. Bunlardan biri uyumsuz tiyatronun en

önemli oyunlarından "Mutlu Günler"di. Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu çatısı altında, Zurab Sikharulibze'nin sahneye koyduğu Mutlu Günler'de, yılgın çift Winnie ve Willie karakterlerine Cemil Büyükdöğerli ile Ayşe Lebriz etkileyici oyunculuklarıyla hayat verdiler. Gürcü yönetmen Zurab Sikharulibze, Willie'nin ağzından seslendirdiği; Beckett'in radyo oyunlarından çekip çıkardığı "Tanrı sevgidir" sözüyle, Beckett'in dünyasının umutsuzluk yüklü olmadığına işaret etmekteydi. Sikharulibze; Beckett'e ve onun Mutlu Günler'ine olan bakışını şöyle dile getiriyor: ".. .Beckett'in insanını göstermek için sadece Mutlu Günler oyununun metni yeterli değildi benim için. Mutlu Günler'i sahnelemekle Beckett'in daha önce sergilenmemiş radyo oyunlarını da ortaya koyma fırsatım oldu. Beckett'in tutkularıyla benim tutkularım bu oyunla örtüştü. Bana göre sevgi varsa, umarak yaşamaya devam ederiz. Sevgi umuttur, tanrı sevgisi de umut verir. Sevgi varsa, umut kalır geriye...". İnsanoğlu, yaşam içgüdüsü etkisiyle hayata tutunur ve kendine devam edebilmek için yeni sebepler üretir. Evrenin varlığı belki de insanın ummaya devam etmesine bağlıdır.


beraberinde getirir. Kişi kendine yabancıdır, sevdiğine yabancıdır. Çünkü tüm bu durmaksızın yapılan konuşmalar ve eylemler bir an gelir "bıkkınlık" yaratabilir. İşte o zaman "yabancı" oluveririz her şeye... Bu oyunda olduğu gibi: "...Kollarım... Göğüslerim... Hangi kol? Hangi göğüs? Hangi Willie?" Onlar; bıkkınlıklarına, yorgunluklarına çare bulamasalar da, yaşama devam etmek için mayıs ayının doğadaki tazelenme, yenilenme etkisinden nasiplerini almayı umuyorlardı. "Öykümü bitirdim ama doğru olanı değil" diyordu Willie. Bir yenisini yazmak ve bitirmeye çalışmak onu yaşama bağlamıştı. Willie ve Winnie biliyorlardı ki; dinlenmek için doğru zamanın gelmesini, Thanaoshos'un onları çağırmasını beklemek zorundaydılar.

cy a

Mutlu Günler zemini üzerinde Beckett'in radyo tiyatrosu eserlerinden "Cascando", "Ağız" ve "Sözler ve Müzik"le oluşturulmuş desenler -Mutlu Günler'i okuyanlar bilir- neredeyse hiç görünmeyen, yerlerde sürünerek hareket eden Willie'ye yaramış doğrusu. Oyunda iki karakter varsa birinin bu kadar görünmez olmasına Gürcü yönetmenin gönlü elvermemiş olsa gerek; metindeki Willie'yi içi saman dolu bir adam olarak bir köşede uyuklayan bir korkuluk olarak tasvir etmiş; onun tutkularına, hayal kırıklıklarına, yorgunluğuna ve yaşama isteğine tercüman olan yeni bir Willie yaratmış. Genç oyuncu Cemil Büyükdöğerli, Beckett'in radyo oyunlarından alınmış bölümler sayesinde hayat verdiği Willie karakterinin öfkesini, kızgınlığını ve geleceğe yönelik planlarını tutkulu anlatımıyla ve coşkulu oyunculuğuyla zaman zaman el feneri kullanarak- gözler önüne sermiş ve saman adam Willie'nin duygularına tercüman olmuş.

pe

Nerede oldukları o kadar önemli olmayan -sonuçta bu dünyada bir yerlerde- bu kadın ve erkek yapayalnız ve korunmasızdı artık. Winnie ve Willie gibi bir zamanlar birbirlerini sevmiş ve yabancılaşmanın bellekleri zayıflatan tuzağına düşmüş pek çok çiftin yok olmaya karşı mücadelesiydi Zurab Sikharulibze'nin sahnelediği Mutlu Günler. Önümüzdeki sezon tekrar izleyici karşısına çıkar mı bilinmez. Bu yüzden final cümleme yaklaşırken Ayşe Lebriz'in oyun hakkındaki düşüncelerine yer vermek istiyorum: "Öncelikle Mutlu Günler / Beckett projesinde olmaktan bir oyuncu olarak çok mutlu oldum. Her oyundan bir kazançla çıkmayı hedeflerim: Kendime, insana, yaşama dair bir şeyleri sorgulamaya başlarım yeniden... Öğrendiğim ya da edindiğim her bir bilgi beni zenginleştirir... Zurab Sikharulibze ile çalışmak her zaman söylediğim gibi çok keyifliydi. Oyuncularla yönetmenin dili, bakışı, derdi, kimyaları tuttuğunda oyunu çalışmak daha da zevkli hale geliyor. Zurab'la benim ve Cemil'in yaşadığı da böyle bir şeydi..."

Sisyphosvari bir yaşam süren bu karı-koca (Willie ve Winnie) " tanrı sevgidir" sözleri ile -üstad Freud'un "hayatın tüm amacı ölümdür" sözünü kulaklarına küpe yapmış olsalar da- "iyi olacaksın " hissinin ılık nefesi sayesinde hayatta kalabiliyordu. Toprağa çektiği Winnie karakterine Ayşe Lebriz hayat vermiş. Winnie, Thanaoshos'un çağrısına kulak asmamaya çalışan bir küçük burjuva kadındı aslında, elinde ruju ve aynasıyla. Hayatta kalma çabasını oyun boyunca yaptığı eylemlerden, güzelleşme çabalarından, anılarından, giyiminden anlayabiliyorduk. "Ne zamanın ne de mekânın kendi denetiminde olmadığı bir yerde (dağ başında, ıssız çorak bir yerde) "anlamsız" yaşamı biraz daha "katlanılır" hale getirebilmek için kendisine sürekli "avunulacak" işler, konular, hikâyeler bulmaya çabalayan bir kadındır Winnie..." diyor Ayşe Lebriz canlandırdığı karakter için ve ekliyor. ".. .İnsanoğlu bildiği şeyi sürdürüyor her şeye rağmen; yaşama isteğini... Hayatımıza anlam vermeye çalışırız. Her yeni güne "Bugün güzel bir gün olacak" ya da "Yeni bir gün daha" diyerek başlarız, tıpkı Winnie gibi... Tüm bu çabaların anlamsız, boş ve dahi "saçma" olduğu düşüncesi bir "yabancılaşma" sorununu da

Dönüyor... Dönüyoruz... Başladığımız yere varana kadar, bu başımızdan geçenlere yaşam denecek...

Winnie ve Williegibi bir zamanlar birbirlerini sevmiş ve yabancı­ laşmanın bellekleri zayıflatan tuzağına düşmüş pek çok çiftin yok olmaya karşı mücadele­ siydi Zurab Sikharulib­ ze'nin sahnelediği Mutlu Günler. 29


Pedro Et Le Commandeur

cy a

Therese Philosophe

Tilda Tezman / tildatezman@tiyatrodergisi.com.tr

30

pe

"Pedro Et Le Commande ur"a (Pedro ve Komutan) seyirci bilet bulabilmek için ter döktü. İki saatlik gösteriden çıkarken, herkesin yüzündeki mutluluk ifadesi bu oyunun büyüsünü yansıtı­ yordu.

Pedro Et Le Commandeur Pedro ve Komutan Bu sezon Paris'te en çok beğeni toplayan gösteri, hiç kuşkusuz, "Comedie-Française"de sahnelenen "Pedro Et Le Commandeur" (Pedro ve Komutan) oldu. Sezon boyunca, seyirci bilet bulabilmek için ter döktü. İki saatlik gösteriden çıkarken, herkesin yüzündeki mutluluk ifadesi bu oyunun büyüsünü yansıtıyordu.

sahneye koymuş. On iki kişilik zengin kadrosundaki oyuncuların her biri birbirinden yetenekli!

Barok bir peri masalı tarzında sahnelenen bu oyunun yazarı Lope De Vega. Bilindiği gibi İspanyollar için Lope de Vega tiyatronun Cervantes'i gibi. 17. yüzyılda Lope de Vega'yla sahneye farklı bir dramaturji anlayışı geldi ve doğaçlamaya yer verildi. Vega, sahneye özgür, başına buyruk, erdemli kadın portreleri getirdi. Her zaman aşkın zaferini anlatan oyunlar yazan Vega, 17. yüzyılın dini ve tutucu ortamına devrimci bir bakış açısı getirdi. Vega'nın ilk eserlerini on yaşında küçük bir çocukken yazmaya başladığı ve binin üzerinde piyes kaleme aldığı söylenir. Günümüze kadar ulaşan dört yüz eseri arasında yer alan "Pedro et le Commandeur"ü Florence Delay Fransızcaya uyarlamış. Omar Porras

I. Perde Zengin çiftçi Pedro ile güzel Casilda'nın düğün töreni yapılırken, Komutan Don Fadrique bir boğa tarafından yaralanır. Kendine gelip iyileşen komutan, güzel Casilda'ya körkütük aşık olur. Kölesi, komutana gönlünü hoş tutması için, yeni evlileri hediyeye boğmasını tavsiye eder. Pedro, komutana gelir ve güzel karısıyla kralın taç giyme törenine giderken, binecekleri at arabasını süslemek için ödünç kumaş ister. Komutan, derhal istediklerini verir ve genç evlilerin peşinden yola çıkar. Komutan çok önemli bir ressama Casilda'nın portresini gizlice yapması için para verir.

Dekor maketleri ve masklar Fredy Porras imzalı. Orijinal müzik Christian Boissel ve Omar Porras tarafından bestelenmiş. Fabianna Medina'nın koreografisi harika.


II. Perde Pedro bir heykel restorasyonunda çalışmak üzere Toledo'ya geri döner. Komutan, bir gece, kocasının yokluğunda, Casilda'yı ziyarete gelir. Ama Casilda, onun ilan-ı aşkını reddeder. Ama restorasyon çalışmaları esnasında, Pedro karısının portresini görür ve komutanın karısına aşık olduğunu anlar. III. Perde Komutan, Pedro'yu karısından uzaklaştırmak için, onu yüz kişilik bir manganın başına tayin eder. Pedro ordudan gizlice kaçıp, komutanı, karısına tecavüz edemeden öldürür. Karı-koca, kral ve kraliçenin huzuruna çıkıp af dilerler ve bağışlanırlar. Bu oyunun, masalımsı barok tarzı seyirciyi hemen büyülüyor. Hayatın gerçek yüzü, sihirle maskelenmiş gibi. Latin halk sanatının destansı lezzeti sahnede bir panayıra dönüşüyor. Oyuncuların vücut dili ve ses gücünde muhteşem bir enerji var. Her karakterin ruhunu bir ayna gibi yansıtan masklar öyle sahici ki: ; bazen kötü, bazen neş'eli, bazen gülen, bazen somurtkan, bazen alaycı, bazen endişeli... Masklar

sahnede adeta konuşuyor. Başarılı koreografi sayesinde de vücutlar her türlü duyguyu ifade ediyor. Bir saat elli dakika, antrakt olmaksızın, nefesimi tutarak seyrettiğim bu renkli, neş'eli, büyülü oyunu uzun bir süre unutamayacağım kesin!

Therese Philosophe Filozof Therese bir penis şeklindeki abajur da aydınlanıyor. Sonrasında, Francis Lopez operetlerinden fırlamışçasına, Rus kostümleri içinde Therese'in ağabeyi ortaya çıkıyor. Therese tekstini şehvetlimasum bir edayla, dudaklarında ironik bir gülücükle okumaya başlıyor. Bu monologa benzeyen tekstte, Therese cümleye başlıyor, ağabeyi de bitiriyor. Karşılıklı bir diyalog olmaksızın sürüp giden bu teksti, bu iki kişi okurken vurguları değiştirip, farklı bir dil oluşturuyorlar ve de seyirciyi çok ama çok yoruyorlar. Kelime salatasının arasında zorlukla bir sahiplenme hikâyesi tahmin edilmeye çalışılıyor. Bu arada, sahnede sürrealist, pornografik makineler yer almaya başlıyor. Devasa makinelerin mekaniği karşısında şaşırmamak mümkün değil. Yukarıdan aşağıya doğru asılı duran erotik gravürler 18. yüzyıl Vaucanson figürleri...

cy

a

Paris'teki en önemli devlet tiyatrolarından biri olan "Odeon-Theâtre de l'Europe"da "Berthier Atölyelerinin" gösterisi "Therese Philosophe" (Filozof Therese) çok değişik ve sıradışıydı.

pe

"Therese Philosophe"un tekstini Anatoli Vassiliev uyarladı, sahneye koydu ve dev makineleri tasarladı. Bugün tiyatrocuların gurusu olarak kabul edilen Rus yönetmen Anatoli Vassiliev, deneysel tiyatronun önde gelen isimlerinden biri. Tiyatro sahnesine sürekli yenilikçi bir soluk getirmeye çalışan Vassiliev, ne yazık ki seyircisinden her zaman pozitif bir tepki alamıyor. Vassiliev "Therese Philosophe" projesi üzerine on beş senedir kafa yoruyordu. Bu tekst, roman olarak 1748'de Marquis d'Argens olarak anılan Jean-Baptiste de Boyer tarafından kaleme alınmıştı. Marquis de Sade'ın kendisine çok benzettiği ve hep övgüyle andığı bu Marquis d'Argens'ın hayranları arasında Apollinaire, Puşkin, hatta Dostoyevski bile var...

Bu tekst, genç ve güzel bir kız olan Therese'in erotik ve mistik itirafları üstüne dönüyor. Sahneye önce boynunda siyah çilekler olan, cambaza benzer bir piyanist çıkıp, kulakları tırmalayan, müziğe pek benzemeyen sesler çıkarıyor. Ardından, elinde çanlar sallayan genç bir kız sahnede salınmaya başlıyor ve kitabı andıran devasa bir kutu sahnede açılıyor ve içinden Paco Rabanne imzalı metallerle bezeli çok garip bir kostüm giymiş Therese oturur vaziyette ortaya çıkıyor. Therese'in yanındaki sehpada büyük

Therese'in kadınlık cinselliğine yaptığı şehvetli yolculukta özel ve yüz kızartıcı sırlar, ses tonlamalarının dalgalanması ile anlatılıyor. Erkek kardeş oynarken sürekli terliyor, çünkü bir yandan çok zor bir tonlamayla cümlelerini kurarken, diğer yandan o heybetli makinelerin mekanizmasını çalıştırıyor. Üç saat kırk dakikalık bu gösteride üç defa antrakt oldu; Vassiliev'in sahneye koyduğu bütün diğer oyunlar gibi bazı seyirciler alkışladı, bazıları ise şaşkınlıkla bakakaldı.

Paris'teki en önemli devlet tiyatroların­ dan biri olan "OdeonTheâtre de l'Europe"da "Berthier Atölyeleri­ nin" gösterisi "Therese Philosophe" (Filozof Therese) çok değişik ve sıradışıydı. 31


cy

a

Tasarımcılar Prag'da Buluştu

2007 Prag Quadrennial'i 1967 yılından bu yana her dört yılda bir Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da aralıksız düzenlenen Prag Quadrennial'i bu alanda dünyadaki en büyük ve önemli etkinliktir. 32

pe

Efter Tunç / efterus@gmail.coin

Sahne sanatlarının en önemli öğelerinden biri olan sahne tasarımı kavram olarak tiyatro tarihi kadar eskidir, sanatın tüm dallarını bünyesinde barındıran kolektif bir yaratım süreci ile gerçekleşir, bu süreç sonucunda sahne ile seyirci arasındaki organik anlam bütünlüğünün oluşturulması ve atmosferin seyirciye iletilmesi ile görevini üstlenmiş olur. Geçen süreç içerisinde sahne tasarımı eski doğu Avrupa ve Avrupa'nın diğer kesimlerinde terminolojiye 'scenography' olarak yerleşmiş ve sahne bilimi olarak sahne tasarımı bir uzmanlık alanı olarak kabul edilmiştir.

13.261 metrekarelik fuar alanında Toplam 52 ülke ulusal sergileri ile, kırk iki ülke okullar bölümünde, yirmi beş ülke de Mimarlık ve Teknoloji bölümünde yer aldı. Her ülke kendilerine ayrılan standlarda kendi sergi küratörlerince belirlenen dört yıl içinde sahnelenmiş ve tasarımları ile başarı kazanmış oyunlara ait dekor, kostüm eskizleri, maket ve prodüksiyon fotoğrafları vb. görsel dokümanlar sergilendi. Ayrıca her ülke stand tasarımları, sergi konsepti ve sunumlarına sanatın her dalı ile teknolojinin en son yeniliklerini bütünleyip adeta bir tasarım yarışı içine girdiler.

1967 yılından bu yana her dört yılda bir Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'ta aralıksız düzenlenen Prag Quadrennial'i bu alanda dünyadaki en büyük ve önemli etkinliktir. Dünyanın her köşesinden gelen profesyonel sahne tasarımcıları, kostüm tasarımcıları, sahne mimarları ve akademisyenlerin buluştuğu Prag sergileri katılımcılara deneyimlerini, sahne sanatlarındaki yeni eğilimleri ve son teknik gelişmeleri paylaşma olanağı sunar. Çek Kültür Bakanlığı ve Çek Tiyatro Enstitüsü tarafından organize edilen Prag Çjuadrennial'i bu yıl 40. yaşını kutladı. 14-24 Haziran 2007 tarihleri arasında gerçekleşen PQ 2007 Serginin geleneksel mekanı olan Endüstri Sarayı ile Krizik galerisinde toplam

PQ'da Türkiye: PQ'nun organizasyonel ortaklarından olan 'OISTAT -Uluslararası Tiyatro Sahne Tasarımcıları, Teknisyenleri, Mimarları Birliği' 1948 yılında UNESCO'nun desteği ile kuruldu. Kuruluşunda özellikle Doğu ile Batı Avrupalı tasarımcı ve sanatçılar arasında kültürel ilişkileri kolaylaştırma amacını güden örgüt, demirperdenin yıkılması ile tüm dünya sahne tasarımcılarının arasındaki iletişimi sağlayan bir misyon üstlendi. Bugün tüm dünyadan kırka yakın üyesi bulunan OISTAT, Eğitim,Teknoloji, Sahne, Kostüm Tasarımı, Tarih ve Teori, Basın ve Tiyatro Mimarlığı konusunda oluşturduğu komisyonlarla çalışmalarını sürdürmektedir.


Türkiye Prag Çhıadrenniali'ne ilk katılımı 2003 yılında Mimar Sinan Üniversitesi'nin organizasyonunda küçük bir sergi ile gerçekleşmişti. Aynı yıl üniversitede ders vermekte olan TRT İstanbul Televizyonu tasarımcısı Evcimen Perçin'in girişimi ile 'STD -Sahne Tasarımcıları Derneği' kuruldu ve hemen ardından Türkiye OISTAT'a üye oldu. OISTAT'm Türk tasarımcıları ile tanışması, 2005 yılının kasım ayında OISTAT eğitim komisyonu üyelerinin İstanbul ve İzmir'de Türkiye'de sahne tasarımı eğitimi veren yüksek öğrenim kurumlarına yaptıkları ziyaret ile gerçekleşmiştir, yine bu tarihlerde Sahne Tasarımcıları Derneği'nin Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı'nda yaptığı Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, İstanbul, Bakırköy, İzmit Şehir Tiyatroları, TRT gibi kurumlarla birlikte bağımsız çalışan tasarımcıların, öğrenci işleri bölümünde ise Dokuz Eylül Üniversitesi Sahne ve Görüntü Sanatları, Sahne Tasarımı bölümü öğrencilerinin katıldığı I. Ulusal Türk Sahne Tasarımcıları sergisi ile OISTAT başkan ve üyeleri Türk Tasarımcılarını yakından tanıma fırsatı buldular. Türkiye 2007 Prag Quadrennali'ne Evcimen Perçin'in küratörlüğünde, hiçbir kamusal yardım alınmadan sadece küçük bazı kurumsal sponsorluklar ve katılımcıların katkıları ile ilk kez tüm bölümlerde katıldı. İstanbul Şehir Tiyatroları, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, TRT gibi kurumlardan ve bağımsız çalışan, Sahne Tasarımı, Kostüm Tasannu, Tiyatro Mimarlığı alanında toplam yirmi altı sanatçının çalışmalarının katıldığı 2007 Quadrenniali'nde Türkiye standında yer aldı. Katılan Tasarımcılar ve çalışmaları:

Devlet Tiyatroları: Şirin Dağtekin; Savaş, Kadın ve Oyun, Hakan Dündar; Kır, Murat Gülmez; Antigone, Işın Mumcu; Sen de Gitme Triyandifilis, Ethem Özbora; Amadeus, Zeki Sarayoğlu; İkinci Caddenin Mahkumu. Devlet Opera ve Balesi: Tayfun Çebi; Uçan Hollandalı, Behçet Malikler; Carmen, Adnan Öngün; Deli Dumrul, Efter Tunç; Sevil Berberi

Devlet Opera ve Balesi; Serdar Başbuğ; İstanbul Balesi Semaver Kumpanya; Funda Çebi; Mem ile Zin Sinema; Naz Erayda ; Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü kostüm eskizleri ve prodüksiyon fotoğrafları ile katıldılar. Sahne Mimarlığı: Ayşe Türemiş; İstanbul'da 19 yy. yapılmış tiyatro binalarının suluboya Re-konstrüksiyon sergisi Cafer Bozkurt; Bursa Atatürk Kültür Merkezi projesi Cem Yücel, Garajistanbul projesi mimarlık bölümünde çalışmaları ile katıldılar. Ayrıca Quadrennial'in özenle üzerinde durduğu konulardan biri de eğitim ve okullar seksiyonudur. Ülkelerin okullar sergisinden başka Scenofest adı altında büyük bir öğrenci çalışmaları buluşması yapılmaktadır. Sadece öğrencileri değil aynı zamanda profesyonel tasarımcıları da içine alan Oistat'ın bu organizasyonunda tüm dünyadan gelen yüzlerce öğrenci burada eğitim aldığı okulu, ekolünü ve ülkesini tanıtmayı amaçlayarak, farklı ekollerden ve ülkelerden gelen öğrencilerle tanışıp yeni şeyler öğrenme fırsatı da bulmaktadırlar. OİSTAT eğitim komisyonunca belirlenen bu yılki proje Aristophanes'in Kuşlar adlı eseriydi. Sonsuz özgür bir yaratım imkanı sunulan öğrenciler diledikleri yerde ve uzamda farklı disiplinlerden yararlanarak esere ait görsel tasarımlarını gerçekleştirme fırsatı yakaladılar, bu çalışmaları Endüstri Sarayı'nın orta alanında Babil Kulesi'ni simgeleyen bir konstrüksiyonun altında ve etrafında görsel bir şölenle izleyicilere ve Scenofest jürisine sundular. Scenofest'in en önemli amacı öğrencilerin birbirleri ile işbirliği içinde bir şeyler yaratması, farklı kültürleri tanıması, farklı dil ve geleneklerden gelen öğrencilerin

Dünyanın her köşesinden gelen profesyonel sahne tasarımcıla­ rı, kostüm tasarımcıla­ rı, sahne mimarları ve akademis­ yenlerin buluştuğu Prag sergileri katılımcılara deneyimle­ rini, sahne sanatların­ daki yeni eğilimleri ve son teknik gelişmeleri paylaşma olanağı sunar.

pe

TRT: Evcimen Perçin, Divançe

Devlet Tiyatroları; Gülümser Erigür; Yer Demir Gök Bakır, Çevren Sarayoğlu;** Tepegöz, Serpil Tezcan; Amadeus

cy a

Sahne Tasarımcıları: İstanbul Şehir Tiyatroları: Barış Dinçel Saygılı Yosma, Ayhan Doğan; Maria Stuart

İstanbul Şehir Tiyatroları: Canan Göknil; Maria Stuart, Zuhal Soy; Midasın Kulakları, Duygu Türkekul; Gılgamış, Feyza Zeybek; Gayri Resmi Hürrem

dekor eskizleri, maket ve prodüksiyon fotoğrafları ile katıldılar. Kostüm Tasarımcıları:

33


pe cy a


birlikte kolektif ortak yeni bir şeyler yaratmasıdır. Scenofest büyük bir uluslararası öğrenci workshopu gibi görünse de her ulustan gelen öğrencinin gelecekte barış içinde mesleki ilişkiler kurması adına yüklendiği misyon çok önemlidir. Scenography, kostüm, kukla, ışık tasarımı, mimarlık ve teknoloji ile ilgili seminerler ve workshoplarm yer aldığı bu organizasyonda Heiner Goebbels, Michael Levine, Richard Hudson, Jean Guy Lecat gibi dünyanın en önemli rejisör ve tasarımcıları bilgi ve deneyimlerini öğrenci ve profesyonel tasarımcılarla paylaştılar. Gösteri dünyasında çalışan profesyoneller arasında fikirlerin ve yeniliklerin paylaşımını teşvik etmek ve bu alanın profesyonelleri arasında uluslararası işbirliğini geliştirmek adına Scenofest OISTAT'ın misyonunu ortaya koyan bir organizasyondu. Katılan her ülkenin kendi ulusal akademik eğitim anlayışını sunduğu okullar kategorisindeki sergide ülkemizi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sahne Dekorları ve Kostümü Bölümü Başkanı Prof. Bengi Bugay'm küratörlüğünü yaptığı öğrenci sergisi temsil etti. Kaleydoskop tarzında kutuların içlerine sergilenecek işlerin görüntülerinin yerleştirildiği ancak kaleydoskop gibi görüntüyü çoğaltmadan, iki boyuttan üç boyutlu hale getiren mercekler ile bakılarak sunulan işler 'sahnelemenin bir ilizyon olduğu nu' vurgulayan başarılı yirmi beş öğrenci çalışması ilginç sergi sunumu ile ayrıca dikkat çekti.

a

Quadrennial jürisinin değerlendirmesi sonucunda verilen ödüller Quadrennial'in en büyük ödülü olan Golden Triga'yı 'Yirmi Yıl Sonra Bizim Çehov' Teması ile en iyi ulusal sunum ve en iyi sergi tasarımı ile Rusya; Teknolojiyi en iyi kullanan ülkeler; Taiwan, Slovakya altın madalya

cy

En gelecek vaat eden öğrenci dalında ve Scenofest ile; Letonya, adına Reinis Suhanovs altın madalya

pe

Öğrenci dalında en iyi öğrenci sergisi sunumu ayrıca Scenofest sunumu ile Letonya'nın okullar sergisine altın madalya

En iyi realize edilen prodüksiyon dalında Almanya'dan Johannes Schütz ve Güney Afrika'dan Brett Bailey altın madalya En iyi Kostüm dalında Meksika, altın madalya En iyi Sahne Tasarımı dalında Joao Mendes Ribeiro'un Tasarımı ile Portekiz, altın madalya Mimarlık ödülüne değer proje bulunamadı, bu dalda onur ödülü İspanya'ya verildi. Unesco'nun sponsorluğundaki Performans sanatları sanat teşvik ödülünü ise: Şili, Çek Cumhuriyeti,Yunanistan, Kore ve Sırbistan aldı. Bu tarihler arasında sadece bu organizasyona katılanlar dünyanın 79 ülkesinden gelen 23.000 ziyaretçiydi. Barış duygusunun dünyada bu kadar zedelendiği çağımızda, dünyanın dört bir yanından gelen sanatçıların kültürlerarası bu büyük buluşmada, her ulusun gelenekselden moderne disiplinlerarası tüm sanat dallarının ve teknolojinin de bileşimiyle mesleki duruşlarını özgürce ve barış içinde ortaya koydukları büyük bir şölendi.

Türkiye 2007 Praq Ouadrennali'ne Evcimen Perçin'in küratörlüğünde, hiçbir kamusal yardım alınmadan katıldı.

35


cy a

|Sokakta Neler Oluyor? Kaldırımların Acıklı Karnavalları

Kuklacı

Fatih Kolçak ve

Yolunuz Taksim tarafına düşüyorsa, illaki ya

metroda ya da tünele doğru bir köşe başında Fatih ve Vehbi'yle karşılaşmış sınızdır. Hatta birkaçınız izlemiş bile olabilirsiniz. Masallar Diyarı kuklasını... 36

pe

Çikolata Saçlı, Mahsun Yüzlü Vehbi Suat Başkır / sbaskir@yahoo.com

Böyle başladı bu yolculuk...

yalnızlıkların sergilendiği ormana, yani şehrin tam da göbeğine, kaldırımlara doğru vurdum Nicedir düşünüyordum, şehrimde, kaldırımlarımda, adımlarımı... kendine has üsluplarıyla birtakım insanların, şu coğrafyanın havasına suyuna uygun bir sıcaklık ve Aman efendim neler göreyim; bir çırpıda yüzünü acıklı, mecburi bir cesaretle, bu alafranga icadı, dünyaya dönmüş, televizyondan uydurulan ezberlerin benim dilimdeki alaturkayla harmanlayan, fikriyatınınaksine, ortaya yaşamından bir parçayı, zamanı ya atasında, kelimelerinin özünde, ecnebi dili da parayı değil, yaşamını koyarak, kendi sahnesinde gülümseyen, ama tam da benim toprağımın var olan, umutlu, sessiz, cesur, gözleri parıldayan, duygusallığıyla yoğrulmuş, tam da benim insanımın kendi felsefesini yaratmış ve ne kadar izleyicisi olsa kalbiyle doymuş, gevelemenin ve yapaylığın aksine da hep tek başına kendi oyunuyla yaşayan, aklı bizzat olan ve orada duran, koza karşılık blöfün selim halkımla karşılaşmaya başladım her adımda... değil, en değerlisinden kozun çekildiği bir kumarın oynandığı, sanat için yaşayan değil, yaşamak için Bunların hepsi bendim aslında... yapılanların sanat olduğu eylemlere ne zaman yürürken şaşırıp bakakalacağım diye... Ve başladık yolculuğumuza Don Kişot'tan bozma bir biçimde... Ve yine nicedir oralarda bir yerlerde var olduğunu bildiklerime, yürümeye başladım... Nereye gittiğimi Yolunuz Taksim tarafına düşüyorsa, illaki ya metroda bilmeden, kalemimin peşi sıra diye, diye.... ya da tünele doğru bir köşe başında Fatih ve Vehbi'yle karşılaşmışsınızdır. Hatta birkaçınız izlemiş Böyle ağdalı, ağdalı düşünürken, kalkıp da beni her bile olabilirsiniz. Masallar Diyarı kuklasını... defasında hayal kırıklığına uğratanların beslendikleri tarlalara girmektense, açılıp kalabalıktan biraz da Gündüzden telefonlaştık Fatih'le... Akşam yediden


pe

cy

a

itibaren tünele doğru bir yerlerde görürsün abi beni, Bir tane oyunum vardı "Yüzbaşı" diye. O oyunun dedi... Peki, dedim... Çıktım işten, sürdü kalemim içinde kuklacı diye bir karakter vardı. İşte o oyunun beni, fotoğrafçı arkadaşım Ezgi ile Taksim'e... kuklasını yapabilmek için kuklacı birini arıyorduk. O kuklayı yaparken ben de sevmeye başladım Tam da dediği saatler Fatih 'in ama yürü yürü yok, kuklacılığı. Ve Vehbi'yi yaptım. ne yalan söyleyeyim, yahu bu adam sokak kuklacısı, bu işin davetiyesi ya da rezervesi yok, ya aklına Kaç yaşında Vehbi? estiyse çıkmazsa diye içimi kemire kemire yürürken Masallar Diyarı İmparatorluğunda dört yüz iki ama karşılaştım Fatih ile. Yer arıyordu ama iyi yerler biyolojik olarak dört yaşında. tutulmuştu İnceden sohbet ede ede, yer bakmaya Peki sokak nereden çıktı? devam ettik ve beraberce yürümeye. Benim zaten sokakta bayağı bir eşim dostum var. Bir yandan etrafı kesiyor, bir yandan bana Bir gün yine sokakta heykeltıraş bir arkadaşla başka anlatıyordu: "Kuytu bir yer olmalı, dükkanlardan bir projede bir iki yıl çalıştık. Sonra pantomim müzik sesi gelmemeli, insanların toplanacağı ve yaptığını öğrendim, o sene ben de pantomime aşık kimseyi engellemeyeceği bir alan olmalı, yoksa oldum. Sokakla tanışmamın hemen ardından, mazallah ya polis gelip kaldırır ya zabıta, e biraz yapabileceklerimi sokağa taşımaya başladım. da şans olmalı tabii, izleyicilerle yürüyenler birbirine de girebilir pekala..." Kukla önce mi sonra mı pantomimden? Önce kukla. Pantomim daha bir yıl oldu Mimar Sonunda Odakule'nin biraz daha Tünel'e doğru Sinan'da birtakım atölye çalışmaları yapıyoruz, aşağısında bir yer bulduk Ve başladık yerleşmeye. eğleniyoruz. Fatih, çantasını açtı, edevatı çıkartmaya başladı, bir yandan da Ezgi tripotunu kurmaya... Bense Yarattım Vehbi'yi, attım sokağa diyorsun. Ne Fatih 'in etrafında, oyununu da kaçırmaması için eğitimi aldın? büyük bir telaşla bir yandan sorup, bir yandan Bir akademik eğitimim yok benim. Küçük tiyatro sahnesini kuran bu genç adamın, yavaş yavaş kurslarında tiyatro eğitimi aldım. Kendi çabamla kuklacıya dönüşmesini izliyordum. Elimde ses kayıt biraz yazarlığımı geliştirdim. Oyunlar yazdım cihazı, İstiklal Caddesi'nin gürültüsünde, başladık "Masallar Diyarı" dışında. sohbete, hani derler ya tam da harala gürele ... Vehbi'nin hikayesi nedir? Kimsin abi sen ? Vehbi, masallar diyarında yaşayan biri ama henüz İsmim Fatih Kolçak. Otuz üç yaşındayım.. .Yazarım. kahraman değil ve kendi masalı olsun istiyor. Masal perisi kabul etmiyor. Vehbi de suç işlerse bir masalda geçeceğine inanıyor. Sinbad'ın halısını çalıyor falan Kukla ile ilgili bir eğitim aldın mı? ama olmuyor. Sonra masal perisinin kanadını Almadım. Yok zaten. koparıyor ve gerçek dünyaya, Türkiye'ye sürgüne İçindeki yazarlığın yaratıcı doğasıyla sokağa attın gönderiliyor on yıllığına. Çevresini anlamaya çalışıyor. Çünkü Vehbi yüz elli yıldır kitap okumuyor kendini yani. Hikayen nasıl başladı?

"Bir akademik eğitimim yok benim. Küçük tiyatro kurslarında tiyatro eğitimi aldım. Kendi çabamla biraz yazarlığımı geliştirdim. Oyunlar yazdım "Masallar Diyarı" dışında." 37


"...bir kahramanlık durumu yok aslında,

ama

anlatmaya çalıştığım bir nevi ezber kırma durumu."

ve günümüze geliyor, şaşkın ve acıklı bir durumda tabii. Oyun ne kadar sürüyor? Oyun toplam elli-elli beş dakika ama ben beş-on dakikalık altı-yedi bölümde oynuyorum. Başka bir oyunun oynandı mı? Yazarlığın ne alemde, şu anda istediğin seviyede misin? Kendim Vehbi'yi oynuyorum işte. Yazdığım dört tane tiyatro oyunum var, iki tane kukla oyunum var ama onları oynayacak, güvenebilecek bir grup bulamadım ve küstüm tiyatroya. Romanlar yazıyorum. Büyük bir keyif alarak "4. Napolyon" diye bir romanın üzerinde çalışıyorum şu an. Yazarlığımın bir yere ulaşmasını istemiyorum. Yazar olmak istiyorum. Açıkçası zaman karşıtı bir şekilde yazıyorum. Bunların da prodükte edilmesi çok güç. Peki aranızdaki bağlantı nasıl, amatör tiyatrolarla diğer sokak oyuncularıyla nasıl bir ilişki içindesiniz? Sokakta hemen hemen herkes birbirini tanıyor. Ama dayanışma dersen o tartışılır, ciddi bir sorun da yok aramızda, belki daha iyi olmalı.

Sokak Tiyatrosu, sivri dilin, sanatın hoşgörüsünde bir gerilla olabilmenin duruşudur. Sen sokağa bu anlamda ne kattığını düşünüyorsun. ? Neyi değiştirmeye çalışıyorsun? Dedim ya, bir kahramanlık durumu yok aslında, ama anlatmaya çalıştığım bir nevi ezber kırma durumu. Her şey para ile alınıp satılabiliyor. Ezberlenmiş bir hayat yaşıyoruz. Ve bu ezberlenmiş metinler ezberleyen insanlara ait değil. Sokak bu ezberlerin bozulma yerlerinden birisidir. Tabii bu ezber çok entelektüel bir laf. Entelektüeller yaşamın gerçekliğinin ezberini bozmalıyız derler. Ama ben bu işi sokakta, kırılarak, çatlayarak yapmaya çalışıyorum. Ve burada, modernleşmenin arkasında kalan algının utancını taşıyorum. Ve algılanmayı bekliyorum. Bunun üzerine düşündüm, okudum birkaç metot geliştirdim. Ana metodumda varoluşsal nitelik, yani mesleğimde en ileriye gitmek, mesleğimi nerede yapmak, sokakta yapmak. Sokakta ne olacak peki, bu hüzünlü adamların içinden çıkan sanatçıların, diğerlerindeki modern algıyı kırabilecek işler yapmaları sağlanacak. Sokaktan aldıklarıma karşılık sokağa bunu vermek istiyorum. Ne kadar süre sokakta kalacaksın? On yıl diye plan yapmıştım, ikisi gitti kaldı sekiz yıl. Plan niye? Belki oyunculuktan daha çok yazar olduğum için ve bu hayalciliği bu oyunla bu kadar doyurabileceğim için.

cy

a

Popüler tiyatrolar veya oyuncular sizin işlerinizi 'sallamıyor' büyük ihtimalle? O garip bir şey. Mesela popüler oyunculardan bahsediyorsan onlarla aram çok kötü değil ama bütün tiyatro oyuncuları İstiklal Caddesi'ne mi gelmiyorlar yoksa onların göreceği kadar görkemli mi değiliz, bilmiyorum. Oyuncu arkadaşlarım var ama onlar tiyatro oyuncusu değil. Daha çok televizyon oyuncuları. Tiyatro kökenliler de var tabii. Ancak genel bir görmemezlik durumu var. O sakallı gözlüklü meşhur tiyatro eleştirmenleriyle metroda karşılaştığımızda durup izlemeye bile tenezzül etmiyorlar. Türkiye'de sokaktan oyuncu çıkmaz diye düşünüyorlar herhalde. Ama bir gün bir yerde karşılaşırız.

gibi bir isteğim ya da talebim yok. Yazar olarak, onurlu bir geçmiş yaratmaya çalışıyorum kendime. En pragmatik davranışım bu. Sokakta olmak bana cesaret katıyor.

pe

Metronun engelli asansörüne biniyorlar yani. Diğerleri, arkadaş olduklarının katkıları oldu mu, gelip izlediler mi, izleyince ne yaptılar, sen ne bekliyorsun da ne verdiler sana? Ben bir şey beklemiyorum. Aynı mesleği yapıyoruz, ben sokak oyuncusuyum ve dolayısıyla reşit biriyim. Beklediğim asıl şey, belki de beş yıl sonra İstiklal Caddesi'nin ya da başka bir yerin çok kaliteli bir hale gelmesi, yani şimdi şu kutuya demir paralar düşüyorsa, işte beş yıl sonra kağıt paraların düşeceğini beklemek mutlu ediyor beni. Yani kahraman olmak

38

Peki dünyadaki örneklerini biliyor musun? Takip ettin mi hiç onları, ne etkiledi seni, oyunu veya sokaktaki bu duruşu şu şekilde değiştirebilirim filan dedin mi? Dünyadaki bu tarz aksiyonların, bize yansıyan tarafı,


cy a

işte saçlarını rasta yapan, labut çeviren, ne bileyim akrobasi yapanlar, yani harekete dayalı Avrupa zekasına hitap eden basit, kolay çözülebilen şeyler. Ama bunların yanında çok iyiler de varmış. Londra'da bir adam, pantomim konusunda sahneye çıkanlardan çok daha kaliteli ve başarılı gösteriler sunuyormuş sokakta. Ama gösteriye jiple geliyor mesela. Buna benzer birkaç grup var ama genel anlamda hippiliğe dayanıyor sokak kültürü orada. Bu durumda onlara ulaşmam da güç olduğu için oradan kendime bir şeyler kattığımı söyleyemem.

pe

Jiple sokağa gelen adam racona aykırı mıdır? Bunun adı bohem olmak sonuçta, sen jiple gelir misin? Düşünüyorum gelmeyi. Yani jiple gelmenin tek bir anlamı olabilir. Jip paradır, para da güçtür. Sokaktayım ama güçlüyüm durumu. Yukarıda anlattığım ezber kırmaya en iyi örneklerden biridir bu durum. Jipe binmek hain olma durumu değildir burada.

veriş içine girdiğin vakit, onun çocuk boyutuyla karşılaşıyorsun. Ve çocuk o kadar da gerçek olan boyutumuz ki, en azından algılama ve yorumlama olaylarını olabildiğince yapay sağlamalardan uzak tutuyor. Bu açıdan bakınca birbirimizde yakaladıklarımızın ne denli az ve doğru olduğunu görüyorum. Tabii ki hiç denecek kadar kazanıyorum, ve tabii ki o kazandığım da bana yetiyor.

Türk zekası ne peki? Nasıl bir hareket olmalı buralarda? Mesela Avrupa'nın hiçbir yerinde sokağa çıkıp hüzünlü bir drama yapan bir adam olacağını sanmıyorum Türkiye'den başka. Bu topraklarda her tarafımız acıyla çevrili, bunun için özel üretime gerek yok. Alış-veriş haline geliyor bir süre sonra. Çünkü kukla neşeli bir şey gibi gözüken, hüzünlü bir anlatıcıdır aslında.

Sen neyi yakalıyorsun insanlarda? Dört yıldır varsın, bu önemli bir şey, sonuçta Vehbi'yle beraber karnınız doy malı. Kukla çocuksu bir şey, izleyen anne babalar da kendi çocuklukları ile izliyorlar. O yüzden belki de ilk sıkılan çocuk oluyor ama sonuçta kendini anlatmaya gerek kalmadan zaten biliniyorsun, oyunun öncesi hazırlık yapıyorken. Ve bu her yeni günde yeni insanlarla karşılaştığın bu caddede, her zaman yeni izleyici sunuyor. Bu şekilde yetişkinle bile bir alış

Kalabalık toplanmıştı ve mecburen ve muhtemelen konuşacak daha çok şey varken, virgül koyduk sohbetimize. Yeni bir şeyler yaratmaktansa, insanlarda var olanı hatırlatmak gayesiyle, ezberi kırma savaşının içine, yeniden aynı oyunlarıyla dalıyorlardı, kalemimin peşi sıra diye diye yürüyen benin, sokakta bulduğum ilk arkadaşlarım, Kuklacı ve Vehbi... Kuklacının beline bağladığı küçük hoparlörden ,eğreti tesisatın içinden gelen hüzünlü gitar sesiyle başladı gösterileri... -ÖhhööÖhhhhöööL - Ben Vehbi, - Mahzun yüzlü çikolata saçlı Vehbi... - Bir masallar diyarı imparatorluğu kuklasıyım. Anlatmak istediğim, yani başımdan geçenler şöyle... Kuklacı (Fatih Kolçak) ve Vehbi, her perşembe 1722:00, her cuma 13-17:00 arasında Taksim Metro, her gün 19.00'dan sonra İstiklal Caddesi'nden tünele doğru yürürken herhangi bir köşebaşında...

Kuklacı (Fatih Kolçak) ve Vehbi, her perşembe 17-22:00, her cuma 13-17:00 arasında Taksim Metro, her gün 19.0.0'dan sonra İstiklal Caddesi'nden tünele doğru yürürken herhangi bir köşebaşın­ da...

39


40

"Documanta 12" Nihal Kuyumcu / nihalkuyumcu@yahoo.com

pe

Dünyada Çağdaş sanat sergileri içinde en önemlile­ rinden biri olan "Documan­ ta" Almanya'nın Kassel şehrinde Eylül 2007'ye kadar sanatsever­ lerle buluşuyor.

cy a

Çağdaş Sanat Eserleri buluştu

Dünyada Çağdaş sanat sergileri içinde en önemlilerinden biri olan "Documanta" Almanya'nın Kassel şehrinde Eylül 2007'ye kadar sanatseverlerle buluşuyor. 1955'ten bu yana gerçekleştirilen ve on ikincisi düzenlenen sergiye bu yıl da dünyanın her yerinden yüzden fazla sanatçı katıldı... Çeşitli açık alanlar, parklar, müzelere yerleştirilen eserlerin sergilenme süresi yüz gün.

bir iş merkezinin çatı katında yerleştirilmiş bir gecekondu olduğu görülüyor. Yaklaşık on beş dakika süren, İngilizce alt yazı ile sergilenen esere ilgi oldukça yoğundu.

Çağdaş sanat söz konusu olduğunda belki de birçok kavramı yeniden ele almak, incelemek üstünde düşünmek gerekiyor. Sanatçı kimdir? Sanat eseri nedir? Ne şekilde değerlendirmek, ne gibi ölçütler aramak gerekiyor? Ya da gerekiyor mu? Sanat eseri Türkiye'den Halil Altındere'nin katıldığı sergide nerede başlıyor nerede bitiyor, eser öyle bir şekilde Altındere bir video gösterisi sunuyor. Esprili bir biçimde biten video gösterisinde yerel giysiler içinde, ortaya çıkıyor ki bazen ziyaretçiler o eserin bir parçası oluyorlar. Hatta sanat eseri devam eden renkli kilimlerle döşeli odada yerde bağdaş kurup oturmuş elinde tespihli bir kişi kütçe bir -bir çeşit tamamlanmamış, bir grup insanın katılımı, uzun hava şeklinde- öykü anlatıyor. İki kişi de onu düşünceleri, izlenimleri ile tamamlanacak bir yapıya da sahip olabiliyor. Örneğin Çinli sanatçı Ai Weiwei dinliyor. Kamera yakın çekimdeyken seyirci bu insanların bir dağ köyünde ahşap bir evde olduğunu katıldığı Documanta sergisinde Çin'de köylerde yaşayan bin bir Çinliyi Kassel'e yüz gün boyunca düşünüyor. Kamera uzaklaştığında bu evin Diyarbakır'ın merkezinde üstü camlarla kaplı modern gruplar halinde getiriyor. Daha sonra sanatçı o


insanların döndükten sonraki izlenimlerini, düşüncelerini kitaplaştırarak eserini tamamlamış olacak. Küçük bir şehir olan Kassel iki yüz kişilik Çinli gruplarla oldukça renklenmiş durumda. Müzedeki sergiyi gezen- her halinden giysileri, hareketleri ile ilk kez böyle bir yerde bulunduğu belli olan- yaşlı Çinli bir adamın ardındaki basın ordusu, belli ki Ai Weiwei'den önce eseri oluşturmak niyetinde. Ayrıca Ai Weiwei Çin'den getirttiği eski binaların kapı ve pencereleri ile yaptığı eser ile de ilgi odağı oldu. Büyük bir parka yerleştirilen yüksekçe içinden geçilen -Alman otoriteler güvenlik nedeniyle daha sonra içinde gezilmesine izin vermediği eserimabedi andıran görünümüyle ilgi çekti ancak, Kassel'de yağan şiddetli yağmura ve rüzgara dayanamayan eser, yerle bir oldu. Ai Weiwei bir TV röportajında doğanın biçimlendirdiği eserinin hâlâ estetik bir görünüme sahip olduğunu ve daha da kıymetli hale geldiğini dile getirdi.

pe

cy

a

Fredericianum müzesinde sergilenen Trisha Brown'un hazırladığı eser de ilginç bir çalışma idi. Üstüne pantolon, bluz, ceketlerin çamaşır gibi asıldığı kalın halatların gerildiği bir enstalasyonu bir grup gencin sunduğu iki bölümden oluşan gösteri tamamladı. Bir grup gencin müzikle başlayıp müziksiz devam eden mekanik hareketleri ziyaretçilerin aralarından geçerek gezilerini sürdürdüğü performans, ağır hareketlerle üç genç kızın çamaşırları içine girerek farklı pozisyonlarda rasgele asıldığı bir bölümle tamamlandı. Burada da

41


Salonlara girerken elinizde eğer belli ölçüleri geçen çanta torba vb. şeyler varsa dışarıda prefabrik olarak hazırlanmış dolaplara bırakmanız gerekiyor. Bazı salonların kapısında yer alan palyaçoya benzeyen giysiler içindeki iki genç ellerindeki otuz santimlik cetvellerle ziyaretçilerin çantalarını kimi kez belli ederek kimi kez de belli etmeden-çaktırmadanespriler yaparak ölçüyor içeri girmeden önce uyararak onları vestiyere yönlendiriyorlar. Böylelikle ziyaretçilere eğlenerek kuralları hatırlatmış oluyorlardı. Aklıma hemen belediyenin organize edeceği bir grup genç büyük merkezlerde dolaşarak Salonlardan birinde karşılaştığınız zürafanın ilginç insanları eğlenceyle karışık olarak bazı kurallara bir öyküsü var. Peter Friedl'nin hazırladığı bir sunum uymaya davet etseler nasıl karşılanırlar acaba, sorusu geliyor. Denemeye değmez mi? olan bu zürafanın öyküsü savaşın sadece insanları etkilemediğini, tüm canlılar için bir yıkım olduğunu gösteriyor. İsrail ile Filistin arasındaki bir çatışmada Elbette "Documanta 12" verdiğimiz bu birkaç örnekten ibaret değil. Eğer Almanya'ya yolunuz Filistin'de bulunan hayvanat bahçesindeki zürafa düşerse Kassel'de Eylül 2007'ye kadar kadar sürecek başından yara alarak ölüyor ve yetkililer özel bir olan "Documanta 12" de ilginç deneyimler işlemle içini doldurup yakındaki bir müzede sergiliyorlar. Peter Friedl de gerekli izinleri alarak yaşayabilirsiniz... zürafanın Kassel'e getirilmesini sağlıyor. Amacı zürafayı politik çatışmaların duygusal bir ifadesi olarak sergilemek.

insanların sergilenen objelerle bütünleşmesi, ondan bir parça olması, eserin sergilenen, yerleştirilen ve incelenen durağan bir yapıdan çıkarak farklı boyutlar kazanmasına olanak sağlıyordu. Sergileri gezerken insan ister istemez gördüğü her şeye bir eser olabileceği düşüncesiyle yaklaşıyor, her olaydan bir anlam çıkarıyor. O kadar ki, bir üst kata çıktığımızda salonun ortasında dinlenmek için konan büyük kanepelere sere serpe uzanan insanları bir an için bir sanat eseri gibi görüp, bir süre inceleyip anlamlar çıkarttığımı itiraf etmeliyim.

pe

cy

a

Sergiyi gezen, yaşlı Çinli bir adamın ardındaki basın ordusu belli kiAi Weiwei'den önce eseri oluşturmak niyetinde.

42


a

pe cy

Yaratıcı Drama

Yaratıcı Bilinç

Sadık Aslankara / msaslankara@hotmail.com

Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Seminerleri, sorunsalların yaratıcı drama çalışmalarıyla işlenişi açısından değil yalnız, bu bağlamda sergilenen öncü, deneysel yanlarıyla, sonra eğitsel teknik olduğu denli sanatsal açılımlarıyla da dikkat çekici nitelik, zenginlik, çokseslilik yansıtıyor nicedir...

Bu kez David Davis'in atölyesinde gezinelim istiyorum birlikte...

bulabilir. Bu benim bildiğim, bilmediklerime ise Çağdaş Drama Derneği'nin internet sitesinden (www.cagdasdramadernegi.org) ulaşılabilir sanıyorum. Bütün sahne çalışmaları ısınmayla başlamaz mı? Yaratıcı drama da kuşkusuz böyle başlıyor. Kendi yöntemi, ilkeleriyle elbette.

Nitekim on birinci seminer de bunun yeniden somutlandığı, gösterge yanının bir kez daha ortaya çıktığı etkinlik bütünlüğüne dönüşmekte gecikmedi. Bir daire yapılıyor ilkin. Eller yanlara vurularak ritim tutuluyor. Aynı hareket ayaklarla sürüyor. Üç farklı salonda sürdürülen beş atölye çalışması Sonrasında sesle. Ardı sıra dolaşma, ellerle karşılıklı bunun kanıtıydı sanki. birbirine dokunma, arada yine karşılıklı bağırmalarla süren bir ilişki. Tiyatro... Tiyatro...'nun önceki sayılarında Ines Hansel'in, Kari Meyer'in, H.Ömer Adıgüzel-Ali Sıra donuk imge ya da tablo yaratmada. Oğlunu ya Öztürk ikilisinin atölye çalışmalarına değgin da kızını döven annelerle babalar... Tam da o vurma izlenimlerimi paylaşmıştım okurla. Bu kez David Davis'in atölyesinde gezinelim istiyorum birlikte... anı, şiddetin somutlaştığı. Davis, tek tek soruyor halkadakilere, vurma eylemi sonrasında: "Neden Davis, altı yıl kadar önce sekizinci uluslararası seminer için de bir atölye çalışması gerçekleştirmiş. dövüyorsun?" Anneler, babalar Davis'i yanıtlıyor, kendilerince çocuklarını dövme nedenlerini anlatıyor. Meraklılar, buna değgin bilgiyi Çağdaş Drama Derneği'nin girişimiyle Naturel Yayıncılık tarafından Bununla örtüşen duyguların yansıtımı eşliğinde... Bu ön çalışmanın ardından grup halka olarak yayımlanan Süreçsel Drama, Tiyatro Sporu ve oturuyor. Artık çocukların evde uğradıkları şiddete Dramada "Zaman" (Yayına Hazırlayan: H.Ömer Adıgüzel, 2005; Naturel: 312.3631600) adlı kitapta yönelik bir dramanın çatısından içeri adım atılabilir.

43


pe cy a

Polis dışında, ama ona yakın yetkilerle donanmış, diyelim İngiltere'deki gibi bir tür müfettişlik için başvurmak istiyorsunuz. Bunun için bir form dolduracaksınız... Davis, grup üyelerine ayrı ayrı kâğıt dağıtıyor. İlki yasa konusunda bilgiler içeriyor, ikincisi bir başvuru formu. Katılımcılar formu doldururken süreçsel yaratıcılığın sularında drama Grup yeniden bir araya geliyor. Eşlerden biri el da başlıyor usuldan. kaldırıyor. Bu el kaldıranlar, ötekine en yakın Formlar dolduruluyor, panoya resmi, özel duyurular arkadaşı olarak kafede olayı aktarıyor. Çünkü kafedeki arkadaşı olayı TV'den izlemiş oluyor. asılıyor. Bir "şiddet merkezi" imgesi yaratılıyor böylece. Grup beşerli ayrılarak şiddet olayına karşı Bunları, yumuşak bir geçişle arkadaşına aktarmaya görev üstleneceği uzam tasarımı yapıyor. Artık şiddet çalışıyor. merkezindeyiz. Her grup, başlangıçtaki görüntüsüyle çocuğun uğradığı şiddet olayına dayalı bir durumla Derken eşler yer değiştiriyor; biri polis, öteki polisin karşı karşıya. Her biri bunun yansıtıcısı şimdi. Artık annesi ya da babası oluyor. Anne baba, olayı TV'den sırada gerçek olay var. Davis, Türkiye'deki işleyişte izlemiş, olay da komşular arasında konuşulmuştur bu arada. Drama sürüyor: Anne baba evdedir, polis dile getirildiği biçimiyle "vaka" diyor buna. oğul dışarıdan geliyor, anne baba, polis oğullarını, Bu nedenle Davis, suç-şiddet merkezine kanıt zarfları çocuğun aileden alınması olayından vazgeçirmeye çalışıyor. getiriyor, bunları dağıtıyor herkese. Beşer kişiden oluşan altı grup var atölyede. Her üye zarf içindeki tümceleri okuyor sırayla. Davis, yeni bulgular elde Atlamalar, sıçramalarla aktarmaya çabaladığım ettiklerini de söylüyor bu arada. Bunlar da ipuçlarına atölye çalışması yukarıdaki özetle sona eriyor değil elbette. Kaldı ki atölyeyi yürüten David Davis, ekleniyor: çocukla annenin yanında bir adam var. Bu bir Kürt ailesi. yaratıcı dramada yoğunlaşarak ortaya koyduğu yaklaşımın, Edward Bond anlayışıyla birleştirdiği Her grup ikiye bölünerek üçer üçer kanıt tümcelerini ilk çalışması olduğunu dile getiriyor, eğer yanlış yeniden okuyacak. İlk üçlü tarafsız, duygusuz, öteki kalmadıysa belleğimde. Ancak eklemek yerinde olacak; Stanislavski, Brecht ve Edward Bond'un üçlü ise tümceleri barındırabileceği duygulanımla tiyatro yaklaşımları, bu yaklaşımların yaratıcı drama okuyacak. Grup üyelerinin her biri okumasını ile ilişkisi, Davis'in özel ilgi alanında aynı zamanda. sunarken ötekiler onu dinliyor. David Davis bunu, yani "Edvvard Bond'un tiyatro yaklaşımının eğitimde yaratıcı dramaya etkisi(ni), Artık bir karar verme anındayız. Ceza aşamasına gelindiyse rapor imzalanıp mahkemeye gönderiliyor. 'dün, bugün, yarın' çerçevesinde Stanislavski ve Brecht'in tiyatro yaklaşımları" odağında ele alıyor. Bu durumda çocuğun ebeveyninden alınıp alınmamasına karar verilecek. Nitekim verilerden hareketle gruptan yirmi beş kişi olayın mahkemeye Brecht'in epik tiyatro anlayışının Berliner Ensemble verilmesi doğrultusunda imza atıyor dilekçeye. İmza aracılığıyla Edward Bond vb. yazarları derinden etkilediği biliniyor kuşkusuz. Bond süreç içinde vermeyen altı kişi kalıyor. yanılsamaya, yazınsallığa karşı çıkarken oyunlarında aydın, şiddet, milliyetçilik vb. sorunsallara bakışıyla Her iki grup da olayın provasını yapıyor. İlk grup da ilgiyi üzerine çekmiş biri. çocuğu aileden nasıl alacak, bu arada altı kişiden üçü çocuğun alınacağı evin çizimine koyuluyor. Sözgelimi Vaclav Havel'le Edward Bond'daki Grupların tümü halka oluyor. Ev, kız çocuk, anne, aydınları karşılaştıran tiyatrobilimci Handan Salta, bir söyleşisinde şu vurguyu getiriyor: üvey baba canlandırılıyor. Bunun için işe donuk imgeden başlanıyor. Sonrasında drama sürüyor. "Edward Bond'un oyun kişileri(.) farklı bir toplumsal Almaya gelenlerle çocuğu vermek istemeyen aile tartışıyor, ama sonunda çocuk, aileden alınıp devlet ekonomik yapının içinde yaşıyorlar. İki farklı devlet yapısı ve iki farklı dünya görüşü, yazarların dizgeyle gözetimine veriliyor. "Gerçek vaka" artık bu... uyumsuzluklarının boyutunu, 'aydın' kavramına

Her iki grup da olayın provasını yapıyor. İlk grup çocuğu aileden nasıl alacak, bu arada altı kişiden üçü çocuğun alınacağı evin çizimine koyuluyor. 44


yükledikleri anlamı, 'aydın tavrına' yaklaşımlarını da ortaya çıkarması açısından önem taşıyor. ".. .İşçi sınıfından gelen Edward Bond (.) benimsediği Marksist dünya görüşüne koşut oyun kişileri yaratıyor. Havel'in yaşadığı gibi açık bir baskı yaşamaması, onu toplumsal baskının aygıtlarını görmekten alıkoymuyor. Yazdıklarıyla, yaşadığı dönemin gerçeklerine gönderme yaparak sistem eleştirisini gerçekleştiriyor. Yazarların, gerçek yaşamda düzene karşı aldıkları tavrın yapıtlarına da yansıdığını söyleyebiliriz. Oyunlarında çaresiz bir konumda çizdiği aydın tiplemelerini yalnızca sergileyen ya da gösteren Havel'e karşın, Bond'un 'hatalı' konumda çizdiği aydın tiplemelerini yargılaması ve onları 'cezalandırması' ya da 'doğru yolu göstermesi', bu iki oyun yazarının 'aydın' konusuna yaklaşımlarındaki en belirgin farklılık." ("Çağdaş Tiyatroda Aydın Sorunu" üzerine Handan Salta ile bir söyleşi; Alt Kitap, 2006) Davis, Bond'un bu yaklaşımını aydınlar, milliyetçilik/ayrımcılık, şiddet odağındaki yaratıcı drama örnekleriyle atölye çalışmasına buyur ederken, hiç değilse atölye katılımcılarının söz konusu olgular karşısında yaşadığı duygu değişimleriyle algı farklılıklarını kendilerine göstermiş oluyor.

Sprenger, bu vurgunun ardından şöyle bir öngörü getiriyor: "Gelecekte çağdaş yaşamın sorunlarına (yönelik olarak) taleplerini karşılamalarında insanlardan özelikle aşağıda(ki) yetiler istenecek. Bunlar:/1.Esneklik ve Hareketlilik (Değişebilir durumlara çabuk uyabilme, Gitgide daha hızlı ve daha organize olmuş bir öğrenme, Bedensel ve ruhsal canlılık, Değişebilir çalışma alanlarına göre bireylerin veya grupların hareketliliği); 2.Grupta Çatışma Yetisi (Toplumsal ilişki sürecinde kendi kendini düzenleme ve sahip olduğu gizil güçleri ortak bir amaç uğruna kullanma, anlaşmazlıklarda, çatışmalarda yaratıcı gücü kullanma); 3.İletişim Kurabilme Yetisi (Kendi gizil güçleriyle ilişkili olma, Özgüvenini ve yaratıcılığım [karakteristik yeteneklerini] ifade etme, Başkalarıyla sorumluluk bilinci içinde iletişim kurabilme.)" (11,12)

Süreçsel drama, kuşku yok ki yalnız olgudaki (nesnedeki, durumdaki) süreci değil, bunun yanında bütün bunlara bakan öznenin yani bireyin, tekilliğin

yaşamak

durumunda olduğu süreci ele veriyor.

Bu, bizi yaratıcı drama aracılığıyla bir yaratıcı bilincin eşiğine getiriyor bana göre. Bir toplumsal ya da kamusal veya kolektif bilinç sözü yetmeyebilir bunu karşılamada. Her kezinde yeniden keşfedeceğimiz, kendisine varacağımız, kendi üzerine kıvrılmış bir bilinç demek daha doğru bunun için...

a

Kuşkusuz bu bir süreç; böylece Davis, Bond'un tiyatro yaklaşımından kalkarak Stanislavski ile Brecht'in birbirine zıt kuramlara dayanmak, farklı dünya görüşü temelinde ayrışmakla birlikte süreçsel drama ile olgular karşısındaki duygulanımlarla algılamaların hiç de bu yöndeki öngörülere uymayabileceğini vurgulamış oluyor.

"İlk adımda yaratıcı ifade süreçlerinin ve devinimin, bedenin işlevleri ve ilkeleriyle bağlantısından bahsetmek istiyorum." "Bedeni okumak demek, devamlı değişen bir sistemi okumak demektir. Bu konferans süresince veya bir ayın, bir yılın içinde artık önceden olduğumuz kişi gibi olmayız. Biz yaşamımızı sürdürürken, hücrelerimiz çoğalır, çalışır ve yavaş yavaş ölürler."

pe cy

Süreçsel drama, kuşku yok ki yalnız olgudaki (nesnedeki, durumdaki) süreci değil, bunun yanında bütün bunlara bakan öznenin yani bireyin, tekilliğin yaşamak durumunda olduğu süreci ele veriyor. Öyleyse buna, çok yönlü bir bakışla yaklaşmak zorunlu. Sonuçta sürecin kendisi bizi, dünya görüşümüz her ne olursa olsun, bağlandığımız estetik kuram hangi felsefeye yaslanırsa yaslansın, en azından süreci, bir bağlı koşul olarak dikkate almamızı zorunlu kılıyor.

Öyleyse süreç, bu yaratıcı bilinçten yana... Demek ki yaratıcı drama, yaratıcı bilincin de mayası aynı zamanda.

Türkiye'deki tiyatro sanatı entelijansı (bilimcileri değil), yaratıcı drama alanındaki çalışmalara uzaktan, ama ilişmeden bakmayı sürdüredursun, salt "süreçsel drama" kavramı bile tek başına ilgi odağı olmayı hak ediyor bana göre.

Yaratıcı drama alanının Türkiye'deki öncüsü, yetkesi İnci San, sekizinci uluslararası seminerin açılış konuşmasında şöyle demişti: "...Tiyatro alanı ile örgün eğitimin, içine dramayı da alarak, nasıl bağlar kurabileceği (konusunda) bakalım özellikle genç tiyatromuz yepyeni ve planlı çalışmalara girişecekler mi? Ödemeli ve ödemesiz tiyatroların yapabilecekleri uzun bir uğraş, Kültür ve Milli Eğitim Bakanlıklarının desteğiyle nasıl yürütülebilir ve demokratik kitle örgütleri neler yapabilir? Bunu hep birlikte, yeniden düşünelim." (Süreçsel Drama..., x, xı) Aynı seminerde, Türkiyeli yaratıcı dramacıların artık yakından tanıdığı Ulrika Sprenger de şunları söylüyor:

45


Nihal Kuyumcu'nun Yeni Kitabı

"Çocuk Tiyatrosu mu Dediniz?"

Çocuklar için yazmanın temel koşulu elbetteki çocuğu gözlemle­ me. Çocuk yaşamı nasıl algılıyor, çevresiyle nasıl bir iletişim kuruyor, nasıl konuşuyor ve davranıyor, neler duyumsuyor... 46

pe cy a

Zehra İpşiroğlu / z.ipsiroglu@arcor.de

Yıllardır çocuk tiyatrosu üzerinde çalışarak gerek yayınlarıyla, gerek yüksek öğretim çerçevesinde yaptığı uygulamalı çalışmalarla birbirinden güzel ürünler veren Nihal Kuyumcu'nun yeni kitabı 'Çocuk Tiyatrosu mu Dediniz?' Mitos-Boyut Yayınları'ndan yeni çıktı. Çeşitli eleştiri ve inceleme yazılarından oluşan bu kitap yalnız çocuk tiyatrosuna yönelen profesyonel tiyatroculara değil, annelere, babalara, öğretmenlere, kısaca çocukla ilgilenen, onun dünyasını ciddiye alan herkese sesleniyor. Çocuklar için yazmanın temel koşulu elbette ki çocuğu gözlemleme. Çocuk yaşamı nasıl algılıyor, çevresiyle nasıl bir iletişim kuruyor, nasıl konuşuyor ve davranıyor, neler duyumsuyor, iç dünyasında neler olup bitiyor anlamaya çalışma. Yetişkin birinin bunu gerçekleştirebilmesi iki olguya bağlı. Birincisi çocukla hem empati yoluyla (çocuğun dünyasının içine girerek) hem de düşünsel düzeyde (çocuğu anlamaya çalışarak) yoğun bir iletişim kurma. Bunun için de yalnızca çocuk sevgisi yeterli değil, onu gelişmekte olan kendine özgü bir kişiliği olan bir birey olarak görmek gerekiyor. İkincisi, kendi içimizdeki çocuğun sesine kulak vermek. Çoğumuz içimizdeki çocuğu geçmişin karanlığına gömerek çoktan unutmuşuzdur. Bu nedenle de çoğu kez nostaljik duygulara kapılarak geçmişi anımsamaya çalışırız. Oysa içimizdeki çocuk ya vardır ve yaşıyordur ya da yoktur. Varsa, çocukları anlamamızda büyük oranda yardımcı olacaktır bize. Çocuk yazınımız ve tiyatromuz son yirmi yıl içinde oldukça gelişti. Bugün çocuk bakışını yakalayan, onun dünyasını keşfeden yazarlarımız var kuşkusuz. Ne var ki bunlar bir azınlığı oluşturuyor. Konu çocuk tiyatrosu olunca sorun büsbütün giriftleşiyor. Yazar yapıtında çocuk bakışını yakalamış olabilir, çocuğu önemseyerek, onun sorunlarını gündeme getirebilir. Ama sahne yorumunda yönetmen ve oyuncular aynı duyarlığı gösteremiyorlarsa, yazarın bakışı doğal olarak çarpıtılacaktır. Nihal Kuyumcu'nun kitabında yer alan kimi eleştiri yazısında bunun somut örneklerini görebiliyoruz.


Kuşkusuz çocuk yazınının ve tiyatrosunun alımlamasında yetişkinler için yazılan yazından farklı olarak çocuğa görelik de önem kazanıyor. Çünkü nitelikli çocuk tiyatrosunun yetişkinlere seslenme gücü olsa bile, çocuk tiyatrosunun birincil izleyici kitlesi yine çocuk. Kuşkusuz çocuğa göreliği belirlerken çağdaş dünyada çocuğa nasıl bakıldığı, bugünün çocukluk anlayışının ne olduğu önem kazanacak. Çünkü çocuğa görelik de tarihsel süreç içinde değişen bir kavram. Bu açıdan çocuklar için yazılan oyunları değerlendirirken çocuk okuyucunun yaş, yaşam deneyimi ve alımlama kapasitesinin ve içinde bulunduğu ortam ve koşulların da göz önüne alınması gerekiyor ki, yine bu kitaptaki yazıların hepsi buna somut bir örnek veriyor. Çocuk tiyatromuzda yaşanan en temel sorun, hem yazarlarımızı hem de sahne yorumcularının pek çoğunun çocukları gözlemleme, onları anlama, onlarla empati kurma yetisini geliştirememiş olmaları. Çocuklar için bir oyunu kaleme alır ya da sahnelerken onların dünyasını değil, kendi kafalarındaki klişeleri ve kalıpları dile getirmeleri. Kısaca çocuklarla uzak yakın iletişim kuramamaları, tersine her tür diyalogu baştan yok eden klişe duvarları örmeleri. Bu klişeler ya çocuğun gerçeğiyle hiçbir bağlantısı olmayan nostaljik bir bakışta odaklaşıyor ya da çocuğa tepeden bir bakışla bir şeyler dayatmayı ve öğretmeyi amaçlıyor. Otoriter yapılanmamız, özellikle de otoriteyi içselleştirmemiş olmamız, yani içimizdeki polis, bu yaklaşımı özellikle destekliyor. Kökenleri geleneklere, toplumsal yapılanmamıza, feodal aile sistemize dayanan bu sorunlar öylesine karmaşık bir etkenler ağını oluşturuyor ki, bunlardan annabilerek çocuğa saygı göstermemiz gereken bir birey olarak kabul etmemiz pek kolay değil. Bu bağlamda çocuk tiyatrosu eleştirisine önemli bir görev düşüyor. Önce çocuklar için yazılan ve sahnelenen oyunların metin düzleminde alımlaması, sonra da sahnede nasıl yorumlandığının irdelemesi. Daha somut bir deyişle çocuk oyunlarının hem yapıtın bütünlüğü içinde öykü ve sunuş (sahneleme) düzleminde alımlanması ve tarihsel ve toplumsal bağlamı içinde incelenmesi ve değerlendirilmesi hem de yazarın duruşunun, dünya görüşünün çıkarılması.

a

Nihal Kuyumcu'nun eleştiri ve inceleme yazılarında çeşitli çocuk oyunları metinin dili, gönderme alanları, anlamsal boyutu ve katmanları, iletisi, metinde kullanılan imgeler, motifler ve eğretilemelerin göz önüne alınarak, öykü ve sunuş (sahneleme) düzleminde okunuyor, çözümleniyor, yorumlanıyor.

pe

"Falaka"

cy

Bu açıdan bu kitapta yer alan incelemelerin ve eleştirilerin çocuğa ve çocuğun dünyasına duyarlılık ve saygıyla yaklaşan çok özenli ve titiz bir çalışmanın ürünü olduğu söylenebilir. Bunda kuşkusuz Nihal Kuyumcu'nun çocuklar için yazılan oyunları bilimsel düzlemde temellendirerek inceleyen akademik duruşunun ve eğitimci kişiliğinin olduğu kadar, çocuklar ve gençlerle yıllardır birebir sürdürdüğü uygulamalı tiyatro çalışmalarının da büyük payı var.

MitosBoyut Yayınevi tiyatro kitapları yayımlamaya devam ediyor. Kuramsal kitapların yanı sıra oyunlar da basan yayınevi tiyatro/ oyun dizisinden Ahmet Rasim'in aynı adlı öyküsünden Doğan Korkmaz'ın oyunlaştırdığı "Falaka"yı bastı.

Doğan Korkmaz, Can çocuk dizisinden çıkan Atilla Özkırımlı'nın sadeleştirdiği öykünün özünü bozmadan güzel bir kurgu ile oyunlaştırmış. Ahmet Rasim'in çocukluk anılarını anlattığı kitabında anlatıcı Ahmet Rasim'i oyunda da anlatıcı olarak görüyoruz. Geri gidişlerde çocuk Ahmet'in ön plana çıktığı, Anlatıcı yetişkin Ahmet Rasim'in geri çekildiği sahneleme düzeni içinde yazarın o güzel anlatı dili kaybolmuyor. Gerektiği yerlerde vurgu yapması, o konuya ya da olaya dikkat çekmesi, yazarın dilinden buna yer vermesi yönetmene sahneleme aşamasında da kolaylık getirebilir. Özellikle liselerde, ilköğretim okullarında oyun sahnelerken gerek öğrenciler, gerekse yönetmen konumundaki kişiler büyük sıkıntılar yaşarlar. Türk dilinde yaşanan bozulma, argonun günlük yaşamın her anında yer alması, 200-300 kelime ile konuşan bir gençlik karşısında Türk edebiyatı ile ilgili eserlerde -çok eski dönemlere ait olmasa bileçoğu kez dil sorunu ile karşı karşıya kalan öğretmenler bu kitapta bu sorunla karşılaşmayacaklardır. Öte yandan Türk edebiyatının bu çok bilinen öyküsü hem oyunu sahneleyenlere hem de seyircilere eski dönemlere kısa bir yolculuk yapma olanağı verecektir.

47


cy a

Şairin Aydan Düşeni:

Cyrano de Bergerac Tarih boyunca şairi oturtacak ve gönderecek yer konusunda çok sık şüpheye düşen, ona yerleşik bir ev kuramayan insanlığın, günümüz kahramanını konumlan­ dırdığı yeri de sorgulamak gerekir. 48

pe

Nurduran Duman / nurduman@yahoo.com

Ne demişti şair: "ve ben şairim... namus işçisiyim tiradı şiire dönüşmüş tiyatro eserlerinin başında yani, yürek işçisi..." Ahmed Arifin bu mağrur gelen Cyrano de Bergerac için baştanbaşa şiirdir ifadesi, şairin nasıl bir kimliğe sahip olması gerektiğini denebilir. Bu oyundan, Sabri Esat Siyavuşgil'e tanımlar niteliktedir. Aynı zamanda da çok güçlü bir teşekkür ederek, aldığımız şiir hazzını, kalemini çağrışımla o meşhur oyun kahramanını işaret eder, pırıltılı bir kılıç gibi sallayan Edmond Rostand'a Savinien Cyrano de Bergerac. borçluyuz elbette ama yazarının önüne geçen Hamlet, Don Kişot gibi o karakterlerden biri olan Cyrano'nun Şiir de, tiyatro da ezber bozar. Her ikisi de gelecekteki şairliğini de kesinlikle küçümseyemeyiz. Çünkü insana başka bir şekilde yorumlanma olanağını tanır. Cyrano ete kemiğe bürünüp her an sokağın İnsandan ve yaşamdan çıkar çünkü. Tiyatronun ve köşesinden dönebilir, bakkaldan aldığı iki paket şiirin insanlık tarihindeki yerlerine bakarsak ve ilk sigara, bir büyük rakı ile kapınızı çalabilir. Ya da önce birbirleriyle buluştuklarını dikkate alırsak, hep yazdığı en son şiiri her an kapının altından atabilir. iç içe yol aldıklarını, hep birbirinin yolunu açtığını "Daima bizde, kendisi yok, adı var I Sevgiliye hitaben görürüz. Tiyatro ile şiir, yaratılma sürecinde de pek yazılmış, tomar tomar I Name bulunur" diyerek çok ortak eylemde buluşur. Oyun yazarı da metnini adınıza mektup da yazabilir. Cebinde her zaman şair gibi işler, budar, aşılar, sular. Şair de yazar gibi hazır mektuplar bulunduran şairin işi, başkalarının eserini eksiltip çoğaltır, pişirip demler. Ama ille de mektuplarını da yazmak değil midir? yoğurmaktır başta gelen ortak mesele; esinle, emekle, estetik kaygıyla, sanatsal geleneği gözeten yeni Peki, herkesin içinde bir Cyrano olmasına ne demeli? denemelerle yoğurmak. Üstelik bu tiyatro-şiir Herkesin mutlaka beğenmediği bir fiziksel özelliği buluşması sadece yaratıcının benimsediği eylemlerde yok mudur? Ya da en azından dönemsel olarak kalmaz, boyut değiştirip sanatseverin sağbeğenisinde beğenmediği sivilceli çene gibi bir özelliği? Ama ve hafızasında da yer tutar. kolay kolay hiç kimse kusurlu gördüğü yeriyle Cyrano gibi dalga geçemez ve o zaaf uğrunda Cyrano Tiyatro ile şiir buluşması daha başka boyutlarda da gibi kılıç tokuşturamaz. Beki şair... Herkesin içinde gerçeklenerek çeşitlenebilir. Örneğin repliği dizeye, bir şiirin olması ama bir şairin olmaması da buna


benzer. Yeri gelmişken, keşke her edebiyatçının içinde burnu büyük olmayan büyük burunlu bir Cyrano olabilse ve şu sözleri düstur edinebilse...

cy a

Ya ne yapmak lazımmış! Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi, Bir ağaç gövdesini, tıpkı sarmaşık gibi, Yerden etekleyerek velinimet sanmak mı? Kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı? İstemem eksik olsun! Herkes gibi, koşarak, Yabanın zenginine methiyeler mi yazmak? Yoksa nazırın yüzü gülecek diye bir an Karşısında takla mı atmak lazım her zaman? İstemem eksik olsun! Ricaya mı gitmeli? Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eskitmeli? Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim? Yahut eğilmekten mi ağrısın ötem berim? İstemem eksik olsun! Tazıya tut, tavşana Kaç mı demeli? Belki kaz gelir diye bana Tavuk mu göndermeli? Yoksa bir fino gibi Susta durmak mıdır ki, acep en münasibi? İstemem eksik olsun! Bir kibar salonunda Kucak kucak dolaşıp boy atmak ve sonunda, Marifet Şi're koyup kameri, yıldızları, Aşka getirmek midir, evde kalmış kızları? İstemem eksik olsun! Yahut şan olsun diye, Meşhur bir kitapçıya giderek, veresiye Şiir mecmuası mı bastırmalı? İstemem Eksik olsun! Acaba bulup bir alay sersem Meyhane köşesinde dâhi olmak mı hüner? İstemem eksik olsun! Bir tek şiirle yer yer Dolaşıp da herkesten alkış mı dilenmeli? İstemem eksik olsun! Yoksa bir sürü keli Sırma saçlı diyerek göğe mi çıkarmalı? Yoksa ödüm mü kopsun bir Allahın aptalı Gazeteye bir tenkit yazacak diye her gün? Yahut sayıklamak mı lazım: "Adım görünsün Aman!" diye şu meşhur Mercure ceridesinde? İstemem eksik olsun! Ve ta son nefesinde Bile çekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek, Şiir yazacak yerde ziyaretlere gitmek, Karşısında zoraki sırıtmak her abusun. Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun! Fakat şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya, Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya, Gören gözü, çınlayan sesi olmak Ve canı isteyince şapkayı ters giymek, karışanı Olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya Kalemine sarılmak ve ancak duya duya Yazmak, sonra da gayet tevazula kendine: Çocuğum! demek, bütün bunları hoş gör yine, Hoş gör bu çiçekleri, hatta bu kuru dalı, Bunlar yabanın değil, kendi bahçenin malı! Varsın, küçücük olsun fütuhatın, fakat bil, Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil. Ara hakkını hatta kendi nefsinden bile. Velhasıl bir tufeyli sarmaşık zilletiyle Tırmanma! Varsın boyun olmasın söğüt kadar, Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar? Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!

pe

Bu, eserin yazıldığı tarihler için takınılması kolay olmayan bir tutum. 1800'lerin sonlarında söylenmiş bu ifadelerin günümüzde de geçerli olması sanat adına elbette mutluluk verici ama hayat adına çok üzücü.

Cyrano'nun bu tiratla kendisine yapılan teklif(ler)e verdiği yanıt sadece şairin değil her onurlu kimsenin düsturu olması gereken sözlerle dolu.

Attila İlhan, Ağustos Çıkmazı şiirinde "gemiler sensiz gitsin bırak I herkes gibi yaşasana sen I işine gücüne baksana" der... "gemiler sensiz gitsin bırak" Şair ve kahraman tam da böyle bir dizenin içinden geçerek başlar verebilecekleri her şeye. Gemileri sensiz gönderemediğin için şair olursun. Gemiler sensiz gidemedikleri için kahraman. Fakat ne halletmeye girdi, Ne halletmeye girdi âlemin gemisine?.. Felsefeyi severdi, fizikten de anlardı, Şairdi, müzikte hayli emeği vardı. Laf altında kalmazdı, yaman bir silahşordu; Başkası hesabına bazen âşık olurdu. Bu zorunlu yolculukta şair, öz varlığındaki her türlü silahla saldırır karşılaştığı yel değirmenlerine. Yel değirmeni yoksa rüzgârgülünü yaratır. Rüzgâr yoksa kendi nefesi ne güne durmaktadır? Şair dertlenecek, derdini dökecek, dert açacak ki iyileşsin. İyileşirken aynı zamanda iyileştirsin.

Şair ve kahraman tam da böyle bir dizenin içinden geçerek başlar verebilecek­ leri her şeye... 49


Her gücü bir yana, yeter ki duygu, sezgi, bilinçaltı ile kol kola girebilsin. Kahraman ise yaklaşır; inanç ve cesaretle, ille de bilinç elinde savaşsın. - Size benden nasihat: Don Kişot'u muhakkak bir kere okuyunuz! - Okudum. Hem de mutlak nerde adı geçerse bu zavallı rüküşün şapkamı çıkarırım! - Öyleyse hemen bugün tekrar okuyun!.. Ve asıl Değirmenler bahsini! - Evet, onuncu fasıl - Çünkü değirmenlere saldırdığı zaman... - Demek ben her rüzgâra uyarak kol sallayan güruha çatıyorum! - Kanada çarparsanız, düşünün ne müthiştir o dev kollardaki hız. Çarpmaya görsün, bir de çarptı mı, döne döne, çamura düşersiniz! - Yahut tâ gökyüzüne! Tarih boyunca şairi oturtacak ve gönderecek yer konusunda çok sık şüpheye düşen, ona yerleşik bir ev kuramayan insanlığın, günümüz kahramanını konumlandırdığı yeri de sorgulamak gerekir. Tabii günümüz dünyasında, akla karanın artık birbirinin içine bile girmediği, akın tamamen kara, karanın tamamen ak gösterilip öyle kabul ettirildiği gerçeğini de göz önünde bulundurarak. Hem böylece, kafası bulanık olmayan, her önüne konan bilgiyi araştırmadan hap gibi yutmayan, iletişim organlarının ve arsız güçlerin tapınılsın diye işaret ettiklerini tanrı bilmeyen gerçek kahramanların da yeri belirlenmiş olur.

Kanada çarptıktan sonra elbette çamura düşmeyip gökyüzüne yolculuk eden Cyrano'nun, aydan inerken gözüne yıldız tozu kaçan bu zırdelinin, üstündeki o yıldızlar ve Samanyolu'ndan cebine giren o saman hep var olacak. Dünya döndükçe ve ay dünyanın etrafında dönmeye devam ettikçe... Aya gitmenin yollarını bilir misiniz? Bilmiyorsanız muhakkak bir kere Cyrano de Bergerac'ı okuyunuz. Ve asıl aydan düşme bahsini. Neredeyim, bugün nedir, Saat kaç, hangi mevsim? Bir efsanedir! Hâlâ başım dönüyor. Bir haceri semavî gibi nereye düştüm? Hangi yere? Açıkça söyleyin, saklamayın! Bilmem, düşerken yuvarlağından ayın, Nereye iniyorum, kestiremedim gitti.

cy a

Ölümsüz kahramanımızın ölmeden önce söylediği son sözler arasında şunlar da vardır:

Sevgi'yi ifade etmek, sevdiğini itiraf etmek, hayatımızda yer alan herkese var oldukları için teşekkür etmek, onlar için güzel dileklerde bulunmak, yaşadığımız her şeye şahitlik eden zamanı şereflendirmek bir fırsat değil midir? En önemlisi de tüm dünyanın hep birlikte iyi niyetle, umutla, iyi dileklerle ve gülerek evreni şenlendirmesi değil mi? Hep birlikte ağlayamadığımıza göre... Hep birlikte aynı anda ağlayamayıp, dünya krallığının başrolüne soyunanların saçmalıklarına seyirci kaldığımıza göre...

Günün birinde "Bir yiğidin kılıcı saplansa da bağrıma Kalbimden vurularak ölsem!" demiştim ama, Ne yaparsınız, kader, arkadan çullanarak, Kılıç yerine odun, yiğit yerine uşak, Beni maskara etti. Pekâlâ oldu böyle! Her fırsatı kaçırdım, hatta ölümü bile!

pe

Onun gibi şair, silahşor, musikişinas, fizikbilir ve nazik, aynı zamanda kahraman bir adamın başına aldığı bir odun darbesiyle ölmesi... Yazar Edmond Rostand dışında kendisi dahil hiç kimse ona böyle bir ölümü yakıştıramaz. Bu sonu yazarken Rostand'm aklına girebilmek ve olan biteni kavramaya çalışmak hoş olurdu. Bir diğer soru ise yukarıdaki sözleri şair Cyrano'nun mu silahşora yoksa silahşor olanın mı şaire söylediği.

Hangi muhalif rüzgâr, beni nereye itti?

Tüm insanlara Cyrano'nun kaderini paylaşmamalarını dilemek de bir seçenek. Yeni günleri, haftaları ve ayları kaçınlmamış fırsatlardan oluşan bir sonla karşılamalarını. Yeni yılları karşılamanın, duvara yeni bir takvim asmaktan ve yeni bir ajanda almak zorunda kalmaktan başka bir anlamı olmadığını söyleyenlerin aksine, hayatımızın çeşitli alanlarına sahne olan her bir kutlama ortamında bulunmanın birer fırsat olduğunu düşünmeliyiz belki de. Ayrıca hesaplaşma da önemli bir fırsat. Tarihle çentik attığımız günler içinde kendimizde, yakın çevremizde, ülkemizde ve dünyada insanlık adına ne gelişmiş, ne geri gitmiş, insanı ne sevindirmiş, ne utandırmış diye muhasebe yapma fırsatının nesi kötü olabilir? Her gelen günü yeni bir doğum diye adlandırıp bir başlangıç vesilesi yaparak, aslında kendi ömrümüzün, ülkemizin ve gezegenimizin ve hatta uydumuzun iyi günlere şahit olmasını dilemek bizden ne eksiltebilir?

50

Yazar Edmond Rostand dışında kendisi dahil hiç kimse ona böyle bir ölümü yakıştıra­ maz. Bu sonu yazarken Rostand'ın aklına girebilmek ve olan biteni kavramaya çalışmak hoş olurdu.


Editör: Nihal Kuyumcu nihalkuyumcu@yahoo.com

pe cy a

Çocuk tiyatrosu

Almanya'daki Anadolu...

Forum tiyatronun kimi özellikleri nedeniyle yapılan her uygulama, salonda bulunan herkesin düşündüğü, tartıştığı, heyecanla katıldığı, hatta oyun bitip evine gittikten sonra bile üzerinde düşündüğü, soruna çözüm aradığı, ürettiği bir şölene dönüşüyor. Yeter ki sergilenen sorun, seyircinin yaşadığı gerçeklerle örtüşsün. Seyirci bu sorunu yüreğinde hissetsin.

boşalmış gibi bir hızla araya Almanca cümleler de karışıyordu; çünkü, öğrenciler bu şekilde kendilerini daha rahat ifade ediyorlardı. Türkçe, Almanca kelimeler havada uçuşurken tartışılan konular dil ile tam bir tezat teşkil ediyordu. Anlatılan öyküleri dinlerken Almanya'da, Avrupa'nın ortasında yaşayan bir grup insan arasında geçebileceğini düşünemiyor, sürekli, "Arkadaşlar bu durum gerçek mi, gerçekten bu konuda sorun yaşanıyor mu? Hâlâ böyle bir şey var mı?" gibi sorular sormaktan kendinizi alamıyorsunuz..

Çalışmayı yaptığımız grubun üyeleri gelecekte Almanya'da, Türkçe ve sınıf öğretmenliği yapacak olan öğretmen adaylarından oluşan, çoğunluğu Türk ailelerinin Almanya'da doğmuş, yetişmiş, ikinci hatta üçüncü kuşak, çocuklarıydı. Ön oyuna hazırlık aşamasında sorun tespiti için gruplarla yapılan uzun tartışmalarda kullanılan dil genellikle Türkçe idi, ancak; zaman zaman zembereği

Kızlar çok dertli, sürekli baskıyı kızların yaşadığından söz ediyor, erkeklerin bu konuda sorunları olmadığını dile getiriyorlar. Oysa onlar da, ait oldukları çevrenin farklı biçimlerde baskısı altındalar. Örneğin, erkeklere bir kız kardeşin ya da ablanın sorumluluğunun verilmesinin, erkek kardeş olarak kendilerinden bir şeyler beklenmesinin onları baskı altına almak anlamına

Geçtiğimiz ay Almanya'da Duisburg - Essen Üniversitesi Türkçe öğretmenliği bölümü öğrencileri ile "Eğitimde Tiyatro" programı çerçevesinde "Forum Tiyatro" çalışması yaptık.

Almanya'da Duisburg Essen Üniversitesi öğrencileri ile "Eğitimde Tiyatro" programı çerçeve­ sinde "Forum Tiyatro" çalışması yaptık.

51


Çocuk tiyatrosu Grup tartışırken, bir zaman tünelinde imiş gibi hissedi­ yorsunuz kendinizi. Sanki 1960'lı-70'li yıllarda­ sınız.

geldiğini dile getiriyoruz ama hemen itirazlar geliyor ve içlerinden biri "bir ağabey, bir erkek kardeş olarak kız kardeşinden sorumlu olmak Türk milletinin kanında vardır, bu çok normaldir" diyor. Bir başka genç kız, "aynı şey ablalar kız kardeşler için de geçerli değil mi?" diyerek erkek arkadaşını destekliyor. İkisi de aynı şey olmasa da ısrarla anlamak istemiyor, diretiyor. Töre cinayetleri, mutsuz evlilikler, namus koruma adına sahiplenmeler, cinayetler, engellemeler galiba kadınlar bazı gerçekleri anladığı zaman ortadan kalkacak. Grup tartışırken, bir zaman tünelinde imiş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Sanki 1960'lı-70'li yıllardasınız. O yıllarda Almanya'ya gidenler yaşam biçimlerini, geleneklerini, alışkanlıklarını kısaca o yıllarda götürdükleri ne varsa tıpkı o günlerdeki gibi koruyarak/dondurarak sürdürmüş ve günümüze kadar getirmişler. Bizler İstanbul'da birçok alışkanlığımızı yitirirken, Avrupalı(!) gibi yaşarken onlar Avrupa'nın ortasında alışkanlıklarına daha da sarılarak yaşamışlar.

Öğretmenin ve genç kızların sorunları, yaşadıkları ya da karşılaşabilecekleri türden sorunlardı. Ancak, çözüm önerileri özellikle ilk konuda çok doyurucu olmadı. Sanki kızlar için çıkış yok gibiydi. Sahneye gelen seyirci-oyunculardan biri amcayı pohpohlayarak, doğrudan onun gönlünü yaparak amacına ulaşmayı denedi. Bir başkası kızın zorla evlendirilme durumu karşısında evi terk edeceğini söyledi ama grup içindeki tartışmada eğer ailenin çevresi genişse, ağa ya da mafya gibi çevrelerle bir bağlantısı varsa buna izin vermeyeceklerini, belki de kızı yaşatmayacaklarını söylediler. Erkek kardeşin bu konuda görevlendirilebileceğini de eklediler. İkinci konuda ise öğretmen adayları için ilginç öneriler geldi ve sonuçları hep birlikte tartışıldı. Öğretmenlerin böyle bir sınıfla karşılaşmaları durumunda nerelere başvuracakları konusunda bilgi aldılar. Küfür eden, çocuklara sert davranan bir öğretmenin Almanya'da nelerle karşılaşabileceğini ya da sınıfı bırakıp çıkarsa neler olabileceğini deneyerek gördüler. Bu konuda yasal prosedürün ne şekilde işleyeceği anlatıldı. Sonuç olarak her iki forumda da tüm seyirci düşündü, denedi, kendi yaşam gerçeği bağlamında neler yapabileceğini gördü. Başardı ya da başaramadı ama en azından bu sorunların varlığını, değişmesi gerektiğini gördü, farkına bir kez daha vardı. Bir şeylerin değişmesi için ilk koşul farkına varmak değil mi, ne dersiniz?

pe

cy

a

Forum için seçilen iki konudan biri genç kızların yaşadıkları sorunlarla ilgiliydi. Büyük kız hukuk fakültesini kazanmış, ancak üniversite başka bir şehirde. Baba biraz ılıman yaklaşsa da konuya, amca kesinlikle karşı ve mecburen amcanın dediği oluyor, kıza izin yok. Ailenin diğer kızı ise istemediği bir evlilikle karşı karşıya... İkinci forum konusu ise öğretmen adaylarının meslekleri ile ilgili bir alandan seçildi. Oyun bir okulda geçiyor. Sınıfta çok yaramaz, öğretmeni ciddiye almayan bir grup öğrenci var. Öğretmen sınıfı kontrol altına almakta güçlük çekiyor. Bu arada sınıfta arkadaşlarından çalışkanlığı nedeniyle dışlanmış bir de Türk öğrenci var. Dersin bir yerinde sınıfa giren Alman bir veli, çalışkan Türk

öğrencinin Almancadan yüksek not alırken kızının düşük not almasını öğretmenin ırkçı tavrına bağlıyor ve bu nedenle kendisinden şikâyetçi olacağını söylüyor. Bu öğretmenimiz ve genç kızlarımız içinde bulundukları zor durumdan nasıl kurtulacaklardı?

52


Çocuk tiyatrosu

Çocuk Tiyatrosu: Yazılım ve Sahneleme Üzerine Bazı Düşünceler

pe cy a

A. Deniz Bozer / dbozer@superonline.com

Ülkemizde ilk çocuk tiyatrosu Muhsin Ertuğrul yönetiminde İstanbul Şehir Tiyatroları bünyesinde kurulmuş ve 3 Ekim 1935 tarihinde Tepebaşı Tiyatrosu'nda M. Kemal Küçük'ün "Çocuklara İlk Tiyatro Dersi" adlı oyun oynanmıştır. Geçen yetmiş küsur yıl içerisinde bu alanda önemli gelişmeler yaşanmışsa da çocuk tiyatrosunun, bazı devlet tiyatroları ve özel tiyatrolar dışında, arzulanan noktaya gelmiş olduğunu söylemek zor. Bu duruma çocuk tiyatrosunun hâlâ yetişkin tiyatrosuna bir geçiş olarak görülmesi, çocuk tiyatrosunun kendi başına bir alan olarak değil de yetişkin tiyatrosunun yan dalı olarak yapılanması ve "şenlikli olduğu sürece ne sahnelesem satar" zihniyeti yol açmaktadır. Ne yazık ki tiyatro camiasında çocuk tiyatrosunun itibarı hâlâ daha azdır ve bu alan genelde meslekte pişmesi beklenen oyunculara terk edilmiştir. Ancak, bazı usta yazar, yönetmen ve oyuncular çocuk tiyatrosuna emek vererek örnek olmaya çalışmaktadırlar. Oysa eğlendirirken eğiten, çocuğun duygusal gelişimine katkıda bulunan ve onun sağlıklı toplumsal ilişkiler kurmasına yardımcı olan çocuk tiyatrosuna hak ettiği önem verilmelidir. Geleceğin izleyicilerine tiyatro sevgisi çocukken aşılanmalıdır. Ne var ki, çocuğa tiyatro sevgisi aşılayalım derken onu çocuk tiyatrosu adı altında sahnelenen şamata ağırlıklı, içi boş yapımlarla karşı karşıya bırakmak

olmaz. Öncelikle nitelikli bir oyun seçilmelidir. Oyunun çocuğun yaşına uygun olması gerekir. Çocuklar bedensel, zihinsel ve ***duygusal gelişimlerini tamamlamadıklarından, bu sürece koşut olarak çocuk izleyicileri yaş gruplarına ayırmalıdır. Bu konuda uzmanların farklı önerileri olduğu görülmektedir: 5-7, 7-12,12-15; 5-7, 7-9, 9-11, 1114; 5-8, 8-12, 12-15 ve 7-9, 9-12, 12-15 yaşlar arası gibi. Pek çok gruplamada 12-15 yaş grubu sabittir; diğerlerinin sınırları ise farklılık gösterdiğinden bu konuda fikir birliği olmadığı görülmektedir. Yaş gruplamalarındaki farklılıkları tetiklemiş olabilecek bir husus gelişmiş ülke veya gelişmekte olan ülke çocukları ile kentte veya kırsal kesimde yetişmiş çocukların gelişim süreçlerinin az da olsa farklılıklar göstermesidir. Dolayısıyla, her çocuğun bedensel ve duygusal gelişimini aynı hız ve sürede tamamlamadığı dikkate alınarak yaş gruplamasının genel çoğunluk için olduğunu belirtmekte fayda vardır. Kanımca okul öncesi çocuğu için ayrı bir gruplama oluşturulmalı ve altı yaşın altındaki çocuklar birinci gruba alınmalıdır. Buna göre dört ayrı yaş grubu söz konusudur: 4-6, 6-9, 9-12, 12-15 (Bazı ülkelerde/yörelerde çocukların yedi yaşında okula başladığı düşünüldüğünde bu gruplama 4-7, 7-9, 912,12-15 olarak değiştirilebilir.) Okul çağı öncesi çocuğu için yapılacak "tiyatro"

Okul çağı öncesi çocuğu için yapılacak "tiyatro" oyun ağırlıklı olmalıdır. Bu etkinlik için bir tiyatro salonuna ihtiyaç yoktur...

53


Çocuk tiyatrosu oyun ağırlıklı olmalıdır. Bu etkinlik için bir tiyatro salonuna ihtiyaç yoktur; yere minderler atılmış, aydınlık ve büyükçe bir oda yeterli olacaktır. Sayıları otuzu geçmeyen çocuklar yarım daire şeklinde oturtularak çocukların birbiriyle etkileşimi sağlanır. Dekora gerek yoktur; yine de kullanılacaksa stilize dekor tercih edilmelidir. Yeteri kadar aksesuvar kullanılmalıdır. Bu grup için oyunlarda yazılı metin kullanmak şart değildir. Deneyimli oyuncuların yönlendirmesiyle, oyun doğaçlama olarak yürütülebilir. Oyun, bir anlatıcı eşliğinde ve çocukların katılımına imkan verecek şekilde oynanmalıdır. Bu yaş grubundaki çocukların dikkat etme süreleri çok az olduğundan, oyun 45 dakikayı aşmamalıdır. 6-9 yaş grubundaki çocuklar için ise, imkan varsa, yarım daire mekanlar tercih edilmelidir. Eğer bu bir kapalı mekan ise tamamen karartılmamalı, loş bırakılmalıdır. İzleyicinin yerinden katılımına olanak sağlayan oyunlar tercih edilmelidir; katılımı artırmak amacıyla izleyici sahneye çıkarılmamalıdır. Bazı çocuklar çekinip sahneye çıkmadığında kendine güveni sarsılabilecektir. Öte yandan, arzulanandan fazla çocuk sahneye çıkmak isteyip de bazıları oyuncular tarafından çağrılmadığında, hatta yerlerine geri gönderildiğinde üzüleceklerdir. Zaten yetişkin olsun, çocuk olsun izleyicinin yeri sahne değil salondur. Görsel öğelere ağırlık verilmelidir; ancak bunlar işlevsel olmalı, içerik boş bir görselliğe kurban edilmemelidir. Bu yaş grubu için olan oyunlar tek perde ve 60 dakika kadar olmalıdır; oyunun uygun bir yerinde 3-4 dakika ara alınabilir; ancak çocuklar bulundukları yeri terk etmemelidirler. Ara uzarsa hem çocuk yeniden oyuna girmekte zorlanacak hem de yerinden uzaklaşmak isteyecektir. 9-12 yaş grubundan itibaren çerçeve sahne de kullanılabilir. Ama çocuklar yetişkinlerden daha kısa boylu olduklarından oyunu rahatça izleyebilmeleri için ya sahnesi çok yüksek olmayan mekanlar tercih edilmeli ya da ilk 2-3 sıra boş bırakılmalıdır. Aksi takdirde,

ön sıralarda oturan pek çok çocuğun oyunu izleyebilmek için dizlerinin üstünde oturduğu görülmektedir. Oyun 90 dakikaya çıkabilir. İzleyiciler arada tuvalet ihtiyacını giderirler; tiyatro büfesinden yiyecek-içecek alırlar. Uzun süre hareket etmeden durduklarından bu arada hareket etmek onları ayrıca rahatlatacaktır. Bu yaş grubu çocuğuna mutlaka özenle hazırlanmış bir program verilmelidir. Bu, küçük izleyicinin oyun hakkında kısaca bilgilenmesini sağlayacağı gibi, bir tiyatro oyununu hazırlamak için kimlerin emeğinin geçtiğini de görmesine imkan verecektir. Çocuk bu programı hem bir süre hatıra olarak saklayacak, evdekilere gösterecek, hem de okulla beraber gidilen bir temsilse, ondan öğretmenin oyunla ilgili verebileceği ödevi hazırlamada yararlanacaktır. 12-15 yaş grubu izleyiciye tiyatronun mutfağını tanıtmak bakımından, küçük gruplar halinde ve bir rehber eşliğinde, sahne arkasını gezdirmek onu bilgilendireceği gibi bu sanat dalma daha yakından ilgi duymasını sağlayacaktır. İçerik itibariyle ise, altı yaş altı ve 6-9 yaş grubu oyunlarında genelde devler, ejderhalar, periler, doğaüstü güçler, sihirli değneklerden oluşan düşsel bir dünya sergilenir. Özellikle masallarda düşsel ve gerçek zaman ve mekan arasındaki sıçramalar, çocuğun oyunu rahatça takip edebilmesi için, abartılmamalıdır. Bu yaş grubu için olan oyunlar masalların büyülü dünyası yoluyla insan sevgisi, hayvan sevgisi, çevreye saygı, paylaşımcılık gibi olumlu soyut değerlerin geliştirilmesinin yanı sıra, aileye yeni bir kardeşin katılışı; iğne olma korkusu, karanlıktan korkma gibi kişisel korkular; ve yeni

pe cy a

İçerik itibariyle ise, altı yaş altı ve 6-9 yaş grubu oyunların­ da genelde devler, ejderhalar, periler, doğaüstü güçler, sihirli değnekler den oluşan düşsel bir dünya sergilenir.

54


Çocuk tiyatroı bir şehre taşınma gibi çocuğun gerçek dünyada karşılaşabileceği olumsuzluklarla nasıl baş edebileceğini gösteren konular içerir. Bu yaş grupları için olan oyunlarda izleyicinin katılımı önemlidir. Ancak, çocuk izleyiciyle bu iletişim kurma çabası zorlama ve yapay olmamalıdır. Örneğin, çocuğun sorulan sorulara cevap vermesi, kahramanı alkışlarıyla yüreklendirmesi, fikri sorulduğunda kahramana akıl vererek onu yönlendirmesi sağlanabilir. 9-12 yaş grubu için yukarıdaki konulara ilave olarak ciddi hastalıklar ve ölümle yüzleşme, kardeşler arası sorunlar, yabancı bir ülke ve insanları ele alınabilir.

unutulmamalıdır. Oyun kişilerine gelince, oyun kahramanının yaşının oyunun hitap ettiği yaş grubundaki çocuklardan 2-3 yaş büyük olmasında yarar vardır. Oyun kahramanının cinsiyeti de önemlidir. Kız çocukları erkek çocukla daha kolay özdeşleşebildiğinden, oyunun kahramanının erkek olması daha çok sayıda çocuğun ilgisini çekecektir. Çocuğun özdeşleşmesini sağlamak ve özgüven duygusunu zedelememek amacıyla oyun kahramanı kusursuz olmamalıdır. Oyun kişileri derinliği olan karakterler olmamalıdır; tipleme kullanılmalıdır. Olumlu ve olumsuz tiplemeler kolaylıkla ayırt edilebilmelidir. Oyunun kötü kişisi, ki genelde karşıt kişidir de, komikleştirilerek çizilmelidir. Oyunun kahramanı ve karşıt kişisi arasındaki uyuşmazlık fars ağırlıklı bir yaklaşımla çözülmeli, karşıt kişiye sert ve ağır cezalar verilmemelidir. Oyunun bir mesajı olmalıdır. Ancak, oyunun mesajı söze dökülmemeli, ileti hareket içinde gösterilmelidir. Çocuk oyundan kendi görerek bir ders çıkarmalıdır. Aksi itici olur.

pe cy

a

12-15 yaş artık toplumsal gerçeklerle yüzleşebilecek yaştadır. Ne var ki, çocuğu belirli bir ideoloji doğrultusunda yapılandırma amaçlı metinlerden uzak durulmalıdır. Bu yaş grubu çocuklarını oyun yoluyla bilgilendirmek ve onların eleştirel bir bakış açısı kazanmalarını sağlamak amacıyla tarihi konular ve kişiler, kaşifler ve yaşamları gibi konular da işlenebilir. Dört yaş grubu için geçerli olan husus ise çocuk oyunlarında yaşamın nasıl sunulacağıdır. İyilerin kazandığı, kötülerin yenildiği, idealize edilmiş şekliyle ve hep mutlu sonla biten bir yaşam mı? Yoksa, düş kırıklıklarını, başarısızlıkları ve benzer tatsızlıkları da içeren bir yaşam mı? Kimisi çocukların çocukluklarını yaşamalarını, yaşamın tatsız gerçeklerini görmek için önlerinde uzun zaman olduğu görüşündedir. Öte yandan, başkaları, çocuğu olumsuzluklara hazırlamak amacıyla, çocuk oyunlarında yaşamın olduğu gibi gösterilmesini benimser. Doğaldır ki, yaşamı iyilik, güzellik, mutluluktan ibaret sanan çocuk yaşamla yüz yüze geldiğinde sarsılacaktır. Dolayısıyla, çocuk büyüdükçe ilgili yaş grubuna ait oyunlarda dozu hafifçe artırılarak kötülüğün, çirkinliğin, mutsuzluğun da yaşamın bir parçası olduğu ele alınmalıdır. Böylelikle, tiyatro oyunları yoluyla çocuğa sorunlar karşısında iyimser bir tutum sergilemesi, yaşam karşısında güçlü olması gerektiği gösterilerek öğretilebilir.

Çocuk oyunu yazımında tüm yaş grupları için aşağıda sıralanan hususlar geçerlidir. Çocuğun çabuk sıkıldığı ve dikkatinin uzun süreli olmadığı düşünülerek, oyunlarda serim uzun tutulmamalı, olabildiğince çabuk konuya girilmelidir. Ayrıca, çocuk oyunlarında dolaysız anlatım tercih edilmelidir; ikincil bir olaylar dizisi, yan öykü, kullanılmamalıdır. Episodik, ancak dağınık olmayan bir dramatik yapı kurgulanmalıdır. Çocuk oyunları boş hareket ve koşturma ile gereksiz şarkı ve dans içermemeli, bu öğeler oyunun içindeki olaylardan beslenmeli ve işlevsel olmalıdır. Böylelikle dramatik yapı da gevşetilmemiş olacaktır. Ne yazık ki pek çok çocuk oyununda gereksiz itiş kakış, kovalamaca, yere düşme, kalkma vardır. Oysa anlamsız bir dinamikliktir bu. Oyunda günlük dil kullanılmalıdır. Özellikle küçük yaştaki çocukların tekerlemeler, sayışmalardan çok hoşlandığı

Aynı şekilde, çocuk oyunlarının sahnelenmesinde de her yaş grubu için geçerli hususlar vardır. Özellikle sahnenin izleyiciye yakın olan aşağı kısmını kullanmakta yarar vardır. Oyun kişileri hep birden ya da birkaç kişi birlikte sahneye çıkmamalıdır. Çocukların onları rahatça tamyabilmeleri için birer birer veya en fazla ikişer ikişer sahneye çıkmaları uygun olacaktır. Oyuncular, genel alışkanlığın tersine, bağırarak oynamamalıdır. Hele sahnede şirinlik yapmak, çocuklarla çocuk dilinde konuşmaya çalışmak onlara fazlasıyla yapay ve itici gelecektir. Yetişkin oyunlarında olduğu gibi, çocuk oyunlarında da oyuncunun içtenliği önemlidir, hatta belki daha önemlidir çünkü çocuğun doğallığı yapaylıktan daha fazla etkilenecektir. Oyuncunun oldukça iyi dans

12-15 yaş artık toplumsal gerçeklerle yüzleşebi­ lecek yaştadır. Ne var ki, çocuğu belirli bir ideoloji doğrultu­ sunda yapılandır­ ma amaçlı metinlerden uzak durulmalıdır.


Çocuk tiyatrosu Anne babalar ne denli bilinçli olursa olsun, çocuklar özellikle televizyon yoluyla, konulan onca uyarıya rağmen, yine de yaşlarına uygun olmayan şeyler izleyebiliyorlar. Çocuklar için yazılmış tiyatro oyunu metinleri titizlikle denetlenmelidir. Ne var ki, salt kâr amacıyla çalışan bazı tiyatro topluluklarının aynı oyunu okullarda farklı farklı sınıflarda okuyan, değişik yaşlardaki pek çok çocuğa sunduğu görülmektedir. 2006-2007 sezonu itibariyle bazı tiyatroların çocuk oyunlarının afişinde oyunun hitap ettiği yaş grubunu belirtmeye başlamaları sevindiricidir. Ebeveyn, çocuğunu bir tiyatro oyununa götürürken veya çocuk okulla bir oyuna gittiğinde, tiyatro oyununun çocuğun yaşma uygun olup olmadığı hususunda titizlik göstermelidir. Bu bilinçli yaklaşım pek çok okul idaresini de yönlendirecektir.

Oyuncuları uçurma vb. hareketleri sağlayan sahne mekanizmalarından yararlanmak, çocuklar televizyon ve sinemada Batman, Superman gibi filmleri izlemiş olsalar dahi, etkili olacaktır. Çocuk oyunlarında görsellik önemlidir; ancak oyunlar salt görsellik üzerine kurulmamalıdır. Dekor işlevsel olmalıdır; sahne gereksiz nesnelerle doldurulmamalıdır. İçi boş bir görsellik, renkleri ve çeşitliliğiyle ilk başta çocukların ilgisini çekecek olsa da, kısa süre sonra bir etkisi kalmayacaktır. İmkanların kısıtlı olduğu durumlarda çocuğun zengin düş gücünden yararlanılabilir; özellikle küçük çocuklar üst üste konmuş minderleri kolayca kocaman bir dağ olarak algılayabilmektedirler. Çocuk oyunlarında maske de oldukça sık kullanılmaktadır; ancak bu maskeler korkutucu olmamalıdır. Sesler çocukların ilgisini çeker. Küçük çocuklar düdük, davul, kaval sesine ilgi gösterirken, yaşça daha büyük çocuklar için, imkanlar elverdiğince, sofistike ses efektleri kullanılabilir.

Çocuk oyunlarında metin seçimi bir pedagogun işbirliğiyle olmalıdır. Pedagog oyunun yaş grubunu belirlemede yardımcı olur. Ayrıca, dramaturga bazı sahne ve sözlerin çıkarılması veya değiştirilmesi konusunda önerilerde bulunabilir. Bir veya iki prova izleyerek, kendi çalışma alam çerçevesinde, yönetmen ve oyunculara yol gösterebilir. İdeal olanı ise, pedagogun tüm bu ortak çalışmaların sonunda sahnelenen oyunu, çocuk izleyicilerin nerelerde, nelere, nasıl tepkiler verdiğini gözlemleyerek, izlemesi ve yönetmen ile oyunculara bir geri bildirim vermesidir.

cy a

edebilmesi ve şarkı söylemesi beklenir. Öyle, yalan yanlış birkaç halk dansı hareketi yapmak ve sıra savma kabilinden şarkı söylemek yeterli olmamalıdır. Ayrıca, oyuncu dinamik, hareketli ve akrobatik olmalıdır. İyi pantomim yapmayı bilmesi de beklenir. Kısacası her amatörle asla yola çıkılmamalıdır. Oyundaki karşıt kişinin cezalandırılmasında dayak söz konusuysa, şiddet öğesi gerçekçi bir üslupla oynanmamalı, oyuncular stilize hareketlerle, hatta birbirine değmeden bu sahneyi yorumlamalıdır. Oyuncuların kostümlü halleriyle oyunun öncesinde ve/veya sonrasında ve/veya varsa arada izleyicilerle birlikte olmaları, onları karşılamaları, uğurlamaları, onların sorularına cevap vermeleri de çocukla iletişimi kurmak ve gerçek ile oyun arasındaki ince çizgiyi algılamasına yardımcı olmak bakımından yararlı olacaktır.

pe

Çocuk tiyatrosu eğlenceli ve eğitsel olmanın yanı sıra çocukların bu sanat dalıyla ilgili olarak estetik duyularını da geliştirme­ lidir; çocukları­ mız sanatsal değeri olan oyunlar izlemeye layıktır.

Çocuk oyunları sahneleyen toplulukların sayısı artmıştır. Ama bu ne yazık ki beraberinde nitelikte de bir artış getirmemiştir. Her ne kadar, üç yılda bir toplanarak çocuk oyunlarını izleyen ve tesbitlerini tartışan Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği ASSITEJ'in (Association Internationale du The_tre pour l'Enfance et la Jeunesse) bu alandaki katkısı göz ardı edilemezse de kaliteyi artırmak amacıyla daha çok çalışılmalıdır. Ayrıca, daha çok yarışma düzenlenerek çocuk oyunları yazımı özendirilmeli; yazılan oyunlar kitap olarak basılmalı; eleştirmenler bu alana da ilgi göstermeli; çocuk oyunları tanıtım yazıları ve eleştirilerine görsel ve yazılı basın yer vermeli; çocuk tiyatrosu kentlerle sınırlı kalmamalı, köylere kadar çocuk oyunları götürülebilmeli; yüksek öğretim kurumlarının tiyatro bölümlerinde çocuk tiyatrosuyla ilgili ders sayısı artırılmalı, bu alanda yapılacak araştırma ve tezler çoğaltılmalıdır. Bu sayılanların bir kısmı halen yapılmaktadır ancak sağlıklı bir sonuç alabilmek için etkinlik ve süreklilik esastır. Çocuk tiyatrosu eğlenceli ve eğitsel olmanın yanı sıra çocukların bu sanat dalıyla ilgili olarak estetik duyularını da geliştirmelidir; çocuklarımız sanatsal değeri olan oyunlar izlemeye layıktır. Çocuk tiyatrosu her topluluk kurana teslim edilemez. Çocuk için tiyatro yapmak zor, ciddi ve sorumluluk gerektiren bir iştir.

56


cy

pe a


a

pe cy


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.