2006_170_9398

Page 1


pe cy a


A Y L I K

T İ Y A T R O

D E R G İ S İ

www.tiyatrodergisi.com.tr Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu, Üstün Akmen Yazı İşleri Müdürü: Ebru Seyhan Koordinatör: Duygu Atay Tiyatro Eğitimi Editörü: Ali Taygun Çocuk Tiyatrosu Editörü: Nihal Kuyumcu Gençlik Tiyatrosu Editörü: A. Ertuğrul Timur Ankara Temsilcisi: Figen Adıgüzel Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (gDGa) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Baskı: Hat Baskı Sanatları T i y a t r o Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Telefon: ( 0 2 1 2 ) 2 5 9 2 1 2 4 Fax:

L t d . Şti.: M u r a d i y e Deresi Sok. No:47/6 Beşiktaş İ s t a n b u l ( 0 2 1 2 ) 3 2 7 86 29 e-posta: e d i t o r @ t i y a t r o d e r g i s i . c o m . t r

Abonelik İçin: (0212) 259 21 24 - 259 34 98 • e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 60 YTL / Yurtdışı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. iş Bankası-Cihangir Şb. Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd. Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245

Kapak Fotoğrafı: Gülay Ayyıldız Yiğitcan Kapak Tasarımı: Genco Demirer (57 elliyedi)

a

EDİTÖRDEN: / S. 3 HABERLER: S. 4

cy

İZLENİM: "Brecht Wekwerth ve Richter'le İstanbul'da" / Mehmet Esatoğlu / S. 6 TANITIM: Oyunumuz Başlamak Üzeredir... / S. 8 SICAK SOHBETLER: MSM Sahnesi Açılıyor / Mustafa Demirkanlı / S. 13 İZDÜŞÜM: Gönül Borcu Onlara / Ahmet Levendoğlu / S. 16

pe

Yayın Türü: Yerel Süreli

ELEŞTİRİ: "Böcek" Gerçek Yetişkinlere Göredir / Ragıp Ertuğrul / S. 18 ELEŞTİRİ: "Paramparça" / Üstün Akmen/ S. 21 SÖYLEŞİ: Oyunları İçeriğinden Vurulan Yazar: Cuma Boynukara / Ebru Seyhan / S. 24 AVRUPA TİYATROSU: 60. Avignon Festivali-II / Tilda Tezman / S. 28 İZLENİM: Dansta Çağdaş Dönüşümler / Handan Ergiydiren Özer / S. 32 SÖYLEŞİ: Biz Buna Alışık'mıyız... / Genco Demirer / S. 36 GENÇLİK TİYATROSU: Editör: Nihal Kuyumcu Haydi Çocuklar Tiyatroya / S. 39 Küçükler İçin Bir Tiyatro: "Le Nuna Theatre" / S. 40 GÖRÜŞ: Bu Sonsuz Göğün Altında... / Sadık Arslankara / S. 42 YENİ OYUNLAR: / S. 45 KÜLTÜR-SANAT AJANDASI: S. 49


a

cy

pe


Yine, yeniden bir sezona daha merhaba diyoruz. Tiyatronun her alanının yaşadığı/yaşatıldığı sorunlara rağmen, yepyeni oyunlar Türkiye'nin dört bir yanında seyircisiyle buluşmaya hazır, hazırlanıyor. Bizim içimiz biraz buruk, Orhan'ı sanki askere uğurlar gibi bir burukluk... Hem "En büyük bizim Orhan." diye haykırıyor hem de içimiz acıyor. Evet, Orhan Alkaya zorunlu, zorunlu olduğu kadar zorlu ve bir o kadar da gerekli bir başka görevi üstlendi. Sabırlar ve başarılar dilemekten başka elden bir şey gelmiyor, ama dört ayı geride kaldı bile...Kalan yirmi ay da göz açıp kapayıncaya kadar geçer diye teselli ediyoruz kendimizi. Orhan Alkaya, Yayın Kurulu görevinden izinli ama Şano'ya zaman zaman devam edecek tabii ki. Yönetmenliği de askıya almak zorunda olduğuna göre belki de her ay. Sevgili Ahmet, Ali, Mustafa, Üstün; Ve birlikte çalışma fırsatı bulamadığım, Yayın Kurulu'nun yeni üyeleri, değerli dostlarım; Oba Sokak Numara 9'da, eğlenceli bir yaz ikindisi başlayıp, handiyse kesintisiz süren Tiyatro... Tiyatro memuriyetime, geçici bir süre için ara veriyorum. Meslek erbabını hepten alâkadar etmeyi başaramasak da, kesintisizliğimiz ve bellek depolama kararlılığımız ile, tan ağarırken sahile vuran deniz yıldızlarını, birer birer hayata iade eden o hikâye kahramanını sevindirdiğimizi biliyorum.İçim rahat.

cy

a

Bir süre yokum, çünkü tarihinin en yakıcı aralığında bulunan İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda, bu kez farklı bir görev üstlendim. Bugüne dek hep uzağında durmayı yeğlediğim bir yerde bulunmam iktiza etti ve "seçilmiş üye" sıfatıyla Yönetim Kurulu'nda yer almaya karar verdim. Yani, bildiklerimi ve yapabildiklerimi 93 yılı aşan ömrüne hayran olduğum tiyatromun yeniden ve bu kez tartışılmayacak kesinlikle özerkleşeceği güne adadım.

pe

Bu süreçte, hem kurucularından olduğum ve henüz hiç terk etmediğim dergimin, bağımsız yayıncılık prensibine "söz" düşürmemek; hem "yönetmen"liği ertelemeyi dahi göze alacak kertede "yönetici"lik ederken, bağımsızlığından ödün vermeyeceğine inandığım bir yayın organına karşı tarafsız kalabilmek için "gidiyorum".

Önce Afrika'ya oradan Bolivya'ya geçmeyeceğim. Buralardayım ve işim biter bitmez döneceğimden, lütfen kuşku duymayın. Bir süre, Yayın Kurulu toplantısı sonrası Mustafa'nın terasında değil, mesela Hasbi'de buluşuruz. Hepinizi, nesli tükenmeye yüz tutmuş gözlerinizden öpüyorum.

Orhan Alkaya Bu sayı Gençlik Tiyatroları sayfalarımız yok, bu kez yanlış hesap bağdattan değil "gençler"den döndü. Son anda sayfa sayısında hesap yanlışı yaptığımızı fark ettim, en yakınımda (msn'de) Sevgili Ertuğrul vardı, o da beni kırmadı, hem gençlerden hem de Ertuğrul Timur'dan özür diliyorum ama bu sayının yazıları, önümüzdeki sayının yazılarından mahsup edilmeden gençlere sunulacaktır. Tiyatro Ödülleri-2006, bu yıl -ramazan nedeniyle- biraz gecikmeli olarak Şişli Belediyesi'nin sponsorluğunda Cevahir Otel'in Tiyatro Salonu'nda gerçekleşecek. Adaylar belirlendi, önümüzdeki sayı açıklayacağız ve 13 Kasım'da da ödüller sahiplerini bulacak. Tiyatromuz 1 Ekim'de yeni bir tiyatro dergisi ile daha buluşuyor: Tiyatral İstanbul. Yeni dergimize hoşgeldin der, uzun ömürler, zor yollarında da başarılar dilerim.


Necdet Yakın'ı Kaybettik İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları emekli oyuncusu Necdet Yakın 20 Eylül günü hayatım kaybetti. Uzun süredir rahatsız olan Yakın için 22 Eylül günü Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde bir tören düzenlendi. Yakın'ın cenazesi törenden sonra, Şişli Camii'nde kılınan namazın ardından Ortaköy Mezarlığı'na defnedildi.

cy

a

1932 Bulgaristan doğumlu sanatçı, İBB Şehir Tiyatroları'nda en son Ahududu ve Lüküs Hayat'ta konuk oyuncu olarak sahneye çıkmıştı. Yakın, 1958 yılında Teknik Üniversite'de tiyatroya başladı. Yakın, daha sonra Haldun Dormen yönetimindeki Cep Tiyatrosu kurslarına devam etti ve 1960 yılında İBB Şehir Tiyatroları'na girdi. 1962 yılında sinema ile tanıştı. İBB Şehir Tiyatroları'na ilk girdiği günden itibaren sırasıyla Edebiyat Mükafatı, Mektep Arkadaşı, İyi Saatte Olsunlar, Lütfen Dokunmayın, İki Efendinin Uşağı, Sabır Ve Sebat, Atinalı Timon, Mum Söndü, Dilekçe, Otelci Kadın, Bir Frank Mükafat, Tepeden İnme, Küçük Şehir, Bir Yaz Gecesi Rüyası, Romeo ve Jülyet, İspinozlar, PazartesiPerşembe, Coriolanus, Eşeğin Gölgesi gibi oyunlarda rol aldı.

pe

Kenter Tiyatrosu Tadilatta

Kenter Tiyatrosu'nun 1968 yılında açılan binası, bugünlerde ikinci tadilatını yaşıyor. 1962 yılında Yıldız Kenter, Müşfik Kenter ve Şükran Güngör tarafından "Site Oyuncuları" adıyla kurulan genç bir topluluk, kısa süre sonra adını "Kent Oyuncuları" olarak değiştirmiş ve oyunlarını uzun yıllar konuk topluluk olarak çeşitli tiyatroların salonlarında sergilemişti. Kent Oyuncuları, 1968 yılında, üç apartmanın arsası üzerine şimdiki tiyatrolarını kurmaya girişmişlerdi. Binanın yapımı pek çok sanatsever tarafından desteklenmişti. Açılışını desteklemek üzere seyirci koltuk satın almış, henüz inşaat halindeki bir binada ileride seyredeceği oyunlar için peşin ödeme yaparak, kentin bir tiyatro salonu kazanmasını sağlamışlardı. Şişli Belediyesi'nin katkılarıyla tadil edilmekte olan salon, dört yüz elli koltuk kapasitesine getirilerek, yeni sezonda yeni yüzüyle seyircilerini ağırlayacak.


Gençler Karagöz Tiyatrosu'na Rusya'dan Ödül Gençler Karagöz Tiyatrosu, Salıncak isimli oyunuyla 815 Eylül tarihlerinde Belarus'un Brest şehrinde düzenlenen 11. Uluslararası Kukla Festivali Beyaz Kale'ye; 15-19 Eylül tarihlerinde Rusya'nın Ekaterinburg şehrinde düzenlenen 3. Uluslararası Kukla Festivali Büyük Petruşka'ya katıldı. Tiyatronun oyunu, Ekaterinburg'daki festivali kapsamında düzenlenen yarışmada Jüri Özel Ödülü kazandı.

a

Sanatçılardan 12 Eylül'de 12 Eylül Tiyatro Atölyesi

pe

cy

78'liler Girişimi Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'nde 12 Eylül'ün 26. Yıldönümü etkinlikleri kapsamında farklı meslek gruplarından katılımcılarla atölye çalışmaları düzenledi. "Tiyatrocular Tanık!- 12 Eylül ve Tiyatro" başlıklı atölye çalışmasını Mehmet Bakır yönetti. Çalışmaya katılanlar, önce hangi başlıklar altında konuşmalar yapacağını belirledi. Katılımcılar daha sonra onar dakikalık sürelerle hazırladıkları çalışmaları sundu. Sinema Atölyesi'nin de katılımıyla devam eden çalışmaya, Reis Çelik (Yönetmen), Tarık Akan (Oyuncu), Tuncel Kutiz (Oyuncu) Mehmet Esen (Oyuncu) Mehmet Esatoğlu (Tiyatro Simurg) Enver Akan (Ankara'dan tiyatro oyuncusu), Orhan Aydın (Nazım Hikmet Kültür Merkezi), Orhan Kazbek (Oyuncu), Özgür Başkaya (Ankara Özgür Tiyatro), Sabahattin Mutluer (Sarıyer Halk Eğitim Merkezi),Yakup Kadri (Alternatif Tiyatro Oyuncuları), Cuma Boynukara (Oyun yazarı), Nalan Işık (78 Girişimi), Deniz Kaya (Maske Tiyatro Topluluğu), Mehmet Esatoğlu (Tiyatro Simurg) Ali Kırkar ( Beşiktaş Anadolu Lisesi), Osman Genç (Ortadirek Tiyatrosu), Cengiz Gündoğdu (Oyunyazarı) Adnan Tönel (Oyuncu) katıldı. Çalışma sonunda bir de bildirge yayımlandı. Bildirgedeki bazı maddeler söyle: "Aydınlar burada bizimle olmalıydı. Medya ve Televizyon Kanalları Tiyatroyu yok ediyor. Tiyatronun yeniden amatör ruha kavuşması için güçbirliği şart. 12 Eylül ile pasif bir tiyatro seyircisi oluşmuştur. Tiyatronun ayağa kalkabilmesi için muhalif örgütlenmeler gereklidir. 7-12 Eylül sonrası ortaya çıkan stand-up ve sahne şovmenlerinin tiyatro sanatına zarar vermiştir. Oyun Yasaklamalarının sona ermesi gerekir. Tiyatroların gençlik oyunu repertuvarlarının olmaması düşündürücüdür. 12 Eylül sonrası YÖK sayesinde Oyunculuk Okulları kalitesizliğiyle ve holding görünümleriyle oyuncu adayı değil, tüketici insan modeli yaratma dayatmasında. Devletin Özel Tiyatrolara yaptığı desteğin tartışılması gerekir. Tiyatronun denemelere açık olması gerekir."


cy

a

Brecht Günleri

Brecht Wekwerth. ve Richter'le İstanbul'da

Wekwerth, 1949'da Brecht öncülüğün­ de kurulan Berliner Ensemble Tiyatrosu pratiğini yaşamış, dünyada tiyatro alanında önde gelen isimlerden biri.

pe

Mehmet Esatoğlu / mehmetesatoglu@gmail.com

Alman yazar, kuramcı ve yönetmen Bertolt Brecht'in resimleri ve Brecht oyunlarından şarkılarla karşıladı 50. ölüm yıldönümü başta Avrupa olmak üzere onları. dünyanın çeşitli ülkelerinde gerçekleştirilen etkinliklerle anılıyor. İstanbul Goethe Enstitüsü de 50. yıl etkinlikleri çerçevesinde ilk gece, Brecht'in "Mutlu Son" oyunundan uyarlanan bir film bu nedenle Mimar Sinan Üniversitesi ve Beşiktaş gösterildi. İzleyicilerin bir bölümünün ayakta izlediği Belediyesi'nin katkılarıyla üç gün süren bir dizi film, banka soyguncusu çete reisiyle ile tarikat etkinlik düzenledi. rahibesinin ilişkisini kapitalizmin kurumlarıyla ve ilişkileriyle palazlandığı Chicago kentinin ortamında Bu etkinlikler çerçevesinde Brecht'in asistanı, anlatıyordu. Wekwerth'in yönettiği '80 de çekilen yönetmen Manfred Wekwerth ve oyuncu Renate film, 1981 yılında Venedik film Festivali'nde ödül Richter ülkemize geldiler. almış bir yapımdı. Wekwerth, 1949'da Brecht öncülüğünde kurulan Berliner Ensemble Tiyatrosu pratiğini yaşamış, İkinci gün ise "Brecht Şarkıları Akşamı" vardı. dünyada tiyatro alanında önde gelen isimlerden biri. Wekwerth ve Richter oyuncu Zeliha Berksoy'un Renate Richter ise Brecht'in "Üç Kuruşluk Opera"dan katılımıyla Brecht'in değişik oyunlarından, şarkılar "Mutlu Son"a bir dolu oyununda önde gelen figürleri seslendirdiler ve onun çeşitli metinlerini okudular. başarıyla sahnelemiş, Almanya'nın önemli oyuncuları Beyoğlu'ndaki Teutonia binasındaki akşama beş yüzün üzerinde izleyici katıldı. Brecht'in özdeyişler arasında yer etmiş bir sanatçı. kitabı Me-Ti deki bir temayı çeşitli yanlarıyla işleyen Wekwerth, Richter ve piyanist Syman 22 Eylül günü akşam "İnsanın Yazgısı İnsandır" başlığım taşıyordu. İstanbul'a indiler. Havalimanında Amatör Tiyatrolar Richter'in özellikle "Üç Kuruşluk Opera" Çevresi'nden oyuncular ellerinde Wekwerth, Richter yorumlarıyla parladığı gösterinin finalinde Berksoy


ve Richter'in birlikte söylediği "Moldau" şarkısı izleyicilerinden büyük alkış aldı. Konserden sonra verilen kokteylde duygusal anlar yaşandı. Ülkemizin profesyonel ve amatör oyuncularıyla tanışan Wekwerth ve Richter onların gösterdikleri içtenlikten etkilendiler. Özellikle amatör oyuncuların halk müziğinden ve Haldun Taner oyunlarından seslendirdikleri türkü ve şarkıları ilgiyle izleyen Richter, bir ara göz yaşlarına engel olamadı. "Brecht'e Göre Tiyatro" başlıklı seminer ise üçüncü günün etkinliği oldu. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda gerçekleşen seminerin açış konuşmasında Zeliha Berksoy, Wekwerth gibi dünyanın önde gelen bir kültür adamını konuk etmekten duydukları mutluluğu dile getirdi. Yaklaşık altı saat süren, öğretim üyesi Hasibe Kalkan Kocabay ve yazar Yalçın Baykul'un çevirisiyle gerçekleşen seminerde Wekwerth Brecht'in dünya tiyatrosundaki önemini ve getirdiği kuramın özelliklerini anlattı. Brecht'in değişik dönemlerde sahneye konmuş "Cesaret Ana ve Çocukları" "Coriolan", "3. Richard" ve "Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi" adlı yapıtlarının da video aracılığıyla gösterildiği seminer, Wekwerth'in Brecht'le tanışma öyküsünü anlatmasıyla başladı.

pe

cy

a

Almanya'da küçük bir kasabada 50'li yıllarda amatör tiyatro yapan ve bir topluluk kuran Wekwerth, sahneledikleri Brecht'in "Carrar Ana'nın Silahları" adlı oyununu yazara seyrettirme çabasına girişir. Savaş ve yıkıntılar içindeki Almanya'nın o günkü koşullarında Brecht'e ulaşamayan topluluk elemanları hazırladıkları oyun ilanının altına ilk gösterime Brecht'in de geleceğini ilan etmekten geri durmazlar. Brecht gösterime gelmez ama bir süre sonra onlara iki otobüs yollayarak tüm ekibi ve dekorlarını aldırarak Berlin'e getirtir. Burada oyunu sergileyen amatör topluluğun duruşunu bir "cahil cesareti" olarak tanımlayan Wekwerth oyunun finalinde bulduğu çözüm için de Brecht'le tartışır. "Onca savaşı yaşamış bir ülkede oyunun finalinde alın silahlan savaşa gidelim demek içimizden gelmedi. Bunun yerine Brecht'in o günlerde dilden dile dolaşan şiirindeki 'Silaha Sarılmayın ey insanlar, sarılın malaya!, Silahın üstüne koymasaydınız her şeyi/ şimdi bir çatı altında olacaktınız' dizelerini koyduk ama Brecht bunu böyle yapmamızın saçma olduğunu söyledi".

toplulukta çıkan tartışmaları da aktardı. Savaş yıkıntısı ortasındaki Avrupa'da savaşı ve insanların bundan ders çıkaramayışını konu alan "Cesaret Ana ve Çocukları" oyununu sergilemeleri sırasındaki bir tartışmayı Wekwerth şöyle anlattı. "Oyun savaştan çıkan olan bir tüccar kadının serüvenini anlatıyordu. Oyunun finalinde tüm çocuklarını savaşta yitiren kadın 'lanet olsun savaşa' deyince iki dünya savaşından ders çıkarmadan onu sonuna dek desteklemiş, savaşı çıkaran Hitler'e yüzde doksan dokuz oy vermiş Alman izleyici de bunu coşkuyla alkışlıyordu. Bu durum bizi rahatsız etti. Zira bizi alkışlayan insanlar bu desteği de veren kişilerdi. Halbuki bizim bu oyunu sergilememizin amacı onların ders çıkarmayan tutumlarını onlara anlatmaktı. Bunun üzerine oyunun finaline bir yandan savaşı lanetleyen öte yandan malının mülkünün derdine düşmüş bir kadın figürü koymanın daha doğru olacağına karar verdik."

Bu sürecin sonunda Berliner Ensemble'a katılan Wekwerth, Brecht'in ölümünden sonra eşi oyuncu Weigel'le yaptığı çalışmaları anlattı. 1971 de Weigel'in ölümüyle topluluğun genel sanat yönetmeni olan Wekwerth bu toplulukta Brecht'in "Cesaret Ana ve Çocukları"ndan "Galilei'nin Yaşamı"na bir dolu oyunlarını sahneliyor ve bu oyunlarla dünyanın dört bir yanına turneler düzenliyor. Konuşmasında Brecht oyunlarındaki yabancılaştırma öğesinin süreç içindeki gelişmelerini de anlatan Wekwerth bunun sahnede kullanımı konusunda

Wekwerth etkinliklerin son gününde bir imza gününe konuk oldu. Harbiye'deki Getronagan Okulu'nun cep tiyatrosunda düzenlenen güne onlarca izleyici geldi. Yalçın Baykul'un dilimize kazandırdığı Wekwerth'in son çalışması "Brecht'le Havana'da" kitabı üzerine kısa bir konuşma yapan Wekwerth, izleyicilerin de Brecht kuramı ve kendi sanat yaşamı üzerine sorularını yanıtladı.

Brecht'in 50. ölüm yıldönümü etkinliklerinin en görkemlilerinden biri de ülkemizde kutlandı. Yılın başından bu yana Goethe Enstitüsü yöneticilerinden yazar Yalçın Baykul'un çabalarıyla örgütlenen çalışmalar özellikle Enstitü müdürü Claudia Haanraabe'nin İstanbul'a atanmasıyla hızlandı. Etkinlikler bitiminde katılan tüm tiyatro insanları bu ikiliyi çabalarından ötürü kutladılar.

Konuşma­ sında Brecht oyunlarında ki yabancı­ laştırma öğesinin süreç içindeki gelişmelerini de anlatan Wekwerth bunun sahnede kullanımı konusunda toplulukta çıkan tartışmaları da aktardı.


a

Tiyatrolarda Yeni Sezon

Tiyatroların bir kısmı Eylül ayında perde açtı,Ekim ayında perde

açacaklar

ise son provalarını yapıyor... İşte bize ulaştığı kadarıyla tiyatroların yeni sezonu...

pe

cy

Oyunumuz Başlamak Üzeredir! Devlet Tiyatroları W. Shakespeare'den Can Yücel'in uyarladığı Murat Devlet Tiyatroları 2006-2007 Sezonunu 1 Ekim Pazar Karasu'nun yönettiği Bahar Noktası ve Özen Yula'nın yazdığı Ayşenil Şamlıoğlu'nun yönettiği Dünyanın günü açıyor. İlk turda otuz altısı yerli yirmi yedisi Ortasında Bir Yer. Tiyatronun; Uyarca, Ölümsüzler, yabancı toplam altmış üç yeni oyun sahneleyecek Ful Yapraklan, Tek Kişilik Düet, Müfettiş, Kır, Kaktüs tiyatro, geçen sezonun ilgi toplayan oyunlarını Çiçeği ise geçtiğimiz sezonlardan devam edecek seyirciyle buluşmaya devam edecek. oyunlar. Don Kişot ve Yaşasın Barış isimli çocuk oyunları da DT'nin minik seyircileri için oynanmaya İlk turda sahnelenecek oyunlar şöyle: Ankara Devlet Tiyatrosu; Mustafa Ahmet Yuvanç'ın devam ediyor. yazdığı Tolga Çiftçi'nin yönettiği Selanikten Anıtkabir'e, Güngör Dilmen'in yazdığı Ayşe Emel Adana Devlet Tiyatrosu; G. Ruck-Pauquet'ten Editha Mesci'nin yönettiği Kurban, D. Mc İntyre'den Alnıaçık'ın çevirdiği Gökhan Doğan'ın yönettiği Yıldırım Türker'in dilimize çevirip Barış Eren'in Büyük Miras ile Yeşim Dorman'ın yazdığı M. Şekip yönettiği "Modigliani", Hristo Boyçev'den Hüseyin Taşpınar'ın yönettiği Sokak Kedisi Marilu, Van Mevsim'in dilimize çevirdiği M. Tayfun Orhon'un Devlet Tiyatrosu; Aziz Nesin'den Yücel Erten'in yönettiği Albayın Karısı, C. Magnier'den Asude sahneye uyarladığı ve Hüseyin Avni Danyal'ın Zeybekoğlu'nun çevirdiği Ali Hürol'un yönettiği yönettiği Azizname 95, Erzurum Devlet Tiyatrosu; Eyvah! Yine Karıştı-Oscar isimli oyunlarla yeni Turgut Özakman'ın yazdığı Özdemir Nutku'nun sezona merhaba diyor. yönettiği Resimli Osmanlı Tarihi, Trabzon Devlet Tiyatrosu; Rüveyda Sinanoğlu'nun yazdığı Kadri Özcan'ın yönettiği Gül Prenses ile Turgut Özakman'ın İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun yeni oyunları; Dostoyevski'den Mehmet Özgül'ün çevirdiği Özgür yazdığı Ensar Kılıç'ın yönettiği Ocak, İzmir Devlet Yalım'ın uyarladığı ve yönettiği Yeraltından Notlar, Tiyatrosu; Sönmet Atasoy'un yazdığı Özer Tunca'nın


(Aslan Kaçar), Eskici Dükkanı (Orhan Kemal), Keşanlı Ali Destanı (Haldun Taner), Kozalar (Adalet Ağaoğlu), Rumuz Goncagül (Oktay Arayıcı), Leyla ile Mecnun (İskender Pala), Kutsal Döngü (Hasan Erkek), Gözlemeci (uyarlayan Rauf Altıntak), İlk Göz Ağrısı (Feraizcizade Mehmet Şakir Efendi), Sinekli Bakkal (Halide Edip Adıvar), Divane AğaçYunus Emre (Turgay Nar), Mahcupluk İmtihanı (Ömer Seyfettin), Ayar Hazma (Ali Bey), Tatar Ramazan (Kerim Korcan), Geveze Berber (Ali Bey)

Gaziantep'de bulunan DT turne sahnesi ise 5 Ekim günü Konya Devlet Tiyatrosu'nun Buzlar Çözülmeden isimli oyunu ile açıyor. Cevat Fehmi Başkut'un oyununu Ahmet Mümtaz Taylan yönetiyor. Oyunun sahne tasarımı Tayfun Çebi'ye, giysi tasarımı Funda Çebi'ye, ışık tasarımı Zeynel Işık'a ait. Oyunda, Ali Hakan Beşen, Ersin Ayhan, Ömer Naci Topcu, Alpay Ulusoy, Ahmet Çökmez, Ali Volkan Çetinkaya, Ecehan Çetinkaya, Ebru Gülerarslan, Ozan Umut Çobanoğlu, Özgür Keçeci, Kaan Taşdemir, Mustafa Uzman, Umut Toprak ve Doğan Doğru rol alıyor.

4 Ekim günü, yedi sahnenin perdeleri; Haldun Taner'in yazdığı Yücel Erten'in yönettiği Keşanlı Ali Destanı; İ. Ahmet Nuri Sekizinci'nin yazdığı Ergün Işıldar'ın yönettiği Ceza Kanunu; Arslan Kacar'ın yazdığı ve yönettiği Düş ve Klarnet; Lope de Vega'nın yazdığı Burteçin Zoga'nın yönettiği Çılgın Dünya; Oktay Arayıcı'nın yazdığı Taner Barlas'ın yönettiği Rumuz Goncagül, Orhan Kemal'in yazdığı Ergün Işıldar'ın yönettiği Eskici Dükkanı ve Dejan Dukovski'nin yazdığı Yıldıray Şahinler'in yönettiği Barut Fıçısı ile açılmaya hazırlanıyor.

İBB Şehir Tiyatroları İBB Şehir Tiyatroları, perdelerini 4 Ekim günü açıyor. Bu sezon, Kağıthane Sadabat ve Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi'ne de kavuşan tiyatro, bu sezon otuz altı yerli, on sekiz yabancı yazara ait elli dört oyun sahneleyecek.

Bağdat Hatun, Can Ateşinde Kanatlar, Çalıkuşu, Hadi Öldürsene Canikom, IV. Murat, Kantocu, Kiralık Konak, Lüküs Hayat, Yaprak Dökümü, İhtiras Tramvayı, İyi Geceler Anne, Kim Kimi Kimle, Savaş ve Kadın, Saygılı Yosma, Yaban Ormanı ise geçtiğimiz sezonlarda sahnelenmiş, bu sezon da sahnelenmeye devam edecek oyunlar.

pe

cy

a

yönettiği Yedi Köyün Yargıcı, Bursa Devlet Tiyatrosu; Aziz Nesin'in yazdığı Ali Düşenkalkar'ın yönettiği Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz ile J.S. Sinistera'dan Yalçın Baykul'un çevirdiği İbrahim Şahin'in yönettiği Ay Carmela, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu; Turgay Nar'ın yazdığı Alpay Ulusoy'un yönettiği Çöplük ile Sadık Şendil'in yazdığı İsmet Hürmüzlü'nün yönettiği Yedi Kocalı Hürmüz, Sivas Devlet Tiyatrosu; Oktay Arayıcı'nın yazdığı Coşkun Irmak'ın yönettiği Rumuz Goncagül'ü sahneliyor.

Tiyatronun bu sezon repertuvarındaki yeni oyunları şöyle: Yabancı oyunlar; Barut Fıçısı (Jean Dukovski), Çılgın Dünya (Lope de Vega), Ölümsüz Öykü (Karen Blixen), Yaz Gecesi Rüyası (W. Shakespeare), Yıldızların Altında Cinayet-Katil (Elçin), Satıcının Ölümü (A. Miller), Titanik Dörtlüsü (Hristo Boyçef), Fizikçiler (Friedrich Dürrenmatt), Kol Payı (Edvard Albee), Üç Kız kardeş (Anton Çehov), Cyrano de Bergerac (Edmond Rostant). Yerli Oyunlar; Ceza Kanunu (İ. Ahmet Nuri Sekizinci), Düş ve Klarnet

Zerrin Akdenizli Çelenk'in Bir Yıldız Seç Kendine, Ayten Soykök'ün Temizlik Ülkesi, Samet Behrengi'nin Küçük Karabalık, Dersu Yavuz Altun'un Doğ Güneşim Doğ, Mürsel Yaylalı'nın (Trafik Canavarını Gördünüz mü) isimli oyunları sezonun yeni çocuk oyunları. Çevreci Prens, Gökkuşağı Altında, Kedi ile Palyaço, Lal Lay Lom, Bremen Mızıkacıları bu yıl da sahnelenmeye devam ediyor.

Devlet Tiyatroları 2006-2007 Sezonunu 1 Ekim Pazar günü açıyor. İlk turda otuz altısı yerli yirmi yedisi yabancı toplam altmış üç yeni oyun sahneleye­ cek tiyatro, geçen sezonun ilgi toplayan oyunları da seyirciyle buluşmaya devam edecek.


Bakırköy Belediye Tiyatroları Bakırköy Belediye Tiyatroları perdelerini 1 Ekim'de açıyor. Tiyatro, geçtiğimiz sezondan bazı oyunların yanı sıra iki yeni yapımla izleyici karşısına çıkacak. Yeni oyunlar Kasım ayı itibariyle sahnelenmeye başlayacak. Yeni oyunlardan ilki, Orhan Kemal'in yazdığı Mustafa Gültekin'in oyunlaştırdığı "Tersine Dünya". Oyunu Turgay Kantürk yönetiyor.

Tır Tiyatrosu'nda sahneleyeceği oyunlar ile giriyor.

Diğer yapım ise Kerstin Specht'in "Bir Mutfak Masalı". Sibel Arslan Yeşilay'ın Türkçe'ye çevirdiği oyunun yönetmenliğini Emre Kınay üstleniyor.

25 Eylül günü Halk Eğitim Sahnesi'nde prömiyer yapacak olan Veysel Sami Berikan'ın yönettiği Ramazan Eğlencesi, geleneksel Türk Tiyatrosunun Kavuklu ve Pişekar tiplemeleri ile hem şehir halkına hem de köy, belde ve ilçelerde gezerek Gezici Tır Tiyatrosunda bölge halkıyla buluşacak.

Tiyatronun, Aziz Nesin'in "Pırtlatan Bal" isimli çocuk oyunu ise Emrah Eren yönetiminde sahnede. BBT, geçtiğimiz sezonlardan bazı oyunları da bu sezon sahnelemeye devam ediyor. Haldun Taner'in yazdığı Orhan Kemal Aydın'ın yönettiği "Günün Adamı" bu oyunlardan biri. Yaşar Kemal'in ölümsüz eseri "Teneke", Müşfik Kenter rejisiyle üçüncü yılında yine sahnede. Muzaffer İzgü'nün "Lütfen Kızımla Evlenir misiniz?" Burak Karaman rejisiyle bu sezon da seyircilerini ağırlayacak.

Samuel Becket'in yazdığı, Ali Taygun'un yönettiği Godot'yu Beklerken, tiyatronun yeni oyunu. 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde sahnelenen oyun, geçtiğimiz ay Belarus'da Brest Drama and Music Theatre festivaline katılmış, büyük övgü almıştı.

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Karar Kimin, Tartuffe, İçerdekiler, Ayrılık, Yalancının Resmi bu sezon da devam ediyor. Keloğlan, Pinokyo, Ormanda Şenlik Var, Hoşu'nun Utancı isimli oyunlar ise küçük izleyicilerle bu sezon da buluşacak. Semaver Kumpanya Semaver Kumpanya Küba'nın en genç yazarlarından Abel Gonzalez Melo'nun "Chamaco" isimli oyununu sahneliyor. Oyun, Küba'lı yönetmen Dr. Orestes Perez Estanquero tarafından sahneleniyor. Küba'da okuma tiyatrosu olarak sahnelenmiş oyun, dünya prömiyerini Ekim'in ikinci haftasında Semaver Kumpanya'da yapacak.

cy

a

Tiyatro her sezon olduğu gibi bu sezon da minik seyircilerini unutmuyor. Sezonun ilk yeni çocuk oyunu Aziz Nesin'in yazdığı Emrah Eren'in yönettiği "Pırtlatan Bal". Müzikal olarak sahneye konan "Pırtlatan Bal" bencilliğin, yoksulu görmezden gelmenin insanların başına ne dertler açacağını anlatıyor. Volker Ludwig'in "Çiçek Patron Böcek" isimli müzikli danslı çocuk oyunu bu sezon da Aytekin Özen'in rejisiyle sahnelenmeye devam edecek. Kocaeli Şehir Tiyatroları Kocaeli'nin ödenekli tiyatrosu Şehir Tiyatroları 5 Ekim'de Perdelerini açıyor. Şehir Tiyatroları yeni sezona, Süleyman Demirel Kültür Merkezi, Halk Eğitim Merkezi, SDKM Oda Tiyatrosu ve Gezici

pe

İBB Şehir Tiyatroları, perdelerini 4 Ekim günü açıyor. Bu sezon, Kağıthane Sadabat ve Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi'ne de kavuşan tiyatro, otuz altı yerli, on sekiz yabancı yazara ait elli dört oyun sahneleye­ cek.

DOT DOT'un yeni oyunu Böcek ile 20 Eylül günü kapılarını izleyicilerine açtı. Tracy Letts'in yazdığı oyunu Murat Daltaban yönetiyor. Oyunda Tülay Günal, Alper Kul, Serhat Kılıç, Gökçer Genç ve Selen Uçer oynuyor. Altıdan Sonra Tiyatro Altıdan Sonra Tiyatro; yeni sezonu "Öldün, Duydun mu?" isimli oyunuyla açıyor. Geçtiğimiz sezon


cy a

sahnelenmeye başlanan oyun, 7 ve 14 Ekim günleri 20.30'da Maya Sahnesi'nde izlenebilir. Yiğit Sertdemir'in yazıp yönettiği oyunda, Erkan Kortan, Gülhan Kadim, Aslı Can Kortan rol alıyor. Oyunun sahne ve ışık tasarımı Yiğit Sertdemir'e, giysi tasarımı Semah Tuğsel'e ait. Tiyatro Kedi Tiyatro Kedi, yeni tiyatro sezonunu "Omzumdaki Melek" isimli oyunu ile 13 Ekim'de açıyor. Stephan Levi'nin yazdığı, Roza Erdem'in çevirisini yaptığı oyunu Hakan Altıner yönetiyor.

Tiyatro, Anadolu'nun dört bir yanına düzenlediği turnelerine yine devam ediyor. Birinci tur Anadolu turnesi 6 Kasım'da Düzce'den başlayıp Sakarya, Gebze, Çorlu, Lüleburgaz, Kırklareli, Edirne, Keşan, Malkara, Tekirdağ, Gelibolu, Çanakkale, Çan, Bandırma, Aliağa, Bergama, Soma, Akhisar, Manisa, Salihli, Turgutlu'da sona erecek. İkinci tur Anadolu turnesi ise 11 Aralık tarihine kadar Eskişehir'de başlayıp 29 Aralık tarihinde Antalya'da son bulacak.

pe

Ankara Sanat Tiyatrosu AST yeni sezonu, 30 Eylül günü Bilgin Adalı'nın yazdığı Cengiz Sezgin ve Aylin Saraç'ın yönettiği Bencil Dev isimli çocuk oyunu ile açtı. Tiyatro, sezon oyunumuz sahnelediği Hans Ostarek'in Don Kişot isimli oyununu ise 6 Ekim'den itibaren tekrar sahnelemeye başlıyor. Yücel Erten'in Türkçeleştirdiği oyunu Rutkat Aziz yönetiyor. Sezonun yeni oyunu ise Belalı Aile (Lapin Lapin.. Tavşan Tavşan) Coline Serrau 'nun yazdığı Yalçın Baykul'un Türkçeleştirdiği ve Rutkay Aziz'in yönettiği oyun, Kasım ayında prömiyer yapacak.

Kördüğümü"nü Erhan Gökgücü yönetiyor. Sahne ve giysi tasarımı Nursun Ünlü'ye, müzikleri Kemal Günüç'e ait oyun 5 Aralık 2006'da prömiyer yapacak. Sezonu ikinci tur oyunu, Köy Enstitülerini anlatan, "Promete 1940". Erhan Gökgücü'nün yazdığı oyunun yönetmeni Murat Atak.

Ankara Ekin Tiyatrosu Ankara Ekin Tiyatrosu sezonunu 12 Ekim günü Haldun Taner'in "Vatan Kurtaran Şaban" adlı oyunuyla açıyor. Ayhan Ahıskal, Bülent Yıldıran, Halil Esen, Hakan Güven, Murat Demirbaş, kutlay Akbal, Harun Güzeloğlu, Damla Paksoy ve Arzu Yolgösteren'in rol aldığı oyuna canlı müzikleri ile Grup Nasa eşlik ediyor. Tiyatronun yeni oyunu Güngör Dilmen'in "Midas'ın

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu LBT yeni sezonuna Steven Berkoffun yazdığı Hakan Elmasoğlu'nun yönettiği "Dolu Düşün Boş Konuş" oyunu ile başlıyor. Oyunda Özgür Oktay, Osman Ateş, Barış Refikoğlu, Asu Demircioğlu, Erol Refikoğlu'nun rol alıyor. Tiyatronun bir diğer oyunu, Aristophanes'in yazdığı, Yaşar Ersoy'un yöneteği "Barış". Provaları devam eden oyunun müziklerini Acar Akalın yapıyor. 200506 sezonunda çocuk seyircilerle buluşan, Can Dündarın yazdığı Asu Demircioğlu'nun yönettiği "Duvar", bu sezon da sahnelenecek.

Bakırköy Belediye Tiyatroları perdelerini 1 Ekim'de açıyor. Tiyatro, geçtiğimiz sezondan bazı oyunların yanı sıra iki yeni yapımla izleyici karşısına

çıkacak.


Tiyatro Anadolu Tiyatro Anadolu, 26 Eylül tarihinde İtalyan yazar Curzio Malaparte'nin "Kadınlar da Savaşı Yitirdi" adlı oyunla perdelerini açtı. Oyunun yönetmeni Şakir Gürzumar. Samsun Sanat Tiyatrosu Samsun Sanat, yeni oyunu Bir Pulsuz Dilekçe ile 21 Eylül günü perdelerini açtı. Işık Kansu'nun Uğur Mumcu'nun yazılarından yola çıkarak yazdığı oyunun müzikleri Nedim Yıldız'a, dans düzeni İhsan Bengier'e ait. Oyunu Yaşar Gündem yönetiyor.

tarihinden itibaren sahnelenmeye başlıyor. Tiyatro- Z'nin bir diğer oyunu da Krapp'ın Son Bandı. Samuel Beckett'in yazdığı oyun, geçtiğimiz sezon sahnelenmeye başlamış. Beyti Engin'in oynadığı oyun 18 Ekim'den tarihinden itibaren sahnede.

cy a

Tiyatro Troya Çanakkale'de faaliyet gösteren Tiyatro Troya, Geleneksel Türk tiyatrosu ile ilgili çalışmalarına devam ediyor. Tiyatro, "Büyük Sünnet Düğünü" isimli ortaoyunu ramazan süresince sahneleyecek. Murat Gündoğdu'nun uyarladığı oyunu Rıfat Avcı Tiyatro- Z yönetmiş. Müziği Hüseyin Kalmış ve İsmail Geçtiğimiz yıl kurulan Tiyatro-Z, 2006-2007 Kalmış'a, sahne tasannu Tiyatro Troya Atölyesi'ne, sezonunda 4 bölü 4, Camda Duran Kadın Yoldan Geçen Adam ve Krapp'ın Son Bandı isimli oyunları giysileri Emine Saraçoğlu'a ait oyunda, Rıfat Avcı, Murat Gündoğdu, Ezgi Başkaya, Nazan Bozkurt, ile 8 Ekim'de sezonu açıyor. Burcu Sütçü, Sibel Kaya, Selda Kokol, M. Feyzi Yavaş, Onur Pay, Cihan Yamaner, Fatih Babalık, 4 bölü 4, seyircisini, bir kadının iç dünyasına yolculuğa çağırıyor. Oyun, Tiyatro- Z'nin kafesinde Yavuz Yılmaz, İlker Çanakkaleli rol alıyor. oynanacak. 8 Ekim 2006 tarihinde başlayacak olan oyun, bu yıl 7-8 Ekim'de, ikincisi düzenlenen Tiyatronun, 43. Uluslararası Troya Festivali'nde Galataperform Görünürlük Projesi 2 kapsamında da sahnelenen Kral Oidipus isimli oyunu ise Kasım yer alıyor. Oyunun yazar ve yönetmeni Cem Kenar. ayında seyirci karşısına çıkacak. Sophocles'in Oyuncular: Emek Büyükçelik, Esra Ruşan, Elif Sert oyununu Şahine Hatipoğlu yönetmiş. ve Nurcan Yanık. Tiyatro- Z'nin yetmiş kişilik tiyatro Yeni sezonda sahnelenecek diğer bir oyun ise Ray salonunda oynanacak oyunlardan ilki, Camda Duran Cooney ve John Chapman imzası taşıyan Şimdi Kadın Yoldan Geçen Adam. Oyun, yolda, bir evin Olmaz Sevgilim. Oyunu Rıfat Avcı yönetiyor. önünde ya da bir sokakta dolaşan, romantik, duygusal ve bir o kadar da yorgun bir 'Adam'ın hikâyesini Antalya Üçüncü Zil Tiyatro Topluluğu anlatıyor. Oyunun yazar ve yönetmeni Cem Kenar. Topluluk, 2006-2007 tiyatro sezonunda yeni oyunu Oyuncular: Özgür Atkın ve Nurcan Yanık. Oyunun, "Oyun Nasıl Oynanmalı"yı sahneliyor. Vasıf sahne ve giysi tasarımını Aylin Ominç yapmış. Camda Öngören'in yazdığı oyunu İrfan Çetin yönetiyor. Duran Kadın Yoldan Geçen Adam, 20 Ekim 2006

pe

LBT yeni sezona Steven Berkoff'un yazdığı Hakan Elmasoğlu' nun yönettiği "Dolu Düşün Boş Konuş" oyunu ile başlıyor.


pe cy

a

Müjdat Gezen'in Rüyası Gerçekleşiyor...

MSM Sahnesi Açılıyor...

Genco Demirer /mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr

geliyordu (eliyle işaret ediyor) ama o zaman koltuk Sevgili Fotoğraf Editörümüz Gülay ile birlikte sayısı iki yüzlere düşüyordu, zor karar verdik ama vapurun güvertesinde martıları seyrede seyrede sonunda biraz geriye çektik. Ama şimdi de yetmiş Kadıköy 'e doğru yola çıktığımızda gecikmemiz yedi metre kare. Çocuklarımın..." derken sözünü gerektiğini biliyorduk. Müjdat Gezen, Haliç Üniversitesi'nden çıkıp 15.30'da gelecekti ve kırk kesiverdim. beş dakika sonra film çekimi için salondan ayrılmak zorundaydı. Biraz erken gittik. Salonu elimizle koymuşMüjdat Abi nedir bu iş, nerden çıktı bir de tiyatro gibi bulmuştuk, Kadıköy'de, Bahariye Caddesi'nin salonu? hemen girişindeki ilk sokağın başında, çok merkezi Valla bugüne kadar hayallerini kurup da bir yer. Ancak, doğal ki bir binanın alt katları yapamadığım bir tek eksiğim kalmıştı o da tiyatro bozularak salona dönüştürüldüğü için, olanakların salonu. Bu salonla birlikte bu hayalimi de elverdiği kadarı yapılabilmiş, ama her ne yapıldıysa gerçekleştirmiş oluyorum. Hoş iki okulumda özen gösterilmiş, en iyisinin olmasına çalışılmış. doksanar kişilik iki salon vardı, ama yetmiyordu Hele kulisler, bayıldık valla Gülay'la birlikte. Geniş çocuklara, şimdi üç yüz kişilik bir salonları var. ve çok iyi döşenmiş. Gülay, salonun bir o köşesinde bir bu köşesinde kadraj ayarı yapmaya çalışırken, Müjdat Gezen'in sesi uzaklardan gelmeye başlamıştı: "Mustafa geldi mi?". Saatime baktım: 15.31

Çok merkezi bir yer ama aslında tiyatro salonuna çok da elverişli olmayan bir yapı değil mi? Biraz öyle ama burayı bulana kadar da çok uğraştık. Gazeteye ilan verdik, komisyoncular kanalıyla aradık ve sonunda burada karar kıldık.

Oturduğumuzda, gözleri parlıyordu. "Bak şurası şöyleydi, böyle yaptık, aslında sahne buraya kadar

Mülkü satın mı aldınız, kira mı? Satın aldık. Burayı bulunca bankaya gittim. 1 trilyon


mümkün değil. Haa, onun hesabını da yaptım. Görmüşsündür aşağıya dükkanlar da yaptım, onlar kiralarını vaktinde öderlerse, onun dışında da yirmi milyar eklersek her ay ödememiz gereken otuz altı milyarı topluyoruz. Bu yirmi milyarı bulmak için de işte dizi, film, konferans, reklam filmi filan çekeceğim.

cy a

kredi çektim, 1.3 trilyon olarak üç yılda ödeyeceğiz. Geriye kalan için de yedi mülkümü, binayı satın aldığımız adama ipotek ettim, toplam 2.5 trilyona almış olduk. Masraflar filan 3 trilyonu geçti. Sadece kendinizin kullanımına mı açık olacak, diğer tiyatrolara da kiralayacak mısınız? Diğer tiyatrolar da buradan yararlanacak tabii ki. Ama salon kirası almayacağız, sadece kendi harcamalarını karşılayacaklar; elektrik, ısınma gibi.

Ama artık çocukları­ mın kendi tiyatroları var. Oyunlar hazırlıyorlar, oynayamıyorlardı, şimdi artık kendi tiyatroların­ da oynaya­ caklar oyunlarını. Bu da beni mutlu ediyor.

pe

Enteresan, bu kadar borç altına girmişsiniz ve salon kirası almayacaksınız... Özel tiyatroların ne zorluklar çektiklerini bilirim, ben de oradan geldiğim için hangi koşullarda çalıştıklarını bilirim.

Siz tiyatronun tanrısı mısınız? Hayır tabii ki de, görüyorsun işte devlet desteğini filan... Bu koşullarda nasıl salon kirası talep edebilirim ki? Bir de başka şansımda yok ki, ben bir yazı yazmıştım bir zamanlar, başlığı da "Olacağı Buydu" diye; on yaşında bir çocuğu sahneye iterseniz 'olacağı buydu' işte. O yaşlarda bile dolaşırken, gördüğüm her yere bakardım, burası tiyatro salonu olabilir mi diye... bugüne kadar da hep baktım. İçimde bir yaraydı nerdeyse. Bu salonla birlikte bu hayalimi de gerçekleştirmiş oldum. Sadece bir hayalinizi gerçekleştirmek için mi bütün bunlar? Benim mesleğim bu, başka bir iş yapamam ki? Bakkallık yapamam, mühendislik, oto tamirciliği yapamam, ben başka bir iş yapmayı bilmiyorum ki! İyi de bu bir iş değil ki? Bu kadar borca giriyorsunuz ve buranın gelirleriyle de ödemeniz

İşte ben de onu söylüyorum burası sizin için bir "iş" değil... Para kazanmayacaksınız, başka işler yapıp borcu ödeyeceksiniz. Ama artık çocuklarımın kendi tiyatroları var. Oyunlar hazırlıyorlar, oynayamıyorlardı, şimdi artık kendi tiyatrolarında oynayacaklar oyunlarını. Bu da beni mutlu ediyor. Bizim mesleğimiz, başkasını mutlandırdığın zaman mutlu olduğun bir meslek. Güzel bir mutluluk da, yıllarca çalışıp biriktirdiğiniz her şeyi buraya yatırmışsınız ve bir dünya da borç var geride... Doğru, ölene kadar oturacağım evim duruyor, yazları biraz keyif aldığım teknemi de sattım, hem de iki yüz bin dolarlık tekneyi yüz bin dolara sattım. Karımın son model bir Mercedes'i vardı, o da şimdi okulun önünde duruyor, üzerinde de "satılık" yazıyor. Ama bence değer, artık burası benim çocuklarımın, kimse onlara "hadi artık çıkın" diyemeyecek. Kendi tiyatroları var ve iç huzurlarıyla oyunlarını oynayacaklar. Borçlar bir kenara, analışılan onlara bu salondan hayır yok, peki salon kendini çevirebilecek mi? Onun hesabını da yaptım, oyunlar ful oynarsa 3 milyar ediyor. 1.5 milyarı oyunculara, 1.5 milyarı gazete ilanına verirsek, buranın personeli, elektriği, ısıtması gibi giderlerin toplamı oynadığımız her oyun başına 1 milyar içeri giriyor, bu da benim kabulüm.


Aaa, bakın bu yanınızı bilmiyordum, sizin bayağı bir ticari zekanız da varmış! Ooo, müthiştir, bir anlatsam şaşırırsın! Ben ticaretten anlayanları kınamıyorum, ama ben anlamıyorum, ne yapalım! Baka sana bir şey anlatayım: Nasrettin Hoca kırk paraya yumurta alır, boyayıp otuz paraya satarmış. Karısı, Hoca'ya "Bu nasıl ticaret, kırk paraya alıp otuz paraya satıyorsun." demiş. Hoca'da karısına: "Sen sus, anlamazsın, ben boyadan kazanıyorum." demiş. Galiba ben de boyadan kazanıyorum! Benim ticari zekam da çok iyidir! Çocukluğumda, bilirsiniz Son gazetesi vardı, fiyatı da 5 kuruştu. Bayii ye gidip on tane gazete alır, onları satmaya çalışırdım, eğer hepsini satarsam verdiğim parayı geri alırdım, satamadıklarım da kendi cebimden çıkmış olurdu. Ama onları da kese kağıdı yapar satardım, hoş yine paramı kurtaramazdım ama iki iş birden yapmış olurdum. Belli zaten, yıllardır Tiyatro Dergisi ile boğuşup duruyorsun!

onu da sahneleriz. Bir de "Sihirbaz" isimli bir çocuk oyunu hazırlıyoruz. "Tuhaf Bir Aile" biraz tuhaf bir oyun olacak, oyunun koreografisini Hülya Aksular yapıyor, çok değişik, ilgi çekici bir oyun olacak sanırım. Şimdi bir de salonun açılış telaşı var galiba, yerinizde duramıyorsunuz? Sorma, 2 Ekim'de salonun açılışını yapacağız. Cumhurbaşkanımızın eşi Semra Hanım yapacak açılışı. Bir eğitimci olarak ricamızı kırmadı, hem açılışı yapacak hem de on beşinci yılını dolduran MSM'nin, on beş yıldır eğitimciliğini yapan on arkadaşımıza plaketlerini verecek. Kadıköy Senfoni Orkestrası da bir konserle katılacak gecemize.

a

Ne diyeyim, elerinize sağlık, borçlar için kolay gelsin, daha gençsiniz, çalışır ödersiniz... (Uzun bir kahkaha attıktan sonra) Eee, bizim işimiz bu, iki kalas bir heves sonra da elveda dünya... Zaman dolmuş, Müjdat Gezen film çekimine yetişmek Gülay, fotoğraf çekerken çok zorlanıyor, farkındayım, zorundaydı, kalktık, karşıya (Avrupa yakasına) bir taraftan konuşurken, gözleri salonun her yanını geçiyordu, biz de yerleştik arabaya ve bu tarafa tarıyor, ne eksik var, neler gözden kaçmışı arıyor... gelene kadar sohbetimize devam ettik. Bir ara aklına Bin ara içimden bir muziplik yapmak geçiyor. Acaba geldi "Oyunculuğun Felsefesi kitabımı göndermiş takılsam mı ? "Müjdat Abi sizin yüzünüzü biraz solgun miydim sana?", yoo unutmuştu herhalde. Hemen gördüm, bir sorun yok değil mi? desem mi diye, uzandı bir tane aldı, imzalamayı da ihmal etmeden sonra vazgeçtim, şimdi hiç sırası değil. Tam bu sırada uzattı. Sormadım, biliyordum, yine ücretsiz olarak olsa olsa bu eşek şakası olurdu, deyip pırıldayan dağıtacaktı çocuklarına, diğer kitaplarını yaptığı gözlerine bakıp... gibi. Kitabın arkasında da fiyat yoktu zaten. Kaçırmışım, geçenlerde Deniz Baykal, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'a güzel bir yanıt vermiş. "Sen de evinde uyu!" Bayıldım valla, Bakan kimin nerede öleceğini belirleyeceğine herkes gibi evinde uyusa ya.

pe cy

Bu salonu, MSM öğrencileri kullanacak, özel tiyatroların kullanımına açıyorsunuz, sanırım bir de Müjdat Gezen Tiyatrosu kurdunuz ve kendi oyunlarınızı da burada oynayacaksınız değil mi? Evet, benim bir oyunum vardı "Tuhaf Bir Aile" diye, bu oyun Yunanistan'da da sahnelenmişti. Önümüzdeki günlerde onun provalarına başlayacağız, sanırım kasım ayında sahnelemeye başlarız. Umarım iş yapar, olmazsa kafamda başka bir proje daha var,

Biz indik, Müjdat Gezen sete doğru devam etti... Sanırım daha çook set set gezecek... Borçlar beklemez.

Baka sana bir şey anlatayım: Nasrettin Hoca kırk paraya yumurta alır, boyayıp otuz paraya satarmış. Karısı, Hoca'ya "Bu nasıl ticaret, kırk paraya alıp otuz paraya satıyorsun." demiş. Hoca'da karısına: "Sen sus, anlamazsın, ben boyadan kazanıyo­ rum." demiş. Galiba ben de boyadan kazanıyoru m!


Gönül Borcu Onlara

Ahmet Levendoğlu / alevendoglu@tiyatrodergisi.com.tr

Pazar günü. (24 Eylül). Biraz gecikmiş olan İzdüşüm yazısını yazmak için masa başındayım. Olası konulan kafamdan geçiriyorum. İki gün önceki yayın kurulu toplantısında Demirkanlı "Ne yazacaksınız?" diye sorduğunda, "Hiç bilmiyorum." demiştim, ama eklemiştim: "Konuyu bulmak zor değil, zaman da almıyor. Yedekte hep, her zaman için geçerli genel konular vardır zaten." Ne var ki şimdi kafama üşüşenler iç karartıcı, yazması da sıkıntı verecek şeyler olduğundan, onları iteleme eğilimindeyim. "Devlet desteği" yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılması, Tiyatro... Tiyatro... dergisinin son "çığlığının" da pek işe yaramaması, sezon başlarında perde açabilecek özel tiyatroların bu yıl rekor düzeyde düşük sayıda olacağı öngörüsü gibi konularla şu anda boğuşamayacağım gibi geliyor bana.

Bakıyorum, ödül kazananlar arasında yine eski öğrencilerim var. Onlardan Erkan Can ile Civan Canova iki ayrı daldaki erkek oyuncu ödüllerinin sahipleri olmuşlar. Bu tür bir haber her zaman benim içimde bir sevinç kıpırtısı yaratır, doğrusu. "Son dönemlerde ne sık oluyor bu." diyorum, kendi kendime. Sonra "Kimler vardı başka?" diye bir belleğimi yokluyorum. Epey ad anımsıyorum ama, ilgim arttığından, bir döküm ele geçirmek istiyorum. Yardımcım kısa sürede internet'ten yıllara uzanan bir döküm ediniyor. Görüyorum ki, özellikle bir yakın dönem kesiti alındığında, her yıla bir eski öğrenci düşüyor.

pe

Ben aslında yalnız burada adı geçenlerle değil, çeşitli başka ödüllerle değerlendi­ rilenleri de, daha doğrusu, ödül almışalmamış, yüreği tiyatro için çarpmayı sürdüren ve tiyatro neferliğini ardında bırakmamış tüm eski öğrencile­ rimle kıvanç duyuyorum.

cy a

Bu arada açık olan televizyonun sesi ulaşıyor kulağıma. Bir kanalda "Altın Portakal"ın Festival'in kendisi denli gelenekselleşmiş olan düzenleme fiyaskolarından birisinin daha haberi aktarılırken, ödül sonuçları da yineleniyor.

O noktada "İzdüşüm'ü, konuyu daha genişleterek, bu doğrultuya oturtayım." düşüncesine varıyorum. "Hem böylelikle, iç karartıcı olmak yerine sevindirici, olumlu, iç açıcı bir olguyu işlemiş olurum." diyorum. Ama bir an duraksıyorum. Aklıma pazar ya da bayram günleri olumsuz yazı yazmamayı erdem sayan, saydığını belirten köşe yazarları geliyor. Bu yaklaşımı hep anlamsız ve sakat bulduğumu anımsayarak "Şimdi sen de aynı şeyi mi yapacaksın?" diye kendimi sorguluyorum. Sonra "aynı şey" olmadığına, pazar ya da değil, iç açıcı olsun ya da olmasın, bunun yazılası değerde bir konu olduğuna kendimi inandırıyorum. O zaman, "genişletmek" adına "konuyu bir de tiyatro ödülü ekseninde tartmalı" bakışına varıyorum. Öyle ya, eski öğrencilerimin aldığı tiyatro eğitimiydi ve şimdi sinemada da başarılı işler yapıyorlarsa da "asal" alanları, tiyatro. Bu bağlamda Afife Tiyatro Ödülleri'ni eksen olarak alıyorum. Belirteyim ki Afife'nin, oluşumunda ve işleyişinde (hâlâ ve uyarılara karşın) kusurlar barındıran bir ödül olduğu kanısındayım. (Bunu geçmişte dile getirmiştim. Ayrıca, bu yazı içerik olarak bu konunun yeri olmadığından, o boyuta girmiyorum.) Afife'yi ele almamın nedeni tiyatroda bugün


için en ses getiren ödül olması ve on yılını doldurmasıyla yeterli bir referans doğrultusu oluşturması. İki ayrı ödül ekseninde ödül(lü)ler dökümünün ortaya koyduğu tablolar şeyle: Antalya Altın Portakal Film Festivali Ödülleri'nde son on üç yıllık sürede altta adları geçen ve eski öğrencim olan şu oyuncular on üç ödül kazanmışlar: Derya Alabora (1994), Mustafa Avkıran, Hande Ataizi, Yasemin Alkaya, Ahmet Uğurlu, Haluk Bilginer, Derya Alabora (1997), Erkan Can (1998), Oktay Kaynarca, Meral Oğuz, Olgun Şimşek, Civan Canova, Erkan Can (2006). Afife Tiyatro Ödülleri'nde on yıllık sürede altta adları geçen ve eski öğrencim olan şu sanatçılar da yirmi yedi ödül kazanmış: Haluk Bilginer (1997), Suat Sungur, Derya Alabora, Şebnem Sönmez (1999), Engin Alkan, Ezgim Kılınç, Zuhal Olcay (2000), Cüneyt Çalışkur, Rüçhan Çalışkur, Seray Gözler, Mustafa Avkran, Mehmet Ali Kaptanlar, Ayda Aksel, Sevinç Erbulak, Yıldıray Şahinler, Rozet Hubeş, Şebnem Köstem, Yeşim Alıç, Levent Öktem, Meral Oğuz, Haluk Bilginer (2005), Şebnem Sönmez (2005), Nesrin Kazankaya, Zuhal Olcay (2006), Selçuk Yöntem, Berna Laçin, Haluk Bilginer (2006). (Bu ödüllerden yirmi dördü oyuncu ödülü, ikisi yönetmen ödülü: Cüneyt Çalışkur, Mustafa Avkıran, biri de özel ödül: Nesrin Kazankaya.)

pe cy

a

Bu tablolara ödüller adına, oyunculuk-oyuncular adına, giderek tiyatro adına genel sonuçlar çıkarmak için bakılmamalı elbet. Ama bunlar benim için özel, öznel ve de değerli tablolar. Değerleri de şurada yatıyor: Tiyatro eğitmenliği yaptığım otuz beş yıllık sürede, yer aldığım on eğitim kurumu arasında en uzun bulunduğum üç ayrı konservatuvar tiyatro bölümünde üç ayrı dönemde eğitim görmüş bu oyuncuların/sanatçıların durdukları yeri bir anlamda betimliyor. Özde her zaman tartışma götürebilecek olan ödüllerin ve salt onların, başarının ya da iyi eğit(il)mişliğin kanıtı olabileceğini ileri sürüyor değilim, kuşkusuz. Yine de bu genel tablo karşısında, elini vicdanına koyup konuşacak herkes söz konusu eğitim süreçlerinin boşa gitmemişliğini dile getirecektir, sanırım. Dökümlerde yer alan eski öğrencilerimin bir bölümü şimdi orta yaşlarda, bir bölümü orta yaşların sonlarına ilerliyor. Ben onlara, aldıkları eğitimin karşılığını yaptıklarıyla bol bol vererek benim otuz beş yılımı da boşa çıkarmadıkları için gönül borcu duyuyorum. Onlar beni kıvandırıyor. Ben aslında yalnız burada adı geçenlerle değil, çeşitli başka ödüllerle değerlendirilenleri de, daha doğrusu, ödül almış-almamış, yüreği tiyatro için çarpmayı sürdüren ve tiyatro neferliğini ardında bırakmamış tüm eski öğrencilerimle kıvanç duyuyorum. Onları alınlarından ve yanaklarından öpüyor, onlara "Bravo çocuklar, aferin sizlere." diyorum. Bunu yaparken, bir küçük "aferin"i de otuz beş yılıma kondurmayı çok görmüyorum.


cy a

Alacakaranlık Kuşağında Gezinmek

Gerçek Yetişkinlere Göredir

pe

Ragıp Ertuğrul / ragipertugrul@tiyatrodergisi.com.tr

Oyunun konusundan özellikle bahsetmemeye çalışıyorum. Zira benim tanımladı­ ğım şekliyle oyun, bir alacakaran­ lık kuşağına sokuyor bizi.

Dolu dolu geçen bir tiyatro festivaline rağmen tiyatroya üç aya yakın süre ara verdik. Ve sezon oyunları açıklanmaya, prova hareketliliği yaşanmaya başladı. Hasreti gidermek için tez hareket eden ve sezonun ilk oyunu olma hakkını kazanan ise "Bug / Böcek" oldu. DOT, geçen sezon tiyatroseverlere yaşattığı farklılığı bu yıl da sürdürüyor. Zaten bu çiçeği burnunda ama ayakları yere sağlam basan tiyatrodan da beklenen buydu. DOT'un mekan edindiği İstiklal Caddesindeki Mısır Apartmanı birbirinden çok farklı iki sosyal kitleye evsahipliği yapıyor. Apartmanın terasını yer edinen ve etrafına tepeden bakan 360 gibi, kapı görevlileri de gelenlere tepeden bakıyor. Belki görevleri öyle icabettiğinden mesafeli duruşları, mekan

müşterisi olmayanlarla muhatap olmamaları ve tedirgin eden bakışlarıyla Türkiye'ye ne kadar da yabancılar aslında. Oysa binanın dördüncü katı sımsıcak. Özlem Daltaban ve diğer DOT elemanları samimi bir karşılama ve nedeni malum bir heyecan içindeler. O, metrekaresi belli, dört duvarla sınırlı mekanı nasıl sınırsızlığa kavuşturduklarını belirterek başlamak isterim. İn-yer-face akımının bir temsilcisi olarak varlığını sürdüren DOT seçtiği oyunlar, çeviride kaybolmayan yaşadığı bilakis daha fazla ortaya çıkan dil kullanımı, seyredeni tedirgin etme ve karakterlerin açmazlarıyla başbaşa bırakma gibi unsurların yanında oyun mekanını da gerçekçilik üzerine tasarlıyor.

Akın Nalça'nm motel odası tasarımı da, orada yaşananlar çerçevesinde duygulan, dokunulabilir kılmasıyla başarıyı yakalıyor. Seyirciler salona alındığında sürekli çalmakta olan telefon, duygu yoğun gerginliğin de habercisi aslında. Oyun, motel odasında tesadüfi olarak biraraya geldiğini düşündüğümüz kişilerin bir komplonun kurbanları olma olasılığı üzerine kurulu. Oyunun konusundan özellikle bahsetmemeye çalışıyorum. Zira benim tanımladığım şekliyle oyun, bir alacakaranlık kuşağına sokuyor bizi. Ve gözümüzün gördüğü kulağımızın işittiği de her zaman doğruyu işaret etmiyor. "Yalnızlık görünür mü?" diye soruyor Agnes. Arkadaşı Arsi,


cy a

uyandırmak olsa gerek. Agnes, Peter'in hikayesiyle bizim kadar bile ilgilenmiyor aslında. Gerçekleri görmesini engelleyen, belirsiz bir sona doğru gidişini başlatan, onu şefkatle yoğrulmuş tutkuları barındıran duygulara sürükleyen nedir? Aşk mı yalnızlık mı? Ne kadar da içinden çıkılamaz bir durum. Çıkası da gelmiyor ki Agnes'ın. Ne hapisten çıkıp ihtirasla ona dönen eski

pe

yalnızlığı ürkütücü boyutlara ulaştığı, çalan telefonlardan tedirgin olduğunu bildiği için mi getirmiştir Peter'ı? Peter, oyunun başında çok sessiz ve silik duruyor. Tıpkı bir kaybeden gibi... Ama ne kaybettiği nerede kaybettiği belli olmadığı gibi nereye doğru gittiği belli değil. Hikayesinin oyunun ilerleyen dakikalarına ertelenmesinin nedeni, izleyende merak

kocası ne de onu yalnızlıktan kurtarmaya çalışan arkadaşı umurunda. Işık ve ses tasarımının oyunun performansını ne derce

"Yalnızlık görünür mü?" diye soruyor Agnes. Arkadaşı Arsi, yalnızlığı ürkütücü boyutlara ulaştığı, çalan telefonlar­ dan tedirgin olduğunu bildiği için mi getirmiştir Peter'ı?


Böcek, sezonun görülmesi ve görülme­ sinden öte tavsiye edilmesi gereken oyunların­ dan biri. Tabii DOT'un tavsiyesine de uymak gerekir: "Gerçek Yetişkinlere Tavsiye: Sert İçerik."

yükselttiğinin nadide örneklerinden biri "Böcek". Kemal Yiğitcan'ın tasarımı ışığa yoğun bir dramatik rol veriyor. Kimi sahnelerde mekan içinde gezinen ışık çok gergin atmosferi yansıtma açıcından başarılı. Yalnızca kişilerin odaya giriş çıkışlarının ışıkla takibi yapay bir görsellik oluşturuyor. Ses efektlerine gelince kimi izleyenlere fazla abartılı gelmiş olsa da ben aynı kanıda değilim. Örneğin Peter'ın dişinden dolayı çektiği ağrıyı izleyenlere derinden hissettiren unsur ses efekti. Ömer Sarıgedik'in itinalı tasarımı, kimi yerde helikopter gürültüsü gibi efektlerin sık tekrarına yer vermiş de olsa oyunu alacakaranlık kuşağında tutmanın üstesinden geliyor. Hatta ilk perdenin sonlarına doğru oyunun ritminin azaldığı noktada gerilimi sürdüren de ses efektleri oluyor.

performansındaki olumlu değişim belki ilk oyun heyecanının da dengelendiğinin işareti. Serhat Kılıç role hakimiyetiyle hem karakterini gerçekçi kılıyor hem de anladığım kadarıyla ekip için bir motivasyon unsuru oluyor. Selen Uçer, Arsi rolünde lezbiyen bir kadını başarılı canlandırıyor. En çok iki sezon önce Oyun Atölyesi'nin sahnelediği "Cimri"de Harpagon'un naif, duygusal oğlunu canlandıran Gökçer Genç'in belli kalıpların oyuncusu olmadığını gördüğüme sevindim. Böcek, sezonun görülmesi ve görülmesinden öte tavsiye edilmesi gereken oyunlarından biri. Tabii DOT'un tavsiyesine de uymak gerekir: "Gerçek Yetişkinlere Tavsiye: Sert İçerik." Umarım bizi seyrine doyum olmayan oyunlarla buluşturacak bir sezonun da müjdecisi olur.

pe

cy a

Farklı ekollerden geldiklerini

bildiğim oyuncuların uyumu yönetmen Murat Daltaban'ın başarısı. Ankara Devlet Tiyatrosu kökenli Tülay Günal ve Serhat Kılıç, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları kökenli Selen Uçer, Oyun Atölyesi'nden Gökçer Genç ve henüz ilk oyununu izlediğim Alper Kul. Tülay Günal'ı iki sezon önce "Atları da Vururlar"da ve geçen yıl "Jean d'Arc'ın Öteki Ölümün"de izlemiştim. Böcek de dahil olmak üzere hepsinde de iyi bir performans sergilediğini söyleyebilirim. Ama artık bir sonraki rolünde Günal'ı, yoğun duygu patlamaları olan rol kalıbından sıyrılmış olarak görmek isteyeceğim. Alper Kul, ilk bölümde Peter'ın gerisinde sakladığı hırs ve öfkeyi, o bilinmez, çekingen ve zararsız haliyle yansıtırken tutuk kalıyor. Ama özellikle ikinci bölümde Alper'in oyunculuğu daha göz önüne çıkıyor. Oyunun kırılma noktasıyla birlikte

Böcek Tiyatro: DOT Yazan: Tracy Letts Yönetmen: Murat Daltaban Sahne Tasarımı: Akın Nalça Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan Giysi Tasarımı: Duygu Türkekul

Oyuncular: Tülay Günal, Alper Kul, Serhat Kılıç, Selen Uçer, Gökhan Genç


cy

a

Aile Parçalanmasının Parçalanılarak Anlatımı:

"Paramparça"

Göksel Kortay düzen anlayışın­ dan, plândan yoksun bir yönetim biçimini yeğleme­ miş. Öyle sanıyorum ki, bir "işbirliği" ürünü çıkarmış ortaya.

pe

Üstün Akmen / ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

İçine dönük, geçmişiyle yaşayan bir kadın ve onunla hayatını birleştirmiş normal bir adam. Ah ne yazık, ne yazık ki onlara, bir türlü çizgi oluşturamıyorlar. Mutlu olamıyorlar; yaşamın, "bir olmanın" güzelliklerini evlilik kurumuna taşıyamıyorlar. Esasında, birbirlerine sevgiyle bağlılar, ama olmuyor işte olmuyor. Bu arada, yaşamlarına bir de ana kız katılmaz mı? Katılıyor ve onlar paramparçalaşıyorlar.

Özakman Usta, Kırk Yıl Sonra Yine Sahnede Jale, küçükken, anne-babasını sevişirlerken "yakalamış", etki altında kalarak "frigide"leşmiştir. Hayata başka gözle bakan, yaşamayı seven Yelda (Hülya Şen) ve yeni yeni genç kızlığa başlayan

uçuk, patavatsız çılgın Ayşim'in (Mine Bıçakçı), Jale (Ayça Bingöl Altuğ) ile Süha'nın (Cenk Sözeri), yani karı-kocanın yaşamlarına karışmasıyla her şeyin karıştığı bir oyun bu.

Turgut Özakman ustanın "Paramparça (1963)"smı yanılmıyorsam 1966-1967 sezonunda Dormen Tiyatrosu yapımı olarak izlemiştim. Aklımda Metin Deniz'in iyi olmayan dekor tasarımı ile Haldun Dormen'in yönetiminde Nevra Serezli'nin Jale, Metin Serezli'nin Süha, Göksel Kortay'ın Yelda, Füsun Erbulak'ın Ayşim rollerindeki iyi üstü oyunculukları kalmış. Cinselliğin görmezden gelindiği toplumda, bastırılan duyguların yarattığı bunalımları anlatan bu dramatik gerilimi

yüksek oyunu, Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları yapımı olarak ve Göksel Kortay'ın yorumundan izleyeceğimi öğrendiğimde doğrusu içimi bir korku kaplamıştı. Neydi bu korkum, bilemem. Neydi Korkumun Nedeni Korkum galiba, kırk dört yıl önce yazılmış bir oyun konusunun günümüze hantal olarak yansıtılabileceğindendi. Göksel Kortay, Ali Altuğ'un da yardımını arkasına alarak korkutanı sanırım olabildiğince engelleyebilmiş. Gel gelelim, Yelda ve kızının yazlık eve gelişlerini pek kuru çizmiş, Süha'nın Yelda'ya "... Senli benli olmaktan vazgeçelim mi," sorusunu "Sizli bizli olmaktan vazgeçelim mi," olarak değiştirtmemiş, ama temizlik


Oda/Mutfak/Bahçe, mekânlar öylesine cart diye mi "aydınlatılmalı"? Dikkat buyurun "ışıklandırılmalı" demiyorum, "aydınlatılmalı" diyorum. Özellikle söylüyorum...

Oyun On Dakika Kısaltılabilinir mi, Kısaltılamaz mı Sözün özü, Göksel Kortay, oyunu "ısıtılmış" duygusu vermeden sahnelemeyi başarmış. Gerçi, Serdar Ece ışık tasarımını kötü eylemiş, kostümler-ayakkabılar evlerdeki gardıroplardan dahi olsa (Mine Bıçakçı'nınkiler dışında) olabildiğince kötü seçilmiş. Jale yazlık eve geldiği ayakkabıları bir bölüm ayağından çıkarmıyor, ama gene de, kim ne derse desin seyredilir nitelikte, bence on dakika kısaltılabilinir de olsa, iyi bir oyun ortaya serilmiş.

Oyunda Göksel Kortay Parmağı Göksel Kortay düzen anlayışından, plândan yoksun bir yönetim biçimini yeğlememiş. Öyle sanıyorum ki, bir "işbirliği" ürünü çıkarmış ortaya. Tiyatro ile ilişkisi olmayan sürekli yanılsamaları aşmış. Oyun metninde bulunan hemen bütün değerlerin düzenini korumak için titizlik göstermiş. Oyuncularının seyirciyle o dirimsel ilişkiyi kurmalarını sağlamış.

Serdar Ece'nin Eylediği "Serdar Ece neden kötü eylemiş," diye sual edecekseniz, kendisinin hem tabloların yorumuna yardımcı olacak renkleri, hem de atmosferik etkileri elde edecek incelikleri bulamadığını söyleyeceğim. Serdar Ece'ye, bir şarkı için müzik neyse, özellikle dramatik gerilimli oyunlarda ışığın değerinin de o olduğunu anımsatacağım. Sol pencerenin altından gelen turuncu, sağ pencerenin altından gelen yeşil ışık ne öyle? O ışıklar, zaman gece de olsa, neden hep var?

pe cy

a

malzemesini; içilecek birayı, çayı; yenilecek makarnayı, salatayı ve ekmeği, ayıklanacak bezelyeyi birebir kullanarak inandırıcı olabilmenin izlerini iyi sürmüş. Gerçi, Jale'nin finalde gidip balıkçıyla yatması, bana kırk yıl önce de inandırıcı gelmemişti, bugün de "yutmadım", ama n'apsın Göksel Kortay, finali baştan yazacak değil ya! Bu arada, tiyatro havarisi Hadi

Çaman'a da hak vermedim değil hani! N'apsın yani? "Çılgın Türkler"le zirveye oturan "iyi" tiyatro yazan Turgut Özakman'ın "Paramparça"sını ısıtmayıp da ne yapsın?

Oyunculara gelinceee... Dizilerde, sinema filmlerinde oynamış/ oynamakta olmalarına karşın tümünün kökeni tiyatro.

... Eleştirmen, Ah Bu Eleştirmen... Oyunculara gelinceee... Dizilerde, sinema filmlerinde oynamış/oynamakta olmalarına karşın tümünün kökeni tiyatro. Son izlediğimde grafiğinde düşme sezdiğim Cenk Sözeri'yi "Paramparça"da çizgiye tırmanırken görmek, ne yalan söyleyeyim beni pek sevindirdi. Gövdesinin yapaylıklarla ve gerilimlerle olan savaşında yasaklamalarla hiçbir şeye ulaşamayacağına bir inansa, bence sorunsalını büyük ölçüde çözecek. Benden söylemesi. Haa, bir de Ayşim ile bahçe tablosunda:


"Yere ekmek dökme," derken, Ayşim'in ekmek lokmasını yere düşürmesini beklemeli. Eee, ne yapalım, eleştirmenin nezdinde "iyi oyuncu" kolay olunmuyor ya da eleştirmen "iyi oyuncu" etiketini öyle pek kolay yapıştıramıyor.

Mercek Altından Fırlayan Ayça Siz siz olun "mercek" deyip geçmeyin. Bakın bu oyundaki Ayça Bingöl Altuğ'a... Çoktaaan kaydı merceğimin altından. İyi bir

seslendirme sanatçısı oldu, galiba "iyi" sayılan filmlerde de rol aldı, ama benim için önemli olanı, tiyatro sahnesine adını kazımaya başladı. Bu oyunda, "Jale"nin canlı fiziksel ve psikolojik yönelimlerinden oluşan tablosunu nasıl oluşturabileceğini iyi düşünmüş. "Jale"ye tümüyle kapsayıcı bir "üstünyönelim" dâhilinde nasıl biçim vereceğini iyi hesaplamış. Bunu elde etmek için, nasıl ve hangi yolla çabalayacağını da bilmiş. Artık bu bilmişlikte Göksel Kortay'ın payı nedir, ne kadardır, elbette bilemem. Bildiğim, bilebildiğim Ayça Bingöl Altuğ'un yolunun sağlamlığı. İstek, çaba, elde etme birlikteliği... Bir rolü coşkusal olarak yaşamanın yaratıcı süreci, bu birliktelik sürecinden oluşmuyor mu? Mercek altından çıkmak, bu birliktelik sürecinden sonra olmuyor mu?

pe cy a

Hülya Şen'in "Hacer"i ile "Yelda"sı TV dizilerinin "manyağı" değilim, öyle her diziyi de izlemem, ama iki üç yıl önce "Zerda" adlı diziyi "Hacer" tiplemesi için kaçırmamayı kolladığımı anımsıyorum. "Hacer"i canlandıran Hülya Şen, bu kere de Yelda'yı aynı Hacer karakterinde olduğunca, gövdesel aygıtıyla duygularını asla çarpıtmadan, doğru yoldan çıkarmamaya özen göstererek çiziyor. Yani enstrümanını akortsuz çakmayacağını bilen bir oyuncu karşımızdaki. Mümtaz türkücü Özcan Deniz'in "eseri"nden, Mahinur Ergun'un senaryosunu yazdığı ve rastlantısal olarak kimi bölümlerini izlediğim "Haziran Gecesi" başlıklı TV

dizisindeki "Veda" karakteriyle dikkatimi çeken Mine Bıçakçı'yı ise, mercek altına aldığımı açık yüreklilikle açıklayayım. İyi oyuncu olacak oyuncu "adayı", yürüyüşünden belli oluyor vallahi. Mine Bıçakçı, göreceksiniz gözlerinin ve yüzünün incelikli ifade araçlarından bundan böyle olabildiğince daha fazla yararlanacak. Sesini, tınılarını, sözcüklerini, tonlamalarını, bağırışını, konuşmasını öğrenecek. Çok kısa bir süreçte merceğin altından kayıp gidiverecek. Bu arada, kazandığı "İsmet Küntay Özendirme Ödülü"ne değer olduğunu da sözlerime ekleyeceğim. Mine Bıçakçı gene de, elini yıkadıktan sonra sanal olarak da olsa musluğu kapatmalı, evyenin içine bir maşrapa su yerleştirerek ellerini ıslatmalı, bu aksiyonu gerçekleştirmeyi yönetmeninden beklememeli.

Paramparça Tiyatro: Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları Yazan: Turgut Özakman Yönetmen: Göksel Kortay Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Işık Tasarımı: Serdar Ece Oyuncular: Cenk Sözeri, Ayça Bingöl Altuğ, Hülya Şen, Mine Bıçakçı

Turgut Özakman ustanın "Paramparça"sını yanılmıyor­ sam 1966-1967 sezonunda Dormen Tiyatrosu yapımı olarak izlemiştim.


cy a

Oyunları İçeriğinden Vurulan Yazar

Cuma Boynukara

pe

Ebru Seyhan / ebruseyhan@tiyatrodergisi.com.tr

Oyun Yazarı. 1964 yılında Diyarbakır'da doğdu. 1979 yılında Diyarbakır Halk Eğitimi Merkezi'nde tiyatro ile tanıştı. "Günaydınlara Uyanmak", "Muhtaro", "Çok Geç Olmadan", "Mem ile Zin", "Ateşle Gelen", "O'nun Saltanatı", "Suyun Rengi", "Beceriksizler", "Ölüm Uykudaydı", "Görüldü", "Talan" isimli oyunları yazdı. "Mem ile Zin" 1995'de Diyarbakır Belediyesi Orhan Asena Şehir Tiyatrosu'nda, 2004'de Semaver Kumpanya tarafından 14.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivalinde; "Ölüm Uykudaydı" 2001 'de Bizim Tiyatro'da, "Beceriksizler" 2001'de Avam Tiyatro'da, 2003'de Hacettepe Üniversitesi oyuncuları tarafından, "Suyun Rengi" 2002'de Beksav'da sahnelendi. "Beceriksizler" isimli oyunu 2005 yılı boyunca Bornova Belediye Tiyatrosunca sahnelendi.

7964 yılında Diyarbakır'da doğdu. 1979 yılında Diyarbakır Halk Eğitimi Merkezi'nde tiyatro ile tanıştı. Yirmiye yakın oyun yazdı. "Günaydınlara Uyanmak", "Muhtaro", "Çok Geç Olmadan", "Mem ile Zin", "Ateşle Gelen", "O'nun Saltanatı", "Suyun Rengi", "Beceriksizler", "Ölüm Uykudaydı" isimli oyunları yayımlandı. Görüp, duyup da kayıtsız kalamadığı şeylerdi O'na oyun yazmaya başlatan. Yazar olarak-bir aktarıcı olarak, ülke gerçeklerini göz önünde bulundurmak ve konularını buralardan seçmek gerektiğine inanıyordu. Doğduğu topraklara yönelik yazdıklarında, taraf olmaktan çok aktarıcı olma ustalığını gösterdi. Oyunlarında, insanların neden birbirine bu kadar tahammülsüz olduklarını soruyordu; toprağın herkese yetecek kadar bereketli olmasına rağmen neden açlık ve yoksulluk getirdiğini; neden kentlerin bu denli yalnızlık, mutsuzlukla dolu olduğunu ve bazı hayatların ucuza gittiğini... Aşkın insanı ölümsüzleştirdiğini; tüm ülkenin küçük bir pansiyona sığdırılabileceğini; insanların yaptıklarının hasadını er ya da geç toplayacağını gösteriyordu.


"Çok Geç Olmadan" 1993 yılında Kültür Bakanlığı Ödülü'nü aldı. "Mem ile Zin" Semaver Kumpanya yapımıyla, 2005 yılında İsmet Küntay En İyi Oyun ödülünü ve 2005 Tiyatro Ödülleri 'nde Yılın Oyun Yazarı ödülünü getirdi.

pe

cy

a

Diyarbakır'da yaşıyordum. Orada yaşadığım dönemde kentin genel atmosferi içerisinde sizi günlük etkileyen çok şey oluyor. Görüyorsunuz ve kayıtsız kalamıyorsunuz. Kayıtsız kalmak istemediğiniz durumda bir şey yapmak istiyorsunuz. Benim en iyi bildiğim şey oyun yazmaktı ve oyun yazdım. Çok acılı bir dönem yaşanıyordu. O dönemde yazdığım Bazı oyunlarını sahnede görme şansı oldu. "Mem ile Zin " 1995 'de Diyarbakır Belediyesi Orhan Asena altı tane oyun, bölgedeki olaylara birebir tekabül eder. O dönem oyunlarımı, o dönemin olaylarının Şehir Tiyatrosu ve 2004 yılında da Semaver izdüşümü olarak tarif etmek daha doğru olur. Kumpanya tarafından sahnelendi. "Ölüm Uykudaydı" 2001 'de Bizim Tiyatro 'da, "Beceriksizler " 2001 'de Avam Tiyatro 'da, 2003 'de Yazdıkların son derece cesur eleştirilerle örülmüş, Hacettepe Üniversitesi oyuncuları tarafından, barış isteyen, tarafları eşit ölçüde anlayan ve "Suyun Rengi" 2002'de Beksav'da sahnelendi. aktarmaya çalışan bakış açılarıyla dolu. "Beceriksizler" isimli oyunu 2005 yılında Bornova Bir durum tespiti var. Birine göre yanlış olan diğerine Belediye Tiyatrosunca sahnelendi. göre yanlış olabilir ya da tam tersi. Taraf olmak yerine adil olmak zorundaydım. Durumu ortaya Ancak, ödenekli tiyatrolar bir türlü yanaşmadı onun koymalıydım, zaten durumun kendisi çok sıkıntılı, oyunlarını sahnelemeye. Repertuvarlarına bunları söylemek önemli. Söyledikten sonraki süreç aldıklarına dair sözler verdiler; hatta bir keresinde de çok önemli. Oyunların yazılmasını kapsayan o neredeyse galasını yapacaklardı, iptal ettiler. Oysa, sancılı sürecinin ardından oyunların sahnelenmesi özellikle "Beceriksizler" ve "O'nun Saltanatı" süreci var ki bu süreç daha sancılı. oyunlarını okumak, ödenekli tiyatroların birçok oyununu izlemekten çok daha keyifli gelmişti bana. Oyunlarında aktarmaya çalıştığın kesimler Özel tiyatrolar da pek yanaşmadı yanına. Bazı tiyatro tarafından nasıl algılandığını ve aktarıldığını adamlarınca akşam yemeklerinde verilen, "Oyununu düşünüyorsun? sahnelemeye hazırız, repertuvarımıza aldık" sözleri Ben anlattıklarımın doğru olarak kavrandığını hiçbir zaman yerine getirilmedi. Çünkü Boynukara, düşünüyorum. Öyle olmasa zaten arkası gelmezdi. kendi deyimiyle "oyunları içeriğinden vurulan bir yazar "dı. Az önce de onayladığın gibi, bölge ile ilgili Senin oyun yazarlığı karakterini belirleyen en büyük etken neydi? Kendimi oyun yazarı olarak daha iyi ifade edebileceğimi düşünüyordum. Öncesinde hiçbir şey yazmamıştım. Oyun yazmaya başladım. Tiyatro eğlenceliydi benim için. Yazmak keyif vericiydi. Nerede, nasıl yaşıyorsanız oradan beslenirsiniz.

oyunlarında taraf olmamaya, durum tespiti yapmaya çalışıyorsun. Bu, bir kısım okurunu rahatsız etmedi mi? Tabii, özellikle anlattığım insanların bir kısmını sıkıntıya soktu. Beni eleştiri bombardımanına tuttular. Ama onların içinde akl-ı selim olanlar onayladılar. Yazın dünyasındaki her insanın arkasından konuşulanlar benim de arkamdan konuşuldu. Kimisi

Nerede, nasıl yaşıyorsa­ nız oradan beslenirsi­ niz. Diyarbakır' da yaşıyordum.


vatansever dedi, kimisi başka bir şey... Ben zaten Diyarbakır doğumlu biri olarak insanların gözünde tarafım. Ben istediğim kadar 'hayır' diyeyim, herkesin gözünde tarafım. Böyle algılanıyor! Tabii böyle algılıyorlar. Ama öbür taraftan da sen onun yanı başında oturmadığın için ortadasın. Ama zamanla bu durum yerli yerine oturur, acele etmemek lazım. Bir oyun yazıyorsunuz, mutlaka bir engele takılıyor. Son anda vazgeçiliyor oynanmaktan, engelleniyor, yasaklanıyor... Belli kurumların başındaki insanlar bir akşam yemekte sizin bir oyununuzu alıyor, sahneye koyacağını söylüyor, hatta çalışmalara başlıyor, kastını belirliyor ama arkası gelmiyor. Dönemin bazı tiyatrocuları sahnede yapması beklenen şeyleri normal hayatta yapmaya başladı. "Beceriksizler", "Suyun Rengi", "Ölüm Uykudaydı", "O'nun Saltanatı" coğrafya olarak bölgeden uzaklaştığın oyunlar. Politik tutum gösterdiğin oyunlar. Bu oyunlarda söylemin daha da sertleşiyor; bölge ile ilgili oyunlarındaki aktarıcı olma özelliğini kaybedip savunmaya, zaman zaman savunduğun durumun propagandasını yapmaya varacak bir yazar haline geliyorsun. 1990'lı yıllarda 'Kürt' demek vebalı muamelesi görmekti. Diyarbakır doğumlu olup da tiyatro adına bir şeyler yapmaya kalkmak da vebalıydı. Kendi entelektüel camiamız içerisinde de bir sömürgeci mantık, hakir görme mantığı mevcuttu. İki lafın arkasından seni bir yere getirip oturtma geleneği vardı. Ha, ben Diyarbakırlı olmaktan geri durmadım, orada yapılan gayri insanı durumları anlatmaktan da geri durmadım. Ancak ve ancak o tarafsız gibi görünen şeylerde insanı anlatma adına bir şey yaptım.

bürünüp, müdahil konumuna oturuyorsun. Bu ülkede insanların büyük bölümü asgari ücretle çalışır; açlıktan neredeyse en kutsal saydığı şeyleri pazara çıkarır... Siz tüm bunları görüp de insan olarak karşı çıkmazsanız olmaz. Karşı çıkmak zorundasınız. Dikkat ederseniz yazın camiasından muhalif bir tutum pek yok. Kimse sert yazmaya yanaşmıyor. Hayatı bütün olarak görmek gerek. O zaman kuşkusuz müdahil olmak durumunda kalıyorsunuz. İçinde ya da dışında olacaksınız. Gönül isterdi ki normal hayatta karşılaştığımız entrikaları da oyunlarımıza taşıyabilsek. O zaman Türk tiyatro yazını başka yerlere taşınabilirdi. Avrupa'ya ve daha başka yerlere... Neden yazılmıyor? Yazılmak istenmiyor. Sabun köpüğü daha çok hoşumuza gidiyor çünkü. 'Sert yazmak' derken, üslup olarak mı sertlikten bahsediyorsun? Ben çok dışında kalamadım hayatın, yer yer müdahale etmek zorunda kaldım. Edebiyat nereden beslenir? Ülkede bu kadar olay olurken, sen nereden besleneceksin? Sanatın işlevi nerede kalıyor o zaman, dönüştürücülüğü, göstermeciliği? Bundan uzak durduğun zaman reddetmiş oluyorsun. Üslupla ilgili yani. "Çok Geç Olmadan" 1993 yılında Kültür Bakanlığı Ödülü'nü aldı ve D.T. repertuvarına girdi, hazırlandı, tam sahnelenecekken gerekçe gösterilmeden kaldırıldı. Ülkedeki hakim ideolojilerin bakış açısını göz önünde bulundurursak, "Çok Geç 01madan"ın, "Günaydınlara Uyanmak"ın, "Muhtaro"nun, "Ölüm Uykudaydı"nın ödenekli bir tiyatro tarafından sahnelenmesini beklemek ve buna inanmak saf bir ideal değil midir? Hayır, değil. Buna inanmıştım. Sahnelenmemesi, bu ülkenin sürdürdüğü mevcut durumu biraz daha

pe cy a

Gönül isterdi ki normal hayatta karşılaştı­ ğımız entrikaları da oyunlarımı­ za taşıyabilsek. O zaman Türk tiyatro yazını başka yerlere taşınabilirdi. Avrupa'ya ve daha başka yerlere...

Ancak İstanbul'a geldiğinde başka bir role


sürdürmesine izin vermektir. Peki, özel tiyatrolar neden oyunlarını sahnelemekten geri duruyor? Neden sahnelesin ki? Onlar biraz daha 'egemen' anlayışın dışında sanat yapmak için var ya! Sanmıyorum. O kadar da değil. 1980 öncesi bu dediğin doğruydu, ama 1980 sonrası kalmadı. Bir 12 Eylül yaşadı bu ülke, 12 Eylül öncesi bazı tiyatrolar bunu yapıyordu ve gittiği her yerde kapalı gişe birkaç oyun oynayabiliyordu. Ama sonra bitti. Pijama-terlik-televizyon ülkesi hayatı başladı. Bazı arkadaşlarımız zengin oldu. Bazı arkadaşlarımız 'çok kapalı metinler oynuyoruz' dedi sekiz-on kişiden fazlasına ulaşamadı.

Bilmiyorum. Ama zamanla muhakkak bulur. Benim oyunlarım içeriğinden vuruldu. İnsanların oyunlarımın estetik boyutu ile ilgili reddettiği bir şey yok, reddettiği şey oyunun içeriği. Bu da anlaşılır bir şey. Zaten bu insanlarla aynı pencereden bakmış olsak yan yana yürümüş oluruz. Bunlar şu anda üzüntü vermiyor bana. Altı-yedi yıl önce üzüntü veriyordu, ama şimdi vermiyor. Rahatım.

a

Sıkıntı veren başka bir nokta daha var. Yazdığınız oyunların estetik boyutuyla ilgili tiyatro adamlarıyla girmiş olduğunuz bir tartışma yok. Kimse sizinle öyle bir tartışmaya girmiyor çünkü söyleyecekleri bir şey yok. Özel tiyatronun birisi oyunu sahneleyeceğini söylüyor, devletten ödeneğini alıyor ama oyun ortada yok! Ödenekli tiyatro, "repertuvara alırız ama bir rejisör bulsanız" diyor. Bizim işimiz oyun yazmak mı, rejisör bulmak mı? Böyle bir mantık görülmüş bir şey mi? Ödenekli kurumlar oyununuzu repertuvara kabul etmediği zaman neden kabul etmediğine ilişkin bir açıklama yapmıyor bile. Yer yer bazı tiyatro adamları ile yalnız kaldığınızda takdir ediliyorsunuz ama genel anlamda aforoz ediliyorsunuz. Oyun yazarlığı hayatım boyunca yaşadığım süreç bu.

pe cy

Şimdi ne değişti? Bilmiyorum. Eskiden belki görmek istemiyordum, aklım almıyordu. Artık anlıyorum, bu ülkede bir şeyden rahatsız olmayacaksın, rahatsız olsan da oyunlarına yansıtmayacaksın. Bir de oyunlarında yazdığın gibi yaşıyorsan durum daha da sakat.

Küskün müsün tiyatro camiasına? Hayır, küskün değilim. Yazmaya devam ediyorum. "Yoksun" oyunumu geçen yıl bitirdim. Şimdi başka bir oyun üzerinde çalışıyorum. Yani küskün olduğun kimse yok! Yok. Hayır

Peki, yazdığın son oyunları neden yayımlamıyorsun ? İkide bir her yeri işgal etmenin anlamı yok. Bırakalım başka arkadaşlarımız çıksın. Onların bir şeyleri yayımlansın.

Yani bu bir tavır değil! Bundan yıllar önce tiyatro camiasından birisi bana "tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış" demişti, ben de "yirmiye yakın oyunum var, ne onlar dağdır ne de ben tavşan, herkesin birbirinden haberi var" demiştim. Olay bu kadar basit. Ben oyun yazarı olmak istiyordum. Bunun dışında oyunlarımı sahnede görmek kuşkusuz beni sevindirir, motive eder. Ama bir şey de olmayacaksa her bir oyunumun sahnelenmesi için üç-beş yıl enerji harcamaya değmez. Yazdığın her şeyin yerini bulduğuna inanıyor musun?

Çağdaşın oyun yazarları hakkında ne düşünüyorsun? Kopuğuz biraz hayattan. Bir de bazı arkadaşlarımın yaptığı işleri adlandırmasını pek uygun bulmuyorum. Kimisi 'absürd', kimisi 'kapalı metinler' yazıyor... Oyun yazan yetişmiyor, çıkmıyor gibi bir saptamaya da katılmıyorum. Dünya genelinde bu böyledir. Kırk yılda kırk kişi gelir, bunların üç-beş tanesi sıyrılıp çıkar. Yeni oyun yazılıyor ama yeni şeyler okunmuyor. Biz geleneklerine çok bağlı bir toplumuz. Muhafazakar olduğumuz için yeni geleni görmek zorunda değiliz, anadan babadan gördüklerimizi götürüyoruz. "Nalınlar", "Sarı Naciye" daha yirmi sene gitmeli bu ülkede.

Senin yazdığın oyunlar, yayımlanmayanları da göz önünde bulundurursan nasıl bir seyir izliyorlar? Tamamlıyorlar. Bir binayı tamamlıyorlar. 12 Eylül, istemli bir şekilde yaşamımızın tüm alanlarına müdahale ettiğinde ve bunu uzun yıllara yaydığında tiyatronun da bundan nasibini almaması mümkün değildi. 1880 yıllarında inşa edilmek istenen binanın taşları süreç içerisinde yavaş yavaş yerine oturdu. Çatısı yapıldı.

Benim oyunlarım içeriğinden vuruldu. İnsanların oyunlarımın estetik boyutu ile ilgili reddettiği bir şey yok, reddettiği şey oyunun içeriği. Bu da anlaşılır bir şey.


cy a

Avrupa Tiyatrosu

60. Avignon Festivali II Tilda Tezman Avignon Tiyatro Festivali izlenimlerini bu ay da devam ettiriyor. Black Battles With Dogs, "Naître", "Le Numero D'equilibre" Faut Qu'on Parle'ı ve The Lobster Shop.

pe

Tilda Tezman / tildatezman@tiyatrodergisi.com.tr

Black Battles With Dogs Cal (Daniel Pettrow) ise sinir sistemi çökmüş bir (Zenci ve Köpeklerle Savaş) katil. Cal oyunda nefes almadan konuşan, bir an 1989'da Aids'ten ölen Bernard-Marie Koltes'in bile yerinde duramayan, çaresiz bir enerji ile insanları 1979'da yazdığı "Zenci ve Köpeklerle Savaş"ı Arthur ikna etmeye çalışan Alabamalı bir rasist. Gece Nauzyciel ingilizce'ye uyarlayıp Atlanta'dan gelen ilerlerken karakterlerin karşılıklı diyaloglarına aktörlerle sahneye koydu. Yazar, Siyah-beyaz tanıklık ederiz: Cal ve Leone, Leone ve Horn, Cal çatışmasından ziyade bu piyeste Afrika'nın değişik ve Horn ve de özellikle Leone ve Alboury. Bu son bir yüzü tanıtılıyor. ikilinin diyalogu benim çok hoşuma gitti: Leone almanca konuşurken Alboury Afrika dilinde cevap veriyordu. Ama her ne hikmetse birbirine tamamen Afrikalı Alboury (İsmail İbn Conner) Fransızların yabancı bu ikili aralarında anlaşmayı beceriyordu. kurduğu inşaat şantiyesinde ölen ve cesedi Aynı şekilde Horn ile Alboury'nin karşılaşması bir bulunamayan işçi kardeşini aramak için Afrika'ya western filmi kadar etkileyiciydi. Sahnede yere gelir. İnşaat şirketinin patronu Horn (Tim Mc konmuş, sınır teşkil eden iki viski şişesini sonuna Donough) ile hesaplaşmaya gelen Alboury'nin kadar içip birbirlerine hiç dokunmadan yüz yüze tutumu, dünyanın herhangi başka bir işyerinde de aynı şekilde büyük bir kinle, büyük bir inatlaşma ve kavga eden bu ikilinin performansı çok güzeldi. Bu gurur meselesi olarak cereyan ederdi. Leone (Janice ikili çatışmalar sürerken dışarıda ise gecenin sessizliğini bozan makinelerin uğultusu, görünmeyen Akers) Horn'la evlenmek için aynı gün uçakla Paris'ten gelmiş genç bir kadın. Bu genç kadın Yves gece bekçilerinin kesik konuşmaları, Afrika gecesi Saint-Laurent imzalı ipek elbiseleri ve yüksek topuklu ve oranın bunaltıcı sıcağı Bu piyeste Tennessee ayakkabılarıyla kendini Afrika'nın tam göbeğinde Williams'm ya da Faulkner'in üslubunun tadını şaşkın bir durumda bulur. Şantiyenin genç mühendisi hissettim. Bir cümle zihnime çakılı kaldı:


"Bütün yalanlarınızı yerleştirmek için kafa ve ceplerinizde yeteri kadar yer yok."

Le Numero D'equilibre (Denge Gösterisi) Edward Bond'un en kısa piyeslerinden biri. Sade ve yalın bir fars olan bu piyeste komedi ve realizm harmanlanmış.

a

Edward Bond'dan "Naître" (Doğmak) ve "Le Numero D'equilibre" (Denge Gösterisi) Alain Françon'un sahneye koyduğu, Edward Bond'un yazıp kurgusunu yaptığı "Doğmak" on kişilik oyuncu kadrosuyla bana göre barbarlığın sahneye çıkmasıydı.

Eric Elmosnino (Luke), Dominique Valadie (Donna) ve Carlo Brandt (Peter) ölümün sertliğini sahnelerken beden dillerini çok iyi kullanıyorlar. Piyeste, "Ölüm" yemek yemek gibi basit bir olguya indirgeniyor...

Jerome Hawkins' in uyarlayıp sahneye koyduğu bu piyeste Jean - Christophe Binet, Albert Delpy, Maury Deschamps, Fanny Mason, Emmanuel Matte ve Julia Vidit oynuyor.

cy

İşçi bir ailenin oğlu olan Edward Bond 1934 Londra doğumlu olup, bu çağın önde gelen dramaturglarından biri sayılıyor. İşlediği politik tiyatro batılı medeniyetlerde yaşanan çelişkileri gün ışığına çıkarıp üst mercilere bir uyan niteliğinde. Bond, bu dünyada kadın, erkek, çocuk herkesin polis sistemi ile baskı altında tutulduğunu ve bireylere sürekli terör ve baskı uygulandığını dile getiriyor.

pe

Viv, dünyayı dengede tutan bir noktayı yakından takip edip kontrol etmek için hayatta her şeyi terk etmiş ve yıkılmaya yüz tutmuş bir binanın salonunda yaşamaya başlayan bir genç kız. Ona yardım etmeye çalışan ve şantiye şefi olan 'manyak' arkadaşı Nelson, Nelson'un her bakımdan mükemmel zevcesi, bir hırsız, yaşlı deli bir kadın ve bir sokak serserisi bir arada kolektif bir delilik içindeler. Dünyanın sonunu beklerken bu kişiler tarantella tadında bir "sabah tangosu" yapıyorlar.

"Doğmak" Bond'a göre "artık kıyısı olmadığını" gördüğümüz bu dünyada ölmek anlamına geliyor. Polisin, savaşın yok ettiği yaşamlarda insanın çaresizliği, bu çağda evlerinden sokağa atılan, korkutulan, izlenen, öldürülen insan portreleri anlatılıyor.

Piyes, Peter ve Donna çiftinin bebekleri Luke ile hayalini kurdukları evlerine yerleşmeleriyle başlar. Daha sonra sivil savaş patlar ve evlerinden atılırlar. Oğulları büyür ve zorba bir çetenin elebaşı olur ve cinayetlerinin ardı arkası gelmez. Bu zalim, cinayet sırasında katledilenlerin neler hissettiğini merak edip öğrenmek isteyen bir caniye dönüşür. Anneye işkence edilen sahne ile çocuğunun katledildiği sahnede seyircilerin büyük bir kısmı salonu terk etti. Bond'un bu piyesinde bir çocuğun katledilişini seyretmek çok sinir bozucu. Şiddetin sanata bu kadar sert biçimde yansıması seyircide rahatsızlığa yol açıyor. Bond, seyirciyi gerçekle yüzleşmeye zorla mecbur ediyor.

Kara mizah türündeki bu oyunda toplumun dışına itilmişlerin trajik yalnızlığı vurgulanıyor. Faut Qu'on Parle (Konuşmamız Lazım) Bu gösteri, Hamid Ben Mahi ile Guy Alloucherie'nin beraberce kurduğu bir konsept. Aynı zamanda metinleri de beraber yazan ikiliden Guy Alloucherie oyunun yönetmenliğini yaparken, Hamid Ben Mahi başrolü üstlenmiş. 1973, Cezayir doğumlu Hamid Ben Mahi 80'li yıllarda Fransa'da hip-hop kültürü ile büyümüş ve dansa merak sarmış. 1998'de New-York' a giden Hamid oranın önemli koreografları ile hip-hop dansı üstüne çalışır ve 2000'de kendi kumpanyası "Hors Serie"yi (Kural Dışı) kurar.

"Zenci ve Köpeklerle Savaş"ı Arthur Nauzyciel İngilizce'ye uyarlayıp Atlanta'dan gelen aktörlerle sahneye koydu. Yazar, Siyah-beyaz çatışmasın dan ziyade bu piyeste Afrika'nın değişik bir yüzü tanıtılıyor.


Bu gösteri Hamid'in otoportresi olarak kurgulanmış. Cezayir asıllı Hamid, kendi kimlik arayışını dans ve sözlü anlatımla aktarırken, ekrandan geçen film kareleriyle doğduğu köyü, okulunu, annesini, komşularını ve sosyal evrimini seyirciyle paylaşıyor. Kim olduğun, nereden geldiğin, kime ve nereye doğru gittiğin ve yaşadıklarının bilinci bu gösterinin konusunu oluşturmuş. Guy Alloucherie ile beraber sahneye koyduğu bu gösteride Hamid'in köklerinden dolayı duyduğu rahatsızlık ve şu an içinde bulunduğu sosyal çevreye karşı verdiği mücadele ön plana çıkmış. Hip-hop'da gümüş madalyası olan Hamid'in "Konuşmamız Lazım" isimli gösterisi, çağımızın yarası olan ırk, din, renk ayrımcılığına bir tepki! Haksızlıkların, eşitsizliklerin dansettiği bu dünyayı değiştirmek için duyulan arzu, çarpıcı bir dille aktarılmış. Benim, Avignon'da seyrettiğim bu oyunu 2-3 Kasım ve 4-12 Mayıs 2007'de Paris'te izleme imkanı bulabilirsiniz. (www.horsserie.org) The Lobster Shop (Istakoz Dükkanı) Jan Lauwers & Needcompany'nin sahneye koyduğu "Istakoz Dükkanı" sıradışı bir tiyatro denemesi. Hollandalı Jan Lauwers 1986'da kurduğu topluluğu ile tiyatroya farklı bir soluk ve yenilikçi bir bakış getirdi. Bu oyunda, tiyatro gösterisi dans ve müzikle iç içe geçiyor. Oğlunu bir kazada kaybeden ve karısı tarafından terk edilen Axel (Hans Peter Dahl) yaşamaktan

pe cy a

İşçi bir ailenin oğlu olan Edward Bond 1934 Londra doğumlu olup, bu çağın öndegelen dramaturg­ larından biri sayılıyor.


sınıf insan olduğunu söyleyen bu tehlikeli misojin kadın, varolmak için mücadele etti.

cy a

yorgun düşmüştür. Bu dünyadan göçüp gitmeden önce yaşamdaki son gününü kendi kendine kutlamaya karar verir: Axel favori lokantası "Istakoz Dükkanı"nda şampanyalı bir ıstakoz yemeye karar verir. Fakat olaylar tahmin ettiği gibi gelişmez. Lokantada garson Axel'in üstüne ıstakozu döker ve işler karışır. Axel'in ilk insan klonunu yapan önemli bir genetik profesörü olduğunu anlarız. Oğlu sonra da karısı onun yüzünden mi plajda ölmüştür? Bunu anlamak daha doğrusu piyesteki olayları anlamak pek mümkün değil! Seyircinin kafası olaylar kakofonisi karşısında iyice karışıyor. Artistler oynarken sık sık duvara gidip duruyorlar, sonradan tekrar geri dönüp patinaj yapar gibi oynamaya devam ediyorlar: Ne demekse anlaşılmıyor!

pe

Sahnede Claire Goll'ün yaşlılığını oynayan ve hatıralarını boş bir mekanda dile getiren Viviane de Muynck bir saat on beş dakika boyunca seyircisini canlı ve meraklı tutmayı başarıyor.

Bana göre Jan Lauwers'in "Istakoz Dükkanı" bitmemiş, tamamlanmamış bir gösteriye benziyor. Seyirci, bu bedenlerin, müziklerin, kelimelerin ve hareketlerin yeni kokteylini şaşkınlık ve bıkkınlıkla seyrediyor...

Buna karşılık yine Jan Lauwers'den Avignon'da seyrettiğim "La Poursuite du Vent" (Rüzgarın Takibi) hiç de fena değildi. Claire Goll'ün (1890-1977) otobiyografik kitabından yola çıkarak Jan Lauwers'in sahneye koyduğu eserdeki başrol oyuncusu Viviane de Muynck bir harika! Alman Yahudi'si bir kadını canlandıran Muynck Rilke'den Joyce'a, Chagall'den Leger'e, Picasso'dan Satie'ye, Dali'den Cocteau'ya yaşadığı aşkları çok güzel anlatıyor. Claire Goll bir sürü meşhur insanın metresi olduysa da o en büyük aşkı şair Yvan Goll'le ölümüne kadar yaşadı. Yvan'la şöhreti ve sürgünü, entelektüel hazzı ve şehveti, çılgın eğlenceyi ve savaş sonrası yalnızlığı hep onunla yaşadı. Viviane de Muynck'de enteresan olan, oynadığı karakterdeki antipati ve kinin birleşip sahneden etrafa yayılması. Dada akımının öncülerinden, kadınların ikinci

Cezayir asıllı Hamid, Faut Qu'on Perle'de kendi kimlik arayışını dans ve sözlü anlatımla aktarırken, ekrandan geçen film kareleriyle doğduğu köyü, okulunu, annesini, komşularını ve sosyal evrimini seyirciyle paylaşıyor.


pe cy

a

18. Uluslararası Berlin Dans Festivali

Dans'da Çağdaş Dönüşümler Handan Ergiydiren Özer / nexus@ada.net.tr

'Ağustos'ta Dans' adıyla bu yıl 18.'si gerçekleştirilen Uluslararası Berlin Dans Festivali, çağdaş dansın aykırı ve farklı yapımlarını ağırlıyor. Bireysel görüş ve duruşların öne çıktığı festivalin katılımcıları, tiyatro, spor, bilim, felsefe ve tasarımın çeşitli alanlarından köklenen dans ya da devinim sanatçıları.

Uluslararası Berlin Dans Festivali, çağdaş dansın aykırı ve farklı yapımlarını ağırlıyor.

kayarak usulca yer değiştiren uzaktan kumandalı plastik koltuklar, çekim güçlerinin nesneler üzerindeki beklenmedik etkilerini görselleştiren başka bir yanılsama. Değişik uluslardan gelme dansçıların pek çok farklı dilde yaptıkları konuşmalar tekrarlara dayalı. Hem bedenlerin hem de sözcüklerin boşluk içindeki dizilişleri, birbirleriyle kuramadıkları Montreal'de çalışan Benoit Lachambre ve grubu par iletişimin ya da yetersiz bağlantıların yarattığı yeni b.l.eux'nun sunduğu Lugares Communes, metin ve bir gerçeklik, varsaydığımız tüm dillerin yapıntılığını ve sanal dünyasını işaret ediyor. Dansın kanıksanmış devinimin eşit ağırlık taşıdığı bir grup çalışması. Lachambre, kendisini yönetmen, dansçıların tümünü değerlerinin tümüyle dışında bir tavırla, Lachambre gelişmiş bir devinim felsefesi yapıyor ve bunu da de koreograf olarak adlandırıyor. Doğaçlamalara fiziksel ve psikolojik anlamda her şeyi yeni bir dayalı bir üretim sürecinin yaşandığı; devinimlerin yerleştirme içinde deneyimleyerek başarıyor. ortak anlatılarda benzeşirken, kişisel tavırlarda Kopuntulu anlatısıyla Communes Lugares, vaadettiği ayrışmasından anlaşılıyor. Dansçılar, yerçekiminin gibi seyirciye ulaşamasa da, zengin bir imgelem azaldığı veya çekim gücünün sık aralıklarla yer ve dünyası içinde aheste bir keyif yaşatıyor. şiddet değiştirdiği sanal bir ortamı soluyorlar. Bedenleri, bu etki altında, beceriyle deviniyor ama tanıdık 'dans'lara da hiç benzemiyor. Büklümler ve Quantum-Quintet, Brüksel'li grup Continuum ve kırılmalar, düz ve uzun hatlara yeğlenmiş. Kasların koreograf Brice Leroux'ya ait. Leroux, Claire Diez'in taşıdığı uzuvların idaresi iskelete devredilmiş. tanımıyla maddenin tekil şiirselliği üzerine bir uzman. Devinimler kurmaya başladıkları biçemleri nazikçe Hareketsiz duran, beş kişinin kollarının dirsekten başka aykırı biçemlere dönüştürüyor. Mekanda aşağıda kalan kısmı dışında her şey karanlık. Eller


tekerlekler üstünde yol alma çabalarıyla ilerleyen dans, beyaz zeminde devinimlerin bıraktığı lastik izlerini hicveden video canlandırma ile besleniyor. Yarış bayrakları ve tekerlekli patenlerle sıradan hareketler yapan dansçı, sekiz figürüne odaklı bir çeşitleme sunuyor. Gösterimcinin devindirdiği bayrak, video tarafından yakalanarak çoğaltılıyor ve başka imgelere dönüştürülüyor. Sekiz çizmek spor ve dansın en güçlü ve köklü devinimlerinden biri olarak burada sınırlarını zorluyor. Son bölümde üzerinde bir film yansıtıcısı taşıyan bir oyuncak kamyon sahne çevrelinde dolaştırılarak, içinde aynı kamyonun tozlu bir köy yolunda ilerleyişini gösteren film, duvarlar boyunca ilerliyor. Yansıma, kamyonunu yakın geçtiği duvarlarda küçülüp, uzak olanlarda büyüyerek diğer bir devinimsel katman oluşturuyor. İnsan devinimi burada, diğer olgularınkiyle ortak bir zemine çekiliyor. Dans sanatı, bedenin üstün becerileriyle değil, devinimin kendi öznel eğlencesiyle üretiliyor.

cy

a

yumruk olmuş, son derece hesaplı ve hatasız bir dizge içinde geometrik biçimlerle devinen kolların ait olduğu gövdeler hatta insanların varlığı hemen akıldan yitiyor. Sonsuzmuş gibi gelen tekrarlar, kendi öznel zamanlamalarıyla yeni bir dizgeye doğru evriliyorlar. Büyüteç altında, maddenin mikro devinimlerine odaklanma şansı yakalayan izleyici, kuantum mekaniğine tanıklık ediyor. Görsel bir soyutlama içine terk edilince, devinimlerin kesin ve hatasız tekrarlan, ağır bir hipnoza yol açıyor. Leroux, böylece hataların olumlandığı, kişiselliklerin yüceltildiği çağdaş dans dünyasında oldukça modernist bir duruşla, salt harekete odaklanıyor. Anlatıyı reddediyormuş gibi görünse de aslında maddenin öyküsünden söz ediyor, ne ki bu öykünün başı ve sonu yok. Ancak dansın temel aracı sayılan ayakları, hem görünmez hem de hareketsiz bir konuma hapsederek, sınırlamaların tetiklediği bir yaratıcılığı devreye sokuyor. Böylece bilindik 'dans' adına hiçbir şey yapmadan, ama danstan başka da bir şey de denemeyecek bir gösteriyle dogmalara baş kaldırmış oluyor.

pe

Dans kültürünün geleneksel varsayımlarını sorgulayan bir diğer iş, Hong Kong'lu Dick Wong'un önermesi B.O.B (Body O Body). Proje, iletişim ve dışavurum aracı olarak bedeni irdeliyor. Ancak bunu Festivalin dikkat çeken bir diğer bir projesi ise, sosyo-politik doğası içinde 'dil' olgusu bağlamında metin, video, ses ve bedenin işbirliğinden doğmuş Figure 8 Race Remix. Proje, Berlin, New York,Tokyo yapıyor. Wong ve her gece değişen iki sahne ortağı (Berlin'dekiler, koreograf Benoit Lachambre ve ekseninde, koreograf ve gösterimci Maren Strack, dansçı Mart Kangro), görüntülerin bozuntuya ses tasarımcısı Max Bauer, video ve multi-media uğratıldığı dil ortamıyla oynuyorlar. Biri hareket sanatçısı Hiroko Tanahashi ve dramaturg Max ediyor, diğeri bunu tarif ediyor ve sonuncusu da Schumacher'in ortaklığıyla üretilmiş, son derece görmeden, duyduklarına göre aynı hareketi yapmaya eğlendirici ve etkileyici, buluş ve esprilerle dolu, çalışıyor. Hepsi sırayla yaratıcı, anlatıcı ve disiplinler arası seyirlik bir macera. Dramaturg Schumacher'in önderliğinde Post-Theatre adı altında yorumlayıcı rollerine giriyorlar. Oyunun amacı salonu kahkahaya boğmak ama yanı sıra ötekilerin kültürünü birleşen sanatçılar, dijital ortam (ses-görüntü) ve fizik ortam (dans-nesneler) arasına dokudukları bir nasıl gördüğümüz, ötekinin zihnindekilerin yansımalarını nasıl okuduğumuz hakkında kışkırtıcı ilişkiler ağıyla, sahne sanatlarını, 'gösterim sanatlan'na doğru evriltmişler. Figure 8 Race Remix, bir önerme. Yapıtın ikinci yarısında Kanada'nın motor sporları ve kazalarından esinlenmiş. Arabayla Fransız tarafından Lachambre ve Estonyalı Kangro, dünyanın çevresini dolaşan ilk kadın olan Clarenore aralarında İngilizce konuşarak, başka hangi dilleri Stinnes'in (1927-29) öyküsü, yapımın temel anlatısı. bildiklerinden söz ediyorlar. İngilizce dışında Fince Sahnedeki ilk görüntü araba lastiklerinden oluşmuş ve Rusça bilen Kangro ve Flemenkce konuşabilen Lachambre daha sonra sahneye gelen Wong'un tek küçük bir yığın. Ardından bu yığına yaklaşarak başına yaptığı hareketleri kısa cümlelerle lastiklere sürttüğü minik nesnelerle ürettiği sesleri dijital ortama aktaran ses tasarımcısı izleniyor. Lastik sorguluyorlar: "Sence bu bir dans mı? Sence bu bir yığını devinmeye başlayınca, bir çift araba lastiğine Çin modern dansı mı? Sence bu bir Çinli, eşcinsel dizden aşağı ayaklarını ve bir çift motor lastiğine de dansı mı? Sence bu bir Çinli, eşcinsel, modern dans mı?" Tüm bu sorular dans adına yapılan her şeyin dirsekten itibaren kollarım geçirmiş kadın dansçı ne denli yanlış anlamalara gebe olduğunu ve bedenin beliriyor. Önce ayağa dikilmek, sonrasında da

OuantumOuintet, Brüksel'li grup Continuum ve koreograf Brice Leroux'ya ait. Leroux, Claire Diez'in tanımıyla maddenin tekil şiirselliği üzerine bir uzman.


bir torba şekerleme ile hicvediyor. Michael Jackson'ın şarkısıyla dans ederken, çocuk sömürülerini hatırlatmakla kalmıyor, kendini sürekli merkeze yerleştirip sergilerken, izleyenleri de kendi girdabına katıp götürebiliyor. Politik ya da ahlaki görüşlerini genel yargılardan uzak tam da bulunduğu yerden açıkça dile getirirken, yanlış gibi görünen tüm yargılarıyla aslında çok da sağlıklı duruyor. Charnock, şarkı da söylüyor, armonika da çalıyor, flamenko da, disco da, dans ediyor ama her birinin doğaçlama metni içinde sağlam bir yeri ve nedeni var. Gösterinin sonunda yaşamın en önemli kavramı olan sevgiye gelince, bir öykü anlatıyor; çalındı sandığı elmas taşını her yerde arayan adam, hırsız olduğundan emin olduğu kişiye onu geri vermesi için yalvarıyor. Hırsızın yanıtı ise şöyle, neden koyduğun yere bakmıyorsun? Adam elması ilk DV8 Physical Theatre'ın eski üyesi Nigel Charnock, koyduğu yerde ceketinin cebinde buluveriyor. Charnock 'sevgiyi aramayı bırakın o zaten sizde 1995'den beri kendinden oluşan topluluğu (!) ile dört parçadan oluşan solo serisine bir yenisini, Frank'i duruyor' mesajıyla gülmekten ağrıyla kıvranan seyirciye veda ediyor. ekliyor. Venedik Bienali tarafından desteklenmiş yapıt, serbest sürümlü, devinim, şarkılar ve metnin karışımından oluşan bir stand-up. Yapıt hem babasının Tüm bu alternatif işlerin içinde geleneksel çizgiye asılı kalmış Tero Saarinen Company ile festival, adı olduğu için hem de aşk, ölüm, seks ve aile hakkında 'frankly' yani sadece açık yürekli olduğu Berlin'in standard sanat tüketicisini hedefliyor. Festivalin en büyük salonunda, en kalabalık seyirciye için bu adı taşıyor. Eğlendirmek ve seyirciyi kendisiyle bütünleştirmek konusunda bir usta olan oynanan Borrowed Light, belki de en uzun ve coşkulu alkışı alan yapım. Ünlü Hristiyan tarikatı Charnock aynı zamanda pek çok farklı tekniği özümsemiş bir devinim sihirbazı. Ancak hareketsel 'Shakers' dan esinlenen iş, Boston Camerata'nın on becerisini öyle içselleştirmiş ki, müthiş bir hız ve kişilik korosunun canlı ilahileri eşliğinde, dört kadın, dört erkek dansçının siyah kostümler içindeki 'erken aykırılıkların bileşkesinde çok leziz bir dans tadı alabiliyorsunuz. Charnock yaşama dair konuşurken, modern dans' tarzında, bir grup çalışması. Dansın geleneksel kurgularının hepsini, soloları, ikilileri ve Nazileri anmadan geçemiyor ve dün katledilen Yahudilerin bugün attığı bombalan seyirciye fırlattığı simetrik grup düzenlemelerini, eşzamanlılık ilkesine

cy a

bir dansçı olarak ne denli zorlu bir savaş verdiğini betimliyor. Yoğun güldürü içinde, dansçı seçmelerine katılmış Dick Wong'u oynayan Wong, diğerlerinin talimatları doğrultusunda devinmeye çabalıyor. Önce yapabildiği en zor hareketi görmek istiyorlar, sonra Çinli olduğuna göre geleneksel danslarından örnek gösterebileceğini söylüyorlar. Sonra bilmediği halde benzeterek yaptığı figürleri daha erkeksi yapmasını ve hareketlerin arasına çok üzgün ya da çok mutlu gibi ifadeler yerleştirmesini istiyorlar. Dansçıların sürekli maruz kaldığı, kendilerinden istenen ama başkasının aklındaki imgeyi yakalama işkencesini Wong akıllıca hicvediyor. O zaman kaçınılmaz olarak düşünüyorsunuz; dansçı kimdir? Neredeyse iki yüzyıldır süren dansçıyı kimliksizleştirme baskısına son vermek mümkün değil midir?

pe

Dans kültürünün geleneksel varsayımlar ını sorgulayan bir diğer iş, Hong Kong'lu Dick Wong'un önermesi B.O.B (Body O Body


a pe cy

göre ve müziğe birebir uyarak, dikkatle kullanan Saarinen, 1930 lardan kalma bir sanatsal anlayış taşıyor. İnsanın, ilahi güçle arasındaki ilişkinin tümüyle yüceltildiği, tüm devinimlerin duygusal hezeyanları dışa vurmak üzere abartılı ifadelerle bezendiği yapım, sanat üretebilmeyi de ilahi bir ayrıcalık gibi yorumluyor. Shakers kültünün özgün tasarım anlayışı olan çok amaçlı minimalist nesneler dünyasını ya da ayinlerinde silkelenerek yaptıkları dansları göz ardı ediyor. Böylece de sürekli kendini yineleyen, acı çeken ruhlar teması, devinimsel anlamda da sıkıcı bir tekrarlar zincirine dönüşüyor. Koronun konseri galiba gösterinin en iyi yanı.

Dans sanatı, izleyicide hayranlık uyandırmak yerine onun zihnini eğlendirmeyi, politik sorgulamalarıyla bugüne dahil olmayı seçiyor. Şimdi 'fikir' üretmek, görsel haz yaratmaktan önde bir yerde. Sakın, bedensel becerinin geri gittiği sanılmasın. Ustalıkla devinme hala var, ama artık bir başkasının dayatması olarak değil, bireysel görüşler doğrultusunda, seçilip istendiği için ve özgün biçemiyle. Yaşasın, düşünce özgürlüğü, yaşasın yıkılan dogmaların yerine açılan yeni dans alanları!

Festivalin en büyük salonunda, en kalabalık seyirciye oynanan Borrowed Light, belki de en uzun ve coşkulu alkışı alan yapım


cy a

Özel Eğitim Kurumları ile Tiyatro Eğitimi Üzerine I

Biz Buna Alışık'mıyız...

pe

Genco Demirer / gencodemirer@gmail.com

Son zamanlarda, tiyatro eğitimi veren özel eğitim merkezlerinin sayısında bir artış yaşanıyor. Tiyatro eğitimi almanın-'tiyatroculuğun', 'dizilerde rol kapmak' anlayışıyla birleşip kıymetlendiği bir dönemde bu kurumların ön plana çıkıyor alması düşündürücü. Ödenekli tiyatrolara giremeyen ve herhangi bir özel tiyatroda kadro alma ihtimalinin düşük olduğu çocuklar, buralarda eğitim aldıktan sonra ne yapıyor? Bu merkezlerde nasıl bir eğitim veriliyor? Kafamızdaki bu soruları her ay, kurumlardan biri ile konuşmaya karar verdik. İlk söyleşimizi Sadri Alışık Kültür Merkezi yetkilileriyle gerçekleştirdik.

Kimliği belli olmayan bir ölü cehennem kapısında zebanilerce çok sevilmiş. Ve kendisine istediği bölümü seçme hakkını vermişler. İki zebani ve ölü tek tek ülkelerine göre değişik odalara konmuş kazanları gezmeye başlamışlar. İlk kazanın bulunduğu oda İngilizler'in odasıymış. İki iri yarı zebani kazanın başında elinde kocaman sopayla bekliyormuş. Ölü sormuş: "Bu zebaniler niye bekliyor?". "İngilizler sık sık ayaklanırlar ve kazandan çıkmaya çalışırlar, bizim zebaniler de onları durdurur, güç görünce korkarlar ve geri çekilirler..." demiş zebani. Bir sonraki oda Almanlarınmış. Beş zebani durmaksızın sopalarıyla kazandan çıkmaya çalışan ölüleri içeri itmeye çalışıyormuş. "Bak" demiş zebani, "Bu Almanlar da çok sık ayaklanır bizi çok zorlarlar..." Ve sonunda Türklerin odasına gelmişler, odada zebani yokmuş, nedenini soran ölüye, zebani: "Türklerden biri kazandan çıkmak isterse, diğerleri onu alttan çeker kurtulmasını istemez." demiş... İşte bu söyleşiden sonra aklıma gelen fıkra bu oldu. Çünkü inandım ki Sadri Alışık Tiyatrosu'nun kuruluşu, yaşayışı ve geleceği kazanın içindekiler tarafından


provalara başladığımız " G ü l l ü " de bunlardan biri olacak. Sefa Önal: Bu ekibin tiyatroya, kendilerini zorlayarak yüklendikleri dönemde, Türkiye genelinde tiyatrolar kapanmaktaydı. Bu bir zabıttır, tarih düşünüz. Doğru dürüst yardım alamamaktalar, her şey çok zor olan, kültürün yozlaştığı dönemde. "Aman kalabalık gelsin de para kazanalım" demeden cesaretli oyunlarla varolmaya çalıştığı küçük sahnedeki bu tiyatro cesurdur. Bakınız cesaret eğer belli nedenlere dayanmıyorsa ahmaklığa gider. Birbirini sevmeyen bir sanat alemimiz var, beş kişiden kim önce kalkarsa öbür dört kişi onu konuşur. Tüm bunlara rağmen yeniden bu küçük sahneyi ayağa kaldırmak, inanın kutsanacak bir şeydir.

pe cy a

engellenmek istenmekte. Ancak tiyatro, bana göre kendini kurtarmış ve geleceğe daha güvenle bakıyor. Artık kendi eğitim merkezini de kurmuş, yeni oyunlarının provasında. Sadri Alışık Kültür Merkezi 'nde Çolpan İlhan, Celal Kadri Kınoğlu, Sefa Önal ve Kerem Alışık ile sohbet ettik. Çolpan İlhan: Hayatımızı bu işe adadık, yıllar yılı iyi şeyleri hayal ettik. Sadri'yi kaybettikten sonra Küçük Sahne üzerine yoğunlaştım ve "Burayı tekrar açabilir miyiz?" düşüncesi oluştu. "Acaba bir tiyatronun yükünü kaldırabilir miyim?" sorularının cevaplarını arıyordum. Cesur bir yapıda olduğum için, başlamak en önemlisi diye düşündüm. Kerem Alışık: A n n e m bu düşüncesini benimle paylaşınca, ben de bunu çok istediğimi söyledim.

Çolpan İlhan: Biz işe başladık, senenin altı ayı boş olan, bakımsız, ancak on-on beş günlüğüne çeşitli özel tiyatrolara tahsis edilen küçük sahne birden değere bindi ve bizim orda olmamızı engellemek isteyenler oldu. Mücadele ettik, ilk oyunumuz ile tiyatroyu toparladık, kalmış onlarca dekor vardı, kulisler ve tiyatro çok bakımsızdı. İlk oyunumuz, Selim İleri'nin "Allahaısmarladık Cumhuriyet'ti. Tam on yıl önce. Başta belli bir kitleye hitap eden oyunlar hazırladık, oyunlar çok düşük iş yapmadı ama tiyatroyu ancak kurtardı. Sonuçta tiyatronun ayağı yere basıyordu. Sonuçta bugüne geldik...

Kerem Alışık: Artık bir repertuvar tiyatrosu olduk. Tiyatro genel tavrını "Boing Boing" oyunu ile değiştirdi bence. Seyirci arttı ve bir beklentisi oluştu. Ödüller de bunu besledi. Yani tiyatronun hacmini aşan o büyük projeleri küçük bir sahnede yaptık. Buna örnek "Ağır R o m a n " olabilir mesela. Bu sene

Genco Demirer: Peki şu an bir sınıfında bulunduğumuz Sadri Alışık Kültür Merkezi'ne nasıl geldiniz? Kerem Alışık: Önceden yazları sadece tiyatroda dersler veriyorduk. İlginin yoğunluğu ve bu aşk bize yine cesaret verdi, yeni bir yer arayışına girdik. Burayı bulduk. Eski bir film platosu idi burası. Her yer kablo, aynı tiyatro gibi. Gereken tüm onarım ve tadilatı yaptık. Ve yaklaşık bir senedir burada yetenekli gençlerimize tam zamanlı eğitimler veriyoruz. Sefa Önal: Ve benim için önemli olan tiyatronun ve kültür merkezinin adında Sadri Alışık adının yaşatılması. Genco Demirer: Okulda kaç öğrenci var, kaçı burslu? Kerem Alışık: 150 öğrencimiz var bunların yüzde

Sefa Önal: Ve benim için önemli olan tiyatronun ve kültür merkezinin adında Sadri Alışık adının yaşatılması.


otuzu burslu. Ve biz mezun öğrencilerimize "Buyurun okul bitti, yolunuz açık olsun" demiyoruz, kendi tiyatromuz başta olmak üzere birçok özel tiyatroda rol şansı veriyoruz. Genco Demirer: Ben de o konuya gelecektim, şu aralar özellikle Şehir Tiyatroları'nda pek gündemde olan bir sorun, konservatuvar mezunu olmayanların yaşadığı kadro sorunu. Biliyorsunuz "Varımız yoğumuz YÖK'ümüze" bağlı olmayan okul veya kurslarda eğitim almış olanlar sadece yevmiyeli çalışabiliyor, kadroya giremiyor. Aynı durum Devlet Tiyatroları'nda zaten var. Siz bunları bile bile bu insanlara net bir "profesyonellik" vaat ediyor musunuz? Çolpan İlhan: Bu kurumlarda eskiden beri kadro sorunu vardı. Ama biz zaten, bizim öğrencilerimize böyle bir vaatte bulunmuyoruz. Birçoğu da bunun olmayacağını biliyor.

hızlı bir şekilde önlüyoruz. Zaten artık konservatuvarlar eski güçlerinde değiller. Yani bir masanın arkasında Ahmet Levendoğlu, Yıldız Kenter yok. Gelenekteki problem, yani yeni öğrenciler yaratıp da yeni öğretmenler yaratamama, yeni yönetmenler yaratamama gibi... Tüm sanatlarımız gibi konservatuvarlarda akıl eksikliği var, akıl üretemiyoruz. Burada okuyan öğrencilerin asıl amaçları, bir diziye kapak atmak olduğu için devamsızlık yapıyorlar. Düşün, hiç kimse kendi yaşamını bile iki yıl sürdürecek kadar sadık değil yaşamına. Geneldeki bozukluk bu kurguya ulaşmakta zorluk çıkartıyor, yaşamın her yerinde bu böyle. Biz burada akılda birleşiyoruz, bir haritada mesela; öğrencinin yaşamının oyunculukla kesiştiği bir harita. Ve buna onun potansiyellerine göre onların kendi haritasını belgelemek, anlamını öğretmek istiyoruz; mesela şöhretin anlamını. Şöhret meslek midir, bir hal midir, saçmalığın daniskası mıdır, tehlikeli bir şey midir, yani nedir? Her şeyin tarihi ile işe başlıyoruz.

a

Genco Demirer: Müfredatı YÖK'e bağlı kurumlarda okumanın avantajı kadar dezavantajı da var; gereksiz Genco Demirer: Siz hangi dersi veriyorsunuz? bilgi, zaman kaybı gibi. Bunları göz önünde bulunduruyor musunuz? Celal Kadri Kınoğlu: Oyunculuk, yani oynanmamasını öğretmek! Celal Kadri Kınoğlu: Şimdi bunların dışında garanti hissinin verdiği bir deformasyon var. Konservatuvarda Hocalar oynanmamasını, hayatı, zamansızlığı, okuyor olma avantajını kendi yaşamında dezavantaja şöhreti, kadim olmayı öğrete dursunlar. Öğrenenler da dönüştürüyor. Devlet Tiyatrosu'nda oynamak nerde diye bakıyor insan. Siz rastladınız mı acaba gibi... pohpohlanmaktan zevk almayan birine. Şımarma hakkını kendinde görmeyen birine. Karşılıksız duygu Genco Demirer: Peki! Burada avantaja nasıl besleyene. Sayın Sadri Alışık, adın yaşıyor, felsefen dönüşüyor? Dışarıdaki yarışta farkları ne olur? yaşıyor. Adın birçok cesurun hayatında önem kazanıyor. Cesarete alışık mıyız? Cevabı sizde. Celal Kadri Kınoğlu: Biz öncelikle yanılmaları

pe cy

Celal Kadri Kınoğlu: Tüm sanatlarımız gibi konservatuvarlarda akıl eksikliği var, akıl üretemiyo­ ruz. Burada okuyan öğrencilerin asıl amaçları, bir diziye kapak atmak olduğu için devamsızlık yapıyorlar.


Çocuk tiyatrosu Editör: Nihal Kuyumcu nihalkuyumcu@yahoo.com

Tiyatro Mevsimi Başlıyooor.

pe

cy a

Haydi Çocuklar Tiyatro !

Her zaman bahar aylarının güzelliğinden söz edilir. Doğanın uyanışı, heyecan vericidir. Yaşama sevinci, yeni başlangıçlar, doğanın uyanışı, çiçekler, kuşlar ... Bana göre güzelliğiyle, bir başka heyecanıyla her zaman gözden kaçırılan bir mevsim daha vardır o da sonbahar... Yazın uzun avare günleri sona ermiş, insanı bunaltan sıcaklar geçmiş, tatlı bir telaşa bırakmıştır yerini. Yem projelerle yeniden işe başlanır, geçen yıl çok iyi gitmemişse bu yıl bir kez daha gözden geçirilir yapılanlar, aynı hataları tekrarlamamak için. Daha iyi olması ümidiyle kollar sıvanır. Çocuklar tedirginlikle karışık bir sevinçle okula başlarlar ... Ve tiyatrolar... Yeni oyunlarını hazırlamış, provalar bitmiş son düzeltmelerle geri sayıma geçmiştir. Seyircinin karşısına çıkacağı günlerin heyecanı ile beklemekteler. Masal mı uyarladılar acaba yoksa bir masal parodisi mi? Yedi cüce ile orkestra kurup büyük şehre kaset doldurmaya

giden bir Pamuk Prenses kim bilir ne çok eğlendirirdi çocukları. Yoksa çocukların ev, okul yaşantılarına ayna mı tutacaklar? Bir müzikal olabilir mi ya da klasik oyunları sadeleştirip mi sergileyecekler? Bir Moliere'in, bir Shakespeare'in çocuklara da söyleyecek öyle çok sözü var ki neden olmasın! Ya katılımcı tiyatro olabilir mi? Kendi sorunlarının sergilendiği ve seyircinin bulduğu çözüm yollarının çıkıp sahnede deneme fırsatının verildiği bir oyun... Neden olmasın. Alternatif çok ama kolay değil çocuk seyircinin karşısına çıkmak. İyi hazırlanmak, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmek gerekir. Yoksa bilirsiniz çocuk seyirciyi, gözünüzün yaşına bakmaz, başlarlar sağa sola sataşıp koşturmaya. Tut tutabilirsen... Ne diyelim işiniz zor. Kolay gelsin...

Çocuklar tedirginlikle karışık bir sevinçle okula başlarlar... Ve tiyatrolar... Yeni oyunlarını hazırlamış, provalar bitmiş son düzeltme­ lerle geri sayıma geçmiştir.

39


Küçücükler İçin Bir Tiyatro:

"Le Nuna Theatre"

pe

cy a

Nihal Kuyumcu

Bu tiyatroyu benzerle­ rinden ayıran özellik, sergiledikleri oyunlarında, hedef kitlelerinin bir buçuk yaşındaki çocuklardan başlaması. 40

otuz-otuz beş kişilik seyirci grubuna sergilenen oyunda, şemsiyeler, yağmurluklar, naylon çizmeler, kaynayan çaydanlıklar, oyuncuların birbirlerini ıslattığı su oyunları ile suya dair ne varsa ve özellikle çocukların su ile olan ilişkileri çocuklara eğlenceli bir biçimde sunulmuş. İkinci oyunları "Ceuf De Violette"nin izleyici yaşı on sekiz aydan başlıyor. Catchou Myncke, son oyunları olan "Mimi ve Ben"i Sylvie Nys ile birlikte yazmış ve sahneye koymuş. İki yaşındaki seyircilerin yer aldığı salona girdiğimizde Catchou sahnenin yanında seyircileri bekliyordu. Herkes yerini aldıktan sonra Catchou çocuklara Yirmi sekiz yıldır çocuk tiyatrosu yapan Catchou "Şimdi salonun ışıkları azalacak, sahne Myncke, uzun yıllar çok küçüklerle çalışmayı aydınlanacak" dedi. Ve anlatmaya başladı "Bir düşünmemiş. Ta ki 1995 yılında kızı doğuncaya zamanlar, ben küçükken kocaman bir odam dek. O yıllarda kızının da izleyebileceği bir oyun vardı..." yapmayı düşünmüş ve ortaya iki buçuk yaşından itibaren çocuklar için hazırladıkları "Plic" çıkmış. Oyun hemen her çocuğun küçüklüğünde sahip olduğu, tamamen ona ait olan bir oyuncağı ya Suyu anlatan bir müzikal. Küçük bir salonun bir köşesine yerleştirilen alçak sıralarda yer alan da bir obje ile olan ilişkisi üzerine kurulmuş. "Nuna Theatre" Belçika'da 1995 de Catchou Myncke'in girişimleriyle kurulmuş bir tiyatro topluluğu. Bu tiyatroyu benzerlerinden ayıran özellik sergiledikleri oyunlarında, hedef kitlelerinin bir buçuk yaşındaki çocuklardan başlaması. Grup, o yaştaki çocukların günlük yaşamlarından yola çıkarak hayal dünyalarına ulaşmayı hedefliyor. Oyunun hazırlık sürecinde seyircinin ritmini, dikkat ve algılama kapasitesini göz önüne aldıklarını dile getiren grup üyeleri, bugüne kadar üç oyunla çocukların karşısına çıkmış.


Bu obje bir ayıcık, bir bebek olabildiği gibi bir bez parçası, yumuşak bir battaniye de olabilir. Oyunda Mimi adını taktığı bu "obje" düğmeden iki gözü olan küçük bir yastık. Şimdi kocaman bir insan olan küçük kızdan, Mimi ile yaşadığı çocukluk anılarını dinliyoruz. Doğum gününde arkadaşlarının gitmelerinin ardından nasıl üzüldüklerini, su çiçeği olduğu zamanı, annesinin Mimi'yi nasıl makineye atıp yıkadığım ve Mimi'nin öfkeden nasıl kıpkırmızı olduğunu, yatağın altında saklanan canavardan ve karanlıktan nasıl korktuklarını anlatıyor. Kırk beş dakika süren oyunu önde oturan bir grup küçük, büyük bir heyecanla, merakla bazen de kahkahalarla izliyorlar, çünkü, Mimi onlar için çok tanıdık biri. Çoğunun evinde kendilerine ait bir Mimi var, kendileri gibi ve kendileriyle birlikte korkan, sevinen, kızan bir Mimi...

pe

cy a

Sylvie Nys oyun hakkında yazdığı bir yazıda amaçlarının sevinç, üzüntü, kızgınlık ve korku gibi küçüklerin de yaşadığı ve hissettiği ama isimlendiremediği duyguları bu oyun yoluyla anlatmak olduğunu söylüyor. Özellikle küçüklerin bu cisimlerle olan ilişkilerinde, duyguların ortaya çıkmasında görsel yönden zengin bir malzeme kullandıklarını anlatan Nys, oyunun ortaya çıkma sürecini şöyle aktarıyor: "Çocukların bir dönemlerinde çok yakın oldukları bu objeler üzerine çalıştık. Uzun süre bu objenin biçimine karar veremedik. Sonunda tanıdık, küçük taşınabilir, sarılabilir uysal, yumuşak, arkasına gizlenip gülebileceği, gözyaşlarını silebileceği, istenen şekle giren, gecenin karanlığına karşı onu koruyabilecek bir şey küçük bir yastık olmasına karar verdik. İki düğme, iki pli. İşte düğme gözleriyle gülen Mimi... Oyun bir çocuk odasında geçiyor. Çocuklar için tanıdık bildik bir yer, değişen saatlere ve duruma göre tedirgin ya da güler yüzlü olarak onu sarıp sarmalayan bir oda. Ortaya hemen hemen tüm odayı kaplayan bir yatak yerleştirdik. Duvara Mimi ile yaşanan, paylaşılan duygulan sembolik olarak ifade eden küçük çerçeveler astık. Oyun sırasında dağılan dikkatlerini toplamak için açılan bir hediye paketi, uçan bir balon, bir tüy gibi küçük şeyler kullandık. Çocuklarla oyuncu arasındaki ilişkiye özellikle dikkat ettik. Oyuncu çok basit bir dille doğrudan çocuklara sesleniyor. Çocukken yaşadığı odasını ziyareti sırasında sevgili oyuncağı Mimi'yi buluyor heyecanlanıyor, mutlu oluyor. Oyunda Mimi ona eşlik ederken, sevinçlerinde, acılarında ve korkularının üstesinden gelmesinde ona yardım ediyor. En zor olan duygu yoğunluğunun dozunu ayarlamak, dramatize etmeden acı veren negatif duyguları da ustalıkla geçiştirmek."

İzlediğimiz bu tek kişilik oyunun sonunda Mimi ile birlikte kapının yanında bir sandalyeye oturan oyuncu Catchou Myncke, çocuklara isterlerse Mimi'ye dokunabileceklerini söyledi. Çocuklar çıkarken ona dokundular, öpmek isteyenler oldu, bazıları da yanlarında getirdikleri kendi oyuncaklarını gösterdiler ve oyuncu teker teker çocukları yolcu etti. Oyuncuya, "oyun sırasında ilginç şeyler oluyor mu?" diye sorduğumuzda şunları söyledi: "Her gösteri benim için unutulmaz bir deneyim oluyor. Fransa'da sergilediğim oyun sırasında bir çocuğun büyük bir ilgiyle ve kahkahalarla beni izlemesi dikkatimi çekti. Oyundan sonra yanıma gelen bu çocuğun öğretmeni bana o çocuğun otistik olduğunu ve bu güne kadar güldüğünü hiç görmediklerini söyledi. Böyle benzeri anlar insanı ruhunun derinliklerine kadar etkiliyor. Tiyatronun sihirli etkisi de böyle değil mi?"

İki yaşındaki seyircilerin yeraldığı salona girdiğimizde Catchou sahnenin yanında seyircileri bekliyordu. Herkes yerini aldıktan sonra Catchou çocuklara "Şimdi salonun ışıkları azalacak, sahne aydınlana­ cak" dedi. 41


cy

a

Çatal höyük'ten Acarlar'a

Bu Sonsuz Göğün Altında...

Oyun, bir yaşantıyı kurmanın en kestirme yolu olsa gerek. Yalnız kestirme mi? Dolaysız da aynı zamanda. Nasıl ulaşırsınız buna? "Mış gibi" yaparak...

pe

Sadık Aslankara / msaslankara@hotmail.com

On bin yıl öncenin o müthiş kenti Çatalhöyük'te olup bitenleri, bilimsel kitapların yaklaşımlarından ayrı insanal boyutta öğrenmeye, Çatalhöyüklülerin gündelik yaşantılarına katılmaya, bu yaşantı dilimlerine sızmaya çalışsaydık nasıl bir yol izlerdik acaba? Ya da hiç değilse kendi içimizde yeniden kurmaya girişseydik neler yapardık?

bakmak olurdu bilimin kullandığı "karbon yöntemi"ne benzer biçimde. Bu yaklaşım, onlar kadar kendimizi tanımaya çalışmak için de geçerli aynı zamanda. Öyle ya, onlara ulaşmaya çalışırken bir yandan bu yöntemi kavrıyoruz öte yandan bunun kendimizi tanımak anlamındaki işlevini de görüyoruz.

Sözgelimi Çatalhöyüklülerin şu ünlü leoparını, boğasını ipucu bağlamında düşünebiliriz pekâlâ. Bunca gelişmiş soyutlayım düzlemine, geniş imgelemeye, simgelemeye, anlatım zenginliğine ulaşmış bir toplumun bütün bunları bir büyük oyunun gereğini yerine getirmek için yapmadığı nasıl Oyun, bir yaşantıyı kurmanın en kestirme yolu olsa savlanabilir? Öyleyse "mış gibi" yaparken, biz aslında gerek. Yalnız kestirme mi? Dolaysız da aynı zamanda. onların "mış gibi" yapışlarının içine de sızıyoruz! Nasıl ulaşırsınız buna? "Mış gibi" yaparak... Bu bağlamda yaratıcı dramanın, drama sanatının dönüştürümü anlamında kabaca eğitim tekniği olarak İnsanın gizini biraz da burada aramalı bana sorarsanız... Tanrıda değil şamanda, ibadette değil değil, bir bilim yöntemi çerçevesinde de ritüelde. Şamanı ve ritüeli kaldırmak, insanı, uygarlığı yararlanılması gereken yol olduğu açık bence. bir kıyıya itmek olur çünkü. İster on bin yıl öncesinin, ister elli, yüz bin yıl öncesinin insanına ulaşmaya Şu kuş bakışı düşünce uçumunun ardından gelin çabalayalım; herhalde en gerçekçi yol oyunlarına düze inelim simdi... Böylesi sorular karşısında ilk usa gelen "içselleştirmek" olabilir herhalde. Ardından eklenebilir; "yaratıcı drama"... Bu iki kavram, bizi bir başka kavramın önüne çıkarıyor: "oyun".


Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından sunulan "Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük" başlıklı serginin ardından, buna koşut geliştirilen bir başka etkinliğe tanık olduk Eylül boyunca: "Çatalhöyük'te Çocuklar".

İstanbul'dan Aydın Acarlar'a, Sermet Çifter'den Acarlar'daki AÇOK Etkinlik Merkezine... Yine çocuklar. Bu kez Adnan Menderes Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanlığınca yürütülen bir projenin içindeyiz. Başkan Prof.Dr.Erdal Beşer, ona yardımcı on kadar bilimcinin ortak çabasına bizlerin yaratıcı drama alanındaki katkılarımız ekleniyor. Buna göre biz de taraf oluyoruz "Güvenli Adolesanlık İçin Acarlar Modeli" başlıklı proje için.

pe cy a

Broşürdeki kısa not dikkat çekiyordu: "Çocukların gözünden Çatalhöyük insanları ve evleri... Rehber eşliğinde önce sergiyi gezen çocuklar Çatalhöyük kentini, yaşamını, insanlarını kendi iç dünyalarını da katıp çeşitli malzemeler (parmak boyası ve kil) kullanarak Çatalhöyük'ü canlandırıyorlar."

elbette. YKY yöneticileri, bunu baştan planlayabilirdi herhalde. Ama Çatalhöyüklülerin yaşantısının bu yolla da olsa yeniden kurulmasının, bir açıdan içselleştirilmesinin yine de çok önemli olduğu ortada! Şimdi yöneticilerden, çocukların çalışmalarının da, en azından farklı bir deneysel yaklaşım bağlamında sergilenmesini bekleyelim...

Çatalhöyük'ü canlandırmak...

Bunu okuduktan sonra yerimde durabilmem olası mı? Fırlamışım... Soluğu YKY'nin Sermet Çifter Salonunda alıyorum. Çocuklarla birlikte sergiyi dolaşıyoruz önce. Sanat tarihçisi Rüya Anman Bakova'nın içtenlikli anlatımı çocukları öylesine etkiliyor ki şaşırmadım desem yalan olur. Sorulara tek tek yanıt veriyor Bakova; bıkmak, usanmak yok! Yardımcısı Papatya Atak'ın da adını anmalıyım. Peki kim bu çocuklar; yaşları yediden, hatta beşten on ikiye yirmi bir tanık: Ada Örken, Seval Çalışkan, Berke Can, Barış Özdemir, Hande Tekar, Batuhan Emir Solmaz,, Nil Su Taşdelen, Taha Yüksel, Melike Yüksel, Ceyda Altuğsaç, Sinan Yaşaroğlu, Tuna Taşdelen, Bedirhan Taşdelen, Sanem Tunç, Onat Mumyakmaz, Onur Erol Mumyakmaz, Damla Hatipoğlu, Hazal Özge Koç, Safiye Aydın, Zeynep Keş, Muhammet Ersoy. Sergi sonrasında bu kez masa başına oturup izledikleri sergiyi kâğıt üzerinde, kilde yaşantı bağlamında yeniden kuruyor adlarını sıraladığım minikler. Ablaları Neslinur Akgün, Berrin Çakin, Filiz Demirkaya eşliğinde... Çatalhöyüklüleri kâğıtta, kilde yeniden yaratırken keşke yaratıcı drama çalışması da eklenebilseydi buna diye düşünmeden edemedim doğrusu. Hiç değilse sergi öncesinde bir "müze drama" (müze pedagojisi) çalışması yapılamaz mıydı? Rüya Anman Bakova'ya ya da öteki görevlilere bir sözüm yok

Bizler dediğim, dergimiz Tiyatro Tiyatro'nun Yazı İşleri Sorumlusu Ebru Seyhan, tiyatrocu arkadaşlarım İlkay Altıntaş, Pınar Karadağ, Kemal Özdemir, bir de ben. Acarlar, Aydın'a on üç km. uzaklıkta on bin nüfuslu bir belde. Neredeyse tüm Acarlılar pazarcılık yapıyor. Bu nedenle yoğun emekli, kahırlı bir yaşamları var insanların. Olağanüstü çalışkanlar, bir yandan sebze meyve üretiyorlar, öte yandan uzak yakın tüm pazarları dolaşıp bunları satıyorlar. Bu yüzden yalnız Aydın'da değil Türkiye'nin her yerinde tanınıyor Acarlılar. Ne ki insan gücüne duydukları gereksinim, bu insanları erken evliliğe sürüklüyor bu bir çözümmüş gibi. Üç ilköğretim okulu, bir lisesi bulunan Acarlar'da ilköğretimin birinci sınıfından lisenin sonuncu sınıfına büyük bir düşüş gözleniyor. Sözgelimi ilk yıl okula başlayan yüz öğrenci varsa bunlardan ancak biri lise sonuncu sınıfa ulaşabiliyor. Ötekiler yolun bir yerinde okullarını bırakıp, daha doğrusu bıraktırılıp pazarcılık yaşamının içinde yol almaya başlıyor. Ardından ister istemez çocuk yaşta annelikler çıkıyor

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından sunulan "Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük" başlıklı serginin ardından, buna koşut geliştirilen bir başka etkinliğe tanık olduk Eylül boyunca: "Çatalhö­ yük'te Çocuklar". 43


ortaya... İşte Erdal Beşer'le ekibince yürütülen "Güvenli Adolesanlık İçin Acarlar Modeli" projesinde çocukların, sorunun bilincine varması, bu yönde bir farkındalık yaratılabilmesi amacıyla beş kişilik grup olarak okullarda yaratıcı drama çalışmalarına başlıyoruz. Çocuklar bu çalışmadan öylesine mutlular ki... Belki de ilk kez Pazar yaşantılarının dışına çıkıp soluk alıyorlar... Ama okullar kapanırsa ne olacak? Sorum çözümü Acarlar Belediye Başkanı Yunus Şentürk getiriyor. Belediye'ye ait büyük bir salonu çocuklar için ayırıyor. Acarlarlı çocuklar, drama rehberlerinin öncülüğünde burada bir kulüp açıyorlar, Acarlar Çocuk Kulübü, kısa adı ise AÇOK oluyor. AÇOK'u anımsar mısınız? 1980'lerde Ümit Denizer Turgut Denizer kardeşler tarafından gerçekleştirilen Türkiye'nin en önemli çocuk tiyatrosu topluluklarından birinin kısa adı. Adın açılımı Denizerlere Muhsin Ertuğrul'dan armağan: Anadolu Çocuk Oyunları Kolu. Çeyrek yüzyıl sonra bu ad oluyor Acarlar Çocuk Kulübü; hem Denizerlerin hem de Muhsin Ertuğrul'un kulakları çınlatılarak.. Haziran sonlarında okulların kapanmasıyla başlayan yaratıcı drama maratonu, Eylülde okulların açılışım dek sürüyor. AÇOK Etkinlik Merkezi, tüm yaz aylar boyunca her perşembe kapısını çocuklara açıyor. Onlara bir şey söylemiyor, onlara bir şey öğretmiyor ama onlarla birlikte yepyeni yaşantılar kurarak, onların kendi dışlarındaki gerçeklikle kucaklaşmalarını sağlıyor dramacı ablalarla ağabeyler...

Kimler mi bu çocuklar? Yahya Köken, Ömer Kut, Fatma Özaydın, Gülden Özaydın, Burçin Sözer, Yonca Demir, Zehra Erkal, Hakan Kut, Yılmaz Kökal, Cem Ceylan, Olcay Yokuş, Ercan Türkoğlu, Cem Köken, Özge Türkoğlu, Ümran Türkoğlu, Cansu Alakar, Ufuk Erkal, Pınar Atar, Suade Tuna, Neşe Yoldaş, Hakan Demir, Zeynep Kıvrak, Gizem Kıvrak, Solmaz Tuna, Muzaffer Morgül, Mahmut Yağız, Aysel Demir, Nergis Demir, Asiye Kaymak, Alpaslan Erkan, Olcay İnanç, Seher Göktaş, Cansu Aykut, Mürvet Akmeşe, Kenan Ay, Muhammet Sakman, Ersoy Özaydın, Yıldıray Sağdıç, Nazire Yıldırım, Zehra Yıldırım, Cemal Şimşek, Aykut Orcan, Lale Gökdemir, Cemile Doğan, Güler Burak, İhsan Kublay, Mine Bircan, Kıymet Güvenç, Serdar Göktaş, Yıldıray Birol, Tolga Karataş, Lale Kökdemir, Müjde Akdeniz, Hayrettin Kaya.

pe cy a

Pazardan kurtulup gözlerini açabilen Acarlarlı çocuklar, adlarını yine kendilerinin belirlediği "Gökkuşağı" ile "Renkli Kelebekler" grubunda birer deniz yıldızı halinde denize doğru yol alıyorlar...

Pazardan kurtulup gözlerini açabilen Acarlarlı çocuklar, adlarını yine kendilerinin belirlediği "Gökkuşağı" ile "Renkli Kelebekler" grubunda birer deniz yıldızı halinde denize doğru yol alıyorlar...

Alın size Acarlar'ın okula kayıtlı iki bin dolayındaki çocuğundan elli kadar denize çıkmaya koyulmuş yıldızı... Seslerini duyuyor musunuz, belki karanlıktan geliyor, ama bakın kulaç atıyorlar açıkta... Kimbilir, belki de Çatalhöyük'teki kardeşleriyle birlikteler şimdi, bilemediğimiz bir zamanda, bu sonsuz göğün altında...


Düş ve Klarnet Tiyatro: İBB Şehir Tiyatroları Yazan-Yöneten: Arslan Kacar Sahne Tasarımı: Rıfkı Demircili Giysi Tasarımı: Zuhal Soy Işık Tasarımı: Özhan Eren Müzik: Serkan Çağrı Oyuncular: Ali Berge, Süeda Çil, Ayşegül Devrim, Haldun Ergüvenç, Derya Kurtuluş, Orhan Hızlı, M. Derya Kılıç, Betül Kızılok, Ali Karagöz, Turgut Arseven, Ümran

İnceoğlu, Arslan Kacar, Hüsnü Demiralay ve Erhan Özçelik. "Bireyin yalnızlığını, çıkarları doğrultusunda arsızca kullanmaya çalışan aç kurtlara rağmen 'yaşamak güzeldir' temasını anlatan bir oyun. Klarnet çalmak tutkusuyla hayal dünyasında yaşayan işsiz Hıdır Bahtıkara ve çevresinde gelişen olayları traji-komik öyküsüyle anlatıyor."

Çılgın Dünya "Delilik ve akıllılık arasındaki ince çizgide geçen olayları anlatan bir oyun. Zaman mekan tanımayan ele avuca sığmayan aşk tanrısı Cupido oklarını bu sefer İspanya'da bir akıl hastanesinde bir araya gelen gerçek delilere, deliliğe özenenlere ve çareyi delilikte bulanlara yöneltiyor."

a

Barut Fıçısı

Semah Tuğsel, Binnur Şerbetçioğlu, Doğan Altınel, Naci Taşdöğen, Gökhan Eğilmezbaş, Hüseyin Tuncel, Ceylan Çete, Aslı Narcı.

cy

Tiyatro: İBB Şehir Tiyatroları Yazan: Lope De Vega Yöneten: Burteçin Zoga Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Giysi Tasarımı: Nihal Kaplangı Müzik: Selim Atakan Dans Düzeni: Mikael Vidhi Işık Tasarımı: Sabahattin Gündoğdu Oyuncular: Yiğit Sertdemir, Gürol Güngör, Selçuk Soğukçay, Berrin Koper, Selçuk Yüksek, Murat Bavli, Tarık Şerbetçioğlu,

Üzümcü, İbrahim Gündoğan, Selim Can Yalçın, Yıldıray Şahinler, Murat Coşkuner, Yeliz Gerçek, Vildan Türkbaş. "Balkanlar, yani, barut fıçısı. Herkes birbirini tanımakta, yollar mutlaka bir biçimde kesişmekte, yıllarca süren dostluklar, arkadaşlıklar bir anda şiddete teslim olmakta.."

pe

Tiyatro: İBB Şehir Tiyatroları Yazan: Dejan Dukovski Yöneten: Yıldıray Şahinler Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Giysi Tasarımı: Duygu Türkekul Işık Tasarımı: Özcan Çelik Müzik: Selim Can Yalçın Oyuncular: Özhan Gözel, S. Bora Seçkin, Bahtiyar Engin, Cengiz Tangör, Levent

Ceza Kanunu Tiyatro: İBB Şehir Tiyatroları Yazan: İ. Ahmet Nuri Sekizinci Yöneten: Engin Gürmen Sahne Tasarımı: Özhan Özdil Giysi Tasarımı: Aysel Doğan Işık Tasarımı: Mustafa Türkoğlu Oyuncular: Seda Fettahoğlu, Nurseli Tırışkan, Mehmet Gürhan, Özge Özder, Defne Gürmen, C. Ahhan Şener, Candan Sabuncu, Emin And, Kubilay Penbeklioğlu,

Erkan Sever ve Yalçın Boratap. "Sahtekarlık dolu hayatlar ve çarpık bir düzen hakkında bir komedi. Sevgilisinin evindeyken polis baskınına uğrayan çapkın zengin Amberi Bey bir polisi tokatlayınca mahkemelik olur; bir ay hapse mahkum edilir. Karısının bu durumu öğrenmesinden korkan Amberi çare arar: kendisinin yerine okul arkadaşı İrfan hapse girecek, karşılığında para alacaktır..."


Amadeus Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Peter Shaffer Çeviren: Nüvit Özdoğru Yöneten: Can Gürzap Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Giysi Tasarımı: Serpil Tezcan Işık Tasarımı: Önder Arık Müzik: Gaye Çağlayan Dans Düzeni: Yeşim Alıç Oyuncular: Celal Kadri Kınoğlu, Zafer Algöz, Meral Bilginer, Nişan Şirinyan,

Mahmut Gökgöz, Payidar Tüfekçioğlu, Ali Ersin Yenar, Ali Düşenkalkar, Levent Güner. "Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük müzisyenlerinden Wolfgang Amadeus Mozart'ın 250. doğum yılı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kutlanıyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivalinde prömiyer yapan Amadeus, İstanbul Devlet Tiyatrosu sahnesinde."

Bahar Noktası

cy

a

Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: W.Shakespeare Uyarlayan: Can Yücel Yöneten: Murat Karasu Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Giysi Tasarımı: Medine Yavuz Işık Tasarımı: Yakup Çartık Müzik: Server Acim Dans Düzeni: Cihan Yöntem Oyuncular: Metin Belgin, Sumru Yavrucuk, Mustafa Uğurlu, Erkan Taşdöğen Umut Demirdelen, Cengiz Baykal, Kubilay Karslıoğlu, Hidayet Erdinç, İşdar Gökseven,

Canberk Uçucu, Burak Şentürk, Burak Karaman, Edward Aris, Murat Karasu, Aslı Yılmaz, Ece Özdikici. "Atina Dükü Tezeus, Amazonlar Kraliçesi İpolita ile evlenmek üzeredir... Ege, çiftin sarayına gelerek kızı Hermiya 'yı, kendisinin uygun bulduğu Dimitri ile değil de İskender ile evlenmek istediği için şikayet eder. Hermiya da mecburen sevgilisiyle birlikte en yakındaki ormana kaçar. Aslında ormanda da işler çok karışıktır."

pe

Yeraltından Notlar

Yazan: Dostoyevski Çeviren: Mehmet Özgül Uyarlayan-Yöneten: Özgür Yalım Sahne-Giysi Tasarımı : Ali Cem Köroğlu Işık Tasarımı: Önder Arık Müzik: Alexander Petihof Oyuncular: Payidar Tüfekçioğlu, Alptekin Serdengeçti, Ömer Hüsnü Turat, Saydam Yeniay, Ali Fuat Çimen, Tayfun Savlıoğlu,

Ezgi Çelik. "Akıl gerçekten de insan eylemlerinde en belirleyici yönlendirici midir? İnsan yönünü sadece aklıyla bulabilir mi? Diyelim ki biri, kendine akılcı bir yön belirledi, bu her zaman o kişinin çıkarlarına uyar mı? Yoksa bir insan, kendini akıl dışı bir isyanla da var edebilir mi? "

Albayın Karısı Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Hrısto Boyçev Çeviren: Hüseyin Mevsim Yöneten: M. Tayfun Orhon Sahne Tasarımı: Suar Şeylan Giysi Tasarımı: Berna Cömert Işık Tasarımı: Zeynel Işık Oyuncular: Gürkan Görbil, Oktay Dal,

Neşet Erdem, Hakan Güneri, Ali Hakan Beşen, Gülçin Yaşaroğlu, Hasan Ataman, Deniz Aygün, Gülay Gür, Müjde Hayat, Ekin Bulut, Baturay Vural. "Oyun, hiç kimsenin taburcu edilmediği, savaşın hüküm sürdüğü bir bölge hastanesinde geçer"


Modigliani (Işığın ve Hüznün Ressamı) Işık Tasarımı: Zeynel Işık Oyuncular: Olcay Kavuzlu, Orhan Özyiğit, Adnan Erbaş, Harun Özer, Savaş Tamer, Berfu Öngören, Aydın Şentürk, Füsun Demirden, Murat Öz, Serhat Çelik, Oğuz Avcıoğlu, Erkan Erkoç, Eda Ateş.

Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Dennis Mclntyre Çeviren: Yıldırım Türker Yöneten: Barış Eren Sahne Tasarımı: Behlüldane Tor Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay

Selanik'ten Anıtkabir'e Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Mustafa Ahmet Yuvanç Yöneten: Tolga Çiftçi Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Nursun Ünlü Işık Tasarımı: Zeynel Işık

Oyuncular: Okan İrkören, Şemsettin Zırhlı, Dara Tan, Turgay Kılıç, Alper Tazebaş, Emre Erçil, Nilgün Çorağan, Eylem Türkmen, Dilek Arıbal, Duygu Güneş, Zeki Karaca, Ercüment Aydın, Pınar Uslu.

Chamaco Elmalıoğlu-Mete Horozoğlu, Fatih Dönmez, Gökçe Sezer, Özlem Durmaz, Serkan Keskin, Bülent Çolak, Sarp Aydınoğlu, Aylin Çalap, İrem Erkaya.

cy a

Tiyatro: Semaver Kumpanya Yazan: Abel Gonzalez Melo Çeviren: Murat Yalçın Yöneten: Orestes Perez Estanquero Sahne Tasarımı: Abeloliva Giysi Tasarımı: Nazlı Ezgor Işık Tasarımı: Cem Yılmazer Müzik: Melis Şeşen, Belkis Sosa Oyuncular: Ahmet Kaynak, Gürhan

"İnsanların çelişkilerini, hüzünlerini ve varolan düzen içinde tutunamayışlarını aktaran oyun, insanın koşullar karşısında değişim sürecini lirik bir dil ile aktarmaktadır."

Omzumdaki Melek

pe

Tiyatro: Tiyatro Kedi Yazan: Stephan Levi Çeviren: Roza Erdem Yöneten: Hakan Altıner Sahne ve Giysi Tasarımı: Ali Yenel Oyuncular: Ayda Aksel, Teoman

Kumbaracıbaşı, Hakan Altıner "Oyunda, hem imkansız hem de yersiz bir aşkın pençesinde, aşktan gözü kararan Dona çareyi ölerek kurtulmakta bulunca devreye omzundaki melek girer."

Kadınlar da Savaşı Yitirdi Tiyatro: Tiyatro Anadolu Yazan: Curzio Malaparte Çeviren: Tahsin Saraç-Turhan Açar Yöneten: Şakir Gürzumar Sahne Giysi Tasarımı: Sertel Çetiner Işık Tasarım: Osman Uzgören Oyuncular: Arzu Turan, Ezgi, Uzşen, Pınar Şenol, Süleyman Karaahmet, Yonca Ender Sekmen, Aylin Aydoğdu, F. Çağrı Mengüç, Polat Bilgin, Nazan Yerli.

"Oyun, bir savaşın ardından, işgal edilmiş bir ülkede, bir evde geçer. Savaş olgusu bu evin çatısında yaşayan bireylerle genel bir düzleme taşınır. Savaşın ardından yaşanan açlık, yıkım, yitirilen insani değerler tüm acımasızlığıyla gözler önüne serilir. Aslında kimdir kazanan-kaybeden, yada bir kazanım var mıdır her bir savaş sonrası."


Keşanlı Ali Destanı Tiyatro: İBB Şehir Tiyatroları Yazan: Haldun Taner Yöneten: Yücel Erten Sahne Tasarımı: Ayhan Doğan Giysi Tasarımı: Ayşen Aktengiz Bayraşlı Işık Tasarımı: Mehmet Fatih Haroğlu Müzik: Yalçın Tura, Dans Düzeni: Nasuh Barın Oyuncular: Can Ertuğrul, Hikmet Körmükçü, Murat Garibağaoğlu, Berna Oğuzutku Demirer, Serdar Orçin, Münir Kutluğ, Hakan Arlı, Meriç Benlioğlu, Osman Gidişoğlu, Ali Gökmen Altuğ, Tuğrul Arsever, Çağlar Yiğitoğulları, Erarslan

Sağlam, Savaş Barutçu, Engin Aklan, Oğuzboy Vedat Şahin, Sükan Kahraman, Tuğrul Arsever, Çağrı Hün, Rozet Hubeş, Ceren Kaçar, Arda Aydın, Uğurtan Atakan, Aslı Aybars, Sanem Özcan, İskender Bağcılar. "Keşanlı Ali Destanı, 50'li yılların Türkiyesi 'nden bir kesit alırken, bu kentlerin birinin varoşu olan Sineklidağ'ı ve burada yaşayan insanların öykülerini konu eder. Bu toplumsal peyzajdan bir Türkiye panaroması çıkaran oyun, gündelik hayatın yanı sıra iktidar, çıkar ilişkileri ile gelişen olaylara da eğlenceli bir yaklaşımla değiniyor."

Rumuz Goncagül "Arayıcı 'nın ortaoyunu özelliklerinden yola çıkarak 1977 yılında yazdığı ve bu güne kadar pek çok kez sahnelenen bir oyun. Oyun kadının toplumdaki yeri ve evlilik kurumunu ele alan bir komedi. İnsaf Hanım, kocası öldükten sonra kızı Gülsün 'e zengin bir koca bulmak için çareler aramaya başlar. Tek isteği geçim derdinden kurtulmaktır. Bir gün aklına müthiş bir fikir gelir ve gazetelere Goncagül rumuzuyla evlenme ilanı vermeye karar verir. İki yüz altmış bir damat adayı arasından seçtikleri damat adayları ile İnsaf ve Gülsün'ün arasında geçen gülünç, trajikomik olaylar..."

pe cy

a

Tiyatro: İBB Şehir Tiyatroları Yazan: Oktay Arayıcı Yöneten: Taner Barlas Sahne Tasarımı: Özhan Özdil Giysi Tasarımı: Nihal Kaplangı Işık Tasarımı: Fatih Mehmet Haroğlu Müzik: Timur Selçuk Dans Düzeni: Yasemin Gezgin Oyuncular: Sema Keçik, Hasibe Eren, Rahmi Elhan, Kutay Kırşehirlioğlu, Mahperi Mertoğlu, Ahmet Özarslan, Sezai Aydın, Mahmet Bulduk, Ali Mert Yavuzcan ve Enes Mazak

Eskici Dükkanı

Tiyatro: İBB Şehir Tiyatroları Yazan: Orhan Kemal Yöneten: Ergün Işıldar Sahne Tasarımı: Rıfkı Demirelli Giysi Tasarımı: Gamze Kuş Işık Tasarımı: Özcan Çelik Oyuncular: Metin Çekmez, Ş. Ayşin Atav, Özgür Kaymak Tanık, Mehmet Avdan, Tolga Yeter, Sibel Topaloğlu, Şevket Avşar, Hakan Güner, Caner Çandarlı, Haşmet Zeybek, İbrahim Şirin, Mert Turak, Zeki Yıldırım, İbrahim Can, Caner Bilginer, Emrah Özertem, Dinçer Çekmez, Nagehan Erbaşı, Ergun Üğlü.

"Irgatlık ve el işçiliğinden makineleşmeye doğru yol almakta olan toplumda, gitgide yoksullaşan bir ailedeki kuşak çatışmalarını ve bireyin sıkıntılarını birkaç katmanda anlatan bir oyun. Bir ağa torunuyken savaşta bir bacağını kaybedip döndüğünde hayata yeniden başlamak durumunda kalan Topal Eskici ve ailesinin çevresinde anlatılan olaylar, bir ailenin değişen şartlar karşısında bir arada tutulmasının güçlüğü ve kurulan hayaller ile toplumsal gerçekliklerin tezadı çerçevesinde anlatılır. Çukurova 'da pamuk toplamaya giden büyük oğulla karısının peşine düşen aile bireylerinin yaşadıkları, bir umut ışığının peşi sıra giden insanların yaşadıklarıyla anlam kazanır."


pe cy a


KültürSanat / Söyleşi

Derya Bigalı: Önemli Olan Yapılan İşin Sürekliliği Ebru Seyhan vermek. Burada da merkez olarak temel hedefimiz çağdaş sanatı desteklemek. Çağdaş sanat derken; dünyada bugün çeşitli alanlarda sanat nerdeyse hangi duruştaysa onları bir şekilde Türkiye'de, Türkiyeli sanatseverlerle buluşturabilmek. Böylece, Türkiye'de sanatın gelişimine de destek olmak. Başta Akbank Caz Festivali olmak üzere, Akbank Oda Orkestrası, Zeynep Tanbay Modern Dans Topluluğu, dört ayrı tiyatromuz: Prodüksiyon Tiyatrosu, Yeni Kuşak Tiyatro, Çocuk Tiyatrosu ve Karagöz Kukla Tiyatrosu, bunların dışında sergilerimiz -tamamen çağdaş sanat, kavramsal sanat üzerine sergiler- ve buna paralel olarak çağdaş sanat atölyemiz, burada da çağdaş sanat seminerleri, konferansları ve baskılar, workshoplar yapılıyor. Çok amaçlı salonumuzda her gün edebiyat günlerinden, konserlere, söyleşilere, dia gösterimlerime kadar etkinlikler yapıyoruz.

pe cy a

Buradaki bir diğer hedefimiz, bu etkinlikleri sadece İstanbul'da Beyoğlu'nda yapmak değil, mümkün olduğunca İstanbul dışına çıkartmak. Mesela Çocuk Tiyatrosu'nu bu sezon otuz şehre götürdük. Yeni Kuşak Tiyatro'yu da üniversitelere götürmeye başladık. Üç yıl önce başladığımız kısa film festivalini büyüttük, festival sonrasında yirmi yedi üniversiteye taşıdık. Yeni sezonda bu tür etkinlikleri artıracağız Akbank Sanat Merkezi, birbirinden önemli etkinlikleriyle 20062007 sezonu için hazırlandı. Merkez; konserler, sergi, söyleşi, Zeynep Tanbay dans proje çalışmaları, Oda Orkestrası, Çocuk, Kukla, Prodüksiyon ve Yeni Kuşak Tiyatro, atölye çalışmaları, Kısa Film Festivali, Caz Festivali'yle tüm sanatseverlere dolu dolu bir sezon vaat ediyor. Akbank Kültür Sanat Merkezi Müdürü Derya Bilgalı ile, Beyoğlu'nda bulunan Akbank Sanat'ın kafesinde kültür merkezinin kültür-sanata yaklaşımını, yeni sezon çalışmalarını, Caz Festivali'ni konuştuk. Bigalı, sohbetimiz boyunca Akbank Sanat'ın yaptığı işlerin sürekliliğine dikkat çekti. Altı katını her sezon sayısız etkinlikle doldurmanın yanında bir çok sanat etkinliğine sponsorluk yapan Akbank Sanat, "etkinlik yapmayı" değil, "yapılan etkinliğin sürekliliğini" felsefe ediniyor.

Yeni bir sezona daha başlıyorsunuz. Etkinliklerin ana ekseni nedir? Biliyorsunuz Akbank Sanat altı katlı bir bina ve biz her katında farklı bir etkinlik yapıyoruz. Burada da özellikle çeşitliliğe önem veriyoruz. Çünkü bizim amacımız sadece belli bir sanat alanına değil, Türkiye'de her alanda destek olunması gereken işlere destek

Etkinliklerinizi başka yerlere taşıma fikri nasıl oluştu? Bu yeni bir fikir değil. Biz seneler içerisinde çok fazla etkinliği çok fazla yere götürdük. Mesela Oda Orkestrası birçok şehirde konser verdi. Nemrut'un tepesinden, Mardin'e, Trabzon'a kadar... Biz ne zaman Anadolu'ya gitsek ve hangi etkinlikle gitsek insanların sanata aç olduğunu görüyoruz. Çok fazla insan buralara gitmiyor. Sanatçı maliyetleri, yol, konaklamalar çok pahalı. Ancak böyle büyük kurumların destekleriyle yapılabilecek işler. Bu sene Caz Festivali'ni de İstanbul dışında Ankara ve İzmir'e götürüyoruz. Özellikle de üniversitelere, okullara gitmeye çalışıyoruz. Ücretsiz etkinlikler yapıyoruz. Klasik müzik konserlerinde de Cem Mansur, konser öncesi gençlerle sohbet ediyor. Hedef sadece o konseri izlemek değil, konserin gerisindeki müziğin hikayesini bilmek, sanatçıları tanımak, yani bir kültür oluşturmak. Merkezimizdeki workshop ve eğitim seminerleri ile de aynı şey hedefleniyor: Bu alanda gelişimini tamamlamaya çalışan genç, geleceğin sanatçı adaylarını da o ortama hazırlamak. Orkestranızın konserleri nasıl tepkiler alıyor? Orkestranın her yaştan dinleyicisi var. Zannedildiği gibi klasik müzik sadece belli bir yaşa hitap etmiyor. Gençler var, konservatuvar öğrencileri var. Tabii belli mekanlarda o mekanın kendi izleyicisi


KültürSanat / Söyleşi

otuzdan fazla konser, üç yüze yakın sanatçı, yedi mekan, üç şehir var. Yani yoğun bir festival olacak. Festivali ortalama kaç kişi takip ediyor? Net bir rakam söyleyemeyeceğim ama artık konser biletleri çok erken alınmaya başlanıyor ve kalmıyor. Akbank Caz Festivali sonbahar ile birlikte beklenen, insanların gelmesini beklediği bir etkinlik oldu. Çok sevindirici bir şey de Türkiye'de cazın gelişmesi, caz dinleyicisinin ilgisinin artması. İKSV'nin festivali, bizim festivalimiz, başka caz konserleri zaman içerisinde Türkiye'de çok önemli bir caz kitlesinin oluşmasını sağladı. Kurumların burada çok önemli bir yeri var tabii. Bilet fiyatlarını da çok düşük tutarak herkesin izlemesini istiyoruz. Akbank Sanat'tan alınan biletlerde hizmet bedeli alınmıyor. Mümkün olduğunca en ekonomik koşullarda herkesin takip edebileceği etkinlikler yapmaya çalışıyoruz.

a

olduğu için, bir şekilde mekanla bütünleşen etkinliklere gitme alışkanlığı da var Türkiye'de. Cemal Reşit Rey Konser Salonu gibi. Biz bu yıl Caddebostan Kültür Merkezi'nde de konserler vereceğiz. Teknik anlamda çok güzel bir merkez. Kültür etkinlikleri yakası olarak hep bu taraf algılanıyor ama karşı tarafta yaşayan insanlar da İstanbul trafiğini çekmeden konser dinleyebilsin istiyoruz. Üniversitelerin ilgisi büyük, tabii üniversite kültürü burada çok önemli. Mesela Boğaziçi Üniversitesi'nin böyle bir yatkınlığı var ya da Marmara ve Mimar Sinan Üniversitesi'nin. İlgi gittikçe artıyor. Önemli olan bir şey yaparken bunun sürekliliğini sağlamak. Bu sadece kültür alanında değil, her alanda geçerli. Kurumların sponsorluklarında da geçerli. Çünkü ancak bu şekilde alışkanlık, tanınırlık, bilinirlik sağlıyorsunuz.

Bazı kurumlar sürekli 2010 yılı için hazırlandıklarını söylüyor. Yani İstanbul'un kültür başkentleri arasına gireceği yıl. Sizin bununla ilgili projeleriniz var mı? Onlar daha çok sadece o yıla ilişkin bir etkinlik hazırlığında. Akbank Sanat bir yıllık bir şey yapmak istemiyor. Hedefi bu değil. Bizim yaptığımız işler sürekli. Sadece kendi etkinliklerimizi yapmıyoruz, İKSV'nin tüm festivallerine, başka birtakım etkinliklere sponsor oluyoruz. Bizim için önemli olan bu sürekliliği sağlamak. Kaliteli olan her şeye de destek olmaya hazırız.

pe cy

Konuşmalarınızdan özellikle gençlere yöneliyormuşsunuz sonucu çıkıyor. Aslında öyle demeyelim. Örneğin, Prodüksiyon Tiyatrosu on ikinci yılında yetmiş-seksen yaşında izleyicisi var; klasik müzik konserleri de öyle... Bizim hedefimiz neden ağırlıklı olarak gençler, çünkü bu alışkanlık genç yaşta başlıyor. Bugün maalesef, özellikle medyada, dışarıdaki birçok sanat etkinliğinde popüler kültür egemen ve bir şekilde gençler, çağdaş, kaliteli sanat etkinliklerine gitme alışkanlıklarını kaybetme durumundalar. Biz onları buna yaklaştırarak, daha çocukluğundan itibaren bir kültür merkezine girme alışkanlığı yaratarak, geleceğin profesyonellerine ya da toplumuna kültürü şimdiden vermeyi hedefliyoruz. Siz otuz yaşına kadar tiyatroya gitmemiş bir çocuğu otuz yaşından sonra tiyatrosever yapamazsınız. Mümkün olduğu kadar küçük yaşta sanat sevgisini, alışkanlığını aşılamak lazım ki ileride bu başka bir boyuta ulaşsın. Ama bizim dinleyicimiz, izleyicimiz sadece gençler değil, ruhu genç olanlar diyelim. Merkezinizde atölye çalışmaları da yapıyorsunuz. Bu çalışmalara katılan insanları daha sonra takip edebiliyor musunuz? Biz sonuçta sertifika veren bir eğitim kurumu değiliz. Öyle bir iddiamız da yok. Bizim hedefimiz bir etkinliği yaparken, onunla küçük de olsa bir workshop çalışmasını birleştirmek. Böylece insanlarla sanatçılar arasında karşılıklı soru-cevap ortamı yaratmak. Böylece genelde profesyonel anlamda o sanatı takip etmek isteyenleri önemli sanatçılarla bir araya getirip kendi yollarını çizmelerine yardımcı olmak. Bu modern dans olabilir, tiyatro olabilir, kısa film olabilir. Biz sadece her alanda fikir sahibi olabilmeleri için belli şeyleri gösteriyoruz. Gelelim 16. Akbank Caz Festivali'ne. İstanbul yine çok önemli isimleri ağırlıyor. Festival'de özellikle dikkat çekmek istediğiniz isimler var mı? Aslında kimseye dikkat çekmek istemiyorum, çünkü hepsi birbirinden değerli. Fark ettiğiniz gibi Caz Festivali'ni çok geniş bir yelpazeye yaydık. Bugün dünyada cazın örnekleri hangi alanlardaysa, o alanlardan gruplar festivalde bir arada. Bunun yanında çok farklı merkezlerde yapılıyor. Çünkü her merkezin kendi atmosferi var. Her gruba her salonda konser verdiremezsiniz. Salonların özelliklerine göre de grupları seçiyoruz. On günde

Giriş katınızda inşaatı devam eden ve bazı sanatseverler tarafından tepkiyle de karşılanan Teknosa konusunda bir şeyler söyleyecek misiniz? Orası bizim etkinliklerimizi hiçbir şekilde etkilemiyor. Onlar girişin ön tarafında satış yeri açıyorlar. Bizim birinci katta galerimiz var sergilerimiz devam ediyor. Diğer katlardaki etkinliklerimiz devam ediyor. İstanbul dışı etkinliklerimiz de artacak. Burada bizim hedefimiz ille de etkinlikleri bir merkezde yapmak değil; mümkün olduğunca çok yerde yapmak. Teknosa ile sanat etkinliklerimizin sayısında ve kalitesinde hiçbir şekilde değişiklik olmayacak. Onlar ön cephenin girişinde satış yeri açıyorlar. Bizim birtakım teknik işlerimize de destek olacaklar diye düşünüyorum. Sanatseverlere bir mesajınız var mı? Herkese keyifli bir sanat yılı diliyorum. Herkesi Akbank Sanat'a bekliyorum. Beyoğlu çok önemli bir yer, sadece İstanbul'un değil Türkiye'nin sanat merkezi. Buraya gelmek de kolay. İnsanların sanat etkinliklerine gitmekte biraz daha cesaretli olmalarını, yeniliklere açık olmalarını diliyorum. Etkinliklere önyargısız yaklaşmalarını diliyorum. Sadece alışık olunan etkinlikleri değil, yeni, alternatif etkinlikleri de takip etmelerini diliyorum. İnsanların sadece Akbank Sanat'ta değil her yerdeki sanat etkinliklerini imkanları elverdiği ölçüde takip etmeye davet ediyorum.

Biz de Akbank Sanat'a yeni sezonda kolaylıklar diliyoruz. İletişim: İstiklal Caddesi No. 14-18 Beyoğlu-İstanbul Telefon: 0212 252 35 00 - 01/e-posta: akbanksanat@akbank.com


KültürSanat / Festival

Tony Jones ile genç piyanist Çağrı Sertel eşlik edecek. Aynı gün, Dhafer Youssef, İzmir Atatürk Kültür Merkezi'nde İzmirlilerle buluşacak. İstanbul konserini tamamlayan El Pluma Band, 10 Ekim'de İzmirliler'le buluşacak. Festival kapsamında, El Pluma Band ve Dhafer Youssef, İzmir konserlerinin ardından caz keyfini Ankara'ya taşıyacaklar. 10 Ekim'de Youssef, 11 Ekim'de ise El Pluma Band, Ankara Meb Şura Salonu'nda Ankaralılar'ı selamlayacak. Dhafer Youssef ise, 11 Ekim'de yine İstanbul'da, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda caz severlerin karşısında olacak.

Punk caz karışımı müziğiyle Acoustic Ladyland ile post-caz döneminin örneklerinden Polar Bear'in peşpeşe gerçekleştirecekleri canlı performans, 05 Ekim'de Babylon'da izlenebilecek. Aynı gün Dave Burrell, Akbank Sanat Merkezi'ndeki atölye çalışmasında yer alarak

Supersilent 10 Ekim'de Babylon'da sahne alacak. 11 Ekim'de, Cuong Vu'yu yine Babylon ağırlayacak. Babylon, 12 Ekim tarihinde ise, dört scratch ustasının oluşturduğu Birdy Nam Nam'ı konuk ediyor. Akbank Sanat Merkezi de aynı gün, Yurdal Çağlar Trio'sunun konserine ev sahipliği yapacak. Lee Konitz - Ohad Talmor String Project'in konseri ise, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda aynı tarihte gerçekleşecek.

pe

cy a

Akbank 16. Caz Festivali, 4-14 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek. Bu yıl Arif Mardin'e ithaf edilen Akbank Caz Festivali, uzun bir aradan sonra İzmir ve Ankara'daki caz severleri de yeniden buluşmaya hazırlanıyor. Festival, 4 Ekim'de, Aya İrini'de kompozitör, aranjör ve şarkı yazarı kimliklerinin yanında, dört oktavlık zengin bariton vokaliyle caz dünyasının önemli isimlerinden Kurt Elling'in konseriyle başlayacak. Festival aynı gece, Archie Shepp-Attica Blues, Pharoah Sanders-Tauhid, Marion Brown-Three for Shepp ve Grammy ödülleri sahibi ünlü caz piyanisti Dave Burrell'ı (Db3), Babylon'da caz severlerle buluşturacak.

Alice Russell, 06 Ekim'de Babylon'da sahne alacak. Russell'ın çalışmaları, Blues, soul, funk, caz ve hatta gospel'e kadar uzanıyor. Russel'ın ardından TM Juke Live Quantic Dj Set, Babylon sahnesinde olacak. Aynı tarihte, klarnet için yazılmış oda müziği repertuarım tanıtma amacıyla çalışmalar gerçekleştiren Uzel Ametist Klarnet Beşlisi, Akbank Sanat Merkezi'nde.

7 Ekim gecesi Ayşe Tütüncü, 2004'te hayata geçirdiği "Ayşe Tütüncü Trio"yla Babylon'da sahne alacak. Üçlünün ardından piyano virtüözü ve besteci "The Ramon Valle Quartet" sahneye çıkacak. Aynı gece, Cengiz Baysal, Akbank Sanat Merkezi'nde; King Britt, "Nova Dream Sequence Live" projesiyle Yeni melek Gösteri Merkezi'nde olacak. Alvin Curran, Fred Frith, Cenk Ergun üçlüsünün konseri 8 Ekim'de Babylon'da gerçekleştirecek. Üçlünün ardından "CazYapJazz" sahne alacak. Semih Yanyalı ve Murat Küçükboyacı, Kasımpaşa'nın Roman havalarıyla hayat bulan sokaklarından, Londra'nın elektronik müzik çalınan kulüplerine hatta Newyork'un caz doğaçlamarıyla dolu barlarına uzanacak. İki yıldır çalışmalarını İstanbul'da sürdüren vurmalı çalgılar ustası William Cardoso, yeni projesi "El Pluma Band" ile geleneksel Küba standartlarını latin ve caz coğrafyasına taşıyan konseriyle 9 Ekim'de Babylon'da. Cardosa'ya "Pluma Band" projesinde basçı

Akbank 16. Caz Festivali programının 13 Ekim gününde ise, Kübalı piyano virtüözü Gonzalo Rubalcaba ile Brezilyalı solist, besteci ve gitar ustası Joâo Bosco, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda gerçekleşecek olan performanslarında, iki ülke müziği arasındaki ritmik, melodik ve tematik ilişkiyi ortaya çıkaracak. İkilinin ardından Richard Galliano, Cemal Reşit Rey'de sahne alacak. Aynı akşam, Orient Expressions-İmer Demirer-Leo Tardin, Babylon'da ethno-jazz temalı emprovize bir programla; Islak Köpek ise Akbank Sanat Merkezi'nde sahne alacak. Akbank 16. Caz Festivali'nin son günü olan 14 Ekim'de trompet ustası, besteci Wadada Leo Smith ile sufi müziği dünyasının önemli isimlerinden neyzen Süleyman Ergüner birlikte Cemal Reşit Rey Konser Salonu sahnesinde olacak. Dr. Lonnie, Cemal Reşit Rey Konser Salonu sahnesini Wadada Leo Smith ile Süleyman Ergüner'den devralacak. Fransız gitarist ve aranjör Nicolas Repac, festival kapsamında Babylon'un son konuğu olacak. Repac, 14 Ekim'de Babylon'da sunacağı yeni projesinde elektro caz tınılarını duyuracak. Akbank Sanat Merkezi de, caz-fusion üçlüsü Atmosfer ile festival izleyicilerine veda edecek. Festival biletleri: Biletix / www.biletix.com / Telefon: 0216 556 98 00


a

pe cy


KültürSanat Günlüğü KONSER

Soilwork

Kısa bir süre Inferior Breed adı altında çalışan grup,ismini Soilwork olarak değiştirip ilk albümleri "Steelbath Suicide"ı yayınladıklarında yıl 1998 idi. 2000'lerin başlarında her yıl bir albüm yayınlamaya başladılar. Grup, İsveç Death Metal'inin önemli grupları arasında sayılıyor. Grup, 1 Ekim Pazar günü 19.00'da Balans Music & Performance Hall'da sahne alıyor. (0216 556 98 00)

pe cy

a

İstanbul'un Orta Yeri

9. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali

29 Eylül günü başlayan 9. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali, 5 Ekim'e kadar devam ediyor. Festival boyunca çok sayıda ulusal ve uluslararası belgesel film, Atatürk Kültür Merkezi, İtalyan Kültür Merkezi, Fransız Kültür Merkezi ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin salonlarında seyirciyle buluşacak. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali'nin programında film gösterimlerinin yanısıra bir 'masterclass', paneller ve yönetmenlerin katılımıyla gerçekleştirilecek söyleşiler yer alıyor. Masterclass'ı festivalde iki filmi gösterilen ve New York Üniversitesi öğretim üyesi Sam Pollard verecek. (İletişim: 0212 249 23 17)

Selim Sesler

KONSER

Selim Sesler Doublemoon etiketiyle yayınlanan son albümü "Oğlan Bizim Kız Bizim'de Anadolu düğünlerinin hüznünü ve coşkusunu aktarıyor. "Keşana Giden Yollar" albümüyle birçok ülkeden övgüler alan Selim Sesler, Fatih Akının İstanbul Hatırası adlı filminin de akılda kalan isimlerinden biri oldu. Selim Sesler: Klarnet, Hasan Demir: Ut-Cümbüş, Erman Kırıkkulak: Keman, Serkan Koçan: Darbuka-tef-bendir-davul, Bülent Sesler: Kanun, Umut Sel: Kontrbas, Ramazan Sesler: Klarnet Konser 3 Ekim Salı 21.30 ve 26 Ekim Perşembe 21.30'da Babylon'da. (0216 556 98 00)

Fotoğraf sanatçısı Mehmet Duru'nun kişisel fotoğraf sergisi 521 Ekim tarihleri arasında Çağla Cabaoğlu Art Gallery'de sanat severlerle buluşacak. Sergide sanatçının, 1998-2006 yıllarında İstanbul vapurlarında çekmiş olduğu siyah beyaz fotoğraflarından oluşan "İstanbul'un Orta Yeri" isimli çalışmasından bir kesit sunuluyor. (Maçka Cad. 59/8 Ralli Apt., Teşvikiye, Telefon: 0212 291 37 91)

Epson art photo award 2005 Goethe-Institut İstanbul, 1. Uluslararası İstanbul Fotoğraf Bienali kapsamındaki Epson art photo award 2005 fotoğraf sergisine evsahipliği yapıyor. Sergide, Epson art photo award 2005 yarışmasında derece alan en iyi çalışmalar sergileniyor. Sergi, 31 Ekim'e kadar açık. (Galip Dede Cad. 85 Tünel, Telefon: 212 249 20 09)


pe cy a

KültürSanat / Festival

İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından gerçekleştirilen Filmekimi, bu yıl 5. yaşını kutluyor. Beyoğlu Emek Sineması'nda yedi gün boyunca, 20 filmin gösterileceği Filmekimi'nin programında, 2006 yılının en çok ses getiren filmleri, Türkiye'de henüz vizyona girmemiş filmlerin ilk gösterimleri, Cannes, Berlin ve Sundance gibi önemli film festivallerinde gösterilen filmlerden seçmeler ve ödüllü filmler yer alıyor.

çok fazla anlatılmamış dokunaklı öyküsünü işliyor.

Bu yıl Cannes'da Altın Palmiye kazanan, sosyal gerçekçilik ustası Ken Loach'un, siyasal içeriğiyle tartışmalar yaratan son filmi "The Wind that Shakes the Barley / Özgürlük Rüzgârı", Filmekimi programının gala filmlerinden. İrlanda Cumhuriyeti'nin kuruluş günlerini beyazperdeye taşıyan filmin başrolünü, geçtiğimiz İstanbul Film Festivali'nde gösterilen Neil Jordan'ın "Breakfast on Pluto / Plüton'da Kahvaltı" filminin yıldızı Cillian Murphy üstleniyor.

Belgeseller Richard Linklater'ın "Fast Food Nation", Werner Herzog'un "Grizzly Man", Byambasuren Davaa'nın "Sarı Köpeğin Yuvası" isimli filmleri, festivalin Belgesel bölümünde.

Yine Cannes Film Festivali'nin bu yılki "En İyi İlk Film"e verilen "Altın Kamera" ödülünü kazanan "12.08 East Of Bucharest", Çavuşesku'nun devrilişinin on altıncı yıldönümünde Romanya'yı sarsan bu olayın toplumsal sonuçlarını son derece mizahi ve iğneleyici bir tarzla ele alıyor. Corneliu Porumboiu'nun yönettiği filmin kahramanları ise, bir televizyon programında tartışan alkolik bir tarih öğretmeni, yaşlı bir emekli ve kendini beğenmiş bir sunucu. Cannes Film Festivali'nde tüm erkek oyuncuları (Jamel Debbouze, Samy Naceri, Roschdy Zem, Sami Bouajila, Bernard Blancan) En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'ne layık görülen "Indigenes / İsimsiz Kahramanlar", daha önce Fransa'ya hiç adım atmamış olmalarına rağmen Nazi işgali sırasında Fransa tarafında savaşan "yerli askerler"in sinemada

Tony Gatlif'in yıllar sonra yeniden çingenelerin anavatanı Romanya'ya döndüğü, büyük ilgi toplayan son filmi "Transylvania"da Birol Ünel ve Asia Argento başrolleri paylaşıyorlar. Müzik ve aşkla dolu bu yol filmi, Cannes Film Festivali'nin kapanışında gösterildi. Filmde Birol Ünel yeri yurdu belli olmayan, gizemli bir müzisyeni canlandırıyor.

Filmekimi biletleri, 7 Ekim Cumartesi günü, Biletix satış noktaları; www.biletix.com ve Biletix çağrı merkezinde (0216 556 98 00) satışa sunulacak.


KültürSanat / Festival Kesişme II

Bil's Kısa Film Gösterimi 6. Bil's Kısa Film Yarışması'nın sonuçlarının açıklanacağı gecede 2000 yılından bu yana ödül kazanan filmlerin toplu gösterimi de gerçekleştirilecek. Bil's Kısa Film Yarışması, 6. yılında kısa film severlere veda edecek. Girişin ücretsiz olacağı etkinlik, 17 Ekim Salı 20.00'da Babylon'da.

Sergi, farklı disiplinlerden iki genç sanatçıyı buluşturuyor. Fotoğrafçı Ali Taptık ile ressam Erhan Özışıklı'nın yapıtları 4 Kasım'a kadar galeri xist'te. Ali Taptık, objektifini olaylar ya da konuların yerine duygulara yöneltiyor. Erhan Özışıklı ise resimlerinde, gerçek ile düşsel olanın sınırlarında bir 'ara yer'e işaret ederken, karşıtlıkları görünür kılmayı amaçlıyor. (Eytam Cad. Açıkhava Apt. 16/5 Nişantaşı, Telefon: 212 291 77 84)

Ayhan Sicimoğlu & Latin All Stars

My Dying Bride

cy

a

Türkiye'nin önemli perküsyonistlerinden Ayhan Sicimoğlu ünlü DJ Claude Challe'in latin füzyon yorumunda bulunduğu yeni albümü Friends & Family ile ilk kez Babylon sahnesinde. Dünyanın dört bir yanından topladığı ritmleri ve ezgileri Koleksiyoncu Albümü olarak nitelendirdiği Friends & Family'de bir araya getiren Sicimoğlu unutulmaz latin coverlarının geleneksel Küba ritimleri, caz ve raga'nın müzikal tınıları ile buluşacağı geceye Balık Ayhan da konuk olarak katılacak. Konser 18 Ekim Çarşamba 21.30'da Babylon'da. Ayhan Sicimoğlu: Perküsyon, Barış Ertürk: Saksofon, Bulut Gülen: Trombon, Banu Kunt: Vokal, Burak Ersöz: Davul, Jozi Levi: Klavye ve Perküsyon, Mehmet Emre Ataker: Klavye ve Sesler, Murat Çopur: Bas, Serkan Çitci: Trompet, Serkan Okanar: Trompet, Zeynep Özbilen: Vokal. (0216 556 98 00)

pe

İngiliz avantgarde doom metal grubu My Dying Bride, 1990 yılında Calvin, Aaron, Andy ve Rick tarafından kuruldu. İlk albümleri "As The Flower Withers"ı piyasaya süren grubu farklı kılan unsurların başında, şarkılarında yoğun biçimde kullandıkları keman partisyonları geliyor. Grup, 7 Ekim Cumartesi 21.00'da Parkorman'da sahneye çıkacak. (0216 556 98 00)

Replikas

Yurtiçinde ve yurtdışında eleştirmenler beğenilen albümleri Avaz'ın ardından Replikas yeni albüm Film Müzikleri ile ilk kez sahneye çıkıyor. Konser, 19 Ekim Perşembe 21.30'daBabylon sahnesinde. (0216 556 98 00)

DANdadaDAN Deneysel müziğin ülkemizdeki isimlerinden Dandadadan, caz, punk ve rock unsurlarının hakim olduğu şarkılar sunuyor. 31 Ekim Salı 21.30'da Babylon'da sahne alacak grup, ilk albümlerini çıkarmak için hazırlanıyor. Korhan Futacı: vokal tenor saksafon, Berke Can Özcan: davul-geri vokal, Feryin Kaya: bas-geri vokal, Burak Irmak: orgsynth-geri vokal. (İletişim: 0216 556 98 00)


a

KültürSanat / Bienal

Sanat Çalışmaları Galerisi'nde 3-28 Ekim tarihleri arasında sergilenecek olan seçki, Rodchenko'nun hayatına ışık tutuyor.

pe

cy

15 Eylül günü başlayan İFSAK 1. Uluslararası İstanbul Fotoğraf Bienali, 31 Ekim'e kadar devam ediyor. Dünyaca ünlü fotoğraf sanatçılarının ve küratörlerin sergi ve projelerine evsahipliği yapan etkinlik, derneğin yirmi yıl boyunca düzenlediği ve Türkiye'nin en büyük fotoğraf etkinliği olan İstanbul Fotoğraf Günleri'ni yeni bir boyuta taşınmış hali. Bienalle, Türkiye'den ve yurtdışından kişisel ve karma sergilerin yanı sıra uluslararası bir fotoğraf forumuna ve atölye çalışmalarına da yer veriliyor. Fotoğraf Bienali'nin ana mekanını Tarihi Darphane-i Amire binaları oluştururken, vapurlar, parklar ve meydanlar gibi pek çok kamusal alan da Fotoğraf Bienali'ne evsahipliği yapıyor. "Kent: Kaos ve Büyü" temasıyla yapılacak İFSAK 1. Uluslar arası İstanbul Fotoğraf Bienali, "kent mekanının karmaşık kaosuna ve estetize ediliş biçimlerine" odaklanıyor. Bienali kapsamında 6-8 Ekim 2006 tarihleri arasında Türkiye'nin ilk Uluslararası Fotoğraf Forumu düzenleniyor. Tarihi Darphane-i Amire binalarında izlenebilecek olan forumda, fotoğraf ve çağdaş sanat tartışmaları etrafında bir dizi sunum, konferans ve panel yapılacak. Foruma katılacak fotoğrafçılar ve akademisyenler arasında Michael Ware, David Bate, Sandy King, Victor Burgin ve Laura Padgett bulunuyor. Fotoğraf Bienali'nin en büyük sergilerinden birini, ünlü Rus fotoğrafçı Gueorgui Pinkhassov'un "Sightwalk" sergisi oluşturuyor. Sergi, dünyanın önde gelen fotoğraf ajansı Magnum'un fotoğrafçılarından biri olan Pinkhassov'un Japonya'da çekilmiş sıradışı karelerine yer veriyor. Bir başka önemli sergi de yine önemli Rus fotoğrafçısı Alexander Rodchenko'ya ait. Moskova Fotoğrafevi işbirliğiyle Karşı

Bienal kapsamında, birden fazla küratörün ürettiği projelere yer verilmiş. Haluk Çobanoğlu küratörlüğünde hazırlanan "Şehir Hayali, Hayali Şehir" projesi Fotoğraf Bienali'nin önemli projelerinden biri. Barış Manço şehir hatları vapurunda düzenlenecek olan sergi, kaos içinde yolunu bulmaya çalışan kentleri fotoğraflayan, dünyanın dört bir yanından önemli fotomuhabirleri ağırlıyor. Diğer küratörlü projeler ise Fotoğraf Bienali'nin bu yılki kavramsal çerçevesini İstanbul'un kamusal alanlarına yaymalarıyla dikkat çekiyor. Projeler arasında Timurtaş Onan ve Sadık Demiröz küratörlüğünde gerçekleştirilecek "Parklar ve Açık Alanlar"da, Kadıköy, Nişantaşı, Balat, Taksim Gezi parklarının yanında, Sultanahmet Meydanı ve Tünel Meydanı, sergi mekanlarına dönüşecek. Genç fotoğrafçıların işlerine yer veren ve Ömer Orhun küratörlüğünde gerçekleştirilecek "Kent ve Ego" da İstanbul'un en sık ziyaret edilen kültür, sanat ve eğlence merkezinde yürürken takip edilebilecek bir sergi fikrinden yola çıkıyor. Murat Germen'in hazırladığı "Kent ve Aidiyet" isimli proje ise, Galata Köprüsü boyunca takip edilebilecek. Vehbi Koca'nın küratörlüğünde İngiltere'den bir grup fotoğrafçı ise, "Kent: Kaos ve Büyü" temasını işleyen fotoğraflarıyla ve video çalışmalarıyla Türkiye'deki sanatseverlerle buluşuyor. "O (bu, şu, öteki, beriki, şimdiki, önceki, sonraki) ana adanmış.." adlı projesi ve İFSAK'ın gerçekleştirdiği "Zincirleme" projesi tarihi Darphane-i Amire binalarında takip edilebiliyor. (İFSAK: 0212 292 42 01)


GÖRSEL SANATLAR VE ELEŞTİRİ Geride Kalanlar Ve Bir Sanat Sezonuna Girerken...

Özkan Eroğlu ozkan@ ozkaneroglu.com

pe cy a

Türkiye'de görsel sanatların, birinci dereceden ilgilendiğim resim, heykel, mimari ve alternatif sanat boyutları, bu yılda kaldığı yerden devam edecek. Gene sergiler açılıp kapanacak "ressam", "heykeltıraş" ve "sanatçılar" üretecek, ve ürettiklerinin ne yazık ki çok azını alıcı kitlesi alabilecek. Ve gene ağırlıklı olarak emin olun kritersiz, kontrolsüz "sanat olmayan bir sanat" ortalıkta cirit atacak. Çünkü her işin iyisini ve nitelikli olanını gündeme getirmek kolay değil. Bunun için sıkı bir estetik göz/ler gerekmekte. Bu göz/lerin çıkışını belirleyense toplumumuzun sanat denen olguya bakışı, daha doğrusu bu bakıştaki yetersizlikler ve eksiklikler. Önce geride bıraktığımız yaz ayında bazı sanat hareketleri oldu ve bu hareketler düz düşünceyle yeni gelmekte olan sezonun da bir yatırımı olarak planlandı kuşkusuz. Bildiğiniz üzere ülkemizde yeni "müze benzeri", "büyük galeri" diyebileceğimiz oluşumlar var: Sabancı Müzesi bunların başında geliyor. Bu müzenin getirdiği Rodin sergisi de, tıpkı Picasso sergisi gibi cılızdı. Sergileme paralelinde çeşitli yabancı konuşmacılar geldi gitti ülkemize; ve bunlar için devasa ilanlarla, yazın sıcağında dinleyici çekilmeye çalışıldı. Sanatta birinci sınıf bir ülke olmadığınız zaman, ne yaparsanız yapın böylesi sergileri, özellikle zamanlandırma açısından projelendirmenin kolay olmadığı görüldü. Galeriler düzleminde ise, Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galeri'sinde düzenlenen Sabri Berkel sergisi, sanatçının ilk önemli noktalarını göstermesi bağlamında önemliydi (Sanatçının diğer dönemleri de ilerleyen zamanlarda sergilenecek). Yaz aylarına gelen ve harcanan bu sergide, ülkemiz resim sanatının bana göre en yaratıcı sanatçılarından biri olan Berkel'in erken dönemi gözler önüne serildi ve iyi de oldu.

Böyle en ciddi görüneninden, görünmeyenine kadar bir kitlenin, yeni sezonda "ne sunacağı"ndan çok, "ne sunamayacağı" merakla beklenebilir. Bu yıl duyumlarımıza göre üç (daha da çok olabilir) sanat fuarı gerçekleşecek. Hemen belirtmek gerekir ki, "stant fiyatları el yakıyor" veya "çizgimize uygun değilsiniz" denilerek, sanki "sanatta çok ileriymişiz" ve "biz bu işi bilirmişiz" gibi, insanlar uzaklaştırılıyor. Sözünü ettiğim gerçekler karşısında hem maddi, hem de manevi boyutta uçsanız ne olur? Unutmayınız

ki bu ülkede sanat ve sanatın zorunlulukla istedikleri temelden eksiktir. Önce eksikliklerin üzerine alçak gönüllükle ve özveriyle, dahası ikna ederek, insanları bir köşeye atmadan, onlarla bazı şeyleri paylaşarak anlatmak ve ikna etmek gerekir. Sanat dergilerini elinize alın ve bakın, sadece kendilerinin ve çevrelerinin reklamını yapmaktan öte gitmediklerini göreceksiniz. Dışarıda olana yüz çevirmek bir tarafa, gerçekleri duymaktan da kaçmaktadırlar. Aynı durum sanatı destekleyen gazetelerde de değişmiyor. Ülke sanat anlamında tam bir kaosun içinde ve kimse bunu bir türlü görmek, görüp de düzeltmek istemiyor. Üstüne üstlük, siyaset ve ekonomide olduğu gibi, ağa kılıklı, hiç de sanat ortamına yakışmayan kişiler, spekülasyoncu gibi davranıp, bunun böyle devam etmesini-olumsuzlukların artarak sürmesini- sağlıyor. Önümüzdeki sezona gelirsek; müzeler, "benim ülkemde de sanat üzerine farklı düşünen insanlar var, onlarla da ilişkiye geçeğim", yayınlar, "her türlü görüşe açık olacağım", galeriler, "dışarıda neler olup bitiyor, bir bakayım" diyemedikleri sürece, yani klasik deyimle, yuvarlak masa büyütülüp, çok seslilik artmadıkça hiçbir şey değişmeyecektir. Bir de artık, insanlarımız kendilerini, özellikle sanat ve sanat tarihi konularında geliştirmelidir, uykuda olmayı ve buna karşın da, ha bire konuşmayı, ortalığı velveleye vermeyi bırakmalıdır. Yoksa gerçekten hiçbir şey değişmeyecek, sabitleşmiş kafalarla yola devam edilecek ve bu yol da hep bir noktada tıkanacaktır. (www.ozkaneroglu.com)


KültürSanat Günlüğü / Kitap Görmüş Geçirmiş Bir Kitap:

Kıldan İnce, Kılıçtan Keskince

Koray Onur korayonur@hotmail.com

a

Dünya'da olduğu gibi ülkemizde de, başka başka konularda ünlenmiş kişiler, bu şöhretlerinin getirilerini biraz daha kullanmak adına (bu getiriler, gündemde kalmak, maddi vs. şeklinde olabilir) kendi yaşamlarından yola çıkarak anı kitapları çıkartırlar. Naçizane, bir okuyucu olarak, bu tarz kitaplara kuşkuyla yaklaştığımı itiraf etmeliyim. Çünkü gözümüzde büyüttüğümüz meşhurun, "harikuladeliklerle dolu" bir yaşantısı olmaması da pekala mümkündür yahut söz konusu meşhur, asıl işi yazarlık olmadığından, anı yazarlığı hakkında bilgisi olmadığından eserini beklediğimizin çok çok altında bir değerle ortaya çıkartıp bizi sukut-u hayale uğratabilir.

pe cy

Fakat tüm bu risklerine rağmen, anı kitaplarını hep ilgiyle takip ettim. Bu, sadece, anılar aracılığıyla, o tarihlere bir "göz atmak" ya da akademik bir bilgi edinmek için olmadı. Zira, bana göre, anı kitapları okumak, elinizde bir rehber tutmak gibidir: ileride başınıza gelmesi pekala mümkün olan sorunları bize önceden bildirebilen bir rehber kitap... Nasıl iyi bir dinleyicinin, görmüş geçirmiş insanlardan öğrenebileceği birçok şey varsa, iyi anı kitapları da, görmüş geçirmiş insanlar gibi size yararlı olabilme gücünü ellerinde tutarlar. Dolayısıyla, daha da ileriye giderek söyleyebiliriz ki, nasıl bir anı okuyucusu olduğunuz, nasıl bir okuyucu olduğunuz hakkında bilgilendirici olabilir.

Herhalde yeterince belli olmuştur, bu ay bir anı kitabı konuk köşemizde. Önemli tiyatro insanlarımızdan Gülriz Sururi'nin, Kıldan İnce, Kılıçtan Keskince adlı kitabı. Yeni bir kitap olmamasına rağmen, yeni okuduğum ve bu gecikme için kendime kızdığım bir kitap oldu. Aslında bu geç kalmışlığım, yukarıda yazdığım kaygılarla çok ilişkiliydi: "Gülriz Sururi ne de olsa, şimdi de bu topraklarda at koşturuyor. Anılarını yazmış... Acaba insanlar kitabı mı satın alacak yoksa Gülriz Sururi adını mı?" diye düşünüyordum.

Utandığımı söylemek isterim. Bu düşünceler tam anlamıyla bir önyargıdan ibaretti ve utancımı Gülriz Hanım'ın kendisine de söyleme şansım olmasaydı hâlâ kıvranıyor olmam kuvvetle muhtemeldi. Bu kitaptan uzun süre uzak kalmıştım önyargım yüzünden. Oysa, Kıldan İnce, Kılıçtan Keskince'de, Gülriz Sururi, çok güzel bir dil kullanımının yanında, benim diyen anı kitaplarında bile zor rastlanan bir şeyi başarmış, tüm kitabın her paragrafına yaymış, bir anı kitabını rezil de, vezir de eden, ölümcül bir sorunu ortadan kaldırmış: objektif olmak.

Başınızdan geçenleri sizlerle yaşayanların isimlerini verecek misiniz, çok hoş şeyler olmamış olabilir hayatınızda; şunu söylesem, bilmem kim alınır mı; şu anımı anlatsam bazılarının tekerine çomak sokmuş olur muyum, gibi sorulara net cevaplar verememiş yazarın akıbeti bellidir: Tutarsız bir üslup, insan kayırmak, hatta olayları saptırmak... Sururi'nin, nezaketi elden bırakmayan, hiç kimse ve hiçbir olaya gereğinden fazla paha biçip, hakkını da yemeyen, yazar olarak da rahatlığından ödün vermeyen tavrını yakalamasının ve bu inanması güç şeyleri başarmasının ardında yatan sebebi Kıldan İnce, Kılıçtan Keskince'yi okuduğunuzda anlayabiliyorsunuz. Yazar, tüm bunları yapabilmenin gücünü, kendine de objektif olabilmesinden alıyor, kendini herkesten çok tırmalıyor, zaman zaman yıpratıyor, eleştiriyor ve yorumluyor. Önerim şudur ki, Kıldan İnce, Kılıçtan Keskince ile birlikte, onun tarihsel olarak devamı olan Bir An Gelir adlı kitabını da çekinmeden alınız. Yazılış itibarıyla ayrı kitaplar olarak düşünülse de, ardı ardına okununca gayet zevkli bir okuma vaat ediyorlar. Kıldan İnce, Kılıçtan Keskince'nin ebatları düşünüldüğünde 18 YTL'lik fiyatı makul. Kitabı, internette 16 YTL civarında bulmanız mümkün. Bizimkiler kadar, bizim olmayan anılar değerlidir. Hele magazinvari anlatımların arttığı ülkemizde yaşadıklarına gereken payeyi verebilen anı yazarları onları daha değerli kılar. Tiyatrocu birinin anılarından tiyatrocu olmayanlar da faydalanabilir, iş ki iyi bir dinleyicisi olalım yazarın...


pe cy a


pe cy a


pe cy a


pe cy a


cy

pe a


a

pe cy


cy a

pe


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.