AvangArt Kadın Dergisi Temmuz 2010

Page 1

www.avangartkadin.com

özüne dönen kadının dergisi

1

özüne dönen kadının dergisi Temmuz

2010

Sayı 8

Terra Yayıncılık ®

Çamur ve İnsan “Sokakta” Şenlik Var ! Erkek ve Kadında Duygusal Zeka Beslenmemiz, Sağlığımız ve Gezegen Hali


2

özüne dönen kadının dergisi


özüne dönen kadının dergisi

3

EDİTÖRDEN

bizim için yeterli değil, eğer eliniz kalem tutuyor ve yazmayı seviyorsanız bize yazabilir, deneyimlerinizi okurlarımıza kendi cümlelerinizle aktarabilirsiniz. Çevrenizdeki olaylardan bizi haberdar edebilir, kendi öykünüzü yazıp, bizlere öneri ve eleştirilerinizi yöneltebilirsiniz. Sizi aramızda görmek bizi mutlu eder. Birlikte gelişip, büyümek dileğiyle güzel bir Temmuz ayı geçirmenizi diliyorum.

Türkan COŞKUN Yazarlık Eğitmeni

Keyifli okumalar, Türkan Coşkun

Merhaba AvangArt Kadın Okurları,

T

emmuz sayımızda yine sizlere yeni kapılar aralamayı umarak hazırlıklarımızı tamamladık. Yerinizden kalkmadan tek tuşla Sydney’e, mutfakta semizotu pişirirken Fethiye’deki bir organik çiftliğe gidebilecek, oradaki atmosferi koltuğunuzda otururken yaşayabileceksiniz. Eğer bunlar bizi kesmedi diyorsanız, dergimizin diğer sayfalarında ilginizi çekebilecek konular bulabileceğinize eminim. Dergiyi hazırlarken sadece okura keyif veren yazılar değil, keyifle okurken aynı zamanda yaşamımızda değişiklik yaratabilecek konuları ele almaya çalışıyoruz. AvangArt Kadın değişime, gelişime ve harekete hazır bir kadın modelidir. Sadece kendi hayatında bir şeyleri değiştirmek ona yetmez, etrafındakilerden başlayarak herkesin hayatına bir katkı sunmak, bildiklerini paylaşmak, çoğalmak ister. Evrensel değerlerin en küçük bireyden ülke yönetimlerine kadar herkes tarafından benimsenmesi, uygulanması için beklemez, çaba gösterir. İşte her ay buradan yola çıkarak sizleri sayfalarımıza konuk ediyoruz. Bu kez de Can Sağlığı, Bitkilerle Yaşam, Akıllı Kalpler gibi köşelerimizde kendinize ve sevdiklerinize yardımcı olacak bilgiler bulabilir, Yemek Kültürü köşemizden esinlenerek sadece leziz yemekler değil güvenilir ve sağlıklı yemekler de hazırlayabilirsiniz. Herkesin ama herkesin mutlaka iyi olduğu bir iş, bir alan vardır. Bugüne kadar baskın yeteneğinizi kullanma şansınız olmadıysa ve bu aralar canınız fena halde sıkılıyorsa “Sokakta Şenlik Var” ekibiyle görüşüp, bir işin ucundan da siz tutabilirsiniz. Okulların tatil olması ve bunaltıcı yaz sıcaklarıyla birlikte tatil mekanlarına olan ilgi de artmaya başladı. Biz hanımların en büyük sıkıntılarından biri deniz mevsimi geldiğinde ortaya çıkar. Moda bölümünü bu ay beden tipine göre mayo ve bikini seçmeye ayırdık. Eğer beden tipinizi biliyorsanız mayo seçmek artık sizin için çok kolay olacak demektir. Bu sayımızda yine yazarlarımız ilgi çeken konuları ya da edindikleri izlenimleri sizlerle paylaşmaya devam ediyorlar. Biz istiyoruz ki sadece dergimizi okumakla kalmayın, okutturun da… Fakat bu da

DÜŞÜN YAZ Kalırsın öyle güneş yanığı teninle Ruhun yetişir bedenine Yükleme her şeyi avare yaza Yağmurları siler süpürür aşkları Armağanın yalnızlık olur Değişmiş teninin rengiyle Tutunursun düşüne... Esin KARAER


özüne dönen kadının dergisi

4

İÇİNDEKİLER

1.

Editörden...3

14.

Evrensel Değerler...23

Düşün Yaz (Şiir)...3 Esin KARAER

15.

Hayata Yeniden Bakmak...24

16.

Yuvarlağın Köşeleri...25

Türkan COŞKUN

İçindekiler...4 3. Gündem...5 2.

Hayat “Sokak”ta ile Bayram Olacak Didem ÜNSÜR

Girişimci Lider Kadın...6-7

4.

17.

Hayallere Dokunmak Zeynep BOZKURT

Çalış(k)an Kadın...8-9

5.

Sokak Şebnem OAKMAN

AvangArt Anne...10

6.

Okula GönderiYorum İlknur ERŞAHİN ÇAKICI

İyimserler ve Kötümserler Yrd. Doç. Dr. Leyla FETİHİ Can Dolaşımı ve Yaratıcı İmzası Enis KIRIMLI

9.

11. Evimiz

12. Hayvan Papağanlar Eser GÜL

13. Vatan

Dostlarımız...20

Âşık Gülseren ALÇI

Seramik Sanatı ve Çömlekçilik Çamura Bulanan Köy “Kınık” Sevcan BiİRGÖREN

20.

Moda...30

21.

Kitap...31

22.

Ev’lenelim...32

23.

Gezi...34-35

24.

Yoga...36

Dünya...18-19

Beslenme Biçimimiz, Sağlığımız ve Gezegen Hali 1 Melda KESKİN

Erkekler ve Kadınlarda Duygusal Zeka Eray BECEREN

Kültür - Sanat...28-29

10. Bitkilerle Yaşam...16-17

Haşereleri Kaçırmak için Ev Yapımı İlaçlar Gülçin ERİŞKİN KANDEMİR

Akıllı Kalpler...26

19.

Yemek Kültürü...14

Semizotu Afitab Ümid GÜRGÜLER

Ayaklarınız... ve diğerleri Nilay UZGÖREN PAPİLA

Gülışığı...27

Can Sağlığı...12

8.

Denizin Çocukları İyot Kokusunu Çok Özler Denize Sevdalı Adamlar Semiha BATMAZ SALCI

18.

Eğitim...11

7.

Evrensel Değerler Esin KARAER

Mayo Seçerken Nelere Dikkat Etmeliyiz? Aynur SEZGİN ŞEKER Tadında Anılar - Hüseyin ŞEKER Berran AYDAN Hayal Kurar mısınız? Selmi URAL

Sydney Gülçin ERİŞKİN KANDEMİR Yoga Kampı Nedret GÜLCAN

25. AvangArt Etkinlik...38 Sağlıklı Zayıflama Etkinliği YOGA DARGA ile Pilates

ve Köklerimiz...22

2010 Japon Yılı ve Türkiye Denizhan SEZGİN

Genel Yayın Yönetmeni Avangart Kadın Dergisi Bir Terra Yayıncılık ® kuruluşudur. Bu dergi içeriğinin tüm hakları saklı olup, kurumsal olarak TCK uyarınca ve yazarların eserleri 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu tarafından koruma altındadır. Alıntı yapabilmek için dergi yönetimine başvurunuz.

iletisim@avangartkadin.com 507.377 0629 Dergideki makaleler yazarların kişisel görüşlerini belirtmekte ve reklamlar reklam verenin sorumluluğundadır. 15 Aralık 2009’dan beri Online Yayındayız! 2009 - 2010 www.avangartkadin.com

Şafak Burçak ALKANLI

Seçici Bilim Kurulu Türkan COŞKUN Burcu YILMAZOĞLU İnci GÜL Şebnem OAKMAN Enis KIRIMLI

Yazarlık Danışmanı ve İçerik Müdürü Türkan COŞKUN

Yazı İşleri Müdürü İnci GÜL

Logo Tasarım Selçuk ACAR

Resim Katkısı

Türkan Coşkun Nedret Gülcan Şafak Burçak Alkanlı Didem Ünsür Zeynep Bozkurt Afitab Ümid Gürgüler Berran Aydan Leyla Fetihi Sevcan Birgören Aynur Sezgin Selmi Ural Gülçin Erişkin Kandemir

Geçen Sayıya Aktif Katılan Fotoğraf Sanatçıları Mustafa Gürgüler (Kapak) Berran Aydan

Tasarım

Hakan ER


özüne dönen kadının dergisi

5

GÜNDEM

Hayat Sokak’ta ile Bayram Olacak

Didem ÜNSÜR (Yazar)

B

u defa size çok yeni bir şeyden bahsedeceğim… Belki de şöyle demeliyim, biraz bilinen ama çok yaygın olmayan bir şeyin yeni şeklini anlatacağım size, belki bir yerinden dahil olmak istersiniz diye… Ne o, meraklandınız mı? Çoook eğlenceli aynı zamanda çoook yararlı bir şeyden bahsedeceğim… Eminim çok sevecek, siz de orada olmak isteyeceksiniz. İyice meraklandırdım sizi artık değil mi? Peki o zaman: Sokakta şenlik vaaaaaaaaaaaaaaarrrrrrrr! Daha önce duydunuz mu bilmiyorum, Hangar Sanat Derneği adında bir sivil toplum kuruluşu var. Ben de naçizane katkıda bulundum kuruluşunda, artık çok aktif bir üye değilim ama elimden geldiğince katkı sağlamaya çalışıyorum. Hangar 2006 yılında çıktı yola. Yedi kişi bir araya geldik ve bir hayal kurduk. Bir yer düşledik, ışıkları yirmidört saat açık, sanatını icra edecek mecra bulamamış kişilerin yirmidört saat ürettikleri bir mekan. Ve düşündük ki hep, her şey sanat olabilir ve herkes sanat yapabilir. İşte sokakta sanat yapma fikri de sanatın herkese, her kesime ulaşması ile ilgili olarak gelişti bizde: Kamusal alanda sanat! Ne güzel kavram ama! Geçtiğimiz üç yıl, her yaz sonunda alışılmamış şenlikler yaptı Hangar, Beyoğlu’nda “Sokakta” adı altında. Dernek her yıl şenlik zamanını en az üç ay önceden açıklıyor, üç günlük şenlikte kim yer almak istiyorsa onlarla birlikte, ne şekilde yer almak istiyorlarsa, katılımı için uygun şartları ayarlayıp, şenliği imece ile gerçekleştiriyordu. Ama bu yıl için

bazı yenilikler planlanıyor, daha önce denenmemiş güzellikte yenilikler… Aslında uzun zamandır, taaa şenliğin ortaya çıktığından beri, sokaklarda, mahallelerde, orada yaşayanlarla birlikte hep beraber gösteriler hazırlamak, kostümler dikmek, maskeler yapmak, birlikte dans etmek, müzik yapmaktı niyet. Hangar, yavaş yavaş ve emin adımlarla ilerledi ve şimdi kocaman bir aileye sahip oldu. Şimdi ise Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarının her birinde, her bir mahallede, sokakta, meydanda içeriği hep birlikte oluşturulabilecek sokak şenlikleri yapmak istiyor. Evet, doğru okudunuz, hayal değil gerçek! Hangar Sanat Derneği, Hayat Bayram Olsa diyerek yola çıkan bir grup sanatçı, kurum, kuruluş, sivil inisiyatif ile yerel yönetimlerin imkan ve olanaklarını dahil ettiği, mahallelerin sınırlarını zorladığı ve zenginliklerini keşfettiği bir dizi mahalle etkinliğine kolları sıvamış durumda. Ve bunun için her hafta düzenli buluşmalar gerçekleştiriyor. Şenlik hangi bölgelerde olacak, kimler, hangi atölyeleri düzenleyecek, stantlar, yemekler, oyunlar, oyuncakları kimler yaptıracak, uçurtmaları kimler uçuracak, yüzleri kimler boyayacak.... Buluşmalara, şenlik hazırlıklarına her an bir yerinden dahil olabilir, Kadıköy’de seçilecek bir mahallenin ruhunu birlikte yaşamaya talip olabilirsiniz. Çocuklarla fotoğraf atölyesinden, gençlerle fanzin atölyelerine, biçki, dikiş, nakış, yemekten, haklar ve kavramlar atölyesine, derdini söyle derman olayım atölyelerinden, sen ne yapmak istersin bu hayattaya kadar bir mahallenin haritasını çıkarmak, birlikte yaşamak ve güzelleşmek için bence siz de katılın mutlaka. Ve bu güzel yaza, devamı hep gelecek bir anlam daha katın… Ayrıntılı bilgi için derya@hangar.org.tr Hangar Sanat Derneği hakkında ayrıntılı bilgi için htttp://www.hangar.org.tr adresini ziyaret edebilirsiniz. Sokakta ile ilgili ayrıntılı bilgi isterseniz işte burada http://www.sokakta.org


6

özüne dönen kadının dergisi

GİRİŞİMCİ - LİDER KADIN

Hayallere Dokunmak Zeynep BOZKURT (Yazar)

Y

irmi yılı aşkın bir süredir, köyüm Kadıovacık’a gelip giderken, Barbaros Köyü’nden geçerken gördüğüm eski okul binası, her geçen yıl biraz daha köhnemiş haliyle bile beni büyülemeye devam etmiştir. Muhteşem ama yalnız ve terkedilmiş bu binaya -yaşanmış hiçbir anım olmamasına rağmenbeni çeken; sanırım doğmadığım ama hiç kopmadığım ve ait olduğumu bildiğim bu topraklarda yaşanmış tüm acılara, sevinçlere, ayrılıklara, kavuşmalara, savaşa, zafere, doğumlara, ölümlere, yokluğa, yoksulluğa, bilimle tanışmalara, aydınlanmaya, öğrenmeye ve öğretmeye tanıklık etmesiydi. Bu duyguyla binayı görmek bile beni müthiş heyecanlandırıyordu. Binayı restore etmeyi ve burada yaşamayı hep hayal ederdim. Her görüşümde iki duygu arasında gelip giderdim. Daha da köhnemiş halini görünce üzülür fakat bir şeyler yapılmadığına göre “ben hayal kurmaya devam edebilirim” diyerek, biraz bencilce de olsa sevinirdim. Yıllar sonra tanıştığım, bu muhteşem binayı birlikte kiraladığımız ve bu binada nikahlandığımız, sevgili eşim Batuhan’ın bana söylediği bir sözü vardır: HAYALLERİ OLMAYANIN GERÇEKLERİ OLAMAZ. Ben hayal ettim ve yaşantım beni Batuhan’a taşıdı. Batuhan’ın sanatçı, ressam, aynı zamanda müzik adamı olması ve gelecek konusunda ortak hayallerimizin olması bizi buralara taşıdı. Hayallerimi hayali yapan sevgili eşime buradan çok teşekkür ediyorum. Şu an bu muhteşem binada yaşıyor, çalışıyor, üretiyor, konuklarımızı ağırlıyor, her gün yeni yeni dostlarla tanışıyor, gelecekte birlikte yapacağımız sanatsal, kültürel ve turizme yönelik faaliyetlerin hayallerini ve programlarını düşünürken aynı heyecanları duyuyoruz. Binayı ilk kiraladığımızda açıkçası bazı kaygılarımız vardı. Dışarıdan gelen bizler, bu binada anıları ve yaşanmışlıkları olan köylüler tarafından nasıl karşılanacaktık? Yaşadığımız süreç kaygılarımızın yersiz olduğunu bize gösterdi. Gerek köyde yaşayan,

gerekse bu toprakların insanları olmasına rağmen köy dışında yaşayan ve bizim, çoğunu yeni tanıdığımız dostların –dostlar diyorum çünkü ilk görüşümüzde bize dost sıcaklığıyla yaklaşan bu kişilerden başka şekilde bahsedemem- ilgisi bizi çok mutlu ediyor. Bu sıcak ilgi, bizim doğru yerde, doğru zamanda, doğru bir işi, doğru kişilerle yaptığımızı bize kanıtlıyor. Dostlarımızın kültür evine ve resimlerimize ilgi göstermeleri, bizi ziyaretlerinde, burada yaşadıkları anılarını tüm içtenlikleriyle anlatmaları, bizi çok mutlu ediyor ve binanın dokusunu, kokusunu daha iyi anlamamıza neden oluyor. Resimlerimize dokunulmasını istediğimiz dostlarımızın elleri resimlerimizde gezinirken gözlerindeki ışıltıyı, hayranlığı ve takdiri görmek de bizi mutlu ediyor. Ayrıca bütün bir yaz, alın teriyle ürettikleri, yetiştirdikleri ürünlerini cömertçe bizimle paylaşan tüm köylü dostlarımıza da buradan teşekkür ediyoruz. Biz, Kültür ve Sanat Evi’nin faaliyetlerini bu bölgenin ihtiyaçlarını göz önüne alarak belirlemek istiyoruz. Bugün ülkemizin geldiği nokta herkesçe malum... Müthiş bir gerileme içerisindeyiz. İnsanın kendine yabancılaştığı, birey olduğunu unuttuğu, bir robot gibi kendisinden beklenenleri ne yazık ki kendisinin de kanıksadığı bir durumdayız. Sorgulayan, sorgulatan, yaratıcılığı geliştiren bir eğitim modeli olmadığı sürece gelinecek nokta ne yazık ki bugünkü yaşadığımız nokta olacaktır. Bizler bunu hak etmiyoruz. Kültür ve Sanat Evimizde yapacağımız sanatsal ve kültürel faaliyetlere göstereceğiniz ilgi, bu toprakların geleceğini de belirleyecek olan gençliğin, yaşadığı topraklara ve topluma karşı daha sorumlu bir şekilde biçimlenmesine yardımcı olacaktır. İnsanlar aldıkları eğitimle öğretmen, doktor, mühendis, avukat vb. meslek sahibi olabilirler. Ya da çiftçi, ev kadını, zanaatkâr olabilirler. Ama her ne işi yaparlarsa yapsınlar, yaptıkları işi en iyi şekilde yapabilmeleri için yaratıcı olmak zorundadırlar. İnsanın yaratıcılığını geliştiren tek şey ise sanattır. İlgilenilen hangi sanat


özüne dönen kadının dergisi dalı olursa olsun, sanat insanı hem kendine doğru hem de yaşadığı dünyaya karşı uzun bir yolculuğa çıkartır. Ülkemizde ne yazık ki sanat hep belli zümrelerin tekelindeymiş gibi algılanmış ve toplumun büyük çoğunluğu tarafından çok uzun bir süre dokunulmaz bir olgu olarak algılanmıştır. Resimlerimizin yanında “RESİMLERE LÜTFEN DOKUNUNUZ” yazısını okuyan ziyaretçilerimizin büyük bir çoğunluğunun, bunu dokunmayın olarak yorumlamaları ve ısrarımıza

7

rağmen çekinerek resimlerimize dokunmaları ve bu duruma şaşırmaları da bunu göstermektedir. Oysa sanat hep yanımızda; doğada ve doğanın bir parçası olan insanda... Bizim sanat yolculuğumuz bizi Barbaros Köyü’ne getirdi. Yol arkadaşları arıyoruz. Gelin, bize yoldaş olun! SANATA DOKUNURKEN HAYALLERİNİZE DOKUNUN!


8

özüne dönen kadının dergisi

ÇALIŞ(K)AN KADIN

Sokak Şebnem OAKMAN (Yazar)

H

ikayem; yazları tozlu, kışları çamurlu, kimbilir ne zaman, hangi belediyenin seçim zamanı attırdığı asfaltı, asfaltlıktan çıkıp gri ve aşınmış bir kayaya dönmüş, kargacık burgacık gecekondular ve yerden kazanmak için ince, uzun dikilmiş, yıkılacak gibi duran apartmanlarla çevrili bu sokakta başladı. Bir fabrikanın deposunda görevli, mal indirip kaldırmaktan genç yaşta bel fıtığı olmuş bir baba ile, evlere temizliğe gitmekten, çocuk bakmaya, sabunluk örmekten, palto dikmeye kadar her işe girip çıkan, çocuklarını okutmak için saçını süpürge eden bir annenin çocuğuyum. Benden yaşça hayli büyük olan iki abim yıllar önce evlenip evi terkettiğinden, ilkokuldan liseyi bitirene kadar, annemin babamın dizinin dibinde, tek çocuk gibi yaşadım. Küçüklüğümden beri tek arzum, bu sokakta başlayan hikayemin yine burada bitmemesi oldu. Bundan korktuğumdan mı, annemin baskısından mı bilinmez, kendime göre çok çalışıp çorak bir Anadolu şehrindeki, iki yıllık yüksekokulu kazandım. İki yıl olması önemli değildi, etrafımızda liseden sonra okuyan pek nadir olduğundan, bu başarı annemin kırk gün kırk gece bayram yapmasına yetmişti. Ne okuduğumu, okulumun ne işe yarayacağını anladığından değil, ileride belki bir büro işi yapabilme olasılığım doğduğundan deli gibi seviniyordu. Annem için en makbul iş, oturmalı işti, masan, telefonun olacaktı muhakkak, bazen işten onu arayıp hatırını soracaktın, maaşın az çok olması önemli değildi, ay başında eline sayılacaktı tıkır tıkır. Okuduğumun pek matah bir bölüm olmadığını, yüksekokula yeni kavuşan bu şehrin henüz öğrencileri karşılamaya hazır olmadığını, hocaların anlatacaklarını biran önce anlatıp kaçmasından onların da bizden fazla umudu olmadığını anlamam çok uzun sürmedi. Yine de belki bir faydası olur diye, iki yıl boyunca, yurt binasından yürüyerek beş dakika uzaklıktaki, üç katlı, bahçesiz, ilkokul binamdan daha küçük ve bakımsız okuluma gittim. Şehirde yapacak bir şey bulamadığımdan dersler dışında; edindiğim tek tük arkadaşlarla sohbet ettim, sınavlara çalıştım, bazen de kulaklıklarımı takıp, yatağımda radyomu dinledim. İki yıl sonunda, tüm sınavları geçmiş, neye yarayacağından emin olmadığım yüksekokul diplomamı almaya hak kazanmıştım. Son günlerden birinde, okul müdürü bizleri toplayıp ülkemizin son yıllardaki gelişme hızından, hepimizin iş bulacağından emin olduğundan, kendisinin de bu konuyla birebir uğraşacağından, ondan yardım istemekten çekinmememiz gerektiğinden, kendimize güvenmemizin şart olduğundan filan bahseden uzun bir konuşma yaptı. Diplomam, özgeçmişim ve özgüvenim ile otobüse binip sokağıma döndüm.

İlk birkaç ay dinlendim. Kuzusunun yorulduğunu düşünen annem; en sevdiğim yemekleri yaptı, bakkala bile gitmeme izin vermedi. Yattım, kalktım, sorumsuz ve sorunsuz bir yaz geçirdim. Sonbahar gelip çattığında, babamın bel fıtığı iyice azmıştı. Depo işini bırakıp iş aramaya başladı. Bu süreç onu sıktığından canı burnundaydı. Annem işe gittiğinde onunla bütün bir günü geçirmek bana fena halde batmaya başlamıştı. Onun durumuna üzülüyordum ama gün boyu oflayıp poflamasına, en ufak şeylere takılıp saatlerce sızlanmasına fazla katlanamazdım. Annemin iş bulmam gerektiğine dair ufak çaplı dokundurmalarının ve babamın iş bulma umudunun giderek sönmesinin de etkisi ile iş aramaya başladım. İki ay gazetelerdeki her ilana başvurdum, her kapıyı çaldım, herkese haber salıp her fırsata koşturdum. Beni arayacaklardı. Onlarca kişinin beni arama sözü vardı artık, uygun şartlar gerçekleşirse, yeni bir pozisyon açılırsa, benim özelliklerime uygun birisine ihtiyaçları olursa, yabancı dil gerektirmeyen birisi gerekirse, yeni şubeleri açılırsa....Herhalde bunların hiçbiri gerçekleşmediğinden beni kimse aramadı. İş, hiç hoşuma gitmeyen bir şekilde, bizim sokaktan çıktı. Havaların soğumaya başladığı, sisli, puslu bir Kasım günü; babamı ziyarete gelen bir komşu, sokağın bitiminde bir market açılacağını, kasiyer aradıklarını, açanları tanıdığını, adımı verebileceğini söyledi. İki gün boyunca; okuduğum okulla kasiyerliğin ilgisi olmadığını, annemin hep istediği gibi büro işinde çalışmak istediğimi anlatmaya çalışsam da annem ve babam, artık bu işi kabul etmem gerektiği konusunda hemfikir olup kale gibi dikildiler önüme. Annem şimdilik bu işte çalışıp bir yandan büro işi aramamı öneriyordu ısrarla. Kabul etmekten başka çarem kalmamıştı. Komşuya sinirlenip anneme babama içerleyerek kös kös gittim konuşmaya. İki gün içinde o kadar başvuru olmuştu ki neredeyse doluyordu boş pozisyonlar, arada bizim komşu amca olduğundan alacaklardı beni, şansım vardı. Bir hafta sonra, davullu, zurnalı, palyaçolu, gürültüsü patırtısı ile sokağı inleten bir açılış yapıldı. Çoluk çocuğa şeker, çikolata dağıtıldı. Kağıt bardaklarda verilen meyve sularını almak için koca koca adamlar itiş kakış yarattı. İlk gün yapılacak indirimli satışlar için upuzun kuyruklar oluştu. Bütün bunlardan hiç hoşlanmadığımdan, işi de sevemediğimden akşama kadar asık suratla çalıştım. Gün boyu sırıtıp duran market sahibi – ilk gün olduğundan ortalarda gezinme gereği duymuştu- tüm çalışanlara gülümsemek ve kibar olmak gerektiğini hatırlattı. Bir ara bana yaklaşıp usulca, gülümsemenin müşteri memnuniyetinde esas olduğunu özellikle bir daha belirtti. Arada kuyruktakilerle sohbet etti, büyük yerlerde tanıdıkları olduğunu, sokağın problemleri ile ilgileneceğini, aman


özüne dönen kadının dergisi kimsenin merak etmemesini, artık herşeyin daha iyi olacağını anlatıp durdu. Altı ay; müşterilerle, barkodlarla, pos cihazlarıyla ve gülümsemeler ile geçti. Market sahibi bizim gibi gençlere iş imkanı tanıdığı için gururlu olduğunu ama işi haketmek için de çok çalışmak gerektiğini söylüyordu her fırsatta. Bu haketme kavramı kapsamında, az elemanla çok iş yapma gereğini prensip belleyip bize kasiyerliğe ek olarak taşıma, indirme, kaldırma, temizleme gibi çeşitli işler de vermişti. Vardiyalı çalışmadan dolayı iş dışı hayatım neredeyse sıfıra inmişti, üstüne bir de bu ek işler gelince, evde olduğum her an yatıp ölü gibi uyumaya başlamıştım. Günlerden bir gün, ışıl ışıl bir bahar günü, herşeyin o kadar da kötü olmadığını, en azından para kazandığımı, onu da bulamayanlar olduğunu düşüne düşüne işe vardığımda, market sahibimizin ofis bölümünde çalışanları beklediğini gördüm. Bu sefer sırıtmıyordu. Her vardiya için aynı konuşmayı yapacaktı herhalde, küçük bir kağıda yazmıştı söyleyeceklerini. Birçok işi birarada yapma becerisi gelişmiş bir avuç genç, onu dinlemek üzere ofisinde hazırola geçtik. Üzgündü, aslında marketler zinciri yapma hayali ile yola çıkmıştı. Ama mahalledeki sermayesi bol, daha

9

büyük zincirlere yenik düşmüştü. Onlar, o düşük fiyatları nasıl olup da veriyorlar anlayamıyordu. O, zarar etmekten kurtaramıyordu marketini. Hepimiz için birer referans mektubu yazmıştı. Biz çok çalışkan ve önü açık gençlerdik. O, artık gönlünde yatan, bir türlü el atamadığı inşaat sektörüne giriyordu, sokakta el atılmayı bekleyen eski evler vardı. Orada uygun iş olursa çağıracaktı bizi yine. Herbirimize teşekkür ediyordu. Gülümsemeyi ve müşteri memnuniyetini hiç ama hiç unutmamalıydık. Annem baygınlık geçirecek kadar üzüldü, babam küfürü bastı bu haber karşısında. Bense sokağa bakan pencerenin kenarındaki kanepeye döndüm. Bunaltıcı bir yaz, sokağın tozu, babamın sıkıntısı ve annemin dırdırı ile geçti. Ne arayan oldu, ne soran. “Hikayenizi yazın” demişsiniz, “Alternatif bir iş bu, özgeçmiş değil, hikaye istiyoruz.” diyor gazete ilanınız. İşte benim hikayem bu, ne yazık ki henüz bu sokaktan kurtulamadım. Hikayemin pek ilginç olmadığını biliyorum ve büyük olasılıkla siz de beni arayacağınızı söyleyeceksiniz. Ama size yazabileceğim tek hikaye bu. Hoşunuza gitmesi dileği ile.


10

özüne dönen kadının dergisi AVANGART ANNE

Okula GönderiYORUM İlknur ERŞAHİN ÇAKICI (Yazar)

E

vlisiniz fakat henüz anne değilsiniz. Çocuk doğurmak kolay ama anne olmak o kadar da basit değil. İstemek, sevmek, emek ve sabır... Anne olacağını öğrenmek insana garip duygular hissettiriyor. Önce çok büyük sevinç, gurur, belki biraz endişe, arkasından korku. Bazı aşamalar var; hamile olduğunuzu ilk öğrendiğiniz, bebeğinizi ilk kez kucağınıza aldığınız, ilk adımlarıyla size doğru geldiği, ilk anne dediği anlar gibi… Sonra bebeğiniz büyüyor, oyuncaklar, oyunlar, arkadaşlar derken sosyal yaşamın bir parçası oluveriyor. Kocaman iri gözleriyle göz göze geldiğiniz zaman, o söylemeden ne istediğini, ne hissettiğini anlar oluyorsunuz. Hani izlediğimiz bir reklamdaki gibi; annem hem doktor, hem aşçı, hem öğretmen, hem tamirci… Artık çocuğumuzla dışarıda yemek yerken en iyi çocuk menüleri olan lokantanın, alışverişe gittiğinizde çocuk oyun salonları olan dükkanların, okul zamanı geldiğinde en iyi çocuk yuvasının, o uzun maratonun başladığı zamanda ise en iyi öğretmenlerin, en iyi olanakların olduğu okulun sahibi ben olsam diyorsunuz içinizden. Hatta araştırıp soruşturup her açıdan en iyisi olduğuna inandığınız okulu seçtikten sonra neredeyse okulun bulunduğu yere göre bir evde oturmak dahil yaşam tarzınızı bile değiştirebiliyorsunuz. Artık çocuğunuzun okullu, zamanının çoğunu sizden farklı insanlarla geçiren, toplumun bir parçası olduğunu fark etme zamanı gelmiştir. Tabii onun büyüdüğünü kabul etmek, onu başkalarıyla paylaşmayı öğrenmek bizim için çok da kolay olmuyor. Bunun için

işin eğlenceli yanlarını görebilmek bize biraz olsun moral veriyor. Okula karar verildikten sonra sıra alışverişe geliyor; kıyafetler, kırtasiye malzemeleri, çanta, ayakkabı… Alışveriş ve yarınların heyecanı hüznümüzü hafifletiyor. İşte o ilk gün, sabah kalkılıp kahvaltı yapılıyor, okul kıyafetleri giyiliyor derken, o görkemli görüntüsüyle okula adım adım yaklaşılıyor. O an heyecan, sevinç, hüzün hepsi karışmış durumda. Ebeveynlerde, çocuklarda ve tabii öğretmenlerde, herkeste bir telaş… Onca yıl gözünüz gibi baktığımız canımızın parçasını kendimiz kadar güvenebileceğimiz birilerine teslim edebilmek arzusu… Sizin için değerli olan varlıklarımızın öğretmenleri için de ne kadar değerli olduklarını görmek, hissetmek arzusu… Sevgili Ayşe öğretmenim, Gökhan, Onur, Emel ya da Hikmet… Bu güzel ülkemizin bütün güzel öğretmenleri! Çocuklarımızı size emanet edip eğitim olarak da öğretim olarak da çocuğumuzun okulda mutlu olduğunu bilmek istiyoruz, biz çocuklarımızı gözünden tanırız. Ancak gözleri gülüyorsa okulun diğer özellikleriyle, akademik ve diğer başarılarıyla ilgilenebiliriz. Kayıtların başladığı bu günlerde, devlet ya da özel olsun, maddi ve manevi şartlarımızı zorlayacağız. Karşılığında insana değer veren, çocuklarımızı yarınlarımız olarak gören, her birinin değerli birer birey olduğunu fark eden öğretmenler görmek istiyoruz. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, ne yaşarsak yaşayalım hissettiğimiz gibi ve hissettiğimiz kadar varız. Kimsenin hesap sormasını istemiyorsak başarıların, sanatın, sporun, eğitimin, öğretimin keyfini hep birlikte yaşayalım. Öğretmenlerimiz, biz ve gülen gözlü geleceklerimiz…


özüne dönen kadının dergisi

11

EĞİTİM

İyimserler ve Kötümserler Yrd. Doç. Dr. Leyla FETİHİ (Yazar)

G

ünümüzün dünyasında, hayata karşı enerji, şevk ve iyimserliğe sahip olmak önemlidir. İyimserlik sayesinde hayattan en iyiyi alabiliriz. Öncelikle duygularımız, düşüncelerimiz ve inançlarımızın farkında olmalıyız. Olumlu insanlar daha başarılı, daha sağlıklı olur ve daha iyi sosyal ilişkilere sahip olurlar. Olumlu düşünce nedir? Olumlu düşünmek, düşüncelerden çok, hayata bir yaklaşım biçimidir. Herhangi bir durumda olumluluğa odaklanmaktır. Kendimiz hakkında olumlu, iyi düşünmektir. Başkalarına karşı olumlu, iyi düşünmektir, onlarla olumlu yolla bağlantı kurmaktır. Dünyadan en iyiyi beklemektir ve dünyanın bunu vereceğini beklemek ve ummaktır. Olumlu düşünenler, geçmişe tatminle bakarlar ve geleceğe karşı iyimserlik ve umut doludurlar. Problemlerin farkına varmak; kötü, olumsuz duygulara kapılmak yerine, hızla harekete geçerek, zorluklara çözüm bulmaktır. Kısacası, olumlu olmak işlevseldir. Panait Istrati’nin şu sözleri bizleri düşünmeye teşvik etmektedir: “Bizi yaşatan, kendimiz için beslediğimiz değil, başkalarına, hatta nefret ettiğimiz insanlara karşı duyduğumuz sevgidir.” La Rochefoucauld şöyle diyor: “İnsanların mutlulukları ya da mutsuzlukları talihin olduğu kadar, kendi karakterlerinin de eseridir.” Eflatun: “Kendinizi sevdirmeye çalışmaktan çok, kendinizi sevilmeye bırakın.” demiştir. Önemli olan en çok şeye sahip olmak yerine en az şeye ihtiyaç duymaktır. Rodin’in dediği gibi, eğer deneyimi akıllıca kullanırsak, hiçbir şey zaman kaybı değildir. Olumlu olabilmek için yapılabilecek birkaç yararlı alıştırma şunlardır: Her hafta kendiniz için en az 3 tane olumlu bir şey yapın. Her ay 1 günü tamamen sevdiğiniz şeyleri yapmaya ayırın. Şimdinin gücünü yaşamak önemlidir. Yaşadığımız anın sorumluluğunu almak bizi daha yapıcı olmaya yöneltecektir. Olumsuz bir duygu hissettiğinizde, durun ve duyguyu hissedin sonra, niye bu duyguyu hissettiğinizi araştırın. Daha sonra “rahatlama teknikleri” kullanın. Önce kendinizi fiziksel olarak sakinleştirin. Sonra zihinsel olarak sakinleşin. Sakinleşince problemle başa çıkmak kolaylaşacaktır. İyimserlerin hayata yaklaşımı şöyledir: Hayatlarında olan iyi şeyler hakkında kendilerine pay çıkarırlar. Kötü şeyleri şartlara, şansa ya da hataya yorarlar. Böylelikle sorumlu, güçlü hissederler. Kötümserler, olan kötü şeyler sonucu suçlu hissederler; olan iyi şeyleri de şansa bağlarlar. Kendilerini yetersiz ve güçsüz hissederler. İyimserliğinizi geliştirmek için,

olumlu bir olaya yaptığınız katkıyı görün ve kendinizi tebrik edin. İyimserlik, güçlü hissetmek, başarmak istediğiniz şeyi başarmak için kişisel kaynaklarınızın olduğunu hissetmektir. Hayata olumlu bir yaklaşım geliştirmek için kendinizi iyi hissettirecek şeyler yapın. Bu özdeğerinizi arttırır. Kendinize mutluluğa layık olduğunuz mesajını verin. Gülümsemek ve gülmek vücutta stres hormonlarını azaltır. Gülümseyin, şaka yapın, komik kitaplar okuyun, komedi programlarını izleyin, mizah anlayışı olan insanlarla beraber olun. Çocuklar günde 400 kere gülümsüyorlar, bir yetişkin yaklaşık 15 kere gülümsüyor. Enerjinizi iyi deneyimler yaşamaya harcayın; yürüyüş yapın, hoşunuza giden bir iş projesine gönüllü katılın… Bunlar sizin hayatınızın farklı kesitlerinde olumlu hissetmenize yardımcı olur. Mark Twain’in dediği gibi, kendinizi neşelendirmenin en iyi yolu başka birini neşelendirmeye çalışmaktır. Sevilmek istiyorsanız, olumlu olun. Rahatlayabileceğiniz, gevşeyebileceğiniz ve odaklanabileceğiniz bir alan yaratmak faydalıdır. Dengeli beslenme ve egzersiz (spor) ruh hali üzerinde etkilidir. Sağlıklı vücut, sağlıklı bir zihin sağlar.

http://www.yupilife.com.tr


12

özüne dönen kadının dergisi CAN SAĞLIĞI

Can Dolaşımı ve Yaratıcı İmzası Enis KIRIMLI (Biomedikal Mühendis, Sağlıklı Yaşam Koçu)

G

eçen yazımızda “CAN DOLAŞIMI”ndan bahsetmiştik. Bu yazımızda ise tüm bu konuları kapsayan bir YARATICI İMZASI görmeğe çalışacağız. Geçen yazımızda CAN DOLAŞIMI’mızın, öncelikle asit ve baz dengemiz yerinde olmak kaydı ile sonrasında duygu ve düşüncelere ait olduğunu belirtmiştik. Sağlıklı bir KAN DOLAŞIMI Ph 7.4 olurken, Deniz suyunun Ph’ı da 7.4 dür. Bu bir Yaratıcı imzasıdır. İnsanoğlu şimdilerde hem kendi Ph dengesini hem de deniz suyunu kirletiyor. Özellikle bu günlerde yaşanan tarihin en büyük Deniz kirlenmesi facia olarak kabul edilmektedir. Söz konusu Petrol şirketinin yaptığı bir hata yüzünden deniz suyu Ph’ı çok önemli derecede azalacaktır. Ekolojik denge su altında çok fazla zarar görerek büyük elektron dizilimi değişecek, bu değişim manyetik alanımızda değişikliğe sebep olacaktır. Unutmayalım! Her bir büyük kimyasal değişimin karşılığı, yerküre manyetik alanının rezonans frekansının değişimine sebep olacak olmasıdır. Bu değişim su altındaki canlıların ölümüne sebep olurken diğer taraftan yerküre ile atmosferin ilk katına kadar arada bulunan enerji ile beslenen karadaki canlıların CAN DOLAŞIM’larında oluşan enerji blokajları hastalık olarak canlılara dönecektir.

Tekrar hatırlamakta fayda var: Daha evvelki yazılarımızdan birinde tüm evrenin iç içe manyetik alanlardan oluştuğunu belirtmiştik. Biz yaşadığımız yerküreye tabi iken yerküre de bizim Güneş sistemimize tabidir. Güneş sistemi de bir üst sisteme tabidir. Benzetme yaptığımızda tüm iç içe sistemlerin bir CAN DOLAŞIMI olduğu gözükmektedir. Tüm Evren kusursuz şekilde denge içinde çalışmaktadır. Fakat insanoğlu bu düzgün çalışmayı günümüzde elinden geldiği kadarıyla yüksek teknoloji adına çok zorlamaktadır. Unutmayalım! Bu yerkürede sadece biz insanlar yaşamıyoruz. Tüm Yerküre Canlı ve Cansız varlıkları ile bir bütündür. Bu bütünü bakınız gene Yaratıcı İmzası ile örnek vererek anlatmaya devam edelim. Yerküredeki tüm canlıları yaktığınızda geriye iki şey kalır: Biri karbon elementi, diğeri de TUZ. Doğal Tuz insan vücudunda CAN DOLAŞIMI’nın elektriksel enerji akışını düzenlemektedir. Sonraki ay yazacağımız konulardan biri doğal tuz olacak. Tuz kullanımını, rafine tuzun zararlarını, doğal tuzun CAN dolaşımı üzerindeki olumlu etkilerini göreceğiz. Sağlıklı, Mutlu, Eğlenceli bir Temmuz ayı geçirmeniz dileği ile kalın sağlıcakla...


özüne dönen kadının dergisi

13


14

özüne dönen kadının dergisi YEMEK KÜLTÜRÜ

Semizotu Afitab Ümid GÜRGÜLER (Yazar)

Bilmediler kıymetini, anlamadılar şifasını Tarladan attılar yaban diye, Yılmadı, yeşerdi, faydalıyım diye... Anadolu’da pirpirim, parpar, perper, perpine diye anılan semizotunun tarihi Bizans’a kadar ulaşır. Meninski tarafından 1680 yılında yazılan sözlükte semizotu adı geçmektedir. 19.yy’da, Osmanlı sarayında yaz sebzelerinin listesinde yine bu şifalı bitki yer almaktadır. Uzmanlar kandaki üre ve benzeri zararlı maddeleri temizlediğini, bol idrar söktürdüğünü, beyin yorgunluğunu geçirdiğini, böbrekteki kum ve taşı döktüğünü belirtiyor. Semizotu’nun şeker hastalarının susuzluk hissini azaltmasının yanısıra, lif oranı yüksek olduğu için kabızlık çekenlere, kilo vermek için diyet yapanlara faydalı olduğu belirtiliyor. Semizotunun anavatanı; Rusya’nın güney kısımları, Himalaya dağları, Hindistan ve Yunanistan’ı içine alan büyük bir bölgedir. Ülkemizde tarla kenarlarında kendiliğinden yetişen ya da tohumdan yetiştirilen yıllık bir bitkidir. Yabani ve aşılı olarak iki çeşidi vardır. Yabani olanı ince yapraklı ve ekşidir, tohumdan yetişen aşılı çeşidi kalın yapraklı ve daha suludur. Gelin bahçemizin ya da otoparkımızın bir köşesinde veya balkonumuzda bir saksının içinde bir avuç toprakta doğanın mucizesini yeniden birlikte yaşayalım! Nasıl Yetiştirebiliriz? Kolay yetişen, besin değeri yüksek olan, fakat kıymeti yeni yeni anlaşılan bu bitki; kabartılmış, kumlu, gevrek toprakları sever. Bu nedenle toprağı iyice çapalamanız gerekir. Bu işlemi bahçede yapacaksanız, toprağı ayrık otlarından temizlemeli ve ıslatmalısınız. Nemlenen (sulanan) toprak tıpkı hamur mayası gibi kabarır. Tırmık yardımıyla taşları, otları temizlemeli, ocak veya yatak hazırlamalısınız. Hazırlanan bölümlere nazlı olmayan, hızlı büyüyen bir bitki olan semizotu tohumlarını kumla karıştırılıp serpebilirsiniz. 1 m2’ye bir çorba kaşığı tohum, iki çorba kaşığı kum karıştırılmalı. Serpilen tohumların üzerine ince bir kat

doğal gübre ve toprak serilir, üzeri kürekle vurularak sıkıştırılır. Yağmurlama yöntemiyle sulama yapılır. Çimlenme süresi toprağın verimine, güneş yönüne göre değişir. 7-10 gün sonra bitkileriniz büyümeye başlar. 10-15 C’de yetişebilir. Nemli ortamları sevdiği için çok güneşli havalarda sık sulama yapılmalıdır. 2-3 cm boyundaki fidelerinizi şaşırtma* yapıp toprağa tekrar dikerseniz daha güçlü ve hızlı büyüyeceklerdir. Ellerinizle diktiğiniz, sulayarak büyüttüğünüz, sevgiyle baktığınız semizotlarınızı bıçak değdirmeden, kopararak toplarsanız, içinde bulunan birçok vitamini de yok etmemiş olursunuz. Kolestrolü sıfır olan semizotunda; protein, omega 3, doymamış yağlar, fosfor, kalsiyum, sodyum, potasyum, A, B1, B2, B6, C vitaminleri vardır. Bu faydalı bitkiden kolayca hazırlanan bir de yemek sunalım. Yarım kilogram ayıklanmış semizotunu bir tencereye koyalım; üzerine bir domates, iki diş sarımsak, bir baş soğan doğrayalım. 1-2 çorba kaşığı pirinç, 2-3 kaşık çorba kaşığı zeytinyağı, bir kahve kaşığı tuz ve şeker ilave ederek kısık ateşte 20 dakika hiç su koymadan pişirelim. Sıcak yaz günlerinde soğuk zeytinyağlı olarak soframızın başköşesinde yer alacaktır. Afiyet olsun. *Şaşırtma: Fidelerin olduğu yerden sökülüp, tekrar dikilmesine şaşırtma denir. http://picasaweb.google.com/elsanatlarisusleme

http://www.zeytinsofrasi.com


özüne dönen kadının dergisi

15


16

özüne dönen kadının dergisi

BİTKİLERLE YAŞAM

Haşereleri Kaçırmak için Ev Yapımı İlaçlar

Gülçin ERİŞKİN KANDEMİR (Emekli Fizik Öğretim Üyesi Amatör Bahçıvan)

1990

Ağustosu’ydu galiba. Bir tatil yöresinde deniz kenarına uzanan insanlar serinletici manzarayı seyredip güneşin yakıcı sıcaklığını daha az algılamaktaydılar. Hafif bir yosun kokusu kıyıdaki kumu ıslatan dalgalara eşlik etmekteydi. Arada bir yosun kokusu garipleşiyordu. Dalgalarla oynayan çocuklar da garipleştiler birden... Sağa sola bakınıp suyun üstünde kalan kollarını, saçlarını kaşır gibi hareketler yapmaya başladılar. Güneşlenen anne, babalar durumu farkedip çevreye dikkatli bakınca uğur böceği bulutuyla karşılaştılar. Siyah benekli turuncu böceklere uzaktan bakılınca grimsi bir toz bulutu sanılıyordu. Binlerce uğur böceği birşeylerden kaçıp kendini denize atıyordu. Dalgalara bir süre tutunup sonra gözden kayboluyordu güzelim böcekler. İntihar mı ediyorlar diye bir süre düşünüp sonunda böcek ilacıyla yandıkları için kendilerini suya attıkları kanısına vardık. Birçok tatil yöresinde benzer olaylara şahit olundu ve sonunda uğur böceklerinin soyu hemen hemen tükendi. Önceleri birkaç ilde görülen kene olayları gittikçe büyük bir alana yayılmakta... Hastalıklı keneler belki hep vardı; galiba sayıları arttıkça hasta kene nüfusu da artarak ısırdığı canlılarda daha fazla sayıda ölüm olayına raslanmaya başladı. Virüslü kene, zehirli örümcek olaylarına paralel olarak zararlı süne, çekirge gibi haşerelerin sayısında da artış oldu. Son günlerde medyada uzmanların bildirdiği çözüm bunların tümünü içeriyor. İvedelikle uygulanması gereken çözüm gereksiz haşere ilacı kullanmamak. Türkiye haşere öldürücü ilaç kullanımında dünya yedincisi oldu. Verdiği mali ve tıbbi zararlar bir yana; bu ilaçlar, öncelikle uğur böceği, yusufçuk, balarısı gibi yararlı böcekleri öldürdü. Zararlı böcekleri yiyen faydalı böcekler ortadan kalkınca ilaçlara daha dirençli olan zararlı haşerelerin sayısı daha da çoğaldı. Halbuki yüzyıllardır deneyerek bulunmuş zehirsiz ev yapımı haşere kovucu ilaçlar da mevcut. Bunlardan birkaçını bahçemizde deneyebilir ya da zehirli haşere ilacı kullanan tanıdıklarımızı uyarabilirsek belki zararlı sonuçları azaltabiliriz. Haşere öldürücü ya da kaçırıcı olarak kullanılabilecek karışımlardan ev yapımı en basit birkaçını aşağıda bulabilirsiniz.

Kabuksuz sümüklüböceklere karşı sabunlu su Bahçelerde en çok şikayet alan kabuksuz sümüklüböceklerden kurtulmak için çok zehirli ilaçlar kullananlar, içine atlayıp ölsünler diye yarı içilmiş bira kutularını toprağa gömenler ve her gece yarısı poşetlere doldurup bu böcekleri toplayanlar var. Kutulara su doldurup bayat ekmekleri içine ufalamak da olağan... Geceleyin maya kokusuna gelen sümüklüler, güneş çıkınca içinden çıkamadığı kaplarda ölebiliyor. Galiba en kolay çözüm sabunlu su kullanmak; böceğe ancak direkt temas ederse etkili olabildiği unutulmamalı. Karışım şu oranlarda yapılırsa çok nazik olmayan çiçeklere zarar vermeden kabuksuz sümüklüböceği kaçırabiliyor: 1çorba kaşığı sabun 1 litre su ile Sabun olarak arap sabunu, toz sabun (sabun artıkları rendelenebilir) ya da bulaşık deterjanı kullanılabilir. Bitkilere zarar vermemesi için sabun eriyiği daha da fazla sulandırılabilir. Kişisel deneyimimde haftada bir uygulamak kabuksuz sümüklü böceklerden bahçeyi temizlemeye yeterli olmuştu. Sarımsaklı su Kabuksuz sümüklüböcekler dışında afidler (beyaz sinek), kırmızı örümcek gibi başka zararlı haşereleri de kokusu nedeniyle kaçırabilir. Hayvanseverler için bir sakıncası var; bahçenizdeki kedi ve köpekleri de rahatsız edip kaçırabilir. 1 baş sarmısak 1 adet soğan 1 çorba kaşığı acı kırmızı biber tozu 4 litre su Sarımsak ezilecek, soğan rendelenecek ve diğerleriyle karıştırılıp bir saat kadar bekletildikten sonra bitkilerinizin üzerine püskürtülecek. Biraz farklı bir tarifte 100 gram rendelenmiş sarımsak, 2 çorba kaşığı makine yağı ile karıştırılıp cam kavanozda bir gün bekletiliyor. Bir kova kadar suya karıştırılıp bitkilere püskürtülüyor. Başka bir öneri de bitkilerinizin arasına sarımsak ekmek... Havuz kenarlarına sarımsak ekmek sivrisineklerden de kurtulmayı sağlıyor. Tırtıla ve afidlere karşı tütünlü su ¼ litre (büyükçe bir bardak dolusu) tütün 4 litre su Tütün ya da filtresi çıkartılmış sigara izmaritlerini su dolu bir kaba yatırın. Bir gün bırakın. 24 saatin sonunda tırtıl ve afid gibi böcekleri kovmak istediğiniz çiçeklerinize püskürtün. Domates, biber, patlıcan gibi


özüne dönen kadının dergisi yenilecek bitkilere uygulamayın (bunlar gibi ‘solanin’ grubu bitkileri kurutuyor.) Kurtlara ve örümceğe karşı tuzlu su Bahçelerin başka bir kâbusu da örümcektir. Gözle zor görülen kırmızı örümcek en sevdiğiniz bitkiyi sarıp sarmaladığında ancak farkedilmiş fakat iş işten geçmiştir. Bunlara karşı kullanılan ilaçlar genellikle çok zehirlidir ve ilaçlayanı ya da bitkisine dokunan bahçe sahibini de zehirleyebilir. Bahçenin birkaç yerine kokuşmuş yumurta asmak örümcekleri kaçırabilir. Cami ve katedrallerin yüksek tavanlarına musallat olan örümcekler için yapılmış özel devekuşu yumurtası muhafazalarını görmüşseniz belki de kutsal bir anlam aramışsınızdır. Bahçede böyle bir önlem zor olabilir; tuzlu su püskürtmek çok daha kolay gelebilir. 2 litre su 1 çorba kaşığı iyotsuz tuz Sulama kabında karıştırılıp yaprak ve çiçeklerin üstüne serpilebilir ya da püskürtme kabı kullanılabilir. Deniz suyu etkisiyle bitkilerin kuruduğunu izlemişsinizdir. Tuzlu suyun aslında bitkiler için zararlı olduğunu unutmadan ancak riski göze aldığınız zor durumlarda ve bitkinin köküne gelmeyecek şekilde uygulamak gerekir.

17

Yerde yürüyen böceklere karşı borik asit Tıpta seyreltilmiş olarak göze bile uygulanabilen borik asit oldukça tehlikesiz bir asittir. Yine de kullanırken dikkatli olunmalıdır. Deriye direkt temas edilmemeli ve solunulmamalıdır. Küf ve mantarları öldürdüğü gibi karınca, kene, çekirge gibi böcekleri öldürür. 1970’li yıllarda hamamböceklerine karşı kullandığımız karışımı bazıları hatırlayacaktır: Bir kaşık borik asit tozu birkaç kaşık patates püresi ya da çikolata gibi yiyeceklerle karıştırılıp ezilir ve yuvarlak toplar hazırlanırdı. Bunlar hamamböceklerinin gezindiği karanlık ve nemli köşelere bırakıldığında daha sonra epeyce böcek ölüsüne rastlanırdı. Elde edebilirseniz böcekleri kokusuyla davet eden yapışkan kağıtlar, organik tarım yapanların kullandığı bir yöntem. Isırgan otunu kaynatıp soğuyan suyunu bitkilerin üzerine dökmek de bir arkadaşımdan duyduğum yeni bir yöntem... Zararlı böcek ölülerini toplayıp çiçeklerin dibine koymanın canlılarına bir çeşit uyarı yapıp onları kaçırttığını iddia edenler var. Düşünerek kendi yönteminizi de yaratabilirsiniz. Bahçelerde gereksiz zehirli pestisit kullanımı yerine bunlar benzeri ev yapımı haşere ilaçlarının kullanımıyla; tamamen yok olmadan uğur böceği, yusufçuk gibi haşere yiyen böceklerin yeniden çoğalması sağlanabilir. Haşeresiz ve iyi böcekli bahçeler dilerim.

http://www.organikyiyoruz.biz


18

özüne dönen kadının dergisi EVİMİZ DÜNYA

Beslenme Biçimimiz, Sağlığımız ve Gezegen Hali - 1Melda KESKİN (Radyo Programcısı)

B

eni heyecanlandıran, üzerinde kafa yorduğum farklı bazı alanların aralarındaki bağlantı, son zamanlarda iyice dikkatimi çekmeye başladı. Hani şu “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar?” sorusu var ya... işte tam da o tür bir bağlantıyı kastediyorum! Söz konusu alanlardan biri, ruh hallerimizi, kültürümüzü, inanç sistemimizi doğrudan yansıtan beslenme biçimimiz. İkincisi, son zamanlarda reklam ve tıp endüstrilerinin insafına bırakılmış gibi görünen, maddi ve manevi sağlığımız. Üçüncüsü ise tüketim toplumu kaynaklı küresel ekolojik kriz. Sözü fazla uzatmadan, vardığım sonuçları sizin için kısaca özetlemek istiyorum: • Sağlık sorunlarımızın nedenleri, bakteriler, mikroplar, virüsler ve genetik yapımızdan çok, duygu-düşünce durumumuz, hayattaki duruşumuz ve beslenme biçimimiz kaynaklı. • İçimizdeki boşluğu, bilinçsizce yiyip içerek doldurmaya çalışıyor, hastalanıyoruz. • Sevdiğim ama kaynağını hatırlamadığım bir söz var: “Yaşarken yediklerimiz nasıl öleceğimizi belirliyor!” • Eski bir İbrani atasözü ise şöyle diyor, “Hastalanıncaya kadar yediysek, iyileşinceye kadar aç kalmalıyız.” Bence açlıkla ve arınarak tedavi olmayacak neredeyse hiçbir hastalık yok. • İnsanın sağlığı, yalnızca doktorlara emanet edilemeyecek kadar değerlidir! • Hipokrat’ın dediği gibi, “Yiyeceklerimiz ilacımız, ilacımız yiyeceklerimiz” olursa, ne ilaca ne doktora ihtiyacımız kalır. • Bedenimize/zihnimize ne yapıyorsak, Dünya’ya da aynısını yapıyoruz; bunlar ayrı şeyler değil. • Ekolojik kriz, topyekun bir hayat tarzı, bir ruh hali değişikliği için Gezegen’in bize uyarısı. • Ruh hallerimiz, yediklerimiz, sağlığımız ve Dünya’nın sağlığı arasında önemli bir ilişki olduğu için, ruhsal ve fiziksel açıdan doğru beslenerek, hem kendi canımızı, hem sevdiklerimizi, hem de Dünya’yı kurtarabiliriz.

Yukardaki noktaları, dergimizin bu ve sonraki 2 sayısında, yavaş yavaş açmak niyetindeyim. Böylece bir yandan yükses sesle düşünürken, diğer yandan deneyimlerimi ve düşüncelerimi notlar halinde sizlerle de paylaşmış olacağım – tıpkı radyo programlarımda yaptığım gibi.Benzer koşullarda yaşayan insanların, çoğu zaman aynı arazları, aynı hastalıkları geliştirmediğinden yola çıkarak, hastalık yapıcılardan daha çok, bu hastalık yapıcıların gelişimine izin veren (ya da vermeyen) iç ortamımızın önemli olduğunu söyleyenler günümüzde hızla çoğalıyor. Çeşitli yollardan içimize girip çıkan ya da orada kalan bakteri, mikrop ve virüslerin haddi hesabı yok. Olağanüstü bağışıklık sistemimiz, sadece onları değil, her an bedenimizde boy gösteren bir sürü kanser hücresini de yorulmak bilmeden denetliyor ve sürekli saf dışı ediyor. Genellikle, ruhumuzun sesine kulaklarımızı tıkayıp, yıkıcı duygu-düşünce kalıplarına fazlasıyla uzun bir süre tutunup değişmediğimiz ya da hastalıkların ikincil getirilerine ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda hasta oluyoruz. Hastalıklar ve belirtileri, bize bir yerde yangın olduğu uyarısını yapan bir alarm ya da otomobilin benzininin bittiğini haber veren ışıklı göstergeden farklı değil. Hastalığın çağrısına kulak verip, onu yaratan ortamı ortadan kaldıracak biçimde hayat tarzımızı değiştirmiş ve ruhumuza daha uygun bir hale getirmişsek, hastalık da geldiği yere geri dönüyor, yani iyileşiyoruz. Nasıl ki bir yangın alarmına, bir benzin göstergesine olumsuz duygular beslemekle vakit kaybetmeden, yangını söndürmeye, benzin deposunu doldurmaya odaklanıyorsak, hastalığın kendisiyle ilgili olumsuz duygularla meşgul olmak değil, mesajını alıp gerekli değişiklikleri yapmaya karar vermek çok daha yapıcı. Alarmın çalışıp bizi uyardığına şükran duyduğumuz gibi, hastalıklarımıza da bize değişme zamanının geldiğini hatırlattıkları için teşekkür edebiliriz! Sağlık sorunlarımızın nedenlerinin, mkroorganizmalar ve genetik yapımızdan çok, duygu-düşünce durumumuz, hayattaki duruşumuz ve bedenimizin iç ortamındaki olumsuzluk olduğunu anlatan bir çok uzman ve kaynak var günümüzde. Bu konuda, büyük bir içtenlikle deneyimlerini paylaşan hücre biyoloğu Dr. Bruce Lipton’ın “İnancın Biyolojisi” adlı kitabını hararetle öneririm. Bu sayıda son olarak, beslenme alışkanlıklarımızın


özüne dönen kadının dergisi acilen ve kökten değişmesinin, özellikle de sadeleşmesinin yararlı olacağını vurgulamak ve bu işin şakaya gelir bir yanı olamayacak kadar ciddi olduğunu hatırlatmak istiyorum. Milyonlarca yılda, toprak ana ve uçsuz bucaksız göklerin arasındaki enerji dinamikleriyle oluşmuş bedenlerimizin, yarısından fazlası çiğ ve bugün tükettiğimizden çok daha az miktardaki organik yiyecek, sağlıklı su ile bol bol hareketten başka hiçbir şeye gereksinimi yok. Tabii bir de elektromanyetik alanlar ve endüstriyel kirlilikle dolu yapay ortamlardan ve bizi ayrımcılığa hapseden her türlü duygu-düşünce kalıplarından olabildiğince uzaklaşmakta yarar var. Yeryüzüne geliş nedenimizi gerçekleştirmeye, koptuğumuz doğamızla yeniden bir

19

olmaya, varlığı iyi-kötü, güzel-çirkin diye ayırmadan sev(ebil)meye yönelik, bir ruhsal disiplin ise bence mükemmel sağlığın ilk şartı... (devamı Ağustos sayısında...)

http://www.kuzeyorganik.com


20

özüne dönen kadının dergisi

HAYVAN DOSTLARIMIZ

Papağanlar Eser GÜL (Yazar)

P

apağanlar insanlar gibi konuşmaları ile bilinirler. Bunun nedeni çok güçlü hafızalarının olması ve bu sayede öğrendikleri sözleri anlamını bilmeden tekrar etmeleridir. En tanınmış konuşan tür Jeko’dur. En çok konuşma yeteneği olan papağan türlerinin sıralaması şöyledir: Jeko, Amazon, Muhabbet Kuşu, Lori, Kakadu, Ara, Sultan Papağanı Diğer hayvanlardan biraz farklıdırlar. İnsan gibidirler. Eğitimleri uzun zaman alır ve sabır ister. Arkadaşımın papağanı vardı. Ortama alışması uzun zaman aldı. İlk günlerde vahşice hırlardı. Bunun nedeni insanlar tarafından doğadan alınmasının onun üzerinde etki bırakmış olmasıdır. Arkadaşım papağanının bulunduğu yeri değiştirmedi, bu sayede papağan ona daha çabuk bağlandı. Ayrıca göz teması kurmadı çünkü papağanlar tanımadıkları kişilerle göz temasından hoşlanmaz. Zamanla ona alıştı ve yaklaşmasına izin verdi. Bir süre

sonra konuşmaya başladı. Yavru bir papağan alırsanız size daha çabuk ve daha güçlü bağlanır. Ayrıca çift alınmazsa sahibine çok bağlanır ve ayrılırsa ne yazık ki psikolojik sorunlar yaşayabilir. Yalnızlığı sevmezler, devamlı ailenin yanında durmaktan hoşlanırlar. Evin içinde serbestçe dolaşmak hoşlarına gider. Beslenmeye gelince, onları sadece çekirdek ile beslemek doğru olmaz. Normal gelişmesini göstermek için tam beslenmesi gerekir. Doğal ortamlarında meyve, ağaç kabuğu, yeşillik, bitki tohumları, fındıkgiller, çiçek özleri, soğanlı ve yumrulu kökler, böcekler ve solucanlarla beslenirler. Ancak evcil olanlar sahipleri ne verirse onu yemek zorunda kalırlar. Meyve verilebilir, ama vermeden önce insanlarda olduğu gibi iyice yıkanmalıdır. Yemini aralıklı olarak küçük porsiyonlar halinde yer. Yemini alıştığı yerde devamlı görmek ister ve içinden istediğini, istediği zamanlarda yer. O yüzden mutlaka yemliğinde yemleri olmalıdır.


özüne dönen kadının dergisi

21


22

özüne dönen kadının dergisi

VATAN VE KÖKLERİMİZ

2010 Japon Yılı ve Türkiye Denizhan SEZGİN (Yazar)

O

smanlı İmparatorluğu’na ait Ertuğrul Firkateyni’nin Japonya’yı ziyareti ve ardından yaşanan felaket ile Japonya ve Türkiye arasındaki dostluk, bu yıl yani 2010’da 120 yaşına girdi. Gerek Ertuğrul faciası gerekse İran-Irak savaşı sırasında THY uçağının Japonları kurtarması gibi iki ülkenin dostluğunu sembolize eden ünlü tarihsel sahneler sık sık ele alınmaktadır. Her iki olayda da ortak olan, zor şartlar altında hiçbir paye ve karşılık beklemeksizin, yakınındaki insanları gönüllü olarak kurtaran her iki ulusun atalarının gösterdikleri cesaret ve vefadır. Benim için önemi ise biraz daha farklı. Çünkü bu elim kazada geminin 2. kaptanı olan (Tekirdağlı Yarbay Cemil Bey) benim büyük dedem de şehit olmuştur. 1887 yılında, Japonya İmparatoru Meiji’nin yeğeni Prens Komatsu, eşiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyaret etmiş ve Osmanlı Padişahı Sultan II.Abdülhamit tarafından kabul edilmiştir. Bunun üzerine, Sultan II.Abdülhamit, Tuğamiral Osman Paşa komutasındaki Ertuğrul Firkateyni’ni toplam 650 mürettebatıyla birlikte Temmuz 1889’da Japonya’ya göndermiştir. Haziran 1890’da heyet Yokohama Limanı’na ulaşmış, Tuğamiral Osman Paşa, Osmanlı İmparatorluğu yüksek nişanını İmparator Meiji’ye takdim etmiştir.

Heyet Eylül 1890’da dönüş yolculuğuna çıkar. Ancak Ertuğrul Firkateyni Kobe’ye doğru yol almakta iken, Wakayama Eyaleti, Kishu açıklarında tayfuna yakalanır. Şiddetli rüzgâr ve büyük dalgalar arasında Ertuğrul Firkateyni, Kashinozaki deniz fenerine doğru seyrederken maalesef kıyıdan yaklaşık 40 metre açıkta kayalıklara çarpar ve batar. Bu gemi kazası, Osman Paşa himayesindeki 587 mürettebatın ölümüyle sonuçlanan büyük bir faciadır. Bu esnada, çevredeki halkın özverili çabaları sonucu 69 denizci kurtarılmış, daha sonra da duyarlılık gösterilerek Japon Donanması’na ait “Kongou” ve “Hiei” isimli savaş gemileriyle İstanbul’a ulaştırılmıştır. Eylül 1890 yılında batan geminin 2. Kaptanı olan ve şehit olan Yarbay Cemil Bey annem Sevgi Sezgin’in büyük dedesidir. Bir başka ayrıntı da geminin 1. Kaptanın Hasan Âli Yücel’in annesi Neyyire Hanım tarafından dedesi ve Can Yücel’in büyükdedesi Kaptan Âli Bey olmasıdır. Bu tarihi olay Japonları oldukça etkilemiş ve Japonya’da o bölgede anıt mezar yapılmıştır. Ayrıca her yıl Japonlar bu talihsiz olayı resmi törenlerle anarlar. Fakat bizler bu konuda fazla bilgiye sahip değiliz.


özüne dönen kadının dergisi

EVRENSEL DEĞERLER

Evrensel Değerler Esin KARAER (Yazar)

İnsanı insan yapan değerler Doğruluk, dürüstlük, iyilik Güzellik, ahlaklı olmak... Doğruluk bir güneştir, Yakıcı ama göz kamaştıran. Dürüstlük ay ışığıdır, Gücümüzü aldığımız. İyilik bir yıldızdır, Gecemizi aydınlatan. Güzellik bir gezegendir, Geldikçe mutluluk veren. Ahlaklı olmak bir erdemdir, Zarar vermeden yaşamak. Cesaret bir yeni buluş, İnsanı yücelten. Aşk bir arayış, İnsanın hep düşünde...

23


24

özüne dönen kadının dergisi

HAYATA YENİDEN BAKMAK Temmuz akşamlarında illa ki bir iskele turu yapılır. İskele çay bahçesinde oturulur. Oturur oturmaz, hemen bir tuzlu ayçekirdeği ve gezmede annem varsa kabak çekirdeği de alınır. Çaylar söylenir. Çaylar balıkçı kahvesinden geldiği için, o minik tiryaki bardaklarında gelir. Bir lokmalıktır, hiç soğumadan içilir, bir daha içilir, bir daha, bir daha…

Semiha BATMAZ SALCI (TV Program Yapımcısı ve Sunucusu)

Denizin Çocukları İyot Kokusunu Çok Özler

Y

unusların denizde hoplaya zıplaya yüzüşlerini seyrettiniz mi hiç?

Ben çocukluğumda ve gençliğimde çok rastladım bu görüntüye. Sürüler halinde yüzerler. Hoplaya zıplaya, denizin bütün keyfini sürerler. Bu kadar çok görmeme rağmen ne zaman bir yunus sürüsü görsem, hemen yanımdakileri dürterim. Bu görsel şöleni kimsenin kaçırmasını istemem. Denizi köpürte köpürte ne de güzel yüzerler. Küçük bir denizci kasabasında büyümüş biri olarak içinde bulunduğumuz Temmuz ayı çok şey ifade eder bana. Sıcakların ve nemin iyice bastırdığı sabahtan akşama kadar denizden çıkmamaktır Temmuz. Gözlerinin beyazı kırmızı olana kadar denize dalmak demektir. Karnın acıkınca, alelacele mis gibi kokan çıtır Nuri dede simidinden yemek demektir. Şimdi İç Anadolu da yaşayan biri olarak, burada doğup büyüyenler ne zaman yağmur yağsa ne güzel toprak koktu derler. Bana yağmur sonrası oluşan toprağın kokusu pek bir şey ifade etmez. Hatta niye toprağın kokusu onlar gibi bana da hoş gelmiyor diye düşünmüşümdür. Sonra anladım ki, ben deniz çocuğuyum. Benim de burnuma bazen deniz kokusu gelir. O zaman bizim oralara özlemim daha bir artar. Ben, iyot ve deniz kokusunu severim. Temmuz iyodun, denizin ve nemin en iyi hissedildiği aydır. Temmuz ayı, 1 Temmuz Kabotaj ve Denizcilik Bayramıyla başlar. Deniz çocukları bu günün önemini çok iyi bilirler. Tüm gün, denizde ve karada eğlenceler tüm hızıyla sürer. En komiği de yağlı direk yarışıdır. İskeleden denize hafif eğimli bir direk dikilir ve bolca yağlanır. Yarışmacılar direğin ucundaki Türk Bayrağını almaya çalışırlar. Direkte yürümek ne mümkün, denize düşen düşene... Sonunda bayrağı biri alır ve para ödülünü hak eder. İzleyenler ise gülmekten kırılırlar. Daha sonra, yüzme yarışları, kayık yarışları, ördek yakalamaca derken bütün gün denizdeki eğlencelerle devam eder.

Etraftan tavla ve okey oynayan insanların, salıncakta sallanan çocukların sesi gelir. Ortalıkta gezinen köpekler, iskeleye yaklaşan kayıkların gürültüsü ve telaşı bu tabloda yerini alır. Denize yansıyan yakamozun görüntüsünü seyrede seyrede geceyi bitirirsin. Benim için doğup büyüdüğüm Sinop’un Gerze ilçesinin Temmuz ayı, huzuru ve mutluluğu simgeler. Siz de hiç düşündünüz mü? Kaçıp gideceğiniz yerin ve ayın hangisi olduğunu?

Denize Sevdalı Adamlar Denize sevdalı adamlar vardır. Denizin bütün hırçınlığına rağmen ona sevdalı adamlar. Onların da karıları, çocukları, aileleri vardır. Fakat asıl olan, ilk ve tek sevgili denizdir. Deniz bencildir, hep yanında ister sevgiliyi. Denize sevdalı adamlar da hiç hayır demezler buna. Deniz güzeldir, bakımlıdır, içinde bütün hazineleri taşır. Ona sevdalanan herkesi çeker kendine. Deniz bir aşktır, tutkudur. Deniz kendinden vazgeçmektir, teslim olmaktır. Deniz divane aşık olmaktır. Deniz saçın sakalın birbirine karışması, Aylarca kara yüzü görmemektir. Deniz bir girdaptır, Onu sevenleri içine çeken. Denize sevdalanan adam, bu girdabı bile bile Atar kendini içine. Çünkü deniz ilk ve tek sevgilidir.


özüne dönen kadının dergisi

25

YUVARLAĞIN KÖŞELERİ

Ayaklarınız… ve diğerleri

Y

ıllardır yoga yapan aynı zamanda yoga eğitmeni de olan bir arkadaşım yoga dersinde bir aydınlanma ânı yaşamış ve bunu benimle de paylaşmıştı. Mesajına burada olduğu gibi yer vermek istiyorum. “Yerde ya da koltukta otururken sağ bacağınızı sol bacağınızın üzerine atın. Sağ ayağınızı alttan ve üstten kavrayarak iki avucunuzun arasına alın. Sağ ayağınızın sizin için ilk yürümeye başladığınızdan itibaren bugüne kadar attığı adımları düşünüp, ona geçmiş için teşekkür edin. Daha sonra sol bacağınızı sağ bacağınızın üzerine atıp, sol ayağınızı iki elinizin arasına alın. Sol ayağınızın bugünden itibaren hayatınızın sonuna kadar sizin için atacağı adımları düşünüp, ona gelecek için şimdiden teşekkür edin. Ayaklarıma teşekkür etmek için hayatın akışını bir an dondurunca şimdiye kadar atmış olduğum, bundan sonra atacağım milyonlarca adımın benim için aslında ne kadar önemli, vazgeçilmez olduğunu fark ettim.”

Çok hoşuma gitti zevkle okudum yazdıklarını ve hemen ayaklarım için törenimi yaptım ama sonra düşündüm: peki ya teşekkür etmeyi unuttuğumuz diğer parçalarımız? Olmasalardı her geçişimde nefes kesen boğaz köprüsü manzarasını, kızlarımın güneş gibi gülüşünü, geçen hafta gezdiğim sergideki yaratıcı renkleri aklımın fotoğraf makinasıyla bile çekemeyeceğim gözlerim? Tıkandığında yaptığım yemeğin kokusu olmadan tadını bile alamamama sebep olarak önemini hissettiren, içime çektiğim İstanbul havası ile yaşamıma yaşam katan burnum? Ada’mın hep en çok sevdiğini söylediği, üzgünsem üzüntümü, sevindiysem mutluluğu kitap gibi herkese açıklayıp beni ele veren, kırışıklıklar eklendikçe daha da çok şeyi yansıtan yüzüm? Sevdiklerimize bunu ifade etmenin en yaratıcı yolunu bulan dudaklarım?

Nilay UZGÖREN PAPİLA (yazar)

Peki ya ellerim? Kızlarımı kucaklayıp yumuşacık tenini hissetmemi sağladıkları için, düşeceği zaman onu tutabilmemi sağladıkları için, tuttuğumu bırakmamama yardımcı oldukları için... Ya aramıza okyanus giren dostlarımı burada hissettiren ve ayaklarımızla bile konuşmamızı sağlayan mesajlar yazdıran ve bilgisayarın tuşlarına dokunmaktan hiç yorulmayan parmaklarım? Bütün yazı teşekkür ederek geçip gidebilir. Ama en kocaman teşekkürü sanırım yarattığı farkındalık için arkadaşıma etmem gerekecek. Teşekkürlerin ve sevgilerin en çoğu onun için olsun; yoga yapmaya devam ettiği ve dostum olduğu için.


26

özüne dönen kadının dergisi AKILLI KALPLER

Erkekler ve Kadınlarda Duygusal Zeka Alt faktör

Kadınların EQ derecesi

Erkeklerin EQ derecesi

97

(+5) 102

Kişilerarası ilişki

(+4) 101

97

Toplumsal Sorumluluk

(+6) 102

96

Empati

(+9) 103

94

97

(+6) 103

Özsaygı

Strese dayanıklılık Eray BECEREN (Kişisel Gelişim Koçu)

D

uygusal ve Sosyal Zeka konusunda yaptığım sohbet ve seminer çalışmalarında söz döner dolaşır ve şu soruya gelir. “Duygusal Zeka konusunda erkekler mi daha üstün? Kadınlar mı? Genellikle konuyu böyle mukayese noktasına getirmeyi pek sevmem. Özellikle “Duygusal ve Sosyal Zeka” konusunda bu soruya net bir cevap vermek pek mümkün değil bence. Çünkü bu kavramlar birden fazla yetkinlikten oluşmakta ve her yetkinlik konusunda farklı sonuçların çıkması çok doğal. Bu konuda kapsamlı bir araştırmaya rastladım. Bu araştırmayı sizinle paylaşmak isterim. ABD’de “Duygusal Zeka” konusunda araştırma ve eğitim hizmetleri veren MHS’nin yaptığı, Kanadalı ve Amerikalılardan oluşan 4.500 erkek ve 3.200 kadın üzerinde yapılan Duygusal Zekâ testinde elde edilen sonuçlar bu konuya ışık tutabilecek özellikteler. MHS başkanı ve testin yayıncısı Dr. Steven Stein sonuçları şöyle yorumlamıştır: “Testimizin sonuçları, kadınların kendilerinin ve başkalarının duygularının daha çok farkında oldukları, kişilerarası daha iyi ilişki kurduklarını ve erkeklerden önemli ölçüde sosyal anlamda daha sorumlu olduklarını göstermektedir. Öte yandan erkekler, daha güçlü bir özsaygı yeteneğine sahiptirler ve kadınlara göre stresli ortamın anlık sorunlarıyla mücadelede daha başarılıdır.” Dr. Stein görüşlerini şöyle sürdürmektedir: “Bu bulgular işyerinde önemli etkiler bırakabilir. Eskiden erkekler strese dayanıklılıkları nedeniyle daha üst düzey bir kademeye egemendi. Ancak şimdi kişilerin yetenekleri eskiye göre daha önemli olduğundan, kadınların gelişmiş kişilerarası yetenekleri onların daha yüksek düzeylere çıkmalarını sağlayacaktır.” Kadınlar ve erkeklerin ortalama EQ derecesi kadınlar için ortalama 98 ve erkekler için ortalama 100 olarak paralel giderken, aşağıdaki alt faktörlerin değerleri cinsiyetlerin en çok nerede farklılaştığını göstermektedir.

Testin oluşturulması konusunda önemli katkıları olan Dr. Reuven Bar-On’un görüşleri şöyledir: “İlginçtir ki, kişilerarası ilişkiler, toplumsal sorumluluk ve strese dayanıklılık konularındaki farklılıklar, dünya üzerindeki EQ-I yöntemiyle test edilen farklı kültürlerden bütün nüfus örneklerinde gözlemlenmiştir. Biz istikrarlı olarak kadınların duygularının daha çok farkında olduğunu, daha çok empati gösterdiğini ve erkeklerden daha çok toplumsal sorumluluk taşıdıklarını ve erkeklerinse stresle mücadelede daha iyi olduklarını bulduk.” Kadınların erkeklerden daha yüksek derece elde ettiği spesifik alt faktörler şunlardır: • Kişiler arası ilişki: İçtenlik taşıyan karşılıklı tatmin edici ilişkileri kurma ve sürdürme yeteneği. • Empati: Başkalarının duygularının farkında olma, anlama ve değerlendirme yeteneği. • Toplumsal sorumluluk: Bir toplumsal grupta birisinin, kendisini işbirliği yanlısı, katkıda bulunan ve yapıcı bir birey olarak gösterme yeteneği. Erkeklerin kadınlardan daha yüksek derece elde ettiği spesifik faktörlerse şunlardır: • Strese dayanıklılık: “Yıkılmadan” tersliklere ve stresli durumlara karşı dayanıklı olabilme yeteneği. • Özsaygı: Birisinin kendisini temelde iyi bir insan olarak kabul etmesi ve kendisine saygı duyması yeteneği. Yukarıda belirtilen araştırmada kullanılan test toplam 15 Duygusal Zeka yekinliğini ölçmektedir. Konuyu vurgulamak için bu yetkinliklerden sadece 5 tanesindeki farklılıklar incelenmiştir. Diğer yetkinliklerdeki farklılıklar %2 ve daha azdır. Empati konusunda kadınların erkeklerden daha iyi oldukları Prof. Dr. Üstün Dökmen tarafından yazılan “Küçük Şeyler” isimli kitapta da vurgulanmıştır. Duygusal ve Sosyal Zeka konusunda en güzel haber, bu yetkinliklerin geliştirilebileceğidir. Bu görüşten hareketle önemli olan bu konulardaki durumumuzun farkına varmak ve geliştirme konusunda çaba göstermektir.


özüne dönen kadının dergisi

27

GÜLIŞIĞI

Aşık “Bir ulusun uygarlık seviyesi, üzerinde yaşadığı toprakların ağaçlandırılmasıyla ölçülür.” Roseveelt

U

rla, Zeytinler, Uzunkuyu köyleri arasında, doğada, yeşil cennette geziniyorum. Dağlara bakıyorum. Üstlerindeki küçüklü büyüklü ağaçlar dantel gibi. Yerin gülleri gelincikler al al, papatyalar altın gözleriyle gülümsüyorlar. Sarı, mor çiçekler, ebegümeci, kangal, kenger, kurt kuyruğu sanki yemyeşil otlarlarla el ele tutuşmuşlar oynuyorlar. Hava mis gibi kokuyor, içime çekiyorum. Doğal oksijen terapisi ne güzel diyorum. Ağaç desenli dağ ormanlarına sevgi yüklü sözcüklerimi uçuruyorum. Tek çiçek bile boynunu bükmesin diye, toprağa oturup, bakmalara doyamadığım, yüzümü gülümseten tüm çiçeklerle konuşuyorum. ‘’Bir ot parçasını koparırsanız, evreni sarsarsınız.’’ derinden etkilendiğim Çin atasözünü ileten doğa tutkunu Bilge dostu anımsıyorum… Asuman’ın sesiyle ayaklanıyorum. Yanında Ayla ve orta boylu bir genç var, yaklaşınca,“Size Mustafa Akgün’ü tanıtayım. Urla Zeytinler Köyünün Ulaştıran tepesinde, orman yangınları gözetleme kulesinde çalışıyor.” diyor. Orta boylu güleç yüzlü bir gence, “Memnun oldum. Ulaştıran tepesindeki görevinizi merak ettim.” diyorum. Mustafa, mutlulukla, “Ulaştıran Tepesi’nde Orman Yangınları gözetleme kulesinde çalışıyorum. Mülteci, kaçakçı, orman yangını, orman arazisinde tarla açmaya çalışan olursa yetkililere telsizle iletiyorum. Uçan kuştan haberim olur. İşimi çok seviyorum.” Birden “Aslan Mustafa’m” türküsü geliyor aklıma. “Dağların aslanı, aslan Mustafa Akgün Bey” diyorum. Gülümsüyor. “Bana “Âşık” da derler” diyerek elindeki defteri uzatıyor. “Rabbin bu güzel günde, akşamda herkese sağlık, sıhhat ve bol para versin. -İçimizdeki kel kafalılar alınmasın- kellere saç, hastalara ilaç, evde kalmışsa koca, nazar değmişse hoca, üşüyene gocuk, olmayana çocuk, dırdırcıya akıl, onu çekenlere sabır… Dırdırcı ben, beni çekenler siz, beni çektiğiniz için teşekkür ederim.” (Âşık) “Duygularını dillendirmen ne güzel, paylaştığın için teşekkür ederim.” diyorum. Uzun süren yangınlarda gece gündüz uykusuz kaldığı günlerden söz ediyor. Israrla, “Zeytinler köyü kahvesinde, kahve içmeden göndermem” diyor. Orman gibi cömert yüreğinden içtenliğinden etkilenip kahvesini içiyoruz. Mustafa’yı tanımanın mutluluğuyla, yeniden görüşmek üzere ayrılıyoruz yanından. İzmir’e dönerken, yeşil giysili çiçekli kırlarla, insanlarımıza iş ve geçim kaynağı olan ormanlarımızla

Gülseren ALÇI (Yazar)

konuşuyorum. Havaya saf oksijen vererek, sağlığımıza büyük katkısı olan, gürültüyü ve hava kirliliğini, erozyonu önleyen, su varlığını koruyan, yararlı bitkilerinden, şifalı otlarından, hayvanlarından yararlandığımız, odununu yaktığımız, kalem defter yaptığımız, binlerce yararı olan ormanlarımızı korumak konusunda önce aile, sonra okullar, çocukları bu konuda düşündürmelidir. Bu güzel vatanı, denizde, havada, karada koruyan askerlerimize, dağ başlarındaki Mustafa’lara Ege Orman Vakfına, Gönüllü Çevre Kuruluşları’na, Doğa Dostları’na ve “Ormanlar milli servettir.” diyerek korumaya çalışan tüm gönüllülere, Urla yöresini çiçeklendiren, ağaç diken, ormanlarımızın çoğalmasına katkı koyan, öğrencileri bu yönlü eğiterek, bilinçlenmesini sağlayan Urlalı Tema Gönüllüleri’ne teşekkürler. Orman yangın ihbarı: 177 Yangın ihbar

: 110


28

özüne dönen kadının dergisi KÜLTÜR - SANAT

Seramik Sanatı ve Çömlekçilik Sevcan BİRGÖREN (Ressam-Seramik Sanatçısı)

S

evgili Kültür Sanat okurları,

Sizlere çömlekçilik ve seramik eserlerin yapımını aşamalı olarak kısaca anlatacağım. Kimbilir belki siz de toprağı avucunuza alıp ısıtmanın, ona hayat vermenin o müthiş duygusunu yakalamak istersiniz... Çamur kolaylıkla elde edilen ham maddelerin en eski ve en yararlı olanıdır. Toprağı birkaç santimetre kazdığımızda bu sert ve plastik maddenin niteliklerini görürüz. Bu nitelikleri dere yataklarında veya doğal çatlamalarla yeryüzüne çıkanları, toprağı avucumuzda sıkarak ezdiğimizde açıkça bulgulamış oluruz. Çamur daha yumuşakken kırılmadan biçimlendirilebilir. Bu kil zerreciklerinin ince tabakalar halinde bir oluşuma sahip olması ve zerrelerin bol su içinde biribirleri üzerine kırılmadan kayabilmesinden ileri gelir. Çamur kurudukça sertleşir ve biçimini korur; kolaylıkla yoğurulabilmesine yol açan suyun etkisine ise karşı koyamaz, tekrar su alırsa şişerek yumaşayabilir. Toprak yatakları hemen her yerde yüzeyden 60-90 cm derinlikte bulunur, fakat her türü seramikçiler için elverişli değildir. Birincil ve ikincil diye adlandırabileceğimiz iki tür toprak vardır. Birincil toprak ana kaya etrafında yığılır ve genellikle çok plastik değildir, bileşimi katışıksız ve rengi beyazdır. Örneklerine İngiltere’de Cornwall, ABD’de Alabama, Georgia ve Carolina eyletlerinde, Almanya’da Meissen, Fransa’da Limoges, Türkiye’de ise Bilecik ve Kütahya çevresinde rastlanır. Çoğumuzun bildiği toprak ise ikincil nitelikte olanıdır. İkincil toprak bulunduğu kaynaktan yıllar boyunca taşınır ve başka bir yerde kümelenir. İkincil topraklar ticari adı özlü topraktır. Sarıdan kırmızıya, griden siyaha renk değişimi gösterirler ve çok plastiktirler, kolaylıkla istenilen kalıplama ve elle biçimlendirmeyi alır. Ne var ki bu toprak kolay bulunmaz. Atalarımız nitelikli toprağı elde etmek için uzun uğraşlar vermişlerdir. Bilinen en eski çömlekler Anadolu’dan gelir. M.Ö. 6000 yıllarına tarihlenen bu çömleklerin el ile biçimlendirilen ince yapısı, çanak ve çömleklerin üzerlerinde fırınlamadan sonra geometrik bezemelerin yer alması bu yörede çömlekçiliğin çoktan yerleşmiş bir gelenek olduğunu kanıtlamaktadır. Aynı zamanda renkli toprakların boya maddesi olarak mağaraların duvar resimlerinde yer aldığını görürüz. Yunan vazoları antik dünyadan arta kalan torna işi çömleklerin en zarif örnekleridir. Antik Yunanistan’da çömlekçiler küçük atölyelerde zengin çeşitlemeleri ile ünlü siyah ve kırmızı seramikleri üretmişlerdir. Bu ürünlerin yapımında kullanılan seçkin sarı ve kırmızı torna çamurunun ise Korinthos ve Atina dolaylarında bulunan çamur yataklarından elde edildiğini, özel

kullanım için üretilen eserlerin tornada parça parça çekilip, yarı kuru birleştirildiğini ve bu çalışmaların karakteristik özelliği olan ve büyük önem taşıyan süsleme işleminin ise uzmanlaşmış ressamlar tarafından yürütüldüğünü biliyoruz. Ressam ve çömlekçinin son başarısı ise dikkatli bir gözlem gerektiren fırınlama işlemiyle fırında gerçekleşir. Fırınlama, ateşin toprak üzerindeki etkisinin keşfi ile sudan etkilenmeyecek kapların yapımına olanak sağlamıştır. Yüksek derecelerde ısıtılan toprak çeşitli değişiklikler geçirir, sertleşir ve dayanıklı hale gelir. Nijerya’da açık havada yapılan pişirmeden, Çin’de yüksek tepelere kurulan fırınlardan, yuvarlak Roma fırınlarına ve zaman içinde daha birçok teknik kullanılarak günümüze taşınan seramik eserlerin yapımının ne denli zor ve uzun çalışma gerektirdiğini araştırmalardan açıkça anlamaktayız... Sanatsal seramik çalışmaların günümüze taşınan en önemli etkileri geleneksel çömlekçilik ile birlikte özgün formların, pop sanatçılarının devingen yapıtları ile seramik heykel dalının gelişmesi yönündedir. Bütün bu çalışmalar duygu ve düşüncenin çamurla buluştuğu anda üç boyutlu ifadesine olanak sağladığı gibi büyük boyutlu mağara resimlerini anımsatan seramik panolarının da çıkış noktasını oluşturur. Dünden bugüne seramik sanatına sarılan her sanatçı kuşkusuz büyük bir gayret ve sevgi ile toprağa sarılabilendir.


özüne dönen kadının dergisi

29

KÜLTÜR - SANAT

Çamura Bulanan Köy “Kınık” Sevcan BİRGÖREN (Ressam-Seramik Sanatçısı)

A

tölyemde son seramik çalışmalarım kuruma sehpasında, ben ise boyalarım, tuvalim, beraberliğimin özel anları ve ısrarla çalan telefonum.... Hocamın sesiyle bölündüm. Nefes almadan projenin amacını ve detaylarını dinledim, öğrenciler ve ustalarla yapılacak çalışma “5.000 yıldan bugüne Anadolu Seramikleri” üzerineydi. Heyecanlandım ve kesinlikle orada olmalıydım... İstanbul’dan Ankara’ya grupla buluşmam, trenle Bozüyük, Selim Usta’nın aracıyla Pazaryeri ve Kınık köyündeyiz... Gelir gelmez gözleri gülen sıcacık insanları, sanatlarına tutkun ustalarıyla bambaşka bir yer burası... Hemen atölyeleri dolaşmaya başladık. Her biri kendi atölyesinde kullandığı tekniği, çamuru, malzeme ve eserlerini heyecanla anlatmaya başladı... Yaklaşık 130 yıl önce ustaların aile büyüklerinin Bulgaristan’dan buraya göç ettiğini ve bu göçmenlerin usta çırak, babadan oğula ilişkisi içerisinde çömlekçilik el sanatını aynı yöntem ve teknikleri koruyarak bugüne taşımış olduklarını öğreniyoruz. Uzun yıllar geçimlerini seramik atölyelerinde, (sayıları 70’i bulan) çalışarak sağlayan köy halkı, giderek toprak

ürünlere ilginin azalması, genç nüfusun eğitim ve iş nedeniyle köyden ayrılma gerekliliği, zamanla birçok atölyenin kapanması gerçeğini de beraberinde getirmiş. Buna rağmen atalarından edinilen o müthiş toprak sevgisi, desenlerin ve formların aslını koruma gayreti ile ustaların her biri tornetinin başında. Daha önce elime aldığım hiçbir çamuru böylesine sıcak ve duygu dolu hissetmemiştim, iyi ki buradayım... Sanatın her parçacığını içimde tarifsiz bir coşku ile hisseden ben, nasıl olur da buradaki güzelliklerden, yapılanlardan ve ustalardan habersiz yaşarım? Her anı bilgi ve becerinin paylaşıldığı yoğun bir programla çalışmalarımı sürdürürken, buraya gelişimiz, seramik ustalarına ilk kez kendilerini ifade etme, ustalıklarını sergileyebilme ve öğretebilme imkanı sağladı. Aynı zamanda açıkça gözlemlediğim çömlekçilik el sanatını ve geleneklerini sürdürmeye gayret eden bu güzel insanlarla her atölyede, her ustanın ve her öğrencinin birbirine büyük katkısı olduğu ve çamura bulanan her elin umutlarını daha da güçlendirdiğidir... http://www.sevcanbirgören.com

Düzeltme: Geçen sayımızda “Bir Nakışsever” isimli yazıda adı geçen Ayten Akdeniz 42 yıllık nakış hocası ve Feneryolu Pratik Kız Sanat Okulu’ nun müdür yardımcısıdır.


30

özüne dönen kadının dergisi MODA

Mayo seçerken nelere dikkat etmeliyiz?

Aynur SEZGİN (Tasarımcı ve Stilist)

İ

yi bir yaz tatilinin vazgeçilmezleri arasında yer alan güneş ve denizden yararlanmak için yapılacak alışverişte, mayo seçimi çok önemlidir. Genelde mayonun vitrindeki güzel ve renkli şeklinden etkilenerek alışveriş yapmak ya da mayoda sezon modası neyi gerektiriyorsa sadece buna uymak, eğer amaç mayoyu yakıştırmaksa, bu amaca asla uymaz. Bu konuda doğru seçim yapmak için kişinin öncelikle kendi vücut yapısını iyi tanıması gerekir. Kilolu, zayıf, uzun, kısa, basenli, dar kalçalı, göbekli, düşük omuzlu, kemikli omuzlu, iri veya küçük göğüslü her tür özelliğe göre bilinçli bir seçim olanağı kesinlikle vardır. Vücut yapısına göre püf noktalarına dikkat eden bayanlar mayolarını rahatlıkla taşıyabilir ve yakıştırabilirler. Özellikle kilolu bayanların tercihi iri çiçek desenli, enine çizgili, yüksek kalça oyuntulu modeller yerine desensiz ya da küçük desenli, sade modeller üzerine olmalıdır. İri göğüslü bayanlar, üstü drapeli ve göğüs bölgesine dikkat çeken iri aksesuarlı mayoların tersine, üst kısmı sade mayolardan vazgeçmemelidirler. Omuzları çok kemikli bir bayanın tercihi de boyunda bağlanan mayo askıları yerine omuz genişliğini bölen klasik askılar olmalıdır. Basenleri geniş bayanlarsa yüksek kalça oyuntulu olmayan, alt kısmı dikkat çekmeyen mayoları tercih etmelidirler.

Kısa boylu bayanlar için de enine çizgili ve iri desenli ya da alt kısmı ile üst kısmı farklı renk mayolar, bu özelliklerini daha belirgin hale getirecektir. Öyleyse güzel bir yaz tatilinin en vazgeçilmez unsuru olan mayo seçimi ve alışverişinde bu püf noktalarına dikkat edilmesinin çok işe yarayacağını söylemek, yerinde olur. Doğru tercihler hoş görüntüler yaratır.


özüne dönen kadının dergisi

31

KİTAP

ŞEKER tadında anılar - Hüseyin ŞEKER

mizah anlayışı var. Üstelik bir okur kitlesi oluştu ve buna çok şaşırıyor ve tabii mutlu oluyor. “Yazdıklarını kitap yapalım Baba” dediğimizde yanıtı hep “Ben ölünce yaparsınız.” oldu.

Berran AYDAN (Yazar)

B

irçoğumuza göre bu tür günler pek de anlamlı değildir. Aslında da öyle... Bir yılda bir gün mü düşüneceğiz annemizi, babamızı, sevgilimizi? Günümüzde bu günler tam bir tüketim çılgınlığına dönüştü ve ticari boyut kazandı. Her yer reklam dolu. Bana göre de bir hediye vermek yerine o günü annebabamızla beraber geçirmek, onlara vakit ayırıp sevgimizi göstermek (tabii hala hayattalarsa) daha anlamlı. Uzaktalarsa telefon açıp seslerini duymak… Ya da Sevgililer Günü’nde sevgilimizle, eşimizle hoş bir ortamda bulunmak, duyguları tazelemek adına bir fırsat. Yaşama bir hoşluk katmak için bir bahane. Babam yetmiş yaşının üstünde. Yaşıtları gibi o da hoşlanmaz bu gün kutlamalarından. Ama Anneler Günü’nde annemle bir şey yapsak da sitem eder: “Siz zaten hep annenizi düşünürsünüz” diye. Ben de genelde babalar gününde onları alıp güzel bir yere Pazar kahvaltısına götürmeyi adet edindim son yıllarda. Babamın ilginç ve renkli bir kişiliği vardır; tam bir doğu batı sentezi. Bir yandan ibadetlerini tam yaparken, bir yandan da bu yaşında, bir düğünde tango –vals çaldığında beni dansa kaldırıp, protezli dizleri, koca göbeği ve pil takılı kalbine rağmen coşkuyla dans edebilir. Mevlüte de gider, klasik müzik de dinler. Doğru bildiğini sonuna kadar savunur, epey de inatçıdır. Bize çok şey öğretti, çok şey verdi. Bunların başında da insanları ve doğayı sevmek, kitap okumayı sevmek gelir. Çok iyi bir okurdur, yeni çıkan kitapları izler, çeşitli konularda okur; yazarlara ve devlet büyüklerine mektuplar yazar. Yedi yıldır Zonguldak’ta yerel bir dergi olan PUSULA’ da ve dört yıldır aynı kuruluşun gazetesinde köşe yazıyor. Zaten konuşup anlatmayı, sohbeti sever. Hobi olarak tesadüfen yazmaya başladı. Eski anılarını anlatıyor, sokaktaki insanları konu ediyor, Zonguldak ve ülke sorunlarıyla ilgili yorumlar yapıyor. Kendine özgü bir

Ben bu duyguyu ve onuru sağlığında yaşasın istedim. Bu yılın Babalar Günü’nde ona sürpriz olarak yazılarını kitaplaştırmayı ve O’na kendi kitabını armağan etmeyi hayal ettim. Hazırlıklara başladım. Bir ay gibi kısa bir sürede taslağı hazırlayıp baskıya gönderdim. Bu aşamada bana ajans yardımcı oldu. Kitabın sonuna da babamın doğduğu evden başlayıp, hayatının tüm kesitlerinden, ailesinden ve yaptığı görevlerden fotoğraflar koydum. Onun renkli kişiliğini ve içindeki hiç uslanmayan yaramaz çocuğu vurgulamak istedim. Soyadı Şeker olduğu için de kitabın ismini “ŞEKER Tadında Anılar” koyduk. Ve heyecanla beklemeye başladım. Acaba yetişecek mi? İlk gördüğünde tepkisi ne olacak? Kusur bulacak mı? Hangi ortamda, nasıl versem? Ya heyecandan kalbi tutar, tansiyonu çıkarsa? Zaten kalp hastası... Babalar gününden bir gün önce kitap elime ulaştı. Aman Allahım, nasıl heyecanlıyım! Ertesi gün için plan yapıp annemle ikisini bizim eve kahvaltıya davet ettik. Balkonda kahvaltıdan sonra, ilaçlarını aldın mı hatırlatmasının ardından, eşimle birlikte elini öpüp kutladık. Şık bir paketle hazırladığım ve üzerine de minik bir nazar boncuğu iliştirdiğim hediyemi verdim. “Kitap mı bu?” diye sordu. “Evet” deyice gözleri parladı. Paketi açtığında dondu kaldı. Bir süre konuşamadı. Kapakta kendi gençlik resmi var; siyahbeyaz, ismi yazıyor. Arkasını çevirdi, özgeçmişi yazılı. Gözleri doldu... Durmadan “Allah Allaaah” diyor. Çok şaşırmış, çok mutlu olmuştu. O’nu mutlu ettiğim için ben de mutluydum. Öyle mutlu, öyle gururlu idi ki… Biraz da mahçup. “Ben kiim, kitap yazmak kim?” deyip duruyordu. Demem o ki, annemize- babamıza sağlıklarında ilgimizi eksik etmeyelim. Her biri kendi ölçülerinde çocularına emek vermiştir. Dahası çok sevmişlerdir. Bazen bizi kızdırmış, usandırmış dahi olsalar, günlük yaşamın yoğun koşturması ve telaşı içinde özel günlere gerek olmadan da onlara sevgimizi gösterelim. Yapılacak işler listesi bitmez. Ama ömür bitiveriyor. Yarın bazı şeyler için çok geç olabilir…


32

özüne dönen kadının dergisi EV’LENELİM

Hayal Kurar mısınız? Selmi URAL (Re/max Bento Gayrimenkul Danışmanı)

S

akın hayır demeyin. En gerçekçi insanlar bile hayal kuruyormuş. Bu hayaller gelecek günlere yönelik olmasa da yaşadıkları günün değerlendirmesini yaparken KEŞKE’leri ardı arkasına sıralıyor ve bunu yaparken de ‘Daha iyi olabilirdi’ hayalini kuruyorlarmış. -Mış diye anlattım... Çünkü ben iflah olmaz hayalperestlerdenim, inkar edecek değilim. Günü bitirirken kendimle yaptığım hesaplaşmanın hemen ardından ertesi günkü rutin işlerimi ve randevularımı planlarım, bütün bu düşünce sürecinde de olabilecek olayları en ince detayına kadar imgeleyebilirim. Çocukken başladı ve hala devam eder ama severim bu yönümü. Peki niye bahsettim şimdi bu konudan? Hayalini kurmadığım çok belirgin bir şey vardı. O da yazlık bir ev. Bütün bir kış boyunca kapalı kalan, yaz tatilinin başında haftalarca temizleyip, o çıldırtıcı sıcaklarda bile misafir ağırlamaktan denize giremediğiniz kabus gibi bir haneydi benim için yazlıklar... Üstelik her sene aynı yere gidilir miydi, dünyada bunca görülmesi gereken yer varken? Bir sürü dünya harikası otel, okyanusları bile aşabileceğiniz gemiler ya da her sabah başka bir limanda uyandığınız masmavi turlar... İnsanlar yazlık ev niye ister ki? Ama bugünlerde fikrim değişti. Kabul ediyorum yaşlanıyorum. Kış aylarının yorgunluğunu, sakin ve sessiz ortamlarda, adrenalin salgılamadan geçirmek beni daha çok dinlendiriyor. Yani şimdilerde yeni bir hayalim daha var. Bir yazlık ev. Yaşadığım şehre yakın, hafta sonları kaçıp sığınabileceğim, tek katta yayılmış, koskocaman bahçesinde yazın karpuz, kışın ıspanak yetiştireceğim, sıradanlığa inat içi mor, kenarları pembe mermerden

havuzu olan bir ev… Şaka gibi binlerce detay daha ama hayal işte! İmgeleme tamam, sıra oldurmaya geldi. Biraz daha çalışmak lazım... Konuyla ilgili düşüncelerimi sizlerle bu satırlar aracılığıyla paylaştım. Elbette birkaç farklı sebebi daha var. Ben bu hayalimi oluşturma yoluna çıktığımda, işim icabı bazı bilgilere kolayca ulaşabildim ve bunları sizlerle de paylaşmak istedim. Büyük şehirlerdeki toplu konut projelerindeki patlamalara hepimiz şahit olduk. Peki bu projelerde satış nasıl gidiyor, yatırım yapan müteahhit firmalar kazançlarından memnun mu, yoksa başka arayışlara başladılar mı? Bütün bu soruların yanıtları olumlu değil maalesef. Orta ölçekli yatırım yapan inşaat firmalarının şimdilerde yeni gözdeleri Akdeniz, Ege ve Trakya bölgesinde yer alan arsalar. Bu arsalar üzerinde son derece lüks konutlar projelendirebildikleri gibi bazılarında da tamamen doğaya uyumlu ve hatta yoldan geçerken göremediğiniz ağaçların arasında kaybolmuş evler inşa etmek. Elbette projeler bulundukları bölgeye, inşaat kalitesine ve büyüklüğüne göre değişken fiyatlara sahip. İlgilenenler internet aracılığıyla bütün detayları görebiliyor. Dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu; eğer ‘Arsamı alırım, evimi kendim çizer, kendim yaparım’ diyenlerdenseniz yaz sonuna kadar alımınızı yapmalısınız. İstanbul’da 3.köprü güzergahının açıklanması, Ege’de yoğunluktan dolayı alternatiflerin azalması ve Akdeniz’de 5 yıldızlı otellerin günden güne çoğalması sebebiyle arsaların metrekare birim fiyatları hızla yükseliyor. Şimdi yaz sezonu, birçok bölgede yaz sonuna kadar inşaat izni yok ama yine de siz siz olun, böyle bir hayali gerçekleştirmeye hazır ve kararlıysanız yazın bitmesini beklemeden yerinizi alın. Sevgileriniz hep yaz güneşi gibi sıcacık ve aydınlık olsun. selmiural@gmail.com


özüne dönen kadının dergisi

33

ADVERTORYAL

Ney açma ve üfleme kursu - Gökçedere

12–15 Ağustos 2010 Kurs Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç tarafından verilecektir. Kurs  İlk gün kamışlığa gidilip kamışlar topraklarında ziyaret edilecektir.  Kesilecek olan sıradan (ney açmaya elverişli olmayan) kamışlarla, öncelikle deneme neyleri açılacaktır.  İlk acemilik böylece atıldıktan sonra, kaliteli kamışlarla, asıl ney açma çalışmasına geçilecektir.  Açılacak neylerle aynı zamanda ney üfleme eğitimi de yapılacaktır.  Akşam ve gece, sohbet ve sema ile devam edecektir.  Bu eğitim her seviyeden katılımcıya açıktır.

Konaklama  Merkezde, kadınlar erkekler ayrı olacak şekilde, iki adet koğuş usulü yatakhane vardır. Ayrıca bahçeye çadır kurarak konaklama imkânı mevcuttur.  Merkezde kadınlar ve erkekler için ayrı tuvaletler ve banyolar bulunmaktadır.  Merkezde sabah kahvaltısı, öğle ve akşam yemekleri verilecektir.  Dileyenler yakında bulunan otel ve pansiyonlarda konaklayabilirler. http://www.tumata.com

Detaylar için http://www.tumata.com adresine tıklayınız.


34

özüne dönen kadının dergisi GEZİ

Sydney Gülçin ERİŞKİN KANDEMİR (Emekli Fizik Öğretim Üyesi)

kapatıveriyor ya da rehberi telaşlı bir sesle onu çağırıp resmi engelliyor ya da aniden bastıran sis resimlerinizi bozabiliyor.

D

ört mevsim gezmek çok güzel de, aynı gezide hatta aynı günde mevsimlerin üstüste binmesi pek iyi olmuyor. İstanbul’dan bir kış günü ayrılıp uzun bir yolculuktan sonra Sydney’e vardığımızda sıcaklık 30 derecenin üzerindeydi. Yazlıklarımızı giyip birkaç gün of-pofladıktan sonra sıcağa alışmıştık. Öğlene kadar yaz mevsiminin güzelliği üzerine methiyeler yaptığımız bir gün aniden iklim değişiverdi. Fırtına ve yağmurun arkasından inanılmaz bir sıcaklık düşüşü ile neye uğradığımızı şaşırdık. Kendimizi haşlandıktan sonra şoklanmak üzere derin dondurucuya atılmış gibi hissettik. Sydney’in havası sanki hava tahminlerine sinirleniyor ve onları bozmak için sımsıcak bir yaz günü okyanustan kaldırdığı serin ve nemli havayı pat diye şehrin üzerine atıyordu. Sydney’i dolaştıkça oradan buradan manzara fışkırıyordu. Limanı cıvıl cıvıl hareketli havasını hiç kaybetmiyordu.

Turistleri mutlu edecek birçok ayrıntı eklenmişti. Turistik restoranlar ve dükkanların çevresinde dolaşırken yerdeki kırıntıları yiyen bir jalibu kuşuna raslayabilirsiniz. Limanın çevresinde dolaşan trenin tepesinde kocaman bir balina heykeli bulabilirsiniz. Limandaki feribotlardan biriyle nehir gezisi yapabilirsiniz. Video kamera, fotoğraf makinesi turistlerin elinden hiç düşmüyor. Meşhur opera binası ve Sydney köprüsü; resmi en çok çekilenler. Bazen çocuk oyuncaklarını anımsatan bir nehir gemisinin, bazen sokakların üstünden fırdola geçen ‘monorail’ trenin arkasından bir koşuşturmaca başlıyor. Resim çeken turist sanki bilgisayar oyununda puan toplamaya çalışır gibi... Tren ya da geminin peşinden koşarken araya çeşitli engeller girebiliyor. Sayısız turistlerden birkaçı önünü

Şehrin iddialı mimari eserleri var. Viktoria Çarşısı hem alışveriş yapıp hem de tarihi bir yapı görmek isteyenler için ideal. Danimarkalı mimar Jorn Utzon’un tasarladığı Opera Binası gerçek bir şaheser. İç ve dış estetiği yanında olağanüstü akustiği ile konser salonu da izlenmeye değer.


özüne dönen kadının dergisi Sydney Limanı ve Botanik Bahçesi ile çevrili olan konumu, opera binasının bir anıt durumuna gelmesini sağlıyor. Yılbaşlarında havai fişek gösterisi yapılan Sydney Liman Köprüsü de yakınında. Bu iki yapı gerek Sydney’in, gerek Avustralya’nın simgesi olmuş. Sydney Kulesi üçüncü önemli yapı. Sokaktan 250 metre yüksekte olan kuleden şehri görmek ve tabii fotoğrafını çekmek mümkün.

Buradan limanı, kumlu plajları, hatta epeyce uzakta kalan ‘Mavi Dağlar’ı görebilirsiniz. Sıcak günlerde Okaliptus ağaçlarından çıkan toz ve buharlaşan yağ bu dağları mavimsi bir renge boyuyor. Sydney Hayvanat Bahçesi, Akvaryumu ve Botanik Bahçesi Avustralya doğasının ilginçliklerini sunuyor. Hayvanat bahçesinde kanguru, koala, emu gibi hayvanlar, akvaryumda ise ilginç balıkların yanında tuzlu su krokodili, fok balığı, playtipus gibi hayvanlar görülebilir.

35

Avustralya’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi burada da hiçbir Aborjine raslayamamak çok üzücü. 1800’lerde buraya göç edenlerin onları iç kısımlardaki çöllere sürmesi nedeniyle hiçbir Aborjin göremezsiniz. Fakat Aborjin ruhu bir köşebaşında aniden karşınıza çıkabilir: bazen bir dükkanda satılan tişört üzerindeki resimde, bazen bir vitrindeki Aborjin çubuklarında, bazen de bumeranglarda onların varlığını hissedebilirsiniz.


36

özüne dönen kadının dergisi YOGA

Yoga Kampı Nedret GÜLCAN (Yoga Eğitmeni)

Y

oga Kampı deyince aklınıza tam olarak neler gelir bilemiyorum fakat benim için zaman kavramını bitirmek, geçmişi terk etmek, geleceği serbest bırakmaktır… Kendimiz hakkındaki bilgi, yargı ve kararları unutup, kimiz - neyizi, yaşımızı, kariyerimizi almadan yola çıkmaktır. Aslında bu yolculuk özümüze, bize olan yolculuktur. Bu seneki Yoga Kampımızı ülkemizin cennet köşelerinden Fethiye’de yapmaya karar verdik. Fethiye’ye yarım saat uzaklıkta organik bir çiftlikte başladı içsel yolculuğumuz. Uzun zamandır yoga yapanların yanında yogaya yeni başlayanların da katıldığı bir kampa girmek; her bakışa göre değişik fikirlere sahip kimliğimizin yükünden kaçmayı kolaylaştırdı.

Gündüzü ayrı güzel, gecesi ayrı güzel olan Dere üzerinden Ay ışıltısını hiç esirgemedi akşam meditasyonlarımızda... Kahkaha Meditasyonu yaparken, kahkaha krizine girdik; çocuklar kadar özgür; kimseleri rahatsız etme baskısı olmadan güldük, güldük, güldük... Dans etmeyi, şarkı söylemeyi hiç ihmal etmedik. Herkes renk renk çiçekler, ağaç dalları, otlar ve yapraklardan faydalanarak hazırladı dilek kutularını. İçine mumlarımızı yaktık, Dolunay bize söz verdi; dereye bıraktığımız dileklerimizi gerçekleştireceğine dair. Yağmuru da unutmamak gerekir. Toprağın kokusunu burnumuza getirdiği, doğayı beslediği için minnettardık hepimiz.

Tanışıklık süresi bir saat sonra hatırlanmayan, yeni tanışmalar oldu katılımcılar arasında. Çünkü ön yargıları ve beklentileri yanlarında yoktu katılımcıların.

Özür dilemenin özgürleştirdiği bedenimiz her şeyi affetti kamp boyunca. Affettiklerimizden boşalan yerleri sevgiyle tedavi ettik, sevgiyle doldurduk içimizi. Egoyu yüksek sesle dilediğimiz özürlerle alt ettik.

Altı gün beş gece kentten uzak, doğayla başbaşaydık. Şehre tahammülümüz arttı, yüklerimizi taşıyabilecek kadar güçlendik ve terk etmeye kıyamadığımız İstanbul’la, baş edebilecek duruma geldik. Bugüne kadar bir Yoga Kampına katılmadıysanız, çok şey kaçırdığınızı söylemeliyim.

Zamanı istediğimiz gibi kullandık yoga yaparken, bir yerlere yetişme telaşı olmadan, ders süresi kavramını hayatımızdan çıkararak. Gizli izleyicilerimiz oldu çocuklardan; bizi kıskandılar ama yogayı çok sevdiler. Umarım, boyları uzayınca çocukluklarını terk etmemeleri kıskançlıklarının öğretisi olur.

Neler mi yaptık?

Daldan meyve yemenin çocuk coşkusunu yaşadık… “Seranın arkasında çilekler de var ama yaprakların arasına saklanmış görünmüyorlar,” sırrını ve leziz çilekleri paylaştık aramızda. Organik beslenmenin unutulmuş tadı da, en az bedenimize kattığı sağlık kadardı.

Kampın ilk günü çocukluğumuzu aradık; ona geri dönmek, yeniden çocuk doğamıza kavuşmak için. Çok zor olmadı bulmamız. Doğada saklanmış, bizi bekliyormuş. Kamp süresince bizi terk etmedi ve dedi ki, “beni ararsan ben hep doğada seni bekliyor olacağım.” Sabahları saat: 07:00 de ‘Kalk!’ çanının çaldığı yerde toplanarak başladık güne. Hazırlanmış minik, enerjik atıştırmalarla başlayan gülüşmelere, ördek, kuş, kuzu ve dere sesi eşlik etti… Gün doğumunun tazeliğinde soluyarak yaptık yogamızı, nefes çalışması ve derin gevşememizi. Derenin dinlendiren sesi ruhumuzu onardı, bize kucak açtı.

KAMPA GELİRKEN YANIMIZA ALMADIĞIMIZ AĞIRLIKLARIN YERİNE, SEVGİYİ YÜK ETTİK dönüşümüzde. HAYAL ETMEDİK HAYALLERİ YAŞADIK. Yeni bir yoga kampında görüşmek dileğiyle Yüklenin Sevgiyi, tartmadan. http://nedretgulcan.com


özüne dönen kadının dergisi

http://www.pastoralvadi.com

37


38

özüne dönen kadının dergisi

AVANGART ETKİNLİK

Uzun Ömürlü Sağlıklı Zayıflama Etkinliği PİLATES, nefesi kullanarak iç organların en üst katmanındaki kas dokularını da çalıştırdığı için başta bel ve karın bölgesi olmak üzere, daha sağlıklı ve uzun süreli zayıflatır. Ayrıca vücudun merkezini güçlendirerek denge ve koordinasyonu arttırıp stresi azaltır. Yaz aylarında siz de 2 beden küçülmek istiyorsanız, 10 dersin sonunda farkı görüp, 20 ders sonunda ise uzun süreli zayıflama konusunda kesin sonuç almış olursunuz. Yoga Darga, AvangArt Kadın Sağlıklı Zayıflama Etkinliğinde Haziran ayında Pilates’e başlayan okurlarımıza yaz boyu % 20 indirim imkânı sunuyor. Pilates Nedir? Günümüzün en güvenli ve en etkili egzersiz sistemidir. Joseph Pilates tarafından ‘kontroloji’ adıyla zihni ve vücudu ilişkilendirmek, kasları güçlendirmek, esnekliği artırmak ve vücudun genel sağlığını iyileştirmek amacıyla geliştirilmiş bir egzersiz metodudur. Minder üzerinde veya özel tasarlanmış aletlerle yapılır. Pilates, özellikle karın ve bel bölgesi olmak üzere vücudun her bölümünü çalıştırmayı amaçlayan bir egzersiz sistemidir. 20. Yüzyılın başında ortaya çıkan pilates 21. Yüzyılda Madonna, Uma Thurman gibi Hollywood yıldızları, ünlü sporcular, işadamları hatta kraliyet ailesi mensuplarının tercihi haline gelmiştir. PİLATES’İN FAYDALARI NELERDİR VE KİMLER YAPABİLİR? Pilates, vücudun merkezini güçlendirip, denge ve koordinasyonu artırarak stresi azaltmaktadır. Egzersiz güvenli ve kontrollü yapıldığından her yaş ve herkes için uygundur. Vücudumuzu tanımamızı sağlar. Üzerimizde günlük hayatımızda hissedeceğimiz farklar yaratır. En küçük kaslarınız bile çalışmaya katılacak. Sizde olduğunu bilmediğiniz kaslarınızı keşfetmeye başlayacaksınız. Merdiven çıkarken bile pilatesle tanışmış olmanın keyfini yaşayacaksınız. HAMİLE PİLATESİ Pilates, kadın-erkek ve her yaştan insan için ideal bir egzersiz sistemi olmakla beraber özellikle hamilelikte, hamileliğin ilk aylarından, son aylarına kadar kadını doğuma hazırlayan, güçlendiren, doğum sonrasında da tekrar eski formuna hızla dönebilmesini sağlayan mükemmel bir egzersiz sistemi. Beden kuvvetinin arttırılması, karın, bel, kalça bölgelerinin birbirleriyle desteklenen ve artan gücü sayesinde sırt, omurga bütünü, bel, kuyruk sokumu ve pelvik bölgeyi iyice dirençli hale getirmektedir. Kontrol edilebilirliği artan beden doğuma daha hazır ve doğum sonrasında daha kolay toparlanabilir olacaktır. Hamilelik boyunca değişen vücut dengesi boyunda, omuzlarda, sırtta, belde, kuyruk sokumunda pek çok gerilime sebep olacaktır. Bu bölgelerin güçlendirilmesi gerilimleri azaltacak ve gerilimlerin yaratacağı rahatsızlıkları da engelleyecektir. Karın kaslarının omurgaya yakın durmasını sağlayan pilates egzersizleri ile doğum sonrasında karnın düzleşmesi, sıkılaşması daha kolay olduğu gibi, bel bölgesi de incinmelere karşı daha dayanıklı olacaktır. Pilates egzersizlerinde tüm prensipler birbirini dengelemekte ve büyük önem taşımaktadır. Ama gevşeme, özellikle hamilelikte daha da önemlidir. Hamilelik ruhsal olarak fazlasıyla yıpratıcı olabilir, hassasiyet fazladır. Gevşeme ile beraber, imgelemeler ile dikkatin harekete ve hareketi yöneten gövde bölümüne odaklanması, nefesin akışıyla bir uyum içinde olmasıyla sağlanan rehabilitasyon, meditatif olarak anne adayını daha da rahatlatır ve dinginleştirir. BEL VE BOYUN AĞRILARI İÇİN PİLATES Bel ve boyun ağrıları günümüz Türkiye’sinin 45 yaş altının çok genel bir rahatsızlığı halini almıştır. Bu rahatsızlıklar çoğu zaman ameliyat gerektirmeden egzersiz, rejim ve biraz alışkanlık değiştirerek yenilebilecek durumdadır. Pilates Eğitmeni: Sevcan Zabit Erberk Gazeteciler Sitesi No:74 Akatlar / Etiler Telefon: +90 (212) 270 84 89 Cep: +90 (532) 770 18 35 www.ipekdarga.com-

AvangArt Kadın Dergisi Etkinliklerinden Yararlanmak İçin Facebook Paylaşım Grubumuza Üye Olunuz:

http://www.facebook.com/home.php?#!/pages/AvangartKadin-Dergisi/232800139865?ref=ts


özüne dönen kadının dergisi

http://www.betaglucare.info

39


40

özüne dönen kadının dergisi

http://www.thelifecoshop.com


özüne dönen kadının dergisi

www.sihirlius.com

www.yasamingizemi.com

www.edebiyatatolyesi.com

41


42

özüne dönen kadının dergisi

http://www.gultabsan.com


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.