AvangArt Kadın Nisan 2010

Page 1

AvangArt Kadın www.avangartkadin.com

Otizmin farkındayım, onların yanındayım..!

Bahar geldi

Asidoz problemi 23 Nisan Kutlu Olsun !

Türkiye’de Çocuk hakları

Doğu Türkistan Sempozyumu Türklerin

etnik

HIGH/SCOPE programı

kökeni

Permakültür

Nisan 2010 Sayı 5 Terra Yayıncılık


EDİTÖRDEN

Sonunda baharın müjdecisi olan Nisan ayındayız! Artık uzun ve soğuk geçen bir kışı daha geride bırakıyor, doğanın uyanışına tanıklık ediyoruz... Yeşeren doğayla birlikte bizim de içimiz kıpır kıpır, yepyeni umutlar yeşertiyoruz... Sizce de mevsimlerin en güzeli değil midir ilkbahar? İlkbaharın simgelerinden birisidir cıvıl cıvıl öten kuşlar... Bu sayımızda merkezi Ankara‘da bulunan Doğa Derneği‘nin ‗‘Yaşayan Bahar Projesi‘‘ ile ilgili yazımızı severek okuyacağınıza inanıyoruz. Nisan ayının yaşantımızın en önemli varlıkları çocuklarımız için de apayrı bir önemi var. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını en içten dileklerimizle kutluyor ve dikkati bir kez daha çocuklarımıza çekiyoruz. Bayramı olan çocuklarımızın ‗hakları‘ da var mı acaba? Her zaman söylenildiği gibi çocuklarımız bizim geleceğimizdir. Onlara yapılan yatırım aslında kendi geleceğimize, bu dünyamızın geleceğine yapılan yatırımdır. Bu gerçeği çok iyi bildiğimiz halde çocuklarımız için neler yapıyoruz? Fırsat bu fırsattır diyelim ve bu konuyu sayfalarımıza taşıyalım hep birlikte. Belki pek çoğumuzun farkında bile olmadığı bir teması daha var Nisan ayının: Otizm Farkındalık Ayı. Bu sorunu yaşa-

yalım ya da yaşamayalım hepimizin bilinçli olması gerektiğine inanıyoruz. Bu dosyamızı ilgiyle okuyacağınızı ümit ediyor, farkındalığınızı genişletebilmeyi diliyoruz. Tüm bunların yanı sıra, bu ayki sayımızda Türklerin Etnik Kökeni araştırmasını, Doğu Türkistan Sempozyumu izlenimlerimizi bulabilirsiniz. Köşe yazarlarımızın tadı damaklarda kalan keyifli yazılarını da her zamanki gibi bir çırpıda okuyabilirsiniz. Yine dopdolu, kıpır kıpır bir sayı ile klavyenizin ucundayız... Her aklınıza geldiğinde açıp okumanız, keyif alıp güzel zaman geçirmeniz dileği ile mutlu günler... İnci Gül Avangart Kadın Dergisi Editörlerinden

Yaşayan Bahar Projesi

KATKIDA BULUNANLAR Genel Yayın Yönetmeni Şafak Burçak Alkanlı

Türkan Coşkun Burcu Yılmazoğlu İnci Gül

Yazarlarımız

Genel Yayın Koordinatörü (Yazı Sırasına göre)

İnci Gül Aylin Sezgin Didem Ünsür Seçici Bilim Kurulu Nimet İnce Türkan Coşkun - Yazarlık EğitEsin Karaer meni Melis Kop Burcu Yılmazoğlu - Çevirmen Nilay Uzgören Papila İnci Gül - Çevirmen Şebnem Oakman Şebnem Oakman—Endüstri Banu Seziş Mühendisi Leyla Fetihi, Yrd. Doç. Dr. Enis Kırımlı—BioMedikal MüEnis Kırımlı hendis Gülseren Aygün Nazım Tanrıkulu Editörler Selda Bozbıyık Hacer Leyla Öztürk

Musa Taşdelen, Prof. Dr. Şafak Burçak Alkanlı Melda Keskin Eray Beceren Semiha Batmaz Salcı Selmi Ural Sevcan Birgören Nedret Gülcan

Fotoğraf Editörü Çağatay Atasagun

Mavlone Uygur Şafak Burçak Alkanlı Nilay Uzgören Papila Nazım Tanrıkulu Melda Keskin Ayça Gürelman Selmi Ural Sevcan Birgören Tasarım Ayça Gürelman

Logo Tasarımı Selçuk Acar

Fotoğraf İlyas Sirius Selda Bozbıyık


İÇİNDEKİLER Gündem Otizmin Farkındayım, Onların Yanındayım Çocuğun Hakkı Olur Mu? Hayatın İçinden

Evimiz Dünya

Şiir Köşesi

Akıllı Kalpler

Organik Tarım, Organik Pazarlar, Permakültür... Türkiye'de yeni açan çiçekler!

Bir Şiir Yazsam Bahar

Mesafeleri Korumak

Girişimci ve Lider Kadın

Dakikada Ortalama Yüzaltmış

Hepsi Hikaye

Çalış(k)an Kadın Çalışkan bir kadın

Yuvarlağın Köşeleri Hayata Yeniden Bakmak Beni Anlasa Ona Sarılıp Ağlamak İsterdim Şimdi Çocuk Olmak da Çok Zor

Kızkaçıran

AvangArt Anne

Acımıştı, 80‘leri Hatırladım Geçti

Köle Karınca olmak ve yetiştirmek istemiyorum !!!

Kültür ve Sanat

Çocuk Eğitimi HIGH/SCOPE Programı

Mihri Müşfik Hanım

Gezi 5 Ay Arayla Hindistan—Bangalor‘da

Can Sağlığı

Asidik Beslenme Sonucu Dokularınızın ve Kanını- Kitap Engelli Kişilerle İletişim Rehberi zın Alkalin Durumdan Çıkarak Asidoz Duruma Geçmesi

Ev‟lendirme

Yemek Kültürü

Şaka Gibi

Pratik Yemek Bilgileri — 3

Advertoryal

Yoga ve Meditasyon 23 Nisan Kutlu Olsun!

Ataşehir Yemek Atölyesi

Bitkilerle Yaşam Mitolojiden Tıbba …

Advertoryal Salgın Hastalıklardan Korunmak için Doğal Besili İnekten Ev yapımı Taze Süzme Yoğurt Yiyiniz

Hayvan Dostlarımız Yaşayan Bahar Projesi—Doğayla Dansın Mevsimi

AvangArt Etkinlik Evdeki Atık Malzemelerden Alternatif Çarşı Torbası Üretme Etkinliği

Vatan ve Köklerimiz Türk Kimliğinin Kökeni Üzerine

Evrensel Değerler Doğu Türkistan Sempozyumu

KÜNYE Avangart Kadın Dergisi Bir Terra Yayıncılık ® kuruluşudur. Bu dergi içeriğinin tüm hakları saklı olup, kurumsal olarak TCK uyarınca ve yazarların eserleri 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu tarafından koruma altındadır. Alıntı yapabilmek için, dergi yönetimine başvurunuz. iletisim@avangartkadin.com 507.377 0829 Dergideki makaleler yazarların kişisel görüşlerini belirtmektedir. 15 Aralık 2009'dan beri Online Yayındayız! © 2009-2010 www.avangartkadin.com Creative Commons Attribution-Noncommercial-No Derivative Works 2.5 Generic License


4

GÜNDEM

Aylin Sezgin Tohum Otizm Vakfı Kurucu Başkan Yardımcısı Otizmin tek çaresi eğitim, otizmli çocuklarımızın eğitimine destek olmak için; Tohum yazıp 5290‘a SMS gönderebilirsiniz. “Nisan Dünya Otizm Farkındalık Ayı”nda destek için hep birlikte. Bundan birkaç yıl önce 2 Nisan günü, „Dünya Otizm Farkındalık Günü‟ olarak, Nisan ayı ise „Dünya Otizm Farkındalık Ayı‟ olarak ilan edildi. Nisan ayı boyunca TV ekranlarından gazete sayfalarına, alışveriş merkezlerinden pazar yerlerine kadar pek çok yerde otizmle ilişkili etkinlikler yapacağız. Amacımız, size otizmi anlatmak… Ve desteğinizle, ülkemizde %10 bile olmayan otizmli çocukların okullaşma oranını %100‟e çıkarmak… Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı, ―Otizm ve Yaygın Gelişim Bozukluğu" olan çocukların erken tanısının konulması, erken özel eğitimi ile topluma kazandırılmasına öncelik verilmesi ve bunun yurt çapında yaygınlaştırılması amacıyla kamu yararına bir sağlık ve eğitim vakfı olarak 15 Nisan 2003 tarihinde 26 değerli kurucumuz ile kuruldu. Vakfımız kar amacı gütmeyen ve vergi muafiyetine haiz bir kuruluştur. Otizmi diğer engel gruplarından ayıran en önemli özellik; erken yoğun eğitim ile otistik özellikler gösteren çocuklarımızın, akranlarından fark edilmeyen şekilde diğer çocuklar gibi yaşamlarını bağımsız olarak sürdürebilmeleridir. Erken, yoğun ve sürekli eğitim otizmin bilinen tek çaresidir, eğitim otizmin ilacıdır. 4

Ülkemizde engelli çocuklarımızın aldığı eğitim ve sağlık hizmetlerinin diğer çocuklarla eşit şart ve fırsatlara ulaşabilmesi için yapılacak çok şey var. Yaklaşık 3000 çocuğumuz eğitim alabilmekte ancak ülkemizde 0–14 yaş arasında 100.000‘in üzerinde otizmli çocuğumuz eğitim beklemektedir. Bizler otizmli çocukların diğer tüm çocuklar gibi toplum içinde yer alabilmeleri için; otizmli çocukların eğitimi, uzman ve öğretmen yetiştirilmesi, eğitiminin içeriğinin yeterli hale getirilmesi konularında çalışmalarımıza devam etmekteyiz. Kurulduğumuz günden bugüne kadar, 1800 devlet öğretmenine otizm konusunda eğitimler verdik, 1250 sağlık görevlisine otizmi tarama konusunda eğitim verdik ve ülkemizin ilk Otizm Tarama Projesini gerçekleştirdik. Bu sayede 46000 çocuk otizm taramasından geçti. Ayrıca ABD‘nin otizm konusunda en önemli okullarından Princeton Child Development Instıtute‘un yaygınlaştırma kolu olarak; Özel Tohum Vakfı Özel Eğitim Okulu‘nu kurduk. Bugün, bu model okulda 121 çocuk eğitim almakta, devlet öğretmenleri ve üniversite öğrencileri uzmanlık kazanmaktadır. Okulda eğitim alan otizmli çocukların yaklaşık yarısı 'Burs Havuzundan' yararlanmaktadır. Okulumuzu randevu alarak ziyaret edebilirsiniz. Otizmli çocuklarımızın eğitimi için gerçekleştirdiğimiz yardım faaliyetlerinde bugüne kadar cemiyet ve iş dünyasının büyük desteğinin yanı sıra birçok kurum ve kişiler de destek vermiştir. Bugüne kadar bizlere çalışmalarımızda destek veren tüm kişi, kurumlara, tüm otizmli çocuklarımız ve aileleri adına bir kez daha teşekkür ediyorum. Otizmli çocukların geleceğini birlikte aydınlatmamızda ve onları topluma kazandırmamızda bize destek olabilirsiniz. Tel: 0212 248 94 30 www.tohumotizm.org.tr


5

“Yaklaşık 3000 çocuğumuz eğitim alabilmekte ancak ülkemizde 0–14 yaş arasında 100.000’in üzerinde otizmli çocuğumuz eğitim beklemektedir. “

5


GÜNDEM

Çocuğun Hakkı Olur Mu?

Didem Ünsür

Haklar diyoruz sürekli… İnsan hakları, çocuk hakları vs. Peki bu haklar kavramının içerdiklerini biliyor muyuz ya da önemsiyor muyuz? Buna göre davranıyor muyuz? Mesela çocuk hakları derken, benim en önemsediklerimden biri olan katılım hakkının ne olduğunu biliyor muyuz? Sanki gelen cevapları tahmin edebiliyorum ama ufacık bir test yapmama izin verin. İşte sorular: - Bir çocuk hakkı? - Çocuk hakları ile ilgili çalışma yapan bir kuruluş? - Dünyada tam olarak uygulanan bir çocuk hakkı? - Bildiğiniz bir çocuk hakları savunucusu? - Çocuk haklarının ihlal edildiği ülke? - Çocuk haklarını içeren bir belge? - İnkar edilen bir çocuk hakkı? - Çocuk hakları ile ilgili bir kitap? Bu soruları sadece kendi kendimizi test edelim diye yazdım aslında. Şu anda hepsi-

ne birçok insan cevap veremeyebilir, önemli değil ama işte şimdi öğrenme zamanı! Hemen başlıyoruz: 1989 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi, Türkiye 1990 yılında imzalamıştır. Sözleşme, TBMM tarafından 1994 yılında onaylanmış ve 1995 yılında da Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (ÇHS), 54 madde ile insanların on sekiz yaşına kadar sahip oldukları insan haklarını düzenler ve taraf olan ülkelere bu hakların yaşama geçirilmesi konusunda yükümlülükler verir. Sözleşme, çocukların en iyi biçimde yaşamalarını ve kendilerini tam anlamıyla gerçekleştirebilmelerini sağlamanın normlarını tanımlar. Başka bir ifadeyle Sözleşme, çocukları doğrudan ya da dolaylı ilgilendiren bütün etkinliklerde ―çocuğun yüksek yararı‖nın temel alınmasını şart koşar. Bu nedenle, ilgili tüm resmi, yerel, akademik, özel ya da sivil kurum ve kuruluşlar, faaliyetlerini ço-


cuğun yüksek yararını gözeterek yapılandırmalıdır. Doğal olarak bu yaklaşım, çocuğun yaşaması ve gelişmesi, ayırımcılık gözetilmemesi ve çocuğun katılımının sağlanmasından ayrı düşünülemez. Nitekim bu temel ilkeler, Çocuk Hakları Sözleşmesi‘nin çatısını oluşturmakta ve Çocuk Hakları Komitesi tarafından da son yıllarda ―şemsiye haklar‖ olarak nitelendirilmektedirler. Şemsiye haklar, ÇHS‘nin tüm maddeleri için geçerli olan, taraf devletlere yükümlülüklerini iyileştirme ve yükseltme konusunda kriterler getiren haklardır! Çocuk Hakları Komitesi tarafından ―temel ilkeler‖ yerine ―şemsiye haklar‖ teriminin tercih edilmesinin nedeni bazı taraf devletlerin temel ilkeleri oluşturan maddeleri bir hak olarak görmeyerek yükümlülüklerinden kaçtıkları doğrultusunda duyulan kaygı olmuştur. Sözleşmede artık şemsiye haklar olarak da nitelendirilen temel ilkelerle birlikte, çocuğa önem ve öncelik verilmesi gereken alanlar sekiz başlık altında gruplanır: I. Çocuğun tanımı: Sözleşmenin kapsadığı yaş sınırını barındırır. II. Şemsiye haklar:

Ayrım gözetmeme (Madde 2), Çocukların yüksek (Madde 3) ve

yararının

gözetilmesi

Çocukların katılımı (Madde 12) konusunda temelleri barındırır. III. Medeni Hak ve Özgürlükler: İsim ve vatandaşlık, kimlik, ifade özgürlüğü, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, dernek kurma özgürlüğü, özel yaşantının korunması, gerekli bilgilere ulaşma, işkence ve özgürlükten yoksun bırakılma gibi alt alanları barındırır. IV. Temel Sağlık ve Refah: Yaşam ve gelişme, anne-babanın sorumlulukları, özel gereksinimli çocuklar, sağlık ve sağlık hizmetleri, sosyal güvenlik, yaşam standardı gibi alt alanları barındırır. V. Aile Ortamı ve Alternatif Bakım: Anne babanın yönlendiriciliği, anne-babadan ayırma, ailenin yeniden birleşmesi, yasa dışı yollarla ülke dışına çıkarma ve geri döndürmeme, ana-babanın sorumlulukları, suiistimal ve ihmal, aile ortamı ve alternatif bakım, evlat edinme, yerleştirme uygulamasının düzenli denetimi, yaşam standardı ve yeniden sağlığa kavuşturucu bakım gibi alt alanları barındırır.

Çocukların yaşaması ve gelişmesi (Madde 6),

“Çocuğun yaşaması ve gelişmesi, ayırımcılık gözetilmemesi ve çocuğun katılımının sağlanmasından ayrı düşünülemez. ”


“Çocuk hakları, insan haklarıdır!”

VI. Eğitim, Boş Zaman ve Kültürel Faaliyetler: Eğitim, eğitim hedefleri, boş zaman gibi alt alanları barındırır. VII. Özel Koruma Tedbirleri: Mülteci çocuklar, azınlıklara ve yerli halklara üye çocuklar, çocuk işçiler, uyuşturucu kullanımı, cinsel sömürü, çocukların satılmaları, kaçırılmaları ve fuhuşa zorlanmaları, sömürünün diğer biçimleri, işkence ve özgürlükten yoksun bırakma, silahlı çatışma, yeniden sağlığa kavuşturucu bakım, çocukların yargılanmaları gibi alt alanları barındırır.

VIII. Uygulamaya Yönelik Genel Önlemler: Sözleşmedeki hakların yaşama geçirilmesi, Sözleşmenin yaygın olarak tanıtılması, Taraf Devletlerin bildirim yükümlülükleri ile ilgili alt alanları barındırır. Ulusal mevzuatımıza göre (Anayasa 90. Madde) uluslararası sözleşmeler Resmi Gazete‟de yayınlandığı tarihten itibaren, ulusal mevzuatın üzerinde yer alır. Bu hükme göre devletin kendi yasalarında ÇHS‟nin aksine bir madde varsa bile, o maddeye göre değil, ÇHS‟deki maddeye göre davranılması gerekir. ÇHS‘nin dünyanın hemen hemen bütün ülkeleri tarafından onaylanması, insanlık açısından önemli bir başarıdır. Çünkü sözleşmeye onay veren ülkeler, kendi çocukları-

nın haklarını gözetmek üzere taahhüt ettikleri yükümlülükleri yerine getirmeye çalışırlar. Dünyada ÇHS imzalamamış olan iki ülke vardır. Bu ülkeler, ABD ve Somali‘dir. Çocuk hakları hakkında yazılacak, çizilecek öyle çok şey var ki aslında. Ben herkes için ufak bir giriş yapayım dedim yalnızca. Gerisi size kalmış, devir bilgi çağı, sadece iki tık ile dünya kadar bilgiye ulaşabilirsiniz. Ben yine de bunun için bir adres göstereyim hemen; Gündem Çocuk Derneği, çocuk haklarında çok aktif olarak çalışan, ülkemizdeki nadir sivil toplum kuruluşlarından biri. Buyurun araştırmanıza buradan başlayın: www.gundemcocuk.org “Çocuk hakları, insan haklarıdır!”

*** Yazının hazırlanmasında Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi, Söz Küçüğün Çocuk Hakları Akran Eğitimi Projesi Eğitmen Kılavuzu için Emrah Kırımsoy‘un hazırladığı bölümden yararlanılmıştır.


ŞİİR KÖŞESİ

BİR ŞİİR YAZSAM Nimet İnce Emekli Öğretmen/Samsun Bir şiir yazsam, İçinde kocaman bir dünya, En güzel kuşlar ötse, Çiçeklerin en güzelleri açsa! Bir şiir yazsam, Yüreğinde sadece sevgiler olan, Kavganın olmadığı şehirler, En güzel dostlukları yazsam! Bir şiir yazsam, Koynunda kimse aç kalmasa, Çocuklar özgürce koşsa oynasa, Gençler hayatı gülerek karşılasa! Bir şiir yazsam, Mısralarından mutluluk aksa, Herkes birbirini sevgiyle sarsa, Ülkesinde hiç savaş olmasa! Bir şiir yazsam, Bağımsızlık ve özgürlük koksa, Bayrağı her daim dalgalansa, İçinde hainler olmasa! Bir şiir yazsam, Ağaçları meyveden yıkılsa, Toprağında başaklar savrulsa, Dereler özgürce aka dursa! Bir şiir yazsam, Dilini tüm dünya anlasa, Bunun adı kardeşlik olsa, Tanımayan kalmasa! Bir şiir yazsam, Çocuk da duysa yaşlı da, Şarkılara beste olsa, Makamı da hicaz olsa! Bir şiir yazsam, Seli, felaketi olmasa, Depremler şakadan, Hortumlar kısadan olsa! Bir şiir yazsam, Bir volkan gibi patlasa, Hem para, hem huzur, Hem de sağlık saçsa!

BAHAR Esin Karaer toprak sevgisini söylüyor baharla birlikte toprak aşkını itiraf ediyor baharla birlikte çiçekler, böcekler, yapraklar... hepsi neşe içinde...


GÜNDEM

Hayatın İçinden

Nimet İNCE Emekli Öğretmen Bu ay 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı var. Bu bayramı Atatürk, Türk çocuklarının yanında tüm dünya çocuklarına armağan etmiş. Bu armağanı verirken, tüm büyüklere de çocuklarını sayma ve sevme misyonu üstlendirmiş. Kaçımız bu bayramı çocuklarımıza gerçekten yaşatıyoruz? Sözde onlar her gün bayramı hak ediyorlar ama: ―Senede bir gün, bir günü bile‖ onlara hakikaten yaşatıyor muyuz? Sevgili anne ve babalar, emekli bir öğretmen edası ile sormak istiyorum. Soruma dürüstçe cevap verir misiniz? Çocuklarınızı seviyor musunuz? Evet, dediğinizi duyar gibiyim. Çocuklarınıza dünyaya gelmek isteyip, istemediklerini sordunuz mu? Kafanızı iki yana salladığınızı görür gibiyim. Ya! Demek ki sormadınız. Sizin keyfiniz için geldiler dünyaya. Onların yiyecek, giyecek v.b. ihtiyaçlarını karşılıyor musunuz? Hepinizin, ―bu kadar da olmaz‖ dediğini duyuyorum. Haklısınız ama bu sizin vazifeniz, sevgi değil ki. Kaçınız çocuklarınız okuldan gelince ya da siz işten dönüp eve girince çok değil 15 dakika: onu hiç yargılamadan kirli ellerini, kirli önlüğünü, yırtıklarını, eksiklerini, kavgalarını, niyedir belli olmayan çırpınışlarını görmemezlikten gelerek, Yavrum, nasılsın? Bugünün nasıl geçti? gibi tatlı sözlerle onlara söz ve haklılık hakkı veriyorsunuz. Bazılarımız mı? Bana kızmayın da gelin dostça tartışalım, konuşalım, paylaşalım. Önce onları bize veren Allah‘a şükrederek yürekten sarılalım. Kıymetlerini bilerek, varlıklarına müteşekkir olalım. Vicdanımız ve olanaklarımız ölçüsünde ihtiyaçlarını karşılayalım. Hele hele onlara gerçekten değer verelim. Dinleyelim. İçlerini, duygularını, hislerini

size doya doya anlatsınlar. Fırsat verelim. Birer birey olduklarını hissettirelim. Ailemizin ve toplumuzun bir ferdi olduklarını keşfetmelerine yardımcı olalım. Kendilerine olan öz-güvenlerini kazanmalarına yardım edelim. Hep hatalarını, negatif yönlerini değil, önce artılarını görerek pozitif yaklaşalım. Önce onlar bizi anne, baba, öğretmen olarak eleştirsinler, buna müsaade edelim. Edelim ki sonra da bizim onlara eleştiri hakkımız doğsun. Sen sus, sen anlamazsın, sen koşma, sen otur, sen gülme, sen ağlama, sen uyuma, sen çocuksun..! Bu emirleri vermeden, yargılamadan önce en az dokuz kere düşünün. Çocuk size içinden, ―neden?‖ diyorsa, bir şeyler eksik kalıyor demektir. Komşunuz, akrabalarınız, patronunuz, işçiniz, arkadaşınız ya da aile bireyleriniz önemlidir değil mi? Ya çocuklarınız? Unutmayın; seli gider, kumu kalır. Aynaya bakınca kendinizi görürsünüz. Sakın onlardan şikayet etmeyiniz. Onlar sizin aynanız. Ne ekerseniz, onu biçersiniz. Yani daha 1-2 yaşlarından başlayarak onları da birey yerine koyacaksınız. Nesnelerin ve kişilerin kim olduğunu anlatarak, öğreterek onları hayata hazırlayacak ve kazandıracaksınız. Karşınızda bir büyüğünüz bir amiriniz varken nasıl söz ve hareketlerinize dikkat ediyorsanız; onların karşında da ‗aklımdayı‘ oynayıp, önemseyeceksiniz. Onlar her şeyi kasete sararlar. Öğrendiklerini günü geldiğinde olumlu-olumsuz iade ederler. Bunun farkında bile olmazlar. Komşunuza benzemezler, size benzerler, sizden aldıklarını yansıtırlar. Mini minileri, minik minik acımasızca eleştirmeden önce nerede hata yapıyoruz dersek onların hak ve özgürlüklerini sağlar, böylece egemen toplumun bağımsız bireylerini çekirdekten yetiştirmiş oluruz. Dilerim; bu bayramdan önce tüm ebeveynler, ―biz nasıl büyükleriz, neler verdik, neler veremedik,‖ diye kendi öz eleştirimizi yapabilir ve


sevgili çocuklarımızı büyükmüş gibi sayarak, küçükmüş gibi severek; bizim için önemli olduklarını hissettiririz. Haydi! O zaman bayrama beraber gidin. Arkadaş olun. Paylaşın. Azarlayarak, iteleyerek, kaş çatarak değil, biraz yorulacaksınız ama olur ya da olmazların nedenini anlatarak, ikna ederek, nazik ve gerçekçi bir sevgiyle yaklaşın. Onlar sizin yaşlılığınız. Unutmayın, önce çocuklarınız. Herkesten önce onlar. Çevrenizdeki herkes sizi doğasal olarak terk

eder ama en kötü evlat bile elin iyisinden iyidir. Hep beraber hem kendi çocuklarımızı, hem kimsesizleri, hem mağdurları, hem hastaları, hem muhtaçları hep beraber görelim, hep beraber sevelim. Onlar bizim çocuklarımız. Bizim eserlerimiz. Eserlerimizle övünelim. Tüm çocukların ―23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı‖nı kutluyor, sonsuza kadar egemen, bağımsız, özgür, sağlıklı ve mutlu olmalarını diliyorum.

YOGA NEFES MEDİTASYON KAMPI 19 – 23 MAYIS, FETHİYE PASTORAL VADİ - EKOLOJİK ÇİFTLİK Doğanın bir parçası olmak, senenin yorgunluğunu, stresini atmak, kendinizi keĢfetmek, gerçekten dinlenmek, bedeninizi yeniden yapılandırmak istiyorsanız bu kamp sizin için.

ĠNTEGRAL YOGA, YĠN YOGA, HATHA YOGA, PARTNER YOGA, YOGA MASAJ, BEDENĠ DOĞRU KULLANMA, NEFES TEKNĠKLERĠ, MEDĠTASYON, BĠO-ENERJĠ ÇALIġMAK ĠÇĠN VAKTĠ ÖZGÜRCE KULLANABĠLECEGĠMĠZ, ĠÇĠMĠZDEKĠ ÇOCUĞU SERBEST BIRAKABĠLECEĞĠMĠZ BĠR KAMP OLACAK. 4 gece 5 gün sonunda bir bebek kadar hafif, mutlu ve neĢeli hissedeceksiniz.

İletişim www.nedretgulcan.com 0532 246 07 15


GİRİŞİMCİ - LİDER KADIN

Melis Kop

Zeynep Atılgan Boneval'in Hikayesinden biraz bahsedebilir misiniz? Aklında soruları hiç bitmeyen birisi oldum ve yıllarca soruların cevaplarını aradım, bulduğumu düşündüğümde yeni sorularım vardı. Hep ‗bende bir sorun mu var, bu normal mi, değil mi?‘ derken, bir an geldi ki soru sormanın güzel bir şey olduğunu, hatta benim Hikayemin, soru sormak olduğunu fark ettim. 15 yıl süresince profesyonel iş hayatı içinde kendiniz & sevdikleriniz ile yaşam kalitenizi dengelemek kolay değildi. Özellikle son 5 yılım yoğun bir tempo ile yüksek sorumluluk gerektiren pozisyonda geçti, bu süreçte bir yandan edebiyat, sosyoloji, varoluşçu felsefe, psikoloji konularında birçok kitap okudum ve film izledim. Farklı düşünürler, yönetmenler, yazarlar, sanatçılar, farklı görüşler ve hayat Hikayeleri bana ayrı pencereler açtı. Kitap okumak edilgen bir aksiyondan, diyaloglara dönüştü. Ve kendimi doyurduğum, zamanın hızına karşı acele etmeden adım adım başka bir zaman ve boyutta ilerlediğim, ayrı bir dünyam oldu. Birçok zaman ‗tamam bu, bu yüzden böyleymiş‘ dedim, tarihi sebep sonuç ilişkilerini kavramaya başladım. Ve geçen sene, 15 senelik profesyonel iş hayatından sonra, hem farklı disiplinleri hem de farklı yaşam öykülerini insanlara yakınlaştıracak bir platform yaratabilir miyim, sorusuyla yeni bir merak ve keşif platformu yaratmak istediğime karar verdim. Aslında hepimizin merak ettiği konular, derinlerine inmek istediğimiz Hikayeler var, birçok kişinin hayat Hikayesini merak ediyoruz. Nasıl bir yer Hepsi Hikaye? Sinema, Müzik, Modern Sanat, Felsefe, Edebiyat, Seyahat, Fotoğraf, Edebiyat gibi farklı başlıklarda, konularında uzman hocalarımız eşliğinde, sürekli entellektüel keşfi ve öğrenmeyi mümkün kılmaya çalışan, sürekli sentezi, etkileşimi, soru sormayı ve paylaşımı teşvik etmeye çalışan bir platform.

Zeynep Atılgan Boneval

Okuldaki müzik, din ya da sosyoloji felsefe derslerini hatırlarsanız, çoğu öğretmen, sınav ve not korkusu ile tamamladığımız dersler oldu ve de aklımızda ne kaldı? Oysa bunların hepsi insanı; varoluşu, birbiri ile ilişkisini, eserlerini, nereden gelip nereye gittiğini anlamaya çalışan, insana adanmış bilimlerdir. Özellikle bütün dünyada ekonomik, kültürel, siyasi ve de bireysel sorgulamalar ve öz-hesaplaşmalar yaşadığımız bu dönemde, tüm bu bilimlerin dünü anlamak, bugünü kavramak ve de yarının olası sonuçlarını algılayarak bilinci olgunlaştırmak için birer aracı olduğunu düşünüyorum. Hepsi Hikaye‘de insanoğlunun içinde bulunduğu her farklı dönemde hem entellektüel, hem ahlaki, hem de estetik algılayışlarını, söylemlerini, eserlerini inceleyerek geriye doğru bir görüş, zevk ve derinlik kazanmayı arzuluyoruz. Bir yandan yeni bilgiler edinip, farklı perspektiflerden bakmaya, bir yandan da günlük rutin hayatın ezberini bozmaya çalışıyoruz.


Hayata dair, insana dair, insanın var oluşuna dair farklı disiplinler de bizim yol göstericimiz. Hepsi Hikaye‘nin en önemli faydası yoğun tempolu hayatlarımıza ve dinamik gündemimize entellektüel paylaşım ve gelişim molaları vermesi. İsmi nerden çıktı? Burası aslında bir Hikaye evi. Farklı disiplinlerin, eserlerin, insanların, yaşam Hikayelerinin buluştuğu bir durak. Disiplinler farklı bakış açılarından ve algılardan hep insanın Hikayelerini anlatıyor. Müzik de bir Hikaye anlatış biçimi, farklı bir duyuya hitap ediyor; resim de farklı bir Hikaye anlatış biçimi... Hepsi de yaşam Hikayelerinin buluştuğu bir nokta. O yüzden adı: Hepsi Hikaye. Bir yandan da ironik bir anlamı var ki, birçok şey kendimizden çok daha önemliymiş gibi yaşıyoruz, ama bir bakıyoruz ki hepsi Hikaye... Kimlere hitap ediyor Hepsi Hikaye? Tüm beyni acıkan kişiler için, ister yoğun tempoda çalışan kişiler olsun, ister esnek yaşantısı olan kişiler olsun. Günümüzde hepimiz çok fazla veri, uyarıcı ve seçenek içinde boğulmuş durumdayız, gün içerisinde gelen birçok e-posta, cevaplamamız gereken birçok soru, çözmemiz ve organize etmemiz gereken birçok konu var. Dolayısıyla kendimize ilham verecek, hakkında yeni bir şeyler öğrenmek istediğimiz konuları derleyip toparlamak çok mümkün olmuyor. Böyle bir tempo içerisinde olan herkes, ister akşam ister gündüz kendi zamanlamasına uygun olacak şekilde, arzu ettiği bir konuyu işleyen atölye çalışmasına katılabilir. Hepsi Hikaye size nasıl bir katkıda bulunuyor; siz ondan nasıl besleniyorsunuz? Hayatınızda nasıl kapılar açıldı? Burada sürekli çok değerli uzmanlar, hocalar, ustalar, sanatçılar ve katılımcılarımız ile tanışıyorum, onlardan sürekli yeni bilgiler öğreniyorum. Tüm atölye ve sohbetlere katılıyorum, sürekli entellektüel etkileşim içinde olduğum, sürekli beynimin sınırlarını zorladığım bir ortamdayım. Daha güzel ne olabilir ki! Hepsi Hikaye‘yi hem doyurucu, hem dinamik hem de farklı zevklere hitap edebilir kılmak için de profesyonel iş hayatımdan getirdiğim iş geliştirme, proje ve zaman yönetimi tecrübemi kullanarak - sürekli yeni projeler üretmeye çalışıyorum. Mesela Şubat ayında başlattığımız ―360 Derece Aşk Günlerimiz‖ bunlardan birisi; Edebiyatta Aşk, Felsefe‘de Aşk, Sinema‘da Aşk, Aşkın Psikolojisi, Aşkın Ritmi gibi 20 farklı başlık ile 20 farklı konuşmacımız ile her yönüyle AŞK‘ı konuştuk, tartıştık. Amacımız her 4 ayda bir bir kavramı ele alarak, bu kavramı farklı bakış açıları, farklı uzmanlar ile 360 Derece‘den incelemek,

zihinlerimizi, gönüllerimizi ve görüşlerimizi çarpıştırıp buluşturmak. Mayıs ayında 360 Derece İlham Sohbetlerimizi gerçekleştireceğiz. Kariyerini değiştirmek, hayatını bambaşka bir yola sokmak isteyen kadınlara neler tavsiye edersiniz? Öncelikle tüm kadınların içinde sönmeyen bir ateş olduğu kesin, hepimizin içinde yaratma, dönüştürme ve de değiştirme gücü var. Hem kendimizi hem de çevremizi. Hayaller gerçekten kişinin kendisine ait ise, er ya da geç onların peşinden gitmemek bence yaşadığımız sonlu hayatta kendimize değer vermemek anlamına gelir. Çünkü acaba onları neden istedik ve o yollar bizi nereye götürecek ve de neler keşfedeceğiz? Bunları deneyimlemek hayatta olmanın en büyük lüksü. Kendi yolculuğuna çıkmak biraz yalnız, biraz sabır, özveri gerektiren, adım adım bir yol. Kısa vadeli çözüm önerilerine, 1 günde hap gibi değişim ve gelişim vaatlerine inanmayın diye tavsiye ederim. İhtiyacınız olan cesaret ve inancın, başkalarının gözlerinde veya iki dudağı arasında değil de, sadece içinizde olduğuna inanın. Kendi Hikayenin peşinden gitmenin en büyük hediyesi nedir? Kendin olmak, yolda olmak, sürekli ve yeniden kendini doğurabilme özgürlüğünü kendinde bulmak...


ÇALIŞ ( K ) AN KADIN

Çalışkan Bir Kadın ! Şebnem Oakman Endüstri Mühendisi

―Şükretmek lazım‖ diye söylendi kendi kendine. Başlarını sokacak, iyi kötü bir evleri vardı ya, sırtları yere gelmezdi. Kocasının emekli maaşı azdı az olmasına ama geçinip gidiyorlardı. Bu işi buluvermişti işte, gündelik işlerden sonra bu aylıklı iş ilaç gibi gelmişti. Biraz geç çıkıyordu ama olsun, maaşı olacaktı ilk defa. Ev işi yapmaya ne vardı, hiç yüksünmüyordu bundan, ekmek parası değil mi, hem evin hanımı kibardı, anlayışlıydı. Bir de şu kocasına iş bulunsa, parasında değildi, adamcağız sıkılıyordu evde. Erkek kısmının fazla evde oturması hayırlı olmuyordu, takıyordu bir şeylere, akşamları yok yere tartışma çıkıyordu. İki sene önce emekli olduğundan beri evdeydi kocası, uğraşı da yoktu pek arkadaşı da, haber izler, biraz dolanır, gelir demlik demlik çay içerdi evde. Kayınbiraderi de böyle işsiz kalmıştı yıllarca, sonra hastalıklara karmıştı, en çok ondan korkuyordu. Utana sıkıla evin hanımına da ricacı olmuştu, iş bulsun diye. Salonu bitirmek üzereydi, yarım saatten fazla dağınık toplamak zorunda kalmıştı temizlikten önce. Evin oğlu çok dağınıktı, annesinden azar işitiyordu durmadan. Okul servisinden o alıyordu oğlanı, öyle de sevimliydi ki kerata, konuşup duruyor, güldürüyordu onu annesi gelene kadar. Her gün değişik bir şey istiyordu, tost, gözleme, yumurtalı ekmek... İşi ne ki, üşenmeden yapıyordu. Annesi ile yemeyen oğlan onunla yiyordu bir güzel. Çocuktu işte, pijamalarını yere atıyor, oyuncakları toplamıyor, ödevlerini yapmıyordu. Kendi oğlu da öyleydi o yaştayken, halbuki kızları ne kadar farklıydı. Onlara bir kere ―Odanı topla, ödev yap‖ dememişti. ―Erkek kısmı geç olgunlaşıyor‖ diye düşündü, ―Her şeyleri geç oluyor onların, ne yaparsın...‖ Evin hanımına da demişti böyle ama kadıncağız eve çok yorgun geliyordu işten, sabrı tükenmiş oluyordu besbelli, oğlan delirtiyordu onu. Kadın ondan sadece üç yaş küçüktü, ama oğlu daha yedi yaşındaydı, geç evlenmiş, geç çocuk yapmıştı.‖ Okumuş, işe girmiş, bu devirde böyle oluyor‖ diye düşündü. Evli kızı da çocuk yapmayı istemiyordu daha, çalışacak, yükselecekmiş. Kuzusuydu o, gurur duyuyordu kızıyla, üniversite bitirmişti bugüne bugün, hem de masa başı iş bulmuştu. Verdiği azıcık harçlıklarla kıt kanaat okumuştu yavrucuk, küçük kız kardeşini de sınava çalıştırmıştı üstelik arada. İkinci kız da kazanmıştı üniversiteyi. O da teklemeden okuyordu iki senedir. Oğlansa lisedeydi daha, ama o çok üzüyordu annesini. Karnesi berbattı. Ne varsa şu internet kafe‘de, her


gün oradaydı. Babası da, küçük çocuk olduğundan mıdır nedir, pek yüz veriyordu ona. ―Üstüne varma oğlanın, ergen oluyor‖ deyip duruyordu. Öyle çok baskı görmüştü ki babasından, oğlanı sıkmak istemiyordu. İyi de, o kadın haliyle tek başına nereye kadar mücadele edebilirdi ki? Geçen gün okuyamadığı için nasıl üzüldüğünü anlatmıştı oğluna, kadın kısmı diye okutmamışlardı ilkokuldan sonra. Oysa o okulu, öğretmenini, kitapları ne kadar çok sevmişti. Ağlamıştı günlerce. ―Aman canım okuyanların da hali ortada, evlenip evinin kadını olursun‖ diyen annesine o gün hak vermemişti, şimdi de vermiyordu. On bir yaşın saflığıyla oturup üç sayfa yazı yazmıştı, ―Okumaya özlem‖ diye. Bugün bile dolabın, kimsenin ulaşamadığı bir köşesinde saklardı o yazıyı. Bu özlemle, kızları okusun diye her şeyi yapmıştı, gündelik temizliğe gitmiş, dikiş dikmiş, örgü örmüş, her fırsatı değerlendirmişti. Kocasının maaşı yetmezdi ki yoksa. Kızları onu üzmemişti ama bu oğlan, ah bu oğlan... Aslında kafası çalışıyordu ama haylazlık ediyordu. Bir de nasıl bir okuldu bu, anlamamıştı, konuşmaya gitmişti öğretmenleri ile kimse tanımıyordu oğlanı, adam gibi yüzüne bakıp konuşan olmamıştı onunla. Oğlan yemin billah ediyordu, ―Anlatmıyorlar, tahtaya yazıp gidiyorlar, anlatsalar valla anlarım‖ diye. Ona kızsa da bir tarafı hak veriyordu. Ders de aldıramazdı, para ancak yetiyordu boğazlarına. Yatak odasına gelmişti sıra. Çarşafları, nevresimleri değiştirdi, yatağı çekip derin temizlik de yapacaktı bugün. Aldığı paranın hakkını vermek istiyordu. Evin hanımı gelince şöyle bir temizlik kokusu alsın. Bir de mis gibi yemek yapardı temizliği bitince... Yoruluyordu yorulmasına ama içi rahattı. Bu insanların evde birisine ihtiyaçları vardı, onun da paraya. Geçiştirmeyi sevmiyordu, üstünkörü iş yapmayı da. Ona söylenmeden eksikleri görür yapardı. Birkaç hafta içinde rahatlamıştı evin hanımı, baştan şüphe ile yakalamıştı ona, söylemişti de zaten açık açık. ‖Olumsuz tecrübeler oldu, deneme süresi yapalım, bakalım karşılıklı memnun kalacak mıyız?‖. Bu ―Karşılıklı‖ lafının ne demek olduğunu gayet iyi biliyordu, kadın memnun olmalıydı ondan çok. ―Hakkı da var.‖ diye düşündü. ―İşin buysa onu da iyi yapacaksın‖. Bir gece önce, ―İnanır mısın, şirkette ne insanlar var?‖ diye dert yanmıştı ona kadın. ―İş beğenmezler, yapmazlar, delirtiyorlar insanı, seni anlattım onlara, valla örnek alınması gereken kadınsın.‖. Gururla dolmuştu. Daha da çok iş yapardı bunun üzerine. ―Hatta biraz dinlen, bu kadar yorma kendini.‖ Dinlenmeye gerek yoktu ama yine de düşünülmek hoşuna gitmişti. Karşısına kimler çıkmıştı, ilk defa kadir kıymet bilen bir kadına rastlıyordu. Evli kızını arayıp anlatmıştı akşam. ―Bir tanesin sen, annem benim‖, demişti kızı, ―Senin değerini bilen birileri çıkmış ne güzel. Biraz dayan, maaşım artacakmış, çalıştırmam seni.‖ Gülümsetmişti onu böyle diyerek kızı ama onun artık başka bir hayatı vardı, çocukları olacaktı yakında belki, ―Herkesin kendi derdi var kızım, siz mutlu olun da başka şey istemem ben.‖ demişti iç ferahlığıyla. Yatak odasından çıkınca beş dakika oturmaya karar

verdi, gözü saatteydi yine de, oturup kalmak istemiyordu. Daha yapacak çok işi vardı ve zinde hissediyordu kendini. Beş dakikalık dinlenme yeterdi, çoktu bile. Salondaki sallanır sandalyeye oturdu, hafif hafif sallanmaya başladı. Sabah altıda kalkmıştı, oğlanı geçirip otobüse atlamıştı hemen. Gözleri ağırlaştı. Oğlanın durumu ne olacak diye düşünmeye zorladı kendini ama bir süre sonra düşünceler bulanıklaştı. Tatlı tatlı bastıran uyku, yavaşça kapanan gözler, sokağın uğultusu... Usul usul teslim oldu uykuya. Israrla çalan telefonla, panik içinde açtı gözlerini. Saatine baktı, bir saat uyumuştu demek, olacak iş miydi bu? Arayan evin hanımıydı, akşam toplantısı vardı, bir saat daha kalabilir miydi? Kalırdı tabi, ne kadar isterse, hiç sorun değildi. Alelacele toparlanıp işlerine döndü. Çalışmak lazımdı, uğraşmak, didinmek... Başka türlüsü nasıl olacaktı ki?


AVANGART ANNE

Köle Karınca olmak ve yetiştirmek istemiyorum !!! Banu Seziş Bu başlık da ne şimdi böyle, diyebilirsiniz. Şimdiye kadar sadece bebek gelişimi, doğum hakkında son derece yumuşak ve sevimli konular üzerine yazıyordum. Birden bire bu da ne şiddetli giriş böyle!!! diye geçebilir içinizden. Otuzlarının ortasına koşarak gelince, geriye dönüp bir arkasına bakmak ve gördüklerini yeniden yorumlamak için biraz soluklanmak ihtiyacı duyuyorum. Yaş 35 yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün... dizeleri her gün kafamda çınlayıp duruyor. Öyle de hayatı özümsemek için ne zaman duracağım, onu hiç bilemiyorum. Şöyle ki : Günlük programım bir çocuk annesi, eş ve çalışan olarak

gece artık elma filan yok, verdiğimde yeseydin!‖ ―Peki anne, sadece yiyebilir miyim diye sormuştum.‖ AHH AHH !!! En zayıf noktalarımı nasıl da biliyor. En son masalı okuyup 23:30‘da uyumuşsa, ―Tanrım, artık Banu için de bir şey yapabilirim! Bir kitap mı okusam? Ya da ne zamandır aldığım ve izlemeye vakit bulamadığım filmi mi seyretsem? Yoksa yıllardır gözüme kestirdiğim dolapları mı toplasam? Biraz da spor yapmalıyım... Uffff ! Hayır yatacağım. Hiç halim yok! zzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz Evet bu düzen üzerinde nasıl durup da düşüneceğim. Düşünmeye bile vakit bulamıyorum ki... Ama şunu biliyorum: Bu halim mevsim dönüşlerinde gerçeklesaat 06:45'te yataktan kalkışla başlıyor şen basit bir depresyon veya daha ciddi bir değişiklik 07:45 ofiste - 18:30 işten çıkış ve trafikte ihtiyacı. Acilen bir şeyler yapmalıyım! 20:00 eve nihayet varmakla da devam ediyor... Aklıma yıllar önce seyrettiğim bir belgesel film geliDaha kapıdan adımımı attığım anda pusuda bekleyen yor. Kırmızı karıncalar diğer küçük kolonilere casusoğlum üzerime saldırıyor... ―Anne hadi gel ları vasıtasıyla baskın düzenleyip ana kraliçeyi etkiBen10'cilik oynayalım, sen Gwen ol!‖ siz hale getiriyorlar ve kraliçe bütün karıncalara birBazen de ―Anne, bugün Gülümse okula Ariel'in kita- birlerini öldürme emri veriyor. Bütün canlılar öldükbını getirmiş, onu okuduk vs. vs.‖ diye devam editen sonra kırmızı karıncalar koloniye girip yumurtayor... Neyse bu enerji yumağını bir şekilde bertaraf ları kendi kolonilerine taşıyorlar. Burada doğan kaedip üstümü değişiyorum ve sofraya oturuyorıncalar artık köle karıncalar. Baş kaldıramıyorlar. ruz... (Evet, bu konuda çok şanslıyım, çünkü eşim Çoğu zaman o koloni dışından olduklarının farkına eve benden erken geliyor ve yemekleri o hazırlıyor.) bile varmadan yaşayıp ölüyorlar. Nasıl yani? Ben de Yemek için acele ediyorum çünkü Tunca kolumu çe- kaçırılmış bir karınca mıyım yoksa? Peki, oğlum, o da kiştirip duruyor. ―Hadi anne oynayalım. Hadi anne mı yıllarca okuyup, çalışıp, didinip sonunda benimki oynayalım. Hadi anne oynayalım...‖ gibi bir hayat koşuşturmacasına girecek? Bu nakarat sürekli yenileniyor. Evet, ülkemizin şartlarında rahat yaşıyorum. Kazan5 dakika daha oyun için sabretmeye ikna etmeye cım iyi ama karşılığı hayatım mı? Ne zaman gözümü çalışıyorum, oğlumu oyalayacak oyunlar bulmak için açıp da sadece çalıştığımı göreceğim! Bazen 5 dakika beyin fırtınası yaparak yemeğimi 5 dakikada bitiriyo- bir yerde durup aynı noktaya manasızca bakabilmeyi rum ve sofrayı toplamaya başlıyorum. öyle özlüyorum ki! Şimdi sıra oyuncaklarının başına oturmakta ve onu bir süre de olsa kendim için en uygun pozisyonda ( ki bu çoğu zaman yatarak veya ayaklarımı uzatarak yapabileceğim bir aktivite) kalabilmek için iknaya çalışıyorum. Daha enerjik bir günümdeysem oğlumla evin içinde kovalamaca oynarken buluyorum kendimi… Saat 23:00'e doğru binlerce istekle ve numarayla atlatmaya çalıştığı yatma faslına geçebildiysem şanslıyım. ―Hadi oğlum yat.‖ ―Anne, elma yiyeyim mi?‖ ―Hayır, 3 dilim pasta yedin, yat artık!‖ ―Ama anne, elma yemezsem büyüyemem ki!‖ ―Hayır, oğlum bu


ÇOCUK EĞİTİMİ

HIGH/SCOPE Programı

Yrd. Doç. Dr. Leyla FETİHİ Marmara Üniversitesi Okulöncesi Eğitimi A.B.D. Öğretim Üyesi High/Scope Programı Eğiticisi Etkin öğrenme, High/Scope Programı‘nın temel sürecini oluşturur. Etkin öğrenme şu şekilde tanımlanabilir; ―çocuğun yeni bir anlayışı nesnelerle uğraşarak ve insanlarla, fikirlerle, olaylarla etkileşime girerek zihninde yapılandırdığı bir öğrenme şeklidir‖ (Hohmann ve Weikart, 2000). High/Scope Programı‘nda sınıf çeşitli etkinlik köşelerine bölünmüştür, örneğin, blok ve inşa köşesi, evcilik köşesi, kitap köşesi, kum ve su köşesi, sanat köşesi gibi. Köşelerde çocuklar farklı türde oyunlar oynayabilirler (Hohmann ve Weikart, 1995). High/Scope Programı‘nda inanılan görüş şöyledir; çocuklar kendi kişisel ilgilerini ve amaçlarını gerçekleştirdiklerinde en iyi şekilde öğrenirler. Gün boyunca çocukların materyaller ve etkinlikler arasından seçim yapmaları teşvik edilir. Çocuklar gün boyunca keşifler yaparlar, sorularını sorup, cevaplarını bulurlar, problem çözerler, sınıftaki arkadaşları ve yetişkinlerle ilişki kurarlar. Tüm bu girişimler değerli hayat dersleridir. Ayrıca bu sayede duygusal zekâları da gelişmektedir. Bu programda inanılan görüşlerden bir diğeri de şudur; eğer yetişkinler destekleyici ve sevecen olurlarsa, çocuklar da başkalarıyla kurdukları ilişkilerde destekleyici ve sevecen olmayı öğrenirler (Hohmann ve Weikart, 1995). High/Scope Programı çocukların çok-yönlü gelişimine önem verir. Çocukların istek ve ihtiyaçlarını dinlemek, anlamak ve kabul etmek onları zamanla bağımsızlaştıracak ve kolaylıkla problemlerini iletişim becerileri yoluyla çözebilir duruma getirecektir. High/Scope Program‘ında tutarlı bir günlük program sayesinde çocuklar gün boyunca olan olaylarla ilgili kontrol duygusuna sahip olurlar. Böylelikle günlük programın akışını çocuklar önceden kestirebilirler. Bu onlara güven verir. Planla-Yap-Hatırla (P-Y-H) döngüsü günün temel parçasını oluşturur. P-Y-H, inisiyatifi, öz-güveni, başarı duygusunu arttırır. Çocukların problemleri tartışmaları teşvik edilir. Böylelikle çocuklar sosyal yeteneklerini geliştirirler ve davranışlarının başkaları üzerindeki etkilerinin farkına varırlar.

High/Scope Programı‘nda, yetişkinlerle çocuklar arasında geliştirici, besleyici bir dayanışma vardır. Çocuklar kendilerini emniyette hissederler. Sıcak ve ilgili bir atmosfer vardır. Bu programda yetişkinler arasındaki işbirliği vurgulanır. Bu işbirliğini sağlayabilmek için destekleyici bir ortama ve karşılıklı saygıya gereksinim olduğu bilinir. KAYNAKLAR Hohmann, M. ve Weikart, D.P. (1995). Educating young children: Active learning practices for preschool and child care programs. Ypsilanti,Michigan: High/Scope Press. Hohmann, M. ve Weikart. D. P. (2000). Küçük çocukların eğitimi: Okulöncesi ve çocuk bakım programları için etkin öğrenme uygulamaları. S. Saltiel Kohen ve Ü. Öğüt (Editörler). Hisar Eğitim Vakfı Yayın No.1. İstanbul: Yeşerim Matbaacılık.

CHILDREN OF THE NEW WORLD

Children of the new world on line dergisi özellikle bugünün İngigo ve Kristal Çocuklarının gelişen ihtiyaçların a adanmış yepyeni, biricik, önde gelen bir yayındır. www.childrenofthenewearth.com


CAN SAĞLIĞI

Asidik Beslenme Sonucu Dokularınızın ve Kanınızın Alkalin Durumdan Çıkarak Asidoz Duruma Geçmesi Enis KIRIMLI BioMedikal Mühendis - Sağlıklı Yaşam Koçu Kanın pH-Değeri 7,4 dür, yani hafif bazik olup bu değer 7,35-7,45 arasında hafif değişebilir. Vücudumuzdaki birçok metabolizma hareketi sonucu (proteinler parçalanınca fosforik asit, sülfirik asit, yağlar; karbonhidratlar parçalanınca da asetik asit ve karbonik asit oluşur) asit oranı yükselir ve bunun beli bir zaman sonra yeniden normal seviyeye gelmesi gerekir. Bazik olan mineraller (potasyum, sodyum, kalsiyum, magnezyum) gibi) kanın asit-baz dengesini sağlamada önemli rol oynarlar. Bilindiği gibi tuzun yapısı sodyum ve klorid isimli iki elementten oluşur. Şayet kişi aşırı et, peynir ve süt ve mamulleri, tatlılar yer ve siyah çay, sigara ve alkol içerse kandaki pH-değerinin asitleşmesine sebep olur, çünkü bu besinler asitleşmeye neden olurlar. Bağırsaklarda pH-Değeri 5-7 arası olması gerekir, yani hafif asidik bir ortam olması gerekir. Bağırsak florasının en önemli faydalı bakterisi olan laktik asit bakterileri (süt asidi bakterileri) ancak bu ortamda yaşayabilirler. Bagırsak florasını oluşturan bakteriler lifli besinleri parçalayarak yağ asitlerine dönüştürürler, bu insan sağlığı için çok önemlidir. Bağırsak florası aynı zamanda B12 ve K2Vitamini gibi önemli vitaminleri de yapar. Bu ne demek: bu kişi şayet lifli besinler (sebzeler, meyveler ve kepekli un mamulleri) yemezse avitaminoza (vitamin yetersizliği) ortaya çıkar. 

Bağırsaklardaki zehirli gaz dışarı atılmazsa sindirim salgılarına karışır ve zehirlenmeye neden olur. Kalp kaslarının pH‘sı 6,9 yani çok hafif asitli ortamdadır, fakat 6,5′in altına

  

düşerse kalp krizi olur. Lenf bezi asitleri asidik tuza çevirirken şişer. Asidoz nedeniyle mantarlar özellikle de bağırsak mantarları çoğalır. Asidozla birlikte amonyak, aflotoksin ve aldehidler çoğalır ve bunlar başta karaciğer ve beyine zarar verirler. Asidoz nedeniyle küçük kan dolaşımı anormallikleri ortaya çıkar ve basur oluşur. Tatlı besinler metabolik değişimler sonucu aside dönüşür. Bu asidi atmaya çalışır atamazsa curufa dönüştürerek

depolar. Fazla yağlar (et ve peynir) asetik aside bu da asetik tuzuna dönüşür. Bu nedenle et mamullerindeki protein ürik aside dönüşür, bu da ürik asit tuzuna dönüşerek curuf şeklinde depolanır. Asitler asidik tuza dönüşürken aşırı oranda sodyum, potasyum ve kalsiyum gibi mineraller harcanır. Asitleri nötrleştirmekte veya hücre yapımında kullanılması gereken mineraller azalır. Hücre asitlenmesi ve curuflanması nedeniyle hücreler sertleşir. Örneğin Eritrozitler sertleşince oksijeni ve besleyici maddeleri hücrelere kadar taşı-


 

 

 

yamaz çünkü esnekliğini kaybeder. Asidoz nedeniyle nefes darlığı ortaya çıkar çünkü eritrozitler oksijen taşımakta ve kılcal damarları büzmekte zorlanır. Asidozla birlikte kanda protein de varsa kanın akışı yavaşlar çünkü koyulaşır. Curuf için harcanan mineraller saç, tırnak ve kemikten alındığından (osteoporoz), kemiklerin yoğunluğu azalır, tırnaklar kırılır ve saçlar dökülür. Curufun sertleşmesi deride şişliklere yani selülite sebep olur. Asidoz nedeniyle iğne şeklinde asit kristalleri oluşur ve bu kristaller kıkırdakları tahrip eder ve neticede diskler de beslenemez ve disk fıtığı görülür ve eklemler deforme olur. Asit kristalleri sinir hücrelerine batar ve sinirsel ağrılar görülür. Asit kandaki kalsiyumu kendine bağlar, kanda kalsiyum bulamazsa damarların iç duvarındaki kalsiyumu alır ve burada da bulamazsa kemiklerden kalsiyum alır. Alınan kalsiyum yerine kolesterol görev alır. Şayet sürekli azalan kalsiyum yerine kolesterol eklenirse damarlar sertleşir. Sertleşen bu damarlarda mesela tansiyonun yükselmesi ile birlikte iç duvarda çentikler (küçük yırtılmalar) görülür. Bu yırtıklar da kolesterolle yamanır ve damarlar sürekli sertleşir. Asitlenmenin artmasından dolayı dokularımızın zarar görmesini engellemek amacıyla kolesterol, seviyesini artırarak yağı dokularımıza basar. Fakat korumak amaçlı artan

kolesterolün uzun süre bu seviyelerde kalması damar yapısını bozduğu gibi aynı zaman safra kesemizde taş oluşumunu başlatır. Kemoterapi gören ağır hastalarda aşırı hücre ölümü görülür, hücre ölümleri kandaki ürik asidi artırır. Bu nedenle kalsiyum azalır ve kemik erimesi görülür. Kalsiyumu acil olarak damardan takviye etmek gerekir. Fosfor asitli içecekler (Gazlı içecekler) kandaki ve kemikteki kalsiyumu dışlar ve onun yerine geçer. Böylece kemik erimesi görülür. Romatizma bir asidoz hastalığıdır. Et ve peynir yiyenlerde aşırı oranda ürik asit görülür. Bunu asidik tuza çevirmek için aşırı oranda X-Elementleri (sodyum, potasyum, kalsiyum, flor, klor, magnezyum vb.) gerekir. Ürik asit, ürik asit kristallerine dönüşerek depolanır. Böbrekler belli miktarda ürik asidi dışarı atar. Şayet protein alımı devam ederse veya çürük diş varsa (bu da sürekli protein parçalanmasına neden olur) böbrekler bu kristalleri dışarı atamazsa, ürik asit tuzuna çevirerek depolar ve bu kristaller de dokuya batarak ağrı verir.

Tüm bunları göz önünde bulundurarak alkalin beslenmeyi öğrenmemiz ve yaşamımızdaki kısır döngülerimizden çıkmayı denememiz gerekmektedir. Gelecek ay yazacağımız konular içinde alkalin beslenmeden ve sindirilmeyen gıdalardan söz edeceğiz.

AİLE AKUPUNKTUR SEMİNERİ - MANYETİK AKUPUNKTUR (20 SAAT) HBM Manyetik Akupunktur Kupasi Çin Akupunktur Akademisi tarafından

…elektriksiz, iğnesiz, yuva aramadan, şemaya bakarak, kendi kendinize uygulanabilen, g ü venli, etkili, verimli aile akupunkturu olarak tavsiye edi lmektedir (Teferruatlı bilgi kullanım rehberindedir.) Sunulacak ders programları bizzat kendilerine takdim edilecektir www.uygur-akupunktur.com.tr


YEMEK KÜLTÜRÜ

Pratik Yemek Bilgileri - 3 Gülseren Aygün Sevgili Gençler; Bu ay sizlere çorbalarda ve ızgara ya da tavada yaptığınız et ve balık yemeklerinde kullanabileceğiniz beyaz salçalar hakkında bilgiler vereceğim. İşte tarifleri; AK MİYANE Derin bir tava veya tencereye 125 gr. yağı koyun (Tereyağı, margarin veya sıvı yağ olabilir). Ateşte eritip içine 2-3 kaşık un ilave edin. Tahta kaşıkla iyice yağı yediriniz ve kavurma işlemini mutlaka hafif ateşte yapın. Kesinlikle rengi koyulaşmamalı, krem rengini almalıdır. Kavurma işlemi bitince ocağı söndürüp soğumaya bırakın, sonra kavanoza doldurup ağzını sıkıca kapatın. Lazım olduğunda istediğiniz miktarını kullanabilirsiniz. ESMER MİYANE Ak miyanenin aynısıdır. Ancak unu kavururken fındık kabuğu rengini alana kadar kavurma işlemine devam etmelisiniz. Bu iki miyane, yemeğin cinsine göre yapılıp, et, tavuk, balık yemeklerinde kendi suları ile ıslatılıp salça haline getirilerek kullanılır. NOT: Karıştırılarak pişirilen tüm yemekleri ( çorba, krema, miyane vb.) tahta kaşıkla ve daima aynı yöne döndürerek karıştırın. Aksi halde sosunuz da salçanız da bağlayıcılığını kaybeder. SİRKELİ MİYANE Bir kapta esmer miyane yapın, yağsız et suyu (soğuk) ilave edin. Boza kıvamına getirin, 1 yaprak defne, 2 çorba kaşığı sirke, 1 diş dövülmüş sarımsak, ½ çay kaşığı kekik, 1 tane karanfil, 1 çimdik kara veya beyaz biber ilave edin. 10 dakika ağır ateşte karıştırarak pişirin. Tadına bakarak tuz ilave edin, el mikseri ile iyice parçalayın veya süzgeçten geçirin. ( Tavada kızartılan et ve köftelerde kullanabilirsiniz)

BEŞAMEL SOS Ak miyane yapın, içine 1 çay kaşığı hindistan cevizi rendesi ilave edin. Yağlı soğuk süt akıtarak iyice karıştırın. Tuz, karabiber ilave edip hafif ateşte koyulaşıncaya kadar pişirin. Sonra çok ince kıyılmış maydanoz ekleyip, karıştırın. Bazı haşlanmış sebzeler ve balıklarda kullanılır. Lezzetli bir salçadır. SARIMSAKLI SALÇA Kabukları ayıklanmış 8-10 diş sarımsağı bıçakla inceltip kıyın. 1 yemek kaşığı sirke, biraz tuz ve karabiberle birlikte bir kap içinde ateşe oturtun. Çevire çevire biraz pişirin. Yarısı içme suyu yarısı et suyu ile dolu 1 su bardağı karışım sıvıya 1 yemek kaşığı esmer miyane katıp tencereye ilave edin, karıştırarak pişirin. Sos kıvamına gelene kadar kaynatın. Yemek zamanı 4-5 kornişon turşuyu incecik kıyarak sosa karıştırın. Sosluğa alarak sofraya götürün. Sığır ve dana etleri ızgaralarının yanına çok yakışır. YEŞİL SALÇA 1 demet maydanoz, 1 demet dereotunu ayıklayıp, yıkayınız. Küçücük bir kapta 1 su bardağı su kaynatın,yeşillikleri içine atın, 1-2 dakika haşlayın, sonra süzün. 4 adet taze yumurtayı katı haşlayın. Sarılarını ayırın, az tuzla tatlandırın. Yumurta sarıları ile yeşillikleri karıştırıp, mikserin parçalayıcı ucu ile püre haline getirin. Sofrada sunacağınız tabağa yerleştirdikten sonra üzerine limon suyu ve zeytinyağ gezdirin. Yeşil sos, bütün soğuk yenen etlerle birlikte önerilir.


ADVERTORYAL

ATAŞEHİR YEMEK ATÖLYESİ Eğer çalışıyorsanız ve ―akşama eve ne yemek götüreyim‖ diye düşünüyorsanız veya önemli bir gününüzde yemeklerde mükemmelliği yakalamak istiyorsanız Ezgi Yemek ve Gıda sizlere şu imkanları sunuyor: 1. Ataşehir Yemek Atölyesi pazar hariç her gün sabah 11:00-18:00 saatleri arasında açık olup 12:00-14:30 arasında öğlen yemeği menüleri ile ―kendi kendine servis‖ mantığıyla çalışmaktadır 2. Bünyemizde hijyenik koşullarda ISO 22.000 belgesine uygun olarak günlük hazırlanmış Türk Mutfağı‘nın leziz menüleri sunulmaktadır. 2. Menü dışındaki yemeklerimiz kilograma göre liste fiyatından fiyatlandırılmıştır. Lütfen listemizi 0(216) 455 10 70 ve 456 77 97 no.lu telefonları arayarak öğreniniz. (Fiyatlarımız piyasaya göre yerinde üretim imkânımızdan dolayı daha uygundur.) 3. Önemli günlerinizde 1 gün öncesinden (saat:08:0018:00 arasında) veya akşam vakti eve hazır yemek alıp götürmek istediğinizde öğlen vakti arayıp sipariş verebilirsiniz. 4. Yılbaşı, bayram gibi özel günlerde sipariş yoğunluğu oluşacağından siparişlerin en az 3-4 gün öncesinden verilmesi uygundur. 5. Kozyatağı'ndaki Ezgi Yemek Lokantası Yolbulan Plaza içerisinde yine yerinde üretim ile öğlen yemeği hizmeti vermektedir. Ayrıca özel iş ve gün toplantılarınızda cateringe ihtiyaç duyarsanız Ezgi Catering'i arayabilirsiniz. Ataşehir Yemek Atölyesi Adresi: Meriç Cad. No: 2/11 Afet Yönetim Merkezi Ataşehir'de hizmet veriyor. Tel: 0216 455 10 70 Ezgi Yemek Lokantası ve Catering Sarıkanarya Sok. Yolbulan Plaza No:18 Zemin Kat Kozyatağı İstanbul'da hizmet veriyor. Tel: 0216 445 10 27 BU BİR İLANDIR


BİTKİLERLE YAŞAM

Mitolojiden Tıbba ... Nazım Tanrıkulu Bitki Teknikeri Tarih boyunca insanlar doğayı anlamaya çalışırken, kavrayamadıklarını doğaüstü güçlere bağlayarak, kendilerine bir çıkış yolu aramışlardır. Doğaüstü güçleri ve doğa olaylarını en çok da mitoslarla anlatmışlardır. Bitki mitosları, kimilerine göre inanılmaması gereken, şairlerin, yazarların bir yaratımı; kimilerine göreyse gerçeğin ta kendisi olarak yorumlanır. Kanaatimizce mitoslar gerçeklerin biraz abartılarak aktarılmış halidir. Kaydedilen veya aktarılagelen her bilginin önemli olduğunu bilen bilim adamları bazen bu bilgilerden yola çıkarak hayatımıza olumlu katkılar sunmaktadırlar. Böyle bir örnek yakın tarihilidir: Son araştırmalara göre, Cadı Kirke kardelenle ilgili (Galanthus sp.), Odysseia‘daki bilgiden yola çıkılarak alzheimer tedavisinde kullanılan bir ilaç geliştirildi. Bu yazımızda kardelen ve bazı önemli tıbbi bitkilerin mitolojideki bilgilerinden bahsedeceğiz: KARDELEN (Galanthus sp.) Odysseus ve mürettebatı Ithaka'ya sefere çıkar ve dönerken yorgun düşerler. Ve bir Circea adasında, ormanlık bir alanda karaya vururlar. Burada cadı Kirke ile karşılaşır; mürettebatını Kirke‘ye teslim eder. Kirke oldukça güzel görünen zehirli bir menü hazırlar. Mürettebat, yemekten sonra yurda dönmek de dahil tüm bildiklerini unutur ve domuza dönüştüklerini düşünür. Tanrıların mesajcısı ve rüyaların getiricisi

Hermes (Merkür), İthaka kralı Odysseus‘a, büyücü Kirke tarafından, mürettebatının üzerine yapılan unutkanlık büyüsüne karşı moly (kardelen) bitkisi vermiştir ve büyü bozulmuştur. Odysseia‘da ―moly‖ şöyle tasvir edilmektedir: Argos'u öldüren [Hermes] böyle konuştu ve kopardı otu topraktan, uzattı onu bana ve bir bir saydı özelliğini: Çiçeği sütbeyazdı, kökü kapkara, ona «moly» derlerdi tanrılar arasında, koparamazdı onu hiç bir ölümlü insan, ama yeterdi her şeye tanrıların gücü. Bazı araştırmacılar burada tasvir edilen ve Kirke‘nin büyüsünü iyileştirmede Ulysses‘in kullanıdığı bitkinin Allium (soğan) türü olduğunu belirtse de birçok araştırmacı bu bitkinin Galanthus bitkisi olduğu üzerinde hemfikirdir. Kanaatimizce, çiçeklerinin beyaz oluşu ve soğan zarının siyah renkli olması ve soğanından elde edilen madde ―galanthamin‖in bilinci tekrar geri döndürebilmesi sebebiyle burada tasvir edilen ―moly‖ kardelendir. Kirkenin büyü amaçlı kullandığı bitki de Datura stramonium (tatula) bitkisidir. Datura kadim zamanlardan beri büyücülükte kullanılan bir bitkidir. En önemli özelliği de halüsinojenik olmasıdır. Büyüden sonra domuza dönüştüklerini düşünmelerinin sebebi budur. SARIMSAK (Allium sativum) Apollon‘un oğlu Asklepios‘a, Kenthauros Kheiron tarafından şifacılık ve ölüleri diriltme yeteneği öğretilmiştir. Ölüleri de diriltebiliyor olması ile ünü


kısa sürede Olympos‘a kadar yayılınca Zeus Asklepios‘u yıldırımlarla çarparak cezalandırmıştır. Asklepios yere düşerken elinde tuttuğu ölümsüzlük reçetesini toprağa düşürmüş; yağmurlarla birlikte yerden binbir derde derman olan sarımsak bitkisi filizlenmiştir. KEKİK (Thymus sp.) Troya savaşının başlamasına sebep olan güzel Helen bu savaş yüzünden çok acı çekmiştir. Helen‘in gözyaşlarından güzel kokulu kekik bitkisi çıkmıştır. Eski Yunan‘da kekik asaletin ve cesaretin sembolü olarak savaşa giden askerlere armağan edilirdi. HODAN (Borago officinalis) Kadim zamanlardan beri neşe kaynağı, melankoliyi önleyen bitki olarak tavsiye edilmiştir. Hatta içkilerin içine atılan birkaç hodan yaprağının aşıklara cesaret verdiği söylenir. Hodan bitkisinden günümüzde antianging ürünler hazırlanmaktadır. GİNSENG (Panax ginseng) Kore mitolojisinde bitkiyle ilgili güzel bir mit anlatılır. Hastalanan ve yataklara düşen fakir bir adamın küçük çocuğu, ―dağların ruhu‖na babasını iyileştirmesi için dua etmiş. Çocuk gece rüyasında dağların ruhunu görmüş ve kendisine babasının şifasının ginseng bitkisinde olduğu söylenmiş. Dağlarının ruhu bitkinin yerini ve nasıl ilaç hazırlayabileceğini de tarif etmiş. Çocuk bitkiyi tarif edilen yerde bulmuş ve tarife göre ilacı hazırlamış. Ve babası ilacı aldıktan sonra eski sağlığına kavuşmuş. Ginseng genel vücut direncini arttıran önemli bir bitkidir. Aynı zamanda erkekler için güçlü bir afrodizyaktır. Bu etkileri çeşitli çalışmalarla kanıtlanmıştır. Bugün bu bitkiden hazırlanan birçok preparat mevcuttur. GELİNCİK (Papaver rhoeas) Ekinlerin tanrıçası Demeter‘le ilişkilendirilmiş, başında ve elinde gelincik çiçekleriyle tasvir edilmiştir. Demeter‘in kızı Persephone kırda ge-

lincik çiçeklerini topluyorken Ölüler ülkesinin tanrısı Hades tarafından kaçırıldıktan sonra, Demeter çok üzülmüş, üzüntüsü sonucu topraklar verimsizleşmeye başlamıştır. Gelinciğin ölümden sonraki dirilişi simgelediği düşünülür. Persephone‘nin ölüler ülkesine girdiği sonra tekrar çıktığı söylenir. Gelinciğin uyku verici etkisi de Persephone‘un ölüler ülkesine girdiği zamanlara denk geldiği kış aylarını simgeler. Gelincikte bulunan maddeler günümüzde de uyku verici ve öksürük kesici özellikleriyle kullanılmaktadır. Yurtdışında hazırlanan sedatif ilaçların terkibine girer. BİBERİYE (Rosmarinus officinalis) Antik Yunan‘da öğrenciler biberiyeden yaptıkları taçı ve halkayı başlarına ve boyunlarında taşıyarak hafızalarını zinde tutmak istemişlerdi. Roma‘da sadakatin sembolü olarak bilinir. Biberiye günümüzde de konstrasyon sağlayıcı


olarak kullanılmaktadır. Bu amaçla çalışırken aroma lambalarında biberiye yağı yakılabilir. Bazı araştırmacılar biberiye yağının hafızayı kuvvetlendirdiğini tespit etmişlerdir. ADAÇAYI (Salvia sp.) Romalılar adaçayını kutsal bir bitki olarak görmüşler ve bitkinin hasadını özel tören eşliğinde yapmışlardır. Ortaçağda ateşli hastalıklara karşı şifa verici olarak en yaygın kullanılan bitkilerden biri olmuştur. Adaçayı günümüzde de ateş düşürücü olarak kullanılmakta; nezle ve gripten sonra genel dengeleyici olarak çayı içilmektedir. ADAMOTU (Mandragora sp.) Türk mitojisinde bitkinin köklerini öküzlere ip bağlayarak sökmeye çalışıldığı; öküzlerin güçsüz kalıp hastalandığı söylenir. Köklerini topraktan çıkarmaya çalışan kişinin, köklerin çıkmamak için bağırma sesinden dolayı sağır olup çok geçmeden öldüğüne inanıldığı için kökleri köpeğe ip bağlanarak çıkartılır. Yunan ve Roma dönemlerinde büyücülükte en sık kullanılan bitkilerden biridir. Bereket arttırdığı ve afrodizyak özellikleri olduğuna inanıldığı

için ―adamotu‖ veya ―aşk elması‖ diye anılır. Araplar afrodizyak özelliği sebebiyle ―şeytan elması‖ olarak anmışlardır. Adamotu günümüzde ağrı kesici özellikleriyle kullanılmaktadır. Ağrı kesici özelliği bileşimindeki alkoloitlerden kaynaklanmaktadır. CİVANPERÇEMİ (Achillea sp.) Homeros'un İlyada destanında geçer. Aslında bu destan Achilleus‘un destanıdır. Achilleus civanperçemini Troya savaşında kanama durdurucu ve yara iyileştirici olarak kullanmıştır. Adını Achilleus‘tan alır. Civanperçemi günümüzde de kanama durdurucu ve yara iyileştirici olarak kullanılmaktadır. Uçucu yağının antibakteriyel etkileri ispatlanmıştır. Mitolojide adı geçen diğer bazı önemli tıbbi bitkilerin isimleri ise şöyle:

1. Aconitum napellus (kaplanboğan) 2. Anemone coronaria (dağ lalesi) 3. Malus domestica (elma) 4. Hordeum vulgare (arpa) 5. Smilax aspera (saparna) 6. Juniperus oxycedrus (katranardıcı) 7. Cornus mas (kızılcık) 8. Vitex agnus-castus (hayıt) 9. Crocus sativus (safran) 10. Ferula communis (çakşır) 11. Helleborus orientalis (doğu bohçaotu) 12. Laurus nobilis (defne) 13. Atropa belladonna (güzelavratotu) 14. Hyoscyamus niger (siyah banotu) Myrtus communis (mersin)

Kaynaklar: Homeros. (Çeviren: Azra Erhat, A. Kadir.) Oydysseia. Can Yayınları. İstanbul: 2009 Deniz Gezgin. Bitki Mitosları. Sel Yayıncılık. İstanbul: 2007 Azra Erhat. Mitoloji Sözlüğü. Remzi Kitabevi. İstanbul: 2000 http://www.smart-drugs.com/galantamine/ galantamine-AlzheimersDisease.htm http://emedicine.medscape.com/article/816657 -overview http://www.theoi.com/Flora1.html


ADVERTORIAL

SALGIN HASTALIKLARDAN KORUNMAK İÇİN DOĞAL BESİLİ İNEKTEN EV YAPIMI TAZE SÜZME YOĞURT YİYİNİZ! Yoğurt mayasında özellikle bağışıklık sistemi için gerekli olan faydalı bakteriler bulunmaktadır. Sadece ev yapımı yoğurtta bulunan bu bakteriler antibiyotik kullanımı sonrasında bağırsaklarda yok olunca hazımsızlıkla birlikte diğer hastalıklara neden olurlar. Ev yapımı katkısız yoğurt hazım için gerekli faydalı bakterilerin yerine konmasını sağlayan en ucuz ve en lezzetli gıdadır. Özellikle grip salgınından dolayı antibiyotik kullananlara tavsiye edilir. Antibiyotik kullanınca yok olan sağlığımız için gerekli canlı mikroorganizmaların yeniden yerine konulması yoğurdun içindeki canlı maya ile mümkündür. (Yoğurdun sarmısaklayıp yenilmesi tavsiye edilir. Sarmısak da vücuda girmiş olan zararlı bakteri ve virüsleri öldürür.) *Romatizma Kremi *Bel Fıtığı Sabunu *Şifalı Bitkiler *Selülit Sabunu *Osmanlı Kremleri Fikri Karakaş 600 Yıllık Doğal Sağlık Kuruluşu Karacabey Harasının Turgutreis Şubesi Aktarı Tel: 0252 382 28 74 Cep: 0533 571 90 58 Adres: Karcı Cd. No:12-F Turgutreis - Muğla İstanbul ve diğer şehirlere kargo ile servisimiz mevcuttur.


HAYVAN DOSTLARIMIZ

Yaşayan Bahar Projesi: Doğayla Dansın Mevsimi!

Selda Bozbıyık Tazelenmenin, coşkunun, renklerin, en güzel kokuların mevsimlerdeki karşılığıdır ilkbahar. Yaz mevsiminin uzaktan hafif hafif kıkırdamaya başladığı yaşamın en hızlı aktığı mevsim. Bazen uçan bir kuşun kanadına takılıp gelir, bazense ağaçtaki tomurcuklanan dalda asılıdır bahar. Yaşamla, doğayla dansın tam sırası. İlkbahar, doğanın birlik olup en güzel marifetlerini sergilediği cümbüştür. Cümbüşün açılış dansı ise göçmen kuşlardan. Gökyüzünde bu dansa ev sahipliği yapmanın heyecanı, hazırlığı var. Gökyüzü kısa süreliğine sıcak ülkelere yolcu ettiği konuklarıyla kucaklaşmaya başladı bile. Bizim yapmamız gereken ise onların eşsiz, cıvıl cıvıl dansına eşlik etmek. Bu baş döndürücü gösterinin dansçılarından biraz bahsetmek gerek. Göçmen kuşlar daha kolay yiyecek bulmak ve yaşamlarını sürdürmek için sonbaharda havalar soğumaya başladığında kuzeyden güneye göç ederler. Kuzeyde havaların ısınmaya başladığı günlerde yani ilkbaharda ise tekrar dönerler. Yani, ilkbaharın geldiğini müjdeleyen en büyüleyici göstergedir göçmen kuşlar. Göçmen Kuşlarla Baharı Kutlayalım: Yaşayan Bahar Projesi Doğa Derneği, göçmen kuşların büyüleyici dansına eşlik etmek isteyen tüm doğaseverleri Yaşayan Bahar Projesi‘ne davet ediyor. Bu projede tüm Avrupa‘da ve Afrika‘daki 4 yaygın göçmen kuş türü gözlemlenerek baharın gelişi izlenir. Kuşlar hakkında en şaşırtıcı ve büyüleyici gerçeklerden bir diğeri Yaşayan Bahar türlerinin bütün Avrupa‘yı baştan başa geçerek kışı geçirmek için daha sıcak iklime sahip Orta ve Güney Afrika‘ya ulaşmak için binlerce kilometrelik yolu kat edecek yeteneğe sahip olmalarıdır. Yolculukları haftalarca sürmekte ve binlerce kilometre yol kat ederek bahar gelince geri dönmektedirler. Onların dönüşleri baharın geldiğinin en önemli göstergelerinden biridir. Sizleri de göçmen kuşları ve baharı karşılamaya çağı-

rıyoruz. Katılmak isteyenlerin tek yapması gereken www.yasayanbahar.org adresine girerek Yaşayan Bahar Kampanyası‘nda yer alan dört türle ilgili ilk gözlemlerinin kayıtlarını paylaşmaları. Peki, bu türler hangileri? Ebabil, guguk kuşu, kırlangıç ve leylek 1.Leylek Leylekler uzun boyunlu, uzun kırmızı bacaklı, kırmızı renkli düz ve sivri gagalı kuşlardır. Kafa, boyun ve gövdeleri beyazdır. Leyleklerin gagasını birbirine vurarak çıkardığı, iki çubuğun birbirine vurulması sesini andıran, ses oldukça belirgindir ve leylekleri kolaylıkla ayırt etmemizi sağlar. Leylekleri görmenin en kolay yolu yuvalarına bakmaktır. Ayrıca onları kolaylıkla yiyecek bulmak için uğradıkları sulak alanlarda ve yeni işlenmiş tarım arazilerinde gözlemleyebilirsiniz. 2. Ebabil Ebabil tamamen isli kahverengi renkli bir kuş olmasına rağmen, gökyüzüne doğru uçarken siyah görünür. Ebabil uzun yay gibi kanatlara, çatallı bir kuyruğa sahip bir kuş türüdür. Kırlangıçla karıştırabilirsiniz, ancak ebabil uçarken kanat çırpmak yerine süzülerek uçar. Ayrıca ebabili yerde görmek imkansızdır, sürekli uçarlar, havada asılı kalarak uyurlar. Yalnızca 3 hafta süren kuluçka dönemlerinde yere inerler ve yumurtalarının üzerine otururlar. Unutmayın, yaygın bir tür olduğu için, köy ve kasabaya göre biraz daha zor olsa da, ebabili şehirlerde de gözlemlemeniz oldukça kolay. 3.Guguk kuşu Guguk kuşları oldukça utangaç oldukları için, onları görmek biraz zordur. Fazla utangaç bir tür olmaları sebebiyle, bahar zamanı onların çok özel ve ayırt edici olan ―kuk -kuu” şeklindeki seslerini duymak, guguk kuşunu görmekten daha kolaydır. Eğer onları görmeyi başarabilirseniz, onların koyu çizgili beyaz bir karın bölgesine, kül rengi gri tonlu bir sırta sahip güvercin boyutunda bir kuş olduğunu göreceksiniz. Her yerde bütün arazi yapılarında gözlemlenebilecek bir türdür. Dağların eğimli ve köylere açılan kısımlarında ve ağaçlık arazilerde yaygın olarak görülür. 4. Kırlangıç Kırlangıç Türkiye‘de en çok gözlemlenebilen kuş türüdür. Kırlangıç sırtı ışıldayan, mavi ve kül rengi bir boğazı, beyaz benekli, uzun ve çatallı bir kuyruğu olan küçük bir kuş türüdür. Kırlangıçlar müthiş derecede uçucu bir tür olduğu için, onları görmek için gökyüzüne bakmalısınız. Müthiş uçucu olmaları yönüyle ebabile benzeseler de, onları ayırt etmek için, ebabillerin şehirlerde, kırlangıçlarınsa tarım arazilerinde yaşadıklarını hatırlamalısınız. Hepinizi Yaşayan Bahar Kampanyasına katılarak doğayla dansa davet ediyoruz. www.yasayanbahar.org - www.dogadernegi.org


AVANGART ETKİNLİK

Evdeki Atık Malzemelerden

Alternatif Çarşı Torbası Üretme Etkinliği Naylon Poşet Tüm Dünyada Kaldırılıyor! Avangart Kadın Dergisi'nin çevre dostu okurlarına müjde! En güzel 5 adet "Çarşı Çantası Tasarımı" aranıyor! Yanlış okumadınız. Çevreyle dost taşıma çantaları tasarım etkinliği başlatıyoruz. Naylon Poşet yerine kullanılmak üzere en güzel ve kullanışlı çanta tasarımını siz yapmak ister misiniz? Çarşıda-pazarda tasarladığınız ürünleri kullanan insanlarla karşılaşmaktan mutlu olur muydunuz? Yaratıcılığınızı harekete geçirmek ve bu heyecana ortak olmak istiyorsanız:

Seçilecek en güzel 5 tasarım çantası, üretimi ülke ekonomisine kazandırılabiliyorsa, üretenlere ilgili girişimcilik kuruluşlarına başvurulması konusunda dergimizin yayıncısından kişisel teşvik…

Ayrıca seçilen 5 ürünün yanı sıra sergilenmeye değer görülen diğer ürünlerin de dergimizin Mayıs sayısında yayınlanması…

Etkinlik için fayda sağlayacak bazı ipuçları: 

Yaratıcılığınızı harekete geçirecek herhangi bir malzemeyi tasarımınızda kullanmakla işe başlayın.

Çöpe atmamayı tercih ettiğiniz (deterjan kabı gibi) kapları eritmeden bir araya getirip, yeniden nasıl dönüştürebilirim diye düşünün.

Eğer bu alanda hiç bir fikrim yok diyorsanız; dönüştürülebilen ya da kullanılmış malzemelerden üretim yapılacak kaynaklar hakkında araştırma yapın.

Ya da bir gün boyunca televizyon izlemek yerine; doğada yürüyüşe, pikniğe çıkıp, Doğa Ana'nın kendisinden ilham alın. Mesela örümcek ağları gibi…

Haydi öyleyse bize katılın! Kimler Katılabilir: 7'den 70'e Herkes! Nasıl Katılacaksınız: İki türlü olabilir: 1.

Tasarlanan modellerin orijinallerinin normal posta yoluyla gönderebilirsiniz. Ürün, aktivite bitiminde katılımcıya geri iade edilecektir. Avangart Kadın Dergisi (Şafak Burçak Alkanlı) Aras Kargo Ataşehir Şubesi Telefon: 0507 377 08 29 Ataşehir-İstanbul Kargoyu gönderildiğini lütfen iletisim@avangartkadin.com adresine eposta atarak bildiriniz.

2.

Ürününüzü elinizde tutarak, yüzünüz de görünecek şekilde dijital bir fotoğraf ile belgeleyip bir e-posta ile iletisim@avangartkadin.com adresine gönderebilirsiniz. Zarfın ya da e-posta'nın üzerinde İsim, soyadı ve iletişim bilgilerinin yazılması gerekmektedir.

Son katılım tarihi: 20 Nisan 2010 Ödüller: 

Her şeyden önce daha temiz bir çevre, bol oksijen ve yeni nesle bırakılacak daha güzel bir evren…

Seçici Kurul: Şafak Burçak Alkanlı Yayıncı Selçuk Acar Logo Tasarımcısı Tülin Kermen Stil ve Alışveriş Danışmanı Hakan Patur Atlas Ekolojik Yaşam


VATAN VE KÖKLERİMİZ

TÜRK KİMLİĞİNİN KÖKENİ ÜZERİNE Prof. Dr. H. Musa Taşdelen Sakarya Üniversitesi

Türk adının ilk olarak geçtiği yazılı belge Orhun kitabeleridir. Burada Türk adı ―Türük‖ veya ―Törük‖ şeklinde kaydedilmiştir. Zekiyev‘in aktardığına göre, Türk kelimesinin anlamı Güçlü/ Kudretli şeklindedir. Kaşgarlı Mahmut da Türk kelimesine aynı anlamı vermektedir. Ziya Gökalp, Türk adının yani Törük‘ün Töreli anlamına gelebileceğini belirtmektedir. Laypanov ve Miziyev, Türkolog A. N. Kononov‘un Türk etnik adının eski Türkçe‘de ―insan‖ kelimesinden türediğini belirttiğini kaydederler. Kafesoğluna göre, Türk tabirini Türk devletinin adı olarak kullanan ilk teşekkül Gök-Türk İmparatorluğu‘dur. Coğrafi ad olarak Turkhia Türkiye tabirine ilk defa Bizans kaynaklarında tesadüf edilmektedir. Türk tabirinin yanı sıra, özellikle Arap kaynaklarında Oğuz ve Karluklar için Türkmen tabirinin kullanıldığı görülmektedir. Biruni, İslam‘ı kabul eden Oğuzlar için Türkmen tabirinin kullanıldığını bunun da ―Türkmenend‖ anlamına geldiğini kaydetmektedir. İslam öncesi dönemde Çin ve Soğd kaynaklarında ―Türk-Mengü El‖ tabirinin geçtiği ve ―Türk-Mengü ülkesi‖ anlamına geldiği bilinmektedir. Mengü ya da Bengü kelimesi sonsuz anlamındadır. Bu nedenle ―Türk Mengü El‖, ―Türklerin Daimi Devleti - Sonsuz Türk Ülkesi – Devlet-i Ebed-i Müddet‖ anlamını taşımaktadır. Türk Mengü ise ―Ölümsüz Türk‖ demektir. Ancak, daha sonra, Türkmenlerin İslamlaşmasıyla birlikte, Türkmen tabiri Müslüman Türk manasında kullanılmaya başlanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, bir milli devletin oluşumu, aynı zamanda Türk kimliğinin yeniden inşa sürecini ve tanımlanmasını da gündeme getirmiştir. Türk kimliğinin tanımlanmasında iki boyut önem taşır. Birincisi kültürel muhtevanın, diğeri ise tarihi köklerin belirlenmesidir. Cumhuriyetin başlangıcında Türk kimliğinin tarihi kökeni meselesinde, Türk tarihinin başlangıcı olarak İs-

lam öncesi Orta Asya Hun ve Göktürk Devletlerinin tarihi esas alınmıştır. Ön Türklerin tarihinin başlangıcı olarak da Mezopotomya‘da tarihte ilk defa kullandıkları yazılı belgeler günümüze kadar ulaşan ve ilk şehir devletlerinin kurucuları olan Sümerler kabul edilmiş, Sümer merkezli Güneş-Dil teorisi tezi benimsenmişti. Batılı Sümerolog ve Etrüsk uzmanlarının bu medeniyetler için yaptıkları tespitler yol gösterici olmuş, özellikle Sümerler ve Etrüskler üzerine yapılan çalışmalar bu teoriye kaynak teşkil etmiştir. Güneş-Dil Teorisinin temel tezi, dünyadaki bütün dillerin Türkçe kökenli olduğu şeklindedir. 1936 yılında düzenlenen Türk Dil Kurultayı‘nda GüneşDil Teorisi tartışılmıştı. Bu teoriye kaynaklık eden kitapların yazarlarından Dr.Kvergic ile Sümerolog Hilaire de Barenton da bu kurultaya katılmışlardı. 1940‘lı yılların ortalarına kadar tartışılan Güneş-Dil Teorisi, daha sonra hatalı ve abartılı olduğu gerekçesiyle bir tarafa bırakılmıştı. Atatürk sonrası dönemde kökten Batıcı kadroların etkisiyle Güneş Dil Teorisi yerine Anadolu medeniyetleri tezi öne çıkmış, Batı uygarlığıyla ortak köklerimiz olduğu görüşü benimsenmiş ve Greko-Latin kaynaklara yönelinmiştir. Anadolu medeniyetleri tezini savunanlara göre, Hititler, Truvalılar, Frigyalılar, Kapadokyalılar Türk değildi; ama biz Türkler biraz, Hititli, biraz Frigyalı, biraz Lidyalı, biraz Kapadokyalıydık . Bu anlayış bizi Anadolu medeniyetlerinin mirasçısı olarak kabul etmekte, Batı uygarlığıyla ortak köklerimiz olduğu vurgulanmaktadır. Kadim Anadolu‘da sadece Hint-Avrupa dilli toplumların değil, Türkçenin de dahil olduğu eklemeli diller grubundan dilleri konuşan toplulukların varlığı söz konusudur. Sedat Alp‘e göre, yapılan araştırmalar ile Hattice‘nin Sümerce, Hurice, Urartuca ve Türkçe gibi eklemeli (aglutinant) bir dil olduğu anlaşılmıştır. Hurrice, Sümerce, Hattice ve Urartuca, Türkçe gibi bitişken dildir. Hurrice‘de Türkçede olduğu gibi cinsiyet ayrımı ve önek yoktur. Gerek isimler gerek fiiller sonekler ile çalışmaktadır. Urartu dili Doğu Anadolu ve Mezopotamya‘nın Hint-Avrupalı olmayan önemli dili Hurrice ile çok yakından ilişkilidir. S. Alp, Hattilerde ve Neolitik Çağ‘dan itibaren Anadolu‘da anaerkil bir aile yapısı var olduğu halde Hititlerden itibaren Anadolu‘da ataerkil bir aile düzeninin ortaya çıktığı tespitinde bulunmaktadır. Anadolu‘da Hint-Avrupalı bir uygarlığın temsilcileri ola-


rak görülen Hititlerin Anadoluluğu da tartışmalıdır. Anadolu‘yu bir Hint Avrupalı hatta Bir Hitit yurdu olarak gören yaklaşımın aksine Hititlerin Anadolu kökenlilikleri, hatta ne kadar Hint-Avrupalı oldukları şüphelidir. Hititçe kelimesi, Hattice‘den gelmektedir. Hititçe, Hint-Avrupa dilinin henüz var olmadığı bir dönemde Hattilerin konuştuğu, Anadolu‘nun eski dili anlamındadır. M.Ö. 2. Bin yılın başlangıcında Anadolu‘da ortaya çıkan Hititler veya Nesier‘lerin kökenleri oldukça esrarengizdir. Onlar Yakındoğu‘daki ilk HintAvrupalılar olarak kabul edilmektedir. Uhlig‘e göre, Hint –Avrupa kökenlilerin savaşarak zorla Anadolu‘ya girdikleri düşüncesi ne kadar yanlışsa, onların Avrupa‘dan geldiğine dair hala yaygın olan düşünce de kesinlikle o kadar yanlıştır. M. Ö. Üçüncü Bin yılda küçük gruplar halinde Kuzeyden ya da Kuzeydoğudan, ancak her durumda Asya bölgesinden Anadolu‘ya sızdıkları kabul edilebilir. J. P. Mallory‘e göre, bazı Hitit arşivleri, Hatti dili içeren bir dilden alıntılar içermekte ve Hint-Avrupalı olmayan bir halkın varlığını göstermektedir. Hititler, Hattilerden sadece birçok kelime almakla kalmamışlar, büyük ölçüde dinlerini, kültürlerini hattta Hitti adını bile onlardan almışlardır. Hititler kendilerini Nes, dillerini Nesili olarak adlandırmışlardır. Bugün için Truvalılar hakkında en önemli kaynak Homeros‘un yazdığı destanlardır. Tatar araştırmacı Nurihan Fattah, Truva ve Truvalılar ile ilgili Homeros‘un İlyada destanını kaynak alarak yaptığı tahlilde, Truvalıların savaş malzemeleri olarak kullandıkları kıvrık yay ve sadaklarına, iri kargılarına savaşta Boz bir kurt postunu giymelerine ve Akhaların kalkanlarının katmerli, konveks ve yüksek olmasına mukabil, Truvalılarınkinin yuvarlak olmasına dikkati çekerek Truvalıların harp kıyafet ve kostümleriyle Tatar savaşçılarına benzediklerini belirlemiştir. Yine Truvalıların ölüden saç kesme adetiyle Hektor‘un ölüsünün eşyalarıyla birlikte yakılma geleneğinin Altay Türklerinde, Hunlarda ve Bulgarlarda mevcut olduğunu bildirmekte, Homeros‘un ikinci poeması Odyseia‘nın konusunun Kıpçak ve Oğuz halklarının çok iyi bildiği Alpamış destanının konusuna benzediği tespitinde bulunmaktadır.

zarlıktaki Hunlara ve Moğollara ait olduğu belirlenen iskeletler üzerinde yapılan genetik araştırma sonucunda, Türk halkıyla bir MtDNA gen akışının varlığı tespit edilmiştir. Genetik akrabalık ve yakınlıklar etnik ve milli kimliklerin belirlenmesinde faktörlerden sadece bir tanesidir, öncelik kültürdedir. Avrasya coğrafyasında, binlerce yıldır, çeşitli coğrafyalara dağılan Türk topluluklarının genetik mirasına birçok toplulukta rastlamak mümkündür. Örneğin Balkanlarda Avarların mirası Çek toplumunda ortaya çıkmıştır. Yapılan genetik araştırmada Çekler Başkırt, Hakas, Nogay ve Buryatlarla genetik bakımdan akraba çıkmışlardır. Ancak, bu gerçeğe rağmen Bugünkü Çek toplumuyla Türk kimliği arasında bir bağ kurmak güç görünmektedir. Burada belirleyici olan kültürdür. Doğu Altaylarda bulunan Karahöyük kaya resimlerinde İskitlerin, Sarmatların ve Hunların kültürleri arasındaki benzerlik önemli görülür. V.L. Seroşevsky, Bugünkü Saha Türklerinin etnik oluşumunda İskit ve Hun unsurlarının rollerinin büyük olduğu tespitinde bulunmaktadır. Ekrem Memiş‘in aktardığına göre, İskitlere ait olduğu kabul edilen Esik Kurgan‘ından çıkarılmış yazıların dilinin Türkçe olduğu ortaya çıkmıştır. Yine aynı şekilde, İlhami Durmuş‘un verdiği bilgiye göre, İskitlere ait Sus‘taki çiviyazılı metinlerin tahlili sonucunda Mordtmann da İskitlerin/Sakaların Türk-Ugor köklü bir halk olduğu tespitinde bulunmaktadır. Zekiyev, İskit ve Sarmatların arkeolojik kültürlerinin Pers dilli kabilelere bağlanılmasını ve diğer etnolojik, tarihi, dilbilimsel verilerin değerlendirilmemesini önemli bir eksiklik olarak görmektedir. İskit ve Sarmatların Pers dilli olmaları halinde Asuri, Yunan, Roma ve Çin tarihi kaynaklarında buna dair herhangi bir imânın bulunması gerektiği üzerinde durur. İskitlerin Hint-Avrupa dilli ya da kökenli olduğuna dair yeterli delil bulunmamaktadır. Fakat, İskitlerin diğer Türk toplulukları ile kültürel benzerliği daha çok öne çıkmaktadır. İskitlerin tarihi, dini, örfi sanatları, yazılı kaynakları ve arkeolojik buluntuları değerlendirildiğinde, Ural/Altay kökenli ve Türklerin ataları olan bir topluluk olduğu yolundaki görüş doğrulanmaktadır. Bu anlamda Türk tarihini İskitlerle başlatmak için yeterli bilimsel delillere sahip olunduğu söylenebilir.

İtalyan genetikçiler tarafından 80 Etrüsk ölüsünün iskeletleri üzerine yapılan araştırmada, Etrüsklerle Anadolu Türk halkı arasında bir gen akışının varlığını ortaya konmuştur. Genelde ilk Türk toplulukları olarak Hunlar görülür. Hunların Anadolu Türk halkıyla olan genetik akrabalığı ortaya çıkarılmıştır. 2000 Yıl öncesine ait Moğolistan‘ın Egin Gölü Vadisi‘ndeki büyük meGöbeklitepe tapınağı

Kadim kültür ve medeniyetler değerlendirilirken, sadece ortak köken kelimelere ve bazı arkeolojik buluntulara dayalı olarak yapılan genellemeler, sağlıklı olmamaktadır. Bu değerlendirmeler yapılırken, dil ile yaşama tarzı arasındaki ilişki gözden kaçırılmamalıdır. Öncelikle kültürle dil arasındaki bağlantı dikkate alınmalıdır. Dilin dışında kültür de son derece önemli bir tayin edicidir. Aynı kültürün taşıyıcılarının, zaman zaman farklı etnik topluluklar arasında karışmalar olsa da, aynı dili konuşmaları,


aynı etnik köken ve kimliğe sahip olmaları beklenir.

Sadece Sümerler ve Etrüskler değil, İskitler, Sarmatlar ve Hunlar da, en başta Uygurlar olmak üzere, Türkmenlerin, Kazakların, Kırgızların, Özbeklerin, Tatarların, Başkırtların, Hakasların ve Anadolu Türklerinin ortak atalarıdır. Çünkü, adını saydığımız bu toplulukların tevarüs ettikleri kültür, bunun en önemli tayin edicisidir. Dil ile kültür arasındaki ilişkiye Bozkır coğrafyasında yaşayan atlı çoban kültürünün temsilcisi topluluklar açısından da bakılabilir. Bu toplumların yaşama tarzının tevlit ettiği iletişim tarzı, eklemeli dillerin zuhurunu kaçınılmaz kılmıştır. Eklemeli diller, tesadüfen Ural-Altay coğrafyasında ortaya çıkmış değildir. Mekanda hareketli olduklarından bu dilleri konuşan toplumların geniş bir coğrafyaya yayıldıklarını görmekteyiz.

Orta Asya coğrafyasında yaşayan Atlı çoban kültürünün taşıyıcısı olan topluluklar, Anadolu‟ya ilk defa Malazgirt‟te ayak basmış değillerdir. Binlerce yıl öncesinden beri Anadolu bu toplulukların en sık uğrak yeri olmuştur. Batılı tarihçilerin ürettiği medeniyetler tarihi bu anlamda eksik ve muharref bir tarihtir. Not : Bu makale, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 176 –Ekim 2008‘de yayınlanmıştır.

10. Sedat Alp. a.g.e., s. 2 11. Helmut Uhlig, Avrupa‘nın Anası Anadolu, (Çev. Yasemin Bayer) telos yayınları, İstanbul,, 2001, ss. 138-139

12. J. P. Mallory, a.g.e. s. 32 13. Nurihan Fattah, Tanrıların ve Firavunların Dili, Selenge Yayınları, Istanbul, 2004 ss. 153-164

14. Vernessi,

Carmelli, Dupanloup, Bertorelle, Lari, Cappallini, Chiarelli, Castri, Casoli, Mallegni, Barbujani. The Etruscans: A Population - Genetic Study, Am. J. Hum. Genet., 74, 2004, ss. 694-704,

15. Christine

Keyser-Tracqui, Eric Crubezy, Bertrand Ludes, Nuclear and mitochondrial DNA analysis of a 2.000-Year-Old Necropolis in the Egyn Gol Valley of Mongolia Journal of Human Genetics, V. 73, 2003, ss. 247–260.

16. Boris

A Malyarchuk; Tomas Vanecek; Maria A Perkova; Miroslava V Derenko; Miroslova, Mitochondrial DNA Variability in the Czech Population, with Application to the Ethnic History of Slavs, Human Biology; December, 78, 6; Academic Research Library, 2006, s. 681

17. Kazi T. Laypanov İsmail M. Mizivev, a.g.e., s. 57 18. V.L. Seroşevsky , Saka /Yakutlar (çev. Arif Acaloğlu) Selenge yayınları, 2007, İstanbul, s. 260

19. Ekrem

Memiş, İskitlerin Tarihi, Çizgi Kitabevi, Konya, 2005, s. 110

20. İlhami

Durmuş, İskitler, Kaynak yayınları, İstanbul, 2007, s. 104 Mirfatin Z. Zekiyev, a.g.e. ss. 160-161

1. Mirfatih Z. Zekiyev, Türklerin ve Tatarların Kökeni, Selenge Yayınları, İstanbul, 2006, s. 78 2. Ziya Gökalp, Türk Töresi, (Haz. Hikmet Dizdaroğlu), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1976, s. 14 3. Kazi T. Laypanov İsmail M. Mizivev Türk halklarının Etnik Kökeni (Çev. Hatice Bağcı) Selenge yayınları, İstanbul, 2008, s. 148 4. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2004, s. 56 5. Ekber N. Necef, Ahmet Anna Berdiyev, Hazar Ötesi Türkmenleri, Kaknüs Yayınları , İstanbul, 2003, ss. 30-35 6. H. Reşit Tankut, Güneş dil Teorisine Göre Dil Tetkikleri, Birinci Kitap, İstanbul, Devlet basımevi, 1936 Sinan Meydan, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, Truva yayınları, İstanbul, 2006 Türk Dil Kurultayı Güneş Dil Teorisi ve Dil Karşılaştırmaları Komisyonu Raporu, TDK yayını, 1936

7.

Bozkurt Güvenç Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, Kültür Bakanlığı, Ankara , 1994, s. 77

8.

Sedat Alp, Hitit Çağında Anadolu, Tubitak İstanbul, 2000, ss. 2,3, 21

9.

J.P. Mallory, . J. P. Mallory ―Human Populations and the Indo-European Problem‖, The Mankind Quarterly, Volume XXXIII, Number 2, Winter 1992, s. 43


EVRENSEL DEĞERLER

DOĞU TÜRKİSTAN SEMPOZYUMU Şafak Burçak Alkanlı Yayıncı

Türkiye Barış Platformu‟nun düzenlediği Çin Halk Cumhuriyeti‟nin (ÇHC) İşgali Altındaki Doğu Türkistan Topraklarında Gerçekleşen İnsan Hakları İhlallerinin İncelendiği “Hür Doğu Türkistan Sempozyumu”, 2021 Mart‟ta 2010 Dünyanın Kültür Başkenti Olarak İlan Edilen İstanbul‟un Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi‟nde Gerçekleştirildi. Doğu Türkistan konusu Çin‘in haksız uygulamalarından dolayı iç mesele olmaktan çıkmış, tüm insanlığın meselesi haline gelmiştir. Bu nedenle başta Türkiye ve Türki Cumhuriyetleri olmak üzere dünyanın her yerindeki sivil ve resmi otoriteler, parlamentolar, sivil toplum kuruluşları, uluslararası mahke-

meler, Birleşmiş Milletler (BM) ve benzeri uluslararası yapılar Çin zulmüne karşı sorumluluklarını yerine getirmelidir. Başta Urumçi olmak üzere kriz yaşanan bölgeler dünya kamuoyunun ve uluslararası topluluğun denetimine açılmalı ve bölgeye insani yardımın ulaşması sağlanmalıdır. Şu an dünya kamuoyunu çevre ülkeler üzerinde siyasi ve ekonomik yaptırıma sahip güçlü büyük devletlerin medyalarının yönlendirdiği bir çağdayız. Bunlar önde gelen siyasi ve ekonomik gazeteler, uydu ve TV kanalları ve çok sayıda taraflı bilgi veren internet sitelerinden oluşuyor. Bu yüzden 11 Eylül sendromundan oluşan uluslararası konjonktür ve Türkiye‘nin bu konjonktüre uyum sağlama sorunundan dolayı ülkemizde sadece sessiz bir çığlık atabilen Türk ve Müslüman Uygurlar'ın sesini ilk defa geçtiğimiz sonbaharda Maltepe Üniversitesi‘nin Avrasya Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen ―Avrasya‘da Barış ve Diyalog: Uygur Toplumunun Dünü, Bugünü, Yarını‖ isimli uluslararası konferansında


duyduk. Çin Komünistleri ve Mao tarafından 1949‘da işgal edildiğinden beri Türk ve Müslüman Uygurlara anavatanları olan Doğu Türkistan‘da asimilasyon, soykırım (TCK madde 76) ve insanlığa karşı suç (TCK madde 77) uygulanmakta. Çok şükür ki sivil toplum kuruluşları da görevlerini yerine getirerek bu konuda ellerinden geleni yapıyorlar. Bu sene 20-21 Mart 2010 tarihinde Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi‘nde, aralarında İHH İnsani Yardım Vakfı‘nın da bulunduğu ―İstanbul Barış Platformu‖ tarafından düzenlenen ―Hür Doğu Türkistan Sempozyumu‖na farklı ülkelerden gelen içlerinde Doğu Türkistan kökenli akademisyenlerin de bulunduğu akademisyenler Çin‘deki asimilasyon ve soykırımı farklı açılardan incelediler: Nepal‘de sürgün hayatı yaşayan Tibet‘in Ruhani Lideri Dalay Lama‘nın Temsilcisi Tseten Samdup Chhoekyapa, ünlü Arap gazeteci Fehmi Hüveydi, Çin‘den sürülen insan hakları savunucusu Dr. Yang Jianli sempozyuma katılan isimler arasındaydı. Sempozyumun açılış konuşmasını İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım yaptı. Yıldırım, Doğu Türkistan‘da yaşanan baskıları ve insan hakları ihlallerini dünyaya duyurmak için böyle bir sempozyum düzenlediklerini ifade etti. ―Biz Çin‘in Doğu Türkistan‘ın kapılarını dünyaya açmasını, aktivistlerin, sivil toplum ve yanı sıra insan hakları kuruluşlarının bölgeye gidip durumu yerinde incelemesini istiyoruz. Doğu Türkistan‘da bizim bilmediğimiz çok katliamlar, işkenceler yaşandı. Buradaki insan hakları ihlalleri artık bitsin diyoruz. Müslüman Uygur Türkleri'nin insanca yaşamasını talep ediyoruz. Ve buradan BM‘ye, İKT‘ye ve Arap Birliği‘ne çağrıda bulunuyoruz. Doğu Türkistan için bir şeyler yapın. Çin yönetiminin artık bu konuyu İslam dünyasıyla masaya oturup, sorunu çözmesi lazım. Doğu Türkistan, İslam dünyası için kanayan bir yaradır. Durum düzelmezse en büyük zararı Çin görecektir" dedi. Daha sonra MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal‘ın yönettiği birinci oturum başladı. Prof. Dr. Alimcan İnayet, tebliğinde, Çin‘in Uygurları azınlık konumuna düşürmek için bölgeye sürekli göçler gönderdiğini belirtti. İnayet, ―Çin komünistleri Doğu Türkistan‘a yoğun bir biçimde nüfus nakletmekle birlikte, Uygurca‘nın resmî dairelerde kullanılmasını kısıtlama, alfabe değiştirme, Çince eğitim, doğum yasağı, dinî ibadeti

kısıtlama gibi dolaylı ve dolaysız çeşitli yöntemlere başvurdular.‖ dedi. Uygurlara son dönemde uygulanan çeşitli soykırımlar şunlardır: 1990 Barın Katliamı zehirli gazla toplu katliam, 1995 Hoten‘de ayaklananlara katliam, 1997‘de Kadir gecesinde evlere baskın düzenleyerek toplu ibadet etmekte olan kadınları öldürmüşlerdir. Gulca Ayaklanmasında yine bir katliam gerçekleştirilmiştir. 5 Temmuz Urumçi olaylarından sonra bugün Keşmir, Bosna‘da yapılan katliamların tam 10 mislinin çok üstünde bir katliam olmuş olmasına rağmen bu gerçek, Çinlilerin kapalı rejimi ve dolayısıyla da seyahat özgürlüğü kısıtlamasından dolayı basına gizli tutulmuştur. Doğu Türkistan‘lı olan kişiler bile bu olaydan aylar sonra haberdar olabilmişlerdir. 26 Haziran Sargan‘daki yatakhane baskını cep telefonu, internet gibi çağdaş hizmetler kapalı tutularak duyurulmayacaktı. 5 Temmuz Urumçi Olaylarında Çin‘in iç kesimi Sargan‘a oyuncak fabrikasında çalışmak üzere götürülen Uygurlu genç kızların yatakhanede katledilmeleri ve ortadan kaytbolmalarının ardından sorumluların bulunması için devlet ya da yerel yönetimler tarafından herhangi bir resmi ya da sivil çaba gösterilmemiştir. Bunun üzerine ellerinde Çin bayraklarıyla Urumçi‘deki hükümet konağına yürüyen ve mazlumların bulunmasını talep eden halka önde gidenlerin küçük çocuklar ve kadınlar olmalarına karşın kurşun sıkılarak 300 kişiyi anında katletmişlerdir. Bunun ardından 3.000-5.000 kişi arasında bir halk ayaklanması meydana gelmiştir. Bu olay tam olarak cumhurbaşkanımız Gül‘ün Çin‘i ziyareti sırasında meydana gelmiştir. Ardından, yurtdışına kaçan kişilerin iadeleri sonucunda pek çok sorgusuz yargısız tutuklama ve seri idamlar ile infaz uygulanmıştır. İslam Konferansı bu olaylara sessiz kalmıştır. Çin, ekonomik bir pazar olarak İslam dünyasına muhtaçtır. Oysa Doğu Türkistan meselesinin Çin ile olan ekonomik ve ticari işbirliğine kurban edilmesi Müslüman halkların vicdanını rahatsız etmektedir. Birleşmiş Milletler‘in Çin menşeli Genel Sekreteri Ban Ki Moon ―İki taraf uzlaşmayı bilmeli‖ diyerek olayı geçiştirmeye çalışmıştır. Amnesti International gibi insan hakları derneklerinin çabaları ise hiçbir yaptırım gücü olmayan, yalnızca tavsiye niteliğinde kalan çalışmalardır. Uygurluların hoşgörü kültürü ve coğrafi önemi


Avustralya Doğu Türkistan Derneği Başkan Yardımcısı Abdulsalam Abdulgani Alim ise Doğu Türkistan‘daki ekonomik yaklaşdaki kısıtlamalara, yoksulluğun ve sosyal etkilerine değinerek şöyle ekledi: ―Uygurlar tarihte göçebe topluluklardan yerleşik düzene geçince ―hoşgörü‖ kültürü yaratmışlardır. Önemli kültürel şahsiyetler yetiştirmiş, 12‘li makam gibi müzikşah eserin oluşmasına neden olmuşlardır. Göktürk yazısını, Sout alfabesini, Çağatay, Çiğil Latin alfabesini, Arap alfabesini kullanmışlardır. Moğol asıllı olan Cengiz Han ve oğullarına yazı ve mühür kullanmayı öğretmişlerdir. Mani, budist, hristiyan ve sonunda müslüman olmuş ve inançların koruyuculuğunu yapmışlardır. Şaman, Budist, Hint, Hıristiyan, Fars ve İslam kültürleri gibi çeşitli kültürlerin beşiği olmuş aynı zamanda da İpek Yolu‘nun önemli bir kavşağında yer alan Doğu Türkistan‘nın 1.644.000 km2‘lik yüz ölçümüyle Orta Asya‘da Kazakistan‘dan sonra bölgedeki en büyük ülke durumundadır. Bölge gerek yeraltı ve gerekse yer üstü doğal kaynaklar bakımından çok zengindir. Çin‘in petrol, altın, kömür, doğalgaz, uranyum, rezervinin 1/3‘ü ve 60.000.000 büyük baş hayvanı ve beyaz altın dedikleri pamuk üretimini sağlamaktadır. Çin, 11'i yer altında olmak üzere, 46 nükleer denemesini Doğu Türkistan‘da gerçekleştirmiş ve burada radyoaktif serpinti, kanser ve çevre kirliliğine yol açmıştır. Çin için bu bölge aynı zamanda diğer devletlerle olan sınırları açısından stratejik bir öneme sahiptir. Tarih boyunca Doğu Türkistan‘ı işgal ettiği zamanlarda büyümüş, onu kaybettiği zamanlarda ise zayıf kalmıştır. Doğu Türkistan sözde de olsa özerk bir bölgedir. Ama özerklik hak ve yetkileri ağır biçimde çiğnenmektedir. Çin‘in bölgeye yönelik göçü teşvik politikası devam etmektedir. Bölgeye yerleştirilen Çinli göçmenler, Doğu Türkistan‘ın nüfus dengesini Türkler aleyhine bozmakla birlikte, çok ciddi sosyal sorunlara da yol açmaktadır. (Çin yöneticilerinin 60 yıldan beri ileri sürdükleri tez: Doğu Türkistan ezelden Çin toprağıydı diye-

rek etnik ve milli kimliklerinin Türk oldukları apaçık ortada olan Uygurlar ve Doğu Türkistan hakkında her türlü tasarrufta bulunmuşlardır. Orhun yazıtları, Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügatül Türk‘te Uygurların soylarının Türk olduğu hakkında pek çok kanıt vardır. Kutadgu Bilig‘de Yusuf Has Hacip devlet anlayışını anlatır: ―Kurt ve kuzu bir arada yaşasın‖ diye düşünürlerdi. Yıkma ve yok etme ise Çinliler'in geleneksel devlet stratejileridir. 50‘li yıllarda itibaren komünistler D.T. bölgesinin demografik yapısını bozmuş ve Doğu Türkistanlılar kendi vatanlarında azınlık

durumuna düşmüşlerdir. Çinliler Talas savaşından sonra 1000 yıl D.T.‘ı terk etmişlerdir. Çin Seddi D.T.‘ın doğusunda Çin ülkesinin içerisindedir. Çinliler bu surları kendilerini korumak için inşa ettiklerini savunuyorlar. Oysa hiçbir millet kendi ülkesinin sınırları içerisinde böylesine uzun bir sed çekmez. ÇHC‘nin Doğu Türkistan‘a kendisi ―Sincan Eyaleti‖ yani ―Yeni Hudut‖ adını vermekle kendi tezini yalanlamıştır. Batılılar ise kasıtlı olarak bölgeye ―Orta Asya‖ adını vererek bu milleti parçalamak istiyorlar. Rusya, Çin, İngiltere ve Amerika bu devleti ortadan kaldırmak için ortak bir politika izliyorlar. Kaşgar Hanlığı‘nın ortadan kalkmasındaki Çin ve İngiltere‘nin politikalarının adı ―Büyük Oyun‖dur. Bugün bunun adı ―Yeni Büyük Oyun‘dur. Bu göçler ileride oluşacak bir demokratikleşme sürecinde Uygurlar'ın aleyhine sonuçlanacak olası bir referandum seçimi için hazırlanmaktadır dedi. Burası aynı zamanda Çin‘in


kalabalık nüfusunu yerleştirebileceği, nüfus yoğunluğu kilometrekare başına sadece 5 kişi olan bir bölgedir. Buna karşın Çin‘deki nüfus yoğunluğu kilometrekare başına 160 kişiden fazladır‖ dedi. Ünlü Arap gazeteci Dr. Ekrem Hicazi de ―Hükümet son dönemde ABD‘nin Afganistan ve Irak‘a yaptığı işgalleri kendi lehine kullandı. Doğu Türkistan‘daki Uygurlar'ın Müslüman olup camide ibadet etmelerinden dolayı onları bir anarşist ve terörist olarak görmüştür.‖ Ayrılıkçılık propagandası yapanlara ve ayrılıkçılara karşı savaş‖ söyleminin yanında ―radikalizm ve radikaller‖ söylemini de kullanmaya başladı. Buna göre bütün âlimler, din ilimleri tahsil eden talebeler, hocalar, imamlar, hatipler ve tebliğciler, Hacca gitmek isteyenler, İslami kılık kıyafet giyenlerin hepsi potansiyel bir tehdit olarak görülüyor. İnsanların oruç tutmaları, camiye gitmeleri ve İslam dinini öğrenmeleri ve öğretmeleri yasaklandı. Bugün pek çok sorun Çinlilerin Uygur Türkleri'ne asimilasyon ve yok etme baskısından kaynaklanmaktadır. Anadili kullanma, özgürlük, düşünce, çoğalma temel haklarını yasaklamaktadırlar.‖ Dr. Alimcan İnayet ise şu önerilerde bulundu: ―Türkiye‘deki şehirler ile Doğu Türkistan‘daki şehirler arasında milli ve kültürel dayanışma için kardeşlik ilan edilebilinir. Urumçi ile İstanbul, Konya ile Kasghar, Kayseri ile Botan kardeş şehirler ilan edilebilinir ve böylece Türklerin yaşamakta olduğu bu bölge ile kültürel paylaşımlar arttırılarak Uygurlar'ın o işgal altındaki ülkelerinde yok edilmelerine dünya kamuoyunun gözleri daha fazla çevrilebilinir.‖ Dalay Lama‘nın temsilcisi Tibet‘e özlemini dile getirdi Tibet Ruhani Lideri Dalay Lama‘nın Temsilcisi Tseten Samdup Chhoekyapa ise tebliğinde Tibetliler'in Çin baskılarında yaşadıklarını anlattı. Çin baskısına kendi hayatını örnek vererek anlatan Tseten, ―Tibetliyim ancak ülkemi hiç görmedim. Nepal‘de bir mülteci kampında doğdum. Başımız dik bir şekilde Tibet‘e geri döneceğimiz günün hasretini duyuyorum." dedi. Tseten, konuşmasına şöyle devam etti: ―Bağımsız bir ülke olan Tibet, 1949-1950 yılları arasında Komünist Çin tarafından istila edildi. Tibet halkı, 10 Mart 1959‘da Komünist Çin idare-

sine karşı ayaklandı ancak şiddetle bastırıldı. Çin istilasının direkt bir sonucu olarak 1,2 milyon Tibetli hayatını kaybetmiştir. Bu, 6 milyonluk Tibet nüfusunun beşte biri demektir. Çin yıkımları sonucu, 1959‘dan önce Tibet‘te bulunan 6.259 manastır ve ibadet yerinden sadece 8‘i ayakta kalabilmiştir. Tibet bugün, tarihimiz boyunca yaşadığımız en zor dönemlerden geçmektedir. Çin hükümeti, dinimize, kültürümüze, dilimize ve yaşam biçimimize zarar vermeye yönelik politikalar uygulamaktadır. Çin, artık Tibet‘teki meşruiyetini kaybetmiştir. Meşruiyet ancak Tibet Ruhani Lideri Dalay Lama‘nın Tibet halkı için gerçek özerklik çağrısına olumlu yanıt verilmesiyle sağlanacaktır.‖ dedi. Tümtürk‘den Başbakan Erdoğan‘a teşekkür Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı ve Dünya Uygur Kurultayı Başkan Yardımcısı Seyit Tümtürk ise dünyanın Doğu Türkistan‘da yaşananlar karşısında sessiz kalmasına tepki gösterdi. 26 Haziran 2009 tarihinde Urumçi‘de yaşananlar katliamlara en sert tepkiyi Türkiye‘nin verdiğini ifade eden Tümtürk, yaşananları ―adeta soykırım‖ olarak nitelendiren


lamalar ve tutuklulara hapishane koşullarındaki işkenceler artık olağan hale gelmiştir ― dedi. Uygur Türklerine de düzeltilmesi gereken bir davranışın da ―Türkiye‘ye geldiklerinden beri sadece milliyetçi kesimin ilgisine girip belli bir parti ile irtibatta olmalarından dolayı Türkiye‘deki insanlar Doğu Türkistan‘daki bu trajediden haberdar olamamasıdır.‖ dedi. İkinci bir öneri olarak da Çin‘de Çin Kökenli Müslümanlarla daha sıkı iletişime geçmelerini, çocuklarını okutmak için o bölgeye göndermelerini ve karma evlilikler kurmalarını salık verdi. Bu konuda çekilmiş çok az sayıda belgesel ve film olmasından dolayı sinemacıların ve konuya duyarlı kişilerin bu alanda eser verebilmelerinin önemli olduğunu arz etti. Ayrıca Çin mallarını boykot çağrısı tüm kuruluşlarca desteklenmelidir‖ dedi.

Başbakan Tayyip Erdoğan‘a teşekkür etti. Görgü tanıklarının şahit olduğu olayları anlatan Seyit Tümtürk, yaşanan ihlalleri şöyle anlattı: ―Doğu Türkistan‘da Kur‘an okumak suç. Haberleşme ağları kesik. Oruç tutmak yasak... Her biri, her an ölümle burun buruna. Hacca giden memurlar işten atılıyor. Çinlilere göre, Doğu Türkistan'lı olmak suç. Onlara kin ve nefretle bakıyorlar. Polis, keyfi uygulamalarıyla halkı taciz ediyor. İstediği yerde arayıp sorguya çekebiliyor. Hiçbirinin güvencesi yok. 35 milyon insan yarınından emin olmayan bir atmosferde yaşıyor. Tutuklanan veya öldürülen kişilerin, geride kalan aile fertlerinin durumu içler acısı. Kısaca, orada tam anlamıyla bir insanlık dramı yaşanıyor.‖ Oturumu yöneten MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal ise ekonomisini liberalleştirilen ve özel sektöre açan Çin‘de sosyal ve siyasi hayatın tam bir baskı altında olduğunu vurguladı. Ünsal, ―Çinli yöneticiler her türlü suçu terör bağlantılı göstermek eğilim ve gayretindedir. Adi suçlar bile terör bağlantılı görülerek idama varan cezalarla sonuçlanmaktadır. İdamlar, tutuk-

Sempozyumda ayrıca Prof. Dr. Dru Galadney, Fatma Bostan Ünsal, Yrd. Doç. Dr. Erkin Emet, Dr. Yang Jianli, ünlü gazeteci Fehmi Hüveydi, İzzeddin el-Verdani, Siraciddin Aziz Şemseddin, Av. Cihat Gökdemir, İHH İnsani Yardım Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Av. Gülden Sönmez ve Ahmet Emin Dağ, Örkeş Devlet ve Yrd. Doç. Dr. Erkin Ekrem de tebliğlerini sundular. Ayrıca, AK Parti Konya Milletvekili Hüsnü Tuna, Saadet Partisi İstanbul İl Başkanı Erol Erdoğan, Büyük Birlik Partisi İstanbul İl Başkanı Bayram Karaca, Doğu Türkistan Vakfı Genel Başkanı Hamit Göktürk, Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği Başkanı Hidayet Oğuzhan, Dünya Uygur Kurultayı Başkan Yardımcısı Seyit Tümtürk de konuşmalarıyla sempozyuma destek oldular. Çin‘in ülkesine girişini yasakladığı, artık Amerika‘da yaşamını sürdüren Çinli insan hakları aktivisiti Yang Jianli konuşmasında ülkesini sert bir şekilde eleştirdi. Jianli, Çin‘de bir gösteriye katıldığı için 5 yıl hapiste yattığını ifade etti. 17 ay boyunca küçük bir hücrede kaldığını ifade eden Jianli, ―2002 yılında Amerika‘dan döndüğümde beni


havaalanında tutuklayarak cezaevine attılar. Ben sadece bir gösteriye katıldığım için 5 yıl hapis cezası aldım. Hayatımın en kötü günlerini cezaevinde geçirdim. Her türlü işkenceye maruz kaldım. Hücrede ne okuyacak bir şey vardı, ne doğru dürüst yiyecek bir şey. Delirmemek için çok çabaladım. Tanrıya sığındım, sürekli dualar ettim. Amerika‘daki dostlarımın girişimi olmasaydı hapisten biraz zor çıkardım. Bana bunları yaptılarsa kim bilir diğer insanlara neler yapıyorlardır?‖dedi. ―Çin‘i gelin bana sorun‖ diyen Jianli, ―Çin‘de her alanda insan hakları ihlalleri var. Çin yönetimi insanların toprağını, evini her şeyini ellerinden alabilir. Kimseye de hesap vermez. Medya bağımsız değil, yargı kurumları taraflı karar veriyor. İnsanlar çok basit sebeplerden dolayı cezaevine atılıyor. Bir arkadaşıma 11 yıl hapis cezası verdiler. Şu an Amerika‘da yaşıyorum. Amerika ile Çin‘i kıyaslamam gerekirse Amerika kendi vatandaşlarının temel haklarını güvence altına almış durumda. Çin‘de ise insanların her türlü hakları ihlal ediliyor‖ şeklinde konuştu. Komünist rejimin özellikle son 20 yıl içerisinde büyük bir değişim yaşadığını dile getiren Jianli, siyasi otoritenin istikrarını devam ettirebilmek ve toplumda nüfuzlu olan herkesi satın alabilmek için rüşvet ve teşvike başvurduğunu söyledi. Bu yolla komünist rejimin kendi seçkinlerini oluşturduğunu ifade eden Jianli, bu gücün diğer kesim olan sade vatandaşa baskı yaptığını belirtti. Çin içerisindeki iki kutuplu yapının dağılmaya mahkûm olduğunu ifade eden Dr. Jianli 3. bir

Çin olarak Demokratik Çin‘in ortaya çıkacağını söyledi. Ancak henüz bunun mümkün görünmediğini belirten Jianli, Çin yönetiminin baskılarına vatandaşların bir gün mutlaka isyan edeceğini dile getirdi. Yrd. Dr. Erkin Emet ise Çin‘in Urumçi‘de yaptığı katliamlar karşısında en sert tepkiyi Türkiye‘nin verdiğini belirtti. Emet, Çin‘in sürekli bir bilgi çarpıtma yöntemi olan dezenformasyona başvurarak Doğu Türkistan‘da yaşananları örtbas etmeye çalıştığını ifade etti. İHH Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Emin Dağ ise Türkiye ile Doğu Türkistan arasında akrabalık bağının yanı sıra ekonomik ve siyasi bağların da kurulması gerektiğini belirtti. Dağ, ―Müslüman Uygur Türkleri ile İslam ülkeleri arasındaki duygusal bağ rasyonelleşmeli. İslam dünyası Uygur Türklerine kayıtsız kalmamalı.‖ dedi. Sempozyuma genel sonuç olarak ―uluslararası mekanizmaların işlevselliğini yitirdiği ve uluslararası hukukun artık çare olmadığı tasavvuru, dünya barışını tehdit eden nükleer silahlanmalardan daha tehlikelidir. Tüm otoriteleri gerekli adımları atmaya ve adaletin tesisi için tüm gücümüzü ortaya koymaya davet ediyoruz‖ diyerek çağrı yapıldı. ‗‘Türkiye de Çin ile olan her türlü siyasi ekonomik işbirliğini Doğu Türkistan‘da yaşayan halkın hak ve özgürlüklerini korumaya yönelik değerlendirmelidir‖ denildi. http://www.ihh.org.tr/dogu-turkistan-e2-8099in-kapilari-dunyaya-acilsin/ www.hrw/en/news/2005/03/17


Herşey aşk’tan

1870’lerin sonlarında Mardin’de başlayan lezzet serüvenimiz İstanbul’da “Herşey aşk’tan” masalı altında devam ediyor. Geleneksel yöntemlerle ürettiğimiz, hiçbir katkı maddesi ve yağ içermeyen, sizi gülümsetecek hafiflikteki ezme ve lokum çeşitlerimizi beğenilerinize sunuyoruz. Dünyanın dört bir yanından topladığımız rengârenk objeler masal kahramanları ve evrensel simgelerle tasarladığımız kutularımızla siz müşterilerimizin özel mesajlarına bu tatlı yolla vesile olmak istedik.

Adres: Meşrutiyet Cad. No.79 (Pera Palas Oteli karşısı) Beyoğlu İstanbul Tel: 0212 245 48 91 / İşkuleleri Kule Çarşı Tel: 0554 502 58 72


EVİMİZ DÜNYA

Organik Tarım, Organik Pazarlar, Permakültür... Türkiye'de yeni açan çiçekler! Melda Keskin Enerji, tarım, ulaşım, barınma... bütüncül olmayan bir bakışla el alındığında, ayrı sektörler olsa da ―başka bir dünya‖nın mümkün olduğuna inananlar açısından, birbirine göbeğinden bağlı alanlar. Günümüzde yerel ve küresel ekolojik, ekonomik, toplumsal krizler birbiri adına patlarken, hepimizin gönlünde, yaşamlarımızı toptan etkileyecek, bizi bugün yarattığımız kısır döngülerden ―kurtaracak‖ bir takım değişiklikler yatıyor. Tüketim toplumuna egemen olan ―teknoloji her şeye kadirdir; kendi bozduğunu yine kendisi onarır,‖ söyleminden sıtkı sıyrılanlar safındaysanız, siz de benim gibi, maddecilik ve yıkım değil, ruhsallık ve barış odaklı, sade ve sürdürülebilir bir yaşamın yolunu arıyor olabilirsiniz. Endüstrileşmiş refah toplumları, doğal olarak bu yollardan bize göre çok daha erken geçti. Onların tüketim alışkanlıklarını ve tabii buna bağlı sorunlarını ithal ettiğimiz gibi, (ticari baskılar nedeniyle aynı hızla olamasa da) çözümlerini de ithal ediyoruz. Bu doğal ve kaçınılmaz; tabii Türkiye'nin yapısına ve insanına uygun uyarlamalar yapmak koşuluyla... Yurtdışından gelen alıcılar tarafından, sertifikalı organik tarım yapmaları için ikna edilen bazı yerli üreticilerinin fındık, kayısı gibi bazı ürünlerinin, bizim ruhumuz bile duymadan yurtdışına satıldığı ve bizim seçeneksiz pestisitli, hormonlu, (belki de GDO'lu) ürünlere talim ettiğimiz yılların ardından, Buğday, ETO (Ekolojik Tarım Organizasyonu) gibi derneklerin uzun ve ısrarlı uğraşları sonucunda, artık organik ürünleri az da olsa piyasada bulup satın alabiliyoruz. Uluslararası kuruluşlardan sertifikalı organik tarım, henüz ülke çapında yaygınlaşmamış olsa da 20 yılı aşkın bir süredir özveriyle çalışan akademik öncüleri, profesyonel üreticileri var. İstanbul'da Cumartesi günleri kurulan Feriköy'deki organik pazara, bu yıl Pazar günleri Kartal, Salı günleri ise Beylikdüzü, Çarşamba günleri ise

Göztepe katıldı. Bu çalışmaların artık bayağı etkili olmaya başladığının işareti, bana göre, hiçbir ciddiyeti ve ölçüsü olmayan, kerameti kendinden menkul ―iyi tarım‖ ürünlerinin marketlerde boy göstermesidir! Bu anlamsız terminoloji, ―size yıllardır tehlikeli ve zararlı ürünler satıyoruz, ama bu ambalajdakiler kötünün biraz iyisidir,‖ demek oluyor sanırım. Gelelim 2009 yılında Türkiye'de bir sürü irili ufaklı çabanın ortaya çıkışıyla duymaya, tanımaya başladığımız yeni bir alana: Permakültür kavramını, 1970'lerde, Gezegen'in sorunları karşısında bütüncül çözümler geliştirmeye çalışan, David Holmsgren ve Bill Mollison adlı iki Avustralyalı ortaya atmış. Aradıkları ismi ise İngilizcedeki permanent‖ (kalıcı) ve ―agriculture‖ (tarım) sözcüklerini bileştirerek yaratmışlar. Bugünlerde bazı temel metinlerin çevirileri yapılıyor ve permakültürün türkçe bir karşılığını yaratma çabası da ortaya çıktı, ama tartışmalar henüz sonuçlanmadığı için, ben aynen kullanmaya devam ediyorum. Permakültür uygulayıcılarının sayısı kadar permakültür tanımı vardır diyorlar. ―Dünya ve onun sınırlı kaynakları ile uyumlu yaşamanın yollarını bulup hayata geçirmek‖ ya da ―doğa'daki kalıpları izleyerek sürdürülebilir insan yerleşimleri yaratmak‖ bunlardan ikisi... Bu disiplinin yaratıcılarına kulak vermekte de yarar olabilir. Bill Mollison'a göre, ―Permakültür, besin üretimi, kentsel yenileme, su, enerji ve kirliliğe köktenci bir yaklaşım sunar. Zengin ve sürdürülebilir bir yaşam biçimini yaratırken, ekoloji, peyzaj, organik bahçecilik, mimarlık ve ormancılığı bütünleştirir. Büyük bir çeşitlilik ve denge kaynağı sağlayarak, düşük enerji girdileriyle yüksek verim sağlayan uygun teknolojileri kullanır. Tasarım ilkeleri, kentsel ve kırsal alan sakinleri açısından eşit uygulanabilirliktedir.‖ David Holmgren ise şöyle bir liste yapmış: ―Verim al; kendi kendini düzenle & geri bildirimi kabul et; yenilenebilir kaynak & hizmetleri kullan; atık üretme; paternlerden ayrıntılara doğru tasarla; ayırmaktansa bütünleştir; küçük ve yavaş çözümleri kullan; çeşitliliğe değer


ver ve kullan; kenarları kullan ve aşırı uçlara değer ver; değişimi yaratıcı kullan ve ona yanıt ver.‖ Ekolojik sorunlardan ve Gezegen'in (bizden!) korunmasından söz ederken, doğal olarak ortaya bir ahlaki mesele geliyor. Bizim şu an halen hakimiyetinde yaşadığımız ―ne pahasına olursa olsun kalkınma‖ ideolojisini, Gezegen'i hallaç pamuğu gibi atan ―sonsuz büyümeci‖ bir ―miras yedi ekonomisi‖ni inatla sürdürmeye hakkımız var mı? Bazılarımızca yok! Ve bu konuda yalnız da değiliz. Bakın permakültür ahlakı hangi esaslara dayanıyor?

Dünya'ya özen göstermek

İnsan'a özen göstermek

Adil paylaşım Zaten böyle yaklaştığımızda Doğa, bize, neye ihtiyacımız varsa fazlasıyla sunuyor... Yeter ki ondan öğrenmeye niyetimiz olsun, alçak gönüllü davranabilelim ve çok geç olmadan aklımızı başımıza toplayarak acilen değişmeye gönüllü olalım. Barınmadan, enerjiye, sudan, tarıma, yerel

ekonomiye uzanan, güler yüzlü bir tasarım yöntemi olan permakültürün ilkeleri: doğa ile çalış, ona karşı değil; çözümleri gör, sorunları değil; her işlev birden çok öğeyle desteklensin; her öğe birden çok işleve hizmet etsin; verim, yalnızca düş gücünüzle sınırlıdır; şeklinde özetleniyor. Bir permakültür tasarımında neler mi yapıyoruz? En sık ziyaret etmemiz gereken, evimize en yakın alandan, en az ziyaret etmemiz gereken en uzak alana doğru... I, II, III, IV numaralı bölgeler tasarlıyoruz; bitkilerimizi toprağın altında, yüzeyinde, onun üzerinde, onun da üzerinde ürün verecek biçimde, katmanlar halinde ekip dikiyor, yani m2 yerine, m3 ile ölçülebilen bahçeleri hayata geçiriyoruz; suyun, havanın, enerjinin, toprağın, güneşin... Döngülerini gözleyip, onlardan öğrenerek (bir toprağı 4 mevsim grup, planlamaya başlıyoruz); mahalli bir ekonomi yaratıp, mahalli özellikleri vurguluyoruz; doğayı örnek alan güçlü, verimli orman bahçeleri (ya da besin ormanları) oluşturuyoruz. Henüz bir permakültür tasarımı öğrencisi olarak, yakın gelecekte daha derinlemesine tanıklık


edebileceğimi umduğum bu ilkeler, Dünya üzerinde ayak izlerimizden başka bir şey bırakmadan yaşayabileceğimiz müjdesini veriyor bizlere…

saatlik Permakültür Tasarım Eğitimi için Türkiye'deki takvimi şöyle:

Türkiye'de henüz yıllanmış uygulamalar ve köklü eğitim kuruluşları olmasa da permakültür ile ilgili gelişmeler 2009'da neredeyse birden bire yoğunluk kazandı. Aşağıdakileri görünce bana hak vereceksiniz:

İzmir Menemen Dutlar Köyü'nde 2-11 Nisan 2010 tarihlerinde. Bunun için tarih çok yakın ama hala bilgi ve başvuru için: Ünzile Tekin u.o7598@gmail.com ve Tülay Ararat‘a (tulayararat@gmail.com) yazabilirsiniz.

2009'da 3'ü Steve Read, 2'si Penny Stark Livingston tarafından olmak üzere 5 permakültür çalıştayı düzenlendi (Universite Populaire de Permaculture'den Steve Read'in verdiği 72 saatlik ilk sertifika kursu Antalya'ya 1,5 saat mesafedeki Yunus Emre Çiftliği'nde geçen yıl bu sıralarda yapıldı; ben de bu eğitime katılmış olmaktan çok yararlandım).

Antalya-Isparta arasındaki Yunus Emre Yoga ve Ekoloji Çiftliği'nde, 17-26 Nisan 2010 tarihlerinde (Fransızca); 11-20 Haziran 2010 tarihlerinde (İngilizce, Türkçe); 2 -11 Ekim 2010 tarihlerinde ise Özel Su-Permakültür (aqua-permaculture) eğitimi (İngilizce, Türkçe, Fransızca) olacak. Satyananda Yoga uygulamasının da verileceği kurslar, 20 kişilik olup katılmak için: Isabelle <yunusemrefarm@yahoo.com>; Steve Read UPP <permaculture@free.fr> adreslerine yazabilir www.permaculturefrance.org ve Yunus Emre Yoga Permakültür Çiftliği sayfalarını ziyaret edebilirsiniz

2009 başında açılan permakültür yahoo grubuna üye olmak için gereken adres: http:// groups.yahoo.com/group/permakultur-turkiye/ 2009 yılında permakültür ve ekoköy girişimleri tecrübelerinin bir çevrimiçi platformda toplanması amacıyla açılmış ning sayfası adresi: http:// bahcedeyiz.ning.com/ Fethiye çalıştayına katılan ve yıllardır permakültürü yakından takip eden ve bu konuda eğitim almış olan Mustafa Bakır çok yakında Permakültür Araştırma Enstitüsü‘nü kuracağını açıkladı. Gelişmeler, http://www.marmaric.org adresinde. Bill Mollison‘un Permakültüre Giriş (Introduction to Permaculture) kitabı Sinek Sekiz Yayınevi tarafından çevrildi ve yayına hazırlanıyor. Bill Mollison‘un Tasarımcının El Kitabı (Designer‘s Manual) yine Mustafa Bakır‘ın girişimiyle şu anda bir grup çevirmen tarafından çevriliyor. http://surdurulebiliryasam.wordpress.com adresinden aldığım bu özette yer alan son güzel haber ise şöyle: İstanbul‘da yapılan son permakültür çalıştayında bir grup, İstanbul‘da permakültür tasarımıyla bir semt bahçesi (community garden) oluşturma girişimini başlatmak üzere kolları sıvadı. Herkesin katılımına açık bir toplantı düzenleyeceklermiş... Gelelim 2010 yılında olacak permakültür eğitimlerine: Benim de eğitmenim olan Fransa Halk Permakültür Üniversitesi Müdürü Steve Read'in 72

İzmir'de 12-19 Haziran 2010'da düzenlenecek çalıştayın eğitmenleri, 13 yıl önce Türkiye'de düzenlenen ilk permakültür kursunun da eğitmeni olan Max Lindegger. Yeni kurulan Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü, Marmariç ve CanSU Organik Süt Hayvancılığı Çiftliği ortaklığındaki bu çalıştaya katılım 40 kişiyle sınırlı olup, surdurulebilir@gmail.com adresinden başvuru formu isteyip, en geç 21 Mayıs'a kadar yine o adrese yollamanız gerekiyor. Erdek'te 4-22 Ağustos 2010 Şili‘li Biyolog, Permakültür ve Ekolojik Restorasyon Uzmanı Agustín Sepúlveda Sariego ve Emet Değirmenci'nin eğitmenlik yapacağı Erdek Permakültür Kursu'na başvuru için adres: http:// kendineyeterlitoplum.wordpress.com

Sağlığınıza Değer Verin

www.kuzeyorganik.com


AKILLI KALPLER

MESAFELERİ KORUMAK Eray Beceren Kişisel Gelişim Eğitmeni Merve, üniversite yıllarında ve mezun olur olmaz beş yıldızlı bir otelde staj yapmıştı. Otelin kat hizmetlerinden güvenliğine kadar çeşitli bölümlerinde başarılı ve çok keyifli günler geçirmişti. Bu arada turizm sektörünü ve özellikle otelciliği sevmişti. Staj yaptığı otelin insan kaynakları birimine eleman alınacağını duyunca bildiği, tanıdığı kişilerin çalıştığı bir yerde çalışma umudu onu etkiledi. Başvurdu, başvurusu kabul edildi ve işe başladı. Her şey çok güzel gidiyordu. Bildiklerini, yeni öğrendiklerini işine yansıtıyor ve elinden geleni yapıyordu. Bir taraftan her şey çok güzel giderken diğer taraftan ise ilişkiler ile ilgili sorunlar yaşanıyordu. Merve, otelde onu eskiden tanıyanların gözünde hala ―üniversiteli stajyer kız‖dı. Bilirsiniz stajyerlik döneminde ilişkiler daha yakın, samimi hatta biraz profesyonellikten uzaktır. Bu stajyerin kısa süreliğine orada olacağından ve işi tam bilmediği düşüncesinden dolayı bu şekilde olabilir. Bir ortamda oluşan ilişkiler ve mesafeler genellikle oturur, kabullenilir ve sonrasında da bunu değiştirmek çok zor olabilir. Bir gün Merve‘nin ziyaretine hocası olarak gördüğü ve ona iş konusunda ciddi katkıları olan bir misafiri gelmiştir. Misafir, iş ortamına saygılı ve ziyaret ettiği kişinin işlerinin aksamamasına özen gösteren biridir. Merve, ofisini iki üniversiteli stajyer ile paylaşmaktadır. Bu ziyaret esnasında kapalı olan ofisin kapısı çalınmadan hızla açılır ve içeri az sonra vardiyalarını devralacak iki genç güvenlikçi girer. Bu iki genç, Merve güvenlik biriminde staj yaparken tanışmışlardır. Gençler ofiste kim var, kim o an ne yapıyor dikkate almadan ―Merve bize çay ısmarla hadi‖ diye seslenirler. Merve bir misafirine bir de gelen arkadaşlarına bakar. Beklediği, arkadaşlarından misafiri olduğunu anlamalarıdır. Gençlerin bu durumun farkına varmadıklarını anlayınca ―misafirim var arkadaşlar sonra görüşürüz‖ der. Gençler hala ısrarcıdırlar ―sen hep böyle yapıyorsun bizi atlatıyorsun‖ diyerek memnuniyetsiz bir şekilde ofisi terk ederler. Merve misafirine karşı kendini mahcup hisseder ve ona ―Deniz Hanım daha önce burada çalıştığım için arkadaşlar bazen böyle davranıyorlar.

Bu başka kişiler ile ve başka şekillerde de karşıma çıkıyor ve beni daha zor durumlara sokabiliyor. Bu tür durumlarda ne yapacağımı bilemiyorum‖ diye şikâyette bulunur. İş ve özel hayatımızda zaman zaman bu tür durumlar ile karşılaştığımız anlar oluyor. Arkadaşlıklar ve ilişkiler esnasında insanlar karşılıklı olarak paylaşımlarda bulunmaları arkadaşlık kavramının bir gereğidir. Hangi düzeyde, hangi konuda ve nereye kadar paylaşmak gerektiği çok hassas bir konudur. Ne çok soğuk ve mesafeli, ne de çok iç içe ve laubali olmalı. Burada benim çok önem verdiğim kavram çıkıyor ortaya “ilişkilerde denge” İş hayatında ve özel hayatta; * Kendimizi kabul ettirmek, * Ortama uyum sağlamak, uyumlu görünmek, * İş ve ilişki ile ilgili bilgi almak ve öğrenmek, * Yakın ilişki kurarak avantaj sağlamak amacıyla daha açık ve daha samimi, yakın davrandığımız anlar oluyor. Bu davranış hali bazen yanlış anlaşılabiliyor ve bizi zaman zaman sıkıntıya sokabiliyor. Mesafeleri tekrar oluşturmak çok zor oluyor. Çünkü tavır ve davranışlara alışmak, aynı davranışların sürmesi konusunda karşı tarafta beklentiler oluşturuyor. Mesafeleri tekrar koymaya çalıştığınızda da tepkiyle karşılaşılıyor. İş hayatında ―bak bak bir işi oldu hemen havalara girdi‖ gibi tepkiler alınıyor. Özel hayatta da benzer tepkilerle karşılaşmak mümkün. Dostluk, arkadaşlık ve ilişkiler karşılıklı anlayış var olduğu sürece kalıcı ve sağlam olmaktadır. Elde olmayan nedenler ile yanlış anlaşılmalar ve mesafelerin aşılması söz konusu olduğunda bu konuyu vakit geçirmeksizin konuşmak gerekir. Sözün özü, dengeli bir ilişki mesafesi oluşturmak çok önemlidir. Hani derler ya ―Avucunuzdaki yavru kuşu çok sıkarsanız çok rahatsız olur, gevşek bırakırsanız avucunuzdan uçar, kaçar.‖ Öyle tutmalısınız ki sevgi, saygı ve ona verdiğiniz değeri, önemi hissettirmelisiniz. Karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan, sağlam ilişkiler kurabilmeniz dileğiyle... www.duygusalzeka.net


YUVARLAĞIN KÖŞELERİ

Dakikada 0rtalama Yüzaltmış korkmadıklarını sorar. ‖Korkmak mı? Bir şapkadan niye

Nilay Uzgören Papila

korkalım ki?‖diyenler testi geçemeyen büyüklerdir. Çizdiği resimdeki koca bir fili sindirmekte olan bir boa Normal bir egzersiz sırasında kalp atışlarımızın yaşa

yılanını gören-

göre nasıl değiştiğini biliyor musunuz? Ben bilmiyor-

ler ise yaşla-

dum. Hızlıca araştırdım ve internette bulduğum bir

rından bağım-

hesap

makinesini

sız olarak ço-

kullanarak yaşa göre

cuk

asgari ve azami kalp

olanlardır.

atışı sınırlarını buldum.

Üşenmedim

bunların ortalamala-

kalmış

Bu test bana çocukların aslında görünmeyeni görebilme ve bununla mutlu olma becerilerini hatırlatır. Çocuklar kolay mutlu olur.

rını da aldım. Aşağıdaki gibi bir tablo ile

Çocukların hayal güçleri geniştir. En son kızıma aldığım Asa Lind‘in ―Kumkurdu‖ kitabını onunla birlikte

karşılaştım.

zevk alarak okuduğumda bir kez daha anladım. Hayali Bu

tabloya

göre

otuzlu yaşlarımızda dakikada 140 civarında atan kalbimiz, kırklarımıza doğru 130‘lara düşüyor. Birbuçuk yaşındaki kızımın kalbi dakikada 164 kez atarken, sekiz yaşındaki diğer kızımınki ise dakikada 159 civarında atıyor. Yani yaklaşık bir hesapla her ikisinin de kalbi bizlerden yaklaşık 30 kez daha fazla çarpıyor.

kahramanlar yaratmak, onlarla konuşmak bir beceridir ve bunu çocuklar çok rahat yapar. Sahilde kazdıkları kumların

altından

kendileriyle

oynayacak

bir

kumkurdu çıkartamazlarsa, bir yıldızda yaşayan çiçeği severler, Aydede‘ye ―İyi geceler!‖ demeden uyumaz, onunla konuşurlar ya da Sahra Çölü‘nde kaybolmuş bir pilotla karşılaşıp, büyüklerin dünyasında çözümleye-

Kalp atışlarını bir kenara bırakırsak, çocuklar ile bü-

medikleri her ne varsa onunla dertleşip, her şeyi çö-

yükler arasındaki farkı ―Küçük Prens‖ kitabındaki test

zümleyiverirler.

yöntemini kullanarak da belirlemek mümkündür. Hepiniz biliyorsunuzdur ama yine de tekrarlayalım. ―Küçük Prens‖ kitabının yazarı Antoine de Saint-Exupéry, kitabı bir büyüğe ithaf ettiği için önce çocuklardan özür dile-

Çocukların enerjileri müthiştir. En yorgun iş gününün sonunda bile eve girmeden önce kapının önünde kendinizi hazırlayıp zile basınız. Çünkü içeriden fışkıracak enerji hem sizi yenileyecek, hem de hafızanızı geçici olarak sıfırlayacaktır. Bütün ünvanlarınızdan sıyrılıp sadece ―anne‖ olmaya hazır olunuz. Çünkü çocuklar sihirlidir.

yerek başlar ve nihayetinde kitabı o büyüğün çocukluğuna ithaf etmeye karar verir. Kitaptaki test ise basittir. Küçük Prens bir resim çizer. Şaheserini büyüklere gösterip korkup

Çocuklar yaratıcıdır. Sekiz yaşındaki kızımın ödüllü, ödülsüz yaptığı tüm resimlerdeki karakterler kırk yıl düşünsem ve uğraşsam onunki gibi sevimli, anlamlı ve renkli olamaz. Bu resimlerden en çok sevdiklerimi si-


zinle de paylaşmak isterim. Sadece Ada‘nın yaptıkları

Yaşı her ne olursa olsun çocuk kalmayı başarmış herke-

değil ne zaman diğer çocukların yaptıkları resimleri de

sin 23 Nisan‘ını kutlar, çocukken kullandığınız dürbü-

görsem hayal dünyalarının renklerini kıskandığımı itiraf

nünüzün hep gözünüzde olmasını dilerim. Çünkü ancak

etmeliyim. Her biri büyülü dünyadan gelmişçesine ne-

onun sayesinde hayattaki güzel şeyleri kolayca görebi-

şe fışkırtır üzerime.

lir; iyilikleri taşa yazıp, çerçeveleyip asabilir; üzüntü

Çocuklar güzeldir. Ne zaman kızımı almaya okula git-

veren her şeyi ise rüzgâra yazıp, unutup geçebilirsiniz.

sem, ya da bir arkadaşının doğum gününe, gördüğüm tüm çocuklar çok güzeldir ama benim bahsettiğim güzellik onların iç güzelliği. Hepsi pırıl pırıl; hepsi kendine güvenli; hatta bazen fazlasıyla güvenliler. Güven söz konusu olduğunda aklıma hemen Ada‘nın ilkokula başladığı gün bir sınıf arkadaşının kendisini bayrak törenine davet eden müdür

muavinine

―Yok,

teşekkür

ederim. Bugün gelmeyeceğim,‖ deyişi geliyor ve gülümsüyorum. Böyle öz güvenli

çocukları

“Can-Ada’lı Kelebekler” sergisi, Eyüboğlu İlköğretim Okulu, 2008.

seviyorum. Yazının en başına dönersek; zin

kalbini-

çocuklar

gibi

otuz kez daha hızlı “ÇamKız” (Beymen, “Bana bir Yılbaşı Çizer misin?” yarışması Türkiye üçüncüsü, 2008)

atması sayıca küçüktür, ama anlamı çok büyüktür. Kalbiniz dakikada

ne kadar hızlı çarpıyorsa o kadar çocuksunuz ve heyecanlı ve de mutlusunuz demektir. Kalbi dakikada ortalama yüzaltmış kez atan çocuklar gibi yaşamdan

zevk

alma

becerinizi

kaybetmedi-

niz, hala çocuklar gibi şensiniz ve de içinizdeki çocuğu

yaşatıyorsunuz,

seviyorsunuz demektir.

KanaryalıKız (Sarı Lacivert Derneği, “Çocuk Gözüyle Fenerbahçe Sevgisi” yarışması Türkiye ikincisi, 2010)


HAYATA YENİDEN BAKMAK

Beni Anlasa Ona Sarılıp Ağlamak İsterdim Semiha BATMAZ SALCI TV Program Yapımcısı ve Sunucu

Bu günlerde yeme içme konusunda toplum olarak paranoyak olduk. Görsel ve yazılı basının bu konuya olumsuz yönde katkısı çok fazla. Özellikle ana haber bültenleri, yangına körükle gidiyor. Bu konuda da korku kültürü hepimizi sarmış durumda. Yakında bazılarımız o kadar ileri gidecek ki, yemeden içmeden kesilip seruma bağlanacak gibi geliyor bana.

ların böyle katledilişine canım yanıyor. Biz insanoğlu, para için bunu da yaptık. Hamile bir hayvanı para için kestik. Maalesef bu kadar küçüldük, çirkinleştik demek istiyorum. Hatta ona sarılmak. Biz böyle nasıl olduk? Bizi bu hale getiren ne? diye uzun uzun omzunda ağlamak istiyorum. Ben bunları düşünürken, kocaman açılmış gözleriyle, anlam veremeyerek bana bakıyor.

Ey basın mensupları, tabii ki yanlışların üzerine gidip haber yapın. Buna diyeceğim yok ama; bilinçli tüketici olma haberleri yapmak hiç mi aklınıza gelmiyor.

Gözümüzden bile sakındığımız çocuklarımızı, bu çirkin insanların arasına nasıl salacağız?

Şaşırtmak, heyecanlandırmak, panik yaratmak Türk medyasında habercilik olarak algılanıyor. Biz izleyenler de, altta korku ve heyecan uyandıran bir müzik olmadıkça haber seyredemez olduk.

Lütfen bir şey yapalım!

Bu batağın içine nasıl bırakacağız kıymetli çiçeklerimizi? Lütfen! Bir şeyler yapalım!

Eminim birçok kişi (kendimi de dâhil ediyorum) bu aralar kırmızı et haberlerinden çok rahatsız oluyordur. Hamile hayvanların katledilişinden tutun da, soframıza gelene kadarki süreçte yaşanan bütün çirkinlikler en ince ayrıntısına kadar sunuluyor. Tam da sofradayız, 7.5 yaşındaki oğlum duyduğu korku uyandıran müzikle televizyona dönüyor. Sonra haber giriyor. Duyduklarına inanamıyor ve benim kendime bile cevaplamakta zorlandığım soruları soruyor bana. Yutkunuyorum, daralıyorum, yemekten sonra konuşalım diyorum, kurtulamıyorum. Beni anlayacak yaşta olsa, onunla dertleşmek, ona içimi dökmek istiyorum. Hayvanların, özellikle hamile hayvan-

Hindistan‘da yaşam kutsal!


Şimdi

Çocuk Olmak da Çok Zor

Semiha BATMAZ SALCI TV Program Yapımcısı ve Sunucu

zorla çalıştırılıyor, yetiştirme yurtları ağzına kadar anne babası olan çocuklarla dolu, kimisi kaçırılnne ve üç yaşındaki kız kardeşini kerpiç evlerimış… Liste çok uzun. O küçücük yürekleri bu kadar nin yığıntıları altında kaybeden Keko‘nun gözyaşları büyük travmaları nasıl kaldırıyor! Nasıl başa çıkıiçime düştü. Yaşanan her acı olayda, en çok çocuk- yorlar bu olanlarla! lar mağdur oluyor. Bu kez de öğle oldu. Elazığ‘daki Ben küçükken, büyükler, ―keşke çocuk olsaydım‖ depremden en çok hasarı yine çocuklar aldı. derlerdi. Şimdi çocuk olmak Keko‘ya, büyüklerin cesaret da çok zor. Dışarıdaki tehlikeedemediği gerçeği, çocuklar lerden dolayı sokakta oynayabir çırpıda söyleyiverdiler. mıyorlar. Önceden teyzeler, ―Annen ve kardeşin öldü.‖ amcalar bizim başımızı okşardediler. O, çocuk aklıyla anladı, şeker verirlerdi. Artık yamadı olanları, gitti yattı bunlar yasak, organ mafyası, enkazın üstüne. çocuk tüccarları var. Biz çoOrdalar dedi, ağladı, tepindi. cukluk yıllarımızda okuldan geldiğimiz gibi çantayı atar. En son oradalardı… Hava kararana kadar sokağın Şimdi yoklar… keyfini çıkarırdık. Ölümü biz büyükler bile, öğre23 Nisan Ulusal Egemenlik ve nen yüreklerimize sığdıramazÇocuk Bayramı gelirken, çoken; Keko bu küçücük yaşında cukluğuma dönüyorum. Her tanıştı ölümle. Hem de dünyaçocuk bayramında bize yeni daki en değerli varlığını kaybir ayakkabı alınırdı. En gıcır bederek. Sonra, Keko‘nun baayakkabılarımızla giderdik bası geldi Almanya‘dan, sarılbayrama. Muhakkak bir göredılar baba oğul, ağlaştılar. vimiz olurdu. Doya doya yaSiyasiler ziyaret etti onu, kuşardık bayramı. Televizyoncaklarına aldılar, yanaklarınlardan izlemek yerine, bizzat dan öptüler. Galatasaraylı olbayramın içindeki oyuncularduğunu duyunca, Arda imzalı dık biz. 23 Nisan Ulusal EgeGalatasaray forması gönderdimenlik ve Çocuk Bayramı yakler. Şimdi Keko, okula başladı. laşırken, çocukların yapacak Önlüğünü giydi ve okulu yıkıldığı için, taşımalı eği- çok işi var. Sınavlara hazırlanacak, dershanelere timle başka bir okula gidiyor. Keko‘nun gözyaşları, gidecek, sosyalleşmek için o kurs senin bu kurs beonu izleyen herkesin gözyaşları oldu. Yüreğimiz nim koşup duracaklar. parçalandı o ağlarken. Not: Kurtuluş mücadelesinde varını yoğunu ortaya Kendi çocuğumuzu, kaybettiğimiz anamızı, babamı- koyan başta Atamız, silah arkadaşları, şehitlerimiz zı düşündük. ve desteğini esirgemeyen Anadolu halkının ruhu şad Türkiye acı çeken Kekolar diyarı. Kimi annesini ba- olsun. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun. basını kaybetmiş, kimisi okula bile gönderilmiyor;

A


KIZKAÇIRAN

ACIMIŞTI, 80 ’ LERİ HATIRLADIM GEÇTİ… İlkay Cam Sevgili Günlük, Bugün sana güzel şeylerden bahsetmeyeceğim çünkü hayat zaten kasvetli ve tüm hayatım kuytulardaki güzelliklere neon oklar aramakla geçiyor. Sevgili Dümbük, Gerçekleri görmemek için hem beden hem akıl sağlığını bozmaya razı insanlar görüyorum. Korku öyle bir duygu ki bizi kendimizden vazgeçiriyor. Yüzleşmekten, göz göze gelmekten hatta gerçeğe göz ucuyla değmektense yaşlanmaya, sevdiklerimizi kaybetmeye, yaşamın bataklığında en dibe batmaya razıyız. Sevgili Tombik, Acıdan söz etmek yararsız ve sıkıcıdır zannımca ama acı beni sık sık ele geçirir, avucunun içinde sıkar ve suyumu çıkarır. Kendisinin insanı tüm gözeneklerinden ağlatabilme kabiliyeti vardır. Ama yine de ağlama tarzımızı biz belirleriz, bunu da özgürlükten saymak lazım mıdır? Böğüre böğüre, anıra anıra, höyküre höyküre ağlamışlığım ve ağlatmışlığım vardır, ayrıca tanık etmişliğim de. Ancak acı insanın ruhuna işlemiş, hücre çekirdeğinin feleğinin çemberinden de atlamış ise ek yerinden sızdıran lavabo altı boruları misali bir ağlama şekli vardır ki ne sen sor ne ben söyleyeyim. Sevgili Çitlembik, Acı ‗geliyorum‘ demez; gelir böğrüne oturur. Paniğe kapılma, huysuz bir kediyi okşar gibi temkinli okşa kendisini. Ayrıca tecrübeyle sabittir ki öyle için çıkacakmış gibi ağlamak beklenen rahatlamayı sağlamaz, yorulur yıpranır hayal kırıklığına uğrarsın. Otur kucağındaki acınla kaşığından düşmeye üşenen bal gibi sızdır. Ben şahsen hiç boşlamam acımı oturur yudumlarım acele etmeden, zira acıyla, ölümle, eşitsizlikle, sefaletle ve aklınıza gelen tüm soğuk, ıslak ve karanlık taraflarıyla kucakladım hayatı, bazen gönülsüz bazen hevesle. Acı, gerçekten kedi gibi ve ben de kedileri eğitme konusunda doğuştan yetenekliyim. Sevgili Kermit, Geri dön seni çok özledik! Gelirken yanında balkondaki iki huysuz amcayı da getir, onları senden bile çok özledik! Sevgili Güdük, Neticeye bakmak lazım hayatın tüm rutubeti güneşli bir günle uçar gider, gerçek kediler gelir kucağında mırlar ve az önce kucağınızdan inen acının var olduğunu bile unutturur. Güneşin doğma ihtimali oldukça, kediler, küvetler, güzel ev eşyaları satan dükkanlar bir de ayakkabılar oldukça benim için hep umut vardır. Bütün bunlara

bakar ve kocaman neon oklar görürüm, bana hayatın güzel olduğunu hatırlatırlar. Sevgili Dandik, Zihnimde 80‘lerden kalma tozlu bir video klip set dekoru vardır ( 80‘lerde müzik videolarına ‗video klip‘ denilirdi ); yerler siyah-beyaz karo döşenmiş sahte cafe-bar‘da her şey ama her şey çok çok sıkıcıdır ve herkes ama herkes çok mutsuzdur. Gerekli gereksiz her köşeye dekoratif hoşluk olsun diye neonlarla bir şeyler yazılmış veya çizilmiştir ve mutlaka cafe-bar‘ın adında bir harf arada bir söner ya da hiç yanmaz. Neyse efendim fondan şarkının ilk notaları duyulmaya başlar ve tüm yüzlerde, hatta sokak köpeğinin veya orada hangi amaçla bulunduğu şimdilik bilinmemekle beraber az sonra şarkıya geri vokal yapacak olan robotun bile yüzünde ( veya yüzü denilebilecek yerlerinde) abartılı bir şaşkınlık ifadesi peydah olur. Sonrası malum, aniden kafe-bar‘dakiler elektrik verilmiş gibi tuhaf ve neredeyse istemsiz bir takım bedensel hareketlere eşlik eden bir sırıtma haline geçerler ki 80‘lerde biz buna kısaca ‗dans etmek‘ diyorduk. Akabinde renkli tütüler giymiş ve bin beş yüz set kuaförü tarafından saçlarına krepe yapılmış, siyah ojeli ve de takoz küpeli suratlarında papağan patlamış kızlar silsilesi kafe-bar‘a akın akın akar ve çılgınca dans edemezlerdi! Ritimsizce sallanma ve katatonik kasılmalar arasında çenen az sonra düşecekmiş gibi gergin sırıtırken bizlere mutluluk nasıl da kolaycacık yakalanıverir, anlatmış olurlardı. Sevgili Punk-kek, Bir dans eğiliminin olmadığı tek on yılda, 80‘lerde gençtim ben şansa bakın! Moda ise danstan bin beterdi ama o başka bir yazının konusu. Seksenli yılların en fena tarafı bizleri mutluluğun yanı başımızda dolanan, elde edilmesi kolay bir şey olduğuna inandırmasıydı. Yapmamız gereken birkaç basit şey vardı sadece mesela; sürüden ayrılmaya cesaret etmek, birilerinin hayatına çokbilmiş tavırlarla dalıp onlara ne yapmaları gerektiğini anlatmak, kendi doğrularında diretmek, her boş zamanında dünyayı değiştirmek falan, atla deve değil yani. Bu tuhaf mesajlar yüzünden Nasıra‘daki bir kaç kuşak hariç tarihin en çok linç edilen, tımarhaneye tıkılan ve nefretle katledilen insanları 80 kuşağındandır. Sevgili Necefli İmbik, Şuursuzluğumuza ve de pek zayıf hafızamıza şükürler olsun bu yılları da geçmişe gömdük, İzlerinden estetik olduk, acımızı unuttuk. NOT: Bu yazı gençliğinde dans edememenin yoğun acısıyla, yetişkinliğinde kazandığı tüm parayı dans kurslarına yatıran acılı ve kahraman 80 kuşağı mensuplarına ithaf edilmiştir.


KÜLTÜR SANAT

MİHRİ MÜŞFİK HANIM (d.1886-İstanbul ö.1954 Amerika) Sevcan Birgören Resim ve seramik heykel sanatçısı Sevgili kültür sanat penceresi okurları,bu ay sizlere türk resim sanatının ilk kadın ressamlarından Mihri Müşfik Hanım‘ı tanıtmak istiyorum. Mihri Müşfik Hanım 1886 yılında İstanbul Kadıköy'de Rasim Paşa Konağı'nda askeriye tıbbiyenin ünlü hocalarından Çerkez Mehmet Rasim Paşa ve Kafkas göçmeni bir annenin kızı olarak doğdu. Ailede aldığı Avrupai eğitimin etkisiyle edebiyata, musikiye ve resme ilgi duydu. Resim sanatına ilgisinin ağır basması üzerine bu dönemde Beşiktaş'ta atölyesi bulunan Zavaro'dan özel dersler aldı, ardından özel atölyelerde ve özel okullarda eğitim almak için önce Roma‘ya, ardından Paris‘e gitti. Paris‘te 52-Montparnasse Bulvarı‘ndaki evini hem atölye hem ev olarak kullandı, bir odasını da kiraya vererek geçimini sağladı. Sorbon‘da Siyasi Bilimler eğitimi alan kiracısı Bursalı Selami Paşa‘nın oğlu Müşfik Bey ile evlendi ve adı Mihri Müşfik Hanım oldu. İstanbul‘da Darulmuallmatı‘na atanan Mihri Hanım İnas (kız) Sanayi‘nin resim atölyelerinde öğretmenlik yaptı ve matematikçi Zeki Bey‘den sonra bu okulun müdürlüğüne getirildi. Mihri Hanım‘ın öğrencileri açık havada resim yapmak, modelle çalışmak ve kadın ressamların toplu sergiler açması gibi konularda öncü olmuştur. Tevfik Fikret ile dostluğu, Fransız etkilerinin görüldüğü bu dönemde edebiyatı yorumlamasına ve Edebiyat-Cedide Resmi yaratmasına neden oldu. Yazıları ve şiirleri yorumlayan Mihri Hanım Edebiyat Cedideciler‘inin portrelerini yaptığı, Tevfik Fikret'in ölümü üzerine de yüzünün kalıbını alarak bu tarihte heykel sanatı konusunda da önemli adımlar attığını görüyoruz.1922 yılında yeniden Roma‘ya gitti ve 1923 yılında Müşfik Bey‘le olan evliliği boşanmayla son buldu. Roma‘da İtalyan şair Gabrielle d‘Annurunzuio ile birlikte olduğu dönemde onun aracılığı ile Papa‘nın portresini yaptı ve kilise fresklerinin onarım işinde çalıştı. Bir ara Türkiye‘de bulunduğu dönemde Atatürk‘ün ayakta portresini

yaptı ve Çankaya‘ya götürerek kendisine sundu. Taha Toros yayınlarında Mihri Hanım‘ın Türkiye‘den ayrılışıyla ilgili İnas Sanayi-i Nefise kız bölümü erkek bölümü ile birleştirildi ve Mihri Hanım Ömer Adiller, İbrahim Çallılar, Hikmet Onatlar, Nazmi Ziya Güranlar, Namı İsmailler ve Feyhaman Duranlarla sürdürdüğü hocalığının acı ve tatlı anılarını boğazın mavi sularına serperek yurdu terk etti der. Yine Taha Toros yayınlarından Mihri Hanım‘ın Roma‘ya, ordan Paris‘e ve oradan da Amerika‘ya gittiğini, New York, Boston, Washington, Chicago‘da yaşadığını, bir süre üniversitelerde resim profesörlüğü yaptığını, zengin ailelere özel ders vererek yaşadığını öğreniyoruz. Bu gidişin Mihri Hanım‘ın kardeşi Enise Salih Hanım‘ın İsviçre‘de sanatoryumda ölmesi ve ilk resim dersi verdiği yeğeni Hale Asaf‘ın Paris‘te hayatını kaybetmesi üzerine daha fazla Paris‘te kalamadığını belirtmemiz gerekir. Bu yıllara ait bilgiler arasında Ahmet Emin Yalmanın eşi Rezzan Yalman‘ın bir portresini yaptığını ve ikinci dünya savaşı sırasında dergilerin kapaklarını resimlediği, 1938,1939 ve 1943 dünya sergilerine katıldığı, portre ve natürmort çalışmaları ile dikkat çeken, eserleri resim, heykel müzelerinde ve özel kolleksiyonlarda bulunan sanatçının 1941-42 yıllarında yine Ahmet Emin Yalman tarafından New York‘ta görüldüğü, yoksulluk içersinde 1954 yılında öldüğü ve kimsesizler mezarlığına gömüldüğü bilinmektedir. Yazının başına dönmek istiyorum, gençliğinin de verdiği heyecanla, güçle ve arzuyla sanatın peşinde koşan, onu en tutkulu haliyle yakalamaya çalışan genç kıza dönmek istiyorum... Sanatın büyüsüne kapılan o güzel kadını düşünmek istiyorum... Zihninde topladığı her şeyi vermeye çalışan ressamı hayal ediyorum. www.sevcanbirgoren.com


GEZİ

5 Ay Arayla Hindistan – Bangalor ’ da Şafak Burçak Alkanlı Yayıncı Günümüzün standart tüketim toplumunun maddiyatçı dünyasında ruhsallaşmaya başlayan herkes hayatlarında bir kez olsun Hindistan‘ı ziyaret etmek ister diye düşünüyorum. Ben ise ilk defa meraktan ve değerli yoga hocamız Sri Raghuramji‘nin rehberliğinde bir ziyarete, ikinci olarak ise yine hocamın beni davet ettiği Hindistan Yoga Konferansı‘na bir gazeteci olarak katıldım. Dergimizde geçen ay ilk ziyaretim olan ıssız Himalayalar‘ı anlatmışken bu ay ise özellikle bir şehir bölgesi olan Bangalor‘u o anki heyecanımla anlatmak üzere günlüğümden aktarıyorum. ―2005‘in Temmuz ayında ilk geldiğimizde oldukça uzun bir rota çizip hem Kuzey Hindistan‘da Delhi, Rishikeş, Haridvar, Himalayalar (Ganj‘ın üst kolu olan Gomuk‘a kadar) sonra Bangalor, (Bence Hindistan‘ın en güzel noktası olan) Trivandum yapıp geri dönmüştüm. Şimdi ise özel bir sebeple, 15. Uluslararası Yoga Konferansı için yeniden Bangalor‘dayım. Geçen seferki sadece bir günlüğüne üniversiteyi ziyaret ve biraz geleneksel Hint kıyafeti ―sari‖ ve kitap alışverişi için şehre girmişken şimdi burada kalacağım 4 gün için bir tam gün boyunca Bangalor şehrini detaylı yaşama fırsatı bulabildim. Bangalor tıpkı İstanbul gibi değişik bölümlerden oluşan endüstriyel bir şehir. Hindistan‘ın silikon vadisi olarak da adlandırılıyor. Değişik bölümlerinde hem Etiler, Levent gibi villalarda yaşayan zenginler, büyük firmaların ofisleri bulunurken sanayi daha çok kendini şehrin değişik bölümlerinde hissettiriyor. Modernleşme özlemi şehrin içini sarmış ancak geleneksel toplum bunun içinde yine de güzel bir şekilde varlığını sürdürüyor. Hindistan‘da nereye gitseniz kadınlar mutlaka güzel renkli bir sari içindeler ve onları çeşitli yerlerine taktıkları altın takılarıyla görebilirsiniz. Dünyanın en zarif kadınları sanırım Hindistan‘da. Uzun saçlarıyla küpeler, halhal ve onların medeni hallerini gösteren ayak parmaklarına taktıkları yüzükleri ile hepsi çok güzeller. Üstlerine pantolon bile giyseler onu güzel bir elbise süslüyor. Çeltik tarlalarında çıplak ayaklarıyla suya gömülü bile olsalar onlar yine bir kadın ve rengarenk bir sari taşıyorlar…

Şehirde hava kirliliği var. Hava sıcaklığı kışın 20 derece, Bangalor‘un çok ılıman bir iklimi var. Ama taşıtlardan ve yoğun trafikten dolayı egzost dumanının devamlı trafiğe maruz kalan şoförlerin akciğerlerini zorladığını gözlemledim. Motosikletli taksiciler her yanı dolduruyor. Bu ulaşım vasıtası pratik ve ucuz. Ben havaalanından önceden ödemeli bir taksi aldım. Onunla bütün gün internetten almış olduğum adresleri ziyaret ettim. Gün sonunda adres aramanın yorgunluğu ve onun telefonu ile ettiğim telefon masrafından dolayı taksiciyi bir bahşişle ödüllendirdim. Bir ara tuvalet ihtiyacı nedeniyle arabadan indim. Cüzdanım dâhil her şeyimi ona emanet ettim. Gün boyunca aynı amaca bağlı kaldığımızdan neredeyse bir aile gibi olduk diyebilirim. Arada durup yol kenarındaki satıcılardan Hindistancevizi suyu içip muz yedik. Günün sonunda beni sağ salim üniversite kampüsüne getirdi. Uykusuzdum ama günümü istediğim gibi geçirmenin güzelliği ile dopdoluydum. Burada bol baharatlı ve acılı yemekler dışında ekstradan Amerikan tarzı fast food bulma imkânınız var. İnsanlar halen çok barışçıllar. Yüzlerine baktığınızda güleryüz ve misafirperverlik var. Rishikeş daha spritüel bir şehirken burası sanayiyi ve ticareti ağırlıyor. Ama insanlar yine de değişmiyor diyebilirim. Bangalor‘un anlamı ―Erik Bahçesi‖ymiş. Hindistan‘ın da arka bahçesi olarak adı geçiyor ancak doğayı tam olarak koruyabilmiş değiller. Şehirdeki birkaç park dışında şehir endüstrinin çirkin yüzüne bürünmüş gibi. Her yerde sanayi mahalleleri var. Ancak evlerin yanındaki ağaçta bir sincap görmeniz de çok olası bir şey. Doğa hayvanlara duyulan sağduyudan dolayı hem görüntü olarak canlı bir ekosistemi koruyor, bir örümceğin bile canı yakılmıyor, hem de insanlar huzurlu bir ruh hali içerisindeler. Himalayalar‘da vahşi doğa içinde mağaralarda ibadet ve haç ziyaretlerini yapan Hindulara hiçbir vahşi hayvanın saldırdığı duyulmamış. Onları öldürmeye kalkmayınca onlar da size hiç dokunmuyorlar. Güzel bir denklem... Hindistan bu açıdan tüm Dünya‘ya bir örnek. Şimdi sırada şu geçen sefer gelişimde uğrayamadığımız Palmiye ağacı yapraklarına yüzyıllar önce yazılmış olan geleceği okumak üzere özel bir bil-


gelik sahibi bir kişiyi bulmaya geliyor. Bu bilgi internette o kadar yayılmış ki palmiye ağacı yapraklarına yazılı olan kişilerin geleceklerini okumak için bile randevu ile görüşüyorlarmış. 3 saatlik bir aramadan sonra yerlerini ancak bulabildik ve aldığımız cevap da şu oldu: ―3 ay önceden telefon ile randevu alınız‖. Bilge kişi bilgiyi babasından miras almış. Şimdi o vefat edince de kardeşi bu görevi devam ettiriyormuş. Bu arada şunu da söylemek gerekir ki internette dolaşan bilgi kısmen yanlış ve bu kişilere ulaşmanız çok zor olabilir. Sokaktaki Hintliler bu yeri bilmiyorlar. Zaten kendi işleri dışında bizim gibi fazla bir dünyevi meraka da sahip değiller. Orada bulunmuş olan değerli taş dükkânının sahibi oraya Alman kız arkadaşı için gittiğini ama kendisinin geleceğini merak etmediğini ve de bunu öğrenmek istemediği için baktırmadığını söyledi. Oraya gidip bilge kardeş ile karşılaşınca ona gazeteci olduğumu söyledim. Biraz vakit ayırdı ancak bana iletmek istediği bir mesajı vardı: ―Lütfen reklamımı yapmayın çünkü o zaman buraya yapraklarda ismi yazılı olmayan kişiler de gelir... Buraya gelecek olan ve bulan kişilerin gelmesini tercih ederiz. Yaptığımız bilgelik kalpten kalbedir. Bunun dışında reklam yapmak istemiyoruz‖ dedi. Binaları yıkılmış ve onun yerini modern bir apartman almış. Bu kişilerde o apartmanın bir dairesinde oturuyorlar artık. Ortada mistik gözüken hiçbir şey yoktu. Türkiye‘den geldiğimi belirterek ondan sadece palmiye yapraklarına yazılmış olan geçmiş ve geleceğin bilgisini bana göstermesini rica ettim. Bana odanın bir köşesindeki dolabı açarak

sayısı 500‘ü geçmeyen bir koleksiyon gösterdi. Ahşap kapakları olan dolapta palmiye ağacı yaprakları bir kitap gibi dizilmişti. Oradan biraz da kendi geçmiş konular ve gelecek yaşantım hakkında ekstra bir bilgi alamamanın boşluğu içinde ayrıldım. Neyse ki prosedürü öğrenmiştim. Bir daha gider miyim bilmem ama en azından benden bu konuyu araştırmamı isteyenler için doğrulayıp bilgi almış oldum. Artık rotayı üniversite kampüsüne çevirdik. Onu da uzun uzun arayarak sonunda vardık. Şoförüm iyi bir insandı ama onlar gerek beslenme gerekse eğitim şartlarından dolayı bizim şoförler gibi kıvrak bir zekâya sahip değildi. Şoför öğretmenimi arayıp yolu sorduğumuzda benden bahsetmemiş ki öğretmen de üniversitenin kampüsü yerine ofis adresini vermiş. Acaba yolu bulabilecek miyiz diye biraz da kendime kızarak neden kendi işimi kendim yapmadım da öğretmenimle ben konuşmadım diye bir süre heyecanlanarak vakit geçirdim. Neyse ki sonunda şehir merkezinden oldukça uzakta olan kır içindeki kampüse geldik. Beni dönüşte tekrar alması için şoförle sözleştik. Beni karşılayan sevgili öğretmenim Raghuramji‘nin asistanı Smita ile odama doğru ilerledim. Odam yaklaşık 1.000 kişiyi ağırlayacak olan 15. Uluslararası Yoga Konferansı‘nda kalmak için oldukça iyi bir odaydı. Üniversitede Yoga Terapi yapıldığından hastane odası gibi duşu ve tuvaleti içindeydi. Ve ertesi günkü konferans koşuşturmacasına katılmak üzere hazırlanmaya koyuldum.‖ Yazımın devamı olan 15. Hindistan Yoga Konferansını bir sonraki sayıya bırakıyorum.


KİTAP

ENGELLİ KİŞİLERLE İLETİŞİM de haberdar edin, kararı onlara bırakın. Sizinle sadece o anı payYoga Eğitmeni laşmaktan mutluluk duyabilirler. Kör olan kişiyle ilişki kurarken önce kendinizi tanıtın. Ona ismiTürkiye‘de çeşitli nedenlernizi, varsa görevinizi söyleyin. le engelli olarak yaşayanlaSesinizden sizin kim olduğunuzu rın sayısı azımsanmayacak algılamanızı beklemeyiniz. Kör boyuttadır. Neredeyse her 8 kişiler dengelerini sağlamak için kişiden birinin engelli olakollarına ihtiyaç duyarlar, bunun rak yaşadığı ülkemizde soiçin rehberlik gerekiyorsa kolunukakta çok az engelli kişi gözu verin, onunkini tutmayın. Bir rürüz. Dışarı çıkmak, eğitim adım önden yürürseniz vücut haalmak, çalışmak, eğlenmek reketinizden kolaylıkla basamakonlar için adeta yasaktır. ları takip edebilir. Bu şekilde Engellileri az görmek ve az aniden durmanız gerekirse ona etkileşim içinde olmak asbir adımlık durma mesafesi tanılında duyarlı olan toplumumış olursunuz. Kör olan birini muzu duyarsız hale getiryalnız bırakmanız gerekiyorsa, mektedir. Engelli kişilerle önce ona haber verin. Daha sonra ilgili fikir sahibi olabilmek için, tüm insanların onu duvar, masa gibi bir eşyanın yanına bırakın. uçma engelli olduğunu düşünmek yararlı olabilir. Tekerlekli sandalye kullanan kişiyle konuşurken Engelli kişiler ile etkileşim içindeyken tutum ve karşısına bir iskemle çekerek oturun ve onunla davranışlarımızın doğruluğu konusunda bazı teaynı düzeyde konuşun. Sizinle konuşabilmek için reddütler yaşayabiliriz. Bu satırlar engelli kişilerle başını sürekli yukarı kaldırmak zorunda kalmasın. etkileşim kurmak isteyen herkese bazı ipuçları vermektedir. Engelli kişilerden bahsederken Thomas Alva Edison ―kişi‖ kelimesini kullanmaktan kaçınmayın. (1847-1931) ―engelli‖,‖özürlü‖,‖kör‖,‖sağır‖ yerine ―engelli Öğrenme engeli ve işitme engeli vardı. Günümüzolan kişi‖,‖görmeyen kişi‖,‖duymayan kişi‖ v.b de yaşasaydı hiperaktivite ve konsantrasyon bokelimeler kullanabilirsiniz. Kendilerine doğrudan zukluğu teşhisi konulabilirdi. İlk buluşunu 16 yahitap ediyorsanız, isimlerini veya bay, bayan gibi şındayken gerçekleştirdi. İcat ettiği ürünler teletemel tanımlamaları kullanmalısınız. Mutlaka bir fon, faks ve mikrofonun bulunmasına kaynaklık ayırıcı fiziksel özellik söyleyecekseniz, herkes için etmiştir. Ses kayıt cihazı ve elektrik ampulünün kullanılabilecek olan, giyim özelliklerini tercih mucididir. edebilirsiniz, örneğin ―yeşil montlu arkadaş, bakar mısınız‖ v.b . Daima engelli kişiye hitap ede- Son söz, rek konuşun, kendisine eşlik eden kişiye ya da Engelli kişilerin de herkes gibi, ailesi, işi, hobileri, kendisine yardımcı olan kişiye değil. Bir kişinin sevdikleri, sevmedikleri, sorunları ve sevinçleri engelli olması onun yardıma gereksinim duyduğu vardır. Onları sadece engelleriyle tanımlayamaanlamına gelmez. Şayet yardıma ihtiyaçları var yız. Herhangi birine nasıl davranıyorsak öyle davgözüküyorlarsa yardım teklifi edin ve eğer yardım ranmalıyız. istediklerini söylerlerse önce nasıl yardım edebileceğinizi sorun. Yardım etmek amacıyla da olsa Engelli Kişilerle İletişim Rehberi Davranış Örnekleonları tutmanız dengelerini bozabilir. ONLARIN ri ve Bazı İpuçları Adlı Özden USLU‘ya ait kitaptan YERİNE KARAR VERMEYİN! Kendilerinin ne yapıp alıntıdır. yapmayacakları konusunda en iyi kararı engelli kişinin kendisi verecektir. Örneğin, sinemaya gidiyorsanız görme veya duyma engelli olan kişileri Nedret Gülcan


EV ’ LENDİRME

ŞAKA GİBİ... Selmi Ural Emlak Danışmanı

Bahar kendini rengarenk çiçeklerle göstermiş, bahar yağmurları başlamış ve ‗Şaka‘ kelimesiyle özdeşleşmiş Nisan ayına gelmişiz. O halde size şaka gibi bir haber... Yaklaşık 5-6 sene önce mimarlar, mühendisler ve daire pazarlayan gayrimenkul danışmanları arasında yeni bir kelime oluştu. BUÇUK ODA. İlk duyulduğunda herkesin yadırgadığı bu tanım, tasarımları ve uyguladığı konseptlerle herzaman dikkat çeken ülkemiz mimarlarından Mehpare Evrenol‘a ait. Yüksek Mimar Evrenol bu konuyla ilgili; ‗Bugün birçok projede buçuk oda kullanılıyor. Kadın bir mimar olarak bu sektöre yaptığım en büyük hizmet bu‘‘ diyor. Peki, nedir ‗Buçuk Oda ‗ ? Mehpare Evrenol, buçuk odaları tasarlarken ortada kalan, nereye sığdıracağımızı şaşırdığımız eşyalarımızı düşünmüş sanırım. Bu odalara, çamaşır makinesi, ütü masası, elektrik süpürgesi vs. gibi eşyalarımızı koyuyoruz. Odada hem su hem elektrik tesisatı mevcut. Konsept kullanış açısından ev sahiplerinin çok hoşuna gitmiş olmalı ki, 5 odalı evlerde bile bu buçuk oda uygulamasını yapmışlar. Düşünülerek yapılan tüm inşaatlar bende hayranlık uyandırır. Hele ki akıllı bir mimar projelendirdiyse ve hele ki mimar bir kadın olup 1 santimetrekarelik alanı bile değerlendirebiliyorsa. İşte yine bir kadının başarısı! YATIRIMDA YENİ GÖZDE: MİNİ DAİRELER Stüdyo ve 1+1 daireler son dönemde yatırımcının gözdesi. Yeni projelerde çoklukla yeralan 1+1 daireler genelde çalışan bekarların, öğrencilerin veya yeni evli çiftlerin

Dumankaya İnşaat İkon Projesi, Göztepe

kiralamak için ilk tercihleri. Isıtma-soğutma maliyeti düşük, temizliği kolay. Kısa süreli kiralamalarda gözde olan bu tip daireler, kira getirisi yüksek gayrimenkul arayan malsahiplerinin de gözdesi. Üstelik 1+1 daireler alırken yüksek borç altına girmek istemeyen ve herzaman yüksek prim yapıyor olması açısından da satmak istenildiğinde yüksek kazanç sağlıyor. Büyük projelerin tamamında ilk satılan seçenekler 1+1 daireler. Yatırımcıların dikkatine..!

Ofis ve villa dekorasyon uygulamalarınızda, cafe-restoran-mağaza konsept dekorasyon ve uygulamalarınızda, size özel mekanlar yaratmak amacıyla buluşmak üzere... http://www.mayadesigntr.com


YOGA VE MEDİTASYON

23 NİSAN KUTLU OLSUN ! İnci Gül Yoga Eğitmeni Cumhuriyetin ilanından bu yana her yıl 23 Nisan gününü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutluyoruz. Dünyadaki ilk ve tek çocuk bayramı olmasıyla kısa zamanda ulusal olmaktan çıkıp uluslararası bir kimliğe büründü bu gurur verici bayramımız. O gün yapılan eğlencelerden, şenliklerden daha çok günün anlam ve önemi dikkatimi çeker her zaman. Tıpkı Anneler Günü gibi, tıpkı Kadınlar Günü gibi, aslında tek bir gün yapıldığı düşünülür kutlamanın. Oysa o tek bir güne hazırlık bile haftalar süren bir çalışma ve bilinçlenme sürecini kapsar. Her yeni yıla girerken biliriz ki o yıl içinde bu özel günler var olacak, kutlanacaktır. Üstelik tek bir güne sığdırılmaya çalışılsa da, yapımızdaki bir şeyleri hep öteleme eğilimi nedeniyle -örneğin annemizi her gün düşünür ama ona yapacağımız ziyaretleri işimiz, sorumluluklarımız yüzünden hep erteleriz- en azından zorunlu olarak o gün, üzerimize düşenleri yapıyor; sorunları, o alanda yapılan çalışmaları, elde edilen başarıları ya da yapılması gerekenleri dile getiriyor, çoğunlukla da ilk adımları o gün atıyoruz. İşte yine nisan ayındayız ve yakında Çocuk Bayramımız var. Okullarda yoğun programlar var, terziler bile fazla mesai yapıyor. Bizler de her zamankinden daha fazla olarak çocuklarımızı düşünüyor, onlar için yaptıklarımızın, yapabileceklerimizin bilançosunu çıkartıyoruz. Yoga ile tanıştığımdan beri, onun yeni bir özelliğini keşfetmediğim bir gün geçmiyor. İşte çocuklarımızı, onları hayata nasıl daha iyi hazırlayabileceğimizi düşünüp, araştırmalar yaparken karşıma yine yoga çıktı. Kendi deneyimlerimden de insanların yogaya belli bir yaştan sonra eklem, kemik ve bel ağrılarından dolayı, rahatlamak amacıyla başladıklarını biliyorum. Ağır fiziksel egzersizleri göze alamadıkları için yoga onlar için güzel bir seçenek oluyor. Bu gerçekten de

çok olumlu bir yaklaşım. Ama öğrencilerimden birinin bir derste ‗‘Keşke yoga ile çok daha gençken tanışsaydım‘‘ dediğini unutamıyorum. Yoga yaparak zaten var olan sorunları gidermeye çalışıyoruz oysa bir takım sorunlar hiç ortaya çıkmayabilirdi de... Modern yaşam yalnızca biz yetişkinlerin omuzlarına çökmüyor. Eğer okul çağında bir çocuğunuz varsa iyi bilirsiniz, eğitim sistemimizde yer alan sınavlar daha ilkokuldan başlayarak çocuklarımızı stresle tanıştırıyor. Okul çocuğunun çantası o kadar ağır ki tazecik omurgaları taşımakta zorlanıyor. Bir de hareketsizlik var onları olumsuz etkileyen. Özellikle kentli çocuklar sokak oyunlarını tanımıyor haklı olarak, gürül gürül akan trafik, egzoz kokuları yüzünden kapının önüne bile zor çıkıyorlar. Sokağı tanımayan, okul dışında sosyalleşme olanağı olmayan çocuklar bilgisayar başında ya da televizyon karşısında geçiriyor zamanlarını. Bu öyle bir bağımlılık yaratıyor ki komşu çocuklarla oynamak yerine internetten arkadaş buluyor çocuklarımız. Bu da bambaşka güvenlik sorunlarını çıkartıyor karşımıza ya bu da ayrı bir konu... İşte yoga, günümüz yaşantısında çocuğa dayatılan uyumsuzluk ve sarsıntılar yüzünden bozulan dengeleri yenilemek için yardımcı olacak bir araç olabilir. Çocuk Yogası, yoganın büyüklere sağladığı beden farkındalığı, koordinasyon ve stresle baş edebilme gibi yararlardan çocuklarının da yararlanabileceğini düşünen ebeveynler için ortaya çıkartılmış bir kavram. Geleneksel yoga tamamlayıcı bir aktivitedir ama çocukların hoşuna gidebilmesi için yeterince esnektir. Uygulamalar çocuğun yaşına göre yapılır. Çocukların doğal olarak esnek olmalarına karşın duruşları yetişkinler gibi yapamayacakları için daha basit uygulamalar yapmak önemlidir. Çocuklar oynayarak öğrenirler ve eğer dersler eğlenceli olmazsa çabucak sıkılabilirler. Yoga bir keyif olarak kalmalıdır. Yoga nefesi düzenler, duygusal, fiziksel ve psişik yeteneklerini geliştirir ve tüm bunları hayal gücü ve taklit oyunlarıyla yapar. Dört yaşından itibaren çocuklar yoga yapabilirler. Okul öncesi çocuklarda beden farkındalığını, dil, dinleme, işbirliği ve gözlemleme gücünü geliştirir. Onlara


doğayı ve çevreyi öğretir, hayal güçlerini genişletir. Oyun oynayarak, şarkı söyleyerek, hareket ve taklit ederek öğrenirler. Okul çağındaki çocuklarda yoga yine oyun oynayarak, şarkı söyleyerek, öykü anlatarak, resim çizerek, basit nefes egzersizleriyle dengeleyerek yapılır. Çocuk öğretmenini rahatlıkla izler ve değişik beden bölümlerinin isimlerini, fonksiyonlarını ve yerlerini öğrenir. Oyunlarında yoga duruşlarını kullanır, farklı hayvanların niteliklerini alabilir ya da çiftlik hayvanlarıyla ilgili öyküler uydurarak hayal güçlerini kullanabilirler. On yaş ve üzerindeki çocuklar anatomi ve fizyoloji konularında bilgilenirler. Kaslar ve eklemler kemikleri nasıl hareket ettirirler, yoga ve meditasyon sindirimi, bağışıklık ve sinir sistemini nasıl etkiler gibi. Yoga ve gevşemeler onlara ders çalışmalarında, günlük yaşamın baskıları ve stresle baş edebilme konularında yardım eder. Fiziksel olarak da genç bedenlere tam bir çalışma sağlar, bedensel olarak geliştirir. Bunların yanı sıra sakinleşme ve konsantrasyon yeteneğinin keskinleşmesini sağlar. Güven ve öz disiplin sağlar. Pek çok eğitimci düzenli uygulanan yoganın çocuklara kendi duygu ve düşüncelerinin farkına varmalarını sağladığını düşünüyor. Bu farkındalık sayesinde yeni ve olumlu yönlerde büyüme ve değişiklikler oluşuyor. Yoga kaygıyı esnetmeler ve nefes ile giderir. Çocuk daha iyi uyur, öfkesiyle baş edebilir. İyi bir duruş kazandırır, kasları ve kemikleri canlandırır. Özgüvenlerini yükseltir, konsantrasyon yeteneklerini artırır. Bedenlerini daha iyi kontrol etmelerini sağlar, denge duygusunu geliştirir. Beden rahatlarken iç organlar yenilenir, zihin sakinleşir, kaslar, sinir sistemi rahatlar, vücut enerji dolar. Bazı duruşlar hazmı daha iyi hale getirir, kan dolaşımını artırır ve hormonal bezleri düzenlerken diğerleri dayanıklılığı, irade gücünü artırır ve ruhu güçlendirir. Bazıları da aynı zamanda neşe getirir canlılık ve yaşama sevinci verir. Stres altındayken gerginlikleri azaltmaya yardımcı olur. Cesaret ve kendini kabullenme yeteneği geliştirir. Beyin ve beden ilişkisi kurduğu, sinir sistemini güçlendirdiği ve düzenlediği için yoga, özel ilgiye muhtaç çocuklar üzerinde de önemli yararlar sağlamaktadır. Çocuk yogasının grup halinde ya da bir arkadaşla birlikte yapılması sosyalleşme ve işbirliği geliştirir. Hatta çocuğunuzla baş başa yaparak nitelikli zaman geçirebilirsiniz. Evinizde çocuğunuzla birlikte yerde yatabileceğiniz bir yer ayarlayın. Yerde sosis gibi yuvarla-

nın, yıldız olun, solucan olun. Hayvanları taklit edin ya da diğer doğa olaylarını. Taklit ve oyun fikirlerinizi sıraya koyun. Çocuğunuzun sevdiği, gözlemlediği ya da onu büyüleyen şeylerden esinlenin. Her gün gülün, evet evet gülün. Denge duruşları yapın. Basitçe tek ayak üzerinde durarak. Her türlü denge duruşu kelimenin her anlamıyla konsantre olmanızı sağlar. Denge çalışması çocukları çok eğlendirir. Oyundan keyif almaktan başka beklentiniz olmasın. Çocuk üzerinde hiçbir baskı uygulamayın. Eğer amacımız mutlu, sağlıklı ve sevmesini bilen çocuklar yetiştirmekse onların ışığını paylaşalım, hayat ne getirirse getirsin.

Dünyadaki tek yoga üniversitesi olan Swami Vivekananda Yoga Üniversitesi programları Türkiye‘de

www.yogamerkezi.com Merkezi Bangalore/Hindistan'da bulunan ve özellikle yoga terapi (hastalıkların tedavisinde yoganın kullanılması) konusunda uzmanlığı bulunan, aynı zamanda lisan, lisansüstü ve doktora seviyesinde Yoga Bilimleri üniversite diplomalarının verildiği Vivekananda Yoga Universitesi'nin temel yoga eğitmenlik kursu (YICC - Yoga Instructor's Course Certificate / Yoga Eğitmenliği Sertifika Programı) belli aralıklarla Türkiye'de de düzenlenmektedir. Rezervasyon için tıklayınız.


ATAŞEHİR’DE YOGA BOTANİK ÇARŞI NİLONGA DANS STÜDYOSU

Botanik Çarşı ’ daki yoga sınıfları, herkesin rahatça yapabilmesine olanak sağlayacak şekilde düzenleniyor; bedeni, nefesi, aklı ve ruhu besliyor. Haftalık Program Pazartesi

10.00

12.00

Salı

12.00

14.00

Çarşamba

10.00

12.00

Cuma

12.00

14.00

Swami Vivekananda Yoga Üniversitesi Yoga Eğitmenliği Sertifika Programından mezun eğitmenler eşliğinde

Botanik Çarşı Kat: 1 Ataşehir 18 Nisan 2010 ’ da

Ücretsiz Tanıtım Seansımıza Bekliyoruz!


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.