Yeşilay Dergisi-Ocak-948.Sayı-Sosyal Paylaşım-Sosyal Medya

Page 1

SOSYAL MAHREMIYET: MAHREMIYETE MAHREM KALMAK

14

www.yesilay.org.tr

948 OCAK 2013 88.YIL 5 TL

GENÇLIK, MEDYA VE MADDE BAĞIMLILIĞI 18 ADEM GÜNEŞ: SOSYAL PAYLAŞIM SITELERI PSIKOLOJIK DÜRTÜ SAHASIDIR 22 HALUK PİYES: ÇOCUKLARI KORUMAK İÇİN SEVGİ, İLGİ VE BİLGİ ŞART 50

SOSYAL MEDYA

Hayatımızın neresinde yer almalı?

10



KURUCUSU Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Uzman Derginin Tesisi:1925 TÜRKİYE YEŞİLAY CEMİYETİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ Genel Başkan Prof. Dr. M. İhsan Karaman GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ Sümeyya Olcay sumeyyaolcay@yesilay.org.tr

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Av. Osman Baturhan Dursun ÇALIŞMA GRUBU Esra Önal Asude Zeynep Cömert Şerife Barut Rabia Koyuncu Meryem Olcay Halil Kökcü Muhammet Celep Saliha Büşra Selman Ahmet Kaynar Betül Olcay Onur Ulukuz YAYIN KURULU Prof. Dr. M. İhsan Karaman, Prof. Dr. Medaim Yanık, Dr. Ahmed Özdinç, M. Pervin Tuba Durgut, Dr. M.Ata Öztürk, Esra Albayrak, Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel, Uz. Dr. Havva Sula, Prof. Dr. Dilşad Türkdoğan, Prof. Dr. Sefa Saygılı, Arif Çiftçi REKLAM PROJE KOORDİNATÖRÜ Sekans Yapım Şakir Sarı (sakirsari@sekans.com) 0216 557 8035 www.sekans.com REKLAM KOORDİNASYON Ufuk Yıldız Sedat Azizoğlu 0216 505 0410 DERGİ ABONE-DAĞITIM Nazlı Sarı 0216 557 8035 nazlisari@sekans.com

YEŞİLAY TANITIM VE ORGANİZASYON Ferdinaz Koyuncu İDARE YERİ Nuruosmaniye Cd. No: 17/1 Cağaloğlu/İstanbul T (212) 527 16 83 – F (212) 522 84 63 GRAFİK TASARIM Sekans Yapım BASKI Ömür Matbaacılık AŞ YAYIN TÜRÜ Süreli ISSN 1330-3950 Yurtiçi Abonelik, Yıllık 60 TL Yurdışı Abonelik, Yıllık 120 TL Posta Çeki: 1054174 Sirkeci/İSTANBUL Hesap Bilgileri Bankasya Üsküdar Şubesi Şube Kodu:58 Hesap No:467557 IBAN TR300020800058004675570019 Yeşilay Dergisi, devletin tüm sorumlu mercilerine muntazaman ulaştırılmaktadır. Dergide yayınlanan makalelerin fikri sorumluluğu yazarlarına aittir.


D O S Y A

14

SOSYAL MAHREMIYET Sosyal paylaşımlar yoluyla ortaya çıkan ve herkesin birbirinin özelinden gereksiz yere haberdar olduğu paylaşımlar sadece bireylerin özellerine müdahale değil, aynı zamanda gereksiz gündemlerle meşgul edilen diğerlerinin özellerinin de ablukaya alınmasıdır.

06 22 28

BAŞBAKAN ERDOĞAN, YEŞILAY’I ZIYARET ETTI SOSYAL PAYLAŞIM SITELERI PSIKOLOJIK BIR DÜRTÜ SAHASIDIR SOSYAL PAYLAŞIM SITELERI VE YAŞAM ÜZERINDEKI ETKILERI

10 SOSYAL PAYLAŞIM SITELERI HAYATIMIZIN NERESINDE YER ALMALI?


30 36 46 50

HER ŞEY GIBI SOSYAL MEDYANIN DA AŞIRISI ZARARLI #sigarayibirakiyorumcunku ve VE EKIP VASES BIR KARA MIZAH OYUNU: ÇIRKIN ÇOCUKLARI KORUMAK IÇIN ONLARA ÜÇ AŞININ VERILMESI GEREKIYOR: SEVGI, ILGI VE BILGI

GENÇLIK, MEDYA VE MADDE BAĞIMLILIĞI

12


BAŞYAZI

Sosyal paylaşım ve sosyal medya bağımlılığı Elindeki telefona dalmış bir şeyler yapan ya da yolda kendi kendine konuştuğunu zannettiğimiz ve çeyrek asır önce gören bir kimsenin “deli” hükmünü vereceği garip tiplerle karşılaşıyoruz. Ya da yanı başımızda arkadaşımız, yeğenimiz, çocuğumuz sürekli elinde bir cihaz, başka duygularla, başka tepkilerle bizden ve çevresinden ayrı bir dünyada yaşıyor. Geçen gün bir arkadaş, “eşim doğum günümü sosyal paylaşım sitesinden kutladı” diyerek hayretini dile getiriyor. Gerçekten ne yapıyoruz ve neler oluyor? Türkiye değişiyor. Gelişen ekonomisiyle, bölgesinde ve dünyada üstlendiği misyonuyla dikkat çekiyor. Tarihi, ekonomisi, genç nüfusu bu ilgi sebeplerinin başında geliyor. Bu gelişimin altında teknolojinin ve bu teknolojinin kullanımın büyük etkisi var. Özellikle genç nüfusuyla bu teknolojinin benimsenmesinde ve kullanımında ülkemiz dünyanın birçok ülkesinden önde. Bu teknolojinin kullanımının ülkenin üretim ve ticarî hayatına kattıklarını işin ehillerine bırakıp, bakışımızı teknolojik gelişmelerin doğurduğu güncel sorunlara ve toplumsal perspektife kaydırdığımızda karşı karşıya olduğumuz manzara endişe verici boyutlardadır. Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı olarak ilk beyanatlarımızda dile getirdiğimiz bir gerçek vardı: “Değişen dünyada, klasikleşmiş bağımlılık türleri yanında giderek daha etkin ve zararlı olma eğilimi gösteren yeni ve güncel bağımlılık alanları da özellikle gençlerimizi tehdit etmektedir.” Yeni vizyonuyla Yeşilay, kanıta dayalı ve bilimsel verileri kullanarak, gelişmenin ve ilerlemenin karşısında olmaksızın teknoloji bağımlılığına karşı da uyarıcı ve doğruya yönlendirici bir rol üstlenecektir. Alkol, uyuşturucu ve sigara gibi kötülüğü herkes tarafından kabul edilen maddelerin kullanımı ile ilgili olarak tercih ettiğimiz “bağımlı” kelimesiyle tanımlanacak noktaya gelmiş bir teknoloji kullanımından söz ediyoruz. “Bağımlı olmak ne demek?”, “Bağımlılığın içine neler girer?”, “Bu kadar çok faydası olan bir şeyi bağımlılık olarak nitelendirmek ne kadar doğrudur?”, “Özellikle gençlerin ve çocukların bağımlılığı üzerinden konuşulan bu mesele biz yetişkinlerin teknolojiye adaptasyonuyla ilgili bir problem midir?”, “Bu geçici bir durum mudur?” gibi toplumda herkesin üzerinde durması, tartışması gereken konular netliğe kavuşmuş değildir. Yeşilay dergimizin bu sayısında, eldeki verilere, uzmanların uyarılarına ve toplumsal gözlemlerimize bakarak, kendimizi bu tartışmalara karıştırmadan teknolojik bağımlılığın bir biçimi olan sosyal medya bağımlılığını masaya ya-

tırıyoruz. İnternet kullanımının beraberinde getirdiği paylaşım kültürü üzerine çok fazla tartışma imkanı bulamadan, mobil cihazlarla ayrı bir evreye giren sosyal paylaşımı konuşmak zorunda kaldık. Türkiye’de internetin yaygınlaşmasıyla birlikte özellikle gençlerimizin kısmen de olsa denetim altında tutulan internet kafelerden veya evde aile gözetimindeki internet kullanımından tamamen bağımsız şekilde bu mobil networka dahil olmaları, gözlerimizi kontrol mekanizmalarından daha çok bunun kullanımı ile ilgili problemlere çevirmeyi gerektirmektedir. Rakamlara başvurduğumuzda, akıllı telefon olarak isimlendirilen ve sadece telefon vazifesi görmekle kalmayıp bilgisayar ve internet teknolojisini birleştiren bir sistemin; piyasaya çıkalı daha birkaç yıl olmasına rağmen, “2012 yılında akıllı telefon satışlarının 717 milyon adet gerçekleşeceği ve bunun geçen yıla göre %45 oranında bir artışa denk geleceği” gibi inanılması zor rakamlara ulaşması düşündürücüdür. Bu alanda görülen artış, öncelikle sadece kanunî ve ailevî kontrolün ne kadar yetersiz kalacağı hususunda ipucu vermektedir. Bu kadar hızlı bir değişimi yakalamak, bizatihi değişimin özünde olan temel değişmezleri tespit edip ona göre bir eğitim ve terbiye metodu üzerinde kafa yormaktan geçer. Öncelikle insanlara nasıl bir fotoğrafla karşı karşıya olduklarını ve bunların ne tür mahzurlar doğurabileceğini anlatmak ve onları en azından bu konuda konuşmaya ikna etmek gerekir. Eğitim sistemimizin teknoloji benimsetmek ve kullandırmak için giriştiği çabaların ilk olarak “bilgisayar” dersi olarak kendine yer bulması, zamanla akıllı tahtalar, tablet uygulamaları gibi getirisi ve götürüsü tespit edilmemiş bir seri uygulamaya kapı açmıştır. Genç nüfusumuzun bu kadar teknolojiye açık hale getirilmesiyle birlikte telefon ve akıllı telefon kullanımının en yaygın olduğu ülkelerden biri haline gelmiş durumdayız. Bunun yanında teknolojinin doğru ve faydalı kullanımı ile ilgili istatistiklerde dünya sıralamasının gerisinde görünüyoruz. Bazı arama motorlarında en çok tercih ettiğimiz kelimeler ilgimizi ve kullanım biçimimizi ele vermektedir. Buna bir de teknoloji devlerinin ve uluslararası şirketlerin yeni teknolojilerini pazarlama ve teşvik etme stratejileri eklenince nüfusumuzun büyük kısmı bu ağın içine girmektedir. Ucuz internet paketleri, bedava SMS gibi uygulamalar ve sürekli yenilenen teknoloji bu bağımlılığı daha da körüklemektedir. Dünya istatistiklerine baktığımız zaman, sosyal paylaşım ağlarını takip etme ve kullanma çabasında bizim ülke-


miz bir hayli önde gitmektedir. Facebook, Twitter, WhatsApp ve beraberinde zamanla yaygınlaşacak birçok sosyal ağ, potansiyel müşterisi olan nüfusumuz karşısında ellerini ovuşturuyor. “Paylaşmak” fiili ile ifade edilen davranışımızla ne yapmış oluyoruz da bu iştah bu kadar kabarıyor sorusuna cevaben, sadece milyonlarca kullanıcının paylaşım ve oyun oynama esnasında ne kadar reklama maruz kaldığını hatırlatmakla yetiniyoruz. Alkol, sigara ve uyuşturucu gibi tamamen kötü olduğunu iddia edemeyeceğimiz bu “bağımlılığın” ne tür mahzurları olabilir? Sakınca olarak ortaya koyabileceğimiz ilk şey; hem erişkin, hem çocuk bireylerin istismara açık hale gelmesidir. Yukarıda ifade ettiğimiz dünyaya ilgi duyan herkes için kişi, toplum ve nihayetinde insanlık istimara açık hale gelecektir. İnsan hayatı ve insanın beğenileri değişkendir. Hâlbuki içinde yüzdüğümüz bu sosyal medya dünyasında daha önceki tercihlerinizden ve paylaşımlarınızdan geri dönmek istediğinizde bunu yapma imkanınız kalmamaktadır. Yaptığınız bir paylaşım belirli bir yerde depolanmakta ve siz bunu paylaşımdan kaldırsanız dahi veri olarak saklanmaktadır. Bu bilgilerin büyük şirketlere, reklamcılara, istihbarat örgütlerine verilmesi, satılması gibi önlenmesi mümkün olmayan bir alan açık kalmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde işleyen hukukî süreçler olsa da, teknolojinin üreticisi olarak bu ağların bu bilgileri saklamaları ve istismar etmeleri her zaman mümkündür. Ayrıca bu paylaşımı yapan çocuklarımız olunca, masum bir şekilde yapılan paylaşımlar onların her türlü istismarına açık kapı bırakmaktadır. Bilindiği gibi mahremiyet ailenin ve toplumun temelidir. Bizim toplumsal kodlarımızın ve kültürel frekanslarımızın esasını teşkil eden kavramlardan biri olan mahremiyet, sosyal medya paylaşımlarıyla tamamen ortadan kalkmakta ve herkese açık hale gelmektedir. Arkadaşlarla sınırlı kabul edilen bu paylaşımların kendi içinde uğrattığı ahlakî erozyon, tamiri imkânsız yaralar açmaktadır. Mahremiyetin ihlali, özellikle gençlerde belli değerlerin yerleşmesine imkan bırakmamaktadır. Klavyenin gerisinde farklı kimliklere sahip olma imkânı, kişilik bölünmeleri yanında diğer insanlara verilen değer ve diğer hayatlar karşısındaki sorumluluğu ortadan kaldırmaktadır. Bunun birçok travmatik sonuca yol açtığı ortadadır. Aile içi iletişimin aldığı ölümcül darbe yanında, sosyal ağların onulmaz yaralar açtığı bir alan da eşler arası ilişkiler ve sadakat kavramıdır. Bu tespitin acı örneklerine neredeyse her gün psikolog/psikiyatrist ofislerinde, ya da daha kötüsü üçüncü sayfa haberlerinde rastlıyoruz. Dünyada yalnız yaşayan insanlara ait rakamlar ürkütücü derecelerde. Özellikle yalnız yaşayan insanların psikolojik durumları, insan ilişkileri toplumun geri kalanı için ciddi bir sorun. Aynı masa etrafında oturan kişilerin kendi dünyalarında yaşamaları, aynı evi paylaşan insanların birbirleriyle iletişimin olmaması sadece paylaşmakla alakalı değil, insanî ve ahlakî birçok aktarımın kesintiye uğramasıyla bağlantılıdır. İnsanî iletişimin ortadan kalkmasıyla duygu aktarımı da yok oluyor ve çocuklarımız yanımızda başka bir dünyada yaşıyor, farklı şeylere gülüyorlar ve tepki veriyorlar. Bu fotoğraf giderek kalıcı oluyor ve bağımlı hale geldiğimiz network tarafından bağımlılığınızın sürmesi için her şey yapılıyor. Bilişim sektöründeki gelişmeler, yazılımlar, yapay beyinler sayesinde insanlarımız, yol açacağı sonuçları tahmin etmekte artık zorlanmadığımız bir dünyaya daha bağımlı hale geliyorlar. Hollywood filmlerinin epey zamandır propagandasını yaptığı yeni dünya imajına uygun tepkiler veri-

yorlar. İnsanı ve çevreyi ortadan kaldıran ve bizi fanusun içinde yaşamaya mecbur bırakan bir teknolojik bağımlılık doludizgin ilerliyor. Bugün nasıl sitelerde, güvenlikli ortamlarda yaşıyor ve rahat ediyorsak, sosyal hayatta da her anı ve her tepkisi kontrol edilen “zararsız” insanlara dönüşüyoruz. Neyi beğendiği, neden nefret ettiği, neyi alıp almayacağı, hatta ne zaman ve nasıl tepki vereceği önceden bilinen bir istatistiğe dönüşüyoruz. Her anı ve her alanı reklama ve propagandaya açık bir insanın akıl ve ruh sağlığının yerinde olması mümkün mü? Büyük şirketler tarafından kontrol edilen internet dünyası ve iletişim medyası vasıtasıyla gittikçe daha bağımlı hale getirilerek, tüketime dayalı hayat tarzını tek geçer yol olarak gören bir kitle haline geliyoruz. Beğenen ve tüketen bir bireyin reflekslerine indirgenmiş bir insana dönüşmek… Acı olan bu. Sürekli akan bir gündem ve bu gündem içinde her olaya tepki veren bir özne giderek hissizleşmektedir. Saniyelerle ifade edilebilecek aralıklarla yapılan paylaşımların birbirinden tamamen bağımsız gündemleri, insanî olan duyguların idrak ve ifadesine imkan tanımamaktadır. Bir saniye önce bir vahşet veya savaş haberini gören kullanıcı, daha o haberden ruhen ayrılmadan pekâlâ komik bir video paylaşımıyla veya bir espriyle karşılaşmaktadır. Peki, bu aradaki duygu aktarımı, insanî paylaşım ne olacaktır? Ayrıca dünyanın herhangi bir yerinde olup biten şeylere sosyal medya üzerinden veya paylaşımlarıyla tepki veren bir özne gerçeklik duygusunu ne zaman yakalayacaktır? Bu, giderek acının ve şiddetin kanıksanmasına yol açmayacak mıdır? Teknoloji bütün hayatı ele geçirmeden ve insanlık şarja bağlı hale gelmeden ne tedbirler alacağız ve bu bağımlılıkla nasıl mücadele edeceğiz? Çünkü karşı olduğumuz şeyin toplum nezdinde iyi kabul edilen birçok tarafı var. İfade özgürlüğü, bilgi edinme hakkı, iletişim hakkı, sivil toplum, serbest ticaret gibi ilk olarak sayılabilecek faydalar ve bunun yanına eklenebilecek birçok fayda… Mesela “Twitter’la gelen Arap Baharı”, “sosyal medyanın getirdiği devrim” gibi isimlendirmelere yol açan “Arap Baharı”nın oluşmasında sosyal medyanın yeri inkar edilemez. Sosyal medyanın bu kullanım alanlarına karşı çıkmak diktatörlük ve baskıcı olmakla kolaylıkla özdeşleştirilebilecek bir şeyken bu mücadele nasıl olacak? İlk olarak özellikle gençlerimize “sonsuz özgürlük” olmadığı ile ilgili bir gerçekliği benimsetmemiz gerekiyor. Bunun için de eşyanın, tekniğin, teknolojinin ne olduğu ile ilgili ciddi bir rehberlik şart gözüküyor. Özellikle eğitim sistemimiz içerisinde teknolojinin doğru ve yararlı kullanımı yanında, mahzurları üzerine de bir bilgilendirme yapmak zorundayız. Ayrıca teknolojinin getirdiği davranış kalıplarını da eğiten bir ahlak anlayışı geliştirmek dünyamız ve geleceğimiz için gereklidir. Tüketim çılgınlığıyla beslenen bu bağımlılık endüstrisinin üstesinden gelebilecek bir ahlakı benimsetecek çabalara girişmeliyiz. Her türden bağımlılığın temelinde, bir nebze de olsa hedonizmin yattığını bilerek, teknolojik gelişmelere fayda-zarar dengesini gözeterek yaklaşmalıyız. Türkiye Yeşilay Cemiyeti olarak, hayatın her alanında olduğu gibi, sosyal medyanın kullanımında da ölçülü olmayı öneriyor, herkesi daha az istismar ve kötülüğün olduğu bir dünya için mücadele etmeye davet ediyoruz.

PROF. DR. M.İHSAN KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı


06

P

HABER

Başbakan’dan Yeşilay’a ziyaret rof. Dr. İhsan Karaman’ın yeni dönemde başkanlık ettiği Türkiye Yeşilay Cemiyetini ziyaret eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Yeşilay’ın yeni dönemdeki genç ve dinamik duruşunu övdü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sepetçiler Kasrı’nda bulunan Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Merkezi’ni ziyaret etti. Ziyarete Ankara Milletvekili, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Cevdet Erdöl de eşlik etti. Yeşilay Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte bir toplantı gerçekleştiren Başbakan Erdoğan, Yeşilay’a her zaman destek vereceğini ve Yeşilay’ın görünürlüğünün ve faaliyetlerinin daha da arttırılması gerektiğini ifade etti. Yeşilay’ın yeni vizyonu ve çalışmaları hakkında Erdoğan’a bilgi veren Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman, Yeşilay’ı uluslararası bir marka kurum haline getireceklerini, kanıta dayalı bilimsel yöntemler kullanarak bağımlılıklara karşı mücadele edeceklerini ve en az her şehirde bir şube açarak Yeşilay üye ve gönüllü sayısını artıracaklarını söyledi. Karaman, Yeşilay’ın insanları üretkenlikten, dinamizmden, sağlıklı olmaktan uzaklaştıran her türlü kötü alışkanlığın karşısında

olacağını ifade etti. Genel Başkan Prof. Dr. İhsan Karaman; Türkiye Yeşilay Cemiyeti olarak genç neslin alkol bağımlılığı ve madde bağımlılığından kurtulmasına yönelik geniş çaplı araştırmalar yaptıklarını ve bu araştırmalar çerçevesinde disiplinli bir çalışma içerisinde olduklarını ifade etti. Zararlı bağımlılıkların son dönemde oldukça çeşitlendiğini ifade eden Karaman, oluşturdukları akademik ve bilimsel bir ekip ile çağın gerekliliklerine uygun bir şekilde stratejilerini belirlediklerini belirtti. Yeni yönetim kurulunu tebrik eden Başbakan Erdoğan, Yeşilay’ın bu dönemde çok genç ve donanımlı bir yönetime kavuştuğunu ifade etti. Erdoğan, bağımlılıklara karşı farkındalık oluşumunun çok küçük yaşlarda başladığını belirterek Yeşilay’ın ilkokullardan itibaren çocuk ve gençleri zararlı alışkanlıklardan koruyucu çalışmalar yapmasını istedi. Ülkemizin en önemli ve köklü sivil toplum örgütlerinden biri olan Yeşilay’a her türlü desteği vereceklerini belirten Başbakan Erdoğan, yönetim kuruluna çalışmalarında başarılar diledi. Yeşilay Genel Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman ziyaret sonrası Başbakan Erdoğan’a özel bir tablo takdim etti.


Y

Yeşilay’dan İBB Başkanı Kadir Topbaş’a ziyaret eşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman beraberinde Yeşilay Yönetim Kurulu heyetiyle birlikte İBB Başkanı Sayın Kadir Topbaş’ı makamında ziyaret etti. 1960’lı yıllarda Yeşilay Gençlik Merkezi’nde aktif olarak bulunduğunu ve tüm faaliyetler içerisinde yer aldığını dile getiren Kadir Topbaş kendisinin de Yeşilaycı olduğunu belirtti. Gençlik Merkezi hatıralarından bahseden Topbaş, son zamanlarda görünürlüğü artan Yeşilay’ın okullardaki faaliyetlerini arttırmasını, çeşitli yarışma ve aktiviteler düzenlemesini ve neticesinde Yeşilay rozeti veya kokardını onurla taşıma

fikrinin öğrencilere aşılanması gerektiğini dile getirdi. 70. dönem yapılacak olan Yeşilay çalışmalarından bahseden Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman Yeşilay farkındalığını arttırmak için birçok projeye imza atarak faaliyet alanlarını genişleteceklerini ifade etti. Yeşilay’ın yapacağı çalışmalara destek sözü veren Topbaş, projeler üzerinden Yeşilay Cemiyeti’yle iş birliği yapmak üzere Genel Başkan Karaman’la fikir birliğine vardı. Ziyaret, Yeşilay Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman’ın İBB Başkanı Sayın Kadir Topbaş’a İstanbul siluetli tablo takdim etmesiyle sona erdi.


08

HABER

‘Yeşilay Dergisi’ 88 Yaşında Üsküdar Belediyesi, Dergi Editörleri Birliği ve Türkiye Yazarlar Birliği’nin katkılarıyla düzenlenen “3. Dergi Fuarı” Bağlarbaşı Kültür Merkezinde açıldı. Bağlarbaşı Kültür Merkezi İETT Müzesi’nde gerçekleştirilen fuara dergilerin en kıdemlisi Yeşilay Dergisi de katıldı. Açılışa Belediye Başkanı Mustafa Kara, Dergi Editörleri Birliği Başkanı Süleyman Karakaş, Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Başkanı Mahmut Bıyıklı’nın yanı sıra farklı kategorilerde yayın yapan dergilerin editörleri, çok sayıda sanat erbabı ve yazarlar katıldı. Pek çok derginin yer aldığı fuarda 1925’ten bu yana her ay yayınlanan ve Ocak sayısıyla da 948. sayısına ulaşan dergilerin en kıdemlisi unvanına sahip Yeşilay Dergisi’ne gönüldaşları ve halktan yoğun ilgi vardı. Her ay bağımlılıklar alanında dosya konusuyla, uzman şahsiyetlerden alınan makale ve röportajlarla önemli bir boşluğu dolduran Yeşilay Dergisi bu yıl 88 yaşında. Dergi fuarını ziyaret eden Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman, kurumun vitrini olarak belirttiği Yeşilay Dergisi’ni daha yükseklere taşıyacaklarını ifade etti. Diğer dergi stantlarını da ziyaret eden Başkan Karaman editörlerle görüşerek dergiler hakkında bilgi aldı.


İ

Samatya Hastanesi bahçesi artık ‘sigarasız’ stanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi bahçesinde, Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin katkılarıyla “Sigarasız Hastane Bahçesi” uygulamasına geçildi. Hastane bahçesinde hasta ve hasta yakınlarının yoğun bir şekilde sigara kullandıklarını gözlemleyen hastane yöneticileri, Türkiye Yeşilay Cemiyeti ile işbirliği yaparak “Sigarasız Hastane Bahçesi” uygulamasını hayata geçirdiler. Yapılan yeni düzenlemeyle, hastane bahçesinde belirlenen alanların dışında sigara içilmeyecek. Sigarasız Hastane Bahçesi etkinliği süresince hastane bahçesinde kurulan Yeşilay çadırlarında hasta ve hasta yakınlarına sigarayla ilgili bilgilendirme yapıldı. Sigara kullanıcılarına yönelik karbonmonoksit ölçüm testinin yapılmasının yanı sıra sigara bırakmak isteyenler de etkinlik görevlilerince hastanenin polikliniklerine yönlendirildi. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde etkinlik çerçevesinde Doç. Dr. Osman Abalı’nın da semineri gerçekleşti. Seminer öncesi konuyla ilgili

konuşma yapan hastane Başhekimi Doç. Dr. Özgür Yiğit ise, “Sigaranın zararlı olduğunu bütün dünya kabul ediyor. Şifa bulmak üzere hastanelere gelen insanların, sigaraları bahçemizde tüketmesi kabul edilebilir bir durum değil. Bu yüzden bu projeyi bahçemizde uygulayarak, başta personelimiz olmak üzere tüm insanları sigaradan uzaklaştırmak istiyoruz” şeklinde konuştu. Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman ise sigaranın her yıl dünyada 6 milyon insanın ölümüne neden olduğunu belirterek, “Ses çıkarmak, isyan etmek başka bir şeydir, eyleme dönüştürmek başka bir şey. Bugün hastane bahçesinde bir bilinç oluşturarak bu konudaki düşüncelerimizi eyleme geçiriyoruz. Yapılan bu çalışmayı çok hayırlı bir hizmetin başlangıcı olarak görüyorum” dedi. Yeşilay Cemiyeti ve İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi işbirliğince düzenlenen Sigarasız Hastane Bahçesi açılış etkinliği 3 gün boyunca hastane bahçesinde devam edecek.



PSK. MEHMET DINÇ

SOSYAL PAYLAŞIM SITELERI HAYATIMIZIN NERESINDE YER ALMALI?

S

osyal paylaşım siteleri teknoloji merkezli hayat tarzının getirdiği dünya çapında yaşanan toplumsal bir değişimin ürünü olan araçlardır. Böyle olmanın doğası gereği de sosyal paylaşım siteleri bireyleri ve toplumları değiştirecektir. Burada problem değişirken dönüşmemektir. Yani sosyal paylaşım sitelerine hayatımızda yer verirken, hayatımızdan bizim için önemli olan/olması gereken başta bireysel ve toplumsal değerler olmak üzere birçok şeyi yerinden etmemektir. O zaman değişim dönüşümle sonuçlanır ve biz şu an olduğumuzdan çok farklı insanlara ve toplumlara dönüşürüz. Dolayısıyla sosyal paylaşım siteleri varlıkları anlamında değil kullanımları anlamında problemli olabilecek araçlardır ve problemli olup olmamaları da kullanıcılarının elindedir. Kullanıcıları izin verirse hem kullanıcılarını hem de kullanıcılarının etkileşimde bulunduğu birey ve grupları olumsuz etkileme potansiyeli çok ciddi olarak mümkündür. Bireysel ve toplumsal değerlerin sosyal paylaşım siteleri sebebiyle yitirilmesi meselesi ise buna paralel olarak gidecek bir durumdur. Değişen hayat tarzıyla beraber değerler de mutlaka değişmek zorunda ve insanlar/toplumlar değerleri paralelinde bir yaşayışa güç yetiremiyorlarsa, yaşayışları paralelinde değerler ihdas edeceklerdir. Bu anlamda bireysel/toplumsal değerlerin yitirilmesi değil; değişmesi gündeme gelecektir ve her birey/toplum için de bu değerlerin ne olduğu değişir. Temel mesele bireyler ve toplumlar için değişmemesi gereken değerler olan insanlığın ortak değerlerinin zedelenmemesi ve yitirilmeme-


si gerekliliğidir. Netice olarak şunu söylemek mümkündür; sosyal paylaşım sitelerinin yanlış kullanımı birey ve toplumlara insanlığın ortak değerlerini yitirmelerine sebep olacak kadar zarar verir hale gelebilir. Bu nedenle kullanıcıları doğru kullanım noktasında erken yaşlardan itibaren eğitmek çok ciddi önem arz etmektedir. Sosyal paylaşım sitelerinde zaman sınırının olmaması ve insanların günün istedikleri herhangi bir anında bu sitelerin aktivitelerinden yararlanmaları; kendilerini kendi istedikleri şekilde tanıtma imkânına sahip olmaları, sosyal kabul görme endişesi olmadan anonim olarak kendilerini ve gerçek düşüncelerini ifade edebilmeleri, coğrafi mekân sınırı olmaksızın dünyanın her yerindeki insanlarla iletişim ve etkileşime geçebilmeleri, benzer ilgilere sahip olup başka hiçbir yerde karşılaşması mümkün olmayan insanlarla buluşabilmeleri, diğer insanlarla iletişime geçmek

için minimum zaman ve para harcamaları, eğlence ve oyunlara diğer alternatiflere oranla oldukça ekonomik yollarla ulaşabilmeleri, istedikleri zaman iletişimi kesme veya her ne yapıyorlarsa bırakma özgürlüğüne sahip olmaları, kendilerini sosyal statü, zenginlik, ırk, cinsiyet farkı olmadan bütün diğer kullanıcılarla beraber eşit bir şekilde ifade edebilmeleri, herhangi bir kaygı yaşamadan rahatça sosyal bir çevrede yer alma imkanına sahip olmaları, olmak istedikleri insan gibi kendilerini tanıtabilmeleri, tanımadıkları insanlarla görece risksiz dertleşebilme ve yakınlık kurma imkanına sahip olmaları, günlük stresten kaçmak için çok sayıda alternatif bulabilmeleri sosyal paylaşım ağlarının sahip olduğu ve insanlara sunduğu oldukça cazip özelliklerdir. Öte yandan ise özellikle ilgilenilmeyen, aile içerisinde sağlıklı ve güvenli bir ortamı bulamayan veya aile içerisinde ça-


Sosyal paylaşım sitelerine hayatımızda yer verirken, hayatımızdan bizim için önemli olan/olması gereken başta bireysel ve toplumsal değerler olmak üzere birçok şeyin yerinden oynamaması gerekir.

tışma yaşayan, sosyal kayıp yaşamış, az arkadaşı olan, akrabalarıyla samimi ilişkileri olmayan, okulda ya da işinde başarısız bireyler için sosyal paylaşım ağları söz konusu problemlerin sebebi ya da sonucu olabilmektedir. Yine sosyal paylaşım ağlarının kullanımı ile ilgili en önemli sorulardan bir diğeri, kişilerin gelişimleri ile alakalı üç temel özelliğin sosyal paylaşım siteleri sebebiyle engellenip engellenmediğidir ki bunlar; bireylerin toplumun yararlı bir üyesi olmaya hazırlanması, bireylerin bireysel olarak kendi geleceğine hazırlanması ve bireylerin zamanını değerlendiriyor olmasıdır. Sosyal paylaşım ağları bu üç özelliğe hizmet ettiği kadar kullanılmadır. Bir diğer mesele sosyal paylaşım ağlarının yanlış ve uzun süreli kullanımı, bireylerin benliklerinde de problemler yaşanmasına sebep olmasıdır. İnisiyatif eksikliği, konsantre olma zorlukları, gayret eksikliği, dayanma gücü yoksunluğu, maymun iştahlılık, çabuk sıkılma, sabırsızlık ve isteklerinin hemen yerine getirilmesi arzusu bu zararlardan bazılardır. Sosyal paylaşım ağları evet birçok bilgiye çok kolay ve hızlı bir şekilde ulaşmayı mümkün kılmaktadır ancak çok sayıda bilgiye ulaşmaktan oluşan bilgi kirliliğine maruz kalmaktan da kişileri kurtaramamaktadır. Bu tür sitelerin her seviyeden ve her niyetten insanın katkısına açık olması, sunulan bilginin ve ilişkinin sıhhatini de şüpheli kılmaktadır. Bu durum faydalı bilgi alınabileceği gibi zararlı bilgi alınabileceği sonucunu doğurabilir ki bu bilginin niteliğine göre ciddi bir tehlike olabilir. Sosyal paylaşım ağları bireylerin dünyanın çok farklı yerlerindeki insanlarla görüşebilmelerini sağlamakta ancak genişliği ve yoğunluğu nedeniyle kişilerin kullanımlarını sınırlamalarını zorlaştırmaktadır. Bu durum ise bireylerin dünyanın öbür ucuyla görüşmelerini ancak kendi evlerinden habersiz olabilmelerini de beraberinde getirmektedir. Sosyal paylaşım siteleri ortak ilgi ve hobileri olan insanları bir araya getirip paylaşımlarını ve dolayısıyla içsel zenginliklerini artırmalarına sebep olabilmektedir ancak doğru yaşta, doğru dönemde ya da doğru şekilde kullanmadığı için çok sayıda yetişkinin ve çocuğun yanlış sitelere ya da yanlış düşüncelere kapılmalarına da neden olabilmektedir. Hayatlarındaki bazı olumsuzluklardan ya da yaşam dönemlerinden kaynaklanan geçici krizler esnasında bireylerin uç fikir ve ideolojilere ya da yanlış ilişkilere sosyal paylaşım siteleri üzerinden ulaştığı ülkemizde ve dünyada acı tecrübelerle öğrenilmiş gerçeklerdir.

13


ro a l uy l o y ar birbi l m ı aş rkesin yere l y a l p ve he eksiz a y s So çıkan en ger laşım- e taya özelind uğu pay özellerin rinin rdar old reylerin ı zaman şhabe adece bi eğil, ayn lerle me rilar s ahale d ündem n özelle müd ereksiz g ğerlerini masıdır. da g dilen di aya alın gul e e abluk nin d


SOSYAL MAHREMIYET: MAHREMIYETE MAHREM KALMAK DR.MEHMET LÜTFI ARSLAN Genç dergi/Editör

S 15

osyal medya, zamanımızın en dikkat çekici olgularından birisi haline geldi. Artık herkesin her türlü bilgiye eriştiği söyleminden daha fazlasına sahibiz. Herkes herkese her an erişebiliyor. Gizliliğin ve özel hayatın iyiden iyiye örselendiği yeni bir dünya burası. Kendine ait bir hayat tarzı ve yine kendine ait değerleri var. Geleneksel hayatın alışılagelmiş kalıpları arasında şekillenmiş bütün algılarımız yeni dünyanın sınır ve sorumluluk tanımayan düzeni içerisinde başkalaşıyor. İki dünya arasında sıkışmış bizler, gelgitler yaşıyoruz. Doğrusu, şimdilik ilginç diye nitelendirebileceğimiz bir süreçten geçiyoruz. İyi ya da kötü demekten sarfınazar ederek ilginç kelimesini kullanmamız boşuna değil. Çünkü tecrübe edip geride bıraktığımız bir olgudan bahsetmiyoruz. Sosyal paylaşımlar dünyası, daha evvel bin bir zorlukla aştığımız bir dağın bağrını delip geçen bir tünel gibi… Tünelin içinde, eskiye kıyasla mani olamadığımız bir hayranlıkla seyr ediyor, ama diğer taraftan da tünelin sonunda hala ışığı görememiş olmanın verdiği üstü kapalı bir telaş ile endişeleniyoruz. Şüphesiz insanların birbirlerini zenginleştiren, çoğaltan ya da artıran bir sosyallik düzeyine erişmeleri her zaman arzu edilir bir şeydir. Ancak bilişim teknolojilerinin şekillendirdiği yeni dünyanın sosyalliği ile geleneksel anlamda sosyallik aynı şey midir,

bunu tekrar düşünmek gerekiyor. Sanal sosyallikten beklenen, insanları gerçek ortamlara taşıyarak zenginleştirmesidir. Nitekim bu imkânın ölçülü ya da bilinçli kullanımının böyle bir faydasının olduğu kolayca gözlenebilir. Hâlbuki sanal sosyallik, sosyallikten murat ne ise onu gereksizleştiren bir eksi değere tekabül ediyor; sosyal paylaşımlar dünyasının irtibatları; buluşma, konuşma ve iletişim ortamı ile kazanılan bir artı değer üretmek bir yana mevcut sosyallikleri tahrip edici bir işlevle ortaya çıkıyor. Sanal sosyallik, gerçek sosyalliğe taşıyıcı bir tamamlayıcılıktan daha ziyade, sosyalliği ikameye talip çünkü... Gerçek insan ilişkilerinin gerektirdiği zahmet ve gayretin yerini sanal paylaşımlarla ortaya çıkan sözde sosyalliğin rahat ve zahmetsizliği alıyorsa bu, sosyalliğin zenginleşmesinden daha çok asosyal bir yeni sosyallik anlamına gelir. Bu yeni sosyalliğin gerçek sosyalliği azaltıp bitireceğini düşünebilir miyiz? Keşke öyle olsaydı… Sanal sosyallik sosyalliği bitirmiyor, çürütüyor. Çürüme sosyal dokunun çürümesi demek. Bunun en göz açıcı örneklerinden birisi, sosyal paylaşımların mahremiyet kavramında meydana getirdiği değişimde gözlenebilinir. Türk Dil Kurumu sözlüğü, mahremiyete gizlilik anlamı veriyor. Bir kelimenin anlamının sadece bir tek kelime ile karşılanamayacağına en güzel örneklerinden birisi


SOSYAL PAYLAŞIMLAR DA BIR EĞITIM VE TERBIYE SÜRECI GEREKTIRIYOR. BU SÜREÇTE OLABILECEK SOSYAL KAYIPLARI VE DEĞER EROZYONUNU KIMILERI EĞITIM ZAYIATI GIBI GÖRSE DE BIZE DÜŞEN EN AZ HASARI GÖZETMEK VE BUNA GÖRE BIR YOL TUTTURMAK OLMALIDIR.

herhalde bu tariftir. Hâlbuki mahremiyet; özel hayat kavramı çerçevesinde ayrıcalıklı ve özel bir anlam dünyasına sahiptir. Bu anlam dünyasına gizlilik gibi bir kavramı yeterli görenlerin mahremiyet kavramına en hafifinden mahrem kaldıklarını düşünebiliriz. Biz onları kendi fukara dünyalarında yalnız bırakıp, mahremiyet ve mahremiyetin sanal sosyallikle ilişkisi ve sosyal paylaşım dünyasında nereye oturduğu üzerine biraz kafa yoralım. Mahremiyet, bize ait değerler dünyasının en mutena kavramlarından birisi aslında. Sosyal ilişkilerimizin sınırlarını çizen bu kavram, bize ait olanı ve bizimle ilişki kuranları tarif etmekle kalmıyor, o ilişkinin sınırlarını da hissettiriyor. Mahrem dediğimiz andan itibaren popüler kullanımıyla ‘özelimize’ ait bir yeri işaretlemekle kalmıyor, özelimizin sınırlarını da çiziyoruz. Bu, ilişkilerimizde mutlak doğru ve toplumsal ahlak ile irtibatı öncelediğimizi gösterir. Mahremiyetini önceleyen, aslında insanın mutluluğu için konulmuş sınırları hatırlamış olur ki bu sınırlar son tahlilde toplumun mutluluğu içindir. Bozulma ve çürüme bu sınırların ihlali ile başlar. Mahremiyet zedelendiğinde insanın özündeki hakikatle buluşmasının önünde bir takım

engeller belirir. Bu anlamda mahremiyet ihlalinin aslında bir insan hakkı ihlali olduğu bile düşünülebilinir, çünkü potansiyelimizi gerçekleştirmemize engel olan her müdahale haklarımıza müdahale anlamına gelir. Mahremiyet ihlali sadece bireysel bir hak ihlali değil, aynı zamanda yekdiğerinin haklarına ilişkin olumsuz bir alanı işaret eden kamusal bir hak ihlalidir de. Kimse kimsenin mahremine vakıf olmak istemez. Ama birilerinin özeli herkesin gündemi haline geliyorsa, orada sadece mahremi örselenen insana ilişkin değil, mahrem kalması gereken alana maruz kalan diğer insanlarla ilgili de ciddi bir hak ihlali var demektir. Bu anlamda sosyal paylaşımlar yolu ile ortaya çıkan ve herkesin birbirinin özelinden gereksiz yere haberdar olduğu paylaşımlar sadece bireylerin özellerine müdahale değil, aynı zamanda gereksiz gündemlerle meşgul edilen diğerlerinin özellerinin de ablukaya alınmasıdır. Sanal dünyada kendi mahrem dünyasını sınırsız ve sorumsuz bir şekilde açan birisinin sergilediği narsistik duruş sosyal paylaşımlar yolu ile çoğaltılmakta, bu da sadece buna maruz kalanları değil, bizatihi mahremiyet kavramının da içini boşaltan olumsuz bir çarpan etki-


si oluşturmaktadır. Herkesin, herkesin mahremine ‘mahrem’ olduğu bir ortamın mahremiyet kavramını yeniden tanımladığı açıktır. Aslında burada ortaya çıkan yeni bir tanım da değil, mahremiyetin bütünüyle ortadan kalkmasından başka bir şey değildir. Ekonomi dünyasında cari, “kötü para iyi parayı kovar” şeklindeki Gresham Kanunu tabiri caizse sanal dünyada, mahremin ifşası ile mahremin kalmaması şeklinde doğrulanmaktadır. Her şey ifşa ediliyorsa, özel hayat, yokluğuna yakın bir koordinatta yeniden tanımlanıyor demektir. Bu aslında normsuzluğun bizatihi norm olduğu bir çerçevedir. Gerçek hayatta su-i misal, misal olmayabilir, ama sosyal paylaşımlar dünyasında su-i misal, misal olmakla kalmaz, zamanla misalliği de aşar, bizatihi asıl haline gelir. Sosyal paylaşımlar dünyası kendi özel dünyamızı yani mahremiyetimizi paylaştığımız, tam da bu yüzden belli değerler ve normlarla çerçevelenmesi gereken bir alandır. Gerçek dünyada cari değer ve hükümlerin henüz sanal dünyadaki karşılıklarının yerli yerine oturmadığı bir süreçten geçiyoruz. Gerek kamu ve gerek özel hukuka ait normlar, sanal dünyadaki karşılıklarını tam anlamı ile bulmuş değilken, sosyal değerlerin sanal dünya-

daki karşılıklarının oturması için çok daha geniş bir zamana ihtiyaç duyacağımız açıktır. Bu süreçte sosyal paylaşımlar yolu ile ortaya çıkan sosyal çürümenin nasıl önüne geçeceğiz peki? Şüphesiz bu konu ile ilgili her kesime ciddi görevler düşüyor. Mahremiyet gibi bir kavramın sanal dünyadaki karşılığının ne olduğunu anlamaya çalışmak ve örneğin medya okuryazarlığı gibi derslerle örgün eğitimde sanal dünya sosyalliğinin eğitimini vermek bu görevlerin en başında gelse gerek… Her yeni olgu gibi sanal dünya ve sosyal paylaşımlar da bir eğitim ve terbiye süreci gerektiriyor. Bu süreçte olabilecek sosyal kayıpları ve değer erozyonunu kimileri eğitim zayiatı gibi görse de bize düşen en az hasarı gözetmek ve buna göre bir yol tutturmak olmalıdır. Herkesin herkese erişebildiği bir ortamın vaat ettikleri gözümüzü kamaştırmamalı, endişelerimizi körüklemelidir, çünkü bizler mahremiyeti önceleyen bir değerler sisteminin mensuplarıyız. Yaşadığımız hayatların özelliği, özel hayatlarımızın her iki dünyamızın mutluluğunu gözeten normlarla tarif edilmiş olmasındadır. Bu normları ihlal eden ve mahrem dünyalarımızı örseleyen sosyal paylaşımların zamanla bizi anormal insanlara dönüştüreceğini unutmamalıyız.

17


YAZILI VE GÖRSEL MEDYADAN EN ÇOK ETKILENEN YAŞ GURUBU OLARAK GÖSTERILEN GENÇLERIN KIMLIK OLUŞTURMA DÖNEMINDE, MEDYADA ILGI ODAĞI OLAN HER ŞEY ONUN IÇIN AYNI ZAMANDA BIR ROL MODEL VE IDEALDIR.


Gençlik, medya ve madde bağımlılığı PROF. DR. AHMET ATAOĞLU Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi

N

ormal sağlığın sürdürülmesi için gerekli olmayan doğal veya sentetik bir maddenin alınmasına bağlı merkezi sinir sisteminin etkilenmesi sonucu; kişide düşünce ve duygusal değişiklikler, hareketlerde uyarılma veya baskılanma, gerçek dışı işitme ve görmelerin meydana gelmesi, kişinin aynı belirtileri tekrar yaşamak için madde alma isteği, almadığında ise uyku bozuklukları, huzursuzluk, sıkıntı, korku gibi belirtiler yaşamasına madde bağımlılığı denir. Günümüzde zararlı madde kullanımı ve bağımlılığı giderek artan kişisel ve toplumsal bir sorun haline gelmiştir. Sigara, alkol, kokain, esrar, eroin gibi bağımlılık yapan maddelerin alımı; alan kişinin gelişimini, sağlığını, başarısını, sosyal uyumunu etkilediği gibi içinde bulunduğu toplumun sosyal, eğitim, asayiş, hukuk ve sağlık sistemlerini de etkilemektedir. Bütün dünyada maddenin kötüye kullanımı gençler arasında yaygın olduğu bilinen bir gerçek olduğuna göre, neden gençler madde kullanımına yönelmektedir sorusunun cevabı gençlik döneminin özellikleri arasında aranmalıdır. Daha çok 1422 yaş aralığını kapsayan gençlik dönemi; mizacın oluştuğu karakter oluşumunun devam ettiği, sonuna doğru da kişiliğin şekillendiği bir dönemdir. Bu dönemde genç her türlü fikre ve davranışa açık, neredey-

se savunmasızdır. Gelen her uyarıyı tekrar tekrar yaşayıp göğüsleyerek doğruyu yanlışı ayırt edip tercihlerini oluşturmaya çalışacaktır. Gencin kendisine ait belli düşünce ve davranış kalıpları henüz oluşmadığı için dış dünyada ne olup bittiğini anlamaya, yaşantılar ve olaylar karşısında nasıl davranıldığını öğrenmeye, kendi düşünce davranışlarını buna göre uyarlamaya ihtiyacı olacaktır. Genç kendi düşünce, duygu ve davranışlarının ne kadar doğru, ne kadar kabul edilebilir olduğunu, başkaları nasıl düşünüyor, nasıl davranıyor, nasıl baş ediyor sorularının cevabını kendi yaş gurubu içinde yaşayarak bulur. Gençlik dönemi merak ve bilme isteğinin arttığı hareket ve haz verici uyarıların kontrolsüz kamçılandığı dönemdir. Bu dönemde genç her türlü fikre, deneyime, dürtüsel davranışa ve maceraya açık olduğu gibi normalin dışında düşünce, duygu ve davranışlar oluşturan maddeleri denemeye de açıktır. Gurup içerisindeki arkadaşlar birbirlerini farklı duygular ve deneyimler yaşamak için madde alımı konusunda teşvik edebilirler ve bazen her biri (çok istekli olmadıkları halde) arkadaşlarına ters düşmemek, dışlanmamak için bağımlılık yapma özelliği olan maddeleri kullanabilir ve birbirlerini olumsuz yönde etkileyebilirler.

19


20

Gençlik dönemi aynı zamanda duygusallık, çabuk etkilenme ve idealize etme dönemidir. Her türlü duygu yüklü uyarı gençleri çabucak duygu paylaşımına iter ve gençler gerçeğin dışına çıkacak kadar etkilenebilir. Son yıllarda medyada daha sık görmeye başladığımız çok sayıda gencin katıldığı konserlerde oluşan havanın gençleri kolayca ortak duygu paylaşımına ittiğini, ortamda yaşananlardan ve katılanların her hareketinden etkilenen gençlerin yaşadıklarını içselleştirip bundan bir hayat tarzı çıkardıklarını ve bu hayat tarzını idealize ettiklerini görmekteyiz. Bu idealize edilen hayat tarzı gençlere bir şey kazandırmadığı gibi, gençlerin gençlik dönemlerini sağlıklı ve zamanında tamamlamalarına da engel olmaktadır. Medya, gençlik konserlerinde yaşananları özendirici ve ilgi çekici olarak sunmamalı. Burada yaşanan davranış ve tutumları topluma ve gençliğin diğerlerine, ‘Olması gereken bunlardır.’ gibi vermemelidir. Gençlik konserlerinde çoğumuzun anlam veremediği gençlerin davranışlarının ve fark-

lı tavırlarının altında yatan neden gençlik döneminin sorunlu özellikleridir. İşte gençlerin birbirlerine uygun yaş gurupları içinde olmaları ne kadar gerekli ve önemliyse o kadar da zararlı olabilir. Bazı aileler çocuklarını koruma düşüncesiyle çocuklarının yaşıtlarıyla birlikteliğini önlemeye çalışmaktadır, ancak bu tam doğru bir davranış değildir. Gençlerin oluşturduğu bir arkadaş gurubunun yanlış bir düşünce ve davranışı paylaşmaları için ya gurubu oluşturan çoğunluğun yanlış düşünce davranış taşıyanlardan oluşması ya da gurubu oluşturan bireylerden birinin baskın karakter oluşturarak diğerlerini etki altına alması gerekir. Bunun dışında çoğunluğu kabul edilebilir düşünce davranış gösteren gençlerden oluşan bir guruba katılan genç genellikle çoğunluğa uyacak, uyumsuzluk gösterirse de ya gurup tarafından dışlanacak ya da kendisi guruptan ayrılacaktır. Ailelerin yanlış alışkanlıklar kazanır endişesiyle çocuklarını yaşıtlarından uzak tutmaları da gençlerin yanlış arkadaş gurupları seç-


AILELERIN YANLIŞ ALIŞKANLIKLAR KAZANIR ENDIŞESIYLE ÇOCUKLARINI YAŞITLARINDAN UZAK TUTMALARI DA GENÇLERIN YANLIŞ ARKADAŞ GRUPLARI SEÇMELERI KADAR YANLIŞTIR.

meleri kadar yanlıştır. Yaşıtlarından ayrı kalan genç birçok deneyim, paylaşım ve öğrenmeden yoksun kalacaktır. Bu durum yaşadıkları hayatın içinde bulundukları dönemleri eksik yaşamalarına ve daha çok hata yapmalarına neden olacaktır. Gençlerin arkadaşları olacaktır, olmalıdır da. Önemli olan ülkemizin geleceği olan bütün gençleri koruyabilmemizdir. Bunun için ailelerin ve kurumların yapmaları gerekenler ne olmalı? Aileler; Huzursuz bir aile ortamı oluşturmadan kaçınmalı, sevgi dolu bir aile ortamı oluşturmak için gayret göstermeli Çocuklara sevgi ve ilgi göstermeli Çocuklarının okullarıyla ve başarı durumlarıyla yakından ilgilenmeli. Çocuklarının arkadaş ve arkadaş gruplarını tanımalı Çocuklarının boş zamanlarında yararlı alışkanlıklar kazanmalarını sağlamalıdırlar. Kurumlar; Devlet gençliği zararlı alışkanlıklardan koruma politikası oluşturmalı, Aileyi koruma adı altında çocuğun doğumdan itibaren gelişimi izlenerek çocuğun her dönemde karşılaştığı sorunların çözümünde rehberlik edilmeli, Aileye evlilik sorunları ve çözümleri konusunda, çocuk sahibi olanlara çocuk sağlığı ve gelişimi konusunda, gençlik çağına gelmiş çocuklara sahip olan ailelere gençlik döneminin özelliği, madde ve bağımlılık konularında katılımı zorunlu eğitim kursları düzenlemeli ve kurslarda başarılı olmaları özendirilmelidir. Sivil toplum kuruluşları gençliğin kötü

alışkanlıklardan korunması konusunda çalışmalar yapmalı, Yazılı ve görsel medyadan en çok etkilenen yaş gurubu gençlerdir. Gençlerin kimlik oluşturma dönemi olan bu dönemde medyada ilgi odağı olan her şey genç için aynı zamanda bir rol model ve idealdir. Medya gençliğin beden ve ruh sağlığına zarar verecek yayınlardan kaçınmalı, yapılacak haber ve programların gençlik üzerinde yapabileceği etkiler titizlikle değerlendirilmeli, Gençlik ve Spor Bakanlığı gençlerin boş zamanlarını değerlendirebilecekleri ve faydalı alışkanlıklar kazanabilecekleri çalışmalar yapmalı. Spor faaliyetleri, meslek edindirme kursları, madde kullanımı ve bağımlılık hakkında kurslar düzenlemeli, her gencin bu kurslardan belge alması zorunlu kılınmalı ve iş başvurularında bu belge aranmalıdır. Eğitim süreci içinde gençlik dönemi aynı zamanda aidiyet bilincinin oluştuğu dönemdir. Genç bu dönemde kim ve neye ait olduğu, kimi örnek alacağı, amacının ne olduğu sorusuna cevap arar. Gençlere ait olduğu medeniyet öğretilmeli, medeniyetimizin milli ve manevi değerleri model olarak gösterilmeli, amaçlarının medeniyetimizin gelişmesine insanlığa fayda ve katkı sağlamak olduğunu öğreten eğitim politikaları oluşturulmalı. Bu değerler gençlerin düşünce ve davranışlarına anlam katar, moral değerlerini yükseltir. Hayatı anlamlandırarak yaşamalarını ve kendilerini iyi hissetmelerini sağlar. Bütün bunlar gençlerin iradesini artırarak her türlü kötü alışkanlıklardan kendilerini korumalarına katkı sağlar.


Anadolu aile yapısına uygun çocuk yetiştirme modeli olan “Anadolu Pedagojisi” modelinin kurucusu olan aynı zamanda çocuklara vicdan eğitimi çerçevesinde davranış eğitimlerinin verilmesi gerektiğini savunan, çalışmalarını bu alanda yapan Uzm. Pedagog Âdem Güneş’le çocuklar ve sosyal paylaşım sitelerinin getirileri hakkında konuştuk.

söyleşi

UZM. PEDAGOG ÂDEM GÜNEŞ:

SOSYAL PAYLAŞIM SITELERI PSIKOLOJIK BIR DÜRTÜ SAHASIDIR SÖYLEŞİ SÜMEYYA OLCAY FOTOĞRAF RABIA KOYUNCU

22

Ruh sağlığı açısından baktığımızda nedir sosyal paylaşım? İnsanlar neden bu tür sosyal alanlarda yer almak ister? Bu bir ihtiyaç mıdır? Bu bir ihtiyaç mı ilk önce ona bakmak lazım. Sosyal paylaşımlar ve dijital medya ve sanal ortamda kişinin iletişim kurması bir ihtiyaç değildir. Bu modern yaşamın bize sunduğu bir imkândır. Dolayısıyla ihtiyaçla imkânı birbirinden ayırt edersek o zaman yolumuza daha kuvvetli devam edebiliriz. Peki, hangi imkânları sunuyor sosyal medya diye baktığımızda en güçlü sunduğu imkân bilgi paylaşımıdır. Bu paylaşımla insanların bilgi paylaşımını önemsediğini dile getirebiliriz. Günümüz bilgi teknolojileri çağı olduğundan bilgiyi kim barındırıyorsa aslında onun ön plana çıktığı bir çağda yaşıyoruz. Ülkemize baktığımızda sosyal paylaşımlar genellikle iletişim aracı olarak kullanılıyor. Kişilerin birbirleriyle mesajlaşması, mailleşmesi, haberleşmesi ve bu sahadaki derinlikler ola-

rak düşünüyorum sosyal paylaşımı. Raporlar da bunu gösteriyor. Ama maalesef ülkemiz akademik camia hariç veya bilgiye meraklı kesimler hariç çok da bilgi paylaşımını elinde tutmuyor. Sosyal paylaşım imkânı bu minvalde daha sonrasında bağımlılığa nasıl dönüşüyor? Bu imkânın daha sonrasında nasıl oluyor da bir bağımlılığa dönüşüyor olmasını iyi bir şekilde irdelememiz lazım. Bize sunduğu bir takım imkânlar var medyanın ama bir süre sonra bakıyoruz ki bağımlılığa dönüşmüş. Aslında burada temel olarak üzerinde konuşulması gereken şudur; başlangıçta kişi iletişim aracı olarak sosyal medyayı kullanmaya başlar ve yoksunluklar içerisindeyse kendi gerçek, reel yaşamı içerisinde bir takım eksiklikleri var ise eğer, o zaman kişi iletişim aracı kullanmaya başladığında yoğun bir dürtü alanının da içine girmiş olur. Nedeni ise kişinin ya gerçek yaşam içerisinde iletişim ortamları yoktur ya da


kendisini rahat ifade edemiyordur, var olduğu haliyle kendisini yeterince ortaya koyamıyordur. Böylesi bir insan eğer iletişim ağının içerisine kendisini atar ise kendisini kaptırmış olur. Aslında şöyle de söyleyebiliriz; dürtü bağımlılığın içerisine giriyor, kişi dürtülerine edilgen oluyor. Böyle olunca bireyin aslında internetin içerisinde veya sosyal medyanın içerisinde var olmaya çalışmasını veya bir bağımlılık ilişkisi içerisine girmesini aslında kendisini devamlı dürten, dürtü gönderen bir alanın içerisine bir zorlama olarak güdülenmesi olarak tarif edebiliriz. Bu durum özellikle çocuklarda daha belirgin oluyor… Evet, küçük yaşlardaki çocukların, paylaşım alanları +13 olan sitelere rahatça girebilmesi tehlike sinyalini veriyor aslında. İrade gelişimi henüz ta-

mamlanmamış bir çocuğun dürtü kontrolünü bozarsak eğer, o takdirde bu çocuk iradesi elinde olmadığı için yoğun bir dürtüsel alanın içerisinde kendini kaybedebiliyor. Bir kişiyi sosyal ağdan koruyan tek şey kendisine hayır diyecek iradeye sahip olabilmesi ve istemediği şeyleri itebilecek gücü elinde tutabilmesi ile sağlanır. Henüz iradesini kazanamamış bir çocuğun yoğun bir dürtüsel alanın içerisine girmesi, fren mekanizması olmayan bir aracın trafiğe çıkması gibidir. Dolayısıyla eğer kişi iradesini elinde tutamıyorsa bir süre sonra bir bakıyoruz kişi sosyal ağlarla bir bağımlılık ilişkisine girmiş, orada kendisine yeni bir haz alanı oluşturmuş. Bu haz cinsel bir hazza dönüşmüş olabilir, bireydeki yoksunluğa göre ilgiyi, alakayı onda buluyorsa ona dönüyor olabilir, konuş-


maya ihtiyacı varsa bir terapi alanı gibi orayı kullanarak kendisini orada var etmeye çalışıyor olabilir. Olaya böyle bakarsak aslında kişinin normalde hiç ihtiyacı olmayan bir imkânı kendisine bir ihtiyaç haline getirerek, sonra ona bağımlı olmaya geliş sürecidir diyebiliriz sosyal ağlar veya dijital dünyayı. Bir psikolojik dürtü sahası olarak belirttiniz sosyal paylaşım alanlarını. Peki, bu sahada çocukların karşılaşabilecekleri tehlikeler nelerdir? Çocukların en çok karşılaşabilecekleri tehlike aslında sosyal ağlar değil sosyal ağlarla birlikte daha da yaygınlaşan online oyunlardır. Çocuklar o oyunun oyuncusu ama aynı saha içerisinde yüzlerce kişi daha var. Çocuklar bir bakıma orada oluşturdukları yeni bir sosyal çevreyle bir oyun oynuyor. Sadece dürtüsellik değil; bu, insanın zaten doğasında var olan sosyal ihtiyacını orada da giderme imkânı sunuyor. Çocuklar için özellikle tehlike şuradan kaynaklanıyor; siz şimdi oyuna girdiniz, oyunun bir parçasısınız. Orada birileriyle tanışıyorsunuz sürekli. Bir süre sonra artık bu oyunu oynamak istemiyorum, oyundan çıkmak istiyorum diyorsunuz. Ama sizi çıkartmak istemeyen birileri var oyunda; işte senin şu kazanımların oldu niye çıkıyorsun, daha çok güçlendirirsin karakterini, çıkma gibi birileri sizin çıkmanıza engel oluyor. Dolayısıyla eğer bir süre sonra siz kendinizi bu sosyal ağ içerisinde, bir de oyunla beraber kaptırmışsanız kendinizi tehlike ikiye katlanıyor. Çocuklar için de durum aynı. Çünkü bir taraftan oyundan aldığı keyif var, öbür taraftan ise kendisi ben bu işten vazgeçtim dese de onu içerden çeken birileri var. Çocuk açısından bakıldığında iradesi tam oluşmamış bir çocuk için bu oldukça tehlikeli bir süreçtir diyebilirim. Oyunlarda oyun karakterinin gelişmesi için de çocuğun sürekli oyun başında durması gerekiyor bu sefer. Bu da tehlikenin ayrı bir boyutu… O oyunların psikolojik alt yapısına baktığımızda oyunların aslında hazırlanış şekli çok da etik değil. Mesela bir oyunda karakterinizi yükseltmek için ne kadar çok çevrimiçi olarak kalırsanız oyunda karakteriniz de o kadar çok yukarı çıkıyor. Gücünüz o kadar çok artıyor. Mesela siz 80 saat bilgisayar karşısında vakit harcamışsanız, sizi içeride verilen güç o 80 saat


BIR KIŞIYI SOSYAL AĞDAN KORUYAN TEK ŞEY KENDISINE HAYIR DIYECEK IRADEYE SAHIP OLABILMESI VE ISTEMEDIĞI ŞEYLERI ITEBILECEK GÜCÜ ELINDE TUTABILMESI ILE SAĞLANIR.

karşılığındadır. Anne, babalar bunun farkında değil; anne çocuğu hadi yemeğe gel diye oyunun başından kaldırırken aslında çocuğa şunu teklif ediyor; gücünü bırak, kazandığın şeyleri bırak orada, kalk ve gel. Ama çocuk güç kaybetme korkusuyla başından kalkmak istemiyor oyunun. Bazı çocuklar da çok defa oyunu açık bırakarak kalkıyor başından. Bu ise yemek sırasında dahi çocuğun hala dürtü alanının içerisinde olduğu anlamına gelir. Çocuk yemek yiyor ama aynı zamanda aklı açık olan oyunda olduğu için çocuk o anda yemek mi yiyor, ne yapıyor çok farkında değil. Bu beraberinde neyi getiriyor? Oyun oynayan ve bağımlılık ilişkisine girmiş olan çocuklara dikkat edin; mutlaka çocuğun fiziksel bir problemi vardır. Söz konusu çocuklar ya aşırı kiloludurlar ya da çok zayıftırlar, iştahları yoktur. Neden? Vücudumuzun bir de gerçek dürtü alanları var; nasıl ki mide tarafından bize gönderilen bir açlık dürtümüz var bizim, yemek vakti geldi diye, aynı şekilde de zihnimizin meşgul olduğu sanal dürtü alanı mevcuttur algılarımızda. Çok defa aileler şunun için gelir bana; çocuğum bilgisayar başında ve iki gündür bir şey yemiyor, sadece meyve suyu içiyor. Neden? Çünkü bilgisayarın o yoğun dürtüsü çocuğun açlık dürtüsünü bastırdığından

çocuk acıktığını dahi fark etmiyor. Bu açıdan da bakıldığı zaman çocuk daha dürtülerle mücadele edemediği bir yaşta, kendisine etik olmayan bir biçimde bu kadar yoğun bir dürtü sunulmuş olması son derece tehlikelidir. Şu anda Avrupa’da yasaklanan ve yöntemi psikolojik bir alt yapıya dayanan bir oyun türü var. Bu reel oyunda siz oyunu oynarken vücudunuzun bir kısmı bilgisayar içerisinde gözüküyor. Elinizde bir silah var, ekranda kolları yarıya kadar olan bir adam ve gerisi sizsiniz. Yani silahın kontrolü sizde. Bir zaman sonra kendinizi o oyuna o kadar kaptırıyorsunuz ki silah tutan o kolu da kendi kolunuz gibi algılıyorsunuz. Gerçek hayatta da bir kıpırdama, bir hareket gördüğünüzde refleksleriniz o oyundaymışsınız gibi sizi yönlendiriyor, hemen dikkat kesiliyorsunuz. Çocuklar bu tür oyunlarda bilincini kaybediyor. Oyunu kontrol ediyormuş gibi gözüküyor ama aslında oyun onu kontrolü altına alıyor. Peki, bu oyunlar karşısında ailelerin çocukları için ne yapması gerekir? Aslında bu sadece aileleri ilgilendiren bir kısım değil. Hep şunu söylüyoruz ailenin bilinçlenmesi lazım diye. Ama ne kadar bilinçlendirecek olursak olalım ailelerin kendi güncel yaşamlarını es geçemeyiz. Onlar

25


haliyle hızlı akan bir yaşam içersindeler. Ailelerin bilinçlendirilmesiyle ilgili yapılan çalışmalar yetersiz kalıyor bu noktada. Avrupa önlem alarak bu tür boyutları olan yaklaşık on yedi adet oyunu piyasadan kaldırdı. Türkiye’de bu durum nasıl? Önleyici tedbirler alınıyor mu? Türkiye’de sadece bir olay sonucu bir oyuna erişim yasaklandı. Engellemeler var. Ama yasaklanan o oyun türevinden onlarca oyun internet cafelerde oynatılıyor. Bunlara karşı ne yapılabilir? Çok somut olarak benim teklifim şu: Mesela ilaçlarda nasıl prospektüs varsa anne babaların çocukları için satın alacağı oyunlar içerisinde de o oyunların somut olarak özellikleri yazılması lazım. Mesela bu oyun, şiddeti yüz üzerinden yüzde doksan oranında barındırıyor, bu oyunun sanal bağımlılığı artıma etkisi vardır gibi… Eğer bir yasal yükümlülük içerisinde ilaçlarda prospektüs mecburi ise her oyunun da mutlaka bir izah çizelgesi olması lazım. Ya da internet üzerinden bunların bilgisi verilmesi lazım. Aileler oyun hakkında bir araştırma yapmak istediğinde ilgili sitede bu konuyla ilgili bilgilerin var olması ve bunun aileler tarafından edinilmesi lazım. İlgili site içersinde bir de hangi oyunların, ne ölçüde bağımlılığı var, Türkiye’de bağımlılık derecesi kaçtır, nasıl olaylara rastlanmıştır, hangi mahkemelere rastlanmıştır gibi rapor şeklinde orada bilgiler yer alırsa aileler bu konuda daha caydırıcı önlemler alabilir. Ben de oyunları takip ediyorum. Şu anda gençlerin oynadığı hemen hemen tüm oyunları ben de oynuyorum. O oyunu öğrenmek için, tehlikeli kısımları nelerdir öğrenmek için bu oyunları oynuyorum. Bana bir aile geldiğinde çocuk, ben ‘Call of Duty’ oyununu oynuyorum diyor. Aile oyunun ne olduğunu bilmiyor. Ama ben o oyunu bildiğimden o çocuğun başına neler gelebileceğini biliyorum. Çocuğu da eğer oyun bağımlısı olmuşsa, onu kurtarmak için de bu oyunları bilmek gerekir. Bunun gibi oyunlar üzerine bilgiler yazılmış olsa aile bir danışmana ihtiyaç olmadan bilgi

sahibi olabilir, önceden önlem alabilir. Bilgisayar ve oyunlar çocuklar için vazgeçilmez bir unsur… Hiç mi oyun oynamayacaklar? Ülkemizde oyunlarımız didaktik, öğretici, vaaz vericiliğinden dolayı günümüz çocuğuna pek hitap edemiyoruz. Birçok oyun var eğitici ama hangi çocuk oynuyor o oyunu? Biz günümüz çocuklarını tam analiz edemediğimiz için bunlara hala vaaz verici, klasik, kendi anladığımız öğretileri sunmaya çalışıyoruz. Çocukların ilgisini çekmiyor bu. Aynı hata kitaplarda da yapılıyor. Gençlerin ve çocukların okuyabileceği kitaplara bakıyorum; belki ben rastlamamış olabilirim ama Türkiye’de onlara hitap edecek bir kitap yok şu anda. Mesela gençler kalın olmasına rağmen Dan Brown’un kitaplarını ellerinden bırakmıyor. Bizler hitap eden kitap yazmak yerine daha çok akıl vermeye yönelik kitapları çıkarıyoruz. Bundan ne düşündün şimdi, demek ki annene, babana saygılı davranacaksın türünde çizgi filmler, kitaplar, oyunlar çıkarıyoruz. Bunları çıkaranlar iyi niyetli ama çocuğa hitap edemiyorlar. Bu tür kitapların psikolog desteğinde yazılması lazım, bu tür yayınların gençliğin dikkatini çekmesi lazım. Bir mağaraya girme, mağaradaki taşı kaldırma, taşın altındaki bir madalyonu bulma, madalyonun üzerindeki eski yazıyı cebine koyma, sonra bu yazıyla birlikte internette bir takım bilgiler edinmiş olma, Da Vinci şifresinde olduğu gibi, gençlerin çok daha ilgisini çekiyor. Ülkemizin bu noktada boşluğu bu… Sosyal paylaşım ağları şüphesiz çocuklarımız tarafından da çokça kullanılmakta. Etik değerler çerçevesinde ailenin bu noktada üzerine düşen görevler nelerdir? Belki bunu başlangıçta bir aile kültürü olarak çocuğa verebiliriz. Örneğin evlerinde televizyon, bilgisayar olmayan veya bilgisayar olup da sanal ağ alışkanlığı olmayan nice aileler biliyorum. İnternetin olduğu yerde muhakkak bir facebook veya twitter oluyor. Buna engel olmak çok zor. Çocuğun da tepki göstermeyeceği bir takım tedbirlerin alınması gerekir.


Aile kültürü haline getirilebilir. 24 saat internetin açık olduğu paketler satın alınıyor. Bu çok yoğun bir dürtü ortamına itiyor kişiyi. Net sağlayıcıları 7/24 internet paketinin yanında ücretsiz birçok şey sunduğu için bireyler tarafından bu paket cazip gözükebiliyor. Kotalı aldığınız zaman sınırlı davranacağınıza 3 lira daha verin interneti sınırsız yaşayın diyorlar. Bu çok yanlış bir anlayış… Güvenli internetin getirileri neler bu noktada? Güvenli internet iyi ama bu soruna çare değil. Çünkü siz google taramalarında çıkarabilirsiniz bazı şeyleri. Güvenli internet uygulamasını tavsiye ederim ama yüzde yüz güvenlidir, hadi çocuğum git başına denilecek kadar bir güvenlik sistemi yok. Aileler kotalı internet kullansınlar. Operatörlerin sağladıkları vodemler yani takmalı ve çıkarmalı internet kullanımını edindirmek lazım. Bilgisayarı aileler şu şekilde kullandırması lazım çocuklara; gir, işini yap ve çık. Ben böyle tavsiyelerde bulunduğum ailelerden çok güzel geri dönüşler alıyorum. Çok doğru bir şey değil ama büyük bir yanlışa düşmeden güvenli internet haricinde aile bireylerinin internette girdiği

siteleri takip edeceği programların o bilgisayarda olması lazım. Ama programı çocuğun aileni ayıbını yüzüne vurmak için, bir dedektiflik aracı olarak değil; en azından bazı şeylere vaktinden önce harekete geçebilmek, önlem almak için kullanmak lazım. Önceden çocuğu istismar eden, çocukları parklarda, okul bahçelerinde izleyen, orada çocuğa duygusal bir bağ besleyip tatmin olan kişiler artık internette. Bunlar internetin ağını oluşturuyorlar artık. Bunların çoğu da zaten kendi isimleri, cisimleri, yaşları ile birlikte var olmuyorlar internette. Bir çocuğun dikkatini çekeceği en çok ne ise ona bürünüyorlar. Kuzu görünümünde kurt vaziyetindeler. Facebook’u kontrolsüz olarak kullanan birçok çocuğun yüzde yetmişinde bu türden bir kişiyle mutlaka arkadaşlığı vardır. Bu sebeple anne, babalar da farklı bir isimle çocuğun sosyal paylaşım sitelerinde arkadaşı olabilirler. Aileler ayrıca online oyunlar veya sosyal ağla bütünleşmiş oyunlar yerine offline oyunları tercih etsinler. Bunlar online oyunlar yerine daha sağlıklı oyunlardır. Hiç değilse çocuğun sosyal ağlarda tanımadığı kişilerle iletişim halinde olmasını engellerler.

27


ÇEVİRİ

SOSYAL PAYLAŞIM AĞLARI, INSANLARI BIRBIRINE BAĞLAYAN SANAL BIR ILETIŞIM ORTAMIDIR. BU KAVRAM, INSANOĞLUNUN GRUP IÇINDE BIRLIK VE BERABERLIK IÇINDE OLMA TEMEL IHTIYACINDAN KAYNAKLANMAKTADIR.

A 28

Sosyal paylaşım siteleri ve yaşam üzerindeki etkileri DR. BISWAJIT DAS (Kııt Üniversitesi/Hindistan) ÇEVIRI MURAT KARACA

Sosyal paylaşım sitelerinin kullanıcılar arasında günden güne artan popülaritesi, insanoğlunun bireysel ve toplumsal davranışlarını tekrardan gözden geçirmesini gerekli kılmaktadır. Bugün, 1,5 milyar insanın sosyal paylaşım sitelerinde profili bulunmaktadır. Bu sitelerde kendi profilinizi oluşturduğunuzda her şey gayet güzel gözükmektedir; fakat bazıları gün gelir de sizin bilgilerinizi kullanarak size şantaj yaparsa o zaman kendinizi nasıl hissedersiniz? Sosyal paylaşım sitelerinde yorum yazdıktan sonra patronunuz sizi işten atmakla tehdit edebilir. İşte böyle durumlarda sosyal ağlar sizin için sinir, stres ve bağımlılık haline gelebilir. Bu gibi durumlar hem sizi, hem de ailenizle ve yakın çevrenizle olan ilişkilerinizi derinden etkiler. Sosyal paylaşım ağları, insanları birbirine bağlayan sanal bir iletişim ortamıdır. Bu kavram, insanoğlunun grup içinde birlik ve beraberlik içinde olma temel ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Kansas Üniversitesinde kültürel antropolojist olarak görev yapan Michael Wesch, kabile toplumlarını

sosyal paylaşım ağlarına benzetmektedir. Sosyal paylaşım siteleri, e-mail, mesajlaşma ve video-resim paylaşımı gibi tüm araç ve gereçler insanoğlunun sosyalleşmesi için gerekli iletişimi sağlar. İstatistiklere göre, Hindistan’da internet kullanıcılarının %84’ü sosyal paylaşım sitelerini kullanmaktadır. Hindistan, sosyal paylaşım sitelerini kullanmada ABD, Çin, Almanya, Rusya, Brezilya ve İngiltere’den sonra en büyük yedinci ülkedir.

Kişisel Mahremiyet Sosyal paylaşımın olduğu kamusal ve özel yaşam arasında küçük bir boşluk bulunmaktadır. Kendi videonuzu ya da resminizi internet sayfasına koyduğunuz zaman, onun internette dağılımını kontrol etmeniz çok zor olacaktır. Onların gizlilik seviyesini ayarlama yetkiniz olmasına rağmen, onları tanımadığınız internet yöneticileriyle paylaşmak durumundasınız. Dolayısıyla bir gün sizin kişisel bilgileriniz ebeveynlerinize, öğretmeninize, çalışanlarınıza ya da şirketinize gönderilebilir. Amerikan yaşam projesi ve Pew Inter-


net tarafından 2007 yılında yapılan çalışmaya göre, gençlerin %66’sı internette kişisel bilgilerini gizli olarak kısıtlamaktadır. Yine bu çalışmaya göre, kızlar genellikle kendi adreslerini vermemelerine rağmen, erkekler adresleri dahil çok fazla bilgi paylaşma eğilimindedirler.

Sosyal Ağların Biyolojik Etkileri Sosyal ağ kullanıcıları şiddetli sağlık riskleriyle karşı karşıya kalmaktadırlar; çünkü kullanıcılar yüz-yüze görüşmeleri azaltarak sanal dünyanın müptelası haline gelmektedirler. Anlık zevk ve hazların tatmini nihai amaç olmaktadır. Amerikan İnternet Hareketinden Nielsen Online göre internet kullanıcıları ayda ortalama 7 saat Facebook’da zaman geçirmektedir. ABD’de insanların %53’ü sabah yataklarından kalkar kalkmaz Facebook profillerine göz atmaktadır ve %35’i ise kendi hesaplarını gün içinde birçok kez kontrol etmektedir. İngiliz Kraliyet Tabipler Cemiyeti üyesi Eric Sigman şunları söylemektedir. “Sosyal paylaşım siteleri insanların toplumdan soyutlanması noktasında kilit rol oynamaktadır. Yüz-yüze iletişim eksikliği zihinsel çalışma performansını, hormonsal dengeyi ve daha birçok genetik çalışmayı olumsuz etkilemektedir. Bu ise kanser ve kalp krizi gibi birtakım sağlık problemleri riskini artırmaktadır”.

Facebook Kullanım Hastalığı Eğer bugün dünya, alkol ve uyuşturucu bağımlılığından sonar yeni bir bağımlılık şekliyle karşı karşıya ise bu kesinlikle facebook kullanım hastalığıdır. Internet bağımlılığının farklı bir şekli olan bu bağımlılık insanları kendi sanal dünyasına öyle çılgınca bağlar ki, insanlar gerçek olan fiziksel dünyalarını unuturlar. Kuzey Florida’da yaşayan ve anne olan Alexander V. Tobias, facebook’da “tarla oyunu” oynarken ağlayıp kendisini sinirlendiren çocuğu-

nu öldürmüştür. Bu şok edici olay Florida Times-Union tarafından 2010 yılında kamuoyuna sunulmuştur. 18 yaşında olan Londralı Salum Kambo ise Facebook’da çıkan tartışma yüzünden arkadaşı tarafından bıçaklanmıştır. Otuzunda olan Jery ise sosyal sitelere olan bağımlılığı yüzünden hem ailesini, hem işini ve en sonunda da hayatını mahvetmiştir. Şimdi ise Sosyal Medya Bağımlılığı Derneğinin başındadır ve sosyal medya bağımlılarının hikâyelerini dinleyerek onları bu durumdan kurtarmaya çalışıyor.

İlişkilere Zarar Veren Güç Bir zamanlar dünyanın her yerinden farklı insanları bir araya getirip sosyalleştirmesi için düşünülen sosyal paylaşım ağları, ilişkilere zarar verip hayatı olumsuz etkileyebiliyor. Bir sabah vakti eşinizin Facebook’ta evlilik durumunu bekar olarak değiştirdiğini hayal edin, buna karşılık arkadaşlarınız ve çevreniz, sizin bu talihsiz ayrılığınız hakkında yorumlar gönderecekler. Bu örnek, ilişkilerimizin sosyal paylaşım ağlarında ne kadar da ucuzlaştığının en bariz örneğidir. Amerikan Evlilik Avukatları Akademisi tarafından yapılan anket çalışması, ABD’de meydana gelen her beş boşanmanın bir tanesinin sebebinin Facebook olduğunu gösteriyor. Buna ilaveten, boşanma avukatlarının %80’i delil toplamak için sosyal paylaşım ağlarını kullanmaktadır. Gittikçe artan sosyal paylaşım ağları, bireysel ve toplumsal davranış kodlarında önemli değişikliklere sebep olmaktadır. Bu siteler, gençler için temel bir eğlence ve iletişim ortamıdır. İnsanların normal yaşamlarını ve aktivitelerini etkilemesine rağmen, bu sitelerin popülaritesi yakın bir gelecekte de azalacakmış gibi görünmüyor. Bu dünyada her şey kötü amaçlı kullanıldığı gibi iyi amaçlar için de kullanılabilir. Dolayısıyla bizler kendi hayatımızda değişiklikler yapmak istiyorsak bu siteleri akıllıca kullanmak durumundayız.


söyleşi SAİD ERCAN ve SALİH ÇAKTI:

Her şey gibi sosyal medyanın da aşırısı zararlı Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri daha çok sorumluluğumuz var artık. Sosyal medyaya girmişseniz sürekli takip etmeyi ve edilmeyi gerektiren bir hayata hoş geldiniz. Artık kıymetli ömrünüzün bir kısmını sanal ortamda yapılan bu etkileşimleri takip için kullanacaksınız. Kimsenin tam olarak ne olduğunu bilemediği, el yordamıyla keşfetmeye çalıştığı bu dünyanın daha doğru tanınması, bilinmesi ve etkin kullanılması için çalışmalar yapan ve bu çalışmaları Uluslararası Sosyal Medya Derneği çatısı altında gerçekleştiren USMED Başkanı Said Ercan ve Genel Sekreter Salih Çaktı ile sosyal medyayı konuştuk. SÖYLEŞİ HALIL KÖKCÜ FOTOĞRAF BETÜL KOYUNCU

Sosyal medyayla olan geçmişiniz nasıl başladı? Derneğe geliş süreci nasıl gelişti? Said Ercan: 2009’da İHL sözlüğün kurulmasıyla benim sosyal medya ile direk bağım başladı. Daha öncesinde birçok sözlükte yazarlık yapıyordum. Aslında sözlük yazarlığı ile sosyal medyaya ilgimiz başladı. Devam eden süreçte de sosyal medya haberciliği ile ilgili maalesef Türkiye’de bu işin nasıl yapılacağı konusunda bir şey yoktu. 2011 başında sosyalmedyahaber.com u kurdum. Bu alanda daha sonra birçok haber sitesi kurulmaya başlandı. sosyalmedyahaber.com ile birlikte pek çok arkadaş burada sosyal medyayla ilgili yazılar yazmaya başladı. Daha sonra sunumlara başladık. Türkiye’nin pek çok ilinde sosyal medya hakkında sunumlar yapıyoruz, çünkü insanlar sosyal medyayı özellikle Arap Baharı ile beraber daha çok merak etmeye başladı. Twitter’da, Facebok’da neler

oluyor diyerek sosyal medya ile ilgilenmeye başladılar. e-ticaret ve fırsat sitelerinin artması ile firmalar yavaş yavaş bu alana girmeye başladılar. Firmaların danışacakları uzman eksikliği vardı. Yani, tamam insanlar sosyal medyaya gelmek istiyor ama biz sosyal medyayı şirketlerimizde, kurumlarımızda, dergilerimizde nasıl kullanabiliriz, sosyal medyada takipçileri müşterilerimize nasıl dönüştürebiliriz veya marka temsilcileri haline nasıl dönüştürebiliriz noktasında bir ihtiyaç vardı; bunun sonucunda biz de çalışmalarımızı bu noktaya kaydırdık. İşin biraz daha eğitim tarafında, akademik tarafında olduk. Sonuçta böyle düşünen arkadaşlarla Sosyal Medya Derneğini kurduk. Sosyal Medya Derneği Ağustos ayında kuruldu Eylül ayında da kamuoyuna duyurduk. e-ticaret alanında, SEO alanında, reklamcılık alanında, akademik alanda, kısaca sosyal medyanın her alanın-


41

SAİD ERCAN

dan arkadaşlarımız var. Onların dışında, sosyal medya sertifika programı çerçevesinde, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde sosyal medya dersleri veriyoruz. Artık pek çok üniversite bunu yapıyor. Sosyal medyaya ilgi çok üst düzeyde ve bu ilgi 2013 ile artarak devam edeceğe benziyor. Sertifika programı uygulamanız oldukça önemli. Türkiye’de herkes sosyal medya uzmanı. Bu noktada gerçek uzman ile uzman görünümdeki kişileri ayırmak önemli… Said Ercan: Derneğin çıkış noktası bir noktada buydu. Bu alanda resmi bir kurum yok. Herkes bir noktadan sonra kendini sosyal medyanın uzmanı, danışmanı gibi lanse etmeye başlıyor. Bu sefer sosyal medya ile ilgili kafa yoran insanlar geri planda kalıyor. Dernek bu boşluğu doldurdu açıkçası. İşin yapılma yöntemini, doğrusunu göstermeye çalışıyor. Sosyal medya, sadece sosyal call centerlık gibi sosyal medyadan gelen müşteri şikâyetlerini cevaplamak, müşteriyi memnun etmek ya da takipçi sayısını arttırmak değildir. Türkiye’de biraz böyle algılanıyor. Biz ne olduğunu değil, ne olmadığını göstererek başladık. Sosyal medya güzel bir noktaya doğru gidiyor. Devlet de ge-

rekli sosyal medya politikaları alabilirse, sosyal medya tam entegrasyon, iletişim ve şeffaflık açısından tüm gücü ile var olursa bu işi tamamen çözmüş oluruz. Ben Türkiye’nin sosyal medya konusunda pek çok Avrupa ülkesinden iyi durumda olduğunu biliyorum açıkçası. Sosyal medya alışkanlığımızı geçmişten bugüne kıyaslayabilir misiniz? On sene önce ne durumdaydı, şimdi nasıl, on sene sonra nasıl olur? Said Ercan: İlk sosyal medya tecrübesini ben gerilere götürüyorum. İlk sosyal medya tecrübesi ziyaretçi defterleri ile başladı. Örneklerinden birisi; ben sevdiğim sanatçı ile ziyaretçi defterinden tanışmıştım. Sosyal medyanın ilkel haliydi ziyaretçi defterleri. Daha sonra forumlar hayatımıza girdi. Özellikle hayran forumlarıyla insanlar, ilgi alanları çerçevesinde toplanmaya başladı. Daha sonra teknoloji donanım forumlarına dönüştü. Biz forumdan tanıştığımız arkadaşlarla 3-4 sayı bir edebiyat dergisi çıkarttık. Tabi o süreç Facebook ve Twitter’ın kurulması ile kurumsal bir hale dönüştü. Sosyal medya, ilk defa 2005 gibi konuşulmaya başladı. Ancak öncesinde forum ve ziyaretçi defterleri ile başladı. Hatta haber altı yorumlarda sosyal medya sayılabilir. Düşünün,

31


SALİH ÇAKTI

geleneksel tek yönlü habercilikten çift yönlü haberciliğe geçtik. Artık dinamik bir web vardı. Artık sadece alan değildik. Çift yönlü iletişimi çok sevdik. Çünkü değerli olmak kendisini değerli hissetmek herkesin çok hoşuna gider. Artık nesne değil özneydik. Eskiden bizi fethetmelerine gerek yoktu ama artık bizi fethetmeleri gerekiyor. Eskiden içerik sunarken herhangi bir kaygıları yoktu. Şimdi seçiyoruz artık. Sosyal medyada artık biz de değerliydik, biz de haber kaynağıydık. Bu kazanımdı ve geri dönüşü yoktu artık. Beraberinde haber alma, haber üretme özgürlüğünü, haber seçme özgürlüğü verdi. Haiti depremi ile ilgili bir kişinin sosyal medyada paylaştığı fotoğrafı kullanan gazete 1 milyon $ ceza ödedi. Haber, muhabirlik birilerinin tekelinden çıktı. Karşılıklı iletişimin zirvesi denilebilir buna. Selamlaşma imkânınızın olmadığı sanatçılarla, hayranı olduğunuz kişilerle direk iletişim kurma imkânı sağladı ve biz bunu çok sevdik. Olumsuz yanları mutlaka var. Ama aracı nasıl kullanırsanız öyle de dönüşleri olacaktır. Etkileşim noktasında,

Arap Baharı ile doyum noktasına ulaştı. Bununda kazanımları devam etti. Türkiye’de bilgisayar sahibi gençlerin günde ortalama 5,5 saatlerini internet başında geçirdiğini, 10 gençten birinin sabah kalktığında tuvalete bile gitmeden, dörtte birinin de evden çıkmadan internete girdikleri istatistiği hakkında, bu durumun sizi ürküttüğünü belirtmişsiniz. Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Said Ercan: Benim ilginç bir tespitim var. Sosyal medya, asosyal insanları sosyal yapıyor, sosyal insanları da asosyal yapıyor. Gerçek hayatta sosyalseniz, sosyal medyada asosyal oluyorsunuz. Çok ilginç. Tam tersi de geçerli. Her şey gibi sosyal medyanın da aşırısı zararlı, bu noktada bir şeylerin değişmesi lazım. Sosyal medya sizi kontrol etmeye başlamışsa bazı şeyleri değiştirme vakti gelmiştir. Sosyal medyanın iletişim gücünü sanata çevirebiliyorsanız, zaten istenilen şey olmuştur. Öbür türlü, o veriler beni gerçekten ürküttü. Sabah kalktığınızda yani bir çayınızı içmeden, elinizi yüzünüzü yıkamadan sosyal medyaya yöneliyorsanız burada sıkıntı vardır. Dışarıda kar yağdığını


DIŞARIDA KAR YAĞDIĞINI INSANLAR SOSYAL MEDYADAN ÖĞRENIYORLAR ARTIK. DAHA ÖTESI DIŞARIDA HAVA NASIL DIYE SORANLAR VAR. BIR HASTALIK BU, INSANLAR OTURDUĞU BILGISAYARIN BAŞINDAN KALKIP, PENCEREYE GIDIP, HAVA NASIL DIYE BAKAMIYOR.

insanlar sosyal medyadan öğreniyorlar artık. Daha ötesi dışarıda hava nasıl diye soranlar var. Bir hastalık bu, insanlar oturduğu bilgisayarın başından kalkıp, pencereye gidip, hava nasıl diye bakamıyorlar. Bu durum çok tehlikelidir. Sosyal medyanın istemediğimiz noktası bu. Uzak Doğu’da online oyunlara inanılmaz bağımlılık var. Oyun oynarken ölenler, oyunun başından ayrılmayıp çocuğunun ölümüne sebep olanlar gibi pek çok enteresan vaka var. Türkiye’nin oyunlarla arası ne durumda? Salih Çaktı: Sosyal oyunlar, Facebook’un yükselişinden belli bir süre sonra daha fazla talep edilir oldu. Bir süre sonra Farmville isteği bekleyen insanlar, artık bıktım istek gelmesin şeklinde serzenişlerde bulunmaya başladı. Bugün, Google Glass teknolojisinin konsept bir videosunu hazırlamışlar. Kişi halı üzerinde hareket ediyor. Videonun ilerleyen dakikalarında anlıyoruz ki, kişinin gözünde lens var. Kişi oyunun içinde bir tepeden düşüyor, baloncuklar var onları yakalayarak puan topluyor, halı üzerinde hiçbir şey yok ve oyun oynuyor. Düşünce ile tweet atıyor, arkadaşı ile yemeğe çıkıyor, düşüncesi ile ödeme yapıyor. Fütürist bir yaklaşım da olsa toplum robotlaşmaya doğru gidiyor. Said Ercan: Şu dikkatimi çekmişti, Çin’den, siz işteyken Farmville oyununu sürdürebilecek, bir dolara işçi tutuluyor. İşçi tarlanıza bakıyor, akşam geldiğinizde devralıyorsunuz. Benim karşılaştığım diğer bir vaka da 45- 50 yaşlarından bir tanıdığım. Her gün aynı saatlerde cep telefonu ile mütemadiyen bir işlem yapıyor, ak-

varyumda balıkları besliyor, düzenli olarak bu işi yapıyor. Ne yapıyorsun dediğim de akvaryumum var, balıkları besliyorum, beslemezsem ölürler, bak yeni bir akvaryum kazandım, bak üç tane oldu diyor. Evinde var mı akvaryumun diye sorduğumda, yok diyor. Evimde bizim bir muhabbet kuşumuz var, zar zor bakıyoruz eşimle, normal bir kuşu beslemek noktasında yeteneğimizi kaybederken sanalda ne kadar dikkatliyiz, işte kötü olan bu. Sosyal medyada sevmediğimiz taraf bu. Taksiciyle konuşuyorum Facebook’un var mı diye soruyorum, var abi her akşam okey oynuyorum diyor. Şimdi, aslında Türkiye’de Facebook’un 35 milyon kullanıcısı var. Bunun 30 milyonu farklı amaçlarla kullanıyor Facebook’u. Bir sevdiğinden haber almak, akrabalarının durum güncellemeleri falan değil. Tamamen oyun, uygulamalar, geyik gibi işin sadece eğlence olan tarafıyla ilgileniyorlar. Dernek olarak biz, işin bu noktasında nasıl bilinç oluşturabiliriz, onun kaygısı içerisindeyiz. Salih Çaktı: Sosyal medya da kendimizi hapsediyoruz. Bu nedenle belli bir bilinç düzeyinin oluşturulması gerekiyor. Sosyal medya, içerisine gömülebileceğimiz bir alan değil. Sosyal medyanın kullanım alanları vardır. STK’lar, STK’lar için uygun olan alanları kullanır. Örneğin, doğal afetlerde de afet yönetimi konusunda aktif olarak kullanılabilir. Said Ercan: Bununla ilgili Türkiye’de akademik çalışma yok. Hâlbuki ne kadar önemli. Sosyal medyanın doğru kullanılması, doğal afetlerde belki hayatımızı kurtaracak. Van depreminde düzensizdi, kar-

33


34 maşıktı, faydası olduğu kadar geciktirici etkisi de oldu. Yanlış yönlendirmeler de oldu. Adana’daki bir gencin, meşhur olmak için Van’da enkaz altındayım diyerek sosyal medyayı etkilediği, hatta Twitter’ı kilitlediği bir anı da yaşadık. TV kanallarına beni kurtarın dedi, ekipleri yanlış yönlendirdi. Hâlbuki o evinde oturan biriydi. Bu sefer düşünün, o enerjiyi başka yere harcasalar, başka birini kurtarabilirlerdi. Bu nedenle bir düzen lazım. Evet, sosyal medya çok güzel, ancak bu tür afet konularında en azından ortak hareket edilmesi, nerde nasıl davranılacağının bilinmesi gerekiyor. Salih Çaktı: Başka ülkelerde bilinç durumu daha iyi. Avustralya’da sel felaketi oluyor. Polis, sel felaketinden etkilenen ve kurtulmayı bekleyenler için bir hashtag oluşturuyor, o hashtag ile ilgili bir tane yalan tweet atılmıyor. Dernek olarak bizim asli görevimiz sosyal medyanın bilinç düzeyini yükseltmek. Said Ercan: Aslında sosyal medyada bir emniyet şeridi var ve orayı kimsenin kullanmaması gerekiyor. Yani işi olanlar sadece o hashtagi kullanmalı. Aksi halde ihtiyacı olanlara, zor durumda kalanlara engel oluyorsunuz. Van depremi ile ilgili bir hashtag atıyorsam sadece katkı sağlamak için olmalı. Orayı geyik için kullanıyorsam artık amacından saptırılmış demektir. Ve sosyal medyanın kazanımından değil kaybettirici etkisinden konuşmaya başlarız artık. Salih Çaktı: Yine insana dönüyoruz, medya okuryazarlığı ile bilinç arttırılabilir. İşin bir de sosyoloji, psikoloji ve narsisizm kısmı var. Sürekli kendisini ön plana çıkaran insan tipi ortaya çıkıyor. Medya okuryazarlığı dersinde sosyal medyayla ilgili dersler veriliyor mu, veriliyorsa yeterli midir? Said Ercan: Verilmiyor. Yeni bir ders kesinlikle verilmeli. Eskiden çocuklar TV başındaydı. Bizim zamanımızdaydı bu. Şimdi bilgisayar başındalar. Bu nedenle sosyal medya dersi ayrı olarak veya medya okuryazarlığı dersi ile beraber verilmeli. Sosyal medya, ders olarak kesinlikle müfredata girmeli.

Salih Çaktı: Biz dernek olarak iş alanlarına da odaklanmak istiyoruz. Diyelim ki Fatih Sultan Mehmet’in Mercidabık ve Ridaniye savaşı, Facebook timeline’a eklenip FATİH projesinde desteklenebilir. Said Ercan: Türkiye’de ve dünyada sosyal medyanın kullanım alanı çok, ancak nedense sadece e-ticaret alanında kullanılmak için düşünülüyor. Salih Çaktı: ntvmsnbc.com Çanakkale savaşlarını an be an Twitter’dan paylaşmıştı. Biz sosyal medyanın kabuğunu biraz daha kırmak istiyoruz. Türkiye’de en çok izlenen videolar en çok tıklanan resimler şeklinde gidiyor. Sosyal medya ciddi bir konudur. Said Ercan: Magazinleştirilmemesi gerekiyor. Sosyal medyayı magazin üzerinden tanıyan gençlik, magazin üzerinden sürdürmeye devam ediyor. Sosyal medyada adres bilgilerinin paylaşılması o kadar rahat ve olağan ki, gençler, mahremiyete ilişkin konuları hiç endişelenmeden belki düşünmeden paylaşabiliyorlar. Aileler çoğunlukla bu durumdan bihaber olabiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Aileler neler yapabilir? Said Ercan: Galatasaraylısınız, Fenerbahçe hakkında olumsuz bir şeyler yazıyorsunuz. Bir fenerli bunu okuyup sinirlenebilir ve profilinizi inceleyerek sizi bulabilir. Siz I am @ ile (foursquare) bulunduğu yeri kapı numarasına kadar zaten haritalı olarak paylaşıyorsunuz. Aileler sosyal medyada çocukları ile kesinlikle arkadaş olsunlar. Arkadaş oldukları zaman çocuk daha temkinli davranacaktır. Birçok aile çocuklarını sosyal medyada takip etmiyor. Nasıl çocuğunuzu parka götürdüğünüzde, çocuğunuzun yanında olmak istersiniz, göz kulak olursunuz, tehlikede olduğunu düşündüğünüz zamanlarda müdahale edersiniz. İnternette neden çocuklarımızın yanında olmayalım. Aileler genelde sosyal medyayı yalnız bırakıyorlar. Bırakın anne babayı, akrabalar bile bulunmuyor. Ailemizden birinden esirgediğimiz bir selamı ABD’de başkasına verebiliyoruz. Arkadaş olunduğunda çocuklar ona göre davranacaklardır.


“ “

SOSYAL MEDYA SIZI KONTROL ETMEYE BAŞLAMIŞSA BAZI ŞEYLERI DEĞIŞTIRME VAKTI GELMIŞTIR. SOSYAL MEDYANIN ILETIŞIM GÜCÜNÜ SANATA ÇEVIREBILIYORSANIZ, ZATEN ISTENILEN ŞEY OLMUŞTUR. İNSANLAR SOSYAL MEDYAYI ÖZELLIKLE ARAP BAHARI ILE BERABER DAHA ÇOK MERAK ETMEYE BAŞLADI. TWITTER’DA, FACEBOK’TA NELER OLUYOR DIYEREK SOSYAL MEDYA ILE ILGILENMEYE BAŞLADILAR.


röportaj

36

Telefonunuza bu kodu okutun VASES ekibine ulaşın.


#sigarayibirakiyorumcunku

ve ekip VASES RÖPORTAJ SÜMEYYA OLCAY FOTOĞRAF BETÜL KOYUNCU

VASES ekibi Volkan Kurt, Alp Aslan, Seda Yılmaz, Emel Güney ve Samir Eynulla’dan oluşan 5 kişilik bir ekip. Bu ekip sosyal medya alanında kendilerini geliştirmek için bir kursta bir araya geldiler. Ama hiç birisi bir kampanya ile binlerce kişiye ulaşabileceklerini tahmin bile edemezdi… Kampanyaları sosyal bir sorumluluk bilinciyle oluşturdukları bir sigara bırakma kampanyası. Kendileriyle Twitter’dan tanıştım. Twitter gündemine baktığımda #sigarayibirakiyorumcunku hastag’iyle karşılaştım. Bir Yeşilaycı olarak hem şaşırdım hem de çok sevindim bu TT’ye. Bakalım kim oluşturmuş bu etiketi diye twitter’da gezinirken VASES ekibiyle karşılaştım. Sosyal medyada aktif olanlar bilir; bir söz paylaşırsın, güzledir, hoştur, damardan vurur; peki ama paylaşan uyguluyor mu bu sözü diye de düşünürsün aslında… VASES ekibini de bu çerçevede incelediğimde son anda şunu fark ettim. Bu ekip yıllardır sigara içen ama artık zararlarını anlayıp sigarayı bırakmak isteyen bir ekipmiş. Sigaranın bağımlısıysanız eğer, bırakmak o kadar kolay olmuyor tabi. Tedaviler, ilaçlar, çekirdekler, sakızlar belki hiç birisi tam niyetiniz yoksa faydası bile olmuyor. Evet, niyet ama herkese duyurulmuş bir niyet. Tıpkı nikâh akdinin duyurulması gibi… VASES ekibi de sigarayı bırakma niyetlerini binlerce takipçileri önünde ‘biz sigarayı bırakıyoruz’ diyerek duyurmuşlar. Emel iyi mi yaptık kötü mü yaptık bilmiyoruz ama şu anda binlerce kişiye verilmiş bir sözümüz var ve farkında olmadan bir misyon üstlendik diyor. Yeşilay Dergisi’nin Ocak sayısında sosyal paylaşımı ele aldık. Sosyal medyayı nasıl kullanırsan o şekilde fayda veya zarar görürsün. Ucu açık ve konu itibariyle tartışılmaya müsait bir konu sosyal medya iyi mi,

kötü mü, doğru mu, yanlış mı diye. Alın size nasıl kullanırsanız o şekilde fayda görürsünüz dedirten bir örnek; #sigarayibirakiyorumcunku ve ekip VASES. Bizler de bu ekiple bir araya gelerek hem kendilerini yakından tanımış olduk, hem kampanyaları hakkında bilgi almış olduk, hem de sigara içiyorlar mı diyerek kontrole geldik Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde düzenlenen kurslarına. Bu arada şunu da belirteyim çok eğlenceli ve bir o kadar da samimi bir grup ekip VASES… Emel Güney Radyo Sinema ve Televizyon mezunu. Medyanın birçok kurumunda yer almış. Neden sosyal medya diye sorduğumuzda sosyal medyanın aslında genel ve herkesin bildiği bir yer olarak görünürken hala çok niş, kimsenin hakkında çok fazla bir şey bilmediği ama aslında çok şey bildiğini sandığı genel bir yer olduğunu söyleyerek ekliyor; sosyal medya hakkında doğru bilgiye ulaşmak ve bu alanda uzmanlaşmak için geldim bu kursa diyor. Bununla ilgili çok spesifik alanlarda çalışacaklarını ifade eden Emel kurs aşamasındayken bile güzel bir projeye başlangıç yaptıklarını dile getiriyor. Alp Aslan İktisat mezunu aynı zamanda yüksek lisans öğrencisi. Daha önce sosyal medyayla doğal olarak içli dışlıydık, Twitter, Facebook gibi mecralarda dolanıyorduk ama bu kadar içinde değildik diyor Alp. Ekip olarak da iletişimi seven insanlarız, sosyal medya beşimizin ortak özelliği ve iletişimin en hızlı yaşandığı mecra sosyal medya olduğu için ben de bu amaçla sosyal medya uzmanlığı alanına geçtim diye ifade ediyor kendini..


Volkan Kurt da İktisat mezunu. Sosyal medya alanında gelişebilmek için bu kursu kendisine bir basamak olarak görüyor. 7’den 70’e herkesin sosyal paylaşım sitelerinde olduğunu belirterek belki çok uzmanlaşamayacağını ama arkadaşlarını ve çevresini çeşitli yönlere taşıyabileceğini belirtiyor sosyal medyayla. Bu kursun kendisine yararlı olabileceğini, daha önce böyle bir proje yapılmadığını, kendilerinin böylesi bir projeye öncülük ettiklerini ve bunu başardıklarını gururla dile getiriyor Volkan.

Sosyal medyada binlerce kişi projemizden haberdar Seda ise Grafik Sanatlar mezunu. Sosyoloji ikinci alanı. Medya ve iletişimde yüksek lisans yapmak istiyor. Sosyal medyada etkileşim çok kuvvetli diyor ve ekliyor; istediğiniz kişiye kolayca ulaşabiliyorsunuz, mesajlarınızı rahat bir şekilde duyurabiliyorsunuz, neden bunu iş olarak yapmayalım ki? Sosyal medyanın bir fırsat olduğunu vurgulayan Seda örneğin şu kampanyayı hala daha klasik basında duyuramadık ama sosyal medyada binlerce kişi bu kampanyamızdan şu anda haberdar diyor. Samir Eynulla sosyal medya alanında eğitim almak için 8 ay önce Azerbeycan’dan Türkiye’ye gelmiş. Amacı bu alanda uzmanlaşmak. Kurs sayesinde böyle bir ekiple tanıştığı için de şükrediyor. Sosyal medya alanında uzmanlaşmak ve

bunu meslek edinmek amacıyla bir araya gelen ekip VASES ilk projelerini de hem sosyal içerikli bir mesaj vermek hem de kendilerini bağımlılıktan kurtarabilmek adına sigara yönünde gerçekleştirmişler. Proje spottan gelişme ve senaryonun sahibi Emel. Kendilerinden dinliyoruz projenin ilk adımlarını… Emel Güney: Samir’le kafeteryada oturuyorduk. Samir aynı zamanda nişanlı. Samir’in paketinde 3 tane sigara vardı. Biliyor musun Emel bu 3 tane sigara bitince ben sigarayı bırakacağım dedi. Nişanlım öyle istiyor çok kötü kokuyormuşum dedi. O sırada Samir kahve almak için içeri gitti. Son 2 sigarasını kahveyle içmek istiyordu. Benim de aklımda sigarayı bırakmak vardı, çünkü sigara beni çok sıkmaya ve yormaya başlamıştı. Samir o sırada içeriye kahve almaya gidince Twittera “galiba sigarayı bırakacağım” diye tweet attım. Ben o tweeti atığım andan itibaren yaklaşık 38 kişi bana geri döndü. Bugünün en güzel haberi, umarım bırakırsın diye güzel dilekler… Samir geldi, ona bu fikrimi anlattım. O sırada sosyal medya kursundayız, kafada bir fikrin belirlenmiş olması lazımdı zaten. Bundan aslında bir proje çıkmaz mı diye düşünmeye başladık ve madem sigarayı bırakacağız o zaman bunu bir kampanya içerisinde gerçekleştirelim dedik. Sigarayı bırakıyorum dediğinizde tekrar o ilk sigarayı içmeye başladığınızda şöyle bir şey olur: ya ben şimdi herkese sigarayı bıraktığımı söyledim, peki şimdi herkesin yanında nasıl içe-


rim? Bu aslında bir utanma evresidir. Bıraktığınızı söylediğinizde sigara içerseniz eğer insanlardan utanırsınız. Ama bunu sosyal medyada yaptığınızda hele hele iki bin gibi takipçi sayınız olan twitter hesabınızdan duyurduğunuzda sigarayı içmek daha da zorlaşacaktır. Biz de zor olanı seçtik. Yani bu konu biraz bencilce oldu. Biz twitteri kullanarak sigarayı bırakmak istedik. Oradaki insanlardan çekinmek ve utanmak istedik. Biz bunu Samir’le konuşurken Seda arkadaşımız geldi. Seda’yla paylaştık; ‘harika’ dedi. Sırayla Alp ve Volkan geldi. Onlar ‘biz de varız’ dediler. Ama ‘o zaman sigarayı temelli bırakacağız dediler, hazır mıyız buna?’ diye sorduk birbirimize. En zorlu aşama oydu zaten. Hepimiz sigara kullanıyorduk. Bunu bir proje formatına nasıl dönüştüreceğimizi kurguladık ve dedik ki ilk olarak Twitter’dan bir gün herkese duyuralım bunu #sigarayibirakiyorumcunku etiketiyle. Aslında bu kadar ses getireceğini düşünmemiştik bu kampanyamızın ama TT’ye girdi. Bizim amacımız sadece en azından bizi takip eden insanların bunu biliyor olması ve bize geri dönüyor olmasıydı. Ama biz TT’ye girmiştik. Bizi heyecanlandıran ve sigarayı bırakmamıza destek olan en güzel tarafı TT olmamızdı aslında. Samir: Ben 2 yıldır içiyordum sigarayı. Bende de bazı sıkıntılar oldu, çoğu zaman insanın düştüğü bir yanlıştır bu. Kendimi rahatlatmak için güya sigara kullanıyordum. Sigara kesinlikle hiçbir sorununuzu halletmiyor, sıkıntınızı almıyor. Siz ama sigara her şeyi halleder sanıyorsunuz. Benim nişanlım sigara kokusunu hiç sevmiyor. Nefret ediyor. Bir gün bana ‘Ya sigara ya ben’ dedi. Şok oldum. Böyle bir şart koşmuştu çünkü bana. Okula geldim, baya düşünceliydim. Emel sordu, böyle bir derdim var dedim. Süreç böyle başladı bizim için. Çok zor oldu diyemem. Bir hafta sigarasız geçirdim ama o bir haftayı bir tane

sigara içmeyle kutladım. Sigarayı bıraktığımda şunu fark ettim; parmaklarınız dahi sigara kokuyormuş. Alp: Üzerimizden biraz reklamlar da yapıldı. Hastaneler, ilaç firmaları bu hastagi kullanarak reklam yaptılar. Sigarayı bırakmak isteyen şu numarayı arasın veya şu ilacı kullansın diye.

Yemeklerden tat alıyorum Volkan: Benim için sigarayı bırakmak zor oldu aslında. Ben yaklaşık 10 yıldır sigara içiyordum. İlk zamanlar agresiftim; normalde de biraz agresifimdir. O yüzden sigarayı bıraktığımda çok agresifleştim. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Sanki küsmüştüm hayata sigarayı bırakınca. Kafaya koymuştum içecektim sigarayı ama arkadaşlarımın sağ olsun engellediler beni hep, 5 kişi olmamızın bir sebebi de bu. Hani hep onların desteğiyle istikrarlı davrandım. Bir de sosyal medyayla paylaştık bunu. Kendimi de şartlamıştım, kesinlikle bırakacaktım sigarayı. İçmedim. Ne gibi faydaları oldu? Önceden sakız çiğniyordum, yanımda sakız taşıyordum sırf ağzım sigara kokmasın diye; o kadar ulaşım aracı kullanıyoruz, arkadaş ortamındayız. Ama şimdi öyle bir derdim yok; sadece sigara canım çekmesin diye sakız taşıyorum yanımda(gülüyor). Kampanya başladığından beri hiç sigara içmedim ve yemeklerden, her şeyden tat alabiliyorum artık ve bunu çok kısa bir süre içerisinde fark ettim.

Biri sigara içer, diğeri iç çeker Alp: İlk günler sigara içilen ortamlarda bulunduğumuzda sigara içenlerden çok etkilenmiştim. Karşınızda bir adam sigara içiyor. Filmlere de konu olmuştur bu. Birisi sigara içer ve diğer iç çeker. O psikolojiye bürünebiliyorsunuz anlık bir şekilde. En temel mantık, bu işe başladığımızda en çok istediğimiz şey birbirimize destek olmamızdı. Ben mesela şu adam ne güzel sigara içiyor, acaba bir si-

39


gara mı içsek, hani bir taneden bir şey olmaz dediğim anlar yaşadım. Mutlaka buradaki 4 kişiden biri bana içme, gerek yok, kalk hadi gidelim, gel sınıfa dönelim gibi telkinlerle döndüğü için sigarayı bırakmamdan geldiğimiz bu güne kadarki durumum çok rahat bir şekilde geçti. Anlık krizler oldu. Bir kere sigara içtim. O günde aslında iyi ki içmişim o sigarayı dedim. Ben ömrümde hiç öyle baş dönmesi yaşamamıştım. Kan verdiğim anda bile bu kadar çok baş dönmesi yaşamadım. Eğer orada keyifli bir an olsaydı, sigarayı bırakma süreci çok zorlaşabilirdi benim için. Sigarayı içmemle beraber baş dönmesi, hafif bir mide bulantısı iyi geldi diyebilirim bana.

Kahve içmeyi de bıraktım Seda: Ben de 13 yıldır içiyorum sigara. Ama benim için başlarda hep keyifti. Kahveyle, çayla… Yani yanında bir şey olmadığı sürece sigara hiç içmedim. Ve sabahları bir şey yemeden asla sigaraya dokunmazdım. O zamanlar da kurallarım vardı benim. Ama günde 4 tane sigara içmeyi bırakmayı karar verdiğim an gözümü açtığım an sabahları sigarayla uyanmaya başladım. 15 gün önce bu şekilde uyanmıyordum. Aşk gibi hani biri gider ve arkasından yas tutarsınız. Etkisi azaldı ama bende. Hala canım istiyor, evet ama kahve içmeyi de bıraktım sigarayla beraber. Çok sevdiğim şeyden de ayrıldım bu sefer. Çünkü o ikisi benim için beraber yürüyordu. Ancak o şekilde sigaranın etkisini azaltabilecektim. Neden #sigarayibirakiyorumcunku başlığı? Alp: Aslında orada #bizsigaraybirakiyoruz da olabilirdi. Ama hani biz yerine #sigarayibirakiyorumcunku daha mantıklı geldi bir bakıma. Hepimizin ilgi alanlarına göre bazı takipçi gruplarımız var. Farklı sayılarda ve gruplarda takipçiye sahibiz. #bizsigaraybirakiyoruz gibi değil de #sigarayibirakiyorumcunku daha dikkat çekecekti. Çünkü sonunda ‘çünkü’ kelimesi geçiyor. Ve bu

40

BIZIMLE RÖPORTAJ YAPIYOR OLMANIZ HAKIKATEN ÇOK ÖNEMLI. ÇÜNKÜ BIZE BU KONUDA ULAŞAN VE ÖZEN GÖSTEREN ILK VE TEK KURUM SIZSINIZ. BU KONUDA SIZINLE ANILMAK DA GÜZEL OLUR. BU KONUDA EN GÜZEL ÇALIŞMALAR SIZIN. HATTA HASTANELERDE SIGARASIZ BAHÇE KAMPANYANIZ DA ÇOK DIKKAT ÇEKICI VE GÜZEL. UMARIM BIZIM DE SESIMIZ DUYURULUR. ÇÜNKÜ ŞU AN TAM KILIT NOKTASINDAYIZ O SIGARA BIRAKMANIN. HA IÇTIK HA IÇECEĞIZ, HA BIRAKTIK HA BIRAKACAĞIZ.


da etiketin sonunda bir açıklamaya ihtiyaç bırakıyor. Volkan: Biz sigarayı bırakıyoruz olabilirdi ama biz diye herkes yazamaz? Kaç kişi bırakıyorsunuz diye sorarlar. Ama bırakmak isteyenler tek kişi bırakacak sonuçta. Bu sebeple sadece kendisiyle ilgili bir şeyler yazacak etiketin sonuna. Emel: Evet, biz TT olduk ama etiketimiz hala geçerliliğini koruyor. Halen daha etiket altına bir şeyler yazıp da paylaşan var. Alp: Buradaki mantık biraz da insanların dikkatini çekmekti aslında. Şu anda gelinen nokta nasıl? Emel: Şu anda gelinen nokta harika. Hakikaten bıraktınız mı diye tweetler alıyoruz. Ben de bırakıyorum yardım edin diye tweetler alıyoruz. Şaşırtıcı çünkü siz de biliyorsunuz ki Yeşilay olarak birçok çalışmalar yapıyorsunuzdur sigarayla alakalı. Sizin de sunduğunuz, dâhil olduğunuz eminim bir sürü proje var. Ama sanıyorum hiç biri sosyal medyada bu kadar çok yer almadı. Ama ne yazık ki şöyle bir durum var. Biz bu projeyi gerekli mecralara göndermiş olsak da özellikle Sağlık Bakanlığı gibi, hiç kimse geri dönmedi bize kurum olarak. Sanırım şu şekilde hareket etmemiz gerek sesimizin duyulması için: Seda’nın sigarayı bıraktım diye Taksim’de çığlık atması lazım. Volkanın takla atarak ben sigarayı bıraktım demesi lazım. Ya da twitterdan bizi takip eden binlerce kişinin de sigarayı bırakıyor olması ve onlarla toplu bir yürüyüşe çıkmamız lazım. Emel: Bu açıdan sizin bizimle röportaj yapıyor olmanız hakikaten çok önemli. Çünkü bize bu konuda ulaşan ve özen gösteren ilk ve tek kurum sizsiniz. Bu konuda sizinle anılmak da güzel olur. Bu konuda en güzel çalışmalar sizin. Hatta hastanelerde sigarasız bahçe kampanyanız da çok dikkat çekici ve güzel. Umarım bizim de sesimiz duyurulur. Çünkü şu an tam kilit noktasındayız o sigara bırakmanın. Ha içtik ha içeceğiz, ha bıraktık ha bırakacağız.

Bir blogları var bu ekibin bizsigarayibirakiyoruz.wordpress.com diye. Ve her günün sonunda ne hissettiklerini dürüstçe yazıyorlar bloga. Misafir yazar bile kabul etmeye başlamışlar. Sigarayı bırakanlar, bırakmak isteyenler de bu bloga başvuruyor ve kendilerine destek istiyor bu ekipten.

Onları arkalarından iten Twitter Başlarda zorlanmadılar değil; çok zorlu bir süreç bizimkisi ve ben sigarayı bırakıyorum, oleyy diye yapabileceğiniz bir şey değil bu diyor Emel. İlk günlerde çok zorlandıklarını ve arkadaşlarıyla tartışmamak için kendileriniz zor tuttuklarını ifade ediyorlar. Kendilerini ayakta tutan en değerli ve önemli fırsatları birbirlerine destek olmaları. Bir araya geldiklerinde birbirlerine kendi deyimleriyle gaz veriyorlar. Ekipten biri sigara içmek istese diğeri hemen onu engelliyor, bir bakıma kendilerine farklı uğraş alanları oluşturuyorlar. Sosyal medya bu konuda en büyük yardımcılarından biri diyebiliriz. Bizi en çok etkileyen kısım twitter diyor Seda. Evet, geleneksel medyada henüz seslerini duyuramadılar ama twitter’da seslerinin volume epey yüksek. Destek veren ve destek isteyen çok. Onları arkalarından iten Twitter. Çünkü resmimiz de var, ekip içerisinde belki birbirimizden utanmayız ‘ya bir tane içeyim, yabancı değilsin, geçiştiririz, bir şey olmaz deriz ama verilmiş sözümüz var twitter’a diye sorumluluklarını ifade ediyor Emel. Ekip VASES sigarayı kesin olarak bırakma da istikrarlılar, bunun yanında çok da bilinçliler. Yeşilay Cemiyeti olarak onları takdir ediyoruz ve #sigarayibirakiyorumcunku projelerine her zaman destek olacağımızı belirtiyoruz. Ekip VASES’in bu gün kaçıncı günleri, acaba ne yazdılar bloglarına merak ediyorum açıkçası. Açıp okuyacağım şimdi. Hadi bakalım; siz de VASES’in sigarayı bırakmaya devam edip, etmediğini öğrenmek için buyurun bloglarını kontrol etmeye; bizsigarayibirakiyoruz.wordpress.com


42

Kitap

Doğu’dan Uzakta Asude Zeynep Cömert

Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya isimli denemesinden sonra okuyucularını birkaç sene kadar bekletmiş ve sonunda Doğu’dan Uzakta isimli yeni romanı raflarda yerini almıştır. Maalouf çoğu kitabında olduğu gibi yine, güzellikleri ve zahmetleriyle Doğu’yu anlatmış. Doğu’dan Uzakta, Maalouf okuyucularının beklediğine değecek bir geçmişe dönüş, bir yüzleşme romanıdır. Kitapta, iç savaşın, bir ülkede, toprağında ve insanında yarattığı tahribat, bir arkadaş grubu üzerinden anlatılır. Gençliklerinin en güzel dönemlerini birlikte geçiren bu arkadaş grubunda, iç savaşın patlak vermesiyle birlikte gedikler açılmaya başlar. İdealleri vardır ve böyle bir ülkede gerçekleştiAMIN MAALOUF rememektedirler. ÜlkeÇeviren: Ali Berktay yi terk etmeyi düşünürYapı Kredi Yayınları ler ancak tereddütler yaşarlar. Ülkesini ilk terk eden, romanın başkahramanı Adam olur ve bu konudaki düşüncelerini defterine şu cümlelerle kaydeder: “Her insanın gitmeye hakkı vardır, onu kalmak için ikna etmesi gereken ülkesidir. Önce ülken sana karşı belli taahhütleri yerine getirecek. Orada tüm haklara sahip bir yurttaş ola-

rak görüleceksin, baskıya, ayrımcılığa, hak etmediğin mahrumiyetlere maruz kalmayacaksın. Ülken ve yöneticileri sana bunları sağlamak zorunda, yoksa sen onlara hiç bir şey borçlu olmazsın. Ne toprağa bağlılık, ne bayrağa saygı. Başın dik yaşayabildiğin ülkeye her şeyini verirsin, her şeyi, hatta hayatını bile feda edersin; ama başın yerde yaşamak zorunda kaldığın ülkeye hiç bir şey vermezsin. İster doğduğun ülke, ister seni kabul eden ülke söz konusu olsun. Yüce gönüllülük yüce gönüllülüğü, umursamazlık umursamazlığı ve aşağılama aşağılamayı doğurur.” Adam’dan sonra, arkadaş grubu yavaş yavaş dağılmış kimi farklı ülkelere yerleşmiş, kimi ülkesinde kalmayı tercih etmiştir. Ancak yıllar sonra, eski arkadaşlarından birinin cenazesi sebebiyle tekrar ülkelerine dönecek, geçmişleriyle yüzleşeceklerdir. Amin Maalouf’un Ortadoğu ve dinler hakkındaki önemli görüşlerinin ön plana çıktığı romanda, hem doğuda hem batıda yabancı durumunda olmayı, arafta kalmayı okuyacaksınız. Kitabı okuyup bitirdikten sonra, Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabında Holden Caulfield’ın dediği gibi “bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu arayıp konuşabilseydim” diyeceksiniz.


43

Kültür-Sanat

Angry Birds oyununun animasyon filmi 2016’da gösterimde Tüm dünyada milyonlarca kişinin oynadığı ‘Angry Birds’ oyununun animasyon filmi 2016’da gösterime giriyor. Akıllı telefon uygulaması olarak 2009’da piyasa sürülen oyunun yapımcısı olan şirket, 3 boyutlu animasyon filmi için, daha önce “Iron Man (Demir Adam)”, “Despicable Me (Çılgın Hırsız)” ve “Ice Age (Buz Devri)” filmlerinin yapımcılığını üstlenen John Cohen ile anlaştıklarını duyurdu. Piyasa sürüldüğünden bu yana

Angry Birds oyunu oynadığını belirten yapımcı şirket yetkilileri, oyunun beyaz perdeye aktarılmasına katkıda bulunacağı için çok mutlu olduklarını kaydetti. Üç yıl önce piyasaya sürüldükten sonra bir milyardan fazla kez yüklenen Angry Birds’in yan ürünleri de satış rekorları kırıyor. En son piyasa sürülen “Angry Birds Star Wars”da, orijinal Star Wars’a paralel olarak kuşlar asiler, domuzlar ise imparatorluk olarak canlandırılıyor.

2012’de en çok aradıklarımız Google’ın yayımladığı “Google Zeitgeist 2012” listesine göre Google’da en çok aranan kelime Şubat ayında ölen şarkıcı Whitney Houston olduğu belirtildi. Listenin 2. sırasınaa video paylaşım sitelerinde 800 milyondan fazla izlenen Güney Koreli şarkıcı PSY’nin Gangnam Style isimli şarkısının yerleştiği bildirildi. Listenin 3. sırasında ise en çok aranan kelime, ABD’yi, Karayipleri ve Haiti’yi etkisi altına alan Sandy Kasırgası olduğu belirtildi. Listenin ilk onunda Ipad 3, video oyunu Diablo 3, Londra Olimpiyatları ve 39 kilometre yükseklikten atmosferden dünyaya atlayan Avustralyalı sporcu Felix Baumgartner’ın da listeye girdiği Google Zeitgeit 2012 listesinin verdiği bilgiler arasında.


44

Kültür-Sanat

Nargile şişelerinin üzerine’de uyarı yazılacak Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK) tütün mamullerinin zararlarından korumak amacıyla bundan sonra nargile şişelerinin üzerine de uyarı yazılacağını belirtti. Tütün mamullerinin zararlarından korumaya yönelik üretim şekline, etiketlenmesine ve denetlenmesine ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmelikte değişiklik yapılmasına dair alınan kararları Resmi Gazetede yayımlandı. Tütün mamullerinin zararlarından korumak amacıyla nargile şişelerinin üzerine de ‘’Sigara/Tütün içmek öldürür’’ ile ‘’Sigara/Tütün içmek size ve çevrenizdekilere ciddi zararlar verir’’ uyarıları bulunacak.


Sanatçı Kamil Sönmez vefat etti Sanatçı Kamil Sönmez vefat etti Beyin kanaması nedeniyle bir süredir Başkent Üniversitesi İstanbul Sağlık, Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde tedavi görmekte olan 65 yaşındaki Kamil Sönmez hakkın rahmetine kavuştu. Tedavi gördüğü hastanede vefat eden Türk halk müziği sanatçısı Kamil Sönmez için Üsküdar’daki Şakirin Camisi’nde cenaze namazı kılındı. Kamil Sönmez için Şakirin Camisi’nde düzenlenen sanat ve siyaset dünyasından birçok ismin katıldığı cenaze töreninde eşi Nilgün, oğlu Murat, kızı Selin ve kardeşi Remzi Sönmez taziyeleri kabul etti. Oyunculuğu sinema perdesine de taşıyan Kamil Sönmez, 1979 yılından itibaren ‘’Düşman’’, ‘’Eşek Şakası’’, ‘’Deli Kan’’ gibi birçok filmde rol aldı. Son olarak 2009 yılında, Mahsun Kırmızıgül’ün yönettiği ‘’Güneşi Gördüm’’ filminde oynadı. Kamil Sönmez’e 1998 yılında ‘’Devlet Sanatçısı’’ unvanı verildi. Gençliğinde Osman Yağmurdereli ve Faruk Tınaz ile aynı evi paylaşan Kamil Sönmez, sanat camiasında da en sevilen isimlerden biri oldu. Sönmez’in sanat yaşamının 45. yılı anısına, sanatçı arkadaşları kendisine destek vermek üzere bir gece düzenledi.

2012 yılının sigara yasağı verileri 2012 yılının sigara yasağı verileri İstanbulda sigara yasağının başladığı 2009 yılından bu yana işletmelere 13 milyon lira, yasağı ihlal eden 14 bin vatandaşa da 1 milyon 52 bin lira para cezası kesildi. İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü verilerine göre 2009 yılında uygulamaya konulan halka açık bütün kapalı alanlarda sigara içilmesini yasaklayan 5727 sayılı tütün mamullerinin zararlarının önlenmesine dair kanun çerçevesinde, yasağın yürürlüğe girmesinden 2012 yılının sonuna kadar 208 bin 527 işletmenin denetimi yapıldıği belirtildi. İhlal tespit edilen işletmelerin yüzde 52’sine para cezası yüzde 47’sine de uygulaması bu yıl Temmuz ayında kaldırılan uyarı cezası verildiği, bu süreç içinde İstanbul’daki işletmelere toplamda 12 milyon 842 bin 606 lira tutarında idari para cezası kesildiği belirtildi.


46

Tiyatro

Bir kara mizah oyunu: Çirkin Muhammet celep

Ekim ayında premierini yaparak Devlet Tiyatroları seyircisine merhaba diyen “Çirkin” oyunu, adından çokça söz ettirecek derecede sağlam bir oyun olmuş. Yazdığı oyunlar için “Beni rahatsız eden, öfkelendiren şeyleri yazmaya çalışıyorum” diyen Alman yazar Marius von Mayenburg tarafından yazılan oyunun yönetmenliğini ise Metin Bilgin yapmakta. Aslında bu ve benzeri kalitedeki oyunları ele almak oldukça zor. Oyunun tanıtımında kullanılan bir cümlenin oyunu izlemeyen birisi için seyir zevkini düşürür korkusu “Hakkında hiçbir şey okumayın, gidin ve izleyin.” tarzında bir tavsiyenin yeterli olacağı düşüncesini getirse de, tercihimi bu duruma mahal vermeden oyunu tanıtmaya çalışmaktan yana kullandım. Sanırım dergi yayın koordinatörünün “Buna tanıtım mı diyorsun?” eleştirisine maruz kalma korkusu daha baskın çıktı.* Oyun, günümüz modern dünyası ve kapitalist sisteminde aile ve iş hayatı ile kadın erkek ilişkilerindeki estetik kaygıyı, güzellik ve çirkinlik algısının nereye tekabül ettiğini ve iş hayatının vazgeçilmez unsuru olan “rekabette” size ne kadar yarar sağladığını anlatan harika bir kara mizah. “Çirkin olmak hayatta in-

sana neler kaybettirir?”, “Ya herkes tarafından beğenilip imrenilecek bir güzelliğe sahip olmak bir insana neler kazandırır?” soruları etrafında dönüp cevaplar arayan, hem edebi, hem de felsefi bir derinliği olan bir oyun Çirkin. Hemen belirteyim, oyunda bu soru(n)larla muhatap olan ve oyunda başrole sahip kişi zihinde canlandığı gibi bir kadın değil, bir erkek. Neden kadın değil de bir erkek bilmiyorum ama rolü üstlenen Tolga Evren’in harikulade bir oyunculuk ortaya koyduğunu görünce, iyi ki de böyle olmuş düşüncesi belirdi bende… Şunu da eklemem gerekir ki, oyunun kalitesine gölge düşürmese de, oyunda yer yer küfür ve bel altı espriler mevcut. Ve batı menşeili bir oyun olduğundan olsa gerek, bazı çarpık ilişkiler de mevcut ki, bu biraz can sıkıcı boyuta varabiliyor. Tek perdeden oluşan ve yaklaşık altmış beş dakika kadar süren oyunun oynandığı sahne son derece sade bir şekilde dizayn edilmiş. Dört oyuncunun başarılı performanslarıyla hayat bulan oyunda, her oyuncu ikişer rol üstlenmiş. Ama bu rol değişimleri klasik bir biçimde (kostüm ve makyaj değiştirmek şeklinde) değil, kostüm dahi değiştirmeden, oldukları yerde sahne ışıklarının son derece zekice kul-


Oyun, günümüz modern dünyası ve kapitalist sisteminde aile ve iş hayatı ile kadın erkek ilişkilerindeki estetik kaygıyı, güzellik ve çirkinlik algısının nereye tekabül ettiğini ve iş hayatının vazgeçilmez unsuru olan “rekabette” size ne kadar yarar sağladığını anlatan harika bir kara mizah. lanımı sayesinde yapılan anlık geçişlerle sağlanmış. Hem bu durum hem de oyuncuların müthiş performansları, seyir zevkini de son derece artırmış. Bu durumun “iyi de, hangisi hangisiydi?” gibi bir kafa karışıklığına yol açacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz; hiçbir kafa karışıklığı yaşamadan keyifle izleyebiliyorsunuz oyunu. Bu durumu yazar: “Tiyatronun büyüleyici bir hilesi vardır. ‘Bu adam kraldır,’ dediğiniz zaman, sahnedeki aktör seyircinin gözünde bir anda kral oluverir. Bu oyunda aynı şeyi yaptık; çirkini çok yakışıklı bir aktöre oynattık ve böylece bütün seyirci onun çirkin olduğuna ikna oldu” şeklinde açıklamakta ve hakikaten de oyun, yazarın bu düşüncesinin haklı olduğunu kanıtlar bir biçimde kendini sergilemekte…

Yazının buraya kadarki kısmında eğer oyun için gidilir mi / gidilmez mi arafında kaldıysanız tavsiyem şu ki, eğer “az da olsa küfür ve bel altı espri kaldıramam” diyorsanız, bu oyuna kesinlikle gitmeyin. Ama “eğer oyun gerçekten güzelse, bu eziyete katlanırım” diyorsanız, oyunun sadece son kısmındaki yaklaşık üç dakika kadar süren, başrol oyuncusu Tolga Evren’in “ben” üzerine yaşadığı çelişkileri sergilediği monolog dahi bu oyunu izlemeniz için yeterli sebep teşkil eder –evet bu kadar iddialıyım-. *Olası yanlış anlaşılmalara karşı bu cümlenin espri olduğunu, böylesi bir durumla karşılaştığında yayın koordinatörümüzün tepkisinin bendenizle muhatap dahi olmadan kapı önüne koymak olacağını belirtmek zarureti hâsıl olmuştur. Okuyucuya gülümseme eşliğinde duyurulur…


48

Sinema

Black Mirror: Paylaşmak ya da paylaşmamak esra önal

Bir ülkenin Başbakanısınız ve bir sabah önemli bir telefonla uyanıyorsunuz. Telefondan aldığınız haber ise ülkenizde yaşayan önemli bir kişinin hangi gruptan oldukları bilinmeyen kişilerce kaçırılmış olduğu haberidir. Bu kişilerin sizden bir isteği var ve siz bu istek karşısında seçim yapmak zorundasınız. Bir taraftan da bu olayın duyulmaması için uğraş veriyorsunuz. Ancak hayatımızı kolaylaştırdığı gibi bir de yan etkileri olan teknoloji ürünü internet ile gizli kalBLACK MIRROR ması gereken şeyler çoktan TÜR: halka ulaşmıştır bile… DRAM, GERILIM, BILIMKURGU İngiltere’de 2011 yılıOYUNCULAR: JTOBBY KEBBELL, JESSICA nın aralık ayında yayınlanBROWN FINDLAY, JODIE maya başlayan ve konulaWHITTAKER, RORY KINNEAR rı, yönetmenleri ve oyunÜLKEI: INGILTERE cuları farklı olan üç ayrı bölümden oluşan Black Mirror ortak ana fikrinde teknoloji ve sosyal paylaşım sitelerinin insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini konu edinen mini bir dizidir. Dizinin ilk bölümü olan The National Anthem (milli marş)’ın yönetmenlik koltuğunda Otto Bathurst’ı, senarist koltuğunda ise dizinin ortak konularının şu an yaşadığımız dünyanın veya 10

AYIN

FİLMİ

dakika sonra yaşıyor olabileceklerimizin üzerine kurgulandığını dile getiren Charlie Brooker’ı görüyoruz. Önce ‘üç bölümlük dizi mi olur?’ şeklinde bir önyargıyla birlikte izlemeye başlıyorum ilk bölümü. Bir anda kendimi filme tamamen kaptırmış bir halde bulurken; adeta dram ve gerilim duygularını üst düzeyde yaşadığımın farkına varıyorum. Benim için filmin kaliteliliği konusuyla birlikte, izleyeni ilk dakikalarında filmin içine almasıdır. İşte film tadında olan dizi bölümümüz, gerek oyuncuları, gerek yönetmeni, gerek hepimizin içerisinde bulunduğu teknolojinin, karanlık yüzünü anlatan konusunun başarılı bir şekilde sunulmasıyla bu film takdir edilmeyi fazlasıyla hak ediyor. İnternet ağlarının tüm dünyayı sarmış olması, iletişim adı altında müthiş bir iletişimsizliğin yaşanması, teknolojik dünyamızın her işimizi kolaylaştırdığı algısı ve hiçbir kuralın işlemediği sosyal paylaşım sitelerinde insanların yetkili kurumlardan bile daha hızlı bir şekilde haberlere ulaşabilmesi acaba her şeyin aynı monotonlukta devam edeceği anlamına mı gelir yoksa gerçeklerden çok da uzakta olmayan bir gerçeküstü dünya ile mi karşılaşırız? Bu sorunun cevabını dizi-


Film sosyal paylaşım sitelerinin kullanımını, kötü taraflarını salt olarak izleyicinin gözüne sokma derdinde olmadan sağlam bir eleştiri içerisinde, bir insanın istemesiyle teknolojinin tüm insanları boyunduruğu altına alabildiğini izleyiciye sunmaktadır.

deki İngiltere Başbakanı’nın başına gelen sarsıcı, yıkıcı, duygularımızı altüst eden bir olayla birlikte görmekteyiz. İngiltere Kraliyet ailesinden prenses Susannah kim oldukları bilinmeyen birileri tarafından kaçırılır. Kaçırıldığı gün Başbakana bir video gönderilir ve videoda prenses Susannah ağlayarak söylemesi gerekenleri söyler. Susannah’yı kaçıranların tek bir isteği vardır ve o istek tüm dünyayı şoke edecek cinstendir. Direkt olarak Başbakanı ilgilendiren bu istek insanlık dışı bir istektir. Böyle bir saçmalığın duyulmaması için Başbakan videonun yok edilmesini ister ama video çoktan youtube’a düşmüştür bile! Ardından facebook ve twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılmış ve ulusal kanallarda haber olarak gösterilmiştir. Artık insanların gündeminde sadece bu olay vardır ve Başbakanın ne yapacağı merakla beklenmeye başlanır. Günümüz teknolojisinin yetkili kurumlardan bile daha hızlı ve gizli kullanılabilmesinin, insanda derin yaralar açan kötü sonucunda Başbakan bir karar vermek zorundadır. Bir tarafta bir insanın canı, diğer ta-

rafta ise bir Başbakanın onuru, haysiyeti, psikolojisi, geleceği, ailesi… Dijital kirliliğin, politik hırs ve güç oyunlarının sonucunda bir insanın tüm insanlığı etkileyecek olan ve ahlak tabularının yıkıldığı bir anı gerçekleştirmek için başbakan prenses Susannah için istenileni yapar. İşte o anda başka bir gerçekle karşılaşıyorsunuz ve tamamen çaresizlik hissiyle böyle bir kurgunun gerçekte olabilirliği üzerinde düşünmeye başlıyorsunuz. Black Mirror - The National Anthem, sosyal paylaşım sitelerinin kullanımını, kötü taraflarını salt olarak izleyicinin gözüne sokma derdinde olmadan sağlam bir eleştiri içerisinde, bir insanın istemesiyle teknolojinin tüm insanları boyunduruğu altına alabildiğini, medya dünyasının hiç bir ahlak kurallarına riayet etmeden sadece ilginç bir haber yapma derdine düşmelerini, şiddetin sadece kan ve fiziksel şiddetten ibaret olmadığını, ahlak kurallarının bazen bir insanın hayatı karşısında seçim yaptırmasını ve bu seçimin psikolojik ve sosyolojik açıdan sonuçlarını, profesyonel bir şekilde izleyiciye sunan bir bölümdür.


söyleşi

HALUK PIYES

Çocukları korumak için onlara şu üç aşının verilmesi gerekiyor: Sevgi, ilgi ve bilgi


O

yunculuk, yönetmenlik, hukuk eğitimi ve spor yeteneklerinin yanı sıra ayrıca Sosyal Danışman unvanına sahip Haluk Piyes. Bağımlılıklarla mücadelesi ise örnek alınası… Böylesi güzel hasletleri simasına yansımış Haluk Piyes’in sanat hayatı ve zararlı alışkanlıklarla mücadelesi hakkında kendisiyle keyifli ve bir o kadar da bilgilendirici bir söyleşi gerçekleştirdik. SÖYLEŞİ SÜMEYYA OLCAY FOTOĞRAF FERDINAZ KOYUNCU

Öncelikle doğduğunuz, büyüdüğünüz ortamdan konuşmak isterim. Gurbeti yaşamak, ana vatandan uzak kalmak nasıl bir duygu? Bu durum kişide eksiklik hissettiriyor mu? Öncelikle oranın ismi acı vatan. Ta ki birisi size kalk, git, kendi ülkene dön diyene kadar bunu hiç kavramamıştım. O zaman anlıyorsunuz mevzuyu. Arkadaş bağlarınızı kurmuşsunuz, hayatınızı kazanmışsınız, her şey güzel gidiyor, bir sistem kurmuşsunuz orada; sonra biri kalkıp diyor ki bu sistemi başka bir yerde yaşa, senin hakkın yok burada. O sizi çok üzüyor. Tabi bu insan haklarına da aykırı. Orada siz vergi ödüyorsunuz, belli bir katkıda bulunmuşsunuz, bunların hepsine aykırı bu durum. Ne kadar da işçi kesiminin yaşadığı gettoda* büyüsem de o ana kadar hiç böyle bir acı vatan sendromu yaşamadım. Bu aslında dışarıdan bir bakış açısı. Çünkü içinde olduğunuz vakit öyle hissetmiyorsunuz. Arkadaşlarınızın derdi ortak, onlarla büyüme tarzınız ortak. Anneleriniz, babalarınız çalışan bir kesim. Bende anne bambaşka bir şehirde çalışmak zorunda kalıyordu, yıllarca görmedim annemi. Baba 3 yaşımdan beri başımızda yoktu. Doğal olarak birçok ailelerde mevcut olan bir durum olduğu için bunun bir arabeski yapılmıyordu. Bizim çevremizde normaldi. Çocuk olduğumuz için, parklarda karnımızı doyurduğumuz, fındık ağaçlarına, erik ağaçlarına çıkarak vakit geçirdiğimiz için gurbet sıkıntısını pek anlamıyorduk. Tam aksine keyifliydi bu durum. Artı pratik yönümüz daha gelişmiş oluyordu. Anahtar çocuk diye bir kavram da var… Evet, anahtar çocuk Almanya’da genelde Avrupa’da kullanılan tabir. Anahtar çocuk dediğimiz çocuklar annesi, babası çalışan, boyunlarında yün ipe bağlı anahtar olan çocuklardır. Komşu kadınlar, teyzeler size

bir öğün sıcak yemek yapıyor; anneniz, babanız bu kişilere aylık maaşını veriyor. Siz de okuldan eve geldiğinizde teyzeler size bir şeyler yapmış oluyor, siz de yiyorsunuz. Ya da yapmıyorlar, söyleyemiyorsunuz annenize çünkü dövdükleri de oluyor. Anahtar çocuğa başlama yaşı üç; kendimden biliyorum. Benim anahtarım ergenliğe kadar boynumdaydı. Barut filmimde de kullandım anahtar objesini. Konu itibariyle filmde farklı bir mevzuydu. Anahtar çocuk benim gibi ailesinden uzak, ailesini çok az gören çocukların simgesi oldu. Bunu artık pedagoglar, politikacılar da o anlamda kullanıyorlar. Büyük bir kitle anahtar çocuk kavramı. Bu sadece Türklere has bir tabir değil tabi. Tüm işçi kesimlerinin çocukları için bu tabir kullanılır. Anahtar çocuk döneminiz okul hayatınız boyunca da devam etti öyleyse? Okul hayatımda şanslıydım. Aslında en büyük öğretmenim annem oldu. Sonra diğer öğretmenlerim detayıyla annemin öğrettiklerini bana aktarmaya başladılar. Örneğin inançla ilgili annem ilk aşıyı veren oldu. Mesela 70’lerin başında Almanya’da çok cami olayı yoktu. Köln’de bir cami açılmıştı. Faaliyete girmemişti, kulüp olarak işlev görüyordu. Annem beni aldı, dünyanın 3. büyük kilisesi olan Köln Katedraline götürdü.. Bir Peder de geldi, bizi kovacak diye düşünürken yardımcı olmak istedi bize, ‘isterseniz ayrı bir yer ayırabiliriz size’ dedi, Kuran-ı Kerim verdi; isterseniz okursunuz diye. Ve annemden ilk öğrendiğim mevzu ‘Allah’ın evi burası, her cami, havra, kilise mescit olur’ oldu. Ve benim için din o anlamda farklı bir aşıyla başladı. Sonradan öğreniyorsunuz tabi ne, ne zaman değişmiş diye. İlk etapta çok saygılı bir çocuğun büyümesine anne vesile oluyor. Annem kır-

51


UYUŞTURUCU BAĞIMLISI BIR GENCIN ÖYKÜSÜNÜ ANLATAN BIR FILM SENARYOMUZ HAZIR. SPONSOR DA TAMAMLANDIKTAN SONRA ÇEKIME BAŞLAYACAĞIZ. HEDEFIM MILLI EĞITIM’LE BIRLIKTE BU FILMI ÖĞRENCILERE IZLETILMESI IÇIN TÜM ÖĞRETMENLERE ILETMEK. AMAÇ TOPLUMA SAĞLIKLI BIREYLER KAZANDIRMAK.

52

saldan gelmiş; anne, babasını hiç görmemiş. Buna rağmen şefkat, sevgi, sanat algısını aşıladı bana. Ve sonra ilkokulda inanç bölümünde farklı bir aşı aldım. Detaylara girdik. İpek öğretmenimiz vardı. Anlatırım hep. Alman öğretmenler arka sıralara oturturdu bizleri. Çok zaman da haklılardı; çünkü anne, babalar yeterince çocuğa bakmıyorlardı. Çocuğun eğitiminden kesip, bir daire parası biriktirelim anlayışıyla hareket ediyorlardı. Yetersiz bir şekilde okula geldiğinde de çocuk, ister istemez sınıfı geride tutar, bütün öğrencilerin ilerlemesine engel olabilir diye bunun çözümünü de arkaya oturtmakta kompanse etmeye çalışmışlar Alman öğretmenler. Beni de arkaya oturttular ki ben o zamanlar Almanca biliyordum, diğer konularda da bilgim vardı. Ama küstürmüşlerdi beni, ben de inat bir çocuk dudağını bükmüş arkada oturuyordum. Öğretmen, işte o zaman klasik 1+1 kaç eder diye dalga geçercesine sordu; ben de biliyorum ama söylemeyeceğim demiştim. Ondan sonra beni, özel okul diyorlar ama zihinsel engelli okuluna göndermek istediler. Engelli okulunda okuyan da kardeşimiz ve onlar seçmedi engelli olmayı ama siz daha altı yaşındasınız ve bu durumu fazla kavrayamıyorsunuz. Çok korkmuştum açıkçası. İpek öğretmen de o sene Psikolog olarak Almanya’ya gelmiş. Denklik sanırım tutmamış. Ama açığımız var, Türk öğretmene ihtiyacımız var, isterseniz burada başlayabilirsiniz demişler. Ve bizim okulda Türk öğretmeni olarak başladı İpek öğretmen. Bizim şansımıza tam bizi yollar-

ken İpek öğretmen n’oluyor, bunların sıkıntıları ne diye sorduğunda açıklama yapmışlar. Bana bir sene izin verin, onlar açılacak demiş İpek öğretmen. Gerçekten de öyle oldu. İpek öğretmen de açık, kürklü, ojeli bir bayandı. Biz de böyle bir fotoğraf pek görmemiştik hayatımızda. Ama geldi ve derste ilk yaptığı şey tahtaya Kelime-i Şahadet yazmak oldu. Orda da bir ders aldık. Demek ki önyargılı olmamak lazımmış. Anadolu kültürüne yönelik eğitimlerine devam etti öğretmenimiz. Şöyle bir sıkıntımız vardı. Ben kendi mahalleme, semtime, gettoma geri dönüyorum. Benim gibi binlerce çocuk var ve hepsi benim okulumda değil ya da İpek öğretmenleri gibi öğretmenleri yok. Doğal olarak çocuk fıtratında da kıskananlar oluyordu. Sıkıntı başlıyordu. Kıskanıp, seni dövenler oluyordu. Bir de minyon bir tipsin, oradan sıkıntı yaşadım ama küsmedim. Kinci hiç olmadım. Hukuk okumanızın da yaşadıklarınızla büyük oranda etkisi vardır diye düşünüyorum… Sizi hukuka götüren süreç neydi? Hepsi aslında bir gerekçeydi. Çok planladığım bir şey değildi. İyi niyetli kaldığınız sürece siz hayat yolunuzda mukadderat olarak rastladığınız istasyonları görüp doğruyu o anda seçebiliyorsunuz. Ben de onun için çok fazla planlamadım hayatımı. Arkadaşlarımın o tepkisine başkaldırabilmek için bir karate, boks serüvenim oldu; gerekçe korunmak. Bu serüvenimle arkadaşlarımın saygınlığını kazandım. Onlar da şaşırıyorlar; adam şampiyon olmuş bizi hiç dövmüyor, bizden intikam al-


mıyor diye. Zaten dışarıda da buna hiç ihtiyaç duymadım. Zaten şampiyon olmak için de elinizi kırmak istemezsiniz. Çünkü ucunda birçok hayaliniz var ve bu hayallerin kırıklığa uğramasını istemezsiniz. Bu yüzden sokakta dövüşmekten kaçarsınız, sırf egonuzu tatmin etmek için sakatlanmak istemezsiniz Bu doğrultuda arkadaşlarıma karşı hep uyarıcı tavır takındım. Onların ellerinden sigaralarını, içkilerini alıyordum. Çünkü sevdiğim arkadaşlarımı kaybetmek istemiyordum. Tepki olarak artık beni dövmüyorlardı, saldıramıyorlardı ama mesela yüzmeye gittiklerinde beni çağırmıyorlardı. Erik ağacına çıkarken beni çağırmıyorlardı; o çok üzücüydü. Anneleri beni anneme şikâyet edermiş, Haluk onları çok sıkıyormuş diye. Anneme de olayı anlatınca annem de onların annesine gerçeği anlatınca, zorunlu olarak arkadaşlarımın benimle oynamaları gerekiyordu(gülüyor). Peki, sizdeki bu anlayış nerden geldi? Bizim evde içen yok. Belki her zaman zararlı, ölüm var ucunda deyilince, ben de çok sevdiğim arkadaşlarım niye ölsün gibi tamamen

çocuksu bir korkuyla, sahip çıkma içgüdüsüyle arkadaşlarımı korumaya çalışırdım. Ondan sonra bu davranışım profesyonel hale geldi. Almanya’dayken arkadaşlarım kavgaya karışmak istediklerinde polis gelecek, ceza verecek gibi uyarılarda bulunuyordum, teyzelerin, amcaların işlerini hallediyordum; onlar için mahkemelerde tercümanlık yapıyordum, çünkü topluma adapte olamamış bir Türk topluluğu vardı Almanya’da ve haliyle davalar da oluyordu bu yüzden. Bir Alman polis de bu konuyla ilgili bana eğitim vermişti sosyal danışman olarak. Onunla beraber ilk projemizi yaptık bu alanda. Projenizin içeriği? İlk projemiz gece yarısı futbol ve basketbol projesiydi. Lise mertebesi alt, orta ve üst mertebe olmak üzere üçe ayrılmıştır Almanya’da. Üstte yani jimnazyuma bizim Türkler pek giremezdi, tapınak gibi bakarlardı zaten oraya. Ama her varoşun yakınında bir jimnazyum vardır. Ben de o liselilerin spor salonlarını istedim. Verilmiyordu çok sık. Sen de onlardan birisin, gelecekler, çalacaklar eşyalarımı-


54

zı diye vermek istemediler. Polisle kafa kafaya verdik bu işte popüler olmaya başladık, şampiyonluklar derken salonlarını bize açtılar. Sonra gece yarıları böyle bir çelişkide büyüyen Alman olsun, Türk çocuk olsun salonda toplamaya başladık. Türk de daha çok kendini gösteriyordu bu durum. Dini, dili farklı bir ortamda büyüyünce, babasından da belli bir eğitim almayınca bu üç aşı olan sevgi, ilgi, bilgi çocukta yoksa ailenin içinde annesine seni seviyorum demiyorsa, babasına seni seviyorum demiyorsa ve böyle bir soğuk hava esiyorsa ailede; çocuk o sevgiyi diğer aile fertlerinde aramaya başlar. O aile fertleri de biz oluyorduk, sokaktaki çocuklar oluyordu. Onlarda da muhabbet dolu, harmoni dolu bir ortam taklidi olmadığı için neyi taklit edecekler; sokaktaki hayatı. Yani Amerikan filmlerinde gördükleri gettoyumsu tipleri. Doğal olarak da yarışmalar aralarında şuydu: ben yedi saniye de arabanın radyosunu çalarım, ben bir dakikada sana esrar sararım gibi. Bunlar çok kreatif şeyler değil. Enerjileri çok yüksekti bu çocukların. Var sayılmak için ellerinden geleni yapıyorlardı; yeter ki suni de olsa bir sevgi almak için. Bu çocuklar babaları eve geldiğin-

de dışarı kaçıyorlardı akşamları. Sabah baba işe gidene kadar da çocuk eve uğramıyordu. O vakitler ben de bunları spor salonlarına alıyordum, düşüncem onları salonda hapsedeyim, basketle, futbolla bir deşarj olsunlar, terlesinler diye. Yeter ki dışarının tehlikesinden uzak olsunlar. Başta polislerle beraber maç yapmak hata oldu, tartışmalar çıkabiliyordu. Daha sonrasında polisleri çıkardık. Biz buraya sosyal danışmanlar getirelim dedik. Sonra bu projede iyi bir sistem oturttuk. O sırada Hukuk okudum ve bunu daha iyi nasıl yaparız diye çalışmalara başladım. Sonra burayı bıraktım. Sinema-Televizyon okumaya karar verdim; daha etkin bir silah diye. Amerika’da bunun eğitimini aldım. İlk filmimizi de yapıktan sonra tüm Almanya’da benim gece spor salonları hapislerim örnek bir proje olarak alındı. Ve şimdi her şehirde var. Bu çok mutlu etti beni. Osman Sınav’ın Pars Narkoterör filminin Berlin’deki galasında birçok kişi gelip teşekkür etti bana. Aradan yıllar geçmişti tabi. Ben bulunduğum her yerde camilerde, kültür evlerinde, vakıflarda, derneklerde daha çok sigaraya, uyuşturucuya karşı bu şekilde konuşmalar yapıyordum gençlerle.


ORTAK KULLANILAN YERLERDE ÖĞRENEN VE ÖĞRETEN OLARAK INSANLARA UYARICI ROLÜ ÜSTELENMEKLE YÜKÜMLÜYÜZ.

Amerika’da oyunculuk, yönetmenlik eğitiminiz sırasında da bu şekilde çalışmalara devam ettiniz mi? Amerika’da okuduğum zamanlar Meksika asıllı gençlerle bu konularda görüşüyordum. Onlara seminer vermeye çalışıyordum. Daha sonrasında Türkiye’ye gelmeye karar verdim zaten. Kaç yılında döndünüz Türkiye’ye? 2002 yılında. “O da beni seviyor” diye bir film çekmiştik. O vakte kadar da Türkiye’ye hiç gelmek istemiyordum. Türkiye de seni, beni benimsemiyor algısı vardı. Hala öyle. Almancı oluyorsunuz burada. O anlamda açık bir toplum değiliz. Irkçılık var bizde de. Bu bizim dinimize de, kültürümüze de, Anadolu anlayışımıza da hiç yakışmayan bir şey. Ben ailemden dinine, kültürüne saygı duyan sonra vatanını seven, tüm kumandanlarını, paşalarını, sultanlarını seven insan olarak yetiştirildim. 2002’de başlayıp birçok ili gezerek ufak da olsa bir Türkiye tablosu kafamda çıkarmaya çalıştım. Mezhebi, siyasi, ideolojik bir resim oluştu kafamda. Çok üzüldüm. İlk hatam fevri tepkiler vermek oldu. Gurbette yaşayanlar daha duyarlılar diyebilir miyiz bu konuda? Bence daha bağlı diyemeyiz. Bizim çevremizde yani gurbette daha konsantre düşünen insanlar var. Çünkü ortak baskı uygulayan bir toplum var üzerinizde. Siz de birbirinize tutunarak hayat mücadelesi veriyorsunuz. Türk, Kürt, Laz fark etmiyordu; hatta Boşnaklar, eski Yugoslavyalılar da aynı baskıyı görüyorlardı Almanlardan. Ve bu kitleye kanakı diyorlardı. Aslında bu bir hakaretti. Bunlar işçi kesim olan, topluma adapte olamamış insanların çocuklarına takılan lakaptı. Buraya gelince yine böyle bir yargıya tabi olunca insan ister istemez fevri bir tepki veriyor. Onun üstesinden gelmem biraz yıllarımı aldı. Çünkü Almanya’da da bir baskıyla büyümüşüm. Kaldı ki kendi aşılarımın da tamamlanmamış olduğumu gördüm o kadar seminer vermeme rağmen. İlgi, bilgi, sevgi aşısını annem vermiş bana. Ama detaylı ilgiyi boks öğretmenimden aldım, detaylı bilgiyi İpek öğretmenimden aldım, sevgiyi annemizden ama annemle olan sevgi aşımda bir noksan vardı. Nedir? Onu çözene kadar burada da fevriyatım durma-

dı aslında. O da anneme o güne kadar ben seni seviyorum dememişim. Annem de bu kadar sıkıntı çekmiş, orada işten atılacak korkusuyla küfürler, taşlar, başörtüsünü düşürmeye çalışmalar gibi bunların hepsini yaşamış insana, üç tane evladı orada tek başına yetiştirmiş insana ‘seni seviyorum’ dememe ayıbını yapmışım. Ama onu çözdükten sonra artık susmayı öğrendim haklı olsam da. Bunu da zaten insanlara öneriyorum ama önce bu aşıları tamamladıktan sonra. Tamamlamazsanız yanlışlar devam eder. Sonra baktım burada küsmemek lazım. Demek ki insanoğlunu her yerde ötekileştiren var. Her yerde renk, doğu, batı kavgası var. O yüzden hata bizde. Topluma daha yararlı insan istiyorsak yaşayarak, yargılamadan onlara doğru davranmamız lazım. Ben her zaman diyorum tebligat olan yerde tebligat yer bulmaz. Bu çocuklar her düzgün TV programını izlemiyor. Bizim de çocuk nereye yöneliyorsa orada olmamız lazım. Orada güçlü olmamız lazım. Özellikle medyada büyük politikalar dönüyor, orada ahlaki erozyona sebep olan diziler dönüyor. Doğal olarak çok kompleks tema ama düne kadar Türkiye’nin kendi hakkında PR ajansı yoktu. Avrupa, Amerika kültür, sanat yoluyla, sinema yoluyla kendi kültürünü başka ülkelere yedirmeye çalışıyor ve bunu çok da iyi yapıyor. Türkiye bu konuda savunmayı bırakın atağa geçmeyi bile bilmiyorum kaç sene sonra yapar. Onun için bizim yanlış yapmamamız lazım. Ben hep diyorum; kıraathanede de, barda da o arkadaşlara ulaşabilmemiz lazım bir şekilde. Camilerde, derneklerde pratik hayatla ilgili bilgi verip eşine el kaldırma, çocuğunu şunu yap, parayı sigaraya harcama deseler daha da memnun olacağız. Böyle ortak kullanılan yerlerde insanlara uyarıcı rolü üstelenmekle yükümlüyüz. Ama çok sevecen ve yaşayarak, baskısız ve karşıdakinin dilinden anlayarak uyarıcı olmalısınız. Zor da değil bu; mesela birisi kendi çevresine anlatsın, diğeri medyada ise daha çok kişiye hitap edebiliyorsa orada hitap etsin. Birisi ailesine anlatsın. Bu şekilde halkamız büyür. Medyayı nasıl buluyorsunuz bu noktada? Bahsettiğim tezgâhlar orada mevcut. Mevcut olan tezgâhımızla yola çıkmak çok zor. Tek alternatif olan şey başarı. Siz çok başarılıysanız hangi düşünceye sahip olursanız olun insanlar sizle çalışır; çün-


ÇOK SEVDIĞIM SANATIMI SOSYAL IÇERIKLERE YÖNELIK ÇALIŞMALAR YAPARAK KULLANMAK ISTIYORUM. TOPLUMUN SIKINTILARINI SANATSAL YÖNDE ANLATMAK IÇIN SANAT BENIM HER ZAMAN ARACIM OLMUŞTUR.

56

kü insanlarda ekonomik faktör ayrımı var ve sizle para kazanacaklar. Onu kullanmak gerekir. Bunu sinemayla daha bağımsız bir şekilde yapabilirsiniz. Ama onun dışında hala daha yetersiziz bu fikri savunanlar olarak yâda kör göz parmak yapıyoruz çok didaktik bir şekilde. Çocukların izlemeyeceği şekilde. Hızlı akan bir reklam sektörümüz var, çocuklar oradaki görsellere alışkınlar. Müzikler, kitaplar, marka, giyim, kuşam her şeyde sizin de çağa ayak uydurmanız lazım düşüncelerinizi deforme ve reforme etmeden. Bilinenler sonsuza kadar geçerli olan bir şey ve bunu bizim çağın dilinde anlatmamız lazım. Öğrenen ve öğreten olarak. Sıkıntı bizde; biz yeterince bilmiyoruz, yeterince okumuyoruz, kafa yormuyoruz, hak olan şeye batıl diyoruz. Birlik de yok. Aldığınız eğitimler, duruşunuz, sevgi ilmi diyerek dinimize, örflere, adetlere bağlılığınız ve istikrarınızın yanı sıra siz bir de Sosyal Danışmanlık unvanıyla çalışmalar yapıyorsunuz. Faaliyetleriniz neler? Nasıl çalışmalar içerisindesiniz? Sosyal Danışman olarak bulunduğum her yeder bağımlılıklar alanında seminerler, konuşmalar yapıyordum. Zafer Ercan** beni ilk keşfedenlerden bir tanesiydi. Benim Almanya’da yaptığım projeleri öğrenmişti, gel beraber bir test seminer verelim dedi. Zafer Müdür’ün uyuşturucu pazarı nasıl döner, uyuşturucu nedir, ne maddeler vardır, onu satanlar kimlerdir, nasıl kendilerini korur, terörle bağlantısı nasıldır gibi güzel anlatımları mevcut, sunumlarıyla seminerlerde bu şekilde bilgiler veriyor. Bu konuda etkili bir isim. Ben de pratik hayattan, kendi hayatımdan anlatmaya çalışıyorum. Etrafım mayın tarlasıyla dolu iken ve böyle çok parıltılı medyada olmama rağmen bu tür şeylere neden tenezzül etmediğimi, maddiyata tenezzül etmeden

birilerine nasıl hayırlı olmaya çalışıldığını anlatmaya çalışıyorum. Tabi ki hepimizin hataları var ama en azından büyük hatalar yapmamayı, çocukların gelecekleriyle ilgili doğu kararları almalarını, iyi iş seçiminin başındaki aşıları anlatmaya çalışıyorum. ‘Önlem’ bizim danışanlığımızın konusu. Önlemdeki müşteri sayısı çok daha fazla. Yeşilay ‘Felaketten Önce’ diyor buna… Çok doğru. Kullanan kişiyle çok daha uzun ve kapsamlı bir şekilde ilgilenmeniz gerekir. Yani ben bir seansta bin öğrenciye konuşabiliyorum ama bir seansta bağımlı bir gençle teke tek olmam gerekiyor. Almanya’da 50 kişilik bağımlı bir grubum vardı; onları zor da olsa terk etme sebebim önleme yönelmek. Çünkü orada gerçekten yıpranacaksınız, bağımlıları devletin ele alması lazım. Ben bunu bu seneye kadar yaklaşık 20 yıl gönüllü olarak yaptım. Şimdilerde 15 bin öğrenci, her gün iki seans gerçekten yorucu oluyordu, onlar teklif ettiğinde belli bir ücret, baktım ki görevli pedagoglar, psikologlar ücret alıyor, ben de ücret almayı kabul ettim. Bir de şöyle bir şey var; o çarkın içerisinde bir değeriniz yoksa size değer vermiyorlar, nasıl olsa bizim çocuk, gelsin iki dakika konuşsun diyebiliyorlar. Bakıyorsunuz ki mütevazılığiniz başkasının size emir vermesi haline geliyor. Şimdi seminerlerimiz daha toplu olmaya başladı. Fatih Belediyesi’yle bir pilot uygulama yaptık. Urfa var sırada 20 bin öğrenciyle, Gebze 15 bin öğrenci. Gönül ister ki bu projeler belediyelerin çatısı altında zorunlu bir seminer olarak gerçekleşsin ve bütün 81 ili dolaşalım. Bunu da biraz daha sesimizi duyurarak yapmamız lazım. Bunu bugüne kadar medyada hiç duyurmuyordum. Yerel medya hariç. Çünkü sosyal işlerle hava atıyorlar gibi bir algıya sebep vermek istemiyorum. Kötü kendi rek-


lamını yapıyor. O zaman bizim de burada iyinin reklamı yapmamız şart. Bunu işimin bir parçası olarak algılarlar diye yapmıyordum. Riyakâr durum olmasın diye. Yaptığınız çalışmaların sonuçları nasıl? Tarlaya rastgele tohum atarsanız, tarlanın yüzde yüzü değil de yüzde yirmisine bir şeyler ekilmiş olur. Bizler de orada kırkta bir çocuğa ulaşabiliyorsak, denizyıldızı misali, o çocuk sizin, bizim çocuğumuz olabilir. O çocuk için hayat değişmiştir. Seminerlerde etkili bir isimsinizdir şüphesiz… Dediğiniz doğru, Zafer Müdür’le gittiğimizde ya da AMATEM’le gittiğimizde sabırsızlıkla Haluk abi ne diyecek, Pusat abi ne diyecek diye bekliyorlar. Ama o arada da antenler açık. Diğerlerinin anlattığı mevzu da onların açılan kafataslarının içine giriyor. Ben de kapatıyorum sonra. Bir de onların dilinden konuşuyorum. Anlamayacağı kelimeler kullanmıyorum. Kendimi de eleştirisel bir biçimde ortaya örnek atıyorum. Şöyle hatalar yaptım, hala şu sıkıntılar var diye. Kendilerinin de görmesini istiyorum korkulacak bir şey olmadığını, kimsenin mükemmel olmasına gerek olmadığını… Yanlış yapmışsak her zaman dönme şansına sahibiz. Çocuklar şunu da biliyorlar; ben magazinde bahsettiğim tarzda gözüksem inanmazlar bana, dinlemezler, ‘Abi sen böyle diyorsun da orada gördük seni dün, şimdi geldin ne anlatıyorsun’ diye. Allahtan öyle bir arzum yok; sigaralı olduğum ortamda burnum kanar, alerjim var aşırı. Bir disko ortamını da zaten hayatta sevmemişimdir. Sadece Almanya’da kapılarında görevli olarak cep harçlığı için çalışmışımdır. O karanlık yerleri gördüm, ne olduklarını da biliyorum. Şimdi o çocuklar da kalpten çıkan kalbe tesir eder babında etkileniyorlar anlattıklarımdan. Bir de ben bu işi göstermelik olarak yapsam ve anlattığım şeylere uygun davranmasam Allah da bana yardım etmez. Bu kadar basit bu. Gençliğin durumu nasıl ülkemizde? Diğer ülkeler kıyasen… Bizim toplumumuzda maalesef en büyük sıkıntı sevdiğini söyleyememek. Bunun yerine hep bir madde koyarsınız. Sigara, alkol gibi maddelere başlama nedeni de bu. Boşluk varsa o kanser çubuğuna sarılmayı daha kolay buluyor bir genç. Kendisi gibi arkadaş ortamı arıyor, kendine destek arıyor. Bağımlılığı hukukçu gözüyle nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye’de şöyle bir sıkıntı var. Maalesef Avrupai hukuk burada uygulanmaya çalışılıyor. Hukuki yönden Zafer Müdür her zaman söyler; sigara içene kelepçe vurmak lazım. Sigara içen gencin diğer maddelere geçişi çok daha kolay. Hiç sigara içmiyorsa, bir bağımlılığı yoksa direk bir eroin enjekte etmesi çok zor. Var ama çok zor. Ülkemizde yasalarda bu anlamda sıkı bir yönetim şart. Madde bağımlılarına karşı yapılacak olan tedavilerde tedbirlerin çoğaltılması lazım ki bir daha bulaşmasın bu maddeye. Bu anlamda bilhassa pedagogların yetiştirilmesi ihtiyaç bizim için. Sadece psikolog değil. Teftişlerin iyi olması, istihbarat iletişimin güçlenmesi gerekir. Polisimiz hala posta yolunu kullanarak zaman kaybediyor. Ben halktan birisi olarak ya da sanatçı kimliğimle bunu söyleyebilirim. O zaman da birileri size kızıyor ya da destek olmuyor ama o önemli değil her zaman söylerim; bir jokerim var o da Rabbimiz. 39 milyon dolar sigara içilsin diye harcanıyor, 1 milyon dolar içilmesin diye. Burada otuz dokuza biriz. Yani onlar zaten 39 çocuğa ulaşacak. Biz o 1 çocuğun peşindeyiz. * Bir kentin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümüne genel olarak verilen ad. ** 4. Sınıf Emniyet Müdürü, Bağımlılık Danışmanı, Adli Bilimler Uzmanı


“Gerçek Karate odur ki, günlük hayat içinde kişinin zihin ve bedenini eğitir, alçak gönüllük ruhu geliştirir ve kritik zamanlarda tam olarak adalete sadık kalınmasını sağlar”.

SPOR


ARATE-D

AHMET KAYNAR SALIHA BÜŞRA SELMAN

Dünyanın hemen hemen her yerinde ve her dilde uzak doğu mücadele sanatları tarihiyle ilgili yayımlar bulabilirsiniz. Ancak bu yayımlar biraz dikkatlice incelendiğinde, yazarlarının araştırma kaynaklarının çoğu zaman bir diğer yeni zamanlara ait yayımlar olduğunu görürüz. Bunun nedeni uzak doğu mücadele sanatları tarihine ışık tutacak somut yazılı belgeler olmamasıdır. Bunun için de bu sanatların iyice anlaşılabilmesi için nesilden nesle geçen söylenceler ve halk efsanelerinin araştırmacılara kaynaklık etmesi zorunluluğu ortaya çıkar. Bu yüzden konuyla yakından ilgilenenleri tarihi belgeler üzerinde yaşanan veri eksikliği konusunda uyarmanın gerekli olduğunu söylenebilir. Karate M.Ö. 2000-3000 yıllarında Budist rahipleri tarafından geliştirilmiştir. O tarihlerde Budist tapınakları halkın adak ve hediyeler bırakması sebebiyle çok zengindi ve bu zenginlik de soygunculara hedef teşkil etmekteydi. Budist inançlarına göre silah kullanmak ve hele canlı hayatına son vermek kesinlikle yasaktı. Bu sebeple rahipler soygunculardan kendilerini koruyabilmek için karateyi geliştirdiler ve her gün manastır avlularında dini ayin havasında çalışmalarını sürdürdüler. Günümüzde ise karate sportif gayeli olduğundan bir takım kurallarla sınırlandırılmıştır. Karate bir kişinin silahsız olarak vücudunun tabii organları ile kendisini müdafaa etmesidir. Kesinlikle saldırı değil, savunma aracıdır. Savunma, spor ve vücut hâkimiyeti ile birlikte karakterin olgunlaştırılmasıdır. Karate bir sanattır ve en büyük gayesi galibiyet değildir; gerçek bir karate insanın ahlak ve karakterini olgunlaştırmayı hedef edinmiştir. Karate-do kelime anlamıyla da kara; boş, te; el demektir. Do; sanat, okul, yol manasına gelir. Karate-do boş elle savunma yolu, sanatı demektir. Okinawa adasında “Okinawa-te” isminde bir dövüş sanatı ile başlayan karatenin kurucusu Gichin Funakoshi’dir. Kendisi Okinawa adasında doğmuştur.


60 Karate ön hazırlıkları Karate ve çeşitleri yalınayak ve özel üniformalı olarak çalışılır. Bele, dereceye göre çeşitli renklerde “kemer” bağlanır. Başlangıçta her karateciye beyaz renk kemer verilir. Zamanla antrenman ve müsabakalarda tecrübe kazanan karateciler belirli imtihanlara tabi tutularak kemer atlarlar. Böylece kemerlerin rengi veya işaretleri değişir. Karatede en üst seviye, hocalık derecesi olan siyah kuşaktır. Bundan sonra “dan” denilen yükselmelere geçilir. Karatede açık el, yumruk, ayak ve diz darbeleri görüldüğü gibi bu hareketler (blok) olarak da kullanılmaktadır. “Öldürücü vuruşların” ve isimleri efsaneye karışmış bazı karatecilerin olağanüstü güce sahip oldukları söylenmektedir. Bu güçler arasında, mesela, küçük kuşların bir haykırış (kader bağırışı) ile öldürülmesi, vücudun belirli hassas ve gizli noktalarına hafifçe temas etmek suretiyle ölüme sebebiyet verme (ölüm dokunuşu) ve çıplak el darbesi ile düşmanın vücudunu bölerek halen çarpmakta olan yüreği sökme de yer almaktadır. Ancak bütün bu olağanüstü gibi gözüken olayları belgeleyici ve inandırıcı vesikalar bulunamamıştır. Karate-do 1960 yılından sonra dünyaya penceresini açmıştır. 1962’de yurdumuza judonun girmesi ile beraber, karate de aynı kültürün ürünü olarak geçiş yapmıştır.

Karatenin Yararları Karatenin kamuoyunda bilinen en başta gelen faydası, bireylerin kendilerine yönelmiş bir fiziksel saldırı karşısında kendilerini silahsız olarak savunabilme yollarını öğretiyor olmasıdır. Karate teknikleri kişiye, vücudun tüm bölgelerini en etkin şekilde kullanarak kendisini savunma imkânı sağlar. Fakat Karatenin yararları bunun çok ötesine uzanmaktadır. Her yaş grubundan insanlar için Karate-do, günlük uğraşıları dışında kişilere yaratıcı, eğitici, güvenli ve üretken zaman harcama imkânını sağlar. Özellikle genç yaştakiler için Karate doğru çalışıldığında, vücut duruşunu geliştirmenin dışında, düşünme sürecine ilişkin becerileri de geliştirirler. Kişi, zihinsel ve bedensel becerileri konusunda daha bilinçli olur ve kendine olan güveni artar. Karate dikkati topla-


KARATE ANTRENMANLARINDA AMAÇ ZIHIN VE TEKNIĞI BIR BÜTÜN HALINE GETIRMEYE ÇALIŞMAKTIR. İDMANLARDA FIZIKSEL TEKNIKLERIN UYGULANMASI, ASLINDA ÖNCE ZIHINDE OLUŞTURULAN DÜŞÜNCELERIN SAF BIR IFADESINI ORTAYA ÇIKARTMA ÇABASIDIR.

ma yetisinin geliştirmesi ile bireyin bağımsızlığını ve kişisel bütünlüğünü fark etmesine yardımcı olur. Kişinin kendisine ve yaşıtlarına olan güvenini ve saygısını arttırır. Bedensel ve zihinsel disiplin, sorumluluk duygusu gibi yeteneklerinin gelişmesini sağlar.

Antrenmanlar Karate antrenmanlarında amaç zihin ve tekniği bir bütün haline getirmeye çalışmaktır. İdmanlarda fiziksel tekniklerin uygulanması, aslında önce zihinde oluşturulan düşüncelerin saf bir ifadesini ortaya çıkartma çabasıdır. Zihinsel konsantrasyonun geliştirilmesiyle fiziksel hareketlerin özü daha iyi anlaşılır. Kişinin uygulamalarının ve tekniğinin gelişmesiyle ruhun ve zihniyetinin geliştirilmesi ve terbiye edilmesi amaçlanır. Sonuçta bir Karateka’yı (Karate öğrencisi) güçlü yapan salt fiziksel gücü değil vücut ve zihin koordinasyonunu sağlama yeteneğidir. Bu anlamıyla Karate-do bir yaşam anlayışı haline alır ve kişinin güçlü, sağlıklı ve barışçı bir birey olarak yaşamasını hedefler.

Karate çalışmasının bölümleri Karate çalışması temel olarak üç bölüme ayrılır: Kihon (Temel teknikler), Kata (Formlar) ve Kumite ( müsabaka). Her bölüme ait teknikler refleks haline dönüşene dek eğitim en temel düzeyde verilir. Kişi, zaman içinde

teknik olarak geliştikçe, fiziksel gelişme de gerçekleşir. Bununla birlikte çalışmalar daha yüksek dayanıklılık gerektirmeye başlar. Bu aşamada öğrenci daha ayrıntılı ve zor kata çalışmalarına ve daha hareketli kumite çalışmalarına başlar. Kata tekniklerinde potansiyel çarpma, güç konsantrasyonu gösterilir, dövüşte olduğu gibi gerçekçi hareketler ard arda yapılır. Kata kuvvetin, gücün ve hızın yanı sıra zarafeti, ritmi ve dengeyi gösteririr. Kumite antrenmanda da dövüş alıştırmalarının yapılması demektir. Kata ve kumite çalışmaları sürdükçe kişi, dayanıklılık, hız ve koordinasyon kazanır.

Karate sporuna kaç yaşında başlanabilinir? Karate sporuna lisansiye anlamda başlama yaşı 7’dir. Ancak daha erken yaşlardaki çocukların tamamen o yaş gurubuna hitap eden oyun ve jimnastik bazlı karate çalışma sınıfı açılarak (pedagojik formasyonu olan) bir eğitmen denetiminde çalışmalara başlamalarında bir sakınca yoktur. Karate çocuk ve gençlerin yaratıcı becerilerini açığa çıkartıp ruhsal, fiziksel ve mental gelişimini besleyen, onların agresif tutumlarını kontrol etme becerilerini geliştirip sosyalleşmelerine destek veren bir spor branşıdır. Türk örf ve adetlerinin bir hasleti olan küçüğe sevgi, büyüğe saygı anlayışı bu sporda olmazsa olmaz prensipler olarak yaşanır ve yaşatılır.


Denizli Denizli’nin turizminin incisi Pamukkale, kaynak sularının kirecinden oluşmuş bir cennet köşesidir. Bir buçuk milyonun üzerinde yerli ve yabancı turisti kendine çekmektedir.

kültür TANITIM


BILGE KÖKCÜ

Ege Bölgesi’nin güneybatısında bulunan Denizli, bölgenin ikinci büyük şehri, Türkiye’nin en büyük ve en gelişmiş on altı şehrinden biridir. İklim olarak kışlar ılık ve yağışlı olmakla birlikte yazları oldukça sıcak ve kuraktır. Öyle ki, son yıllarda il merkezinin sıcaklığı diğer illerle yarışmaktadır. Bitki örtüsünü yeşil olarak niteleyebileceğimiz Denizli’de özellikle bağ ve bahçe işleri oldukça önemlidir. O kadar ki, içinde bağ bahçe geçen kırkın üzerinde türküsü vardır. Tarımla uğraşan kişilerin sayısı azalsa da, hala Denizli’nin pazarlarında en güzel sebze ve meyvelere ulaşabilirsiniz. Şehrin alâmetifarikası olan Denizli horozunun en temel özelliği nefesi kesilinceye kadar ötmesidir Öyle ki; hızını alamayıp bayılanlar bile olur. Eskiden bahçeli evlerde yaşayan, insanlarımızın rahatça besleyebildikleri bu hayvan, binalarda yaşanmaya başlanması ile artık meraklılarınca veya imkân sahiplerince beslenmektedir. Türkiye’nin son yıllarda geçirdiği değişimlerden bittabi Denizli de nasibini almış durumdadır Eskiden güzel, bahçeli evleri 4’er 5’er katlı binalara dönüşmüş, yollar ise aynı oranda büyütülemediği için sokaklarını arabalar basmıştır. Son yıllardaki altyapı çalışmaları şu an için şehrin trafik alışkanlığını bozmuş; artan araç sayısına paralel bir çözüm henüz üretilememiştir. Denizli ekonomisi sanayi ve ticarete dayalıdır. İhracatta Türkiye’nin önde gelen illerindendir. Öne çıkan dokuma sanayi ile birlikte maden sanayide hızla gelişmektedir. İrili ufaklı tekstil fabrikalarıyla birlikte kurumsallaşmış büyük holdingleri de mevcuttur. Organize sanayi bölgesinde konumlanan fabrikalar il merkezinin göç almasının temel nedenidir. Tarıma elverişli toprakları ve yeterli sulama imkânlarıyla sebze ve meyve bol miktarda üretilir. Özellikle Buldan’da üretilen el dokumaları oldukça meşhurdur. Denizli yukarıda yazılanlardan anlaşılabileceği gibi kendine yetebilen bir şehirdir. Şehrin kültür yaşamı, kırk bini aşan üniversite öğrencileri, Denizli Belediye Konservatuarı, Denizli Devlet Tiyatrosu, Pamukkale Üniversitesi ve özel tiyatro toplulukları ile birlikte gerçekleştirilen pek çok etkinlikle günden güne gelişmektedir. Denizli kültüründen bahsedilecekse hiç şüphesiz ilk olarak bir hüdâ-i nâbit olarak Özay Gönlüm anılmalıdır. Köy köy gezip türküleri repertuvara kazandır-

mış, zamanın çok ötesinde bir “sahne adamı” olmuştur. Nineden Mektuplar ile hem taklit yeteneğini konuşturmuş hem de mektupların içeriği ile bugün bile geçerli olan toplumsal eleştiriler yapmıştır. Bir başka değer olan üç telli ustası Hayri Dev 1992’de Fransız müzikolog tarafından keşfedilmiş, bu tarihten sonra yurtdışında konserlere gitmiş ve yaptığı mahalli müzik üzerine araştırmalara konu olmuştur. Unesco’nun “yaşayan insan hazineleri uluslararası listesi”ne girmiştir. Denizli’nin turizminin incisi Pamukkale, kaynak sularının kirecinden oluşmuş bir cennet köşesidir. Türkiye’nin en tanınmış doğa harikalarındandır. İştah sahibi otellere suyu verildiği ve yıllardır sorunsuz akan doğasına yanlış müdahale edilmesi sonucu kararmaya başlamış ve bu Kararma gözleri açmış, son anda kurtarılmıştır. Ancak yanlış uygulamanın bazı olumsuz etkileri hala devam etmektedir. Her şeye rağmen yılda bir buçuk milyonun üzerinde yerli ve yabancı turisti kendine çekmektedir. Ayrıca Pamukkale, Hierapolis antik kentini, Antik havuzunu, antik tiyatrosunu ve arkeoloji müzesini de içerdiği için sadece bir tabiat güzelliği değil antik tarih kalıntıları ile iç içe geçmiş güzide bir alandır. 5-10 km yakınında da Laodikya antik kenti bulunur. 5 km ilerisinde ise uluslararası bir termal merkez olan Karahayıt vardır. Keloğlan Mağarası ve Pamukkale’nin mağara içine yerleştirilmiş hissi veren travertenleri ile Kaklık Mağarası mutlaka görülmesi gereken diğer turistik yerlerdendir. Pamukkale ve Karahayıt bölgesinde beş ve dört yıldızlı oteller, pansiyonlar termal turizm ve kaplıca hizmeti vermektedir.


64

Alıntılar

Çocuklar işaret parmaklarını değil ayak izlerini takip ederler. Ali Yeşilyurt-Nuray Baştan Aydın

Beşer, zahiri esbaba bakar; bazen yanlış eder, zulmeder. Fakat kader, başka noktalara bakar, adalet eder. Bediüzzaman Said Nursi

İnsan, kendi samimiyetinin altını çizmeye kalkıştı mı, ister istemez üstünü de çiziyor. Samimiyet, mahremiyetle mukayyet olsa gerek… Murat Menteş

Sevgili dost; kulaklar işgal altında. Bu yüzden kelimeler yerlere dökülüyorlar. Ağızların kapı-

Bu yazılar www.alintidefteri.net esas alınarak hazırlanmıştır.

ları kırık. Bu yüzden kelimeler ayağa düşüyorlar. Bu söz yığınlarını kim kaldıracak? Hiç kimse. Ama azarlanacak, sokaktan “bak ne buldum” diye kelime taşıyan çocuklar evlerine. “At o pis şeyi” denilecek onlara. Çocuklarsa yıkayıp bazı kelimeleri saklayacaklar yastık altlarında… A.Ali Ural

Sabır sadece zorluklara tahammül etmek değil. Sabır gücümüzün yettiği halde zalim olmamaktır. Sibel Eraslan

Toplumsal ve fikrî sorumluluklarını unutan kişiler, kişisel ve ailevî hayatlarını kendilerine Kâbe yaparlar... Ali Şeriati


65

Şiir

BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY başka türlü bir şey benim istediğim ne ağaca benzer, ne de buluta burası gibi değil gideceğim memleket denizi ayrı deniz, havası ayrı hava.. bir başka yolculuk dalından düşmek yere yaşadığından uzun bir tatlı yolculuk dalından inmek yere ağacın yüksekliğince dalın yüksekliğince rüzgarda ve bir yeni ömür vardığın çimen yeşilliğince nerde gördüklerim nerde o beklediğim rengi başka tadı başka.. Can Yücel


66

Hilal-i Ahdar Beynelmilel Teşkilat ve Hilal-i Ahdar ÇEVİREN ARİF ÇİFTÇİ

Geçen nüshamızda Dâhiliye Vekâletinden havale edilen tezkire üzerine Berlin’de Beynelmilel Salib-i Ahmer Cemiyetine, Hilal-i Ahdar’ın teşrik-i mesaiye amade olduğuna dair cevabname gönderildiğini yazmıştık. Bu defa teşkilat-ı mezkureden gelen cevabi mektupta Hilal-i Ahdar’ı beynelmilel bir grubun uzvu olarak selamladıkları bütün neşriyat ve kütüphanelerinden istifade edeceğimiz yazılmakta, başmuharririmize de mezkûr beynelmilel teşkilatın Türkiye mümessilliği teklif edilmektedir.

ra piyasaya çıkarıldığı, bizde ise bu gibi işlerin ihmal edildiği düşünülürse o filmlerden de istifade etmiş oluruz. Keza ekmek yoğurmak, büyük şehirlerde elektrik kuvvetiyle yapılan bu işler bizde kirli tırnaklı, pis adamlar tarafından hatta yıkanmamış ayaklar vasıtasıyla yapıldığı nazarı itibara alınırsa bu filmlerden en ziyade şehir emanetinin hisse-i intibah olması icap eder. Filmin en istifadeli kısmı sıhhi ve gayrı sıhhi tarzda geçirilen günü tavsif eden parçalardı. Maalesef küçüğümüzden büyüğümüze kadar hepimizin hayatımızda deMaarif vekâleti ve Hilal-i Ahdar rin bir intizamsızlık hâkimdir. Filmin intizamsızlıGeçen ay içersinde Hilal-i Ahdar Cemiyeti alkolün ğını temsil eden kısmı tamamıyla bizim yeni hayatımızı tavsif ediyordu. Karilerimize nakledelim. gençlik âleminde yaptığı tahribat hakkında MaOnlar da aynı hükmü vermekte tereddüt etmeyearif Vekâletine müracaat etmiş, konferanslarla neşriyat ile içki tehlikesine karşı cemiyetin Ma- ceklerdir. Evvela sıhhi yaşayan bir adamın hayatını tasvir edelim. Akşam muayyen vakitte yatağa arif Vekâletiyle beraber çalışmaya amade oldugiriyor, yatak odası temiz, sade, tozsuz, geceleyin ğu yazılmıştı. Hilal-i Ahdarın temenniyatı Maarif Vekâleti nezdinde samimi bir his kabul görmüş; penceresi açık, yatak örtüsü bastıracak derecede küul beliyyesine karşı Maarif-i Umumiye makine- ağır değil; böyle bir odada vaktinde yatan adam sinin bütün teçhizatıyla mücadele edeceği Maarif sabah tam zamanında mütebessim bir çehre ile uyanıyor; ailesiyle birlikte bol suyla duşunu yapıVekili Beyefendi tarafından cevaben bildirilmişyor, dişlerini temizliyor; pür neşe yavaş yavaş satir. Hilal-i Ahdar Cemiyeti diğer memleketlerde tatbik edilen mücadele yollarını bir rapor şeklinde bah kahvaltısını yapıyor. Yuvasına samimi surette veda ederek yavaş yavaş işine gidiyor. Herkesin vekâlete arz ve ibla edecektir. vazifesi muayyen usul dairesinde kendine ayrılan Sıhhi ve içtimai filmler işi yapıyor. Öğle teneffüsünde yine evine gelip sıcak yemeğini yiyor. Biraz istirahattan sonra tekSinemalarımızın bazılarında memleket hesabına içtimai bir uyanıklığa şahit oluyoruz. Bu cüm- rar iş başına gelerek vazifesini ifa etmekten mütevellit bir istirahat-ı vicdaniye içersinde akşamleleden olarak evvelki hafta Beyoğlu’nda Elhamyin yuvasına dönüyor. Haftada bir sinemasına gira sineması mebuslar, doktorlar ve erkân-ı matdiyor, saat on bir oldu mu yine yatağına giriyor. buat için Avrupa’dan getirilen bazı filmlerin provasını yapmıştır. Filmler muhtelif mevzuları ihti- Kış ve yaz böyle pazarları dağlara, göllere koşuyor. Bahçelerde temiz hava alıyor. Bu tarzda hayatıva ediyordu. İlk perdede çocuk büyütme usulleri gösterildi. Bu hususta Hamit Osman Bey arka- nı imrar eden bir adam daima zindelik hissediyor. daşımız hususi makale yazacağı için nakilden sar- Mesut bir aile hayatı geçiriyor. Gelelim gayrı sıhhifı nazar ediyoruz. Billurlardaki gizli hayat, ekmek, lere: Bunlar içtimai sınıflara göre değişir. Bir kısmı tereyağı, süt imali için Avrupa’da kullanılan maki- geceleri ölçüsüz tarzda mütalaa ile geçirir. Bir kısne usulleri de bizim mesleğimizi alakadar etmez. mının da barlar yahut kahvelerin müteaffin boğuk Yalnız sütün taze ve sıhhi şeraiti haiz olup olma- havalı, sigara dumanlı salonlarında foksturut dedığı doktorlar tarafından muayene edildikten son- nilen danslar içersinde geçer.



feStİvaller

eğİtİm ve kongreler

açılış ve toplantılar

özel projeler


görüntü, SeS ve ışık ekİpmanları kurulumları kİralanmaSı

SekanS yapım-organİzaSyon Çengelköy Mah. Meserret Sok. No:20 34680 Üsküdar / İstanbul Telefon: +90 216 557 80 35 Faks: +90 216 557 80 36 E-posta: bilgi@sekans.com


caillou m端zikali


TARİH 26 OCAK CUMARTESİ 31 OCAK PERŞEMBE 2 ŞUBAT CUMARTESİ 3 ŞUBAT PAZAR 5 ŞUBAT SALI 7 ŞUBAT PERŞEMBE 8 ŞUBAT CUMA 9 ŞUBAT CUMARTESİ 10 ŞUBAT PAZAR

OYUN CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ CAILLOU MÜZİKALİ

SAAT 13:00 16:00 12:00 14:00 16:00 14:30 16:00 13:00 15:00 11:00 13:30 13:00 15:00 12:00 14:00 16:00 13:00 15:00 11:00 13:00 15:00

YER ATAKENT KÜLTÜR MERKEZİ ATAKENT KÜLTÜR MERKEZİ BÜLENT ECEVİT K.M BÜLENT ECEVİT K.M BÜLENT ECEVİT K.M PROFİLO SAHNESİ PROFİLO SAHNESİ BAĞLARBAŞI KÜLTÜR MERKEZİ BAĞLARBAŞI KÜLTÜR MERKEZİ YUNUS EMRE K.M BAKIRKÖY YUNUS EMRE K.M BAKIRKÖY BAĞLARBAŞI KÜLTÜR MERKEZİ BAĞLARBAŞI KÜLTÜR MERKEZİ SABANCI İZMİR SABANCI İZMİR SABANCI İZMİR AFA KÜLTÜR MERKEZİ ADAPAZARI AFA KÜLTÜR MERKEZİ ADAPAZARI MERİNOS KÜLTÜR MERKEZİ BURSA MERİNOS KÜLTÜR MERKEZİ BURSA MERİNOS KÜLTÜR MERKEZİ BURSA


72

Hikmetli Çizgiler




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.