Yeşilay Dergisi-Kasım 2013-958.Sayı-Bağımlılıkların Eğitim Yoluyla Önlenmesi

Page 1



KURUCUSU Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Uzman Derginin Tesisi:1925 TÜRKİYE YEŞİLAY CEMİYETİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ Genel Başkan Prof. Dr. M. İhsan Karaman GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ Sümeyya Olcay

sumeyya.olcay@yesilay.org.tr

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Av. Osman Baturhan Dursun çalışma grubu Betül Olcay Meryem Olcay Murat Karaca Ahmet Kaynar Saliha Büşra Selman Muhammet Celep Onur Ulukuz Betül Koyuncu Esra Önal Rabia Koyuncu Halil Kökcü Reklam Proje Koordİnatörü Sekans Yapım Şakir Sarı

sakirsari@sekans.com

0216 557 8035 www.sekans.com Reklam Koordİnasyon Ufuk Yıldız Sedat Azizoğlu 0216 505 0410 dergİ abone-dağıtım Nazlı Sarı 0216 557 8035 nazlisari@sekans.com

YEŞİLAY TANITIM VE ORGANİZASYON Ferdinaz Koyuncu YAYIN KURULU Prof. Dr. M. İhsan Karaman, Prof. Dr. Medaim Yanık, Dr. Ahmet Özdinç, M. Pervin Tuba Durgut, Dr. M.Ata Öztürk, Esra Albayrak, Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel, Uz. Dr. Havva Sula, Prof. Dr. Dilşad Türkdoğan, Prof. Dr. Sefa Saygılı, Arif Çifçi İDARE YERİ Sepetçiler Kasrı Yeşilay Kültür Merkezi Kennedy Cad. Sarayburnu, Eminönü–Fatih / İSTANBUL T (212) 527 16 83 – F (212) 522 84 63 GRAFİK TASARIM Sekans Yapım BASKI Ömür Matbaacılık AŞ YAYIN TÜRÜ Süreli ISSN 1330-3950 Yurtiçi Abonelik, Yıllık 60 TL Yurdışı Abonelik, Yıllık 120 TL Hesap Bilgileri Bankasya Üsküdar Şubesi Şube Kodu:58 Hesap No:467557 IBAN TR300020800058004675570019 Yeşilay Dergisi, devletin tüm sorumlu mercilerine muntazaman ulaştırılmaktadır. Dergide yayınlanan makalelerin fikri sorumluluğu yazarlarına aittir.


26 11 14 18

YRD. DOÇ. DR. ITIR TARI CÖMERT: Terapinin birinci hedefi bırakmış bağımlılar için relapsi önlemektir. Bırakmaya çalışan bağımlılar için kullanımı azaltmadır.

Çocuğumuzu madde bağımlılığından nasıl koruyabiliriz? Değerler Eğitimi çeviri: Bağımlılıkla mücadelede okulların rolü


AYŞEN GÜRCAN

34 40 51 54 ENGEL TANIMAYAN SPOR:

Okulda çocuklara karar verme ve aklı kullanma becerİlerİ kazandırılmalıdır.

İdrar yolları enfeksiyonları kadınlarda daha çok görülüyor ayın filmi: 127 saat kendimizle mücadelenin hikâyesi…

Paralimpik Oyunlar

20

SAVAŞ YILMAZ: Yeşilay olarak en öncelikli hedefimiz; insanları bağımlılık konusunda bilinçlendirme


BAŞYAZI

Gidilecek yolumuz, gerçekleştirilecek umudumuz var Türkiye’nin temel meselelerinin başında eğitim geliyor. Türkiye’de meydana gelen herhangi bir aksaklık eninde sonunda eğitim meselesine gelip dayanıyor ve taraflar bir şekilde meselenin eğitimle alakalı olduğunu ifade ve itirafla işin içinden sıyrılıyorlar. Son zamanlarda sıkça duyduğumuz “insan kalitesi”, “yetişmiş insan” gibi şikâyet mevzuları hep aynı sarmala dolanıyor. Sonunda milletçe aynı şeyden şikâyet ediyoruz: “Yetişmiş insanımız yok” ya da “insan yetiştirmeyi bilmiyoruz”… İnsan yetiştirmeden kastımız aslında terbiye ve eğitim. Bundan da hedeflenen, memleketin geleceğine sahip çıkacak ve Türkiye’de belli bir “insan kalitesi”ni tutturacak nesil yetiştirmek ve buna bir süreklilik kazandırmak. Çünkü uzun vadeli her düşünce ve planın gelip dayandığı yer yetişmiş insan. Bu sürece etki eden birçok faktörün olduğunu hepimiz biliyoruz. Hatta bu sürecin bir noktada değişmez ve değiştirilemezlerini kabul edip bunlar üzerinden çözüm arıyoruz. Çocuklara belli bir beceri kazandırmak için verilen oyun hamuru gibi elimize gelen bu nesli belli bir şekle sokma konusunda çaba sarf ediyoruz. Fakat bu uğraş esnasında sağdan soldan farklı eller bu sürece müdahil oluyor. “Bağımlılık” bu eğitim sürecinde uğraşılması gereken temel meselelerden biri. Ama eğitimin ana meselesi değil. Ana meseleyi doğrudan etkileyen bir engel. Eğitimin sadece tek bir elden çıkma gibi bir lüksü yok. Birçok farklı aktörün dahil olduğu bu süreçten sağlıklı neticeler elde etmek ancak bu aktörlerin katkısıyla mümkün olacaktır. O yüzden bu aktörleri tek tek ele almak ve sorumluluk alanlarını belirlemek, negatif etkilerini en aza indirmek için bir çaba içine girmek ya da işbirliğine gitmek önceliğimiz olmalıdır. Aile başta olmak üzere, okul, çevre, medya ve devlet organları bu etkinin en önemli belirleyicileridir. Haddizatında bu kurumların kendi içlerinde ve kendi misyonlarında meydana gelen değişiklikler ve bozuk-

luklar, bırakın bunların bağımlılıkla mücadele etmesini, aksine bunları mücadele edilmesi gereken aktörlere dönüştürüyor. Mesela aile kurumunun terbiye ve eğitimdeki rolünü konuşmak yerine, aile kurumundaki aksaklıklardan doğan problemlerin, bağımlılığın ana nedeni haline geldiği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Klasik aile kurumumuzun ve aile içi ilişkilerimizin bağımlılık dahil birçok problemi ortaya çıkmadan çözmüş olduğunu psikologlarımız, psikiyatristlerimiz ve sosyologlarımız dile getirmektedirler. Şimdi ise; artan boşanma oranları, aile içi iletişimin zayıflaması, aile içi geçimsizlik, değer üreten mekanizmaların felce uğraması, bireyselliği kutsayan bir yetiştirme tarzı genç bireyi kolaylıkla bağımlılığa itmektedir. Kurtarıcı olması beklenen ailenin bireyi kurban seçmesi yeni durumun en belirgin resmidir. Bu durumda aile kurumundaki bozukluktan kaynaklanan olumsuz etkiler, mücadele edilmesi gereken etkenlerin başında yer alıyor. Bağımlılığın önlenmesi için işbirliği yapılabilecek diğer bir yapı, modern dünyada bireyin kişiliğinin şekillenmesinde aile kadar ve belki de çok daha fazla etkili olan medya ve internettir. Bu unsura baktığımızda ise, aynı zamanda karşımızda bağımlılığın en önemli müsebbibini buluruz. “Kitle iletişim araçları vasıtasıyla yapılacak bir seferberliğin medyanın ve internetin mevcut yapısından


istifade etme oranı ne olabilir?” diye bir soru sormaya kalksak, sorular çoğaltıldıkça umutsuzluk da çoğalacağından ilk olarak tarafların avantaj ve dezavantajlarına bakalım: Aile hala toplumumuzun en güçlü kurumlarından birisi. Yukarıda saydığımız olumsuzluklara rağmen toplumumuzun birçok problemini kurumsal ve hukuksal destek olmadan çözme kabiliyetine sahip. Bu yüzden ailelerin de içinde olduğu bir bağımlılık mücadelesinin başarı ihtimali yüksek. Fakat aile yapımız daha genel bir problemi çözme iradesi göstermek için toplumun diğer kurumlarıyla ve devlet unsurlarıyla işbirliğine gitme arzusu yönünden oldukça zayıf. Kamu yararı güden yapıların ve devlet kurumlarının aileyi, özellikle sağlıklı bir yapıya sahip aileleri bu mücadelenin içine çekmesi hayatî öneme sahiptir. Okul ya da formel eğitim süreci akran etkileşiminin en çok olduğu döneme denk geldiği için, okul bu eğitimin olumlu anlamda verildiği yer olmaktan çıkıp bu kötü alışkanlıkların başladığı bir ortama dönüşebilmektedir. Bu aşamada özellikle formel eğitim sürecinin daha etkili kullanımını hedefleyen bir çaba içine girilmelidir. Özellikle bu eğitim sürecinin uygulayıcıları olan idareci ve öğretmenlerin de bağımlılık mücadelesi alanında eğitimi konusunda daha faal bir organizasyona ihtiyaç vardır. “Ulusal Eğitim projesi” adı altında Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği halinde Yeşilay olarak başlattığımız bu çabanın daha işler ve kalıcı hale gelmesi için, hem bakanlığımızın hem de devletin diğer ilgili kurumlarının bu koordinasyonu geliştirmeleri gerekmektedir. Akran eğitimi ile işler hale getirilecek bağımlılığa karşı mücadelenin yürütülmesi ve yönlendirilmesi birinci dereceden icracıların eğitim ve samimiyetine bağlıdır. Okullarda verilen Değerler Eğitimi ile de paralel yürütülecek bu faaliyet için öğretmen/ sosyolog/psikolog istihdamı veya bunların koordinatörlüğü düşünülebilir. Özellikle PDR servislerinin organizasyondaki pozisyonu önemli olacaktır. Medya için söyleyeceklerimiz öteden beri tekrar ettiğimiz şeyler. Zira medyanın

dünya çapında misyonu ile ilgili bu kadar çok etik tartışma varken ondan “varoluşsal” anlamda bir sorumluluk beklemek şimdilik abes. Burada yapılacak olan temel şey; medyanın kamu yararına yapması gereken yayınları artırmak ve medyayı denetim altında tutmak. Demokrasi, basın özgürlüğü gibi klişeleri kullanan bağımlılık endüstrisinin propagandalarına pabuç bırakmadan, takip ve yasaklama mekanizmasının işletilmesi gerekir. Unutmayalım ki bizim için değerli olan şeyler başkalarının bize karşı kullanabileceği en önemli silahlar haline getirilebilir. Bu yüzden “özgür olalım” derken daha bağımlı hale gelebiliriz. Bu, sarhoş olmaya benzer. İçtikçe siz kendinizi daha özgür ve daha mutlu hissedebilirsiniz, ama gerçekte içtikçe daha zayıf ve daha zavallı hale gelirsiniz. Bu endüstrinin ekranda birkaç saniyelik sigara reklamı için milyon dolarlarca para harcadığı veya bir filmi finanse ettiği gerçeği, bağımlılığa karşı medya ve sinemadan bir şeyler beklemenin safdillik olduğunu anlatmaya yeter. Medyanın finansı, içinde bulunduğu ilişkiler meselenin bu ayağının zaten topal olduğunu gösterir. Devlet kurumlarının meseleye yaklaşımı ise sahip oldukları kurumsal kimlikle sınırlı kalabiliyor. Bu da bağımlılıkla mücadele de bir başka handikap. Emniyet kurumları meselenin suç olmasına, sağlık kuruluşları sağlık sorunu olmasına odaklanıyor. Burada yapılması gereken, bütün unsurlarıyla bir işbirliğine gidilmesi. Bağımlılıkla mücadele herkesin kendi başına yürüttüğü kampanya olmaktan çıkarılıp bütüncül bir yaklaşıma konu olmalıdır. Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın koordinasyonuyla yürütülecek ortak bir kampanyanın başarı ihtimali daha yüksektir. Farklı zamanlarda ve farklı önceliklerle genç bireye ulaşan bu kurumlarımızın çabası bazen eksik ve atıl kalabiliyor. Bütünü içine alan bir organizasyon, bağımlılığı engellemede eğitimden beklenen faydaları da temin etmeye yarar. Burada sorumluluğun büyüğü devlete düşmektedir. Devlet ilk olarak bu orga-

nizasyonu yapacak hareket kabiliyetine sahip olmalıdır. Çünkü icra makamı kendisidir. İkincisi, bu ciddi bir finans kaynağı demektir. Bu nedenle devlet hem sigaradan hem de içkiden aldığı vergilerin önemli bir bölümünü bu mücadeleye aktarmalıdır. Aynı zamanda gerek kaçak kullanımın gerekse yeni yasa ile yürürlüğe giren kuralların denetiminin ciddi şekilde yapılması gerekmektedir. Denetimler yoluyla, sigara, nargile, alkollü içki gibi ürünlerin genç bireyler için görünür ve ulaşılabilir olmasının önüne geçilmesi birinci önceliktir. Başta Yeşilay mensupları ve gönüllüleri olmak üzere, ailenin, gençliğin ve toplumun korunup kollanmasına adanmış tüm sivil toplum kuruluşlarına da bu alanda tarihi bir misyonun düştüğü de asla gözden uzak tutulmamalıdır. Bıkmadan, usanmadan bağımlılığa karşı çalışmak, anlatmak, eğitmek, doğru örnek olmak, denetlemek, uyarmak, gerekirse kamu yararı için ihbar etmek… Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de kamu sağlığı alanındaki çabalarda sivil toplum faaliyetlerinin önemi artıyor ve daha da artmalı ve muhakkak bu noktada okulların önemi de yadsınamaz bir gerçektir. Bu sebeple aileden sonra ikinci eğitim yuvası olan okullarımızın temsilcileri çok değerli öğretmenlerimizin de 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlarız. Dünya farklı bir yöne gidiyor ve birçok ülke ve toplum büyük bir açmazın içinde. Tarihî ve kültürel kökleri hala canlı olan, mensup olduğu ahlakî değerleri bir şekilde korumayı başarmış bir Türkiye’nin, geleceği olan gençlerini de koruması elzemdir. Bunun için hiçbir ideolojik ve politik çıkara kapılmadan hep birlikte işbirliği yapmalı, memleketimizi ve gençlerimizi tüketim ve bağımlılık endüstrisinin kollarına düşmekten kurtarmalıyız. Dünyada bazı milletlerin artık ikinci bir şansı yok. Ama bizim hala gidilecek yolumuz, tükenmemiş umudumuz, gerçekleştirilecek ideallerimiz var…

prof. dr. m.İhsan karaman Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı


06

haber

Yeşilay öncülüğünde FIMA’da ‘Bağımlılık Çalışma Grubu’ kuruldu

Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman ve Yeşilay Yönetim Kurulu’ndan Dr. Ahmet Özdinç Dünya İslami Tıp Birlikleri Federasyonu FIMA’nın Yıllık Olağan Genel Kurul toplantısına katıldı. Karaman, toplantıda Yeşilay’ı uluslararası arenada tanıtmak için temaslarda bulundu. Geçtiğimiz hafta Güney Afrika’nın Cape Town şehrinde yapılan FIMA 30. Genel Kurulu ve bilimsel kongresine katılan Genel Başkan Karaman, burada bağımlılıklar ve Yeşilay modeli üzerinde yaptığı konuşmada, FIMA üyesi ülkeleri kendi Yeşilay’larını kurmaya davet etti. Karaman yaptığı açıklamada, Yeşilay’ın her geçen gün artan aktiviteleri ve uluslararası alandaki çabalarıyla, insanlığı tehdit eden en önemli tehlikelerden olan bağımlılığın önlenmesi için Batıdan Doğuya tüm ülkeler için model teşkil ettiğini söyledi. Karaman, BM, DSÖ ve Eurocare gibi uluslararası şemsiye örgütlerdeki üyelikleri yanında, tarihi ve kültürel bağlarımızın bulunduğu FIMA üyesi ülkeler nezdinde de aktif rol oynamaya hazır olduklarını belirtti.

FIMA Bilimsel Kongre kitabında, Karaman’ın “Yeşilay ve Bağımlılık” başlığıyla yazdığı makale yer aldı. Kongrede büyük bir katılım ve ilgiyle izlenen Yeşilay sunumunun ardından birçok ülkenin tıp birliği temsilcisi, kendilerinin de Yeşilay gibi bir kuruma ihtiyaç duyduğunu söyleyerek rehberlik talebinde bulundular. FIMA Yönetim Kurulu, FIMA bünyesinde “Bağımlılık Çalışma Grubu” adıyla bir birim oluşturulmasına oy birliğiyle karar verdi ve başkanlığına Yeşilay Başkanı Prof. Dr. Karaman getirildi. Çalışma grubu, FIMA bünyesindeki ülkelerde kanıta dayalı yöntemlerle bağımlılığın her çeşidine karşı mücadele edilmesi için stratejiler geliştirecek ve bu bağlamda her ülkenin kendi Yeşilay’ını kurmasını teşvik edecek. FIMA Tıp Kongresinin kapanışında, tüm üye kuruluşların oybirliğiyle yayınlanan Cape Town 2013 Deklarasyonunda da, üye ülkeler bağımlılık mücadelesine teşvik edilirken, FIMA’nın uluslararası arenada bu küresel sorunla uğraşmakta daha etkin rol oynayacağı teyit edildi. Deklarasyonda, Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin başarıları, tüm üye ülkelere bir ilham kaynağı ve güzel örnek olarak takdim edildi.


Yeşilay ‘Mükemmeliyet Merkezi’ oluyor Türkiye Kalite Derneği KalDer’in önderliğinde yürütülen Ulusal Kalite Hareketi’ne Yeşilay da katıldı. Yüz yıla yaklaşan geçmişi ile Türkiye’nin en köklü kurumlarından biri olan Türkiye Yeşilay Cemiyeti ile KalDer arasında iyi niyet bildirgesi imzalandı. Önümüzdeki dönemde KalDer tarafından Yeşilay’ın yönetim yapısı ve insan kaynaklarının geliştirilmesine yönelik eğitimler verilecek. Türkiye’nin en eski ve köklü kurumlarından Türkiye Yeşilay Cemiyeti, yeni döneminde ülkenin örnek kurumlarından biri olmak için çalışmalarını sürdürüyor. Bağımlılıklarla mücadelede modern ve bilimsel yöntemleri kendine prensip edinen Yeşilay Türkiye’de ve dünyada örnek Sivil Toplum Örgütü modeli olma yolunda büyük bir adım attı ve Türkiye Kalite Derneği’nin (KalDer) “Ulusal Kalite Hareketi” sürecine katıldı. İyi niyet bildirgesinin imza töreni Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Kara-

man ve KalDer Yönetim Kurulu Başkanı A. Hamdi Doğan’ın katılımıyla, Sepetçiler Kasrı’nda 1 Ekim Salı günü gerçekleşti. İyi niyet bildirgesinin imzalanmasıyla başlayan süreç, Türkiye Mükemmellik Ödülü’nün verilmesiyle birlikte kalite yönetimi anlayışına geçilmiş olacak. Bu sürecin sonunda Yeşilay, tüm dünyada 35.000 firma tarafından uygulanan EFQM-Avrupa Mükemmellik Modeli yönetim anlayışını hayata geçirecek. İmza töreni öncesinde konuşan Karaman; “Her geçen gün daha da büyüyen ve güçlenerek çalışmalarına devam eden Yeşilay’ın, Türkiye’nin öncü kurum ve kuruluşları ile çalışan KalDer ile işbirliğinden memnuniyet duyuyoruz. Genç ve dinamik yönetimi ile yeni vizyonunu oluşturan Yeşilay, çağın gerekliliklerine uygun bir şekilde kendini yenileyen bir STK olarak çalışmalarına devam ediyor. Mükemmellik Modeli ile dünyadaki ve ülkemizdeki pek çok sivil toplum örgütünün rol modeli olmayı hedefliyoruz” dedi.


08

haber

Yeşilay, sosyal medyayı bağımlılıkla mücadele için kullanacak Türkiye Yeşilay Cemiyeti ve Uluslararası Sosyal Medya Derneği (USMED) ulusal düzeyde bağımlılıkla mücadelede, sosyal medyanın etkin kullanımına yönelik işbirliği yapacak. Türkiye Yeşilay Cemiyeti, bağımlılıkla mücadelede sosyal medyanın daha etkin kullanılması için Uluslararası Sosyal Medya Derneği (USMED) ile işbirliğine gitti. İşbirliği protokolü Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman ve USMED Başkanı Said Ercan tarafından yapılan bir törenle imzalandı. Protokol, Türkiye Yeşilay Cemiyeti ile Uluslararası Sosyal Medya Derneği arasında, sosyal medyanın sağlıklı ve güvenli kullanımı sağlamak, ulusal düzeyde bağımlılıklarla mücadelede sosyal medyanın etkin kullanılmasına yönelik yapılacak işbirliğinin ve ortak hizmetlerin çerçevesini belirlemeyi amaçlıyor. Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman, imza töreninde yaptığı konuşmada, bu protokol ile Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin tüzüğünde belirlediği bağımlılıklar konusunda toplumda ve özellikle gençlerde farkındalık oluşturmak üzere yapacağı çalışma, araştırma, yayın, seminer ve konferanslara destek sağlamayı amaçladıklarını söyledi. Sosyal medya, dijital medya ve mobil medya konularına yönelik işbirliği yaptıklarını belirten Karaman, protokol kapsamında yürütülecek faaliyetler hakkında şu bilgileri verdi: “Yeşilay ile USMED, sos-

yal medya bağımlılığının önlenmesi ve sosyal medyanın güvenli kullanımı bilincinin kazandırılması için ihtiyaç ve sorunların tespiti ve giderilmesi amacıyla çalışmalar yapacak ve projeler üretilip gerçekleştirecek. Yeşilay gençlik gruplarının ve Yeşilay Bilim, Sanat ve Spor Merkezi’nin aktif hale gelmesi için USMED tarafından gençlere yönelik sosyal medya eğitimleri düzenlenecek. USMED Yeşilay’a sosyal medya danışmanlığı yapacak. Yeşilay ve USMED, protokolün geçerli olduğu süre boyunca çalışma grubunun nezaretinde hazırlanacak olan tüm proje ve çalışmaları karşılıklı karar mekanizmalarının onayıyla birlikte gerçekleştirecek” Uluslararası Sosyal Medya Derneği Başkanı Said Ercan ise sosyal medyanın Türkiye’de her geçen gün hızla büyümeye devam ettiğini belirterek, sosyal medyanın kültüre, sanata, gençliğe, sağlığa bakan yönlerinin, toplumların gelişimine ve dönüşümüne olan etkisinin irdelenmediğini belirtti. Yeni nesillerin sosyal ağları sıklıkla kullandığını ifade eden Ercan şunları kaydetti: “Gençliği sosyal medyanın olumsuz etkilerinden korumak amacıyla köklü bir geçmişe sahip olan Yeşilay Cemiyeti ile sosyal medya sivil toplum kuruluşu olan USMED bir araya gelmiştir. Yeşilay ve USMED bu protokolle, sosyal medya bağımlılığının önlenmesi ve sosyal medyanın güvenli kullanımı bilincinin kazandırılması için birçok çalışma yapacaktır.”


Türkiye Alkol Politikaları Platformu üyeleri bir araya geldi 8 Mart 2013’te, aralarında Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin de bulunduğu 27 kurum ve kuruluşun katılımı ile kurulan Türkiye Alkol Politikaları Platformu (TAPP) üyeleri bir araya geldi. 27 Eylül Cuma günü gerçekleşen toplantıda TAPP’ın çalışma usul esasları belirlendi. TAPP’ın sekretaryasını ve sözcülüğünü Yeşilay yürütecek ve 6 ay içerisinde de bir genel kurul yapılarak tüzük oluşturulacak. Alkol tüketiminin çağdaş normlarla uyumlu bir şekilde denetlenmesi amacıyla 8 Mart 2013’te kurulan TAPP ilk çalışma toplantısını gerçekleştirdi. Yeşilay’ın ev sahipliğinde Sepetçiler Kasrı’nda düzenlenen toplantıda söz alan çok sayıda kurum temsilcisi, yapılacak olan çalışmanın ülkemiz için gerekli olduğuna vurgu yaparak alkol politikalarının gelişimi için elbirliğiyle çalışacaklarını ifade ettiler. Yeşilay Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman toplantıda yaptığı konuşmasında benzer olu-

şumların birçok ülkede bulunduğunu ancak ülkemizde böyle bir girişimin henüz çok yeni olduğunu belirterek TAPP’ın öneminin altını çizdi. Karaman sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’de bir alkol politikası olmadığı gibi dönem dönem halkı yanlış yönlendiren bilgiler devlet tarafından ve ticari kuruluşlar tarafından empoze edilmiştir. Dünyada alkol konusunda bilimsel çalışmalar yapan kurumlara baktığımızda promosyon, reklam ve propagandanın, özendirici yayın ve faaliyetlerin halk sağlığı tabanlı kuruluşların politikalarına taban tabana zıt olduğu görülüyor. Dahası devlet alkolü tekel altına alıp bundan gelir elde etmiş. Ama bugün halk sağlığı açısından baktığımızda; kaybın hiçbir maddi kazançla telafi edilemeyecek kadar büyük olduğunu görüyoruz. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi global kuruluşların bir takım karar ve tavsiyeleri söz konusu. Son yıllarda DSÖ’nün önerilerinin özellikle Avrupa’da dikkate alındığını ve uygulanmaya başlandığını görüyoruz.”


Kapak


Çocuğumuzu madde bağımlılığından nasıl koruyabiliriz? “Ben çocuğuma güveniyorum, istediği şeyi yapabilir, istediği saatte eve gidip gelebilir.” demek, iyi anne ve babalık yapmak değildir. Dr. Ali Gök Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

Ne yazık ki, her geçen gün daha çok sayıda çocuğumuz zararlı alışkanlıkların pençesine düşüyor. Olumsuz kötü bir çevre bu alışkanlıkların kaynağıdır. Arkadaş çevresi bu konuda önemli bir etken. Ama ailenin çocuğa olumsuz yaklaşımı, çocuğu bu çevre ve arkadaş gruplarına daha fazla itiyorsa, giderek çocuğun çevre ve arkadaş gruplarına daha fazla önem vermesine ve bağlı olduğu grupla daha çok vakit geçirme, daha çok uyma davranışını getirecektir. Çocuk aileden göremediği ilgiyi, alamadığı onayı ve yakınlığı arkadaş grubunda görünce, giderek gruba daha fazla önem verecektir. Eğer bu çevre ve arkadaş grubu zararlı işlerle meşgul ise, çocuklarda sigara, alkol, madde kullanma riski de yüksek olacaktır. Çocuğun yaşamında, bedensel ve ruhsal gelişiminde aile tartışılmayacak derecede önemlidir. Çocukların sigara, alkol ve madde gibi alışkanlıklardan uzak tutulmasında aile eğitimi belirleyicidir. Çocuğun aile ortamı, sosyal ve ruhsal gelişimi bağımlılık oluşumunda başat role sahiptir.

Çocuk ebeveynin sevgisinden emin olmalı Çocukların ruhsal açıdan güvene ihtiyaçları vardır. Güven hissi sağlıklı bir gelişim için en önemli unsurdur. Öncelikle çocuğun ebeveynlerinin sevgisinden emin olmalıdır. Normalde her anne ve baba çocuklarını severler. Ama sevmeleri yeterli değildir. Sevgilerini davranışlarıyla göstermeleri ve çocuklarına bunu hissettirebilmeleridir. Anne ve babalar çocuklarına şu mesajı vermelidirler: ‘’Sana yeterli zaman ayıramayabiliriz, sıkıntılı ve stresli olabiliriz ya da tartışmış olabili-

11


Kapak

riz. Anne ve baba olarak aramızda sorun yaşamış olabiliriz. Ama sevgimizden her zaman emin olabilirsin. Seni sen olduğun için seviyoruz, sana değer veriyoruz.” Kendilerine öz güveni olan ve ihtiyaçları olduğunda anne ve babalarına gidebileceklerini, istedikleri desteği alabileceklerini bilen çocuklar erişkin yaşlarda bağımlılıklara yatkın olmamaktadırlar.

Çocuklar övülmek isterler. Çocukların sadece başarılarını değil, gösterdikleri çabalarını da övmeniz gerekir. Unutmayın çocuklar övülmeye ihtiyaç duyarlar. Önemli olan kendisiyle barışık, mutlu, güçlü ve sakin bir kişilik gelişimidir. Çocukların bu noktada istedikleri şey, anne ve babalarının onlara güvenmeleri, değer vermeleri, çocukların adam yerine konulduklarını hissetmeleri ve kişiliklerinin tanınmasıdır. Çocuklarınızı eleştirmeden dinleyin. Onlarla vakit geçirin ve konuşun. Düşüncelerine değer verin. Eğer anne ya da baba sigara içiyor ve alkol kullanıyorsa kendi durumlarını nasıl anlatmalı ve ne yapmalılar? Bu durumlarda tek yardımcı dürüstlüktür. Çocuktan saklamak yerine alkol, madde ve sigaranın sağlıksız olduğunu anlatmak en doğru yöntem olacaktır. Anne ve babanın kendi zayıf noktalarını çocuğa dürüstçe anlatmaları, çocuğun aileye olan güvenini artırır. Bu gerçeklik içinde çocuklar büyüklerinin de zaafları olabileceklerini anlamalarını sağlar. İlaveten çocuğa karşı şefkatli ve uygulanabilir bir disiplinin olması gerekir. ‘’Ben çocuğuma güveniyorum, istediği şeyi yapabilir, istediği saatte eve gidip gelebilir’’ demek, iyi anne ve babalık yapmak değildir.

Madde veya alkolü bırakınca bağımlılık biter mi? Çok geniş bir kullanıcı profilinin olması, kullanılan maddelerin çok farklı özellikler içermesi ve eşlik eden maddelerin sorunlardaki farklılıkları nedeniyle insanlarda kulaktan dolma yalan yanlış bilgiler ve ön yargılar vardır. Bir bağımlı içmeden aylarca hatta yıllarca maddeyi kullanmayabilir. Birçok insan ramazan ayında bir


Çocukların sigara, alkol ve madde gibi alışkanlıklardan uzak tutulmasında aile eğitimi belirleyicidir. ay boyunca alkol almayabilir, Bu kişiler ‘’bakın ben ramazanda alkol almıyorum, alkolik değilim, istediğim vakit bırakırım’’ derler. Bu kişiler ramazan sonrası bıraktığı yerde içmeye devam ederler, bir ay alkol almayınca bu kişinin bağımlı olmadığını göstermez. Sigara yani bir nikotin bağımlısı kişilerde yıllarca sigara içmeyebilir. Ama bir sigara içmeye başlayınca bıraktığı andaki miktara geçerler. Bağımlılık kronik bir beyin hastalığıdır. Kullanılan maddenin özelliğine göre beyinde farklı reseptörlerin gelişmesine (örneği opiyatlarda), voltaja duyarlı sodyum kanallarını bloke ederek sinir uyarısının başlatılmasını (kokain kullanımında), ya da esrar kullanımında olduğu beyinde kannabinoidlerin bağlanabileceği G protein-eşleştirilmiş kannabinoid reseptörlerinin gelişimine, nikotin kullanımında nikotinerjik asetilkolin reseptörlerleri sayısının artmasıyla sonuçlanır. İşte bu olayların her biri bağımlılığın organik zeminde gelişmesine yol açar. Sonuç olarak bağımlılık hiç bir zaman geçmeyebilir. Bu durumu bağımlı ve bağımlı ailesinin doğru olarak bilmesi gerekir. Esas olan bağımlının madde kullanımına ara vermesi değil, kontrollü davranması ve hiç kullanmamasıdır.

Madde kullanan kişiyi tedaviye yönlendirme Aileler çocuklarının madde kullanımını öğrendiklerinde çok ciddi hayal kırıklıkları yaşarlar, büyük bir şok geçirirler. Kabul etmezler, kabul etmek istemezler, çocuklarının madde kullandıklarına inanmak istemezler. Çünkü gelecekle ilgili tüm umut-

ları ve planları yok olmuştur. Yakın akraba, kapı-komşu ve çevre baskısını düşünmeye başlarlar. Kimi zaman bu durumu kabullenmek istemezler. Nerede hatta yaptık diye kendilerini sorgularlar. Çoğu zaman çocuğa aşırı tepki gösterirler. Burada yapılması gereken şey sakin olmak, düşünmek ve ne yapılacağına karar vermek gerekir. Genç maddenin etkisi altındayken tartışmadan sakınmak gerekir. Çünkü maddenin etkisi altındayken iletişim sorunu ortaya çıkar. Sağlıklı bir sonuç almak mümkün değildir. Madde kullanımı ne kadar erken tespit edilir, bu sorunla ne kadar erken yüz yüze gelinirse, kişiye o kadar çok yardım edilir. Sorunu birebir konuşmaktan çekinilmemeli. Konuşmaktan çekinmek, sorunu çözmeyi değil ertelemeyi ötelemeyi getirir. Madde kullananı anlamak zor ama dinlenilmeli. Anne ve baba destek ve yardım etmek istediklerini belirtmeli, baskı uygulamamalı. Karşılıklı konuşmak ve birbirini dinlemek çok önemli. Ebeveynler ne olursa olsun her zaman onun yanında olacaklarını belirtmeliler. Maddenin kendisinden götürecekleri iyice anlatılmalıdır. Soruna mutlaka birlikte bir çözüm bulunacağı belirtilmelidir. Bağımlının yapması gereken, tüm yaşamını, yaşam şeklini, çevre ve arkadaş gruplarını değiştirmesidir. Kendi istemediği sürece, kimse bağımlı kişiye madde kullanımını bıraktıramaz. O kendi sorumluluğunu almadığı müddetçe, başkalarının onun sorumluluğunu onun yerine üstlenmesi çözüm oluşturmaz. Kendi başına ve kendi isteği ile bırakması, bırakmak istemesi, tekrar başlamasını da engelleyecektir.

13


Kapak

Ali Haydar Özgür

Zihin ikna olmalı, kalp benimsemeli ve beden sergilemelidir

Değerler Eğitimi Son yıllarda sıkça duymaya alıştığımız, okullarda şiddet, kadınlara, çocuklara yönelik şiddet, madde bağımlılığı, eğitimcilerimize, hastanede sağlık çalışanlara yönelik şiddet, toplumsal şiddet, gençlerde suç oranının artması vb. olaylar aklımıza şu soruları getirmektedir. Bazı ahlaki, sosyal ve ailevi değerlere sahipken neden, ne zaman ve nasıl bu duruma geldik, ne oldu da değerlerimizi kaybettik? Aslında geçmişe yönelik bu tür soruların pek önemi kalmamakla birlikte sorunun kaynağını tespit etmek çözüm için önemli bir adım olacaktır. Gelişen toplum ve globalleşen dünyada sosyo-ekonomik dengenin daha çok gelişmiş ülkelerden yana kayması ve gelişmekte olan ülkelerin giderek fakirleşmesi, sanayileşmenin getirdiği bireyselleşme, determinizm ve pragmatizmin yeni kültür ve değer olarak gelişmekte olan toplumlara sunulmasıyla birlikte toplumsal farkındalığımızın görece olarak azalmasını sayabiliriz. Bunların ışığında kendimize sorduğumuz soru şu olmalıdır: Değer nedir, çocuklara vereceğimiz değerler eğitimi nedir ve nasıl olmalıdır? Bu noktadan yola çıkarak aklın ve kalbin birlikte, uyumlu bir şekilde çalışması için toplumsal, ahla-

ki ve bireysel alanlarımıza ilişkin uygun tepki ve duyarlılık geliştirmek ve bunları içselleştirmek gerekir. Psikolog Milton Rokearch değerlerle ilgili tanım yapabilmek için (1973) öncelikle insani değerlerin doğasıyla ilgili temel varsayımları dikkate almıştır ve bu varsayımları şu şekilde açıklamıştır. Bir bireyin sahip olduğu değerlerin toplam sayısı göreceli olarak (nispeten) küçüktür, Bireyler aynı değerleri farklı derecede yüklenirler, Değerlerin organizesi değer sistemleri içinde gerçekleşir, Bireyin değerlerinin gelişiminde, kültür, toplum, kurumlar ve bireyin kişiliği etkilidir, Değerin önemi, sosyal bilimlerin ilgi alanı olan her şeyde belirginleşmekte ve açıkça gözlemlenmektedir. Bu varsayımlar aynı zamanda değer kavramının sosyoloji, psikoloji, antropoloji, psikiyatri, ekonomi, politika, tarih ve


17


Kapak

eğitim gibi bütün sosyal bilimlerde yer aldığının bir kanıtı olarak gözler önüne serilmektedir. Söz konusu bu varsayımlara dayanarak değeri, “aksine/karşıt bir davranış biçimi veya yaşam amacına karşılık bireysel ve sosyal olarak tercih edilen belirli/spesifik bir davranış biçimi veya yaşam amacına olan daimi bir inanç” olarak tanımlanmıştır. Başka bir çalışmada değerler, toplum tarafından onaylanmış motivasyonların sözlü temsilcileri olarak ifade edilmiştir. Değerler yalnızca bireysel düzeyde değil aynı zamanda da örgütsel düzeyde de gelişmektedir. Örgütsel düzeyde gelişen değerler, örgüt kültürü fenomeninin ölçülebilir bir öğesi olarak kavramlaştırılmıştır. Değerler, örgütün karakterini belirlemekte, çalışanlara misyon ve aidiyet duygusu sağlamak ve yöneticilerin davranışlarına rehberlik yapmaktadır. Yukarıdaki birkaç değer tanımından sonra değerler eğitimini açıklamak gerekirse, değerler eğitimi değerleri öğretmek için açık bir girişim olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan da yola çıkarak çocuklarımıza öğretmemiz gerek değerler için ders programlarında yer alan bazı değerler eğitimi konuları; adalet, güler yüz, gerçeğe saygı, dürüstlük, öz eleştiri, sorumluluk, onurlu olmak, insana saygı, fedakârlık, yardımlaşma, sözünde durma, nezaket, hoş görü, cesaret, sevgi, diğerkâmlık, sadakat, saygı, okumak, sağduyu, şefkat, iyilik, sabır, merhamet, çalışkanlık, kadirşinaslık, azim ve iyi niyet olarak belirlenmiştir. Değerler eğitiminin amaçlarını ise şöyle sıralamak mümkündür. İyi karakterli bireyler yetiştirmek Temel değerleri pekiştirmek Çocukların kendilerine ve topluma yararlı olacak temel değerleri psikolojik, bilişsel ve sosyal gelişimlerine uygun olarak kazanmalarını sağlamak, Çocukların kazandıkları değerleri davranışla ifade etmeleri yönünde fırsat vermek, Karakter ve Değerler Eğitiminin ailede ve okulda paralel bir şekilde işleyişini sağlamaktır. Değerler eğitiminin temel özellikleri ise; Değerler boşluk kabul etmez: Değeri olmayan insan yoktur; kötü değerlerle donanmış insan olabilir. Kalıtımla geçmez; çevresel etkenlere göre biçimlenir: Değerler, genetik yollardan geçmez; aile ve okul gibi ortamlarda öğrenilir. Yaşayarak, görerek ve hissederek öğrenilir: De-


ğerler, yaşadıkları ortamlarda; yaşanılarak, gözlenerek ve hissedilerek öğrenilir. Zihin, kalp ve davranış üçgenine oturur: Zihin ikna olmalı, kalp benimsemeli ve beden sergilemelidir. Ret-kabul belirginliğine göre biçimlenir: Değerler, toplumsal ve kurumsal kabul ve retlere göre biçimlenir. İç ve dış tutarlılık gerektirir: Hem değerlerler arasında hem de söylem-eylem arasında tutarlık gerekir. Okullarımızın temel görevlerinde birisi de, öğrencilere okul programında açık ya da açık olmadan belirtilen değerleri öğretmek, öğrencileri belirtilen bireysel, toplumsal ve ahlaki kurallara göre disipline etmek, onların ahlaki gelişimlerine katkıda bulunmak ve kişiliklerini bu doğrultuda olumlu etkilemektir. Değerler bir toplumu oluşturan bireylere nelerin doğru olduğunu, nelerin önemli olduğunu, neleri tercihe etmeleri gerektiğini ve kısaca o toplum içinde nasıl yaşanması gerektiğini belirtir. Eğitim kurumlarımızın hedefleri ve amaçları incelendiğinde birçoğunun vatansever olma, gelişimci olma, sağlıklı olma, temizliğine dikkat etme, ahlaki kurallara uyma, düzenli olma, adil olma, yaratıcı olma, başkalarının haklarına saygılı olma, ailevi değerleri önemseme gibi birçok değeri içerdiği ve öğrencilere bu değerleri vermeye çalıştığı görülmektedir. Eğitim kurumları öğrencilerine nelerin önemli olduğunu ve nasıl yaşanması gerektiği hakkında gerekli rehberliği yapmalıdır. Okullar var olduğu müddetçe duyusal eğitim de var olacaktır. Çünkü okullar, bilginin bilgisizlikten, sosyal düzenin düzensizlikten daha değerli olduğunu öğretir. Kirschenbaum (1995)’a göre değer eğitiminde bugüne kadar değer gerçekleştirme, karakter eğitimi, vatandaşlık eğitimi, ahlak eğitimi olmak üzere dört önemli hareket ortaya çıkmıştır. Bu değerler eğitimi akımları dışında din eğitimi, etik eğitimi, kanun ilişkili eğitim, eleştirel düşünce, empati geliştirme, işbirliği becerileri, karar verme becerileri, ahlaki muhakeme, yaşam becerileri, cinsellik eğitimi, madde bağımlılığı eğitimi gibi değer eğitimi uygulamaları mevcuttur.

Değerler, toplum tarafından onaylanmış motivasyonların sözlü temsilcileridir.

Kaynakça Baysal,N. (2013).Ortaokul Sosyal Bilgiler Dersinde Değerler Eğitimi Uygulamalarının Öğretmenler Yönüyle Değerlendirilmesi. Yüksek Lisans Tezi. Niğde Üniversitesi. Niğde Fischer, R. Ve Simith, P. B. (2004). Valuesandorganizational Justice: Performance and Seniority-based all ocation criteria In the United Kingdomand Germany. Journal of Cross Cultural Psychology, 35 (6), 669-688. Kirschenbaum, H. (1995). 100 ways to enhanc evalues and morality in schools andyouth settings. Massachusetts: Allynve Bacon Company. Leming, J. S. (2008). Researchandpractice in moral and character education: Looselycoupledphenomena. Larry P. Nucci, DarciaNarvaez(Eds.). Handbook of Moral andCharacterEducation. New York andLondon: Routledge Taylor and Francis Group. Özmete, E. (2007), “EffectGender on the Value Perception of theYoung: A Case Analysis”, CollegeStudentJournal, Vol.41, No.4, s.859- 871. Polat, S. ve Celep, C. (2008). Ortaöğretim öğretmenlerinin örgütsel adalet, örgütsel güven, örgütsel vatandaşlık davranışlarına ilişkin algıları. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, 14(54), 307–331. Yılmaz, K. (2006). İlköğretim okulu yönetici ve öğretmenlerine göre kamu ilköğretim okullarında bireysel ve örgütsel değerler ve okul yöneticilerinin okullarını bu değerlere göre yönetme durumları. Yayımlanmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara, Türkiye.

17


çeviri

Bağımlılıkla mücadelede okulların rolü* çe v İ R İ M u rat Karaca Amerikalı gençlerin bağımlılık yapan maddeleri rahatsız edecek düzeyde kullanımı halen daha devam eden bir problemdir. Birçok genç için fiziksel, psikolojik ve sosyolojik açıdan “Evin dışındaki başka bir ev” anlamına gelen okullar, doğal olarak madde bağımlılığını tanımlama, çocukları bağımlılığa karşı eğitme ve koruma noktasında önemli işlev ve fonksiyonlara sahiptirler. Oysaki madde bağımlılığını önleme programlarının bir parçası olarak madde bağımlılığı testinin çocuklar üzerinde rastgele uygulanması son derece titiz ve ayrıntılı bir şekilde hazırlanmış bilimsel değerlendirmeler gerektirmektedir. Genele hitap eden bir uygulama, testin etkililiğini ve olası zararlı sonuçlarını iyi bir şekilde değerlendirmek için devam eden testin sonuçlarını beklemek durumundadır. Eğer çocuk üzerinde madde bağımlılığı testi uygulanacaksa, kesinlikle bu uygulama yalıtılmış bir ortamda yapılmamalıdır. Başlıca görevleri bağımlılığa karşı etkili programlar/uygulamalar kullanmak, bağımlılık maddelerini kullanma noktasında olası riskler taşıyan öğrencileri tanımlamak ve öğrencileri gerekli sağlık kurumlarına yönlendirmek olan okullar hem aileler ile hem profesyonel sağlık çalışanları ile hem de resmi görevliler ile birlikte çalışma ve hareket etme fırsatına sahiptirler. Eğer madde kullanımı tespit edilirse, okullar öğrencilerine yardım etmek için profesyonel sağlık çalışanları ile güçlü bağlar ve ilişkiler geliştirebilir. Madde kullanımı noktasında bireysel müdahaleye maruz kalmış bir öğrenci gizliliği ve mahremiyeti hak etmektedir. Bu öğrencinin durumu ile ilgili farkındalık sadece ailesi, yakın çevresi ve çeşitli sağlık uzmanları ile sınırlandırılmalıdır. Öğrenciler, günlerinin büyük bir kısmını okulda geçirmektedirler. Okul çevresi, öğrencilere kendi davranışlarını karşılaştıracak davranış standartları sunmaktadır. Okul personeli ba-

“Evin dışındaki başka bir ev” anlamına gelen okullar, madde bağımlılığını tanımlama, çocukları bağımlılığa karşı eğitme ve koruma noktasında önemli fonksiyonlara sahiptirler.


zen ergen öğrencilerin kendi davranışlarını değerlendirip muhakeme edebilmeleri için öğrencilere etkileyici rol modeller olarak hizmet edebilirler. Öğretmenlerinin kendileriyle ilgilendiklerinin farkında ve bilincinde olan öğrencilerin sigara içmesi, uyuşturucu kullanması, alkol alması veya sağlığı tehdit eden diğer davranışlarda bulunması çok daha düşük bir ihtimaldir. Öğretmenlerle iletişim halinde olmak ve onlarla güzel ilişkiler içerisinde olmak tüm öğrenciler için özellikle de ortaokul öğrencileri için yaşamsaldır ve önemi çok büyüktür. Okul ile en gevşek bağlarla ilişki içerisinde olan öğrenciler, madde bağımlılığının gelecekteki hedefleri ve hayalleri elde etme olasılığını düşürdüğü noktasında daha az bir farkındalığa sahiptirler. Beyni uyaran kimyasalların kullanımının okul performansı üzerinde zararlı ve kötü etkileri vardır. Bu tarz uyarıcı maddelerin etkisi altında kalmış öğrenciler öğrenmeye hazır olmadıkları gibi uzun vadeli zihinsel ve bilişsel gelişim noktasında da risk altındadırlar. Madde kullanımı genellikle motivasyon eksikliği ve irade zayıflığı ile ilişkilendirildiği gibi okula devam olasılığını da düşürür. Tabi güvenlik meselelerini de unutmamak gerekir. Alkol gibi maruanna kullanımı da motor kaslarının zarar görmesi ve neticede ölümle sonuçlanma riski ile karşılaşılmasıyla yakından ilişkilidir. Bunların yanında, madde kullanımı anti-sosyal ve yabani davranışların (okula silah ve bıçak getirmek) gelişmesinin de sorumlusudur. Uzman sağlık personelleri ve toplum destek uzmanları ile işbirliği içerisinde çalışan okullar, yasal olmayan madde kullanım işaret ve semptomlarını tanı ve teşhis noktasında gayet iyi bir iş çıkarmaktadırlar. Okul performansı düşüklüğü, derslerdeki başarısızlık veya okulu asma gibi durumlar madde kullanımına yönelik ipuçları olabilir ve bu ipuçları öğrencinin bu davranışlarının iyice saptanabilmesi için kendi evine tedavi amaçlı gönderilmesi ihtiyacını doğurur. ABD Yüksek Mahkemesi 2002 Haziran ayında tüm ortaokul ve yüksekokul-

Madde kullanımı noktasında bireysel müdahaleye maruz kalmış bir öğrenci, gizliliği ve mahremiyeti hak etmektedir.

sının koruması altında bile) işi uzun vadede zararlı sonuçlar doğurabilir. Bu yüzden sıkı koruma önlemleri ve uygulamaları devreye sokulmalıdır. Okullar, madde bağımlılık testi uygulamaları yerine okul sonrası program önerileri, bağımlılık eğitimi ile paralel seyreden yaşam becerileri eğitimi uygulamaları, daha iyi bilgilenmeleri açısından ebeveynlere yardım edilmesi, danışmanlık hizmeti yardımı, sorunlu davranışları belirlemek için erken teşhis koyma işlemi ve öğrencileri uzman sağlık personeline yönlendirme gibi çok geniş bir yelpazede var olan alternatifleri uygulayabilirler. Okullar sahip olduğu 3 temel gerekçeden ötürü madde kullanımı önlemede en uygun ortamlar olarak bilinmektedir. larda yasal olmayan madde kullanımı1. Önleme programı, çocukların madnı ölçmek için rastgele uygulanan madde kullanım testlerine izin vererek tüm dev- de kullanımına ilişkin inançları ve umutları oluşmadan evvel çocuklara yoğunlet okullarında yetkisini kullanarak uygulama alanlarını genişletti. Bazı okullar laşmalı 2. Okullar genç kitlelere ulaşmada en ve bölgeler madde kullanım testini uygularken bazı okullar da bu testleri rekabe- sistematik yol ve yöntemlere sahip kute dayalı sportif faaliyetlerde kullanmayı rumlardır. 3. Okullar madde kullanımına yönelik daha uygun buldular. Öğrenciler bu tarama ve ölçme sürecinden aklanıncaya ka- geniş ölçekli eğitim politikaları geliştiredar bazı sportif faaliyetlerinden uzak ka- bilen yerlerdir. Eğitmenler, çocukların ve yetişkinlelabilirler. Tarama testleri idrardan saç örneklerine hatta ekranda sonuçları hemen rin madde kullanımına yönelik iştahlarıbeliren testlere kadar çok çeşitli kategori- nı kabartmadan madde kullanımıyla ilgili anlamlı gerçekleri açıklama sorunuyla da lerde yapılmaktadır. baş etmek durumundadırlar. Etkililik düBazı toplum liderleri madde bağımzeyi kanıtlanmış ve okulda kullanılmak lılığını önlemede ve madde bağımlıüzere tasarlanmış pek çok müfredat busı olan gençleri erken teşhis etmede yardımcı bir unsur olarak geniş ölçekli tara- lunmaktadır. Birçok program olmasına ma testlerini önermektedirler. Çocuk ge- rağmen bazı etkili programlar öğrencilerin problem çözme yeteneklerini gelişlişim uzmanları ve birçok ebeveyn ise, tirmeye ve medyanın etkilerini değerlenokul-merkezli tarama testlerinin çocukları gereksiz yere etiketleyip onları kışkır- dirmeye dönük destek programlarına yötabileceğini ayrıca bireysel ve ailevi mah- nelmişken; bazı programlar da çocukları remiyetin ortadan kalkabileceği uyarısı- özgüvenini artırma, stres ve kaygıları en nı yapmaktadır. Taşınabilir Sağlık Sigor- aza indirme aktivitelerine yönelmiş bulunmaktadır. Tüm bu yetenekler göstertası ve Sorumluluk Yasası tıbbi kolaylıklar sağlamaktadır; fakat öğrenciler ve ye- me, uygulama ve ödüllendirme metotlarını içeren bir kombinasyon şeklinde eğitişkinler okuldaki tıbbi bilgilerini koruma noktasında aynı güvenlik önlemlerine tim müfredatında uygulanabilir. ve koruma tedbirlerine sahip değildirler. (*) Bu yazı Amerikan Çocuk Gelişimciler Öğrencinin test sonuçlarını okul persoAkademisi Dergisi’nden derlenmiştir. nelin erişimine açık olan verilerine kaydetme (Aile Eğitim Hakkı ve Gizliği yasa- pediatrics.aappublications.org


rรถportaj


Yeşİlay Genel Müdürü

Savaş Yılmaz Yeşilay olarak en öncelikli stratejik hedefimiz; bağımlılık alanında bilinçlendirme ve önleyici tedbirleri geliştirme. Bağımlılık eğitimi vermenin diğer eğitimlerden farkı hiç şüphesiz çok daha hassas ve zor olmasıdır. Genç nüfusun ülkemizde yoğun olması ve bu nüfusun bağımlılık tehlikesiyle karşı karşıya gelmesinin boyutları düşünüldüğünde ulusal düzeyde önleyici bir çalışmanın ortaya çıkarılması ve devletin ilgili tüm organlarının ve sivil toplum kuruluşlarının da desteğiyle topyekûn mücadele edilmesi gerektiği kaçınılmaz bir gerçektir. Yeşilay Cemiyeti de Kasım 2013’te ilk adımını atacağı bir proje başlatıyor: Ulusal Eğitim Projesi. 7’den 70’e herkese uygun eğitim modülleriyle bağımlılıkla mücadele hakkında bilgilendirme ve uygulama çalışmalarının yapılacağı bu projeyle ulusal düzeyde bağımlılıklarla mücadelede ciddi bir farkındalığın oluşturulması hedefleniyor.

Röportaj: Sümeyya Olcay

21


Ulusal Eğitim Projesini genel hatlarıyla anlatabilir misiniz? Neden ihtiyaç duyuldu? Geliştirilmesinin amacı ne idi? Türkiye Yeşilay Cemiyeti olarak yüzyılla yakın bir sürede bağımlılıklarla mücadelemiz devam etmektedir. Bir sivil toplum kuruluşu (STK) olarak en önemli önceliğimiz bağımlılıklardan çocuk ve gençlerimizi koruyarak ülke ve toplumun geleceğini güvence altına almaktır. Modern toplumlarda STK’lara düşen en önemli görev toplumsal savunuculuk misyonuyla kendine görev edindiği konu ile ilgili toplumu bilinçlendirmek ve bir farkındalık oluşturmaktır. Yeşilay olarak bağımlılık alanında bilinçlendirme ve önleyici tedbirleri geliştirme konusunu en öncelikli stratejik hedef olarak belirledik. Bu anlamda da öncelikle kamu kuruluşlarıyla işbirliklerimizi gerçekleştirerek toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir eğitim projesi geliştirdik. Ulusal Eğitim Projesi bu kapsamda konuyla ilgili standart hizmet sunma ihtiyacından doğmuştur. Değişen ve gelişen dünyamızda bağımlılıklar konusunun halk sağlığı gündeminden uzaklaştırılarak özgürlükler kavramıyla özdeşleştirilmesine ve normalleştirilmesine doğru bir eğilim olduğunu görüyoruz. Oysaki çok nettir, bağımlıysanız özgür olamazsınız, orada bir sorun oluşmaya başlar; çünkü insan yaratılışı itibariyle özgür kalmak isteyen bir canlıdır. Tam da bu ihtiyaçtan doğan, insanımızın özgürlüğüne yönelik bir saldırı olduğunu düşündüğümüz bağımlılıklarla ilgili bilgilendirme, bilinçlendirme, farkındalık oluşturma ve arttırma amacıyla Ulusal Eğitim Projesi’ni geliştirdik. Projede ilk mecramız okullar Projenin pilot uygulamasını en öncelikli alanımız olan geleceğimizin teminatı çocuklarımızla başlayacağız. İlk mecramız elbette ki kaçınılmaz olarak okullarımız ve ilk proje ortağımız da Milli Eğitim Bakanlığı. Kasım 2013’te İstanbul’un 39 ilçesinde projeye başlayacağız. Her ne kadar sorun metropollerde yoğunlaşıyor gibi görünse de gerçekte önleyici nitelik taşıması nedeni ile projenin ulusal dü-

zeyde uygulanması gerekliliğine yoğunlaştık. Proje olarak başlayan bu uygulamanın, pilot uygulamadan sonra bir programa dönüşmesi ve sürekli bir eğitim alanı olması hedeflenmektedir. Proje çerçevesinde belli hedef gruplar ve sunulacak programla ilgili eğitim periyodları hazırlanıyor. Bu eğitim modüllerinde dikkat ettiğiniz noktalar nelerdir? Uygulama metodolojisi için neler söyleyebilirsiniz? Eğitim programları 7’den 70’e her yaş grubunun ihtiyaçlarına yönelik tasarlanıyor. Etkin bir eğitim hazırlama sürecinde en önemli nokta ihtiyaca ve grubun özelliklerine uygun tasarlanmasıdır. Biz de çocuk ve gençler için okul destekli çalışmaları, yetişkin grupları için farklı saha uygulamaları planlandık. Her yaş grubundan kişi için içinde bulunduğu pedagojik ve androgojik özelliklere uygun programlar geliştiriyoruz. Ve yine her uygulama alanı için sektördeki aktör kurumlarla işbirliği içindeyiz. Proje için bir süre belirlendi mi? Bu proje için bir başlangıç tarihi söyleyebilir ancak bitiş tarihi veremeyiz. Çünkü proje sınırsız süreli planlanmıştır. Bu sebeple aslında ben projeden ziyade bir program ve bir operasyon gözüyle bakıyorum. Süreçte programların revizyonu, yaygınlaştırma aşamasında sisteme yeni kurumların eklenmesi gibi bir dizi gelişim potansiyeli olan ve ihtiyaçlarla şekillenerek büyüyecek bir çalışmadır. Bağımlılık eğitimi vermenin diğer eğitimlerden farkı çok daha hassas ve zor olması. Bu çalışmada hangi yaş gruplarına hitap edeceksiniz? Bu yaş gruplarına hangi uygulamalarla ulaşılacak? Çok hassas bir konu olması bizi de daha itinalı davranma konusunda motive ediyor. Yeşilay’ın farklı disiplinlerden kendi alanlarında önemli isimlerden oluşan bir Bilim Kurulu bulunmaktadır. İçerikler her aşamada bilim kurulunun onayından geçmekte ve birçok açıdan değerlendirildikten sonra nihai halini almaktadır. Anaokulundan liseye kadar eğitimine devam etmekte olan gruplarla birlikte okul uygulamaları gerçekleştirecek. Çalışanları üniversitelerde ve diğer yetişkin gruplarını da ilgili kurumlar aracılığıyla ve etkileşimli uzaktan eğitim uygulamaları ile projeyi uygulayacağız. Yani sunduğumuz eğitimleri yaygınlaştırırken zamanımız getirdiği tüm yeniliklerden de faydalanacağız. Bunun yanı sıra yine sahada destekleyici etkinlik ve bilinçlendirme faaliyetlerimiz de devam edecek. Ulusal Eğitim Projesi için işbirliği yaptığınız kurumlar hangileridir? Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal

22


Yeşilay, saygınlığı toplumun her kesimi tarafından kabul edilen, asırlık bir STK olarak bu projenin sürdürülebilirliği için önemli bir güçtür.


Güvenlik Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ilk aklıma gelen işbirliği yapacağımız kamu kurumları. Bunun yanında Sivil Toplum Kuruluşları ve özel sektör temsilcileri ile de işbirliklerimizi olacak. Proje için bir bilim kurulu oluşturduğunuzu belirttiniz. Söz konusu bu yapıyı biraz daha açabilir misiniz? Ayrıca bu çalışma için ölçme değerlendirme yapılacak mı? Çok değerli ve kendi alanında önemli çalışmalar yapan hocalarımızdan oluşan bir Bilim Kurulu oluşturuldu. Ayrıca çalışanlarımızdan, bilim kurulu üyelerinden ve yine yönetim kurulumuzdan oluşturduğumuz bir de Ulusal Eğitim Projesi Komisyonumuz var. Bu iki yapı teorik olarak tasarlanan içeriğin eğitim dokümanına dönüşmesini ger-

çekleştirmektedir. İçeriklerin eğitim, yöntem ve tekniklerle hazır hale getirilmesi ise bu çalışmanın bir sonraki aşaması. Bizim en çok üzerinde düşündüğümüz aşama ise izleme değerlendirme aşamasıdır. Birçok proje ve program uygulamasında göz ardı edilen aşama bu projede daha tasarlanırken düşünülmüş ve buna göre hazırlıklar yapılmıştır. Ölçülmeyen hiçbir şeyin faydasından emin olamayacağımızın farkında olarak program uygulamalarının her aşaması için ölçme araçları geliştiriyoruz. Hem eğitimci hem de öğrenen memnuniyetinden davranış değişikliğine uzanan bir çerçevede ölçme değerlendirme çalışmaları yürütecek, programların etkisini ölçeceğiz. Projenin sürdürülebilirliğini sağlamak adına plan ve programlar geliştirildi mi?


Etkin bir eğitim hazırlama sürecinde en önemli nokta ihtiyaca ve grubun özelliklerine uygun eğitim modüllerinin tasarlanmasıdır.

Projenin temel faaliyeti olan önleyici ve koruyucu eğitim çalışmaları, Yeşilay’ın temel faaliyet alanı ve asli görevidir. Yeşilay, saygınlığı toplumun her kesimi tarafından kabul edilen, asırlık bir STK olarak projenin sürdürülebilirliği için önemli bir güçtür. STK’ların üstleneceği diğer önemli misyon da kamu kurumlarının o alanda etkinliğini artırmak ve bu kapasitenin gelişmesine katkıda bulunmaktır. Ayrıca bunu destekleyen çok önemli bir diğer güç ise projeye devlet kurumlarının gerekliliğine inanarak ve istekle destek veriyor olmalarıdır. Öyle ki, proje kapsamında geliştirilen programlara yönelik çalışmalar Yeşilay Eğitim Birimi ve bahsettiğim kurullar tarafından yürütülürken uygulama etapları ilgili sahanın eğitimcileri aracılığıyla sunulmaktadır. Bu metodu benimsemekteki amacımız ise projenin yerel kaynakla sürdürülebilirliğini desteklemektir.

Savaş Yılmaz:

İlk orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Lisans derecesini Ankara Üniversitesi Siyasal bilgiler Fakültesi İşletme Bölümünde, Yüksek lisansı Gazi Üniversitesi Kamu Maliyesi bölümünde tamamladı. Halen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Ekonomisi Doktorasına devam etmekte. İş hayatına Dışbank A.Ş de müfettiş olarak başladıktan sonra Dünya Bankası’nın Türkiye’de yürüttüğü programlar olan Sosyal Riski Azaltma, İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Kapasitesinin Arttırılması Projesinde yöneticilik ve son olarak da Sağlıkta Dönüşüm ve Sosyal Güvenlik Reformu Projesinin Direktörlüğünü yaptı. Bakan müşavirliği ve özel sektörde çeşitli kuruluşlarda icra kurulu üyelikleri yapan Savaş Yılmaz 2013 Ağustos ayından bu yana Yeşilay Genel Müdürlüğü yapmaktadır.

25


RÖPORTAJ


YRD. DOÇ. DR.

ITIR TARI CÖMERT Terapİnİn bİrİncİ hedefİ

bırakmış bağımlılar İçİn relapsi önlemektİr. Bırakmaya çalışan bağımlılar İçİn kullanımı azaltmadır.

Hayatlarındaki risk faktörlerini aza indirir, koruyucu faktörleri yukarı çıkartırsak, bağımlıları sosyal destek sistemi içerisinde tutmaya çalışırsak eğer onlar da madde kullanmak yerine başka alanlara yönelirler diyor Yrd. Doç. Dr. Itır Tarı Cömert. Bağımlılık alanındaki çalışmaları ile öne çıkan Itır Tarı Cömert ile bağımlılık tedavisini ve terapi sürecini konuştuk.

RÖPORTAJ: sümeyya olcay FOTOĞRAF: Meryem Olcay

27


Terapi nedir? Madde bağımlısı bir hastanın ilaç yanında terapiyoluyla tedavi görmesi hastalığı atlatmada ne kadar etkilidir? Terapinin bağlı bulunduğun psikolojik ekole göre tanımı farklılık gösterir. Bilişsel davranışçı terapi açısından insanın zihinsel süreçlerindeki çarpmaları, olumsuzlukları değiştirerek bir davranış değişikliği oluşturan süreçtir terapi. Bu süreçte de karşımızdaki insana eşlik eden kişi demektir terapist. Terapi sürecinde danışan hayatını olumsuz etkileyen düşünceleri farkeder ve bunları değiştirmek için deneme yanılma yoluyla çalışır. Başarılı olduğu zaman davranış değişikliği olur ve bir anda artık yeni bir şekilde davranmaya başlar. Bu da onun kendini daha iyi hissetmesine ve hayata başka bir şekilde bakıyor olmasına yarar. Terapi sohbet ortamı olarak algılanıyor çoğu kez. Terapide asıl amaç akıl verme, yol göstermeme midir? Belirleyici kişi kimdir? Terapistin hastaya karşı tavrı nasıl olmalıdır? Terapist süreçte danışanına eşlik eden kişidir. Danışanı ile beraber soluklanır, onunla beraber hareket eder, bir yönlendirme yapmaz. Terapist hiçbir zaman ‘Bak bunu seçersen senin çok daha iyi olur’ demez. Fakat danışanına

başka opsiyonların da olabileceğini, başka alternatiflerinde düşünülebileceğini hatırlatabilir. Fakat gene de bu opsiyonlardan birini seçmek danışanın kendisinin yapmak zorunda olduğu bir durumdur. Sohbet ortamı olması noktasında ise şunu söyleyebilirim; o zaman bizim yaptığımız işin komşu Ayşe teyzeden ne gibi farkı olur ki? Her birimiz gün içerisinde arkadaşlarımızla, dostlarımızla bir şekilde sohbet ediyoruz. Fikir alışverişinde bulunuyoruz. Terapi sürecinde aslolan; terapistin insanı yüksüz, yansız, yargısız olarak dinlemesi, ona kendi doğrularını empoze etmemesidir. Bir terapist için önemli olan danışanın kendisine verdiği problem tanımıdır. Çünkü terapi bu problemi çözmek için danışanı yaşa-

Terapist süreçte danışanına eşlik eden kişidir. Danışanı ile beraber soluklanır, onunla beraber hareket eder, bir yönlendirme yapmaz.

28


Küçük yaş grubu çocuklara için sağlıklı yaşam becerileri, ilacı sadece doktorun vereceği, onun dışında hiç kimseden bir ilaç alınmaması gerektiği aileler tarafından anlatılabilir.

dığı çerçeveyle beraber değerlendirip ona alternatiflerin neler olabileceğini göstermektir. Bu açıdan terapi bir sohbetten ziyade bir iyileştirme ve değişim sürecidir. Madde kullananlara uygulanan terapinin diğer terapilerden farkı ve zorluğu vardır muhakkak. Hassaslık gerektiren noktalar hangileridir? Madde bağımlısı ile başlanılan terapötik süreç bir terapisti zorlayan durumlardır. Çünkü madde bağımlılığı kısır bir döngüdür. Bağımlılar bırakırlar, tekrar başlarlar, tekrar bırakıp tekrar başlarlar. Bir kere bu terapistte ciddi bir çökkünlük oluşturur. Tamirci gibi düşünün. Sızıntı var, yamıyorsunuz, düzeltiyorsunuz fakat ondan sonra tekrar sızıntı başlıyor. Bu açıdan madde bağımlısıyla çalışmak çok zordur. Terapist için de örseleyici bir süreçtir. Madde bağımlıları ile dikkat edilmesi gereken birçok önemli nokta var. Bir kere danışanların asla ve asla seansa alkol ve madde almış bir şekilde gelmemeleri gerekir. En baştan danışanınız ile bu anlaşmayı yapıyor olmanız gerekir. Gizlilik ve etik ilkelere uyacağınızın, bunun sadece ikiniz arasında kalan bir durum olacağının teminatını vermeniz gerekir danışanınıza ve bunun karşılığında da danışanınızın seanslara alkol ya da madde almış şekilde gelmemesini kesin bir dille belirtmeniz gerekir. Şayet gelirse eğer danışanınızı o seansa almayacaksınız. Madde bağımlıları yalana çok başvururlar. Madde bağımlıları kullandıkları maddenin miktarı hakkında yalan söylerler, azaltırlar; bu sebeple her zaman madde bağımlısının bu açıdan size verdiği bilgiye birazcık şüpheyle yaklaşıyor olacaksınız. Doğruluğunu muhakkak birincil, ikincil kaynaklardan kontrol edeceksiniz. Madde bağımlılığı multidisiplinel çalışılması gereken bir alan. Aynı zamanda da bir sürü kişinin bir arada çalışması gereken bir alan. Anne ba-

basıyla, okulda arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle mutlaka dirsek temasında olacak terapist. Bu ‘biliyor musunuz, madde kullanıyor’ anlamında değil. Sadece ruhsal durumunun oralarda nasıl dalgalandığını görmek için, hiç okula madde etkisiyle gitmiş mi, eve bu şekilde gelmiş mi bunu anlamak için mutlaka bunları kontrol ediyor olmanız gerekir. Bağımlılıkta önleyici tedbirler çok önemlidir. Yani bu tehlikenin hiç bulaşmaması için çocuk önce aile daha sonra çevre yani okul, öğretmen tarafından eğitilmelidir. Bu durumda çocukları sıkmadan, madde bağımlılığından önleyici ebeveyn yaklaşımları nasıl olmalıdır? Bir kere yaşa uygun doğru bilgiyi vermek en önemlisi. Her çocuk anlatılanı anlar. Ama ne zaman anlar? Onun yaşına uygun doğru bir biçimde anlattığınız zaman anlar. Küçük yaş grubu çocuklar için bizim de çalışmalarımızda yaptığımız gibi sağlıklı yaşam becerileri, ilacı sadece doktorun vereceği, onun dışında hiç kimseden bir ilaç alınmaması gerektiği aileler tarafından çocuklara anlatılabilir. Vücut sağlığı ve vücut sağlığını etkileyen hastalıklar anlatılabilir. Bağımlılık bir hastalıktır. Bütün vücudu, insanın iyi oluşunu, beynini etkileyen bir hastalıktır. Bağımlılığa bu şekilde yaklaşırlarsa eğer ve bu şekilde düşünürlerse ailelere eğitim verebilirler. Daha büyük yaş grubuiçin de gene maddelerin etkileri ya da maddelerin onlar üstünde bıraktığı etkiler anlatılmadan -çünkü bu sefer merak duygusu gelişecektir;‘bak insanlar böyle maddelerden bahsediyorlar, arkadaşların arasında kullanan olabilir, görmüş olabilirsin, önemli olan seni iyi olman, hayır demen, hayır demek çok önemli bir beceridir, insanlara hayır diyebilmelisin, kendin korumayı bilmelisin, fiziksel sağlığına, ruhsal bütünlüğüne zarar gelmeyecek şekilde davranmalısın ve


Bağımlılar istedikleri zaman madde bulabilirler. Bunun için her yolu denerler, evden kaçarlar, para bulmak için suça ya da şiddete karışırlar.

bunun için de bunlara dikkat etmelisin.’ diye nazik bir şekilde uyarılarda bulunabilirler. Uyum sorunu yaşayan ebeveynlerin genellikle çocukları da aile ve çevreyle uyum sorunu yaşamaktadır. Bu durumda özellikle ebeveynlerle birlikte yürüttüğünüz terapötik yaklaşımlar nelerdir? Madde bağımlısıyla hiçbir zaman tek çalışamazsınız. Mutlaka annesiyle, babasıyla varsa eşiyle çalışıyor olmanız gerekiyor. Bağımlılık dediğimiz şey bir sonuç aslında. Bunun nedenini bulmamız gerekiyor. Nedeninin en önemli kısımları bu insanların problem çözme yeteneklerinin, insan ilişkilerinin zayıf olması, karar verme, hayır deme becerilerinin zayıf olmasıdır; ama kime hayır diyemiyor ve kime hayır diyemediği için kendini kötü hissediyor ve bu noktada da kötü hissetmekten kaçmak için madde kullanmaya başlıyorlar, bunun araştırılması gerekiyor. Bunun için aileyle, ailenin davranış kalıpları üzerinde, ailenin sınır koyma becerileri ile ilgili, öfke yönetimi ile ilgili, aile içi iletişimleri ile ilgili mutlaka çalışıyor olmak gerekir. Bağımlılık bir sonuç ise bunu ortaya çıkartan nedenler ile ilgili çalışmak gerekir. Bu bir sacayağı gibiyse eğer bu nedenlerin içinde tabii ki aile var. Ve bu ayakları dengede tutmak için birkaç koldan çalışmanız gerekir. Birçok gruba bağımlılık hakkında eğitim vermektesiniz. Öncelikle karışık bir grupta genel olarak bağımlılığı nasıl izah ediyorsunuz? Düzgün bir eğitimin amacı zaten herkese hitap edebilecek şeyleri onların anlayabileceği şekilde anlatmak. Önce temel bilgileri açıklamaya çalışıyorum. Bağımlılığın ne olduğunu, kısır döngünün nasıl gerçekleştiğini, bu kısır döngünün nasıl temizlenir, nasıl kırılır ise eğer bunun temizlenebileceğini, yanlış tutumların ne olduğunu anlatıyorum. Yanlış tutumların birçoğu bağımlıların ebeveynlerinin uyguladığı tutumlar oluyor. Bir yere kapatmak, köye göndermek, uzaklaştırmak, okuldan almak gibi ailelerin bu tarz yanlış tutumları oldukça fazla. İstanbul’dan uzaklaştıralım, köye gönderelim ki bulamasın bir şey. Fakat bunlar işlevsel değildir. Zaten bağımlılar istedikleri zaman madde bulabilirler. Bunun için her yolu denerler, evden kaçarlar, para bulmak için suça ya da şiddete karışırlar. Ben de bunlar üstünden anlatmaya çalışıyorum bağımlılığı. Bir şeyi siz bugüne kadar yanlış yapmışsınız ki olmamış. O yanlış yaptığınız yanlışı çözmeye çalışırsak eğer, birinci basamağı bu şekilde atlatarak bir şeyleri değiştirmeye başlamış oluruz. Tabi bu akşamdan sabaha olacak bir iş değil. Zaten madde bağımlısı olan kişi iyileşmez ama düzelebilir ve bu şekilde yaşamlarına devam edebilir.


31

Bu iyileşmez ibaresi de bağımlı kişilerin tedaviye karşı tüm cesaretlerini kırmakta. Bunu kontrol altında tutmak için de ayrı bir çaba gerekiyor… Evet, fakat çok uzun süre temiz kalan bağımlılar var. 20 senedir temiz kalan bağımlı danışanlarım var benim. Hayatlarındaki risk faktörlerini aza indirir, koruyucu faktörleri yukarı çıkartırsak eğer, bağımlıları sosyal destek sistemi içerisinde tutmaya çalışırsak, onları etiketlemezsek, toplum içinden dışlamazsak, onları işlevsel hale getirirsek eğer onlar da madde kullanmak yerine başka alanlara yönelirler. Ve uzun sürede temiz kalırlar. Şöyle de anlatabiliriz; teşbihte hata olmasın. Madde bağımlısı olmayan insanlar Çengelköy salatalığı iseler eğer, madde bağımlısı insanlar artık salatalık turşusu olmuş insanlardır. O turşu hiçbir zaman salatalığa dönmez fakat turşu olarak da yenebilirler. Akmadan, kokmadan, bozulmadan yaşarlar. Birleşmiş Milletler “Bir kere madde kullanmış olmak demek madde bağımlısıdır tanısı almaya yeterlidir.” diyor. Bu çok ağır bir ibaredir. Bir kere bile sigarayı denemiş olmak demek sigara bağımlısıdır demem için yeterlidir bu tanıma göre. Bu noktada durduğunuz zaman o ilişkinin bir kere başlamış olması geri dönüşümsüz bir şey. O ilişki başlamıştır ama siz onu devam ettirmezsiniz. Devam ettirmeyi tercih etmezsiniz. Onun için düzelmezsiniz ama iyileşirsiniz.

Peki, tedavi sırasında karşılaşılan zorluklar nelerdir? Nasıl atlatılmaktadır? Tedavi süreci madde bağımlıları için uzun bir süreç. Terapiste gittiğiniz zaman sıkıntınız depresyon ise en fazla 12 seans sonrası kendinizi daha iyi hissetmeye başlarsınız. Fakat bağımlılık böyle bir şey değil. Bağımlılıkta ilaç tedavisinin yanında terapi senelerce devam eden bir süreç. Üç gittim, beş gittim artık iyileştim diyebileceğiniz bir şey de değil. Çünkü terapide en önemlisi relaps dediğimiz yani tekrar madde kullanımının isteğinin artmasına engel olmaktır. Madde bağımlıları bir süre sonra kullandıkları maddeyi bırakırlar çünkü maddeden fiziksel, sosyal ve ruhsal olarak zarar görürler ve madde kullanımına ara vermeye karar verirler. Bu noktada ne kadar ara vermeleri, o süre tamamen bağımlının kendisiyle alakalı bir şeydir. Evet ya ben böyle iyiyim ve bu noktada devam edeyim derse eğer çok güzel, sıkıntı yok. Ama tekrar ‘ya ben bir kere madde kullansam, canım çok istedi, hava da güzel, bir şey yapsam’ dediği nokta yani madde kullanımı isteğinin başladığı nokta zaten terapiyi sıkıntıya sokan noktadır. On içiyorsa dokuza düşüreceğiz; önce zarar azaltacağız. Terapinin birinci hedefi bırakmış bağımlılar için relapsi önlemektir. Bırakmaya çalışan bağımlı-


Terapide amaç relaps denilen tekrar madde kullanımı isteğinin artmasına engel olmaktır.

lar için azaltmadır. On içiyorsa dokuza düşüreceğiz; önce zarar azaltacağız. Ama karşınıza gelen madde bağımlısına ‘artık bir daha madde kullanmayacaksın’ derseniz zaten o kişi ikinci defa karşınıza gelip oturmaz. Çünkü hayatında herkes ona ‘maddeyi bırak ölürsün, şu olur, bu olur’ diyor. Kendisi de biliyor bunu. Terapiye devam etmesi için ona başka bir şeyler vermeniz gerekiyor. Yani sizin terapist olarak söylediğiniz şeyin diğer insanların söylediklerinden farklı olması gerekiyor. Bu da bırak ya da bırakma bu senin kararın; ama gel azaltalım demek oluyor. Kesinlikle bireysel danışma yapacaksınız. Fakat yapılan çalışmalar şunu gösteriyor ki grup çalışmaları da madde bağımlıları için çok işe yarıyor. Çünkü o grubun birlikteliği, benzer şeyleri yaşamış olmaları, aynı kötü duruma düşmüş olmaları, aynı şeyleri hissetmeleri ve birisi beni anlıyor ya da benim başıma gelen başkalarının başına da gelmiş, ben tek değilim duygusu o ortaklık ve birliktelik bir süre sonra madde bağımlılarının biraz daha çabuk değişmesine yarıyor. Bireysel tedavi şart ama bunun yanında grup tedavisi, aile desteği, okuldaysa eğer okul arkadaş ve öğretmenlerinin bağımlıyı desteklemesi, bir bütün olarak bağımlılığa bakılması önemli. Türkiye’de durum nasıl? İnsanlar bu kadar çok açık mı bu tedaviye? Gerçek şu ki en iyi aileler bile üçüncü seansın sonunda terk ediyorlar, vazgeçiyorlar gelmekten. Bir danışanım var. Çok uzun zamandır oğlu madde bağımlısı. Ailecek gördüm çok uzun zaman kendilerini. Ve çok tesadüfi bir şekilde geçenlerde beni aradı ve ‘artık ilaçlarını da kul-

lanmıyor, yapacak hiçbir şey kalmadı, ben diğer çocuklarımın sağlığını da düşünmeliyim.’ dedi. Artık ne yaparsa yapsın bırakacağım noktasında anne. Fakat bir anneyi ya da babayı bu noktaya getirmek önemli bir örselenmişlik demek. Bunu es geçmemek lazım. Demek ki bu insanlar senelerce neler yaşamışlar ki artık pes ediyorlar. Çünkü hiç kimse durduk yere kendi çocuğundan bu kadar çabuk vazgeçmez. En sivilize aileler bile seanstan kaçıyor. En sivilize, en modern görünen aileler bile dört, beş defa seansa geliyorlar sonra kaçıyorlar. Çünkü söylenenleri duymak istemiyorlar. ‘Bu çocuğun böyle olmasının sebebi sizsiniz. Siz bu çocuğa düzgün sınır koysaydınız, hayır deme becerisini öğretseydiniz, sınırlarınızda tutarlı olsaydınız, uygun yetiştirme tarzı ile yaklaşsaydınız çocuğa; bu çocuk böyle olmayacaktı o zaman’ ı kimse duymak istemiyor. Çünkü herkes sistemde başka birisini kara koyun olarak gösterip bütün suçu onun üstüne atmak istiyor. ‘Bu mu, bir işe yaramaz, bir baltaya da sap olmaz. Madde bağımlısı zaten.’ deyip çocuğu hedef olarak gösterebiliyorlar. Bazı aileler de rol model olarak çok iyi aileler. Ama bir bakıyorsunuz çocuğu yetiştirme tarzları uygun değil, sınır koymamışlar çocuğa. Çocuğu bir birey olarak görmemişler. Özgürlüğü bu anlamda kısıtlamışlar, yok saymışlar. Çocuk da ben iyi bir şey yapsam ailem anlamıyor, kötü bir şey yapsam laf söylüyorlar; bari kötü bir şey yapayım da haksız çıkarmayım ailemi diyor. Muhafazakâr ailelerin çocuklarında da maalesef madde kullanım oranı çok fazla. Farkında olmadan yapılan baskı bunu tetikleyen bir neden.


33



PROF. DR.

AYŞEN GÜRCAN

Okulda çocuklara karar verme, aklı kullanma ve tecrübelerden yararlanma becerİlerİ kazandırılmalıdır. Kötüyü iyiden ayırt edecek sahnelerle büyüyen çocuğun, yanlışı tanımlamak için yanlışı öğrenmesinin her zaman gerekmediğinin, doğru öğretildiğinde, çocuğun zaten doğru olmayan yanlışı da öğreneceğinin önemle altını çiziyor Prof. Dr. Ayşen Gürcan. Bizler de Prof. Gürcan’la bağımlılıkların eğitim yoluyla önlenmesini ve bağımlılık bilgisi verilirken dikkat edilmesi gerekenleri konuştuk.

RÖPORTAJ: sümeyya olcay


Bağımlılığın sizdeki tanımını öğrenebilir miyiz? Bağımlılık, adı üstünde, bir şeye edilgen bir şekilde bağlı olmaktır. Bir insan; bir nesnenin/kişinin varlığını kendi varlığına bağladığında, endekslediğinde ortaya edilgen, uydusu olunan bir durum ortaya çıkar ki işte bu bağımlılıktır. Bağımlılık; en çok, bağımlı olan insana, kendi adına verdiği en büyük zulümdür. Başlangıçta bağımlılık, nasıl kişi bizzat kendi tercihiyle en azından ‘Evet’ derken etkili ise, bitirilmesinde de bizzat yine kendisinin ‘Hayır’ kararıyla düzelebilecek bir durumdur. Belki de bağımlılıkla mücadelede en çok ihmal edilen nokta da burasıdır. Bir çocuk kendi kararlarını almak için sürekli başkalarından destek istiyorsa ve aslında yapabileceği şeyler için ailesine bağlı kalıyorsa burada aileye bağımlılık da söz konusudur. Bu bağımlılık türünü nasıl açıklarsınız? Kişiyi şahsiyet sahibi yapan durum onun karar alma becerisidir. Eğer bir kişi, edilgen olarak başka bir kişiye göre reaktif davranıyorsa, sizin de söylediğiniz gibi o kişiye karşı bir bağımlılık başlamış olur. Biz bu durumu sıklıkla görebiliriz. Ailede özellikle annelerde sıklıkla görülür. Çocuğunu koruma içgüdüsü ile onun adına karar vermeyi onun iyiliğine sanır. Çünkü o daha çok küçüktür, o tecrübesizdir ve o karar veremez şeklinde yaklaşır. Ve böylece karar verme otoritenin (tecrübe ve gücün temsilcisinin) elinde kalır. Oysa Yüce Yaratıcı karar yetkisini insana vermiştir, ancak doğruyu ve yan-

İnsana ancak insandan hal gider, bunu en iyi bilen insanları Yaratandır. lışı da göstererek. Ebeveyn olarak bize düşen şey; çocuğumuzun karar vermesinde tercihlerini öğretmek olmalıdır. Böyle yaparsan bu olur, şunu seçersen bu olur gibi. Ama karar senin. İşte işin can alıcı noktası burasıdır. Ahiretini bile kişi kendisi karar verecektir. Ki dünyasındaki kararlar onun olmalıdır. Peki, biz ne yapıyoruz? Onun adına karar vererek onu kendimize bağımlı hale getiriyoruz. Sonuç sadece bu mu? Değil tabii, çünkü çocuk büyüdükçe kararları kendisi al(a)masa da onun kararlarını alacak kişiler farklılaşacak, başkaları devreye girecektir. Erinlikten başlayarak ve giderek alanı genişleyecek şekilde çocuğun hayatına giren herkes artık onun adına karar verir duruma gelecektir. İşte bu durumun en tehlikeli yanı budur. Anne babalar bağımlı olmak ile bağlı olmak arasındaki farkı nasıl ayırt etmelidirler ve bunu çocuğa nasıl yansıtmalılar? Bizler ana-baba olarak çocuğumuzdan daha çok şey yaşadık, tecrübemiz var, kararların sonuçlarını az çok kestirebiliriz. Dolayısıyla, evet kararları çocuğumuz kendisi alsın, ancak ona kendi tecrü-

36


Çocuklarda karar verme becerisinin oluşması olası dıştan denetimliliği yani bağımlılığı azaltmada yardımcı olacaktır.

belerimizden bahsedip, sonuçlarla ilgili kısımları onlarla paylaşarak, onların kararını kolaylaştırabiliriz. İşte bağlılık bu noktada başlar. Ancak bağlı olmak bağımlı olmayı gerektirmez; bilakis bağlılık herkesin kendi nispetinde sisteme destekçiliğini gerekli kılar. Bağımlılık ise, bağımlı olunana teslimiyet ve onun güdümünde olmak gibi bir durum söz konusudur ki, işte bu ilişki biçimi sonrasında başka sorunlara yol açması muhtemel, normal olmayan yoldur. Bu ayrım nasıl yapılır diye sorduğunuz soruya cevap olarak öncelikle yaşı kaç olursa olsun, bireyin kendi kararlarını verebilme –sonuçlarına katlanacak şekilde- hakkını kendisine vermek gerekir. Onun adına karar vermek, onun veremeyeceğini, buna gücü ya da tecrübesinin yetmeyeceğini öne sürerek onun iyiliği için yaptığını düşünmek, aslında ona iyilik etmek değildir. Küçük yaştan itibaren, kararları vermesini sağlamak ve verdiği kararın neticelerinin yükünü üstlenmek bireyin sağlıklı gelişimini sağlamada ve bağımlılığı yani dıştan denetimliliği azaltmada yardımcı olacaktır. Madde bağımlılığı eğitimi çocuğun yaşına ve algılayışına göre farklılık gösteren hassas bir eğitimdir. Çocukluktan başlamak istersek eğer; neyin doğru neyin yanlış olduğunu çok fazla ayırt edemeyen çocuklara madde bağımlılığı eğitimi ne düzeyde verilmelidir? Bir kere madde bağımlılığı eğitimine, çevredeki rol modellerin (anne-baba, öğretmen, karşılaşılan meslek temsilcileri vb.) bu

konuda gösterdikleri davranış kalıpları ile süreç içine girilmiş olur. Dolayısıyla kötüyü iyiden ayırt edecek sahnelerle büyüyen çocuğun, yanlışı tanımlamak için yanlışı öğrenmesi her zaman gerekmez. Doğruyu öğrettiğinizde, zaten doğru olmayan yanlışı da öğrenecektir. Bu anlamda madde bağımlılığı eğitimi hele de daha bu konuda hiç girişimi ve bağımlı olma ihtimali olmayan yaşlarda düşünülmez bile. Ancak sağlıklı yaşam becerileri, fiziksel, zihinsel ve duygusal sağlıklı olma hallerini kazanmış bir öğrencinin zaten madde bağımlılığı ile ilgili doğrudan bir eğitime ihtiyacı olmayacaktır. İlerleyen yaşlarda ise bu eğitim, yanlışın sonuçlarını göstermek amaçlı ve bu işi de görmüş, bir şekilde karşılaşmış veya karşılaşma ihtimali yüksek yaşlarda uygun metotlarla yapılmalıdır. Aile olarak, eğer madde kullanan bir ebeveyn var ise, çocuğa bunun yanlışlığını öğretmeniz bir o kadar zor olacaktır. Onun için mümkün olduğunca yetişkinler rol model olarak sağlıklı davranmak zorundadırlar. Bu noktada merak duygusuna yol açmamak için eğitimin dengesini nasıl tutmalıyız? Madde bağımlılığı eğitimi dediğiniz zaman tek tip bir eğitim akla gelmez, yanlışı öğretmek yanlışı yaptırmamak içindir, ancak bazen yanlışı bilmeyene öğretmiş olmak ve yanlışlığını tam anlatamamanın getirdiği riskler vardır. Onun için mümkün olduğunca yanlışı öğretmekten ziyade birçok eğitim yaklaşımı doğruyu tam öğre-


terek, yanlıştan dolaylı kaçınmayı sağlamayı hedefler. Bumerang etkisi adı da verilen, yanlışı öğreterek merak uyandırma ve onun üzerinden beklenenin tersine etki göstermesi anlamına gelen bu durum birçok olumsuzdan kaçındırma eğitimi için dikkatli olunması gereken bir durumdur. Felsefi olarak doğruyu öğretmek, doğrunun gereklerini öğretmek hiç bilmeyenler için olması gereken başlama düzeyidir. Bu düzeyde yanlış gösterilmez, söylenilmez ve kaçındırılmak için bile konu edilmez. Taklit ve özdeşleşme kimlik kazanımının önemli mekanizmalarındandır. Ergenler bu noktada göz önünde olan, sanatçılar, gruplar veya çetelerle özdeşleşmek isteyebilir veya çevresindeki en yakın kişileri de örnek alabilirler. Bu duruma karşı verilecek olan eğitimin başarılı ve etkili olması için neler yapılması gereklidir? Özdeşleşme fıtri bir eğilimdir, bunu değiştiremezsiniz. İnsan insandan hal alır, örnek alır. Onun için insanlık adına güzel örnekleri almalıyız. Bu konuda Yüce Kitap Kur’an’da Ahzab suresi 21. ayette Peygamber Efendimizi (SAV) insanlık için güzel örneklik-rol model olduğunu söyler. İn-

sana ancak insandan hal gider, bunu en iyi bilen insanları Yaratandır. Dolayısıyla, biz uygun rol modellerimizin sayısını artıracağız, baba evde sigara içerken çocuğun bunun kötü bir şey olduğunu biliyor olsa bile ötekisi hal olarak çok daha etkilidir. Bizlere düşen görev; çocuklarımızı doğru kişileri görebileceği ortamlara yöneltmek,onları sanat, spor gibi etkinliklerle buluşturmak olmalıdır. Okulun genel bir bilgilendirme görevinden çok, merak ve kimlik duygularını doyurucu etkinlikler ve yaşantılar sağlaması gerekir. Peki, ergenin sınır duyguları nasıl tatmin edilmelidir? Söylediğiniz hedef duygusal hedefler içinde yer alır, ancak ne kadar gerçekleştiği konusunda ölçümler çok yapılmaz. Çünkü merak ve kimlik duygularını doyurucu etkinlikler dediğinizde, test çözmekten zaman ayırmak, sınavlara yönelmekten feragat etmek anlamları taşımaya başladığından beri okullarımızda ne yazık ki sosyal faaliyetler derinlemesine gerçekleştirilemez oldu. Bu anlamda özelikle ergenlik dönemi okullarının (son 4 yıllık dilimde) öğrencinin ilgi ve yeteneklerinin


belirlenmiş olduğu çağ olması gerekir. Ve öğrenci için ders içi etkinliklerde bile onun bu ilgi alanından performans işleri beklenerek öğrencinin kendini ifade etmesi ve varoluşunun anlamını kendi yaptığı ürünlerde bulması sağlanmalıdır. Hepimiz biliriz ki, yeteneklerimiz, yapabildiklerimiz ve yapmak istediklerimiz her birimizin farklı farklıdır. İnsanlar yapabildikleri ile birbirlerinden farklılıkları olsa bile, asla birbirlerinden üstün değildirler. Çünkü herkesin kendine göre bir öznelliği ve özgün üretim alanı vardır. İşte bunu, bulma veya buldurma eğitimin temel hedeflerinden biri olmalıdır diye düşünüyorum. Okulun bağımlılık eğitimi verilirken bilgilendirmeden ziyade çocuğa aşılanması gerekenler neler olmalıdır? İnsanı bağımlılıktan alıkoyan en temel merkez gelişkin irade kullanımıdır. Yani kişi kendine söz geçirten bir gücü ancak iradesinden alır. Dolayısıyla öğrenci; önce aileden başlamak üzere okulda devam edecek süreçte içten denetimliliği yükseltecek, karar verme mekanizmalarını kuvvetlendirecek ortamlara yöneltilmelidir. Bundan sonraki aşamada çocuğa tercihlerini seçerken akli faaliyetlerini aktif olarak kullanma öğretilmelidir. Yani geçmişinden ders almış, kendisini ve doğayı çok iyi tanımlamış ve derinlemesine analizler yapabilecek, geleceğe dönük vizyonerliği olan, aktif düşünme becerilerine sahip olması hedeflenmelidir. Ve üçüncü aşamada hata yapma durumunda geri dönüşün de mümkün olacağını gösterecek dönüş imkânları öğretilmelidir ki, bir yanlış içinde olsa bile, çocuk bundan kurtulmanın şekli ve becerisine sahip olsun. Dolayısıyla okulda karar verme becerisi, aklı kullanma becerisi ve de tecrübeden yararlanma becerisi olmak üzere 3 temel alan becerisi kazandırılmalıdır diye düşünüyorum. Son olarak; henüz okul çağında (ortaokul-lise) olan bir gencin alkol kullanması nasıl açıklanabilir? Ailenin bu durumdan haberdar olması bu durumu legalleştirebilir mi? Eğitimcilerin gençlere bu konuda verecekleri bilgiler ne yönde olmalıdır?

Buna sadece alkol demeyelim, madde kullanımı ve sigarayı da katmak gerek. Çünkü şuan için ülkemizde gençlerde en çok yaygın olan madde sigara. Böylesi bir durumda ailenin takınması gereken tavır; öncelikle çocuğu yargılamadan, durumunu kendisinin değerlendirebileceği ancak yapılan yanlışın da yerleşmemesi adına öncelikle sorun çözme girişimini başlatmasıdır. Kullanımı ne zaman, nerede ve nasıl yapıyor, buna iten sebepler nedir, arkadaşları mı, okuldan çevresi mi, psikolojik sorunlardan kaçış mı, özel duygusal sebepler mi, tüm bu soruların cevaplarının aranması gerekiyor. Bir de hem ailenin kendi dinamiği hem de gencin kişiliği ve mizacı dikkate alınarak tek bir çözümün olmadığını söylemeliyim. Burada önemli olan nokta şudur; yapılmış bir hata son değildir, artık bitti demeden, her hatadan dönüşün mümkün olduğunu bilerek, bu dönüşü sağlayacak girişimlerde bulunmak gerekir. İnsana güven onu Yaratana güveni de gösterir Ailenin konuyu bildiği, özellikle genç tarafından bilinmiyorsa bu haberdarlığından bilgilendirilmemesi daha doğru olacaktır, çünkü genç için bu durum dediğiniz gibi onun gözünde artık olan oldu, nasılsa biliyorlar ve de yapacak bir şey yok tarzında kullanıma devam etmesini sağlayabilir ki, bu durum çok daha kalıcılığa götürebilir. Ailenin haberdar olması önemlidir, bu konuda ergen çocuğu olan ebeveynlerin gözlemlerinin çok önemli olduğunu söylemeliyim. Takip etmesi, gözlemlemesi ve değişik durumların kalıcılığa dönük gidişatı var ise hemen müdahaleye girişmesi gerekir. Çok ciddi durumlarda profesyonel yardım almayı da öneririm. Bazen bizim aile olarak çözemediğimiz basit soru ve sorunların küçük bilgi ve uygulamalarla değiştiğini görürüz. Son olarak, insana güven onu Yaratana güveni de gösterir. Evet, insanın hata yapma eğilimi vardır ancak aynı zamanda hatadan dönebilme hakkı ve potansiyeli olduğunu hem veli olarak hem de eğitici olarak bilmemiz lazım. Umudu kaybetmeden, insana değer vererek, onu yargılamadan ama anlayarak yaklaşmanın tüm teorilerin üstünde bir çözüm ve fıtri bir sonuç vereceğine inanıyorum.

Çocuklar içten denetimliliği yükseltecek, karar verme mekanizmalarını kuvvetlendirecek ortamlara yöneltilmelidir.

39


sağlıklı yaşam

İdrar yolları enfeksiyonları kadınlarda daha çok görülüyor İdrar yolu enfeksiyonu; idrar yollarının bakteriler tarafından istilası sonucunda ortaya çıkan bir reaksiyondur. Yeni doğan dönemi hariç, idrar yolu enfeksiyonları kadınlarda erkeklere göre çok daha sıktır. Özellikle genç kadınlarda bu farklılık otuz kat artabilir. KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Üroloji Uzmanı Op. Dr. Mustafa Günhan idrar yolları enfeksiyonu hakkında bilinmesi gerekenleri derledi. Bakteriler idrar yollarına; kan, lenf ve de en sıklıkla “üretra” dediğimiz dış idrar deliğinden direkt olarak ulaşırlar. Enfeksiyonlara birçok neden yol açmakla birlikte, korunmasız cinsel ilişkiler, taş hastalıkları, kateter ve uzun süreli antibiyotik kullanımları sıklıkla karşılaştığımız sebepler arasındadır. İdrar yolları enfeksiyonlarını üst ve alt üriner sistem enfeksiyonla-

rı şeklinde sınıflandırmak mümkün. Böbrek enfeksiyonları (akut piyelonefrit) üst grupta düşünülerek; titremeyle yükselen ateş - genellikle ateş 38C üzerindedir - bulantı ve kusma ve şiddetli boşluk ağrısı belirtileri ile ortaya çıkarlar. Mesane ( sistit) ve prostat enfeksiyonları (prostatit) ise alt üriner sistem grubunda olup, akut fazlarına ateş de eşlik eder. Bunun yanı sıra, idrar yaparken yanma, sık ve az idrar yapma, idrar hissi ve kanama sıklıkla karşılaşılan belirtilerdir. İdrar yolları enfeksiyonların teşhisinde başlangıç olarak - eğer tekrarlayıcı ve komplike sistit düşünülmüyorsa (özellikle kadınlarda) hastanın hikayesi, genel muayene, tam idrar tahlili ve / veya idrar kültürü yeterlidir. Aksi takdirde radyolojik ve kan tetkikleri de eklenmelidir.

Tedavide prensip; enfeksiyona yol açan sebepler ortadan kaldırılmalıdır. Komplike olmayan bir sistit ve prostatit olgusunda antibiyotik kullanımı yeterlidir. Süresi ve dozunu hastaya göre ayarlanmakla birlikte, en az 4 -6 hafta olarak planlanmalıdır. Akut piyelonefrit olgularında ise hasta öncelikle hastaneye yatırılmalı, genel durumu düzelene kadar desteklenmeli ve yakın takibi yapılmalıdır. Antibiyotik süresi ise genellikle 2 - 4 hafta arasında olmalıdır. Akut prostatit ise nadir rastlanılan bir durum olup, genel olarak bağışıklık sistemi bozuk, diyabetik hastalarda prostat biyopsisi sonrasında görülür. Koruyucu yaklaşımlar arasında özellikle tekrarlayıcı ve inatçı üriner yol enfeksiyonlarında - düzenli doktor kontrolleri, gereksiz ilaç kullanımından sakınma, bol su alımı, pamuklu iç çamaşır seçimi, bayanlarda vajina içini gereksiz yere sabunla yıkamadan kaçınma yer almaktadır.


Kalbinizi koruyun! Kalbinize ne kadar iyi bakıyorsunuz? Tüm dünyadaki ölüm nedenlerinin ilk sırasında kalp hastalıkları geliyor. Günde 2 bin 600 kişi yani her 33 saniyede bir kişi kalp ve damar hastalıkları nedeniyle hayatını kaybediyor. Oysa günlük hayatta uygulayacağımız basit öneriler hayat kurtarıcı olabiliyor. Kardiyoloji Haftası nedeniyle kalp ve damar sağlığı hakkında görüşlerine başvurduğumuz Bayındır Hastanesi Söğütözü Kardiyoloji Uzmanı Dr. Can Özer, “Kalp ve damar hastalıkları, yüzde 51 oranıyla ölüme yol açan nedenlerin en başında geliyor” diyor. Kalp krizinin kalp kasını besleyen koroner arter damarlarında meydana gelen daralma ve tıkanmaya bağlı olarak geliştiğini anlatan Dr. Özer, konuyu “Kalbi besleyen damarların daralması, yani ateroskleroz hastalığı nedeniyle, kalp kasına gelen kan miktarı azalıyor. Buna koroner arter hastalığı deniliyor. Bazen göğüs ağrısı gibi bir belirti verebiliyor. Ancak hastaların yüzde 25’inde hiçbir belirti görülmüyor. Kalbe kan getiren damarlar tıkanırsa o damarın beslediği bölge

kansız kalarak canlılığını kaybediyor. Bu da kalp krizi anlamına geliyor” diye açıklıyor. Kalbi besleyen damarların tam olarak tıkanmasından önce önlem almanın mümkün olduğunu söyleyen Dr. Özer, bu hastalara balon ve stent tedavilerinin uygulandığını ya da koroner by-pass ameliyatı yapıldığını belirtiyor. Kalp krizine yönelik müdahalelerde zamanla yarışıldığının altını çizen Dr. Özer, “Her geçen dakika, daha fazla kalp kası hücresinin ölmesine neden oluyor. Kroner arterin tıkanmasını izleyen 20-40 dakika içinde başlayan hücresel hasarı en aza indirebilmek için erken yapılacak balon ya da stent uygulamaları son derece önemli” uyarısında bulunuyor. Ancak beslenme ve yaşam koşullarında değişikliğe gidilmezse bu tedaviler de çözüm olmuyor. Çünkü damar sertliği yaşam boyu devam eden bir hastalık tablosu çiziyor. Dr. Özer, “Düzenli egzersiz yapılması, sigara kullanılmaması, uygun beslenme tarzının benimsenmesi, kolesterolün, diyabet ve yüksek tansiyonun kontrol altında tutulması önemli” diyor.

Osteoporozdan korunmak için süt tüketimini artırın Halk arasında kemik erimesi olarak bilinen ve genellikle ilerleyen yaşlarda ortaya çıkan osteoporozu genetik faktörler, yaşam tarzı ve düzensiz beslenme tetikliyor. Uzmanlar osteoporoz riski için uyarıyor: “Hareketsiz kalmayın ve düzenli beslenmeyle birlikte günde iki bardak sağlıklı süt için!” Hareketsiz yaşam tarzı, düzensiz besleme alışkanlıkları ve kalsiyum eksikliği nedeniyle oluşan osteoporozdan korunmak için uzmanlar düzenli beslenmeyle birlikte günde iki bardak sağlıklı süt içilmesini öneriyor. Halk arasında kemik erimesi adıyla bilinen hastalığa yakalanma riskinin kadınlarda daha yüksek olduğunu belirten uzmanlar, 50 yaşın üzerindeki herkesin günde iki bardak süt içerek hastalık riskini azaltabileceklerini kaydediyor. Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, “Osteoporoz kemiklerin güçlü ve sağlam kalması için gereken kalsiyumun büyük bir kısmının kaybolması anlamına gelir. Yaşlanma, hareketsiz yaşam tarzı ve menopoz döneminde östrojen hormonu seviyesinin azalması ile birlikte kemikler kendilerini yenileyemiyor. Bu dönemde kemikler her zamankinden daha fazla desteğe ve kalsiyuma ihtiyaç duyduğu için günde tüketilecek iki bardak, sağlıklı koşullarda üretilmiş ve paketlenmiş süt ile gerekli mineral ve vitaminler vücuda alınmış olur” dedi.


sağlıklı yaşam

Şehİr dışında okuyan çocuğun sağlığını ‘uzaktan

koruma’ rehberİ


Yeni eğitim ve öğretim yılının başlamasıyla çocukları üniversiteyi kazandığı için sevinen aileleri şimdi de onları başka şehre göndermenin endişesi sardı. Binlerce genç üniversite eğitimi için başka bir şehre giderken özellikle anneler “çocuğumun sağlığını nasıl koruyacağım” sorusu ile başbaşa kaldı. Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, yalnız yaşamaya başlayan gençlerin sağlığını korumak için ebeveyinlere önerilerde bulundu. Uyku: Beden ve ruh sağlığını korumak için yeteri kadar (8-10 saat) uyumak gerekli ve önemlidir. Yetersiz uyku davranış sorunlarına, öğrenme problemlerine ve akademik performans düşüklüğüne neden olan faktörlerden sayılmaktadır. Uyku sorunu yaşayan öğrenciler, sabah yorgun şekilde uyanma, gün içinde uyuklama ve fiziksel aktivite esnasında çabuk yorulma gibi durumlardan şikayetçi olmaktadırlar. Yeni çevrelerine uyum sürecinde olan gençler yeterli ve kaliteli bir uyku ile daha zinde olacaklardır.

Beslenme: Eğitimleri için ailelerinden uzakta yaşamak durumunda kalan öğrencilerin sağlıklı kalmaları için yeterli ve dengeli bir beslenme programını uygulamaları gerekir. Buna göre sabahları kahvaltı yapmayı ihmal etmemeleri ve gün içinde öğün atlamamaları önemlidir. Şeker ve yağ oranı yüksek besinler yerine besleyici değeri yüksek (yağsız et,tavuk, balık, baklagiller ve sınırlı miktarda ekmek gibi) besinlerin dengeli şekilde tüketilmesi uygun olacaktır. Egzersiz ve sosyal etkinlikler: Günlük ders ve staj çalışmalarından arta kalan boş zamanlarında sportif faaliyetler veya sosyal etkinliklere (müzik, tiyatro,satranç gibi) katılmaları kendilerini daha zinde hissetmelerine yardımcı olacaktır. Öğrenciler günlük okul yaşantısı ve derslerden kaynaklanan stresi düzenli olarak yapacakları egzersiz veya sanatsal aktiviteler ile üzerlerinden atabilirler. Ayrılma bireyselleşme sorunları: Ailesinden uzakta eğitimine devam eden bazı öğrenciler ailelerinden ilk kez uzun süreli olarak ayrı yaşamaktadırlar. İnsan hayatında iki kez ayrılma bireyselleşme yaşamkatadır. Birincisi doğum ile birlikte bebeğin anneden ayrılarak dış dünyaya geçmesidir. Diğeri ise akademik yaşantı gereği bazı öğrencilerin anne-babasından ayrı yaşamaya başladığı dönemdir. Başlangıçta bağımsız yaşantının getirdiği bir coşku olmakla birlikte, zaman içinde sorumluluklarını yerine getirememe, ekonomik nedenler, kendine olan güvensizlik gibi nedenler ile depresif bir durum gelişebilmektedir. Ayrılık ve bireyselleşme mi depresyonu davet ediyor, yoksa kişide var olan depresif yapı mı ayrılma sürecini olumsuz etkiliyor ? bu konularda henüz bir net sonuç elde edilmiş değildir. Ancak ailesinden ilk kez ayrılacak öğrencilerin uzun ayrılık öncesinde kısa süreli denemeler yaparak duruma uyumunun kolaylaşması sağlanabilir.

43


44

kİtap meryem olcay

Dünyayı Durduran 60 Gün Bir ülkenin gelişmişlik seviyesinin en tulabilir mi? 2013 Mayıs’ında çıkartılmaya çalıbariz göstergelerinden birisi demokrasi şılan kaosun yaralayıcı ve çok eskilere dayanan çubuğunda hangi nokta üzerinde durderin ekonomik nedenlerinin gün yüzüne çıkaduğudur. Dışarıdan baskılarla yoluna devam rıldığı ve sosyal nedenlerinin araştırılıp, analiz eden bir ülke mi, yoksa kendi toplumunda çoedildiği ‘Dünyayı Durduran 60 Gün’ adlı ufuk ğunluğun istekleri doğrultusunda, belirli kuralaçıcı bu kitap, Türkiye’nin nasıl bir ateş çembelar çerçevesinde hareket edip, o dönemin ‘gerine itilmesi için efor sarf edildiğini okurlarına lişmişlik’ çatısının altına her ne giriyorsa onladetaylarıyla anlatmaktadır. İki bölümden olurı uygulayıp, böyle bir icraat silsilesi oluşturan şan bu kitapta ekonomi ile ilgili bölümü Cemil ülke ve bunları yapan iktidar mı daha demokErtem analiz etmiştir, sosyal içerikli bölümü rattır? Akıl ve mantığın devreye ise Markar Esayan tahlil etmişgirmesiyle hiç kaçınılmaz olarak tir. Mayıs ayının sonunda başikinci seçenek daha yakın gelir. ta masum bir ağaç sevgisi üzeElinde bulunan ekonomik, siyarine başlayan ‘Gezi’ protestosu, si, sosyal imkânları kendi tekedarbe sevdalılarını yaptıkları şelinde tutan bir ülkenin dışa bakerlemeden uyandırır, özlemleğımlı olma oranı ticaret, turizm, rini çektikleri darbeyi hayata geeğitim ve bürokrasi ekseni etçirmek için kollarını sıvattırır ve rafında gidip gelir ve demokher alanda kendini üst kısımlaratik ülke kriterlerini böylelikra çıkaran Türkiye’ye, vefasızlık le barındırmış olur. İşte böyle bir örneği sergilettirir. Türkiye’de ülke olma yolunda emin ve sağhayal ettikleri durumu gerçeklam adımlarla ilerlemeye çalışan leştiremeyen ‘dış güçler’, önceve kısmen geçmiş yüzyıllık ölü sinde yapmış oldukları plantopraklarını üzerinden atmaya ları doğrultusunda daha zayıf ant içen, II. Abdülhamit zamaolan Arap ülkelerinde istediklenında olumsuz şartların etkisiyrini elde etmişlerdir. Türkiye’de le kurulan Düyun-u Umumiye’ye çıkarılan ve etkisi bir nebze de Dünyayı Durduran 60 Gün ki -sonradan isim ve rant şekolsa hala devam eden ‘Gezi’ eyCemil Ertem & Markan Esayan li biraz değişime uğrayıp IMF lemleri, Türkiye hükümeti için Etkileşim Yayınları adını almıştır-, bu kuruma olan varsa tozlarını silkeleme ve neborcunu ödemekle hükümlü densiz olarak kendini azınlık olan Türkiye, Mayıs 2013’te ekstrem borcunu hisseden ‘ulusolcu’ kesimi tekrardan tanıma kapatır ve prangalarından artık kurtulur. Peki, fırsatı vermiştir. Bir parmak da ders niteliğinde yüzyıldan beri süre gelen bir borç yükümlülüolan bu protestoların ekonomik-sosyolojik seğünden kurtulan ‘Müslüman’ Türkiye, her şebebiyetleri üzerinde yoğunlaşan elimizdeki kiyiyle paranın hem kuklası hem de oynatıcısı tap, “bugünü ve geleceği anlamak için” okunaolan ülkelerin kıskacından bu kadar rahat kurcaklar arasına alınması gereken kitaplardan…


45

kültür-sanat

Bilge Kral’a vefa borcu Bosna Hersek’in ilk cumhurbaşkanı merhum Aliya İzzetbegoviç’in, Bosanski Şamac şehrindeki doğduğu ev, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından restore edildi. Osmanlı’nın son dönemlerinde Belgrad’da Sırplar’ın yaptığı taşkınlıklar üzerine Müslüman ailelerin, bu kenti terk etmeye başlaması üzerine merhum Aliya İzzetbegoviç’in ailesi de 1868 yılında yılında ülkenin kuzeybatısındaki Bosanski Samac kentine gelerek buraya yerleşti. Merhum Aliya İzzetbegoviç’in Bosanski Samac kentinde kendisiyle aynı adı taşıyan dedesi ve ardından babası, 1928 yılında Saraybosna’ya göç edene kadar yaklaşık 60 yıl Bosanski Şamac kentinde 2 katlı yerel mimari tarzındaki evi kullandı. Uzun yıllar kullanılmayan ve yıkılmaya yüz tutan söz konusu ev, TİKA tarafından geçen yıl Nisan ayında restore edilmeye başlandı. Merhum Aliya İzzetbegoviç’in oğlu ve Bosna Hersek Üçlü Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Boşnak üyesi Bakir İzzetbegoviç tarafından da desteklenen, mimari tasarım danışmanlığını Prof. Dr. Şahziya Dreca, estetik ve konsept danışmanlığını ise Prof. Dr. Kazim Hacimeyliç’in yaptığı projenin çalışmaları kısa süre önce tamamlandı. “Aliya İzzetbegoviç Hatıra Evi” olarak hizmet verecek olan ev, aynı zamanda Bosna Hersek’teki insani yardım kuruluşu “Merhamet”in de bölge merkezi olarak kullanılacak. Merhum Aliya İzzetbegoviç’e ait özel eşyaların sergileneceği bir müzeyi de içerisinde barındıracak hatıra evi, aynı zamanda kültürel etkinliklere de ev sahipliği yapacak.


46

kültür-sanat

Türk bilim adamlarından “şahin gözlü’’ kamera Güneş enerjisiyle çalışan gemi Dünyanın güneş enerjisiyle çalışan en büyük gemisi olarak bilinen ‘’Planet Solar’’, Atlantik’te yaşadığı 5 aylık zorlu maceranın ardından başkent Paris’in ünlü Seine Nehri’ne demirledi. Yaklaşık 35 metre uzunluğunda, 23 metre genişliğinde ve 90 ton ağırlığındaki gemi, başkentlilerin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Geminin yüzeyinde, 542 mekrekare genişliğinde güneş panelleri bulunuyor. Geminin kaptanı Gerard Aboville, 1980 yılında Atlantik’i tek başına kürekle geçerek önemli bir başarıya imza atmıştı.“Planet Solar” isimli gemi, 2012 yılında dünya turu yaparak, hem çevre dostlarının hem de denizcilerin ilgi odağı olmuştu. Sadece güneş enerjisiyle çalışan gemi, ABD’nin Miami kentinden denize açılmış ve Belçika’nın Obtende limanına kadar toplam 8 bin kilometre uzunluğundaki parkuru geçerek geçen yıl önemli bir başarıya imza atmıştı. Geminin kaptanları, yolculuk sırasında yakıtsız kalmamak için, hava durumuna göre, izleyecekleri rotayı sık sık değiştirmek zorunda kalıyor.

Bilkent ve Gazi Üniversitesi’nin ortak çalışmasıyla Türkiye’de ilk kez, hem gündüz hem de gece çalışabilen hassas kamera teknolojisi geliştirildi. Geleneksel termal kameralardan hem çözünürlük hem de çalışma sıcaklığı açısından çok daha yüksek performans veren kameralar, askeri ve medikal uygulamalarda kullanılacak. Hem malzemesi hem de nanoteknoloji temelli üretim teknolojisi tamamen milli olarak geliştirilen kameralar, geceleri atmosferden yayılan ancak gözle görünmeyen ışıkları kullanarak görüntü alıyor ve en karanlık gecelerde bile çalışabiliyor. InGaAs temelli yüksek performanslı kameralar Bilkent Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma Merkezi ile (NANOTAM) ve Gazi Üniversitesi Fotonik Araştırmalar Merkezi (FOTON) ortaklığında yürütüldü ve Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen projeler sonucunda geliştirildi.


Osmanlıca klavye üretildi

BBC’den Osmanlı belgeseli İngiliz yayın kurumu BBC televizyonu, “Osmanlılar: Avrupa’nın Müslüman İmparatorları” adlı 3 bölümlük dizi yayımlamaya başladı. Gazeteci Rageh Omaar tarafından sunulan belgeselde Osmanlı İmparatorluğu’nun Söğüt’te başlayıp 3 kıtaya yayılan 6 asırlık öyküsü anlatılıyor. Türkiye’nin yanı sıra Balkanlar’da, Yunanistan’da ve Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerinde çekilen belgeselde Rageh Omaar, Osmanlı padişahlarının ekonomik, dini ve toplumsal örgütlenmeyi değişen zaman içinde nasıl yönettiğini ve Müslüman olmayan toplumlarla geliştirdikleri ilişkileri inceliyor.

Isparta’da 162 çeşit Kur’an-ı Kerim basan bir şirketin teknoloji birimi Ar-Ge çalışması sonucunda, bilgisayarda Osmanlıca yazımı kolaylaştırmak amacıyla üzerinde Latin harflerin yanında Osmanlıca harflerin de bulunduğu Osmanlıca klavye üretti. Şirket yetkililerinden yapılan açıklamaya göre geçmişte Türkçe’yi İslam ile bütünleştirmek için “Osmanlı alfabesi” şeklinde bir elifbanın geliştirildiği bildirilmiş ve Osmanlıca’nın Türkler tarafından uzun yıllar kullanıldığını anlatan Yıldız, Osmanlıca’nın günümüz Türkçe’sinden fazla bir farkının olmadığını, tek farkın Latin harfleri yerine Kur’an harflerinin kullanılması olduğu kaydedilmiştir. Türkiye’nin çok zengin bir Osmanlıca bilgi arşivinin bulunduğunu, buna rağmen bugün çoğu kişinin bunları okuyamadığı, bu kapsamda 85 yıl aradan sonra Türkiye’nin ilk Osmanlıca dergisini çıkarıldığı ve yoğun ilgi ile karşılaştıklarını bildiren şirket yetkilileri sanal ortamda Osmanlıca yazmak isteyenlere yönelik de bir yazılım geliştirdiklerini ve bunun 50 binin üzerindeki kişi tarafından indirildiğini kaydetti. Osmanlıca’nın bilgisayarda Latin harfleri ile yazılmasının mümkün olmadığını ve bu durumun da üzerinde Osmanlıca karakterlerin bulunduğu klavye yapmayı zorunlu hale getirdiği bu nedenle de bir Osmanlıca klavye geliştirmeyi kararlaştırıldığı dile getirildi.


48

tİyatro

Çehov Makinesi’yle üç saat Muhammet celep “Tiyatro sezonu Ekim ayı itibariyle açıldı; oyunlar hızlı ve güzel bir giriş yaptı hayatımıza!” diyerek başlamak ve size gitmek için heyecanlanacağınız bir oyun tanıtımı yapmak isterdim; ama olmadı maalesef. Bazı sahnelerin sezonla beraber oyunlara henüz başlamaması gidilecek seçenekleri azaltsa da oyunların içerisinden, geçen sezon Devlet Tiyatroları’nda gösterime giren ve oldukça da beğenilen “Çehov Makinesi” oyununa büyük ümitler besleyerek gitmiş bulundum. Matei Visniec’in yazdığı oyun, Müge Gürman yönetmenliğinde seyirciye sunulmuş. Gerek oyunun -daha ilk gösterim yılındayarım düzineden fazla ödül almış olması gerek oyun hakkında yapılan güzel yorumlar ve oyunun birbirinden usta oyuncuları bünyesinde barındırması oyunu seyirci açısından çekici kılmakta ve seyircinin beklentisini oldukça artırmakta. Oyunun konusu da farklı olması hasebiyle ilgi çekici: Ölüme hissedilir bir şekilde yaklaştığı bir dönemde Çehov’un, yaşamı boyunca eserlerinde yarattığı karakterlerle buluşması konu edinmiş. Bir seyirciyi kendine çekmek için her şey mevcut yani. Gelelim oyunda nelerle karşılaştığıma… 2 saat denilen ama 3 saate yakın süren oyun, sağlam bir Çehov okuru olmayan her seyircisine başlangıcından sonuna kadar “Fransız” muamelesi yapmakta. Orantısız bir biçimde uygulanan bu Fransız muamelesi ara ara hafiflese ve siz “yok, bir yerde benim de anlayacağım bir şeyler olacaktır illa ki!” düşüncesiyle sabırla bekleseniz

de maalesef bu süre zarfında kendinize zulmetmiş olacaksınız. Anlaşılan o ki oyunun adının Çehov makinesi olması, “Çehov’u bilmeyen gelmesin!” gibi bir anlam taşıyormuş; ama biz anlayamamışız. Bu oyun sayesinde bir şeyi daha anlamış bulundum: hâlihazırda Şehir Tiyatroları’nın oyun listesinde de bulunan ve Çehov’un eserlerinden uyarlanıp 8 ayrı kısımdan oluşan “Sevgili Doktor” oyununu da izlemiş birisi olarak, birbirinden ayrı kısımlardan oluşan o oyunu öylesine güzel birbirine bağlayıp akıcı hale getiren yönetmeni ayrıca tebrik etmeliymişim. Çünkü bu oyun karakterler arası geçişlerin güzel bir şekilde birbirine bağlanmasına ve oyunun akıcı hale geti-

Gerek oyunun -daha ilk gösterim yılında- yarım düzineden fazla ödül almış olması gerek oyun hakkında yapılan güzel yorumlar ve oyunun birbirinden usta oyuncuları bünyesinde barındırması oyunu seyirci açısından çekici kılmakta ve seyircinin beklentisini oldukça artırmakta.


rilmesine daha müsaitken, bunun yerine fazlasıyla kopuk ve son derece ağır ilerleyen bir oyun ortaya konmuş. Peki, oyunda hiç mi güzel bir şey yoktu; her şey böyle sıkıcı ve kötü müydü? Kesinlikle hayır! Oyunun hiç anlamadığım yerlerinde anlamsız derecede yüksek sesle yapılan gülüşmeleri saymazsak her birisi zaten usta birer oyuncu olan aralarında ünlü simalarında bulunduğu oyuncuların performansları gerçekten çok iyiydi. Ayrıca sahne ve kostüm tasarımlarının yanı sıra ışık tasarımı da harikulade olmuş, ciddi bir beğeni oluşturuyor seyircide. Anlayacağınız aslında oyunda çok büyük bir emek de söz konusu ve oyuna verilen ödüllerin tamamının bu alanlarda verilmiş olması da tüm bu düşüncelerimde yalnız olmadığımı kanıtlar nitelikte. Oyun sırasında başıma ilginç bir olay geldi bir de. Oyuna bir iki dakika gecikmeli gelince salondaki koltuğuma değil de görevliler tarafından salonun balkonuna alındım ve ancak ikinci perde de koltuğumun yanına gelebildim. Geldiğimde koltuğun dolu olduğunu görünce durumu görevliye sordum, boş koltukları oyuncuların arkadaşlarıyla doldurduklarını söyleyip koltuğumun hemen yanında bir koltuk ayarladılar. Durum ilk etapta fazlaca saçma görünse de, oyun bitiminde misafir arkadaşların canla başla ayakta yaptıkları alkışlamalar ve ardı ardına patlayan “bravo!” tezahüratlarını görünce bir aydınlanma yaşamadım değil. Eğer bu bir taktik icabıysa, böylesi sabır gerektiren bir oyun için gerçekten çok güzel bir taktikmiş, tebrik ettim doğrusu. Hâsılı eğer Çehov’u iyi tanımıyorsanız bu oyunun size göre olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim; sabırla sınanmak, orantısız bir şekilde maruz kalacağınız Fransız muamelesiyle kendinizi cezalandırmak istiyorsanız bilemem tabi. İnşallah bir sonraki ay tanıtımından heyecan duyacağım, sizlere gitmeniz için baskı yapacağım bir oyunla karşınızda olurum. Görüşmek dileğiyle, esen kalın...


127 SAAT

50

SİNEMA

Engeller ile değil kendimizle mücadelenin hikâyesi… Filmin en önemli özelliği tek başına ve tek bir mekânda çekilen bir film ne kadar güzel olabilir ki diye düşündürmemesi ve koskoca 94 dakika boyunca sıkılmaya imkân vermemesi.


betül olcay İçinde yaşadığımız toplumda etrafımıza göz gezdirdiğimizde bir şeyler için mücadele eden insanların varlığına şahit oluruz. Seyrimizi biraz daha detaylandırdığımızda hemen hemen her yaş grubundan, kadın-erkek, çocuk fark etmeksizin tüm insanların bir şeyleri elde etmek için kendisi de dahil olmak üzere herkesle bir rekabet içinde olduğunu da fark ederiz. Bu insanların kimi hırslıdır; maddi olarak daha fazlası için mücadele etmeyi kendine düstur edinmiştir, kimi de daha iyi bir statü elde etmek için çabalar durur. Bu mücadele süreci uzadıkça insandan da bir şeyler muhakkak kopup gider. Maddi kazanç arttıkça manevi değerler de aynı oranda azalır. Ama tüm bunların dışında problemi sade127 HOURS (127 SAAT) ce kendisiyle olan insanYayın Tarihi: 28 Ocak 2011 lar da vardır, gamsız, narSüre: 94 dk. sist ve değerlerden bihaYönetmen: Danny Boyle ber olanlar tam da bu kaSenaryo: Danny Boyle, Simon Beaufoy tegorinin içine dahil insanOyuncular: James Franco, lardır. Böyleleri için yapılKate Mara, Amber Tamblyn ması gereken tek şey kendisi ile baş başa kalmasını, yaşamı sorgulamasını ve hepsinden de önemlisi sevenlerinin farkına varmasını sağlamaktır. Yalnız bu imkân bazen insana, bizden öte bir varlık ‘Yüce Güç’ tarafından verilir. Tıpkı macera tutkunu Aron’a verilen imkân gibi… Aron Ralston, ABD’li doğa sporcusu ve mühendistir. 26 Nisan 2003 tarihinde Utah’ın Wayne Country bölgesinin doğusunda Blue John Kanyonu’ndan geçiş yaparken bastığı büyük kayanın kayması sonucu sağ eli ve kolunu 360 kg.’lık büyük kaya parçasının arasına sıkıştırmıştır. Her zamanki gibi gideceği yeri kimseye söylemediği için nasıl ve ne zaman kurtulacağına dair hiçbir fikri yoktur. Yanında ucuz bir çakı, sadece bir şişe su, bir kaç paket kuru gıda, kamera, fotoğraf makinası, dağcı halatı

Ayın

fİlmİ

ve Aron’un ayrılmaz parçası olan kulaklığı ve müzik çaları vardır. Ralston’un asıl macerası bundan sonra başlar. “127 saat” filmi, dağcı Aron Ralston’un tek başına kanyonda verdiği yaşam mücadelesinin ve başından geçenlerin gerçek hikâyesinin anlatıldığı dram ve gerilim nitelikli bir filmdir. Aron (James Franco), elinde olanlarla beş gün üç saat boyunca yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide gidip gelir. Hayat onu büyük bir kaya parçasıyla tuzağa getirmiştir; ancak bu tuzak değil tam da Aron’un gerçek anlamda kurtuluşuna vesile olabilecek bir anahtardır. Film boyunca Aron, kaya parçasından kurtulmaya çalışırken aynı zamanda hayatını da sorgular. Hayatının dönüm noktası olacak olan kaya parçasına bakar ve kendi kendine ‘’bu kaya parçası milyonlarca yıl önce oluştu ve bugüne kadar benim için bekledi’’ diye düşünür. Bu açıdan bakıldığında film boyunca gerilimi, endişeyi ve hepsinden de önemlisi merakı diri tutacaksınız. Aynı zamanda bir insanın tek kolu ile verdiği yaşam mücadelesine ayrıntılarıyla şahit olacaksınız. Öyle ki Aron susadıkça siz de susayıp, keyifli şeyler düşündükçe siz de keyifleneceksiniz. Filmin en önemli özelliği tek başına ve tek bir mekânda çekilen bir film ne kadar güzel olabilir ki diye düşündürmemesi ve koskoca 94 dakika boyunca sıkılmaya imkân vermemesi. Üstelik de gerçek bir hayat hikâyesinden uyarlanması filmi değerli yapan özelliklerinden biri. Yalnız 127 saatten ne olur ki diye kesinlikle düşünmeyin. Kısacık da olsa bir zaman dilimi insan ömrünün belki de tamamını etkileyebilecek güçtedir. Tıpkı Aron Ralston’un 127 saati gibi... Her ne kadar sonu korkunç, dehşetli bir sahne ile bitmiş olsa da IMDB tarafından 7.7 puan alan, Bağımsız Ruh Ödülleri ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerine layık görülen gerçek hayattan alıntılanan bu efsane filmi izlemenizi öneririm.

Bosna savaşı ve sonrasını anlatan “Üç Yol” vizyona girdi 50. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin öne çıkan filmlerinden biri olan ve Faysal Soysal’ın yönetmenliğinde gerçekleştirilen Üç Yol filmi vizyona girdi. Bosna Savaşı ve sonrasındaki acıları merkeze alan film aynı zamanda “kayıpları ve toplu mezarları” konu edinen ilk Türk filmi olma özelliğini taşıyor. Film 1990’lı yıllarda Avrupa’nın tam ortasında BosnaHersek’te yaşanan acı dolu yılları ve sonrasında yakınlarını arayan insanların dramatik hikâyesini konu edinmektedir. Çekimlerinin Saraybosna, Batman, Hasankeyf, İstanbul ve Poçitel’de yapıldığı, senaristliğini ve yönetmenliğini Faysal Soysal’ın yaptığı “Üç Yol” filmi, tarihe meraklı olan izleyicilerini beklemektedir


kültür TANITIM

SİVAS

Türkiye Cumhuriyeti’NİN KURULDUĞU ŞEHİR

Bülent Akın Yeşilay Sivas Şube Başkanı Coğrafi Yapısı: Genel olarak dağlık ve yüksek bir plato üzerinde kurulan Sivas’ın arazi yapısının ortalama yüksekliği 1000 metrenin üzerindedir. Dağlar, bu dağlar arasında vadiler, çukurlardan oluşan ovalar ve dağların aşınması ile oluşan yüksek platolar ilin başlıca yüzey şekillerini oluştururlar. İl merkezinin doğusunda kalan Hafik, Zara, İmranlı, ku-

zeyinde kalan Koyulhisar, Suşehri, güneydoğusunda yer alan Gürün ve Divriği’de batı ve orta kesimlere göre çok sarp ve diktir. Geniş alanlar kaplayan sıradağlara, derin sarp ve uzun vadilere buralarda rastlanmaktadır. Kızılırmak vadisi boyunca uzanan kıyı düzlükleri ile Suşehri ovası ve Divriği-Palanga düzlüğü dışında, bölgede önemli düzlüğü yoktur. Güç geçit veren yüksek yörelerin kimi kesimleri fundalıklarla kaplı olmakla birlikte buralar genellik bitki örtüsünden yoksundur. Doruklardan vadi tabanlarına batıya doğru yükselti hızla düş-

tüğünden bu çıplak kesimde aşınım çok şiddetlidir. Sivas; Kızılırmak, Yeşilırmak ve Fırat Nehri’nin oluşturduğu üç vadi arasında yer almaktadır. İl topraklarının büyük bölümü İç Anadolu ikliminin ektisinde olmakla birlikte, Karadeniz ve Doğu Anadolu iklimlerinin de etkisi göz ardı edilemez. Tarihi: Sivas’ta ilk yerleşimler MÖ 7000-5000 yıllarına uzanır. Hititlerin yerleşim alanları içerisinde bulunan Sivas, Friglerin, Lidyalıların, Romalıların ve Bizanslıların egemenliğine geçti. Sivas, Roma devrinde Sebasteia adıyla anılmış-


tır. Birçok kaynakta Sivas adının Sebastia’dan türediği tit kralının altında kent krallarının ya da yerel kralların ve kent merkezinin Roma İmparatorluğu devrinde inşa bulunduğu bilinmektedir. Burada bulunan kralın adıedildiği yazılı kaynaklarda geçmektedir. Kentin ilk kunın Mazitima ya da Mimazati olduğu mühürlerden anruluş yeri, bugün kent merkezinde Topraktepe adı verilaşılmaktadır. len yükseltinin üzerinde gelişen, Roma İmparatoru Jus- Sıcak Çermik: İl merkezine 31 km uzaklıktaki kaplıcanın tinianus (527-565) tarafından yaptırılan kaledir. su sıcaklığı 460-500 arasında değişmektedir. SodyumDanişment Beyliği 1071’de Sivas’ı sınırlarına katlu, sülfatlı, hidrokarbonatlı, magnezyumlu ve karbonatlı mıştır. Sultan İzzettin Keykabileşime sahip olan kaplıca suyu; vus, Sivas’ı 1220 yılında Selçukromatizma, sinir sistemi, solunum lu Devleti’nin başkenti yapmıştır. yolu, metabolizma bozuklukları, Kent 1256-1343 yılları arasında İlböbrek ve idrar yolları, kan dolahanlıların egemenliği altında kalşımı ve kalp hastalıklarının tedamıştır. 1343’te Eretna Beyliği’nin, visinde etkili olmaktadır. 1381’de Kadı Burhanettin Ahmet Kangal Balıklı Kaplıca: KuzeydoğuDevleti’nin merkezi olmuştur. Kent ya, Kavak Deresi Vadisi’ne doğ1398 yılında Osmanlıların egeru 13 km gittiğimizde “doktor bamenliği altına alınır ve “Eyalet-i lıklarla” ünlü kaplıcaya ulaşacaRum” adını taşıyan geniş bir bölğız. Kaplıcada havuza girenlegenin eyalet merkezi konumuna rin etrafında, balıklar dolaşmaAşık Veysel Müzesi gelir. 4 Eylül 1919 tarihinde toplaya ve ciltte hastalık belirtisi olan nan Sivas Kongresiyle Cumhuriyerleri temizlemeye başlamaktayetimizin temellerinin atıldığı şedır. Dişleri olmayan bu balıklar, hir olan Sivas, Atatürk ve kongre 36-37 °C sıcaklıktaki suyun yudelegelerini 108 gün konuk ederek muşattığı kabarık yara kabuklaCumhuriyet Döneminin önemli rını kopararak deriye kaplıca suşehirlerinden biri olur. yunun etki etmesini sağlamakta İlin önemli mesirelerinden bive cilt pürüzsüz hale gelinceye risi olan Gökpınar Gölü 15 m dekadar temizlemektedir. rinliktedir. Suyu çok temiz ve duSivas Mutfağı rudur. Alabalıklarıyla da ünlü Gürün Gökpınar Gölü olan göl, dipten gelen kaynaklarSivas Köftesi: Yakın zamanda tesla beslenmektedir. Gölün fazla sucil edilmesi beklenen Sivas Köfları Tohma Çayı’na dökülmektedir. Kıyısında motel ve tesi, doğallığı, pişirme tekniği ve lezzetiyle yöre mutfalokanta bulunan gölde kayıkla gezilebilmektedir. Şuğının tanınmış bir ürünüdür. Sivas köftesinin dünyağul Vadisi Gürün’de görülmeye değer önemli doğal gü- ca ünlü bir marka haline gelmesi amacıyla Türk Patent zelliklerden biridir. Son dönemde yapılan çalışmalarla, Enstitüsü’ne yapılan başvuru sonuçlandı. Sivas köftesi kanyon girişinde bulunan yürüyüş yolunun kanyonun tescillenerek, koruma altına alındı. içine doğru uzatılması sağlanmıştır. Ayrıca, vadi giriSebzeli Sivas Kebabı: Özellikle yaz aylarında tüketilen Sivas şinde bir balık lokantası ve kır kahvesi bulunmaktadır. Kebabı’nda, kuzu eti (but ve pirzola), patlıcan, domates, biber, sarımsak ve isteğe bağlı olarak patates kullanılır. Kültürel Miras Kazan Simidi: Kazan Simidi olarak adlandırılan Sivas’ın Sarissa: Burası surlu ve sanıldığından da büyük bir meşhur simidi, büyük bir ustalıkla, tam kıvamında hakenttir. Yöre halkının buraya “Kuşaklı” demesinin nezırlanan hamurun halkalar haline getirilmesi ve ardındeni de buradaki surlardır. Çivi yazılı Hitit tabletledan bu halkaların pekmezli kazana batırılıp fırında piri, hem bir kralın varlığını, hem de bayram kutlamalaşirilmesiyle oluşturulur. rını göstermektedir. Kazılarda açığa çıkarılan, kazı ekiMadımak Aşı: Türkiye’nin birçok ilinde yetişen madımak binin “C Binası” dediği 76 m uzunluğundaki tapınak biotu, özellikle Sivas ve Tokat yöresinin vazgeçilmez besin nası M.Ö. 1525’e tarihlendirilmektedir. Bina, “Hitit kent- maddelerinden biridir. İnce ince kıyılan madımağın içelerinde bulunanların en büyüğü” olarak tanımlanmakrisine kıyma, pastırma ve sucuk konulur. tadır. Mitolojide “Fırtına Tanrısı’nın hayvanları” araPeskütan: Peskütan, süt ürünlerinden yapılan bir çorsındaki boğadan burada bir çift bulunması da buradaba malzemesidir. Özellikle sonbaharda yoğurdun içine ki tanrının önemli olduğu düşüncesini desteklemekteaz miktarda un katılarak pişirilmesi suretiyle elde edilir. Bu şekilde hazırlanan peskütan kaplara dolduruladir. Yakın zamanda bulunan tabletler arasında 18 fal, 3 bayram metni, 12 dinsel kült dokümanı çıkmıştır. Hirak saklanır ve kış boyunca kullanılır.


SPOR

ENGEL TANIMAYAN SPOR

Paralimpik Oyunlar


ahmet kaynar-saliha büşra selman Paralimpik Oyunlar Nedir?

Çeşitli engelli gruplarından sporcuların katıldığı çok sporlu etkinliktir. Orijinalindeki “paralympic” kelimesi; İngilizce, engelli anlamına gelen “paralyzed” ve “olympic” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir.

Ne zaman yapılır?

İlk Paralimpik oyunlar 1960 Roma Olimpiyatları ardından gerçekleştirilmiştir. Günümüzde bu gelenek bozulmamıştır. Engelli Olimpiyat oyunları, olimpiyatların yapıldığı ülke tarafından oyunların bitmesinden iki hafta sonra düzenlenmektedir. Paralimpik yaz ve kış oyunları iki hafta içinde tamamlanmaktadır. 2001 yılında Uluslararası Olimpiyat Komitesi ile Uluslararası Paralimpik Komitesi bir anlaşma imzalamış, bu tarihten itibaren olimpiyat organize edecek bir kent, bu oyunlar bittikten en geç 3 hafta sonra da Paralimpik Oyunları düzenleme mecburiyeti getirilmiştir. Yani bir başka ifade ile, Paralimpik Oyunları yapmayan bir kente, olimpiyat oyunlarını yapma izni de verilmemektedir. Bu engelliler sporu açısından bir pozitif ayrımcılığın dünyadaki en belirgin örneklerinden bir tanesidir. Tarih: İlk kez The Stoke Mandeville Hastanesin’de, Sir Ludwig Guttman ta-

55

rafından organize edilen ve tekerlekli sandalyedeki engellilerin rehabilitasyonu için uygulanan çeşitli sportif aktiviteler, engelliler sporunun tarihsel başlangıcı olmuştur. İlk olarak okçuluk, bowling, bilardo ve masa tenisi oynanmaya başlanmış, kısa bir süre sonra da tekerlekli sandalye basketbolu, eskrim ve halter spor dalları gelişmiştir. Sir Guttman’ın organize ettiği 1.Stoke Mandeville Tekerlekli Sandalye Oyunları, 1948 Londra Olimpiyat oyunları ile aynı tarihte gerçekleştirilmiştir. İlk Paralimpik oyunlar 1960 Roma Olimpiyatları ardından gerçekleştirilmiştir. Engelliler Kış Olimpiyat Oyunları ise ilk defa 1976 yılında İsviçre’de Ornskoldsvik ‘de düzenlenmiştir. Kış oyunları da yaz oyunları gibi Kış Olimpiyatlarının düzenlendiği ülkede yapılmaktadır. “Türkiye Paralimpik Oyunlara ilk ne zaman katıldı?” diye sorarsanız; ilk defa 1992 Barselona Paralimpik Oyunları’na katılmıştır.

Türkiye’nin madalyalı sporcuları: 2004 Atina Paralimpik Oyunları: Korhan Yamaç - Atıcılık - Altın 2008 Pekin Paralimpik Oyunları: Gizem Girişmen - Okçuluk - Altın 2008 Pekin Paralimpik Oyunları: Neslihan Kavas - Masa Tenisi – Bronz


Spor Branşları

Kuruluşlar

A - Yaz Oyunları sporları 1. Ağırlık kaldırma 2. Atletizm 3. Atıcılık 4. Tekerlekli sandalye basketbol 5. Binicilik 6. Bisiklet 7. Boccia 8. Çim bowlingi 9. Dalış 10. Eskrim 11. Futbol 12. Goalball 13. Halter 14. Judo 15. Masa tenisi 16. Tenis 17. Okçuluk 18. Tekerlekli sandalye rugby 19. Voleybol 20. Yelken 21. Yüzme B - Kış Oyunları sporları 1. Alp disiplini 2. Biatlon 3. Kayaklı koşu 4. Tekerlekli sandalye körlingi 5. Kızak buz hokeyi

Uluslararası Paralimpik Komitesi (IPC): 22 Eylül 1989 yılında kurulan ve Paralimpik Oyunlarını düzenleyen komitedir. Merkezi Almanya’da Bonn şehrindedir. Sir Ludwig Guttmann’ın, 1948’de İngiltere Stoke Mandeville’de, II. Dünya Savaşı’na katılmış olan omurilik zedelenmesinden muzdarip gaziler için düzenlediği spor karşılaşmalarından dört yıl sonra, Hollanda’lı sporcuların katılımıyla, bugün ‘Paralimpik Oyunları’ adıyla bilinen uluslararası hareket doğmuştur. Zaman içinde hızla gelişen bu hareketi daha etkin ve verimli bir biçimde yönetmek ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne (IOC) tek vücut olarak seslenebilmek için 1982’de “Uluslararası Dünya Engelliler Spor Organizasyonları Koordinasyon Komitesi” (ICC) kurulmuş ve sadece beş yıl sonra bu komitenin yerini Uluslararası Paralimpik Komitesi (IPC) almış-

tır. Lillehammer’da 1994’te yapılan Kış Paralimpik Oyunları IPC’nin yürüttüğü ilk organizasyon olmasına rağmen, sadece 6 sene sonra ki Sidney 2000 Yaz Paralimpik Oyunları’na, katılan 125 ülke ve 4000 sporcuyla 1972 Münih Olimpiyat Oyunları’nı geride bırakmıştır. Türkiye’de Ulusal Paralimpik Komitesi 2002 yılında kurulmuş ve aynı yıl IPC’nin üyesi olmuştur.

Engelli Olimpiyatları’nın Sembolü Bu oyunların ilk logosu Kore’den alınan Tea-Geuk amblemidir. Akıl, Beden ve Ruh (Mind Body, Spirit ) olarak tanımlanan bu sembolün anlamı: Fiziksel uğraşının en son noktasına ulaşabilmek için ruhsal düşünceye dalmaktır. Bu ifade ile sporun başarılmasında bedenin, onun tamamlayıcısı ruhun ve aklın kullanılması sayesinde kişinin istediğini elde etmesinde, hedeflerine ulaşmasında her türlü engeli aşabileceği kısaca tanımlanmıştır.


Geçmiş Yarışmalar

57

Kaynaklar: http://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslararas%C4%B1_ Paralimpik_Komitesi http://tr.wikipedia.org/wiki/Paralimpik_ Oyunlar%C4%B1


58

Hilal-i Ahdar

Sıhhi ve İçtimai Şüun* çe v İ R İ A R İF Ç İF Ç İ İzmir’e götürmekte ve orada kurduğu umumhaneye sermaye yapmakta olduğunu yazıyor. Bu meluna geçenlerde Kadıköy’de zengin bir ailenin henüz sinn-i rüşte varmamış bir evlatlığı tuzağa düşürmüş ve kardeşine bekaretini bozdurduktan sonra İzmir’e götürmüş ve orada para mukabilinde bir umumhaneye mal etmiştir. Arap Saliha yine böyle sin-i rüşte vasıl olmamış bir kızı iğfal ederek satış pazarlığı yaparken zabıtanın eline düşmüştür. Bu havadisi okuyunca geçen gün seyrettiğimiz Molen Ruj (Moulin Rouge) Kraliçesi ünvanlı sinema filmini hatırladık. Orada Paris’e gelen kimsesiz taşra kızlarını avlayan bir caniyenin melanetleri gösteriliyordu. Avrupa şehirlerinde bu gibi vukuata pek çok tesadüf edilir. Zabıta-i ahlakiye ırz ve namus soyguncularını her yerde şiddetle takip eder. En serbest memleketlerde aileler genç kızlarını sıkı bir tarassut altında bulundururlar. Hele akşamın altısından sonra bir aile kızı yalnız başına sokağa çıkamaz. Çünkü her türlü ihtimal melhuzdur. Bizde henüz cinayetlerde otomobil isti’malatı taammüm etmedi. Hâlbuki Avrupa’da maskeli haydutlar melanetkar maksatlarını ifa için hiçbir şeyden çekinmezler. Kloroform ile uyutmak, sokaktan geçerken yaka paça otomobille kaçırmak daima görülen vakaidendir. Bu hususta zabıta-i ahlakiye ile beraber ebeveyne de mühim vazife terettüp eder. İçtimai gözle tetkik ettiğimiz zaman ebeveynin vazifesini her zamankinden fazla ağır buluyoruz. Baba ve annenin sıkı kontrolü içtimai hayatımız için en metin ve emin bir destek olur. Seyyah Hücumu İstanbul son ay içinde bir şehri andıran vapurlarla Amerika, İngiltere, Almanya’dan zengin kafileleri gelmekte-

dir. Her gelişlerinde şehre üç yüz bin liraya yakın para bırakan bu mesut insanlara acaba gıpta etmeyenler var mı? Himaye-i Etfal Konferansı Himaye-i Etfalin senelik konferansı geçen hafta içerisinde inikat etmiş. Latife Mustafa Kemal Hanım Efendi namına celse Yusuf Kemal Bey tarafından küşat edilerek heyet-i idare raporu kıraat ve kabul olunmuştur. Gelecek sene için çocuklara sıhhi ve muakkam sütü tevzi etmek için bakımevi, sütü kaynatma ve tevzi mahalleriyle çocuklar muayene ve tedavihanesi tesisi için bütçeye yüz bin lira tahsisat vad’ edilmiştir. Ölüm Şuaı Elektrik mevceleriyle düşman ordusunu ani bir surette itlaf etmek için geçenlerde bir alet icat etmiş olan Garindel Matheus bu icadını İngiltere’ye satmaya muvaffak olamayarak Amerika’ya azimet etmişti. “Ölüm Şuaları” mucidi ahiren Southampton’a gitmiş ve kendisiyle görüşen gazetecilere İngiltere’nin bu ihtiradan istifade etmek fırsatını ebediyyen kaybettiğini ve Amerika hükümetinin bir haftalık bir müzakereden sonra ölüm şuaları aletini satın aldığını söylemiştir. Sütlere Su Karıştırılıyor İstanbul iktisat komisyonu tarafından tanzim olunan rapora nazaran süt istihsalatımız tamamıyla İstanbul’da sarf edilmektedir. Ta’kim edilmiş olan sütler ise İsviçre ve Amerika’dan gelmektedir. İstanbul’un sütünü temin eden dört bin kadar inek ve yüz kadar mandadır. Bunların sahipleri yüz kişidir. İstanbul civarındaki ineklerden günde 15000 okka ve mandalardan dahi 3-4 bin okka süt alınır. Hâlbuki İstanbul’daki süt ihtiyacatı ve istihlakı 30 bin okka tutmaktadır. Bu hesaba nazaran şehrin süt ihtiyacını tatmine, inekler kadar çeşmelerdeki muzırr-ı sıhhat sular dahi karış-

maktadır. Bu hesap pek aşikârdır. Binaenaleyh fayda ümit edilerek içilen süt içinde, eğer lüzumu miktarda kaynatılmış ise mikrop kültürleri bulunduğu meydandadır. Bundan maada sütler gayr-ı muzır mevad ile de karıştırılmaktadır. Süt müstahsilleri sütlerini ellerinden 18 kuruşa çıkardıkları halde, müstahsil ile müstahlikler arasındaki mutavassıtlar, bu süte üçte bir miktarında su ilave ettikten sonra 30 kuruşa yani safi sütü 30 kuruşa satmaktadırlar. İneklerin gıdasını teşkil eden maddeler günden güne pahalılaşmakta olduğundan süt müstahsilleri de müşkil ve zaiyata düşmekte ve inekçilik seri bir inkıraza maruz olmaktadır. İstanbul’daki süt buhranına karşı yegane çare olarak gösterilen şey şudur: Süt müstahsilleri bir kooperatif şirket yapmalı ve şehrin muhtelif yerlerinde açılacak süthanelerde ta’kim edilmiş sütleri şişeler içinde sattırarak mutavassıtları ortadan kaldırmalıdır. Diğer cihetten gayet ehemmiyetli bir mesele olarak bu süt ineklerinin cihet-i tedariki vardır. Şimdiki halde, Anadolu inekleri bir ıstıfa devresi geçirinceye kadar İstanbul’da süt alınan inekler Romanya’dan gelmektedir. Halbuki Romanya hükümeti, on yaşını ikmal etmeyen ineklerin ihracına müsaade etmez. Bu şerait altında İstanbul’a gelen ineklerin sütlü zamanları geçmiştir. Bundan daha fenası İstanbul’a gelen ineklerin müteverrim olup olmadıklarına da bakılmaz. Eğer bunlar baytarlar tarafından hın-i muayenede tüberkülin tatbik …. (devamı gelecek ayda) * Önceki sayının devamıdır. Hilal-i Ahdar, 12 Mart 1341/ 12 Mart 1925, C:1, No: 4, S:30



60

ALINTILAR

Sevgili Dost, Kulaklar işgal altında. Bu yüzden kelimeler yerlere dökülüyorlar. Ağızların kapıları kırık. Bu yüzden kelimeler ayağa düşüyorlar. Bu söz yığınlarını kim kaldıracak. Hiç kimse. Ama azarlanacak, sokaktan, “bak ne buldum” diye kelime taşıyan çocuklar evlerine. “At o pis şeyi” denilecek onlara. Çocuklarsa yıkayıp bazı kelimeleri saklayacaklar yastık altlarında.. A. Ali Ural Öldüğüm gün taşınırken tabutum Acı duyacağımı sanma bu dünyanın ardından. Ağlayarak, yazık oldu, diye konuşma Yok oluyorlar mı batınca güneş ve ay Ölüm sandığın şey aslında doğuştur Zindan gibi görünür mezar Oysa ruh, özgürlüğe kavuşur Hangi tohum büyümez ekilince toprağa İnsan tohumundan şüphen mi var yoksa Meşa Selimoviç

Bu yazılar www.alintidefteri.net esas alınarak hazırlanmıştır.

Yaşamın bütününü anlamanız gerek, sadece küçük bir parçasını değil. İşte bu yüzden okumak zorundasınız. İşte bu yüzden gökyüzüne bakmak zorundasınız. Bu yüzden şarkı söylemek, dans etmek, şiirler yazmak, acı çekmek ve anlamak zorundasınız; çünkü tüm bunlar hayattır.. J. Krishnamurti Hayatın arkasından konuşmak bana göre değil. Konuşunca yüzüne karşı konuşmayı yeğliyorum. Benim hayatla bir alıp veremediğim yok, tam tersi, verip alamadığım var. Şaşkın ve telaşlıyım. Kendimi yanlış yerde indirilmiş bir yolcu gibi görüyorum. Hüseyin Akın Mutluluğun sırlarından birisi, şeylerden olduğu gibi hoşlanmak ve onları daha iyisi ile karşılaştırmamaktır. O halde sizden daha ‘varlıklı’, daha ‘başarılı’ insanlarla kendinizi mukayese etmeyi bırakın, siz sadece kendi kendinize neyi yapabileceğinize bakın. Kemal Sayar




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.