Yeşilay Dergisi-Temmuz-2013-954.Sayı-Bağımlılıklarla Mücadelede Çocuk Becerilerinin Geliştirilmesi

Page 1

AKLI VE RUHI BIR BECERI TAEKWONDO

56

www.yesilay.org.tr

954 TEMMUZ 2013 88.YIL 5 TL

BAĞIMLILIKLARLA MÜCADELEDE ÇOCUK BECERİLERİNİN GELİŞTİRİLMESİ FAKTÖRÜ

24

HAYATTA MUTLAK MUTLULUK YOKTUR

46

BÜYÜK SAVAŞLARI KAZANMAK İÇİN KÜÇÜKLERİ HAZMEDECEKSİN



KURUCUSU Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Uzman Derginin Tesisi:1925 TÜRKİYE YEŞİLAY CEMİYETİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ Genel Başkan Prof. Dr. M. İhsan Karaman GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ Sümeyya Olcay sumeyya.olcay@yesilay.org.tr

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Av. Osman Baturhan Dursun ÇALIŞMA GRUBU Betül Olcay Meryem Olcay Murat Karaca Ahmet Kaynar Saliha Büşra Selman Muhammet Celep Onur Ulukuz Betül Koyuncu Esra Önal Rabia Koyuncu Halil Kökcü REKLAM PROJE KOORDİNATÖRÜ Sekans Yapım Şakir Sarı sakirsari@sekans.com

0216 557 8035 www.sekans.com REKLAM KOORDİNASYON Ufuk Yıldız Sedat Azizoğlu 0216 505 0410 DERGİ ABONE-DAĞITIM Nazlı Sarı 0216 557 8035 nazlisari@sekans.com

YEŞİLAY TANITIM VE ORGANİZASYON Ferdinaz Koyuncu YAYIN KURULU Prof. Dr. M. İhsan Karaman, Prof. Dr. Medaim Yanık, Dr. Ahmet Özdinç, M. Pervin Tuba Durgut, Dr. M.Ata Öztürk, Esra Albayrak, Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel, Uz. Dr. Havva Sula, Prof. Dr. Dilşad Türkdoğan, Prof. Dr. Sefa Saygılı, Arif Çifçi İDARE YERİ Akşemsettin Mah. Albay Cemil Sakarya Sk. No: 3/2 Fatih/İstanbul T (212) 527 16 83 – F (212) 522 84 63 GRAFİK TASARIM Sekans Yapım BASKI Ömür Matbaacılık AŞ YAYIN TÜRÜ Süreli ISSN 1330-3950 Yurtiçi Abonelik, Yıllık 60 TL Yurdışı Abonelik, Yıllık 120 TL Hesap Bilgileri Bankasya Üsküdar Şubesi Şube Kodu:58 Hesap No:467557 IBAN TR300020800058004675570019 Yeşilay Dergisi, devletin tüm sorumlu mercilerine muntazaman ulaştırılmaktadır. Dergide yayınlanan makalelerin fikri sorumluluğu yazarlarına aittir.


30 10 12 16

BAĞIMLILIĞA SIFIR TOLERANS! Tek bir derdi var; “bu ülkenin çocukları bağımlı olmasın!”. Bağımlılık alanında gerçekleştirdiği projeler, verdiği konferanslar, yazdığı kitaplarla öne çıkmış bir isim Zafer Ercan.

UYUŞTURUCUYLA MÜCADELEDE YEŞILAY-NARKOTIK IŞBIRLIĞI BAĞIMLILIĞI ÖNLEYICI AILE YAKLAŞIMLARI ÇOCUKLARDA DUYGULARINI IFADE ETME BECERISI

46


24 44 36 54

HAYATTA MUTLAK MUTLULUK YOKTUR AYIN FILMI: HER ÇOCUK ÖZELDIR ÇAY, KAHVE DEĞIL, SU TÜKETIN TÜRKİYE’NİN GÜL BAHÇESİ: ISPARTA

VE RUHI BIR BECERI: 56 AKLI TAEKWONDO

SEVDA TÜRKÜSEV: BÜYÜK SAVAŞLARI KAZANMAK İÇİN KÜÇÜK SAVAŞLARI HAZMEDECEKSİN


BAŞYAZI

Ramazan, bir fırsat olsun… Değerli Okuyucularımız, Bağımlılık köleliktir. Bağımlılıktan kurtulmak; yeniden özgürlüğe kavuşmak, kendi iradesiyle hayatın tadına vararak doya doya yaşamaktır. Bağımlılık bir tür hastalıktır ve önleme/tedavi/iyileştirme çalışmaları yapmak hem toplumun hem devletin görevidir. Özellikle ergen ve gençleri bağımlılığa götüren faktörler üzerinde derinlemesine durulmadan ve çözüm üretilmeden bağımlılık mücadelesi yürütülemez. Elbette her birey, her aile, her sosyal grup veya alt kültür grubu için bağımlılığa yol açan nedenler farklılık gösterebilir. Fakat bir de ortak ve genel nedenler vardır. Bunlar arasında: -Arkadaşlara özenme -Gençlik hevesleri, maceraperestlik ve kendini ispat duygusu -Bağımlılık konusunda yeterli eğitim ve bilinç verilmemesi -İşsizlik, fakirlik, çaresizlik -Aile ve çevre ile iletişimsizlik, yalnızlaşma -Bağımlılıktan uzaklaştıran sportif, sanatsal ve kültürel etkinliklerin yer aldığı sosyalleşme ortamlarından mahrumiyet -Aile içi sorunlar ve aile içi şiddet, sayılabilir. İşte bağımlılık mücadelesi bu ve benzeri sebeplerin ortadan kaldırılması, böylece ergen ve gençleri zararlı alışkanlık ve bağımlılıklara götüren kanalların tıkanması ile başarılabilir. Burada da, devlet kadar aile, eğitim kurumları, medya ve sivil topluma görev düşmektedir. Gençlerin bağımlılık tuzağına düşmemesi için, hem sağlıklı ortamlarda kimlik ve kişiliklerini bulabilecekleri sosyalleşme imkânları yaratılması, hem de alternatif meşgale ve beceri alanlarına kanalize edilmeleri önem taşımaktadır. Yeşilay’ın da ilköğretim, lise ve üniversitelerde gerek Yeşilay Kulüpleri, gerekse Yeşi-

lay Gençlik Kolları faaliyetleriyle yapmak istediği budur. Türkiye Yeşilay Cemiyeti, tarihi misyonuna uygun faaliyetlerine yeni dönemde daha kapsamlı, kuşatıcı, bütünleştirici ve katılımcı bir vizyonla devam ediyor. Bağımlılığın farklı türlerine ait son aylardaki Yeşilay faaliyetleri hakkında bazı örnekler vermek isterim: Sigaradan başlayalım: 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü münasebetiyle, Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Dr. Margaret Chan’ın katılımıyla ve Sağlık Bakanlığıyla müştereken düzenlediğimiz toplantıda, ülkemizin tütün mücadelesinde gelinen nokta 2012 Küresel Yetişkin Tütün Araştırması sonuçları eşliğinde gözler önüne serilip, Türkiye’nin başarısı ödüllendirildi. Bu toplantıda, DSÖ ile Sağlık Bakanlığı arasında imzalanan Küresel Tütün Kontrolü Projesi İşbirliği protokolünde, Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin de bu işbirliği içinde yer alması karara bağlandı. Böylece, yeni dönemde Yeşilay’ın öncelikleri arasında saydığımız uluslar arası açılım ve başta bölgemiz olmak üzere diğer ülkelere model olma noktasında somut ve uzun vadeli bir adım daha atılmış oldu. Dünyada giderek önemi ve farkındalığı artan bir halk sağlığı sorunu olarak alkol tüketimi ve bağımlılığı konusunda Yeşilay’ın çabaları kamuoyunda ciddi yankı buluyor. Nisan sonunda Dünya Sağlık Örgütü işbirliğiyle Yeşilay’ın İstanbul’da düzenlediği “Global Alkol Politikaları Sempozyu-


mu” na 60’ı aşkın ülkenin DSÖ temsilcileri, sivil toplum örgütleri, bilim insanları, halk sağlığı otoriteleri ve 1200 kadar izleyici katıldı. Başta açılışa katılan DSÖ Başkanı Dr.Margaret Chan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, tüm katılımcılar ve özellikle benzer amaçlı sivil toplum kuruluşu temsilcileri Yeşilay’ın toplum sağlığı alanındaki bu global çabalarını takdirle karşıladılar. Hemen takip eden süreçte Avrupa Alkol Politikaları Birliği’nin genel kuruluna katılarak Avrupa Birliği ülkelerinin alkol mücadelesiyle uğraşan sivil toplum örgütü temsilcilerine ülkemizdeki durumu ve Yeşilay’ın faaliyetlerini anlattık. Tam bu süreçte, ülkemizde ilk defa olmak üzere alkol politikaları konusunda ciddi bir mevzuat düzenlemesi yapılması ve alkol kullanım, tanıtım, pazarlama ve sponsorlukları ile ilgili kanuni düzenlemenin yürürlüğe girmesi gerçek bir halk sağlığı bayramı oldu. Artık bu kanunun istismar ve ihlal edilmeden uygulanması ve özellikle gençlerimizin alkolün zararlı etkilerinden korunması için Türkiye Yeşilay Cemiyeti olarak yasanın takipçisi olacağız. Toplumları içten içe kemiren ve çoğu zaman geri dönüşü olmayan felaketlere yol açan diğer bir bağımlılık alanı da yasadışı uyuşturucu madde bağımlılığı… Uyuşturucu madde kullanım oranlarının özellikle genç nüfusta arttığına dair ciddi kanıtlar bulunmaktadır. Gençlerde tütün kullanımı ile başlayan sürecin sırasıyla alkole ve diğer uyuşturucu maddelere evirildiğini görüyoruz. O nedenle sadece uyuşturucu madde değil tüm bağımlılıklarla ilgili kapsamlı politikalar geliştirmeye ihtiyaç duyulmaktadır. TUBİM istatistiklerine göre, ülkemizde alkol ve tütün dışındaki yasadışı maddelerin bir kere de olsa denenmiş olma oranı ge-

nel nüfusta %2,7’dir. Bu uluslararası anlamda birçok ülkeden iyi durumda olduğumuzu göstermektedir. Bununla beraber özellikle genç nüfusta alkol, tütün ve uyuşturucu madde kulanım oranlarının son yıllarda arttığına dair çok sayıda araştırma mevcuttur. Yasadışı uyuşturucu maddeleri ilk defa kullanma yaşı 13.8’e düşmüştür. Bu nedenle, uyuşturucu bağımlılığıyla mücadelede, önleme odaklı aile, çocuk, okul temelli yaklaşımın önemli olduğunu düşünüyoruz. Medya, sosyal medya ve diğer internet mecralarının gençler üzerindeki etkisi dikkate alındığında bu kanalların gençlerde farkındalık oluşturulması için aktif olarak kullanılması ve özellikle medyanın bu mücadelenin bir parçası olması gerektiğine inanıyoruz. Son yıllarda ulusal anlamda etkili politikalar geliştirerek madde bağımlılık oranlarını azaltan ülkeler gözlemlenmektedir. Bu ülkelerde “madde bağımlılığı ile mücadele”, gençlik ve eğitim politikalarının önemli bir parçasını oluşturmaktadır. O nedenle gençlik merkezlerinin ve sportif alanların güçlendirilerek ülkemizin genç nüfusu için madde bağımlılığına giden yolların tıkanması gerekmektedir. Geleneksel olarak, genellikle emniyet kuvvetleri ve kamu idaresine terk edilmiş bu alanda, önleme, bilinçlendirme, eğitim, rehabilitasyon gibi sivil toplumun görev alabileceği bir çok çalışma var. İşte Yeşilay da, bakanlıklar ve emniyet makamlarıyla işbirliği ve koordinasyon halinde madde ve uyuşturucu bağımlılığına dair çalışmalarını ara vermeden sürdürmektedir. Bu cümleden olarak, Haziran ayının son haftasında, Türkiye Yeşilay Cemiyeti ve İstanbul Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü işbirliği ile İstanbul Eminönü meydanında dört gün süren bir etkinlik gerçekleştir-

dik. Her iki kurumun İstanbul’da ve ülke genelinde yürüttüğü “Yaşamayı Seç” ve “Hedef Sensin” kampanyaları çerçevesinde yapılan etkinlikle uyuşturucu madde bağımlılığına karşı farkındalık oluşturmak hedeflendi. Çocuk ve gençleri cezp edecek birçok oyun, eğlence, müzik ve fiziksel aktivitenin de yer aldığı etkinlikte, dört gün boyunca anneler, babalar ve gençler standımıza gelerek uzmanlarımızla temas kurdular ve madde bağımlılığı konusunda uzmanlarca bilgilendirildiler. Nihayet, geçtiğimiz günlerde, Bilgi Teknolojileri Kurumu ile Türkiye Yeşilay Cemiyeti arasında, dünyada ve ülkemizde gençleri pençesine alan ciddi bir sorun olarak gittikçe önemini artıran teknoloji bağımlılığı alanında ortak çalışmalar yapma ve bilinçlendirici projelere imza atma konusunda işbirliği sağlandı. Önümüzdeki aylar ve yıllarda, Yeşilay’ın teknoloji bağımlılığı alanında somut projeler gerçekleştirdiğine şahit olacağız. Çok Değerli Yeşilay Gönüllüleri, Temmuz ayıyla birlikte yeni bir Ramazan iklimine kavuşuyoruz. İnsanlığa bir rahmet ve huzur ayı olarak armağan edilen bu iklimde, binlerce örneğini gördüğümüz üzere, zararlı alışkanlıklara sahip olan insanlarımızın bağımlılıktan kurtulmalarını, adeta bir irade sınavı olan orucu, yeniden özgürce ve bağımlılıktan uzak yaşamak için bir fırsat olarak değerlendirmelerini diliyorum. Ne kadar çok sayıda insanımız bağımlılıktan kurtulursa, biz Yeşilay sevdalılarının bayramı da o kadar mutlu geçecek. Sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir Ramazan temennisiyle…

PROF. DR. M.İHSAN KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı


06

HABER Sigara ile mücadelede örnek ülkeyiz

Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda, ‘31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü ve Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Tanıtım Toplantısı’ gerçekleşti. Toplantıda ‘Küresel Yetişkin Tütün Araştırması 2012 Türkiye Raporu’nun sonuçları tüm dünya ile paylaşıldı. Programda Türkiye Yeşilay Cemiyeti’ne ‘Tütün Kontrolüne Katkı Ödülü’ takdim edildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Dr. Margaret Chan’ın katıldığı ‘31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü ve Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Tanıtım Toplantısı’ gerçekleşti. “Küresel Yetişkin Tütün Araştırması 2012 Türkiye Raporu” ve Türkiye’nin tütün ile mücadelesinde sahip olduğu başarı Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (CDC) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından tüm dünya ile paylaşıldı. 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü ile ilgili açıklamalarda bulunan Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman; “Dünya Si-

garasız gününün bu yılki teması tütün ürünlerinin her türlü reklam promosyon ve sponsorluğunun yasaklanması olarak belirlenmiştir. Yeşilay olarak, ülkemizdeki tütün kontrolü kapsamlı yasa ve uygulamalarının halk sağlığına olumlu yansımalarını görmekten dolayı büyük mutluluk duymaktayız. Bildiğiniz gibi bundan yaklaşık 1 ay önce DSÖ başkanı Sn Dr. Margeret Chan’ in katılımı ile DSÖ ile birlikte Global Alkol Politikaları Sempozyumu gerçekleştirmiştik. Sempozyumdan kısa bir süre sonra kanıta dayalı alkol kontrol politikalarını içeren, alkolün zararlı etkilerini azaltmaya yönelik kanunungeçtiğimiz günlerde TBMM’de yasalaştığının müjdesini Sn. Chan’e huzurlarınızda vermek isterim. Tütün kontrolünde olduğu gibi bu da halk sağlığı savunucularının önemli bir başarısıdır” dedi. Prof. Dr. M. İhsan Karaman’ın ardından konuşan Prof. Dr. Nazmi Bilir, Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Metodu ve Temel Bulgular 2012 raporunu katılımcılarla paylaştı. Bilir; “Yapılan araştırmalara göre pasif içi-


ciliğin evlerde dahi azaldığı sonuçlarına ulaştık. Bu durum, kapalı alanlarda sigara yasağının halk tarafından özümsediğinin bir göstergesidir” dedi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, 50’den fazla sağlık sorununun dolaylı ya da dolaysız etkeninin sigara olduğunu belirterek dünya üzerinde her on kişiden birinin tütün ürünleri sebebiyle hayatını kaybettiğini ifade etti. Müezzinoğlu, Tütün politikaları çalışmalarının 2013-2017 eylem planının hazır olduğunu ifade ederek “Ülkemiz ‘Türk gibi sigara içmek’ tabirinin hüküm sürdüğü bir yer iken tütün kontrolü çalışmalarının tüm dünyaya örnek olduğu ve birçok ülke tarafından incelenerek takip edilen bir ülke haline gelmiştir” dedi. Sağlık Bakanı’nın ardından söz alan Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. Margaret Chan, bir kez daha halk sağlığını ilgilendiren bir konu ile ilgili İstanbul’da olmaktan mutluluk duyduğunu ifade ederek “Dünya Sağlık Örgütü’nde arkadaşlarım neden sıklıkla Türkiye’ye gittiğimi soruyorlar; halk sağlığı için çalışan böyle bir yönetimin olduğu bir ülkeye gitmekten mutluluk duyarım. Dünya Sigarasız gününün bu yılki teması ‘tütün ürünlerinin her türlü reklam promosyon ve sponsorluğunun yasaklanması’ olarak belirlenmişti. Türkiye bunu kanunlaştırarak dünyaya örnek olmuştur. Tütün ile mücadelenin 6 kriterinin 6’sını da yerine getire-

rek MPOWER’ın tüm koşullarını gerçekleyen ilk ve tek ülke olmuştur” dedi. Chan, Türkiye’nin 2007’de katıldığı toplantılarda ülkelerce mücadelesine inanılmadığını söyleyerek değişimin altını çizdi. Atasözüne dönüşen ‘Türk gibi sigara içmek’ ifadesinin güncelliğini yitirdiğinden söz etti. Konuşmaların ardından Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü arasında Küresel Tütün Kontrol Projesi İşbirliği Niyet Beyanı imzalandı. Proje kapsamında Türkiye, tütün politikalarının uygulanması hususunda diğer ülkelere örnek oluşturarak DSÖ ile koordineli çalışmalar yürütecek. İmza Töreninin ardından konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise 4 yılda Türkiye’nin sigara ile mücadelede önemli bir mesafe kat ettiğini ifade ederek; “Bu düzenlemeleri ilk gündeme taşıdığımızda bize binlerce iş yerinin kapanacağını ve yüz binlerce insanın işsiz kalacağını söylemişlerdi. Bu uygulamalarda asıl amaç, tütün tüketmeyeni tütünün zararlarından korumaktı. Biz bunu başardık” dedi. 76 milyonun sağlığını korumak adına her önlemi almak zorunda hissettiklerini söyleyen Erdoğan; “Örnek bir sivil toplum kuruluşu olan Yeşilay, Türkiye’de bu mücadelede yükümüzü hafifletmiştir” dedi.

Tüketim 4 yılda %31,2’den, %27’ye düştü Dünya Sağlık Örgütü, Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi kapsamında dünya ülkelerine tütün kullanımının ve tütün kontrolü konusundaki uygulamalarının etkili şekilde izlenmesi ve değerlendirilmesi için ülkelere periyodik aralıklarla Küresel Yetişkin Tütün Araştırmasını (KYTA) yapmalarını öneriyor. Bu araştırma ile 15 ve üzeri yaş grubunda tütün ve tütün ürünlerinin kullanımı, sigara dumanına maruz kalma durumu, tütün kullanımını bırakma eğilimi, kişilerin medya ve sağlık uyarıları konusundaki tutum ve algıları ile ilgili bilgiler toplanarak analiz ediliyor. 2008 ve 2012 yıllarının sonuçları karşılaştırıldığında tütün ve tütün mamulü kullananların oranı; 15 yaş üzeri nüfusta; yüzde 31.2’den yüzde 27.1’e, erkeklerde; yüzde 47.9’dan yüzde 41.5’e kadınlarda ise yüzde 15.2’den yüzde 13,1 ‘e düştüğü gözlemlendi.


08

HABER Yeşilay, Su Sporları

Festivali’nde yer aldı

Yeşilay, Fatih Belediyesi tarafından Haliç’te düzenlenen Su Sporları Festivali’ne katıldı. Bu yıl ikincisi düzenlenen Su Sporları Festivali yoğun ilgi gördü. Gençlerin buluşma alanı olan festivale üniversiteler, STK’lar, spor kulüpleri ve çeşitli özel kuruluşlar katıldı. Balat sahilindeki Şair Nedim Parkı’nda düzenlenen festivalde Dragon Bot yarışları da yer aldı. Birçok takımın kıyasıya yarıştığı Dragon Bot’ta festivalin ikinci gününde final yapıldı. Su Sporları Festivali’nde Yeşilay’ın standı da yer aldı. Stant ziyaretçileri bağımlılıklar hakkında bilgilendirildi, broşürler dağıtıldı; çocuklara ise rüzgârgülleri ve ‘Yaşamayı Seç’ kokartları verildi. Yeşilay ekibi, Dragon Bot yarışında da yer aldı. Festival boyunca gençler; konserler, grup dans çalışmaları ve oyun istasyonlarıyla doyasıya eğlendi.


Sigarayı bıraktılar, bir dikili ağaçları oldu Türkiye Yeşilay Cemiyeti, Sultangazi Belediyesi ve Ağaç A.Ş. işbirliğinde ‘Sigarayı Bırak, Dikili bir Ağacın Olsun” projesi hayata geçti. 5 ayrı üniversitede ve Eminönü Meydanı’nda açılan stantlara gelerek projeye katılanlar, Sultangazi Kent Ormanı’nda, üzerinde kendi isimleri olan ıhlamur fidanlarını dikme mutluluğu yaşadı. Hatıra ormanına ‘Yeşilay Hatıra Ormanı’ adı verildi. Türkiye Yeşilay Cemiyeti, Sultangazi Belediyesi ve Ağaç A.Ş. işbirliğiyle çevre ve insan sağlığına dikkat çekmek ve bağımlıları sigarayı bırakmaya teşvik etmek amacıyla “Sigarayı Bırak, Dikili bir Ağacın Olsun” projesi başlatıldı. Proje kapsamında 7-16 Mayıs tarihleri arasında Beykent Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, Bezmialem Vakıf Üniversitesi ve Eminönü Meydanı’nda stantlar açıldı. Stantları ziyaret eden genç-yaşlı yüzlerce kişi sigarayı bıraktıklarını ve kampanyayı desteklediklerini beyan eden formları doldurdular. Projeye katılanlar, 22 Mayıs Çarşamba günü Sultangazi Kent Ormanı’nda, üzerinde isimlerinin yazılı olduğu ağaçlarını diktiler. İmza ve ağaç dikim töreninde Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman, Sultangazi Belediye başkanı Cahit Altunay, Ağaç A.Ş. Genel Müdürü Eyyüp Karahan bulundu. Törene Sultangazi Gençlik Meclisi üyesi öğrencileri de katıldı. Törende konuşan Yeşilay Cemiyeti Başkanı M. İhsan Karaman, bir asra yakın süredir bağımlılıkla mücadele eden Yeşilay Cemiyeti olarak tüm bağımlılıklarla mücadelede gerek kanun koyuculara veri sağlayacak gerekse de kanun ve mevzuat düzenlemelerine destek olacak etkin bir çalışma yürüttüklerini ifade etti. Karaman; “Sigara, bireylerin sağlığının yanı sıra, içerdiği zararlı kimyasallarla havaya; atığıyla ise çevreye ve dolayısıyla diğer canlılara ciddi zararlar vermektedir. Yeşilay, sağlıklı ve çevreye duyarlı etkinlikleri desteklemektedir.” dedi.


10

HABER


Uyuşturucuyla mücadelede Yeşilay-Narkotik işbirliği Yeşilay, Narkotik ekibiyle meydana çıktı. Birleşmiş Milletler 26 Haziran Dünya Uyuşturucu Madde Kullanımı ve Kaçakçılığıyla Mücadele Günü kapsamında Yeşilay ve İstanbul Emniyeti Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, “Hedef Sensin” diyerek gençlerle buluştu. Türkiye Yeşilay Cemiyeti ve İstanbul Emniyet Teşkilatı Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, 26 Haziran’da meydanlara çıktı. Amaç aileleri ve gençleri uyuşturucu bağımlılığı konusunda bilgilendirmek ve uyarmak. Birleşmiş Milletler tarafından 1987 yılında “Uluslararası Uyuşturucu Kullanımı ve Kaçakçılığı İle Mücadele Günü” olarak belirlenen 26 Haziran’da başlayacak etkinliklerin bu seneki adresi Eminönü Meydanı. Hedef Sensin ve Yaşamayı Seç konseptiyle yapılan organizas-

yon 4 gün sürecek. Organizasyonun açılış konuşmasını yapan İstanbul Emniyeti Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Özcan Bulduk madde kullanımı ile mücadele konusunda İstanbul Emniyeti’nin Avrupa’da örnek olduğunu ifade etti. Bulduk, gençlerin bağımlılıklardan korunmasına yönelik kurdukları ‘Hedef Sensin’ grubu ile tiyatrodan konferansa pek çok proje ile öğrencilere, eğitimcilere ve ailelere ulaştıklarını ifade etti. Programda konuşan Yeşilay Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman ise madde kullanım yaşının düştüğüne dikkat çekerek; ”Ülkemizde madde ile tanışma yaşı TUBİM araştırmalarına göre 13,8’dir. Kullanım oranı dünya ortalamasının altında görünmesine rağmen kullanım yaşının düşmesi hepimize ciddi sorumluluklar yüklemektedir” dedi. Etkinliğe katılan Dünyaca

Ünlü Türk Rallici ve bir Yeşilay Gönüllüsü olan Burcu Çetinkaya “10 sene önce sigarayı, 6 sene önce alkolü bırakmış biri olarak yeniden nefes almanın, kahvenin, yemeğin tadına varmayı herkese tavsiye ediyorum” dedi.

Narkotik köpekleri show yaptı Konuşmaların ardından Narkotik köpekleri meydanda yeteneklerini sergilediler. Yaşamay seç konseptinr uygun olarak etkinliğe katılan gençler ip atladılar ve trambolinlerde zıpladılar. Eminönü’ndeki etkinlikte 4 gün boyunca Best FM müzikleriyle alanda olacak. Çocuklara yönelik resim atölyelerinin yanı sıra vatandaşlar Narkotik Şube ve Yeşilay’ın uzman ekiplerince bilgilendirilecek. Bağımlılığa ilişkin genel bilgi paylaşımının yanı sıra özellikle uyuşturucu bağımlılığı ve korunmaya yönelik atölye çalışmaları yapılacak.


Kapak

FATIH KILIÇARSLAN SOSYAL HIZMET UZMANI/ AİLEDER YÖNETIM KURULU BAŞKANI

Bağımlılığı önleyici aile yaklaşımları


Ailenin uygun tutum ve davranışlarıyla çocuğun ruhsal ve davranışsal gelişimi sağlıklı yapılandırılabilir. Aile toplumun en küçük kurumudur. İnsanlar aile birliği içinde, çocukluklarından başlayarak yaşlılık dönemlerine kadar fiziksel ve ruhsal açıdan çeşitli aşamalardan geçerler. Bizler toplumsal hayatımızda ilişki içinde olduğumuz kişileri tanımalı, sosyo-ekonomik ve kültürel özeliklerini bilmeli, duygu, düşünce ve davranışlarında meydana gelen değişimi izleyebilmeliyiz. Bu nedenle de gerek bireyin meydana gelen davranışlarının değerlendirilmesinde, gerekse toplumsal yapının analizinde insan faktörü önemli bir değişken olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocuk, korunmaya, ilgiye ve sevgiye muhtaç bir varlıktır. Ailenin uygun tutum ve davranışlarıyla çocuğun ruhsal ve davranışsal gelişimi sağlıklı yapılandırılabilir. Ancak ebeveynler çocuklarına yeterli düzeyde ilgi ve sevgi göstermez, kişilik gelişiminde uygun rol model olmaz ise çocuk, uyum sorunu yaşar, davranışsal ve sosyal sorunlarla karşı karşıya kalır.

Kişilik Gelişiminde Ailenin Rolü Birey, çocukluk döneminden itibaren çevresinde yaşayan insanların davranış ve tutumlarını taklit eder. Bu taklit önce anne ve baba imajı ile başlar. Kişilik de zaten doğrudan doğruya anne- babanın çocuğu ile karşılıklı kurduğu ilişkiden doğmaktadır. Aynı zamanda kişilik, çocukla, çocuğun içinde yaşadığı toplumla sıkı ilişkilerinden, çok kuvvetli duygusallıklardan oluşmakta çocuk ile çevre arasındaki ilişkinin, diyalogun ve etkileşiminin sonucu olarak değerlendirilmektedir. Bir çocuğa ana babası nasıl davranırsa, çocuk da diğer kişilere karşı öyle davranır. Çocuğun karakterinin ve kişiliğinin oluşum sürecinde anne-babanın sevgisi ve disiplini oldukça önemlidir. Çocuğun karakteri, çoğu kez ana babasının verdiği davranış özelliklerini yansıtır. Karakterin oluşum aşamasında izlenilmesi gereken en önemli yol, çocuğa ahlaki davranışların nedenle-

13


Kapak

rini açıklamak, çocuğun kendi kararlarını vermesini ve onları akıllıca nasıl eleştirebileceklerini öğretmektir. Sağlam duygusal temeller üzerine kurulan kişiliklerde ki çocuklar, hayatın beraberinde getirdiği sorunlarla baş etmeye hazırlanmış demektir. Kişilik zamanla olgunlaşır. Ailenin sosyo- ekonomik düzeyi, kültürel durumu, arkadaş ve okul çevresi çocuğun kişiliğinin oluşumunda önemli rol oynar. Çocuğun fiziki, zihinsel ve duygusal yapısı zamanla gelişir. Önceleri duygu ve heyecanlarını denetleyemeyen çocuk büyüdükçe duygu ve heyecanlarını na sıl denetleneceğini öğrenir. Ailenin sosyo- ekonomik düzeyi, kültürel durumu, arkadaş ve okul çevresi çocuğun kişiliğinin oluşumunda önemli rol oynar. Kendine ve çevresine güvenen çocuklar, yaşam başarısı yüksek olmaya aday çocuklardır. Çocuk büyüdükçe, anne babasından ayrı bir varlık, farklı bir kişi olduğunu hisseder. Bir başkasına benzemeye çalışabilir, rol modelleri vardır. Çocuk, bütün enerjisini örnek-model objelere yöneltirse, kişiliği olumlu yönde etkilenir ve gelişir. Çocuk, kişiliği güçlü, ilkeli, bilge ve örnek bir insan modelini benimser ve özdeşleşerek bir bağ kurabilirse kendilerine olan güvenleri de artar, kişilikleri de gelişir.

Bağımlılığa neden olan aile yaklaşımları Aile ortamında istismara maruz kalarak, ihmal ve şiddet içerisinde yetiştirilen çocuk, psikososyal gelişim evrelerinde duygusal, sosyal, kişilik gelişimi açısından uyum ve davranış sorunları gösterir, madde bağımlılığına yönelir. Ebeveynler, çocuklarının farklılık çabalarını, kimlik arayışlarını korkuyla, endişeyle karşılayabilir ve kendi olumsuz duygularını çocuklarına baskı olarak yansıtabilirler. Ebeveynler bu şekilde çocuğuna sürekli müdahale ederek çocuğun kendini gerçekleştirme ve tanıma çabasını da zorlaştırmaktadırlar. Müdahaleci tutumlarıyla da çocukta ek bir stres faktörü olmaktadırlar. Aile ortamında istismara maruz kalarak, ihmal ve şiddet içerisinde yetiştirilen çocuk, psiko-sosyal gelişim evrelerinde duygusal, sosyal, kişilik gelişimi açısından uyum ve davranış sorunları gösterir. Madde bağımlılığına yönelir. Günlük yaşamımızda, çocuğumuzun bir sorunu karşısında, her şeyin iyi gideceğini söylemek, akıl vermek, dinlememek, eleştirmek, suçlamak


Aile ortamında istismara maruz kalarak, ihmal ve şiddet içerisinde yetiştirilen çocuk, psikososyal gelişim evrelerinde duygusal, sosyal, kişilik gelişimi açısından uyum ve davranış sorunları gösterir, madde bağımlılığına yönelir. iletişim engeli olduğunu öğrendiğimizde çoğumuz şaşırıyoruz. Bu yaklaşımlar çocuğumuza hiç yardımcı olmadığı gibi onun sorununu çözmede bir engel oluşturuyor, sorunu ortaya koymasını ya da açıklamasını engelliyor. Çocuk duygularının kabul edilmediğini, değersiz olduğunu, anlaşılmadığını düşünerek kendini olumlu tutumlarla ifade edemeyen çocuk madde kullanarak ailesinin ilgisini çekmeyi iletişim yöntemi olarak benimsiyor.

Bağımlılığı önleyici aile yaklaşımları Aile ve toplum ilişkilerinde soğukkanlı ve açık iletişim içerisinde “farklılıklarımızın farkında olarak” birbirimizi anlamalıyız. Aile ve toplum ilişkilerinde soğukkanlı ve açık iletişim içerisinde “farklılıklarımızın farkında olarak” birbirimizi anlamalıyız. Ancak uzlaşma ve sorun çözme yeteneklerimizi geliştirerek uyumlu, olumlu ve sağlıklı ilişkiler ortaya koyabiliriz. Özgüven ve değerler dengesi çocuğunun bağımsızlaşma sürecinde ebeveynlerin sağlıklı yaklaşımlarıyla gerçekleşebilir. Ebeveynler çocuklarıyla “bağımlı” ilişki kurma, onlara kendi uzvu gibi davranma, sahiplenme duygusuyla hareket etmek yerine çocuğa farklı bir birey olduğunu hissettirmelidir. Ebeveynler çocuklarıyla “bağımlı” ilişki kurma, onlara kendi uzvu gibi davranma, sahiplenme duygusuyla hareket etmek yerine çocuğa farklı bir birey olduğunu hissettirmelidir. Yaşına uygun olarak sorumluluklar alması, bağımsız hareket edebilmesi ve aile içerisinde karar sürecine aktif katılımı sağlanmalıdır. Öğrenim gören çocuklara yönelik olarak hazırlanan önleme programları ile akademik ve sosyal-duygusal öğrenmenin geliştirilmesi hedeflenmelidir. Böyle-

ce saldırgan davranışlar, zayıf sosyal beceriler, akademik başarısızlık ve okuldan ayrılma gibi madde kullanımı için risk etmenlerine müdahale edilmiş olur. 1. Çocuğunuzun sorunlarına duyarlı olun ve ilgi gösterin, onu da iletişim sürecine katın. 2. Madde ve alkolün kullanılmaması ile ilgili açık, somut düzeyde mesajlar verin. 3. İletişim engelleri olan akıl verme, yorumlama, eleştirme ve suçlamadan kaçının. 4. Çocuğunuzun madde kullanında, akran baskısı ile başa çıkabilmesi için yardım edin. 5. Değerler konusunda çocuklar bilgilendirilmeli, sorumluluk duygusu kazandırmalı, sorun çözme becerileri öğretilmelidir. 6. Çocuğun yaşına uygun kurallar konulmalı, kurallara herkes uymalı. 7. Beraber zaman geçirdiği arkadaşları (ailesi, davranış tarzları, zaman geçirdikleri mekânlar) yakından tanınmalıdır. 8. Çocuk yetenekleri ve ilgileri doğrultusunda sosyal aktivitelere yönlendirilmelidir. 9. Çocuklarımızı etiketleyici, damgalayıcı, özellikle de aile içinde ve toplumda dışlayıcı yaklaşımlardan kaçınmalıyız. Buna ek olarak anne-babalar; 1. Maddelerin etkileri ve madde ile ilişkili malzemelerin (sigara kâğıdı, enjektör, şaşal vb.) 2. Giysilerin ve odanın kokusunun 3. Oda kokulandırmalarının 4. Göz damlası kullanımının 5. Madde kullanımını çağrıştıran giyim, takı, posterlerin de farkında olmalıdır. Çocuk hayatın sorumluluğunu aldıkça, sonuçlarını gördükçe kendi değerlerini, hayat kriterlerini oluşturacak ve kendi ayakları üzerinde hayatına yön verecektir.

Kaynakça; Dr. Defne Tamar Gürol “Uyuşturucu Maddeler ve Çocuğunuz”


Kapak

KORAY KARABEKIROĞLU OMÜTF ÇOCUK VE ERGEN PSIKIYATRISI UZMANI, SAMSUN

Çocuklarda duygularını ifade etme becerisi Duyguların farkına varabilme ve kontrol etme becerisi günlük yaşama uyum için gereklidir ve birçok modern psikoterapi yaklaşımının çekirdeğini oluşturmaktadır. Duygu nedir ve duygular nasıl oluşur?

Günlük hayatta çok sık yaşadığımız öfke, sevinç, üzüntü, kaygı, tiksinme vb. durumlar duygulara örnek olarak verilebilir. Duygular davranışlarımızı motive eder ve diğer insanlarla ve çevremizle etkileşim kurma şeklimizi etkiler. Hayat deneyimlerine anlam katan duygulardır. Aslında temelde 2 tür duygu vardır: (1) olumlu duygu, (2) olumsuz duygu. Bireyin yaşamını sürdürmeyi destekleyeceği, bireye yarar getireceği (örn. beslenme) öngörülen her durumda olumlu duygu; bireyin yaşamını tehdit edeceği, bireye zarar getireceği (örn. sosyal olarak dışlanma) öngörülen her durumda da olumsuz duygu baskındır. Bebek anne karnına düştüğü günden itibaren duyular tarafından algılanan hemen her türlü bilgi (koku, ses, şekil vb.) ardından gelen olumlu ya da olumsuz sonuca göre “olumlu” ya da “olumsuz” duygular olarak kodlanmaya başlar. Bir uyaranın olumlu ya da olumsuz olmasını değerlendirmek her zaman çok kolay olmaz. Bazı durumlar hem olumlu hem de olumsuz unsurlar taşır. Böylelikle duygularda gökkuşağına benzer bir yelpaze gelişir. Üç temel renkten sonsuz sayıda renk oluştuğu gibi temel duygulardan da sonsuz sayıda duygu

oluşur. İnsanların duygularını nasıl yaşadığı ve nasıl ifade ettiği ve diğer insanlarla nasıl etkileşim kurduğu bireysel farlılıklar gösterir. Gurur duyma, utanma ve benzeri daha karmaşık duygular daha sonra gelişir. Bu daha karmaşık duyguların gelişmesi için öncelikle bebeğin kendinin farkında olma becerilerinin gelişmesi gereklidir. Yaşamın ikinci ve üçüncü yılından itibaren kendinin farkında olmaya başlayan bebek suçluluk duyma, utanma, gurur duyma gibi duyguları da öğrenir. Bu yaşlarda kendisi ile öteki ayrımını yapabilme becerisini geliştiren, başkalarının farklı zihinleri ve duyguları olduğunu da fark etmeye başlayan bebek diğerlerinin yüz ifadelerindeki anlamları ve daha karmaşık duyguları da anlamaya, karşısındaki ile empati kurmaya başlar. Örneğin, ağlamanın farklı anlamları da olabileceğini (ör, üzüntüden, sevinçten, gurur duymadan, vb.) keşfeder, başkalarının duygusal ifadelerini gördüğünde kendisinde de benzer duyguların uyandığını görür. Durumlarla duyguları eşleştirerek duyguların karmaşık kombinasyonlarını öğrenir. Okul öncesi yaşlarda duygularını sözlerle de ifade etmeye başlar. Bu yıllarda dışarıdan gözlenen duygu ifadesinin içte yaşanan duygularla her zaman eşleşmeyebilece-


ğini de keşfeder. Belirli ortalarda duygularını ifade etmek yerine, diğerlerine göstermemek gerektiğini, bazı duyguların özel olduğunu öğrenir.

Duygular bilişsel süreçleri etkiler Hemen her bir duygu dıştan (örn. bir koku, ses) ya da içten gelen (örn. karın ağrısı, bir sonraki günkü sınavı hatırlama) uyaranlarla tetiklenir. Duyguların fark edilmesinde bilişsel işlevler rol alır. Diğer bir deyişle, üzüntünün farkına varmak üzüntü duygusunun şiddetini artıracağı gibi, bilinçli bir yaklaşımla bu duygunun şiddeti azaltılabilir. Ayrıca, duyguların bilişsel süreçleri etkilemesi ve aynı zamanda da bilişsel süreçlerin duyguları etkilemesi mümkün olur. Duyguların farkına varabilme ve kontrol etme becerisi günlük yaşama uyum için gereklidir ve birçok modern psikoterapi yaklaşımı-

nın çekirdeğini oluşturmaktadır. Duygular genellikle kısa sürelidir ve en fazla birkaç saniye sürer. Duygularla ilişkili yüz ifadelerinin çoğu da kısa sürer. Bir duygu sırasında oluşan fiziksel değişiklik (örn. kan basıncının artması, solunumun hızlanması), duygusal ifadeden uzun sürebilse de genellikle birkaç dakikadan uzun sürmez. Bazen belirli duygular bir saat veya daha fazla sürdüğünde, duygudurum (keyif durumu) haline gelir. Duygudurumların yüz ifadeleri yoktur. Belirli bir duygunun kısa bir süre içinde defalarca ortaya çıkması, biyokimyasal değişiklikler sonucu duygudurumun kalıcı olmasına neden olabilir. Bir duygunun uyandırdığı içsel hisler tamamen bastırılamaz. Örneğin, yüz ifadesi değişimi bastırılsa da bir insanın gerçek hisleri sesinden anlaşılabilir. Örneğin, bir kişi hayatındaki stresli bir olay-

17


Kapak

dan bahsediyor ve bunun artık kendisini üzmediğini söylerken gülüyor olabilir ama sesindeki titremeden gerçek hisleri anlaşılabilir. Ayrıca yüzdeki duygu ifadesini saklamak vücuttakini saklamaktan zordur. Depresif durumdaki bir kişi dik durabilir ama yüzü üzüntüyü sıklıkla ele verecektir.

Çocuklarda duyguları ifade etme becerisi gelişimi için neler yapılabilir? Bir insanın baskın olarak hangi duyguları yaşayacağı, nasıl ifade edeceği ve duygularını nasıl denetleyeceği çok büyük oranda bebeklik döneminde şekillendiği için özellikle 0-3 yaş dönemi çok önemlidir. Bu dönemde annenin (birincil bakım verici diğer biri de olabilir) bebeğin ihtiyaçlarını fark etmesi, uygun karşılıklar vermesi ve bebeğin sıkıntısını olabildiğince azaltması bebekte baskın olarak olumlu duygular gelişmesini sağlayacaktır. Genetik ya da diğer nedenlerle özellikle duygusal gelişim sorunu yaşayan bebeklerin bu desteğe çok daha fazla ihtiyacı vardır. Zamanla çocuk özellikle dil becerileri de kazandıkça duygularını kelimelerle eşleştirmeye başlayacağından 2-3 yaş döneminde çocukların duyguları tanıması için uygun bir dönemdir. Kreş ortamında ya da evde örneğin duyguları tanıtan kartlarla, yüz ifadeleri öğretilebilir. Aynı renkler-

de olduğu gibi ana duygular (öfke, sevinç, üzüntü, kaygı, tiksinme) önce, ara duygular ise daha sonra öğrenilebilir. Çocuğun günlük hayatında yaşadığı her deneyim duygularını fark etmesi ve uygun bir şekilde ifade etmesini öğrenmesi için bir fırsat sunar. Örneğin, kreşte arkadaşı elinden oyuncağını aldığında hissettiği duygunun “öfke”, “kızgınlık”, “haksızlığa uğrama” olduğunu öğrenen bir çocuk, bu duyguyu fark edip, kendi kendine tanımaya başladığında, gidip arkadaşına vurmak yerine sözlerle, konuşarak hakkını savunmanın yollarını arayabilir. Bunun için de yerinde ve zamanında bir öğrenme sürecine ihtiyaç duyar. Diğer bir deyişle, kreşte öğretmeni bu durumu fark ettiğinde hemen yaklaşıp, beden dili ve sözlerle duygu eğitimi verebilir ve uygun yaklaşımı prova etmesine yardımcı olabilir. Oyun ortamı küçük yaşta öğrenme sürecinin en önemli ortamıdır. Yaş büyüdükçe çocuklarla duyguları hakkında daha derinlemesine konuşulabilir. Yaşanan olaylarla ilgili oluşan düşüncelerin duygulara neden olduğu ve sonunda o duyguların bizi bazı davranışlara sürüklediği çocuklara öğretilebilir. Olay- düşünce- duygu- davranış denklemi örneklerle anlatılabilir. Aslında erişkin dönemdeki bireylerin büyük bir bölümü bile olaylar sonrasında verdikleri davranış tepkilerinde düşünce


Zamanla çocuk özellikle dil becerileri de kazandıkça duygularını kelimelerle eşleştirmeye başlayacağından 2-3 yaş döneminde çocukların duyguları tanıması için uygun bir dönemdir. ve duygularının farkına varmazlar. Düşünce ve duyguların farkına varılması onları düzeltme ve uygun şekilde yönlendirme için gerekli olur.

Duygu denetimi için bir örnek: Ergenlikte öfke kontrolü Ergenlik döneminde neredeyse tüm ergenlerde öfke duygusunda bir miktar artış görülür. Öfke de tüm diğer duygular gibi normaldir ve insanidir. Öfke çeşitli şekillerde dışavurulur ve önemli olanı da ergenin öfkesini dışavurma biçimidir. Hedefe yönelik, sınırını aşmayan ve yapıcı öfke çoğu zaman sorun çözücü olabilirken, hedeften sapan, sınırı aşan ve yıkıcı özellikler taşıyan öfke dışavurum yöntemi hem ergen hem de çevresi için zarar verici olabilir. Fiziksel şiddet dışında, aşağılama, engelleyici (örneğin, pasif agresyon) davranma da öfke içeren ve zarar verici davranım sorunları olarak karşımıza çıkabilir. Öfke ergenlikle sıklıkla da bir depresyon belirtisi olabilir. Bir öfke atağıyla karşılaştığımızda ergenin şu soruları aklına getirmesinde yarar olabilir: Bu öfkenin kaynağı, başlatan sebepler nelerdir? Hangi ortamda ve zamanda ortaya çıkmıştır? Öfkeyi tetikleyen düşünce “kesinlikle böyle olmalı”, “asla böyle olmamalı” gibi kesin kabullenmelerden kaynaklanıyor olabilir mi? Acaba beklentilerim makul, gerçekçi beklentiler miydi? Acaba öfkemin altında bir korku, hayal kırıklığı ya da kayıp mı yer alıyor? Öfkelenmeye başladığımın fiziksel sinyalleri ne olabilir ve acaba çok şiddetlenmeden öfkemi durdurabilir miyim? Bazen öfkelenmenin tatlı geldiği, ne için öfkelendiğimi bile unuttuğum ama öfkemin devam ettiği oluyor mu? Öfkemi ifade etme biçimim işe yaradı mı? Daha etkin bir ifade biçimi geliştirebilir miyim? Acaba insanlarla iletişim biçimim yeterli mi? Kendimi yeterince anlatabiliyor muyum?

Acaba duygularım mı beni kontrol ediyor, yoksa ben mi duygularımı kontrol ediyorum? Öfke kontrolünde şu beş aşamalı uygulama işe yarayabilir: 1. Sorunun ne olduğunu tanımla. Kendine “Ben neye kızdım?”, “Acaba neden böyle hissediyorum?” gibi sorular sorarak sorunu net biçimde tanımlamaya çalış. 2. Tepki vermeden önce olası tepki verme yöntemi seçeneklerini gözden geçir. Uygulayabileceğini düşündüğün en azından üç seçenek belirle. 3. Her bir seçeneğin olası sonuçlarını gözden geçir. Kendine her seçenek için, örneğin “Birinci seçeneği uygularsam ne işe yarar?”, “Bunu uyguladığımda annem nasıl tepki verir?”, “Beni kızdıran sebep ortadan kalkmış olur mu?” gibi sorular sor ve yanıtlarını ara. 4. En uygun seçeneği seç. Bu seçenekler arasında düşünerek vardığın, sana göre en uygun seçenek neyse onu seç ve uygula. 5. Seçeneğinin sonuçlarını takip et. “Uygulama sonucunda öngördüğün sonuçlar ve hedeflere ulaştın mı? Kendini daha iyi mi hissediyorsun? Yoksa daha büyük sorunlar mı doğdu? Bir dahaki sefer nelere dikkat etmelisin?” gibi sorularına yanıt ara. Bu aşamaları uygulamak aslında sadece saniyeler içinde olur. Tepki vermeden önce birkaç saniye zaman vermek gerekecektir. Öte yandan, spor ve egzersiz yapmak, müzik dinlemek, yazı ya da şiir yazmak, resim yapmak, öfkeyi artıran mekândan bir süreliğine uzaklaşmak, duygularını konuşabileceğin birisine ulaşmak gibi yöntemler de öfkeyi azaltmakta, öfkeye hâkim olmakta yararlı olur. Her şeye rağmen öfke azalmıyorsa, çözüm bulamıyorsan profesyonel yardım almaktan kaçınma. Hedefe yönelik, sınırını aşmayan ve yapıcı öfke çoğu zaman sorun çözücü olabilirken, hedeften sapan, sınırı aşan ve yıkıcı özellikler taşıyan öfke dışavurum yöntemi hem ergen hem de çevresi için zarar verici olabilir.

19


Kapak

RABIA AKSOY PSIKOLOG

Çocuklarda stres, öfke ve sorunlarla baş etme becerisi Stresi günlük yaşamda karşılaşılan olayların, insan ilişkilerindeki baskı nedeniyle hissedilen sıkıntı ya da zorlama sonucunda, organizmanın verdiği tepki olarak tanımlamak mümkündür. Stres, oldukça hızlı yaşayarak dinlenmeye zaman bulamayan günümüz toplumlarının önemli ve ciddi sorunlarından biridir. Her birey stresten farklı şekillerde etkileniyor, buna rağmen hayatın koşuşturmasına ara vermeden her gün aynı şekilde bu yoğunluğa devam etmektedir. Peki, yaşanan bu hızlı hayat çocuklarımızı nasıl etkiliyor? Onlar ne kadar stres altındalar? Çocuklardaki stres nasıl anlaşılır? Okul başarısında fark edilecek derecede negatif değişiklikler. Ebeveyn ve akrabalarla olan ilişkilerinde gözlemlenen olumsuz değişiklikler. Uyku sorunu yaşamak. Okula gitmekte belirgin ölçüde isteksizlik. Baş veya karın ağrısı, sindirim problemleri gibi fiziksel şikâyetlerin başlaması. Aniden başlayan şiddetli ağlama nöbetleri veya aşırı sinirlilik hali. Daha önce ilgi alanına giren aktivite ve oyunlara karşı, gözlemlenen belirgin derecede ilgi kaybı gibi durumlar çocuğunuzun stres altında olduğuna işaret etmektedir. Bazı çocuklar strese tepki olarak kendisini geri çeker, içe dönük bir hal alır, pasifleşir, sorunlarıyla yüzleşmekten çekinir. Bazı çocuklar ise, sorunlarını inkâr ederek, olayların dışında kalırlar. Bu durum zamanla bireyin çev-

resiyle olan ilişkilerinde sorunlara yol açabilir. Stres karşısında sergilenen bir başka tutum da, olaylar karşısında aşırı tepki göstermektir. Aşırı tepki verme farklı biçimlerde ortaya çıkabilir. Diğer insanlara yönelik aşırı kızgınlık hali, sert ve kırıcı olma gibi davranışlar bunlara örnek olarak verilebilir. Çocuklar zaman zaman bunlar gibi gereğinden fazla tepkilerde bulunabilirler. Fakat bu tepkilerin zaman içerisinde alışkanlık haline gelmesi, bireyi toplumdan izole edebileceğinden dolayı, kişi strese karşı daha da yatkın hale gelmiş olur. Çocuklar stres yaşadıklarında genellikle şu iki soruya cevap bulmaya çalışırlar: “ Bu sorunla nasıl başa çıkabilirim?” ve “ Hiç bitmeyecek mi?”. Anne ve babaların destek ve yardımı ile birlikte, çocuklar stres karşısında çaresiz olmadıklarını ve sonuç olarak stresin biteceğinin güvencesini hissetmeleri, onları büyük ölçüde rahatlatacak ve bu durum anne, babaya karşı besledikleri güven duygularının tazelenmesine ve güçlenmesine yol açacaktır. Çocukların stres hissettikleri bazı durumlar: Arkadaşlar tarafından alay edilmek ya da aşağılanmak. Boşanma ya da ölüm nedeniyle anne ya da babayı kaybetmek. Okulda düşük notlar almak. Anneyle ya da babayla kavga etmek ya da tartışmak.

Çocuklar stres yaşadıklarında genellikle şu iki soruya cevap bulmaya çalışırlar: “ Bu sorunla nasıl başa çıkabilirim?” ve “ Hiç bitmeyecek mi?”


21


22 Kaybolmak. Ölüm korkusu. Terk edilmek Hastalanmak. Sınıfta kalmak. Yeni bir kardeş İnsanların önünde utandırılmak. Bağırılmak Arkadaşlarla kavga etmek. Rahatsız edilmek, saldırıya uğramak ya da taciz edilmek. Çocuklarımızın stresli olduklarını hissettiğimizde, onlara bu durumun farkında olduğumuzu ve yardımcı olmak istediğimizi anlatarak, ondaki bu stresin nedenlerini anlamaya çalışarak üzerlerindeki stresi azaltmanın ve stresi yönetmenin yollarını göstererek destek olabiliriz. Çocuklarımıza stresi azaltmak ve yönetmek için şu önerilerde bulunabiliriz: Hislerin hakkında güvenebileceğin bir yetişkinle konuş. Fiziksel oyunlar, egzersizler ve spor yoluyla gerginliğini üzerinden at. Hislerini her gün bir günlüğe yaz. İhtiyaç duyduğunda ailenden ekstra ilgi göstermelerini iste. Her gece bol bol uyu, bol bol su iç ve sağlıklı yiyecekler ye. Hata yaptığında kendine gülebilmeyi öğren. Gevşemek ve rahatlamak için resim yapmak ya da bir müzik aleti çalmak gibi bir hobi edin. Kendini gergin hissettiğinde derin derin nefes al ve tüm bedenini başından ayağına kadar gevşet. Sana zarar veren sırları içine hapsetme. Yardımcı olabilecek biriyle paylaş. Gerginliğini ve öfkeni hiç kimseye zarar vermeyecek şekilde dışarı at. Mesela koş, yastığını yüzüne kapayarak bağır, boks çuvalına yumruk at, sıçrama brandasında sıçra ya da yastıkları fırlat. Öfke ise, bir başka stres biçimidir. Stres, kişinin bir hakkın ihlal edildiğini algılaması sonucunda ortaya çıkar. Birey, herhangi bir durumda bir haksızlık olduğunu algıladığında, stres hormonları vücuda salınır ve birey bu duyguyu öfke olarak yaşar... Öfke, genellikle bu duruma neden olan şeye veya kişiye yönelik, bazen sözel bazense fiziksel olarak, saldırgan davranışlarla sonuçlanabilen olumsuz bir duygu biçimidir. Öfkenin ve

bu duygu neticesinde ortaya çıkan saldırganlığın hedefi, diğer insanlar olabileceği gibi, zaman zaman bunun ötesine geçilerek kurumlar, fiziki çevre veya kişinin kendisi de olabilir. Öfke, insanların arasındaki çatışmaların farkına varılmasını sağlayarak, görmezlikten gelinen bir çok farklılığın da ortaya çıkarak kendini hisetttirmesini sağlar. Bu nedenle, aslında öfkeli olmak ve zaman zaman bu duyguyu hissederek göstermek oldukça normal bir durumdur. Ancak, sık sık öfkelenen bir çocuğunuz varsa ve 6 yaşından büyük olduğu halde, düzenli olarak öfke nöbetleri geçiriyorsa ve saldırganlık göste-


riyorsa bu durumu kontrol altına almak gerekir. Aşağıdaki sorulara cevap bulmaya çalışmanız çocuğunuza yardımcı olmanızı kolaylaştıracaktır. Çocuk en çok nerede ve kimin yanında öfkeleniyor? Niçin öfkelenmiş olabilir? Öfkesi ortaya çıkmadan önce ön işaretler nelerdir? Çocuğunuz öfkeliyken sizin tutum ve davranışınız nasıl? Çocuğunuz en kolay kimin yanında sakinleşiyor? Stresin, öfkenin, sorunların yaşanmamasının

mümkün olmadığı günümüzde, bizlerin en değerli varlıkları olduklarına inandığımız çocuklarımıza bunlarla mücadele etmeyi ve başa çıkmayı öğreterek, onları hayata hazırlamak, kendi ayaklarının üzerinde durabilen, kendi farkındalığını arttırmış, güçlü, saygı ve sevgiyle harmanlaşmış değerli birer birey olarak yetiştirmek en önemli görevlerimizden biridir. Unutmamalıyız ki; bu ulvi görevi eksiksiz yerine getirebilmek için, çocuklarımızın ilk öğreticileri olan biz anne babalar öfke, stres ve sorunlarla baş etme konusunda öncelikle kendimizde birer uygulayıcı olmalıyız...


sรถyleล i


YRD. DOÇ. DR. SERDAR ALPARSLAN

Hayatta mutlak mutluluk yoktur SÖYLEŞI: SÜMEYYA OLCAY FOTOĞRAF: BETÜL KOYUNCU Gelişme sürecindeki çocukların sorunlarla baş etme becerilerinin nasıl kazandırılması gerektiğini ve bu süreçte bağımlılık yapıcı maddelere yönelme oranlarının ne boyutlarda olduğunu Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Yrd. Doç. Dr. Serdar Alparslan ile konuştuk.

25


Çocuklara sabretmeyi, beklemeyi, bir şey elde etmek için emek harcaması gerektiğini öğretmeliyiz. Öncelikle çocuklar açısından bağımlılığın alt yapısını oluşturan faktörleri öğrenmek isteriz… Çocuklar ve gençler olarak bakıldığında iki grubun uyuşturucu ve madde alışkanlığı farklı nedenlerle olmaktadır. Bağımlılık yapan maddelerin kullanım nedenleri çeşit çeşittir ve genelde birkaç neden iç içedir. Dünyada ki tüm toplumlara bakıldığında madde kullanımının belli alt kültürlerde fazla olduğu görülmektedir. Özellikle gelişmemiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerde, gettolarda, şehirlerin sosyo-ekonomik düzeyi düşük çevrelerinde, bedensel ve psikolojik sağlık açısından olumsuz bir ortam yaşanmaktadır. Bu bölgeler genellikle göç ile köylerinden, kasabalarından gelen insanlarla oluşur ve bu insanlar eğitim olarak büyük çoğunlukta yetersizlerdir. Kendi köy ve kasabalarının korunaklı ortamından çıkan bu insanlarda sosyal davranışlar büyük ölçüde değişir, gelecekle ilgili korkular oluşmaya başlar. Ayrıca küçük yerlerin getirdiği sosyal baskıdan kurtulan insanların davranışları da de-

ğişir. Küçük bir köyde bir çocuğu anne baba dışında bütün bir köy büyütür esasen. Şehre göçmüş bu köylü ailelerde sosyal baskı kalkar ve bu sanki geleneklerinden bir kopma da yaratabilir. Çevrenin köyün üzerindeki sınırlayıcı etkisi yoktur artık. Bu aileler çocuklarına da nasıl eğitim verecekleri konusunda yetersiz olabilirler. Bu tip şehir varoşlarında sahipsiz diyebileceğimiz, ailesinden yeterli ilgi görmeyen çok sayıda çocuk vardır. Bunlar uyuşturucu ve madde kullanımına yatkın çocuklar ve gençler olmaktadırlar. Bu gettolar zamanla kendi içinde bir dinamik oluştururken aynı zamanda madde ve alkol kullanımı çok hızla yayılabilir. Bu mahallelerde bu maddeleri satarak para kazanan bir grup oluşur ve yeni büyüyen çocuk ve gençleri potansiyel müşteri olarak görürler. Oluşan madde kullanım ortamı otomatik olarak çocukları madde kullanımına iter. Özellikle İstanbul gibi büyük illerde bunun örnekleri çok fazladır. Bazen sosyo-ekonomik düzeyi yüksek mahallelerde oturan çocuklar ve gençler de okul

26


arkadaşlıkları aracılığıyla bu mahallelerde oturan çocuklarla ilişki kurarak madde kullanımına alışabilmektedirler. Bulunan ortamın da sosyo-kültürel düzeyin düşük olması haliyle çocuğu madde kullanmaya itiyor… Özellikle uçucu madde dediğimiz tiner, yapıştırıcı koklama daha çok sosyo-kültürel düzeyi düşük, göçle oluşturulmuş mahallelerde yüksektir. Bu mahallelere baktığımızda çocuk sayısının çok olduğunu görürüz. Anne-baba çocuğuyla pek fazla ilgilenmez. Çoğu zaman çocuğunun nerede ne yaptığını bilmeyebilen ailelere rastlarız. Bu çocuklardan bazısı geceyi dışarda geçirir, ailesi engel olmaya çalışsa bile çocuk evden kaçar. Yine vaktinin çoğunu ya da devamlı olarak geceyi dışarda geçiren ‘sokak çocuğu’ dediğimiz çocuklar da genellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük bu mahallelerden çıkmaktadır. Bunun dışında günümüzde daha farklı çevrelerde uyuşturucu madde kullanımı hızla artmaktadır. Daha önce belli büyük şehirlerde kullanılan bazı maddeler küçük şehirlere doğrudan yayılmaya başlamıştır. Bunun nedeni hem maddeye ulaşımın kolaylaşması ve yayılması olduğu gibi hem de artan gençlik problemleri, anne baba çatışmaları da olabilir. Bu problemin altında psikolojik rahatsızlıklar da yer alıyor mu? Bazı psikolojik rahatsızlıklar madde kullanımına yatkınlık yapar. Bunlar arasında sayılabilecek hastalıklar; depresyon, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu(DEHB), davranım bozukluğu belli başlı rahatsızlıklar olarak sayılabilir. Depresyon gibi hastalıklarda ilk başta çocuğun ve gencin kullandığı madde bu sıkıntılı durumda kendini biraz daha iyi hissetmesini sağlayabilir. Bunu fark eden çocuk maddeye hızla alışır. Ne yazık ki bir süre sonra kullanılan madde mevcut depresyonunu daha da artıracağı için çocuk, madde dozunu da arttıracaktır. Bir diğer önemli rahatsızlık olan Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunda ise özellikle genç dönemlerinde madde kullanımı sık görülen bir durumdur. Bu çocuklar çabuk sıkılan içi içine sığmayan gençlerdir. Farklı şeyleri denemeyi severler ve cesaretlidirler. Okulları asıp gezmeye giden çocuklar bu gruptadır. Problemli arkadaşlıklar kurarlar.

Gencin enerjisini yönlendirmek için vakit geçirebilecekleri spor alanları, müzik gibi hobilerini geliştirebilecekleri ücretsiz kursların açılması çok etkili olacaktır. Alkol ve madde ile karşılaşması konusunda risk altındadırlar. Madde satıcıları içinde ideal genç gruplardır. Korkusuz ve içlerindeki enerjiyi yatıştırmak için macera ararlar. Bu nedenle ailelerin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunu fark edip erken tedavi ettirmesi önemlidir. Yoksa iş işten geçebilir. Çünkü madde bağımlılığı zor tedavi edilen bir hastalıktır. Suça meyilli çocuklarda ise sıklıkla davranım bozukluğu rahatsızlığı görülür. Bunlar şiddet kullanır, insanları tehdit eder, evden kaçar hatta insanları cinsel anlamda taciz edebilirler. Bu gençlerde madde kullanımı sıklıkla görülür. Hatta daha ilerleyen zamanlarda madde bile sa-


tabilirler. Bu çocukların da zamanında tedavisi çok önemlidir. Aslında üzerinde durulan ana konu gençlerin sorunlarla baş etme becerilerinin nasıl kazandırılması gerektiği ve bu süreçte bağımlılık yapıcı maddelere yönelme oranları. Bu eksende öncelikle çocuklarda becerilerin geliştirilmesi ve sağlıklı ruh halinin oluşturulması için nasıl adımlar atılması gerekir? Neler yapılması gerekir? Bu çok önemlidir. Bu konuda her hastalık gibi koruyucu önlemler en önemlisidir ve bu işle konuyla yakından ilgili insanlar çalışmalıdır. Bu konuda devlet dâhil sağlıkla ilgili kişiler, sivil toplum örgütleri, mahalli yöneticiler vb. herkes işin içine katılmalıdır. Ama öncelikle risk altındaki çocuk ve gençleri tespit etmek gerekir. Bahsettiğimiz gibi riskin yüksek olduğu mahallelerde çocukları ve aileleri eğitecek bir sistem kurulmalı, bunun için sivil toplum kuruluşları ve devlet birimleri o mahalleye adeta kamp kurmalıdırlar. Orada daimi görevliler bulundurmalı ve oradaki aileleri tanıyıp, güvenlerini kazanmalıdırlar. Yoksa devamlı değişen personelle çalışmak ailelerin güveninin kaybedilmesine neden olur.

Aileleri öncelikle anne babalık konusunda yetiştirmek gerekir. Maddi konularda da desteklemek faydalı olacaktır. Çocuklarıyla iletişimlerini arttırabilmek için anne babaların iletişim becerilerini yükseltmeleri gerekir. O mahallelerde çalışan daimi personellerin ayrıca çocuk ve gençlerin madde kullanımına yatkınlık sağlayan hastalıklarını tespit etmeli, bu konuda kendi de eğitimli olmalıdır. Hastalıklar tespit edildikten sonra da tedavi yolları araştırılmalıdır. Ayrıca devlet de uyuşturucu satıcılarıyla çok yoğun bir şekilde mücadele etmeli ve toplumu madde konusunda eğitmelidir. Gencin doğal olarak artmış enerjisini yönlendirebilmek için yine bu mahallelerde çocukların vakitlerini geçirebilecekleri spor alanları, müzik gibi hobilerini geliştirebilecekleri ücretsiz kurslar da çok etkili olacaktır ve belki binlerce çocuğu uyuşturucudan uzak tutacaktır. Ayrıca bu durum çocuğun kişilik gelişimine katkıda bulunacaktır. Bir çocukta normal gelişimsel süreç de onlar için stres nedeni olabilmektedir. Bu geçiş döneminde ergen ne gibi toplumsal ve biyolojik değişikliklerle


Eğer anne-baba saygı görmek istiyorsa ergene saygılı olmalıdır. Bu da ancak fikirlerine değer vererek ve ona bir birey gibi davranarak, bunu ona hissettirerek yapılmalıdır. karşılaşmaktadır ve bunlarla nasıl baş edebilir? Ergenlik insanın erişkinlik çağına geçiş dönemidir ve bu dönemde her alanda farklılaşım yaşanır. Genç, artık ayrı bir birey olduğunu anne-babasına ve çevresine göstermek ister. Bunun için de çok değişik riskli durumlara gözünü karartıp girebilir. Özellikle de anne-baba baskısına aşırı derecede maruz kalan çocuklar tüm toplum değerlerine savaş açabilir. Bu çocuklar hem madde kullanımına hem de illegal grupların kullanmasına açık gençlerdir. Bu gençleri bu dönemlerinde ebeveynler toleransla dinlemeli ve onlara ayrı bir birey olduğunu hissettirmelidir. Görüşlerini dinlemeli ve saygılı olmalıdırlar. Kendi fikirlerini de tabi ki söylemeli ancak hemen çocuğu düzeltmeye çalışmak yerine bazı şeyleri biraz zamana bırakmaları gerekmektedir. Ergenlerde artan yaşam deneyimleri onları anne babadan da bağımsız haline getirmektedir. Bu olağan bir durum. Yalnız bu durumda özerklik gereksinimlerine dış çevreden yanıt aramaktadırlar. Çevreyle bu noktada etkileşime geçmelerinin ne gibi tehlikeleri vardır? Ergenlerin özerklik arayışı tabi ki olacaktır. Bu normal psikolojik gelişimin bir evresidir. Bu dönemde özerklik arayışı nedeniyle anne-baba ile çatışma başlar. Daha önce çocuğunda böyle problemler görmeyen anne-baba bunu bir sorun olarak görüp düzeltmek yerine çocuğu eski kalıplarının içine tekrar sokmaya çalışırsa çocuk, aile ortamında oluşturamadığı kimliği tabi ki dışarıda arayacaktır. Dış çevreler ona bir birey olduğunu hissettirince de dış çevreye yani arkadaşlarına abartılı bir bağlılık geliştirecektir. Ayrıca anne-baba çocuğun arkadaşlarındaki problemli davranışları görse bile çocuğa bunu anlatamayacaktır. Çünkü anne-baba onun için dar kafalı ve anlayışsız kişilerdir. Eğer anne-baba saygı görmek istiyorsa ergene saygılı olmalıdır. Bu da ancak fikirlerine değer vererek ve ona bir birey gibi davranarak, bunu ona hissettirerek yapılmalıdır. Ona gerek evdeki konularla ilgili gerekse genel yaşamla ilgili konularda da sorular sormalıdır ve böylece çocuk, adam yerine konulduğunu ve değerli olduğunu hissedecektir. Çocuğu hayata dâhil etme ve kimliğini tamamlama sürecinde ailelere ve eğitici bireylere büyük görevler düşü-

yor. Gerek arkadaş ilişkilerinde gerek çocuğun kişisel sorunlarında gerekse aile içi iletişimde ebeveynlerin sorumluluğu büyük. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Ailenin görevi çocuğu hayata hazırlamaktır. Bunun için aileler hayattaki riskleri de sorunları da çocuğa öğretmelidir. Cam bir fanusta, her şey gül pembe hayatta gibi büyütünce genç hayatla karşılaşınca depresyona girer ve hayatla baş edemez, maddeye yönelebilir. Özellikle günümüzde bazı aileler çocuğun her istediğini yapıyorlar ve çocuklarını sanki bir kral veya kraliçeymiş gibi yetiştiriyorlar. Çocukları hiç ağlamasın, hep mutlu olsun istiyorlar. Şunu anlamaları gerekir ki; hayatta ‘mutlak mutluluk’ yoktur. İnsan devamlı gülemez. Çocukların her istediğinin olmayacağını aile öğretmelidir yoksa doyumsuzlaşan çocuklar hayattan çabuk sıkılır ve kendilerini madde kullanarak rahatlatırlar. İyi bir kişiliğe sahip ve hayatta mutlu olması kolay olan kişi hayatın içindeki problemleri çözebilen, sabırlı, beklentileri makul insanlardır, gençleri de bu şekilde yetiştirmeliyiz. Peki, bireylere ve sivil toplum kuruluşlarına bu durumda ne gibi görevler düşmektedir? Daha öncede kısmen belirttiğim gibi STK’lar bu savaşta en ön safta olmalıdırlar. Özellikle toplumun riskli bölgelerinde gönüllü olarak devamlı bulunmalılardır. Toplumun, özellikle de anne babaların her an danışabilecekleri mesafelerde olmaları gerekir. Kenar mahallelerde daimi temsilciler bulundurmalı ve bu kişileri uzun süre orada değiştirmeden tutmalı ki toplum o kişi ile bağ kurabilsin. Bu görevliler evleri de ziyaret edip, aileleri yakından tanımalı; yani sadece bağımlı olan ailelerin değil tüm ailelerle tanışılması gerekir. Çünkü o mahallelerdeki bütün aileler yani çocuklar risk altındadır. Riski en iyi bu görevliler tespit eder ve bağımlılık oluşmadan erken müdahale edebilirler. Ayrıca bu görevliler diğer kurumlarla (tedavi kurumları, devlet kurumları) ilişkileri yönetir. Ayrıca STK’lar okullarda öğretmen ve öğrencileri eğitmek için derslere girmelidir. Bu, sadece yılda bir bütün okula verilen konferans şeklinde değil, tek tek belli aralıklarla sınıflara girilerek ders şeklinde bilgilendirme yapılmalıdır.

29


söyleşi

ZAFER ERCAN

İnsana sonsuz

bağımlılığa sıfır tolerans!


SÖYLEŞI: SÜMEYYA OLCAY Onun tek bir derdi var; “bu ülkenin çocukları bağımlı olmasın!”. Bağımlılık alanında gerçekleştirdiği projeler, verdiği konferanslar, yazdığı kitaplarla öne çıkmış bir isim Zafer Ercan. Madde kullanıcısını değil, maddeyi hedef alan ve gençlere de onların diliyle yaklaşan, bağımlılıklarla mücadelede her şeyden önce bilgiye ve farkındalığa önem veren Ercan’la madde bağımlılığını ve bu alandaki çalışmalarını konuştuk. Bu arada; hayatını adamış olduğu bu dava sürecinde kendisine 7/24 ulaşabilirsiniz.

Aldığınız eğitimler, yaptığınız çalışmalar, düzenlediğiniz etkinlikler, seminerler ve yazdığınız yayınlar hep bağımlılıklar üzerine. Psikiyatri okuduktan sonra ‘bağımlılık danışmanı’ olmaya karar verdiniz. Sizi bu alanda çalışmaya iten nedir? Bir hikâyesi var mı? Tüm bu süreç çerçevesinde Zafer Ercan’ı tanımak isteriz… Bağımlılık alanında çalışmak, insanlara faydalı olmak için planlar yaptım dersem, Allah’ın bana bahşettiği lütuflara saygısızlık etmiş olurum. Ben bir polisim, mesleğimi hakkıyla yerine getirmeye çalışırken, tayinim Narkotik Şubeye çıktı. Genç bir komiser yardımcısı olarak başladığım bu serüvende, narkotiğe geldiğim zaman, Polis Akademisi’nde öğrendiğim teorik bilgilerin dışında hiçbir şey bilmiyordum. Maddelerden, madde bağımlılığından zerre haberim yoktu. Uyuşturucuları yakaladıkça, madde bağımlıların hüzün dolu, hazin hayatlarına şahit oldukça farkına varmaya başladım; evet, ülkemde uyuşturucu sorunu vardı! Sokaklarda uyuşturucu peşinde koşarken, yakaladığım madde bağımlılarının hayatlarını israf edişleri beni derinden etkiliyordu. Hatta o zamanlar gençliğimin enerjisi ve insan sevgimle madde bağımlılarına sevgi ve muhabbetle yaklaşmaya gayret ediyordum. Kendimce onlara nasihatler veriyordum. Ancak yıllarca biriktirdiğim bilgi ve tecrübelerle o genç komisere şimdi diyebiliyorum ki; “Madde bağımlısına nasihat tesir etmez!” Bunu öğrendim. Ee o zaman nasihat tesir etmez ise ne yapmak gerekir? Bu sorunun cevabını tabii ki gençliğimin tecrübesiz-

liği ile o zamanlar kendime sorduğumu sakın düşünmeyin. Bu soruyu şimdi sorup cevaplayabiliyorum. Komiserliğimin sonuna doğru, askerden döndükten sonra, detayları bende saklı, şubedeki çalışma ortamlarında oluşan bir takım değişiklikler sebebiyle narkotikte çalışmaktan vazgeçmiştim. Tayin istemiştim, hatta tayin yazım yazılmıştı bile. Ancak o sırada gerçekleşen müdür değişiklikleri ile şubeye yeni atanan Müdür benim isteğimi yerine getirmedi. Daha doğrusu, olmak üzere olan tayinim konusunda, istemeyeceğim bir yere tayin edilmekle ilgili beni tehdit bile etmişti. Bir büyüğüm olarak, beni dinleyen, tatlı bir şekilde tehdit eden müdürüm mevcut sıkıntılarımdan uzaklaşmak adına bana narkotik şubenin internet sayfasının kurulması görevini verdi. Ve ben bana verilen bu yeni görevle ilgili en ufak bir meziyete sahip olmayan biriydim. Müdürüm “o senin problemin” diyerek, bilgisayardan anlamamam konusunu kendisine hiç dert etmedi. Bir web-tasarım şirketine beni yönlendirerek, bir an önce işe başlamamı emretti.

İlk proje ‘Öyküyle madde kullanımını engelleme projesi’ Sorduğunuz bu sorunun başlangıcı işte bu görevdir. Web sayfasını hazırlarken şunu fark ettim; yıllardır sokakta çalışan bir narkotik polisi olarak, sokak tecrübelerim doktoralık, akademik bilgilerim ise okur-yazar olmayan bir seviyedeydi. Bu durumu dengelemek için web sayfası içerik çalışmalarım sırasında okumaya başladım. Bu alanda,

31


Sorun büyük, mücadele onun kadar ve ondan daha büyük olmak zorunda. Bilginin gücünü yanımıza almadan bu sorunla doğru bir biçimde mücadele etmemiz zor.

çok da fazla olmayan Türk Kaynaklarının tamamını okudum. Neticede bu çalışmalarımla Narkotiğin ilk kez açılan web sayfasını hazırlayıp, halkımızın hizmetine sundum. En başta dedim ya, bu Allah’ın bir lütfudur. Web sayfası ile açılan ve içerisine girdiğim kapıdan bakınca, baktım ki ileride, diğer kapılar beni bekliyor. Web sayfamızın en etkili olan ve en çok ziyaret alan “Yaşanmış Öyküler” kısmındaki öykülerini bu dönemde kaleme aldım. Bu öykülerim daha sonra tiyatro oyunları ve çizgi öykü kitapları haline getirildi. Okullarda verdiğim konferanslarımda gençlerimizin ilgisini en üst seviyede tutma adına bu öyküleri anlattım. Böylece ortaya, polisin hayata geçirdiği ilk talep azaltımı projesi olan ÖMKEP yani “Öyküyle Madde Kullanımını Engelleme Projesi” çıkmış oldu. Bu proje daha sonra tarafımdan tüm meslektaşlarıma eğitimi verilen ve tüm Türkiye’de uygulanan bir proje haline gelmiştir. Sonra İstanbul Üniversitesi

Adli Tıp Enstitüsü’nde “16 yaşında (lise 2) olan gençlerin madde farkındalık düzeyinin araştırılması” konulu yüksek lisans tezimi tamamladım. Ardından Çapa Psikiyatri Ana Bilim Dalı tarafından açılan sertifikalı, 250 saatlik eğitimi bitirerek “Bağımlılık Danışmanı” oldum. Aldığınız eğitimler bu alanda sorumluluğunuzu daha da arttırdı doğal olarak… İnsan bilgilendikçe cahilliği artarmış. bağımlılıkla mücadele alanında bulunduğumdan bu yana ben bunu yaşıyorum. Bilgilerim arttıkça, bilgilerimi yetersiz görüp, artırmaya devam ediyorum. Sorun büyük, mücadele onun kadar ve ondan daha büyük olmak zorunda. Bilginin gücünü yanımıza almadan bu sorunla doğru bir biçimde mücadele etmemiz zor. Ebeveynlerin çocukları ile ilgili korku ve endişelerinin azalması veya ortadan kalkması için bilgilerini mutlak artırmaları gerekir.

32


Zafer Ercan’ın bir derdi var; “bu ülkenin çocukları bağımlı olmasın!”. Yaşadıklarım bana şunu gösterdi, derdinizle dertlenirseniz, açılacak kapı çoktur, tek yapacağınız bu lütuflar karşısında cüz-i iradenizle başınızı usulca o kapıdan içeriye uzatmaktır. Bu fakir yaptıysa ancak kafasını içeriye uzatmıştır, gerisi bana ait bir mesele değildir… Her şeyden önce bireyi öncelediğinizi gösteren “İnsana Sonsuz, Bağımlılığa Sıfır Tolerans!” sloganınız nasıl ortaya çıktı ve bu alandaki çalışmalarınızın neticeleri nasıl? Tabii ki bu sloganım öyle bir günde ortaya çıkmadı. Bu alanda projeler ürettikçe, çalıştıkça, yazdıkça ve bunların hepsinden önemlisi madde bağımlılarını ve onların etrafında çoğu zaman çaresizce çırpınan yakınlarının hayatlarına şahit oldukça belki de farkında olmadan dilim bu cümleyi söylemeye başladı. Bağımlılıklarla mücadeleye bir polis olarak başladım. Dolayısıyla uyuşturucu kullanıcıları yani madde bağımlıları benim için birer suçludurlar. Ancak tecrübelerim arttıkça, uyuşturucuyu satanların dışında, kullanıcı boyutunda kalanların, bir beyin hastalığı olan bağımlılığa yakalanmış hastalar olduğunu öğrendim. Bu öğreti bana akademik çalışmalarımdan ziyade sokakların mıh gibi aklıma kazıdığı bir gerçektir. İşte bu gerçekle karşılaşan Zafer Ercan; “İnsana Sonsuz, Bağımlılığa Sıfır Tolerans!” demeye başladı. Yani meselemiz madde kullanan insan değil, kullandıkları, bağımlısı oldukları maddelerdir ve bu maddeleri de mücadele ederken, yasal-yasadışı, uyuşturucuuyarıcı, hap-toz diye ayrımını yapmıyoruz. Bağımlılık bir bütündür, ayrım yapılarak yapılan mücadele eksik kalır. Yıllardır zararlı alışkanlıklar üzerine çalışmalar yürütüyor, konferanslar/seminerler veriyor ve yazılar yayımlıyorsunuz. Şöyle genel bir soru sormak istiyorum; sizin için bağımlılık nedir? Nasıl ve hangi durumlarda bireyler zararlı alışkanlıklara yönelir ve bu durumda ebeveynlere veya topluma düşen görevler nelerdir? Bağımlılık; kişinin kullandığı madde karşılığında aklını kiraya vermesidir! Kiraya verilen akıl, o kişinin özgür iradesinin söylediklerini değil, kiracısının söylediklerini yerine getirir. Bir de maddenin insan üzerindeki etkisini anlatmak için; “kullanırsan kullanılırsın!” derim. Bu sloganımla da, madde etkisine giren biri-

nin muhakkak suretle, maddenin parasından menfaat temin edenlere hizmet etmesini anlatmaya çalışırım. Madde bağımlılığının insana musallat olması kişinin birey olabilmesiyle engellenebilir. Yalnız birey olma konusunda ilerleme kaydetmiş tüm insanlar kendisini maddeden korur demek de mümkün değildir. Madde kullanmak bir karar meselesidir. Hiçbir kullanıcı zorla bu işin içerisine girmez.

Mesele yaklaşmamaktır! Madde kullanma planı olmayan hatta tam tersi pozisyon sahibi bir genç davet edildiği bir doğum günü partisinde birden elinde bir uyuşturucuyu bulup, hayatının ilk denemesini gerçekleştirebilir. Bu nedenle mesele çoğu zaman “yaklaşmamaktır!”. Çünkü yaradılış gereği, merak eden, araştıran ve de başkaları tarafından sahte cazibeleri anlatılarak, bir anlamda anlık hipnoz edilen her insan maddeyi deneme ihtimali olan insandır. Ebeveynler çocukları ile olan iletişimlerini her yaşta sağlıklı sürdürmelidir. Ebeveyn-evlat iletişiminde en önemli mesele, her yaş değişimlerinde, mevcut iletişimin de revize edilmesi gerektiğidir. Ergenlik döneminde, çocuk iletişimi biter, gençlik döneminde de ergenlik iletişimi biter. Her an gelişen ve değişen çocuklarımızın bebekken ağlayarak haber verdikleri sorunlarının, artık ıngalayarak olmayacağını idrak etmemiz gerekir. Çocuklarımızın her an nerede olduğunu bilmek, kimlerle arkadaşlık ettiğini bilmek çaba sarf etmeden, sadece çocuğumuza sorduğumuz sorularla cevabını bulacağımız gerçekler değildir. Tabii bunu ifade ederken de bir ajan gibi çocuklarınızı takip etmenizi tavsiye etmiyorum. Sevgimiz, çocuklarımıza emek vermemizin alt yapısıdır. Üst yapısı da ilgilenmek ve bilgimizi artırarak aranın açılmamasını sağlamaktır. Bağımlıklar konusunda aynı zamanda bir emniyet görevlisi kimliğinizle sormak isterim. Türkiye’de bağımlıların suça karışma oranları hakkında neler söyleyebilirsiniz? Genel bir açıklama yapar mısınız? Uyuşturucu suçunu işleyenlerin geçmiş suç kayıtlarına baktığımız zaman birçoğunun başka suçları da işlediklerini görüyoruz. Uyuşturucu kullanabilmenin birinci kuralı uyuşturucuya verilecek paranın sahibi olmaktır. Bu para, üretmeyen, olsa da işini kaybetmiş bir uyuşturucu bağımlısında olmayanın adı-


Ebeveynlerin çocukları ile ilgili korku ve endişelerinin azalması veya ortadan kalkması için bilgilerini mutlaka artırmaları gerekir. dır. Parası olmayan her bağımlı potansiyel bir uyuşturucu satıcısıdır. En hızlı ve sık işledikleri suç, kendi kullandıkları uyuşturucunun parasını çıkarmak için satın aldıkları maddenin bir miktarını satmakla ortaya çıkar. Ayrıca bu gerçek, uyuşturucu bağımlılarının sayısının her geçen neden arttığının da bir ispatıdır. Uyuşturucuyu anlatmak için söylediğim; “Kullanırsan Kullanılırsın!” sloganım, aslında bu sorunuzun yani neden diğer suçları da işlediklerini, kısaca ama en derin felsefesi ile anlatmaktadır. Bir uyuşturucu bağımlısının parası yoksa uyuşturucunun verdiği sıkıntıdan çıkmak için hırsızlık yapar, gasp eder, annesinin bileziklerini çalar. Ve hatta bir bağımlı, küçük kardeşinin kumbarasında ki bütün o bozuk paraları bile hiçbir vicdan sızlaması yaşamadan alır-götürür ve uyuşturucu satın alabilir. Bu acı suç tabloları, uyuşturucunun kendi başına kalmadığını, başka bilumum birçok suçu da mıknatıs gibi kendi bünyesinde topladığını sayısız polis kayıtlarında bizlere gösterir. Devletin bu konular hakkında izlediği politikalar ve bulunduğu taraf hakkında neler söyleyebilirsiniz? Sizce eksik olan bir şeyler var mı? İzlenilmesi gereken politikalar nelerdir? Bu sorunuzun detaylarını şu anda bu alanda resmi görevleri olanların cevaplaması daha uygun olacaktır. Biliyorsunuz ki, bağımlılık

alanında bilgisi etkin, yetkin, etkili birisi olsam da şu anda narkotik konusunda “yetkili” birisi değilim. Ancak bağımlılık alanında yıllardır var olan-olmaya çalışan bir vatandaş olarak şunu söyleyebilirim ki, mücadele alanında çok yol kat edildi. Bu alanda çalışan polisimiz, akademisyenlerimiz çok önemli ve fedakâr çalışmalarla ülkemizin bu alanda ilerlemesini sağladılar. Şu an Türkiye talep azaltımı eğitimleri konusunda başka ülkelere ders verecek durumdadır ve zaten diğer ülkelere bu anlamda yardımlar yapılmaktadır. Örneğin yetkili olduğum dönemlerde resmi görevli olarak K.K.T.C. Türkmenistan ve Sudan ülkelerinin resmi görevlilerine ülkemizin tecrübeleri aktarmak adına eğitim çalışmaları yapmıştım. Bu çalışmalar bu alanda ülkemizin ilerleyişini göstermektedir. Yapılması gerekenlerin, eksik olanların giderilmesi sorusuna gelince; şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, her eksik giderme, her bilgi artırma ülkemiz için daha çok yapılacak işler olduğunu bizlere hatırlatır. Eğer bu soruyu, bir madde bağımlısı çocuğu olan bir anneye sorarsanız, tüm eksik olanları sizlere daha iyi anlatacaktır, bundan emin olabilirsiniz. Kapalı yerlerde sigara içme yasağının başlatılmasından sonra alkol yasası ile birlikte alkol tüketimi ve satışına da düzenlemeler getirildi. Bu yasa hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu yasa bağımlılık oranlarını ne tür etkiler? Bağımlılık alanında mücadele eden biri olarak fevkalade mutlu oldum. Sigara dumanından nefret eden bir insan olarak sevinçten havalara uçtum. Bir baba olarak bu yasaktan önceleri de ben çocuklarımla yemeğe çıktığım zaman sigara içilmeyen kısmı olan mekânları arardım. Yemek yerken sigara dumanının tadını yemeğimize katmamak için elimden geleni yapardım. Elimden geldiğince bu yasakların ne fayda sağlayacağını insanlarımıza anlatmaya çalışıyorum. Öncelikle bu kanunlar, alkol ve sigarayı yasaklayan kanunlar değildir, bunu herkesin bu şekilde anlaması ve toplumu provoke etme-


mesi gerekiyor. Bu kanunlar gelecek nesillerimizi ve kullanmayan insanlarımızı korumak için hazırlanmıştır. Kullanıcılara faydası ise her ortamda içemeyecekleri için kullanım miktarlarının azalması dolayısıyla zararı azaltmaları anlamına gelir. Ayrıca sigara ve alkol kullanıcıları, kullanımı sınırlayan bu yasaklara, saygılı olma eğilimlerini ne kadar çok artırırlarsa, kullandıkları bu bağımlılık yapıcı maddelerden tamamen uzaklaşma ihtimallerini de o kadar artırırlar. Siteniz ve diğer sosyal mecralarınızla da mücadelenizi sürdürmektesiniz. Bağımlı olan veya olmaya meyilli 7’den 70’e herkes size ulaşabiliyor. Sürekli telefonların gelmesi ve sizlerin de bu kişilere yardımcı olmanız takdire şayan. Bu alandaki çalışmalarınız nasıl? Bilgimin sadakasını vermek, bilgilerimi vakfetmek boynumun borcudur. Bilgi, bana göre paylaştıkça çoğalan tek gerçektir. Sevinci, hüznü paylaşmak ne kadar soyut ise bilgi paylaşmak o kadar somuttur. Bugüne kadar 1500’ün üzerinde konferans verdim. 6 kitabım çıktı, 7. sini yazıyorum. Yazdığım bağımlılık temalı tiyatro oyunlarım sahnelendi hala sahneleniyor. Tüm bu faaliyetlerim, bağımlılık mücadelesinde birebir dokunduğum insanlara faydalı olmuşsa da, dokunamadığımız, ulaşamadığımız birçok insanı düşününce bir şeyler yaptım demek biraz ayıp oluyor sanırım. Bu yetersizliğim sebebiyle ve daha ne yapabilirim düşüncesiyle yıllardır, +90 555 212 1881 numaralı telefonumu insanla-

rımızın bana danışmasına tahsis ettim. Telefonum 7/24 açık, www.zaferercan.com dan, www.twitter/ zaferercan ve www.facebook/zaferercan hesaplarımdan, her yerden paylaşıyorum. Bugüne kadar birçok anne, baba, eş, sevgili, evlat bilumum değişik sıfatlarla madde bağımlısı yakını olan insanlarımız beni aradı, aramaya da devam ediyorlar. Telefonda neyi mi hallediyoruz? İnanın bazen o telefonu açmam, insanlarımızla konuşmam bile benim için olmasa da onlar için çok büyük bir şey. Bu telefonumu artık istesem de kapatamam. Bağımlılıklarla mücadelede sizin önerileriniz nelerdir? Bağımlılıkla mücadele sadece polisiye yöntemlere havale edilecek bir mesele değildir. Madde bağımlılığı konusunda bilgileneceğiz, farkına varacağız ve sevdiklerimizi bu illetten korumak için tüm toplum işbirliği yapacağız. Ve tüm bu ülke gündeminin çokluğu ve aldatıcılığı karşısında asıl gündemimiz olması gereken konuların en başında uyuşturucu olduğunu unutmayacağız. Yeşilay ülkemiz için çok önemlidir. Kurtuluş Savaşımızın en önemli simge kurumlarındandır. Gençlerimizin kurtuluşu için mücadeleye azimle samimiyetle devam eden bu kurumun gönüllü bir neferi olduğumun bilinmesini isterim. Bu röportaj imkânıyla Yeşilay Dergisi okurlarıyla buluşmamı sağladığınız için de sizlere çok teşekkür ederim.

4. Sınıf Emniyet Müdürü, Yazar/Bağımlılık Danışmanı, Adli Bilimler Uzmanı

35


SAĞLIKLI YAŞAM

Çay, kahve değil, su tüketin Yaz sıcakları başladı ve susama hissimiz kışa göre daha belirginleşti. Günümüzde içecek yönünden pek çok alternatif söz konusu. Meşrubat, ayran, çay ve kahve gibi… Bayındır Söğütözü Hastanesi Check-up bölümünden Dr. Sertaç Yıldırım, su yerine başka sıvılar kullanılmaması konusunda uyararak, vücudumuzun günde en az 2.5 litre sıvıya ihtiyacı olduğunu ve bunun 1.5 litresinin su olarak alınması gerektiğini vurguluyor. Yaz sıcaklarının başlamasıyla birlikte susama hissimiz daha da belirginleşti. Günümüzde içecek yönünden o kadar çok alternatif var ki saymakla bitmez. Hâlbuki sağlık açısından tek alternatif var. O da su. Bayındır Söğütözü Hastanesi Check-up Bölümü’nden Dr. Sertaç Yıldırım, özellikle çocuklar ve yaşlılar için suyun öneminin daha fazla olduğunu ifade ederek, şunları söylüyor: “Vücudumuzun % 70’i sudur. Su özellikle vücut sıcaklığının düzenlenmesinde çok önemli rol oynar. Böbreklerin etkili çalışmasını sağlar. Deriden terleme ile toksinlerin atılımında görevlidir. Su yaşam sıvısıdır. Hayatın olmazsa olmazıdır. Meşrubat, meyve suyu ( nektar veya taze sıkılmış ), ayran, çay ( şekerle beraber ), kahve çeşitleri maalesef kalorili içeceklerdir. Vücuttan kaybedilen suyu bu içeceklerle yeri-

ne koymaya çalışırsak vücudumuza boş yere kalori ve kimyasallar yüklemiş oluruz. Meşrubatlar ve ambalajlı ayranlar içinde birçok kimyasal maddeler bulunduğuna da dikkati çeken Yıldırım, ‘’Tartışmalı da olsa bu kimyasalların vücudumuza zararlı olduğu söyleniyor. Doğayı fazla kirlettiğimizden dolayı tarım ürünü olan çay ve kahve gibi içecekler giderek kirleniyor. Bu içeceklerin içerdikleri doğal maddeler nedeniyle vücuda zararları da ispatlanmıştır. Teorik olarak içerdikleri mineraller nedeniyle maden suları daha faydalı görünse de yapılan çalışmalarda fazla kullanımda mide, özefagus, pankreas kanseri riskinde artış olduğu görülüyor’’ diyor.

Günde 2.5 litre sıvı ihtiyaç var Dr. Sertaç Yıldırım, vücudun sıvı ihtiyacına da işaret ederek, şöyle devam ediyor: “Vücudumuzun günde en az 2,5 litre sıvıya ihtiyacı vardır. Bunun 1,5 litresini su olarak almalıyız. Vücudun sıvı kaybına bağlı olarak 2 litreye çıkabiliriz. Geri kalan kısmı ise vitamin, mineral, antioksidan özellikleri olan sıvılar tercih etmeliyiz. Tabi bu geri kalan kısma yemekle, çorbayla meyve ile aldığımız sıvılar da dahildir. Hiçbir zaman su yerine başka sıvılar kullanılmamalı, susuzluğumuzu giderelim derken sağlığımızdan olmamalıyız.”


43


SAĞLIKLI YAŞAM

Ani kalp krizi gençleri tehdit ediyor Sağlıksız beslenme biçimi, stres, hareketsiz yaşam, aşırı miktarda sigara ile alkol tüketimi ve yoğun fiziksel aktivite günümüzde ani kalp krizinin erken yaşlarda ortaya çıkmasını tetikliyor. Liv Hospital Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Yelda Tayyareci, gençlerde kalp krizi riskinin düşük olduğuna ancak daha ölümcül seyrettiğine dikkat çekiyor. Doç. Dr. Tayyareci, “Kalp damarlarının tıkanması daha çocukluk çağında beslenme bozuklukları ve genetik yatkınlık ile ilişkilidir. Sigara kullanımı damar sertliği ve buna bağlı olarak gelişen damar tıkanıklığını arttırıcı etki gösterir. Bu nedenle, özellikle sigara içen, düzensiz ve yüksek kolesterol içerikli diyet ile beslenen, düzenli egzersiz yapma-

yan genç kişilerde kalp krizi geçirme riski bulunuyor” diyor. Kalp krizine kadar gidebilen damar tıkanıklığının oluşmasının uzun bir süreç olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Tayyareci “Kalp damarlarının tıkanması yavaş yavaş ve uzun bir zamanı kapsarsa, kalp kendini bu duruma hazırlar. İleri yaştaki kişilerde kalp krizi meydana geldiğinde, kalp bu süreçte hazırladığı “Kollateral damar” denilen yan yollar aracılığıyla kalbe oksijen götürmeye devam eder. Ancak genç yaşta geçirilen ani kalp krizlerinde, kalp bu duruma hazırlıksızdır. Bu yan yollar henüz oluşmamıştır böylece sonuç daha ölümcül olur” diyor. Ani kalp krizi riskini azaltmak için en önemli faktör doğru beslenme, stressiz ve aktif bir yaşam.

Doç. Dr Tayyareci, Omega 3 yağ asitlerinin kalp ve damar sağlığı üzerinde çok olumlu etkileri olduğuna dikkat çekiyor. Tayyareci, “Omega 3 damar sertliği oluşumunu önlüyor, kan basıncını düşürerek, ritim bozukluklarını ve kan şekerini düzenleyici bir etki yapıyor. Geçtiğimiz günlerde Harvard Tıp Fakültesi’nde, 16 yıl süren 2700 sağlıklı kişi üzerinde yapılan araştırma sonuçları, Omega 3‘ün kalp damar hastalıklarından ölüm riskini yüzde 27 oranında azalttığını gösterdi. Özellikle de 3 ana Omega 3 yağ asidinden biri olan DHA’nın (dokozohegzanoik asit) kalp krizinden ölümleri yüzde 40 oranında, ritim bozukluğuna bağlı gelişen ölümleri ise yüzde 45 oranında azalttığını ortaya koydu.


Cildinize zarar veren uygulamalar Sigara kullanımı, alkol tüketimi, cilt tipine uymayan ürünler, steril olmayan makyaj malzemeleri, cildi kurutmak veya aşırı nemlendirmek, cilde fazla “peeling” uygulamak, düzensiz uyku, aşırı güneş ışığı, stres, kötü beslenme sağlıksız bir cilde neden oluyor. Genç yaşlarda hücre yenilenmesi hızlı olur, ölü hücreler dökülür ve yerine yeni genç hücreler geçer ancak yaş ilerlediğinde bu süreç yavaşlar, cilt kendini yenileyemez. Bunun sonucu cilt matlaşır, kalınlaşır, canlılığını ve ışıltısını kaybeder. Evoria.com uzmanlarına göre; hayatımızda en zararlı alışkanlıklardan biri olan sigara kullanı-

mı, fazla alkol tüketimi, cilt tipine uygun olmayan ürünlerin kullanımı, steril olmayan makyaj malzemelerinin sürekli kullanımı, cilde çok fazla “peeling” uygulamak ve gereksiz sert davranmak, düzensiz uyku, kötü beslenme gibi bir çok alışkanlık sağlıklı bir cilde kavuşmak için uzak durulması gerekenler. Bu kötü alışkanlıkların cildinizde yarattığı tahribatı en aza indirgemek için Evoria.com uzmanları cilt hücrelerinin yenilenmesine yardımcı olacak ürünler kullanmanızı tavsiye ediyor. Günümüzde yoğun iş temposu kişisel cilt bakımını oldukça zorlaştırıyor. Cildinize uygulayacağı-

mız küçük dokunuşlar ile sağlıklı ve parlak görünen bir cilde sahip olmak için; uzmanlar, kortizol seviyenizi arttırarak ciltte sivilce oluşumuna sebep olan stresten, cilt bakım ürünlerinin aşırı kullanımından, uzun süre telefonla konuşmaktan ve cilt hücrelerini olumsuz etkileyen zararlı güneş ışınlarından uzak durulması gerektiğini belirtiyor.

Gece bakımını ihmal etmeyin Eğer cildinizin daha uzun yıllar gergin, pürüzsüz ve kırışıksız kalmasını istiyorsanız, gündüz bakımınızın yanı sıra gece bakımını da ihmal etmemek gerekiyor.


40

KİTAP MERYEM OLCAY RUHUN MALZEMELERI Rasim Özdenören İz Yayıncılık İnsanların çoğu; şiir, deneme, öykü, düşünce yazılarına hatta daha da ileri aşama olan roman gibi sanat ve edebiyat türlerine, onlarıyazmayapekmeraklıdırlar. Peki, bu türlerin yazımı sanıldığıgibikolaymıdır?Yadabutürleriyazanherkes‘kendinişair,yazarsanmasın,onlarşair,yazartaslağıdır’mı diyelim?Busorularıncevaplarınıbulmakhiçdezordeğildir.ÇünküRuhunMalzemeleri’ndeşair,yazar,eleştirmen,öykücüolmanıninceliklerivebutürlerinyazımının ne denli zor olduğu gözler önüne serilmektedir.BirneviNecipFazılpolitikasınınizlerinitaşıyanbu kitap;biryandanİslamiedebiyatüzerinedeğinmişbir yandandaİslamitürlerdekienönemlifaktörün“ruh” olduğuna değinmiştir.

BU ÜLKE Cemil Meriç İletişim Yayınları “Banaöylegeliyorki,hayatdenen mülakata bu kitabı yazmak için geldim.” demektedir Cemil Meriç bu şaheseri için. ‘Kendinin özeti’ niteliğindeki BuÜlke,Türkinsanınınfarkındalıkalgılarınınhareketegeçmesindekiuyduantenigörevindedir.Yazar,okuyucusunubirarayışa, sorgulamayadavetetmektediramaokuyucusunuaramıyor.Çünküzatenonunokuyucularıaraştırmayı,karanlıklarardındakalmışkutsalbilgileriaydınlığakavuşturmayısevdiğinden,analizleri doğrultusundabukitabıbulacaklardırveyıllardan berisüregelenBatı’nınDoğudüşmanlığınıbukitaplaidrakedip,atalarınabilhassaOsmanlı’yasımsıkı sarılıp, sahip çıkacaklardır.

GENÇLERIN YOLUNU AYDINLATACAK 50 MEŞALE Abdulkerim Bekkar Gruba Yayınları İstikbalinyapıtaşları,anakolonlarıdahaaçıkbirsöylemlemimarlarıhiçkuşkusuzgençlerdir.Bilinçli, sağduyulu,araştırmayıseven,öğrenmektenkorkmayan,geleneklerindenkopmayan,yerigeldiğindevefalı,akl-ıselimdendışarıçıkmamış,alnıak,başıdikgençlerdirmazininbıraktığımirasıileriyetaşıyacakolanlar.Böylesine hasözellikleresahipolabilmenindebazıyazısızkurallarıvardırelbet.İştebukurallarınyazıyageçirilmişhalidir;GençlerinYolunuAydınlatacak50Meşalekitabı. Gençlerin,aklıbaşındabireylerolabilmeleriiçintakınacaklarıtavırlarıngöstergesidirbukitap.Gençlerimize altındeğerindekiöğütleriverirkenyazar,ebeveynlere, eğitimcilerededeğinmiş,değerlibilgilersunmuştur.

DUYGU KONTROLÜ ILE KIŞISEL BAŞARI Sevda Türküsev Truva Yayınları Dahailkandanasılbirkişiselgelişimkitabıiçeriğiylekarşılaşacağımızınsinyallerinivermektedirkitabınismi;DuyguKontrolüileKişiselBaşarı.Sevgi,merhamet,şefkathislerininfıtrataenderinbirşekildeyerleştirilmesiyle,insanoğlununduygularıylahareketedip,bugüdülerlehayatınayönvermeyebaşlamasıeşzamanlıolmuştur.Gerekaileortamında,gerekokul,sosyalçevredegerekseişhayatındakullanmayaalışıkolduğumuzduygular,bazenhiçbeklemediğimiznegatifsonuçlarıverebilmektedirbizlere.Özellikleişhayatında kontroledilemeyenbazıhissihareketler,huzursuzluk oluşturmaya,psikolojikbaskıyavehattaenkötüihtimal olan işten çıkarılmaya kadar varabilmektedir.


41

KÜLTÜR-SANAT

Uzaydan öğrencilere ders anlattı Güzin Dino hayatını kaybetti Çin’in uzaydaki ilk öğretmeni ünvanını alan Vang Yaping, bu sıralar 340 kilometre yükseklikten Pekin’deki 330 ilk ve ortaokul öğrencisine Tiengong-1 uzay modülünden kütlesel ağırlık, yerçekimsiz ortam ve Newton kanuna dair ders anlattı. Çin’in merkez televizyonunda canlı yayınladığı dersi, ülke genelinde 60 milyondan fazla öğrenci ve öğretmenin izlediği bildirildi. Derste, öğrenciler ülkenin uzaydaki ilk öğretmenine soru yöneltti. Çin’in uzay programı çerçevesinde gönderilen Şıncou 1. ülkenin uzaydaki Tiengong-1 modülüyle kenetlenmişti. Şıncou-10’da, görev süresi boyunca uzay aracından modüle personel ve malzeme transferi denemeleri yapılacak.

Ressam Abidin Dino’nun eşi, dilbilimci, çevirmen, yazar Güzin Dino, 103 yaşında hayatını kaybetti.Güzin Dino, Türkiye’de çeşitli romanlar üzerine incelemeleri, Fransa’da ise şiir ve roman çevirileriyle tanınıyordu. Dino’nun çevirileri birçok büyük yayınevinde, denemeleri ise Fransız ve Amerikan dergilerinde yayımlanmıştı.


42

KÜLTÜR-SANAT

Hatay Otizmliler Derneği kuruldu Otizmli bir çocuğun annesi olan Sara Gök’ün öncülüğünde, aralarında özel eğitim öğretmenlerinin de bulunduğu yönetici kadrosuyla “Hatay Otizmliler Derneği” faaliyetlerine başladı. Dernek Başkanı ve Otizmli Ertuğrul Gök’ün annesi Sara Gök konuyla ilgili şunları aktardı: Bizler, Otizmin bir hastalık ve engel olmadığı düşüncesi ile otizmli engellileri yasal ve sosyal hakları dairesinde, otizmlilerin özel yetişmiş eğitimci personel ve geliştirilmiş (BEP) bireysel eğitim programlarıyla, bireysel özellikleri, ilgi ve ihtiyaçları çizgisinde kimseye bağlı olmadan, bağımsızca hayatlarını yaşayacak yaşama beceri-

leri kazandırmak, günlük hayatta bu becerilerini kullanmalarını sağlamak, tüm gelişim alanlarındaki potansiyellerini en üst seviyeye çıkarmak ve yaşantı zenginliğini sunmak için bu derneği kurduk. Otizmli bireyin (özellikle çocukların) özelliklerinden kaynaklanan engel ve problemlerinin meydana getirdiği gelişim engelini ortadan kaldırmak veya etkilerini en aza indirmek, problem davranışlarını kaldırmak veya azaltmak için bu derneği kurduk. Antakya halkının bu konuda da hassasiyet göstereceğinde şüphemiz yoktur.

Sagalassos uyandı Tarihi ve arkeolojik verilerin incelenmesi yoluyla kültürel gelişime katkıda bulunmayı amaçlayan Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (AnaMed), dikkat çeken bir sergiye daha ev sahipliği yapıyor. Dünya genelinde en önemli arkeolojik buluşlardan biri olarak kabul edilen “İmparatorlar Kenti” Sagalassos’a ait kazı fotoğraflarının yer aldığı “Tarihi Hayallemek: Sagalassos” sergisi, açıldı. Burdur’un Ağlasun ilçesinin güneyinde yer alan, ilk yerleşim izleri M.Ö. 4200’lere uzanan “İmparatorlar Kenti” Sagalassos’un binlerce yıllık uykusundan uyanışı, Belçikalı fotoğraf sanatçıları Bruno Vandermeulen ve Danny Veys tarafından görüntülendi. Sergi, 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası geçici listesine dâhil edilen Sagalassos’ta yürütülen kazı çalışmalarında görev yapan Vandermeulen ve Veys’in fotoğrafik izlenimlerinin derlemesinden oluşuyor. Arkeolojik araştırmalar için belgeleme yapan ikilinin ilk kez 2003 yılında geliştirmeye başladıkları proje; bölgeye özel fotoğrafçılık üzerine yeni bir bakış açısı sunuyor.


Tasmayla gezdirilen minyatür robot çita

Yeşilay ailesinin mutlu günü Yeşilay Cemiyeti İktisadi İşletme Müdürü Abdurrahman Çınar evlendi. Hayatını Dilay Akyalın’la birleştiren Çınar’ı Yeşilay ailesi nikâhta yalnız bırakmadı. Bayrampaşa Belediye Başkanı Atila Aydıner’in kıydığı nikâh Bayrampaşa Evlendirme Dairesi’nde gerçekleşti. Nikâh sonrası iş ve arkadaş çevresi ile birlikte Boğaz Turu’nun yapıldığı etkinlik oldukça renkli görüntülere sahne oldu. Yeşilay ailesi olarak değerli iş arkadaşımız Abdurrahman Çınar ve eşi Dilay Akyalın Çınar’a bir ömür boyu mutluluklar diliyoruz.

Lozan İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü (EPFL) araştırmacıları, ‘mekanik çita’ üretti. Ağırlığı yaklaşık 1 kg olan çita, saatte 5 km hızla koşabiliyor. Journal of Robotics Research dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, ev kedisi büyüklüğündeki robot, tpkı bir çita veya kedi gibi hareket edebilmesini sağlayacak robotik uzuvlara sahip. İsviçreli bilim insanları, robot çitayı ‘hareket kabiliyeti yüksek olan kolay bir kontrol platformu oluşturmak’ için geliştirdi. Bacakları hızlı ve dengesini kaybetmeyecek bir şekilde tasarlanan çita, böylece bozuk arazide araştırma görevlerinde kullanılabilecek.


44

SİNEMA

Her Çocuk Özeldir Yerdeki Yıldızlar bir çocuğun üzerinden eğitim sistemine ve eğitim sisteminin bireyi şekillendiren yapısına karşı koyuşun usta bir biçimde işlendiği bir filmdir. betül olcay Aamir Khan’dan yine bir eleştiri ve başkaldırı filmi… İçinde bulunduğumuz hayata, dünyamıza uzaktan baktığımız zaman hep bir koşuşturma içinde olan, belli bir amaca yönelik çalışan programlanmış insanlar görürüz. Bu insanlar çocukluklarından başlayarak yaşadıkları modern topluma ayak uydurabilmek için aile içinde olduğu gibi belli çevrelerde ve kurumlarda da belli eğitimlerden geçerler. Burada amaç daha iyi bir hayatta, daha iyi şartlarda yaşamaktır. Bu tektipleştirme sürecinden en çok etkilenenler yetişkinlerden ziyade hiç şüphesiz ki çocuklardır. Çocuklar doğdukları günden itibaTAARE ZAMEEN PAR ren yaşadıkları çevreye uyum (YERDEKI YILDIZLAR) sağlayabilmek ve hayata daha TÜR: DRAM YÖNETMEN: AAMIR KHAN iyi bir biçimde eklemlenebilmek OYUNCULAR: AAMIR KHAN, için ebeveynleri tarafından hep DARSHEEL SAFARY,TANAY bir yarış, rekabet ve koşuşturma CHHEDA, SACHET ENGINEER, TISCA CHOPRA içinde yetiştirilirler. Çünkü ‘haVİZYON TARİHİ: 2007 yatta kalabilmek için’ rakiplerinden farklı, zeki, çalışkan ve başarılı çocuk olmaları gerekir. Maalesef aileler de biricik varlıkları olan çocuklarını bu zorlu yarışa dâhil ederler ve bilinçsiz hareketleri ve tavırları nedeniyle çocuğun gerek çocukluk döneminde gerekse ergenlik döneminde bunalıma sürüklenmesine, içine kapanmasına hep-

AYIN

FİLMİ

sinden de önemlisi toplumdan dışlanmasına neden olurlar. Böylesi zorlu bir eğitim sürecinde veya çalışma hayatında tembel, işe yaramaz veya düşük zekâlı olarak etiketlenmek bireyin bütün hayatını etkiler. Yerdeki Yıldızlar filmi ise tam da bu konular üzerine yoğunlaşmış, aynı anda hem eğlenceyi hem de dramı içinde barındıran iyi nitelikli bir Hint filmi… Ünlü Hint aktör Aamir Khan’ın insanları robotlaştıran sistemlere karşı koyduğu, izlenme rekorları kıran 3 Aptal filminden sonra aynı anda hem yönetmen hem yapımcı hem de oyunculuk yeteneklerini sergilediği Yerdeki Yıldızlar (Taare Zameen Par) ise bir çocuğun üzerinden eğitim sistemine ve eğitim sisteminin bireyi şekillendiren yapısına karşı koyuşun usta bir biçimde işlendiği bir filmdir. Kahramanımız Ishaan, 9 yaşında, deli dolu, yaramazlık yapmaktan çekinmeyen, çevresine ve özellikle de doğaya karşı oldukça meraklı sevimli bir çocuktur. Yalnız derslerinde oldukça başarısızdır, öğrenme güçlüğü çeker ve daha 3. sınıfta olmasına rağmen okuma yazmayı henüz tam anlamıyla öğrenmiş değildir. Abisi ise Ishaan’ın aksine derslerinde oldukça başarılı ve çevresi/öğretmenleri tarafından sevilen bir çocuktur. Geleneksel, orta-üst sınıfa dâhil bir aileye mensup anne-baba, Ishaan’ın abisini başarılı olduğu için sürekli övmekte, takdir et-


mekte ve Ishaan’ı da aksine sürekli eleştirmektedirler. Filmin ilk yarısında genel olarak Ishaan’ın okul maceraları, anne-babasıyla ilişkisi ve bir türlü altından kalkamadığı dersler nedeniyle acı çekişi işlenmiştir. Ancak Ishaan’ın çırpınışlarını anlayamayan ve bütün hayatını iş odaklı yaşayan babası çocuğunun başarısızlığına daha fazla dayanamaz. Çareyi, Ishaan’ı yatılı okula göndermekte bulur. Çünkü babaya göre iyi bir yaşama sahip olmanın olmazsa olmaz şartları düzen, disiplin ve başarıdır. Zaten baba da bu anlayışla yetiştirilmiştir ve çocuğunun da topluma karşı saygınlığını yitirmemesi için disipline ihtiyacı olduğunu hissederek yatılı okula göndermeyi

uygun bulmuştur. Düzen, disiplin ve hizmet anlayışıyla hareket eden bu okulun soğuk koridorları ve anlayışsız/sert hocaları Ishaan için hapishane olmaya başlamıştır. Ve nihayet bir gün okula yeni atanan resim öğretmeni Ram Shankar Nikumbh (Aamir Khan), bu küçük çocuğun çırpınışlarını fark eder. Çünkü Ishaan, disleksi adı verilen algılama/öğrenme güçlüğü problemi yaşamaktadır ve bugüne kadar ailesi dâhil hiç kimse bu durumu farketmemiştir. Filmin devamında ise Ishaan’ın bu kurtuluş ve hayata yeniden dönme süreci Bollywood filmlerinden beklenildiği üzere eğlenceli ve bir o kadar da düşündürücü bir biçimde ele alınmıştır. Giderek karamsar ve içine kapanık bir çocuk olan Ishaan, yaşama sevincine ve mükemmel resim çizme kabiliyetine tekrar kavuşmuştur. IMDB tarafından 8.4 puan alan bu 165 dakikalık dram filmi aslında her çocuğun ayrı ayrı özel olduğunun altını çiziyor ve ailelerin çocuklarında disiplin ve başarı aramadan önce ilgi ve sevgilerini göstermeleri gerektiğini önemle vurguluyor. Çünkü bir çocuk hayallerle yaşar ve hayaller, çocukların el değmemiş temiz, saf duygularının barındığı yerlerdir. Bu yerlere ancak sevginin gücüyle dokunulabilir.


kültür SANAT

SEVDA TÜRKÜSEV


BÜYÜK SAVAŞLARI KAZANMAK İÇİN KÜÇÜKLERİ HAZMEDECEKSİN SÖYLEŞI: SÜMEYYA OLCAY FOTOĞRAF: BETÜL KOYUNCU

Halkın içinden bir yazar Sevda Türküsev. Kadın kimliği ile dobra dobra konuşan, inanç ve değerlerden ödün vermeyen, hakikatleri incitmeyen bir model aynı zamanda… Bizler de araştırmacı-yazar Sevda Türküsev ile bir araya geldik; kadın, aile, bağımlılıklar ve gündemdeki olaylar hakkında kendisiyle dobra dobra bir söyleşi gerçekleştirdik.

Uzun yıllar şirketlerde üst düzey yöneticilik yaptınız. Bunun yanı sıra araştırmacısınız ve başarının sırları ve dikkat çekici konularda kitaplarınız mevcut. Tüm bunların çerçevesinde Sevda Türküsev’i tanımak isteriz… Öncelikle Sevda Türküsev bir anne. 23 yıllık bir iş hayatım oldu; özellikle tekstil alanında. Araştırmayı çok seviyordum, kitap okumayı hakeza öyle. En büyük ilgi alanım da sosyolojiydi. İnsanları, etrafı incelemeyi çocuk yaştan beri çok seviyordum. İş hayatında da buna çok büyük bir fırsat buldum. İş hayatım çok meşakkatli geçti ama sıfırdan yükseldim. Kendimi geliştirmek için kişisel gelişim kitapları başta olmak üzere çok kitap okudum. Başarı, motivasyon alanındaki doğru kitapları seçerek güzel bir birikim yaptım kendimde. İş hayatımda da uyguladım bunları ve bu da beni ve iş hayatımı çok olumlu etkiledi. Tüm bunlardan sonra kendi modelimi oluşturdum ve bu model müşterilerim, personelim, patronlarım tarafından sevilmeye başlandı. Teklifler de geliyordu; niye bu başarılı formüllerini bir kitap haline getirmiyorsun diye. Şimdi profesyonel şirket danışmanlığı yapıyorum, kadınlara, öğrencilere paneller veriyorum. Sevda Türküsev’de bu süreç içerisinde şu gelişme gözlemlenebilir; halktan bir yazar oluştu, kadın kimliğinin altında doğruları söyleyen, dobra dobra konuşan, inanç ve değerlerden ödün vermeyen, hakikatleri incitmeyen, değerlere saygı duyan bir model ortaya çıktı. Benim için tribün-

47


Ülkemiz açısından doğru bir toplum istiyorsak aile içindeki kültüre çok önem vermemiz gerekir.

lere oynuyor denildi. Ben şu anda bir sürü TV kanalına yasaklıyım. Ama mutmainim bu halimden, halkın içinden geldim, acılar çektim, bedellerini ödedim. Ama hiçbir zaman hakikatleri incitmedim, hakikatleri söylemekten de çekinmedim. Günahkâr olabilirim ama şirke girmedim. Bu şekilde de muhafazakâr, imanlı, modern bir Türk kadını modeli ortaya çıktı. Her yerde de söylüyorum; ben tam bir Müslüman kadın modeli değilim, İslam’daki kadın modeli olarak beni gösteremezler. Sadece imanımın sağlam olduğunu düşünüyorum; namazımı kılarım, ama diğer uygulamalarda eksiğim var. Aileden alınan kültür ve eğitimin önemine çok değinmektesiniz. Bilhassa babanızdan aldığınız eğitim (nasihatler) hayatınızdaki başarılarınızda önemli bir kaynak. Bu noktada aile içi eğitimi ve kültüre bağlılığı nasıl açıklarsınız? Şimdi bir çocuk en büyük üniversiteyi 1-7 yaş arasında ailede bitiriyor. İnsanlar eğitiminin çoğunu aileden alıyor. Ama bunun yanında medyadan ve çok küçük oranda okuldan eğitim alıyor. Ailenin eğitimdeki rolünü buradan daha iyi anlayabiliriz. Çocuk anne babadan ve varsa nine, dede gibi büyüklerden temeli alıyorlar. O eğitim, çocukta ana kolon oluyor. Bu sebeple bizler o Türk aile profiline sahip çıkmalıyız. Maalesef gelişen dünyada medyanın hayatımıza daha da girmesiyle çocuklarımızın davranış şekilleri, konuşma şekilleri bozuldu. Aile içinde isyanlar var; aileler çocukları tarafından yönetilen ailelere döndü. Tabii ki çocuklarımıza özgürlük vereceğiz ama her şeyin fazlası zararlı. Aileler bu dengeleri maalesef sağlayamaz hale geldiler. Tatminsiz çocuklar oldu. Çocuk tatminsiz olduğu zaman bu sefer kötü arkadaş çevresi, alkol, sigara gibi alışkanlıklara yönelecek. Bunlar da belli bir süre sonra çocukların maneviyatını tahrip ediyor. Tahrip olmuş bir maneviyatın sonrasında da Allah korusun ne intiharlar ve bunalımlar geliyor. Ben hapishanede beş ay boyunca hükümlü çocuklara eğitim verdim. Bu çocuklardan aldığım geri dönüşlere baktığımda ailemin, annemin kıymetini daha iyi anladım. Hapishaneye giren bir çocuk neticede yine dönüyor, dolaşıyor; çareyi ve sorumluyu ailede arıyor. Ülkemiz açısından doğru bir toplum istiyorsak aile içindeki kültüre çok önem vermemiz gerekiyor. Ben kendimi şanslı hissediyorum. Bizim ailemizde de tartışmalar olurdu ama çok demokratiktik, özgürdük ama sınırlarımız vardı. Biz asla babamızın, annemizin üzerine konuşmadık. Asi davranmadık, babamızın yanında oturmamıza, kalkmamıza çok dikkat ettik; fakat babamızla oturup karşılıklı kahve içip, konuşabiliyorduk, sohbet edebiliyorduk, ama haddimizi biliyorduk.

Hayat, haddini bilmekten ibarettir. Hayat, bedel ödemek ve haddini bilmekten ibarettir. Şimdi maalesef hadsiz, haddini bilmeyen gençler var. Yani şu bir aydır yaşanan olaylarda gençlerin kul-


49

landıkları o dil ve ettikleri o küfürler beni tamamen haklı çıkarttı. Benim 23 yaşında bir oğlum var. Bazı görüşlerimiz farklıdır ama fikrini bana söyler, kendisine hiç karışmam; ama benim karşıma geçip bana saygısızlık yapamaz, bana üff anne diyemez, telefonu kapatamaz, bunun dışında özgürdür, kendi hayatı hakkında karar verirken ona saygı duyarım. Tavsiyelerimi alır, ama ona dayatma yapamam. Ona tek dayatma yaptığım şey; namaz konusudur. Bazen kaçırsa da Elhamdülillah kılıyor. Her zaman da der: ‘Annemin tek dayatma yaptığı nokta namazdır’. Bu da benim İslami olarak vazifemdir. Çocuğunuza her şeyin en iyisini vererek ona en büyük kötülüğü yaparsınız. Ailelere buradan sesleniyorum; çocuklarınıza sadece dünya ilmini, nimetlerini vererek ancak bir canavar oluşturursunuz. Mutlaka çocukların inanlarını da beslemeniz lazım. Çünkü Allah’tan korkmayan zaten kanunları takmaz. Mesele sadece çocukları en güzel okullarda okutup, en güzel kıyafetleri vermek değil. Çocukları mutlaka hangi dine mensuplarsa o dinin maneviyatıyla beslemeniz lazım. Vermezseniz eğer ortaya camları kıran, insanlara şiddet uygulayan, en ufak bir şeyde provoke olan gençler çıkıyor. Bir gencin en önemli vazifesidir kitap okumak. Çocuklara mutlaka kitap okutacaksınız. Çünkü kitap okuyan insanın kafası daha çok çalışıyor, beynindeki nöronlar, sinir hücreleri aktif hale geliyor ve çocuk

düşünebiliyor. Gündemi bilmeyen, yönlendirmelerle yanlış olan bilgilere sahip olan gençler var. Hemen güdülenebiliyorlar, ideolojik örgütler tarafından hop diye yutuluyorlar. Çocuğa gerekli inanç ve kültürden bahsedemiyoruz. Çocuk da aileden öğrenemediği bu tür olguları dışarıdan yanlış ve eksik bir şekilde öğrenebiliyor. Ya da tam aksi inancın gerektirdiklerini de öğrenebiliyor. Bedizzaman Said Nursi’nin akıl fen ilimleriyle ilerler, vicdan din ilimleriyle ilerler sözü sizde slogan olmuş. Bu sözün sizde çağrıştırdığı duygular da bu nedenlerden kaynaklanıyor o halde? Evet, bu benim sloganım. Bir genç sadece fen ilimlerini öğrenmekle yetiştirilemez. Bu sebeple ben imam hatip liselerinin (İHL) büyük bir savunucusuyum. Ben bu ülkede İHL’lerin olmasını ve İHL’de özellikle davranış ilimi derslerinin çok daha ağır ve yoğunlukta olması gerektiğini düşünüyorum. Aslolan akılla, kalple Allah’ı bulmaktır. Çünkü eğer siz sadece kalbinizle Allah’ı buluyorsanız, o da olabilir ama o zaman çok körü körüne bir bağlanma olur; çok radikal, marjinal, ideolojik gruplar sizi sapıttırabilirler. Ama hem aklınız hem de kalbinizle Allah’ı bulduğunuzda o zaman hakikatleri incitmiyorsunuz. Kadınların, annelerin yönlendirmesi bu konuda çok önemli; aile içi kültür için kadının görevi ve sorumluluğu çok büyük.


Gündemi bilmeyen, yönlendirmelerle yanlış olan bilgilere sahip olan gençler var. Hemen güdülenebiliyorlar, ideolojik örgütler tarafından hop diye yutuluyorlar.

Kişisel gelişim alanlarında yaptığınız projelerle de gündemdesiniz. Belirttiğiniz gibi aile içi iletişimde kadının yeri ve gelişimi için paneller düzenlediniz. Özellikle Kadınım, Okuyorum projesi.. Bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Kadınların, duygusal ve akademik zekâlarını kitap okuyarak harekete geçiriyoruz. Kadınlarımızdan tahsil almamış olanlar olabilir, bu onların kaderidir. Ben de üniversitenin ikinci sınıfından terkim. Ama okumayı ve gelişmeyi asla bırakmadım. Gelişmek ve geliştirmek elimizde. Bakın bu gelişen dünyada Twitter’la başlayan bir savaşı az çok Twitter’da durdurduk. Malum olaydan dolayı Twitter’ın başından kalkmadım. Vatanın, milletin bölünmezliği için, orada gençlerimizden birinin dahi o ateşten çıkması için bütün işlerimi bırakıp, yazdım. Bu sosyal medyayı ev kadınlarının da kullanması gerekiyor. Kullananlar da var. Bizim kadınlarımız canavar gibi; projemde bol bol kitap okudular, beyin fırtınası yaptılar. Kadının biri bana ‘Ben kocamla doğru düzgün kavga etmeyi bilmiyormuşum, Allah razı olsun, öğrendim’ dedi. Bir tanesi apartman görevlisi, 35 yaşında; en son 12 yaşında kitap okumuş. Ve şimdi ‘nerede bir kitap görsem alıp okuyorum’ diyor. Bize bilgili, görgülü, bakımlı, temiz, ileriyi görebilen heybetli, inançlı nesiller lazım. Böyle bir neslin oluşması da okuyan, araştıran ve çocuğunu takip eden kadınlardan geçiyor. Bu ayki konumuz Bağımlılıklara karşı çocukların becerilerinin geliştirilmesi. Aile ve kadın yönünden bu konuyu irdelemek istersek bu durumu nasıl yorumlarsınız? Bu konu üzerine “Duygu Kontrolü İle Kişisel Başarı” kitabını yazmıştım. Burada önemli olan nokta; çocuklarınızın hobisi olmazsa fobisi olur. Ve maalesef aileler çocuklarına spor yapmayı, kitap okumayı hobi olarak gösteriyorlar. Bunlar hobi değildir. Namaz kılmak, kitap okumak, spor yapmak bunların hiç biri hobi değil-

dir; vazifedir, hayat biçimidir. Hobi el becerilerini geliştirmektir. Beste yapmak, enstrüman çalmak, resim yapmak, fotoğraf çekmek bir hobidir. Bizim bir kimlik, ruhsal boyutumuz var. Bu dünyaya imtihan için geldik. Hangi aileye mensup olduğumuz, kim olduğumuzu kimliğimiz belirler. Ama bunun dışında değer, inanç boyutları da vardır. Daha anne karnında bu boyutu gelişmeye başlar. Daha sonra aile çocuğu bu değer ve inançlar üzerinde yetiştirdiği vakit çocuğun da yetenekleri gelişmeye başlar. Örneğin; çocuk ailede namaz kılan, kitap okuyan birini gördüğü vakit kendi içerisinde de bu olaya ısınmaya başlıyor. Sevgi ve saygı da bunun gibi. Sen çocuğunu seversen, çocuğa saygıyı öğretirsen aynı karşılığı çocuktan alırsın. Baba eğer her akşam evde içki içiyorsa, aile içerisinde küfürlü konuşmalar varsa o zaman o çocuktan saygı bekleyemezsin. Ve aynı durumlar çocukta da oluşabilir. Aynı şekilde sosyal medya eğitimi. Çocuğa sınırsız interneti sunduğun vakit, şayet kontrol etmezsen çocuğu aslında büyük bir tehlikeye salmış oluyorsun. Aynı şey televizyon için de geçerli. Ve arkadaş çevresi. Bülbülle dolaşan güle gider, kargayla dolaşan çöplüğe misali çocuklarımızın çevresini de bilmemiz gerekiyor. Çok iyi bir kötü olmak için de, çok iyi bir iyi olmak için de zeki olmak lazım. Her zaman söylüyorum; çok iyi bir kötü olmak için de, çok iyi bir iyi olmak için de yetenekli, akıllı, zeki olmak lazım. Şunu kimse unutmasın; “Cenab-ı Allah insanı sıfır korku, sıfır cesaret ve sıfır bilgiyle yaratıyor; ama bunun yanında insana ful iman, ful vicdan ve şefkat veriyor. İnsanın fıtratında Allah’a inanmak, iman etmek vardır. Bu insanların yapmış olduğu kargaşalar fıtrata aykırı, bunlar ruhun ve nefsin isyanı. Hâlbuki ateistler de ‘haşa Allah’ yok derken bile ona fıtratı diyor ki; hayır Allah var, kişi za-

Oğluma tek dayatma yaptığım konu namazdır. Bu da benim İslami olarak vazifemdir.


51

ten ona çıldırıyor. Bir ses ona içinden sürekli Allah var, Allah var diyor ve bu sefer nefis ve ruh azap görüyor, beden görmüyor? Neden? Beden bir çöplükten ibaret oluyor öldükten sonra. Cesedi toprağa niye Cenab-ı Allah koy diyor. Millet rahatsız olmasın diye. Yoksa onu uçurmasını da bilirdi. Ruhu sual ediyor azap veya sefasını sürecekse. Sloganımıza geldi konu; akıl fen ilimleriyle, vicdan din ilimleriyle ilerler. Doğuştan iman yüklenmiş bize, yani ful iman. Fen ilimleri de öğrenmeye başladıktan sonra gelişecek. Bizim buradaki görevimiz bunu dengelemek. Ailelere düşen görev çocuklarını ilkokula kadar mutlaka görsel olarak da eğitmek. Ben açık biriyim, beş vakit namazımdayım, alkol hiç kullanmadım ama kullanılan ortamlarda bulunmak zorunda kaldım işim gereği. Çok da ısrar edildi içki içmem için. Ama hiç kabul etmedim. Sordukları zaman da söylüyorum; bir, içki haram, ailemden böyle öğrendim; iki, içkili ortamlarda içkinin neden haram olduğunu daha iyi görebildiğim için. Bizim herkesin hayatına karşı saygımız var, içen de bizim kardeşimiz, içmeyen de bizim kardeşimiz. Katıldığım programlarda söylüyorum; Yeşilay Başkanı olmak zor iş. Bu ülkede alkol kullanımı bu kadar fazlayken ve her sorunda Yeşilay Başkanı’na top atılırken bu ülkede başkan olmak zor. Hele bir de önlem alınmıyorsa. Ama bu sorun

alkol yasası düzenlemesiyle kısmen aşıldı diye düşünmekteyim. Düzenlemeyi yasak olarak algılıyorlar. Aslında alkol düzenlemeleri ilk serbest olduğu vakit yapılacaktı. Ama o zamanki hükümetin tutumu bunun bu şekilde olmasını mümkün kılmadı. Ben burada savunma noktasındayım, vicdanen olaya bakarım. Bana göre bir mabedin yanında, bir kilisenin yanında bile birahane olmaması lazım. Bu neye benzer biliyor musunuz? İneğe tapan bir Hintlinin yanında senin inek etini yemen gibi bir şey. Bugün tüm kuruyemişçiler sigara, alkol bayisi. Bu kuruyemişçiye çocuklar gidiyor. Aileler de bilinçsiz; çocuklarını alkol almaya gönderiyorlar. Çocukların olduğu yere alkol markasının bir ürününü koyuyorlar. Bu şekilde sürekli o ürünü gören bir çocukla, bunlardan uzak tutulmuş bir çocuk arasında ABD’de yapılan bir araştırmaya göre bir maddeye bağımlılık oranı yüzde on dört çıkmış. Saat 22.00’dan sonra alkol satışı artık yasak. Buna da karşı çıkıyorlar. Belki bir adam karısıyla kavga etti, sinirleri bozuk, çıktı dışarı, orada bir bayi gördü, alkol aldı, sonra gitti karısını dövdü ya da öldürdü. Bunlar hep olabilecek şeyler. Akşam fırınlarının kapalı olduğunu biliyorsun, bu sebeple gündüz ekmeğini alıyorsun. Fırının kapalı olmasına kimsenin bir şey dediği yok. Alkol ekmekten daha mı önemli, gece satışının yasak ol-


Çocuklarınıza sadece dünya ilmini, nimetlerini vererek ancak bir canavar oluşturursunuz. Mutlaka çocukların imanlarını da beslemeniz lazım. masına bu kadar karşı çıkıyorsun? O zaman nöbetçi fırınlar da olsun. Bugün ülkeye baktığında şiddet, tecavüz olaylarında, trafik kazalarında toplumsal bütün kötülüklerin temelinde mutlaka alkolü buluyorsunuz. Gündemdeki olayları çarpıtarak aktaran bir medyaya sahibiz. Bunun yanı sıra ünlü ve yazarların da dini ve milli inanışlara karşı söyledikleri söylemler mevcut. Medyada yer alan isimlerin bu tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Medyadaki çoğu isim çok hadsiz konuşuyor. Örneğin; haşa Allah Müslüman mı diye soruyor Ruhat Mengi. Bunu söyleyen edepsizlik yapar. Programlarda da söylüyorum; bu kişilerin derdi Allah ile. Bu ülkenin çoğunluğu Müslüman ama Müslüman halkın hassasiyetlerine hassasiyet gösterilmiyor. Bir inanç zafiyeti var. Elhamdülillah Müslümanız, kalbimiz temiz diyoruz. Tamam, ama ibadet yok, o yok, bu yok. Böyle bir din yok! Vakit namazlarının riyası yoktur. Özellikle tebliğ etmek lazım, o yüzen ezanlar var. Bu konuda Cem Mansur çok güzel söylemişti; hiçbir zaman dini bilgiye sahip olmayı elitlik sanan sanatçılardan olmadım. Maalesef sanatçılar çok bilgilidirler anlayışı var insanlarda. Peki o anlayış nereden geliyor? Batılılaşma ve modernizmin getirisi bunlar. Bu son olaylarda aslında sanatçıları şöyle ayırdım: Bir, halkın kendisini sanatçı yapanlar, bir de kendi kendine sanatçı olup kendini halktan üstün görenler. Halkın kendisini bir yere taşıdığını özümsemiş, idrakine var-

mış sanatçılarla, bir de üç beş dizide oynamış, kendini sanatçı görüp, halktan üstün görenler arasında gerçek sanatçı farkı ve kimliği vardır. Namaz kılıyorum ama bunu bir ortamda söylediğimde ‘ayy sen de yobazmışsın’ diyorlar. Hemen bu etiketi yapıştırıyorlar. Mesela ben başörtülü bir kadını mecliste görmek istiyorum diyorum, yobaz diyorlar. Niye canım? Ben açık konuşabiliyorsam, o da kapalı konuşabilir. Yobazlığı İslam’a yapıştırmışlar. Hâlbuki bir Müslüman’ın referansı diğer bir Müslüman değildir. Bir Müslüman’ın referansı Kur’an ve Peygamber Efendimiz (sav)’dir. Muhafazakar Burjuva ve Muhafazakar Çapkınlar… Kitaplarınız içerisinde oldukça dikkat çekiyor bu eserleriniz. Nedir bu kitapları size yazdırmaya iten sebep? Aslında şu anda baktığımda ben on sene öncesinden günümüzdeki muhafazakâr kesimde meydana gelen değişimi yazmışım. Muhafazakar Çapkınlar kitabında muhafazakar kesimin çapkın erkeklerinin çapkınlık nedenini, yapmış oldukları yanlış evlilikleri, yaşam tarzlarınıve cinsel yaşamlarındaki tatminsizliklerini anlattım. Aynı zamanda eşini sadece eve para getiren birey olarak gören kadınları da eleştirdim. Bu kitap ayrıca Türkiye’de muhafazakâr kadınerkek ilişkilerine de farklı bir boyut getirecek nitelikte. Muhafazakâr Burjuvada ise, muhafazakâr kesi-


min parayla tanışması bireysel yaşamlarında, kendine has bir burjuvalık oluşturmalarına neden olduğu için, siyasi ve düşünsel mekanizmalarında da kendine has bir burjuvalık anlayışı ortaya çıktı. Bu kitapta da, bir yandan muhafazakâr yaşam tarzındaki değişimin nedenlerini incelerken, diğer taraftan değişimin inancı ve inandığı gibi yaşama ilkesinin nasıl tahrip edildiğinin fotoğrafını çektim.

Gerçek öğrenme uygulama ile başlar.

53

Çok iyi bir gözlemci olduğumu düşünüyorum. Birçok ülkede bulundum. Doğayı, insanları, çevreyi çok iyi yorumlayabiliyorum. Öngörülerim de çıkıyor. Neden? Çünkü hayatın içinden geldim. Sadece İstanbul değil, Türkiye’nin birçok yerinde paneller düzenledim. Gittiğim her yerde oradaki insanların diliyle konuştum, onlarla empati yaptım. Zaten samimiyeti seviyorum, evde nasıl konuşuyorsam sizinle de öyle konuşuyorum. O yüzden insanlar beni seviyor. İnsan incelemeyi seviyorum. Araştırma yapıyorum. İş hayatında da uyanık olmak gerekiyor. Burcum İkizler, dolayısıyla çok hareketli ve hiperaktifim. Az uyurum. Okuduğum kitaplarla ve kendi hayatımda yapmış olduğum hataları görerek tecrübe kazandım. Şunu kimse unutmasın; gerçek öğrenme uygulama ile başlar. İstediğin kadar kitap oku, okuduklarını uygulamıyorsan ve topluma da bunu sosyal ve kültürel olarak geri veremiyorsan okudukların hiçbir işe yaramaz. Bilgilerimizin de zekâtını ve sadakasını vermemiz lazım. Hapishanelerdeki eğitimleri ücretsiz verdim, bir de sponsor bulup oradaki çocuklar için kitap aldırttım. Yeşilay için de böyle bir semineri gönülden yaparım. Kendi yaptığım işte iyi olmaya gayret ediyorum. Ama akademik kariyerimiz olmadığı için bazı kişiler beni buradan vurmaya çalışıyor, zaten genelde zihniyet böyle. Çok zengin değilim ama çok varlıklı-

yım. Çok güzel dostluklarım var ve Allah’tan her zaman her şeyin hayırlısını istedim. Zaferlerin en büyüğü kendini yenmektir. İnsan hep kendini yenmeyi temel almalıdır; zaten kendinizi yendikçe büyürsünüz. İnançlı olacaksınız, günahkâr olabiliriz ama önemli olan günahlarımızın farkına varmak. Hata mutlaka yapılır. Çok zengin bir adama sormuşlar; bugünkü servetinizi neye borçlusunuz diye. Adam “başarılarıma” demiş. Bu başarılarınız nedir diye sormuşlar. “Tecrübelerim” demiş. “Bu tecrübeleriniz nedir” diye sormuşlar. “Hatalarım” demiş. Burada yapılması gereken bir insanı ilk yaptığı hatadan dolayı sorgulamamak. Bırakın onu ders edinsin. Ama bir insan aynı hatayı sürekli yapıyorsa işte orada bir yanlışlık var demektir. Dediğim gibi inançlarına, değerlilerine sahip çıkıp mutlaka ilimle birlikte, akıl ve kalp ile Allah’ı bulmak gerekir. Aradaki o mesafeyi, yolu, dengeyi çok güzel inşa etmek lazım. Neticede en değerli varlıklarımız çocuklarımız, çocuklarımızı çok seviyoruz ama çocuklarımızı kötülüklerin içine zorla, isteyerek gönderiyoruz. Ben çocukları gördüğüm zaman hep diyorum ki “ Allah’ım keşke elimde sihirli bir değnek olsa da onları böyle düzeltsem”. Bizim çocuklarımız güzel konuşmayı, güzel yaşamayı, bilgisini ve ilmini güzel bir şekilde ortaya koymayı hak ediyor. Herkese saygımız sonsuz. Herkes herkese saygı göstersin. Benim demokrasi anlayışım bu. Hayatı kazanmak için ne yapmamız gerekir biliyor musun? Bazen büyük zaferleri kazanmak için küçük yenilgilere ‘eyvallah’ dememiz lazım. Onları hazmetmemiz lazım. Hayatın kendisi çok büyük bir savaştır, büyük savaşları kazanmak için -iletişimde bu çok önemlidir-bazen küçük savaşları hazmedeceksin. Ama bu işin zamanını kollamak gerekir. Okunulan kitaplar, doğru stratejiler sayesinde o noktayı yakalarsın.


kültür TANITIM

TÜRKİYE’NİN GÜL BAHÇESİ

ISPARTA


HASAN ÖZGÜLEÇ YEŞILAY ISPARTA ŞUBE BAŞKANI Isparta, Akdeniz Bölgesinde, Antalya’nın kuzeyinde yer alır. Teke yöresinin eski bir şehridir ve göller bölgesi diye anılan coğrafyanın merkezidir. Isparta, milattan önce Pisidia olarak bilinen bölge üzerine kurulmuştur. Isparta’da Lidyalılar, Frigyalılar, Persler, Helenler Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Hamitoğulları Beyliği ve Osmanlılar hüküm sürmüştür. 1204 III. Kılıçaslan döneminde ise Türklerin eline geçmiştir. Isparta’nın adının nereden geldiği konusunda çeşitli rivayetler vardır. Isparta’nın tarihte en çok bilinen ismi “Baris” dir. Bu isim Hititler tarafından verilmiştir. “Bereket” anlamına gelmektedir. Kent Romalılar idaresine geçince “Sbarita” adını almıştır. Cumhuriyet öncesinde, Osmanlılar döneminde Konya vilayetine bağlı “Hamidabat” adında bir livalık iken 1923 yılında müstakil il olmuştur 1926 yılında ise “Isparta” adını almıştır. Isparta, Türkiye’nin gül bahçesi durumundadır. Gül yetiştiriciliği ve gül yağı üretimi yapılmaktadır. Dünya gül yağı üretiminin %60’nı Isparta karşılamaktadır. Gül suyu ve gül yağına dayalı parfümden kreme, lokumdan reçele otuzdan fazla ürün yapılmaktadır. Son yıllarda gelişen turizm sektörü ile birlikte gül ürünleri Isparta’ya önemli ölçüde gelir getirmektedir. Isparta gülün yanında halısı ile tanınan bir şehirdir. Ancak makine halılarının çıkmasıyla halıcılık sektörü eski önemini kaybetmiştir. Eğindir ve Gelendost ilçelerinde elma üretimi yapılmaktadır. Türkiye’nin elma ihtiyacının %20 sini Isparta karşılamaktadır. Uluborlu ilçesinde ise kiraz üretimi yapılmaktadır. Isparta; bitkileri ormanları, gölleri, göletleri, milli parkları, mesirelik yerleri ve tabiat güzellikleriyle insanların gönüllerinde taht kurmuş bir şehirdir. Eğirdir gölü, Kovada gölü ve Gölcük Krater gölü önemli gölleridir, Eğirdir, Göklere milli parkı, yazılı Kanyon milli parkı ile Şarkîkaraağaç ilçesi Kızıldağ milli parkı görülmeye değer güzelliklerindendir. İl merkezinde bulunan Davraz Dağı ise kayak merkezi, kayak sporları açısından önemli bir yer haline gelmiştir.

Isparta’da önemli tarihi yerler Selçuklu Türkleri göller bölgesine yerleştikten sonra, Hamidabad adını alan Isparta çevresinde; kültür ve medeniyet kurup bulundukları bölgeyi yaşanılır hale getirmişlerdir. Toplum ihtiyacını karşılayacak olan han, hamam, kervansaray, cami, mescit, kütüphane ve medrese gibi binalar yapmışlardır. Bu mimari yapılardan bazıları şunlardır: 1-Mimar Sinan (Firdevs Paşa)Camii: Mimar Sinan Camii, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Isparta valisi Firdevs Paşa tarafından 1561 yılında yaptırıl-

mıştır. Şehir merkezi camilerinden biridir. 2-Kutlubey (Ulu) Camii: Kutlubey (Ulu) Cami, Isparta’nın merkezde yer alan büyük camilerinden biridir. Adını I.Murat döneminde yaşamış olan Osmanlı komutanlarından Kutlubey den almıştır. İl merkezindeki camilerin en eskisi ve büyük olanıdır.1429 yılında yapılmıştır.1899 yılında yıktırılmış, 1904 yılında ise yeniden yapılmıştır.1914’de meydana gelen depremde yıkılan camii 1922 yılında bugünkü haliyle yeniden yapılmıştır. 3-İplikçi (Hacı Abdi) camii: Caminin bulunduğu yerde iplik pazarı kurulduğu için ;iplikçi cami denmiştir. Ispartalı zenginlerden Abdi Ağa tarafından 1569 yılında yaptırılmıştır. 1725 yılında yıpranan çatısı onarılmıştır. 1782’de Sadrazam Halil Hamit Paşa tarafından onarılarak bugünkü haline getirildiğinden bu isimle de anılır. 4-Kavaklı (Peygamber ) camii: Cami 1782 -83 yıllarında yapılmıştır. İçi çinilerle süslendiği için çinili cami de denilmiştir. Caminin bir diğer özelliği de çatı ve tavanının ağaçtan yapılmış olmasıdır. Cami ağaçtan yapıldığı için yıpranmıştır. Dolayısıyla da 1832, 1879, 1888, 1914 ve 1950 yıllarında onarım görmüştür. 5-Firdevs Bey Bedesteni: Kanuni Sultan Süleyman döneminde Isparta Valisi Firdevs Bey tarafından 1561 yılında yaptırılmıştır. Mimar Sinan camiine gelir sağlamak amacıyla yaptırılan çarşıdır. Günümüzde dahi çarşı olarak kullanılmaktadır. Şehir merkezinde, bu eserlerin dışında Dalboyunoğlu Mehmet Bey tarafından 1683-1693 yılları arasında yapılan Dalboyunoğlu hamamı vardır. Ayrıca Isparta’yı süsleyen şehir merkezi çevresinde mahallerde koruma altına alınan eski Isparta evleri yer almaktadır. Bunların dışında şehir merkezinde 1750 yılında yapılan Aya Baniya ve 1857-1860 yıllarında yapılmış olan, Aya İshofya adında iki adet Ortodoks kilisesi bulunmaktadır.


SPOR

AKLI VE RUHI BIR BECERI


TAEKWONDO

SALIHA BÜŞRA SELMAN AHMET KAYNAR Taekwondo Nedir? Mantığın döğüş sanatı olarak tabir edebileceğimiz Taekwon-Do, kelime olarak el ve ayakla yapılan vuruşların ilmi, felsefesi anlamına gelir. “Tae” Ayak vuruşları, “Kwon” el vuruşları “Do” ise bu dövüş sanatını tatbiki esnasındaki izlenilecek yolun ve dövüşün felsefesi degerlerinin genel adıdır. Taekwon-do akli ve ruhi beceriye dayanan, bedeni ve ruhi gelişmeyi sağlayan, her yaştaki insana hitap eden bir ahlak sporudur. Karakteristik özelliği ayak tekniklerinde ustalaşma olmakla beraber; kilitler, fırlatmalar, yumruk ve açık el, diz-dirsek, sıçrayışlı ve sipinli tekme tekniklerini yüksek bir dinamik içerisinde kullanarak savunma ve vuruş yapmayı öğreten, bunları yaparken zihni geliştirmeyi, kişinin kendini tanımasını amaçlayan bir sistemdir. Kore’de ortaya çıkan Tae Kwon Do’nun geçmişi 2000 yıl eskiye dayanır. Bu spordaki amaç ise; zihinsel, fiziksel gelişim ve kişisel savunmadır. Tarihçe Tae Kwon Do insanın kendini koruma ihtiyacından doğmuş Kore kökenli bir savaş sanatıdır. Taekwondo, aynı zamanda Kore’nin milli sporu olup, bu ülkede doğmuş, gelişmiş ve zamanla dünyaya yayılmıştır. Geçmişi onüç asır öncelerine dayanmaktadır. Nitekim o çağlarda Kore’de yaşayan insanlar doğaya, vahşi hayvanlara ve haydutlara karşı kendilerini savunmak için tamamiyle ayak tekniklerini içeren bir savunma sistemi geliştirmişler ve buna “Taegyon” yani “Ayak Sistemi” adını vermişlerdir. Yine aynı çağlarda Kore’de uygulanmakta olan “Kwonpop” yani “Yumruk Metodu” olarak isimlendirilen sadece el tekniklerini içeren bir sistem daha bulunmakta idi. Bu arada 600’lü yıllarda Kore Yarımadası üç krallığa bölünmüş ve bu krallıkların en küçüğü olan Silla Krallığının genç asilleri ve savaşçıları kullandıkları çeşitli savaş silahlarının yanısıra yukarıdaki el ve ayak tekniklerini geliştirerek bir savaş aracı olarak kullanmak suretiyle silahsız savaş çalışmalarına da önem verip kendilerini düşmanlara karşı daha güçlü duruma getirmişlerdir. İşte bu insanlar el ve ayakla yaptıkları savunma tekniklerini, zamanla sistemleştirerek adına Taek-Kyon demişlerdir. Böylece de Taekwondo’ nun ilk temelleri oluşmuştur. Taekwondo 20. Yüzyıla gelene kadar geçirmiş olduğu evrimler sonucunda bu günkü şekline dönüşmüş, 1905 yılında da bir yarışma sporu olarak kabul edilmiştir. Nihayet 1966 yılında Uluslar arası Taekwondo Federasyonu kurulmuştur. 179 Ülke bu Federasyona üye olup, bu gün Taekwondo milyonlarca insanın yaptığı bir spor dalı haline gelmiştir. Taekwondo Sporunun Faydaları Daha enerjik bir organizma sağlar. Bedensel ve zihinsel yorgunluklara karşı direnci arttırır. Kilo almayı önler, vücut yağını düşürür.


KUŞAK ANLAMLARI BEYAZ KUŞAK: Toprağa ekilen tohuma benzetilir SARI KUŞAK: Topraktan henüz çıkmış filiz gibidir. YEŞIL KUŞAK: Bir yaprağa benzer MAVI KUŞAK: Dala benzetilir KIRMIZI KUŞAK: Çiçektir SIYAH KUŞAK: Yeni ürün (yeni tohum)’dür.

Bedensenişlerdegeçyorulmayı,erkendinlenmeyi sağlar. İç salgı bezlerinin düzenli çalışmasını sağlar. Vücutta kılcal damar sayısını arttırır. Kalpvolümüartar,kalbinpompaladığıkanmiktarı artar, kalbi besleyen kroner damarlar genişler. Sosyolojik Faydaları Farklı toplumların insanarını kaynaştırır. Belli amaçlara ulaşmada eğitsel bir amaçtır. Grupçalışmalarıilefertlerarasındakarşılıklıişbirligi ve dayanışmayı geliştirir. Fertlerinkurallarauymasınıvedürüstolmaözelliklerini geliştirir. Fertlerarasındakisosyalleşmesürecinihızlandırır. Her yaş meslek ve cinsten insanın boş zamanını değerlendirmesinde etkili bir araçtır. Kötüalışkanlıklardanuzaktutar,toplumdışıfertleri topluma kazandırır. Psikolojik Faydaları İradeyi kuvvetlendirir, zekayı geliştirir. Mücadele ve dayanma gücünü arttırır. Pozisyonlara ve süpriz gelişen durumlara uyum sağlayabilme ve anında karar verebilme özelliklerini geliştirir. Eğitim Taekwondonun başlıca özelliği çıplak el ve ayaklarla rakibe karşı geliştirilen savunma tekniklerini içeren bir müsabaka sporu olmasıdır. Taekwondonun tüm hareketleri bu sporun düşmana karşı savunma amacıyla geliştirildiğinden bu güne kadar savunma ruhunun egemen olduğu bir temel üzerine kurulmuştur. Vücutlarının tüm organları ile kendilerini savunmak için tekniklerle eğitilmiş olan taekwondocuların yanlız fiziksel güçleri değil, daha da önemlisi kendilerine olan güvenleri, herkese karşı saygılı olmaları ve disiplinleri daha çok ön plana çıkar. Taekwondocu için bütün vucut bir savunma silahıdır. Saldırganları elleri yumrukları ayakları veya diğer organları vasıtasıyla kolaylıkla tesirsiz hale getirme yeteneklerine sahiptirler. Yeni başlıyan bir öğrenciye doğal olarak egsersizler ve disiplin ortamı zor gelebilir. Ancak sıkı ve disiplinli bir çalışma ile sonuca yaklaşılır.

Taekwondo çalışmaları birkaç kısımdan oluşur: 1. Poomse 2. Hyank:Temel teknik kuralları, kültür fizik, temel teknik çalışması,ellik çalışması, ikili çalışma 3. Müsabaka 4. Kırış: Çalışmaya başamadan öğrenci salona ve hocasına selam verir. Salonda sessizlik, sigara içmemek, salonda uygun kıyafetlerle dolaş-


59

mak, selamlama gibi kurallar geçerlidir. Taekwando’da teknikler birkaç prensibe dayanır: 1.Herhareket,bilimselformüllerivekinetikenerjiprensiplerikullanılarakmaksimumgüceulasmak amacıyla yapılmalıdır. 2.Hareketlerinarkasındakiprensiplerodereceaçık olmalıdırki,TaeKwonDoileilgilenmeyeninsanlar bile, doğru ve yanlış tekniği ayırt edebilmelidir. 3.Enetkiliatağıvedefansıortayaçıkarabilmekiçin mesafe ve açılar doğru belirlenmelidir. 4.Herhareketinamaıvemetodudoğruolarakögrenilmelidir. 5.Yorgunluguazaltmakvedoğruhızaulaşmakiçin doğru nefes teknikleri kullanılmalı. 6.Heratakvücuttakivitalnoktalarayapılabilecek şekildedüzenlenmeliveheratağakarşısavunma yapılabilmelidir 7.Herhareketuyumluveritmikolmali,estetikolarak da güzel görünmelidir 8.PoomseveHyonglardakiherhareketkişininruhsal karakterini yansıtmalıdır. Sıkça Sorulan Sorular? Bilinmesigerekentemelteknikkelimelernelerdir? Çiriği: El vuruşu, Çaği : Ayak vuruşu, Çiği: Da-

iresel vuruş, Gıtki : Ayak yürüyüşü, Ap: Ön, Yop:yan,Düğ:Arka,Çumog:Yumruk,Maki:Blok, Sonal: El bıçak, Sabom:Hoca, Göğsa:Yardımcı hoca,Quki:Bayrak, Keyngye (könye) Selam, Dobok:Taekwon-doelbisesi,Soğİ:Ayakduruşu,Süveryon (koç-Antrenör) Kihap nedir? Neden yapılması gerekir? Kihap iç gücü arttırmak için gücü bir yerde (Dan Jöne)toplayarakiçtendışarıyasesileaktarılmasıdır. Hemiçgücütoplamak,hemdekonsantrehemde o işe verdiğimiz önemi göstermek için yapılır. 
 Taekwon-do da sadece el mi? Sadece ayak mı? Yoksa her ikiside mi kullanılır? TaeKwon-do da her ikisi de kullanılır. Ama ayak daha ağırlıklıdır. Oranlama yapacak olursak; yani yüzde olarak El: %30, Ayak:%70 şeklindedir.Teknik Kullanımı olarak düşünürsek %70 kontra ataK, %30 Kombine şeklindedir. 
 Elbise (Dobak) neden beyazdır? Beyaz barışı temsil ettiği gibi saflığı ve temizliği de ifade eder. Bu spor için kaç yaş gerekir? 
 Bu sporu 7’den 70’ e herkes yapabilir. Başlamak için yedi yaşını doldurmak gerekir.


feStİvaller

eğİtİm ve kongreler

açılış ve toplantılar

özel projeler


görüntü, SeS ve ışık ekİpmanları kurulumları kİralanmaSı

SekanS yapım-organİzaSyon Çengelköy Mah. Meserret Sok. No:20 34680 Üsküdar / İstanbul Telefon: +90 216 557 80 35 Faks: +90 216 557 80 36 E-posta: bilgi@sekans.com


62

Hilal-i Ahdar İçkinin Göze Tesiri ÇEVİRİ ARİF ÇİFÇİ Zehirlerin alası olan içkinin vücud-ı insanide yaptığı mazarrat ve haraptan gözler de kurtulamıyor. Bir ayyaşın yüzüne bakıldığı zaman ilk göze çarpan şey şüphe yok ki gayr-i tabii olan gözleridir. Hatta bu hal, zehri zıkkımlandıktan bir hayli zaman sonra da nazarı dikkati celb eder. Bir bedmestin süzgün ve yarı mefluç gözlerini, mahmurluk devresindeki bir ayyaşında şiş kapaklarını ve kanlı çapaklı gözlerini anlamakta hiç kimse güçlük çekmez. Umumiyetle içki, gözün her bir kısmına az çok icray-ı tesir eder. Sarhoşların kapak şişmesi ve gözlerin kızarıp sulanma ve çapaklanması umur-ı adiyedendir. Keza içki yüzünden gözden şaşılıklar ve binnetice eşyayı çift görmek keyfiyeti çok defa vakidir. Bebeklerin hal-i tabiiden fazla büyüyüp küçülmelerine de tesadüf edilmiştir. Sarhoşların bilhassa (hezeyan-ı mürtaiş) denilen had zehirlenme esnasında gözlerine birçok gayr-ı tabii şeyler görünür. Mesela kimi duvarda örümcek gezdiğini, kim yerde farelerin cirid uyandığını, bazıları da karşılarındaki insanların başka bir kalıp kıyafetine girdiklerini görürler. Hatta bir kısmı üzerlerinde böcekler geziyor zannıyla elleriyle üst başlarını temizlerler. Lisan-ı tıpta bu hallere biz (hurafat-ı basariye) diyoruz ki hakikat halde içilen zehrin tesiriyle husule gelen bir nev-i dalalet rüyetinden başka bir şey değildir. İçkinin gözde yaptığı en berbat mazarratı en sonraya saklıyorum: Malumdur ki her zehir gibi içki de en çok asaba savlet eder. Göz siniri, gözün fiil-i rüyetiyle alakadar ve en nazik kısmıdır. İşte bu sinir içki yüzünden çok defa iltihaplanır, insanı tamamen kör eder. Bu hastalık (kuul-i iltihab-i asab-ı basari) en çok erkeklerde ve bilhassa içkiyi uzun zaman kullananlarda (yani bezm-i akşamcılarda) görülür. Başlangıçta hasta rüyetinin gittikçe azaldığını hisseder. Bilhassa ince işlerde ve okuma yazmada müşkilat çekmeye başlar. Ağrısı sızısı yoktur. Bu zamanda hastanın gözleri muayene edilirse hiçbir şey görülmez. Bir müddet sonra kırmızı ve yeşil gibi renkleri de adamakıllı fark edemez olur. Bu hal gitgide artar ve birkaç aydan bir iki seneye kadar tam körlükle nihayet bulur. Bu hastalığın şayan-ı dikkat olan ciheti biraz evvel dediğim gibi başlangıcında gözde marazi hiçbir tagayyüre rast gelinememesidir. Buna sebep de has-

talığın göz sinirinin arkadaki görünmeyen kısmından başlamasıdır. Bununla beraber çok geçmeden iltihap öne (yani göze) doğru inerek kendini gösterir. İşte mütehassısın eline vasıl olamayan böyle birçok vakalar mebdeinde teşhis edilemediği için hali üzere terk edilir ki böyle hastalar tabiatıyla kör olur gider. Bu hastalığı tevkif veya kati surette iyi edecek hiçbir ilaç da yoktur. Yegane çare hastalık başlar başlamaz içkiyi tamamen ve ebediyyen terk etmelidir. Ancak bu suretle bir dereceye kadar iyi olmak ümidi vardır. Halbuki hastalıktan görünmek, hasta olup da tedavi olmaktan daha mühim ve daha doğru ve lüzumlu olduğu için insanı böyle nur-ı basardan mahrum eden bir hastalığa karşı görünmek ve sakınmak bir zaruret halini alır. Bu ise ancak ve ancak vücudumuza içki gibi zehri nak ve katil maddeleri sokmamakla olur. 3 Mart 1341 (1925) Göz Tabibi Doktor Nuri Fehmi

Çocukta Aklın Hıfzıssıhhası Memleketimizde vefayat-ı etfalin ehemmiyetli bir derecede olduğu son zamanlarda nazarıdikkati celp etmeye başladı. Kıymettar ve salahiyettar tabiplerimiz bu hususta konferanslar ve makaleler neşriyle Meselenin ehemmiyetini alakadar makamatın nazar-ı ıttılaına vaz’ ettiler. Bu ilmi cereyanlar bittabi idari hareketleri davet edecek ve binnetice çocuğun sıhhatinin teminine gayret edilecek ve bizi tedhiş eden vefayat-ı etfal rakamları her halde azalacak, fakat çocuğun melekat-ı zekaiyesinin hıfzıssıhhası hakkında acaba bir şey düşünülüyor mu? Bostonlu Doktor Tom bakın ne diyor: “Tababat-ı ruhiyye vaki tababatte mühim bir mevki işgal etmelidir. Mektepli çocuğun sıkletine, boyuna, dişlerinin ve bademciklerinin haline ve sınıfında işgal eylediği mevkiye nezaret etmekle iktifa etmemelidir. Çocuğun ne düşündüğünü ve ne hissettiğini öğrenmeye çalışalım.” Çocuğun terbiyesi, doğmasıyla beraber başlar. Henüz doğan çocukta birçok ihtisasat mevcuttur. Ziya gözlerini kamaştırır. Kulakları sesleri ahz eder. Derece-i hararetin tahavvvülatını çocuk hisseder. Azasını hareket ettirdiği zaman adalatının tekallusatı ve mafsallarının hareketi çocukta birçok ihtisasat tevlit eder.



64

ALINTILAR

Bilginin, deyim yerindeyse, görme ya da işitmeden çok koklamaya özgü bir niteliği vardır; kokular da, bilgi gibi, yok edilemez; yalnızca daha güçlü kokularla bastırılarak ‘duyulmaması’ sağlanır. Zygmunt Bauman Şair, bir çocuğun hayal gücüne ve ruhsal yapısına sahip bir insandır. Hangi dünya görüşünü savunursa savunsun, dünyadan edindiği izlenim dolaysızdır; yani, sanatçı dünyayı “tanımlamaz”, dünya onundur. Andrey Tarkovsky Efendilerin değiştirdiği maskelerdeki suretler bizimkine benziyor diye sahnede bize de rol ihsan edilmesine razı kalıp kalmayacağımız sorusu hayatiyet kazanıyor. Hayal, ipleri elden kaçırmaktır. Oysa öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, o ipin ucu elinizden bir kaçtı mı, hemen bir başkasının eline geçiveriyor. Ondan sonra siz hayal ediyorsunuz, ama bir başkası yaşıyor. İsmet Özel Bir insanın aynada kendini güzel veya çirkin görmesinden çok daha önemlisi, orada kendisine rastlayıp rastlayamamasıdır... Buket Uzuner

Bu yazılar www.alintidefteri.net esas alınarak hazırlanmıştır.




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.