Yarın Genç - Sayı 5

Page 1

genc l

Manşet

Sevda Yeniköylü yazdı: Bu defa hepimiz başkayız

04

Geniş Açı Barajı yıkmak için 7 Haziran’da dayanışalım

05

İstanbul Üniversitesi’nde yapılan seçime rağmen Raşit Tükel yerine AKP’nin yandaşı Mahmut Ak rektörlüğe atandı. Atamaya karşı üniversitede gerçekleştirilen işgalle “Benim rektörüm Raşit Tükel” dendi. 12-13 Analİz

‘ ISCI KATILI AKP'YE KARSI 15 Nisan 2015 Çarşamba Sayı: 05

03

Şimdi Mahmut Ak düşünsün

1 MAYIS'TA TAKSIM'DEYIZ

Yamalı Cübbe AKP’nin hediye paketinde faşizmi

07

Ekonomi Yeni Türkiye’de ekonomik krizin ayak sesleri

11

Parti Okulu Bugünün sorularına geçmişin deneyimindencevap

18 Tarih

43. yılında Mahirleri anmak değil anlamak

23

Kültür-Sanat 34. İstanbul Film Festivali’nde hangi filmler var?

Taksim Meydanı emekçilerindir, emek için mücadele edenlerindir, dayanışmayla nefes alıp birlik içinde sıkılı yumruklarını kaldıranlarındır.

İşçilerin ölümü kader değil

Taksim Meydanı bizimdir

Hepimiz Soma’da ölen 301 işçiyi hatırlıyoruz, hepimiz madenleri kimin karanlığa gömdüğünü biliyoruz. Ermenek’te, Torunlar’da yaşananların kader olmadığını biliyoruz. Manşet 03

Taksim işçi sınıfının hafızasıdır, kanlı pazarın hesabının sorulacağı yerdir. Bu 1 Mayıs’ta işçilerin katili AKP’ye karşı öfkemizle, inancımızla Taksim’deyiz. manşet 03

Soma’yı unutmadık, hesabını soracağız 13 Mayıs 2014’te Soma Maden Ocağı’nda göz göre göre ölen 301 maden işçisini unutmadık. Da-

vada adalet için, işçi sınıfının öncülüğünde mücadeleyi büyütmek için Soma’nın hesabını soracağız. 08 EMEK


02

15 Nisan 2015

Diktatör engeller, biz yine gireriz AKP hükümeti sayesinde yıllardır çeşitli sebeplerle sansüre alıştık. Gezi Direnişi oldu sansür yedik, kutu kutu paralar çalınanadolu üniversitesi dı sansür yedik. Bu esra coşkuner seferki sansürün gerekçesi olarak Çağlayan Adliyesi gösterildi. Berkin’in katillerinin açıklanmasını isteyen ve AKP’nin adaletine inanmayan DHKC üyelerinin yaptığı eylemdi. Ama biz biliyoruz ki sansürün asıl sebebi bu değil. AKP hükümeti ne zaman bizden bir şey saklasa sosyal medyaya sansür uyguladı. Gezi Direnişi’nde birbirimizle iletişim kurmamızı engelledi, kutu kutu sakladığı paraların görüntüleri ortaya çıktığında engelledi. Bilal oğlanın zeka fışkıran tapeleri sosyal medyaya düştüğünde o güzel fikirlerden yararlanmamızı engelledi. Kısaca AKP ne zaman bizden bir şey saklasa

lgenc‘

RENKLI SAYFA

ya da kuyumuzu kazsa bunları bilmemizi engelledi.

Geçtiğimiz günlerde Twitter, Facebook ve Youtube da dahil olmak üzere 166 internet sitesine erişim bir süreliğine engellendi. Sansürün gerekçesi ise çok net. AKP hükümetinin meydanlarda, sokaklarda bastıramadığı insanları sosyal medyada bastırmak.

meye çalışmıştı. Sosyal medya sansürü de bunun bir parçasıydı aslında. Ama AKP hükümetinin unuttuğu bir şey vardı. Haklarını almak için günlerce Direnişi Sansürleyemediler Gezi Direnişi sırasında da sosyal med- direnmiş, tomaya, gaza kafa tutmuş, 8 yaya sansür uygulanmıştı. Bu sansür tane şehit vermiş insanları sosyal medhiçbirimizi şaşırtmamıştı. Çünkü halk ya sansürüyle susturamayacağı. AKP hükümetine karşı ayaklanmış, sokağa çıkıp omuz omuza direnmeye Ben Giriyorum Sen Giriyorsun başlamıştı. AKP hükümeti bu direniş Bu Sansür Kime ? karşısında ne yapacaktı ? Tabi ki en iyi Uygulanan sansürün kimin sosyal bildiği şeyi yapıp bizi yasaklarla ödül- medyaya girmesini engellediği merak lendirecekti. Ama Gezi Direnişi’nde konusu aslında. Sansürlü günlerde yaptığı şey bizi sadece yasaklarla ödül- hepimiz DNS ayarlarını değiştirerek lendirmek olmamıştı. Direnen tüm sosyal medyayı kullanmıştık. Hem insanların üzerine katil polislerini de rahatça girebildiğisalmış, insanları haklı direnişlerinden miz zamanlardan vazgeçir- daha fazla kullanır

hale gelmiştik.Sosyal medya sansürünü yine sosyal medyadan öğrenmiştik. Hatta Türkiye’de sosyal medyanın yasaklandığı hastagi TT olmuştu. Bizim bu halimiz ise diktatörü daha da kızdırmıştı. İşin düşündürücü yanı bizim sosyal medyayı kullanmamız değil, sansürü savunanların da sosyal medya üzerinden savunmasıydı. Öyle ki tweetleriyle hepimizi aydınlatan Melih Gökçek bile sansürlü zamanlarda tweet atmıştı. Melih Gökçek ve AKP yandaşları bile twitter kullanmışken bu sosyal medya sansürünün kimin erişimini engellediği hepimizi düşündürmüştü. Son sansür olayında da durumlar değişmedi. Biz yine rahatça sosyal medyaya girdik, diktatörse bizi engellediğini düşündü.


lgenc‘

MANSET

03

15 Nisan 2015

Sevda Yeniköylü

İşçi katili AKP’ye karşı 1 Mayıs’ta Taksim’deyiz

KESINTISIZ

Bu defa hepimiz başkayız

Belki denk gelmişsinizdir, AKP’nin Genç Türkiye Zirvesi yapıldı. “Başarısızlık moralinizi bozmasın güçlü bir Türkiye için girişimci olun” deniyordu. Gençlere “girişimciliğin” kıymeti azameti anlatıldı ballandıra ballandıra. Paranın, sermayenin, bir şekilde milyarlar edinmiş olanların girişimciliğinin en önemli olgu olduğu tamamen bir aldatmacadır. O şaşalı devasa gökdelenlerin, rezidansların, AVM’lerin işçilerin emeği olmadan yükselmesi mümkün değildir. Ekmek derdine Esenyurt’ta o AVM’yi diken işçiler gibi. O AVM’yi yaptıran patronlara sonradan “başarı” ödülü bile verildi. Sanki o 11 işçi yanarak can vermemiş gibi. Yuh olsun. AKP iktidarı döneminde 15.000 işçi öldü. Yoksulluk içindeki tam 15.000 işçi… Yanlış kurulmuş iskelelerden düştüler, ağır makinaların altında ezildiler, göçük altında kalıp öldüler, maden kuyularında canlarından oldular. Soma’da 301 maden işçisinin hayatını kaybetmesine Tayyip Erdoğan, “bu işin fıtratında var” diyerek o işçileri nasıl ölüme terk ettiklerini anlatmıştı aslında. Zaten dibine kadar yoksulluğun içine batmış 301 işçi. Birde canlarını kaybetseler ne kaybederlerdi ki? Hemen ardından taşeronu destekleyen yasa bile çıkardılar. Taşeron sistemin işçileri ölümle burun buruna getirdiğini bile bile. Davutoğlu, taa o zaman güya işverene yük olan kıdem tazminatını, seçimlerden sonra kaldıracaklarını dahi ilan etti. Zaten tam da o sıralar, Soma’da işten atılan işçilerin kıdem tazminatlarına çoktan el konmuştu bile. Soma’yı takip eden Torunlar, Ermenek ve daha niceleri… * Önümüz 1 Mayıs. Bundan yaklaşık beş sene önce de ülke çapında bir direniş baş göstermişti: Tekel Direnişi. Ekmeğini savunan Tekel işçilerine de Erdoğan “ideolojik bunlar” diyordu. 32 yıl sonra uzun erimli bir mücadelenin ardından, 1 Mayıs Taksim’de kutlanmıştı. İşçi sınıfıyla buluştuğumuz her kararlı direnişin ardından böyle büyük kazanımlar elde ettik. Tarihteki yönelimler de hep bu doğrultuda olmuştur. Diyeceksiniz ki bu defa başka. Yeni bir anayasa yapmak, başkan olabilmek için dişini tırnağına takan bir Erdoğan’la karşı karşıyayız. Ve şimdi AKP’nin elinde güçlü bir kalkanı var: İç Güvenlik Yasası. Bu defa hepimiz bir başkayız. Emin olun Taksim’e çıkmanın bin bir türlü yolu bulunur.

AKP’nin bastıramadığı muhalif sesi ve mücadeleyi üniversitelerde Haziran’la büyütmek, gençliğin direnişini Haziran’la birleştirmek önümüzdeki en büyük görevdir. Üniversiteden korkanlara uyarımızdır: “Korkmaya devam edin çünkü kavga üniversitelerde sürecek.” H e pimiz Soma’da ölen 301 işçiyi hatırlıyoruz, hepimiz madenleri kimin karanlığa İSTANBUL TEKNİK üniversitesi gömdüğünü EMRE BAŞAR KARA b i l i y o r u z . Ermenek’te, Torunlar’da yaşananların kader olmadığını biliyoruz. Dile kolay AKP döneminde 14.000 işçi ölümü gerçekleşti. Fabrikalar, inşaatlar, madenler görülmediği kadar ölü bedenler üretir oldu. Koskoca ülke taşeron “cennetine” dönüştü. Emek sömürüsü kat ve kat arttı. Evrensel bir hak olan grev hakkına göz dikildi. İşçilerin kıdem tazminatları dahi ellerinden alınmaya çalışılır oldu. Taksim hem İstanbul’un hem de Türkiye’nin merkezidir. Orada atılacak her bir sloganın adresi tüm Türkiye olacaktır. Orada yürüyecek yüz binler, milyonları harekete geçirebilecek güce sahip olacaktır. İşte bu sebepten dolayı, Taksim emekçilerden ve halktan kaçırılmaktadır. Taksim yasaklanamaz! Taksim işçi sınıfının hafızasıdır, kanlı pazarın hesabının sorulacağı yerdir.

1 Mayıs bize Taksim’e çıktığımız gün bayram olabilir ancak. 1 Mayıs ancak ve ancak emekçilerin iktidarı aldığı gün bayram olabilir. O güne dek o meydana çıkacak her yol emekçilerin ve devrimcilerin, terlerine ve kanlarına şahitlik edecektir. Dağa taşa değil tüm bir insanlığa haykırıyoruz, sesimize kulak verin, Taksim bizim, bu ülke bizim, emek bizim, ekmek bizim, gelecek de bizim olacak. Vazgeçmeyiz biz; gaz yeriz, cop yeriz, ayaklar altına alınıp dövülürüz yine de pes etmeyiz. Yeniden ayağa kalkmasını biliriz, bedenlere vurulan zincirler özgürlük için çarpan yüreklere işlemez. Ey Taksim! O gün köprüler kaldırılmış olsa da, vapurlar, metrolar, tramvaylar, otobüsler iptal olmuş olsa da, her sokak başı demir bariyerlerle kapatılmış, o sokaklara korkuluk olarak polisler dikilmiş olsa da biz bir yolunu bulup yine sana geliriz Taksim. Erdoğan, bugün diktatörlük hayalleriyle ülkeyi karanlığa sürüklemektedir, darbe paketi niteliğindeki iç güvenlik paketi halkın meclisinden halkın vekilleri dövülerek geçirilmektedir, adalet ve hukuk

betondan yapılma saraylara hapsedilmiştir ve yolsuzluk, hırsızlık ülkenin sıradanlığı haline gelmiştir. Tüm insanlığadır çağrımız, gelin ezilenleri ezenlerin boyunduruğundan kurtaralım. Kitaplarda yazmakla kalmasın, şarkılarda, şiirlerde söz olarak kalmasın, mücadelemizle erişelim o zirveye. Bayram olsun o gün, son kez zafer için dökülsün gözyaşları; emeğimizle, terimizle yıkalım AKP’yi, değiştirelim çarkları, son bulsun bu kahpe düzen, bir daha kimse ekmeğimize el uzatmaya kalkışmasın. “Kazanacağız ya da kazanacağız” başka seçeneğimiz yok. Yarınlarımızı AKP’den almak için, emeğin iktidarını kurmak için, üretenlerin yönettiği bir dünya için savaşmalıyız.


04

GENIS ACI 15 Nisan 2015

lgenc‘

Barikatı aşmak için dayanışalım Gezi’de önümüze kurulan barikatları hatırlayalım. Sadece el ele verdiğimizde aşabildiğimiz barikatları; dayanışarak, yüklendiğimiz barikatları... Şimdi yine %10’luk bir barikat var önümüzde. Hepimiz görüyoruz demokrasinin önüne kurulan, yıkılması gereken seçim barajını. Şimdi demiyoruz ki bu barikattan sonrası çiçekler böcekler, barikatın arkası Alice Harikalar Diyarı. 7 Haziran y a k l a ş ı y o r. Şimdiden bütün memleketin gündeminde seçimler var. Erdoğan meydanlarda Başkanlık sisanadolu üniversitesi temini getireceğine özge uyanık dair atıp tuta dursun, bu seçimler Türkiye’nin geleceğinin belirlenmesinde çok önemli rol oynuyor. Seçimler yaklaştıkça gündem de ona göre şekilleniyor. İç Güvenlik Yasasının meclisten geçmesi, bu yasa ile birlikte polisin, sokak ortasında insanları öldürmesinin de meşrulaşması, üniversitelerde son dönemde artan saldırılar, bunların hiçbiri seçimler gündeminden ayrı düşünülemez. Kendi koltuğunu sabitleme niyetinde olan AKP karşısındaki gücün farkında. Bu yüzden de her alana müdahale etme, saldırılarını arttırma yönünde politika izliyor. Hala meydanlarda Berkin’e saldırıyor, Gezi Direnişi’ne saldırıyor, üniversitelere saldırıyor. Çünkü kendisine diktatör denilmesine tahammül edemeyen Erdoğan 8 Haziran sabahı hiçbir şeyin kendi istediği gibi gerçekleşmeyeceğinin farkında. Şimdiden AKP’liler birbirlerinin fo-

yalarını ortaya dökmeye başladılar. Canlı yayınlarda memleketi nasıl parsel parsel sattıklarını dökülüyorlar bir bir. Peki biz bu durumda ‘yesinler birbirlerini’ci mi olmalıyız? Tabii ki hayır. Tüm halkın politikleştiği bir dönem olan seçim zamanları doğru siyaseti yapmaya var gücümüzle devam etmeliyiz.

barajı geçip geçmeyeceği. Bu soru AKP’yi de tedirgin etmeye yetiyor. Demirtaş Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde doğru ve kapsayıcı siyasetiyle oylarını 9.8’e çıkarmıştı. Bu seçimlerde de HDP’nin barajı geçmesi demek AKP’nin her istediği yasayı çıkartamaması, başkanlık sistemi hayallerinin suya düşmesi, meclisteki koltuk sayısının Barajlar yıkılsın diktatör altında kalsın azalması, kısacası istediği gibi at koştuGezi’de önümüze kurulan barikatları ramaması demek. Yani AKP’nin önüne hatırlayalım. Sadece el ele verdiğimizde kurulacak barikatlar çoğalacak. aşabildiğimiz barikatları. Dayanışarak, Biz üniversitelilere gelince, çok yüklendiğimiz barikatları. Şimdi yine güldük trafoya giren kedi capslerine, %10’luk bir barikat var önümüzde. He- AKP’nin davullu zurnalı seçim müpimiz görüyoruz demokrasinin önüne ziklerine, hadi biraz ciddi konuşalım. kurulan, yıkılması gereken seçim barajını. Şimdi demiyoruz ki bu barikattan sonrası çiçekler böcekler, barikatın arkası Alice Harikalar Diyarı... Erdoğan’a tokat atmak için diyoruz, barikatın geçilmesi şart! AKP’nin koltuğunu sarsmak için barikatın geçilmesi şart! Daha ne kadar ileri gideceğini kestiremediğimiz Erdoğan’ın, Başkan olmaması için seçimlerde sandığa gitmek çok önemli. Sandıkta bir rejim değişikliğini oyluyoruz unutmayalım. O damgayı geleceğimize basıyoruz. Bu seçimlerin en tartışmalı sorusu kuşkusuz HDP’nin

Biz de herhalde seçimden seçime siyaset yapmıyoruz. 2 seçim arasında direnilmez mi hiç? Tabii direnilir. Biz de sokaktayız, biz de üniversitelerimizi, meydanlarımızı savunuyoruz. Ama sandık önemsizdir demek olmaz. Sandıkta da sokakta da AKP’yi geriletmek zorundayız. Barikatları nasıl dayanışarak aştıysak, Gezi’ye nasıl AVM yaptırmadıysak, şimdi de Erdoğan’ı başkan yaptırmamak için önümüzdeki barikatı da hep beraber aşacağız. Bu seçimlerde HDP’ile dayanışarak AKP’yi geriletmek için yola koyulduk. Haydi bakalım barajlar yıkılsın diktatör altında kalsın!


05

YAMALI CUBBE 15 Nisan 2015

lgenc‘

Hediye paketinde faşizm AKP İç Güvenlik Paketi’ni meclisten geçirdi. Pakette polise öldürme yetkisi verilirken halklar da korkuyla sindirilmeye çalışılıyor. Baskı o kadar arttırıldı ki küçük Erdoğan Davutoğlu “Anne babanız evlatsız kalsın istiyorsanız sokağa çıkabilirsiniz” diyor. AKP, faşizmi yasallaştırıp önümüze getirirken elbette ki bizim de yapacaklarımız, buzdağına çarpmadan önce çıkış yolumuz olarak seçimler var. Darbe Anayasasından beter İç Güvenlik Paketi vekillerin oylarına açıldı ve kabul edildi. İçeriği insanların öldürülmesinden ibaret anadolu üniversitesi olan paket elbette ki burcu karefil meclisten de vekillerin kafaları, kolları kırıla kırıla geçirilebildi. AKP Hükümeti kendini koruma altına alabilmek için paketi mecliste sözde oylamaya sunarken, paketin halkın güvenliği için olduğu yalanını da söylemeden duramadı. Kadın katilleri indirim almak için “Öldürdüm ama ambulans çağırdım” der, Erdoğan da kadın katillerinin taktiğiyle bize hediye paketinde bir faşizm sunuyor.

sız yetkiler veren, her başları sıkıştığında “Polisim gerektiğinde hâkimdir, savcıdır alperendir” diyerek yetiştirdiği katiller daha çok cinayet işleyebilsin diye sırtını sıvazlayan Erdoğan, şimdi de yaptığı toplantıda “Arkanızda ben varım” diyebildi. Erdoğan “Herkesin polisi kendi vicdanıdır, vicdanın işlemediği yerde polis devreye girer” derken sokaklar vicdan tekmeleriyle öldürülen insanlarla, şefkatli ellerin attığı gaz kapsülleriyle vurulup düşen gencecik çocuklarla ve halkın vicdanı olan polisler korumadığı için öldürülen kadınlarla dolu. Erdoğan ironi yapmayı pek bir severken asıl ironi tarihsel gerçekliğimiz olarak bizlere her gün biraz daha yaklaşıyor; Hiçbir diktatörlüğün sonsuza kadar gidemeyeceği gerçeği…

parızın cevabına sahibiz. Politik bir hat çizerek karşımıza faşizmi yasallaştırarak çıkan Erdoğan’a karşı en büyük politik gücümüz birlikte durmamızdan geliyor. Ancak şu ya da bu acılarımız ortak, aynı bitkileri seviyoruz veya aynı şehirde doğduk üzerinden bir birliktelik değil, aynı diktatöre karşı savaşıyoruz üzerinden bir birliktelik politik olarak bizi bir güç haline getirecektir. Mecliste İç Güvenlik Paketi geçirilirken HDP ve MHP’nin müttefik olması gibi toplumun her kesimi de sandıkta Erdoğan’a 400 vekil kazandırmamak üzere birliktelik kurmalıdır. Zaten politik olarak çözümlere sahibiz. Yapacaklarımız belli asıl soru biz onu yapacak mıyız?

törle karşı karşıya ve mücadeleye hazır. Bu yüzdendir ki Erdoğan çok korkuyor, tek şansının 400 vekil olduğunu biliyor. Erdoğan istediği vekil sayısını meclise sokar ise işte o zaman diktatörlük tamamlanmış olacak. İşte bunun için, buzdağına çarpmadan önceki son şansımız seçimler. Bizler her zaman mücadele ederiz ancak farkları bilmemiz gerekmekte. İç Güvenlik Paketini kullanan, mecliste 400 vekile sahip bir Erdoğan’la, oyları düşmüş, vekil sayısı oylamalarda yetersiz kalan Erdoğan arasında çok büyük fark olacaktır. Düşmanımızla suyun altındansa karada güreşmek işimize gelecektir. İç Güvenlik paketinden seçimlere, tek derdi farklı görüşleri yok etmek olan Erdoğan’a karşı birazcık nefes alabilmemiz gerekiyor. Suyun altından kendimizi karaya atOksijeni içine çekmelisin Bu ülkenin emekçileri, gençleri, kadınla- malı, oksijeni içimize çekmeliyiz. Nefes Hiçbir diktatörlük sonsuza Yapılacak belli, yapacak mıyız? rı zamanında sokaklarda tankları, tabur almaya sadece mücadelenin içinde olan kadar gitmez İç Güvenlik Paketi onaylandıktan sonra tabur askerleri, gözaltında işkence edilen benim ya da ötekinin ihtiyacı yok, sen Gezi Direnişi’nden bu yana polise sınır- neler yaşarız az çok biliriz ama neler ya- insanları gördü. Şimdi ise tam bir dikta- de oksijeni içine çekmelisin.


06

MERCEK 15 Nisan 2015

lgenc‘

Adaletin adı kanlı

AKP hükümetinin adaletine artık güveni kalmayan insanlar, meşru bir taleple Çağlayan Adliyesi’nde bir eylem gerçekleştirdi. İstenilen Berkin Elvan’ın katillerinin kamuoyuna açıklanması ve Berkin için adalet isteyen insanların yargılanmalarının artık bir son bulmasıydı. Berkin Elvan’ın katilleri açıklamak yerine öldürmeyi seçen AKP hükümeti, bir kez daha adaleti kana buladı. O gün savcının odasından kimse sağ çıkmadı. Sebebi neydi? Devletin adaletine güvenmeyen devrimciler, Anadolu üniversitesi Berkin için, sözünü Büşra gündoğdu söylemek üzere sokaklara akan halkın “ provokatör ” diye damgalanmasına engel olabilmek için kendileri meşru talepleriyle adliyeye girdiler. Müzakereler sürerken savcıyı öldürmeye niyetlerinin olmadığını, taleplerini dile getirerek aslında makul isteklerinin olduğunu söylediler. Peki devlet ne yaptı? Her zamanki gibi kendi savcısını da gözden çıkarttı ve oradaki insanlarla konuşup anlaşmaya varma; failleri, katilleri açıklamak yerine çapraz ateş açtı. Kimse sağ çıkmadı ve diktatör kameralar karşısına çıkıp da “ Başarılı bir operasyondu” diyebildi. Şimdi o eylemciler “terörist” diye yaftalanıyor ya, yetmiyor mezarlarına beton dökülüyor ya; Gezi Direnişi’nde meydanlara akan insanlar toplum huzurunu ve devlet düzenini yıkmaya çalışmaktan yargılanıyor ya, Gezi’de hayatını kaybe-

den fidanların hesapları hala sorulmuyor, Kamunun huzur ve sûkununu bozan ölen gencecik insanlar mı huzur faillerine ödül gibi cezalar veriliyor ya... Ali İsmail için kar kış demeden adliye- bozuyor? İnsanın aklına şu geliyor; “Kim bu ka- lerde, sokaklarda, meydanlarda nöbet Şimdi oturup düşünmek lazım. İnmunun huzurunu bozuyor?” tutan insanlar mı, yoksa Ali’nin katiline sanları bu haddeye kadar getiren ne, kim? Kamunun huzurunu bozan 15 yaşın- indirim vererek birkaç yıl hapis cezasıyla Evet, insanlar bu ülkede mutlu yaşadaki bir çocuk mu, yoksa onu başından failler hakkında karar veren yargı mı? mak istiyorlar; insanlar işçiler emeğinin gaz fişeğiyle vuran katil polis mi? karşılığını alsın,çalışırken canlarından olmasın, işveren sorumsuzluklarından ötürü maden ocaklarında nefessiz kalmasın istiyorlar. İnsanlar, kadınlar var olan haklarını almak adına; boşanmak istedikleri için, çalışmak istedikleri, yaşamak istedikleri için öldürülmesin istiyorlar. İnsanlar, ülkede zenginle fakir arasında uçurum büyürken kendileri Kaç-Ak Saraylarında oturanların hesap vermesini istiyor. Halk, artık sokağa çıktığında ölümle burun buruna gelme korkusu yaşamadan, taleplerinin görüşülmesini istiyor... Bugün IŞİD’e bile “terör örgütü” diyemeyen bir cumhurbaşkanı ve başbakan varken; adalet isteyen insanlara “ terörist” demekten utanmayanları, “BaKamunun huzurunu bozan en de- Huzur bozan kim? şarılı operasyondu” deyipte kimseyi sağ mokratik hakkını kullanmak adına “ Ar- Ülkede tüm bunlar olurken, adalet koymayanları karşımıza almak gerek. tık yeter!” diyen Gezi Direnişi’ndeki halk zamanında, yerinde ve tam şekliyle Huzuru bozan bu halk değildir, humı; yoksa Gezi’yi “Bunlar hep provokas- vukuu bulmazken, adaleti sağlamak zuru bozan adaletin adını pis elleriyle yon” diye kirletmeye çalışan, halkın se- adına artık kendi canını da yok sayan kana bulayan iktidarın ta kendisidir. sine kulak tıkan sözde ülke liderleri mi? ve bu halk için, Berkin’e adalet için Ondan hesabı sormak gerekir!


lgenc‘

EKONOMI

07

15 Nisan 2015

Felaket tellallığı yapmak gibi olmasın ama...

Gelen ekonomik krizin ayak sesleri Bunandan iki sayı önceki ekonomi sayfamızda Türkiye’nin patlamak üzere olan balon ekonomisinden bahsetmiştik. Aradan geçen yaklaşık 2 buçuk aylık süreçte Türkiye siyaseti kadar ekonomi de iyice gerildi. İç ve dış sebeplerin dışında AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar da ekonomiyi doğrudan etkileyen sebepler arasında. Zaten ülkede reel üretimin olmayışından ve sadece inşaata, imara bel bağlayan bir ekonomiyle krizin eşiğinde olduğuUludağ üniversitesi muzu söylemiştik. fatma çakır Daha sonra buna Erdoğan’ın Merkez Bankası’na yönelik baskıları ve tehditleri de eklenince; siyasi gerginlik de ekonomiyi olumsuz etkiledi. Neden Erdoğan konuştukça ekonomi kötüye gidiyor? Örnek verecek olursak; Erdoğan’ın Merkez Bankası Erdem Başçı’yı faizleri indirmesi yönünde tehdit ve ‘vatan haini’ ilan etmesi sonucu doların rekor üzerine rekor kırması, yabancı sermayenin Türkiye’den kaçması sadece bir kısmı. Neredeyse bütün ekonomistleri karşısına alan Erdoğan’ın ekonomi ilmine dair dile getirdiği kendine has teorileri ise gösterdi ki; kendisinin ekonomi anlayışı bir insanın ayaklarıyla değil de elleriyle yürümesi gibi bir şey. Felaket tellallığı yapmak gibi olmasın ama... Şimdi geldiğimiz son süreçte ise cari açık iyice açılırken, ihracat da iyice azaldı. Felaket tellallığı yaapmak gibi olmasın ama enflasyon da iyice düştü. Cari açık iyice açıldı Türkiye’nin ödemeler dengesi, 2015 Şubat ayında 3.2 milyar dolar ile, 2.75 milyar dolar olan piya-

sa beklentilerinin üzerinde açık verdi. Merkez Bankası verilerine göre, Şubat sonu itibarıyla 12 aylık cari işlemler açığı, 42.97 milyar dolardan 42.82 milyar dolara geriledi. Tabi cari açık iyice açılınca dolar yeniden yükselişe geçti. Verinin açıklanmasından önce 2.6195 lira dolayında hareket eden dolar, cari açığın beklentileri aşması üzerine hızlı bir tırmanış ile 2.6267 liraya kadar çıktı. Enflasyon bozulan ekonominin sonuçlarından sadece biri Bu arada Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Şubat ayında ihracat birim değer endeksi yüzde 7,5, ithalat birim değer endeksi yüzde 13,2 azaldı. Türkiye’de bozulan ekonomiye dikkat çeken TÜSİAD Başkanı

Cansen Başaran Symes ise: “Türkiye’de enflasyon yükseldi maalesef. Düşürülmesi yönündeki politikalar başarıya ulaşamadı. Enflasyon düzeyi geçtiğimiz dört yıl boyunca hedef enflasyonların sürekli üzerinde seyretti. Hedefinden sapan enflasyon, bozulan Türkiye tablosunun kritik Erd sonuçkon oğan larınd u

bette tesadüfi değil. Enflasyonu bu kadar yükselten etkenlerin başında gıda fiyatlerı geliyor. Gerek zorlu geçen kış koşulları gerekse doların TL karşısında sürekli değer kazanması gıda çarşı pazar fiyatlarını uçurdu. Artık pazar ve market alışverişi aile bütçesinde önemli bir sorun haline geldi. En çok etkilenen de şüphesiz dar gelirli vatandaş oldu. ola ştu Bağırdı, çağırdı r uç tu sonra kalkıp ders aldı Seçimlere az bir süre kala ekonomideki kötü gidişatı farkeden AKP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘büyüyen ekonomi’ lafıdan sadece biridir” nı yutmak zorunda kaldı. Erdoğan’ın şeklinde konuştu. iş adamlarının kendisinin ve kendi çevresinin yatırımlarını kurtarmak için Olan yine dargelirli- Merkez Bankası’na yaptığı “faizleri inye oldu dirin” baskısı her şeyi daha da yokuşa Bütün bu rakamlar sürdü ki en sonunda kalkıp Erdem ve sonuçların olumsuz Başçı’dan brifing almak zorunda kaldı. seyretmesi el‘Büyüyen ekonomi’ yalanı bu sefer tutmayacak gibi Şimdi enflasyon da yükseldi ancak Erdoğan’ın “enflasyonu indirin” diyebileceği bir kişi veya kurum yok çünkü bu ülkenin başındakiler ne ekerlerse şimdi de onu biçiyorlar. Zaten gerek Ortadoğu, gerek Rusya, gerekse Avrupa ile olan ihracat taban yaptı. Yani dememiz o ki ekonomideki bu kötü tablo emekçi halkın bütçesini daralttıkça bu seçimlerde Erdoğan’ın hiç ağzından düşürmediği ‘büyüyen ekonomi’ yalanı tutmayacak gibi gözüküyor.


EMEK

08

15 Nisan 2015

lgenc‘

Sınıfsal kin, devrimci öfkenin adı: SOMA

1 Mayıs arifesinde, Soma katliamının da yıl dönümüde yaklaşmaktayız. 301 işçinin hayatını kaybettiği ve yüzlercesinin yaralandığı, faillerin hala yargılanmadığı, toplumsal bir ayaklanmayı fitillemiş Soma katliamı neden yaşandı, neler yaşandı? 1. Yıl dönümünde ve geri kalan her gün için; hatırlayalım. Hiç unutulmasın diye? 1. Yıl dönümünde ve geri kalan her gün için; hatırlayalım hiç unutulmasın diye... 13 Mayıs 2014’de 301 işçi maden ocağında hayatını kaybetmişti. Bir sene öncesine gidip istanbul üniversitesi hafızalarımıBerna bağlam zı tazeleyelim. Olay yerine günler sonra giden bakanlar ve belirsizlik içinde geçmişti günler. Aileler maden ocağı başında feryat figan ağlarken Enerji bakanı Taner yıldız pişkin pişkin iki gündür aynı gömleği giydiğini söylemişti. “Kaç işçi öldü” sorusuna da “sayıya takılmayın” diyerek kanımızı dondurmuştu. Yusuf Yerkel’in sokak ortasında bir madenci yakınını tekmelemesi de bizlere iktidarın ne denli halk düşmanı olduğunu hatırlatmıştı. Yerlere göklere sığdıramadıkları AKP iktidarı Türkiye’sinde yüzyıllar öncesinin maden kazalarını örnek göstererek faciayı normalleştirmeye, ölen işçilere “şehit” denilerek kadercilik üzerinden faciayı küçültmeye çalışmalarını aklımızın bir köşesine yazmıştık. “Bu mesleğin fıtratında ölmek vardır” denilerek faciaya göz yumulup durum meşrulaştırılmıştı.

Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu Taşeron sisteminin ve ölümlerden sorumlu olan hükümetin özelleştirme politikalarının bir kez daha işçi ölümlerine nasıl kapı araladığı ortaya çıktı, bununla birlikte Soma için halk ülkenin dört bir yanında sokaklara döküldü. Elbette bunun en büyük sebeplerinden bir tanesiydi 301 işçinin birden hayatını kaybetmesi. Ardı arkası kesilmeyen ihmaller, denetimsizlikler, güvenlik eksikliği ve özelleştirilmeler; Soma Holding’in ve iktidarın kendini aklama çabaları ile biriken öfkelerini sokaklarda kusmuştu halk. “Hükümet istifa” sloganlarıyla Soma’nın hesabını soracaklarını haykırmışlardı. Öğrenciler İTÜ maden fakültesini işgal ederek Soma Holding başkanı Alp Gürkan’ın istifasını sağlamışlardı. Tüm bu direniş karelerinde kuşkusuz halkın hükümete karşı tavrını net bir biçimde gözler önüne seren kare, Soma halkının Recep Tayyip Erdoğan’ın makam aracını tekmelemesiydi. O kare, verdiğimiz sınıf savaşının da bir kanıttır. Fakat faciadan sonra da durum değişmedi, iktidarın korkusu bilendikçe bilendi sadece. Görülecek olan Soma davası öncesi bölgede OHAL ilan edilmesi,

ailelerin salona alınmayışları, sanık avukatlarının can güvenliği sebebiyle mahkeme salonundan çıkartılması ve davanın ertelenmesi saf korku ve iktidarın uçurumun kenarında olduğunun göstergesidir. Her şey emeğin olsun diye... Soma ile gündeme girebilmiş iş cinayetleri hala devam ediyor. İşçi ölümlerinin son bulması öncelikle Soma’yı unutmamaktan ve sorumlulara karşı işçilerle birlikte mücadele etmekten geçiyor. İşçilerle birlikte direnirsek yaşarız, AKP sadece ölümü dayatıyor. Dolayısıyla Somalarda, Ermeneklerde, Torunlarda yaşamını yitiren işçi kardeşlerimiz için, esmer alınlar, sıkılı yumruklar için; her şey emeğin olsun diye, madenlerin, fabrikaların, tarlaların bizim olduğunu haykırmak için; işçi düşmanı AKP’ye ve katil taşeron sistemine karşı bu 1 Mayıs daha bir güçlü duracağız alanlarda. Devrimin öncüleri, 15-16 Haziranların yaratıcıları,işçi tulumu giymiş umutla birlikte güneşi göremeyenler için avuçlayacağız güneşi. Soma’da ölen işçi kardeşlerimiz ve hükümetin aldığı tavır tarihe yazıldı, bilincimize işlendi. Unutmayacak, hep hatırlayacağız. İşçi düşmanı AKP’den de hesap soracağız.

“Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde susmak bilmeyen bir yer altı güneşiyle, ne kadar diplere bastırılsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla yüreklerinin. Ağır ağır geldiler, karanlık sarnıçlardan sıza sıza, sağır küplerde birike birike, yararak kaslarının içine yuvarlanmış sızıları ve ciğerlerinde yer etmiş ışıksız lekeleri. Geldiler bir büyük sesin harfleriyle ağızları dopdolu, suskun çamuru küremek için kentin gölgeli sokaklarından, sıyırıp almak için yıllardır gökyüzüne birikmiş pası, ovmak için isli alnını sabahın. Anıt bildiler sıradan ve gösterişsiz bir günü, diyecek sözleri varsa anıt bildiler, akacak bir yatağı varsa ırmaklarının ve atacak köprüleri varsa anıt bildiler, toplandılar o anıtın çevresine. Sonra her gün geldiler, artarak geldiler, kadınları çocukları ve alkışlarıyla, yoğurt mayalar gibi geldiler, pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi, su gibi, ateş gibi. Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı, yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent oldular sonunda ve adını değiştirdiler ülkenin.”


09

EMEK 15 Nisan 2015

lgenc‘

Halimiz ahvalimiz

Sallantıda olan ekonomi ve insanlar arası uçurum.Zengin çok zengin fakir daha da fakir. Kıdem tazminatı ,asgari ücret , ve çalışma koşulları emekçinin belini büküyor. Fakat kazanımlar büyük, direnen işçiler kazanıyor ve mücadele büyüyor. Sendikalı olmak isteyen ICF ve ADORE işçileri kendilerine dayatılanı kabul etmeyip direndiler ve kazandılar.

Üstü örtülen ekonomik bunalımlar ülkesi Türkiye’de krizlerden hepimiz payımıza düşeni aldık.Ama hiç problem yoktu değil mi? anadolu üniversitesi Çünkü ya krizler bizi merve asya teğet geçti ya da bunlar büyüyen Türkiye’ye dış mihrakların oyunuydu.Bırakmalıydı bu zengin fakir ayaklarını, zaten bizim ekonomimiz varyaaa sen ne diyorsun? Kişi başına düşen milli gelir kaç liraydı bizim haberimiz var mıydı?Dinledik.Hem de yıllarca ,her konuşmada her mitingde,her akşam haberinde.Sonra televizyon kapandı ve biz yine Türkiye gerçeğiyle karşı karşıya kaldık.Sahiden bir acayiplik yok muydu? Ya Erdoğan geometriden anlamıyordu ya da gerçekten çok iyi yalan söylüyordu. İlk ihtimalin çok da yalan olduğunu düşünmemekle birlikte yalan mevzusunun üzerinde ekseriyetle durma gereği görmüyorum.Sonuç itibariyle yine evdeki hesap çarşıya uymadı ve kriz eğrileriyle Türkiye ekonomisi çakıştı.

yine emekçiye oldu.Olmadı mı? Bazı yurttaşlarımız bal tutan parmağını yalar dedi ve bunlar balı bize damlattı da şeker komasına girene kadar bal yediler sonra da kavanozu kutuya koyup evlerine götürdüler. Yani emekçinin,işçinin sırtından doyan doyana. Ama unutmamamız gereken bir şey vardı bakın onu hep gözden kaçırıyoruz çünkü ‘Türkiye büyüyordu’.Her gün Türkiye büyüyordu ve hergün başka bir işçi ölüyordu.5’er,10’ar yada 300’er.Ölüyorlardı ama olsun Türkiye büyüyordu be kardeşim. İşçilere yaşam odası falan ... bunlara pek takılmamalıydı kader diye bir gerçeklik vardı ve vadesi yeten ölüyordu. Ha bir de kıdem tazminatı meselesi var ama bu işçiler de çok olmuyor muydu?

İŞÇİLER ÇO...0K OLMAYA BAŞLADI Bu dönem aslında bize çok şey öğretti. Çünkü işçiler gerçekten çok olmaya başladılar.Birleştiler ve bizler direnenlerin , hakkını arayanların, mücadelede inatçı olanların kazandıklarını gördük.İşçi sınıfı isteyince oluyormuş işte bakın ICF işçileri, ADORE işçileri dedik. Patronun BİZE DE Mİ KRİZ! gözündeki korkuyu gördük. Mücadele Aslında bir noktada Erdoğan haklıydı; eden ICF işçilerine değinelim.Birleşik yahu bu kriz zenginleri ,patronları ,ban- Metal-İş sendikasına üye oldular, emekkerleri hep teğet geçiyordu.Gariban ede- lerinin gerçek karşılığını almak istediler biyatı yapıyorsun diyeceksiniz ama olan ve işten atıldılar. Bu fotoğraf karesine

baktığımızda görüyoruz ki yine zalım patron profili pat diye direnişin ortasına çöreklendi. Ama patron bir şeyi unutuyordu ki işçiler olmasa üretim olmazdı üretim olmayınca da patron patron olmazdı. Onun bunu yaşayarak tecrübe etmesine üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. (not:bu kibarca beter olsun demektir.) Biliyoruz ki 1 yıla yakın süredir mücadele eden işçiler direnişi kazandılar. Direnen ICF işçisi bu anlamda diğer işçilere örnek teşkil ediyor. Mesele inatçı olmakta mesele haklı davanın arkasında durmaktaydı ICF işçileri bunun somut örneğidir. Bir diğer örnek ise ADORE oyuncak firmasının işçileridir.Onlarda

tıpkı ICF işçileri gibi sendikkalı oldular ve işten atıldılar. Ki bu gözü kara işçi kardeşlerimiz direnişin 27.gününde açlık grevine başladılar ve 39. günde direnişi kazandılar. Prestijinin akıbetini düşünmek zorunda olan patron işçilere 16 maaş tutarında sendikal tazminat, ihbar ve kıdem tazminatları, yol ve mesai ücretleri ile direnişte geçen günlerin karşılığında ücret ödemeyi kabul etti.Gerçek şu ki kazanılan bu zaferler işçi sınıfı mücadelesini ilmek ilmek örmektedir. Ve mücadele bu şekilde büyüyecektir. Patronların arkasında AKP varsa işçi sınıfının da mücadelesi vardır. Boyun eğmeyen işçi sınıfına selam olsun.


DUNYA

10

15 Nisan 2015

lgenc‘

Gençlik dünyada direnişte

Gençlik mücadelesi ülkemizde olduğu gibi dünyanın diğer ülkelerinde de devam ediyor. Dünyanın farklı ülkelerinden üniversiteliler tüm baskılara rağmen büyük bir mücadele içerisindeler. Amsterdam ve Kanada’da üniversiteliler ayakta. İSTANBUL TEKNİK üniversitesi ömer ekinci

A m s t e r d a m Üniversitesi’nde uzun süredir devam eden bir direniş var. 13 Şubatta başlayan işgaller bugün hala devam ediyor. Bu işgalleri başlatan asıl olay Amsterdam Üniversitesinde Bungheuis binasının otel zincirine satılması oldu. Ama bu olay bu yöndeki ilk olay değil. Amsterdam Üniversitesi uzun süredir kapitalist patronlar tarafından para makinesi haline dönüştürülmeye çalışılıyordu. Son olarak Bungheuis binasının satılması öğrenci direnişinin başlama sebebi oldu. Bunun ardından öğrenciler 13 Şubatta üniversitenin bir binasını işgal ettiler ve taleplerini sundular. İşgal günlerinde öğrenciler işgal ettikleri binada forumlar,tartışmalar gibi çeşitli aktiviteler yaptılar. Bu sırada tüm Dünyada üniversite gençliğinin mücadelesini destekleyen mesajlar yayınlandı. Ancak baskıcı devletten bu haklı özgürlük çağrısına cevap vermesi beklenemezdi ve devlet gene özgürlük karşıtı olduğunu

gösterdi. Bungheuis binasının işgaline polis 12 gün sonra müdahale etti ve hakkını arayan birçok öğrenciyi gözaltına aldı. Ancak öğrenciler burada olduğu gibi gençlik mücadelesini bu tür baskıların bitiremeyeceğini gösterdiler ve bir gün sonra okulun yönetim binası olan Maagdenhuis’i işgal ettiler. Buradaki işgal halen devam etmekte. Gençliğin direnişinin kazanacağını biliyoruz.

cı politikaya imza attı ve başta eğitim olmak üzere sağlık,sosyal hizmetler gibi alanlara harcanan paranın kesileceğini ilan etti. Bu durum da gençliğin büyük ayaklanmalar başlatmasına sebep oldu. Kanada’nın her yerinde düzenlenen eylemler halen devam ediyor. Devlet bu eylemlere karşı çok büyük saldırılar düzenliyor ve en sonunda eylemleri yasa dışı ilan ettiğini açıkladı. Devletin bu tutumunu kabul etmeyen gençlik 3 Nisan 2015 KANADADA BASKILARA RAĞMEN günü 75 bin kişiyle bu yıl KanaMÜCADELE SÜRÜYOR da da yapılmış en büyük eylemi Bir başka gençlik mücadeleside gerçekleştirdiler. Bu eylemde de Kanadada var. Orada da diğer polis eylemcilere karşı çok sert yerlerde olduğu gibi gençlik sö- müdahalelerde bulundu. Ancak mürülmeye karşı ayaklandı. Bu- bu müdahaleler gençliğin sesini radaki olaylar ilk olarak 2012 yı- kesmeye yetmiyor. lında Quebec kentinde öğrenci harçlarının yükseltilmesine karşı GENÇLİĞİN MÜCADELESİ başlamıştı. O günden itibaren KAZANACAK Kanada’nın her yerinde özgür- Kapitalizmin,gençliği,üniver lük isteyen gençlik meydanlar- siteleri sömürme çalışmaları da ayaklandı. Devlet her yerde devam ediyor. Ancak Amsterolduğu gibi burada da özgür- dam ve Kanadada olduğu gibi lük isteyen öğrencilere çok sert tüm Dünyada gençlik özgürmüdahaleler yaptı. Quebec’teki lük için mücadele etmeye de- Üniversitesindeki direnişe selam ne selam diyoruz.Dünyanın her olaylardan sonra devlet Montre- vam ediyor,edecek.Amsterdam yolladılar. Bizde onlara ve Dün- yerindeki bu mücadeleyi gençlik al kentinde de büyük bir baskı- işgalindeki öğrenciler İstanbul yadaki tüm gençlik hareketleri- kazanacak.


11

PARTI OKULU 15 Nisan 2015

lgenc‘

Bugünün sorularına geçmişin deneyiminden cevap Bugünün aktüel soruları, geçmişin deneyimleri ışığında cevaplar buldu. Tony Cliff’in Lenin’in biyografisi Partinin İnşası kitabını inceleyen Emekçi Hareket Partisi Parti Okulu, kitabın üçüncü ve son oturumunu da 5 Nisan Pazar günü gerçekleştirerek, Bolşevik Devrimi’ni tartıştı. Bolşeviklerin ve Lenin’in devrim sürecinde verdiği kararlar, zorluklar ve tartışmalar bugünle ilişkilendirilerek ele alındı. Bolşeviklerin ve Lenin’in deneyimlerini bugüne yansıtmak için yola çıkan Emekçi Hareket Partisi Parti Okulu, daha önce 2 oturumunu gerçekleştirdiği Tony Cliff’in Lenin – Partinin İnşası kitabını bugün son oturumunu gerçekleştirerek tamamladı. Türkiye’de son süreçte özellikle İSTANBUL üniversitesi Gezi’nin ardından girilen siyasal atözge doğan mosfer, bir çok soruyu da beraberinde getirmişti. Muhalefetin ve sosyalistlerin nasıl ve ne biçimde siyaset yürüteceği bu süreçte daha da önem kazanıyor. Emekçi Hareket Partisi Parti Okulu ise bu soruların geçmişte de Lenin ve Bolşevikler tarafından bir çok kez deneyimlendiği ve cevaplandığı tespitiyle onların verdiği cevapları ve siyasal tutumları inceledi. Bolşeviklerin ve Lenin’in devrim sürecinde verdiği kararlar, sürdürdükleri çalışmalar, karşılaştıkları zorluklar ve yaşanan tartışmalar bugünle ilişkilendirilerek ele alındı. Güncel sorulara geçmiş deneyimlerden cevap Hakan Öztürk’ün sunumuyla başlayan Partinin İnşası kitabının son oturumu, gençlerin anlatımlarıyla devam etti. Bu oturumda Bolşeviklerin Menşeviklerle ayrışması, yükselen öğrenci ve işçi hareketleri ve Lenin’in Pravda Gazetesi gençlerin sunumuyla bir bir tartışmaya açıldı. Anlatılan süreçlerle bugünün aktüel sorularına cevaplar arandı, bir çok güncel örnek verildi. Seçimlerden, Türkiye solunun güncel siyasete karşı tutumuna, AKP hükümetinin uygulamalarından, Türkiye çapında sosyalistlerin yapması gereken propagandaya kadar bir çok gündem, Sovyetler’de o yıllarda yaşananlarla ilişkilendirildi. Sunumlar esnasında salondan da sözler alınarak tartışmalar derinleştirildi. Parti Okulu’nun önünde yeni hedefler var Lenin’in “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” fikrini kılavuz edinen Emekçi Hareket Partisi Parti Okulu, bugün gerçekleştirdiği oturumla Partinin İnşası kitabının 1. cildini tamamlamış oldu. Parti Okulu, bir dahaki sunumlarda hangi kitaplarla devam edileceği kararlaştırılarak sonlandırıldı. Şimdi Emekçi Hareket Partisi Parti Okulu, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’sunu, Stefanos Yerasimos’un kitabı Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye’yi önüne koyuyor. İlk oturumu geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen ve feminzm fikrine ışık tutan Nancy Holmstorm’un Sosyalist Feminist Proje kitabının 2. oturumu da yakın zamanda Emekçi Hareket Partisi Parti Kadın Okulu bünyesinde gerçekleştirilecek.


12-13

analiz 15 Nisan 2015

İstanbul Ünivers

Şimdi Mahm

İstanbul Üniversitesi’nde yapılan rektörlük seçimlerinin sonucu ne zam Raşit Tükel yerine AKP’nin yandaşı Mahmut Ak, Cumhurbaşkanı Recep Tayy Erdoğan’ın kontrol edemediği her şeyden korktuğunun kanıtıdır. Ayrıca en ön çiminde yaşanmasıdır. Bu atamanın karşısında ise üniversitelilerin İstanbul Ü

Hazırlanan pankar İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nün ana kapısına asıldı.

İstanbul Üniversitesi’nde öğrenciler işgal sırasında Beyazıt Marşı bir ağızdan okudu.

İstanbul Üniversitesi Forumu: “Benim rektörüm Raşit Tükel”

İstanbul Üniversitesi’nde yapılan rektörlük seçimlerinde, sandığa atılan ilk oyla AKP mağlup düştü. Hırsız, yolsuz, katil AKP’nin yandaş rektörüne karşı; AKP’yle siyasal hiçbir ortaklığı olmayan ve üniversiteyi İstanbul Ünİversİtesİ öğrencilerle, akademisyenlerle, nuRSElİ gözÜAçıK çalışanlarla yönetme sözü veren aday kazandı. 1202 oyla rektörlük seçimlerinde sandıktan çıkan Raşit Tükel, üniversitenin AKP’yi kuşatmasına karşı başkaldırının sembolü oldu. İstanbul Üniversitesi’ndeki bu seçim ve atama “seçimlerden bir seçim”, “atamalardan bir atama” olarak konuşulamaz. AKP’nin sandıkta ilk çöküşü ve kontrol altına alamadığı üniversiteden nasıl korktuğu bir kez gözler önüne serilmiştir. Yıllardır yürütülen sol mücadeleyle bir kale haline gelen İstanbul Üniversitesi’nde, üniversitenin iradesini yok sayarak Erdo-

ğan’ın Mahmut Ak’ı ataması da bu yüzde değildir. Kontrol altına almaya çalıştığı mücadele edenlere vermek AKP için büy kayıp olurdu. Bu yüzden göze alamadığı antidemokratik yollarla kazanıma dönü lışan Erdoğan’ın çabası nafile, partisi ve m kan kaybediyor.

AKP’nin sonbAhArı AKP’nin sonbaharını yaşadığı bir süreçte Hükümetin tüm hırsızlıkları, yolsuzluk çıktı bir kere. Bu ülkede AKP’nin işled ri toplum artık kabul etmiyor; işçiler öl cinayetleri devam ediyor, Ali İsmail’in, B tilleri hala aramızda dolaşıyor. Parti içind derinleşiyor, Türkiye ekonomisi düşüşe d İşte böyle bir süreçte üniversitelerde AK halefeti büyütmek ve AKP’yi sarsmak, koltuğunun garantisi olmadığını gösterm


analiz 15 Nisan 2015

genc ‘

versitesi’ni AKP’ye dar edeceğiz

mut Ak düşünsün

e zaman açıklanacak diye beklenirken akıllardan geçen atama gerçekleşti. Sandıktan birinci çıkan p Tayyip Erdoğan tarafından İstanbul Üniversitesi’ne rektör olarak atandı. Mahmut Ak’ın atanması bizzat a en önemli meselelerden biri de AKP’nin sandıkta ilk yenilişinin İstanbul Üniversitesi’ndeki rektörlük seanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirdiği üniversiteyi terk etmeme eylemi, atamaya meydan okudu.

u yüzden bir tesadüf çalıştığı üniversiteyi, için büyük bir siyasi madığı mağlubiyeti ma dönüştürmeye çartisi ve makamı ağır

r süreçten geçiyoruz. olsuzlukları ayyuka in işlediği cinayetleşçiler ölüyor, kadın mail’in, Berkin’in karti içindeki çatlaklar düşüşe devam ediyor. rde AKP karşıtı muarsmak, Erdoğan’ın ı göstermek çok kri-

tik. Bu yüzden, İstanbul Üniversitesi’nde “orada dur istAnbul Üniversitesi mAhmut AK’A dAr olAcAK AKP” diyerek yandaş Mahmut Ak’a geçit vermemek, Mahmut Ak’a İstanbul Üniversitesi’nde kalacak yer ülke sathında AKP’ye karşı mücadeleyi büyütmekle bırakmamak için tüm üversitelileri bir araya getiren, güçlü, merkezi faaliyetler örülmesi en önemli bağlıdır. nokta. Üniversitenin AKP’nin faşist ve gerici politikalarına karşı bir savunma mevzisi olması ancak GereKeni yAPmAK: işGAl Üniversitede yapılan atama ve AKP’nin bu durumu bununla sağlanabilir. karşısında üniversite gençliği olarak gerekeni yapmak 13 Şubat 1977’de ODTÜ Rektörlüğü koltukonusunda iyi bir sınav verdik. Üniversite bizim, karar ğuna da Hasan Tan gelmiş ve üniversitenin tüm bizimken antidemokratik yollarla yapılan bu atamaya bileşenleriyle yürütülen uzun soluklu mücadele cevap ancak üniversitenin işgali olabilirdi ve oldu. 6 sonucunda beklenen istifa gelmişti. Tarih mücadele Nisan’da yapılan İstanbul Üniversitesi’ndeki işgal, en edenleri yazar, Hasan Tanlar, Mahmut Aklar tarimeşru zeminde gerçekleşti. AKP’yi sarsmak için önü- hin çöplüğüne gömülür; bizzat mücadele edenler müze gelen bu konjonktürü değerlendirmek şarttı. Bu tarafından. atamayı şenliklerle protesto etme yolundan son anda İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen işgalin ardönerek güçlü bir çıkışla yapılan işgal “buradayız, bu- dından şimdi bizim yapacağımız şey ise Mahmut rada olacağız” mesajını AKP’ye çok net iletmiştir. Bu Ak’a, AKP’ye İstanbul Üniversitesi’ni dar etmek. deneyimi kazanmış olmanın getirileri kendini meydan- Bu üniversitenin sahibi biziz; şimdi Mahmut Ak larda, amfilerde, forumlarda daha güçlü gösterecektir. düşünsün!

Yunus Söylet’i söyletmediler Yandaşlık yarışmasında zirveye oynamış ve Erdoğan’ın sözünden bir an dahi çıkmamış Yunus Söylet, İstanbulÜniversitesi’ndeki rektörlük görevinden AKP’den milletvekili olmak için istifa etmişti. Ancak AKP milletvekili aday adayı İstanbul Üniversitesi eski rektörü Yunus Söylet aday listesinde yer alamadı. Bu sefer Yunus Söylet’i söyletmediler, aday etmediler. Oysaki bizim rektör Erdoğan’ın gözüne girmek için ne uğraşlar vermişti. Bir hatırlayalım: -Yolsuzluk operasyonlarında gözaltına alınan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’e bu eğitim yılı başında fahri doktora unvanı verdi. -Yolumuz yolsuzluk diyerek üniversitenin kantinini yeğenine, otoparkını eniştesine tahsis etti. -Kobane direnişini sahiplenen öğrencilere saldıran IŞİD’ci çeteleri bir ay boyunca üniversiteye aldı. -Üniversitede onlarca öğrenciye soruşturma açarak da görevini zirvede bıraktı. Yunus Söylet’in AKP’ye yönelik tüm bu hizmetleri maalesef milletvekilliği için yeterli olmadı. Sen hem millletvekilliği için istifa et, yerine sandıktan demokrat bir aday çıksın bir de üzerine AKP’den aday olama... AKP hükümetinin adamlarını ne zaman, nereye yerleştireceği onların takdiri. Şans Söylet’e gülmedi, hırsız, katil AKP’nin yandaşı olmakla kaldı.


YORUM

14

15 Nisan 2015

İktidar aşkına!

lgenc‘

7 Haziran seçimleri yaklaşırken yandaş rektörler hiç durmadan milletvekilliği adaylığına soyunmuştu. “Erdoğan beni nasıl beğenir?” sorusuyla yanıp tutuşarak üniversitelerde her fırsatta terör estirmeye çalışan yandaş rektörler, aday listelerine giremeyince hüsrana uğradı, gözleri yaşlı. Bizim için safların netleşmesi iyidir. AKP ve yandaşları bir yana, yenilmeye hazır olsunlar. 7 Haziran seçimleri yaklaşırken AKP hükümetinin üniversiteler üzerindeki baskılarına, dayatmalarına direnen İstanbul Üniversitesi üniversitelilere bir Elif Yağarkar diğer sürpriz de rektörlerinden, dekanlarından ve hocalarından geldi. İktidar yanlısı tutumlarıyla tanınan akademisyenlerin yanı sıra “Yok artık hocam sen de mi?” tepkilerine neden olan art arda istifalar gündeme geldi. İktidar aşkını eğitim aşkına tercih eden sözde akademisyenlerin kimi muradına erdi, kimi de meclis hayallerine elveda demek zorunda kaldı. Peki bu koltuk sevdalısı kesim neden sonucundan emin olamadıkları bir yol için kendi koltuklarını tehlikeye attı? Bu sorunun cevabını ilk darbe anayasamız olan 61 anayasa-

sında buluyoruz. 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun Ek 7. maddesine göre görevlerinden istifa eden ve aday olamayan bürokratlar tatile çıkmışçasına bıraktıkları makamlarına dönebilecekler. Görevlerine tekrar dönebilmek için ise yapmaları gereken tek şey 1 ay içinde dilekçe vermek. Rektörlüğü elinde patlayan adaylar boş kadroların yanı sıra eski kıdemlerine eş değer koltuklarda da kendilerine yer bulabilecekler. Yüksek mahkeme üyeleri, hakimler, savcılar, subay ve astsubayların ise geri dönüş hakkı yok. Her türlü kanunsuzluğun var olduğu ülkemizde iktidara yararı varsa kanunlar devreye girer mantığıyla 298 sayılı kanun yine yandaşlara yaradı. Aday olamasam da eski makamım beni bekler, benim arkamda devlet var deyip istifa edenlerin birçoğunun AKP’den aday adayı olması şaşırtmadı. İktidar aşkına

istifa eden rektör sayısı ise 7. Bunlardan sadece Galatasaray Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ethem Tolga Akp İstanbul 2. bölge 6. Sıradan aday gösterildi. Adaylık hayalleri suya düşen 6 rektörden 5’inin yerine atama yapıldı. Rektör ataması yapılmayan tek üniversite ise Türk Hava Kurumu Üniversitesi. Rektörlüğü de milletvekilliği de elinde patlayan rektörler en kötü ihtimalle eski üniversitelerine öğretim görevlisi olabilecekler. Tabii yeni makamlarını yandaşlık seviyeleri belirleyecek. Üniversiteler açısından bir yerden bakıldığı zaman yandaş rektör istifaları üniversite için bir türlü arınma sayılabilir. Ancak AKP hükümeti hiç zaman kaybetmeden bir yandaş gelir bir yandaş gider politikasıyla eski; yandaş, yaptığı mesleği memuriyet gibi görmekten öteye gidemeyen rektörlerinin yerine hiç zaman kaybetmeden yeni yandaşlarını atadı.

Bunun en güzel örneğini İstanbul Üniversitesi verdi. Bir koltuk uğruna istifa eden Yunus Söylet’ ten sonra rektörlük seçimlerinde 1202 oy olan Raşit Tükel’e karşı 908 oy alan Mahmut Ak İstanbul Üniversitesine rektör oldu. Alanlarda sandık iradesi diye bağıran Erdoğan bir badem bıyık farkıyla rektörlüğü AK’a verdi. Her türlü haksızlığa sesini yükselten İÜ öğrencileri Benim Rektörüm Raşit Tükel diyerek Raşit hocalarına sahip çıktı. Yandaş rektör Mahmut AK istifa edene kadar Denizlerin üniversitesi direnişine devam edecek. Vize haftası ders, sınav demeden okullarında forum düzenleyen ve tepkilerini dile getiren İstanbul Üniversiteliler talepleri gerçekleşene, yandaş Mahmut Ak istifa edene kadar pes etmeyecekler. Mahmut AK İÜ’ye rektör olamaz.


15

YORUM 15 Nisan 2015

lgenc‘

Faşo Ağa AVM’de indirim başladı

Erdoğan ve partisi artık yolun sonunda. Başkanlık hayaliyle yanıp tutuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan için çanlar çalmaya başladı. 400 milletvekilili ısrarını 335’e çeken Erdoğan da dengenin bozulduğunun farkında. AKP’yi geriletmek için hedef seçim barajını aşmak. Aksi bir durumda demokrasiden bahsedemeyeceğimiz aşikar. Yani ya seçim barajı yıkılacak ya da Erdoğan diktatör olacak. Recep Tay- rahat giyecek. yip Erdoğan Yandaş medyada ve gazetelerde başbaşkanlık sistemini kanlık sistemi konuşuluyor. Krallık segerçekleştirme pla- vimli bir hale dönüştürülerek topnında oldukça idda- luma sunuluyor. Sevimli krallığını lı. Birkaç zamandır önce anonim şirket yapıp televizyon program- kendisini başkan yaptı ve İstanbul Üniversitesi larında, gazetelerde son olarak da köy yaNilüfer Alakaş ve halkın içinde de parak kendisini muhtartışılıp duran başkanlık sistemi aslında tar yaptı. Peki aslında yeni oluşmuş bir plan değil. Yasada ve bu söylemlerle neyi, nasıl toplumsal yapıda yapılan değişiklikler düşündürmek istiyor? Bu ve düzenlemeler ile bu sisteme zemin anonim şirkette çalışan hazırlandı ve provokasyonlarla toplum- işçiler olarak; sal düzenin tıkandığını, mevcut sistemin grev yapma artık cevap vermediği iddia edilerek yeni hakkımız bir sisteme geçiş için artık bu toplumun gebe olduğu söylendi. Toplum buna doğru yönlendirilmek isteniyor. Başkanlık sistemine yönelik olan ilk söylemlerden biri; “Bu gömlek bu vücuda artık dar geliyor” cümlesiydi. Çünkü bu gömleğe artık gemicikler, inşaat sektörü, vakıf, AVM’ler sığmıyor. Bu gömleğin içini daha fazla doldurmak için daha büyük gömleğe ihtiyaç var. Bunu da artık kendi isteğine göre, sanki legolarla oynarmış gibi gerçekleştirmek istiyor. Yasa, polis, eğitim sistemi onun tabanı olacaktır. Yasalar ile insanların yargılanmasını, haklarında suç duyurularında bulunulmasını, işledikleri cinayetleri meşruymuşcasına göstermeyi sağlayacak. Polisler, kendisinin ve sistemine aldığı kişilerin muhafızları olacak. Okullar ise aslında en büyük silahı olacak. Birkaç senedir devam etmekte olan eğitim sisteminin değişmesi ile kendi misyonerlerini bu cepheye yerleştirerek kendi krallığını sağlama almış olacak. Onun istediği seviye her şekilde düşünülecek ve yaratıcı olunacak. Bu şekilde de yeni gömleğini daha

yok, can güvenliğimiz yok. Bakanlarının dediği gibi bir simit ve bir çay neyimize yetmez. Hepimiz asgari ücret alsak paşalar gibi geçiniriz, hatta belki bir gemicik bile alabiliriz. Peki ya bu köyün çiftçisi olarak; tarım yapma hakkımız yok, toprağımız yok, zaten tarım ödeneğimiz de yok. Nasıl olsa ithal ediyoruz. E tabi hayvancılık yapma hakkımız da yok. Nasıl olsa onu da ithal ediyoruz. Peki bu şirketi ve köyü oluşturanlar olarak bizler ne yapacağız? Çocukla-

rının canları istemesin diye manavın önünden geçerken montuyla çocuklarının yüzlerini kapatan bir baba var bu ülkede. Bu baba eylem yapmak istese yapabilir mi? Yaptığında da muhafızları saldıracak ve krala karşı geldiği için kendi düzenlediği yasalar ile yargılanacak. Toplumun düzenini bozduğu iddaa edilerek, kurallarını düzenledikleri hapishanelerin içine koyulacak. Erdoğan’ın başkanlık sistemini onaylatmak için ilk dediğine göre 400 şimdi de 335 milletvekiline ihtiyacı var. Aylarca 400 diye diretti ama toplumda yaşanan olaylar ile kendi kitlelerini kaybetmeye başladı. Sadece tabanını değil parti içinde de kırılmalar yaşandı. Açıklanan anket sonuçlarında (Neredeyse birebir doğru çıkan Sonar Anket) AKP’nin %39.3’e düştüğü görülmekte. Bu anket sonucu iki üç aydır sosyal medyada dönüyor ama AKP kendi içindeki çatlamalarla bunu dikkate almaya başladı. Sadece sayı kaybetmiyor, içeride yapılan hukuksuzlukları da ortaya çıkarmakta olan kişiler var. Muhalefetin yapmış olduğu açıklamalar halkı istenilen doğrultuda etkilemiyor ama AKP’nin içinde olan birinin yapmış olduğu açıklamalar Recep Tayyip Erdoğan’ın yapacağı alakasız açıklamalar ile kapanmayacak çatlaklar yaratıyor. Erdoğan 400 vekili alamayacağının farkına vararak sayıyı 335’e düşürdü. Nisan ayı boyunca da 335 sayısını söyleyecek ama devam edecek olan olaylar ile bu sayıyı daha da düşürmek zorunda kalacaktır. Seçim sürecinde AKP’ye karşı yapılan ittifaklar ile de hayali kurulan krallık gerçekleşmeyecek. Barajdan çıkması düşünülmeyen parti, ittifaklar ve dayanışmayla bunu taçlandıracaktır.


16

YORUM 15 Nisan 2015

lgenc‘

Üniversiteler, faşizm, algı yaratımı ve güvenlik Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde okuyan Burcu Karefil bu yazısında önümüze konulan ölüm paketlerini ve yasallaşan faşizmi ele aldı. Faşizmin çıkış noktalarının olduğunu söyleyen Karefil asıl önemli olanın ise çıkacak mıyız sorusu olduğunu belirtti. söyleyen Karefil asıl önemli olanın ise çıkacak mıyız sorusu olduğunu belirtti. söyleyen Karefil asıl önemli olanın ise çıkacak mıyız sorusu olduğunu belirtti. Malum olunduğu üzere son günlerde üniversitelerde ardı ardına devrimci öğrencilere yönelik faşist saldırılar yaşanmakta. Bu her daim Marmara Üniversitesi devlet sevici grupBerna Köksal ların, baskıcı yönetimlerin maşalığını yaptığı sistematik yıldırma stratejisinin ülkemizde geçmişi pek kabarık ve karanlıktır. Elbette bu saldırıların, tam da gençlerin düşüncelerini ve mücadelelerini yaymak uğruna korku ya da rehavet eşiğini aşıp birliklerini ve faaliyetlerini güçlendirdikleri dönemlere denk gelmesi tesadüfi değildir. Tesadüfi değildir çünkü en cesaretli olduğumuz an, tepedekiler için en tehlikeli andır. Bu sebeptendir ki devlet sevici faşist gruplar, polis ve özel güvenlik birimlerinin herhangi bir engellemesiyle karşı karşıya kalmadan, hatta onlarla iş birliği içinde koskoca bir üniversitenin sınıflarına tek tek girip öğrencileri darp edebilmekte, bir öğrenciyi 5 kişi sıkıştırıp

bıçaklayabilmekte ve hatta 150 kişi linç etmeye kalkışabilmekte, yurt basabilmekte, öğrencilerin üzerine satır, bıçak, silah ve niceleriyle yürüyebilmektedir . Faşist gruplar yalnızca burjuva sunni hassasiyetleriyle korumayı bahane ettikleri değerlerden bahsedebileceklerdir. Fakat hizmet ettikleri hiçbir zaman sahip çıkmayı taahhüt ettikleri o değerler dahi olmamıştır. Her seferinde cesaret aldıkları ve hizmet ettikleri; aynı değerler üzerinden aynı hassasiyetleri sömüren ve bu hassasiyetlerin tam da tersi yönde faaliyet gösteren yönetimlerdir. İşte tam da bu noktada sistemin onlara ihtiyacı vardır; birilerinin yanlış gideni işaret eden sesleri bastırması gerekir. Üstelik bu çok yönlü bir plandır: faşist gruplar yanlış gidene karşı mücadele veren gençlere saldırırken, burjuva ana akım medya bunu bir “çatışma” olarak yansıtmaktadır. Bu, bir tarafı “yıldırma”, bir tarafı “algı yaratma” odaklı bir işleyiştir. İki hafta önce Hacettepe Üniversitesinde yaşanan saldırıda, faşist grubun “bayrak” hassasiyeti ile toplanıp kampüs

içine girebildiğini ve polisin güvenlik ortamı yaratmak yerine saldırıya ortak olduğunu hatırlayalım. Ya da geçtiğimiz yıl Soma faciası sonrası Marmara Üniversitesinde anma yapmak isteyen öğrencilere Roboski sloganı attırmamak için saldıran Ülkücü faşist grubun eylemin ikinci günü oturma eylemi yapan öğrencilerin etrafına dizilip Mevlüd okumasını… Bu eylemler, bu güne dek trajikomik etkiler bırakmak dışında hiçbir değeri koruyamadığı gibi hiçbir değeri de karşısındakine kabul ettirmeyi başaramamıştır ve başaramayacaktır. 2012 yılında İstanbul’da aynı gün iki ayrı üniversitede “Sosyal bilimlerin hepsi ölecek” nidalarıyla yapılan satırlı bıçaklı saldırıyı hatırlayalım. Aynı günlerde “Namaz kılan bir toplumun Psikolojiye, zekat veren bir toplumun Sosyolojiye ihtiyacı yoktur!..” yazılı pankartların sokaklarda asılı olması ve coğrafi dönemsel konjonktüre uygun olarak hükümetin pozitif bilimleri ve akademiyi küçümseyen yaklaşımlara göz kırpması da elbette tesadüfi değildir. Tıpkı hükümetin kadın-erkek eşitsizliği üzerine söylem geliştirmesinin, kadına yönelik baskı ve şiddeti arttırması gerçeğinde olduğu gibi her faşist söylem, kendi eylemini doğurmaktadır. Bu iki olgu medya işbirliğiyle algı yaratımı açısından karşılıklı olarak birbirini sürekli beslemektedir. Bu baskıcı rejimlerin en temel dayanağıdır. Polisin üniversitelere girmesinin meşru kılınması, hareket alanının genişletilmesi gerektiği algısı yaratılması da son dönemdeki gelişmelerin önemli bir dinamiği olarak masaya yatırılmalıdır. Bu ucuz oyun elbette sonuç vermeyecektir zira polisin yıllardır hangi tarafta ne yapmakta olduğu ayan beyan ortadadır. Bundan 41 yıl önce 8 Mart günü 30 kadar faşist İstanbul’da Atatürk Öğrenci Yurduna baskın yaptığında Polis açıkça saldırganları korumuş hatta destek olmuştur. Kendisi de 24 Ocak 1971’de Ankara’da şair Arkadaş Zekai Özger’in aldığı darbelerden dolayı iki yıl sonra be-

yin kanaması geçirerek hayatını kaybetmesine sebep olacak olan Siyasal Bilgiler Fakültesi Yurdu baskınını benzer yol ve yöntemlerle gerçekleştirmişti. Faşistler 75 yılının 24 Nisan’ında İstanbul Site Yurduna baskın yapıp Abdi Gönen’i öldürdüğünde, takip eden onlarca ve hatta yüzlerce saldırıda, muhtıra öncesi ve sonrası tahrik ve saldırılarda, darbe sonrasında, 90’larda ve günümüzde AKP iktidarında kaybedilen onlarca cana rağmen polisin safı ve duruşu değişmemiştir. Bu yıl Şubat ayında Ege Üniversitesinde yaşanan saldırıda da son birkaç haftadır yaşananlarda da bir kez daha polis-sivil faşist iş birliğini görmüş, tecrübe etmiş bulunuyoruz. Öte yandan özel güvenlik birimlerinin müdahale yetkisi olmaması bir dönem tartışılagelmişti. Bunun çözümü ögblerin yetkilerini genişletmek ya da polisin üniversitelerde rahatça hareket edebilmesini sağlamak hatta kampüs güvenliğinin birinci elden polis tarafından idame ettirilmesi konuşulmaktaydı. Özel Güvenliklerin de polisten çok da farklı olmayan bir geçmişi bulunmaktadır. Bunun da doğrudan üniversite yönetimiyle ilişkisi vardır demek yanlış olmaz. Kimlik kontrollerinin, çanta ve üst aramalarının esas tehlikeyi oluşturan kişilere nitelikle olarak uygulan(a)maması söz konusudur. 2012 yılında yaşanan olaylarda Marmara Üniversitesi’nin güvenlik zafiyeti açığa çıkmış yine de ülkemizde her zaman olduğu kol kırılıp yen içinde kalmıştır. Dolayısıyla, öncelikle üniversitelerde faşizmin kendini bu denli gösterebilmesinin, tek başına güvenlik zafiyetinden kaynaklı olmayı aşan bir sorun olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Yani faşizmin üniversitelerden silinmesi için giderilecek aksaklık kampüs kapısında değildir. İkinci ve son olarak anlaşılmalıdır ki, yıllar boyu bu türlü saldırı, baskı ve acılara maruz bırakılan devrimci, solcu öğrenciler, “yıldırma” odağını aşmayı bir arada durma ve mücadele etme iradesiyle başarmaya devam edecektir.


17

YORUM 15 Nisan 2015

lgenc‘

Koşulların birliği ve determinist yaklaşım

Determinizm hastalığı yığınları uyuşuklaştıran ve yığınların öznesi olmadığı bir değişimi, tarihin bize vereceğini sanan açık bir sorundur. Bunu yakın tarihimizde Gezi Direnişi’yle bir kez daha görmüş ve anlamış olduk. Milyonların sokağa dökülmesi objektif koşulların bir sonucu olsa da milyonlara öncülük edecek, kararlı, ilkeli ve etkin bir merkezi aygıtın olmayışı subjektif koşulları pasif kılmıştır. D e v rimsel süreçleri belirleyen iki temel koşul vardır: Objektif ve subistanbul üniversitesi jektif koşullar. mert kaan başar Objektif koşullar olmaksızın ya da subjektif koşullar olmaksızın bir devrim başarıya ulaşamaz. Yani biri olmadan diğerinin varlığı radikal değişimler için yeterli değildir. Bir ülkedeki ekonomik ve sosyal krizler, savaş durumları, bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi mevcudiyetler objektif koşulları oluşturur. Bu mevcudiyetler zamanla bir sistem değişikliği ya da sistemin reformize edilmesine olanak sağlar. Marksist tarih yasalarına göre bu kaçınılmaz bir durumdur. Toplumda patlak veren muhalefetin organize edilmesi ve yığın bilincinin arttırılması görevini üstelenen erklerin mevcudiyeti, yani toplumsal değişimin öncülülerinin varlığı ise subjektif koşulların oluşumu olarak ifade edilir. Vladimir Lenin ise yığınların politik bilincini yükselten ve taşıyan erki proletaryanın partisi olarak tanımlar. Bazı tarihi istisnaları ayrı tutarsak dünya devrim tarihinde bu koşulların birliği olmadan etkili bir süreç örülememiştir. Sovyetler’den Çin’e, Kore’den Küba’ya. Ülkemizde ise bu subjektif koşulların temsiliyeti bir dönem öğrenci hareketinden evrilmiş devrimci örgütlere aittir. Toplum ve burjuva iktidarı arasındaki ilişkiyi kutuplaştırmak ve yığın-

ları mücadeleye eklemlemek için öncü kuvvet olmuşlardı. Özellikle Mahir Çayan’ın “suni denge” kuramı ve bunun niteliğinde gerçekleştirdiği eylemleri, ülkemizde bu meselenin teori-pratik bazında en belirgin örneğidir. Dünya genelinde ise Marksizmi restore etme çabalarında bulunan ve materyalist tarih anlayışına antitez olarak determinist uyuşukluğu bulaştırmak isteyenler, bir kez daha subjektif koşulları soyutlamanın ve gereksizliğinin aslında ne kadar yanlış olduğunu gördüler. Determinizm hastalığı yığınları uyuşuklaştıran ve yığınların öznesi olmadığı bir değişimi, tarihin bize vereceğini sanan açık b i r

sorundur. Biz bunu nereden mi anladık? Tabiki de geçmişimizin en yakın ve somut örneği olan Gezi Direnişi’yle anladık. Milyonların sokağa dökülmesi nasıl ki objektif koşulların bir sonucu ise (küçükburjuva karakterli olması bunu değiştirmez) bu milyonlara öncü edebilecek taşıyacak kararlı, ilkeli ve etkin bir merkezi aygıtın olmayışı subjektif koşulları pasif kılmıştır. Subjektif koşulların olmadığı birçok Gezi Direnişi yaşansa dahi yine aynı hüsranlı sonucu alacağımız açık ve nettir. Bu sebeptendir ki bir toplumsal muhalefet veya hareket kendiliğinden olsa (ki burası

tartışılır) ya da koşullar dahilinde olsa öncü bir güçten yoksun ise sonuç bellidir. “Tarihin tekerleği kapitalizmin aleyhine, dönüyor nasıl olsa eninde sonunda kendi kendini yok edecek bu sistem” diyiverip yok olmasını beklemek ve lafazanlık yapmak küçük-burjuva aydınlarının işidir. Politik bilinç açısından deformeliğini yavaş yavaş üstünden atmaya başlayan işçi sınıfı için rota görevi görecek, işçi sınıfını taşıyacak siyasi erkin; proletaryanın partisinin hazırlanması şarttır. Tarihin deviniminin öznesi üretim ilişkileri, üretici güçler ve bu ilişki arasındaki mücadeledir. Bir gün eğer mücadelenin galibi olacak isek bu zafer bize gökten inmeyecek, proletarya bunu sökerek alacaktır.


18

TARIH 15 Nisan 2015

Mahirleri anmak değil anlamak Mahir Çayan; teorileri günümüzde de devam eden , Kızıldere’de devrimci dayanışmanın ne demek olanadolu üniversitesi duğunu gösteren ve ömer durakbaşa fikirlerini savunduğu yolda her şeyi göze alan biri.Devrimci dayanışmanın devrimi ve devrimcileri daha güçlü yapacağını bilen Çayan ve yoldaşları Kızıldere’de yaşanan katliamda aslında bize devrimci dayanışmanın ve direnişin ne demek olduğunu gösterdiler. Devrimci daya-

nışma ve direnişin fikirlerine sahiptiler. devrimcinin neler yapması nasıl düşünBu fikirler ışığında Çayan yaşadığı döne- mesini gerektiğini belirterek geleneğin min koşullarındaki siyaseti anlayıp poli- devamı olan bizim düşüncelerimizin tik sorunların Marksist-Lenist fikirlerle şekillenmesini sağlamıştır. Düşünceleçözülebileceğini savunmuştur. Hayatı pa- rimizin şekillenmesinde devrimcinin hasına da olsa inandığı fikirlerini savun- olaylara eleştirel bakmamızı tartışmamımaktan vazgeçmemiştir. Devrimciliğin, zı ve politik çözümlerin yine politik tarteorileri anlayarak ve bu yolda savaşarak tışmalardan çıkabileceğini savunmuştur. olabileceğini söyleyerek pratikte aktif Mahirin dediği gibi “Biz Marksizm ve propaganda yapılmasını savunmuştur. Lenizmi dünya devrimci hareketinin traDevrimde dayanışmanın çok önemli ol- fik polisliğini yapmak için değil, günüduğunu gösteren ve bizim fikirlerimizin müz Türkiyesinde devrim yapmak için bu yönde oluşmasını sağlamıştır. okuyoruz.” sözünü söyleyerek teorinin ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Mahirlerin açtığı yolda yürüyoruz Bizlere düşende bu teoriyi günümüz Çayan teorilerinde kapitalizmin eylemine uyarlamaktır. bunalımlar yaşayacağını yazmış ve günümüzde de üçüncü bunalım Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz döneminin devam ettiğini söy- Bizler, Mahir’in fikirlerini savunan, lemiştir. Bunalım dönemlerinin Marksist-Lenist çizgide devam eden devrimle sonuçlandığını görmüş geleneğin savunucusuyuz. Bu fikirleri ve günümüz içinde devam eden savunurken, eleştirerek tartışarak ilerüçüncü bunalım döneminin devrim- lemeye çalışıyoruz. Mahir’in fikirlerini le sonuçlanacağını söylemiştir. Yazdığı teorilerini savunurken Mahir’i sadece yazılarda devrimin tanımını yaparak anmanın pek de önemli olmadığını,

lgenc‘ Bu yazıda 30 Mart 1972’de Kızıldere’de 8 yoldaşıyla hayatını kaybeden Mahir Çayan’ın mücadelesini ele aldık. Mahirleri sadece anmanın değil anlamanın da önemli olduğunu söyleyerek mücademizi devam edeceğimizi anlatıyoruz. asıl önemli olanın anlamak ve yapmak olduğunu düşünüyoruz.Mahirin dediği gibi teorinin lafazanlarına kölece bağlanmamak gerektiğini önemli olanın teorinin pratikte de uygulanması gerektiğini biliyoruz. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Mücadelemizin zafere ulaşacağını Mahir Çayan’ın yazılarında ele aldığı teorilerinde ve Marksist-Lenist fikirlerde görmek mümkün. Teorilerini benimsememiz ve Mahirleri anlamanın ne kadar önemli olduğunun farkında olmamız bizim Mahir Çayan gibi devrime giden yolu bilmemizi sağlayacaktır. Düşüncelerini, teorilerini savunmamız Mahirleri Leninleri tartışmayacağımız anlamına gelmez çünkü onlar bize devrimcinin her zaman politik olayları tartışarak çözüme kavuşabileceğini gösterdiler. Tartışarak dayanışarak ve direnerek mücadelemize devam edeceğiz. Mahirleri anlamanın ve yola böyle devam etmenin önemli olduğunu söyleyerek herkesi bu mücadelenin parçası olmaya çağrıyoruz.


19

SERBEST KURSU 15 Nisan 2015

lgenc‘

Üniversitede kadın olmak

Hükümetin kapı araladığı ve kadınları üniversitede de kıskaca alan cinsiyetçi-ataerkil eğitimle de mücadele etmektir “üniversitede kadın olmak.” AKP’nin kadın düşmanı politikalarına ve eğitimine karşı verdiğimiz mücadelede, kadın cinayetlerine karşı sürdürdüğümüz toplumsal mücadelenin bir parçası olan üniversite mücadelemizde de üniversiteli kadınlarla beraber cinsiyetçi-ataerkil eğitime karşı birlik olacağız. Kadınlar her alanda olduğu gibi üniversitelerde de ataerkil toplumun dayatmasına maruz kalıyor. Bu dayatmanın bir ucu da hükümetin Konya Selçuk Üniversitesi izlemiş olduğu kaGülçin Cıvgın dın politikası. Hükümet üniversite eğitimini destekleyici bir çalışma yapmadığı gibi çeyiz parası, üniversitede evlenen çiftlerin kredilerini ödememesi gibi vaatlerle kadınların okumasının önüne set çekip evliliğe teşvik etmeye çalışıyor. Bu durum kadının toplumda olduğu gibi üniversitelerde de kısıtlanmasına yol açıyor. Kadın kendine bir gelecek planı yaparken erkek hegomanyasının kendine uygun gördüğü meslekleri seçmeye zorlanıyor. Bunun dışında bir yol izlediğinde ise gerek okur-

ken gerekse iş ararken sırf kadın olduğu için engellerle karşılaşıyor. Kadınlar çalışmak istediği için öldürülüyor ancak çalışan kadınlarda erkek şiddetinden muaf kalmıyor. Kadının karşılaştığı bu engellerin bir sebebi de ‘kadınlar iş aradığı için işsizlik var’ diyen hükümetin kadını eve hapsetmeye yönelik söylemleridir. Biz genç kadınlar artık üniversitelerde özgür ve eşitlikçi bir eğitim istiyoruz. Bize dayatılan meslek dallarını değil kendi istediğimiz alanlarda eğitim görmek istiyoruz. Biz üniversiteli kadınlar olarak yaşam hakkımızla birlikte bütün haklarımızı alana kadar mücadeleye devam edeceğiz. Nasıl ki şiddet ve kadın cinayetleri toplumun bir kesimini kapsamıyorsa mücadelemizde tüm kadınları içine katmalıdır. Biz genç kadınlar omuz omuza büyüttüğümüz bu mücadeleye bütün kadın kardeşlerimizi çağırıyoruz.

Taksim İşçi Sınıfının tarihi yazacağı yerdir 1 Mayıs salt bir bayramdan öte işçi sınıfının politik mücadelesi; Taksim de öylesine bir direniş alanı değil. Taksim’in 1 Mayıs alanı oluşu gibi diğer halklarında mekan- mücadele ilişkisi olduğunu vurgulayan Alan Badiou eserinde, bu ilişkilerin tarihsel önemine de değinmiş. Kadir Has Üniversitesi Melih Erdem

Mayısı sadece işçilerin bayramı olarak görmeke ve bunu böyle göstermeTürkiye emekçileri ve halklarının ye çalışmakta.Bizim için ise 1 Mayıs isyanı ve mücadelesini yükselttiği 1 işçi sınıfının politik mücadelesinin mayıs günü yaklaşıyor.Birkez daha kendisidir.Bu yüzden Türkiye’nin bizim için birçok anlamı olan Tak- en kalabalık şehrinin en merkezi sim Meydanı’na çıkma mücadelesi meydanı bu mücadelenin verildiği vereceğiz.Taksim için verdiğimiz mü- yer olacaktır.Alain Bodiou’nun de cadelenin birçok nedeni var.Sadece tarihin sonu geldi diyenlere meydan kendi aklımdan geçenleri saysam 77 okuyarak yazdığı Tarihin Uyanışı ki1 mayıs şehitlerinden , Cumhuriyet tabında Arap baharı ve Occupy hareAnıtı’ndaki Sovyet Asker Frunze’ye ketinden sonra mekan ve mücadele kadar birçok neden sayarım.Peki bu ilişkisinde meydanların önemini vurkadar çok anlam ve neden Taksim guladığı bölümler bu fikrin sadece Meydan’ı için verdiğimiz mücade- Türkiye emekçileri ve halkları taralenin sınıf siyasetindeki gerçekliğini fından üretilmediğinin göstergesidir. açıklamaya yeter mi ? Badiou’nun işaret ettiği diğer nokta Türkiye’de AKP ve sarı sendika 1 da Tahrir ve Madrid meydanlarının

halklar için tarihi uyandırdıkları yer olmasıyla geziden sonra Haziran İsyanı’nın Türkiye için yeni bir başlangıç olmasıdır. Manifesto’da “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir.” ifadesi geçer.Alain Badiou’nun söylediğide bu savaşın insanların en merkezi noktalarında sürmeye devam edeceğidir.1 mayıs bizim için işçi sınıfının mücadelesini verdiğimiz birgün olacak ve Taksim’e çıkmak için sınıf düşmanı AKP’ye karşı verdiğimiz mücadele tarihin sonu geldi diyenlerin yanıldığını gösterecektir.


SERBEST KURSU

20

15 Nisan 2015

lgenc‘

Ak Saray son durak

Yıldız Teknik Üniversitesi Buket Fildişi

AKP’nin suyu kaynıyor. Erdoğan zenginliğine zenginlik katmak peşindeyken bir yandan da diktatörlüğe emin adımlarla yürüyor. Erdoğan, hem partisinin hem de makamının kan kaybettiğinin farkında; yenildiğine inanmak istemiyor. Ancak en başından beri Erdoğan’ın koltuğunun garantisi yoktu. Artık AKP hükümeti ya düşecek ya düşecek.

Erdoğan’ı doyuramadık... Erdoğan’ın gözünü ne yaptığı yolsuzluklar ne de bin odalı KaçAk Saray’ı doyurmadı. Atatürk Orman Çiftliği’nden 8 bin 406 metrekarelik arazi 2 yıl süre ile bedelsiz olarak saray’a tahsis edildi. Oğlu gemiciklerine bir yenisini daha ekledi, damadını milletvekili adayı yaptı. Bunlar 7 Haziran’da güç kaybedecek, yolsuzluk ve rüşvet vurgunu yapmış hükümetin son

çırpınışları. Asgari ücret 950 lira ve açlık sınırı 1.301 TL iken sarayın aylık faturası 1 milyonu geçiyor. Erdoğan’ın fakirden alıp önce kendine sonra zengine verdiğini , ekonominin günden güne kötüye gittiğini gören halkın ise umudu önümüzdeki seçim. Çünkü AKP’yi geriletmenin kapısı seçimlerde önümüze açılıyor. HDP ‘nin barajı geçme ihtimalinin gündemde olma-

sı bile AKP içindeki çıkar çatışmalarını gözler önüne seriyor.vParti içindeki bu çatlakların farkında olan Erdoğan’ın mantığı, gidene kadar koparabildiğini koparmak ve yolsuzluklarının üzerini olabildiğince kapatmak. Ancak AKP’nin çabalarınafile. Toplum artık herşeyin farkında. Erdoğan istediği kadar çırpınsın, AK-Saray AKP ve Erdoğan için artık son durak.

Bıktık bu fıtratçılardan

Üç çocuk dediler, gülistandan boş çıkmayın dediler. Annelik kariyerdir, kahkahanız iffetsizdir, kadın-erkek eşitliği fıtrata terstir dediler. Şimdi de adamın teki çıkıp AKP hükümetinin ülke terminolojisine soktuğu “fıtrat” ağzıyla kadınların köle olduğundan bahsediyor. Gerici söylemlerin sahiplerinin bu cüreti kimden aldıkları ortada. Kadın düşmanlarına cevabımız yine mücadelemiz olacaktır. Bıktık artık bu fıtratçılardan! Şimdi de Uğur Işılak (kim olduğu hakkında pek bir bilgim olmasa da “sanatçı” olduğu söylenen bir birey) kadının fıtratından bahsetmeye başladı. Gerçi bunda AKP’den milletvekili adayı olmasının etkisi ne kadardır biUludağ linmez… Bu kişi, katıldığı bir teÜniversitesi Esra Cebbar levizyon programında “Kadının fıtratında erkeğe köle olmak var” ifadesini kullanmıştır. Kadının “Erkeğe ait olduğunu ve bunun fıtrat olduğunu “ söyleyerek “Ben sahip olurum sen ait olursun” dedi ve ekledi, “Her feministin gönlünde bir kocaya meftun olmak, onun kölesi olmak, onun bireyi olmak, ona ait olmak gibi bir hissiyat yoksa gelsin karşıma çıksın, her kadının içinde fıtri olarak bu var. Bu yokmuş gibi hareket etmek fıtrata aykırı hareket etmektir ki onlar kesinlikle mutlu değiller. Ben o feministlerin mutlu olduğunu zannetmiyorum. Kadının tabiatı bağ-

lanmaktır, ait olmaktır. Erkeğinki öyle değildir. Erkek kadına ait olmaz, sahip olur.” Şimdi biz de istediği gibi karşısına çıkarak; biz kimsenin kölesi olmak, birine ait olmak İSTEMİYORUZ diyoruz. Bunu anlamak cidden bu kadar zor olmamalı! Eğer kadınlar böyle bir şey isteseydi, %69 u boşanmak istediği için öldürülmüş olmazdı! Mutsuz olduğumuzu söylemiş, evet mutsuzuz. Çünkü sırf erkek olduğu için üzerimizde hak iddia eden, onlara köle olmamızı bekleyen insanlar bitmek bilmiyor! Mutsuzuz çünkü; bu fıtrat saçmalığına dayanılarak birçok kadın kardeşimiz öldürülüyor. Mutsuzuz çünkü; kadınlara hayatta kendini gerçekleştirme fırsatları tanınmıyor. Mutsuzuz çünkü; kadınların eğitim ve iş hakları ellerinden alınabiliyor. Mutsuzuz çünkü; kadınlara karşı işlenmiş suçlar cezasız kalıyor, katillerimize indirim üstüne indirim uygulanıyor! Ama bütün bunlara rağmen aslında mutluyuz da. Çünkü; Asla Yalnız Yürümeyeceksin diyen kadınlarla beraber, kendi kaderimizi kendimiz belirlemek için mücadele veriyoruz ve siz bizi asla yıldıramayacaksınız!


21

lgenc‘

SERBEST KURSU 15 Nisan 2015

Korkma la biziz: Halk

İç güvenlik paketiyle her hakkımız, tüm özgürlük alanlarımız bir bir yok ediliyor. Hükümete muhalafet etmek bu ülkede artık yasak. Üstüne bir de hükümetin ve polislerin insanları öldürmesi, eylemlere saldırması kanunla garanti altında. Bunlar yetmezmiş gibi muhalafet eden herkes AKP tarafından yasadışı ilan ediliyor. Korkma desek de AKP korkuyor; öldürdüğü, haklarını aldığı halktan korkuyor. İç güvenlik paketi gündeme geldiğinden beri herkes bizden özgüruludağ lüğümüzü vs. üniversitesi götürdüğünü Esma Ozulluoğlu k o n u ş u y o r. Ben, iç güvenlik paketinin bize kazandırdıklarını yazmak istedim. Üstümüz, araçlarımız her an her yerde aranabileceği için artık hep “tertemiz” gezeceğiz. Kahraman polisimiz “boyalı” silahlarla saldırabilme ihtimali olanlara karşı silah kullanabileceği için sokağa boya ile “saldıranlar” artık “saldıramayacağı” için renkli merdivenlerimiz, graffitilerimiz olmayacak ve gözümüz bir sürü renkle meşgul olmayıp sadece ulu beton rengimiz olan gri ile “saldırısız” bir hayat süreceğiz. Yüzlerini örterek toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak suç olacağı için gösterilerde yanlış güneşlenmekten korunmuş oluyoruz. Yüzümüzün yarısı bronzlaşırken yarısının beyaz kalmaması için olan bu madde hükümetimizin iyi niyetini apaçık gösteriyor. “Yasadışı” topluluklara ait amb-

lem vs. taşıyarak eyleme katılanlar “kanunların” suç saydığı afiş, pankart taşıyarak eyleme katılanlar 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası alacak. Bu maddenin getirdiği güzellikleri yazmak isterdim ama yukarıda bahsedilen tanımda olduğumdan “braz haps ytcm çk ktym :s” “Yasadışı” toplantı ve gösteri yürüyüşlerini dağıtırken kahraman polisimiz gerektiğinde boyalı su kullanabilecek. Eğer <haşa> devletimizin bahşettiği grilikten sıkılan olursa hükümetimiz bunu da düşünüyor. Tek yapmanız gereken sokakta bir yürüyüşe katılmak. (Kendisini desteklemeyen bütün gruplar yasadışı olduğu için çok zor değil.) Kamu düzenini ciddi şekilde bozma tehlikemize karşı polis 48 saate kadar sorgusuz sualsiz bizi göz altına alabilecek. Bu da polisimizin kahramanlığına kahramanlık katacak. “Şiddet eylemlerinde” bulunma halimizde tutuklu yargılanabileceğiz. Böylece eylemlere katılmanın yolunu keserek bize para biriktirmenin ve zaman kazanmanın yolunu açmış oluyorlar. Bakın bunlar bitmez...

genc ‘

15 Nisan çarşamba 2015

sayı: 5

Yarın genç Yarın Gazetesi’nin Aylık eki olarak çıkmaktadır Yönetim rumeli c. adresi matbaacı osmanbey s. no 67/4 şişli / istanbul basıldığı Arslan Güneyyer doğu Gaz. Mat. ve Kağ. A.Ş. Akçaburgaz Mh. Hadımköy Yolu San1 Blv. 169. Sokak N: 6 Kıraç/ İstanbul 02128861795

imtiyaz sahibi sorumlu yazı işleri müdürü Genel koordinatör dağıtım

fadik temizyürek Tel: 0536 698 9397 ışıl kurt elif karan Osman Erdem

6 aylık abonelik: 40 tl

1 yıllık abonelik: 80 tl

SANEM DENİZ KURAL adına ziraat bankası hesap no: 0615 57722685 5001 ıban: TR28 0001 0006 1557 7226 8550 01 ptt hesap no: 08848286 0000 0088 7351 11 işbankası hesap no: 6200 2465988 ıban: TR34 0006 4000 0016 2002 4659 88

garanti bankası hesap no: 31/6896034 ıban: TR90 0006 2000 0310 0006 8960 34 akbank hesap no: 0177542 ıban: TR57 0004 6001 6488 8000 1775 42 yapı kredi hesap no: 229/88735111 ıban:TR38 0006 7010 0000 0088 7351 11


SERBEST KURSU

22

15 Nisan 2015

lgenc‘

Gölgelerden korkan kadınlar

Türkiye’de kadın olmak; yaşamak, çalışmak, kendi ayakları üzerinde durabilmek, kendi hayatına karar vermek... Tüm bunlar bu ülkede kadınlar için çok zor. Her durumda kadının haksız, tahrik ettiğine inanılan bir durumdayız. Yapılan her hareketle beraber ucunun ölüme varabileceği bir ölüm korkusu musallattır kadına. Erkek egemenliği ve kadın düşmanlığı bir gölge gibi her adımımızda ensemizde. istanbul Bilim üniversitesi bilge yalanız

Bizim de içinde bulunduğumuz birçok Ortadoğu ülkesi gibi yaşadığımız ülkede kadının akşam eve gireceği saat ile o vakitte üzerinde olması gereken kıyafet yazılı olmayan ama milletçe tapındığımız, gözle görülmeyen hayalet kurallar vardır. Bu hayaletin, belki de gölgenin, aklına uyarak kadını öldürebilircesine bir tapınmadan bahsediyorum ve yapılan her hareketle beraber ucunun ölüme varabileceği bir ölüm korkusu musallattır kadına. Her durumda kadının haksız, tahrik ettiğine inanılan... Geçen akşam milletçe tapındığımız bu hayaleti/gölgeyi tekrar yanıma gönderen bir hadise oldu bir kadınla aramızda. Eve dönüş yolunda o gölge de benimle idi. Ben yürüyorum o da yanımda yürüyor. Uzunca bir sessizliğin ardından “Saate bir baksana kaç olmuş?” dedi.

Sol bileğime bakarak; -On iki. -Bence birazcık hızlı yürü n’olur n’olmaz. Hem saat kaç oldu dışardasın. Hala akıllanmadınız! Sesimi çıkartmadım tabi ama alışkın olduğum diyaloglar bunlar. Gece gece bana musallat oldu. Dayanamadı tekrar; -Kırmızı mı o rujun ? Çok şehvetengiz. Bu saat için. Ben bilemem tabi, sonrasını sen biliyorsun. Hala susuyorum ben, çünkü bu milletçe bize musallat olmuş gölgenin hiçbir hoca ya da papaz tarafından üzerimizden çıkarabilirliği yok. Konuşuyor bir yandan, en son; -Aferin bak, palton da uzun. O kadın öldüğünden beri de tayt giymiyorsun? -“Öldürüldü” o, eceliyle ölmedi. Araya bir sessizlik girdi. Vicdan yaptı belli ki ama uzunca bir süre konuşmadı. Derken evin sokağına girmeme az kala bir kadın gördüm sokakta. Yürüyordu,

belli ki o da kendi musallatıyla meşgul... Kimbilir onunki neler söylüyordu?... Ben de benimkinin çenesinden kurtulmak için o kadar hızlı yürümüşüm ki kadınla arayı kapattım. Benim gölgem onun ayakucuna düştü. Bir an önüne bakındı, daha hızlı yürümeye başladı. Eliyle saatine bakındı. Kendi kendine bir şeyler mırıldandı. Yürüyüşüm erkek gibi olduğundan beni erkek zannetti herhalde, daha hızlı yürümeye başladı. Boşboş bir sokak ve deli gibi hızlı yürüyen iki kadın... Trajikomikti halimiz ve aslında görünmeyen, kendi zihnmizde var kabul ettiğimiz gölgelerimiz. Hatta yolda yürürken korkutuğumuz kendi gölgelerimiz. En son dayanamadım ve kadına seslendim; -Korkma, ben de kadınım !

Umutların sonu işsizlik Üniversiteden mezun olduktan önümüze gelen ilk problemlerden biri işsizlik. Onlarca yıl eğitim aldıktan sonra iş bulamamak gibi bir gerçekle karşı karşıyayız. Türkiye’de ekonomi artık çökmeye de yakınken ülke genelinde varolan ve artan işsizlik, üniversite kapısından çıkan her gencin de ilk önüne çıkan mesele. Tüm bunlar ise bir tesadüf değil, bu kapitalist sistemin ve AKP hükümetinin çıkmazı.

konya selçuk üniversitesi elvan altun

Üniversite, her gencin hayali, her ailenin övünç kaynağı; Kimi zaman aile baskısıyla, büyük umutlarla kazanılan, bin bir emek ve zaman harcanarak okunan o mükemmel bölüm, ve mezun olduktan sora karşılaştığın türkiyede ki işsizlik sorunu... Evet Üniversitelerin meslek edindirme kuruluşları olmaması

doğrudur. Ama üniversitelerden yetişmiş insanların yetiştikleri alanlar yerine başka alanlarda çalışmaları üniversitenin sorunu olmayıp toplumsal yapının ve var olan hükümetin AKP ürünüdür. Öğrenciler ders çalışa çalışa dirsek çürütüp emek harcayıp bir meslek sahibi olmak için çaba harcarken KPSS’ninde gerçek

yüzü olan torpil oyunlarıyla karşı karşıya kalırlar. Buda okumuş gençler olarak büyük bir sorundur. Yıllarca çalışıp emek harcamış üniversite mezunu ve kendine bir düzen kurmak isteyen biri için işsizlik sorunu büyük bir hayal kırıklığı yaşatır. Buda işsiz kalmış genç yaştaki insanların geleceğe bakışlarının

karamsar olmasına neden olacaktır. Evet bu işsizliğin büyük nedeni ise Ülkemizin endüstriyel altyapısının üretim yerine tüketime dayalı olması ve gözü doymaz yöneticilerin yanlış yönetimleri sonucu oluşan sistemin çarpık yapısı ve ekonominin düzensiz işlemesi Türkiye’de işsizliğin en büyük nedenlerinden’dir.


lgenc‘

KULTUR-SANAT

23

15 Nisan 2015

Festivaldeki filmler:

ITSI BITSI

Star

Bana bak

Gerçeklik

Kara ruhlar

Taşa yazılmış hatıralar

Vahşi Yaşam

Altın Çağ

34. İstanbul film festivali başladı anadolu Üniversitesi Merve paytar

Yüzündeki Sır

Sanat ve sanatçının dünyasını sinemayla buluşturan, yaratıcı süreçleri sanatçının kişiliğiyle ele alan filmler; ya da edebiyat yapıtlarını beyazperdeye taşıyarak bir kez daha ölümsüzleştiren uyarlamalar, yapılan çeşitli kültürel etkinlikler, festivalin büyük ödülü Altın Lale için yarışıyor. Uluslararası Altın Lale Ödülü, İKSV Eski Yönetim Kurulu Başkanı ve İstanbul Film

Neden tarkovski olamıyorum

Fanusta Yaşayanlar

Mücadelenin resmi İnanılmaz bir yaşam hikayesi var Frida Kahlo’nun. Yaşam hikayesi yerine yaşam mücadelesi demeli belki. Hayatı mücadele ile geçen güçlü bir kadın çünkü Frida. Hiçbir yaşam engeli onun mücadeleci ruhunu öldüremedi. Meksika’ da doğup büyüyen Frida doğum tarihini doğduğu gün olarak almadı, üç yıl gecikmeli olarak Meksika Devrim’ine rastgelen 7 Temmuz 1910 olarak kabul etti. Bu belki Frida’nın genç olmak istemesinden kaynaklı da olabilir ama o devrimin güçlü kadınıydı. Frida’nın yaşamı “her devrim kendi içimizde başlamalı” safsatasına da tam olarak karşı durdu. Çünkü Frida kendi hayatında mücadele ederken aynı zamanda Meksika Komünist Partisi üyesi olan ve işçilerin devrimini savunan bir insandı. Kendi gerçekliğini tuvale yansıtan Frida tuvallerine kadın, cinsellik, kürtaj, doğum ve cinsiyet rollerini tasvir etmiştir. Toplumun benimsediği kadın algısını Frida kabul etmeyerek tuvallerinde bu karşı duruşunu

resmetmiştir. Tabi ki bu filmi anlatırken amacım Frida’yı idealleştirmek değil. Çünkü Frida’nın yaşamında aşkta önemli bir yer kaplıyordu. Aşık olduğu adam komünist ressam Diego Rivera’ydı. Diego da bir devrimciydi ve iyi bir ressamdı. Frida da Diego gibi devrimci duygulara sahipken Diego ülkeyi terketti diye ülkesini ve partisini bırakıp gidebildi. Frida’nın yaşam mücadelesinde dimdik duramadığı tek taraf Dieo’ydu. Saplantılı denilebilecek kadar aşık bir kadındı Frida. Aynı hikayeye bakıp Frida’yı güçsüz ve zayıf bir kadın olarak algılamak yanlış olur çünkü o aşkı dışında bir yaşam savaşı verdi ve mücadelesini renklerle sağladı. Resim onun için mücadelesinin başlangıcıydı. Tüm bu tartışmaları yaparken sormamız gereken o dönem ki toplumda ve sosyalist partilerde feminizm algısı ve mücadele yöntemi bugün kü kadar ileri miydi? Sizlere filmi izlemenizi ve tüm tartışmaların içine girmenizi tavsiye ederim.

Festivali kurucularından Şakir Eczacıbaşı adına veriliyor. Festivalin kurucularından Onat Kutlar’ın ölümünün 20.yıl dönümü, Onat Kutlar ve arkadaşları tarafından 1965 yılında kurulan Türk Sinematek Derneği’nin kuruluşunun 50. yılı olduğunu belirten Azize Tan, festivalin bu yıl da geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, sinema salonu sıkıntısı çektiğine değindi.

Fanusta Yaşayanlar

Hasret



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.