YAZIN Yıllık Edebiyat Dergisi 2014 / Sayı:14

Page 55

öykü inceleme

“Nüfus Sayımı” Üzerine… Osman Şahin’in yazdığı adından ne kadar anlaşılmasa da birçok insanın bilmediği bir gerçekliği yansıtan hikayesi, Nüfus sayımı. Bu kısa hikaye, nüfus sayımı için bir köye giden ve insanların yaşadıkları yerden, karşılanma şeklinden hiç memnun olmayan fakat sonradan Anadolu’nun acı gerçeğini öğrenen bir memurun hikayesini anlatıyor. Hikaye durgun ve sıradan olmayan başlangıcıyla okuyucuya mekânı tanıtmakla kalmayıp yaptığı betimlemeler ve kullandığı kelimelerle okuyucuya adeta o köye giden atın üzerindeki biriymiş hissi veriyor. Eserdeki mekanın aslında hiç de tesadüfi olarak seçilmediğini anlayabiliyor okuyucu, özellikle hikayenin sonlarına doğru. Mekân küçük bir taşra kasabası olmakla kalmayıp aslında zamanın, dönemin çok gerisinde bir yer... Evler yer altında, insanların yaşadıkları, yattıkları odaları ahır olarak kullanılan odaların tam yanında. Memur eve girdikten sonra gördüklerini şu şekilde anlatıyor “Güneşin altında saatlerce süren yorucu bir yolculuktan sonra, üç-dört metre yerin dibine birden inince, gözleri kararıp karıncalandı bir süre. Nereye basacağını, nasıl davranacağını bilemedi. Bir de burnuna dayanılmaz, çok yoğun, bunaltıcı, çok kullanılmış ağır gübre kokusu çarptı.”, “ Oda da denilemezdi buna pek. İnsan yüksekiğinde duvardan duvara gerilmiş ipin üstünde perde gibi atılmış kalınca bir çulun öbür yanıydı oda. Sallanan perdenin altında öküzler göründü o ara. Hikayenin akışı sakin ve düz bir şekilde giderken en son satırlar birden okuyucuyu bir yasa, isyana, üzüntüye ve şaşkınlığa boğuyor. Hayatın aslında sadece günlük güneşlik olmadığını anlıyor ve kendi problemlerini belki de bu olayın yanında bomboş görüyor okuyucu. Bu kadar yasa boğan olaysa şöyle gelişiyor ve anlatılıyor: Memur köye birçok hayallerle gidiyor. Duyduğuna göre bu tip yerlerde, köylerde misafirler çok büyük şölenlerle ağırlanırmış fakat gittiği muhtarın evinde taşlı pilav yiyince şaşırıyor tabii ki. Soruyor ardından ama sorduğuna soracağına pişman oluyor. Meğerse bu taşlı pirinç muhtarın en iyi Sayfa 54

yemeğiymiş, eğer önemli biri gelirse diye ayırmışlar. Göz yaşları içinde anlatıyor bunu muhtar. Ve muhtar devam ediyor: Nasıl bir kıtlık, kuraklık yaşadıklarını, ardından aç kalan halkın hayvanlarını nasıl kestirdiğini ve boşa gitmesin diye kanlarını da nasıl aldıklarını anlatıyor. Fakat gittikçe ağlaması, üzüntüsü artan muhtar olayın sonunu şu şekilde açıklıyor: “Çerçöp yakıp yaktık ateşimizi. Kurduk kazanımızı. Kan dolu tulukları boşalttık kazana. Koyulaşıp pıhtılaşmış iyice. Tuz biber attic. Suyla sulandırıp kan çorbası karıştırdık. Herkes toplandı. Dedik her şey sırayla. Acele etmeyin! Asker usulü girdiler sıraya. Tortulaşmış kaplara kan lapalarını koyverdik önlerine kimi ayakta kimi yerde bi yiyişleri vardı ki… Keşke yemeselerdi. Keşke gözlerimiz kör olaydı da, çociklarımızın o halini görmeyeydik. Kan bekleyince zehirlenirmiş meğer. Daha sıra bize gelmeden sancıdan kıvranmaya başladı çociklar. Karnını kursağını tutan mı istiysen, bağıra çağıra kendisini yerden yere vuran mı? O gün iki namaz arası tam on yedi yetim çocik, arkası arkasına, bağıra bağıra gözlerimizin önünde öldüler. Ondandır bu toprağın öte yanı mezardır ha, mezar… Aha bu toprapın gerisinde tam on yedi çocik, on yedi yetim, sabi yatiy ha!..” Mekanın özellikle seçilmiş olmasıyla birlikte aslında insanlar da, topluluk da özellikle seçilmiş. Hikâyenin sonunda olan olay sayesinde bu köydeki insanların biraz daha cahil olduğunu, bazı temel bilgileri bilmediklerini çıkarabiliriz. Osman Şahin ise bize bunu şöyle belirtiyor. Köyün muhtarı aslında köyün en bilge ve düzgün insanı olması gerektiği göz önünde bulundurulduğunda kullandığı kelimeler “çocik, afandi, bileydin vb.” bize eğitim durumu hakkında bir ipucu vermektedir. Sude Büyükpehlivan 9G

YAZIN


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.