STİLL LİFE 30.SAYI

Page 1

2020 ŞUBAT MART

YARIŞMA İMZALARI ATILDI

UĞUR ERDOĞAN İLE

DTO HEYETİ ÇİVRİL’DE DÜNYA HARİKASI

GENÇ MUCİTLER PROTOKOLÜ

ÜÇ DİN, ÜÇ KÜLTÜR





İzmir Yolu Menderes Bulvarı No:41 Gümüşçay / Denizli (0258) 371 3 777 | www.ozguroto.com.tr


EDİTÖRDEN…

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

BAHARLA BİRLİKTE YENİ UMUTLAR YEŞERTECEĞİZ evgili Still Life okuyucuları, yine dopdolu ve keyifli bir sayı ile sizlerle birlikteyiz. Still Life ailesi olarak, daima en iyisini yapabilmek için bitmeyen bir enerjiyle okuyucularımızın nabzını tutmak için çabalıyoruz. Yola çıktığımız ilk günden beri sizlere daha iyisini sunabildiğimiz sürece mutluyuz.

S

4

Şubat ve Mart ayları kışın bitimi baharın habercisidir. Bizim de içinde bulunduğumuz zor günleri aşıp baharla birlikte yeni umutlar yeşerteceğimize inanıyorum. Doğayı sevelim, hayvanları sevelim, insanları sevelim, kadınlarımıza ve çocuklarımıza şiddet uygulamaya bir son verelim. Stres, nefret ve şiddetten uzak durup insan olduğumuzu hatırlayalım. Tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum.

Binnur OLCAYTÜRKAN @binnur. olcayturkan

Gelelim yeni sayımızda sizlerle paylaşmak istediğimiz konuların başlıklarına: Bu sayımızın gezi rotasında İstanbul’un kadim yerlerinden Balat, Fener ve Cibali’ye götüreceğiz sizleri. Yüzlerce yıla meydan okuyan Ayasofya’nın efsaneleri arasında kaybolacağız. Büyük aşklar sayfalarımızda İlahi Komedya’nın yazarı Dante’nin büyük aşkı Beatrice uzanacağız. Bir yandan Zeus Sunağı’nın ihtişamına tanıklık ederken diğer yandan Downtown House’da eğlencenin zirvesine çıkacağız. Denizli Ticaret Odası ve İhracatçılar Birliği’nden haberler de sizleri bekliyor. Her sayımızda olduğu gibi bu sayımızda da değerli yazarlarımız Cemal Ataman, Didem Saracel, Savaş Ünlü, Fatma Subaşı, Psikolojik Danışman Kemal Tuncer, Dr. Mimar Halit Coza, Diş Hekimi Hamdi Özdemir, Veteriner Hekim Hasan Kılınç, Stil Danışmanı Nilüfer Bayrak ve Fotoğraf Sanatçısı Cenk Çatalok’ın bizleri yalnız bırakmadı. Bir sonraki Still Life’da görüşmek dileğiyle sevgiyle kalın...


DIZ L I Y İGORTA S

4 2 / 7 DA Z I

N

I N YA

KASKO SİGORTASI İLE

ARACINIZ GÜVENDE! Kasko sigortası ile çarpışmadan hırsızlığa, selden doluya kadar birçok riske karşı Yıldız Sigorta güvencesi altındasınız!

7/24 YANINIZDAYIZ.

Sırakapılar Mh. 1583 Sk. Hikmet Bey İş Merkezi No: 28 K:2 D:9 DENİZLİ

Tel: 0258 265 99 61 Faks: 0258 241 66 08 info@yildizsigorta.com | www.yildizsigorta.com


İÇİNDEKİLER

İKİ AYLIK YEREL SÜRELİ YAYIN YIL: 6 SAYI:30 ŞUBAT-MART 2020 İmtiyaz Sahibi Binnur OLCAYTÜRKAN

12 OLMAK YA DA OLMAMAK, İŞTE BÜTÜN MESELE BU

18 ARAMIZDA DAĞLAR VARMIŞ -Savaş Ünlü-

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Burak KUTLUĞ Editör Binnur OLCAYTÜRKAN Pazarlama Burak KUTLUĞ

6

Katkıda Bulunanlar Cemal Ataman Abdil Yaşaroğlu Emrah Varol Psikolojik Danışman Kemal Tuncer Ümit Bilgiç Mimar Halit Coza Diş Hekimi Hamdi Özdemir Nilüfer Bayrak Didem Saraçel Savaş Ünlü Mehmet Selçuk Hukuk Danışmanı Av. Evrim BAŞEREN Kapak ve Sayfa Tasarım Burak KUTLUĞ Adres İstiklal Mah. 1170 Sk. No:18 D:2 DENİZLİ Telefon: 0 545 767 05 47

BASIM YERİ Gülermat Matbaacılık 5619 Sok. No:6 Meriç Mh. Çamdibi - Bornova - IZMIR Tel: 0232 433 61 33 www. gulermat. com Still Life Dergisi basın yayın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Köşe yazılarının sorumluluğu yazarına aittir. Still Life Dergisi basın yayın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.

ÇiVRiL’i

34 ADIM ADIM DOLAŞTI Denizli Ticaret Odası (DTO) Başkanı Uğur Erdoğan, beraberinde yönetim kurulu ve meclis üyelerinden oluşan kalabalık bir DTO BAŞKANI UĞUR ERDOĞAN ÇİVRİL’DEYDİ heyetle, DTO’nun Temsilciliği’ni açtığı Çivril’de, günü müthiş bir tempoyla tamamladı. Sadece protokolü değil, esnaf ve vatandaşı da ziyaret etti. Hem dinledi hem de faaliyetleri ile projelerini anlattı; 2020 Denizli Yılı etkinliklerini tanıttı.

DTO Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan, Çivril Kaymakamı Armağan Önal ve Çivril Belediye Başkanı Niyazi Vural ile DTO üyesi firmalar ile ilçe esnafını ziyaret etti. Başkan Erdoğan’a, ziyaretlerde DTO Meclis Başkanı Salih Sarıkaya, DTO Başkan Yardımcısı Hasan Aracı, DTO Yönetim Kurulu Üyeleri Ali Taşevli ile Yakup Öğütcen, DTO Meclis Üyeleri Bayram Ali Çoban ile Yavuz Aki, DTO 15. Meslek Komitesi Başkanı Murat Saylan, DTO Meclis Üyesi ve Çivril Temsilcisi Mehmet Celep, Tavas Ticaret Odası Başkanı Saffet İnamlık, Acıpayam Ticaret Odası Başkanı Hasan Kayhan ile AK Parti Çivril İlçe Başkanı Halil Ertuğrul eşlik etti.

DTO BAŞKANI ERDOĞAN: “ÇİVRİL BİZE GÜÇ VERDİ” Ziyaretlerin sonunda Çivril’in dinamik bir ilçe olduğunu bir kez daha gördüklerini söyleyen DTO Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan, “Çivril’imize yeni yatırımlar kazandırılması, bir asırdır faaliyette olan şirketlerimizin yanı sıra üyelerimiz ile esnafımızın aktif olması, bizlere de güç verdi. Onları iyi görmek, bizleri de motive etti. DTO Çivril Temsilciliğimizi açarak, çok yerinde bir karar vermiş olduğumuzu da gözlemledik; tescilledik.” dedi.

DTO heyeti, ilk olarak Çivril Belediye Başkanı Niyazi Vural’ın ardından da Çivril Kaymakamı Armağan Önal’ın konuğu oldu. Başkan Erdoğan, ziyaretlerinde, DTO faaliyetleri ve gelecek dönemde gerçekleştirmeyi planladıkları projeleri hakkında bilgiler verdi.

30

BAŞKAN ERDOĞAN, ÜYELERİ İLE ESNAFA DA HAYIRLI İŞLER DİLEDİ

Ardından ilçe merkezini gezen heyet, DTO üyeleri ve esnaflarla bir araya geldi. SADEM Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği’nin sahibi Okan Önelge, Gündüz Tarım Ürünleri Şirketi’nin sahibi Cengiz Gündüz, Candemirler Kömürcülük’ün sahiplerinden Mehmet Demir ve Karaaslan Demir Çelik’in sahibi Hüseyin Karaaslan’ı, işyerlerinde ziyaret etti. Gittikleri adreslerde işverenlere DTO üyelik belgeleri ile teşekkür beratını takdim eden Başkan Erdoğan, hizmetlerinin ve işlerinin daim olması temennisinde bulundu.

DÜNYA HARİKASI AYASOFYA’NIN EFSANELERLE DOLU HİKAYESİ

20 KESİNTİSİZ EĞLENCENİN EN ŞIK ADRESİ: DOWNTOWN

26 “İNOVASYONUN STRATEJİK YÖNETİMİ” PROGRAMI GERÇEKLEŞTİ


36 NARIN FAYDALARI NELERDİR? HANGİ HASTALIKLARA İYİ GELİR?

38 ÜÇ DİN VE ÜÇ KÜLTÜR: BALAT, FENER VE CİBALİ

46 AŞK ŞUDUR: - Kemal Turcer-

7

48 BERGAMA ZEUS SUNAĞI -Nizami Çubuk-

56 OKSİMORON TREND: SÜRDÜRÜLEBİLİR MODA

54 DANTEYE İLHAM KAYNAĞI OLAN ÖLÜMSÜZ AŞKI: BEATRICE

60 BİZİMKİSİ BİR AŞK HİKAYESİ -Emrah Varol-

62 ÜNİVERSİTE POTANSİYELİ ÜZERİNE - Halit CozaARALIK 2019 - OCAK 2020


Cemal Ataman

DENİZ YILDIZLARI vleri tren istasyonunun alt tarafındaydı. Her gün trenler geçerdi karşılıklı. Yolcu trenleri vardı, yük trenleri vardı. Geçiş saatlerini ezberlemişti. Çocukluğunun en büyük eğlencesi istasyona gidip geçen trenleri izlemekti. Yolcu trenleri özellikle ilgisini çekerdi. Değişik insanlar görürdü. Kasketli köylüler, bastonlu dedeler, şehirli kadınlar ve çocuklar. Çocuklara imrenirdi. En büyük hayali o trenin en uzağa gidenine binip bilmediği uzak kentlere gitmekti. Okulda dersleri iyiydi. İlkokul son sınıftaydı. Okumak öğretmen olmak istiyordu. Yaşadıkları yerde öğretmen okulu vardı. Babası onun çiftçi olmasını istiyordu. Yaşlanıyordu. Tarlaya, bahçeye gidip çalışacak adam lazımdı ona. Kimsenin haberi olmadan sınavlara girmiş ve okula girmeye hak kazanmıştı. Söylediği zaman evde kıyamet kopmuştu. Babasının dayağından annesi ve ablaları kurtarmıştı. Kafasına koymuştu. Geçen trenlerden birine binip gidecekti buralardan. Ama nereye gidecekti? Nasıl gidecekti? Bir kere parası yoktu. Gitse ne yapardı gittiği yerlerde? O akşamüzeri indiler trenden eniştesinin ablası ve beyi. Tabi kopan kıyameti de öğrendiler. Beyefendi araya girip yardımcı olmak istedi. Babası ona da sert cevap verdi. Ertesi sabah misafir bey kendisini kahveye götürmesini istedi. “Koskoca adam kahveyi bilmiyor mu?” diye düşündü. Yola çıktıklarında:

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

E

8

- “Bak oğlum, ben sana yardım edeceğim. Buradan gitsen sana yardımcı olacak, seni okutacak bir akraban var mı?” Çocuğun gözleri parladı. – “Evet, var. Halam var. O beni okutur.” Cebinden bir miktar para çıkarıp eline tutuşturdu. – “Biz öğleden sonra gideceğiz. Sen akşam treniyle gidersin.” – “Tamam abi, bu iyiliğini hiç unutmayacağım.” deyip elini öptü. Plan uygulandı. Misafirler gitti. Son trene de Halim bindi. Geç saatlere kadar fark edilmedi yokluğu. Saat gecenin on biri olunca ve görünmeyince telaş başladı. Kasaba küçüktü. Orası, burası derken kaçtığı anlaşıldı. Ama nereye giderdi bu çocuk? Yakındaki tüm akrabalar yoklandı, bulunamadı. Annesi düşündü ve söyledi. – “Damadın ablasına gitmiş olmasın. Adam hemen ilk trene binip onların yaşadığı şehre gitti. Onlar da bilmiyorlardı. Koca adam ağlamaya başladı. O zaman Ersoy Bey dayanamadı. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

– “Abi sen bu çocuğu bulsan okutacak mısın?” – “Tek bulayım, okuturum. Ne isterse yaparım.” – “O zaman ablanın yaşadığı …….’e git. Oğlun orada. Halim hemen okula yazdırılmıştı. Babası ulaştığında okuldaydı. Hemen okula gidip aldılar onu. Öğretmen okulu müdürü anlayışlı biriydi. Hikayeyi duyunda kayıtta zorluk çıkarmadı. Halim, iyi bir öğretmen oldu. Trenler geçen kasabada öğrencilerine ışık oldu. Yanlış trenden indirip doğru trene binmesine vesile olanlara teşekkür ziyaretlerine gitti her yıl. Bazen yanlış trene biner insanlar, bazen de yanlış trende oldukları sanısına kapılırlar. Oysa kompartımanlar bile önemlidir. Doğru insanla aynı kompartımandaysanız hayatınız değişir. Tıpkı deniz yıldızları gibi. Hani bir öykü vardı bilirsiniz. Sahilde bir adam koşuşturmakta, karaya vuran deniz yıldızlarını denize atmaktadır. Onu gören biri ne yaptığını sorar. Adam söyler ne yatığını. “Ama binlerce var. Ne değişir ki?” deyince “Denize attıklarımın hayatı değişiyor” der. Telefondaki ses: - “Amca yarın evleniyorum. Sizin nikah şahidim olmanızı istiyorum.” deyince “Peki” dedim. Aslında daha yeni arkadaş olup ciddi bir karar almadan tanıştırmıştı beni onunla. Sonra da onayımı almıştı. Oğlan, efendi biriydi. Mesleği de iyiydi. “Olur” demiştim. Ev sahibinin beşinci kızıydı Gül. Yakın bir ilçede oturuyordu ev sahibimiz. Israrlarına dayanamayıp ziyarete gitmiştik. Altı kızı varmış. Kendisi de eşi de kızları da çok cana yakın insanlardı. Kızların hiçbirini okutmamış. Yani ilkokulu bitirmelerini yeterli görmüş. Beş numara ve altı numara henüz ilkokula devam ediyorlardı. Kızları okutmamakla yanlış yaptığını, hiç değilse son iki kıza şans vermesini söyledim. Eşi de kendisi de ikna oldular. Gül, Anadolu Lisesi sınavını kazandı ve başladı. Ertesi yıl küçüğü Esme de aynı okulu kazandı. Zaman zaman okullarına gidip öğretmenleriyle ve müdürleriyle görüştüm. Çalışkan ve başarılı kızlardı. Baba da heveslenmişti ve durumdan hoşnuttu. Büyük kıza bir delikanlının askıntı olduğunu duyunca takmış tabancayı beline, oğlanı bulup dayamış kafasına. Bir daha kim yanaşır kızlara. Lise bitti. Büyük kız eğitim fakültesini kazandığını söylediğinde çok sevindim. Küçük kız PDR okumaya başladı. İlk KPSS’de yüksek puan alıp atandığında yanıma geldi Gül sevinçle. Her şeyi bana borçlu olduğunu biliyordu. Küçük kız Fransa’ya gitmeyi kafasına koyunca dil öğrenmeye başladı. Bunlar bir ilçede yaşayıp çiftçilikle geçinen bir aile için çok

önemli şeylerdi. Nikaha gittim. Beni herkesle hayatını kurtaran kişi olarak tanıştırdı. Nikah defterine imza atarken kendimi çok mutlu hissettim. Gül telefon edip doktoraya başladığını bildirdiği zaman da çok sevindim. En son bana doktora tezinin ön sözünü gönderdi. Uzun teşekkür cümleleri vardı. Şimdi, o sahil kentinde okul müdürü olarak çalışıyor. Trenin yolunu makasçılar belirler. Makasçının çevirdiği kol bir vagonu yıllarca aynı yerde tutacağı gibi uzaklara çok uzaklara da götürebilir. Hatta o tren uçan trene düşebilir. Koşun sahillerde deniz yıldızlarını fırlatın denize, değişsin yaşamları. Bazen hafif bir dokunuş yeter. O alkolik bir babanın en küçük oğluydu. Her akşam anneye şiddet uygulanırken kenarda üzüntüden ve korkudan titrerdi. Babasına olan öfkesi okul arkadaşlarına patlak veriyor, kavga ediyor, yanlış hareketler sergiliyordu. Kızların beden eğitimi dersi için kıyafet değiştirdikleri sırada sınıfa dalmış. Disipline verilecekti. “Ben konuşur çözerim” dedim. Konuştum, söz verdi. Aradan çok zaman geçmeden kızlar tuvaletine dalmış. Rahatsız etmiş. Okuldan atacaklardı. “Benim sosyolog arkadaşım var. Ona götüreyim” dedim. Randevu aldım. Birlikte gittik. Ben dışarda beklerken arkadaşım konuştu. Nasıl bir değişim oldu inanamadım. Bir daha öyle bir yanlış olmadı. O şimdi bir lisede edebiyat öğretmeni ve yönetici. Demek ki bazen hafif bir dokunuş yetiyor. O halde dokunmalı birilerine. Hele günümüzde o kadar dokunulacak kişi var ki… ÇYDD’nin efsane kurucu ve başkanı sevgili Türkan Saylan’ bu konuda saygı ile anmamak mümkün değil. Işıklar içinde uyusun. Deniz Yıldızları projesi de onundu. Son dokunucu Haluk Levent. Her yere yetişiyor. Ne iyi yapıyor… Sizin de dokunanlardan olmanız umuduyla…



KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

10

Denizli Bilnet Anadolu Lisesi’nde kayıtlar devam ediyor… Her yıl üniversiteyi kazanma ve hayata hazır hale gelme koşullarının zorlaştığı bir dönemde bir değil birçok fark yaratmak gerekir.

Peki biz “Neden Farklıyız ?” n “Lise” olarak sadece farklı bir binada değil bambaşka bir kampüste eğitim – öğretim faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. n Yayınlarımız ve müfredatımız “Kazandıran” ifadesiyle özdeşleşen “BİLFEN” güvencesi altındadır. n Alışılagelmiş ve geleneksel “Okul Yöneticisi ve Rehberlik Birimi”nin yerine çağa uygun ve ilerlemeyi hedef alan “Eğitim Liderleri, Uzman Akademik ve Psikolojik Danışman” anlayışını benimsiyoruz. n “Akademik Başarı” için sınav gerçeğini yadsımadan tüm öğretim tasarımını buna göre düzenleyen bir “Okul” modeli. n Hedefe ulaşmanın önkoşulu olan “Disiplin”i faaliyetlerinin temel taşları arasına alan bir “Okul” modeli. n Geleneksel sınıf ve öğrenme yöntemleri ile beraber inovatif öğrenme alanları oluşturarak, bu ortamlarda hareket etmeye, grup çalışmasına, beraberce öğrenmeye, üretmeye, tasarlamaya uygun, teknoloji entegrasyonu sağlanmış alanlar tasarlıyoruz. n Yoğun bir sınav takvimine sahip olmakla birlikte; buradaki farkımızı tüm Türkiye’yi kapsayan Ulusal Deneme Sınavları ortaya çıkarıyoruz. n Okulumuza kaydolacak her öğrenci için “Okula Kabul” ve “Düzey Belirleme” sınavlarını ayrıca yaparak her öğrencinin uygun seviye sınıfında öğretim görmesini sağlıyoruz. n Öğretmen seçiminde sıkı bir sürece sahibiz. Gerekli tecrübe şartlarını, olumlu örnek ders anlatım sürecini tamamladıktan sonra “Bilfen Öğretmen Kabul Yeterlilik Sınavı”nı üst düzeyde geçmek. n Haftasonu ile sınırlı kalmayan haftaiçi de saat 19:00’a kadar süren soru çözüm saatleriyle “Öğrenciye Açık Okul”. n Yabancı Dil Eğitimine büyük bir önem veren okulumuzda amacımız, öğrencilerimizin akademik olarak gelişim sağlamaları yanında ulusal platformlarda kendilerini rahatlıkla ifade edebilecekleri ve uluslararası sınavlarda (TOEFL & IELTS) başarı gösterebilecek, akademik çalışmalarını yabancı dilde sürdürebilecekleri bir dünya bireyi olarak yetişmelerini sağlamak. n Her öğrencinin farklı bir öğrenme stili vardır. Bu gerçekten yola çıkarak her öğrenci için özel çalışma programları oluşturan, birebir akademik ve sosyal gelişime dair takibi sağlayan “Etkin Rehberlik ve Danışmanlık Sistemi. n Akademik danışmanlarımızın öğrencinin hem akademik hem sosyal gelişimini sık ve düzenli aralıklarla veli ile paylaşmasını sağlıyoruz. n İnteraktif sistemlerin kullanımı ile öğrenci takibi ve veli bilgilendirmesini sadece okul içinde değil okul dışında da gerçekleştiriyoruz. n “Her Açıdan Ulaşılabilirlik” Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0



DİDEM SARACEL KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

12

OLMAK YA DA OLMAMAK İŞTE BÜTÜN MESELE BU!

hakespeare’in 1599-1601 yılları arasında yazdığı ünlü oyunu Hamlet’ten günümüze ulaşan bu meşhur cümle 400 yılı aşkın bir sürece imzasını atmıştır. Shakespeare’in Hamlet’in ağzından söyledikleri de tüm dünyada yüzyıllardır yankılanıyor. “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!”

S

Ortaçağ toplumunu çağdaş toplumdan ayıran özellik, ortaçağ toplumunda bireysel özgürlüğün bulunmayışıydı. Günümüz toplumlarında ise sanal gerçeklik ile ayrı bir boyut kazanmış idare şekilleri oluşmuştur. Realite (gerçekler) ile olgular örtüşmemektedir. Danimarka Prensi Hamlet’in Tragedyası’nda belirtildiği gibi insan karmaşık bir varlıktır. İyiliği, kötülüğü, sevinci, kederi pek çok farklı his ve duyguyu aynı anda içinde bulundurabilir. Aynı maddeler gibi. Yeryüzündeki maddeler, metaller (metalik özellik gösteren) ve ametaller (metalik özellik göstermeyen) olarak ayrılsa da her bir madde belli oranlarda metalik özellik ve ametalik özellik gösterir. Hiçbir madde yüzde yüz metal ya da ametal değildir. İnsanlar da yüz de yüz iyi ya da yüzde yüz kötü yaradılışlı değillerdir. Bununla birlikte iyi bir insan olmaya çalışmak ise tamamen kişinin tercihidir. Hamlet’in yazıldığı 16. yüzyıldaki insan olgusu günümüzde de aynı özellikleri göstermektedir. “İnsan, insan mıdır? Yalnızca yiyip, içmek ve uyumakla geçiyorsa hayatı” ile günümüzde ne suya ne de sabuna dokunarak yaşayan insanlara seslenmiştir Shakespeare Hamlet’in ağzından. Bizler, bu insanları iyi insan olarak mı sınıflandırmalıyız? Peki o zaman kötü kimdir? Kötü kişileri sanıyorum en genel şekilde vicdan yoksunu kişiler olarak tanımlayabiliriz. Hamlet’in

ARALIK 2019 - OCAK 2020

ağzından ifade edecek olursak; “Kendi içindeki dikenler kanatsın yüreğini” dizesinden vicdan sahibi olan kişilerin kötülük yapsalar da bundan acı duyacakları anlaşılmaktadır. 2020’ye maalesef acı ve gözyaşı içerisinde girdik. Hırs, kin, öfke sarmış dünyamızı. Bu dünya ki belki de evrenin en güzel gezegenidir. Uzayda dönerken kuş cıvıltılarına benzer sesler çıkaran ve uzaydan bakılınca masmavi renkte görünen bir gezegende yaşamaktayız. Olmak ya da olamamak işte bütün mesele bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel? Zalim kaderin yumruklarına, oklarına Yoksa direnip bela denizlerine karşı Dur, yeter demesi mi? Kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine, Sevginin kepaze edilmesine, Kanunların bu kadar yavaş, Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine, Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi. Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini, Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar. Hepimizin içinde kötülüğe ait duygular vardır ancak iyi bir insan olmaya gayret etmek, çabalamaktır önemli olan. Bunun için vicdanımız kutup yıldızı gibi bize yol gösterecektir. Bırakın gülün dikenleri gibi pişmanlıklarınız batsın, kanatsın yüreğinizi. Bunlar kötülüğün merhemleridir. Bilinç böyle korkak ediyor bizleri. Kötülüğe seyirci kalmakta vicdansızlıktır. Oysaki önünde sonunda ölüm kollarını açmış bekliyor bizleri. Belki el ele verirsek herkes için daha yaşanılır bir dünya oluşturabiliriz. Mutlu yarınlar için vicdanının sesini dinle, kötülüğe dur de.







ARAMIZDA DAĞLAR VARMIŞ GİBİ

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

S AVA Ş Ü N L Ü

18

A

cı olan da bu, yakınımda, yanı başımda ama göremiyorum. Sesini duyacağım seslense, benden çok uzaktaymış gibi.

Soluk alıp verişlerini duyumsuyorum. Nefesi yanık yanık karanfil kokuyor. Burnuma dek ulaşıyor, kahreden de o işte. Oysa düşlerim öyle büyük de değildi. Gündüz işlerini halledecekti. Geceler bizim olacaktı. Koluna girecek, uzun parmaklı ellerini tutacaktım. Temmuz ayının sıcağına inat daha bir sokulacaktım yanına. Onun sıcaklığı farklıydı. Ne terletir, ne de bunaltırdı.

saatlerce yürüyorum. Gittiğin pizzacıya uğruyorum. Kahve zincirinin önünde, yakınında devriye geziyorum. Yoksun gelmiyorsun. Zor durumda olduğunu çok iyi biliyorum, benimkisi boş bir heves, belki gelirsin. Oysa çok iyi biliyorum ki gelmeden önce arayıp gönlümde çiçekler açtıran sesinle şöyle diyeceksin. -Müjdemi isterim, zor da olsa bir şey uydurup çıktım, geliyorum. Bunu duymak için neler vermezdim neler yaşantımın gülen yazı melek yüzlüm. İşte o zaman İstanbul’un altını üstüne getire-

cektik. Yaz sıcağına inat yine koluna girecektim. Ellerini tutacak, ılık nefesinin esintileriyle kendime gelecektim. Daha bir gün önce altı sözcüklü mesajına bu kaçıncı bakışım. “sana sevgim de saygım da sonsuz.” Bırak ben sana saygı duyayım, sonsuz saygım olduğunu çok iyi biliyorsun. Beni sev diyeceğim, ondan eminim. Bırak ben seni sonsuz seveyim, seveyim, öyle seveyim ki evren böyle sevgi görmemiş olsun. Bunları niye düşünüyorum ki sevdiğimi biliyorsun. Yerini hiçbir şey tutmuyor. Sensiz her şey boş, dünya ıssız, kimsesiz çocuk gibi boynum bükük…

Boğaz üstünde yıldızları sayacaktık. Sıra Haliç’e gelecekti. Kayan yıldızlar altında dikleler tutacaktık. Oysa şimdi tek dileğim beş dakika da olsa melek yüzünü görebilmek. Ne yaman bir şey yanı başındaki ayrılık. Baktığım her yerde onun büyülü silueti. Gülen gözleriyle yarışan gülen yüzü. Çocuksu kara gözleri, onları bir set gibi üstten koruyan kalın kaşları. Gün batarken Boğaz’da rakı kadehlerimizi güzelliğe tokuşturacaktık. Şarkı söyler gibi konuşacaktı. Yeryüzünün en özgün ezgisini dinleyecektim onu dinlerken. Konuşmam güzel değil, derken kendini yalanlayacaktı ağzından yüreğime işleyen her sözcük. Ben de kulaklarına sevda dizeleri fısıldayacaktım. Eksiği var dizelerin, seni görmeden yazılırsa böyle olur, diyecektim. Çarşı içinde bir aşağı bir yukarı yürüyecektik. Tüm mekânlar gülümseyecekti bizlere. Kaldırım taşları kalkıp kalıp bakacaklardı sana. Nerem güzel diyecektin kulağıma fısıldarcasına. Fısıldamandan başlayalım mı, diyecektim. Tüm yalan dolan sevdalar inat, gerçeğini yaşayacaktık. Bizim sevdamız aşkımsız, canımsız olacaktı ama en gerçeğinden. Nasıl da gözümde gönlümde tütüyorsun. Alıcı kuşların av peşinde koşarken döndüğü gibi dönüyorum. Benim sevdam av değil, sensin. Çaresizlik ne kötü. Geçtiğin yollarda

ARALIK 2019 - OCAK 2020

... Oysa seni nasıl da dilemiştim. Görmek istiyordum. Görüşme zamanı da geçmişti. Sadece kokunu içime çekmek, ayak izlerini görmek için oralarda dolaşıyordum. Serap çöllerde görülürmüş. Hayır gördüğüm serap değil, sendin...


Her yere sinmişsin. Ufka bakıyorum iri kara gözlerin, kalın kaşların. Gökyüzüne bakıyorum gülümseyen ayın on dördü gibi yüzün. Esintiler kahkahalarınla çınlıyor. Kokun sinmiş her yana. Bana sen lazımsın, çok yakınımdasın, beni kahreden o yakınlığa ulaşamamak. Yüreğimde olmam da bir şey ifade etmiyor. Seni istiyorum seni… Bazen insanın burnunda tüter özlediği. İki gün önce gece yarısına dek birlikteydik. Boğaz’dan esen rüzgâr altında sıcacıktı dostluğumuz. Araya bir gün girdi. Yine depreşti görme isteğim. Kaymakamlığın önünde buluşacaktık. Bir türlü iletişim kuramamıştık. Hatlardaki arıza yüzünden. İnternet de telefon da çalışmıyordu. Oysa seni nasıl da dilemiştim. Görmek istiyordum. Görüşme zamanı da geçmişti. Sadece kokunu içime çekmek, ayak izlerini görmek için oralarda dolaşıyordum. Serap çöllerde görülürmüş. Hayır gördüğüm serap değil, sendin. Yanında baban vardı. Yollar, kaldırımlar çiçeğe durmuştu. Baban da kibar insan. Yıllarca dış işlerinde üst düzey görevlerde bulunan birinden başka ne beklenebilir ki…tonton insanlar hep böyle sevecen mi olurlar? İzmir kökenli bir tatlıcıda oturduk. Kazandibi tatlısıyla ünlüydü o yer. İki kaşık alabildim, tatlılığın karşısında hiçbir şeyin tadı yoktu. Tatlıların içinde senden tatlısı yoktu bence…

duk, öte yandan da babanın görmesinden çekinmiyor değildim. Bıraksalar ünlü bir ressamın tablosunu izler gibi saatlerce izleyecektim. Senin kaçamak bakışların da gözümden kaçmıyor değildi. Ergen çocuklar gibi kaçamak bakışlarıyla bakarken birbirimize, her bakışında dünyanın yeni baştan yaratıldığını anlıyor, bundan mutlu oluyordum. O mutluluk sende de vardı. Önce kavuşmak, sonra bakışmak koşullar gereği dünyanın en güzel işiydi… Bir iki saat sonra gidecektiniz. Belki bir gün, iki gün seni göremeyecektim. Bir insan nasıl böyle sevilir, anlam veremiyordum. Sensizlik nasıl anlatılır ki usta şair Ahmet Arif’in dizesi imdadıma yetişiyordu. -Yokluğun, cehennemim öbür adıdır…

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Seninle kahkaha atmayı seviyorum. Bir iki güzel söz söylediğimde abartma lütfen deyişine bayılıyorum. Siyah gözlerinin derinliğinde yitip gitmeyi nasıl da özledim birkaç gündür. Yanaklarındaki gamzelerin obruğunda derinlere dalmayı, oradan yüreğine ulaşmayı sevdiğim kadar seni de çok seviyorum.

19

Seni görmüştüm ya, yemenin içmenin önemi yoktu. İri gözlerinle göz göze geliyor-

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


KESİNTİSİZ EĞLENCENİN EN ŞIK ADRESİ

20

Denizli’nin en seçkin marka mekanlarının başında hiç kuşku yok ki Downtown House geliyor. Şehrimizin gece ve eğlence hayatının önemli adreslerinden olan Downtown House, akşamları dışarı çıkıp nezih bir ortamda hem müzik dinleyip hem de dünya mutfaklarından eşsiz lezzetleri deneyimleyebileceğiniz nadir yerlerden biri.

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


ÇARŞAMBA CUMA CUMARTESİ CANLI MÜZİK Yaklaşık 4 yıldır hizmet veren mekan, stage (sahne) ve house kısımlarından oluşuyor. 300 kişilik sahne kısmında özellikle öğrenciler haftanın altı günü DJ performanslarıyla eğlencenin zirvesini yaşıyor. Akşam saat 22.00’da kapılarını açan stage’de eğlence gecenin geç saatlerine kadar devam ediyor. Yaklaşık 250 kişilik kapasiteye sahip house kısmında çarşamba ve cuma

günleri; stage kısmında ise cumartesi günleri farklı gruplar canlı müzik performanslarıyla müzik severlerle buluşuyor. Downtown House’un sürpriz müzik gruplarını ve sahne etkinliklerini downtownhousetr instagram hesabından da takip etmeniz mümkün. Bİ’DÜNYA LEZZET DOWNTOWN HOUSE’DA Downtown’un mutfağı özellikle yemekten ve şaraptan anlayanlar için eşsiz lezzetler sunuyor. Kahvaltı dahil dünyanın dört bir yanından birbirinden farklı lezzetleri menüsünde buluşturmayı başaran Downtown’da adeta yok yok diyebiliriz. Alkollü-alkolsüz içecekler, soğuk-sıcak içecekler, kokteyller başta olmak üzere çok sevilen makarnalar, pizzalar, sandviçler, hamburgerler, çorbalar, antreler, salatalar, ana yemekler ve tatlılar yemek yemeyi sevenler için eşsiz deneyimler sunuyor.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

H

aftanın her günü hizmet veren mekan, canlı müzik sahnelerinin yanı sıra özellikle gençlerin büyük ilgilisini çeken DJ performanslarıyla da adından söz ettiriyor. Downtown House, yeni yılda da etkileyici atmosferi, birbirinden lezzetli yemekleri, özel şarapları ve sahnesinde ağırladığı birbirinden değerli sanatçılarıyla fark yaratmaya devam edecek gibi görünüyor.

Dünya mutfağının eşsiz lezzetleri ve bitmek bilmeyen enerjisiyle vazgeçilmez mekan olan Downtown House, biriktirdiğiniz yeni anılara ev sahipliği yapıyor.

21

Rezervasyon Tel: 0 (533) 4997733

Forum Çamlık AVM, Mehmetçik Mah. Doğan Demircioğlu Cad. No:2, 20170 Pamukkale / DENİZLİ İnstagram: downtownhousetr

www.downtownhouse.com.tr E-mail: info@downtownhouse.com.tr

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


ÇALIŞMAK YA DA ÇALIŞMAMAK!

İŞTE BÜTÜN MESELE BU!

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Ünlü İngiliz şair William Shakespeare bir oyununda “Olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu” diye kült bir cümle kurmuş bundan yüzlerce yıl önce. Bu cümle kalıbı hemen her durumda kullanıldı. Biz de naçizane 8 Mart Dünya Kadınlar günü için uygun bulduk. “Çalışmak ya da çalışmamak! İşte bütün mesele bu!”

22

B

AŞARILI KADIN” KİMDİR? Günümüz koşullarında bir kadın iş hayatında yer almıyorsa anne ve eş olması yeterli görülmüyor. Çünkü kadınların iş hayatında var olması toplumsal hayattaki yerlerini de sağlamlaştırıyor. Ekonomik nedenlerden dolayı çalışmak zorunda olsun veya olmasın eğer bir kadın iş hayatında yok ise evdeki varlığı da sorgulanıyor ve hatta küçümseniyor. Özgeçmişinin en üstüne tam zamanlı anne ve eş yazması onu toplumsal hayatın kabul edeceği “başarılı kadın” yap-

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

mıyor. Çünkü annelik ya da eş olmak bir meslek olarak kabul görmüyor. Modern zaman kadınları iş hayatında yükselebilmek için kendi doğalarından ödün verip anne olmayı ya da evlenmeyi göz ardı etmek zorunda kalıyor. “Çocuk da yaparım kariyer de” söylemi kulağa hoş gelse de gerçek hayatta ne yazık ki geçerliliği olmayan hoş bir teselliden öteye geçemiyor. İş hayatında var olmaya çalışan kadın aynı zamanda anne ve eş olduğu durumlarda omuzlarındaki yükün ağırlığı, görev ve sorumluluklarının altında eziliyor. Başarılı bir iş insanı, iyi

bir anne, sevecen bir eş olmaya çalışan kadın sorumlulukları içinde kayboluyor ve en sonunda kendini unutuyor. Oysa herkes bilir ki kadın ailenin direğidir ve aileyi bir arada tutan da anneler yani kadınlardır. Sağlıklı bireyler yetiştirmek ailede başlar ve insanın ilk öğretmeni de annesidir. Mutlu, huzurlu ve özgüveni yüksek bir anne kendisi gibi mutlu, huzurlu ve özgüveni yüksek bireyler yetiştirir. Sağlıklı bireyler de sağlıklı toplumları oluşturur. Ailesi ya da yakın çevresi tarafından sürekli itilip kakılan, değersizleştirilen, aşağılanan, fiziksel ve psikolojik


8 MART KUTLAMA MI YOKSA PROTESTO MU? 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ya da diğer adıyla Dünya “Emekçi” Kadınlar Günü aslında nedir? Günümüzde büyük etkinliklerle kutlanan 8 Mart aslında bir protesto olabilir mi? 8 Mart’ın çıkış öyküsüne baktığımızda bunun bir protesto hareketi olduğunu görüyoruz. Şaşırtıcı değil mi? Dünya Kadınlar Günü 100 yılı aşkın süredir var olan bir hareket. Kökleri ise işçi hakları hareketlerine dayanıyor ve günümüzde Birleşmiş Milletler tarafından da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kabul ediliyor. Bugün neredeyse tüm dünyada ses getiren eylemlere sahne olan 8 Mart’ın tarihçesine kısaca bakalım: 8 Mart’ın tohumları 1908 yılında, New York’ta ağır şartlarda tekstilde çalışan 15 bin kadının daha kısa mesai süreleri, daha yüksek maaş ve seçme hakkı talep etmesiyle atıldı. Bir yıl sonra Amerika Sosyalist Partisi 8 Mart’ı Ulusal Kadınlar Günü ilan etti. Bu özel günü uluslararası hale getirme fikrini ortaya atan ilk kişi ise Clara Zetkin’dir. Zetkin, 1910 yılında Kopenhag’da toplanan Uluslararası Emekçi Kadınlar

Konferansı’nda Dünya Kadınlar Günü fikrini önerdi. Konferansa 17 farklı ülkeden katılan 100 kadın, bu öneriyi oybirliğiyle kabul etti. İlk uluslararası etkinlikler ise 1911’de, Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’de düzenlendi. Dünya Kadınlar Günü’nün resmiyet kazanması için ise onlarca yıl geçmesi gerekti. 1975’te Birleşmiş Milletler Dünya Kadınlar Günü’nü kabul etti ve her yıl için özel bir tema belirlemeye başladı. 1996’da belirlenen ilk tema “Geçmişi kutlamak, geleceği planlamak” şeklindeydi. Bu yılın teması ise; “Çalışma hayatını değiştiren kadınlar: 2030’a kadar eşitlik”. Dünya Kadınlar Günü’nde, kadınların toplum içerisinde, siyasette ve iş hayatında elde ettiği başarılar kutlanırken aynı zamanda 8 Mart’ın kökleri hala sesini duyuruyor. Kadınlar Günü’nde cinsiyet eşitsizlikleri vurgulanıyor ve protestolar düzenleniyor.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

şiddete maruz kalan kadınların benlikleri yok olur. Özgüveni yerle bir edilen kadınların sağlıklı bireyler yetiştirmesine imkan yoktur. Bu gerçeği aklımızdan çıkarmadan toplumun taşıyıcı kolonlarından biri olan kadınlara hak ettikleri değeri vermek zorundayız. Zira kadınların yok edildiği bir toplumun ayakta kalması ve varlığını sürdürmesi mümkün değildir.

NEDEN 8 MART? 8 Mart tarihinin özellikle seçilmesi gibi bir durum yok aslında. Zetkin’in aklında da özel bir tarih yoktu muhtemelen. Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1917’de Rus emekçi kadınlar “Ekmek ve barış istiyoruz” sloganlarıyla sokaklara çıkmıştı. Eylemlerin dördüncü gününde Rus Çarı tahttan indirildi. Kurulan geçici hükümet ise kadınlara seçme hakkı tanıdı. Rusya’daki kadın eylemlerinin başlangıcı, Jülyen takvimine göre 23 Şubat’tı. Dünya genelinde daha yaygın biçimde kullanılan Miladi (Gregoryen) takvimde bu tarih 8 Mart’a denk geliyordu.

23

Dünya Kadınlar Günü 100 yılı aşkın süredir var olan bir hareket. Kökleri ise işçi hakları hareketlerine dayanıyor ve günümüzde Birleşmiş Milletler tarafından da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kabul ediliyor.

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


Denizli’nin Adım Adım Yolları…

S

evgili okurlarım, 5 yıldır Denizlimizi adım adım ve toplu taşıma araçları ile geziyorum. Tahmini coğrafi olarak %50’sini gördüm. Sizlere, yerel yönetimlerde neler yapılabilir konusunda gördüklerimi ve fikirlerimi aktarmaya çalışacağım.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

FATMA H. SUBAŞI

Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehrin temizliği ve güvenliğinden sorumlu kişilere şehremini denilirdi, şu anda belediye başkanı anlamına geliyor. Belediye başkanı denildiğinde şehrin tamamından her konuda sorumlu kişi anlaşılır. Sorumluluk çok büyük; ilk sıralarda temizlik ve güvenlik gelmektedir. ‘Temizlik İmandan Gelir’, ‘Aslan Yattığı Yerden Belli Olur’ atasözlerine bakarsak başta halkımızın ve belediyemizin bu konuda duyarlı olmadığını görüyorum. Geçtiğimiz günlerde evimizin yakınında bulunan bir kafeden bir kadın çıktı, arabasına bindi, içerisinde ki sigara paketini yola attı. Otobüs durağında bekleyenler ve ben şok geçirdik. Şubat 2020, 4 gün sokağımızda çöpler toplanmadı. Belediyenin görevleri arasında; başta katı atıklar, sanayi atağı, tıbbi atıklar, geri dönüşüm atıkları… toplamak, imha etmek ve dönüşüme uygun yerlere götürmek gelmektedir. 2019 yerel yönetimler seçimlerinden sonra ilçemizde plastik, cam, kâğıt… atıkları toplamak için gelen kamyon artık gelmiyor.

24

Bayramyerinde veya Çınarda kalabalık ortamlarda sigara içenlerin yürürken sigara içmesi, içmeyenleri pasif içici yapması ve izmariti yere atması anlamadığım diğer konulardan biridir. Ceza ile çöplerin yere atılması önlenebilir. Yüreği güzel, aklı güzel, kendi güzel, pırıl pırıl üniversite öğrencilerimizin takıldığı kafelere giderek onları izlemek istedim. Bir yıl önce iki arkadaşım ile birlikte kampüse gittik; dumandan kafeye giremedik, çıktık diğerine, geri çıktık diğerine, derken sigara içilmeyen kafe bulamadık. Dünya Çin’deki virüsle sarsılıyor. Birçok hikâye var bu konuda detaylara girmek istemiyorum. Temiz olmayan ortamlarda bakteri, hastalık artar ve ölüme kadar gider. Bu güzel şehrimizde son iki yıldır 200 m de bir petshop açıldı. Biz seviyoruz kedi, köpek sahiplenmeyi, fakat her işimiz yarım… En iyi caddelerden birinde yaşıyorum. Temizlik anlamında en iyi olmalı diye bekliyorum. Fakat halkımız köpeğini gezdirirken elinde poşetle gezmediği için köpekler kaldırımları pisletiyor. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

Doğal taş traverten kaldırım taşının üzerinde köpeklerin pislikleri yürürken burnumun direğini sızlatıyor, az önce biri yanlışlıkla üzerine basmış, ayakkabı ile eve gidecek, kaza ile biri onun bastığı yere düşecek… Ayrıca belediyenin sokakta izin verdiği başı boş hayvanlarda aynı manzarayı gerçekleştiriyor. Aşırı duygu yüklü hayvan severlerimizde var; bizim sokağa birisi her gün arabaların tekerlerinin yanına, elektrik direklerinin yanına balık, et, mama yığınla döküp gidiyor. Hayvanlardan kalanlar sokağımızda kokuya ve kirliliğe sebep oluyor. Belediye bu hayvanlara sahip çıksa ve her türlü kirliliğe ceza kesse bu manzaralar olmaz diye düşünüyorum. Süpürmekle bu sokaklar temizlenmez. Eğitim ve öğretim şart. Milli Eğitim Müdürü, Emniyet Müdürü ve Belediye Başkanı birlikte çalışmalı. Temizlik dedik, güvenlik dedik sıra şehir planlamada. Şehir planı çok önemli. Nüfusa bağlı olarak büyükşehir olduk, çok eksiğimiz var; şehir merkezinde kanalizasyon olmayan mahalleler var. Geçmişe yönelik şehir planlaması neredeyse imkânsız. Öyle sokaklarımız var ki bırakın arabayı, ambulansı, çocuk arabası zor geçiyor. Eski binaları, eski hataları anladım, fakat anlamadığım eski binaların aralarına yeni evler yapılıyor. Onlarda yola sıfır. Çarpık yapılaşmaya dur demek gerekiyor. Yeni imar planlarında araba için park yeri zorunluluğu var, çok güzel, fakat park yeri yapmamak için belediyeden para ile izin alınıyor. Belediyeler yeni mahallelerin imar planını hazırlamalı, tüm alt yapısını bitirmeli daha sonra inşaat izni vermelidir. Şu anda inşaat bittikten sonra yol, su, elektrik, doğalgaz gelecek diye beklenmektedir. Doğalgaz konusu açılmışken bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Doğalgaz faturaları çok yüksek geldiği için çoğu mahallemizde kömür sobaları kuruldu, camı açıp nefes alamıyoruz, astım hastaları arttı. Tüm bu anlattığım çevre kirliliği, hava kirliliği… nedenlerden dolayı hastanelerde yer yok. Sevgili okurlarım, amacım şikâyet etmek değil, farkında olmamızı sağlamak, ne olur farkına varalım, duyarlı olalım. En yakımızda ki 10 kişiyi uyaralım. İlk olarak kendimizi sevelim, insanları sevelim hayvanları sevelim, doğayı sevelim. Yeşil, temiz, güvenli ve düzenli bir şehir için elimizi taşın altına koyalım, ‘Ben de Varım’ diyelim.


GOYA MİMARLIK Tel : 0 258 213 55 00

Kınıklı Mah. Çamlık Bulvarı No:48/C Pamukkale/ Denizli


“İNOVASYONUN STRATEJİK YÖNETİMİ” PROGRAMI GERÇEKLEŞTİRİLDİ

T KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

ürkiye’nin katma değerli ihracatının artırılması amacıyla Ar-Ge, inovasyon, tasarım ve markalaşma çalışmalarına odaklanan Türkiye İhracatçılar Meclisi tarafından yürütülmekte olan İnoSuit - İnovasyon Odaklı Mentorluk Programının, 2020 yılında düzenlenen bilgilendirme seminerleri turu Denizli’de devam etti. Denizli İhracatçılar Birliği ev sahipliğinde 12 Şubat 2020 Çarşamba günü düzenlenen toplantıda açılış konuşması yapan DENİB Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Memişoğlu’nun ardından İnoSuit Programı Akademik Danışmanı Dr. Merih Pasin, İnoSuit Programı sırasında firmaların, kurum-

sal inovasyon sistemleri kurgulayarak daha hızlı ve etkin İnovasyon yapma kapasitesini elde ettiklerine dikkat çekti. Katma değerli ve sürdürülebilir ihracat için İnovasyon kültürünün KOBİ’lerde kurumsal kimliğe dönüştürülmesi amacıyla yapılan İnoSuit Programının 2016 yılından bu yana 300’ün üzerinde firmanın başvurduğu bilgisini veren Pasin, “İnoSuit Programında yer alan firmalarımızın mentörlerimizle yaptıkları çalışma sonucu olarak, hem iş, hem ciro, hem de yüksek katma değerli ihracat yapma yetkinliklerinin arttığını dile getirerek, İnovasyon Proje Portföyü yönetimi, Stratejik Yetkinlik Yönetimi ve Teknoloji Yönetimi üzerinde çalışılan ana başlıklar ol-

duğunun altını çizdi. İnoSuit Programı Bilgilendirme Toplantısında, Kurumsal İnovasyon sistemi kurulumunda stratejik yaklaşımın önemi ve metotları katılım sağlayan firma temsilcileri, akademisyenler ve üniversite öğrencileriyle paylaşıldı. Ayrıca, İnosuit programı kapsamında bir firmanın mentorlüğünü yapan Doç. Dr. Ceren Göde, toplantıya katılan firma temsilcileriyle tecrübe paylaşımında bulundu. DENİB Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İbrahim Uzunoğlu ile DENİB Yönetim Kurulu üyesi Süreyya Çalışkan’nın da katılım sağladığı İnoSuit Bilgilendirme Toplantısı soru cevap bölümüyle tamamlandı.

26

GENÇ MUCİTLER YARIŞMASI PROTOKOL İMZA TÖRENİ DÜZENLENDİ Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

D

enizli ve Türkiye’de inovasyon bilinci oluşturmak, inovasyonu bir kültür haline getirmek, çocukların ve gençlerin düşünce aşamasında kalmış projelerini hayata geçirebilmek amacıyla düzenlenen ve ilki 2015 yılında gerçekleştirilen Genç Mucitler Aranıyor İnovatif Fikirler Yarışması’nın 2020 yılındaki yolculuğu başladı. Denizli Valisi Hasan Karahan’ın himayelerinde, Denizli İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Denizli İhracatçılar Birliği işbirliğinde 5. Genç Mucitler Aranıyor İnovatif Fikirler Yarışması’nın protokol imza töreni İl Milli Eğitim Müdürü Mahmut Oğuz, Denizli İhracatçılar Birliği Başkanı Hüseyin Memişoğlu ve Genç Mucitler Yarışması Komite Başkanı Bekir Serdar Mutlubaş’ın katılımlarıyla 15 Ocak 2020 tarihinde Denizli Valiliği’nde yapıldı.

DENİB İNOVASYON BİLİNCİ OLUŞTURMAYA ÇALIŞIYOR Denizli İhracatçılar Birliği 2015 yılından bu yana Genç Mucitler Aranıyor İnovatif Fikirler Yarışması’nı düzenliyor. Rekabet ortamının her geçen gün daha yoğun hale geldiği ticaret ekosisteminde, farklılığı sunabilenler başarıyı yakalıyor. Tam da bu noktada, inovasyonun önemi daha çok anlaşılıyor. İnovasyon temel olarak yaratıcı düşünceden başlasa da, sadece düşünmek her zaman yetmeyebiliyor. Fikir aşamasından sonra harekete geçebilmek ve yol alabilmek eskiye kıyasla çok daha fazla önem arz ediyor. Bu fikirden hareketle yola çıkan ve inovasyon bilinci oluşturmak amacıyla bugüne kadar dört farklı Genç Mucitler Aranıyor İnovatif Fikirler Yarışması düzenleyen DENİB, bu yarışmalar kapsamında yaklaşık


D

enizli İhracatçılar Birliği ev sahipliğinde ve Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği işbirliği ile yapılan “Kurumsal Yönetim ile Şirketinizi Nasıl Geleceğe Taşırsınız?” paneli, 05 Şubat 2020 Çarşamba günü 13.30-16.00 saatleri arasında düzenlendi. Panelin açılış konuşmalarını DENİB Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Memişoğlu ile TKYD Yönetim Kurulu Başkanı Feyyaz Ünal yaptı. DENİB Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen toplantıya; TKYD Başkanı ve BATIÇİM İcra Kurulu Üyesi Feyyaz Ünal, TKYD Yönetim Kurulu Üyeleri Dr. Burak Koçer ve Ozan Altan katılım sağladı ve kurumsal yönetim süreçlerine ilişkin bilgi ve tecrübe paylaşımında bulunuldu.

doğru yönetim kurulu nasıl oluşturulur, iyi kurumsal yönetim uygulaması olan şirketler kendilerini nasıl ayrıştırıyor, yatırımcılar şirketlerde kurumsal yönetim açısından ne gibi kavramlar var, profesyonel yönetim, aile fertlerinin şirkette yönetici olması, bağımsız YK üyesi gibi konularda bilgiler verildi. Panel, soru-cevap bölümüyle sonlandırıldı.

Denizlili sanayicilerin ve ihracatçıların yoğun ilgi gösterdiği panelde; kurumsal yönetim ile şirketleri geleceğe taşımanın önemi, kurumsal yönetim yöntemle, halka kapalı şirketlerde en temel sorunlar, aile şirketlerinde kurumsal yönetim açısından özel dinamikler,

5.000 başvuru aldı. 2020 yılındaki yarışma kapsamında 1.500’ün üzerinde başvuru bekleniyor. “İLERİDE BEN DE İHRACATÇI OLACAĞIM” FİKRİNİ ÇOK ÖNEMSİYORUZ Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan DENİB Başkanı Hüseyin Memişoğlu, genç yaşlarda ortaya çıkan inovasyon bilincinin ve ileride ben de ihracatçı olacağım düşüncesinin çok önemsediklerinin altını çizerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Genç Mucitler Yarışması ülkemiz ihracatı adına önemli bir proje. Çünkü ihracatı artırmanın yollarından biri de yeni ihracatçılar kazanabilmek. Bu yarışma sayesinde çocuklarımızda ve gençlerimizde inovasyon bilinci oluşuyor, erken yaşlarda “İleride ben de

ihracatçı olacağım” fikrinin tohumları ekiliyor. Öte yandan, gençlerimizin farklı fikirlerinin hem kendi gelecekleri hem de ülkemizin geleceği için anlamlı olduğunu düşünüyoruz. Düşünce aşamasında kalmış projelerin bir adım öteye gitmesi ve hayata geçirilebilmesi fikrini çok önemsiyoruz. Geçtiğimiz seneki yarışmamızda 1.200 başvuru almıştık. Bu rakam 1.200 farklı eve konuk olduk, 1.200 ailenin heyecanını paylaştık demek. 2020 yılında başvuruların daha da artmasını bekliyoruz. Yarışmanın gerçekleştirilmesi noktasında desteklerini esirgemeyen Denizli Valimiz Sayın Hasan Karahan’a ve Denizli İl Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Mahmut Oğuz’a da çok teşekkür etmek istiyorum.”

“Kurumsal Yönetim ile Şirketinizi Nasıl Geleceğe Taşırsınız?” paneli, 05 Şubat 2020 Çarşamba günü 13.30-16.00 saatleri arasında düzenlendi.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

“KURUMSAL YÖNETİM İLE ŞİRKETİNİZİ NASIL GELECEĞE TAŞIRSINIZ?” PANELİ DENİB EV SAHİPLİĞİNDE GERÇEKLEŞTİRİLDİ

27


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

28

L A R A F O R M S PA’ D A

İ Z İ N İ D KEN ! N I T R A ŞIM

GELİN HAMAMI KEYFİ Gelin hamamı, Osmanlı’dan itibaren günümüze kadar ulaşmış en sevilen geleneklerden bir tanesidir. İşte bu hoş ritüel, özellikle son yıllarda daha da popüler bir hal aldı. Eski zamanlarda bu geleneğin amacı sadece gelin adayını inceleme de olsa; gelin hamamı şimdilerde düğün öncesi stresi atmak ve eğlenceli vakit geçirmek için düzenlenen bir organizasyon haline geldi. Hamam keyfini layığıyla yaşamanız için size bu hizmeti en kaliteli haliyle sunabilecek bir yerde gerçekleştirmeniz gerekiyor. İşte Lara Form SPA, size gelin hamamı konusunda pek çok farklı hizmet sunuyor.

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

BAY VE BAYANLAR İÇİN AYRI SAATLERDE REZERVASYON YAPILIR

29

Geline ve misafirlere geleneksel kese köpük hizmetinin yanı sıra, çok özel imkanlarda sunuluyor. Gelin adaylarını ve misafirleri girişte taze meyve ve kuruyemişlerden oluşan bir tepsiyle karşılanıyor. Hamam sefasında detoks etkili şerbetler, hamam sonrasında ise adaçayı ve lavanta kolonyası ikram ediliyor. Eğlence için getirilen ikramlar misafirlere açık büfe şeklinde sunuluyor.

Rezervasyon: 0258 263 63 22 | 0530 942 57 57 Altıntop Mh. 1593 Sk. No: 4/1 Çaybaşı-DENİZLİ

ŞUBA

MERKEZ

Siz de gelin hamamı, kına gecesi, bekarlığa veda partisi gibi organizasyonlarınızı Lara Form SPA’da gönül rahatlığıyla gerçekleştirebilirsiniz.

Rezervasyon: 0258 241 10 11 | 0532 064 35 11 Grand Denizli Hotel Saraylar Mh. Cumhuriyet Cd. No:6 Denizli Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


Ayasofya’nın DÜNYA HARİKASI

EFSANELERLE DOLU HİKAYESİ

Doğu Roma İmparatorluğunun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilise olup aynı yerde üç kez inşa edilen ve “Kutsal Bilgelik” anlamına gelen Ayasofya, V. yüzyıldan itibaren Bizans İmparatorluğu boyunca hükümdarların taç giydiği, başkentin en büyük kilisesi sıfatıyla katedral işlevi görmüş. çüncü Ayasofya KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Daha önce aynı yerde yapılan ve çeşitli etkenlerle yıkılan iki kiliseden sonra günümüz Ayasofya’sı İmparator Justinianos (527-565) tarafından dönemin iki önemli mimarı olan Miletoslu (Milet) İsidoros ile Trallesli (Aydın) Anthemios’a yaptırılmıştır. Tarihçi Prokopios’un aktardığına göre, 23 Şubat 532 yılında başlayan inşaat, 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmış ve kilise 27 Aralık 537 yılında törenle ibadete açılmış. En güzel mimari parçalarla süslenmiş İmparator Justinianos Ayasofya’nın

30

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

daha görkemli ve gösterişli olması için, kendine bağlı tüm eyaletlere haber göndererek, en güzel mimari parçaların Ayasofya’da kullanılması için toplatılmasını emretmiş. Bu yapıda kullanılan sütun ve mermerler; Aspendos, Efes, Baalbek, Tarsus gibi Anadolu ve Suriye’deki antik şehir kalıntılarından getirilmiş.

Altın ve gümüşten mozaikler Ayasofya’nın mermer kaplı duvarları dışındaki tüm yüzeyler birbirinden güzel mozaiklerle süslenmişti. Mozaiklerin yapımında altın, gümüş, cam, pişmiş toprak ve renkli taşlardan oluşan malzemeler kullanılmıştı.


İstanbul IV. Haçlı Seferi sırasında, 1204-1261 yılları arasında Latinler tarafından işgal edilince gerek kent, gerekse Ayasofya yağmalanmış ve oldukça harap bir duruma gelmişti. 1261 yılında Doğu Roma İmparatorluğu kenti tekrar ele geçirdiğinde, Ayasofya da yeniden elden geçirilip tamir edilmişti. İstanbul’un Fethi ve cami olan Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed’in 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle camiye çevrilmiştir. Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile birlikte cami olarak varlığını sürdürmüştür. Kilise olan Ayasofya, 1453’te camiye dönüştürüldüğünde Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet’in gösterdiği büyük hoşgörüyle mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş, içermeyenler ise olduğu gibi bırakılmıştır, yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. Mimar Sinan‘ın minareler yapıldığı tarihten itibaren çeşitli depremlerden zarar gören yapıya, hem Doğu Roma, hem de Osmanlı Dönemi’nde destek amacıyla payandalar yapılmıştır. Mimar Sinan tarafından yapılan minareler ise aynı zamanda yapıda

destekleyici payanda işlevi görmüştür.

Camiden müzeye

Osmanlı Dönemi’nde, 16. ve 17. yüzyıllarda, Ayasofya’nın içine mihraplar, minber, müezzin mahfilleri, vaaz kürsüsü ve maksureler eklenmiştir. Ayasofya Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiş ve 1 Şubat 1935’te müze olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır.

Bir baş yapıt

Yüz yıllar boyunca ayakta duran bu yapı, sanat tarihi ve mimarlık dünyasının baş yapıtları arasında yer almış ve büyük kubbesiyle Bizans mimarisinin bir simgesi olmuştur. İmparator Justinianos, bir gün Ayasofya’nın inşaat sahasındayken, bu mabede ne isim vereceğini düşünüyormuş. O anda oradan geçmekte olan bir kişi inşaata bakmış ve “Ayasofya” diye bağırmış. İmparator bunu duyunca çok etkilenmiş ve mabedin ismi böylece Ayasofya olmuş.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Yağmalanan Ayasofya

Binanın adındaki “sofya” kelimesi eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki “sophos” sözcüğünden gelmektedir. Dolayısıyla “Aya Sofya” adı “Kutsal Bilgelik” ya da “İlahi Bilgelik” anlamına gelmekte olup, Ortodoksluk mezhebinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır.

31

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


BiR SÖZÜNÜ DAHA TUTTU KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Denizli Ticaret Odası (DTO) Çivril Temsilciği, protokol üyelerinin de yer aldığı kalabalık bir katılımla açıldı. 100 bin kişinin yaşadığı bir bölgede bulunan üyelerinin odalarından aldıkları hizmetlere, bundan sonra şehir merkezine kadar gitmeden temsilciliklerinden ulaşabileceklerinin altını çizen DTO Başkanı Uğur Erdoğan, “Göreve geldiğimiz günden bu yana, öncelikli hedefimiz, üyelerimizin ihtiyaç duydukları hizmet ile bilgiye, en kolay ve en hızlı yoldan ulaşmasını sağlamak oldu. Hizmetimizi Baklan, Bekilli, Çal ve Çivril’deki üyelerimizin ayağına getirdik. Çivril İlçe Temsilciliğimiz, hayırlı ve uğurlu olsun.” dedi.

32

DTO BAŞKANI ERDOĞAN: “HİZMETİMİZİ BAKLAN, BEKİLLİ, ÇAL VE ÇİVRİL’DEKİ ÜYELERİMİZİN AYAĞINA GETİRDİK” DTO Çivril Temsilciği, törenle açıldı. Başkan Erdoğan, törende yaptığı açış konuşmasında, en iyi ve en hızlı hizmeti vermek için her geçen gün yeni bir adım daha attıklarına dikkat çekti. Başkan Erdoğan, “18 bin üyemiz, şehrimizdeki ticaret erbabımız, sanayici ve ihracatçımız, üretici ve imalatçımız için Denizli Ticaret Odamızda var gücümüzle çalışıyoruz. Göreve geldiğimiz günden bu yana öncelikli hedefimiz, üyelerimizin ihtiyaç duydukları hizmet ile bilgiye, en kolay ve en hızlı yoldan ulaşmasını sağlamak oldu. Bugün, bunlardan birini daha hayata geçiriyoruz. Hizmetimizi Baklan, Bekilli, Çal ve Çivril’deki üyelerimizin ayağına getirdik. Odamızda verdiğimiz hizmetleri, bundan sonra buradan alacaksınız… Oda tescili ve belgeleri, kayıt sureti, faaliyet bilgisi, sigorta acenteliği, K belgesi, sayısal takograf işlemleri, kapasite ve ekspertiz raporu, yerli malı belgesi, iş makinaları tescili işlemlerini, dış ticaret işlemlerinizi bundan sonra Çivril temsilciliğimizde yaptırabileceksiniz.” dedi. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

BAŞKAN ERDOĞAN: “BU YIL, 17 ULUSLARARASI FUAR İÇİN ÇAĞRIYA ÇIKTIK” Bugüne kadar hep “Ticaret Odası’nın üyelerine faydası ne olur?” düşüncesiyle hareket ettiklerini ifade eden Başkan Erdoğan, “Üyelerimizi KOSGEB desteğiyle, yurt dışı fuarlar ve ikili iş görüşmelerine, yurt içindeki fuar, inceleme ve iş gezilerine götürdük. Geçen yıl, 528 firmamıza bu yönde katkı sağlayarak, üretim, ihracat

ve istihdamını artırmasını destekledik. Bu yıl da 17 uluslararası fuar için çağrıya çıktık; üyelerimizi yine bu büyük organizasyonlara götüreceğiz. Sizler de başvuruda bulunabilirsiniz. Denizli Ticaret Odası olarak, ayrıca Türkiye’nin dört bir tarafında, 11 farklı sektörden 144 adrese ulaştırdığımız Denizli İndirim Programımızı, üyelerimizin hizmetine sunduk. Geçen yıl, 40 farklı eğitim gerçekleştirdik. Çok sayıda teknik programda birçok önemli ismi, sizler için


Denizli’mize getirdik. Binlerce insanımıza, girişimcilik eğitimi verdik. Uygulamalı İngilizce Dış Ticaret Eğitimini başlattık. Sizleri de bu kurslarımıza bekliyoruz. Bu yıl da yine ihtiyaç duyulan çok farklı konularda ve alanlarda, 24 eğitim planladık. Sizleri de bu eğitimlere davet ediyoruz. Bununla ilgili duyurularımızı, internet sitemizden takip edebilirsiniz” dedi. BAŞKAN ERDOĞAN: “HER AYIN 20’SİNDE, ÖNEMLİ ORGANİZASYONLARA İMZA ATACAĞIZ” 2020’yi Denizli Yılı ilan ettiklerini de hatırlatan DTO Başkanı Erdoğan, “Başta Sayın Valimiz ve Büyükşehir Belediye Başkanımız olmak üzere tüm sivil toplum kuruluşlarımızla beraber, Ticaret Odası olarak biz de her ayın 20’sinde, şehrimizde önemli organizasyonlarla açılışlara imza atacağız. Örneğin, 5 milyon Euro hibe destek aldığımız Denizli’de Teknik Tekstile Dönüşüm Merkezi’mizin ve Facebook İstasyon’umuzun açılışı gibi yeni bir projemizi hayata geçireceğiz. Hizmet zincirimize bir halka daha eklediğimiz Çivril İlçe Temsilciliğimiz, hayırlı ve uğurlu olsun.” diye konuştu. BELEDİYE BAŞKANI VURAL: “ÇOK BÜYÜK BİR HİZMET” Çivril Belediye Başkanı Niyazi Vural ise,

konuşmasının başında DTO Başkanı Uğur Erdoğan’a teşekkür etti. İlçelerinde DTO’nun temsilcilik açmasının hem sosyal hem de ticari hayatlarına dinamizm katacağını belirten Belediye Başkanı Vural, “7500 yıllık bir yerleşim yeri olan ilçemiz haşhaş, elma ve ay çekirdeğinin borsasını belirlemektedir. Çivril’imizde, binlerce yıldır ticaret var. Fakat, Ticaret Odası’nın olmaması bizi üzmekteydi. Denizli Ticaret Odası, Çivril’de temsilcilik açarak, bizleri mutlu etti. Güçlü bir odanın mensubu olmak, bizleri gururlandırıyor. Ticaret Odası’nın yaptığı faaliyetlerden çevremizdeki ilçelerdeki ticaret erbabımız da faydalanacaklar ve bu bir sinerji oluşturacak, yeni şirketler kurulacaktır. Biz de Çivril Belediyesi olarak, ilçemizde üretilenlerin ticaretinin yapılması ve sanayisinin kurulması için elimizden geleni yapacağız. Temsilciliğimizin açılmasında büyük emek sahibi olan başta Başkanımız Sayın Uğur Erdoğan olmak üzere odamızın idarecilerine teşekkür ediyorum. Burası, hizmetleri itibariyle çok büyük bir temsilcilik olacak. Çivril’imize bolluk ve bereket getirsin, hayırlı olsun.” dedi. Açılışa, Denizli Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan’ın yanı sıra DTO Meclis Başkanı Salih Sarıkaya, DTO Başkan Yardımcısı Hasan Aracı ile Yönetim Kurulu Üyeleri, Meclis Üyeleri ve Meslek

DUALARLA AÇILIŞINI YAPTILAR Lokma hayrı ile başlayan etkinlik ve tören, açılış için hazırlanan kurdelenin protokol üyelerince dualar eşliğinde kesilmesiyle sona erdi. Denizli’nin uydudan yayın yapan televizyon kanallarının canlı yayınladığı açılış töreni, halktan da büyük ilgi gördü. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Komitesi Üyeleri ile çok sayıda vatandaş katıldı. Törende Çivril Kaymakamı Armağan Önal, Çivril Belediye Başkanı Niyazi Vural, Bekilli Belediye Başkanı Mustafa Çoban, Çivril Esnaf ve Sanatkarlar Odası (ÇESO) Başkanı Ertuğrul Mutlu, İşkur İl Müdürü Fatih Işık, İl Müftüsü Mehmet Aşık, Çivril İlçe Müftüsü Mevlüt Hakan Asan, Tavas İlçe Ticaret Odası Başkanı Saffet İnamlık, Acıpayam Ticaret Odası Başkanı Hasan Kayan, Buldan Ticaret Odası Meclis Başkanı İbrahim Acıkara ile Genel Sekreteri Ayhan Emirdağ, Denizli İhracatçılar Birliği (DENİB) Genel Sekreteri Uğur Dayıoğlu, TOBB Denizli İl Kadın Girişimciler Kurulu Başkanı Ebru Arslan ile kurul üyesi kadın girişimciler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri de yer aldı.

33


ÇiVRiL’i

ADIM ADIM DOLAŞTI

Denizli Ticaret Odası (DTO) Başkanı Uğur Erdoğan, beraberinde yönetim kurulu ve meclis üyelerinden oluşan kalabalık bir heyetle, DTO’nun Temsilciliği’ni açtığı Çivril’de, günü müthiş bir tempoyla tamamladı. Sadece protokolü değil, esnaf ve vatandaşı da ziyaret etti. Hem dinledi hem de faaliyetleri ile projelerini anlattı; 2020 Denizli Yılı etkinliklerini tanıttı. DTO Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan, Çivril Kaymakamı Armağan Önal ve Çivril Belediye Başkanı Niyazi Vural ile DTO üyesi firmalar ile ilçe esnafını ziyaret etti. Başkan Erdoğan’a, ziyaretlerde DTO Meclis Başkanı Salih Sarıkaya, DTO Başkan Yardımcısı Hasan Aracı, DTO Yönetim Kurulu Üyeleri Ali Taşevli ile Yakup Öğütcen, DTO Meclis Üyeleri Bayram Ali Çoban ile Yavuz Aki, DTO 15. Meslek Komitesi Başkanı Murat Saylan, DTO Meclis Üyesi ve Çivril Temsilcisi Mehmet Celep, Tavas Ticaret Odası Başkanı Saffet İnamlık, Acıpayam Ticaret Odası Başkanı Hasan Kayhan ile AK Parti Çivril İlçe Başkanı Halil Ertuğrul eşlik etti. DTO heyeti, ilk olarak Çivril Belediye Başkanı Niyazi Vural’ın ardından da Çivril Kaymakamı Armağan Önal’ın konuğu oldu. Başkan Erdoğan, ziyaretlerinde, DTO faaliyetleri ve gelecek dönemde gerçekleştirmeyi planladıkları projeleri hakkında bilgiler verdi. BAŞKAN ERDOĞAN, ÜYELERİ İLE ESNAFA DA HAYIRLI İŞLER DİLEDİ Ardından ilçe merkezini gezen heyet, DTO üyeleri ve esnaflarla bir araya geldi. SADEM Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği’nin sahibi Okan Önelge, Gündüz Tarım Ürünleri Şirketi’nin sahibi Cengiz Gündüz, Candemirler Kömürcülük’ün sahiplerinden Mehmet Demir ve Karaaslan Demir Çelik’in sahibi Hüseyin Karaaslan’ı, işyerlerinde ziyaret etti. Gittikleri adreslerde işverenlere DTO üyelik belgeleri ile teşekkür beratını takdim eden Başkan Erdoğan, hizmetlerinin ve işlerinin daim olması temennisinde bulundu.

DTO BAŞKANI ERDOĞAN: “ÇİVRİL BİZE GÜÇ VERDİ” Ziyaretlerin sonunda Çivril’in dinamik bir ilçe olduğunu bir kez daha gördüklerini söyleyen DTO Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan, “Çivril’imize yeni yatırımlar kazandırılması, bir asırdır faaliyette olan şirketlerimizin yanı sıra üyelerimiz ile esnafımızın aktif olması, bizlere de güç verdi. Onları iyi görmek, bizleri de motive etti. DTO Çivril Temsilciliğimizi açarak, çok yerinde bir karar vermiş olduğumuzu da gözlemledik; tescilledik.” dedi.



KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

NAR ŞİFADIR! NARIN FAYDALARI NELERDİR? HANGİ HASTALIKLARA İYİ GELİR? DÜZENLİ NAR SUYU İÇERSENİZ …

36

Yapılan araştırmalara göre kalbin koruyucu besini olan narın insan sağlığına inanılmaz faydaları vardır. Sonbahar ve kış aylarının en çok tüketilen meyvesi olan nar kendisi olduğu kadar suyununda sağlığa olumlu etkileri bulunuyor. Peki narın faydaları nelerdir? Nar hangi hastalıklara iyi gelir? Düzenli nar suyu içerseniz ne olur? nara ait merak edilen her şeyi haberimizin detaylarında bulabilirsiniz. Nar bol miktarda C vitamini, polyphenol, demir, potasyum içerir ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Ayrıca kolestrol ve şekeri dengeleyen nar, kanser hücrelerinin gelişmesine engel olurken, kalp sağlığının korunmasında da yardımcı olur. C, B1 ve B2 vitaminleri yanında zengin potasyum içeren ve yaklaşık bir su bardağı nar suyu günlük ihtiyacımız olan C vitamininin % 25’ini karşılar. İsmi Kuranı-ı Kerim’de geçtiği için, halk arasında ‘Cennet

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

Meyvesi’ olarak da adlandırılan narı günlük tükettiğinizde yorgunluğu giderir ve vücuda zindelik kazandır.

Faydaları

Narın Kalp ve Damarlara Faydaları: Narın içerisinde bulunan polifenol ve antociyanin adlı maddeleri E vitamininden 20 kat daha fazla güçlüdür ve bu maddelerin antioksidan özellikleri damarlarda meydana gelen plak artışını ve daralmayı önler. Ayrıca nar bir nevi doğal antibiyotik görevi gördüğünden dolayı kalp ve damarlarda bulunan zararlı maddeleri temizler, mikropları öldürür. Her gün sıkılmış bir bardak nar suyu kalp ve damarlara iyi gelir. Gribal Enfeksiyonlara Faydaları: Narın içerdiği antioksidanlar gribe neden olan mikrop ve virüsleri zararsız hale getirir. Bununla birlikte bakteriler tarafından kaynaklanan enfeksiyon hastalıklarına karşı özellikle nar suyunun ciddi anlamda


koruyucu etkisi vardır. Özellikle kış aylarında artan gribal enfeksiyonlara karşı önceden tüketilmesinde fayda vardır. Çünkü narın içerdiği C vitamini vücudun soğuk algınlığına karşı direncini arttırır. Nar Prostat Kanserini Engeller: Nar özellikle prostat kanserine karşı etkilidir. Birçok bilimsel araştırma sonucu narın prostat kanserine yakalanma riskini azalttığını ortaya koymuştur. Bununla birlikte prostat kanseri tedavisi için yapılan çalışmalarda narın kanser hücrelerinin hızını yavaşlattığı ortaya konulmuştur. Bu yüzden özellikle düzenli olarak nar suyunun tüketilmesi bilim adamları tarafından tavsiye edilmektedir.

Mideye Faydaları: Yukarıda belirttiğimiz gibi, narın içerisinde bulunan beyaz tabaka midenin kuvvetlenmesini sağlar. Bunun yanında düzenli olarak ekşi nar pekmezi bal ile karıştırılarak alındığında mide iltihabına iyi gelir. Fakat bu karışım aç karınla

alınmalıdır. Yemekten sonra bir tane nar yemek alınan gıdaların hazmını kolaylaştırır. Midede meydana gelen değişikliklerden dolayı oluşan kusma veya kusma hissine karşı ekşi nar iyi gelir.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

İshale Faydaları: Narın içerisinde ve taneleri arasında bir damar halinde bulunan beyaz tabaka mideye iyi gelir ve güçlendirir. Aynı şekilde kabukları da ishale karşı etkilidir. Nar kabuğu kaynatıldıktan sonra soğumaya bırakılır ve biraz bal ile tatlandırılarak içilir. Narın kabuğuyla yapılan bu karışım ishali keser.

Enfeksiyon, iltihap ve yaralara faydaları: Genel anlamda insan sağlığına faydası olan narın ayrıca doğal antibiyotik etkisi olduğunu söylemiştik. Vücudumuzun içerisinde bulunan organlarda meydana gelebilecek iltihap ve yaralara faydası olduğu gibi, cildimizde meydana gelen yara ve iltihapları önleyici etkisi vardır. Cildimizin herhangi bir yerinde meydana gelen yara veya iltihaplara nar kabuğunu sürerek giderilmesini sağlayabilirsiniz. Nar Genç Kalmanızı Sağlar: Narın içerdiği maddelerin kozmetik üarünlerinde de kullanıldığını biliyor muydunuz? Özellikle Amerika ve Çin’de yapıla araştırma sonuçları kozmetik ürünlerinin de dikkatini çekiyor. Hatta artık bazı kozmetik ürünleri narın içerdiği bazı elementleri ürünlerinde kullanmaya başlamışlar bile. Narın içerisinde buluna antioksidanlar kozmetik ürünlerinde kullanılıyor. Bu yüzden özellikle yüz maskelerinde narın suyu ve kaynatılmış nar kabuklarını kullanabilir ve genç kalmayı başarabilirsiniz. Mikroklimatik iklim nedeniyle özellikle Pamukkale ilçemizde yetişen hicaz narının tat, renk, aroma, kalite ve kantitesinin yüksek olması, pestisit kalıntısı probleminin olmayışı bakımından ihracatçı firmaların tercih nedeni olmaktadır.

37

Denizli’nin nar ihracatı sürüyor

N

ar üretiminde Ege Bölgesi’nin önemli illeri arasında yer alan Denizli’de nar ihracatı devam ediyor. Yapılan ihracat ile ilgili Denizli Tarım ve Orman İl Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada, kentte 24 bin 511 dekar alanda nar yetiştiriciliğinin yapıldığı belirtildi. Nar üretimiyle ilgili verilerin paylaşıldığı açıklamada, “Meyve veren yaştaki ağaç sayımız 1 milyon 364 bin 880 adet, meyve vermeyen yaştaki ağaç sayısı 246 bin 397 adet olmak üzere toplam 1 milyon 611 bin 277 adet ağaçtan 44 bin 131 ton nar üretimi yapılmaktadır. Verime yatan nar bahçelerinden yaklaşık 3 ton/dekar arasında ürün alınmaktadır. İlimiz nar üretimi bakımından Ege Bölgesinde 2. Türkiye’de 4.sırada yer almaktadır. Denizli; nar alanı ve üretiminde Antalya ve Muğla’dan sonra Türkiye’de üçüncü ildir” denildi. Açıklamanın devamında, şunları kaydedildi: “İlimizde nar yetiştiriciliği; iklim, arazi, toprak yapısına göre ağırlıklı olarak Pamukkale, Buldan, Güney ve Sarayköy ilçelerimizde yapılmaktadır. Mikroklimatik iklim nedeniyle özellikle Pamukkale ilçemizde yetişen hicaz narının tat, renk, aroma, kalite ve kantitesinin yüksek olması, pestisit kalıntısı probleminin olmayışı bakımından ihracatçı firmaların tercih nedeni olmaktadır. Yetiştirilen narın birinci kalitede olanları ihracata, geri kalan kısmı sanayi de meyve suyu olarak işlenmektedir.” Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


Veni Vidi Vici BU SEFERKİ GEZİ DURAĞIMIZ ÜÇ DİNİ VE ÜÇ KÜLTÜRÜ BİR ARADA TUTAN TARİHİ DOKUSUNU HALA EN GÜZEL ŞEKLİ İLE KORUYAN

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Balat, Fener ve Cibâli Hafta sonu nerelere kaçsak diye düşünürken, madem kış kendini hâlâ tam olarak hissettirmemişken, Balat’a gitme fikri düştü aklıma. Plân yapmadan attım kendimi Balat’ın otantik sokaklarına...

Semtin tarihi dokusu, kokusu, insanı derken, günün sonunda “iyi ki gelmişiz” diyerek, tatlı bir yorgunluk eşliğinde evinize döneceğiniz keyifli bir durak Balat.

38

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


B

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

ALAT İstanbul’ dan uzaklaşmadan güzel bir gün geçirmek isteyenlerin favori aktivitesi haline geldi. Belki de bir Beyoğlu, Galata ya da Kadıköy gibi insanların sıkça yolunun düştüğü yerlerden biri olmayıp gizemini koruduğundan, belki de gerçekten İstanbul’un en içerikli semtlerinden biri olduğundan Balat turları çok sevildi. Annemin çocukluğunun geçtiği Balatı hep annemden ve dayımdan dinlerdim. Farklı dinleri barındırması ve kültürlerin birbirinden farklı olmasına rağmen, herkesin dostça ve kardeşçe huzur içinde yaşadığı bir semtmiş Balat.

39

İstanbul’a gittiğimde ilk işim dayımla birlikte balata gitmek oldu. O çocukluğunu ve gençliğini yad ederken ben tarihi dokunun bu kadar iyi bir şekilde korunmasına hayretle fotoğraf çekmeye doyamadım.

Annem tam bir film hastasıdır seyretmediği türk filmi yok gibidir. Balat’taki kaçıp kaçıp gittiği sinemayı hep anlatırdı. Orayı görmek istemiştim ilk tabi yerinde yeller esiyo. Kafelerden oluşan bir pasaja dönüştürmüşler sinemayı. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


Kısaca Balat Turu yaptım dedim ama aslında Cibali – Fener – Balat mahallelerini kapsayan bir tur oldu. Tarihe, kültüre, vintage mekanlara ve fotoğrafçılığa meraklıysanız hepsini bir yürüyüş rotasına sığdırabileceğiniz şahane bir Cumartesi / Pazar günü planı olabilir sizin için. İlk olarak anneannem ve dedemlerin ilk oturdukları evi görmekle başladık turumuza. Eski hali ve yeni halini sizlerle paylaşmak isterim.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Balat son zamanlarda en az bir Karaköy bir Moda kadar, İstanbulluların pazar kahvaltılarını yaptıkları, sokaklarını karış karış gezip fotoğrafladığı, yeni mekan keşifleri yaptıkları yerlerden biri oldu. Bunda elbette, üç dini ve üç kültürü bir arada elinde tutan çehresi ve otantikliğini koruyan tarihi sokaklarının payı büyük ama bloggerların ve Instagramerların Balat’tan yaptığı paylaşımların da hakkı yenecek gibi değil.

40

Yaşayan Efsane AGORA MEYHANES Antik Yunan’da bütün sokakların çıktığı meydana agora adı verilirdi. Agora Meyhane de bu anlama uygun olarak Haliç’e bakan bütün sokakların çıktığı yerde 1890 yılında kurulmuştur. O dönemde Agore Meyhanesi dışında bir çok meyhane kurulmasına rağmen geçmişten günümüze gelebilen tek meyhane Fatih’teki Agora Meyhanesi oldu. Tarihi zenginliğinin yanında yemeklerinin de

oldukça ün saldığı Agora Meyhanesi, bu sebeplerden dolayı sıradan bir restauranttan daha fazlası. Neredeyse 140 yıldır her rakı sevenin muhakkak geldiği, kemikleşmiş müdavimleri olan, meyhane gibi meyhane. Balat’ın sönük günlerinde bile semtin parlayan mekanıydı. Üzerine şarkılar yazılan bu mekanda ne aşklar başladı ne aşklar bitti.

cıları

Balat Antika

iş a kümelenm en biri, burad d rin le i lik is el leri. Kim rakteristik öz r satan eskici Balat’ın en ka inci el eşyala ik ve çı ık arttırma at aç ez ı, m a moda olan rd la olan antikac an m za yan oyuncakni, kimisi son uğuna ışınla kl cu eski kimisi ye ço nı sa manlaşıyor. liyor, kimisi in lı alanlarda uz aş satışlar düzen b li ji el b i b ardan nostal ik eşyalar gi a insana dam d o lar ve elektron r va ı as . a alalım bir ortak nokt yenleri buray Hepsinin tek il olmak iste ah d na ca ye he vermesi. Bu

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0



KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Balat kafeleri

42

Balat hep güzeldi. Bilen bilir, yine gelinirdi ama gençlerin çoğunlukla radarının dışında kalırdı. Balat durdu, durdu, açılan konsept mekanlarla birlikte eski Cihangir ve Galata müdavimlerinin yeni adresi olmaya başladı. Haftasonu insanların sadece bir kahve içmek için ta Sarıyer’den buraya kalkıp gelmelerİ başladı. Balat’ta artık her köşebaşi, her cumbalı renkli Balat evi, samimi ve ilgili işletmecilerin işlettiği, şirin konsept cafeler, kahvaltıcılar, 3. dalga kahveciler, modern antikacılar, vintage dükkanları ile dolu. Biz de dayımla birlikte GİZLİ BAHÇE TERAS KAFE’de güzel vakit geçirdik. Kafede harika bir konsept vardı. Mekan tamamen nostaljik bir mekan. Tuğlalı soba güldür güldür yanarken üzerine kendiniz kestanelerinizi koyup pişirebiliyorsunuz. Mis gibi kömür ateşinde pişmiş kahveleriniz harika bir sunumla masanıza geliyor. Mekanda dilek ağacı ve salıncak var. Terasından tüm balatı ve feneri görebilmek mümkün.

Ahşap tasarım atölyeleri Hem bir ahşap tasarım atölyesi, hem üretilenlerin satıldığı bir dükkan, hem pazar kahvaltılarınıza alternatif bir mekan, hem Balat turunuzda mola verebileceğiniz bir cafe hem de akustik konserlerin, sinema gösterimlerinin olduğu, workshopların düzenlendiği, yoga seanslarının olduğu bir etkinlik alanı. Kapısının önünden geçerken, sandalyeden masaya, sephadan peynir kesme tahtasına adeta dışarı taşan ahşap tasarımlar o kadar albenili ki kendinizi bir anda içeride buluyorsunuz. Arkaya doğru uzayan devasa bir yer. Siz de bir tahtası eksiklerdenseniz burayı çok seveceksiniz.

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

Vintage dükkanlar Vintage sevdalıları için harika bir dükkan. Özellikle harika broşlar ve nostaljik klipsli küpeler, kıyafet ve çantalarda çok orjinal parçalar bulabilirsiniz.


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

CİBALİ TÜTÜN FABRİKASI KADİR HAS ÜNİVERSİTESİ Annem Balat’ta otururken çalıştığı fabrika cibali tütün fabrikası. Bugün Kadir Has Üniversitesi binası olan bina 2. Abdülhamit Dönemi’nde 1884’te Düyunu Umumiye’ye bağlı ve tütün tekelini elinde bulunduran Reji Şirketi binası olarak inşa edilmiş. 1924’te tüm imtiyazlar kaldırıldığında ise Cumhuriyet Hükümeti’ne devrolmuş. Endüstri tarihimizin ilk ve en önemli yapılarından olan binanın tasarımı, dönemin ünlü mimarı, Levanten asıllı Alexandre Vallaury’nin mimarisi ise Housef Aznavur’un elinden çıkma. Demir, döküm, cam, tuğla gibi Batı tarzı malzemelerle yapılan modern fabrikanın ülkemizdeki ilk örneklerinden olmasıyla önemli.

43

KÜÇÜK MUSTAFA PAŞA HAMAMI “İyi Bir Komşu” temasıyla bu sene 15.’cisi düzenlenen İstanbul Bienali’nin de sergi mekanlarından biri olan, İstanbul’daki en büyük Türk hamamı Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Sultan 2. Beyazıt’ın veziri, Cem Sultan olayında Cem Sultan’ın tarafını tuttuğu için 1483’te idam edilen Küçük Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Hamamın orta yerinde mermerden bir havuz var. Başarılı bir restorasyon görmüş yerlerden.

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

FENER Bizans döneminde Petrion, Osmanlı döneminde ise Rumlarca kıyısındaki bir deniz fenerine atfen Phanar-Phanari-Fanari diye anılan Fener, Cibali’ye ve Balat’ın ortasında kalan, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ve Metroloji Kilisesi gibi tüm dünyadaki Ortodoks cemaati için büyük önem taşıyan kiliselerin, Özel Maraşlı Rum İlköğretim

Okulu ve Fener Rum Erkek Lisesi gibi mimarisiyle gösterişli eğitim kurumlarının ve Rum mimarisi cumbalı ve renkli konakların bir arada bulunduğu, Rum azınlığa karşı 6-7 Eylül 1955’te gerçekleşen olaylardan sonra gittikçe köhneleşen ama daha sonra kentsel dönüşüm furyası ve UNESCO desteği ile çehresi eskisine uygun olarak yenilenen Rum mahallesi.

KIRMIZI MEKTEP

44

Dıştan bakıldığında adeta bir şatoyu andıran bu büyüleyici yapı doğma büyüme İstanbullu olanlar için bile genellikle Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ile karıştırılıyor. Çünkü öylesine ihtişamlı bir yapı ki doğal olarak insanlar kafalarında olsa olsa patrikhane bu olmalı diye düşünüyor. Halk arasında Kırmızı Mektep olarak anılan okulun bugünkü görünümünün yapımına 1881’de başlanmış. 600 kişi kapasiteli, 3 katlı, kırmızı tuğla ile örülü okulun bugünkü hali 1883’te tamamlanmış. Okulun mimarı da liseyi bu okulda okuyup İtalya’da mimarlık eğitimi alam Dimadis. Dimadis İtalya’da eğitim aldığından İtalyan saray mimarisi konusunda iyice uzmanlaşmış bu sayade eski okulunu da böylesine ihtişamlı bir yavru saray stilinde yapmış.

SVETİ STEFAN BULGAR KİLİSESİ Fener’in Haliç kıyısında bulunan bu süslü Bulgar kilisesinin en önemli özelliği, tamamının demir döküm demonte yapıda olması. Osmanlı Devleti’ndeki Ortodoks Bulgar cemaati zamanında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlıymış ama kendi kiliseleri olmadığından ibadetlerini Rum kiliselerinde yaparlarmış. 19. yüzyıldaki Milliyetçilik haraketlerinden etkilenerek Bulgarlar da kendilerine ait bir kilise talebiyle gelmişler. Cemaat liderlerinden Stefanaki Bey, 1848’de devlete başvurarak içinde ibadet edebilecekleri bir ev yapılmasını bunun Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

için de Fener’deki şahsına ait arsasını bağışlayacağını bildirmiş. Padişah evin yapımına izin vermiş. Bu ibadethaneevden sonra, bugünkü kilisenin yerine ahşap bir kilise yapılmış. Daha sonra İstanbullu Mimar Housep Aznavur’un projesiyle ta Avusturya’da bugünkü demir döküm kilisenin tüm parçaları yapılarak, 1896’da Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden gemiyle getirilip burada monte edilmiş. Böylece Bulgar kilisesi, Rum Patrikhanesi’nden tamamen bağımsız bir kurum olmuş. Kilise 7 Ocak 2018’e kadar restorasyondaydı ama şimdi yeniden ziyarete açıldı.


Tıbbi Onkoloji Bölümü’müzde Tanı ve Tedavi Hizmeti Verilen Kanser Türleri Şunlardır: Akciğer Kanseri Prostat Kanseri Meme Kanseri Larenks, Nazofarenks ve Diğer Baş Boyun Kanserleri Mide-Bağırsak Kanserleri Beyin Tümörleri

Kanser hastalarının %80’ tamamen y leşeb l r. Kanser kel mes olumsuz b r algı oluşturmasına rağmen, tüm hastalar değerlend r ld ğ nde, hastaların %80’ onkoloj k tedav yaklaşımlarıyla tamamen y leşeb l r.

Pankreas Kanseri Karaciğer Kanseri Safra Kesesi ve Safra Yolu Kanserleri Kemik Tümörleri, Yumuşak Doku Sarkomları Böbrek-Mesane Kanserleri Melanom ve Diğer Cilt Kanserleri

Lenfomalar (Hodgkin Lenfoma, Non-Hodgkin Lenfoma) Tiroid Kanseri Testis Kanseri Yumurtalık-Rahim Kanserleri Serviks Kanseri

Hastanem z n Kanser hastalıkları (Onkoloj ) Merkez ’nde kanser tanısı almış hastalarımızın tak p ve tedav ler yapılmaktadır. Tıbb onkoloj hek m , kemoterap hemş res , radyoloj uzmanı, hastanın cerrahı, onkoloj konusunda deney ml ps kolog, d yet ve beslenme uzmanı’nın da bulunduğu b r heyet kanser hastasını bütüncül b r yaklaşımla tak p etmekted r. Tedav ler k ş ye özel olarak ayarlanmaktadır.

Özel Den zl Tekden Hastanes Kanser Merkez ’m zde temel prens b m z, yan etk oluşmadan, hastayı günlük akt v teler nden ve sosyal yaşamından ger bırakmadan tedav ler n ver lmes d r.


AŞK ŞUDUR: er şeyden vazgeçtim bir tek senden vazgeçemem… Bu efsane şarkı sözündeki gibidir hayat. Modern insan sayısız şeyden, önemli bir sorun yaşamadan vazgeçebilir. En sevdiği diziyi izlemeyip tekrar gösterimiyle yetinebilir. Bir süre için çok az yiyerek sıkı bir diyet yapabilir. Hatta arabasından vazgeçerek otobüsle gidip gelebilir işine. Cep telefonunu bir kenara bırakıp elektronik postayla yetinebilir ya da. Ama bir tek şeyden vazgeçemez: Sevgi dolu bir ilişki içinde yaşanan duygusal yakınlıktan.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

H

46

Seviliyor olma duygusu, diğer insanlara yakın olma isteği insanın en temel ruhsal ihtiyaçlarındandır. Hatta beslenme ve barınmadan bile daha elzem bir ihtiyaçtır. Rhesus maymunlarıyla yapılan bir deney bunu açık bir şekilde ortaya koyar. Yavru Rhesus maymunlarına iki tür bakıcı görevlendirilmiştir. Bir grup yalnızca yavru maymunları besler ama en ufak bir sevgi, ilgi, şefkat göstermez. Diğeriyse hiçbir besin maddesi vermezken onları kucağına alır, okşar, sevgi gösterir. Bir süre sonra bütün yavru maymunların besin veren bakıcıyı değil de aç kalma pahasına ilgi gösteren, kendilerini okşayan bakıcıyı seçtikleri görülür. Mevlana bu durumu şöyle tanımlar; ‘’Sevgi acıları tatlandırır; bakırları altına çevirir. Sevgiden bulanık sular arınır. Dertler şifa bulur. Sevgi ölüleri diriltir, padişahları kul ve köle yapar.’’ Ve devam eder, ‘’Kainat birbirine sevgi ile zincirleme bağlanmış. Sevgisini vermesini öğren; çünkü gönlünde anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan, dünya, unutma ki korkarmış. Ya korkudan yana kaçar ya da düşman olur kovalarmış.’’ Yeni doğanlarda bu duygusal yakınlık çok daha önemlidir. Çünkü yeni doğanlar sadece beslenip soğuktan korunduklarında ama sevgi, ilgi ve şefkatten mahrum bırakıldıklarında gelişim bozukluğu göstermekle kalmaz bu eksiklik nedeniyle ölebilirler de. Esasen erişkinler için de aynı şey geçerlidir, yalnızca süreç biraz daha farklı ve karmaşıktır. Duygusal yakınlık aşk ilişkilerinin en önemli bileşenidir. Ama ilişkilerde kimin ne kadar yakınlığa ihtiyaç duyduğu kişiden kişiye ve kişinin o an içinde bulunduğu duygusal duŞ U BAT- M A RT 2 0 2 0

ruma göre değişiklik gösterebilir. Kişinin geçmiş dönem travmaları ya da yakın dönemde yaşadığı güçlü bir stres yoğunluğu duygusal yakınlığa ihtiyacın düzeyini de etkiler. Bazen geçmişin yaralarını hızlı bir şekilde onarmak isteriz ve bu beklentiyle karşımızdaki kişiye anlamlar yükleriz. Yüklediğimiz anlamlara bir açıdan bile uyan biriyle karşılaştığımızda coşkuyla ve büyülenmişçesine o kişiye yakınlaşırız. Tam da burada duygusal yakınlık ne demektir ona bakalım. Duygusal yakınlık günlük yaşamın getirdiği tehdit ve tehlikelerden korunmak için kişiye emniyet ve güven duygusu verir. Bağlanma ve emniyet tek başına kalmaya, ruhun bütün olası acılarından korunmaya karşı emniyet sübabı gibidir. Bebeklik ve çocukluk döneminde bu duygusal yakınlığı anne babamızdan alırız. Büyümenin doğal ama bir o kadar da acıtıcı sürecinde bu duygusal yakınlıktan vazgeçmek zorunda kalırız. Erişkinlik hayatımızda temel ihtiyacımız olan bu duygusal yakınlığı ilişkilerimizde aramaya başlarız tekrardan. Yani aşk ilişkimizde, mahremiyette… Bu arayış gerçekten çok kuvvetli ve hayati bir arayıştır. Kişi tekrardan bebeklik ve çocukluk döneminin o huzurlu, güvenli ortamına bir an önce kavuşmak ister. İnsanlar erişkinliklerinde ancak aşk ilişkilerinde bulabilecekleri duygusal yakınlığı uzun süre bulamadıkları zaman depresyondan hayattan aldıkları zevkin azalmasına, hayatı anlamsız ve boş bulmaya kadar birçok sorunla yüz yüze kalıp terapistlerden umut

Kemal TUNCER PSİKOLOJİK DANIŞMAN

beklemeye başlarlar… Bu eksikliği mucize bir şekilde giderecek ne bir ilaç ne de herkese iyi gelen sihirli bir yöntem bulunur. Her çiftin yaşadığı ilişkinin kendine özgü dinamikleri vardır. Çünkü çok uzun süredir birlikte yaşayan çiftlerin bile birbirlerine karşı olan algıları farklı ve çarpık olabilir. Bunu şöyle bir örnekle açıklamaya çalışayım: Erkek bir cumartesi akşamını evde geçirmek istediğini söyler eşine. Kafasında karısıyla güzel bir akşam yemeği yemek ve sonrasında hoşça vakit geçirmek vardır. Televizyonun karşısındaki koltuğa yerleşmek, tatlı tatlı sohbet etmek, belki biraz masaj ve sonrasında tutkulu bir sevişme. Oysa eşinin kafasında ise biraz dışarıda yürüyüş yapmak, ne zamandır konuşamadıkları önemli konular hakkında sohbet etmek ve belki de bir karara varmak istiyordur. Eşinin bu akşam evde olalım demesiyle yine sıradan, rutin bir akşam yaşayacakları tedirginliği oluşmuştur. İnsanların günlük hayat koşuşturmasında birbirlerini doğru anlamalarının zorluğu birbirlerinden gittikçe uzaklaşmalarına, sessizleşmelerine, birbirleriyle bugünü de yarını da paylaşamayacak kadar yabancılaşmalarına neden olur. Bu yabancılaşmanın sonucu olarak da kişiler duygusal yakınlık eksikliği ile muzdarip olurlar. Duygusal yakınlık eksikliği ile birlikte çiftlerde öfke ve yersiz bir gurur ortaya çıkar. Haklı olmanın cazibesiyle birleşen öfke ve gurur en


Mesela kadın erkeğe dokunmak ve sarılmak istiyor. Fakat geçmişteki kırgınlığı ve öfkesi ona engel oluyor, kırgınlık ve öfkesi yersiz bir gururla birleşince kadın erkekten uzaklaşıyor. Ve erkek, kadının neden kendisinden uzaklaştığını bilmiyor ve anlamıyor... Erkekler çoğu zaman “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok” misali hiçbir şeyden habersiz, olanları algılamaya çalışıyor. Ve kendisine tepki gösteren kadına dokunmaya zorlanıyor. Ama unutulmaması gereken hayat gerçeklerinden biri, kırgınlık, öfke ve yersiz gururun, mutluluğun en büyük düşmanlarının başında gelmesi… Kırgınlığı ve yersiz gururu geride bırakmak mümkün ama zor bir süreç… Değişim düşüncelerle alakalı… Değiştirmek denildiği zaman kişiliği değiştirmek gerektiği anlaşılıyor. Kadın ve erkek birbirlerinin kişiliklerini değiştiremezler, değiştirebilecekleri tek şey davranışları… Eğer kişi davranışlarını iradesiyle, aklıyla, mantığıyla uygun hale getirebilirse, yersiz gururu, öfkeyi, kırgınlığı bir tarafa bırakıp mutluluğu yakalayabiliyor. Mesela kocasına öfkeli ve kırgın bir kadın, bu duygularını geride bırakıp, eşi geldiği zaman onu mutlulukla ve gülümseyerek karşılayabilirse her şey değişebiliyor. Ama öfkeli ve kırgınken tebessüm etmek, dünyanın en zor şeylerinin başında geliyor. Ancak gülümseyen mutlu bir kadın erkeğin

zaferidir. Mutsuz, gülmeyen bir kadın ise erkeğin mağlubiyeti… Erkek mutlu olmayan bir kadına yakın olamıyor. Erkek için gülümseyen bir kadın hep çok çekici… Erkeğin doğası bu, başka bir şey beklememek gerekiyor. Kadın mutlu olmak istiyorsa, gülümsemeli ve mutlu görünmeli… Ancak elbette erkeklerin de yapması gereken şeyler var... Mesela erkekler de kadına seks dışında dokunmayı öğrenmeli... Çünkü erkekler sadece seks yapacakları zaman kadına dokunuyorlar, onun dışında dokunmuyorlar, bu da kadına kendini değersiz hissettiriyor. Diğer önemli bir konu ise, erkek kadını ilgiyle dinleyecek ve anlayacak... Partneriyle gün içinde telefonla araşacak, mesaj atacak, en azından akşamları konuşacak… Göz teması ve gönül teması kuracak ve partnerine dokunarak onu dinleyecek… Erkekler bu iki şeyi yapıp, bir de kadına iltifat ederlerse, erkek de kadın da mutlu olabiliyor. Yani erkekler dinleyecek, kadınlar gülümseyerek karşılayacak ve kadın erkeğe hatasını asla söylemeyecek ama hatasını düzeltebileceğine inanacak ve onu motive edecek. Yani kadının gülümseyebilmesi için erkeğin de kadını mutlu etmesi gerekiyor. Ama birçok çift genelde suçlayan ve işaret parmağıyla suçlu arayan bir dili seçiyor. Oysa karşılık beklemeden sevmek ve koşulsuzca sevgiyi göstermek gerekiyor. Bu beceriyi gösteren çiftler hem ilişkilerini güçlendirmiş, hem de duygusal yakınlık ihtiyaçlarını gidermiş olurlar… Ne güzel söylemiş şair: ‘’İKİ KALP ARASINDA EN KISA YOL; BİRBİRİNE UZANMIŞ VE ZAMAN ZAMAN ANCAK PARMAK UÇLARIYLA DEĞEBİLEN İKİ KOL.’’ Sevgiyle kalın dostlar...

Değiştirmek denildiği zaman kişiliği değiştirmek gerektiği anlaşılıyor. Kadın ve erkek birbirlerinin kişiliklerini değiştiremezler, değiştirebilecekleri tek şey davranışları… Eğer kişi davranışlarını iradesiyle, aklıyla, mantığıyla uygun hale getirebilirse, yersiz gururu, öfkeyi, kırgınlığı bir tarafa bırakıp mutluluğu yakalayabiliyor.

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

çok ihtiyacımız olan duygusal yakınlıktan daha da uzaklaşmamıza yol açar. Peki hayati önem arz eden duygusal yakınlık ihtiyacımızın zarar görmemesi için nelere dikkat etmeliyiz?

47


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

A M A G R BE

48

Zeus

i Ğ a n Su

Ne sevdalar yaşanmıştır sende güzel Anadolu’m Ne yiğitler kuşanmıştır sende güzel Anadolu’m Mevlana kalbindir atar, Pir Sultan zalime çatar

Nizami ÇUBUK

ncubuk@msn.com www.nizamicubuk.com

ygarlıklar ülkesi Türkiye… Dünyanın en görkemli anıtlarına ev sahipliği yapmış, güzellikler ülkesi… Anadolu Uygarlıkları’ndan miras kalan anıtlarımızın kimi hala yapıldığı yerde yüzyıllara meydan okuyor. Kimi müzelerde sergileniyor. En acı olanı da, bazıları yurtdışına kaçırılarak yaban ellerde boynu bükük doğduğu topraklara dönmeyi bekliyor. Tıpkı Bergama Zeus Sunağı gibi…

U

Baştanbaşa Yunus yatar sende güzel Anadolu’m Anadolu Anadolu’m sevdamsın sen Anadolu’m (DERDİYOK ALİ)

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

İzmir-Çanakkale yolundan Bergama’ya doğru kıvrılırsanız, bir süre sonra, karşınıza olanca heybetiyle Bergama Akropolü çıkacaktır. Bakırçay

Ovasına ve Çandarlı Körfezi’ne hükmeden etkileyici bir görüntü sunarak, yüzyılların ötesinden, Pergamon Krallığı’ndan… Bergama’nın adı son yıllarda ilginç olaylarla sıkça gündeme geldi. Zeus Sunağı’nı Berlin’den geri getirme kampanyaları, siyanürlü altın çıkarma ve buna karşı yapılan eylemler, Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan Allianoi antik kentini kurtarma girişimleri, bunların en başında yer alan olaylar olarak sayılabilir. Bergama (Pergamon), M.Ö. 263–133 yılları arasında kendi adıyla anılan koca bir krallığa başkentlik yapmış, dünyanın en önemli merkezlerinden


Sağlık Tanrısı Asklepios’un kurduğu ve ölümsüzlüğü öğrettiği sağlık merkezi Asklepeion burada bulunuyor. Bergama, dik ve yüksek bir tepenin akropol (yukarı şehir) olarak mükemmel bir planlamayla düzenlenerek, mimari yapıların araziyle uyumlu bir halde kullanıldığı ender şehircilik örneklerindendir. Miletli Hippodamos’un işlevsel şehircilik anlayışına karşı, estetik kentleşme anlayışının en iyi uygulandığı yerdir. Helenistik Dönemin en dik tiyatrosu burada yapılmıştır. İşte gördüğünüz gibi Bergama’nın özellikleri ve güzellikleri saymakla bitmez. Bu yazıda yalnızca Zeus Sunağı anlatılacağı için diğer ayrıntılar bir başka yazının konusu olsun. Bergama (Pergamon), tarih öncesinden başlayarak Anadolu Uygarlıkları’nın tüm aşamalarına tanıklık etmiş önemli bir yerleşim yeridir. Tarih öncesinin taş baltaları, Tunç Çağı'nın vazoları… En eski halklardan Luviler ve Mysialılar… Hititler, Frigler ve Lidyalılar… İzmirli Homeros'un Bergamalı nişanlısını görmek için yayan yollara düştüğü günler… Persler ve sonra Büyük İskenderli yıllar… İskender’in ölümünden sonra generalleri arasında paylaşılan mirastan payına Trakya ve Batı Anadolu düşen Lysimakhos dönemi… O’nun Bergama Kalesi'ne komutan atadığı Philetairos'la başlayan yaklaşık 150 yıl süren Pergamon Krallığı dönemi. Daha sonra sırasıyla Roma, Bizans, Selçuklu, Karasioğulları ve Osmanlı Dönemi’nden günümüze kadar süzülüp gelen, uzunca bir tarihsel süreç… Lysimakhos, hazinesini çok güvendiği Pergamon şehrine ve yöneticilerine teslim ederek seferlere çıkardı. Ne yazık ki Lysimakhos son seferinde ölür ve tüm hazine Pergamonlılara kalır. Bu hazinenin şehrin imarına çok büyük katkısı olduğu söylenir. Pergamon Helenistik Dönem’in başlarında; önce Lysimakhos ardından Seleukoslar adına şehri yöneten yerel hükümdar Philetarios’un (ölümü M.Ö. 263) kontrolünde kalmış bir kale şehir görünümündeydi. I. Eumenes döneminde (M.Ö. 263–241) tam anlamıyla olmasa da kent bağımsızlığını kazanmaya başlamıştır. Ancak I. Attalos’un (M.Ö. 241–197) Galatları yenmesi ile hanedanlık gerçek bir güce kavuşmuş ve I. Attalos kral payesini alan ilk yönetici olmuştur. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

biridir. Mısır’da İskenderiye Kütüphanesi’nden sonra ikinci büyük Kütüphane burada kurulmuştur (üçüncüsü de Efes’te Selsus Kütüphanesi). Papirüsden kaynaklanan kâğıt sıkıntısı yüzünden burada (keçi derisinden) üretilen kâğıda; Pergamon’dan esinlenerek Parşömen denilmiştir. Marcus Antonius tarafından, İskenderiye Kütüphanesi'ni yangında kaybeden Kleopatra'ya, gözyaşlarını dindirmek üzere, Bergama Kütüphane’sinin, armağan edildiği bilinen bir öyküdür.

49


Yeni ortaya çıkan bu genç ve iddialı krallık kendini kanıtlamak için Atina ve İskenderiye ile rekabete başlamıştır. II. Eumenes (M.Ö. 197–159) ve II. Attalos (M.Ö. 159- 139) kültüre, sanata ve bilime büyük paralar harcamışlardır. Heykel yapımına ve kitap yazdırmaya özel bir önem vermişlerdir. Delphoi’deki bilicilik merkezine eğitim için burslu öğrenciler göndermişlerdir. Romalılarla kurulan iyi ilişkiler sonucunda Anadolu’nun büyük bir bölümünün yönetimi Pergamon Krallığı’na verilmiştir.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Son Kral III. Attalos (M.Ö. 139–133) ardında bir mirasçı bırakmadan 133'te ölünce, vasiyetine uyularak Pergamon Krallığı Roma’ya devredilmiştir... Ve böylece Pergamon Krallığı sona ermiştir.

50

Bunca yaşanmışlıklara tanıklık eden yaşlı Pergamon Akrapolü’ne çıkıyoruz… Tarihin belleği olan yerleri ve eserleri gezmeye, görmeye çıkıyoruz hazır olun! Aslında antik kenti gezme planı üç bölüme ayırmalıdır; Önce Bergama Müzesi gezilmeli, sonra yukarıya Akropol’e çıkılmalıdır. Dönüşte şehir içinde kalan Kızıl Avlu görülmeli… Ve ardından Dikili çıkışına göre sağda kalan Asklepeion kalıntıları gezilmelidir. Bergama Akropolü son derece dik bir tepe üzerinde kurulmuştur. Buraya döne döne tırmanan bir yoldan çıkılır. Akropol denilen şehir yerleşiminde kamusal yapılar iç içe kendine özgü bir planlamayla yerleştirilmiştir. İlk çağlardan bu yana iskân yeri olan tepenin en üstünde kraliyet sarayları, sarnıçlar ve cephanelikler yer almaktadır. Aşağı teraslarda Traianus-

Tapınağı, kütüphane ve Athena Tapınağı bulunmaktadır. Bergama’ya doğru bakan alt terasa Zeus Sunağı özenle yerleştirilmiştir. Yan taraftaki Yamaçta tiyatro, alt kesimde ise Gymnasion ve DionysosTapınağı yer almaktadır. Akropol'ün en görkemli anıtı Zeus (Altarı) Sunağı’dır. Pergamon Kralı II. Eumenes tarafından (M.Ö. 197–159) Galatlara karşı kazanılan zaferin anısına yaptırılmıştır. Sunağın kabartmaları Hellenistik Dönem heykeltıraşlığının başyapıtları arasında sayılmaktadır. Bir zamanlar Zeus Sunağı, Athena Tapınağı’nın altındaki terasın tam ortasında yükseliyordu… Sunağın dört bir yanı açıktı ve her yerden, hatta uzaklardan çok uzaklardan bile görülebiliyordu… Bugün Akropol’de yalnız temelleri görülebilen Sunağın tüm mimari parçaları ve kabartmaları Berlin Müzesi’nde aslına yakın bir şekilde tamamlanarak neredeyse yüz yirmi yıldan bu yana sergilenmektedir. Böyle görkemli bir anıta sahip olmanın heyecanıyla, Almanlar o tarihten sonra müzenin adını bile Pergamon Müzesi olarak değiştirmişlerdir.

Zeus Sunağı’nın Berlin’de ne aradığı, yurtdışına nasıl çıkarıldığı ayrı bir tartışma konusu. Berlin’de Pergamon Müzesi’ne girer girmez ana salonda karşınıza çıkar Sunak… Tanrılarla Devlerin savaşının anlatıldığı, Gigantlar Sahnesi; Bergamalılar ile ezeli düşmanları Galatlar arasındaki savaşları simgelemektedir. Yıllar önce yapılmış yontular sanki canlıymış gibi gelir izleyicisine… Heykellerin mermerleri bildik bir coğrafyadan; mermere adını veren Marmara Adası’ndan getirilmiştir. Pergamon’da 1871 yılında yol yapımında görevli genç bir mühendis olan Alman Carl Humann’a, tepedeki kalıntılar arasında çok büyük miktarda taş bulunduğu ve bunların zaten kireç yapımında kullanıldığı söylendiğinde kulaklarına inanamamıştır… Bu taşları Humann’a anlatanlar, heykellerin patetik yüz ifadelerinden (abartılı duyguların yüze yansımasından) o kadar etkilenmiş olmalıdırlar ki; heykel parçalarını “insan suretli taşlar geceleri inim inleyip ağlaşıyorlar” diye tarif etmişlerdir.

Pergamon Kralı II. Eumenes

Akropol’ün en görkemli anıtı Zeus (Altarı) Sunağı’dır. Pergamon Kralı II. Eumenes tarafından (M.Ö. 197–159) Galatlara karşı kazanılan zaferin anısına yaptırılmıştır.

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


Zeus Sunağı’nın bölümleri numaralandırılıp özenle sökülerek, 1886 yılına kadar aralıklarla parça parça Berlin’e taşınmıştır. Taşınma işlemleri sırasında aylarca yıllarca katırlarla, develerle Akropol’den aşağıya indirilmiş, oradan mandaların çektiği kağnılarla Çandarlı Limanı’na götürülmüş, Daha büyük gemilere yüklenmek üzere İzmir Limanı’na taşınmış ve Sonra da Kuzey Denizi’ndeki Limanlara indirilerek demiryoluyla Berlin’e götürülmüştür. Bu yolculuk serüveni yaklaşık on yılı bulmuştur. Sunağın sergilenebilmesi için Berlin Müzesi’nin salonu yeniden düzenlenerek; tavanı yüksek ve camdan bir örtüyle kaplanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda müzenin bombardımanlarla yıkılabileceği ihtimaline karşı sökülüp, sığınağa taşındığı ve savaşın bitmesinden sonra da tekrar yerine monte edildiği anlatılır. Sunak merdivenli bir podyum ve onun üzerine dizilmiş portikli sütun sıralarıyla inşa edilmiş anıtsal bir yapıdır. Merdivenlerden çıkılınca portiklerden geçilerek kapalı bir avluya varılır. Asıl kurbanların kesildiği altar (sunak) da bu kapalı avlunun içinde yer almaktadır. Podyumun dış kısımları Olymposlu Tanrılarla yeraltının Devleri Gigantların savaşını anlatan kabartma sahneleriyle bezenmiştir. Altarlı avlunun iç kısmında ise Attalos hanedanının efsanevi kurucusu Telephos’un hayatını anlatan daha küçük bir friz (kabartma kuşağı) yer almaktadır.

Sunaktaki mimari dekorun ve heykeltıraşlık işlerinin tamamen bitirilemediği anlaşılmaktadır. Galatları yenen Bergama Kralı II. Eumenes'in zafer sevinciyle Pergamonlu usta heykeltıraşlara yaptırıp Zeus ve Athena'ya adadığı sunak’ta alegorik ve simgesel anlatımlarla betimlenmiş öyküler işlenmiştir. Tanrıların Devlerle (Gigantlar) savaşı erken dönem Ege Uygarlıklarında çok sevilen bir konu olmuştur. Devler toprak ana Gaia’nın çocuklarıdır. Bunlar tanrıların egemenliğini yok etmeye çalışan, biçimsiz, canavara benzer yaratıkların en eskileridirler. Öte yandan Olymposlu Tanrılar tamamıyla insan şeklinde bilge ve soylu yaratıklar olarak betimlenmişlerdir. Zaferi, ancak bir ölümlünün yardımı ile kazanacaklarını öğrenen tanrılar, Herakles’i yanlarına alarak savaşı kazanmışlardır. İşte bu mitolojik öykü aynı zamanda kazanmanın, zaferin alegorisidir. Galatları yenen Bergamalıların zaferinin simgesel anlatımıdır. Bu anıt da tanrılara, özellikle Zeus’a ve Athena’ya şükran sunusudur. Gigantlarla savaş sahne-

sindeki hareketlilik ve duyguların yüze yansıması o kadar etkileyicidir ki, sanki acılı yalvarışları, çığlıkları, öfkeli haykırışları duyar gibi olursunuz… Bu, “Pergamon Baroğunun” en çarpıcı özelliğidir. Buna karşın Telephos kabartma kuşağındaki sakinliği ilk görüşte hissedersiniz. Diğer krallıklar gibi Bergamalılarda kahraman atalara ihtiyaç duymuşlardır. Telephos buna çok güzel bir örnektir. Güzel prenses Auge, Herakles tarafından baştan çıkarılmış ve bunun sonucunda da Telephos doğmuştur. Günahkâr oldukları düşüncesiyle Telephos doğar doğmaz kendi başına dışarıya, Annesi Auge de küçük bir gemiyle denize bırakılmıştır. Mysia’ya (Bergama’nında içinde bulunduğu bölgeye) gelen Auge oranın kralı Teuthras tarafından himaye edilmiştir. Bu arada dağlardaki Telephos dişi bir geyik tarafından beslenerek büyütülmüştür. Babası Herakles çok zaman sonra onu bularak yanına almıştır. Telephos, annesini bulmaya geldiği Mysia’da; Amazon kraliçesi Hiera ile evlenerek oranın kralı olmuştur. Telephos, Troya Savaşları’na katılmış ve Akhilleus tarafından yaralanmıştır. Akhilleus’un mızrağından yaralandığı için tekrar onun mızrağının pasıyla iyileşmiştir… Bu öykülerin işlendiği kabartmalarda resim sanatının da etkisiyle, yenilik olarak yer ve zaman kavramlarına, doğa betimlemelerine yer verilmiştir. Ha bu ara unutmadan söyleyelim… Hierapolis’in (Pamukkale) adının da İşte bu Hiera’dan gelme olduğu anlatılır. Carl Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Arkeoloji meraklısı Carl Humann hemen olayın ne olduğu fark ederek işe başlamıştır. Yol yapımı için duyulan taş ihtiyacı Humann’ın arkeolojik çalışmalar yapmasına yol açmıştır. O tarihten sonra Zeus Sunağı ve Athena Tapınağı giriş kapısı gibi birçok güzel eser ortaya çıkarılarak Almanya’ya götürülmüştür.

51


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

52

Humann ve ekibi 1887 yılında Pamukkale’ye de gelmişlerdir. Bu geziyi ölümsüzleştirmek için bugün müze olan hamamın duvarlarına adlarını ve gezinin tarihini kazımışlardır. “Uygar Batının” sanat ve bilim aşkı!... İnsana neler yaptırmıyor ki! Arkeolog olmadıkları halde az gelişmiş ülkelerden eski eser kaçırmayı bilim adamlığı sayan zavallı insancıklar… Heinrich Schliemann da Troya’da aynı şeyi yapmadı mı? Zeus Sunağı'nı Almanya'ya götüren Akropol'deki kazıların öncüsü Carl Humann'ın mezarı, kendi vasiyeti üzerine Akropol'de bulunmaktadır. Carl Humann götürdüklerinin karşılığında bizimle ödeşmek istiyor sanki... Zeus Sunağı Berlin'de, Carl Humann Bergama topraklarında, Akropol agorasında granit bir lahit içinde küçük bir çam ağacının gölgesinde yatıyor. Hellenistik Dönemin en görkemli yapısından bugün geriye ne kalmış ki… Temellerinden çıkmış fıstık çamlarından başka…

kadar ayyuka çıkmıştır ki, Assos’tan (Behramkale’den) ve tabiî ki yakınında bulunan Pergamon’dan özellikle yabancılar çok sayıda eski eser kaçırmaktadırlar. Bunlardan rahatsız olan duyarlı yurttaşın birisi zamanın padişahına şikâyet dilekçesi gönderir: “Memleketimizde bulunan asarı atikalarımız (eski eserlerimiz) talan edilmektedir, yağmalanmaktadır…” diye. Padişah da, buna cevaben bir ferman yayınlar: “Tebaamdaki kullarıma fermanımdır!.. Memlekette taş çoktur. Endişeye mahal yoktur. Asarı atikalarımızdan taş götürmek isteyen ecnebilere (yabancılara) yardımcı oluna…” diye…

Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında, tarihi eserlerimiz çeşitli ülkelerden gelen “araştırmacılar!” tarafından yağmalanmaya başlamıştır. İrili ufaklı binlerce tarihi eserin yanı sıra Bergama Zeus Sunağı gibi dev yapılarda, bazı Osmanlı padişahlarının desteği ile yurtdışına çıkarılmıştır. Günümüzde tarihsel miras bilincinin biraz olsun artması ile bu eserlerin ilgili ülkelerden iadesi tartışmaları başlamıştır. Bunun uzunca bir süreç olacağı malumdur, en azından bu süre içinde dışarıdaki eserlerin kopyaları, orijinal yerlerine konarak yeniden canlandırılabilir. Vakti zamanında, Çanakkale ve İzmir çevresinde eski eser yağmacılığı o

http://gezgindergi.com/berlinde-bergama-sunagi/, https://taskinbilgist.blogspot.com/2019/01/bergama-zeus-sunagi-zeus-altari.html https://www.cointalk.com/threads/telephos, bergama belediyesi Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0



Büyük Aşklar

“Sen de görseydin eğer, bizi tutuşturan sevgiyi açığa vururdun hemen düşüncelerini.” “Ölümlü bedenimle nasıl sevdimse seni, bedensiz de seviyorum.” İlahi Komedya/Dante

BİRBİRİNE MÜHÜRLENMİŞ KALPLER

TARİHİN UNUTULMAZ AŞKLARI İnsanın en güçlü duygularından biridir aşk ve öylesine tılsımlıdır ki onu anlatmaya sözcükler yetmez. Her aşk özel ve güzel olsa da tarihe mal olmuş kimi aşklar var ki insanda hayranlıkla birlikte gizli bir kıskançlık da uyandırır. Zamanla birer efsaneye dönüşmüş ölümsüz aşklara her kültürde, her toplumda rastlamak mümkün. Yüzyıllardır nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar ulaşmış efsanevi aşkları siz okurlarımız için derleyeceğiz. İşte onlardan biri:

14. yüzyıl İtalyan şairi Dante: Aşkı bulmuş bir adam… Kim istemez ki Dante’nin sevdiği kız Beatrice olmayı, hangi kadın istemez? Sadece iki kere görmüş Dante ölümsüzleştirdiği Beatrice’i, sadece iki kez! DANTEYE İLHAM KAYNAĞI OLAN ÖLÜMSÜZ AŞKI

12

yaşında evlendirildi Dante ama 9 yaşında görmüştü 8 yaşındaki Beatrice’ı ilk defa. İlk görüşte aşktı onunki. 19 yaşında, ikinci sefer yolda beyaz güzel bir elbisenin içinde adeta melek gibi ona selam vermişti Beatrice. Zaten en büyük ve tek aşkı olan Beatrice’ı sadece iki sefer gördü ve ölene kadar onu sevdi.

ARALIK 2019 - OCAK 2020


Evli olduğu kadına tek bir satır bile yazmayan Dante tüm satırlarını, kelimelerini Beatrice’e armağan etmiştir. NEREDEN TANIŞIYORLARDI DANTE VE BEATRİCE? Beatrice’in ailesiyle ailecek tanışıyorlardı. Hiçbir zaman dile getirmedi aşkını, içinde kocaman bir kıvılcım kaldı hep. Son görüşmelerinden sonra Beatrice, Floransalı bir şövalyeyle evlendi. Asıl melankolik ve Dante’yi derinden etkileyen kısım ise Beatrice’in evliliğinden iki yıl sonra ölmesiydi. Dante içinde kopan fırtınayı ve hiç sönmeyen yangını “Ölmemişim ama diri de değilim; bir nebze aklın varsa tasarla ne hale geldiğimi,Yaşamla ölümden yoksun kalınca…” sözleriyle ifade etmiştir. On sekiz yaşına gelmiştir Dante, sokakta ikinci kez görür Beatrice’yi, beyazlar içindedir ve Dante’ye selâm verir. Hepsi bu kadar ama büyük sevgi besler Dante, aşktır bu, nitekim bunu İlahi Komedya’da görürüz, Yeni Hayat’ta da! Trajik olan –başka biriyle evlenmiş olan– Beatrice’nin yirmi dört yaşında (1290) ölmesidir: “Beatrice’nin ölümü Dante’nin sevgisine mistik özellikler de ekler. Sevdiği kadının ölümü üzerine uzun süre iç dünyasına” kapanarak Dante’nin kendini dinlediğini belirtiyor Kimi edebiyat eleştirmenleri, Dante’nin tüm önemli eserlerini hiçbir zaman kavuşamadığı güzel Beatrice’e duyduğu bitimsiz aşkın ilham ışıkları altında yazdığını söylerken, diğer bazıları ona kavuşmuş olsaydı bütün bu muhteşem edebiyat eserlerinin hemen hiçbirinin ortaya çıkmayacağını söylemekte hiç tereddüt etmemişlerdir ve bana göre bu çok etkileyici bir doğrudur. Dante Beatrice’e kavuşsaydı, ona duyduğu aşk entropinin acımasız yasalarına ne kadar dayanabilirdi dersiniz?! Açıkçası, o konuda pek iyimser değilim. En azından, bugün için repertuarımızda yer kaplayan biri haline gelemeyeceğinden emin olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. İlk kitabı olan Yeni Hayat’ta ölümsüz ve en büyük aşkı olan Beatrice’dan bahsediyor. Hayatın dinginliğini en çok tehdit eder görünen dört düşünce vardı. Bunlardan birincisi şudur: Aşkın efendiliği iyidir çünkü o; ona inanan kişinin ruhunu bayağı şeylerden uzak tutar.

İkincisi: Aşkın efendiliği iyi değildir, çünkü ona inanan kişi ne denli inanç beslerse ona, o denli ağır ve acılı anlar yaşamak zorunda kalır. Üçüncüsü: Öyle tatlıdır ki aşkın adını duymak, işleyişinin de yalnız tatlı şeylerde bulunuyor olması olanaksız bence. “Nomia sunt consequentia rerum” diye yazılmıştır. Çünkü: Adlar imledikleri şeylerin sonucudur. Dördüncü düşünce ise şuydu: Aşkın, uğruna beni bunca kanattığı kadın, yüreği kolayca coşan öteki kadınlara benzemez? Yazımını 1320 yılında tamamladığı Cennet, Araf ve Cehennem üçlemesi İlahi Komedya’da devam ediyor Beatrice’a olan aşkını anlatmaya. Dante için Beatrice onun başyapıtları oluşturan, ona güç ve ilham veren ve daima aşk ile yaşamasını sağlayan tamamen gerçek bir karakterdir. Yani Dante’yi Dante yapan; Beatrice ve ona duyduğu aşktır.


OKSİMORON TREND…

SÜRDÜRÜLEBİLİR

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

MODA !

56

Bir yıl içinde onlarca kez çeşitlenip dönüşen, özünde ürünlerinin sürekli değişmesi ve yenilenmesi olan “moda”, aynı zamanda “sürdürülebilir” olabilir mi? Değişim ve sürdürülebilirlik (daimi olma yeteneği) gibi iki karşıt kavram bir araya nasıl gelebilir?

NİLÜFER BAYRAK STİL DANIŞMANI

B

iz sıradan ölümlüler, bir yandan içinde bulunduğumuz ekonomiler gereği hep tüketmeye güdülenirken, bir yandan da yaşam kaynağımız, evimiz Dünyayı ekoloji ve kaynak kullanımı açısından nasıl koruyabiliriz? Her gün önümüze bir yenisi sürülen trendlerden biri, “Sürdürülebilir Moda” mıdır? Günümüzde sıkça dile geldiği için, markaların bir sosyal sorumluluk/ zorunluluk projesi şeklinde ele aldığı “Sürdürülebilir Moda” ile ilgili çalışmaları ne derece samimidir? Peki bizler için öncelik nedir?

Her şey, 1963 yılında Biyolog Rachel Carson’ın, tarımsal kimyasalların kullanımıyla yaşanan çevresel kirlilikten bahseden çalışmalarıyla başlar. 1987’de, insanların endüstriyel faaliyetleri de dahil olmak üzere, çevre üzerindeki etkilerinin yayınlandığı sürdürülebilir kalkınma raporu ile bu konudaki araştırmalar hızlanır. 1992 yılında Birleşmiş Milletlerin düzenlediği çevre konulu “Rio Dünya Zirvesi”, moda ve tekstil ile ilgili yayınlarda yer bulur. Dünya üzerindeki global su kirliliğinin %20 si ve karbon emisyonunun %5 inden sorumlu tekstil sektörü ve moda, gün geçtikçe daha çok sorgulanır hale gelir. Üretim ve tüketimle çevreye verilen zarar dışında, sektör çalışanlarının maruz kaldığı çalışma şartları ve işgücü istismarı da üzerinde durulması gereken konular olarak gündeme girer.

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


20 yy. da seri üretimin artmasıyla moda demokratikleşip herkes için ulaşılabilir hale geldi ve artık bu konuda ana düşüncemiz; “moda, herkes içindir” ... Ancak unutmamalı ki dünya da herkes içindir. O halde biz tüketiciler bu paradoksun neresindeyiz ve neler yapabiliriz? Tabi ki zaruriyetler ayrı olmak üzere, ihtiyacımız kadar satın almak ilk yapabileceğimiz şey. Reduce, yani tüketimimizi azaltmak. Başta da belirttiğim gibi tüketimin sürekli pompalandığı ekonomilerde, özellikle değişim ve yenilik temelli moda söz konusu olduğunda, bunu yapmak pek kolay değil. Reuse, yani tekrar tekrar kullanmak, alabileceğimiz bir diğer aksiyon. Eski jenerasyonların pek de yabancı olmadığı bir kavram bu; çünkü çoğumuz büyürken abi ya da ablalarımızın kıyafetlerini devraldık veya bizimkiler kardeşlerimiz tarafından giyildi. Recycle, yani geri dönüştürmek. Markaların, öne çıkararak kendilerine “yeşil” süsü verdiği çalışmalar, genellikle bu konuda oluyor. Bizden geri dönüşüm için toplanan kıyafetler, çoğu kez dönüşüm maliyetlerinin yüksekliğinden dolayı imha edilerek ortadan kaldırılıyor. Oysa bugünün “hızlı moda” markalarında görmediğimiz bir şekilde, Patagonia markası 2011 yılında iddialı bir ilanla, kendi ürününün satılmaması riskini alarak “Bu ceketi satın almayın” demişti. Tüketimi azaltmak (reduce) adına yapılan en belirgin ve çarpıcı girişimdi bu... Kendi yaşamına odaklı, stilini oturtmuş kişiler içinse, markaların onlara ne söylediğinin hiç önemi yok. Ancak, tarzınız konusunda tereddütlü iseniz, bir stil danışmanı ile yapacağınız stil çalışmaları, size neyin gerekli olup neyin olmadığı ve kendiniz için en doğru seçimleri nasıl yapabileceğiniz konusunda net bir bakış açısı sağlayacaktır. Stiliniz bir kez oluştuğunda da mikro trendlerdeki değişimler sizi etkilemez. Bunları kendinize nasıl uyarlayabileceğinizi bilirsiniz.

Yaşam şekliniz, beden ölçüleriniz değişmemişse ve kıyafetlerinizi severek almışsanız, stilinizde zaman içinde büyük değişiklikler olmayacaktır. Bunun yanında kıyafetleriniz, etiketlerindeki talimatlara uygun şekilde temizlendiği müddetçe, uzun süre size hizmet edebilirler. Hem giysilerimizi tekrar tekrar kullanmak da (reuse) bu sıralar çok moda ! Geçtiğimiz haftalarda en iyi erkek oyuncu Oscar’ı dahil, pek çok ödül alan Joaquin Phoenix, yıl boyu tüm ödül törenlerinde aynı smokini giydi. Yine bu yılın Oscar ödül töreninde Jane Fonda’yı 6 yıl önceki kostümüyle gördük. İngiliz Film Akademisi, 2020 Bafta ödül törenine katılacak konuklardan yeni giysiler değil, daha önce giymiş oldukları giysileri tercih etmelerini rica etti. İngiliz tahtının Prensesi Kate Middleton bu çağrıya uyanlar arasındaydı.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Son dönemdeyse kimi markalarda gördüğümüz vitrin amaçlı yaklaşımlar artık olayın vahametinin üzerini örtmeye yetmiyor maalesef. ABD de her yıl 13 milyon ton tekstil ürünü imha ediliyor…Burberry markası 2018 yılında 28,6 milyon sterlin (yaklaşık 220 milyon TL) değerinde satılmamış ürünü yakıyor…2000-2014 yılları arasında dünyadaki giysi üretimi ikiye katlanıp, yılda aldığımız kıyafet miktarı %60 artıyorken bizler, sahip olduğumuz bir giysiyi ortalama olarak 7 kez giyiyoruz. Modanın üretim ve tüketim döngüsünün artışı, ürünlerin kalitesinin maliyet gerekçeleri sebebiyle giderek düşmesi, kıyafetlere olan bakış açımızı “kullan-at” durumuna indirgemiş olabilir mi?

57

Bir sebepten ötürü tekrar kullanma döngüsünden çıkmış olan kıyafetlerinizi ise derneklere veya ihtiyaç sahiplerine bağışlayabilir, ikinci el alışveriş uygulamaları üzerinden satabilir ya da yepyeni bir eşyaya dönüştürebilirsiniz. Giymediğiniz bir kazağı, koltuğunuzu süsleyecek güzel bir yastığa, içine sığma ihtimaliniz olmayan bir jean pantolonu, kullanışlı bir çantaya dönüştürmek sandığınız kadar zor değil. İlham almak için internette biraz gezinmeniz yeterli. Bunun için vaktiniz, ekipmanınız ya da beceriniz olmadığını düşünüyorsanız, geri dönüşüm kutularına bırakabilirsiniz. Buralarda toplanmış kıyafetler, üzerindeki metal, plastik, deri gibi farklı malzemelerden arındırıldıktan sonra, liflerine kadar ayrıştırılır ve yeniden üretim süreçlerine girip bambaşka bir malzemeye dönüştürülür (recycle).

Filozof Democritus ya da kimyacı Lavosier’in de dediği gibi “Doğada hiçbir şey yoktan var olmaz ve varken de yok olmaz, her şey şekil değiştirir”. Dolaplarınıza bir de bu gözle bakmaya ne dersiniz? Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


Biyografi

DÖKÜLEN YAPRAKLAR ZELİHA ŞENGÜL

HİLMİ ÖNAL’DAN ÇOK DAHA FAZLASI

RECEP AKTUĞ 58

T

ürk dizi izleyicisi onu bir döneme damga vuran Aşk-ı Memnu dizisinin kötü adamı Hilmi Önal olarak tanıdı. Seveni olduğu kadar nefret edeni de vardı. Ancak Recep Aktuğ, Hilmi Önal’dan çok daha fazlası olan gerçek bir sanatçıydı. Aktuğ, iyi eğitim almış, sanat kariyeri başarılarla dolu bir sanatçı ve dahası müzik dünyası için bir girişimciydi. 14 Ocak’ta, 65 yaşında, aramızdan ayrılan usta sanatçı yaklaşık iki yıldır KOAH tedavisi görüyordu. RECEP AKTUĞ KİMDİR? Mehmet Recep Aktuğ, 13 Mayıs 1954’te İzmir’de dünyaya geldi. İlk ve orta eğitimini İzmir’de tamamlayan Aktuğ, lisede Anadolu Pop tarzında müzik yapan “Gelenek” adlı bir müzik grubunda yer aldı. İlk profesyonel çalışmasını da yine bu grupla İzmir’de “Mogambo”da yaptı. İstanbul Üniversitesi Şişli Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu’nda okurken

1974 yılında “Grup Stüdyo” adlı bir gruba katıldı. Siyasal Bilgiler Bölümü’nde dört yıl okuduktan sonra TM Devlet Konservatuarı’na kaydoldu. Eğitimi süresince birçok farklı işte çalıştı. ARI YAPIM’IN İLK SANATÇISI “SEZEN AKSU” OLDU Birkaç arkadaşı ile “Arı Yapım” adlı bir şirket kuran Recep Aktuğ’un şirketinin ilk sanatçısı Sezen Aksu oldu. İlk plak “Kaybolan Yıllar”ı “Disko Fasıl” takip etti. Recep Aktuğ, 1976’da Türkiye’nin ilk eşlik vokal grubu “Kısa Dalga”yı kurdu. Kısa Dalga, ilk gece çalışmasını Ayten Alpman ile Sheraton Oteli’nde yaptı. 1978’de “Antalya Altın Portakal Şarkı Yarışması”na iki beste ile katılan Aktuğ ikincilik ve yedincilik ödülü kazandı. EUROVİSİON ŞARKI YARIŞMASI’NDA TÜRKİYE’Yİ TEMSİL ETTİ Recep Aktuğ, 1979’da Cantekin ile Eurovisi-

on Şarkı Yarışması’na katıldı. “Giden Gençliğe” ve “Canım” adlı şarkılarıyla 1981’de ilk 45’liğini çıkaran Aktuğ, 1983’te Buğra Uğur’un bestesi ile Eurovision Türkiye birincisi olarak Çetin Alp ile Almanya’da Türkiye’yi temsil etti. Devlet Tiyatrolarında 1984’te Faik Ertener’in sahneye koyduğu çocuk oyunlarında besteci ve müzisyen olarak çalışan Aktuğ, Esen Müzik ile “Alışma Bana” ve “Siyah Gül” adlı iki müzik albümü çıkardı. 2009’da çıkan “Alışma Bana”dan sonra Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek albümünün her şarkısına ayrı klip çekilmiş DVD versiyonunu hazırladı ve dinleyicilerin beğenisine sundu. Besteleri ve şarkı sözleri çeşitli sanatçılar tarafından seslendirilen Aktuğ, “Kurtlar Vadisi” ve “Aşk-ı Memnu” gibi birçok dizide de rol aldı. Usta sanatçının rol aldığı diğer diziler ise şöyle: Poyraz Karayel, Ezel, Küçük Kadınlar, Selena, Doktorlar.


'TOPRAK DEDE'Yİ KAYBETTİK

HAYRETTİN KARACA KİMDİR? Hayrettin Karaca, 4 Nisan 1922 tarihinde Bandırma’da dünyaya geldi. Babası Hocazade Halil Efendi, annesi Zehra Hanım olup her ikisi de Kırım muhaciri idi. Hayrettin Karaca’nın babası 1917’de Türkiye’nin köklü giyim markası Çift Geyik Karaca’yı kurdu. Hayrettin Karaca da liseyi bitirdikten sonra ailesinin triko-örme işinin başına geçip onu ülkenin en başarılı sanayi kuruluşlarından biri haline getirdi. Karaca firması Türkiye’de ihracatın liderliğini yapmış, üstelik bunu diğer kuruluşlardan neredeyse 20 yıl

önce gerçekleştirmiştir. Hayrettin Karaca bu konuda şöyle konuşmaktadır. “Ben sanayici olmak istemiyordum. İstediğim edebiyatla ilgilenip kalan zamanımı doğayla iç içe geçirmekti. Fakat o günlerde babamıza karşı çıkmak söz konusu değildi.” TÜRKİYE’NİN İLK ÖZEL ARBORETUMUNU KURDU Doğa ve yeşil sevgisiyle bilinen Hayrettin Karaca, Yalova’da Türkiye’nin ilk özel arboretumunu kurdu. Yurtiçi ve yurtdışında gezdiği her yerden tohumlar topladı, botanik bahçelerini gezdi, bağlantılar kurdu. Bugün Yalova’daki Karaca Arboretumu, dünyanın her yerindeki botanikçiler tarafından bilinmektedir. Yılda iki kez yayınlanan Arboretum Magazine bilim adamlarının araştırma ve görüşlerinin yayınlandığı bir forumdur. 14 bin türü barındıran arboretum aynı zamanda ülkenin tehlikedeki türleri için bir gen koruma merkezidir. İKİ TOPRAK SEVDALISI TEMA VAKFI’NI KURDU Hayrettin Karaca’nın Türk milletinin gönlünde yer edinmesinin sebebi elbette ki Nihat Gökyiğit ile birlikte kurduğu TEMA Vakfı oldu. İki toprak sevdalısı doğa aşığı adam 11 Eylül 1992 yılında TEMA Vakfı’nı birlikte kurdu. Amaçları Anadolu’da yaşanmakta olan erozyon ve çölleşme tehlikesine kamuoyunun dikkatini çekmekti. Hedefleri ise bu mücadelenin devlet politikası haline gelmesine katkı sağlamaktı. TEMA’nın “Türkiye Çöl Olmasın” sloganı toplumda büyük yankı uyandırdı. İlk kez önlem alınmazsa ülkemizin çöl olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bu kadar yüksek sesle dile getirildi.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TARAFINDAN “ORMAN KAHRAMANI” ÜNVANI VERİLMİŞTİ Hayrettin Karaca 2013 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından “Orman Kahramanı” unvanına layık görülen bir isimdi. 97 yıllık hayatına sayısız başarı ve ödül sığdırmayı başaran Hayrettin Karaca’nın diğer ödülleri ise şöyle: Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi tarafından Fahri Doktora - 1990 Birleşmiş Milletler Çevre Programının Global 500 Roll of Honour Ödülü - 1992 Çevre Bakanlığı tarafından Çevre Beratı - 1992 Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından verilen Çevre Ödülü - 1993 Uluslararası Lions Club tarafından Melvin Jones Fellow Ödülü - 1994 Çevre Bakanlığı tarafından Üstün Hizmet Ödülü - 1994 ODTÜ tarafından Felsefe Onur Doktorası - 1995 Ege Üniversitesi Fahri Doktorası - 1995 Milli Olimpiyat Komitesi Fair Play Ödülü - 1996 Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Hoşgörü Ödülü 1996 Atatürk Kültür Merkezi tarafından Şeref Üyeliği Beratı - 1997 Kırıkkale Üniversitesi ilk Fahri Doktora unvanı 1997 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü - 1997 ÇEVRETED tarafından Çevreted 97 Onur Ödülü - 1997 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi 2000 Yılının Öncüleri Ödülü - 1998 Genç Hukukçular Derneği tarafından Yılın Yurttaşı Ödülü - 1998 Türkiye Çocuk Dergisi tarafından Babalar Günü nedeniyle Toprak Baba unvanı - 1998 Anadolu Üniversitesi Fahri Doktora Ödülü - 1998 BİLSES Vakfı Çevre Ödülü - 1998 Ankara Çankaya İzci Grubu tarafından Yılın Doğa Dostu Ödülü - 1998 Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından Yılın Adamı Ödülü - 1999 Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı tarafından 1998 Türk Dünyasına Hizmet Ödülü - 1999 TBMM Onur Ödülü - 2005 Right Livelihood Award - 2012 (Alternatif Nobel Ödülü)

ARALIK 2019 - OCAK 2020

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

T

oprak Dede” olarak da bilinen TEMA Vakfı’nın kurucusu Hayrettin Karaca 97 yaşında hayatını kaybetti. 20 Ocak tarihinde aramızdan ayrılan Karaca, TEMA Vakfı’nı 1992 yılında Nihat Gökyiğit ile birlikte kurmuştu. Türkiye’nin çölleşmesine karşı dikkat çeken ve pek çok faaliyet yürüten TEMA Vakfı, Hayrettin Karaca’nın vefat haberini kamuoyuna şöyle duyurdu: “Kurucu Onursal Başkanımız ve Toprak Dedemiz Sayın Hayrettin Karaca’yı kaybetmiş olmanın derin üzüntüsü içindeyiz. Tüm ülkemizin başı sağ olsun.”

59


BİZİMKİSİ

BİR AŞK HİKAYESİ E M R A H VA R O L

S KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

ize bir aşk hikayesi anlatmak istiyorum. İçinde sen olan, içinde ben olan, içinde biz olan… Bu hikayeyi kendim yazmayı ya da çok daha önceleri okumayı, duymayı çok isterdim. Yeni öğrendim, yeni dinledim ve dinledikçe dinleyesim geliyor. Her gördüğünü seven, her gördüğüne tutulan ve bir o kadar da çabuk vazgeçenlerin olduğu zamane aşklarının yanında bu hikaye ruhumu serinletiyor, yeniden aşka olan inancımı sağlamlaştırıyor. Yazarı Serdar Tuncer’e saygılarımla…

60

‘’İnsan arar… Bazen bulur, bazen buldum zanneder, Bazen buldum zannetmişken bir imtihanla kaybediverir… Aradığını bazen bir çift gözün derûnunda bulur, Bazen kaybeder kendisini insan, Bir çift gözbebeğinin ta içinde… Genç adam da ararmış, Aşkı ararmış… O kitaplarda okuduğu, filimler de seyrettiği, Hayalini kurduğu, rüyalarda gördüğü aşkı aramış yıllar boyu. Bir gün bir kütüphaneden bir kitap almış, Oturmuş sabaha kadar okumuş, yutmuş, o kitabı ezberlemiş. Bazen sayfaları birbiri ardınca çevirmiş. Tekrar okumuş… Tekrar okumuş… Ve o kitaptaki aşka vurulmuş genç adam. Sonra kitabı kapatmış sabaha karşı, düşünmeye başlamış; `Acaba böyle âşıklar gerçekten var mıdır?` `Böyle bir âşık? Böyle bir maşuk? Böyle bir çift göz gerçekte de var mıdır?` Kitabın kapağını kaldırıp bakmış ki, Kendinden önce okuyanların isimleri var. Bir tane bayan ismi `Acaba?` demiş, `Bir ömür beklediğim, aradığım acaba o olabilir mi? O da bu kitabı okurken, filan sayfada benim düşündüğümü düşünmüş müdür? Falanca sayfayı okurken, böyle bir tebessüm etmiş midir? Falan yerde gözlerinden yaşlar süzülmüş müdür bir bir?` Hayaller kurmaya başlamış. Sabah olduğunda genç adam, `Aradığım sevgiliyi buldum!` demiş. `O kadın benim bir ömür aradığımdan başkası değil! Göreceğim onun gözlerini, onun gözlerinin kapısından gireceğim yüreğine…` Sabah olunca, o isimdeki herkese birer tane mektup yazmış. Adresleri bulmuş fihristten. Göndermiş mektupları ve beklemeye başlamış… Bir, iki, üç, dört, beş… Günler günleri kovalamış haber yok. Bir sabah eve geldiğinde posta kutusu, Kalbi güm güm atmaya başlamış, çıkartmış `o`. Ondan bir mektup… Hemen alelacele merdivenleri koşarak çıkmış, Bir taraftan zarfı açmış okumuş, cevap; “Genç adam sizi tanımıyorum, bir kez bile görmedim yüzünüzü. Zaten görmem de gerekmez bir tek

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


... Genç adam da ararmış, Aşkı ararmış… O kitaplarda okuduğu, filimler de seyrettiği, Hayalini kurduğu, rüyalarda gördüğü aşkı aramış yıllar boyu...

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

gördüğünü sevmez gözler ama itiraf edeyim yazdıklarınıza vuruldum. Sizde benim hoşuma gittiniz.” Genç adam hemen bir cevap karalamış oracıkta. Cevabını beklemeye koyulmuş, iki, üç gün. Hani beklerken de zaman geçmez. Koşmuş, gelmiş, bakmış posta kutusunda bir mektup, Hemen bir cevap, Bir mektup, bir cevap… Beş yıl boyunca karşılıklı mektuplaşmışlar. Birbirlerinin ne yüzünü ne de gözünü görmemişler bu zaman diliminde. Delikanlı dayanamamış artık yakmış hasret yüreğini, Bir mektup yazmış; “Hanımefendi sizi görmek istiyorum. Yüzünü görmeden, özüne vurulduğum kadını merak ediyorum. Ne olur buluşalım.” Cevap gelmiş; “Hay hay. Filan gün, falan sahil kasabasında, falan yerde bekliyorum. Beni tanımanız için yakamda da kırmızı bir gül olacak.” Zaman geçmek bilmemiş. Genç adam şiirler okumuş, türküler söylemiş… Nihayet o sabah geldiğinde, iki saat evvelden belki Koşturup o sahil kasabasına gelmiş, beklemeye başlamış. Martıların sesi bir başka, Dalgalar bir başka vurmakta sahile, Simitçi çocuk bile o gün bir başka güzel. Yüreği alt üst, pırpır. Vakit yaklaştıkça yerinde duramaz olmuş. Karşıdan gelenlere `Acaba o mu?` `Belki de budur.` Hepsinin yakasına bakıyor, `Yok o değildir!` `O değildir!` En son bakmış ki; karşıdan birisi geliyor. Muhteşem bir endam, saçlar bellere kadar dökülmüş, Bakışlar alıp insanı asırlar ötesine, kıtalar ötesine götürecek kadar güzel. Ve o kadar tatlı bir tebessümle genç adama doğru yürüyerek geliyor ki; “İşte” demiş “İşte biliyordum, o…” Ona doğru yürümeye başlamış, yaklaşmış, Tam karşı karşıya gelmişler, göz göze bakmışlar, Genç kız bir tebessüm edip delikanlının önünden sıyrılıp geçmiş ki; Arkada ellili yaşlarda, kalın camlı gözlükleri olan, yüzü çiçek bozuğu, Seksen kilo kadar, 1,50 boylarında, yakasında kırmızı bir gül olan bir kadın. Dönüp bakmış giden kıza, `Gel!` der gibi bakmakta o güzellik. Diğerinin gözlerine bakmış, yalvararak bakıyor. `Hayır!` demiş. `Ben bir anda vurulduğuma değil, Yüzünü görmeden, özüne vurulduğum kadına gideceğim.` İhtiyar kadının önüne gelmiş, durmuş, elini uzatmış. `Merhaba` demiş, `Ben filanca`. Kadın tebessüm etmiş. `Delikanlı sizi tanımıyorum ama şu karşı kaldırımda ki kız var ya, sizi görünce gözleri ışıl ışıl oldu. Yakasında ki gülü çıkartıp benim yakama taktı ve dedi ki; `Şişşşt… Teyze, imtihan, imtihan…` Delikanlı dönüp bakmış ki, genç kız kollarını açıp kendisine doğru gelmekte. Bazen yıllar sürer bir gözün kapısından içeri girmek, bazen bir an… Ve o imtihanı verenler o kapıdan içeri girip, O gönülde bir ömür misafir olurlar. Gözler ki aşk kapısının tokmağıdır, gözler ki aşkın kapısıdır…Girmesini bilene…’’

61

... Muhteşem bir endam, saçlar bellere kadar dökülmüş, Bakışlar alıp insanı asırlar ötesine, kıtalar ötesine götürecek kadar güzel. Ve o kadar tatlı bir tebessümle genç adama doğru yürüyerek geliyor ki; “İşte” demiş “İşte biliyordum, o…”

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


Still Art

ÜNIVERSITE POTANSİYELİ ÜZERİNE… DR. MİMAR HALİT COZA

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Ü 62

niversite öğrencilik dönemimde bile aklımdan geçmiştir; eğer mimar olmayıp, kendi evimi, ofisimi tasarlatacak bir kullanıcı, işveren olsam projeyi mutlaka üniversiteden akademisyen bir mimara tasarlatma düşüncesi… Birçok etken var bu tespiti yapma ve bu düşünceye sahip olmamda. Okuldaki akademisyen hocalarımın bende yarattığı imaj, sahip oldukları teknik bilgi birikim tecrübe, akadamisyenlik dışında mimarlık piyasasında ortaya koymuş oldukları projeler, mesleki saygınlıkları vesaire. Belki de bu nedenle ilk dönemlerde aklımdan hiç geçmeyen akademisyen olma fikri üniversite sürecinde belirginleşti ve olgunlaştı. “Profesör” ünvanı kazanmak erişilmesi en saygın, en itibarlı kıdemdi bana göre… Şimdilerde bunu sorgular oldum. Yakın zamanda ülke gündemini meşgul eden eğitim sistemi ile ilgili ortaya çıkan olaylar, lisans üstü eğitim sürecimden başlayan yaşadığım, gördüğüm, duyduğum hikayeler, kafamda kurgulayıp en öteye koyduğum akademisyenlik kavramını oldukça hırpaladı. Bu tespitim şimdilik bu kadarla kalsın diyerek asıl konuya geçiyorum. Bir şehrin “üniversite” potansiyeline sahip olmasının sosyal, kültürel, ekonomik olarak ne kadar büyük bir

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

güç olduğunun altını çizmek asıl amacım. Yaklaşık 80000 öğrencisi ve 3000 akademik personeliyle Pamukkale Üniversitesi’nin şehir üzerinde ne kadar büyük bir güce ve potansiyele sahip olduğunun farkına varılmasını istiyorum. Türkiye’deki birçok ilçe nüfusundan daha fazla nüfus barındıran, kampüs alanının kapladığı alan ve konumu itibariyle kent ve kentliyle sürekli iletişim halinde olan bu gücün kendi uzmanlık alanımla ilgili konularda potansiyelinin çok farkına varılmadığını düşünüyorum. Pamukkale Üniversitesi dönem itibariyle bu ülkenin saygın ve prestijli üniversitelerinden biri konumuna gelmiş durumda. Bu üniversitenin Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü’nde görevli bir akademisyen olarak bölümümdeki öğretim üyesi hocalarımızla beraber sürekli şehre dokunan projeler üzerinde

araştırıyor, çalışıyor ve üretiyoruz. Bu şehirde doğmuş, büyümüş bir kentli, öğretim üyeliği öncesi mimarlık piyasasında projeler üretmiş tasarımcı mimar, müteahhit ve bir akademisyen olarak bu kentle ilgili tespitlerimin ve tespitlerimizin dikkate alınmasını talep ediyorum. Mimari Tasarım derslerinde Denizli’yle ilgili her ölçekte değer veya sorun olarak gördüğümüz mekân problemleri üzerine uzun bir süre kafa yoruyor olduğumuz bilinsin istiyorum. Ülkenin önde gelen üniversitelerinden mezun olmuş akademisyen öğretim kadrosu, piyasada kendini kanıtlamış bölüm dışından bize destek veren mimar meslektaşlarımız ve onlarca öğrenci ile birlikte kentin önemli noktalarında onlarca nitelikli proje ortaya


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

çıkardığımızın farkına varılmasını istiyorum. Örneğin, Pamukkale’deki Karahayıt Bölgesi ve Pamukkale Köyü, kentsel ölçekte mekansal problemleri olan ve bu nedenle mevcut turizm potansiyelini kullanamayan bölgeler olarak değerlendirilerek, kentsel ölçekte iki dönem boyunca üniversitedeki akademisyen kadro, bölüm dışından destek veren mimarlar ve öğrenciler tarafından çalışılarak onlarca nitelikli proje üretildi.Şehrin tam merkezinde, birçok bölgeye çeperi bulunan fakat şehirden izole durumda olan, hatta bu nedenden ötürü uzunca bir dönem şehirden uzak bir yere taşınacağı dillendirilen askeri bölge ile ilgili birçok hayali proje, bu fakültenin akademik kadrosu ve öğrencileri tarafından tasarlanmış durumda. Yine yakın zamanda belediyenin gündeminde olan Büyükşehir Belediyesi’ne ait “Belediye Binası” projesi ile ilgili düşünülen arazi üzerinde bu kalabalık öğrenci ve akademik kadro tarafından onlarca proje üretilmiş durumda. Yeni açılan Nihat Zeybekçi Kongre ve Kültür Merkezi ile hemen altındaki İncilipınar Parkı

ve devamındaki aks üzerinde planlanmış olan otel arazisi üzerinde bu fakültenin akademisyen ve öğrenci kadrosu nitelikli birçok “şehir oteli” projesi üretmiş durumda. Üçgen Meydanı’nda düşünülen Ticaret Merkezi, Pamukkale Üniversitesi kampüsü içerisinde öncelikli ihtiyacımız olan Mimarlık Fakültesi Binası, Kütüphane Binası, Bozdağ Kayak Merkezi Sosyal Tesisleri, şehir için eksik olarak değerlendirdiğimiz nitelikli, karma kullanımlı, kentin sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak, kentsel

karşılaşmaların yaşanabileceği konut projeleri bu ekip tarafından üzerinde uzun uzun çalışılan proje konularından birkaçı. Kaleiçi, Bayramyeri, Çınar bölgesi için güncel ekolojik yaklaşımlar, endüstriyel ve arkeolojik alanlar için yeni mekansal kavrayış ve öneriler, araştıran, zihniyeti farklı çalışan, üreten, öneren bilinçli bir kadronun önemsenecek arayışları olarak görüyorum. Mimarlık bölümü olarak bu alanlarda koca bir dönem, uzun mesailer harcayarak, kalabalık, genç, taze beyin üniversite öğrencileri ile birlikte tespit ettiğimiz alanlarda birçok proje üretiyoruz. Başka hangi resmi ya da özel kurum, hangi mimarlık ofisi, böyle bir kadroyla, bu kadar uzun süre bir arazi üzerinde mesai harcayabilir, bir düşünün istiyorum. Bu potansiyeli herhangi bir yerel yönetim neden değerlendirmediğini merak ediyorum. Bu farkındalığın henüz oluşmadığını düşünüyor ve bir an önce bu büyük potansiyelin şehir yararına kullanılacağını umuyor ve diliyorum. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

63


TARHANA HİKAYESİ Milasın bir köyünden kadının birisinin kocası ölüyor kadın kocasının ölüsüne bakıp bakıp diyor ki "Baktın hava yağmur havası ,ocakta darhana çorbası ne diye ölüvedin gözü kör olası".

işte…” diye geçirir aklından. Ancak padişah soran gözlerini kadının gözlerine dikmiş, gelecek cevabı beklemektedir. Ne desin kadın?.. “Fakir Ev” anlamına gelen: -Darhane Çorbası, hünkârım… deyiverir.

VE TARHANA ÇORBASININ ÖYKÜSÜ

Geceyi o “Dar hane” de geçiren padişah ertesi gün ne yapmıştır bilinmez ama söyleyiş özellikleri nedeniyle günümüze “Tarhana” olarak taşınmıştır bu çorbanın adı.

Hikâye bu ya; soğuk ve karlı bir kış günüdür. Padişah ve veziri kimseye haber vermeden ava çıkmışlardır. Gezmişler, dolaşmışlar, avlanmışlar akşamı etmişlerdir. Geri döneceklerdir de bir türlü ormandan çıkamamışlardır. Artık karanlık çökmek üzere ve umutların tükendiği bir zamandır ki; bir kulübecik görürler. Kapıyı çalıp misafir olmak istediklerini söylerler kulübe sakinlerine. Kabul görürler, misafir olurlar haneye. Ev sahibi erkek, misafirlerinin için için üşüdüklerini hissettiği an: -Hanım, baksana nasıl da üşümüşler, çorba kaynatır mısın misafirlerimize?.. der. Ev sahibesi hanımefendi hemen kalkar ve toprak bir güvecin içinde çorba hazırlar. Çorbalar içilince, içi ısınır misafirlerin, rahatlarlar; üstlerindeki abaları postları çıkarınca göz alıcı giysiler çıkar meydana. Az, biraz genç olanı: -Ben, padişahım… der. Hane halkı şaşırır, demek ki padişah fakirhanenin konuğudur. Padişah devamla: -Benim sarayımda da her gün kazanlar kaynar ama hiç böyle lezzetli çorba içmedim bugüne kadar, nedir bunun adı?.. der. Ev sahibesi hanım şaşırır; “Çorbanın da adı mı olurmuş, adı üstünde, çorba

Tarhana Çorbası, soğuk kış aylarının vazgeçilmezidir memleketimizin. Buram buram kokusu gelen; börülceli, acı kırmızıbiberli o tarhanadır. Yaz aylarından çıkmadan, kınalı ellerle

hazırlanır da toprak boduçlara, kurutulmuş su kabaklarına doldurulup saklanırdı eskiden; ya da bembeyaz divitin keselere doldurulup asılırdı tavan çengellerine. Selam olsun memleketimin tarhanasını yapan gelinine, kızına; selam olsun elleri nasırlı analara, bacılara; selam olsun apak saçlı ebelere, ninelere. Selam olsun tarhanayı soframıza getiren öpülesi ellerin sahiplerine. Selam, selam olsun.......



Porselen Kron

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Bu

66

Evet efendim nedir bunlar, “kaplama-kuron-” “köprü” dediğimiz sabit protezlerin yapı malzemeleridir. Metal destekli porselen, zirkon destekli porselen , full zirkon –monolitik- , full porselen kronlar , porselen lamina – yaprak-, komposit lamina –bonding-. Bunlar nedir aralarındaki farklar nedir bunlara bir göz atacağız.

Porselen Kron Nedir?

Çeşitli sebeplerle aşırı madde kaybına uğramış dişlerin korunması için ya da estetik gerekçe ile dişlerin kesilip üzerlerinin diş şeklindeki materyaller ile kaplanması işlemidir. Bu işlem -madde kaybı olmuş- dişe zarar vermez, aksine dişin ömrünü uzatır. Estetik nedenlerle de dişler kuronlanabilir ancak bu tamamen hastanın istediği doğrultusundadır. Klasik porselen kuronların alt yapısı metaldir (krom kobalt nikel, altın, titanyum, zirkonyum vb) En yaygın kullanılan hali krom kobalt nikel halidir ki hepimizin bildiği koyu renk bir metaldir. Kullanım nedeni kolaylığı ve elbette diğerleriyle kıyaslanamayacak fiyat avantajıdır. Ne yazık ki doku dostu olan ve bir dönem çok umut bağlanan titanyumun porse-

lenle bağlantısı bizim umudumuz kadar güçlü değildi ve titanyum alt yapılı porselen kronlar pek yapılmaz oldu. Altın alt yapı, aslında müthiş doku dostu ve estetiktir ama o da pahalı bir malzemedir, yurt dışında standart uygulamada kullanılmaktadır. Bir de yeni dönemim vazgeçilmez starı zirkonyum vardır ki hem dokuyla uyumlu ve hem de “renk seçeneği” olan bir metaldir. Hemen not düşelim bu bahsettiğimiz metaller sadece alt yapıdır ve üzeri porselenle kaplanır, kullanılan metal türünden bağımsız hekiminizin yaptığı ara prova dışında bir daha göremezsiniz. Biraz starımız Zirkonyumdan bahsedelim, hakkında ne demişler bakalım : “Estetik ve sağlamlığı bir arada sunması, diş eti uyumunun yüksek olması gibi istediğimiz tüm özellikleri bir arada sağlayan alt yapılarda metal yerine beyaz bir alaşım olan zirkonyum un kullanımı gün geçtikçe artmaktadır. Zirkonyum esaslı porselenler ön dişlerde estetik ve doğal görünümü sağlarken diğer taraftan da arka dişlerde kullanılabilecek dirençli olmaları nedeniyle günümüzde daha çok tercih edilmekte ve diş hekimleri tarafından güvenle kullanılmaktadır. Zirkonyum destekli sistemler metal destekli kaplamalarda yaşanan sorunları ortadan kaldırıp hasta ağzında doğal ve estetik görünüm yaratarak kişilerin yaşam kalitesini arttırmaktadır. Kaplamalarda metal yerini alan (ille de değil) bu yeni materyal yüksek mekanik direncinin birlikte diş ve diş etlerindeki biyolojik uyumluluğu ve kırılmaya karşı gösterdiği yüksek direnci ile diğer dental materyaller arasından dikkat çekmeyi başarmıştır. Göz dolduran bu yeni materyal yüksek biyo uyumu sayesinde sıkça yaşanan diş eti problemleri ve alerjik reaksiyonlara sebebiyet vermez (elbette iyi ağız ve diş bakımı yapılırsa). Zirkonyum’un bir diğer önemli özelliği ise ışık geçirmedeki başarısıdır.”

Peki aradaki fark nedir?

l Her iki malzeme için kesilmesi gereken diş miktarı hemen hemen aynıdır. Metal destekli kuronların alt yapısı gri metalden olur ve direnci zirkonyuma göre daha fazladır. Estetik olarak ince dişeti yapısı olan Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

hastalarda gri bir yansıma yapabilir. Zirkonyum destekli kuronların alt yapısı ise zirkonyum olarak adlandırılan beyaz bir malzemeden yapılmıştır. Bu nedenle diş eti altında gri yansıma oluşturmaz. Her iki malzemenin de üst yapısı porselen ile kaplanır. Metal kron uygulanan dişlerde uzun dönemde diş eti çekilmesine bağlı diş etinden renk yansıması gibi sorunlar oluşabilir. Zirkonyum kaplama, diş etiyle yüksek uyum sağlar ve uzun yıllar kullanılabilir. l Metal destekli porselen kaplama, zirkonyum kaplamaya göre daha az maliyetlidir. l Metal destekli porselenler ile daha uzun köprüler yapılabilir. l İyi yapılmış kaplamalarla uzun ömürlü sonuçlar elde edilir. Zirkonyum kaplama kesinlikle daha uzun ömürlüdür demek doğru değildir fakat diş eti ve ağız sağlığı için çok daha uygundur. İmplant üstü all on four gibi tam çene protezlerde metal altyapı tercih edilebilir

Monolitik Zirkonyum Kuron Nedir?

Monolitik zirkonyum bir çeşit monoblok (yekpare) zirkonyumdur. Bu

DİŞ HEKİMİ

sayıda diş eksikliklerinde, hasarlı dişlerde ya da sadece estetik için kullanılan sabit protezlerin malzemelerinden -alt yapılarından- bahsetmeye çalışacağım. Çok teknik gibi gelebilir ama aslında değil, bu malzemelerin isimlerini internetten, ziyaret ettiğimiz hekimlerden ya da en önemli referans kaynağımız olan komşularımızdan zaten duymuşuzdur. Bu malzemelerin neredeyse tamamı kalıcı geri dönüşü olmayan tedavilerde kullanılmaktadır.


köprü yapılması için uygulanmaz l Yüksek okluzal yük alan azı dişlerinde, diş sıkma olan kişilerde uygulanmaz l Metal post veya pin destekli restorasyonu olan dişlere uygulanmaz l İmplant üstü kaplamalarda kullanılması için abutment’in özel işlemlerden geçirilmeli, direk abutment üzerine yapılması gibi ihtimaller, seramik kaplamanın kırılmasına neden olur. Bu durumlarda çiğneme kuvvetlerine daha dayanıklı Zirkonyum kronlar tercih edilmeli.

zirkonyum üzerine porselen konmadan ama sanki porselen varmışçasına renklendirilip, makyajlanıp son derece doğal ve estetik görünümlü çok yüksek kırılma dayanımı olan yeni nesil zirkonyum kuronlardır. Uzun köprüler, bruksist (diş sıkan) hastalar ve dikey boyut (dişleri aşınmış) sorunu olan hastalar için müthiş bir çözüm olmaktadır. Özel patentli üretim sistemi sayesinde, diğer zirkonyum ürünlere göre transparanlığı ve estetik görünümü çok daha iyi olan ve dayanıklılığı da çok daha yüksek olan bir materyaldir. Çok daha az madde kaybıyla, çok daha sağlam restorasyonlar yapılabilir. Yapılan bilimsel çalışmalarda 0.5 mm kalınlığa sahip monolitik zirkonyanın bile ağız içi maksimum ısırma kuvvetlerine karşı yeterli dirence sahip olduğu bildirilmiştir. Monolitik zirkonyum ile yapılan kuron ve köprüler, metal veya zirkonyum alt yapı veya porselen içermediğinden birçok tedavi basamağını ortadan kaldırır. Bir kaç günde bir yapılan provalara gerek kalmaz. Monolitik zirkonyum ile yapılan kuron ve köprüler, metal alt yapılı veya zirkonyum alt yapılı kuron ve köprülere göre çok daha estetik bir görüntüye sahiptir ve kırılmaya karşı çok daha dayanıklıdır. Bu özellikleriyle metal altyapılı ve zirkonyum altyapılı kuron ve köprülere göre çok daha büyük avantajları olan bir alternatiftir.

Tam Seramik Kuron Nedir?

Tam porselen, tam seramik, full porselen, empress, emax gibi adlar aynı şeyi temsil etmektedir. Estetik diş hekimliği uygulamaları arasında lamina vener, zirkonyum uygulamaları ile birlikte en çok tercih edilen tedavi seçeneğidir. Bu kaplamalar isimlerinde de belirtildiği gibi tek cins malzeme yani tamamen porselenden üretilir. Monolitik zirkonyum için bahsettiğimiz gibi bir altyapı tabakası yoktur. Temeli yüksek basınç ile sıkıştırılarak güçlendirilen, kristal yapılı seramik çekirdektir. Üzerine yine cam seramik yığılması ile renk geçişleri ve estetik tamamlanır. Maksimum ışık geçirgenliği ve tamamen kristalize yapısı ile doğal dişe en yakın sonuçlar elde edilen kaplamalardır. Ön bölge tek diş restorasyonları gibi renk uyumu kritik, estetik kaygı ve beklenti yüksek olan

durumlarda en doğal diş kaplaması olarak tercih edilir. Transparanlık düzeyi, katman renkleri detaylı olarak seçilebilir. Eksik dişlerin olduğu durumda yeterli direnç sağlamayacakları için tercih edilmezler. Büyük azılar bölgesinde tercih edilip edilmemesi; kişinin çene ilişkisine, alışkanlıklarına ve çiğneme analizine göre değerlendirilir. Hekim ve teknisyen açısından maliyeti ve işlemin gerektirdiği hassasiyet arttığı için diğerlerine göre full porselen kaplamaların fiyatları daha yüksektir.

Hangi durumlarda yapılması daha uygundur?

l Diastema (Dişler arasın boşluk, ayrıklık) varlığında l Diş boylarının uzaması, konturlanırının düzenlenmesi istenirse l Minimal diş çapraşıklıklarında, pozisyon bozukluklarında l Diş şekil bozukluklarında, zamanla oluşan aşınmalı dişlerde l Beyazlatma ile sonuç alınamayan koyu renkli dişlerde l Gelişimsel şekil ve renk bozukluklarında l Yaprak porselen (Laminate Veneer) için yeterli bağlanma yüzeyi olmayan, çok restorasyonu olan dişlerde

Peki hangi durumlarda yapılması önerilmez? l Diş eksikliği varsa boşluğun doldurulması,

l Mükemmel bir renk uyumu vardır l Tek diş restorasyon yapacaksak en çok tercih ettiğimiz yöntemdir. l Üç seviye transparanlık seçeneği vardır. Alttaki dişin rengini yansıtmak isteyebilir ya da maskeleyebiliriz. Seçimler tamamen özgür ve estetiktir. l Dişlerden aşındırma miktarı Laminate Veneer (Yaprak Porselen)’e göre fazla fakat zirkonyum kaplamalara göre azdır. l Diğer kaplama çeşitlerine göre daha derinlemesine yapışır dişe daha iyi tutunur. l Cam kristallerinden dolayı daha parlak ve pürüzsüzdür l Dişeti sağlığına, ağız sağlına olumsuz bir etki yapmaz. l Yüz yapısına uygun gülüş tasarımı doğrultusunda ve beklentilere göre yapıldığı için hastanın özgüvenini artırır. l Empress yapı üzerinde artık birikimi olmaz. l Ağız içi tüm yumuşak ve sert dokularla uyum içinde olan full porselenler, rahatlıkla uygulanabilmektedir. l Zamanla renklenme yapmaz.

İkisi de estetikse tam seramik ve zirkonyum kuronun farkı nedir?

l İki seçenekte estetik diş hekimliği uygulamalarında güvenle kullandığımızı, biyolojik uyumları yüksek tedavilerdir. Sık sık tedavilerimizde kullandığımız yöntemler ile estetik değeri yüksek, doğan dişler elde edilebilmektedir. Ortak özelliği içeriklerinde estetik problem oluşturacak metal tarzı bir malzemenin olmaması ve gelişmiş sistemlerde üretilerek istenilen sonuçlara ulaşılmasıdır. l Zirkonyum kaplamalar alt yapısı açısından farklılık gösterir ve estetik dışında yüksek direnç beklentisi de varsa tercih edilir. Yani dişsiz bir boşluğunuz varsa ve bir köprü planlanıyorsa tam seramik bir köprü yapılamaz, zirkonyum tercih edilir. Yine azı dişlerinden yüksek kuvvet ve diş sıkma eğilimi olanlarda tam seramiklerden kaçınmaktayız. l Ön bölge dişlerde, herhangi bir diş eksikliği olmaması durumunda ise Tam Seramikler tercih edilmektedir. l O muydu bu muydu derken konu uzun, burada bitmez. Bu sayıda konuyu metal destekli porselen, zirkonyum destekli porselen, full zirkonyum ve full porselen kuronlarla sınırlayıp gelecek sayıda porselen lamina ve kompozit lamina –bonding- ile devam edeceğiz. Sağlıcakla kalın. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Masraflı, kullanım alanı kısıtlı da olsa neden kullanılmalı?

67


SOSYAL SORUMLULUK

YABAN HAYATI HASAN KILINÇ / VETERİNER HEKİM

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Ülkemiz yedi bölge yedi iklim, hem kültürel hem de doğal zenginlikleriyle dünyanın göz bebeğidir. Birçok canlının ev sahipliğini yaptığı bu coğrafyada doğada en önemli göreve sahip canlılardan olan yaban hayvanları büyük önem taşımaktadır.

68

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


Dengelerin yerle bir olmasına yaşam hakkının kutsallığına saygınlığına önem vermeyen en büyük etken biz insanlarız. Özellikle göç dönemi veya

üreme döneminde avlanması yasak olan hayvanların nesline göz dikerek silahla yaralanması sonucu kliniğimize de gelen birçok hayvanın kanadı ve çeşitli bölgesinde saçma izlerine denk geliyoruz. Ülkemizde özellikle hasta ,yaralı ya da öksüz yavru yabani hayvanları bulduğumuzda neler yapabileceğimizi kiminle muhatap olacağımızı da bilmiyoruz. Özellikle bu hayvan türlerine kendimiz müdahale etmek yerine bulunduğumuz kentin Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ekiplerine haber verip bilgilendirmek ve müdahale etmelerini beklemek daha doğrudur .

tanımak için bu konuda mutlaka uzman kişilerden bilgi alarak tekrar canlının yaşamını sürdürmesine devam etmesine önemli bir katkıda bulunabiliriz. Yaban hayvanlarına ve doğadaki binlerce canlıya sahip çıkmak, korumak duyarlı olmak aslında bizim merhamet ve şefkat duygularımızla alakalıdır. Yeri gelince beslemek, ilgili kişileri aramak, doğru neyse yerinde hareket etmek, egolarımızı ve namlumuzu kenara bırakıp yaşanabilir bir dünya için 5 saniye düşünüp onlarında can taşıdığını belki de yavrularının olduğunu hatta daha yavru olduklarını unutmamak empati kurup duyarlı olmak en büyük çağrımız ve beklentimizdir.

Belli mevsimlik dönemlerde (yavruların yuvadan ayrılma dönemi veya göç dönemlerinde) baykuş, karga, leylek gibi kışında genelde yol kenarlarında beslenmek ve yiyecek bulmak için arabanın çarpılmasıyla yaralanan tilki, çakal gibi hayvanlardan belli dönemlerde çok ihbarlar gelmektedir. Çoğunlukla göç dönemlerinde en çok ihbar edilen hayvanlardan biri olan ebabil kuşları kendileri yere düştüğünde

havalanamıyorlar. İnsanlarda bulduklarında hasta sandıkları için ihbar ediyorlar. Oysa ki uygun yüksekliğe bıraksak tekrar yaşamına kaldığı yerden devam edecek. Bundan dolayı kuşun türünü bilmek veya hayvanı

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Doğada her canlının görevi olduğu gibi yaban hayvanlarının da birçok görevi vardır. Örneğin ; Kızıl şahinler Tarla fareleri, yer sincapları (gelengi), tavşanlar; ayrıca sürüngenler (kertenkele, keler ve yılanlar) gibi küçük ve orta büyüklükteki omurgalılarla beslenir. Nadiren de olsa leşlerle beslendiği de görülmüştür. Akbabalar doğada ölen canlı hayvanların leşlerini yiyerek beslenirler. Bu sürkülasyon besin zincirinde bir döngüyü sağladığı için döngüdeki bir tane canlının yok olması doğanın dengesinin bozulmasına sebeb olur.

69


SİNEMA NUH TEPESİ KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

6 Mart 2020

70

Tür: Dram Yönetmen: Cenk Ertürk Oyuncular: Haluk Bilginer, Ali Atay, Mehmet Özgür Nuh Tepesi, bir yandan babasının isteğini yerine getirmek, diğer yandan da ayrılmak üzere olduğu hamile karısıyla arasını düzeltmek için çabalayan bir adamın hikayesini konu ediyor. Orta yaş krizi ile baş etmeye çalışan Ömer, babasının isteği üzerine onunla birlikte İstanbul'dan memleketleri Bursa'ya doğru yola koyulur. Ömer'in babası, öldüğü zaman köyün tepesinde

bulunan, yıllar önce kendisinin diktiğini iddia ettiği bir ağacın altına gömülmek istemektedir. Ömer babasının isteğini kabul etse de, başta muhtar olmak üzere tüm köy halkı bu isteğe şiddetle karşı çıkar. Nuh Peygamber tarafından dikildiğine inandıkları ağaç, köylü için adeta bir geçim kapısı olmuş, günde onlarca kişi tarafından ziyaret edilir hale gelmiştir. Ömer ve babası, arazinin kendilerine ait olduğunu kanıtlayabilmek için uğraşırken, bürokrasi engeline takılırlar. Köyde geçirdikleri bu zaman, yıllardır birbirlerini görmeyen baba oğulun itiraflar silsilesine dönüşecektir.

MÜRİT 13 Mart 2020

Tür: Korku, Dram Yönetmen: Severin Fiala, Veronika Franz Oyuncular: Riley Keough, Jaeden Martell, Lia McHugh The Lodge, genç bir kadının, evlenmeyi planladığı adam ve çocukları ile birlikte gittiği tatilde yaşananları konu ediyor. Richard, hayatının ikinci baharında yaşayan bir adamdır. İki çocuğu ile birlikte yaşayan Richard, ikinci evliliğine hazırlanmaktadır. Sevgilisi Grace ve çocukların kaynaşmasını isteyen Richard, birlikte olmalarını sağlayacak kısa bir tatil planlar. Richard, çocukları ve Grace, şehirden uzakta bulunan bir tatil köyüne gider. Genç kadın, çocukların kendisinden hoşlanmaları için elinden geleni yapar. Ancak çocukların Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

tek isteği babalarının Grace’den ayrılmasıdır. Yakında üvey anneleri olacak olan Grace hakkında araştırma yapan çocuklar, genç kadının yıllar önce yaşanan bir katliamdan sağ kurtulan tek kişi olduğunu öğrenir. Geçmişte yaşanan olayın travmasıyla boğuşan Grace, dağ evinden bir takım tuhaf olaylara şahit olur. Evin çevresinde yaşanan korkutucu olayların artmasıyla birlikte Grace, karanlık geçmişi ile yüzleşmek zorunda kalır.


HAYAL ADASI 6 Mart 2020 Tür: Gerilim Yönetmen: Jeff Wadlow Oyuncular: Michael Peña, Maggie Q, Lucy Hale Hayal Adası, eğlenmek için bir adaya giden bir grup insanın yaşadıklarını konu ediniyor. Bir grup insan, gönüllerince eğlenecekleri, hayallerindeki birçok şeyi

gerçekleştirebilecekleri Fantasy Island’a gider. Fakat adada onları bekleyen düşlediklerinden oldukça farklıdır. Karanlık temalar ve doğaüstü olaylarla karşı karşıya kalan insanlar, hayatta kalabilmek için zorlu bir mücadele vermek zorunda kalır. Jeff Wadlow’un yönetmen koltuğunda oturduğu filmin başrolünde Michael Peña ve Jimmy O. Yang yer alıyor.

DİJİTAL ESARET

20 Mart 2020 Tür: Komedi / Yönetmen: Birol Güven, Emre Kavuk Oyuncular: Rasim Öztekin, Özgün Çoban, Yeşim Alıç

71

HAYALLERİN PEŞİNDE

SONSUZLUK ÜZERİNE 20 Mart 2020 Tür: Dram, Fantastik Yönetmen: Roy Andersson Oyuncular: Martin Serner, Tatiana Delaunay, Anders Hellström Binbir Gece Masalları’ndan esinlenilerek hayata geçirilen Om det oändliga, insan hayatındaki güzellikleri, zülmü ve ihtişamı gözler önüne seriyor.

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Dijital Esaret, dijital dünyada işledikleri suçlar yüzünden cezaevine atılan bir grup gencin hikayesini konu ediyor. Bir grup genç, dijital dünyaya adım attıklarında başlarına geleceklerden habersizdi. Her şeyin kendi kontrollerinde olduğunu düşünen gençler bir süre sonra bu dünyanın esiri haline gelir. İşler gittikçe içinden çıkılmaz hale geldiğinde ise kendilerini cezaevinde bulurlar. Burada yolları kesişen sosyal medya fenomenleri, hackerlar, internet bağımlıları ve sanal kumarbazların özgürlüklerine kavuşabilmeleri için son bir şansı vardır. Cezaevinden çıkmak için çabalayan gençleri bu süreçte büyük bir sürpriz bekler. Yönetmen koltuğunda Birol Güven ve Emre Kavuk’un üstlendiği filmin başrolünü Rasim Öztekin üsteleniyor. Filmin senaryosunda Birol Güven’in imzası bulunuyor.

27 Mart 2020 Tür: Macera, Dram Yönetmen: Tyler Nilson, Mike Schwartz Oyuncular: Shia LaBeouf, Dakota Johnson, Zachary Gottsagen

ADANIŞ: KUTSAL KAVGA

20 Mart 2020 Tür: Aksiyon Yönetmen: Emir Khalilzadeh Oyuncular: İsmail Filiz, Esra Bilgiç, Baki İlhan “Adanmışlar”, İstanbul’u fethinin ardından Türklerin eline geçen önemli bir sırrı korumak için teşkilatlanmış olan bir gruptur. Sırrı korumak için her şeyi göze alan “Adanmışlar”, sırrı ele geçirmek için çabalayan karanlık güçlere karşı zorlu bir mücadeleye girişir.

Modern bir Mark Twain macerasına benzeyen filmin ana kahramanı Zak, down sendromlu 22 yaşındaki bir gençtir. En büyük hayali büyük bir güreşçi olmaktır. Amacına ulaşabilmek adına en sonunda bakımevinden firar eder. Salt Water Redneck güreş okuluna girmeye kararlı olan genç adam yolculuğu sırasında haydut Tyler ile tanışır. Tyler Zak’in arkadaşı ve koçu olacaktır. İkili, iyi kalpli bakımevi hemşiresi Eleanor’un da yardımıyla Zak’in hayallerini gerçekleştirmeye çalışacaktır... Oyunculuğuyla olduğu kadar deneysel sanat etkinlikleriyle de ön plana çıkan Shia LaBeouf ’u ve Zachary Gottsagen’ı başrolüne yerleştiren filmin yönetmen koltuğunda Tyler Nilson ve Mike Schwartz ikilisi oturuyor. Filmin senaryosu da yönetmenlerin elinden çıkma. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

72

Ki tap lık

Mesih-Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak Mete YARAR Ceyhun BOZKURT Destek Yayınları

İster Suriye’ye ve Irak’a yönelik hareketlilik olsun ister Büyük Ortadoğu Projesi ve Trump’ın en son mega projesi dediği yeni Ortadoğu planı… Bunların hepsinin ortak bir noktası vardı: TEOLOJİ. Yani, insanların inandıkları dini değerler ve bu değerler üzerinden çizdikleri politik yol haritası. Kitabı yazdığımız dönemde olmaz dediğimiz her şeyin neredeyse kitap yazılırken hayata geçmiş olması bizi gerçekten endişeye sevk etti. Her satırında, her cümlesinde, hatta her kelimesinde içimizden gelen tek söz “Bu kitap bizi yanıltsın” oldu. Bu kitap size kıyametin kapısının nasıl açılacağını anlatmayı vaat ediyor. “Sizin inandığınız şey fark etmez. Eğer onlar buna inanıyorsa, bu sizi de etkileyecektir.” William Cooper… “Maşiah hâlâ gelmedi. O halde gelişini hızlandırmak için bir şey yapın.” Menachem Mendel Schneerson… “Çocuklarımın ömürlerinin sonuna kadar yaşayacağını zannetmiyorum. Armagedon’da son ça-

tışma olacak ve sonra Tanrı evreni yok edecek.” Jerry Falwell… “Reagan’ın politik kararlarının çoğu İncil kehanetlerinin lafızcı yorumları üzerine bina edilmiştir. Bu durum Reagan’ı, ‘Şayet Tanrı ipotek altındaki bütün dünyayı yakında geri alacaksa, o zaman devlet borçları konusunda tasalanmak için hiçbir sebep yok’ gibi bir düşünceye sevk etmiştir.” James Mills… “Bunu yapmamın sebebi, size baktığımda İsrail’i diriltecek insanları görmemdir ve o ideal hepimizin yüreğindeki kutsal tutkudur: Atalarımızın vatanı, yuvamız İsrail’e dönüş.” Edmond de Rothschild.

Bir Kahraman Gibi Yaşa Özcan YÜKSEL

Doğan Novus

Sen ey kahraman okur bil ki şu yeryüzünde sonuç yaratan bir kişisin. Yaptıkların ve yapmadıklarınla böylesin. Bunu bilirsen kahraman olduğunu da bilirsin. Yaşadığın dünyayı küçültme. Yolu kısaltmak kendine giden yolu uzaklaştırabilir. Hızlı gitmek kendine giden yolu geciktirebilir. Zaten dışarıda çıktığımız her yol hep kendimize gitmez mi? En iyisi eski Romalılar’ın deyimiyle yavaşça acele et. Olması gereken yavaşlık ve olması gereken hızlılıkta yaşa âşık olmak gibi. Konuşmayı yeni öğrenen bir çocuk gibi gerçeğin etekliğini çekiştir ve sor: Neden? Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

Sormak gücü sarsar. Kahraman koca bir sorunun yanıtını arar gibi çıkar sokağa ve sorar: Neden? Çünkü sormak duvarı yıkar kendi önünü açar. Masal düşünürü gezgin kültür kâşifi macera gazetecisi ve fotoğrafçısı Özcan Yüksek çeyrek yüzyılı aşkın süredir insanı anlamanın peşinde yolda... Kutuplara insan eli değmemiş ormanlara ilk insanın temsili eşitlikçi toplumların diyarlarına yaptığı yolculuklar ve masalların kadim doğası üzerine çalışmalarının ürünü olan bu kitapta bize bir anlamda “kahramanın sonsuz yolculuğu”nu anlatıyor. Aslında her birimizin bu dünyaya “kahraman” olmak için geldiğimizi hatırlatıyor.


Efsanevi Yaratıklar

Divina’nı Bileziği -Bir Osmanlı Polisiyesi Ayfer KAFKAS İnkılap Kitabevi

Dere kenarında balık tutmak isteyen çocuklar bir kadın cesedi bulur. Ceset suda bulunduğundan tanınmayacak haldedir ancak cesedin kolundaki bileziği gören Kadı, maktuleyi tanıdığını ifade eder. Ceset, Sancakbeyi Alaattin Paşa’nın ikinci hanımı Zinnur’a aittir. Zinnur, Divina isimli bir gayrimüslim iken Müslüman olmuş ve Zinnur ismini almıştır. Eşrefzade İdris Bey’in kendine has iz sürme ve akıl yürütme yöntemleri, bu vakada kadı naibi olarak tayin edilmesini sağlamıştır. Hafiye İdris Bey kolları sıvar, Zinnur’u kimin, ne için öldürmüş olabileceğini araştırmaya başlar. Gerçeği öğrenmek için her yolu deneyen İdris Bey, günah sayıldığı için lafını etmenin bile mümkün olmadığı bir usulü dahi gizlice deneyecek, maktuleye otopsi yapacaktır… Yeni ipuçları çıktıkça vaka daha da karmaşık bir hal almaktadır. Vaziyet basit bir cinayetten ibaret değildir. Araştırdıkça Zinnur’un asıl kimliği ortaya çıkar.

Okumanın Tarihi, Geceleyin Kütüphane ve Hayali Yerler Sözlüğü gibi kitaplarıyla tanıdığımız Alberto Manguel, yeni kitabı Efsanevi Yaratıklar’da okurlarını mitolojiden, dinler tarihinden, edebiyattan ve popüler kültürden karakterlerle dolu bir gezintiye çıkarıyor. Bu kişisel koleksiyonda Drakula ile Kırmızı Başlıklı Kız, Şeytan ile Superman, Sinbad ile Kaptan Nemo, Karagöz ve Hacivat ile Quasimodo yan yana geliyor. Ortak insanlık mirasımızın en kıymetli parçalarından birinin, hikâyelerin coğrafyasında

Silsile

Eren AYSAN Kırmızı Kedi

Başlangıç Hikayesi-Her Şeyin Büyük Tarihi David CHRİSTİANA / Doğan Tüm insanlık için ortak bir tarih yazıKitap labilir mi? Yeni bir başlangıç hikâyesi oluşturulabilir mi? Dünya tarihi evrenin oluşumundan bugüne; dinlere hükümdarlara milletlere rejimlere ya da savaşlara indirgenmeden anlatılabilir mi? Büyük Tarih; eşiklere başlıca dönüşümlere ve kökenlerimiz hakkında derin sorulara odaklanan gezegenlerin oluşumundan evrime tarımın doğuşundan

küreselleşmeye her şeyin tarihini ele alan farklı disiplinlerden beslenen bütüncül bir yaklaşım. Bu ekolün önde gelen isimlerinden David Christian Büyük Patlama’dan günümüze dek süren hatta uzak geleceğe uzanan bir hikâye anlatıyor. Nereden geldiğimizi nerede olduğumuzu ve nereye yol aldığımızı düşündürecek heyecan verici bakış açısıyla Başlangıç Hikâyesi okurları on üç milyar yıl süren müthiş bir serüvene çıkarıyor.

ikamet eden onlarca “efsanevi yaratık”ın, can buldukları kitap ve efsanelerden dışarıya taşıp başka kılıklarda yaşamayı nasıl sürdürdüklerini, dünya hakkında her çağda yeni şeyler söylemeyi nasıl başardıklarını Manguel’in kılı kırk yaran, yaratıcı, oyunbaz yorumları ve eğlenceli çizimleri eşliğinde keşfetmek kitapseverler için gerçek bir ayrıcalık. “Bir kitap âşığından, unutamadığı karakterlere kelimeler ve resimler yoluyla bir saygı duruşu.” - New York Times

Anne babası aktif siyasi mücadele içinde yer alan Elâ, hayat çizgisini 12 Eylül darbesinin belirlediği kuşaktandır. Ani bir kararla Ankara’daki hayatını, evini ve ülkesini terk edip çok uzaklara, Amerika’ya gider. Okyanus ötesinde kuracağı yeni dünyaya dair planları vardır. Ancak kocasının ona yollayacağı bir paket her şeyi değiştirir… Elâ paketten çıkan mektupların ve şiirlerin peşinde Amerika’dan Viyana’ya, oradan Mardin’e doğru çıkacağı yolculukta sadece gelecek günlerin değil geçmişin de sürprizlerle dolu olduğunu öğrenecektir. İlk romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’ne değer görülen Eren Aysan, yeni romanı Silsile’de darbenin savurduğu hayatları anlatıyor. Silsile, saklı gerçeklerin mutlaka ortaya çıkacağına dair sarsıcı bir roman.

Bir Osmanlı Subayının Esaret Günlükleri Hüseyin HAMİT Yapı Kredi Yayınları

B

ir Osmanlı Subayının Esaret Günlükleri, I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde Ruslarla yapılan muharebelerde esir düşen Mülazım-ı evvel (Üsteğmen) Hüseyin Hamit Efendi’nin esaret günlüklerinden oluşuyor. İki defter halindeki günlükler, kendisinin Sibirya’ya olan esaret yolculuğunu, Nikolsk kampındaki esaret hayatını ve 1918 yılında esaretten kaçıp Türkiye’ye olan yolculuğunu anlatıyor. İlk defter, 14 Mart 1916 - 13 Mart 1917 tarihleri arasında Nargin Adası’ndan başlayıp Sibirya’ya, Nikolsk kasabasına gidişi ve burada yaşadıkları hakkında detaylı bilgiler içeriyor. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Alberto MANGUEL Yapı Kredi Yayınları

73


/ F O T O Ğ R A F S A N AT Ç I S I

C E N K Ç ATA L O K KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

T a r i h Öğret m en i | Cen k Ç a ta lok | F otoğra f Sana tç ısı | insta@ cenkcatal o k 9 1

74

KUZGUNCUK’A BİR BAKIŞ Mahalle geleneğinin bitmediği muhitlerden az kaldı. Onlardan biri de Kuzguncuk. Üsküdar’a bağlı ama bir o kadar da apayrı bir dünyada. İçinde yeşili, boğazın mavisini, renkli evleriyle gökkuşağı tonlarını barındıran bir semt burası. Perihan Abla, Ekmek Teknesi, Hayat Bilgisi, Hatırla Sevgili gibi dizilerin çekildiği, o sıcak komşuluklara, mahalleliye ortak olmuş burası. DİNLERİN KARDEŞLİĞİ Farklı inanıştaki insanların, iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşadıkları Kuzguncuk’ta, cami ile kilisenin komşu olması, hoşgörünün ifadesi gibidir. Kuzguncuk, buraya yerleşen aydınları, yerli halkı ile geçmiş kültürü yaşatmaya çalışıyor. Bir hayli de başarılı oluyor. Kuzguncuk; Yahudiler tarafından “Kutsal Topraklara Gitmeden Önceki son durak” olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden de, kutsal topraklara gidemeyenler, burada yaşamak ve hiç değilse buraya gömülmek istemişlerdir. İlk olarak 15’nci yüzyılda İspanya’daki zulümden kaçan Yahudilerin yerleştiği semt, 17’nci yüzyıla gelindiğinde bir Yahudi köyü halini almıştır. Bu yüzden “Küçük Kudüs” olarak isimlendirilmiştir. Gayrimüslimlerin tercih ettiği bir semt olması nedeniyle, eski zamanlarda Türkler için hiçbir şey ifade etmeyen, oturmak için hiçbir zaman düşünmedikleri Kuzguncuk’un farkı zaten Üsküdar’dan Kuzguncuk’a yürünen yol üzerinde keskin şekilde belli oluyor. Halen de Üsküdar ve Paşalimanı ne kadar otantik ve baskın Türk mimarisine hakim ise, Kuzguncuk’un ünlü evleri ve köşkleri de onlardan bir o kadar farklı. Evlerin ve köşklerin sıra, uzun yıllar Kuzguncuk’ta yaşayan gayrimüslim yapının buraya verdiği bir hediye de kilise ve sinagog gibi çok sayıda dini yapının varlığı. Tarih günümüze yaklaştıkça, azalan azınlık nüfusunun yerini Türkler almış. Bu şekilde de semtin mimari özelliklerine yeni yapılan camiler eklenmiş. Kelimenin tam anlamıyla yıllar boyu Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


KUZGUNCUK EVLERİ VE KEDİLERİ Bu güzel mahalle tertemiz sokakları ve orjinaline uygun restore edilmiş rengarenk sevimli evleri ile bilinir. Altı kagir, üstü ahşap ve geneli iki katlı olan “Kuzguncuk Evleri” çiçekler ile süslenerek sokakları güzelleştiriyor.

Bu güzel mahalle tertemiz sokakları bir gökkuşağını andırırcasına rengarenk, orjinaline uygun restore edilmiş Kuzguncuk evleri, mahallenin o tarih kokan otantik havasını oluşturan en önemli yapılardır. Cumbalı tarzda yapılan Osmanlı evlerinin büyük bir kısmı tarihi yapısını koruyarak günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. Farklı renklerde boyanan evlerin kat sayısı dörde kadar çıkmaktadır. Ahşap olarak inşa edilen evlerin alt katlarında ise mahalle esnafları bulunmaktadır.

Eskilerde kalmış mahalle dükkanlarının samimiyetini özlediyseniz bu dükkanlardan alışveriş yapmalısınız. Sizler de geçmişe bir yolculuk yapmak ve tarih koklamak istiyorsanız rengarenk yapılarla bezenmiş Kuzguncuk sokakları arasında tur atmalısınız. Kuzguncuk sokaklarının bir diğer sahipleri ise Kuzguncuk Kedileri.. Miskin miskin evlerin önünde yatan ve sokaklarda dolaşan bu sevimli yaratıklar da hayvanseverlerin yoğun ilgisinden nasiplerini alıyorlar. Ayrıca fotoğrafçılar için de çok sevimli pozlar veriyorlar...

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

farklı kültürlere, dinlere kucak açan Kuzguncuk; İstanbul’da göreceğiniz hiçbir yere benzemiyor. Bana kalırsa, İstanbul’a bile benzemiyor.

75


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

76

OKULLARI SANAT GÜNÜ İZLEYİCİLERİ BÜYÜLEDİ

Bilnet Okulları öğrencileri tarafından hazırlanan BİL ART DAY Sanat Günü etkinliğinde koro, dans performansları ile Forum Çamlık AVM de izleyenlerle buluştu. Gösteri çok sesli koro ve orkestra eşliğinde parçalarla başlayıp solo performansla devam etti.

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

B

ilnet Okulları müzik öğretmenlerinden koro ve orkestra şefi Fatma Özer ‘’Yaklaşık 2 aydır aralıksız sunum için hazırlandık. Çocuklarımın müzikal becerilerine olan inancım sonsuz. Provalarda bile onları izlerken gurur duydum. Onlara güvenim hep tam ve her zaman öyle olacak. Üzerimizde desteğini hep hissettiren müzik öğretmenimiz Melih Demir’e de teşekkürlerimi borç bilirim.’’ diyerek sözlerini bitirdi. 8. sınıf öğrencisinin solo performansı beraberinde 4. Sınıf öğrencilerinin dans performansları devam etti. İlk dans performanı hazırlayan Bilnet Okulları dans öğretmenlerinden Mehmet Lütfi Elmas çocukların çabaları ve verdikleri emeklere teşekkür ederken onlari gururla izlediğini belirtti. Güne yine damgasını vuran bir diğer dans gösterisi olan Bilnet Okulları dans ve drama öğretmeni Yudum Soyteki Erçak’ın ve öğrencilerinin hazırlamış olduğu Matrix ve Harry Potter film müzikleri kullanılarak modern çizgide hazırlanan ilkokul ve ortaokul kademelerinden öğrencilerin yer aldığı bir gösteri ile sahnedeydiler. Erçak, ‘’Çocuklarımı izlerken gözlerim dolarak izledim. Gururluyuz’’ dedi. Kampüs Müdürü Hatice Tuğba Yeşilpınar ise, ‘’Bu

etkinlikte tüm öğrencilerim ve öğretmenlerim Bilnet Okulları olarak sanata verdiğimiz önemi gururla aktarmaya çalıştık. Etkinliğin sloganı olarak ‘’Sanatı herkes için ulaşılır kılmak üzerimize vazifedir’’ demiştik. Bugün bunun için buradayız.’ dedi. Tüm seyirciler gösteri sonrası soyut heykeller oluşan etkinlik koordinatörü Fatma Tepe ve görsel sanatlar öğretmenleri İzel Gökbaraz ve Melda Çelik'in öğrencilerle hazırlamış olduğu sergiyi hayranlıkla dolaştılar. Eserlerle fotoğraf çekinmek için izleyiciler heyecanla serginin her karesini dolaştılar.

77

Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Burç, insanın doğum anında Güneş'in hangi pozisyonda olduğunu gösteren göksel bir alanın sembolik ifadesidir. Eğer doğduğunuz noktadan gökyüzüne, Güneş’e doğru hayali bir çizgi çizer ve bu çizgiyi sonsuza doğru uzatırsanız, bu çizginin bir burca ulaştığını görürsünüz. Duygu ve düşüncelerimize yön veren burçların yorumları uzmanlar tarafından yorumlanıyor. Aşk para gibi bir çok beklentinin analizi olan burçların 2020 yılı Mart ayındaki yorumları belli oldu. Aralık ayına özel tüm burçların aşk ve para yorumlarını sizler için araştırdık.

İş yerinde artık bir yıldız olabilirsiniz. Çevrenizdeki insanlar size yardım önerecek. Bu yardımı kabul etmeniz, bu jestleri takdir etmeniz ve özellikle bu iyiliklere karşılık vermeniz önerilir. Kimse bencil kişileri sevmez. Koç burcu, Şubat ayında önceliklerini yeniden değerlendirecek ve gözden geçirecek, aynı zamanda onları kişilik gelişimi de bekleyecek.

78

Aynı tutum iş konusunda olduğu gibi ilişkilerde de işe yarar. Tersine mesafeyi koruyun. Duygular akılcı düşünmenizi bulanıklaştırabilir. Şubat ayında, özel hayatınızda pek kazançlı olmayacaksınız. Boğaların geçen yıl buldukları huzurun kaybolduğu görülüyor.

Şubat’ta önceden plan yapmak işe yarayacaktır. İkizler şu sırada iş yerinde önemli bir şeyi kaçırmayacak, bu nedenle şu anda hayallerini kovalamak tehlikesizdir. Kendinizi uzun zamandır arzuladığınız bir şeylerle ödüllendirin ya da bir kış tatiline çıkın. Bu dönem elinizden geleni yapın. Yılın sonraki yarısı yoğun olacak ve bu etkinlikler için zamanınız olmayacak.

Birkaç kavgayı ve anlaşmazlığı çözmek için fırsatınız olacak. Sonunda, yıllar boyunca edindiğiniz becerilerinizden faydalanma fırsatına sahipsiniz. Uygun bir uzlaşma teklif ettikten sonra her iki tarafın taleplerini de karşılayabileceksiniz. Diğer yandan, Yengeç burcu bu Şubat ayında tek başına ilişkilerde çok iyi olmayacak.

Aslan burcu kendini Şubat ayında çıkmaza girmiş durumda bulacak. Özellikle kariyer ilişkiler söz konusu olduğunda. Önem verdiğiniz kişiyle eskisi gibi yakın olmadığınızı ve aranızdaki duyguların artık gerçekten harika olmadığını göreceksiniz. Mazeretler yaratmanın faydası olmayacak. Bu sorunun en kısa zamanda çözülmesi gerekir. Birbirinizle konuşmanız gerekiyor. Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0


Başaklar Şubat ayında iş konusunda çok harika olmayacaklar. Yıldızlar, doğru, istikrarlı konumda değildirler. Yani ne yükseleceksiniz ne de geri kalacaksınız. Kendinizi zorlamaya gerek olmadığını ve her zaman her şeyden sorumlu olamayacağınızı kabul etmeyi öğreneceksiniz. Çalışmayı başkalarına bırakın ve biraz dinlenin.

Şubat ayında ihmal nedeniyle, kariyerinizde küçük sorunlar ortaya çıkabilir. Size yardım etmek isteyen herhangi birine karşı dikkatli olun. En saf niyetlere sahip olmayabilir. Diğer yandan Akrep en yakın aile çevresinde, kurtarılmış bir alan, iyileştirici kelimeler ve de anlayış bekleyebilir.

Dostça bir tutumla, iş arkadaşlarınıza ve hatta patronunuza bir yol gösterebilirsiniz. Şirketinizde herkes rahatlamış hisseder, sana bazı sırlar vermiş olabilirler. Şubat ayında bu tür bilgileri kesinlikle istismar etmemelisiniz. Yay burcu iş toplantılarında, sempatisine rağmen kesinlikle mesafeyi korumalıdır.

Şubat karar ama konusunda şanslı ayınız değil. Oğlak burcu bundan oldukça açık bir şekilde kaçınmalıdır. Durumu dikkatlice tartın ve emin değilseniz ve tavsiyeler gerekiyorsa, ailenizden birine sorun. Sadece faydalı tavsiyeler almazsınız aynı zamanda anlayışınız da artar.

Şubat kariyeriniz alanında parlak olacak. Kariyerinizde ilerleme kaydetmek için doğru yolda gidiyorsunuz, ancak hiçbir şey karşılıksız olmayacak. Kova burcu daha fazla çaba göstermek zorunda olacak. Sıkı çalışmaktan ve çabalamaktan korkmayın çünkü fazla mesai yapmaya bile ihtiyaç duyulabilir. Stresten kaçınmaya çalışın.

Çalışma temponuzu koruyacak olursanız ve gayretle çalışırsanız, Şubat ayında kariyerinizde büyük bir ilerleme şansı yakalayacaksınız. Üstler çalışanlarının çabasını kesinlikle takdir edebilir. Balıklar övülmeyi ve belki hatta bir ikramiyeyi ama esas olarak değerli, zenginleştirici deneyimleri sabırsızlıkla bekleyebilirler.

ŞAHİNGÖZ

YAŞAM MERKEZİ

TAROT-ACCESS-SPRITUEL KİŞİSEL VE KURUMSAL GELİŞİM YAŞAM KOÇLUĞU

Züleyha ŞAHİNGÖZ SIĞIŞ 0507 935 75 12- 0533 090 53 26

Yunusemre Mh. Bursa Cd. Kat:3 D:5 Kömürcüoğlu Pide Üstü DENİZLİ Ş U BAT- M A RT 2 0 2 0

KÜ LT Ü R , SA N AT ve YAŞAM D ERG İSİ

Şubat ayında iş yerinde sorunlar ortaya çıkacak. Buna, insanları şirketinizde işe almak, acil son teslim tarihleri veya yer değiştirme de dahil olabilir. Her iki durumda da, şimdiki konumunuzu korumak için çok çabalamanız gerekecek. Belki de çalışmaya katkıda bulunmak için boş zamanlarınıza biraz yatırım yapmanız gerekir. Teraziler’in sorunlarını çözmenin tek yolu budur.

79




(BSBOUJOJ[ ÂąFŇNFMJMFS JMF V[BT‘O LFZmOJ[ TĂ STĂ O Yeni bir Mercedes-Benz sahibi olan herkes, kilometre sÄąnÄąrÄą olmadan 4 yÄąl garantiden Ăźcretsiz yararlanÄąyor. Dilerse %20’ye varan indirim avantajÄąyla garanti sĂźresini 5 yÄąla tamamlÄąyor. Siz de garanti sĂźrenizi Ĺ&#x;imdiden uzatÄąn, kârlÄą çĹkÄąn.

¹FŇNFMJMFS

bFĂœNFMJMFS ,PMM Ă›UJ )BMJM Ă?CSBIJN %FOJ[ WF 0SUBLMBSĂŽ .FSDFEFT #FO[ 5 SL " Ă› :FULJMJ 4FSWJTJ "LmFĂ?NF .BI .FOEFSFT #VMWBSĂŽ /P .FSLF[FGFOEJ %FOJ[MJ 5FMFGPO 'BLT

www.mercedes-benz.com.tr


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.