Sosyalist Dayanışma Temmuz 2017 Sayı 57

Page 12

Sosyalist Dayanışma / Temmuz 2017

YÜRÜYÜŞ MEHMET YILMAZER

K

ılıçdaroğlu’nun yürüyüşü ile bazı kavramlar havada uçuşmaya başladı. “Adaletin aranma yeri” tartışıldı. Saray bunun “sokak değil parlamento” olduğu konusunda fetva verdi. Bütün Saray medyası tarafından sokak lanetlendi. Oysa 15 Temmuz sonrası sokağa ne çok övgüler yapılmıştı. Fakat Erdoğan ve AKP’nin unutkanlığı biliniyor. Öte yandan parlamentoyu oylamadan ibaret gören, çoğunluğun her şeyi yapmaya yetkili olduğu düşüncesine sahip olan AKP, bunu sık sık “milletin kararı” kavramı ile birleştiriyor. Oysa demokrasilerde tartışılmaz haklar vardır. İnsanlığın bir kaç yüzyıldır mücadelesinde ortaya çıkan insan hakları ve temel haklar artık parlamento oylamalarının dışındadır. Bunlardan birisi de gösteri hakkıdır. Saray bunu hak olarak değil “lütuf ” olarak görüyor. Eğer yürüyenlere dokunulmuyorsa bu Saray’ın bir lütfudur. 15 Temmuz darbesini “Allah’ın bir lütfu” olarak gören Saray, bunun nedenini çok kısa sürede açığa vurdu. Ülkeyi OHAL ile yönetmek, keyfiliğin zirvesine çıkmak için “darbe” gerçekten büyük bir lütuftu. Fakat aynı kavramı Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü için kullandığında Saray, demokrasi ile hiç bir bağının olmadığını bir kez daha ortaya koymuş oldu. Bu hatasını bir kez daha tekrarlamasa da “Türk tipi başkanlık sisteminin” Saray’ın lütuflarından ibaret bir sistem olacağını ağızından kaçırmış oldu. Bunlar yetmezmiş gibi, iktidar ortağı MHP’den “Biz de İstanbul’dan Ankara’ya yürürsek

12

ne olacak?” tehdidi geldi. Son klasik askeri darbenin üzerinden 37 yıl geçmesine rağmen “demokrasi” ve “haklar” konusunda o günlerden bir santim ileriye gidilmediği ortaya çıkıyor. Konu hala lütuf ve tehditler arasında sıkışıp kalıyor. Dönem çok ilginç, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerini aratan günlerden geçiliyor. Yaşadığımız günlerin çok önemli bir kavşak noktası olduğu saflaşmaların taraflarınca iyi biliniyor. Saray hala Gezi isyanı ve 7 Haziran seçiminin yarattığı kabusla yatıp kalkıyor. Cemaat’in inanılmaz boyutlarda abartılması hep bu kabustan kurtulmak için yapılıyor. Saray, sonuçları tartışmalı referandumla bu kabustan kurtulmak için bir adım atmış olsa da henüz hedefinden oldukça uzaktadır. Ülkenin önünde hala iki yol vardır: Birisi “Türk tipi başkanlık sistemi” ile Saray’ın lütuflarına bağlı bir düzen; diğeri Gezi İsyanı ve 7 Haziran başarısının yolundan demokrasi mücadelesinin yükseltilmesidir. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü ile ülkenin hala bu kavşak noktasında olduğu anlaşıldı. Neden bu ülkede Tanzimat Fermanı’ndan beri yüz elli yıldan fazla zamandır demokrasiye doğru mehter adımlarıyla yürünüyor? Hep bu lütuflar yüzünden! Yukarıdakiler lütfettiklerini bir zaman gelince geri alıyorlar. Tanzimat Fermanı’ndan sonra Abdülhamit’in otuz yılı aşkın OHAL dönemi geldi. Cumhuriyetle birlikte bu tablo fazla değişmedi. Cumhuriyet geldi, ancak bu topraklara hürriyet ya da demokrasi bir türlü gelemedi. Tek Parti döneminin yeterince yıpranmasının ardından ve önemli ölçüde de “dış güçlerin” baskısıyla demokrasi denemesine geçildi. Ancak Menderes ve DP, çoğunluk oylarına o kadar güvendiler ki, hürriyet nutuklarıyla geldikleri iktidarlarının ikinci döneminde hürriyetleri yasaklamaya başladılar.

Hatta bu yasaklama fırtınasında sıra sendikalardan sonra CHP’ye gelip dayanmıştı. O zaman hürriyeti lütfedenler, onu bir darbe ile DP’nin elinden aldılar. Aslında 27 Mayıs darbesiyle yeni bir demokrasi denemesi başladı. Ancak bu deneme ordunun ve karma ekonominin kontrolünde yürüyecekti. Bu yeni özgürlükleri kitleler yine ciddiye aldı, başta sendikalar olmak üzere yaygın halk örgütlenmeleri ortaya çıktı. Cumhuriyet tarihinin en yaygın işçi, öğrenci ve köylü hareketlerinin yaşandığı bir dönem başladı. Bu gidiş özgürlükleri lütfedenlerin canını fazlasıyla sıktı. 12 Mart askeri darbesini savunan generallerin gerekçesi çok öğreticiydi: “Toplumsal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçmişti.” Askeri darbe bu nedenle “toplumsal gelişmeye” ayar vermekle görevliydi. Fakat 12 Mart darbesi bu görevini yerine getiremedi. Darbe günleri biter bitmez halk hareketi yeniden hızla yükseldi. Böylece “toplumsal gelişme ekonomik gelişmenin” iyice önüne geçti. 12 Eylül bu “dengesizliği” düzeltmek için büyük zulüm-

ler uyguladı. Toplumsal gelişim geriye çekildi. Siyaset yapma ve örgütlenme özgürlüğü en önemli darbeyi yedi. Özgürlükleri lütfedenler 1960 darbesinden beri yaşanan bütün gelişmeleri geri aldılar. Üstelik bir daha özgürlük ve demokrasi düşüncesi güçlenmesin diye siyasal İslam’ın yolunu açtılar. Sadece zor yetmiyordu, beyinler de kuşatılmalıydı. 1960’lar sonrası işlemeye başlayan darbe denklemi Ordu+TÜSİAD üzerinden yürümüştür. 12 Eylül bu denklemin en güçlü uygulaması oldu. Bu gerçeklikten dolayı bu ülkede askeri darbelerle birlikte faşizmin inşası hep Ordu+TÜSİAD ikilisinin yakın işbirliği ile yürüdüğü için faşizmin sahipleri bu güçler olarak görüldü. Bu tespit bütünüyle yanlış da değildi. 12 Eylül’den Özal’ın kazandığı seçimlerle biçimsel olarak çıkılmasına rağmen esasında hiç çıkılamadı. Ordu daha önceleri olduğu gibi kışlaya dönmedi. MGK her gün politikanın içinde oldu. Özgürlükleri lütfedenler, 12 Eylül sonrası özellikle Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi etkili bir şekilde yükseldiği


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.