Kültür ve Sanat Dergisi Sayı:1

Page 1

kültür ve sanat SAYI 1 | ARALIK 2017

s a n a t t a r i h ç i g ö z ü n d e n

Bu sayıda; PAGANİZM Paganizm kökenleri dünyanın kadim doğa dinlerine uzanan spiritüel bir yaşam tarzıdır. Temelde kökleri Avrupa’nın eski dinlerindedir. (Burada kasıt yakın doğuyu da içine alan kültür dairesinedir, ancak elbette ki aslen tüm bir coğrafyayı kapsar.) Ancak takipçilerinin bir kısmı diğer ülkelerin yerel inançlarına da büyük önem ve değer verirler

MİMARİ SÜSLEMEDE KARTAL FİGÜRÜ Kartal figürü ve mücadele sahneleri, Selçuklu ve Selçuklu sonrası Anadolu’sunda sikkelerde, kalelerin taş duvarlarında, seramik ve saray çinilerinde kullanılmaktadır.

ANADOLU SELÇUKLU KERVANSARAYLARI Kervansaray, kelime olarak Farsça kârban (kervan) ve saraydan türetilmiştir. Kervansaraylar şehirlerarasında inşa edilen, kervanların ve yolcuların konaklamaları için ana yollar üzerinde yapılan hayır kurumlarıdır.

Hıristiyanlarca “Dünyanın yeniden doğumu/başlangıcı” olarak yorumlanan İsa’nın doğumu, Hıristiyan bayramlar içerisinde en renkli ve neşeli bir bayram olarak kutlanmaktadır.


James Kennedy November 25, 2019 BUS-MATH

editorden İlkler unutulmaz sözünü boşa söylememişler herhalde, ilk göz ağrımız "Sanat Tarihçi Gözünden Kültür ve Sanat Dergisi" nin ilk sayısını sizlere ulaştırmaktan büyük bir gurur duyuyoruz. Dergi çıkarmamızdaki amaç, insanların sanata olan bakış açısını değiştirmek ve onları bu konuda bilinçlendirmektir. Günümüzde giderek artan digitalleşmeye bizde katkıda bulunmak istedik ve bu dergiyi sizler için hazırladık. Dergimizde; derlediğimiz arkeoloji, sanat tarihi ve restorasyon cephesinden haberler, Türkiye'de yapılan Bizans çalışmaları, kültürü ve mimarisi, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan günümüze kadar olan mirası, Din temasında "Ölüm ve Paganizm" için derlediğimiz insanı merakta bıraktıran yazılar, Mimari yapılarda kullanılan süslemeler ve naçizane önerdiğimiz her türlü kitap, albüm ve dahası bu sayıda sizleri bekliyor... Dergimizi indirip, okuyacağınız için hem siz hem de biz çok şanslıyız... Bir aksilik çıkmazsa ocak sayısında daha zengin ve dolu dolu içerikle huzurunuza çıkmak istiyoruz. Takipte kalın ve sizler için hazırladığımız çalışmaları kaçırmayın...

Mesut Celik

Editör mesutt.celikk(at)gmail.com


İÇİN DEKİLER

18

PAGANİZM

04

MİMARİ SÜSLEMEDE KARTAL FİGÜRÜ

14

SELÇUKLU KERVANSARAYLARI

07

İSTANBUL'DA İKİ BİZANS KİLİSESİ

21

SÜREÇ İÇERİSİNDE "İSA"

10

ÖLÜM NEDİR?

22

RÖNESANS SANATI,MİMARİSİ

12

OSMANLI'DA MİMARİ (KURULUŞ)

24

Bİ' ÖNERİ


. . MIMARI SÜSLEMEDE K A R T A L F İ G Ü R Ü

Kartal figürü ve mücadele sahneleri, Selçuklu ve

Anadolu Selçuklu kartallarında başlar genellikle

Selçuklu sonrası Anadolu’sunda sikkelerde, kalelerin

profilden, gövde önden verilmiştir. Arabesk

taş duvarlarında, seramik ve saray çinilerinde

zemin üzerindeki kuşlar ise tam profilden

kullanılmaktadır.

işlenmiştir. Cinsi seçilmeyen birçok örnekle kuşlar siluet halinde stilize canlandırılmış gövde,

Klasik örnekler ise, kartalın üstte galip hayvan olarak

kuyruk ve kanatlarda tüyleri belli edecek birkaç

canlandırılma sahnesidir ve bu sahnelerde kartal,

çizgi, gözler işlenmiştir. Kartal olarak

gücünü göstermek için oldukça heybetli ve büyük

tanımladıklarımızda başta sivri kulaklar, iri

canlandırılmıştır. Bu sahneler çoğunlukla taş

gözler, iri kıvrık gaga, bazen gaga altında bir

kabartma veya çini üzerine uygulanmıştır. Anadolu

sarkıntı görülür. Baş önden veya profildendir.

Selçuklu Sanatında görülen tek veya çift başlı kartal

Kanatlar iri ve açıktır. Pençeler iridir. Kuyruk

ve diğer kuş tasvirlerinin kaynağı Avrasya hayvan

çoğunlukla yelpaze biçimi dilimlidir.

stiline kadar uzandığı bilinmektedir. Çini örneklerde iri palmet yaprağı veya damla Anadolu Selçuklu mimari süslemesinde tek ve çift

şeklinde kuyruklar dikkatimizi çeker, hayali

başlı kartal motifi, kuvvet, kudret, hükümdar arması,

yaratıklardır. Kartal ve kuşların çoğu

uğur simgesi, iyilik, koruyucu, bekçilik, talih gibi

yakınlarında yer alan arslan, av hayvanları,

sembolik anlamlarda kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu

hükümdar, boğa gibi figürlerle birlikte sembolik

Sanatında cami, kale, saray, han gibi yapıların en

anlamı olan bir kompozisyon meydana getirirler.

belirgin yerlerinde nazarlık, tılsım, koruyucu unsur, güç ve kuvvet sembolü olarak yer almıştır. Kalelerde şehri koruma amaçlı bir nevi koruyucu ruh olarak ve nazarlık-tılsım olarak kullanılmıştır. Saraylarda ise asalet simgesidir. Cami, saray, han ve kalelerin kapısında ise arma, totem olarak yer almıştır.


Diyarbakır Dış Kale Yedi Kardeş Burcunda Çift Başlı Kartal (1208-9)

Gazne Sarayı Mermer Kabartmasında Muhafız ve Çift Başlı Kartallar (XII. Yüzyıl)

II. Bashadar Kurganı’ndan, Ahşap Kartal (M.Ö. VI. –IV. Yüzyıl)

Akşehir Kileci Mescidi Ahşap Pencere Kanadında Çift Başlı Kartal ve Ejder Başları (XIV-XV. yüzyıl)


XII. yüzyıl tarihli Erzurum’daki Çifte Minareli Medrese kapısındaki hayat ağacı, evren ve iki başlı kartal.

Divriği Ulu Camii Kartalı

Erzurum Yakutiye Medresesi Kartalı.

Niğde Hüdavent Hatun Türbesi


İstanbul'da İki Bizans Yapısı MYRELAİON MANASTIR KİLİSESİ (BODRUM CAMİİ) İlk kez I.Romanos Lekepanos tarafından kadınlar manastırı olarak kurulmuştur. Burası saray bölgesi sınırları içindedir.920’de inşa edilen yapı sarayın mezar kilisesi olarak tasarlanmıştı.922’de Lekepanos’un eşi buraya gömülmüştür.13.yüzyılda büyük yangın geçirdi.15.yüzyılda fetihten sonra Mesih Ali Paşa tarafından yapı camiye dönüştürülmüştür.İlk kazı çalışmaları 1930’larda başlamış.C.L.Striker tarafından da 1965’de ayrıntılı incelemeleri tamamlanmıştır.Ayrıca kilisenin yanında büyük bir sarnıçta bulunmaktadır. Yapı iki katlıdır. Kilise dört serbest destekli, başkent tipinde ve kapalı yunan haçı planlıdır. Doğuda içten yuvarlak, dıştan üçer cepheli üç apsisi bulunmaktadır. Batıda üç birimli narteksi bulunur. Naos, ortada kubbe, dört yönde bu kubbeye açılan haç kolları üzerinde tonozlar ile köşe odaları ve pastaforium odaları ise çapraz tonozlarla örtülüdür. Üç birimli narteks ortada kubbe, yanlarda ise çapraz tonozlarla örtülüdür. İç mekanı dışa yansıtan payeler dairesel şekilde planlanmıştır. Alt katta taş ve tuğla kullanımı, üst katta ise daha çok tuğla kullanımı hakimdir. Yapı batıdan doğuya doğru eğimli bir arazi üzerinde kurulmuştur. Kubbeyi destekleyen sütunlar payeye dönüştürülmüştür.Bodrum katında merkezi sütunlar desteklemektedir. Dört yönde açılan haç kolları içerisine imparator ailesinden kişiler gömülmüştür.

NEREDE? Beyazıt Mh., Ordu Cd., 34130 Fatih/İstanbul


PANTEPOPTES MANASTIR KİLİSESİ (ESKİ İMARET CAMİİ) Kilise, dört serbest destekli (orijinalde sütunlu, şimdi çokgen payeli), başkent tipinde ve kapalı yunan haçı planlıdır. Doğuda içten yuvarlak, dıştan üçer cepheli üç apsisi, batıda ise üç birimli iki narteksi bulunur.Giriş batıda, cephe ortasındaki kapı ile kuzey-batıda dış nartekse, güney-batıda içe nartekse açılan kapılardan sağlanmaktaydı. Bugün kuzey cephedeki açıklıklar kapatılmıştır. Bundan başka yapının güney-doğusunda yuvarlak kemerli bir kapı daha yer alır. İç narteks ve pastaforiumlar nişlerle genişletilmiştir.

Araştırmacılar, kilisenin kuzeyinde bir dış nefin daha yer aldığını öne sürmektedirler.Brunov’a göre kilise kuzeyinde ve güneyinde yan nefler bulunan beş nefli kapalı yunan haçı planındaydı.Dıştaki yan nefler koro için kullanılıyor. Naos ortada kubbe, dört yönde bu kubbeye açılan haç kolları üzerinde tonozlar ile köşe odaları çapraz tonozlarla örtülüdür.İç narteks çapraz tonozlarla, dış narteks ise ortada kubbe, yanlarda çapraz tonozlarla kapatılmıştır.

NEREDE? Cibali Mahallesi, Parmaklık Sk., 34083 Fatih/İstanbul


derleme

ÖLÜM NEDİR? Varoluş ve ölüm, tüm insanların müşahedesine açık iki gerçeklik alanıdır. Biri diğeriyle anlam kazanan ve bütünlenen, dünya gerçeğinin iki boyutudur. Ölüm en az hayat kadar insanların derin ilgi, tecrübe ve düşüncelerine konu olan bir olaydır. Şüphesiz ölümün doğrudan doğruya tecrübesi yapılamaz; doğum gibi o da tecrübeye sığmaz. Çünkü ölüm, bilimsel anlamda her tür tecrübenin sonudur; o yaşanan bir tecrübe değil ancak dışardan müşahede edilip farkına varı lan objektif bir bilgi konusudur. Bu bakımdan, ölüm hakkında ancak müşilhade ve tasavvura dayalı bir yolla bilgi temin edilebilir. Yani ölümü yalnızca, insanların onu tasavvur ettikleri ve başkasının ölümü karşısında etkilendikleri tarzda' az ya da çok tanımak mümkündür. Ölümle ilgili müşil.hede ve düşünceler insanlık tarihi kadar eskidir. Çağlar boyu düşünürler, şu ya da bu anlamda ölüm gerçeği ile hesaplaşmak zorundakalmışlardır. Antik Yunan döneminde Epikür, ölümü hayatın tadını kaçıran bir durum olarak görür ve onun doğurabileceği endişeyi aşmak için bir tür "maskeleme" gayretine girişir . Buna karşılık Eflatun için ölüm, hayatın gerçek anlamı ve tek gayesidir. Genel olarak İslam düşüncesinde, ölümün her zaman aşina bir yüzü vardır. Ölüm şuuru ve ölüm ötesine hazırlık endişesi, çoğu müslüman düşünürler gibi, Muhfısibi'nin önemli eserlerinin hareket merkezini teşkil eder. İbn. Sina, "Ölüm Korkusundan Kurtuluş" isimli risalesinde hemen her insanın ölüm karşısında hissettiği çeşitli korku ve endişelerin çıkış noktalarını göstermekle kalmayıp, bunlardan kurtulmak için gerekli olan düşünce ve tutum değişikliğini de ortaya koyar. Geçen asırlarda olduğu gibi, çağımızda da ölüm insan şuurunu meşgul etmektedir; nitekim bu, varoluşçtı filozofların ençok irdeledikleri bir kavramdır. Bununla birlikte, insan ilimlerinin bu konuyu ele almaları nisbeten yenidir. Uzun bir zaman ölüm konusunda suskun kalan çağdaş bilim ancak altmışlı yıllardan sonra konuya el atmış ve incelemelerini bu alana da yaymıştır. Evrensel bir gerçek olan ölüm, kendisiyle müşahede ya da düşünce planında karşılaşan her insanda belli bir tepkiyi açığa çıkarır. İlk nazarda ölüm insana tabii bir olay gibi görünse de, herkes böyle bir gerçek karşısında kendisini kolayca boyun eğmeye hazır hissetmez. Her insanda içgüdüsel olarak varlığını hissettiren, "hayatını koruma" ve "sonsuza kadar yaşama" dürtü ve arzusu, hayatın önünü çelen ölüme karşı gösterilen tepkilerini ilk ve derin kaynağını teşkil eder. Bu tepkiye, otomatik ve psikolojik ifade şekilleri kadar, şuurlu benlik seviyesindeki yapılanmalar da katılırlar. Ölüm karşısındaki tepkiyi herkes, hayata karşı kendi tavrına göre gösterir. Bu kişisel tavrın belirlenmesinde dini, tıbbi, iktisadi ve ideolojik değişik etkiler altında sosyal ve kültürel çevrenin ölümü çevrelediği kavramların, tenkitçi hükümlerin veya duygusal değerlendirmelerin büyük rolü bulunmaktadır. Böylece, varoluşa verilen anlam ölüme yaklaşımı belirlerken, ölüm de insanın hayat ve varoluş karşısındaki tutumunu etkilemektedir.


derleme FARKLI TOPLUMLAR FARKLI İNANÇLAR Ölümle ilgili tutumların anlaşılmasında bu karşılıklı ilişkinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir. İnsan için ölüm ne kadar tabii ise, o kadar da musibet olarak gözükmektedir. Bu noktada psikolojik bir çelişki yaşanmaktadır; aynı anda hem ölümün varlığı kabullenilmekte fakat hem de ondan kurtulmak istenmektedir. Açıkçası, ölümü inkar eden de ve yine onu kabul eden de aynı şuurdur. İnsan şuuru ölümü, "yok olma" olarak inkar ediyor, fakat büyük ve önemli hadise olarak da onu kabul ediyor. Elbette bu ölümü tanımama, onu yok sayma değil, fakat onu aşma ve telafi etme isteğidir. Ölümün insan şuurunda uyandırdığı bu çelişkili gerçeği dikkate almaksızın, ölüm karşısındaki tutumları ve bunların din ile olan muhtemel ilişkilerini anlamak pek mümkün olmayacaktır . Çünkü, "ölüme boyun eğme" ve ona itiraz etme tavırları çoğu zaman aynı anda canlanmaktadır. Gerek ferdin şuuraltında gerekse toplumun kültürü seviyesinde ölüm hiçbir zaman basit bir olay olarak anlaşılmamıştır. Her devirele insan, kendi hayatı gibi ölümün de basit tabiiliğini reddetmiş ve dünyaya gelen kimseye bir isim vererek, ölümü ayin ve merasimlerle kuşatarak, ona sembolik bir anlam vermiştir. Müşahedelerin uzanabildiği en eski zamanlara kadar gidildiğinde karşılaşılan sembolik işaretler, ölümün basitçe bedenin ölümüyle eşzamanlı olmadığı şuurunu ispat etmektedir. Hayatın tabii düzenini aşma şuuru, bütün kültürlerin kendisiyle uğraştıkları temel mesele olmuştu. Ferdi ve kollektif şuurdışında ölümle ilgili sembolik bağlantılar ve anlamlar, ölüm ötesine dönük gizli bir şuurun varlığını ortaya koymaktadır. Burada ölüm saldırma, iğdiş etme, bozma; yola çıkma, yolculuk; istirahat, uyku; ikinci karşılama; yeniden doğuş ... gibi manalar ifade etmektedir. Ölümün anlamının, bir kültürden diğerine, devirden dcvire nisbi olarak değiştiği görülmektedir . Geleneksel kültürler ölümü bir son olarak değil, yeni bir hayatın başlangıcı olarak görmüşler; hayatı, daha sonra bir başka varoluş biçimiyle yer değiştirecek bir sürekliliğin parçası olarak kabul etmişlerdir. İlkeller, her ölümün dış bir irade vasıtasıyla gerçekleştirilen kötü büyünün eseri olduğunu düşünürler. Zamanla hiçbir şeyin ebedi olmadığını pekala müşahede edebilirler.


OSMANLI MİMARİSİ E R K E N

D Ö N E M

Osmanlı Mimarisinin erken döneminden günümüze gelen yapıların çoğu dini mimariye bağlıdır. Dönem üsluplarını ve plan gelişmesini kesintisiz inceleyebileceğimiz başlıca yapı grubu ise camilerdir. Camileri plan ve işlevlerine göre gruplara ayırmak da tanıtımı kolaylaştırıcı olacaktır. Tek kubbeli camilerin ilk örneklerini Anadolu Selçuklularının mescitlerinde bulunuyoruz. Osmanlılar bu tipi geliştirmiş ve anıtsal sayılabilecek örneklerini vermişlerdir. Tarihi belli en eski Osmanlı Camii, tek kubbeli bir yapı olan ve 1333 yılına tarihlenen İznik’teki Hacı Özbek Camii’dir. Tek kubbeli kare bir mekân ve bunun önünde yer alan kubbeli son cemaat yeri ile “Tek kubbeli cami” tipinin karakteristik bir örneği olan yapı, dönemin özelliklerinin bir çoğunu bünyesinde taşır. Taş ve tuğla dizilerinden oluşan duvar, kiremit örtülü kubbe bu özelliklerdendir. Ancak geçirdiği çeşitli tamirler, bu yapının orjinal planını ve görünüşünü olumsuz yönde etkilemiştir. İznik’teki Yeşil Camii ise tek kubbeli camilerin değişik bir yorumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Mekân, kubbeli kare bölümün giriş yönüne eklenen bir kısımla ana eksen üzerinde uzatılmıştır. Bu durum, enine gelişen ideal cami mekânı düşüncesine aykırı bir uygulamadır. Zaten sonraki örnekler üstünde de bir etkisi görülmez.

Camiyi I. Murad’ın vezirlerinden Çandarlı Halil Hayrettin Paşa yaptırmıştır. Yapımına 1378’de başlanmış, ancak cami Paşa’nın ölümünden sonra 1391’de tamamlanmıştır. Yapının mimarı Hacı Musa’dır. Yeşil Cami, erken Osmanlı döneminde mimarı bilinen az sayıdaki yapılardan biridir. Cami adını yeşil renkli çinilerle kaplı minaresinden almaktadır. Ancak çiniler geç dönemlerdeki tamirlerle yenilenmiştir. Yapının orijinal süslemesini içinde ve dışında yer alan mermer işçiliği oluşturur. Birbirinin tam eşi olmayan sütun başlıkları ve son cemaat yerindeki korkuluk levhalarının yanında, Osmanlı döneminden bilinen en eski mermer mihrap da bu süsleme arasında yer almaktadır. Osmanlı mimarisinde tek kubbeli caminin sayısız denilebilecek kadar örneği vardır. Daha geç dönemlerdeki örneklerin bazıları ise anıtsal ölçülerdedir.


Erken Osmanlı döneminin önemli bir yapı grubu da “Zaviyeli Camiler”dir. Araştırmacılarca bunlara “Ters T”, “Kanatlı”, “Çok işlevli” gibi değişik adlar da verilmektedir. Bu gruptaki yapıların planı, ana eksen üzerinde yer alan kapalı bir avlu durumundaki merkezi mekân ve çevresindeki üç eyvandan oluşur. Osmanlı mimarisinde bütün mekânları kubbe ile örtmek eğilimi kuvvetlidir. Zaviyeli yapılarda da eyvan düşüncesinden gelişen bölümlerin çoğu kubbe ile kaplıdır. Bu plan, Türk mimarisinin çok daha önceleri geliştirdiği “dört eyvanlı yapı” tipinin değişmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu tipin erken örneklerinden biri İznik’teki Nilüfer Hatun İmareti’dir. I. Murad Hüdavendigar tarafından annesi Nilüfer Hatun için yaptırılmıştır. Kesin tarihi bilinmez. Ancak I. Murad tarafından yaptırıldığı bilindiğinden, 14. yüzyıl üçüncü çeyreğine ait olduğu kabul edilebilir. Tuğla ve taş dizilerinden oluşan duvar tekniği bu dönem için karakteristiktir. Sütun başlıkları ise mukarnaslı klasik dönem başlıklarının öncülerinden sayılabilir. Bursa’daki Hüdavendigar Camii de aynı tipin bir örneğidir. Ancak, üst katının medrese olması ile bütün Osmanlı yapılarından ayrılır. Başka hiçbir Osmanlı yapısında medrese ve cami bu biçimde birleştirilmemiştir. Kıble eyvanının tonozlu oluşu da yine tipik örneklere göre farklı bir özelliktir. Bu durum, zaviyeli camilerin dört eyvanlı plandan geliştiğini açıkça gösterir. ıki katlı cephe, 14. yüzyılda Akdeniz bölgesinin çeşitli yörelerinde uygulanan bir cephe düzenini yansıtmakta, bu düzen içinde ikiz pencereler hemen dikkati çekmektedir. Bu yapıda da tuğla ve taş dizileri birlikte kullanılmış, bu malzeme yardımı ile yer yer geometrik süsleme elde edilmiştir. Yine Bursa’da, bu kez Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı bir yapı olan Yıldırım Camii de zaviyeli tiptedir. Cami, medrese ve darüşşifa ile birlikte bir külliye oluşturmaktadır. 1400 yılına ait olan yapıda Bursa’daki daha eski yapılardan farklı bir biçimde cephe tümüyle taştan yapılmıştır

Taş malzeme Bursa’ya çevreden getiriliyordu. Bu nedenle maliyeti yüksek olan bu malzeme, ancak Yıldırım Bayezid döneminde devletin güç kazanmasına paralel olarak önemli yapılarda kullanılmaya başlanmıştır. Yapının dış süslemesinde taş, özellikle de mermer egemendir. “Mukarnas” adını verdiğimiz eleman dekoratif amaçla çok sık kullanılmıştır. İç süslemede ise yan odalarda bulunan alçı işleri dikkati çekmektedir. Bu süsleme ile caminin yan mekânlarında, adeta dönemin Türk evinin bir odası canlandırılmak istenmiştir. Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed’in yaptırdığı Yeşil Cami de aynı tipin önemli örneklerinden biridir. Medrese ve Yeşil Türbe ile bir külliye halinde olan yapının kitabesinde mimarın adı belirtilmiştir. 1424’te tamamlanan külliyenin mimarı Hacı ıvaz’dır. Yapının ana ekseni üstünde kubbe ile örtülü iki bölüm, yanlarda eyvanlar, ayrıca her yanda ikişer oda bulunmaktadır. Odalar orta mekândan ayrılmış bölümler halindedir. Yapının cephesinde bir son cemaat yerinin düşünüldüğünü gösteren izler bulunmaktadır. Ancak bu bölüm hiçbir zaman yapılmamıştır.


Giriş cephesi taş süslemesi ile dikkati çekmekte, alınlıklarda, pencere ve taç kapı çevresinde çok kaliteli mermer kabartmalar yer almaktadır. Ayrıca iki yandaki küçük mihraplar da aynı süsleme özelliğini göstermektedir. Bütün bu süslemelere Rumi motifleri egemendir. Taç kapı yapıdaki taş süslemenin yoğunlaştığı bölümdür. Bu kapının oldukça yüzeysel mermer kabartmalarla kontrast oluşturan zengin mukarnaslı kavsarası, dönemin en görkemli portallerinden biridir. Kapının yukarısında yapı kitabesi bulunmaktadır. Bu kuşağın altında iki yanda, mimarın adını belirten kitabe vardır. Köşeliklerde ise iri palmetler ve rumilerden oluşan zengin süsleme yer almaktadır. Caminin içinde bir mekân birliğinden söz edilemez. Mihrap Osmanlı çini sanatının seçkin ürünlerindendir. Renkli sır tekniğindeki çiniler yapının başlıca iç süslemesini oluştururlar. Girişin üstünde ise bir loca görünümündeki hünkâr mahfili yer

Geometrik, yıldızlı desenin ayrıntılarında küçük çiçekli ve rumili motifler kullanılmıştır. Yapıdaki süslemenin tamamından sorumlu olan Nakkaş Ali bin ılyas Ali’nin adı ise hünkâr mahfilinin üst kısmındaki kitabede yer almaktadır. Yıldırım Camii’nin yan odalarındakine benzer alçı süslemeler, bu yapının yan odalarını da süslemektedir. Yeşil Cami ve külliyesi erken Osmanlı döneminin süsleme açısından en zengin yapısıdır ve hemen her çeşit mimari süslemenin kaliteli örneklerine sahiptir. Yeşil Külliye’nin en tanınmış yapısı ise kuşkusuz Yeşil Türbe’dir. Sekizgen planlı ve kubbeli tipik bir Osmanlı türbesi biçimindeki yapı, Çelebi Sultan Mehmed için yapılmıştır. Adını cephelerini süsleyen yeşil çinilerden almaktadır. Taç kapı(Portal) süslemesi de renkli sır tekniğindeki çinilerdendir. Bu çinilerin arasında kabartma olan örnekler bu türün nadir ürünleri arasındadır. Çiniler türbenin iç süslemesine de egemendir. Osmanlı çini mihrapları içinde en görkemlilerinden biri bu yapıdadır. Mihrabın geometrik motiflerle birlikte vazodaki çiçeklerden oluşan bitkisel süslemesi, tipik bir Osmanlı kompozisyonu oluşturmaktadır.

almaktadır. Bu bölüm de renkli sır tekniğinde, kısmen kabartma çinilerle kaplıdır.

İznik,Yeşil Camii

Çelebi Sultan Mehmed’in çini lahdi de renkli sır tekniğinin başarılı örneklerinden sayılmaktadır. Yeşil Türbe’nin kapısı kitabeli olması nedeniyle Yeşil Külliye’nin ahşap işçiliği ileilgili bir belge niteliği taşımaktadır. Bu kapıda Tebrizli Ali ustanın adı belirtilmiştir. Yeşil Camii’nin çok kaliteli ahşap işçiliğinin de bu ustanın yapıtı olduğu kesindir. Bursa’daki önemli bir başka yapı topluluğu da Muradiye Külliyesi’dir. Merkezini II. Murad’ın yaptırdığı Muradiye Camii’nin oluşturduğu külliyede bir medrese ile bir darüşşifadan başka, başta II. Murad’ın türbesi olmak üzere çok sayıda türbe de bulunur. Cami ve külliye 1447 tarihlidir. Türbeler arasında ise yalnızca II. Murad’ınki bu tarihe aittir. Öteki türbeler değişik dönemlerin yapılarıdır. Muradiye Camii de zaviyeli camiler grubuna girer. Caminin planı bu tipin en yalın biçimini yansıtmaktadır. Yapı, ana eksen üzerindeki kubbeli iki bölümle yanlardaki eyvanlardan oluşmaktadır. Buna karışlık, gerek dış gerekse iç süsleme bakımından zengindir. Dış cepheye renkli görünüşünü kazandıran taş ve tuğla işçiliğine, yer yer renkli sırlı tuğla ve çiniler de katılmıştır. Dış süslemeye genellikle geometrik motifler egemendir.


PAGANİZM GÜNÜMÜZ GELENEKLERİ Paganizm kökenleri dünyanın kadim doğa dinlerine uzanan spiritüel bir yaşam tarzıdır. Temelde kökleri Avrupa’nın eski dinlerindedir. (Burada kasıt yakın doğuyu da içine alan kültür dairesinedir, ancak elbette ki aslen tüm bir coğrafyayı kapsar.) Ancak takipçilerinin bir kısmı diğer ülkelerin yerel inançlarına da büyük önem ve değer verirler. Her şeydeki kutsallığa dair bir inanç dünyanın her yerinde bulunabilir. Paganlar bunu mirasları ve kökenleri olarak görüp, bunların modern yaşama uyumlu olacak şekilde adapte edilmiş formlarıyla, öncüllerinin inanç ve değerlerini korurlar. Doğanın kutsallığını kutlar ve her şeyde var olan ilahiliğe evrenin içinden akan ve hem görülebilen hem de görülemeyen bilinemezliğe saygı duyarlar. Her pagan için ortak olan şudur ki, toprak ana, yaşamın ve var olmamızın sebebidir ve ona aitiz. Paganizm doğayı temel alır, doğaldır. Yeryüzünün ve kişinin gelişimi, değişimi ve dengesi hayati derecede önemlidir. Toprak, hava, ateş ve su paganlar için önemlidir. Bu dünyanın ve öte dünyanın eşiklerinin oluştururlar, uyumun döngünün koruyucusudur. “Pentagram” beş köşeli yıldızdır. Dört elementi ve hepsinin birleştiren ana gücü temsil eder. Yeşil adam, Sümerlerde, Dumuzi Mısır’da Osiris Maya-Aztek’te Quetzalcoatl Yunan Mitolojisinde Dionysos olarak bilinmektedir. Yeşil Adam; yapraklar, dallar arasından bakan bir erkek yüzü. Saçları ve sakalları yapraklardan oluşmuş; ağzından, burnundan, kulaklarından filizler, sürgünler çıkıyor; yüzünün etrafını çiçekler ve meyveler süslüyor. Yalnızca yüzü görünen, bedeni olmayan, taştan yontulmuş ya da tahtadan oyulmuş bir bitki-adam kafasıdır.


İlahi dişi yani dişil enerjinin özellikleri; Doğurucu ve çoğaltır, değiştirici, denge getiricidir. Şefkat, uyumdur. Pasif ve dönüştürücüdür Döngülere sahiptir. Sezgiseldir, büyüseldir. Uysal, kabul edici ve birleştiricidir,

Hristiyanlık öncesinden kalma bir bereket simgesi olduğu varsayılan yeşil adamın bilinen ilk örnekleri Klasik Roma Çağı’na aittir. Asıl önemi, daha sonra katedral inşaatlarıyla biçimlenen Yeşil Adam, 11. yüzyıldan başlayarak çeşitli dinsel yapıların mimarisinde yaygın olarak görülen bir motif olarak öne çıkmıştır. İlginç olan bu Pagan simgenin Hristiyanlık tarafından da kolayca benimsenmesidir. İslamiyet’te ise yeşil adam “Hızır” olarak bilinmekte, ilkbaharın gelişi ile birlikte Müslümanların adına dilekler tuttuğu bir isim olmuştur. Yeşil adam, Sümerlerde, Dumuzi Mısır’da Osiris Maya-Aztek’te Quetzalcoatl Yunan Mitolojisinde Dionysos olarak bilinmektedir. Paganizm’de önemli inanç öğelerinden biri de dişil tanrı (tanrıça)’lardır. Tanrıçalar birden fazla yer almakta ve belirli özelliklere sahip olmaktadırlar.

Baskı, diktatörlük karşısında kargaşa yaratabilir. Negatif unsurları ise sinsilik, hareketsizlik, şehvet gibi özelliklerdir. Paganizm’de “Vesica Pisces” sembolünü ilahi dişiyi temsil etmektedir. Bereket anlamına gelen Vesica Pisces birçok alanda insanlar tarafından kullanılmıştır. Hristiyan inancında birçok rölyefte İsa bu ovalin içinde resmedilir. Aslında bu Tanrıça’dan (Meryem Ana) doğan İsa’yı sembolize eder. Hristiyanlıkta kullanılan bu oval formlar “vesica pisces” dolayısıyla Tanrıça’nın kutsal sembolünden gelmiştir. El sembolizmi rahim, balık, mağara ve vesica piscese nazaran daha yakın bir zamanda yaygınlaşmıştır. Açık el sembolizmi eski dönemlerde “tüm tanrıçaların eli” olarak kullanılırdı. Hristiyanlıkta ise, Bilhassa Hristiyanlığın ortaya çıktığı ve yaygınlaştığı dönemlerde tanrıyı (eril enerjiyi) sembolize etmek için fallus yerine kapalı (yumruk şeklinde) el, tanrıçayı sembolize etmek için ise açık el kullanılmaya başlanmıştır.


kervansaraylar A n a d o l u

S e l ç u k l u

D ö n e m i

ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMI Kervan Yolları ve Kervansaraylar

Kervansaray, kelime olarak Farsça kârban (kervan) ve saraydan türetilmiştir. Kervansaraylar şehirlerarasında inşa edilen, kervanların ve yolcuların konaklamaları için ana yollar üzerinde yapılan hayır kurumlarıdır.

Karahanlı Hükümdarı Nasr bin İbrahim (10681080) zamanında iki önemli kervansaray inşa edilmiştir. Kerpiç ve tuğla kullanılarak yapılan bu kervansarayların zengin ve çeşitli tiplerinin etkilerini, daha sonra yapılan kervansaraylarda görmek mümkündür.

Ribat adı verilen ve Asya’da Türklerden kalan ilk kervansaraylar, Gazneliler ve Karahanlılar dönemine aittir. Bunların mimarisi ve planları, daha sonra Büyük Selçuklular döneminde yapılan kervansaraylara örnek olmuştur . Kervansarayların en eski örnekleri 1019- 1020 yıllarında, Gazneli hükümdarı Sultan Mahmut tarafından Tus-Serahs yolu üzerinde yaptırılmış olan ve yaklaşık 70x72 metre boyutlarındaki Ribat-ı Mahi ile 1028 yılında Gazneli Sultan Mahmut tarafından Tus-Herat yolları kavşağında yaptırılan Sengbest Ribat’ıdır.

Büyük Selçuklular Döneminde, Karahanlılar ve Gaznelilerin geliştirdiği kervansaray mimarisini, daha geliştirerek anıtsal ölçekte ribatlar yapmışlardır. Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey zamanında, taş ve tuğladan inşa edilen ilk kervansaray olan Anuşirvan Kervansarayı yapılmıştır . Sultan Melikşah tarafından NişaburSebzevar yolunda yapılan Ribat Zafrani bugün harap durumda olup, barış zamanında yabancı hükümdarların ağırlandığı, kervanların konakladığı, savaş zamanında da askeri üs olarak kullanılıyordu.


Anadolu’yu kuzey-güney ve doğu- batı doğrultusunda kateden ticaret yolları üzerinde yer alan kervansarayların kökeninin, gerek işlevleri gerekse mimari biçimleri bakımından Orta Asya’dan Ortadoğu’ya, oradan da Anadolu’ya taşınan ribatlara dayandığı anlaşılmıştır. Bu yapı türü Anadolu Selçuklu döneminde özellikle 13. yüzyıl içinde yoğun olarak inşa edilmiştir.

Alaca bİr karanlık sarmadayken her yerİ Atlarımız çözüldü gİrdİk handan İçerİ. Faruk Nafız ÇAMLIBEL

Avrupa’yı Ortadoğu üzerinden Asya ve Uzakdoğu’ya bağlayan ticaret trafiği Ortaçağ’da yoğunlaşmış bu ticaretin önemli bir bölümü de Anadolu üzerinden gerçekleşmiştir.

Anadolu Selçukluları’nın tam bir egemenlik sağladığı 1176’dan sonra Anadolu’nun güvenilir coğrafi bölge olması ticaretin Anadolu üzerinden gerçekleşmesinde önemli rol oynamıştır. Bu dönemde açılan yeni yolların yanı sıra Antik dönem yollarının geliştirilip kullanılmasıyla yol şebekesi daha da yaygınlaşmıştır. Hem kervansarayların yapımı, hem de yolların güvenirliği yanında bu yolları tercihteki önemli etken Selçuklu sultanlarının aldıkları ekonomik ve siyasal kararlar ile bunlara ilişkin koruyucu ve teşvik edici tedbirlerdir. Anadolu’nun özellikle güneyde Antalya ve kuzeyde Sinop gibi önemli limanlarına ticaret hayatını kolaylaştırmak ve geliştirmek için büyük sermayeli tüccarlar yerleştirilmiştir. Anadolu’ya gelen yabancı tüccarlara imtiyazlar vermişler, hatta gümrük vergilerinde indirime gitmişlerdir.


SÜREÇ İÇERİSİNDE İSA Hıristiyanlarca “Dünyanın yeniden doğumu

Christmas kelimesi, eski İngilizce’de “Cristes

başlangıcı” olarak yorumlanan İsa’nın doğumu,

maesse” kelimesinden gelen ve Missa Ayini ile

Hıristiyan bayramlar içerisinde en renkli ve neşeli bir

de ilişkilendirilen “Christ’s Mass”tan gelmektedir.

bayram olarak kutlanmaktadır. Bu bayram, Noel

1123’te ortaya çıkan ve 1568 yılından itibaren

bayramından önceki dördüncü Pazar günü başlayan

“Christmas” olarak kutlanan İsa’nın doğumu ile

(27 Kasım-3 Aralık arasında), İsa’nın hem doğum

ilgili olarak farklı görüşler olmasına rağmen

günün gelişinin hem de İsa’nın ikinci kez gelişinin

genel olarak İsa’nın, 25 Mart’ta ana rahmine

manen yaşandığı “Advent” veya “Noel perhizi

düşmesi esas alınarak 25 Aralık, İsa’nın doğum

bekleyişi”, İsa’nın doğumunun kutlandığı Noel

günü olarak kabul etmiştir. Ancak bazı

Bayramı, Noel’den sonra kutlanan Kutsal Masumları

Hıristiyanlar, Zekeriya’nın kahinlik görevi

Anma Bayramı (28 Aralık), Noel’den sonraki ilk Pazar

çerçevesinde İsa’nın ekim ayında doğduğunu

günü kutlanan Kutsal Aile Bayramı, İsa’nın Sünneti

ileri sürmektedir. 25 Aralık tarihinin IV. yüzyılda,

Bayramı (1 Ocak), İsa’nın Kutsal Adı Bayramı (1 Ocak

“Güneşin Bayramı” (Sol İnvictus) adı ile Roma

sonrasındaki ilk Pazar), İsa’nın vaftiz oluşu ve

İmparatorluğu’ndaki bir pagan bayramı iken

kurtarıcı olarak ortaya çıkışını (Doğu Kilisesince) ve

“İsa’nın doğuşu”nu kutlamak amacıyla Hıristiyan

İsa’nın doğumu sürecinde onu görmek için gelen

bir bayrama dönüştüğü de iddialar arasındadır.

müneccimleri (Batı Kilisesi’nce) konu edinen Epifani

Ancak Hıristiyanlar İsa’nın doğumunun

Bayramı (2-8 Ocak arasındaki Pazar günü) ve İsa’nın

kutlanmasının bir pagan uygulama olmadığı

mabede takdimini konu edinen Nur veya Işık

hususunda da ısrarcıdırlar

Bayramı (2 Şubat) gibi bayramları ve uygulamaları ihtiva eden uzun ve fonksiyonel bir süreçtir.


SÜREÇ İÇERİSİNDE İSA

İKONOGRAFİDEN İNANCA “İSA MESİH’İN DİRİLİŞİ/PASKALYA” SÜRECİ Mehmet Alparslan KÜÇÜK Gerçek İsa'nın Peşinde, National Geographic/ Aralık Sayısı, s.100


RÖNESANS

Raphael, Atina Okulu

Hazırlık Dönemi; 14. yüzyılı kapsayan sanat

Böylece Floransa okulu, Ortaçağın düşünsel ve

hareketleri bir yandan Uluslararası Gotik dönem

soyutlayıcı düşünüşünden kendini kurtarmış ve

olarak adlandırılırken, diğer taraftan bu devre,

gerçeğe yaklaşmıştır.

Rönesans sanatına hazırlık olarak nitelenir. Bu devrede iki sanat okulu özellikle dikkati çeker:

İlk Devre; 15. yüzyılı kapsayan bu dönem,

Bunlardan biri ressam Cimabue ile Giotto’nun

kendini resimde Masaccio, heykelde Donatello,

başını çektiği “Floransa Okulu”, diğeri ise başını

mimaride ise Brunelleschi ile ortaya koyar.

ressam Duccio’nun çektiği “Siena Okulu”dur. Bu

15. yüzyıl Klasik Rönesans olarak bilinir. Bu

okullar Geç Gotik ile Erken Rönesans

dönemde Masaccio, Filippo Brunelleschi,

dönemlerini birbirine bağlar. Bu okullarda, 200

Donatello ve Sandro Botticelli gibi sanatçılar

yıl sürecek Rönesans plastik sanatlarının

Floransa’da Rönesans’a öncülük ettiler. Piero

temelleri atılmıştır. Böylece bu temeller altında,

della Francesca ve Andrea Mantegna ise aynı

stil dağılımlarını lanse eden sanatçıların da yolu

dönemde İtalya’nın başka şehirlerinde

iyice açılmıştır.

Rönesans’a öncülük eden sanatçılardı.

Floransa okulu resme üçüncü boyutu sokarak,

Yüksek Rönesans (16. yüzyıl başları)

resim sanatını, o zamana kadar tuttuğu yoldan

Floransa’da Leonardo da Vinci, Raphael

ayırdı. Göz aldatması prensibine dayanan

Sanzio, ve Michelangelo Buonarotti’nin,

oyunla, iki boyut üzerine üç boyutlu dünyayı

Venedik’te Titian, Paolo Veronese ve

sığdırdı. Bunu yaparken sadece perspektiften

Tintoretto’nun ve Almanya’da Albrecht Dürer’in

yararlanmadı. Renkleri açıklı koyulu sürerek

çalışmalarını içerir. Figür ve duruşta abartıyı ve

boyut elde etmesini bildi. Bu şekilde rölyef

perspektif bozunmasını benimseyen Manyerizm

(kabartma) etkisi elde etmek için başvurulması

tarzı ise (1520-1600 civarı) Yüksek Rönesans’ın

gerekli söz konusu iki yol bulunmuş oldu.

son aşamasını oluşturur.


ÜNLÜ RÖNESANS TABLOLARI

Michelangelo, Adem'in Yaratılışı, 1507

Leonardo da Vinci, Mona Lisa

Sandro Botticelli, Primavera (Bahar), 1482

Giotto di Bondone, İsa'ya Ağıt,

Sandro Botticelli, Venüs'ün Doğuşu, 1486


KADRAJDAN YenikapÄą Mevlevihane Haziresi



Türkiye'nin Gül Bahçesi; ISPARTA Isparta’dan gülyağı, gülsuyu, gül kremi, gül yapraklı gül lokumu, elma cipsi (çıtır elma) ve halı almadan, Isparta’nın gül bahçelerinde gül toplamadan, Isparta’nın nefis fırın kebabından, kabune pilavından ve Yalvaç güllacından yemeden, Davraz Kayak Merkezinde kayak yaparken, Eğirdir Gölünü seyretmeden, Aksu Zindan Mağarasında asırların birikimini fotoğraflamadan, Atabey Ertokuş Medresesinden gökyüzünü seyretmeden, Eğirdir’in Canada ve Yeşiladasını görmeden, balık yemeden, Hızırbey Camisini görmeden, Akpınar Köyüne çıkıp, gölün manzarasını fotoğraflamadan, Kovada Gölü Milli Parkında ve göllerin kıyısında yürüyüş yapmadan, piknik yapıp fotoğraf çekmeden, Gelendost Ertokuş Kervansarayını gezmeden, Sütçüler Yazılı Kanyonda Kral Yolunda nehirle birlikte yürümeden,dutunu yemeden, Şarkikaraağaç Kızıldağ Milli Parkı ve Mavi Sedir Ormanında yürümeden, bol oksijen depolamadan, Uluborlu’nun kirazını tatmadan DÖNMEYİN!

Haydarpaşa Devrın Osmanlı padişahı II. Abdülhamit döneminde, 30 Mayıs 1906 tarihinde yapımına başlanmıştır. 19 Ağustos 1908 tarihinde tamamlanıp hizmete girmiştir. Bir rivayete göre binanın bulunduğu sahaya III. Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı verilmiştir. Binanın inşaatı, Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirmiştir. Ayrıca bir Alman'ın teşebbüsüyle garın önünde mendirek inşa edilerek Anadolu'dan gelecek veya Anadolu'ya gidecek vagonların ticari eşyasını yükleme ve boşaltma işlevi için tesisler yapılmıştır.

02

ARTREVIEW | ISSUE 23


KİTAP

FİLM/ALBÜM

MEKAN

SELÇUKLU TARİHİ EDİTÖR; REFİK DURAN GRAFİKER YAYINLARI Selçuklular, Tanrı Dağlarından Akdeniz’e, Kafkasya Derbend’den Hind Okyanusuna, geniş bir dünyanın medeniyet atlası oldu. Selçuklu Tarihi El Kitabı bu medeniyet atlasının geniş muhtevasıdır. Kitabı açıp okuyunca bunun idrakına ve tadına varacaksınız.

5 QUARTET 2 DE 1 Albumun adı da grubun adı gibi sasırtıcı. Quartet dort kisilik muzik topluluklarına verilen ad. Ama grubun adı “5 Quartet”. Albumlerinin adı da “2 de 1”. Bu isimler, ilk aklımıza gelen anlamı dısında baska seyler de anlatıyor olmalı. Isimler grubun muzigi gibi sade. Ama yine muzikleri gibi dusundurucu. Isimlerdeki bu gizem, album kitapcıgındaki anlatılanlarla aydınlanıyor. Hüz ün , Mutluluk Virtüo ̈z ler 2 de 1’de...

Minoa Cafe & Bookstore Adres: Süleyman Seba Caddesi, Park Apartmanı, No 52/A, Vişnezade, Beşiktaş, İstanbul İlk girdiğinizde kütüphane mi, yoksa kahve durağı mı diye düşündüren Minoa’nın sahipleri, tam da hayallerimizdeki mekânı İstanbul’da tasarlamış. Hem bir kütüphane, hem de bir cafe özelliği taşıyan mekân, Beşiktaş’dan çıkıp Akaretler yokuşunu tırmanırken yolun sol tarafında kalıyor. Kitapevi – cafe özelliği taşıyan mekânda sıcak, soğuk içeceklerin yanı sıra sabah gelenler için doyurucu bir kahvaltı menüleri var.


kültür ve sanat SAYI 1 | ARALIK 2017

s a n a t t a r i h ç i g ö z ü n d e n

stgozunden sanattarihcigozunden kisacames.blogspot.com.tr


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.