Kültür ve Sanat Dergisi Sayı:4

Page 1

SAYI 4 | AĞUSTOS-EYLÜL 2018

kültür ve sanat s a n a t t a r i h ç i g ö z ü n d e n

Bu sayıda; İLLÜSTRASYONLARLA BİZANS İMPARATORLUĞU Fransız Antoine Helbert'in illüstrasyonlarını sunduğu Bizans'ın İstanbul'u adlı tarihsel grafikler, medeniyetin büyüklüğü ve bir o kadar görkemli geçmişini bizlere göstermektedir. Bizans'ın kültürel ve siyasal olaylardan, dramatik tarihsel sahnelerinden esinlenilerek dijital çizim arşivi oluşturulmuştur.

ŞEHİRİÇİ HANLARI; İZMİR Bugüne kadar tespit edilen 103 tane hanın ancak 18 tanesi günümüze ulaşabilmiştir. Günümüze ulaşan hanlarda ise, plansal olarak bozulmuş, yeni eklemeler yapılarak oriji-nal plan özelliklerini kaybetmiştir. Yapıların orijinal planlarına az da olsa 1905’te çizilen İzmir sigorta planından ulaşabilmekteyiz

HANGİ KORUMA? Koruma Olgusu, genel anlamı itibariyle “muhafaza etmek” anlamına gelen “koruma” kavramı, insanlık tarihine eşit geçmişi olan bir olgudur. Korumanın ana amacı kültürel/tarihi ve doğal mirasın, sonraki nesillere aktarılmasıdır .

100 Yıllık Serüven- II Olumsuz hava koşullarına, depremlere, sel ve felaketlere rağmen günümüze ulaşan tarihi kültür mirasımızın bazılarını sizler için seçtik.


KEEP CALM AND

LOVE ART


İÇİNDEKİLER 04

ŞEHİRİÇİ HANLARI; İZMİR

20

ANTOİNE HELBERT VE BİZANS

05

KORUYAMIYORUZ

24

ROMA'DA KADIN OLMAK!

09

100 YILLIK SERÜVEN

26

GÜRCÜ MANASTIRLARI

14

ROKOKO SANAT

34

SAHİP ATA

17

TÜRK BAROKU


EFES @AYSU ECE HANCIOĞLU

editorden Uzun bir aradan sonra tekrardan sizlerle birlikteyiz. Teknik aksaklıklar, vaktin darlığı sebebiyle dergimizi maalesef geç olarak yayınlayabiliyoruz. Bu durumdan dolayı tüm okuyucularımızdan özür dileriz... Kavurucu sıcaklar geldi çattı, kimisi çalışırken kimisi de tatilde deniz kenarında güneşleniyor, hepsine selam olsun! Bu sayıda çalışan-çalışmayan-tatilde olan okuyucularımıza eşlik etmek isteriz. Bu sayıda; geçen sayımızda başlatmış olduğumuz "100 Yıllık Serüven" bölümünün ikinci serisini sizleri sunduk. Ayrıca dergi çıkmadan öncesinde yayımladığımız Rokoko Sanatı hakkında bir de yazımız var. Rokoko Özel ekine issuu.com/sanattarihcigozunden sayfasından göz atabilirsiniz. Ülkemizde kültür varlıklarında yaşanan sorunlar, koruyamamayı temel alan dosyamızda bu sayıda sizlerle birlikte olacak. Antoine Helbert'ten, Gürcü Manastırlarına, Emevi Sanatından film önerisine zengin içerik sizlerle.. Dergi hakkındaki görüşlerinizi instagramdan @sanattarihcigozunden twitterdan; @stgozunden adresinden iletebilirsiniz.

editor Mesut Çelik mesutt.celikk(at)gmail.com


11.03.2018

ÇEKİLİŞ 4 MARTTA SİZLERE DUYURDUĞUMUZ VE 10 MARTA KADAR SÜRE TANIDIĞIMIZ 2. ÇEKİLİŞİMİZ SONUÇLANDI!.

KATILIM SAĞLAYAN TÜM TAKİPÇİLERİMİZE TEŞEKKÜR EDERİZ.

KİTAP 1.Dersaadet'te Bir Türk Dostu-Semra DAŞÇI 2.Türkiye'nin Yakın Tarihi-İlber ORTAYLI 3.Levant-Philip MANSEL 4.Türk Sanatında İkonografik Dönüşümler Değişim Tanıkları- Selçuk MÜLAYİM

KAZANANLAR 1. @oguzgofficial 2.@aysuece 3.@pgozdee 4.@muammerl

TEBRİKLER..


Şehiriçi Hanları

İZMİR

Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu döneminde ticaret

Aslında tek katlı olup, giriş cepheleri iki

yolları üzerindeki menzil kervansaraylarının yanı sıra

katlı inşa edilen, bu nedenle bir katlı han-

şehir içlerinde de hanların yapıldığı bilinmektedir .

ların bir çeşit düzenlemesi olarak karşı-

“Şehir hanı” ya da “şehir-içi hanı” şeklinde adlandırı-

mıza çıkan Girit Hanı(XVIII. Yüzyıl) ve

lan bu yapılar, menzil hanlarından farklı olarak ker-

Arap Hanı (XIX. Yüzyıl ikinci yarısı) kıs-

vanların yol gereksinmelerine yönelik değildir. Ayrıca

men iki katlı avlulu hanlar grubuna gir-

bunlar plan bakımından da diğerlerinden ayrılır.

mektedir. 1744 yılında inşa edilen Kızlarağası Hanı, iki katlı ve avlulu bir plana

Çoğunlukla revaklı bir avlunun dört yanına dizilmiş,

sahiptir

bir veya çok katlı düzen içerisinde tüccarlara mahsus odalar, depolar ve ahırlardan oluşan bu binaların av-

Avlusuz hanlar, iki başlık altında toplana-

lularında bir şadırvan, kimi zamanda Anadolu Selçuk-

bilir. Bağımsız hanlar ve Arasta benzeri

lu kervansaraylarını hatırlatan köşk-mescit buluna-

plana sahip hanlar şeklinde; bir koridor

bilmektedir. İzmir’de bulunan şehir-içi hanları avlu-

ile bu koridorun iki yanına sıralanan me-

lu hanlar ve avlusuz hanlar olma üzere iki ana grupta

kânlardan oluşan dikdörtgen planlı eser-

toplanmaktadır.

lerdir. Bu grup planın; Esir Hanı( XVIII. yüzyıl sonu), Abdurrahman Hanı (1802),

Avlulu hanlar genel bir anlatımla simetrik veya asi-

Çakaloğlu Hanı (1805), Musevit Hanı (XIX.

metrik planlı avlu/avluları çevreleyen mekânlardan

yüzyıl başı), Cambaz Hanı (XIX. yüzyıl

oluşmaktadır. Avlu cepheleri tek katlı olabildiği gibi

ikinci yarısı) uygulandığını görmekteyiz .

çok katlı olan hanlarda bulunmaktadır. Revaklı ya da revaksız olabilmektedir. Bir katlı avlulu hanlara XVII.

Bağımsız hanlar olarak adlandırılan plan

Yüzyılın ilk yarısında inşa edilen Sulu Han’ı örnek

türünde hanlar, günümüze

verebiliriz.

ulaşamamıştır.


izmir

Çakaloğlu Hanı

Çakaloğlu Hanı

Çakaloğlu Hanı Karaosmanoğlu Hanı

Karaosmanoğlu Hanı


ko-ru-ya-mı-yo-ruz DOSYA

Miras birçok insan tarafından olumlu bir değer olarak düşünülür. Miras, günlük kullanılan sanat objeleri, mimari, peyzaj biçimleri gibi somut kültür olduğu kadar; dil ve insan bel-leği, dans performansları, müzik, tiyatro ve ritüeller gibi somut olmayan kültürel mirası kapsayan, genellikle ortaklaşa paylaşılan herkesin yararına olan değer” olarak tanımlanır . Geçmişte zaman-mekân ve değerlerin iç içe geçmiş olma durumu, modern kent doku-sunda yitirilmiştir. Bugün kent yaşamında insanların tarihsel mekânlara yönelme ve bu mekânları tarihsel rekreasyonel alanlar olarak görme eğilimleri, yitirilmiş kent kimliğinin yeniden anımsanabilmesi ve ait olunan kültürün yeniden canlandırılarak etkin bir biçim-de yaşanabilmesi içindir. Bu nedenle, kent kimliğinin ve modern kent dokusunda yitirilmiş olan mekân-insan ilişkisinin yeniden anımsanmasında, tarihî mekânların temel alınması ve sürdürülebilirliği de önem taşımaktadır. Bu nedenle, “mirasın korunmasının ilke edinilmesiyle bir kent için yalnızca sağlıklı bir yaşam olanağı sağlanmaz; aynı zamanda, o kentin kültürel kimliğinin tanınmasına da yardımcı olur”. Koruma Olgusu, genel anlamı itibariyle “muhafaza etmek” anlamına gelen “koruma” kavramı, insanlık tarihine eşit geçmişi olan bir olgudur. Korumanın ana amacı kültürel/tarihi ve doğal mirasın, sonraki nesillere aktarılmasıdır . Esasında Türkiye’de eski kent dokusunu koruma çalışmalarına 1970’li yıllardan itibaren önem verilmeye başlanmış ve bu çalışmalar son yıllarda ivme kazanmıştır. Kültürel mirası koruma çalışmaları uzun bir mücadeleye dayanmaktadır. Bu mücadele Osmanlı’da ve Cumhuriyet Dönemi’nde olmak üzere iki döneme ayrılabilir.

a m u r o k ı r a l n u r o s

Osmanlı Dönemi’nde daha çok taşınır kültürel mirasın korunması amaçlanmıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde hem taşınır hem de taşınmaz kültür varlıklarının korunması gündeme gelmiş, ilerleyen zamanla birlikte fiziki koruma yanında sosyo-kültürel yapının da korunduğu bütünleşik koruma anlayışına geçiş olmuştur.


Koruma Sorunları Koruma Sorunları, genel olarak “Tanım ve Kavramlara İlişkin Sorunlar, Mevzuat Kaynaklı Sorunlar, Parasal Kaynaklı Sorunlar, Koruma Konusunda Örgütlenmeye İlişkin Sorunlar, Doğal ve Kültürel Varlık Envanterine Yönelik Sorunlar, Korumanın Sosyal / Kültürel Boyutuna İlişkin Sorunlar Planlama ve Uygulamaya İlişkin Sorunlar, Koruma Anlayışından / Yaklaşımlarından Kaynaklanan Sorunlar” olarak çeşitli kategorize edilebilir.

Tanım ve Kavramlara İlişkin Sorunlar; ülkemizde kültürel ve doğal değerlerin korunması konusunda yetkili kamu kurumu sayısının çokluğuna bağlı olarak bu kurumların mevzuatlarıyla getirilen koruma statüsü adedi de oldukça fazladır. Ülkemiz imar, çevre ve koruma mevzuatlarında çeşitli biçimlerde yer alan kültürel ve doğal değerlerin korunması ile ilgili farklı kavram ve tanımlar kullanıldığı gibi aynı alanları tarif eden ancak birbiri ile çelişen ve tekrarlanan tanımlar da kullanılmaktadır . Korumayla ilgili tanım, terminoloji ve kavramlardaki bu karmaşa korumadan sorumlu birimleri özelliklede yerel yönetimleri konuya yabancılaştırmaktadır. Mevzuat Kaynaklı Sorunlar, korumada Çok Yasalılık ve Kurumsallaşma Sorunu, Ülkemizde hem doğal hem de kültürel varlıkların/alanların korunmasına ilişkin mevzuat oldukça fazladır. Son yıllarda koruma ve planlama alanında yetki sahibi olan farklı kurum ve kuruluşlar tarafından hazırlanmış çok sayıda yasa ve onlara bağlı olarak çıkarılmış yönetmelik ve hüküm bulunmaktadır . Koruma mevzuatındaki bu dağınıklık konuların izlenebilirliliğini zayıflatmış, uygulamada da yetki ve sorumluluklarda çakışma ve çelişkileri meydana getirerek, sahiplenme, sorumluluk alma, iş üretme, denetim yapma gibi birçok alanda sorun ve kargaşaya neden olmuştur. Korumadaki bu dağınık yapı, çok yaslılık korumanın yeteri kadar kurumsallaşmasına engel olmuştur.

a m u r o k ı r a l n u r o s

Koruma mevzuatında korumayı özendirmekten çok yasakçı yaklaşım izlenmesi: Ülkemizdeki koruma yasalarında genel olarak özendirmekten çok yasakçı bir yaklaşım izlenmektedir. Mağduriyetlerin ekonomik açıdan geri dönüşümü sağlanamadığından mülk sahipleri tarafından tescil ve koruma kararları ceza olarak nitelendirilmektedir. Bu anlayış halkı korumadan uzaklaştırmakta, mülk sahipleri sahip oldukları değerin farkına varamamalarına, bir an önce bunlardan kurutulmanın yollarını aramalarına sebebiyet vermektedir. Korumanın ülke önceliği haline gelememesi, kültürel ve doğal varlıkların korunması anayasamıza dahi girmiş olmasına rağmen bir devlet politikasına dönüşememiş ve ülke öncelikleri haline gelememiştir.


Koruma Politikalarının Uygulanamaması, ülkemizde doğal ve kültürel mirasın korunmasına ilişkin mevzuat hazırlanırken uluslararası yasal düzenlemelerden de yararlanılmıştır. Ancak mevcut mevzuatımız kültürel ve doğal değerlerin korunmasında zaman zaman yetersiz kalabilmektedir. Bu noktada sorun mevzuatımızın yetersizliğinden ziyade, yeterli düzeyde uygulamaya aktarılamamasından kaynaklanmaktadır. Korumaya yönelik ulusal ve uluslararası ölçeklerdeki gelişmeler ve bilimsel araştırmalara dayalı çözüm önerileri uygulamaya aktarılamamıştır, korumada teori ile pratik arasında ilişki kurulamamıştır . Parasal Kaynaklı Sorunlar, korumaya ayrılan kaynak ve olanakların yetersizliği: Türkiye sahip olduğu kültürel ve doğal miras değerleri bakımından dünyanın en zengin ülkelerindendir. Ancak bu zenginliğin korunması, yaşatılması ve geleceğe aktarılması yönünde kullanılabilecek kaynaklar yetersiz kalmakta, bu kaynakları kullanmakla yetkili otoriteler arasında dağınıklık ve eşgüdüm eksikliği yaşanmaktadır. Özel sektör çoğunlukla koruma alanlarını kar getirmeyen, kentleşmenin karşısında gördüğünden, koruma yatırımlarına sıcak bakmamakta, girişimlerde bulunmamakta, koruma genelde kamu tarafından kamu tarafından gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır . Uygun görüldüğü durumlarda Vakıflar Genel Müdürlüğü, İl Özel İdareleri, Belediyeler ve diğer kamu kurum ve kuruluşları maliklere koruma, bakım ve onarım için teknik eleman ve ödenekleri ile yardımda bulunmamaktadır. 5226 sayılı yasa ile değişik 2863 sayılı yasanın; doğrudan maddi kaynak sağlanması yanında ayni ve teknik yardımları da içeren son dönem düzenlemeleri koruma alanında önemli bir finansman ve destek yaratmıştır. Ancak bu denli zengin bir kültürel mirasın korunmasında bu kaynaklar yeterli olamamaktadır. Halkın korumaya bakışını değiştirebilmek, bu amaçla iyi örnekler ortaya koymak ve yapılan plan ve plan kararlarını uygulamaya geçirebilmek için daha etkin kaynaklara ihtiyaç vardır.

a m u r o k ı r a l n u r o s

Korumayla ilgili kurumsal yapılanmada yaşanan çok başlılık ve eşgüdüm sorunu, Ülkemizde kültürel ve doğal mirasın korunmasıyla ilgili karmaşık olan mevzuat örgütsel yapıyı da etkilenmiş, koruma alanında görev yapan, yetki ve sorumluluk sahibi birçok kurum ve kuruluş ortaya çıkmıştır. Kurumsal yapıda 1980’lerde başlayan ve 2000’li yıllarda artan parçalanma ve çok başlılık, bütüncül korumanın gerçekleştirilememesinin en önemli nedenlerden biridir . Türkiye’de bu güne kadar plan yapma ve onama yetkisine sahip çok sayıda yerel ve merkezi düzeyde bulunan kurumlar arasında iş birliği sağlanamamıştır. Çevre, turizm, planlama, doğa vb. konularla ilgilenen bu kurumlar koruma olgusuna kendi yasal düzenlemeleri ve görev tanımları doğrultusunda bakmış, yetki ve olanaklarını paylaşmamışlardır. Bu durum korumayı olumsuz etkilemiş, kültürel ve doğal çevrede tahribata neden olmuştur.


Kültür ve Turizm Bakanlığının koruma konusu ile ilgili birimleri olan Yüksek Kurul ve Koruma Bölge Kurulları ile yereli temsil eden belediyelerin yetki çatışmaları ve birbirleri ile kopuklukları korumanın uygulanmasında sorunlar yaratmıştır. Koruma Alanında Çalışan Sivil Toplum Kuruluşlarının Nicelik ve Nitelik Olarak Yetersizliği, koruma kararlarından en çok etkilenenler kuşkusuz sit alanı ilan edilen bölgede yaşayanlardır. Planlama sürecinde çoğunlukla yer almayan bu kesimi temsil edebilmek için sivil toplum örgütleri olarak nitelendirilen meslek odaları, vakıflar ve dernekler bulunmaktadır. Ülkemizde kültürel değerlerin korunması konusunda çalışan gönüllü kuruluş sayısı son dönemlerde artmış olsa da gelişmiş Batılı ülkelere göre daha az sayıda kalmıştır. Ülkemizdeki sivil toplum örgütleri koruma sistemi içinde aktif rol alamamışlar hem sayıca hem de etkinlik açısından yetersiz kalmış, yerel rantçı grupların karşısında güçlü bir yapı ve örgütlenme içerisine girememişlerdir. Korumaya yönelik çabaları maddi yetersizlikler, eleman ve donanım yetersizliği gibi nedenlerle genellikle tek yapı ölçeğinde onarım faaliyetleriyle kısıtlı kalmıştır. Yerel yönetimlerin koruma konusunda uzmanlaşmış, teknik personel yetersizliği, ülkemizde imar anlayışı ile örgütlenmiş yerel yönetimlere son yasal değişikliklerle koruma ile ilgili önemli yetki ve görevler verilmiştir. Ancak yerel birimlerde bu sorumluluğu yerine getirebilecek yeterli sayıda ve donanımda uzman kadro bulunmadığından koruma projelerinin ele alınışında, üretilmesinde, uygulanmasında ve denetlenmesinde ciddi sıkıntılar meydana gelmektedir . Tespit (envanter) çalışmalarındaki kargaşa/çok başlılık, ülkemizde doğal ve kültürel değerleri tespit ve tescil etmiş, plan/proje ve uygulama çalışmaları yapmış birçok kurum bulunmaktadır(tezin birinci bölümü).Ancak birbirinden bağımsız olarak tespit ve tescil edilen doğal ve kültürel varlıklar çoğu kez birbirleriyle örtüşmemiş, anlam ve tanımlarda kargaşaya neden olmuş ve sonuç olarak da uygulamada köklü bir yetki kargaşası ortaya çıkarmıştır .

a m u r o k ı r a l n u r o s

Ülke doğal ve kültürel varlıklar envanterinin tamamlanmamış olması, toplumumuz geliştikçe, imar ve yatırım faaliyetleri ile koruma faaliyetleri çatışmakta, sonuç genelde korumanın aleyhine neticelenmekte, kültürel ve doğal mirasımız yok olabilmektedir. Böyle durumlarda, bu alanlara ilişkin kaybolacak bilgi gelecek kuşaklara aktarılmak için eğer bir araya getirilip sistemleştirilmediyse söz konusu bilgiler geri dönüşü olamayacak şekilde yok olabilmektedir . Halkın koruma konusunda bilgisiz ve bilinçsiz olması, doğal ve kültürel varlıkları korumaya yönelik alınan kararların uygulanması başarısı, vatandaşın korumaya duyacağı inanca ve saygıya bağlı olmasına rağmen toplumsal örgütlenme ve bilinç düzeyinin arttırılmasına yönelik çabalar etkin hale getirilememiştir.


Korumadan sorumlu kuruluşlar tarafından korunacak mülklerin sahiplerine ortaya çıkan kısıtlılık halleri ve yapılması gereken işler hakkında gerektiğince bilgi verip, yol gösterilememiştir. 5226 sayılı yasa ile getirilen Koruma Amaçlı İmar Planları bilgilendirme toplantıları ise biçimsel düzeyde kalmış, sivil bilinç ve bilgilenmenin oluşturulduğu aktif katılım süreçleri harekete geçirilememiş, koruma benimsetilememiştir . Kentsel tarihi bölgelerin giderek çöküntü alanı haline gelmesi, kent yoksullarının bu alanlara yerleşmesi, altyapı yetersizliği, eskime ve kullanım zorlukları, kişilerin yeni ve modern yapılarda oturma isteği gibi nedenlerle ev sahipliği oranı giderek azalmakta, bunun sonucu olarak yapılar ya boş kalmakta ya da düşük gelirli, dışlanmış, eğitimsiz, kültür düzeyleri düşük ve sosyal yapı olarak kentin diğer katmanlarından daha geri durumda olan kiracı grupları tarafından kullanılmaktadır. Yapının gerçek sahibi olmayan kiracı grupları bu alanların korunması ile ilgili bir kaygı ve duyarlılık taşımamaktadırlar. Bu iki durumda da yapının bakım ve onarımı ile ilgili herhangi bir çaba gösterilmemektedir . KAİP ve İmar Planı Uyumsuzluğu, sit alanlarında yaşanan sorunlar 2863 sayılı Kanun kapsamında öngörülen koruma amaçlı imar planı” adı altında özel bir plan türünün hazırlanması ile çözümlenmeye çalışılmaktadır. Ancak Ülkemizde koruma amaçlı imar planları, imar planlarından ayrı olarak ele alındığından, farklı yasalarla aynı kentte, aynı zamanda bir yandan imar planı, diğer yandan bu plandan neredeyse bağımsız olarak koruma imar planları yapılmaktadır. Üst ölçekli planlar koruma boyutu yeterince dikkate alınmadığından korunması gereken alanların sınırlarını çizmek ve bu alana yapılacak olan müdahalelerin koruma planlarıyla tanımlanacağını belirtmekle yetinmek-tedir. Üst ölçekli planlama aşamasında koruma boyutu yeterince dikkate alınmadığından sit alanı için ge-liştirilen Koruma Amaçlı İmar Planları Uygulama esnasında üst ölçekli plan kararları ile çelişmektedir . Planların içeriğine ilişkin sorunlar, koruma Amaçlı İmar Planlarına muhatap tüm yerel yönetimler bu sorunlar ile iç içedir. Plan ve plan eklerinde atıflar çok yapılmaktadır. Yapılan bu atıflar yasa, plan hükümleri, plan raporu ve eki bina tipolojileri, kent imar yönetmeliği, Yüksek Kurul İlke Kararları ve Kurul Kararları, genelgeler ve yazılar bazında olmaktadır .

a m u r o k ı r a l n u r o s

Koruma Anlayışından / Yaklaşımlarından Kaynaklanan Sorunlar, korumada taraf olanların beklentilerinin farklı olması, özellikle toplumun koruma anlayışında rantın önceliği, uygulamadaki sorunların en önemli nedenlerindendir. Bu durumda mülk sahibi, taşınmazını toplum insanlık adına korumak yerine, yapının parsel ederini ele geçirmek için yıkılmasını ya da kültürel turizmin yüksek rant getirisi ile taşınmazını dekor olarak kullanmayı ve ya turizmin taleplerine göre yapının özgün niteliğini değiştirmeyi isteyebilmektedir .


Korumadan sorumlu kuruluşlar tarafından korunacak mülklerin sahiplerine ortaya çıkan kısıtlılık halleri ve yapılması gereken işler hakkında gerektiğince bilgi verip, yol gösterilememiştir. 5226 sayılı yasa ile getirilen Koruma Amaçlı İmar Planları bilgilendirme toplantıları ise biçimsel düzeyde kalmış, sivil bilinç ve bilgilenmenin oluşturulduğu aktif katılım süreçleri harekete geçirilememiş, koruma benimsetilememiştir . Kentsel tarihi bölgelerin giderek çöküntü alanı haline gelmesi, kent yoksullarının bu alanlara yerleşmesi, altyapı yetersizliği, eskime ve kullanım zorlukları, kişilerin yeni ve modern yapılarda oturma isteği gibi nedenlerle ev sahipliği oranı giderek azalmakta, bunun sonucu olarak yapılar ya boş kalmakta ya da düşük gelirli, dışlanmış, eğitimsiz, kültür düzeyleri düşük ve sosyal yapı olarak kentin diğer katmanlarından daha geri durumda olan kiracı grupları tarafından kullanılmaktadır. Yapının gerçek sahibi olmayan kiracı grupları bu alanların korunması ile ilgili bir kaygı ve duyarlılık taşımamaktadırlar. Bu iki durumda da yapının bakım ve onarımı ile ilgili herhangi bir çaba gösterilmemektedir . KAİP ve İmar Planı Uyumsuzluğu, sit alanlarında yaşanan sorunlar 2863 sayılı Kanun kapsamında öngörülen koruma amaçlı imar planı” adı altında özel bir plan türünün hazırlanması ile çözümlenmeye çalışılmaktadır. Ancak Ülkemizde koruma amaçlı imar planları, imar planlarından ayrı olarak ele alındığından, farklı yasalarla aynı kentte, aynı zamanda bir yandan imar planı, diğer yandan bu plandan neredeyse bağımsız olarak koruma imar planları yapılmaktadır. Üst ölçekli planlar koruma boyutu yeterince dikkate alınmadığından korunması gereken alanların sınırlarını çizmek ve bu alana yapılacak olan müdahalelerin koruma planlarıyla tanımlanacağını belirtmekle yetinmek-tedir. Üst ölçekli planlama aşamasında koruma boyutu yeterince dikkate alınmadığından sit alanı için ge-liştirilen Koruma Amaçlı İmar Planları Uygulama esnasında üst ölçekli plan kararları ile çelişmektedir . Planların içeriğine ilişkin sorunlar, koruma Amaçlı İmar Planlarına muhatap tüm yerel yönetimler bu sorunlar ile iç içedir. Plan ve plan eklerinde atıflar çok yapılmaktadır. Yapılan bu atıflar yasa, plan hükümleri, plan raporu ve eki bina tipolojileri, kent imar yönetmeliği, Yüksek Kurul İlke Kararları ve Kurul Kararları, genelgeler ve yazılar bazında olmaktadır .

a m u r o k ı r a l n u r o s

Ülkemizde kültür varlıklarının korunmasında yaşanan bu tür sorunlar her alanda tarihi eserlerin onarımını geciktirmiş, yıpratmış hatta yok olmasına sebep olmuştur. Günümüzde hala bu sorunları giderecek bir çalışma yapılmayıp, eserlerin kendi kaderlerine terk edilmesi bilinçli veya bilinçsiz şekilde tahribatının önüne geçilememektedir.







Rokoko : 18. yy ‘ ın ilk yarısında Fransa’da başlayan ve diğer Avrupa ülkelerine de yayılan bir bezeme üslubudur. Barok’un üslubunun devamıdır.

ROKOKO

(Rocaille : Taşlı, çakıllı arazi.) Rokoko adının Rocailleden geldiği söylenmektedir. Rokoko, Barok dan daha hafiftir. Daha ince dallar, kıvrak dallar, kaya benzeri şekiller, istiridye kabuğu gibi motifler vardır. Ağır plastik yoktur. Daha hareketlidir. Geç Barok olarak da adlandırılır. İç dekorasyon, mobilya ve küçük el sanatlarında kendini gösteriyor. Chinoiserie : Çin sanatının Avrupa sanatı üzerindeki etkisidir. Rokoko ile birlikte resim sanatına da yeni konular girmeye başlamıştır. Daha duygusal, şiirsel konular, daha az ciddi konula işlenmiştir.


TĂźrk Barogu

derleme


Rahmetle... SEMAVİ EYİCE ş

Patrona Halil Ayaklanması'nın arkasından padi ah olan

Caminin yapımı sürerken 1754'te I. Mahmud'un vefatı

Sultan I. Mahmud Dönem'inde ortalık durulduktan sonra

üzerine yerine geçen Sultan III. Osman (1754-1757)

sanatın güçlü bir Batı tesiri altında canlanmaya

in aatı 1755'te tamamlatmı

ş

ş

ğı görülür. Batı'dan alınan ve klasik Türk

ş

ba ladı

Mahmudiye olması gereken bu büyük esere, görünü te

ş döneminin

sanatına bütünü ile yabancı motifler geçi

ş

ş ve aslında adının

ş

arkasından iyice yerle meye ba larken mimaride de

ş estetikte de değişiklikler

ş tesirini bırakarak Nur-u Osmani

hanedanın adını vermi

ş

ş

adını vermek suretiyle kendisine yakı tırmı tır. Böylece

ana çizgilerde ve dı

1755'te bitirilen bu eser Türk Barok mimarisinin bir

kendilerini belli ederler. Fakat bazı hususlarda hala

temsilcisi olarak

ğine bağlı kalındığından bu yeni

klasik sanat gelene

Binanın planı bir karenin üzerine dört ana kemere

ğu denilmesi daha doğrudur.

bindirilerek oturtulmu

ş bir ana kubbeden oluşur.

ğu gibi I. Mahmud da kendi adını

Caminin esas kitlesinin altında yüksek bir bodrum

akıma Türk Baro

ş

İstanbul'un son selatin camilerindendir.

Padi ahların ço

ş

ya atacak bir selatin cami ve külliyesi yaptırmayı

ş

bulunmakla beraber bu tarih içinde bir göreve tahsis

ğinden bugüne kadar kullanılmamıştır. Mihrap

tasarlamı tı.

edilmedi

ğu gibi bir apsis şeklinde dışa taşkın bir

kiliselerde oldu

ş

Bunun için büyük çar ının yakınında ve

şehrin yüksek bir

çokken çıkıntının içindedir.

ş

yeri seçilerek büyük bir cami ile külliyesinin in asına

ş

ş

ba lanmı tı. Yerli Hıristiyan ustaların ve bu arada

ş ğı

Bütün kemerlerde ve kapı kavsaralarında pencere

ğı dikkati çeker.

Simion usta adlı bir Ermeni mimarın çalı tı

biçimlerinde, Barok sanatın uygulandı

bilinmektedir. Bu eser Batı'nın Barok sanatının

Bu büyük eserin hiçbir yerinde Türk klasik sanatından

ş ş bir görüntüsünden ibarettir. Barok sanatın

Türkle mi

ş

ş bir iz görülmez. Yalnız içeride bir yazı kuşağı bu

alınmı

ba lıca elemanlarından olan ve cepheyi taçlandıran

hususta tek istisnadır. Üst pencerelerdeki renkli

kavisli alınlık ve yüzlerdeki S kıvrım desenlerine bu

camlardan yapılan revzenler'in (vitray) alçı kontürleri

ş

ş

yapıda yer verilmemi tir. Külliyenin merkezini olu turan

ş avlusunda medreseler, türbe camiye

büyük caminin dı

ş

ş avlu girişinin yanında bir

bile Barok üsluptadır. Çifte minare de aynı üslupta

ş

ş

olmakla beraber aslında külahları ah ap ve kur un kaplı

biti ik bir kütüphane ve dı

idi. Ancak 1894 depremi arkasında yapılan restorasyon

sebil de bulunmaktadır. Bütün bu unsurlarda kıvrak

sonunda cami mimarisine daha uygun olaca

Barok cizgilerin hakimiyeti görülür.

dü ünülerek bunların tepelerine Barok profilli ta tan

ğı

ş

ş

ş

külahlar yapılmı tır


Buradaki Barok uygulamanın en ilgi çekici özellikle-

ş

ğer unsurları olarak han,

Arka tarafta ise külliyenin di

ş

ği-

rinden biri de klasik üsluba bütünü ile ters dü en

mumhane, imaret yer almı tır. Bunlar bugün bazı de

şadırvan avlusunun kare veya dikdörtgen biçimde

şikliklere uğrayarak hala çarşı olarak kullanılmaktadır.

ğil, yarım daire şeklinde oluşudur. Nur-u Osmani

de

ş

Cami yakla ık 150 yıllık bir aradan sonra, Türk sana-

ğişik bir yapı estetiğinin varlığını ortaya

tında çok de

koyan bir abide olarak

İstanbul'u süslemiştir. Bunun

arkasından Sultan III. Mustafa'nın (1757-74) Mimar

ğa'ya yaptırttığı ve Aksaray'dan Ba-

Mehmed Tahir A

Çokgen biçimindeki türbenin mimarisinde ve içindeki

ş

nakı larda Barok üslup kuvvetli bir

şekilde kendini belli

eder. Fakat duvar kaplamasında daha eski yapılardan

ş çinilerin tekrar kullanılmış olduğu görülür.

çıkarılmı

Türbenin yanındaki hazirede de hanedana mensup

ş

ş

ki ilerin ve Adil ah sultanın da kabri bulunmaktadır.

yezid'a uzanan ana caddenin kenarında bulunan Laleli cami ve külliyesinde klasik üslup biraz daha belirli ol-

İstanbul 1766'da şiddetli depremlerden birine sahne

makla beraber Barok sanatı izleri burada da kendisini

oldu. Bu felaket sırasında yıkılan veya zarar gören

ş

gösterir. Cami ve külliyenin yapımına 1759'da ba lan-

ş inşaat 1763'te bitirilmiştir. Burada evvelden beri

ş

eserlerin ba ında da fethin arkasından Sultan Fatih II.

ğı büyük külliyenin

Mehmed'in kendi adına yaptırdı

bulunan Laleli baba adı verilen bir yatır türbesinden

merkezi olan cami geliyordu.

ş

dolayı camide adını bundan almı tır. III. Mustafa'nın

ği eserinin böyle adlandırılmasından üzüntü

vakfetti

ğu söylenmiştir. Henüz inşaatı yeni bitmişken

duydu

1766'da

şehirde çok büyük ölçüde zararlar veren depğramış hatta binayı

remde Laleli Cami de hasara u

İstanbul'un altından geçen fay hattının tam üstüne isabet eden cami tamir kabul etmeyecek derecede

ğından Sultan III. Mustafa ecdadının bu büyük

yıkıldı

ş

eserini ihya etmek zorunda kalmı tı.

desteklemek için altındaki bodruma bütünü ile toprak

ş

doldurulmu tur. Cadde kenarındaki büyük avlu duvarı

ğından tekrar tamir edilmiştir. 1956'da bodrum

da yıkıldı

ş

ş cadde kenarındaki

temizlenerek çar ı haline getirilmi

ş avlu duvarı da bir dizi dükkan halinde aslında olma-

ş

ş

ş

Külliyesinin merkezini te kil eden cami Bizans'ın Ayasofya ile birlikte en büyük yapısı olan Oniki havari kilisesinin yerinde 1463-1470 tarihleri arasında mimar Atik

ş

Sinan tarafından yapılmı tı. Depremde kubbesinin

yan bir arastaya dönü türülmü tür. Caminin planı, sekiz

tamamen çökmesi duvarlarının onarılmayacak derece-

ayak üzerinde oturan bir kubbe ile örtülü tiptedir. Bu

de çatlaması yüzünden cami 1767'de yeni bir plana

ğini sürdürmek-

bakımdan eski Osmanlı mimari gelene

ş estetiğinde Nur-u Osmani'deki kadar Barok

tedir. Dı

ş

göre yeniden yapımına ba lanarak 1771'de tamamlan-

ş

mı tır.

ğildir. İç ayrıntılarda bu yabancı üslubun

üslup hakim de

ğu dikkati çeker. Mermer mihrap ve

daha belirli oldu

ş

kullanılan sütun ba lıkları tamamen Barok üsluba uygun

ş

ş

ş avludan harim avlusuna çıkışı

olarak i lenmi tir. Dı

ğlayan merdivenler de kavisli olarak yapılmıştır Külli-

sa

ş

yenin avlu kapısına kom u bütünüyle Barok üslupta bir

ş

ğer yapıları tamir edilmişti.

Daha önce ise külliyenin di

Bu yeni yapımda Mimar Koca Sinan'ın

Şehzadebaşı

ğı plan daha geniş ölçüde tekrar-

Camii'nde uyguladı

lanarak merkezi kubbenin dört taraftan yarım kubbeler

ş

ile desteklenmesi sistemine gidilmi ti. Sinan'dan sonra

sebilinden ba ka bir yüzü caddeye bakan kurucusunun

Sultan Ahmet, Eminönü Yeni Valide camilerinde de

türbesi bulunmaktadır.

uygulanan bu sistem bu defa Barok ayrıntılarla Fatih

Camii'nde tekrarlandı.


ş cephesi korunmuş fakat içeride

Eski camiden giri

ş

bütün statik düzenleme yeni plana göre yapılmı tı. Ana

ş

Böylece Ayazma Camii'nde Barok sanat akımı oldukça

ş

ş

hafifletilmi tir. Caminin mü temilatından sıbyan

destekleyici payeleri dola an yerler bütünüyle Barok

mektebi, hamam, muvakkithane ve dükkanlar ortadan

profillere sahip bulunmaktadır.

kalkmı

ş yalnız geniş avlu duvarına bitişik ana bina ile ğı tarihinden anlaşılan değişik biçimli bir

birlikte yapıldı

ğe fazla

Fakat binanın genel görünümünde klasik esteti

ş

ş

çe me kalmı tır.

ş

aykırı dü en bir görünüm yoktur. Bu sırada Fatih'in

ğı türbe de yeniden elden geçirilmiştir. Külliyenin

yattı

şşifası

Ayazma Camii, Türk mimarisinde yabancı üslubun bir

ğu bir dönemin örneği

iki tarafını saran medreselerden bir kısmı ile darü

bocalama geçirerek hakim oldu

ve Çukurhamam adı verilen çok büyük ölçülerdeki

olmakla beraber, normal ölçüleri a an yüksekli

ş

hamamı bugün ortadan kalkmı tır. Külliyenin güneyinde,

ş

ş

ği ve

ğı yerin topografik durumu ile bunu bir kat daha

yapıldı

Sultan II. Mahmud'un (1808-1839) annesi Nak ıdil Sultan

arttıran heybetli bir görünüme sahiptir. Marmara ve

için bir sebil ile birlikte 1817/18'de yapılan türbe ise, Türk

Bo

ğu bir yapıdır.

Barok mimarisinin bütünüyle hakim oldu

ş

ğaz'ın girişine hakim oluşu ile şehrin Anadolu ğişik bir güzellik kazandırdığı açıkça

yakasına de

Bu eser dalgalı hatları, dı arıdan dilimli büyük kubbesi,

görülmektedir.

oval pencereleri yaprak biçimindeki kabartma süsleriyle

yer kalmadı

ş

Barok üslubunun Türk türbe mimarisindeki ba arılı bir

ğidir. Caminin içindeki süsleme altın yaldızlı Hünkar

örne

ş

Şehrin içinde büyük Selatin Cami için

ğından Sultan I. Abdülhamid (1774-1789) ğun bir iş yeri

külliyesini, Eminönü semtinde yo

ş

ş

bölgesinin içinde in a ettirmi tir.

ş mimber ve mihrap ise

Kasrı ile renkli ta lardan yapılmı

ğine çok uzak değişik bir sanat

Türk sanat gelene

ğmen göz alıcı bir

zevkinin ürünleridir. Fakat buna ra

ğu'nun türbede bütün ağırlığını

zenginliktedir. Türk Baro

ş

göstermesine kar ılık esas camide bu yabancı üslup o

ğildir.

Burada cadde kenarında bir medrese, fevkani bir

ş

kütüphane, küçük bir cami ile kö ede kendi kubbeli

ş

ğın karşı tarafında ise büyük

türbesini yaptırmı tır. Soka

ş

ş

bir a hane-imaret ve bunun kö esinde ise zengin bir

ş birde sebil yaptırmıştı. İmaret XX. yy.

derecede belirli de

surette bezenmi

ş

ba larında yerine dördüncü vakıf hanı yapılmak için,

ş

Sultan III. Mustafa'nın Üsküdar'da Salacak semtinde

bütünüyle yıktırılıp kaldırılmı tır. Barok sanatının

denize hakim bir yükseklikte Ayazma Kasrı adı verilen

ilerlemi

ş

bir yazlık sarayın yerinde, yapımına 1760'da ba lanarak

ş

1761'de bitirilmi tir. Dört kemere oturan bir kubbe ile

ş

örtülü basit bir mekandan olu an caminin en ilgi çekici

ş

ş bir dönemine işaret eden Rokoko üslubunun

ş

ba arılı ve çok zengin örneklerinden biri olan sebil ise

ş

ş

yerinden sökülerek Alemdar yoku u ba ında Gülhane

ş

ş

Parkı giri inin kar ısına, Zeynep Sultan Cami avlu duvarı

ş

ş

ş

tarafı kısmen çıkma konsollara oturan bir kö k

kö esine ta ınmı tır. Aslında ittihatçılar medreseyi de

biçimindeki Hünkar Kasrı'dır. Yapıda, Batı Barok

yıktırıp yerine bir borsa binası yapmayı planlamı lardı.

ğmen kemer içlerindeki

ş

ş

ş

tesirlerinin kuvvetli olmasına ra

Fakat I. Dünya Sava ı'nın ba laması ile bu proje

duvarlara açılan pencerelerde hala klasik Türk

gerçekle memi tir. Medrese ve kütüphane ile minaresiz

ş olması eski mimari geleneğe

kemerlerinin kullanılmı

ğlı kalındığını gösterir. tarafından inşa edilen büyük

ba

ş

ş

ğiştirilmiş bir

cami zahire borsası tarafından çok de halde kullanılmaktadır.

cami ve ekleridir.

*https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=352714&/Batı-Sanat-Akımlarının-Değiştirdiği-Osmanlı-Dönemi-Türk-Sanatı-/-Prof.-Dr.-Semavi-Eyice-


ANTOINE HELBERT VE BİZANS EN İYİ İLLUSTRASYON ÖRNEKLERİ http://www.antoine-helbert.com

#BYZANTIUM







Roma'da Kadın Olmak!

"İdeal Roma kadını iyi bir ev idarecisi, şefkatli bir anne ve itaatkar bir eşti. Evi çekip çevirir, çocuklarının ilk eğitimiyle ilgilenir, ve kariyeri için kocasına destek verirdi. Romalı kadınların teorik olarak oldukça az hakları vardı ama birçoğu perdenin gerisinde büyük bir güç elde edebiliyordu."


Kadın Hakları; Romalı bir

koca,karısı, çocuk doğuramıyorsa, çirkinleştiyse yada kendisiyle çok

tartışıyorsa, onu boşayabiliyordu.

Sadakatsiz davrandığında, onu ölüme bile gönderebilirdi. Diğer taraftan kadının koacasından boşanması

sadece kocası onu terk ettiyse,

orduya katıldıysa ya da savaş esiri

olduysa mümkündü. Bununla birlikte, kanunun adaletsizliğine karşın Roma tarihi, eşleriyle çok iyi geçinmiş,

saygılı ve sadık koca örnekleriyle doludur.

Zengin kadınlar büyük evlerini çok sayıda köleyle idare ediyordu. Kocası uzaktayken, onun işlerini de çoğunlukla eşi yürütürdü. Politikacıların çoğı eşi, kocalarının kariyerleriyle aktif olarak ilgileniyordu. Çevirdikleri usta dolaplarla, kocalarının toplum yaşamında başarılı olmalarının ve düşmanlarına galip gelmelerini sağlıyorlardı. Cumhuriyet döneminde aileler genişti ve kadınlar zamanlarının büyük bir bölümünü evde oturup yün eğirerek ve elbise dikerek geçiriyorlardı. Birçok Romalı yazar, çocuk yapmak görevini ihmal eden, zamanını kendini şımartarak geçiren ve akşam yemeği partilerine katılan başıboş kadınlardan şikayet etmişlerdir.

*Fotoğraf; Çevirdiği merhametsiz dolaplarla ün salan Livia ( Augustus'un eşi)

Çalışan Kadın;Romalı kadınların tamamı evde kalıp çocuk bakmayı kabullenmiş değildi. Bazıları ebelik ya da kuaförlük yaparken, birçoğu ailelerinin dükkanlarında ya da tarlada çalışırdı. Sayıları azda olsa, akrobat veya dansöz olarak çalışan kadınlar vardı, fakat bunlar toplumda saygı gören meslekler değildi.


GÜRCÜ MANASTIRLARI

Çoruh Vadisi’nin büyüleyici ortaçağ sanat ve mimari zenginliği sanatseverlerin nefesini kesecek güçtedir. Ortaçağ boyunca Gürcü Tao-Klarjeti Beyliğine ev sahipliği yapan bölgenin feodal lordları tarafından, 9. yüzyıl başlarından 11. yüzyıl ortalarına kadar inşa ettirilmiş manastırlar, şaşırtıcı boyutları ve yaratıcı tasarımları ile bugün büyük ölçüde ihmal edilmiş bir zengin döneme tanıklık etmektedir.


Günümüzde doğu Anadolu'nun kuzeyi ve doğu Karadeniz bölgesinde günümüze ulaşan Gürcülere ait mimari yapılar bulunmaktadır. Bu yapılar kısaca incelendiğinde bazilıkal, rotondo ve serbest haç plana sahip olduğu görülmektedir. Barhal manasıtır ve Dört Kilise bazilikal plana sahiptir. Bunların dışında Rotonda plana sahip olan Bana katedrali de görülmeye değerdir. Tbeti, Haho, Öşk ve İşhan manastırları serbest haç plana sahip güzel Gürcü mimarisi örnekleridir. Kiliselerde genellikle bir podyum üzerinde üç basamak yükselmektedir. Düzgün kesme taş ana malzeme olarak kullanılırken, kör niş, sağır kemer ve yırtmaç niş yapıları hareketlendirmek için kullanılmıştır.

Duvar resimlerine baktığımızda, Dolişan manastırında; apsis duvarında, yan yana dizilmiş üzerlerinde haç işlemeleli atkıları olan din adamları sahnesi yer almaktadır. Yine apsiste son mahkeme sahnesi de görülmeye değerdir Kubbe kasnağında yapının maketini sunan, Simbat, batısında Mikael, doğusunda Gabriel ve önünde Aziz Gabriel ile birlikte kompozisyon oluşturmaktadır Haho manastırında kubbe iç yüzünde eteklere doğru mavi renk içinde, İlyas'ın göğe yükseliş sahnesi, kubbe merkezinde meleklerin taşıdığı haç sahnesi bulunmaktadır.

İşhan manastırına bakıldğında batı haç kolu batı duvarında freskler bulunmaktadır. Kubbe kasnağında peygamber tasvirleri, üzerinde asa tutan melek, rulo tutan Aziz- Asker tasvirleri yer almaktadır. Kubbe eteğinde ise Zekeriya'nın rüyası le at arabalı aziz tasvir edilmiştir. Öşk kilisesinde apsis yarım kubbesinde incil konulu sahne ile figürler, Meryemin ölümü, güney haç kolunda Bana kathedrali sahnesi yer almaktadır. Başka bir duvar resmi yine apsiste üst bantta Meryem ve havari tasviri, alt bantta din adamları, meleklerin taşıdığı İsa tasviriyle Dört kilise manastırında karşımıza çıkar. Gürcü duvar resimlerinin nadide örnekleri arasındadır.


İşhan Manastırı

Bu kilisenin kireç taşı duvarları, yeşil yaprak süslemesi fonunda altın gibi parlamakta ve aşağısında bulunan rüzgarlı yolla tezat teşkil etmektedir. Sadece Meryem Ana Kilisesi’ni ve bir şapeli görebilirsiniz. İşhan 10. yüzyılda inşa edilmiş manastır kompleksinin bir parçasıdır. Kilisenin içinde ve dışında Gürcü dilinde yazıtlar bulunmaktadır. Bunlar Ortaçağ’da yapılmış farklı restorasyon çalışmalarını kaydetmektedir.

17. yüzyıla kadar bir katedral işlevi görmüştür. Kubbesi transept üzerindedir ve şaşırtıcı bir yüksekliğe sahiptir. Kubbenin çoğu yıkılmış durumdadır, ancak halen iyi bir akustik mevcuttur. Freskler zarar görmüştür, ama yine de bazı İncil sahneleri görülebilir. Taş işçiliğinin güzelliği göz kamaştırıcıdır. Dekore etmek için 22 farklı geometrik ve çiçek tasarımı kullanılmıştır. Aynı zamanda bir aslan ile ejderha ya da yılan arasındaki dövüşün bir yarı kabartması bulunmaktadır.

Yusufeli’nden 32 km uzaklıkta, İşhan köyünün içinde bulunmaktadır. Yusufeli’nden minibüs seferi vardır,


Öşkvank Manastırı

Bu kilise, Erzurum-Artvin yolu üzerinde, Uzundere’ye bağlı olan Çamlıyamaç köyündedir. Doğrudan Erzurum’dan veya Uzundere ilçe merkezinden köye yerel minibüs bağlantıları bulunmaktadır.

Bölgenin Gürcü gotik mimarisinin en iyi örneği, Kral David tarafından yaptırılmış, 10. yüzyıl sonuna ait bir manastır kompleksi olan Öşkvank’tır. Burası, 15. yüzyıla kadar bir kültür merkezi olarak kullanılmıştır. Vaftizci Yahya Kilisesi’ni – bölgedeki haç biçimli en büyük kilise – her biri farklı onarım durumunda bulunan yemekhane, kütüphane ve üç şapelin kalıntılarını ziyaret edebilirsiniz. Kilise transept üstünde bir kubbe şeklindedir. İçeriden ve dışarıdan oldukça yüksek bir görünüme sahiptir.

Dış kısım yeniden dekore edilmiştir. Ana girişte, üst kısımda baş melekleri gösteren bir deniz kabuğu ve yarı kabartmalı sundurma bulunmaktadır. Diğer girişlerden biri çok süslüdür, sonradan eklenmiş olan zigzag çatı çizgili üç kemerli mimari tarzındadır. Bazı pencere çerçeveleri aslan, kartal ve boğa resimleri ile dekore edilmiştir. Tüm iç sütunlar farklıdır. Melek yarı kabartmaları, karmaşık geometrik desenler ve çiçek desenleri ile süslenmiştir. İncil sahnelerini gösteren bazı donuk freskler bulunmaktadır.


Haho Manastırı

Erzurum’dan yolculuğa başlandığında ziyaret edilecek ilk kilise Haho’dur. Haho kilisesi, Kral David tarafından 10. yüzyılda yaptırılan manastır kompleksinin bir parçasıdır. Bu kilise iyi durumdadır ve aynı zamanda sınır duvarı, kapısı ve üç şapel görülebilir. Bakire Meryem kilisesi, halen farklı renklerde karolarla kaplı konik tepeli bir kubbeye sahiptir. Gürcü kiliselerini farklı kılan yarım kabartmalarıdır.

Dış kısımda pençeleri arasında tavşan tutan bir taş kartal heykeli bulunur. İç kısımda – aslında burası dış kısımdı– bir ejderha yer alır ve Yunus Peygamberi çağrıştıran bir balık bulunur. Alandaki kiliselerde bulunan freskler iyi durumda değildir; Haho’da havarilerin ve meleklerin gösterildiği küçük bir fresk görebilirsiniz.

Tortum’a bağlı Bağbaşı köyünde bulunuyor. Günde iki kere Erzurum’dan dolmuş kalkıyor, ayrıca Erzurum – Artvin yolundan yerel bağlantılar var. Haho Kilisesi, şu anda cami olarak kullanılıyor.


DAHA FAZLA SANAT! S A N A T

T A R İ H Ç İ

1

G Ö Z Ü N D E N

KENTLİLİK BİLİNCİ

2

TARİHİ ÇEVRE

3

RESTORASYON KONSERVASYON

4

TURİZM ARKEOLOJİ


KADRAJDAN Sagalassos


• O Ğ U Z

G Ü L C A N •

oguzgulcan(at)yandex.com



AFERIN SAHIP ATA, SAHIB-I IRFAN VEZIR PADIŞAH-I SEHAVET, SAHIB-I IHSAN VEZIR!... EHL-I SUFFE BARINMIŞ KURDUĞUN HANIKAH’TA YAPTIĞIN MAMURELER DILLERE DESTAN, VEZIR…

Sahip Ata


Anadolu Selçuklu devleti vezirlerinden Fahreddin Ali; yaşadığı dönemde Afyon’dan Konya’ya, Konya’dan Erzurum’a kadar bir çok bölgede, birçok mimari yapının banîliğini yapmıştır. Nerede ve ne zaman doğduğu hakkın-da kesin bir bilgi elimizde yoktur. 1246-1249 yılları arasında hukuk vezirliğine (Emir-i dâd) getirilmiştir. 1260 yılında Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus tarafından 1260 yılında Sâhip ünvanı verilip, Büyük vezirliğe atanmıştır. Daha çok Sahip Ata olarak tanınırdı. Anadolu Selçuklu tarihi içinde eşsiz bir yeri bulunan Sahip Ata Fahreddin Ali, Türk tarihinde yer alan yüksek şahsiyetlerden biridir. Ardından bıraktığı muhteşem hayır eserleriyle aramızda yaşayan bu kudretli vezirin, Akşehir'deki Taş Medrese görenleri ilk başta kendine çeken Kayseri'deki Sahibiye Medresesi ve Sivas'ın şaheserlerinden sayılan Gök Medrese'si onun ne kadar hayırsever bir insan olduğunu ispat etmektedir. Bu yüzden çeşitli şehirlerde yaptırdığı eserler yüzünden Ebul Hayrat adını almıştır. Hz Mevlana pek çok mektubunda Sahip Ata’yı övücü sözler kullanmıştır, “Pek ulu, bilgin, adalet ıssı, bağışlarda, lütuflarda bulunan, Allah buyru-ğunu ululayan, Allah’ın halkını esirgeyen, padişahlarla sultanların yakını” gibi sözlerle över . Büyük Selçuklu vezirlerinden Nizam’ül Mülk ve Osmanlı Devletinin vezirlerinden Sokullu Mehmet Paşa; ne kadar önemli ise Anadolu Selçukluları için de Sahip Ata Fahreddin Ali o kadar önemlidir . Sahip Ata Fahreddin Ali’nin hayatını tam olarak yazabilmek, dönemin yazılı kaynaklarının yetersizliğinden dolayı, zordur. Konuyla ilgili birinci el kaynaklar İbni Bibi, Aksarayi, Anonim Selçukname gibi eserlerde bulabiliriz . Tarihi kaynaklardan ve vakfiyesinden Konya’lı olduğu anlaşılır. Ayrıca kitabelerinden babasının adının, Hüseyin, dedesinin adının ise El-Hac Ebu Bekir olduğu tespit edilmiştir. Akşehir’in Nadir köyünde 684 H./ 1285 M. Tarihinde vefat etmiştir.


kitap İlk Basım Tarihi: 01/08/2018 Baskı Sayısı: 1 Sayfa Sayısı: 280 Ebat: 13.5*21 Fiyat: 30.00 TL Yazar: Sedat Bornovalı ISBN: 978-605-08-2873-3 Yayınevi: Timaş Tarih

İki kıtayı birleştirmek, üç imparatorluğun ağırlığını omuzlarında taşımak şimdiye kadar tek bir şehre kısmet oldu. İstanbul ve Boğaziçi Antik dönemden bugüne çevresindeki tüm siyasi yapıların gözdesi, birçok medeniyetin uğrağı oldu. Bundan 2500 yıl önce Perslerin sandalları birbirine bağlayarak “İlk Boğaz Köprüsü”nü yaptıkları yer de burasıydı, Latinlerin Bizans’tan devraldığı yer de burası, Fatih’in o görkemli fethine sahne olanda da, 1624’ün bir Temmuz sabahında ansızın Tarabya kıyılarına çıkan Kazak akınıyla şaşkınlığa düşen de… Kendisi de bir Boğaz çocuğu olan sanat tarihçi Dr. Sedat Bornovalı, dünyada bir örneği daha olmayan Boğaziçi’nin her iki yakasına sıralanmış tarihî ve kültürel mirası tadına doyulmaz bir incelikle ve zengin görseller eşliğinde anlatıyor. Rotasını Evliya Çelebi’nin o meşhur rüyasında “Seyahat ya Resulallah” dediği Ahi Çelebi Camii’nin önündeki Yemiş İskelesi’nden başlatıyor; her iki yakadaki tarihî yapıları, yalıları, görkemli camileri, çağdaş mimarlık arayışlarını, hatta hikâyesi olan apartmanları sırayla anlatarak Kavaklar’a kadar uzanıyor; Bebek’ten, Galata’dan, Kanlıca’dan, Beykoz’dan, Kandilli semaları ve Aşiyan yollarından ses verip Kız Kulesi’nde sonlanan mavi bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.



"Loving Vincent, dünyanın en çok sevilen ressamlarından biri olan Vincent van Gogh’un yaşamını ve şüpheli ölümünü tablolarıyla ve tablolarındaki karak-terleriyle anlatılıyor gibi didikleyen bir soruşturma. Entrika, Vincent’a en yakın karakterlerle yapılan görüşmelerle ve ölümüne neden olan olayların yeniden yapılanmalarıyla ortaya çıkıyor. Film, Vincent van Gogh’un 120’den fazla en iyi tablosundan oluşuyor. Filmin konusu ise yazarın kendisi tarafından yazılan 800 mektuptan kuruldu. Vincent son mektubundan şöyle yazıyor: ‘Gerçeği, tablo-larımızdan başka bir yerde söyleyemeyiz.’ Biz de bunu yapıyoruz – ressamın tablolarına ressamın kalbinde ne olduğunun ve nihayetinde ona ne olduğunun hikâyesini anlattırıyoruz.”


SAYI 4 | AĞUSTOS-EYLÜL 2018

kültür ve sanat s a n a t t a r i h ç i g ö z ü n d e n

sanattarihcigozunden

stgozunden

k i s a c a m e s . b l o g s p o t . c o m . t r


SAYI 4 | AĞUSTOS-EYLÜL 2018

kültür ve sanat s a n a t

t a r i h ç i

g ö z ü n d e n

ROKOKO


Rokoko? XVII. yüzyılın sonu ile XVIII. yüzyılın başında Fransa’da gelişen ve daha sonra Türk süsleme sanatında görülen bir üslûp Fransızca’da “çakıl döşeme, çakıllık” anlamına gelen rocailles kelimesinden türetilmiştir; barok sanatın takipçisi ve da-ha süslüsü olan bir üslûbu ifade eder. Rokoko terimi ilk defa Geç Rönesans dönemi bahçe düzenlemelerinde, yapay mağaraların iç süslemelerinde, yol kaplamalarında, daha sonra da XVIII. yüzyılın kuyumculuk işlerinde, porselen biblolarda, heykel kaidelerinde vb. uygulanan deniz kabuğu çakıl taşı, bunların yanı sıra eğrelti otu, hurma dalı, mercan, tüy, sorguç, girland, fiyong gibi daha çok doğaya ait formların stilizasyonunu anlatmak amacıyla kullanılmıştır. Bu üslûpta “S” ve “C” motifleri be-lirgin biçimde birbirine bağlanarak sonsuza uzanan varyasyonlarla ve bunların dinamik etkileriyle hareketli, canlı dekorlar meydana getirir. XVII. yüzyılda birçok Avrupa ülkesi gibi Fransa da İtalya’dan etkilenmiş ve Fransız sanatçıları barok sanatı özellikle dekorasyon alanında kabullenerek Fransız rokokosunu oluşturmuşlardır. Fransız rokoko sanatı daha ziyade bir iç dekorasyon tarzıdır. Dolayısıyla, birçok sanat tarihçisinin barok sanattan kesin sınırlarla ayırmadığı ve bu sanatın bir bölümü olarak kabul ettiği rokokonun esasının mimarideki bir deği-şiklik olmayıp genellikle mekânların dekorasyonundaki bir yaratıcılık olduğu söylenebilir.


Türkiye’de rokoko, 1720-1721 yıllarında Paris elçisi olan Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin yurda dönmesinden, Fransa Sefâretnâmesi adlı eseriyle Fransa Kralı XV. Louis-nin gönderdiği ve devrin sanat özelliklerini yansıtan hediyeleri Sultan III. Ahmed’e sunmasından sonra görülmeye başlanmış, kısa sürede Osmanlı sanatkârlarını etki-si altına almıştır. Osmanlı sanatının klasik dönemine ait en görkemli eserlerinin arkasından gelen ve Batı’nın etkisiyle alışılagelmişin dı-şında farklı manzaralar sergileyen rokoko tarzı çalışmalar önceleri sadece Avrupa taklidi olarak görülmüş, ancak zamanla halk bu türe alışmış ve onu sevmiştir. Osmanlılar’daki rokoko süsleme Avrupa rokokosuna benzemekle beraber ondan farklı olarak Türk rokokosu denilen ve örneklerine daha çok mimari eserlerde, kitap tezhiplerinde, mezar taşları, ahşap, madeni eşya ve kumaşlar üzerinde rastlanan ayrı bir üslûp oluşturmuştur. Rokoko tarzı pastel renklerle, zarif kıvrımlı formlarla, hayal ürünü figürlerle ve (hem görsel hem de fiziksel olarak) tasa-sız bir havayla kendini belli eder. Rokoko sanatının özü ışık-tır. Konu üzerine aşırı derecede ışıklı bölümler yerleştirilir ve bütün bir yapıt renk, etki ve duygu içerisinde ışıktır. Sa-natçılar ince ayrıntılara özel bir dikkat göstermişlerdir. Renk hassasiyeti, dinamik kompozisyonlar ve ortamla ilgili efek-tler formun ayırıcı özellikleridir. Sonunda Rokoko sanatı, yerini daha ciddi bir tarz olan Neoklasisizme bıraktı. Eleştirmenler Rokoko'yu "tatsız, hafifmeşrep ve yozlaşmış bir toplumun simgesi" olarak kınadılar.


Antoine

watteau Fransız ressam. Paris'te, kendisine İtalyan komedisinin kişilerini tanıtan ressam Gillot'nun, daha sonra Luxembourg Sarayı'nın dekoratörlüğünü yapan Audran'ın öğrencisi


WATTEAU

CYTERE ADASINA YOLA ÇIKIŞ


WATTEAU

AŞK FESTİVALİ


WATTEAU

MEZZETÄ°N


WATTEAU

PÄ°ERROT


François

boucher Fransız ressam, Rokoko akımının önemli temsilcisi. el-işi duvar halısı dizayncısı, tiyatro kostüm ve mizansen desinatörü.


BOUCHER

MADAM DE PAMPADOUR


BOUCHER

ODALIK


BOUCHER

RESMİN ALEGORİSİ


BOUCHER

MÜZİĞİN ALEGORİSİ


Giovanni Antonio Canal

canaletto İtalyan ressam, Venedik , Roma ve Londra'nın manzaralarını çizmiştir.


CANALETTO

YÜKSELİŞ GÜNÜNDE SAN MARCO


CANALETTO

LONDRA


CANALETTO

VENEDÄ°K


8102 LÜLYE-SOTSUĞA

ROKOKO

Kültür ve Sanat Dergisi Ekidir.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.