PassatempoXP Sayı 40

Page 1

-N0:40-Ağust os/August2014

No: 4 0

Al abi l i r s i ni z/YourCompl i ment ar yCopy Ağust os/August CARETTACARETTA




2








Sezen Aksu

5 Ekim

Nilüfer

30 Ağustos www.savoyhotel.com







Jumbo Bazaar Lefkoşa Te l : 0 3 9 2 2 2 7 7 5 0 0 Adres: Özker Özgür Cad. No:42 Kaymaklı

China Bazaar Lefkoşa Merkez Te l : 0 3 9 2 2 2 3 8 1 3 2 Fax: 0392 223 37 29 Adres: Gzt. Hasan Tahsin Cad. No:70

China Bazaar Girne

Te l : 0 5 3 3 8 2 6 1 5 5 0 Çatalköy yolu, Karakum Çıkışı Girne

China Bazaar Gazimağusa Te l : 0 3 9 2 3 6 6 7 9 4 0 - 4 1 Adres: Ayluka Bölgesi Şht.İbrahim Hasan Sokak

Ayakkabı-Bahçe Dekorasyon Bebek/Çocuk-Elektronik Ev Dekorasyonu-Giyim-Mutfak Oyuncak-Saat/Gözlük-Yapı Market Züccaciye www.chinabazaarcyprus.com

info@chinabazaarcyprus.com


İÇİNDEKİLER / CONTENTS

17. Passatempo’dan / From Passatempo

18. Portre / Portrait 26. Kıbrıs Nostaljileri / Cypriot Nostalgia

28. Kıbrıs Enstantaneleri / Cyprus in Photographs

YÖNETİM / MANAGEMENT: CYXP Aviation Ltd. Genel Müdürü v e Pegasus Havayolları Kıbrıs Temsilcisi CYXP Aviation Ltd. General Manager and Pegasus Airlines Cyprus Representative M. Zeki Ziya z.ziya@cyprusxp.com Pegasus Havayolları Kıbrıs Merkez Ofisi Pegasus Airlines Cyprus Main Office Hasane Ilgaz Sokak, 11 B, Köşklüçiftlik / Lefkoşa Tel.: (+90) 392 228 73 11 Fax: (+90) 392 227 22 90 YAYIN YÖNETİM / PUBLICATION MANAGEMENT Genel Yayın Yönetmeni / Publishing Director Can Sarvan cansarvan@isvic.com İsviç İletişim Hizmetleri Ltd. Güzeltepe Sokak, 18, Edremit / Girne Tel: (+90) 0548 888 00 09 www.isvic.com info@isvic.com YAPIM / PRODUCTION Röportaj / Interview Hakan Çakmak Sanat Yönetmeni / Art Director Laden Uyguroğlu

48. Sanat / Art 54. Kıbrıs Kitapları / Books of Cyprus 56. Spor / Sport

Kapak fotoğrafı / Cover Photography Olkan Ergüler Fotoğraf / Photography Hakan Çakmak Çeviri / Translation Mehmet Ratip Düzelti / Proof Reading Mehmet Ratip Muhasebe / Accounting Hüseyin Çakıcı

66. Yol Notları / Road Notes 78. Gündüz & Gece / Day & Night

Website www.passatempoXP.com Reklamlarınız İçin / For Advertising reklam@isvic.com isviciletisim@gmail.com BASKI-CİLT / PRINTING-BINDING

86. 108.

Gurme / Gourmet

Görsel Dizayn Ofset Matbaacılık Atatürk Bulvarı, Deposite İş Merkezi, A5 Blok Kat:4, No: 405 İkitelli OSB, Başakşehir, İstanbul Tel.: 0212 671 91 00 Fax: 0212 671 91 90 www.gdofset.com

Bulmaca / Puzzle Tüm hakları saklıdır. Yazılı izin olmadan içeriğin bir bölümünün ya da tümünün yeniden yayınlanması kesinlikle yasaktır. All right reserved. Reproduction in part or in whole without written permission is strictly prohibited.

16


PASSATEMPO’DAN / FROM PASSATEMPO

Binlerce Yıllık Sıcağa Direnen Kıbrıs Gelenekleri Traditions of Cyprus That Endure Thousands of Years of Heat

Can Sarvan

K

ıbrıs gibi yaz sıcağı yüksek olan ülkelerde insanların binyıllar boyunca sıcaktan bunalmadan uyuyabilmek için yerde yattıklarını biliyor muydunuz? 1300’lü yıllarda Ada’ya gelen gezginlerin yazdıklarına bakılırsa, Kıbrıs’a gelen yabancıların üzerine ekstra para verseler bile yataklı bir oda bulmaları pek zormuş. Zira Kıbrıs’ta adet, yaz sıcağında yatak yerine yerde yatmakmış. Claude Deleval Cobham, kitabı ‘Excerpta Cypria/ Kıbrıs Yazıları’nı, M.S 23-1866 yılları arasında Kıbrıs’ı ziyaret eden 80 gezgin ve yazarın 12 dilde yazdıkları metinleri çevirerek ve derleyerek 1908 yılında basmıştır. Bu kitabın yazarlarından gezgin John Maundeville, Kıbrıs’ta halkın alt katmanları gibi zengin lortlarının da sıcaktan bir nebze serinlemek amacıyla evlerinin salonlarında toprağı diz boyu kazarak, yemeklerini toprağın içine çökerek yediklerini aktarır. Yaz akşamlarında lortlar da yerde yatarak sıcağa direnirlermiş. Vantilatör ve klimanın icat edilmediği o yıllardan bu yana Kıbrıs’ta gelenek değişerek de olsa devam etti. Bugün hala klimalardan hoşlanmayanlar, sıcaklığın artmaya başladığı temmuz ayından itibaren yataklarını evlerinin damına çıkararak, geceleri dışarıda uyumayı tercih eder. Klima altında uyumanın getirdiği teknolojik konforu kullanmayı tercih etmeyenlerin bir diğer kısmı ise bazı akşamlarını bahçelerindeki divanlarda ya da salıncaklarda uyuyarak geçirebilir. Böylesi bir deneyim yaşamak isterseniz sabahın ilk ışığıyla güne huzur içinde uyanarak merhaba diyebilir ve Kıbrıs’ın eşsiz gün doğumunu kuş cıvıltıları içinde karşılayabilirsiniz. Ancak doğayla bütünleşeyim derken dışarısının güvenli olup olmadığından emin olmalısınız… Böylelikle belki otelinizin balkonunda, belki plajdaki bir salıncakta binlerce yıllık Kıbrıs göreneğini siz de yaşayabilirsiniz.

D

id you know that people in countries with very hot climates like Cyprus used to lie down on the floor in order to sleep comfortably? According to the writings of travellers who visited the island in the 1300s, foreigners visiting the island could not find rooms with beds even if they could afford it with extra money. This is because the tradition in Cyprus was to sleep on the floor, not in bed, during hot summers. Claude Deleval Cobham translated and compiled the writings of 80 travellers and writers in 12 languages who visited Cyprus between the years 23 and 1866 A.C. in his book ‘Excerpta Cypria’. In this book, traveller John Maundeville notes that both lower classes and wealthy lords in the island dig a knee-deep hole in the ground in their homes and eat their meals there in order to get a slight relief from the unbearable heat. Since the years when fans and air conditioners were not yet invented, the tradition in Cyprus evolved but remained the same. Even in our time, those who do not like using air conditioners carry their beds to the roofs of their homes and prefer to sleep out in the open air from July onwards. Others who also do not prefer the technological comfort of sleeping with the air conditioner open spend some evenings on couches or hammocks in their gardens. If you decide to experience this, you can greet the first lights of the morning in peace and witness the unique sunrise of Cyprus accompanied by singing birds. However, if you decide to unite with nature in this way, you must make sure that it is safe to stay outside... Then you can experience this Cypriot tradition of thousands of years in the balcony of your hotel room or on a hammock on the beach.

17


PORTRE / PORTRAIT

18


AHMET SÖNMEZLER Hakan Çakmak

Kuzey Kıbrıs’ın doktoralı ilk gitar sanatçısı

Northern Cyprus’s first guitar player with a PhD

A

dını klasik gitarla duyuran ancak sadece klasik müzik alanında değil rock ve caz müzik türlerinde de çalışmalar yapan Kuzey Kıbrıs’ın alanında doktora yapmış tek gitar sanatçısı ve eğitmeni Dr. Ahmet Sönmezler, 1983 yılında Lefkoşa’da doğdu. Henüz 5 yaşındayken ailesinin teşvikiyle temel müzik enstrümanı olan piyanoyla tanışan sanatçı, 12 yaşındayken gitara geçiş yapacak ve bundan sonraki eğitimiyle çizgisini gitar ekseninde sürdürecekti. Akademik anlamda ilk müzik eğitimine 17 yaşındayken girdiği Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin, şimdi faal olmayan Müzik Bölümü’nde başlayan Dr. Ahmet Sönmezler, buradaki ilk hocası Amerikalı sanatçı ve akademisyen Matt Gould’un etkisiyle kendisini tamamen ve gerçek anlamda gitara adayacak ve bu enstrümanın derinliklerine inme isteği öne çıkacaktı. Burayı bölüm birincisi olarak tamamlayıp “Bachelor of Music” derecesini aldıktan sonra ABD’nin Maryland eyaletine bağlı Baltimore kentindeki Johns Hopkins Üniversitesi bünyesindeki Peabody Konservatuarı’nda yüksek lisansını tamamladı.

D

r. Ahmet Sönmezler, born in Lefkoşa in 1983, is the only guitar player and teacher in Northern Cyprus with a PhD degree in his field. Sönmezler has made a name for himself with his skills as a classical guitarist, yet he also has achievements in other music genres such as rock and jazz. The artist’s first encounter with the basic instrument of music, the piano, occurred with the encouragement of his family when he was only five years old. At 12, he began to play the guitar and continued his music education as a guitar player until now. His academic training in music started at the Department of Music, now closed, of the Eastern Mediterranean University (EMU) when he was 17 years old. During his time at EMU, Dr. Ahmet Sönmezler was greatly influenced by his teacher Matt Gould, also an American artist. From then on, Sönmezler completely devoted himself to guitar playing and exploring the depth of this instrument. He received his “Bachelor of Music” degree by graduating as the top student in his department and then completed his postgraduate studies at the Peabody Conservatory of the Johns Hopkins University in Baltimore, Maryland in the United States.

19


Arizona Üniversitesi Müzik Okulu’nda doktorasını yapan ve 4.00 tam dereceyle müzik doktoru unvanını alan genç gitar sanatçısı, ABD’de bulunduğu yıllarda; Berklee Müzik Koleji’nde Bruce Saunders, Rick Peckham, Robin Stone, Scotty Johnson ve dünyaca ünlü gitarist Steve Vai ile çalışma olanağı buldu. Sönmezler bu süreçte, gitar alanında Steve Vai Specialist sertifikasına da sahip olacaktı. Armin Egger, Massimo delle Cese, Philipe Villa, Mauricio Carrasco, Rafael Aguirre, Lukasz Kuropaczewski, David Tanenbaum, Paul Galbraith, Eduardo Fernandez, Sergio Assad, Odair Assad, David Russell ve Manuel Barrueco gibi gitar alanında dünya çapında isim yapmış gitar ustalarıyla masterclass’lar yapan Ahmet Sönmezler, ABD’de bulunduğu yıllarda verdiği birçok konserde; özellikle 2. Tuscon İspanyol ve Flamenko Festivali ile 1. ve 2. Uluslararası Tuscon Gitar Festivalleri’nde repertuarına aldığı Türk motifli ezgiler içeren eserleriyle dikkat çekti.

20

Sönmezler then entered the School of Music at Arizona University for his PhD studies and earned his doctoral degree with a grade point average of 4.00. During his years in the United States, the young guitar player had the opportunity to work at the Berklee College of Music with Bruce Saunders, Rick Peckham, Robin Stone, Scotty Johnson and the world-famous guitarist Steve Vai. During this period, Sönmezler even had the chance to earn the Steve Vai Specialist certificate. Ahmet Sönmezler entered the master-classes of many leading guitar players like Armin Egger, Massimo delle Cese, Philipe Villa, Mauricio Carrasco, Rafael Aguirre, Lukasz Kuropaczewski, David Tanenbaum, Paul Galbraith, Eduardo Fernandez, Sergio Assad, Odair Assad, David Russell and Manuel Barrueco. His talent drew attention as he gave several concerts in the US. His repertoire containing works inspired by Turkish musics performed at the 2nd Tuscon Spanish and Flamenco Festival and the 1st and 2nd InternationalTuscon Guitar Festivals was especially noteworthy.


21


22


Türk halkıyla kültüründen çok etkilenen ve akademik hayatına İstanbul’da devam eden İtalyan besteci ve gitar sanatçısı Carlo Domeniconi’nin Aşık Veysel’in ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’ adlı eseri üzerine yazdığı Anadolu çeşitlemeleri ile “Koyunbaba” eserine birçok konser repertuarında yer veren Sönmezler; geçen yılın yaz mevsiminde 17. Kuzey Kıbrıs Uluslararası Bellapais Müzik Festivali’nde, sonbaharda ise Surlariçi Klasik, Caz ve Dünya Müzikleri Festivali’nde solo resitalleriyle yer aldı. 2014 yılı baharında Lefkoşa Türk Belediyesi tarafından düzenlenen 4. Lefkoşa Müzik Günleri’nde de yer alan Ahmet Sönmezler klasik konserlerin tam bir asker disiplini ile verilmesi gerektiğini düşünüyor. Her gün ve sürekli olarak en az 4-5 saat çalışmayı gerektiren bu müzik türünde oluşan repertuarlar sanatçının kariyerinde önemli kilometre taşlarını temsil ettiğinden, oldukça disipliner bir anlayışla çalışmayı gerektiriyor. Buna karşın Sönmezler’in caz ve rock tarzları arasında yaşadığı geçişler onun genç ve özgür ruhuna hitap ederken, doğaçlamalarla farklı ifade biçimlerini yansıtma şansı da veriyor. Mark Zanter’in “Character Pieces for Guitar”, Luca Vanneschi’nin “Quattro Piccolli Pezzi Blu”, ve David S. Lefkowitz’in “(Sur-) Real (Cine-) Music I: The Chase Through Escher’s Metamorphosen” adlı eserlerini dünyada ilk kez duyuran sanatçı olan Dr. Ahmet Sönmezler için, ona hitaben Amerikalı ünlü besteci John A. Carollo tarafından bestelenmiş olan “Fantasia and semi-Passacaglia for guitar” adlı bir de solo klasik gitar eseri vardır. Tucson gitar orkestrasında 3 yıl boyunca birinci gitar olarak görev alan ve konserler veren Sönmezler, Avusturya’daki “Kammermusik Festival”i ve yaz akademisinde, İtalya’daki “Cortona Contemporary Music Festival” ile “SoundSCAPE Festival”inde de konserler verdi.

Sönmezler also performed the Anatolian variations based on ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’ (I’m On a Long and Narrow Road) by Aşık Veysel and composed by Carlo Domeniconi, an Italian composer and guitar player who has been greatly influenced by the Turkish people and their culture and continues his academic career in İstanbul, as well as Domeniconi’s another work called “Koyunbaba” (Sheep Father) in many of his concerts. Sönmezler recently performed solo recitals at the 17th Northern Cyprus International Bellapais Music Festival last summer and at the Walled City Classic, Jazz and World Music Festival last autumn. Most recently, Ahmet Sönmezler took part at the 4th Lefkoşa Days of Music organized by the Lefkoşa Turkish Municipality in spring 2014. Sönmezler believes that the performance of classical music concerts requires the discipline of a soldier as the artist has to practise at least 4-5 hours every single day. A repertoire of classical music marks important milestones in an artist’s career and therefore necessitates a disciplined approach. Still, Sönmezler’s jazz and rock performances which allow for the expression of different improvisational styles seem to represent the persistence of his young and liberal spirit. Dr. Ahmet Sönmezler was the first artist to introduce important works like “Character Pieces for Guitar” by Mark Zanter, “Quattro Piccolli Pezzi Blu” by Luca Vanneschi, and “(Sur-) Real (Cine-) Music I: The Chase Through Escher’s Metamorphosen” by David S. Lefkowitz. Sönmezler is also the composer of a work for solo classical guitar called “Fantasia and semi-Passacaglia for guitar” written for John A. Carollo, a famous American composer. Sönmezler was the lead guitarist for three years for the Tucson guitar orchestra and gave many concerts in this capacity. Among his other performances are concerts given at “Kammermusik Festival” and the summer academy in Austria and “Cortona Contemporary Music Festival” and “SoundSCAPE Festival” in Italy.

23


Arizona Üniversitesi’nin Müzik Okulunda 4 yıl boyunca asistanlık yapan ve İstanbul’daki Özel Hisar Okulları’nda usta gitar öğretici olarak görev alan Dr. Ahmet Sönmezler, şu sıralar Kuzey Kıbrıs’ta Yamaha Müzik Okulu ile Girne Amerikan Koleji’nde gitar eğitmenliği, Yakın Doğu Üniversitesi ve Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Peabody Konservatuarı Mu Phi Epsilon kardeşliğinin üyesi olan Dr. Ahmet Sönmezler, ayrıca California’daki Price Rubin and Partners müzik kuruluşunun gitar sanatçısıdır.

24

Dr. Ahmet Sönmezler also worked as an assistant for four years at the School of Music of Arizona University and a guitar instructor at the Private Hisar Schools in İstanbul. Currently, he works as a guitar instructor at Yamaha School of Music and Girne American College as well as an academic instructor at Near East University and Eastern Mediterranean University. A member of Mu Phi Epsilon fraternity at Peabody Conservatory, Dr Ahmet Sönmezler is also a guitarist at the music institution Price Rubin and Partners in California.


25


KIBRIS NOSTALJİLERİ / CYPRIOT NOSTALGIA

Horasan Küpü’nde Yıkanmak Bathing in a Khorasan Jar

26


. I

B

nsanlık tarihi kadar eski ve insanın en temel ihtiyaçlarından biri olan temizlenme ve arınmanın pratiği olan yıkanma, her kültür ve her uygarlıkta farklı uygulamalar, farklı motiflerle ortaya çıkmıştır. Eski Mısır’ın Nil, Hint kültürünün Ganj gibi nehirlerinden akan suya atfedilen kutsallık ve orada yıkanan bedenlerin ruhsal arınmasından, hamam kültürünü konfor katarak geliştiren Eski Yunan ve onun ardılı Roma uygarlığı ile tüm geçmiş uygarlıkların mirası olan bugünkü insanlık kültürü içinde yıkanmanın her zaman önemli bir yeri olmuştur. Yıkanma kültürünün hamamlar gibi kapalı, belli mekânlarda yapılışı ve bir yöntem olarak ortaya çıkışı, elde edilen verilere göre M.Ö. 3000 yılına kadar gidebilmektedir.

athing is a practice of cleaning and a basic need of human beings that is as old as the history of humanity itself. It has been an indispensable part of every civilization and culture, though in varying applied forms and with different motifs. Bathing has always had a special place in human culture since ancient cultures like Egypt and India considered rivers like Nile and Ganges and bodies washed in those rivers to be sacred and since ancient Greece and its follower, the Roman civilization, added comfort to the culture of bathing. According to certain studies, the emergence of the culture of bathing in specific indoor places like baths dates back to 3000 B.C.

Kıbrıs’ın uzak geçmişinde belli yerlerde bu ihtiyacın nasıl giderildiği konusunda bazı araştırmacıların ulaştığı ilginç bulgulardan biri de eski şarap küplerinin içinde yıkanıldığı ile ilgilidir. Ada’da, özellikle Baf ile Limasol’un dağlık ve bağlık bölgelerinde eski şarap küplerinin, o yıllarda yıkanmak için kullanıldığı bilinmektedir. Kıbrıs’ın değerli halk bilim ve kültür araştırmacılarından Mahmut İslamoğlu’nun bizzat tanık olarak aktardığına göre, ‘Horasan Küpü’ olarak anılan büyük şarap küpleri eskiden bu bölge köylerinde yıkanmak amacıyla kullanılırmış. Hayatını halk bilimi araştırmalarına adamış olan bir diğer önemli araştırmacı ve yazar merhum Kutlu Adalı’nın da aktardığına göre, yazarın Limasol’un Çamlıca köyünde birkaç evin bahçesinde ve bağları ile ünlü Bağlarbaşı köyünde gördüğü insan boyundaki küpler de hamam görevi görürmüş.

An interesting finding reached by some researchers who studied how the practice emerged in the ancient history of the island of Cyprus is that some people used old wine jars for bathing. It is known that old wine jars in Cyprus, especially in mountainous places with vineyards like Paphos and Limassol, were used for the purpose of bathing. According to a direct observation by Mahmut İslamoğlu, an important scholar of ethnology and cultural studies in Cyprus, big wine jars called ‘Khorasan jars’ were used for bathing in villages in the above-mentioned region. According to the late Kutlu Adalı, another devoted scholar of ethnology as well as an important researcher and writer, human-sized jars that he saw in the gardens of several houses in the village of Çamlıca in Limassol as well as in the village of Bağlarbaşı known for its vineyards functioned as baths.

Gelelim küpün içinde yıkanmanın pratikteki uygulamasına: İnsan boyundaki büyük küp tam dik değil, karnı üzerine yarı eğik olarak yatırılırmış. İçine konan çalı çırpı yakılır ve duman küpün ağzından çıkarmış. İs ve küllerinden temizlenen küpün içine sıcak su ile dolu bir teneke yerleştirilirmiş.Yıkanacak olan kişi elinde sabunu ve oturağı ile küpün içine girer, soyunur ve elbiselerini dışarıda bekleyen kişiye verirmiş. Sıcaklığı korunabilsin diye üzeri bezle kapatılan küpün içinde sıcak su tenekesinden aldığı su ile yıkanan kişi burada sabunlanıp keselendikten ve Kıbrıslıların deyimiyle “baş baş” yıkanıp temizlendikten sonra dışarıdan uzatılan kıyafetleri yine küpün içinde giyer ve dışarı çıkarmış.

Let us give some details regarding how the jar functions as a bath: The human-sized jar is laid on its side. Some brushes and leaves are burnt inside the jar and the resulting smoke mixes into the air through the open mouth of the jar. After the jar is cleansed from fumes and ashes, hot water is placed inside the jar with the help of a canister. The person to bathe then enters inside the jar with his soap and something like a footstool, takes his clothes off and gives them to someone waiting outside the jar. In order to protect the temperature of the water, the mouth of the jar is covered with a piece of cloth. The person then uses the water inside the canister, soaps up and rubs himself with a bath-glove to bathe “from head to toe” (“baş baş” in Cypriot Turkish). He then wears the clean clothes given to him from outside the jar and gets out.

Kuşkusuz ki, böylesi bir küpün içine yakın bir akrabanın gözetimi ve yardımı olmadan girip yıkanmak çok akılcı bir davranış olmazdı. Bu küplerin içinde yıkanırken kırıldığı hiç olmamış ama bir seferinde küpe girmekte zorlanacak kadar şişman biri yıkandıktan sonra dışarı çıkamayınca küp kırılmak zorunda kalınmış. Yine küpün içi çok sıcak olduğundan burada yıkanırken bazı ölüm vakaları yaşandığından zaman içerisinde Horasan Küpü’nde yıkanma geleneği bırakılmak zorunda kalınmış.

Of course, bathing inside such a jar without the help of a close relative would not be a very good idea. It is noted that none of this jars broke while someone was bathing inside them, but at one particular time, one jar had to be broken to free someone very fat who bathed in a Khorasan jar and later could not get out. Also, since the temperature inside the jar is very hot, this led to some unfortunate deaths and eventually to the death of the tradition of bathing inside a Khorasan jar.

Kaynak: Halkbilimi Dergisi, 1997, sayı 45. Source: Journal of Ethnology, 1997, page 45. Fotoğraflar / Photographs by Laden Uyguroğlu

27


Doğa ve İnsan Nature and Humans

K

ıbrıs’ın toprağı bir başka güzeldir; Akdeniz güneşinin hayata damgasını vuran ışığı başka güzel. Karmi köyünde zamana yaslanmış taş duvarların dibinden, insan eliyle yapılmış betona inat gövdesini sokağa salıveren ağacın yemyeşil yapraklardan ve arasına doluşmuş pembe çiçeklerden yansır ışığın parlak coşkusu…

Fotoğraf / Photographs by Tevfik İleri 28


T

he soil in Cyprus has a distinct beauty, just like the light of the Mediterranean sun shining on life. In the village of Karmi, the luscious green of the leaves of trees whose trunk emerge from the bottom of stone walls resting on time immemorial and persevere against the human made concrete and pink flowers in between them reflect the bright joy of light...

29


KIBRIS ENSTANTANELERİ / CYPRUS IN PHOTOGRAPHS

Karpaz sahillerinde makilerin arasından sürgün veren yalnız bir ağaç. Mavi ve yeşil tonların birbirine karıştığı, karayla denizin kesişme noktasında bir imza gibi duruyor sanki; doğanın mükemmel müziğiyla danseden bir balerin edası taşıyor ya da... Çalışan ve üreten, ürettikçe kendilerini yeniden ve yeniden var eden insanlar… Bir yanı hayata katkı üretimin, diğer yanı hayatın ötesinde ruhlarımıza işleyen sevdaya destan yazar sazıyla ve sözüyle… Keşfedildiğinden beri her işine koşar ateş insanın, yakıp yok etse de özünde var edendir de ateş. Ve düştüğü yüreklerde yanık bir türkünün kaynağıdır.

A lonely tree in the middle of the maquis shrubland along the Karpaz shoreline. It looks like a signature at the point where green and blue blend and the land and the sea meet or it is almost like a ballet dancer dancing to the perfect music of nature... Human beings working and producing and ceaselessly remaking themselves through production... On the one hand, producing contributes to life. On the other hand, it composes an epic story with its saz and words in the name of love embedded in our souls beyond life... Since its discovery, the fire has always lent a helping hand to human beings. At times it might burn down and destroy, but in essence it brings things into being. And it is the source of a gloomy song sung from the heart.

Fotoğraflar / Photographs by Tevfik İleri 30


31


Girne Marina. Beşparmak dağlarının süzülerek denizle buluşan eteklerinde kurulan kentin en eski limanı. Durgun suda yansımalar ve huzur… Biraz sonra limanda bekleyen sürat teknesiyle huzur heyecana, heyecan şenliğe karışacaktır; Akdeniz’in mavi sularını yırtarak hızla...

Usta fotoğrafçıTevik İleri’nin gözüyle bizlere yansıttığı fotoğraf karelerinde, Ada’nın farklı noktalarında farklı hayatlarla manzaralardan yansıyan görüntüler bakan her gözde farklı algılar oluşturabilir elbette. Nereden ve nasıl bakarsak bakalım dünyamız ve barındırdığı hayat ister doğal olsun isterse insan elinin değmişliğini içersin hep güzelliklerle doludur.

Girne Harbour. The oldest harbour of the city founded on the slopes of Beşparmak mountains smoothly gliding towards the sea. Reflections on still water and peace... Soon, a speedboat anchored at the harbour will tear through the blue Mediterranean waves and eventually turn peace into excitement and excitement into a carnival...

In the photographs taken from the perspective of the virtuoso photographer Tevfik İleri, the images of different scenes of life from different corners of the island will inevitably create different perceptions in different minds. Still, whatever our perspective might be, our world and the life that inhabits it, whether it is nature’s making or made by human hands, are always filled with beautiful things. Fotoğraflar / Photographs by Tevfik İleri

32


33


DOĞA / NATURE

34


MOLEHİYA

Y

etiştiriciliği 200 yıl öncesine dayanan ve anavatanı Hindistan olarak bilinen Molehiya, tek yıllık, yazlık, otsu bir bitkidir. Bünyesinde 50-60 türü barındıran ‘Corchorus’ grubundan olan molehiyanın yapraklarından Kıbrıs’ta sebze olarak yararlanılmaktadır. Üretiminin yapıldığı Bangladeş, Çin, Hindistan, Endonezya, Malezya, Tayland, Nepal, Japonya, İran, çeşitli Akdeniz ülkeleri ile ABD gibi ülkelerin büyük bir bölümünde ise lif bitkisi olarak değerlendirilmektedir. Birçok ülkede jüt olarak da bilinen Chorchorus olitorius’un tohumları yemeklere çeşni katmak için kullanılırken, taze ya da kurutulmuş yaprakları yemeklik olarak kullanılabildiği gibi, kuru yaprakları bazı bölgelerde bitki çayı yapımında kullanılmaktadır.

M

olehiya, a popular vegetable plant of Cyprus, has been raised for the last 200 years. A green summer plant with an annual yield, molehiya’s origins go back to India. Molehiya belongs to the group called ‘Corchorus’, a group of plants comprising 50-60 different species. The leaves of the molehiya plant are used as vegetables in Cyprus. In many countries where it is produced, like Bangladesh, China, India, Indonesia, Maleysia, Thailand, Nepal, Japan, Iran, various Mediterranean countries and the USA, molehiya is largely used as a fiber plant. Other uses of the plant, also known as Chorchorus olitorius, include using its seeds as some sort of spice in foods. Its fresh or dried leaves can also be used to make vegetable meals. In some regions, dried molehiye leaves are used to make herbal teas. 35


Molehiyanın gıda, çeşni ve çay olarak tüketiminin en yoğun yapıldığı ülkelerin başında Akdeniz havzasındaki Mısır, Lübnan, Filistin, Ürdün, Suriye, Tunus ve Kıbrıs gelmektedir. Kıbrıslı Türklerin geleneksel yemekleri arasında yer alan molehiya, Ada’da en fazla Mesarya ovasında yetiştirilmektedir. Yaz mevsimi başlangıcında özellikle nisan ya da mayıs aylarında serpme yöntemiyle tohumları (bir hektarlık alana 4-5 kg ) ekilen, toprakla birlikte bol suya ve güneşin güçlü enerjisine ihtiyaç duyan molehiya bitkisinin boyu, yetişme ve bakım koşullarına göre 50-200 cm arasında değişebilmektedir. Yaklaşık 20 cm çapında demetler halinde pazarlanarak evlere ulaşan molehiyanın ayıklanan yaprakları taze ya da kurutulup saklanarak kuzu eti, tercihen dana kuyruğu ya da tavuk etiyle pişirilerek tüketilir. Dalları ise genellikle büyükbaş hayvanlar için yem olarak değerlendirilir.

36 36

Places where the consumption of molehiya as food, spice and tea ranks the highest include Mediterranean countries like Egypt, Lebanon, Palestine, Jordan, Syria, Tunisia and Cyprus. Molehiya is a traditional dish of the Turkish Cypriot cuisine. It is largely raised in the Mesaoria plain of the island. Its seeds are sown (4-5 kilograms of seeds for one hectare) during April or May. Molehiya seeds require abundant water and powerful sunlights for healthy growth. The plant’s overall height can vary between 50 and 200 centimetres according to differing cropping conditions. Sold in local markets in bundles with a diameter of 20 centimetres, molehiya leaves are preserved in either fresh or dried forms and then cooked with lamb meat, preferably with tail fat, or with chicken. The plant’s stems and branches are used for cattle feeding.


37


HAYVANLAR ALEMİ / ANIMAL KINGDOM

P

Bağırtlak Kuşu

teroclididae familyasında yer alan bağırtlakgiller toplamda on altı kuş türünün yer aldığı iki kuş cinsini kapsar. Yaşam alanları daha çok stepler ve çöl bölgeleri olan ve Eski Dünya kıtalarında yayılış gösteren bu kuşlar tohumlarla beslenirler. Arka parmakları ya çok kısadır ya da hiç yoktur.

İnsanlardan uzak yerlerde ve bozkırlarda kuluçkaya yatan bu kuşların su ihtiyaçlarını karşılamak için değişik yöntemleri vardır. Su tedarik etmek amacıyla erkekleri karın (bağır) tüylerini suya daldırarak su depolarlar ve bu suyu çok uzak mesafeler katederek yuvalarındaki yavrulara taşırlar. En kolay gözlemlenebileceği yerler avcıların pusuya yattıkları su birikintileri olup, yuvalarında kolayca görülemezler. Bağrını suya daldırıp çıkarmaları kolaylıkla gözlemlenebilen bir davranış olduğu için halk arasında Bağırtlak Kuşu olarak anılagelmiştir. Kıbrıs’ta görülebilen türün latince adı ise Pterocles orientalis olarak bilinir. Erkeği göz alıcı kara karına sahip sülün benzeri bir kuş olan Bağırtlak’ın dişisi toprak rengindedir. Doğal yaşam ortamlarının bozkır, yarı çöl, mera ve bol çakıllı kayalıklar olduğu göz önünde tutulursa özellikle dişilerin renkleri sayesinde kamufle olduğunu hemen anlayabiliriz. Fakat maalesef bu özelliği, tür üzerindeki avcı baskısını azaltmaya yetmemiştir. Bir zamanlar Kıbrıs’ta da ürediği bilinmesine rağmen özellikle yaygın avcılık nedeniyle sayıları o kadar azalmıştır ki, şimdilerde popülasyonun yok olduğu düşünülmektedir. Her yıl birkaç fotoğrafçı ya da avcı tarafından görülme sebebinin, Türkiye ve Orta Doğu/Sina arasında göç eden popülasyonun bazı bireylerinin ender de olsa Ada’dan geçiyor olmalarından kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu göz alıcı türün Kıbrıs’tan tükenme seviyesine gelmemesi için yaşam alanlarının korunması ve avcılık baskısının sıfırlanması gerekmektedir.

38

S

andgrouse is the name given to two bird species belonging to the sixteen birds under the Pteroclididae family. Their natural habitats are usually steppes and deserts. Sandgrouses are widespread across the Old World and their diet mainly includes seeds.The fingers on their legs are either too small or non-existent. These birds breed in places far from humans such as steppes. They satisfy their need for water in different ways. Males gather water by touching water with the feathers on their breasts and carry this water through long distances to their offspring. Sandgrouses are usually seen in wetlands which are among the favourite places for hunters. In contrast, they are not easily observable in their nests. As one of their most frequently observed behaviours is the way they plunge their breasts (bağır inTurkish) into water, they are called bağırtlak inTurkish. The Latin name of the species observable in Cyprus is Pterocles orientalis. Males have shiny black feathers on their breasts like pheasants, whereas females usually have sand-coloured feathers. Given that their natural habitats are steppes, deserts, meadows and rocky places with gravels, females are especially good at hiding themselves thanks to the colour of their feathers. Still, this characteristic has, unfortunately, not been enough to prevent hunters from hunting these birds. Although they have been known to breed in Cyprus, their numbers are at an all-time low due to hunting.They might even be considered non-existent on the island. Chance encounters with photographers and hunters every year is thought to be caused by some members of a population migrating between Turkey and Middle East/Sinai passing through the island. In order to stop the extinction of this beautiful species in Cyprus, their natural habitats need to be protected and their hunting must be utterly prohibited.

Fotoğraflar / Photographs by Birtan Gökeri


Sandgrouse

Kaynak/Source: Damla Beton KUŞKOR (K.K. Kuşları ve Doğayı Koruma Derneği) Northern Cyprus Association for Protecting Birds and Nature Cyprus Wildlife Ecology

39 39


EĞİTİM / EDUCATION

Yaz Okulu İçin Püf Noktaları Samuel Ibiabuo Jr.

Tips for Summer School

Y

40

S

az okulu öğrencilere normal akademik takvim haricinde ekstra ders kredisi kazanma imkânı sunar. Gerek bazı önemli kredileri kazanmak, gerekse sınıf arkadaşlarından bir adım önde olmak için yaz okuluna katılmayı düşünen öğrencilerin bu işe girişmeden önce hazırlıklarını iyi yapmaları gerekir.

ummer school provides students with the opportunity to earn extra course credits outside of the normal school schedule. Whether for catching up on some crucial credits or just to get ahead of college classmates, students must be well prepared before jumping in!

KKTC’deki her bir büyük üniversite yaz okulunda ders alma fırsatını öğrencilerine sunuyor. Yine de bu maceraya atılmadan önce öğrencilerin birtakım püf noktalarını dikkate alması gerekebilir.

Every major University in TRNC offers summer school classes. However, there are some important tips students must have in mind in preparation for the adventure.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var: Yaz okulunun normal akademik takvim rutininin devamı olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Birkaç aya yayılan olağan akademik dönemin aksine, yaz okulları yoğun bir çalışma programı öngörür. Bu da her bir güne daha fazla bilgiyi sığdırmak anlamına gelir.

First of all, if you are thinking summer school brings more of the same old routine, you may be in for a surprise. Unlike the usual school semester which is spread out over several months, summer classes are condensed into crash courses. This means you will be covering a lot more information every day!

•Bazı yaz okulu derslerinin mali sebeplerden ötürü her üniversitede açılmayabileceğini akılda tutmakta fayda vardır. Sizin okulunuz istediğiniz dersi açmayabilir. Araştırmalarınıza erken başlarsanız, istediğiniz dersin Ada’daki başka bir üniversitede açılıp açılmayacağını öğrenebilirsiniz. Kısa bir süreliğine başka bir üniversitede ders almak, harcadığınız zamana değecektir ve size daha fazla deneyim kazandıracaktır.

•Because of budget issues, you must remember that specific summer school classes are not always available in all schools. Your school may not have the course you need open for the summer period: if you begin to inquire early, it is possible to find these classes open in another school on the island – the exchange experience would be worth your time and gain you further exposure.


•Farklı bir okulda veya kendi okulunuzda ders alırken farklı okullardan, hatta farklı ülkelerden gelen öğrencilerle tanışma şansına erişebilirsiniz. Bu deneyimi yeni dostlar edinmek için bir fırsat olarak görmelisiniz. Ama sosyalleşmenin sizi akademik hedeflerinizden uzaklaştırmasına da izin vermemelisiniz.

•There are chances you would be in a different school or be studying at your own school with students from another school or even exchange students from another country entirely. Your best bet is to turn this into an opportunity to make new friends. But you also cannot afford to be distracted from your academic objectives.

•Eğer yaz döneminde önceden aldığınız bir dersi tekrar almak durumunda kalıyorsanız, yaz okulu öncesinde ve esnasında eski ders notlarınızı tekrar gözden geçirmeyi ihmal etmeyin. İkinci kez tekrarladığınız bilgiyi daha çabuk öğreneceğinizden emin olabilirsiniz.

•If you find yourself repeating a course in the summer term, be sure to read over your old course notes before and during your summer study. You’ll be happy to discover how much more quickly absorb the information when you cover it a second time.

•Dersler hızlandırılmış olacağından, kısa sürede çok fazla bilgiyle uğraşmanız gerekecek. Not alma becerilerinizi geliştirmeniz işinizi kolaylaştıracaktır. Özet ve net notlar tuttuğunuz takdirde tekrar yapmanız da daha kolay olacaktır.

•Since classes are compressed you’ll be handling a lot of information in limited time. It would be to your advantage to cultivate very good notetaking skills. Keep your notes summarized but very clear for when you need to go over them.

•Dersler hızlı ilerleyecektir. Bu yüzden dersi tamamlamak için yerine getirmeniz gereken yükümlülükleri ertelememeniz tavsiye edilir.

•The classes will move quickly, so it is not advisable to postpone the completion assignments.

41


•Gündüz saatlerinin uzun olduğu yaz aylarında gece yatağa girmek daha güç olabilir. Kıbrıs’ın yaz sıcakları da geceleri uyumayı zorlaştırabilir. Uyku sorunlarınızi çözmek için pencerelerinize koyu renkli perdeler takmak gibi çözümler üretin. •Çok sıcak günlerde enerjiniz düşebilir. Bu sorunla baş edebilmek için taze sebze ve meyve gibi hafif yiyecekler yemeye özen gösterin. Yaz aylarında Kıbrıs’ta sebze ve meyve bulmak oldukça kolaydır, fiyatları da nispeten ucuzdur. Gözleme, krep gibi ağır, yüksek kalorili kahvaltı öğünlerinden kaçının. •Yaz okullarınınki gibi hızlandırılmış programlar söz konusu olduğunda, derslere katılım son derece önemlidir. Yaz okulunda bir gün kaçırmak, normal bir akademik dönemde iki hafta kaçırmaya denktir. Mümkünse, hiçbir dersi kaçırmayın ve her gün okula vaktinde gitmeye özen gösterin.

42

•It can be much more difficult to get to sleep at night during the summer months when daylight lasts long into the evening. Also, Cyprus is particularly hot so this can make sleeping difficult. Try to explore sleep solutions, like a dark shade for your windows, to ensure that you get as much sleep as possible. •Extremely days with low humidity can make you sluggish. You can deal with those feelings by eating lighter meals that include fresh vegetables and fruits – plenty of these are available and relatively cheap in Cyprus during the summer. Avoid heavy, high calorie breakfast foods like donuts and pancakes. •In terms of academics, good attendance is crucial in accelerated programs like summer school terms. Missing a single day of summer school can be the same as missing two straight weeks of regular school! Don’t miss any classes (if possible) and be extra careful to get to school on time every day.



TARİH / HİSTORY

SALAMİS

Telamon’un oğlu Tefkros’un kenti

The city of Teucer, the son of Telamon

Fotoğraflar / Photographs by Olkan Ergüler

44


K

T

Truva Savaşı esnasında kardeşinin intiharını önleyemediğinden babası tarafından ülkesine geri dönmesine izin verilmeyen Tefkros, askerleri ve savaşta esir aldığı bir grup insanı da yanına alarak açıldığı deniz yolculuğunun ardından, M.Ö. 12. yüzyılın başlarında Karpaz Yarımadası’nın kuzey kıyılarında Akalar Sahili olarak bilinen yerde karaya çıkar. Belli bir süre orada kalan Tefkros, maiyetiyle birlikte bugünkü Mağusa kentinin 6 km kuzeyinde, Trodos Dağları’ndan doğan Pedias deresinin kıyıyla buluştuğu noktada Salamis kentini kurar.

During the Trojan War, Teucer, who was not able to prevent his brother from committing suicide, was not prohibited by his father from returning to his homeland. After a sea voyage together with his soldiers and prisoners of war, Teucer lands on a part of the shoreline of Karpasian peninsula known as the Achaean Shore in the early years of the 12th century B.C. Teucer stays there for some time and then, together with his crew, founds the city of Salamis on the point where the stream of Pedias coming from the Trodoos Mountains meet the sea, 6 kilometres north of today’s Mağusa.

Truva Savaşı’nın kahramanlarının diğer bir kısmı da Kıbrıs’a gelerek Baf, Soli, Lapta, Girne, Marion ve Akamas başta gelmek üzere toplamda 10 krallık kurar. Bu krallıklar arasında Salamis Antik Kenti 2000 yıl boyunca diğer krallıkların lideri olacak ve büyük limanı sayesinde Kilikyalılarla, Fenikelilerle ve Mısırlılarla bakır, mısır, zeytinyağı ve tuz satarak en zengin krallık unvanını koruyacaktır.

Other heroes of the Trojan War came to Cyprus and founded 10 kingdoms including ones in the cities of Paphos, Soli, Lapta, Girne, Marion and Akamas. The ancient city of Salamis was to lead these kingdoms for 2000 years and, thanks to its big port, was to maintain its status as the wealthiest kingdom by selling copper, corn, olive oil and salt to Cilicians, Phoenicians and Egyptians.

ıbrıs Adası’nın doğu bölgesinde, Mağusa kentinden önceki önemli metropol kenti olan Salamis Antik kentinin kuruluşu, Bronz Çağı sonrasında Anadolu kavimlerinin göçleri ve Yunanistan’dan gelen Akalar’a dayandırılmaktadır. Salamis kenti, bir başka söylenceye göre Truva Savaşı’na katılan Telamon’un oğlu Tefkros tarafından kurulmuştur.

he founding of the ancient city of Salamis, an important metropolitan city built before the city of Mağusa and located in the eastern part of the island of Cyprus, is dated back to the migration of Anatolian tribes before the Bronze Age and the Achaeans from Greece. According to another legend, the city of Salamis was built by Teucer, the son of Telamon who participated in the Trojan War.

45


19. yüzyıl sonlarında ağaçların ve toprağın örttüğü tabakanın altında keşfedilen ve 1952 yılından 1974 yılına kadar yapılan sistemli kazılar sonrasında ortaya çıkarılan Antik Salamis kentinin kalıntılarından ve kentin Nekropolis’inden (mezarlık alanı) elde edilen verilere göre, kuruluşu M.Ö. 12. yüzyıla tarihlenmektedir. M.Ö. 8. yüzyılın sonlarında Mezopotamyalı bir kavim olan Asurlular tarafından ele geçirilen Ada’da, en önemli kentlerinden biri olan Salamis kenti de gelişmelerden nasibini alacak, kısa süren Asur egemenliğinin ardından bağımsız bir krallık olarak yaşayacaktır. M.Ö. 560 yılında bastırıldığı bilinen sikkelerden, o dönemde Salamis kralı Evagoras hakimiyetinin sürdüğü görülmektedir. Kral Evagoras’un Ada’ya Yunan alfabesini tanıtan, yönetimi sırasında sanatı ve ticareti destekleyerek birçok Atinalının Salamis’e göçmesini sağlayan bir kral olarak ün kazandığı bilinmektedir. Daha sonra önce Mısır Krallığı, ardından da Pers egemenliği altına giren Ada, Atinalılar tarafından bir kaç kez ele geçirilmeye çalışılacaktır. Atinalı Kimon’un başlattığı ve başarısızlıkla sonuçlanan bu seferlerin ardından, ticaret ve diğer konularda başarısızlıkların baş göstereceği Fenikeli idareciler dönemi yaşanır. Bu dönemin ardından da Tefkros soyundan Evagoras kenti ele geçirir ve krallığını ilan eder. Evagoras, bir süre sonra tüm Ada’ya hakim olmak isteyince Salamis kenti Persler tarafından kuşatılır ve Pers krallığına vergi ödemek zorunda bırakılır. Bu koşullar Makedonyalı Büyük İskender’in Pers hakimiyetine son verdiği döneme kadar sürer.

46

Discovered towards the end of the 19th century under a layer of trees and soil and recovered after systematic excavations from 1952 until 1974, the ancient city of Salamis and its ruins as well as the necropolis in the city provided data that allowed us to date its existence back to the 11th century B.C. Towards the end of the 8th century B.C., Assyrians, a Mesopotamian civilization, took control of the island. This also affected the city of Salamis, one of the most important settlements on the island at the time. Still, after a brief period of Assyrian rule, the city continued its existence as an independent kingdom. Coins of the era which date back to 560 B.C. show that the city of Salamis was then ruled by King Evelthon. King Evagoras is well known for introducing the Greek alphabet in the island, promoting art and trade during his reign and encouraging the migration of large numbers of Athenians to Salamis. Later, the island came under the control of the Kingdom of Egypt and then the Persians. This was followed by yet another attempt by Athenians to take over the island. Attempts by Cimon of Athens failed and then came the era of Phoenicians when there were remarkable failures in various areas, including trade. Subsequently, Evagoras, a king from the hereditary line of Teucer, takes back the city and declares his kingdom. Evagoras eventually tries to declare his rule over the whole island, but the result is a Persian siege of the city of Salamis and he is forced to pay taxes to the Persian kingdom. These conditions last until Alexander the Great of Macedonia ends the Persian rule.


M.Ö. 374 yılında Evagoras’ın öldürülmesi üzerine yerine geçen krallar Büyük İskender dönemine kadar Perslerle yapılan antlaşmanın koşullarını aksatmazlar. İskender döneminde Salamis kralı olan Pyntagoras, Makedonyalı kralın Tir kenti kuşatması sırasında yaptığı yardımlardan dolayı Thamassus kentiyle ödüllendirilir.

Kings who ruled after the killing of Evagoras in 374 B.C. remain loyal to the agreement made with Persians until the era of Alexander the Great. Pyntagoras, the king of Salamis in the time of Alexander the Great, is also awarded with the city of Thamassus due to his contribution to the siege of the city of Thira by the Macedonian king.

Büyük İskender’in genç yaşta ve ani ölümüyle kendine bağlı Antigonlar ve Ptolemeler arasında yaşanan ve onyıllarca süren toprak ve hakimiyet savaşları yüzünden Salamis kenti de sürekli el değiştirir. M.Ö. 294 yılında Ada’da tüm hakimiyeti ele geçiren Ptoleme hanedanı döneminde Salamis başkent konumuna yükseltilir. Salamis kentinin bu parlak dönemi, günümüzde ortaya çıkarılan kalıntılara göre Roma dönemine kadar sürer. M.S. 1. yüzyılın ikinci yarısındaki Yahudi isyanları ve depremler sonucunda epeyce tahrip edilen kent, Romalı yöneticiler tarafından Antakya vilayetine bağlanır. O yıllarda Suriye gemilerinin ilk uğrak yeri olması nedeniyle refah bir dönem yaşayan Salamis kenti, M.S. 232 ve 342 yıllarındaki büyük depremlerle büyük tahribatlar yaşamaya devam edecek, daha sonra Bizans imparatoru Konstantinus tarafından daha küçük bir planda yeniden inşa edilerek imparatorun adını alacaktır.

When Alexander the Great dies suddenly at a very young age, a war for land and sovereignty breaks out between his followers Antigones and Ptolemes and lasts for decades, resulting in the constant change of rulers in the city of Salamis. The Ptoleme dynasty ultimately takes control of the whole island in 294 B.C. and, accordingly, Salamis becomes the capital city. According to the ruins found in our times, this shiny period in the history of the city lasts until the Roman era. The city suffers from considerable destruction as a result of Jewish uprisings and earthquakes in the latter half of the 1st century A.C. The Roman administrators then brings it under the province of Antioch. Frequented by ships from Syria, the city of Salamis enters into an era of welfare, but great earthquakes between the years 232 and 342 A.C. once again destroy the city. Then, it is rebuilt under the reign of Constantine, the Byzantine emperor, on a smaller scale and is named after him.

Antik Salamis kenti, M.S. 647 yılındaki Arap akınları ve yaşanan yer sarsıntılarından sonra halkın kenti terk etmesiyle birlikte tarihe karışır. Salamis kentinden kaçan halk, kentin güneyinde Ortaçağ boyunca Ada’nın en zengin ve en ihtişamlı kentlerinden biri olan Mağusa kentini kurmuştur.

The ancient city of Salamis becomes truly history after the people leave the city for good following the Arab raids in 647 A.C. as well as continuing earthquakes. The people of Salamis then move to the south and go on to found the city of Mağusa, one of the richest and most glorious cities of the island throughout the Middle Ages.

47


SANAT / ART

48


Hakan Çakmak

Buket Özatay

Aklını, gözünü ve yüreğini fotoğraf karesinde birleştiren bir fotoğrafçı The photographer who unites her mind, eyes and heart in photographs

K

ıbrıs Türk fotoğrafçılığının çağdaş anlamda ilk kadın fotoğraf stüdyosu işletmecisi olan ve fotoğrafla sadece profesyonel meslek olarak değil, sanatsal bağlamda da ilgilenen Buket Özatay, aslen Baflı bir ailenin ilk çocuğu olarak 1972 yılında Lefkoşa’da doğdu.

Fotoğrafçılığı hem iş hem hobi olarak sürdüren ve 1997 yılından beri önceleri KKTC Devlet Fotoğraf Yarışmaları, son yıllarda uluslararası yarışmalarda pek çok ödül ve sergi daveti alan Buket Özatay, hayatının değişmez yazgısı olan fotoğrafla, fotoğrafçı bir babanın kızı olarak dünyaya geldiği günlerde tanışacaktı. Küçük bir kız çocuğu iken babası tarafından sürekli poz verdirilerek fotoğrafı çekilen Buket Özatay, babasından aldığı teknik bilgiler ve onun verdirdiği pozlarla hem iyi bir fotoğrafçı hem de fotojenik olmanın sırlarını öğrenmekte büyük aşamalar kaydedecekti.

B

uket Özatay, born in Lefkoşa in 1972 to parent originally from Paphos, is the first woman photography studio manager in the history of contemporary Turkish Cypriot photography. Özatay’s interest in photography is not merely professional, but also reflective of an artistic

endeavour.

Buket Özatay continues her work in photography as an occupation as well as a hobby. Since 1997, she has received many awards first at TRNC State Photography Contests and then at several international competitions and has been invited to many exhibitions. Photography almost became destiny for Buket Özatay, as her father was himself a photographer. He always took her daughter’s photographs when she was a little girl. Her experience with her father enabled her to gain technical knowledge and the way he positioned her in front of the camera allow her to become both photogenic and a good photographer at the same time.

49


50

Henüz küçükken, Kıbrıs Türk fotoğrafçılık sektörünün önde gelen isimlerinden olan babası merhum Öztan Özatay tarafından eline verilen ve kendi fotoğraflarını içeren albüme bakan bebek Buket’in sonraki yıllarda yaratacağı algı, onun fotoğrafla dolu dünyasında önemli bir iz olarak yerini alacaktı. Kıbrıs’a fotoğrafçılığı ilk getiren Ermeni cemaatinin üyelerinden Arto Tilbiyan’ın öğrencisi olan Öztan Bey’in kızı Buket ile iki oğlu Özhan ve Özfer, şimdilerde stüdyolarında halka ve profesyonel olarak fotoğrafçılara stüdyolarıyla hizmet sunmaya devam ediyor.

During her early childhood, Buket was given an album by her late father Öztan Özatay, a leading figure of Turkish Cypriot photography, containing her photographs taken by him. This initiation of hers into the world of photography was to leave a true mark on her later efforts. Buket, the daughter of Mr. Özatay, who was himself the student of Arto Tilbiyan, a member of the island’s Armenian community who first brought photography to the island, has two siblings, Özhan and Özfer. The three of them are currently offering their professional services to the people and photographers of the island at their photography studio.

ABD’de Kansas Üniversitesi’nde işletme eğitimi alan ve fotoğrafçılık alanında çalışmamak için aile geleneğine önceleri direniş gösteren Buket Özatay, 90’lı yılların ikinci yarısında babasının stüdyolarında iş yapmaya başladığında, aslında fotoğrafçılığı çok sevdiğini farkedecekti. Profesyonel olarak fotoğrafçılıkla uğraşmaya başladığı o ilk yıllarda, fotoğrafın sanatsal boyutuyla ilgilenen Veysi Soyer ve Tevfik İleri gibi müşterilerinin fotoğraf çalışmaları Buket Özatay’ı çok etkilemişti. Fotoğraf konusundaki bilgisiyle kültürünü artırmak için o yıllarda Türkiye’den postayla getirtilebilen, günümüzde fotoğrafa olan ilginin artmasıyla artık her yerde gördüğümüz fotoğraf dergilerine abone olmuştu.

Buket Özatay first resisted the idea of studying photography which was a family tradition and went to Kansas University in the USA to study business management. When she began to work in her father’s studios in the second half of the 1990s, she better realized how much she loved photography. During her first years of professional work in the photography sector, she was inspired by the works of her customers likeVeysi Soyer andTevfik İleri which represented the artistic dimension of photography. In order to gain more knowledge and more insight into the culture of photography, Buket Özatay subscribed to photography magazines which are now easily accessible due to a popular interest in photography, but were then only available by mail fromTurkey.


Profesyonel bir fotoğraf makinesiyle üniversite yıllarında tanışan ve o yıllarda hemen herkesin yaptığı gibi daha çok anı fotoğrafları çekerek işe başlayan Buket Özatay, hiçbir kurs almadan; belki yetenek belki de doğduğu andan itibaren fotoğrafın içinde olmanın verdiği etkiyle meslek olarak seçtiği bu alanla sanatsal olarak da ilgilenmeye başlıyordu. Fotoğrafı ruhun, kalbin, gözün birleştiği an olarak algılayan ve bu düşünceyle hareket eden Buket Özatay’a göre fotoğrafçının yüreğinde ve ruhunda yıllar içinde biriktirdikleriyle dünya görüşünün, deklanşöre basarken büyük önemi vardır. Kuzey Kıbrıs’ta ilk kadın fotoğraf stüdyosu işletmecisi olmasının yanı sıra fotoğraf yarışmalarında sergileme yapan ve ödül alan ilk kadın fotoğrafçı unvanına da sahip olan Buket Özatay, 1997 yılında ABD elçiliği tarafından düzenlenen iki toplumlu fotoğraf sergisinde sergilenen eserleriyle motive olacaktı ve sonraki yıllardan bugüne dek neredeyse bütün Devlet Fotoğraf Yarışması Sergileri’ne katılacaktı. 2000 yılında belgesel ve yaratı dallarında devletten teşvik ödülü alan ilk kadın fotoğrafçı unvanını da alan Buket Özatay ertesi yılki yarışmada başarı ödülüne ulaşıyordu.

She had her first professional camera during her years at the university and first began, as many other photography enthusiasts do, to take souvenir photographs. Without taking any academic training in the field and thanks to her talent and her exposure to the world of photography since childhood, Buket Özatay eventually began to develop an interest beyond the profession of photography and in the art of photography itself. Buket Özatay centres her work on the perception of photograph as an instance when the heart, the soul and the eyes unite. According to Özatay, the accumulation of years of experience inside the heart and soul of a photographer and the formation of a world view all affect the exact moment when a photograph is taken. In addition to being the first woman photography studio manager in Northern Cyprus, Buket Özatay is also known to be the first woman photographer who exhibited her work in photography contests and received awards for her art. She was especially motivated by the exhibition of her photographs in a bicommunal photography exhibition organized by the Embassy of the United States in 1997. She then participated in almost every State Photography Contest Exhibition in the following years. In 2000, Buket Özatay also became the first woman photographer to receive an encouragement award from the government for her work in the fields of documentary and creative arts. Next year, she was to receive an achievement award, too.

51


2008 yılı, Buket Özatay’ın hayatında bir dönüm noktası olmuştu. Uzun süren hastalığa yenik düşen babalarını kaybeden Özatay kardeşler şirketin yükünü de omuzlanıyor ve hemen ertesi yıldan itabaren, Öztan Özatay anısına Kuzey Kıbrıs’taki en prestijli ve en çok ilgi gören fotoğraf yarışması sergilerini düzenlemeye başlıyorlardı. 2014 yılında 6.’cısı düzenlenen ve hemen her yıl yüzlerce fotoğrafla, onlarca yarışmacının katıldığı Öztan Özatay Fotoğraf Yarışması, genç fotoğrafçılar ve fotoğraf meraklıları için motive edici bir özellik taşıyor. Gezi tutkusu fotoğrafçılığından önce gelen ve bugüne kadar 30’dan fazla ülkeyi dolaşan Buket Özatay’ın fotoğraf makinesi her gittiği ülkeden farklı yüzleri, renkleri, insana ve doğaya ait zenginlikleri yansıtan kareler sunuyor. Ağırlıklı olarak porte ve sokak fotoğrafçılığı çalışmaları yapan Buket Özatay, graffiti odaklı yerleştirme çalışmaları, soyutlama yoluyla elde edilen görüntüler, resimsel yakın çekimler ve belgesel kompozisyonlarıyla çeşitli türler ve dallarda fotoğraf üretmeye devam ediyor. Soyut çalışmaları, yerleştirmeleri ve anlatımcı yanı ön plana çıkan kolâjlarında objenin, maddenin ve yapının mevcut biçimine yaptığı müdahaleler ve çekim teknikleriyle farklı bir ifade oluşturuyor. Öyle ki, objeleri, bilinçaltında var olan dürtülerle bütünleştirerek yeni bir biçime kavuşturuyor. Belgeci bir yaklaşımla çektiği klasik fotoğraflarını, fotoğrafın temel özelliklerine sadık kalarak oluşturan Özatay yine de estetik kaygıyı elden bırakmadan içerik ve kompozisyonu ön planda tutmayı tercih ediyor.

52

The year 2008 was a turning point in Buket Özatay’s life. After the three siblings lost their father to a long illness, they had to share the burden of keeping the company going. One year after their father’s death, they began to organize the most prestigious and most popular photography contest in Northern Cyprus in memory of Öztan Özatay. The Öztan Özatay Photography Contest, organized for the 6th time in 2014, offered a great motivation for young photographers and photography enthusiasts and saw the participation of tens of photographers with hundreds of photographs every year since its inception. Buket Özatay’s passion for travel came before her passion for photography. So far, she has been to more than 30 countries and was able to take photographs of different faces, colours and all the richness pertaining to human beings and nature wherever she visited. Although Buket Özatay’s work is largely based on portrait and street photography, she also continues to produce photographs in fields as diverse as graffiti-based installations, images produced through the method of abstraction, pictorial close-ups and documentary compositions. Her manipulation of object, matter and structure as well as shooting techniques reflected in her collages represent an original expression and highlight her abstract and expressive side in her abstract works and installations. She unites objects with subconscious drives and gives them a new form. Özatay’s classic documentary photographs remain loyal to the basics of photography, yet continue to underline the importance of content and composition by sticking to aesthetic concerns.


53


KIBRIS KİTAPLARI / BOOKS OF CYPRUS

EXCERPTA CYPRIA

K

54

T

ıbrıs ve Kıbrıslılar hakkında yayımlanmış yazılı kaynaklar arasında bir başyapıt niteliğini taşıyan Excerpta Cypria’nın Türkçe çevirisini içeren tam metni, 514 sayfalık tek ciltle 2013 yılının Aralık ayında Galeri Kültür Yayınları tarafından okurla buluşturuldu.

he full manuscript of Excerpta Cypria, a masterpiece among the reference books on Cyprus and Cypriots, is now available in Turkish in a single volume comprising 514 pages. The Turkish edition has been published and released by Galeri Kültür Publications on December 2013.

1842-1915 yılları arasında yaşamış ve İngiliz Sömürge Dönemi’nde Larnaka Komiserliği görevini üstlenmiş olan Claude Deleval Cobham tarafından, M.S. 23-1866 yılları arasında Kıbrıs’la ilgili gezginlerin ve keşişlerin yazdığı yazılar ve ortaya koydukları belgelerden çevrilerek İngilizce olarak basılan kitabın orijinali, uzun yıllar boyunca Kıbrıslı tarihçiler ve araştırmacılar için temel başvuru kaynağı olmuştur.

The original book published in English and comprising the writings and documents that travellers and monks wrote about Cyprus between the years 23 and 1866 was edited by Claude Deleval Cobham (1842-1915), the Commissioner of Larnaca during the British colonial period. The book, now translated into Turkish, has been the main reference book for historians and researchers in Cyprus for many years.

Bazıları ilk kez 1892-1895 yılları arasında Lefkoşa’da basılan The Owl (Baykuş) gazetesinin eki olarak yayımlanan ve daha sonra bir ciltte derlenerek düzene konan yazılar, Kıbrıs’la ilgili seyahatname, tarih vb. kitaplardan alıntı ve çevirileri içerir. Kitabın önsözünde, çevirdiği kaynakların asıllarına sıkı sıkıya bağlı kaldığını ifade eden Cobham, özgün biçim ve ruhu koruyan çeviriler yaptığını yazar. Bugünün tarihçilerine seksen civarında yazarın on iki dilde bırakmış oldukları yazılara tek dil ve tek ciltte ulaşma olanağı tanıyan Excerpta Cypria’ya konu olan yazarlar; Ada’nın isimlerinden, mitolojiden, efsanelerden ve anlatılan olaylardan esinlenerek Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları çok farklı şekillerde anlatır.

Some of the writings compiled in the book were first published as a supplement of the newspaper called The Owl which was printed in Lefkoşa between the years 1892 and 1895. These were later compiled in a single volume which comprised the sections and translations about Cyprus in travellers’ and historians’ writings and other books. In his preface to the book, Cobham states that he remained loyal to the original texts in his translation and tried to rewrite them in English by maintaining their original letter and spirit. Excerpta Cypria enables today’s historians to access around eighty writers’ texts originally written in twelve different languages in one language and a single volume. The writers in this compilation introduce Cyprus and Cypriots from many different perspectives inspired by mythology, legends and other narratives.

Tuzdan ve bakırdan önce her zaman güneşin olduğu ve yazarların çoğunda önce çıkan Ada’nın en eski adlarından biri olan Alaşya’nın ve insanlarının anlatıldığı bu önemli kitapta; farklı zamanlarda Ada’dan gelip geçmiş olan gezginlerin dinledikleri ve gözlemledikleri ilginç olaylar ve geçmiş yaşamlara dair kesitleri okuma olanağı buluyoruz.

In this important source about Alashiya, one of the most prevalent oldest names given to the island, and its people where the sun was always present even before salt and copper, one has the chance to read about the events observed and heard by travellers who had been to the island in different periods of time and many interesting details about past lives in Cyprus.


KIBRIS YAZILARI MATERIALS FOR A HISTORY OF CYPRUS

55


SPOR / SPORT

Badminton

7

’den 77’ye bütün yaşlarda oynanabilecek ender spor dallarından biri olan batminton, kaz tüyünden yapılan top ve iki raketle teke tek ve ikili oynanan bir oyundur. Asya kökenli olan badmintonun atası sayılan sporun M.Ö. 5. yy’da ilk kez Çinliler tarafından oynandığı bilinmektedir. 19. yy. ortalarında Hindistan’da “poon” adıyla oynanan ve İngiliz subaylar tarafından Avrupa kıtasına da taşınan badminton, ilk olarak 1972 Münih Olimpiyatları’nda gösteri sporu olarak yer almıştı. 1988 Seul Olimpiyatları’nda yarışma amaçlı olarak denenen badminton, esas spor dalı olarak ilk kez 1992 Barcelona Olimpiyatları’nda yer aldı. Her oyuncunun ya da oyuncuların kendine ayrılmış sahada, bir adet mantar ya da plastik bir başlığa takılı 14-16 tüyden oluşan oldukça zararsız bir topla ve hafif raketlerle oynadıkları bu oyun, benzeri tenis oyunları gibi sakatlanma ya da yaralanma riski en az olan spor dallarındandır. Ayak harekerleri, sahayı tutma ve hamlelerle kılıç kullanmayı andıran bu spor dalı rüzgâr alan yerler hariç her yerde oynanabilir. En uygun koşulları sunan kapalı salonlarda 6.10 m x 13.40 metre ebadındaki kortlarda insan boyu yüksekliğindeki netin iki yanında oynanan badmintonda, oyuncuların esnek ayakkabılar kullanmaları daha sağlıklıdır.

B

adminton is one of those rare types of sport suitable for both young and old persons. Badminton is a sport played by two opposing players with the use of two racquets and one feathered shuttlecock. The early versions of a sport similar to badminton is known to have been first played in Asia by Chinese in the 5th century B.C. Badminton was played in India in the middle of the 19th century and was called “poon”. Then, British military officers carried this sport from India to Europe. Badminton was initially a demonstration event in the 1972 Olympics in Munich. It was first tried as a competitive game in the 1988 Olympics in Seul and then became an official sport in the 1992 Olympics in Barcelona. The game is played by two players with two relatively light racquets and a harmless ball called shuttlecock made of a rounded, sometimes plastic cork and 14-16 feathers. Similar to other racquet sports like tennis, badminton is one of those sports that lead to very few injuries. It is reminiscent of sword swinging with motions involving footwork, holding one’s positions and strokes. Badminton can be played everywhere except for places affected by wind. The most favourable conditions for playing badminton include an indoor court with a size of 6.10 m x 13.40 metres comprising two sides of a net at around human height and lightweight shoes that are more healthy for players.

56


57


Kuzey Kıbrıs’ta badminton, ilk olarak 1991 yılında Ada’da bulunan İngiliz çift Brian ve Helga Hughes’un girişimleriyle oynanmaya başlandı. 1996 yılında Badminton Federasyonu adı altında örgütlenen bu spor dalıyla uğraşan genç sporcular, henüz Dünya Badminton Federasyonu’na (WBF) üyelik söz konusu olmadığından, uluslararası ölçekte sadece 2005 yılından beri Badminton Europe ileWBF gibi uluslararası badminton örgütlerinin İspanya, Malta ve Bulgaristan gibi Avrupa ülkelerinde düzenlediği badminton yaz okullarına ve turnuvalarına katılabildiler. Hughes çiftinin girişimleriyle 10-15 kişiyle başlanan ilk çalışmalardan bugüne lisanslı oyuncu sayısı 500 kişiyi aşmış bulunmaktadır. Uzun yıllar Lefkoşa’daki Arabahmet bölgesinde hizmetlerini sürdüren federasyon, 2012 yılından itibaren Atatürk Spor Kompleksi’nde faaliyet göstermektedir. Sentetik zemine 2007 yılında kavuşmuş olan badminton oyuncuları, bireysel yarışların yanı sıra kulüpler arası müsabakalarda, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı ile Üniversiteler Federasyonu’nun birlikte düzenlediği okullararası takım müsabakalarında yarışıyorlar. Ayrıca, başta Dr. Fazıl Küçük Oyunları çerçevesinde ulusal müsabakaların da yapıldığı badmintonda her yıl, yaş grupları arasında yapılan ferdi turnuvalarda ilk üç sırayı alan kız ve erkek sporcular, Türkiye’deki müsabakalara gönderilmektedir.

58

Badminton in Northern Cyprus was first played in 1991 as a result of the initiative of a British couple named Brian and Helga Hughes. Young players later organized under the banner of Badminton Federation in 1996. Since membership to World Badminton Federation (WBF) is not likely at the moment, badminton players in Northern Cyprus have been only able to participate in international events like badminton summer schools and tournaments since the year 2005. These are organized in European countries like Spain, Malta and Bulgaria by international badminton organizations like Badminton Europe and WBF. Since the time when the Hughes’ efforts gathered 10-15 people, the number of licensed badminton players have now become more than 500. For many years, the federation was located in the Arabahmet region of Lefkoşa, but since 2012, they moved to Atatürk Sports Complex. Badminton players began to play on synthetic floor since 2007. They have been participating in individual competitions as well as competition between clubs, including competitions between schools organized by the Ministry of National Education and Culture and the Federation of Universities. National competitions are also organized within the scope of Dr. Fazıl Küçük Games. Every year, male and female players that occupy the top three positions in individual tournaments for different age groups are sent to take part in competitions inTurkey.


59


6 badminton ekibinin yer aldığı Kuzey Kıbrıs’ta, Muzaffer Doğgün’ün teknik direktörlüğünü yaptığı ve üniversiteler arası düzeyde başarılı müsabakalar çıkaran Girne Amerikan Üniversitesi ekibi, son yıllarda Türkiye Süper Ligi’nde mücadele etmektedir. Üniversitenin genç ve başarılı sporcuları bu yıl Türkiye üçüncüsü olarak Kuzey Kıbrıs’ta badmintonun kısa sürede kazandığı başarıyı tescillediler.

Fotoğraflar: GAÜ Badminton Takımı 60

There are 6 badminton teams in Northern Cyprus. The Girne American University badminton team, training under Muzaffer Doğgün, the coach, and successfully competing in inter-university contests, have participated in Turkish Super League competitions in recent years. The young and successful badminton players of the university came 3rd in Turkey this year and proved the level of accomplishment attained in badminton in Northern Cyprus in a very short period of time.

Photographs by GAU Badminton Team



KIBRIS’I YURT EDİNENLER / MAKING CYPRUS HOME

Akdenİz’e ve Kıbrıs’a sevdalı Alman yazar ve ressam A German writer and painter in love with the Mediterranean and Cyprus

Heidi Trautman

1

62

H

999 yılından beri Kuzey Kıbrıs’ı yurt edinen Alman ressam, gazeteci ve yazar Heidi Trautmann 1941 yılında, Prusya’nın Königsberg (Kaliningrad, Rusya) kentinde doğdu. İlk gençlik yıllarında babasıyla birlikte bir süre Angola’da yaşayan Trautmann, daha sonra eşiyle birlikte iki çocuğunu da doğuracağı Güney Afrika’da 6 yıl kaldı. Johannesburg yıllarında çevirmenlik yapan ve yerel sanatçılarla resim çalışmaları yapan Trautmann 1980’lerde Almanya’ya döndü. Ülkesinde sanatçı Rolf Markl’lın atölyesinde 3 yıl süreyle resim çalışmaları yaptı ve karma sergilere katıldı. Eşinin dünya ölçeğinde iş yapan seyahat acentesi için de çalışmalar yaptı. Resim çalışmaları yanında Salzburg ve Münich’te müzikal ve edebi sanat organizasyonları da düzenleyen Heidi Trautmann ve eşi, 6 yıl boyunca Akdeniz’in hemen her limanında duraklayacakları küçük yatlarında yaşadılar.

eidiTrautmann, the German painter, journalist and writer born in Königsberg (Kaliningrad when under Russian control) in Prussia in 1941, has made Northern Cyprus her home since the year 1999. She spent some of her time as a teenager with his father in Angola. She then stayed in South Africa for 6 years where she was to have two children with his husband. During her time in Johannesburg, Ms. Trautmann worked as a translator and created some works of painting together with local artists. She returned to Germany in the 1980s. Back in her home country, she studied painting in the studio of Rolf Markl, an artist, for three years and participated in group exhibitions. She also created some artworks for her husband’s global travel agency. HeidiTrautmann and her spouse also organized various musical and literary art events in Salzburg and Munich.Then, for six years, they lived on their sailing boat, sailed the entire Mediterranean, stopped by every portal city.

Özellikle Türkiye sahilleriyle Kıbrıs Adası’nın çok etkisinde kalan çift, 2000 yılından hemen önce geldikleri Ada’da yaşamaya karar verdiler. Girne’ye bağlı bir dağ köyü olan Edremit’te Levantine Art College’de resim çalışmalarını sürdüren Trautmann, 13 yılı aşkın süredir çeşitli gruplarla resim çalışmaya devam ediyor.Trautmann, bu süre zarfında ikisi Kuzey Kıbrıs, biri Almanya’da olmak üzere, iki kişisel serginin yanı sıra birçok karma sergiye katıldı. Almanca olarak yayımlanmış iki gezi kitabı ve Türkçe ve İngilizce olarak basılan ‘Kuzey Kıbrıs’ta Sanat ve Yaratıcılık’ / ‘Art and Creativity in North Cyprus’ adlı kitapları yanında, çeşitli gazete ve dergilerde kültür ve sanat konularında makaleleri yayınlanmaştır.Trautmann yeni kitabı için çalışmalarını halen sürdürüyor.

The couple was fascinated by the coasts of Turkey and especially of the island of Cyprus. In late 1990, they decided to stay in Cyprus. Ms. Trautmann continues to work as a painter at the Levantine Art College in Edremit, a mountain village in the Girne region. For the last 13 years, she participated in many painting workshops with several groups of artists. In addition to her two solo exhibitions, one in Northern Cyprus and the other in Germany, she also took part in many group exhibitions. She is the author of a travel book published in German as well as a book titled ‘Art and Creativity in North Cyprus’, available in both Turkish and English. She also authored many articles on culture and art in different newspapers and magazines. Currently, Ms. Trautmann is working on her new book.


Kıbrıs’a gelmeden önce hayatınız nasıldı? Neler yapıyordunuz? Erken yaşta evlendim. Eşimin ve benim, üçü ikimizin, ikisi de eşimin olmak üzere, toplam beş çocuğumuz var. 10 yıl boyunca Afrika’da yaşadım. Güney Afrika’da geçirdiğim zaman harikaydı. Öncesinde, babamın yaşadığı Angola’da da bulunmuştum. Daha sonrasında ise, eşimle birlikte Johannesburg’a taşındık. Çocuklarımın ikisi orada dünyaya geldi. Ben de resim çalışmalarıma, Johannesburg’taki sanatçı arkadaşlarımla birlikte, orada başladım. Resim yapmaya başlamadan önce hangi işlerle uğraştınız? Çeviriler yapıyor, yazılar yazıyordum, fakat hayatım boyunca hep resim yaptım. Altı yıl boyunca bir Alman sanatçıdan eğitim alma şansına eriştim. Onun atölyesinde dersler aldım. Adeta bir akademi ortamı gibiydi, her şeyi öğreniyorduk. Böylece kendimi geliştirme fırsatı buldum. Resim sanatındaki her aleti kullanmayı öğrendim, tasarımdan resime birçok konuda çalıştım. Bunun yanı sıra, yazı yazmayı ve farklı dilleri öğrenmeyi de çok seviyorum. İngilizce, Fransızca, Portekizce, biraz İspanyolca, biraz da İtalyanca olmak üzere pek çok dili konuşabiliyorum. Salzburg yakınlarında, Salzburg ile Münih arasında bir sanat evim vardı. Orada sergiler, atölye çalışmaları, çömlek atölyeleri ve Noel pazarları düzenliyorduk. 14.000’e yakın ziyaretçimiz vardı. Sonrasında ise, yaşımız ilerlerdikçe, bir yat yapmaya karar verdik. Eşim çocukluğundan beri denizcilikle uğraşmış, deniz yolculukları yapmış biri. Ben lisansımı daha sonra aldım. Birlikte bir yat yaptık. 14 metre büyüklüğünde bir yattı. Bununla ilgili bir kitabım da var. Ardından her şeyimizi sattık, evimizden, önceki hayatımızdan ve ailelerimizden ayrıldık.

How was your life before you come to Cyprus? What did you do during that time? I got married very early. My husband and I have five children together, three are mine and two are from my husband and I lived in Africa for 10 years. I enjoyed life very much in South Africa. I have been in Angola where my father lived then I moved with my husband to Johannesburg, where 2 of my children were born and I started painting there with my friends, artists in Johannesburg. What was your occupation before you began painting? I did translations and documentation but I have been painting all my life. I had a tuition by a German German artist for six years. I went to his studio where I was given lessons and we did everything just like in an academy so I developed myself. I learned to use all the tools, I did from design to painting to everything but I also like writing, and learning different languages. I speak several languages. English, French, Portuguese, some Spanish, some Italian. I had an art house close to Salzburg, between Salzburg and Munich. We did exhibitions, workshops, pottery markets and Christmas market. We had 14,000 visitors. Then as we grew older, we decided to build a sailing boat. My husband was a sailor since his childhood. He always did sailing and I made my license later. We built the sailing boat together. It is a 14 meters boat, I wrote a book about it and then we sold everything, we left our house, our life and our family.

63


64

Ve böylece Akdeniz’de yatınızda yaşamaya başladınız? Evet, altı yıl boyunca yatımızda yaşadık. İtalya’yı, bütün Yunan adalarını, sonra da Türkiye’yi gezdik. Türkiye’nin, en doğudakiler de dahil olmak üzere, bütün kıyılarını biliyoruz. Daha önceki yatımızla da buraları ziyaret etmiştik. Sonunda, Kıbrıs’a, Girne’ye vardık.

And you began to live on the sailing boat in the Mediterranean? Yes, we lived on the sailing boat for six years. We went all around from Italy, all the Greek Islands, then toTurkey. We knowTurkey, all the coasts, down to the very east. We have been sailing there before with the other boat, then we had another boat. Finally we came to Cyprus, to Kyrenia.

Kıbrıs’a ne zaman geldiniz? 1999 yılıydı. Ada’nın temiz havasını, sanayisiz yapısını, harika ışığını çok sevdik. Örneğin, Beşparmak Dağları’na tırmanıp oradan Mesarya Ovası’na baktığınızda beyazımsı sarı bir ışık görürsünüz. Daha önce buna benzer bir ışık görmemiştim. İnanılmazdı. Nihayetinde, Kıbrıs’a taşınmaya karar verdik. Bir emlakçının bize gösterdiği araziyi de çok beğenince kararımızı verdik; yeni evimizi burada inşa ettik.

When did you come to Cyprus? That was in 1999. So we loved the Island especially the fresh air, no industry, very good light and especially when you come over the five finger mountains, and you come and stop there and look over the Mesaoria and there is this whitish yellow light and I thought I have never seen something like that. That was just unbelievable. And so we decided to move to Cyprus. Then an estate agent showed us this land, and we fell in love with it, we said okay, we are going to build the house here and we did.


O zamandan bugüne hayatınız nasıl geçti? Resim yapmayı ve yazmayı sürdürdüm. Bu esnada, eşimle yaptığımız yat seyahati üzerine iki kitap yayımladım. Ada’ya geldiğimde, buradaki sanatçı topluluğunu tanımaya çalışıyordum. Ada’yı dolaştım, sergileri gezdim ve zamanla bazı insanlarla tanıştırıldım. O dönemde faal olan bütün sanatçılarla dost oldum. Sınır kapılarının açıldığı dönemdi. Birlikte Open Studios, Art Aware projeler gibi birçok atölye çalışması ve etkinlikler gerçekleştirdik. Tanıştığım ressamlardan oluşan bir grupla 2001 yılında Edremit’teki kilisede çalışmalar yapmaya başladık. Orada çalışan sanatçılara ben de katıldım. Ardından kilisede çalışmamıza izin verilmedi ve biz de çalışmalarımızı benim evimde sürdürmeye karar verdik. Evim çok genişti, park imkânı, her şey oldukça müsaitti. O zamanda beri, yani yaklaşık sekiz dokuz yıldır, her perşembe günü, “Perşembe Grubu” olarak evimde buluşuyoruz. Üç yıl önce, grubumuzdan 14 sanatçının katıldığı karma bir sergi hazırladık. Çok güzel bir deneyimdi. Kıbrıslı genç sanatçı Hasan Zeybek, o sergide olduğu gibi, bize yardım etmeye devam ediyor.

How do your life is going on here from that time? I have always been painting and writing, in the meantime I had published two books on my travel, on our travel with the boat . I came here and was looking for the art scene and the artists. I went around and went to exhibitions, and from that point on was presented around, and I became friends with all the artists who were then active. That was the time when the doors opened to the South and we did a lot of workshops together and we did a lot of activities. Open Studios and the Art Aware and ect. I started working with part of this painting group in 2001 at the Edremit church. There was a group of people, artists who were working there and I joined them. Then the church was taken from us and we decided to work in my house. My house is very big and we have parking and everything. So since now, eight or nine years, we are meeting here every Thursday to do our “Thursday Group”. We had one exhibition with 14 of us, that was 3 years ago, that was very nice, my success and the young Cypriot artist Hasan Zeybek is still helping us.

65


YOL NOTLARI / ROAD NOTES Cem Sarvan Yazı ve Fotoğraflar / Writing & Photography by Cem Sarvan cem.sarvan@gmail.com

Değişik Bir Oslo Öyküsü A Different Kind of Oslo Story

H

er şehrin sayılamayacak kadar çok öyküsü vardır. Bu öykülerden bazıları hayatınızın içinden geçer, izlerini bırakır ve devam eder öykü yolculuğuna.

1953 yılında İstanbul Osmanbey’de 18 yaşındaki genç kız Candan, öğretmen annesi ve memur babasının o yıllara göre oldukça aykırı ve cesaretli sayılabilecek kararlarıyla Oslo’ya doğru uzun bir gemi yolculuğuna çıkarken, yolcu gemisinin küpeştelerinden limanda kendisine el sallayan anne ve babasına sevgiyle bakıyordu. Haftalarca süren yolculuğun sonunda gemi Oslo’ya yanaşırken karşısında sessiz, pastel renklerle dolu bir kent vardı. Hayatının ilk yurtdışı deneyimini doyasıya yaşayarak ve not ederek geçirmişti. Aradan yıllar geçti, o Oslo seyahatinin üstüne çok ülke, çok şehir ve çok anı gelse de; yine de 1970lerde bir akşamüstü küçük oğluna dünyayı Oslo’dan kendi seyahatinden anlatmaya başladı. Hala yıllar öncesinin canlı duran pastel renkleri Oslo’dan İstanbul’daki evin içine girivermişti. Oğlunun sorularıyla Oslo sadece renkleriyle değil, anılarıyla hayalleriyle de bir evde yer almaya başlamıştı. O akşamüstü anlatılan Oslo’nun büyüsü hiç ayrılmadı küçük çocuktan, kimbilir belki de bu nedenle hep seyahat etmek büyüleyici geldi kendisine. Annesinin anılarıyla, kendisinin hayalleri beraber yaşamaya başlamıştı artık. Büyüdükçe ve yeni yerler gördükçe de hepsinin en altında gidilmemiş bir Oslo yine sessiz, gizemli ve rengârenk görüntüsüyle kaldı.

66

E

very city has countless stories to offer. Some of these stories touch people’s lives, leave their marks on them and continue their journey.

In 1953, Candan, an 18 year old young girl from Osmanbey, İstanbul, embarks on a long sea voyage to Oslo upon the then unorthodox and courageous decision of her teacher mother and public servant father. She looks with love at her parents waving their hands to her, leaning towards her from the rails of the port.The journey lasts for weeks and when it ends and the ship approaches towards Oslo, Candan finds a silent city filled with pastel colours. She completely immerses herself in her first experience of visiting a foreign country and takes notes at every opportunity. Years pass and she sees many other countries and cities and fills her life with many new memories. Still, on an evening in the 1970s, she decides to tell the world to her little son from the perspective of Oslo, of her voyage. The still lively pastel colours of Oslo travel from the past and enter the house in İstanbul. Questions asked by her son bring not only the colours, but also memories and dreams of Oslo into the house. Her little son always remains fascinated by the story of Oslo told in that evening. Perhaps this is the reason why he always remains fascinated by travelling, too. His mother’s memories and his dreams now live on the same plane. As he grows up and sees new places, an unvisited Oslo in silent, mysterious and colourful guises continues to exist out there.


67


2014’ün Temmuz ayının beyaz gecelerinden birinde bu kez orta yaşlardaki adamın aklına düştü Oslo; plansız, apansız ve heyecanlı. İsveç’ten tren kalkarken 70lerde tanıştığı 1953 yılının anıları, hayalleri koşarak girdiler kompartmandan içeri. Yüzüne bir gülümseme yerleşti, hem önündeki kitapçıklara hem de bilgisayar ekranındaki bilgilere bakarak notlar alırken kalemiyle seyahat defterinin köşesine “1953 Oslo seyahati başladı’’ yazdı ve dışarıdaki görüntü hareket etmeye başladı: Zaman zaman sapsarı olan çiçek tarlaları ve yeşillikler arasından geçerek ilerleyen tren Norveç sınırından içeri girdikten sonra önce evler değişmeye başlıyor. Renkleri, mimari tarzları Oslo’da karşılaşacağım yapıların nasıl olacağını müjdeler şekildeler.Ve buna Oslo’ya varmadan hemen önce eklenen modern binalarla da Oslo, nasıl olabileceğinin ilk ipuçlarını veriyor insana. İstasyondan otele doğru yürürken ilk gözüme çarpan özellik; karşıma her ülkeden insanların çıkması. Kulağıma gelen değişik yedi sekiz dil arasında Türkçe de var. Turist değil bu dilleri konuşanlar; görüntülerinden belli orada yaşayanlar ki, zaten Oslo nüfusunun önemli bir kısmını göçmenler oluşturuyor. Merkezde bulunan ve hayli sıcak bir karşılamayla yerleştiğim otelden hemen çıkıp soluğu bu eski şehrin en yeni mimari yapılarından birinde, Opera Binası’nda alıyorum. Denizin üstüne kurulmuş olan bu yansımalarla ve düzlem kaymalarıyla yoğun binadan olası bir operanın ezgisini dinleyerek şehre bakıyorum. Avrupa’daki en eski başkentlerden birinde ilk kuruluş çizgilerini, Vikingleri arıyorum. O izler beni neredeyse üç bin sene öncesine götürüyor. Opera Binası’nın her yerinde insan var; önü, içi, yanı, üstü kısaca her yer insan dolu. Denizin önünde ayakları suda serinleyenler, opera eserlerinin fotoğraf sergisini izleyenler, içeride bilet almak için sırada bekleyenler... Bir bina sanattan, turizme bu kadar işlevsel olabilir. Çatıdaki görüntü şehrin yarısından fazlasının ormanlar ve göllerle kaplı olduğunu kanıtlıyor.

68

On one of the white nights of July 2014, this time, Oslo is on the mind of a middle aged man. This is unplanned, sudden and exciting. As the train from Sweden begins to move forward, the memories and dreams of 1953 that he met in the 1970s run and make their way to his compartment. He smiles and as he looks at the information on the computer screen and takes notes on the booklets in front of him, he also writes on his travel notebook the following: “Travel to Oslo, 1953, has begun”. And scenes from the window of his compartment begin to move: When the train passing through yellow flower fields and greenery leaves the Norwegian border behind, houses begin to change. Their colours and architectural style seem to be the harbinger of buildings that I will encounter in Oslo. The newly built modern structures right before one arrives at Oslo also give hints about what you might expect to see in Oslo.The first thing that strikes me as I walk from the station to my hotel is that I encounter people from many different countries. Turkish is also among the seven or eight different languages that I hear on the street. Those who speak these languages are not tourists. Their appearances attest to the fact that they are from Oslo. In any case, an important part of the city’s population are migrants. After I check into my hotel near the city center where I am most hospitably welcomed, I immediately go out and find myself facing one of the newest architectural structures of the old city, the Opera House. I look towards the city listening to the inspired sound of an opera echoing from the building’s reflections over the sea and its shifting planes. I try to find the traces of the founding moment of one of the oldest capital cities of Europe. I look for Vikings. These traces lead me to times almost three thousand years ago. Every section of the Opera House, its front, indoor sections, surroundings, roof, is filled with people. There are people cooling down their feet in sea water. Others watch the photography exhibition on seafront.Yet others form a queue to buy tickets... From art to tourism, this is as function as a building can get. The view from the roof shows that more than half of the city’s landscape is formed by lakes and forests.


Bir sonraki rotam, şehri adeta ikiye ayıran Nylandsveinen Caddesi; yukarıya doğru yürüyorum. Yürüdükçe karşılaşılan ilginç sokak ressamları, müzik grupları, gösteriler yolu panayır yerine çevirmiş. Eğer hava da güzelse bu yürüyüşün gerçek bir festivale dönüşmesi için hiçbir engel yok. Arka arkaya karşıma çıkan parklarda dinlenmekle aylaklık arasında kısa süreli duruşlar, çevreyi izleme beni şehre daha çok yakınlaştırıyor. Gözümü kapatıp, 1953 senesinin bir yaz akşamı şehrin içinde dolaştığımı düşünmeden edemiyorum. Acaba o yıllarda bu park var mıydı? İnsanlar yine güneş azıcık yüzünü gösterdiğinde yaz tatiline çıkmışcasına mı davranıyorlardı?

I then go to Nylandsveinen Avenue, the avenue that almost divides the city into two. As I walk, I see interesting street painters, music bands and performances, turning the avenue into a carnival site. Especially when the weather is fine, there is nothing stopping people from making this a true carnival. I make brief stops at parks that I encounter on my way where I am in a state between resting and dozing. As I look around me, I feel even closer to the city. I cannot help but close my eyes and imagine that I was wandering in the streets of the city in a summer evening in the year 1953. Was this park here even then? Were people behaving as if the time for a summer vacation arrived whenever the faintest sunlight fell upon the city?

Sokak aralarında dolaşırken karşıma çıkan yüz, yüz elli yıllık evler binalar arasında bazıları var ki, unutulacak gibi değil. Bazı evlerin araba park yeri bile yemyeşil çimlerin üstünden geçen bir yol görünümünde, tıpkı bir köy havasında. Oslo’nun neden dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olduğunun altındaki gerçek aslında sunulanlarla da bağlantılı. Çoğu müzenin giriş ücreti yok, bütün şehir açık hava müzesi gibi heykeller ve diğer sanat eserleriyle bezenmiş. Her yerde sürekli olarak fotoğraf ve resim sergileri mola yerlerimiz. Bunların arasında söz edilecek çok yer var ama yine de Nobel Barış Müzesi’nin güncelliği ve etkileyici sergilerine ayrı bir bölüm ayırmak gerekiyor. “Be Democracy’’ sergisinin etkisiyle devam ediyorum şehir yürüyüşüme.

Some buildings that are one hundred or one hundred and fifty years old which I encounter as I wander among the streets are truly unforgettable. Even the parking areas of some houses are green, a view reminiscent of a country house. One of the reasons that make Oslo one of the world’s most expensive cities arise from what is being offered. There are no entry fees for most of the museums. Filled with sculptures and other works of art, the city looks like an open air museum.There are photography and painting exhibitions all around the city where I find the opportunity to take short breaks. Many of these exhibitions deserve a closer look, but the contemporary significance and influence of the exhibitions at Nobel Peace Museum necessitate a closer appraisal of this museum. Inspired by the exhibition titled “Be Democracy”, I continue to walk around the city.

69


Nobel Barış Müzesi’ni geçince karşımızda marina yer alıyor. Dinlenmek, atıştırmak ve bir şeyler içmek için bulunmaz bir bölge. Tüm Oslo halkı marinanın modern mimarisi içinde yürüyüşte sanki. Marinanın sonuna doğru bu kez sular içinden geçen şehir görüntüsüyle modern Oslo, güzelliğinin farkındaki bir kadın edasıyla karşımıza çıkıyor. Her yapı ayrı bir stil, su üstüne kurulmuş farklı farklı binaların arasındaki uyumla bütünleşmiş bir bölge. Müzesinden heykeline kadar hiçbir şey unutulmamış. Oslo etkilemeye devam ediyor. Astrup Fearnley Müzesi bu bölgenin dünyaya açılan bir başka yüzü ya da dünyadan buraya gelen bir nefes. Birçok yerde görüldüğü gibi betonla ahşabın güzel uyumunun arasına su sesleri serpiştirilmiş. Hem Norveç hem de uluslararası bienal sergileri Oslolularla buluşuyor bu mekânda. Oslo’nun eski tarihi küçük merkezinin yanından ilerleyince şehrin askeri gelişiminin anlatıldığı, savaşlarının ve önemli tarihi dönemlerinin geçtiği surlar arasındaki bölgesinde tarihe tanık oluyorum. Bir yandan da yılın bu döneminin bir modern sergisi beni kafamda Oslo’yu tek sözcükle nasıl tanımlarım arayışına sokuyor. Bu soruyu şehirde bulunduğum günler boyunca soruyorum kendime. Sonunda bana doğru gelen sözcüğün “çeşitlilik’’ olduğuna karar veriyorum. Birçok şey birbirini rahatsız etmeden konumlanmış şehirde. Norveçlilerle göçmenler, tarihi yapılarla modern eserler, yılın uzun dönemlerinde süren gri hava ile rengârenk ışıklı binalar ve daha birçok şehir unsuru...

70

Opposite the Nobel Peace Museum is the harbour. A great place to rest, have a bite or have a drink. It feels like the whole population in Oslo are walking inside the modern architecture of the harbour. The view of the city passing through the water as I walk towards the end of the harbour is so fascinating that modern Oslo faces us like a woman highly conscious of her beauty. Every building has its own style, yet they come together to create a site of harmony rising between different buildings built on water. From museum to sculpture, everything has their place for a reason. Oslo continues to inspire. Astrup Fearnley Museum is another place where Oslo presents itself to the world or rather where the world breathes itself into Oslo. The harmonious coexistence of concrete and wood seen in many parts of the city is accompanied by the sound of water stream. In this venue, both Norwegian and international biennale exhibitions are displayed for the taste of the people of Oslo. As I walk parallel to the small old city center of Oslo, I also witness the history of the walled section of the city where the stories of the military development, wars and important historical periods of Oslo are told. A question is on my mind thanks to a modern exhibition displayed in this time of the year: How can I define Oslo with a single word? I keep asking the same question on the days I spend in Oslo. Then I decide that the most appropriate word would be “diversity”. Everything has their place in this city without disrupting the existence of everything else. Norwegians and migrants, historical sites and modern constructions, the gray weather of the longest periods of a year and colourful, shiny buildings and many other elements of the city all coexist...


Bir heykel şehrindeyim ve yol beni yine uzun, zevkli bir yürüyüş sonunda Vigeland Park ile buluşturuyor. Parkın girişindeki Çek Cumhuriyeti Orkestrası’ndan harika bir karşılama yapılıyor. Ritmik ezgiler arasında ilerleyerek Vigeland’in ana yoluna döndüğümde adeta donuyorum karşımdaki görüntüden. Yüzlerce insan bana bakıyor, her biri farklı figürlerde, hiç görmediğim heykel türleri bunlar. Yine bir şehrin insanına sunabileceği özel lezzetlerden birinin ücretsiz şekilde gezilebilmesinin şaşkınlığı içinde saatlerce Vigeland’in sessiz ama kimi zaman duruşlarıyla haykıran sakinleri arasında ilerliyorum. Her heykel dile gelip Oslo’yu anlatmak istercesine bakıyor yüzüme, bazen yanlarında otururken kimi zaman da gözlerimi kaçırıyorum bu dondurucu bakışlardan. Vigeland için söylenebilecek çok şey var ama bu yaratıcı sanat bahçesinin doyasıya tadını çıkarmak kesinlikle Oslo’nun olmazsa olmazlarından. Saat kaygısı olmaksızın geçirilmeli zaman orada; çimlere yatılmalı, banklarda oturulmalı ve heykeller izlenmeli. Bebekliğinizi görebileceğiniz gibi yıllar sonrasının hüzünlü ve düşünceli duruşunuzla da karşılaşabilirsiniz.

This is a city of sculpture and after a long, pleasant walk, I encounter the Vigeland Park. At the park’s entrance, there is a wonderful welcoming ceremony performed by the Orchestra of the Czech Republic. I walk amidst rhytmic melodies and turn to the main street of Vigeland. I am mesmerized by what I see. Hundreds of persons look at me, each one of them with different figures, all sculptures of the kind I have never seen before. Surprised by the fact that this special taste that the city offers to its visitors can be experienced free of charge, I walk among the silent yet sometimes loud occupants of Vigeland. It is as if each sculpture looks at me in the eye, willing to tell something. I sometimes try not to meet their eyes as I sit next to one of these figures with icy looks. There are many things one can say about Vigeland. This creative garden of art is one of the most indispensable experiences offered by Oslo. A visitor should spend time there without any concern for the passage of time. She should lay down on its green grass, sit down on its benches and watch the sculptures. You can find a sight from your childhood or a gloomier, more reflective sight of your elderly years.

71


Oslo beni hayatımın değişik anıları içerisinde dolaştırırken bir yandan da küçücük bir çocukken annemden dinlediğim o yeşil anılarla bugünümü birleştirdi. Eksik kalan yapbozun parçası bulunmuş gibi oldu. Bu kez de Oslo’nun bir hayli modern otobüs terminalinden İsveç’e hareket ederken yüzümde alışılmadık bir gülümseme vardı. 1953, annem ve ben 2014’te Oslo’da buluştuk. Annem, ‘Bakalım anılarımı anlattığım gezme sevdalısı küçük oğlum Oslo ile ne zaman tanışacak; Vigeland’in heykelleri arasında benim yüzümü hangi heykele benzetecek?’ diyormuş gibi…

72

Oslo offered me a travel between my life’s different sites of memory and carried the green memories of the stories that my mother told me when I was a small child to present times. It felt like I found the missing piece of the puzzle.There is an unexpected smile on my face as I take a bus from the highly modern terminal in Oslo to Sweden.The year 1953, my mother and I came together in Oslo in 2014. It was as if my mother was saying, “Let us see how my little son, a passionate traveller, with whom I shared my memories will meet Oslo and on which sculpture of Vigeland he will find my face...”


73


SAĞLIK / HEALTH

Kolan British Hospital’den SPORCU SAĞLIĞI VE ETKİN SAĞLIK HİZMETLERİ

Kolan British Hastanesi Başhekimi, Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı, Op. Dr. Harun Gülmez Kolan British Hospital Director, Cardiovascular Surgeon, Op. Dr. Harun Gülmez

K

uzey Kıbrıs’ta hizmet vermeye başladığı günden beri spor alanında hem sporcular hem kulüpler hem de federasyonlarla işbirliğini sürdüren Kolan British Hospital ekibi, bu süreçte sadece sporcu sağlığı ile ilgili değil sporcuların sağlıklı beslenme, sakatlıklar ve ani ölüm riski taşıyan durumlara karşı bilinçlendirilmeleri konularında da ülke sporuyla sporcusu adına etkin bir rol üstleniyor. Kolan British Hospital Başhekimi Op. Dr. Harun Gülmez, sporcu sağlığı ve bu çerçevede koruyucu hekimlik hizmetleri konusundaki sorularımızı yanıtladı. Sporun hangi dallarına hizmet veriyorsunuz? İlk önce Futbol Federasyonu’yla başlayan sonra Triatlon, Bisiklet, Hentbol, Fitness ve Vücut Geliştirme Federasyonu ile devam eden bir süreci yaşadık. Sporcuları sağlık kontrolünden geçirmek, olası sakatlanma ya da sakatlık riski ve hayati risk sıkıntılarına karşı uyarmak, kendilerini nereye kadar zorlayabileceklerinin limitlerini onlara göstermek ve spor yaparken sakatlanma riskini ortadan kaldırmak için bir çalışma başlattık. Bu çalışma birinci yılın sonunda meyvelerini verdi ve federasyon önümüzdeki sezon için Süper Lig, 1. ve 2. Ligleri kapsayan sözleşmeyi uzatmayı talep etti.

74

K

olan British Hospital team started to provide services since the day Northern Cyprus has been in the sports field, clubs as well as the federation continued the cooperation with the Kolan British Hospital team. In this process, not only raising awareness for athletes with healthy nutrition and injuries, but also raising awareness in the country against sudden death risk cases for the athletes on behalf on activated a role. Kolan British Hospital Vice Doctor Op.Dr. Harun Gulmez, in this context, have answered our questions about services on preventive medicine and sports medicine. Which branch of sport can you serve to? First of all the football federation after starting out triathlon, handball, cycling, fitness and bodybuilding federation lived with an ongoing process. Athletes pass health checks to prevent the risk of injury or disability, where they may be forced to show there limits of youth and sports while eliminating the risk of injury. At the end of the first year of this study we found it went successfully well to the federation’s super league next season, covering the first and second league contract extension has requested.


From Kolan British Hospital Sports health and active health services

Koruyucu çalışmalar bağlamında belirgin olarak ne tür uygulamalar yapıyorsunuz? Bir sporcu sağlığı ünitemiz var. Bu ünite içerisinde kardiyoloji, dahiliye, fizik tedavi, ortopedi, fizyoterapi ve sağlıklı beslenme ve diyet uzmanlarımız yer alıyor. Kişilerin yaptığı spora yönelik olarak sakatlanma olasılığı içeren faktörler hepsinde farklıdır. Spor dallarına ve kişiye göre kondisyon değerlendirilmesi, beslenme alışkanlığı farklıdır. Spor yapan bir kişi harcadığı efora göre enerji almak, ona göre enerji tüketmek durumundadır. Sporcunun eklemleri, kemik sağlamlığı, direnci ona göre olmak zorundadır. Diz rahatsızlığı, kalça problemi olan kişi, belki çok rahat yüzebilir ama futbol oynayamaz. Omurga problemi olan kişi yüzebilir, bisiklete binebilir ama halter kaldıramaz. Dolayısıyla kişileri bu olasılıklar dahilinde risklere karşı uyarmak bizim görevimizdir. Yine kalp kapakçığı problemi olan, kalp damarlarında tıkanıklık olan kişi futbol oynayamaz. Kimseye bunu yapmayın demiyoruz ama uyarmak onlara sınırlarını göstermekle yükümlüyüz.

What kind of work are you doing in the significant context of protective application? We have a sports medicine unit, in this unit we have cardiology, internal medicine, physical therapy, orthopedics, physiotherapy and include healthy eating and dietician experts. The chances of injury are different depending on eating habits of the sport personals and fitness evaluation depends on the persons’ eating habits as well. A person engages in sports to expend energy equal to the amount he consumes. Athlete’s joints and bones resistance and strenght must be in accordance. People with hip and knee problems, maybe be able to swim but cannot play football. People with spine problems can swim, ride a bike, but can not afford to use dumbbells. Therefore people within these possibilities are with heart valve problems and blocked heart vessels shouldn’t play football. We do not tell anyone not to do it, but we are obligated to warn them about the limits.

75


KIBRIS MUTFAĞI / CYPRUS CUISINE

SULU MUHALLEBİ WATER PUDDING Malzemeler (4 Kişilik) Nişasta Su Gül şurubu ya da toz şeker

Ingredients (for 4 persons) Starch Water Rose syrup or granulated sugar

Hazırlanışı Bir bardak suya bir çorba kaşığı nişasta ölçü alınarak istenen miktarda tencere içinde kısık ateşte karıştırmak suretiyle muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilen ana malzeme geniş ve derin bir tepsi içine dökülüp yayılarak soğumaya bırakılır. Soğuduktan sonra üst tabakasında kuruma oluşmaması için bir miktar su eklenerek buzdolabına konan muhallebi, özellikle yaz aylarında serinletici yanıyla tercih edilen tatlılardandır. Kaşık yardımıyla küçük parçalar halinde çukurca tabaklara konan muhallebi, üzerine tercihen gül şurubu ya da toz şeker gezdirilerek ve soğuk su ilave edilerek servis edilir.

Directions A glass of water for a spoonful of starch is the basic proportion used in cooking water pudding. Water and starch of desired amount are mixed and stirred over low heat until they become pudding-thick. The resulting main ingredient is then spread inside a large and deep tray. When it cools down, a small amount of water is placed on top of the mix so that it does not become too dry. The mix is then placed inside the fridge. This dessert is especially preferred during hot summers for its refreshing taste. Water pudding is then placed in soup plates with the help of a spoon. It can be served by putting some rose syrup or granulated sugar on top and by adding some cold water.

Afiyet olsun. 76

Tatlı Tarifi / Recipe by Emine Çakmak

Bon appétit.


77


GECE & GÜNDÜZ / DAY & NIGHT

78


Salamis Hotel & Casino’dan Yaz Defilesi Moda tasarımcısı Cihan Narcar’ın mayo ve bikini tasarımları beğeniyle izlendi

Summer Fashion Show at Salamis Hotel & Casino Swimsuit and bikini designs by the fashion designer Cihan Nacar received great acclaim

T

ürkiye’nin genç moda tasarımcılarından Cihan Nacar’ın tasarladığı mayo ve bikiniler Salamis Hotel & Casino ve La Boutique markası tarafından düzenlenen 2014 Yaz Defilesi/ Fashion Show’da tanıtıldı.

Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarım Bölümü’nden mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda Tasarım Bölümü’nde yüksek lisans yapan Cihan Nacar 1984 doğumlu.

S

wimsuits and bikinis designed by Cihan Nacar, a young fashion designer from Turkey, were introduced at the 2014 Summer Fashion Show organized by Salamis Hotel & Casino and brand La Boutique .

Cihan Nacar, born in 1984, graduated from the Department of Textile and Fashion Design at the Faculty of Fine Arts at Çukurova University and then completed his postgraduate studies at the Department of Fashion Design of the Faculty of Fine Arts at Marmara University.

79


80

Tasarımcı 2007-2010 yılları arasında birçok marka için mayo tasarladıktan sonra kendi mayo markasını yarattı.

After designing swimsuits for several brands between the years 2007 and 2010, Nacar created his own swimsuit brand.

Salamis Hotel & Casino davetlilerinin beğeniyle izlediği defilede Cihan Nacar’ın tasarladığı mayo ve bikiniler davetlilerden tam puan aldı.

The fashion show and the swimsuits and bikinis designed by Cihan Nacar received great acclaim from the guests at Salamis Hotel & Casino.


81


TELSİM’DEN ABONELERİNE BÜYÜK AVANTAJ

A GREAT OFFER TO TELSİM SUBSCRIBERS TELSİM’DE AKILLI DEĞİŞİM ZAMANI TIME FOR SMART CHANGE AT TELSİM

TELSİM’E ESKİSİNİ GETİREN YENİSİNİ GÖTÜRÜYOR BRBRING THE OLD TO TELSİM AND TAKE THE NEW TO HOME 82


obil iletişim sektöründeki çalışmalarıyla Kuzey Kıbrıs’ta ilklere imza atan Telsim, abonelerine büyük avantaj sağlayacak bir kampanyaya daha imza atıyor. Müşterilerine her zaman kendini özel hissettiren kampanyalar hazırlayan Telsim bir yeniliği daha müşterilerinin hizmetine sundu.

M

T

Telsim, abonelerine eski cihazlarını getirmeleri durumunda, yeni bir cihazı indirimli alma imkânı sunuyor.

Telsim is offering its customers to bring their old devices and thereby have the opportunity to buy a new device with discount.

Kampanya kapsamında, Telsim abonelerinin eski telefonları 650 TL’ye kadar alınıyor ve yerine en son teknoloji bir mobil cihaz veriliyor. Telsim müşterilerine eski telefonlarının marka ve modeline göre belirlenen alış tutarı kadar faturalarından indirim uygulanıyor. Bu sayede, eski telefonlarını değerlendirme ve yenileme imkânı bulan Telsim müşterileri en son teknoloji bir mobil cihaza sahip olabiliyor. Eski cihazlarını yenileme imkânı bulan Telsim müşterileri, Telsim’li olmanın ayrıcalığını yaşıyor.

The campaign allows Telsim subscribers to exchange their old phones for prices up to 650 TL and buy a mobile device of the latest technology in their stead. Telsim is offering discounts to its customers worth the price of their old phones, a price varying with brand and model. In this way, Telsim customers have the chance to make a final use of their old phones and purchase new mobile devices offering the highest technology. With the opportunity to renew their devices, customers experience the privilege of being Telsim subscribers.

Kampanya kapsamında RED Classic, RED Premium, RED Elite, Özgür 400, Özgür 600, Özgür 900, Özgür 2000 ve Özgür Dünya tarifelerini kullanan aboneler en son teknoloji telefonlardan Samsung Galaxy Note3, Samsung Galaxy S5, Samsung Galaxy S4, iPhone 5s, iPhone 5c ve Vodafone Smart modellerinden birinin sahibi olabiliyor. Kampanya ile ilgili açıklamada bulunan Telsim Ürün ve Servisler Müdürü Murat Ustacan, “Bu kampanya ile abonelerimize hem eski cihazlarını değerlendirme imkânı sunuyor hem de eski cihazlarının geri dönüşümüne olanak sağlıyoruz” dedi. Telsim’in çevreye duyarlılığını bu hizmetle bir kez daha vurguladığına dikkati çeken Ustacan, ”Bu kampanya ile hem müşterilerimizin ekonomisine hem de ülke ekonomisine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz” dedi. Kampanya hakkında detaylı bilgi edinmek isteyenler en yakın Telsim Shop’a uğrayabilir veya www.kktctelsim.com adresini ziyaret edebilir.

elsim, the company behind many innovative initiatives in the mobile communications sector in Northern Cyprus, is making a great offer to its subscribers and promoting yet another campaign. Telsim keeps introducing campaigns that make customers feel special and it is now offering another novelty for them.

The campaign allows subscribers using RED Classic, RED Premium, RED Elite, Free 400, Free 600, Free 900, Free 2000 and Free World plans to have the state-of-the-art telephone models including Samsung Galaxy Note3, Samsung Galaxy S5, Samsung Galaxy S4, iPhone 5s, iPhone 5c and Vodafone Smart. In his statement concerning the campaign, Murat Ustacan, the Product/Service Manager at Telsim, said, “The campaign offers our subscribers the chance to both make use of their old devices and recycle them”. Ustacan emphasized how this latest service provided by Telsim once again attests to the company’s environmental awareness and said, “With this campaign, we aim to contribute to both our customers’ budget and our national economy”. For detailed information about the campaign, visit a Telsim Shop near you or visit www.kktctelsim.com

83




GURME / GOURMET

Eşsiz Manzarası ve Otantik Çin Yemekleri İle Dikkat Çekici Remarkable With Its Unique View and Authentic Chinese Food 86


Reha Arar rehaarar@hotmail.com

1

986’den bu yana asıl işi zeytinyağı fabrikatörlüğü olan Mustafa Kanbur’un Girne’de açtığı, modern Çin-Japon lokantasındayız. Laughing Buddha Chinese Restaurant, Avrupa’da, Amerika’da veya Çin’de gördüğümüz kapalı mekânlardaki Çin lokantalarından biri değil. Restoranın, bizi Kuzey Kıbrıs’ın Beşparmak Dağları’ndan Girne’nin engin sularına kadar götüren muhteşem bir manzarası var. Yemek mi manzara mı diye sorulacak olsa; belki önce manzara, sonra yemek diyebiliriz… Hele hava güzel ve serinse önceliği kesinlikle restoranın manzarasına verebiliriz. Bu nedenle Laughing Buddha’ya gelecek olan misafirlere gün batımını kaçırmamalarını ve Akdeniz’in üzerindeki o muhteşem güneşin batışını seyretmelerini öğütlüyorum.

W

e are at the modern Chinese-Japanese restaurant opened in Girne by Mustafa Kanbur, an olive oil producer since 1986. Laughing Buddha Chinese Restaurant is not like indoor Chinese restaurants usually seen in Europe, America or China. The restaurant has a fascinating view of the Beşparmak Mountains and the shoreline of Girne. If one has to choose between the food and the view, I would probably have to say the view comes first... The view is of prior consideration especially when the weather is fine and cool. I highly recommend the visitors to come to Laughing Buddha to enjoy the fabulous Mediterranean sunset. 87


Aslında restoranı çok renkli bir kompleks olarak nitelendirmemiz daha doğru olur. Çünkü mekânın hemen altında, Kıbrıslı gençlerin gözdesi, turistlerin ise hayranlıkla izledikleri Kıbrıs’ın en iyi eğlence mekânlarından biri, ‘Almahara’ yer alıyor. Almahara’yı uzun yıllardır, o güzel avizesinden tanıyorum. Tıpkı Bodrum’un ‘Pink’i gibi… Hangisinin hangisinden bu konsepti aldığını bilmiyorum ama ikisinin de konsepti hoş, güzel ve çekici. Tekrar konumuza dönelim ve Mustafa Bey’in ağzından Çin mutfağıyla ilgili birkaç detayı okuyucularımızla paylaşalım: Mustafa Kanbur, ‘Çin mutfağı diyet bir mutfaktır. Çin restoranı olarak en büyük çabamız, yağ kullanmadan misafirlerimize sağlıklı gıda sunmaktır’ diyor. Bir zeytinyağı fabrikatörünün bu bağlamdaki ifadelerinin ne kadar gerçeği yansıtabileceğini okuyucularımın takdirine bırakıyorum! Espri bir yana, Mustafa Bey aslında uzun yıllardır bu mesleği icra ediyor. 1997 yılına dek kardeşi ile birlikte; 1997’den sonra ise kendi başına lokantasını işletiyor. Ama zeytinyağı fabrikatörlüğünü hiç bırakmamış. Ancak restoranda genellikle ayçiçek yağı kullanılıyor çünkü Çin mutfağının en önemli unsurlarından biri, ayçiçek yağı.

It would be more appropriate to describe this restaurant as a multifaceted complex since ‘Almahara’, one of the best entertainment venues of Cyprus, much preferred by youth and well appreciated by foreign visitors, is right below the restaurant. For many years, Almahara has caught my attention with its beautiful chandelier. Just like ‘Pink’ in Bodrum... I don’t know which one of these venues originally developed this idea. Still, this is a pleasant, beautiful and interesting concept. Let us return to the subject and share with our readers a few important details about Chinese cuisine given by Mr. Kanbur: ‘Chinese cuisine is a light cuisine. Our most important effort is to offer our guests healthy food free of fat’, says Mustafa Kanbur. I would leave to my readers’ conscience to assess the truth behind these words of an olive oil producer! Mr. Kanbur has been in this business for long years. Until 1997, he worked together with his brother. From 1997 onwards, he had his own place. Nevertheless, he never gave up producing olive oil. Still, mainly sunflower oil is used in the restaurant because this is one of the most important ingredients of Chinese cuisine.

88


Restoranın müdavimleri arasında Avrupa ve Amerika’da eğitim görmüş Kıbrıslılar başı çekiyor. Haftanın belirli günlerinde, sistematik şekilde buraya gelip yemek yiyen çok fazla müdavim var. Tabii Ada’yı ziyaret eden turistler de restorana geliyor. Çin lokantalarının tüm dünya genelinde konsepti olan set menü ve fiyatı gözüme ilişiyor. Bir insanın çok rahatlıkla doyabileceği bir set menü kişi başı 65 TL. Laughing Buddha’da şarap fiyatlarının son derece makul ölçülerde oluşu da dikkat çekici. Şaraplar neredeyse market fiyatının üzerine küçük bir lokanta farkı konularak misafire sunuluyor. Bir müşterinin içki dahil, ortalama ödeyeceği rakam ise 100-110 TL civarında. Önümüzdeki günlerde suşi servisine de başlayacak olan restoran, böylelikle Japon mutfağının suşi gibi yaygın bir lezzetini de menüsüne katacak.

Among those frequenting the restaurant are mainly those Cypriots who received their education in Europe and America. There are many frequent customers who continuously visit the restaurant on specific days of the week. Of course, many tourists visiting the island come to Laughing Buddha as well. The set menu concept that prevails in Chinese restaurants all over the world draws my attention.The price of a set menu, with quite satisfactory portions, is 65 TL per person. Another remarkable detail is the convenient wine prices at Laughing Buddha. Wines are offered to guests with prices that are only a bit higher than their market prices. A customer will probably pay around 100-110 TL, including drink. Soon, the restaurant will also be serving sushi and thereby enrich its menu with a popular taste of the Japanese cuisine.

89


Restoran menüsünde Çin mutfağının zengin çeşitlerinden pek çok yemek var. Başlangıçlar, çorbalar, salatalar, özel sepetiyle gelen Dim-sum çeşitleri, Çin mutfağının olmazsa olmazı ördek; dana, tavuk, domuz ve deniz mahsulleriyle yapılan Uzak Doğu spesiyallerinin yanı sıra bitkisel yemekler, pirinç ve noodle çeşitleri de menüde yer alıyor. Restoran müşterilerinin en çok tercih ettiği yemek ise Pekin ördeği. Pekin ördeğinin makbulü soğuk iklimde yetişeni… Soğuk iklimde yetişen ördeğin derisi kalınlaşır; eti ise yumuşar. Sıcak iklimde yetişen ördeklerin derisi ince; eti kaslı ve sert olduğu için restoran görece soğuk iklime sahip, özellikle Kuzey Avrupa’da yetiştirilmiş, ithal ördek satın almayı tercih ediyor. Çin’den özel olarak getirilen fırında ördeği yapan Laughing Buddha’nın Çinli şefleri ördeği haşlama ya da buharda da pişiriyor. Ördek, kemiğinden ayrılmış, yeşil soğan ve salatalık eşliğinde sunuluyor. Tadı ve sunumu enfes…

The menu offers a rich variety of options from the Chinese cuisine, including, starters, soups, salads, Dim sum varieties in their special baskets, duck, i.e. the sine qua non of the Chinese cuisine, Far Eastern specialties made with beef, chicken, pork and seafood as well as many types of vegatarian, rice and noodle dishes. The specialty most preferred by the restaurant’s customers is Peking duck.The best taste requires using the ducks raised in cold climates... Such ducks have thicker skins and softer meat. In contrast, ducks raised in hotter climates have thinner skins and more muscular, therefore tougher meat. So, the restaurant prefers to import ducks raised in Northern Europe in countries with cold climates. Cooked in a special oven brought from China, the duck is either boiled or steamcooked by the Chinese cooks of Laughing Buddha. The duck is served fillet, with green onions and cucumber. It is incredibly delicious. Its presentation looks perfect...

90


Tatlılar arasında Çin mutfağına özgü kızarmış muz, kızarmış elma ve kızarmış ananas göze çarpıyor. Kızarmış muz, hamura sarılarak ve kızgın yağda tempura gibi kızartılarak yapılıyor. Üzerine bal, yanına dondurma, üstüne dövülmüş taze badem ve istenirse susam koyularak servis ediliyor. Kızarmış elma ve ananas da aynı şekilde sunulabiliyor. Yağda kızartılmış dondurma da bal, badem ve susamla birlikte sunuluyor. Ayrıca Çin mutfağına özgü komposto türlerinden biri olan liçi kompostosu da piyasada taze liçi meyvesi bulunduğu zaman alınarak yapılıyor ve müşterilere sunuluyor.

Desserts include other Chinese specialties like fried banana, fried apple and fried pineapple. Fried banana is made by deep-frying banana inside a roll of dough like tempura. It is topped with honey and served with ice cream on the side. If preferred, crunched fresh almonds or sesame can be added on top. Fried apple and fried pineapple are prepared in much the same way. Fried ice cream, too, is served with honey, almonds and sesame. When available on the market, lychee is used to prepare lychee composte, another specialty of the Chinese cuisine.

91


Otantik tatların kitapta yazıldığı gibi yapılmasından yanayım. Bazen Türk ağız tadına uygun olarak pişirme tekniklerinde bazı işlemler yapılsa da, otantik tatların reçetesine uygun pişirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Laughing Buddha manzarası ile ziyaret edilecek, oldukça leziz ve otantik yemekleriyle keyif alınacak bir mekân… Restoran: Laughing Buddha Chinese Restaurant Sahibi: Mustafa Kanbur Ortalama Kişi Başı Fiyat: 65 TL/İçki dahil 100 TL

I myself prefer that authentic tastes are prepared by the book. Although sometimes Turkish cooking techniques are used to make the food more suitable for local taste, I believe that authentic dishes should be prepared in accordance to their original recipes. Laughing Buddha is a very lovely venue with its delicious and authentic foods and beautiful view... Restaurant: Laughing Buddha Chinese Restaurant Owned by: Mustafa Kanbur Average Price Per Person: 65TL or 100TL including drink

92



GURME / GOURMET EXTRA

Red Lobster Alsancak: 0 392 821 22 56 0 542 883 54 98 Red Lobster Harbour: 0392 815 49 19

94


Girne Limanı’nda Red Lobster Harbour Restoran Açıldı Red Lobster Restoranlar Zinciri’ne Dönüşüyor Red Lobster Harbour Restaurant at Girne Harbour Is Now Open Red Lobster Is Becoming a Restaurant Chain

R

ed Lobster Alsancak, Girne Limanı’nda tüm hizmetiyle ve kalitesi ile birlikte hizmete girdi.

22 yıl yurt dışında balık mezesi üzerine uzmanlaşan iş sahibi Erol Canseç Alsancak şubesindeki kalitesini Girne Liman Restoranı’nda sunmaktan gurur duyuyor.

R

ed Lobster Alsancak is now open at Girne Harbour with its already established quality service.

Erol Canseç, the manager who had become an expert on fish appetizers throughout his 22 years of experience abroad, proudly presents the quality accomplished at the Alsancak branch in the newly opened Girne Harbour Restaurant.

Balıktan öte inanılmaz deniz ürünleri üzerine uzmanlaşmış, kendine özgü lezzetler yaratan menüsü ile Red Lobster damağınızı şenlendirecek.

Red Lobster will redefine your taste in food with its menu filled with original dishes and specialized in seafood beyond regular fish meals.

Red Lobster’da başlangıç olarak sevdiklerinizle paylaşabileceğiniz meze çeşitleri servis ediliyor. Özenle seçilmiş leziz mezeler; balık ve kabuklu deniz ürünleri ve canlı istakoz gibi seçeneklerle birlikte sunuluyor.

At Red Lobster, a wide variety of appetizers and starters which you can share with your loved ones are served. These meticulously prepared delicious appetizers are served alongside several seafood options including fish and shellfish varieties and fresh lobsters.

Girne Red Lobster aynı zamanda Girne limanı girişinde nefes kesen, Girne’nin en güzel manzarasına da sahip.

Girne Red Lobster has a beautiful location at the entrance of Girne harbour with one of the most breathtaking views of Girne.

Red Lobster’da yemek, eğlence ve ambiyans bir arada bulunuyor.

Red Lobster brings fine food, joy and ambiance together.

Red Lobster’da her şey birbiriyle uyum içinde...

At Red Lobster, everything is in harmony and in its right place...

95


THE

Local and International Cuisine

Steak ve Bal覺kta Lezzet Yaratan Restaurant The Restaurant With Remarkable Tastes in Steaks and Fish

96


G

C

irne Karaoğlanoğlu’ndaki Carpenter’s Restaurant lezzetli steak ve balık çeşitlerinin yanı sıra sıcak dekoru ve kır bahçesini andıran dış yemek ortamı ve restoranın yanındaki geniş park yeri ile dikkat çekiyor.

arpenter’s Restaurant, located in Karaoğlanoğlu, Girne, is a remarkable place, distinguished by its delicious steak and fish menu, warm atmosphere, outdoor area with a beautiful garden and a wide parking area right next to the restaurant.

Kemal Özerce tarafından işletilen mekanda Özerce’nin steak ve et yemeklerinde kullandığı etlerin taze ve yerli olmasına dikkat ettiği, özenle seçilen etleri dinlendirmesi ve marine ettiği biliniyor.

The manager of Carpenter’s Restaurant is Kemal Özerce who makes sure that the meat used in steak dishes is fresh, local, properly aged and marinated.

Carpenter’s Restaurant’ın ülkenin en iyi steak ve balık menülerinden birini sunmasının en önemli nedeni, yemek malzemelerinin seçiminde ve dinlendirilip marine edilmesindeki bu özen ve Kemal Özerce’nin tutkuyla farklı ve yeni lezzetler yaratmaktaki ustalığından ileri geliyor.

The most important reason why the Carpenter’s Restaurant has one of the best steak and fish menus in the whole country is the great care shown by Özerce in choosing the right ingredients and properly aging and marinating the food as well as his passionate and masterful pursuit of creating different and new tastes.

Adnan Damar Street No 13 Karaoğlanoğlu – Girne 0392-822 22 51 0548 891 37 92 E Mail: carpenters.restaurant@hotmail.com Web Site: www.carpentersrestaurant.com 97


Kıbrıs Türk Mutfağının Lezetli Yemekleri Santoria Tatil Köyü’nde Santoria Kıbrıs Geceleri’ne Yoğun İlgi Delicious Dishes of Turkish Cypriot Cuisine at Santoria Holiday Resort Santoria Cyprus Nights Receive Great Acclaim

6

0 yatak kapasiteli Santoria Tatil Köyü’nün her cuma akşamı düzenlediği Kıbrıs Geceleri büyük ilgi görüyor.

98

S

antoria Holiday Resort with its 60 bed capacity has been receiving great acclaim for its Cyprus Nights events organized every Friday night.

Kıbrıs Geceleri için özel olarak hazırlanan açık büfede börülce, mücver, kuru bakla, humus, yoğurtlu ezme, kabak, domatesli patlıcan, çiçek dolması, kısır, yaprak dolması, patates köftesi, patates salatası, yeşil salata gibi mezelerin yanı sıra pirohu, saç börek, molehiya, bulgur köftesi, ciğer, kuzu fırın kebabı, bulgur pilavı, ızgara köfte, şeftali kebabı ve diğer ızgara çeşitleri sunuluyor. Tatlılarda ise lokma, şammali ve saç katmeri enfes tatlarıyla dikkati çekiyor.

The open buffet offered on Cyprus Nights includes appetizers like black eyed peas, vegetable patty, broad beans, humus, yoghurt dip, squash, eggplant with tomato, stuffed squash blossoms, bulgur (cracked wheat) salad, stuffed vine leaves, potato meatballs, potato salad, green salad as well as pirohu (Turkish Cypriot ravioli), griddle pastry, molehiya, bulgur meatballs, liver, lamb kebab, bulgur pilaf, grilled meatballs, sheftali kebab and other grilled dishes. Among delicious dessert options are lokma, shammali and griddle katmer.

Her cuma saat 20:00’de başlayan Santoria Kıbrıs Geceleri’nde Kıbrıs Türk folklor ekipleri gösteri yapıyor ve gecenin sonunda sahne alan oryantal Shanelco kıvrak danslarıyla Santoria misafirlerini adeta büyülüyor.

Santoria Cyprus Nights start every Friday at 8.00 pm. As part of the event, Turkish Cypriot folk dancers give a performance and towards the end of the night, oriental dancer Shanelco takes to the stage and mesmerizes the guests of Santoria with her fascinating belly dance.


99


YİNE BURADA, AYNI SAATTE SAME PLACE, SAME TIME

Şirin ve dost canlısı Mekân’da Menü ve Sunum Beğeniliyor The Menu and Presentation at This Adorable and Friendly Venue is Highly Commended

Tel: 0 548 861 20 06 / 0 533 861 20 06

100


Y

eni işletme anlayışla tekrar sezona merhaba diyen The Lodge Restaurant & Bar, menüsündeki diğer seçeneklerin yanı sıra özellikle steak çeşitleri ile adından söz ettiriyor.

Başta İngiliz turistler olmak üzere pek çok yabancının ilgisini çeken mekânın başarısı mutfağının titizliğinden ve servisin hızından da kaynaklanıyor. İngiliz halkla ilişkiler görevlisi Venessa’nın sıcak ilgisiyle karşılanacağınız restoran, ahşap dekorasyonu ile misafirlerine yazlık kıyafetleri ile yemeklerini yiyebilecekleri rahat bir ortam sağlıyor. The Lodge Restaurant & Bar, a la cart restoranlarda deneyimleyebileceğiniz bir lezzet ve kalitede yemeklerini müşterilerine sunuyor. Steak, dana, tavuk ve domuz eti seçenekleri hem tatları hem de zarif ve özenli sunumları ile restoran müşterilerinin beğenisini kazanıyor. Restoranın bahçesindeki devasa ceviz ağacının gölgesinde, içinde nilüfer çiçekleri ve küçük, renkli balıkların yer aldığı havuz ve havuzdan akan su sesi ortama ayrı bir romantizm katıyor.

T

he Lodge Restaurant & Bar welcomed the summer season with a new management approach. The restaurant is highly commended thanks to the wide range of varieties offered on its menu and especially its steak dishes.

The achievement of this venue which has succeeded to attrach many foreigners, especially British tourists, results from the finesse shown by its kitchen and the quickness of the service it provides. At this beautiful restaurant, you will first encounter the warm reception of Venessa, an English public relations officer. The wooden decoration of the venue offers the guests a place where they can comfortably enjoy their meals with their summer outfits. The Lodge Restaurant & Bar presents its meals to its customers with a quality and taste experienced in a la carte restaurants. Among the customers’ favourites are a wide range of steak, beef, chicken and pork dishes with great tastes and elegant presentations. The sound of water flowing in the pond filled with lotus flowers and small, colourful fish under the shadow of the big walnut tree in the garden of the restaurant adds romance to the general atmosphere of the venue.

Restoranın bar bölümü ise yoldan geçerken uğrayabileceğiniz ve içkinizi yudumlayabileceğiniz bir rahatlık vadetmekle kalmıyor, keyifli sohbetlerinizi de kucaklıyor.

The bar section of the restaurant offers the comfort of stopping by for a drink or two and encourages friendly conversation.

The Lodge Restaurant & Bar’da 200 gr. steak yanında patates kızartması, garnitür ve pilavı ile birlikte 38 TL. Afiyet olsun.

AtThe Lodge Restaurant & Bar, the price of 200 gr. steak with French fries, garnish and rice is 38TL. Bon appétit.

101


PASSATEMPO DVD

Filmin Adı: Uzay Yolu – Bilinmeze Doğru Yönetmen: J.J. Abrams Oyuncular: Chris Pine, Zachary Quinto, Zoe Saldana Yapım Yılı: 2013 Türü: Aksiyon | Macera | Bilim Kurgu

Movie: Star Trek Into Darkness Director: J.J. Abrams Stars: Chris Pine, Zachary Quinto, Zoe Saldana Year: 2013 Genre: Action | Adventure | Sci-Fi

Konusu: Atılgan gemisinin mürettebatı, bir türlü durduramadıkları, dehşet saçan bir düşmanla karşı karşıyadır. Kaptan Kirk tek kişilik kitle imha silahını ele geçirmek üzere savaş alanındaki bir dünyaya gider.

Plot: After the crew of the Enterprise find an unstoppable force of terror from within their own organization, Captain Kirk leads a manhunt to a war-zone world to capture a one-man weapon of mass destruction.

Bu filmi izlemeniz için 4 neden: 1- Uzay Yolu – Bilinmeze Doğru, bu meşhur hikâyenin ana karakterlerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin olgunlaştığı, insanlığa dair sürükleyici bir macera olduğu için.

4 reasons to watch this movie: 1- Star Trek - Into the Darkness is mainly a fast paced action film interspersed with scenes of human interest which facilitates the deeper development of the main characters and their interrelationships.

2- Senaryo, yönetmenlik, sinematografi ve oyunculuk en azından bir önceki Uzay Yolu filmi kadar iyi olduğu ve hayranları hayal kırıklığına uğratmayacağı için. 3- En üst düzeyde aksiyon vadeden ve Uzay Yolu serisinin temel ilkelerini yeniden canlandıran bir Uzay Yolu filmi olduğu için. 4- Filmdeki hikâye, bir önceki filmdeki olaylardan bir yıl sonra gerçekleştiğinden, orijinal Uzay Yolu serisini aratmayan performanslar sergileyen aktörlerle, alternatif bir zaman boyutunda yepyeni maceralar vadettiği için.

102

2- The writing, direction, cinematography and acting were all at least as good as the last star trek movie so it wont disappoint the fans. 3- This is the most action-packed Star Trek movie ever, but at the end of the day, it’s also a reaffirmation of the core ideals of Star Trek. 4- The film picks up a year after the events from the prequel. It is an alternative time line to look forward to new stories with characters and actors whom do an excellent job closing the gap between the original Star Trek.


PASSATEMPO MÜZİK / MUSIC

Umut

Albayrak

1

U

4 Haziran 1982 tarihinde besteci, söz yazarı, karikatür sanatçısı ve siyasetçi bir babanın kızı olarak dünyaya gelen Umut Albayrak, sanatın farklı alanlarıyla yoğrulmuş çocukluk yıllarının ardından müziği hayatının ana ekseni yaparak yoluna devam etti. 9 Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Müzik Bölümü’nü bitirdikten sonra aynı üniversitenin müzikoloji bölümünde yüksek lisans yaptı. Halen aynı bölümde doktora çalışmalarını sürdüren genç sanatçı, ağırlıklı olarak Akdeniz müziği, tango, klasik müzik, dünya müzikleri gibi farklı türlerden müzikleri farklı dillerde seslendiriyor.

mut Albayrak was born on 14 June 1982 as the daughter of a composer, song writer, caricaturist and politician father. After her childhood shaped by different fields of art, she decided to lead a life in which music was at the centre of all things. She graduated from the Department of Music at the Buca Faculty of Education of Dokuz Eylul University. She then continued her postgraduate studies in musicology at the same university. The young artist currently continues her doctoral studies at the same department. Umut Albayrak sings many different kinds of music, including Mediterranean music, tango, classical music and world music in several languages.

Farklı orkestralar ve farklı konseptlerle müzikseverlerin karşısına çıkan Albayrak, bugüne kadar Ada dışında İngiltere, Avustralya, Belçika, Yunanistan, Türkiye ve Romanya’da daha çok barış temalı konserler verdi. 2003 yılında Zülfü Livaneli ile Maria Farandouri’nin ortak konserlerinde solist ve vokalist olarak aynı sahneyi paylaşan Umut Albayrak, 2005 yılında Ada’da en iyi ses sanatçısı seçilmişti.

Albayrak has so far performed with many different orchestras with different approaches. In addition to her concerts in the island, she gave many concerts in Britain, Australia, Belgium, Greece,Turkey and Romania, concert that were largely based on the theme of peace. In 2003, she shared the same stage as a solist and vocalist with Zülfü Livaneli and Maria Farandouri. Already in 2005, Umut Albayrak was selected the best singer of the island.

2006 yılında Kıbrıslı Türkçe Rock grubu SOS’le birlikte hazırladıkları Meydan Şarkıları ile 2007 yılında İngiltere’de yayımlanan “Gecenin Deli Dolu Rengi” adlı albüm çalışmaları olan Albayrak, son olarak babası, milletvekili Arif Albayrak’ın bu yılın mart ayında piyasaya çıkan “Bir Daha Sevemem” adlı şiirşarkı albümüne Sibel Tozakı ve Mustafa Tozakı’yla birlikte solist olarak katkı koydu.

Albayrak also took part in the recordings of the 2006 album called Square Songs prepared together with the Turkish Cypriot rock band SOS as well as the 2007 album “VivaciousColour of the Night” released in Britain. Most recently, she contributed as a solist, together with Sibel Tozakı and MustafaTozakı, to the poem and song album released last March and titled “I Cannot Love Again” of her father Arif Albayrak, a parliamenterian. 103


AJANDA / AGENDA

104


SİNEMA

CINEMA

RECEP İVEDİK 4 (+35 dakika)

RECEP İVEDİK 4 (+35 minutes)

LEMAR CINEPLEX AĞUSTOS AYI FİLMLERİ

Yönetmen: Togan Gökbakar Oyuncular: Şahan Gökbakar, İrfan Kangı, Cem Korkmaz Tür: Komedi Ülke: Türkiye 1 Ağustos

HERKÜL

Yönetmen: Brett Ratner Oyuncular: Dwayne Johnson, Ian McShane, Rufus Sewell Tür: Aksiyon - Fantastik - Epik Ülke: ABD 1 Ağustos

LİSELİ POLİSLER - 2

Yönetmen: Phil Lord, Christopher Miller Oyuncular: Channing Tatum, Jonah Hill, Peter Stormare Tür: Komedi, Aksiyon, Polisiye Ülke: ABD 22 Ağustos

LEMAR CINEPLEX MOVIES IN AUGUST

Directed By: Togan Gökbakar Cast: Sahan Gokbakar, Irfan Kangı, Cem Korkmaz Genre: Comedy Country: Turkey 1 August

HERCULES

Directed By: Brett Ratner Cast: Dwayne Johnson, Ian McShane, Rufus Sewell Genre: Action - Fantastic - Epic Country: USA 1 August

22 JUMP STREET - 2

Directed By: Phil Lord, Christopher Miller Cast: Channing Tatum, Jonah Hill, Peter Stormare Genre: Comedy, Action, Dedective Country: USA 22 August

105


106


UÇAKLAR SÖNDÜR VE KURTAR

Yönetmen: Roberts Gannaway Oyuncular: Dane Cook, Ed Harris, Julie Bowen Tür: Animasyon, Komedi Ülke: ABD 29 Ağustos

LUCY

Yönetmen: Luc Besson Oyuncular: Scarlett Johansson, Morgan Freeman, Min-sik Choi Tür: Bilimkurgu, Aksiyon Ülke: ABD, Fransa 8 Ağustos

CEHENNEM MELEKLERİ - 3

Yönetmen: Patrick Hughes Oyuncular: Sylvester Stallone, Jason Statham, Arnold Schwarzenegger Tür: Aksiyon Ülke: ABD 15 Ağustos

PLANES - FIRE & RESCUE Directed By: Roberts Gannaway Cast: Dane Cook, Ed Harris, Julie Bowen Genre: Animation, Comedy Country: USA 29 August

LUCY

Directed By: Luc Besson Cast: Scarlett Johansson, Morgan Freeman, Minsik Choi Genre: Sciencefiction, Action Country: USA, France 8 August

THE EXPENDABLES - 3

Directed By: Patrick Hughes Cast: Sylvester Stallone, Jason Statham, Arnold Schwarzenegger Genre: Action Country: USA 15 August

107


BULMACA / PUZZLE

LABIRENT / LABYRINTH

Çözümü Solution 108


BULMACA / PUZZLE

NUMERICA

Çözümü Solution 109


BULMACA / PUZZLE

4

3

4 110

2

3

2

1

1

SUDOKU


ACİL NUMARALAR / EMERGENCY NUMBERS

KKTC’yi ziyaret edenler için önemli numaralar

Important telephone numbers for visitors to the TRNC

KKTC Ekonomi Bakanlığı:

0392-22-86838

TRNC Ministry of Economy:

0392-22-83594

KKTC Tarım ve Orman Bakanlığı:

0392-22-83594

TRNC Ministry of Agriculture and Forestry:

0392-22-83594

KKTC Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı:

0392-61-12000

TRNC Ministry of the Environment and Natural Resources:

0392-61-12000

Lefkoşa - Turizm Bakanlığı Danışma Bürosu:

0392-22-89629

Nicosia - Ministry of Tourism Information Office:

0392-22-89629

Lefkoşa Türk Belediyesi:

0392-22-85221

Nicosia Municipality:

0392-22-85221

Lefkoşa Derviş Paşa Müzesi:

0392-22-73569

Nicosia Dervish Pasha Museum:

0392-22-73569

Lefkoşa Kütüphane ve Taş Eserleri Müzesi:

0392-22-84349

Nicosia Library and Lapidary Museum:

0392-22-84349

Lefkoşa Lüzinyan Evi:

0392-22-71285

Nicosia Lusignan House:

0392-22-71285

Lefkoşa Mevlevi Tekke Müzesi:

0392-22-71283

Nicosia Mevlevi Dervish Lodge:

0392-22-71283

Lefkoşa Polis:

0392-22-83311

Nicosia Police Station:

0392-22-83311

Lefkoşa Devlet Hastanesi:

0392-22-85441

Nicosia State Hospital:

0392-22-85441

Lefkoşa Yakın Doğu Ünv. Hastanesi Acil Servis

0392-153

Nicosia Near East Univ. Hospital Emergency Service

0392-153

Kolan British Hastanesi

0392-68-08080

Kolan British Hospital

0392-68-08080

Kolan British Hastanesi Acil Servis

0392-1199

Kolan British Hospital Emergency Service

0392-1199

Lefkoşa Elektrik Arıza:

0392-22-75557

Nicosia Electricity Repairs:

0392-22-75557

Lefkoşa Galeria Cinema:

0392-22-77030

Galleria Cinema:

0392-22-77030

Lefkoşa Mısırlızade Sineması:

0392-22-89698

Nicosia Mısırlızade Cinema:

0392-22-89698

Lefkoşa Lemar Cineplex:

0392-22-35395

Nicosia Lemar Cineplex:

0392-22-35395

Gazimağusa Turizm Danışma Bürosu:

0392-36-62864

Famagusta Tourism Information Office:

0392-36-62864

Gazimağusa Belediyesi:

0392-36-64556

Famagusta Municipality:

0392-36-64556

Gazimağusa Canbulat Müzesi:

0392-36-65498

Famagusta Canbulat Museum:

0392-36-65498

Gazimağusa St. Barnabas Müzesi:

0392-36-48331

Famagusta St. Barnabas Museum:

0392-36-48331

Gazimağusa Yeni İskele İkon Müzesi:

0392-37-12933

Famagusta-İskele Icon Museum:

0392-37-12933

Gazimağusa Devlet Hastanesi:

0392-36-48986

Famagusta State Hospital:

0392-36-48986

Gazimağusa Elektrik Arıza:

0392-36-65514

Famagusta Electricity Repairs:

0392-36-65514

Gazimağusa Galeria Sinema:

0392-36-51270

Famagusta Galleria Cinema:

0392-36-51270

Girne Belediyesi:

0392-81-51884

Kyrenia Municipality:

0392-81-51884

Girne Akçiçek Hastanesi:

0392-81-52266

Kyrenia Akçiçek State Hospital:

0392-81-52266

Girne Barış ve Özgürlük Müzesi:

0392-82-18616

Kyrenia Peace and Freedom Museum:

0392-82-18616

Girne Bellapais Manastırı:

0392-81-57540

Kyrenia Bellapais Abbey:

0392-81-57540

Girne Güzel Sanatlar Müzesi:

0392-81-52287

Kyrenia Fine Arts Museum:

0392-81-52287

Girne Kalesi ve Müzeleri:

0392-81-52142

Kyrenia Castle and Museum:

0392-81-52142

Girne Halk Sanatları Müzesi:

0392-81-57688

Kyrenia Folk Art Museum:

0392-81-57688

Girne Galleria Sinema:

0392-81-59433

Kyrenia Galleria Cinema:

0392-81-59433

Girne Lemar Cineplex:

0392-82-23399

Kyrenia Lemar Cineplex:

0392-82-23399

Güzelyurt Belediyesi:

0392-71-42018

Omorphou Municipality:

0392-71-42018

Güzelyurt Müzesi:

0392-71-42202

Omorphou Museum:

0392-71-42202

Sağlık Sorunları:

0392- 112

Health Problems:

0392-112

Polis:

0392-155

Police:

0392-155

Yangın:

0392- 199

Fire:

0392-199

Orman Yangını:

0392- 177

Forest Fires:

0392-177

111


112




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.