3. sayı

Page 24

bir film dünya çapında ün kazanır. İçe giren ve bizi yöneten kötücül ruh filmlerinin belki de şu ana kadar ki en iyisi değilse bile en etkilisi ben de dahil olmak üzere izleyicilerine korkulu dakikalar yaşatır. Psycho ile başlayan tarz en üst noktasına ulaşır. Psycho ve Şeytan ikiz tepeler olurlar. 12 yaşındaki Regan’ın içine kötücül bir ruh girmiştir. Biri genç Carras, diğeri yaşlı rahip Merrin, şeytanı kızın ruhundan sökmeye çabalarlar. Başarısız olurlar. İnançları yeterli güçlü değildir. Karakterlerin çok aşağılandığı bir filmdir. İki papazın filmden son anda çıkarılan bir sahnedeki konuşmaları aşağılanmanın belki de en derin noktasıdır. Carras, “Eğer bu şeytanın el koymasıysa, niçin bu küçük kıza? Merrin, “Kim bilebilir? Ama bence… Şeytanın hedef aldığı şeytana tutsak olan değil, bizleriz. Bunu görenleriz…Ereği bizi umutsuz kılmak, insanlığımızı bize reddettirmek, kendimizi bize çirkin, onursuz ve değersiz gördütmektir. Çünkü tanrıya inanç işi bir us değil, bir aşk ve sevgi sorunudur. Belki İblis’ten gelecektir iyilik. Anladığımız ve bildiğimiz bir yolla da gelmeyebilir. Belki de İblis iyiliğin potasıdır. Ve belki de kendisine karşın şöyle ya da böyle, İblis, Tanrının iradesini yerine getirmektedir. Üç yıl sonra The Omen, Kehanet adlı bir film Şeytan filminin muazzam ününe ortak olmaya çalışacaktır. Baş rolü unutulmaz aktör Gregory Peck’in oynadığı film Şeytan’ın ününü sollayamaz ama çok iyi iş yapar. Bu türün klasikleri arasına girer. Kehanet’in konusu gene şeytanla ilgilidir. Amerikan elçisi Robert Thorn’un karısı hastahanede bir oğlan doğurur, ama çocuk ölür. Bir papaz elçiye kimsesiz ve yeni doğmuş bir bebeği alıp karısını sevindirmesini tavsiye eder. Bebeğin adı şeytan ismini çağrıştıran Damien’dir. Adam teklifi kabul eder. Çocuk beş yaşına basınca esrarengiz olaylar başlar. Elçi karısı ölünce durumu araştırmaya başlar. Durum gerçekten çok vahimdir. 80 - Böylece seksenli yıllara geliriz. Fordizm çökmüştür. Reagen ve Theatcher iktidardadır. Soyyetler için geri sayım başlamıştır. 1980 yılında Stanley Kubrick’in yönetmenliğinde Pırıltı diye tercüme edebileceğimiz The shining filmi yeni bir çığır açar. Birçok eleştirmence yapılmış en iyi korku filmi diye nitelenmiştir. Jack Nicholson ve Shelley Duval’in üst düzey oyun sergiledikleri filmin konusu kısaca şöyledir. Jack Torrance bir yazardır. İşsizdir. Alkol bağımlılığı sorunu vardır. Sakin bir yerde kitap yazmayı arzulamaktadır. Colarado dağlarının arasındaki Overlook otelinde bir iş bulur. Karısı ve beş yaşındaki oğlu ile tek başlarına kışı geçirmek üzere otele giderler. Otelin içine sinmiş kötülükler silsilesi yüklü mazi uyanır ve korkunç olaylar cereyan eder. Kubrick’in harika kurgusuyla beynimize kazınan filmde bir sahnede 50.000 litre boya kullanarak salonu kan bastığı bir sahne kurulmuştur. Bu benzersiz sahne bir işaret olacak, korku filmlerinde kan dökme sahneleri artacaktır. Evil dead, Friday the 13th, ve Halloween dizileşen sinema filmlerinde aşırı kan dökme modası devam edecektir. Nightmaire in Elm street’de olduğu gibi on beş, on sekiz yaşlarındaki gençler kurban olmaya başlayacaklardır. Korku film yapımcıları seksenlerde kurban yaşını açıkça küçülterek buluğ çağındaki gençlere yöneltecektir. 90 - Berlin duvarı yıkıldıktan, Birinci Körfez şavaşı sıralarında yapılan bir film doksanlı yıllara damgasını vurmaya talip oldu ve bunu büyük bir ölçüde başardı. 1991’de gösterime giren The silent of lambs, Kuzuların Sessizliği adlı film büyük bir sükse yaparak yeni bir çığır açtı. Kan dökmenin yanı sıra yamyamlık. Bu cangılın bir köşesinde yaşayan kabile tarafından icra edilmiyordu. Sahnede çok zeki, biraz Marki de Sade’ı anımsatan üst düzey bir entellektüel vardı. Antony Hopkins’in başarıyla canlandırdığı Hannibal Lector tipi bu on yılda sürekli konuşulup durdu. Zeki tasarımlarla icra edilen fizik İşkence, yamyamın dahice çekiciliği modası başlamaktaydı.

21


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.