Nebevi Hayat Dergisi 62. Sayı (Ocak, 2018)

Page 1




Yıl: 6 - Sayı: 62 - Fiyatı: 7,5 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Mali İşler Sorumlusu Turhan Güncü Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Abone ve Dağıtım Sorumlusu Mürsel Gölbaşı (0543 654 46 63) (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Hesap Sahibi: Mürsel Gölbaşı Hesap No: 6847147 IBAN: TR13 0020 5000 0068 4714 7000 01 (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.) Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2018 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Ocak 2018 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

Editör

H

amd, fertleri ve toplumları onları acı bir azaptan sakındırmak için kitap ve peygamber gönderen Rahman olan Allah’adır. Salat

ve selam, insanlığın önünde yürüyecek en temiz ahlaka ve ahkâma sahip olan Muhammed aleyhisselam’a,

onun izini takip eden ailesine, ashabına ve tüm müminlere olsun. Dünya hayatı içinde savaşı Allah ile olan iblis ve dostlarının, Müslüman toplum içinde haramları bir virüs gibi hızlı yaymaya çalışmalarının nedeni, Allah azze ve celle’den intikam alacaklarına inandıkları aptal-

ca fikirdir. Aslında iblisin savaşı Allah iledir. Bunun içinde sırat-ı müstakim üzerinde oturarak Allah’a isyan eden bir zümrenin oluşması için çabalamaktadır. Müslümanlar İslam ahlak ve ahkâmından uzaklaşıp değerlerine sırt çevirsinler diye gecesini gündüzüne katmaktadır. Tabi ki bunu da ins ve cin dostlarının yardımları ile kuvvetlendirmektedirler. Rabbimiz, defalarca şeytan ve avânelerinin hilesinden sakınmaları için Müslümanları uyarmış buna kulak asmayanları da dünya ve ahiret azabı ile tehdit etmiştir. Nebevi Hayat Dergisi olarak, beldelerin helak olmalarına sebep olan azap türlerini gözlerimizin önüne getiren Allah Rasûlü’nün temiz sözünü beş yazarımıza paylaştırarak ele almaya çalıştık. Bununla beraber yeni döneme dergimizin hem iç hem de dış yapısında beğeneceğinizi umduğumuz değişiklikler yapıp farklı köşeler ile dergimizi zenginleştirmeyi hedefledik. Nebevi Hayat Dergi aboneliği devam etmektedir. Abone olma ve abone bulma konusunda bizlere yardımcı olarak elde edilen ecre ortak olmanızı beklemekteyiz. Selam ve dua ile…


İçindekiler

İnsanlık Bünyesini Saran En Tehlikeli Kanser: Zina Ve Sebepleri Mahmut Varhan

04

Tartıda Ve Ölçüde Eksik Yapmanın Bir Topluma Olan Etkisi Hakan Sarıküçük

Zekât Vermemenin Dünyadaki Sonuçları M. Sâdık Türkmen

Kur’an’ı Yönetimden Çıkaran Bir Topluma Verilecek Umumi Azab Ümit Şit

16

26

30

Kapak Dosya Ahde Sâdık Kalmamanın Cezası Yusuf Yılmaz

38

Davet Mektebi İlahi Kelimetullah DavasınınGayretli Davetçilerine Musa Şerifoğlu

42

Gündem İktibas Mescidi Aksa’nın Kadın Muhafızları; “Biz Burada Kalacağız” Nedim Bal

48

Müslüman Kâşifler Osmanlı’da İlk Ansiklopedist: Taşköprizâde Ahmed Efendi Ahmet İnal

55

Yakın Tarih Tarihe Bakış Açımız Furkan Uyanık

63

Haber Analiz Trump’ın Kudüs Kararıyla İlgili 5 Şey Ahmet İnal

68

Nebevî Aile İnfak ve Çocuk Halime Yılmaz

72

Hasbihâl Özgürlük Âşıkları Kudüs’e Destek Verin Emrah Seven

74

Serbest Köşe Takvalı Genç Neredesin? Derya Fıçıcı

77


KAPAK DOSYA Mahmut Varhan

İNSANLIK BÜNYESİNİ SARAN EN TEHLİKELİ KANSER: "Zinaya yaklaşmayın; çünkü o çirkin ve yüz kızartan (fahşa) bir iştir; çok kötü bir yoldur." (İsrâ, 32)

4

Ocak 2018

ZİNA VE SEBEPLERİ “Ey insanlar! Sizi tek bir nefis (Âdem)den yaratan, eşini de ondan var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın (dünyaya) yayan Rabbinize karşı takvalı olun. Kendisi adına birbirinizden istekte bulunduğunuz Allah’(a âsi olmak)tan ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının! Nitekim Allah sizi hakkıyla denetleyendir.” (Nisâ, 1) buyurarak üzerimizdeki lütfunu hatırlatan ve bu büyük nime-

tin kadrini bilmemizi isteyen Allah Teâlâ’ya hamd olsun. Aynı şekilde “Kendi (cinsi) nizden size kaynaşacağınız eşler yaratıp, aranıza sevgi ve merhamet koyması da O’nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için elbette bunda nice ayet (ibretler) vardır.” (Rûm, 21) buyurarak, zina bataklığına düşmemenin çaresini bizlere gösteren Allah azze ve celle’ye hamd ederiz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e,


onun tertemiz Ehl’i Beyt’ine, pâk ashabına ve kıyamete kadar onlara tâbi olan mü’minlere salât ve selam olsun! İmdi; bu makalemizde zina hastalığından ve bu büyük günahın sebep olduğu felaketlerden bahsedeceğiz. Bu hastalıktan korunmak için İslam’ın ortaya koyduğu tedbirlere de özetle değinmeye çalışacağız. Allah azze ve celle

bizleri ve bütün Müslüman kar-

deşlerimizi bu felaketten muhafaza buyursun! Öncelikle bilinmesi gerekir ki Allah Teâlâ, insanlık neslinin takdir edilen zamana kadar devam edebilmesi için erkek ve kadına kuvvetli bir duyguyu musallat kılmıştır. Birbirlerine karşı hissettikleri bu cinsel duyguyu meşru ve temiz bir yolla giderebilmeleri ve kontrol altında tutabilmeleri için de nikâhı insanlık için bir sünnet kılmıştır. Nikâh ve mülk’i yemin (Allah’ın mü’minlere helal kıldığı cariyeler) gibi meşru bir yolun dışında bu duyguyu tatmin etmeye yeltenmeyi kesin bir şekilde yasaklamıştır. Zira böyle bir durumda bu kuvvetli duygu kontrolden çıkacak ve büyük felaketlere sebep olacaktır. Nitekim insanlığın azgınlıkta zirveye ulaştığı günümüzde her türlü cinsel sapıklık yayılmış ve hatta en iğrenç cinsel sapıklıkları savunan dernekler kurulmuş, bu sapıkları koruma altına alan kanuni (!) düzenlemeler yapılmıştır. İşte bütün bu sapıklıkları önlemek için Allah Teâlâ nikâhı emretmiş ve zinayı bütün çeşitleriyle kesin bir şekilde yasaklamıştır.

1- Bütün Semâvî Şeriatlarda Zina Kesin Bir Şekilde Haram Kılınmıştır Allah azze ve celle’nin dininin ve bütün peygamberlerle göndermiş olduğu şeriatların temel esasları; dini korumak, canı korumak, nesli korumak, aklı korumak ve malı korumaktır. Allah Teâlâ, nesli koruma altına almak için de bütün çeşitleriyle zinayı yasaklamıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Zinaya yaklaşmayın; çünkü o çirkin ve yüz kızartan (fahşa) bir iştir; çok kötü bir yoldur.” (İsrâ, 32) Başka bir ayet’i kerimede, Allah’a hakkıyla kul olanların zina ve benzeri çirkin işlerden sakındıklarını ifade ederek şöyle buyurmaktadır: “Onlar Allah ile beraber başka bir ilâha da yalvarmaz (kulluk yapmaz)lar. Allah’ın dokunulmaz kıldığı insan hayatına, haklı bir gerekçeye dayanmadan kıymazlar. Zina etmezler. Kim bunları yaparsa günahının cezasını görür. Kıyamet gününde o kimsenin azabı katlanacak ve orada hor hakir olarak sürekli kalacaktır. “ (Furkân, 68-69) Diğer bir ayet’i kerimede şöyle buyurmaktadır: “...Açık olsun, gizli olsun hiçbir günaha ve hayâsızlığa yaklaşmayın...” (En’âm, 151) Muğire b. Şu'be radıyallâhu anhu dedi ki: Sa’d b. Ubade’nin: “Şayet hanımımın yanında bir adam görecek olsam, kılıcın keskin tarafıyla onu biçerdim” dediği, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ulaşınca, şöyle buyurdu: “Sa’d’ın bu ğayretine (kıskanç oluşuna) taaccüb mü ettiniz!? Allah’a kasem ederim ki ben ondan daha fazla ğayret (kıskanma duygu-

Rabîu'l Ahir 1439

5


su) sahibiyim, Allah azze ve celle de benden daha fazla ğayret sahibidir. İşte Allah’ın bu ğayretinden dolayıdır ki, açık olsun, gizli olsun her türlü hayâsızlığı (fahşâyı) haram kılmıştır.” (1) Abdullah b. Mes’ud radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hiç kimse Allah azze ve celle’den daha fazla ğayret sahibi değildir. İşte bundan dolayı da açık olsun, gizli olsun her türlü hayâsızlığı haram kılmıştır.” (2) Zinanın haram olduğu Kur’an-ı Kerim, Sünnet’i Seniyye ve icma’ı ümmet ile sabittir. Bu çirkin işin haram olduğu “zaruriyyât’ı diniyye”den olup, İslam toplumunda yaşayan birisi bunu inkâr edecek olursa, kâfir olur.

2- Bu Çirkin İşi İnsana Süslü Gösteren, İnsanın Düşmanı Şeytandır Çok çirkin bir iş ve kötü bir yol olan zinayı, insana süslü gösteren ve bu iğrenç işi insana emreden onun baş düşmanı şeytandır. Allah azze ve celle özellikle bu hususa dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar! Yeryüzündeki helal ve temiz nimetlerden yiyin. Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin gerçekten apaçık düşmanınızdır. Şeytan sizi kötü olanı ve her türlü hayâsızlığı, ahlâksızlığı yapmaya, Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemeye kışkırtır.” (Bakara, 168-169) Allah azze ve celle ilk atamızı örnek vererek, insanda fıtri olarak yaratılışında var olan hayâ duygusunu ve örtünme ihtiyacını yok etmek ve böylece insa-

6

Ocak 2018

noğlunu her türlü hayâsızlık ve ahlâksızlık bataklıklarına sürüklemek için şeytanın nasıl derin tuzaklar kurduğunu beyan ederek biz Âdemoğullarını şöyle uyarmaktadır: “Ey Âdem! Sen de eşinle beraber cennete yerleşin. Dilediğiniz nimetlerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. Bunun üzerine şeytan, edep yerlerini birbirlerine göstermek için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı, melek olmamanız veya burada ebediyyen kalmamanız için yasakladı.” Ve onlara: “Ben iyiliğiniz için size öğüt veriyorum” diye de yemin etti. Böylece onları parlak sözlerle aldattı. O ağacın meyvesinden tattıkları zaman edep yerleri açılıverdi, onlar da cennet yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar. Rabbleri onlara: “Ben size o ağacı yasaklamadım mı, şeytan sizin gerçekten apaçık düşmanınızdır demedim mi?” diye seslendi.” (A’râf, 19-22) Hz. Âdem ile Havva’nın mahrem yerlerini hemen örtmeye çalışmaları, utanma ve mahrem yerlerini gizleme duygusunun insana daha yaratılırken verildiğini göstermektedir. Şeytan, kendisine düşman bildiği insanı yenmek için öncelikle onun en zayıf yanı olan cinsellik duygusunu harekete geçirmeye, onu soyarak utanma duygusunu yok etmeye çalışmıştır. Şeytanın işbirlikçileri de her devirde aynı yöntemi kullanmışlardır. İşte Âdemoğullarının bu şeytanî tuzağa düşmemeleri için Allah azze ve celle onları şu şekilde uyarmaktadır:


"Ey Âdemoğulları! Size hem edep yerlerinizi örtecek, hem de vücudunuzu süsleyecek elbise indirdik. Ama takva elbisesi daha hayırlıdır. Bunlar, insanlar düşünüp akıllarını kullansınlar diye Allah’ın gönderdiği ayetlerdendir. Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne ve babanızın edep yerlerini birbirlerine göstermek için elbiselerini soyarak onları cennetten çıkardığı gibi, sakın sizi de aldatmasın; çünkü şeytan ve soyu sizin onları görmeyeceğiniz yerlerden sizi görürler. Şüphesiz Biz, şeytanları, iman etmeyenlere dost yaptık." (A’râf, 26-27) Bütün bu açık uyarılara rağmen şeytan, kadın hakları, kadın özgürlüğü,

Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Âdemoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır."

feminizm, erkeğin sultasına başkaldırma, eşitlik ve kendi benliğini ispat etmek gibi içi boş yaldızlı kuruntularla insanların çoğunluğunu tuzağına düşürmüş ve onları elbiselerinden soymuştur. Bütün dünyada biraz daha fazla çıplak olma çılgınlığı ve sarhoşluğu yaşanmaktadır. Bu da zinanın ve her türlü cinsel sapıklığın kapılarını sonuna kadar açmıştır. Allah’a hakkıyla iman etmeyenler, bu ahlâksızlık bataklığına iyice gömülmüş ve gerçekte amansız düşmanları olan şeytanlara dost olmuşlardır. Kendilerini alev alev yanan cehenneme götüren ne yaman bir dost!

3- İslam Nizamı ile Cahiliyye Nizamı Arasındaki En Temel Farklardan Biri de Kadın-Erkek Arası İlişkileri Düzenleme Şeklidir

Bu konuda İslam nizamı ile cahiliyye nizamı/beşeri sistemler arasında bir karşılaştırma yaparak, deriz ki: İslam, kadına tesettüre bürünmesini emrederek onu yabancıların hâin nazarlarından korumuştur. Cahiliyye ise kadını elbiselerinden soymuş ve onu hâince bakışlara açık hedef haline getirmiştir. İslam kadını, evinin idarecisi ve çocuklarının terbiye edicisi olup; ihtiyaç olmsâdıkça dışarı çıkmaz. Cahilî nizama bağlı olan kadın da evini bir otel odası gibi sadece dinlenmek için kullanır. Beşeri/ şeytanî sistemler, kadını hürmet ve merhamet yuvası olan evinden dı-

Rabîu'l Ahir 1439

7


şarı çıkararak, toplumları ifsad etmişlerdir. İslam, toplumların ıslahı için kadınları tekrar asıl vazifelerine dönmeye davet etmektedir. Beşeri sistemlerde hayâ, iffet, namus, hürmet ve merhamet gibi ulvi duygu ve mefhumların hiçbir kıymeti yoktur. İslam ise, bütün bunları temel esasları arasında kabul eder. İslam, kadınların mümkün oldukça yabancı erkeklerden uzak tutulmasını emreder ve karma hayatı yasaklar. Cahiliyye nizamı ise, bütün gücüyle karma hayatı teşvik eder ve evlerde, sokakta, iş yerlerinde, toplu taşıma araçlarında, eğitim-öğretim müesseselerinde, hastanelerde ve hatta askeriyede hiçbir sınır koymaksızın kadınların erkeklerle aynı ortamı paylaşmasını sağlar. Böylece insanların hevâlarını, şehevi arzularını ve nefislerini kamçılayarak âdeta kurt sürülerini kuzulara ve sırtlan sürülerini ceylanlara saldırtarak en hayâsız, en ahlâksız ve rezaletin diz boyu olduğu bir medeniyet örneği ortaya koymuştur. İslam, sağlıklı ve kuvvetli bağlarla birbirine bağlı bir toplumun oluşması için nikâhı emrederek, sağlam aile yuvasının kurulmasını gerekli görmüş ve aile yuvasını dinamitleyen ve insanların ruhlarını zehirleyen zinayı kesin bir şekilde yasaklamıştır. Cahilî/ beşeri sistemler ise, ferdi özgürlük aldatmacasıyla var gücüyle zinayı ve sebeplerini teşvik ederek, nikâhın geri planda bırakılmasını sağlamıştır. Bütün bu hususlarda dünün cahilî sistemleri ile bugünün modern beşeri sistemleri arasında hiçbir fark

8

Ocak 2018

yoktur. Zira her türlüsüyle cahiliyye, cahiliyyedir ve şeytanın direktiflerine göre hareket etmektedir. Hz. Âişe radıyallâhu anha’nın şu hadisi, cahilî sistemin bu rezaletini gözler önüne sermek için yeterlidir: “Cahiliyye döneminde dört çeşit nikâh vardı: Birincisi: İnsanların bugünkü nikâhı şeklindeydi. İkincisi: Adam, hayızdan temizlenen hanımına derdi ki: “Falan kişiye varıp, onunla birlikte ol.” Kadının hamile olduğu belli oluncaya kadar kocası ondan uzak dururdu. Bunu da çocuğun asil (!) ve şerefli (!) olması için yapardı. Üçüncüsü: On kişiden daha az bir topluluk bir kadının yanına gider, hepsi onunla birlikte olurlardı. Çocuk olunca da, kadın çocuğu bunlardan birine ilhak eder, o da bunu kabul ederdi. Dördüncüsü: Pek çok kişi, kapılarında fahişe olduklarının alameti olarak bayrak bulunan kadınların yanına girer ve onlarla birlikte olurlardı...” (3)

4- Zinanın Toplumda Meydana Getireceği Fesâd ve Tahribât Teessüfle belirtmek gerekir ki, günümüzde zina ve sebepleri kanser uru gibi -Allah’ın rahmet ettikleri hariçbütün toplumu sarmış ve içten içe kemirmektedir. En büyük günahlardan olan hakiki zinanın gerçekleşmesi, sebeplerinin meydana gelmesine bağlıdır ki; bu sebepler, zina uçurumuna giden yollar gibidir. İşte bu sebeplerden kendisini koruyabilen hemen hemen hiç kimse kalmamıştır. Hasbunallâhu ve ni’me’l-vekîl!


Ebû Hureyre radıyallâhu anhu’dan rivayet edildiğine göre Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Âdemoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır.” (4) Bu hadis’i şerif, insanları zina bataklığına sürüklemede yazılı, görsel ve işitsel medyanın rolünü ortaya koymaktadır. Bütün çeşitleriyle medya, bir ahtapot gibi insanları sarmış, onları rezaletin bataklığına sürüklemektedir. Özellikle son dönemlerde sosyal medya denilen kokuşmuş bataklığın içinde debelenerek can çekişen insanların haddi hesabı yoktur. Yüce Mevlâ cümle ümmet'i Muhammed’i korusun! Şimdi de zinanın toplumu sürüklediği felaketleri maddeler halinde sıralayalım: 1- Hayâ ve iffet duygusunun kaybolması: Zina ve sebeplerinin bir toplumda yayılması, o toplumda hayâ, iffet ve namus duygularının yok olmasına yol açar. Hayâsız ve namus duygusu kaybolmuş bir toplum, bütün gayri ahlâkî suçlara açık hale gelir. Nitekim Batı’nın dünyaya dayattığı hayâsız ve namussuz medeniyette olduğu gibi; artık rezalet fazilet addedilmekte ve gerçek fazilet rezalet olarak görülüp dışlanmaktadır. Her türlü yüz kızartıcı cinsel sapıklıklar yayılmakta ve sapık insanlar artık sapıklıklarını övünç kaynağı haline getirmektedir-

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kişi zina ettiği zaman, iman ondan çıkar ve bir gölgelik gibi üzerinde durur. Ancak zinadan vazgeçip tevbe ettiği zaman imanı ona geri döner."

ler. Sapıkların haklarını koruyan kanunlar çıkarılmakta ve böylece her çeşit sapıklık teşvik görmektedir. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Eğer hayâ etmezsen, dilediğini yap!” (5) 2- Neslin bozulması: Meymûne radıyallâhu anha dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Aralarında zina çocukları yayılmadığı/çoğalmadığı sürece ümmetim hayır üzere olmaya devam edecektir. Aralarında zina çocukları yayılıp çoğaldığı zaman, Allah’ın onlara umûmi bir azapla azap etmesi yakındır.” (6) Zinanın yaygın hale geldiği toplumlarda nesepler birbirine karışır. Nesiller manevi açıdan bozulur. Zina ürünü (veled’i zina) olan insanlar, toplumu türlü felaketlere sevk ederler. Nitekim ayet’i kerime-

Rabîu'l Ahir 1439

9


de şöyle buyurulmaktadır: “Verimli toprağın bitkisi Rabbinin izniyle gür biter. Çorak toprağın bitkisi de kavruk ve cılız olur. Şükreden bir topluluk için ayetlerimizi işte böyle açıklarız." (A’râf, 58) Helal nikâh yoluyla meydana gelen nesiller bereketli olacağı gibi; haram olan zina yoluyla meydana gelen nesiller de bereketsiz ve bozuk olacaktır. Günümüzde bütün dünyada görülen fesadın ve bozulmuş insan topluluklarının bir sebebi de bu olsa gerektir. 3- Hastalıkların yayılması: Zinanın yayıldığı ve artık aleni hale geldiği toplumlarda, daha önce hiç işitilmemiş ve görülmemiş hastalıklar artarak yayılır. Abdullah b. Ömer radıyallâhu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bize yönelerek şöyle buyurdu: “Ey Muhacirler topluluğu! Beş şey vardır ki, bunlar başınıza gelecek olursa -ki ben, bunların başınıza gelmesinden Allah’a sığınırım-, artık (hayatta kalmakta) hayır yoktur: Bir toplumun içinde aleni yapılacak derecede zina açığa çıkacak/yayılacak olursa, daha önceki ataları arasında bulunmayan ölümcül hastalıklar ve taûn onların arasında yayılır...” (7) Tıp ilminin mucizevi ilerlemeler katettiği şu son asırlarda eğer hastalıkların çeşitleri ve tehlikeleri daha çok artıyor ve çok çeşitli sinirsel, psikolojik ve zührevi hastalıkların önü alınamıyorsa; bunun temelinde başta zina olmak üzere günahlar vardır. 4- Eşler arası güvenin bitmesi ve aile yuvasının yıkılması: Güçlü bir

10

Ocak 2018

toplum, sağlam ailelerden oluşur. Bundan dolayıdır ki İslam, aileyi korumak için bütün tedbirleri almış ve aile yuvasının zayıflayıp dağılmasına sebep olacak hususları yasaklamıştır. Zinanın toplumda yayılması, toplumun temel taşları olan aile yuvalarını dağıtır. Karı -kocadan birinin diğerini aldatması neticesinde bin bir güçlükle kurulan aile binası yıkılıp gider. Zira karı-koca artık birbirlerine güvenmezler ve güvenin olmadığı bir aile yuvasının ayakta durabilmesi mümkün değildir. Böyle çirkin bir nedenden dolayı aile dağıldıktan sonra bu eşlerden herhangi birinin sağlıklı bir aile yuvası oluşturmaya muvaffak olması çok zordur. Dolayısıyla hem bu eşler ve hem de varsa çocukları zayi olacaklardır. Böylece toplumda büyük bir fitne ve fesat meydana gelir. Günümüzde boşanma nedenleri arasında en başta aldatmanın (zina ve sebeplerinin) gelmesi, bu fitneyi ve fesadı açıkça ortaya koymaktadır. Böylelikle şu hadis’i şerifin sırrı daha iyi anlaşılmaktadır: Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ‘’Dininden ve ahlakından razı olduğunuz (dindar ve ahlaklı) bir kimse, velisi olduğunuz kızı sizden isteyecek olursa, onu evlendirin. Eğer bunu yapmayacak olursanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat meydana gelir." (8) 5- Cinayetlerin Artmasına Sebep Olur: Özellikle İslam nizamının ve İslam ceza hukukunun tatbik edilmediği toplumlarda zinanın yayılması, cinayetleri arttırır ve kan davalarını mey-


dana getirir. Eğer toplum bütünüyle namus duygusunu kaybetmemişse -ki insan fıtratının bu duygudan tamamen arınması imkânsızdır- , zinanın serbest bırakılması ve yayılması neticesinde aileler arası çatışmalar ve öldürme olayları da yaygınlık kazanacaktır. Bu durumda kör ve sağır laikler de ortalığı velveleye verip, ‘’töre cinayetleri işleniyor’’ diyerek gürültü kopartacak ve bu gürültü arasında zinanın çirkefliği ve çok kötü bir suç olduğu unutulup gidecektir! Fakat fıtratın iyice bozulması neticesinde toplumun namus duygusunu tamamen kaybetmesi ve modernizm bataklığına saplanarak namusunu dahi kıskanmayacak derecede domuzlaşması durumunda felaket daha büyük olacaktır! 6- Toplum Zillete ve Düşman Boyunduruğu Altına Girmeye Maruz Kalır: Şayet toplum zinanın çirkin bir iş olduğu ve vahim neticeleri olacağı konusundaki toplumsal hassasiyetini yitirecek olursa, zina ve sebepleri bir sel gibi akacak ve toplumun bütün manevi dinamiklerini yıkıp geçecektir. Her türlü sapıklık toplumda yayılacak ve insanlar -hatta akrabalar ve komşular dahi- birbirlerinin hâne’i ismetlerine tecavüzde bulunmak için fırsat kollayan hainlere dönüşeceklerdir. Açık-saçıklık ve hatta çıplaklık insanlara süslü gösterilecek ve bütün toplum özellikle de gençler -Allah’ın rahmet ettikleri hariç- şehvetlerinin esiri olacaklardır. Her türlü yolla ve serbest bir şekilde şehvetlerini tatmin etmek isteyen insanlar, nikâha bir yük

ve kayıtlayıcı bir engel gözüyle bakacak ve evlenme yaşı iyice ertelenecektir. Böylece genç nesil iyice azalacak ve olanlar da tamamen bozulmuş olacaklardır. Zinakâr batı toplumları bu sonuca tam anlamıyla ulaşmış ve doğu toplumları da bu kahpe batının arkasından seğirtmektedirler. İşte her türlü cinsel sapıklığın yayıldığı, manevi dinamikleri yıkılmış, genç nesli tükenmiş, insanların şehvetlerini tatmin etme yarışına giriştiği ve ahlâk surları tarumar edilmiş bir toplumun izzetini koruyabilmesi imkânsızdır. Böyle bir toplum eninde sonunda düşmanlarının boyunduruğu altına girerek zilletin her türlüsünü tatmaya mahkûmdur. Teessüf ki şu andaki Müslüman toplumlar bunun en büyük delilidir. Tarihte yaşamış onlarca toplumu şahit göstermeye hacet yoktur. İbni Abbas radıyallâhu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Zina ve faizin aralarında yayıldığı bir şehir halkı, muhakkak surette Allah’ın azabına maruz kalırlar.” (9) 7- Zinanın Yayılması, Toplumda İnançsızlığın Yayılmasına Sebep Olur: Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Zina eden, zina ettiği esnada mü’min değildir. Hırsızlık yapan, çaldığı esnada mü’min değildir. İçki içen, içtiği esnada mü’min değildir.” Nesâî’nin rivayetinde şu ziyade vardır: “Bunlardan birini yaptığı zaman, İslam halkasını boynundan çıkarıp atmış olur. Bununla beraber eğer tevbe ederse, Allah tevbesini kabul eder.” (10)

Rabîu'l Ahir 1439

11


İslam, erkeğin yabancı bir kadının mahrem yerlerine bakmasını ve kadının da yabancı bir erkeğin mahrem yerlerine bakmasını haram kılmıştır. Zira zina yolunun ilk basamağı bakıştır.

Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kişi zina ettiği zaman, iman ondan çıkar ve bir gölgelik gibi üzerinde durur. Ancak zinadan vazgeçip tevbe ettiği zaman imanı ona geri döner.” (11) Toplumlarda dinsizliğin, küfür ve şirkin yayılmasının en temel nedenlerinden biri de şehvetperestliktir. Zina kalplerdeki iman nurunu söndürür ve kalbin şehvet ateşiyle yanıp kararmasına sebep olur. Artık kalpler, her türlü sapkın düşüncenin kök salıp yayılmasına müsait bir zemin haline gelir. İçinde yaşadığımız toplumda ve diğer Müslüman toplumlarda milyonlarca ateist, deist, dinsiz/laik kesimlerin oluşmasının en önemli bir sebebi de bu şehvetperestliğin/zinanın ve yollarının alabildiğince yayılmasıdır.

12

Ocak 2018

8- Zinakâr Erkek ve Kadınların Kabir Azabı: Semûre b. Cündeb radıyallâhu anhu dedi ki: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem sabah namazını kılınca, yüzünü bize döner ve şöyle buyururdu: “Bu gece rüya gören birisi aranızda var mı?” Eğer biri o gece bir rüya görmüşse, ona anlatır ve o da onun rüyası hakkında Allah’ın dilediği yorumu/te’vili söylerdi. Bir gün yine bize: “Aranızda rüya gören birisi var mı?” diye sordu. Biz: “Hayır” deyince; şöyle buyurdu: “Fakat ben bu gece iki kişinin bana geldiğini gördüm. Bu iki kişi elimden tutarak, beni dümdüz -ya da: açık arazi olan- bir yere götürdüler... Böylece yolumuza devam ettik ve tandır gibi üst tarafı dar, alt tarafı ise geniş bir şekilde yapılmış bir ev ile karşılaştık. Evin altında ateş vardı. Ateş tutuşturulup alevlendirilince, evin içinde olanlar kaynayıp fokurdayarak dışarı fışkıracak gibi oluyorlardı. Ateşin alevleri sönünce de tekrar eski hallerine dönüyorlardı. O evin içinde çıplak erkekler ve kadınlar bulunuyordu. Ben: “Nedir bu?” diye sordum; bana: “Yürü” dediler... Yanımdaki iki kişiye dedim ki: “Bu gece boyunca beni dolaştırıp durdunuz. Şu halde gördüğüm şeylerin ne olduğunu bana anlatın bakalım.” İkisi de: “Olur” dediler... Tandır gibi evde gördüğün ise; onlar zina edenlerdir.” (12) 9- Zinakâr Erkek ve Kadınların Cehennem Azabı: Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Üç sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onları temize çıkarmaz, onlara rahmet nazarı ile bakmaz ve onlar için acıklı


bir azap vardır: Zina eden yaşlı kişi, yalan söyleyen yönetici ve kibirli fakir...” (13) İyaz b. Himar’ın rivayet hadis’i şerifinde Peygamber Efendimiz, “Cehennem ehli şu beş sınıftır” buyurduktan sonra onlardan bir sınıfı şöyle bildirmiştir: “Sabah-akşam ailen ve malın hususunda seni aldatmaya çalışan (hâin) adam da cehennemliktir.” (14) Abdullah b. Mes’ûd radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e: “Allah katında en büyük günah nedir?” diye sordum; “Seni yaratmış olduğu halde O’na denk tutman/ortak koşmandır” buyurdu. Dedim ki: “Bu gerçekten büyük bir günahtır. Peki, bundan sonra nedir?” Şöyle buyurdu: “Seninle birlikte yemeğine ortak olur endişesiyle (rızık korkusundan dolayı) çocuğunu öldürmendir.” Ben: “Sonra hangisidir?” diye sordum; şöyle buyurdu: “Komşunun hanımı ile zina etmendir.” Sonra da şu âyeti okudu: “Onlar Allah ile beraber başka bir ilâha da yalvarmaz (kulluk yapmaz) lar. Allah’ın dokunulmaz kıldığı insan hayatına, haklı bir gerekçeye dayanmadan kıymazlar. Zina etmezler. Kim bunları yaparsa günahının cezasını görür. Kıyamet gününde o kimsenin azabı katlanacak ve orada hor hakir olarak sürekli kalacaktır.” (15) (Furkân, 68-69) Abdullah b. Amr radıyallâhu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kocası (sefere çıktığından dolayı) yanında bulunmayan kadının yatağı üzerinde oturan kimseyi, kıyamet günündeki yılanlardan biri dişleyecektir.” (16)

İslam, birbirlerine yabancı olan erkek ve kadının yalnız kalmalarını yasaklamıştır. Çünkü erkek, kendisine yabancı olan bir kadınla baş başa kaldığında mutlaka üçüncüleri şeytandır.

Büreyde radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Mücahidlerin hanımlarının geride kalanlar üzerindeki hürmetleri/hakları, tıpkı annelerinin hürmeti/saygınlığı gibidir. Geride kalanlardan birisi, ailesi hususunda mücahidlerden birine halef olur da ona ihanet edecek olursa; kıyamet gününde o mücahidin önünde durur ve o da razı oluncaya kadar iyiliklerinden dilediği kadarını alır.” Sonra Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bize dönerek şöyle buyurdu: “Ne düşünürsünüz?! (Onun iyiliklerinden bir şey bırakır mı dersiniz!)” (17) 10 - Zinakârlar, Allah’ın Gazabına Maruz Kalırlar: Allah azze ve celle, erkek ile kadın arasında meşrû olan ilişkiyi beyan ettikten sonra şöyle buyurmaktadır: “Ama kim, bunun ötesinde (bir ilişki) ararsa, işte on-

Rabîu'l Ahir 1439

13


lar haddi aşanlardır!” (Mü’minûn, 7)

● İslam, nikâhı teşvik etmiş ve yerine

Allah haddi aşanları sevmez. Allah

göre emretmiştir. İnsanda bulunan

Teâlâ kitabında zinayı “Fahşâ/fâhişe

şehevi duygunun helal yoldan tatmin

(yüz kızartıcı iğrenç iş)” olarak isim-

edilmesini ve böylece kontrol altında

lendirmiştir. Allah, fahşâ olan işleri sevmez ve fuhuş ehline buğzeder. İnsan fıtratını ve toplumları ifsad eden bu çirkin işi yapanlar, Allah’ın la’ne-

ta bunun için gerekirse birden fazla (dörde kadar) kadınla evlenmeyi bile helal kılmıştır.

tine ve gazabına maruz kalırlar. Me-

● İslam, yabancı kadın ve erkeklerin

ğerki tevbe etmiş olsunlar.

iç içe bulunmalarını genel olarak ya-

Müslümanlar arasında hayâsızlığın, çirkin işlerin, fuhuşun ve zinanın yayılmasını arzulayanlar ve bunun için çalışanlar; şu anda farkında olmasalar da büyük bir azabın içindedirler ve azapları süreklidir. Zira Allah'ın rahmetinden

mahrum

olmak

ve

O'nun gazabına maruz kalmak azapların en büyüğüdür. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler arasında hayâsızlığın (fuhşun ve çirkin işlerin) yayılmasını isteyenler için dünya ve âhirette elem verici bir azap vardır. Allah (art niyetli olanları) bilir, siz bilmezsiniz... Ey iman edenler! Şeytanın izinden gitmeyin. Kim şeytanın izinden giderse, bilsin ki o, kendisinden hep hayâsızlığı ve çirkin şeyleri yapmasını ister...” (Nûr, 19-21)

5 - Toplumu Zina Âfetinden Korumak İçin İslam’ın Aldığı Tedbirler

14

tutulmasını sağlamak istemiştir. Hat-

saklamış ve zaruret olmsâdıkça buna izin vermemiştir. Cahili yaşam biçimi olan karma hayatı ortadan kaldırmış ve kadın ile erkeğin çalışma alanlarını ayırmış, evin içini kadına, evin dışını erkeğe teslim etmiştir. ● İslam, ihtiyaç halinde dışarı çıkmak ve topluma karışmak durumunda kalan kadının, erkeklerin dikkatini çekecek şekilde giyinmelerini ve koku sürünmelerini kesin bir şekilde yasaklamıştır. Tesettürü emretmiş ve bunun sınırlarını da belirlemiştir. Amaç, erkeğin dikkatini celbetmeye ve arzusunu tahrik etmeye mâni olmaktır. ● İslam, erkeğin yabancı bir kadının mahrem yerlerine bakmasını ve kadının da yabancı bir erkeğin mahrem yerlerine bakmasını haram kılmıştır. Zira zina yolunun ilk basamağı bakıştır. ●İslam, birbirlerine yabancı olan erkekle kadın arasında vücut temasını

Kur’an ve Sünnet’ten delillerini kay-

ve tokalaşmayı yasaklamıştır. Çünkü

detmeden, bu tedbirlerden sadece ba-

şehveti tahrik etmekte dokunmak,

zılarına işaret etmekle yetineceğiz:

bakmaktan daha etkilidir.

Ocak 2018


● İslam, birbirlerine yabancı olan erkek

Görüldüğü gibi bütün bu hususlarda

ve kadının yalnız kalmalarını yasakla-

modern cahiliyet olan laik, demok-

mıştır. Çünkü erkek, kendisine yaban-

ratik hayat tarzı taban tabana İslami

cı olan bir kadınla baş başa kaldığında

hayat tarzıyla çelişmektedir. İşte bü-

mutlaka üçüncüleri şeytandır.

tün sorunların ve felaketlerin teme-

● İslam, yanında mahremi bulamayan

linde de bu kokuşmuş modern hayat

kadının tek başına sefere çıkmasını

tarzı ve bozuk eğitim sistemi yer al-

yasaklamıştır. Zira kadın zayıf olup,

maktadır. Dolayısıyla selamete ka-

tehlikelere karşı kendini korumaktan

vuşmak isteyen müslümanların, batı

acizdir.

tarzı bu cahiliye hayatını terk ederek,

● İslam, eğitim sisteminin, insanları

bir bütün olarak İslam’a sarılmaları

zina ve yollarından sakındırmak üze-

gerekir.

re kurulmasını emretmiştir. En güzel üslûblarla zinanın çirkin bir iş ve yüz

-------------------------

kızartıcı utanılacak bir eylem olduğunu öğretmeyi esas alan bir eğitim sistemi getirmiştir. Kur’ân ve Sünnet bu konuda iffetli olmaya özendirme ve hayâsızlıktan/fuhuştan sakındırma ile doludur. İslami eğitim sisteminde iffeti teşvik, arsızlığı ve zinayı çirkin gösterme üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. ● İslam, toplumları zinaya teşvik edici unsurlar olarak kabul edilen içki ve müziği haram kılmıştır. Zira içki ve müziğin bulunduğu bir toplumda muhakkak zina da yayılır. ● İslam, bütün bu ve benzeri tedbirlere rağmen zina eden erkek ve kadınlara en ağır cezaları vermiştir. Evli oldukları halde zina edenlerin taşlanarak öldürülmelerini, bekâr olan zânilere de yüzer değnek vurulmasını emretmiştir. Böylece cezanın, bu çirkin işten caydırıcı olmasını sağlamıştır.

1. Buharî: 6846; Müslim: 1499 2. Buharî: 5220, 4634, 4637; Müslim: 2760 3. Buharî: 5127. Biz, uzun olan bu hadisi kısaltarak verdik. 4. Buharî, İsti'zân: 12; Müslim, Kader: 20, 21 5. Buharî, Enbiyâ: 54, Edeb: 78 6. İmam Ahmed, Müsned: 6/333. Hasen bır hadistir. 7. İbni Mâce: 4019. Hasen bir hadistir. 8. Tirmizi: 1084; İbni Mâce: 1967. Hasen bir hadistir. 9. Hâkim, Müstedrek: 2/37. Hâkim bu hadisin Sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onu onaylamıştır. 10. Buhari: 6878; Müslim: 1676;Ebu Davud:4352;Tirmizi:1402;Nesai:7/90-91 11. Ebû Dâvûd: 4690; Tirmizi:2627. Sahih bir hadistir. 12. Buharî: 1386 13. Müslim: 292 14. Müslim: 7136 15. Buhârî: 4461; Müslim: 253; Tirmizî: 3182; Nesâî: 7/89-90 16. Hasen bir hadistir. Heysemi "Mecmeu'z-Zevâid" (6/258) de dedi ki: Taberâni rivayet etmiş olup, ravileri güvenilirdir. 17. Müslim: 1897; Ebû Dâvûd:2496; Nesâî:6/50. Parantez içine alınan bölüm Nesâî'de geçmektedir.

Rabîu'l Ahir 1439

15


KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük

“Bir kavim ölçü ve tartıyı eksik yaptığı zaman; Allah onları kıtlık, şiddetli geçim sıkıntısı, zalim idareci ile imtihan eder, cezalandırır. Yine bir kavim mallarının zekâtını vermekten imtina ettiği zaman; eğer hayvanlar olmasaydı Allah, gökten yağmuru onların üzerlerine yağdırmazdı.”

16

Ocak 2018

TARTIDA VE ÖLÇÜDE EKSİK YAPMANIN BİR TOPLUMA OLAN ETKİSİ

H

amd, ölçü ve tartının Müslüman bir toplum için ne

Allah’ın sonsuz rahmeti, affı

kadar mühim bir husus ol-

hareket eden ve Müslüman-

duğunu Kur’an-ı Kerim’de

lara karşı müsamahakâr dav-

müstakil bir sûre olan Mu-

ranan müminlerin üzerine

taffifin sûresi ile bizlere bil-

olsun.

diren Allah’a,

ve keremi; alırken ve satarken ilahi düsturlara uygun

Toplumları ayakta tutan, on-

Salât ve selâm “Bizi alda-

lara değer kazandıran, ara-

tan bizden değildir” buyu-

larındaki birlik ve beraberlik

ran Rasûlullah aleyhisselâm

duygularını güçlendiren, on-

efendimize,

ları birbirleri ile kaynaştıran


bazı değerler vardır. Bu değerlere ri-

helake ve ahirette de şiddetli bir aza-

ayet etmek kardeşliği, sevgi ve saygı-

ba uğramakla karşı karşıya getiren

yı, her şeyden öte adalet duygusunu

bu meselenin iyice idrak edilmesi ge-

geliştirir. İşte bunlardan en önemli

rekmektedir.

görülen hususlardan birisi de ölçü ve tartıda adaletli davranmaktır. Çok basit bir amelmiş gibi görünen bazı hususlar kardeşliğin temelini atma da bir tohum misali önemli görülen ve asla küçümsenmemesi gereken değerlerdir. Tohum da değersiz ve çok küçük bir şeydir fakat koca koca ağaçları ve birbirinden lezzetli meyveleri oluşturan da yine o tohumdur. Tohumun önemi oluşacak meyvenin kalitesiyle doğru orantılıdır. Bu se-

İbni Ömer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

şöyle buyurmuştur:

“Bir kavim ölçü ve tartıyı eksik yaptığı zaman; Allah onları kıtlık, şiddetli geçim sıkıntısı, zalim idareci ile imtihan eder, cezalandırır. Yine bir kavim mallarının zekâtını vermekten imtina ettiği zaman; eğer hayvanlar olmasaydı Allah, gökten yağmuru onların üzerlerine yağdırmazdı.” (2)

beple gerek fert gerekse de toplum

Bu hadisten de anlaşılacağı üzere in-

planında çok önemsiz gibi görünen

sanların kıtlık içinde yaşamalarının,

bir meselenin ileriki safhaları koca-

şiddetli geçim sıkıntısı çekmelerinin

man bir dağ misali İslâm’ın önünde

ve zalim idareciler ile imtihan edil-

set olarak durabilmektedir. Çünkü

melerinin temelinde ölçü ve tartıya

İslâm’ın bahsettiği her mesele çok

riayet etmemeleri vardır.

önemlidir. Dini hususların basiti ve önemsizi olmaz.

Kur’an’ı Kerim ibret sahneleri ile doludur. Daha önceki kavimlerden ölçü

Bir gün devlet ricallerinden birisinin

ve tartıya riayet etmeyenlerin akıbet-

suali üzerine İmam Malik rahimehul-

lerinin ne kadar da kötü olduğunu

lah: “Bilmiyorum” cevabını verince

bizlere bildirerek bu helake vesile

soruyu soran kişi: “Bu öyle zor ve

olan hasletlerden uzak kalınması ge-

ağır bir mesele değil ki” dedi. Bunun

rektiğini bildirmektedir.

üzerine İmam Malik hiddetlenip şöyle dedi: “İlmin hiçbir meselesi hafif ve basit değildir. Sen Allahu Teâlâ’nın nebisine: “Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.”

(1)

dediğini bilmiyor musun?

Daha önceki kavimlerden olan Medyen kavmi de ticaretle uğraşıyor, yaptıkları alışverişte hep hileler yapıyorlardı. Yiyecek maddelerini alıp stok yapıyorlar, pahalanınca fahiş fiyatla satıyorlardı. Ölçü ve tartı için

Bu sebeple belki insanların nazarında

iki değişik ölçü kullanıyorlar, alırken

çok basit bir hususmuş gibi gözüken

büyük ölçekle alıyorlar, satarken kü-

fakat hakikatte o toplumu dünyada

çük ölçekle veriyorlardı. İnsanların

Rabîu'l Ahir 1439

17


yollarını kesiyorlar onların mallarına

oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi

zorla el koyuyorlardı. Yol üstünde

hali müstesna geri dönmemiz bizim

durup, bilhassa yabancı ve gariplerin

için olacak şey değildir. Rabbimizin

mallarını çeşitli hilelere başvurarak

ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sade-

ellerinden alıyorlardı. Ayrıca sahip

ce Allah’a dayanırız. Ey Rabbimiz!

oldukları pek çok nimetin şükrünü

Bizimle kavmimiz arasında adaletle

yapmayıp

hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin

nankörlük

ediyorlardı.

Allahu Teâlâ onları doğru olan yola

en hayırlısısın.”

davet etmek için Şuayb aleyhisselam’ı

ticede Allahu Teâlâ onlara azap gön-

peygamber olarak gönderdi. Şuayb

derdi. Bir sayha ve zelzeleyle onların

aleyhisselâm onlara nasihatte bulu-

hepsini helak etti. Hepsi helak oldu-

nup yaptıkları bu kötü alışkanlıkları

lar. Sanki o beldede yaşamamışlardı.

terk etmelerini söyledi. Aksi takdirde azaba uğrayacaklarını, eğer vazgeçecek olurlarsa da mükâfata kavuşacaklarını anlattı. Bütün bunlara rağmen onlar Şuayb aleyhisselâm’ı dinlemeyip ona karşı çıktılar ona inanan herkesi tehdit ettiler. Şuayb aleyhisselâm bütün sıkıntı, eziyet ve

18

(3)

diye dua etti. Ne-

“Derken o (müthiş) sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Şu’ayb’ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç şenlik tutmamış gibi oldular. Şu’ayb’ı yalanlayanlar var ya işte ziyana uğrayanlar, onlar oldular.” (4)

horlamalarına rağmen Medyenlile-

Şuayb aleyhisselâm ve ona inananlar

ri doğruya davet etmeye devam etti.

kurtulup Medyen’e yakın bir yerde,

İbret olarak isyanları sebebiyle helak

yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir

edilen Nuh kavmi, Hud ve Lut kav-

şehir olan Eyke’ye gittiler. Şuayb

minin başlarına gelen azabı ve helak

aleyhiselâm oradaki insanlara tebliğ-

edilmelerini anlattı. Fakat civar böl-

de bulundu. Medyen halkına benzer

gelerden gelen kimseler iman etme-

yönleri olan Eykeliler parayı tartı ile

lerine rağmen onlar iman etmediler.

alırlar, kenarlarından kırptıktan son-

Ona gelenlere de mani olmaya çalıştı-

ra tane ile verirlerdi. Alışverişlerinde

lar. Şuayb aleyhisselâm’ı ve ona iman

muhakkak sûrette karşı tarafa zarar

edenleri kendi sapık dinlerine dön-

verir ve onları aldatırlardı. Alırken

medikleri takdirde yurtlarından çıka-

ucuz ve fazla fazla alırlar, satarken

racaklarını söyleyip tehdit ettiler. Şu-

pahalı ve eksik verirlerdi. Yolcuları

ayb aleyhisselâm artık onların iman

soyarlar ve putlara taparlardı. Şuayb

etmelerinden ümidini kesince onları

aleyhisselâm’a iman etmek için ge-

Allah’a havale etti. “(Andolsun ki),

lenleri vazgeçirmek için çalışırlardı.

Allah bizi ondan (kâfirlikten) kur-

Şuayb aleyhisselâm’a yalancı diyor-

tardıktan sonra tekrar sizin dininize

lar, istekleri olmazsa tehditte bulu-

dönersek, Allah’a karşı iftira etmiş

nup eziyet ediyorlardı. Şuayb aley-

Ocak 2018


hisselâm Eyke halkını imana davet etti. Fakat ikaz ve uyarılar, nasihatler fayda vermiyordu. Şuayb aleyhisselâm son bir defa daha onları ikaz ederek Allah’a iman etmelerini ölçü ve tartıda adil olmalarını her türlü zulümden

vazgeçmelerini

söyle-

diyse de fayda vermedi. İnkâr edip inanmadılar. Alay ettiler onun yalancı ve sihirbaz biri olduğunu ileri sürdüler. İman etmeyeceklerini açıkça söylediler. “Onlar şöyle dediler: “Sen, olsa olsa

“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.”

iyice büyülenmiş birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka nesin? Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz. Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver.” (5) dediler. Şuayb aleyhisselâm bu azgın kavmi Allah’a havale etti. Allahu Teâlâ da onlara şiddetli bir azab gönderip hepsini helak etti. Önce ortalığı kasıp kavuran şiddetli bir sıcaklığa tutuldular. Sular fokur fokur kaynadı. Susuzluktan kıvranı-

ri güne Kur’an’da “Yevmu’z-Zulle” (gölge günü) denilmekte ve mealen şöyle buyurulmaktadır. “Velhasıl onu yalancı saydılar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muaz-

yorlar, sıcak suları içtikçe içleri yanı-

zam bir günün azabı idi!” (6)

yordu. Çaresizlikten gölge ve içecek

“Doğrusu bunda büyük bir ders var-

su arıyorlar, bir taraftan diğer tarafa

dır; ama çokları iman etmezler.” (7)

koşuşturuyorlardı. Bu hal yedi gün boyunca devam etti. Sekinzinci gün ufukta koyu gölgeli siyah bir bulut çıkıp yükseldi. Bunu gören Eykeliler

“İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız.” (8)

serinlemek için koşup hepsi bulutun

Görüldüğü üzere Allah’ın geçmiş ka-

altında toplandılar. Onlar bulutun

vimler hakkındaki sünnetullah’ı hep

altında toplanır toplanmaz buluttan

aynı olmuştur. Ne zaman ki haddi aş-

üzerlerine şiddetli bir ateş yağmaya

mışlar ve nasihatler fayda vermemiş,

başladı. Hepsi ateş altında helak olup

işte o zaman azab dört bir yandan on-

gittiler. Eykelilerin helak edildikle-

ları kuşatıvermişti. Bütün bu ibretlik

Rabîu'l Ahir 1439

19


kıssalardan faydalanmayan ve ken-

müslümanlara yönelik fiilî saldırı ve

dini düzeltmeyenlerinde akıbeti ne

zulüm devri henüz başlamamıştı.

acıdır ki bundan farklı olmayacaktır. “Allah’ın önceden geçenler hakkın-

olduğunu iddia etmişlerdir. Bu yan-

daki kanunu budur. Allah’ın kanu-

lış anlamaya İbn Abbas’tan gelen bir

nunda asla bir değişiklik bulamaz-

rivayet neden olmuştur. Şöyle ki,

sın.”

(9)

“Rasûlullah aleyhisselam Medine’ye gel-

“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke,

diğinde, orada ölçü-tartıda hile yapma âdeti çok yaygın idi. Fakat Mutaffifin Sûresi nâzil olduktan sonra, Medineliler bu adetten vazgeçtiler. Tartıda dürüst davranmaya ve tam

helâke müstahak olur; biz de orayı

tartmaya başladılar.” (12)

darmadağın ederiz.” (10)

Yani Rasûlullah aleyhisselâm Mebinaen

dine’ye geldikten sonra, bu sûreyi

Yüce Rabbimiz tartı ve ölçüde eksik

Medinelilere tebliğ etmiş ve onlar da

davranmanın nehyi ile alakalı olarak

ölçü-tartıda ve alışverişte hile yap-

Mutaffifin sûresini indirmiş ve aynı

maktan vazgeçerek, dürüst davran-

hastalığa yakalanmış olan Mekkelile-

maya başlamışlardır. Buradan bu sû-

re de şöyle buyurmuştur:

renin Medine’de nâzil olduğu anlamı

Meselenin

ehemmiyetine

“Eksik ölçüp noksan yapan hilekâr-

çıkmaz.

lara yazıklar olsun! Onlar insanlar-

Sûre Allah’ın ölçüde ve tartıda hain-

dan alırken ölçüp tarttıklarında tam,

lik yapanlara karşı savaş ilan etmesi

onlara vermek için ölçüp tarttıkla-

ile başlıyor. Ayet-i kerime de geçen

rında ise eksik ölçer ve tartarlar.”

(11)

Muhtevasından da anlaşılacağı gibi, bu sûre Mekke’nin ilk dönemlerinde nâzil olmuştur. O dönemlerde Mekkeliler’in zihinlerine ahiret düşüncesinin yerleştirilebilmesi için, peyderpey bu gibi sûreler nâzil oluyordu.

20

Bazı müfessirler bu sûrenin medenî

“veyl” kavramı yıkım, helak demektir. Bu amacın olmuş bitmiş bir olayın dile getirilmesi veya bir beddua olması arasında fark yoktur. Her iki halde de durum aynıdır. Çünkü Allah’ın istemesi, duası ve kesin hükmü demektir. Ardından gelen iki ayet

Bu sûrenin nâzil olduğu o dönemler-

mutaffifin kavramının anlamını açık-

de, Mekkeliler çarşılarda, yollarda,

lamaktadır. Bunlar alıcı oldukları za-

meclislerde ve Müslümanları nerede

man alacakları şeyi tam alırlar. Satıcı

görürlerse, onlara sataşıyor ve onlar-

olduklarında ise mallarını insanlara

la alay ediyorlardı. Tıpkı daha önce-

eksik verirler. Ardından gelen üçün-

den seleflerini yaptığı gibi... O zaman

cü ayet mutaffifin diye hitab edilen

Ocak 2018


bu insanların yaptıkları işe hayret etmektedir. Çünkü bunlar, dünya hayatında kazandıklarından hiçbir zaman hesaba çekilmeyeceklermiş gibi davranıyorlar. Allah’ın huzurunda sanki hiç kimse toplanmayacak ve orada âlemlerin Rabbinin önünde hesaba çekilme ve ona göre karşılık alma gerçekleşmeyecekmiş gibi hareket etmektedirler. “Onlar tekrar dirileceklerini sanmı-

“Eksik ölçüp noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun! Onlar insanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise eksik ölçer ve tartarlar.”

yorlar mı? Büyük bir gün. İnsanların âlemlerin Rabbinin huzurunda durdukları gün.” (13) Mekke’de inen bu sûrede Mutaffifin denilen böyle bir kesimin tutumuna değinilmesi dikkat çekicidir. Oysa ölçüde ve tartıda hainlik yapma gibi somut ahlâki sorunlara ve -genel

büyük bir ticaret ağını yönlendiren

anlamıyla- sosyal ilişkilerin belir-

seçkin insanların işlediği bu hainliği

lenmesine değinmek genel olarak

apaçık bir şekilde ortaya koymuş ve

Medine’de inen ayetler tarafından

onun karşısında yer almıştı. Bu sos-

gerçekleştirilmiştir. Bu ilkeler Me-

yetik tüccarların ellerinde büyük ser-

dine’de İslâm devletinin gölgesinde

vetler ve yığınlarca mal dolaşıyordu.

hayatın tümünü kuşatan İslâm siste-

Yemen’e ve Şam’a yapılan kış ve yaz

mine uygun biçimde, sosyal hayatın

yolculuklarında kervanlar ile tica-

düzenlenmesi sırasında ortaya konulmuştur. Bu nedenle bu olayın, Mekki sûrede doğrudan ele alınışı haklı olarak dikkatleri çekmektedir. Bu istisnai

ret yapıyor ve büyük kazançlar elde ediyorlardı. Hac mevsiminde açılan Ukaz panayırı gibi mevsimlik panayırları da işletiyorlardı. Bu panayırlarda büyük ticaretlerin yanında şiir

olay, kısacık ayetlerin ardında gizli

yarışmaları da yapılıyordu.

olan, değişik birkaç olguya da işaret

Buradaki Kur’an ayetlerinin kastet-

etmektedir.

tiği insanlar yüce Allah’ın yıkımla

Bu her şeyden önce gösteriyor ki İs-

tehdit ettiği ve kendilerine bu savaşı

lâm Mekke ortamında hemen hemen

ilan ettiği hainler, düzenbazlar, nü-

bir tekelleşmeyi andıracak o denli

fuz sahibi olan ve insanları diledikle-

Rabîu'l Ahir 1439

21


ri şekilde yönlendirme gücüne sahip

Mekke ortamındaki bu erken uyarı

olan toplumun seçkin tabakasının

İslâm dininin karakterini, sistemini

mensupları idi.

ve yaşanan hayat ile sosyal olayla-

Bunlar insanlardan herhangi bir şey satın alırken tam ve eksiksiz alıyorlardı. Sanki herhangi bir sebeple insanlar üzerinde bir otoriteleri varmış gibi istedikleri her şeyi zorla alıyorlardı, ölçüyü ve tartıyı tam tutuyorlardı. Tabi ki burada üzerinde durulan onların kendi haklarını tam

koymaktadır. İslâm sosyal hayatın dizginini ele geçirerek kendi görüşüne uygun bir sistemi yerleştirmeye başlamadan önce bile bu apaçık zulme ve ilişkilerdeki bu ahlaki sapıklığa karşı rahatsızlığını açıkça ortaya koymuştur. Hain ve düzenbaz olan bu gruba karşı ciddi yankılar uyandı-

almaları değildir. Çünkü burada

ran savaş ve tehdit çağrısını yapmış-

kendilerine harb açılmayı gerektiren

tır. Bunlar o gün Mekke’nin efendile-

bir sebep yoktur. Burada anlatılmak

ri idi. Otorite sahipleri idi. Putperest

istenen, onların zorla haklarından

inanç sistemi yolu ile insanların ruh-

fazlasını almaları ve kuvvet kullana-

ları ve duyguları üzerinde hâkimiyet

rak istediklerini ele geçirmeleridir.

kurdukları gibi onların ekonomik ve

İnsanlara bir şeyi ölçerken veya tar-

ticari hayatları üzerinde de bir hege-

tarken haklarını eksik verip güçlerini

monya kurmuşlardı.

kullanıyorlardı. Hâlbuki insanlar on-

İslâm aldatmaya karşı ve insanların

lara karşı haklarını alma ve adaletin

hayatına egemen kılınan çirkin uy-

ölçülerinden yararlanma imkânına

gulamalara karşı sesini yükseltti. Ma-

sahip değillerdi.

lın ve rızkın tüccarlığını yapan faizci

Bu adaletsizlik ve dengesizliğin liderlik otoritesi ve kabile ününden kaynaklanması ile servetin gücünden kaynaklanması arasında fark yoktur. Çünkü her iki halde de insanlar bu mallara muhtaç olmaları sebebiyle, onların tekeller kurarak oluşturdukları zulme boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Bu uygulama bugüne kadar kaldırılabilmiş değildir. Demek ki o

22

rı düzenleyen karakterini de ortaya

ve tekelci liderler (lobiler) tarafından sömürülen halk kitlelerinin yanında yer aldı. Bütün bu imkânları ile birlikte halkları aynı zamanda sözde dini kuruntularla kendilerine boyun eğdirmeye

çalışanların

karşısında

yer aldı. İslâm kendi özünden ve ilahi olan sisteminden kaynaklanan bu haykırışı ile sömürülen kitleler için bir uyarıcı oldu. Onlar için hiçbir zaman uyuşturan bir afyon olmadı.

ortamda çok açık bir hainlik ve dü-

Mekke'de her türlü malı, mevkii ve

zenbazlık vardı ki bu erken uyarının

sözde dini otoriteyi ellerine geçirerek

yapılmasını zorunlu kıldı.

topluma egemen olan bu zorba ve az-

Ocak 2018


gın insanların baskısı ve kuşatması altında iken dahi bu karakteri değişmedi. İşte buradan, Kureyş seçkinlerinin İslâm çağrısı karşısında neden bu kadar inatçı ve katı bir şekilde durduklarının gerçek sebeplerinden bir kısmını anlıyoruz. Onlar hiç şüphesiz Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- çağırdığı bu yeni dinin, gönüllerde gizli kalan yalın bir inançtan ibaret olmadığını çok iyi

Bir toplum, en küçüğünden en büyüğüne kadar ahiret gününde hesaba çekileceğine inanmıyorsa eğer, kötülüğün giderilmesi ve dürüst olunması mümkün değildir.

kavrıyorlardı. Onlar anlıyorlardı ki, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem

"Allah'tan başka ilah yoktur ve

Muhammed Allah'ın elçisidir, peygamberidir" şeklinde ifade edilen kelime-i tevhid ile putsuz ve heykelsiz bir biçimde Allah'a namaz kılmakla yetinmeyecekti. Asla… İş sadece bununla bitmiyordu.

yorlardı. Onlar bu savaşla sırf inanç-

Onlar bu inanç sisteminin cahiliyenin

larını ve düşüncelerini savunmuyor-

tüm ilkelerini ezip geçen bir sistem

lardı. İslâm sisteminin karşısında

olduğunu anlıyorlardı. Çünkü kendi-

bütünü ile kendi sistemlerini savu-

lerinin bütün çıkarları bütün makam-

nuyorlardı.

ları bütün sistemleri bu cahiliyeye dayanıyordu. Onlar İslâm’ın öngör-

İslâmi sistemin hayata egemen kı-

düğü sistemin karakteri gereği çifte

lınmasına karşı savaşan herkes han-

standardı kabul etmediğini, gökyüzü

gi kuşakta ve hangi toprak üzerinde

menşeli ilkelerinden kaynaklanma-

olursa olsun bu gerçeğin farkındadır.

yan dünya ilkeleri ile uyuşmadığını ve cahiliyenin üzerinde kurulduğu tüm değersiz yeryüzü ilkelerini tehdit ettiğini fark ediyorlardı. İşte bu nedenle ona karşı amansız bir saldırıya ve savaşlara girişmişlerdi. Ne

Hem de çok açık bir biçimde... Onlar çürük sistemlerini, gasb ilkesine dayanan çıkarlarını ve güçsüz yapılarını, sapık olan yaşayışlarını çok iyi bilirler. İşte değerli ve köklü İslâm

hicretten önce ne de sonra O’na karşı

sisteminin tehdit ettiği, haksız temel-

takındıkları tavırlardan vazgeçmi-

lere dayanan bu yapılardır.

Rabîu'l Ahir 1439

23


Hangi şekilde ve nasıl olursa olsun

kümlülük altına girin. Allah'a yemin

mal konusunda veya diğer hak ve

ederim ki bu hem dünyanın hem de

görevlerde hainlik yapanlar herkes-

ahiretin en hayırlı işidir.” Onlar de-

ten daha çok bu tertemiz adil düze-

diler ki; “Biz mallarımızı yitirsek de

nin hâkim kılınmasından korkmak-

büyüklerimizi öldürüldüğünü gör-

tadırlar! Çünkü bu düzen yağcılığı,

sek te O'na bağlı kalacağız” ve Hz.

düzenbazlığı ve uzlaşmayı kabul

Peygamber'e "Eğer biz sözümüzde

etmez! Evs ve Hazreç kabilelerinin seçkin temsilcileri hicretten önce gerçekleşen ikinci akabe beyatında Hz. Peygamberle biatlaşırken bu gerçeği an-

elçisi?" diye sordular. Peygamber aleyhisselâm “Cennet” buyurdu. Onlar “Elini uzat” dediler. Peygamber aleyhisselâm’da elini uzattı ve onlar

lamışlardı.

kendisine biat ettiler.

İbni İshak der ki: Asım İbni Ömer

Daha önce Kureyş’in ileri gelenleri-

İbni Katade bana şu haberi aktardı: Bunlar Hz. Peygamber ile ahitleşmek için toplandıklarında Beni Salim İbni Avf’ın kardeşi olan Abbas İbni Ubade İbni Nadle el-Ensari şöyle dedi: “Ey Hazrecliler! Bu adamla neyin üzerinde beyatlaştığımızı biliyor musunuz?” “Evet” dediler. Abbas “Siz insanların siyah derilisine kızıl derilisine karşı savaşmak üzere onunla beyatlaşıyorsunuz. Eğer siz mallarınızın ellerinizden çıktığını ve büyüklerinizin öldürülmeye başlandığını gördüğünüzde onu düşmanlarına teslim edecekseniz, şimdiden teslim edin! Allah'a yemin ederim ki böyle bir şey yapmanız

24

durursak bize ne vardır ey Allah'ın

nin bu dinin karakterini anlsâdıkları gibi bunlarda onun yapısını anlamışlardı. Bu dinin adalet ve insaf noktasında keskin bir kılıç gibi olduğunu ve insanların hayatını bu ilke üzerine kurduğunu anlamışlardı. Bu nedenle İslâm hiçbir zorbanın azgınlığını, hiçbir asinin isyanını ve hiçbir büyüklük taslayanın böbürlenmesini kabul etmez. İnsanların birbirlerini aldatmalarını, birbirlerini horlamalarını, aşağılamalarını ve sömürmelerini kabul edemez. İşte bu nedenle her azgın, isyankâr, büyüklük taslayan ve sömürücü olan ona karşı savaş açıyor, O’nun mesajına ve davetçilerine karşı fırsat kolluyor. (14)

hem dünya hem de ahirette hüsrana

Bir toplum, en küçüğünden en bü-

uğramanızdır. Yok, eğer siz malları-

yüğüne kadar ahiret gününde hesa-

nızın yitirilmesi ve büyüklerinizin

ba çekileceğine inanmıyorsa eğer,

öldürülmelerine rağmen onun sizi

kötülüğün giderilmesi ve dürüst

kendisine çağırdığı ilkelere bağlı

olunması mümkün değildir. Cahili-

kalacaksınız o zaman böyle bir yü-

ye toplumlarında dahi toplum içinde

Ocak 2018


sayısız kötülükler olmasına rağmen

ve hakikati haykırmak ve toplumu

kimse ölçü-tartıda hile yapmayı hoş

ıslah edici atılması gereken ilk adı-

karşılamazdı. İşte buna dayanarak

mı herkesten önce atabilmektir. Bu

Cenab-ı Allah, bu kötülüğün öbür dünyaya inanmamanın ve ahiretten gafletin bir sonucu olduğunu bu ayetlerde beyan etmiştir. Bir kimse ne kadar dürüst olmaya çalışırsa çalışsın ticaretini yaptığı şeyin meblağı büyüdüğünde, pekâlâ bu dürüstlükten vazgeçebilir. Çünkü dürüstlük onun için müstakil bir değer değil sadece bir prensiptir. Ancak

hususta hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan sadece Allah’ın rızası gözetilerek hareket edilmeli, her şeyin karşılığını eksiksiz olarak verecek olan Yüce yaratıcıya tevekkül ederek O’na sığınmalı ve O’nu razı edecek amelleri işlemeliyiz. Toplumların ıslahı için gönüllü ıslahatçılar olmalı, İslâm’ı gönüllere

bir kimse, Allah’a ve ahiret gününe

yerleştirmek için atılması gereken

inanıyorsa işte o zaman o kimse dü-

adımları süratle atmalıyız. Yol uzun,

rüstlüğü müstakil bir değer olarak

zaman kısa, mücadele çaba ve sabrı

kabul ettiği gibi, doğruluğu da üstü-

gerektiriyor. Bu amaçla gayret gös-

ne bir görev olarak telakki eder. Bu

terecek ölçülü ve fedakâr Müslüman

kimse dürüst davrandığı zaman çıkarını ve zararını düşünmez. Zira onun dürüstlük anlayışı daha üst değerlere, yani Allah’a ve ahiret günü inan-

fertlere ihtiyaç var. Onlardan olmaya var mısın? Selam ve dua ile

cına dayanır. Tüm bu anlattıklarımız neticesinde bizlere ders olması gereken hu-

-------------------------

sus atasözünde de belirtildiği üzere “Satarken alıcı ol, alırken satıcı ol.” prensibidir. Kendimize reva görmediğimiz hususları başkalarının üzerinde tatbik etmemeli, kendimize gösterilmesini istediğimiz muameleyi başkalarına yaparak örnek bir nesil olmanın mücadelesini vermeliyiz. Toplumların düzelebilmesinin yegâne esaslarından biri Peygamber aleyhisselâm’ın yaptığı gibi neye mal olacak olursa olsun hak

1. Müzzemmil, 5. 2. İbni Mace 3. A’raf, 89. 4. A’raf,91-92. 5. Şuara,185-187. 6. Şuara, 189. 7. Şuara,190. 8. En’am,129 9. Ahzab, 62. 10. İsra, 16. 11. Mutaffifin,1-3. 12. Neseî, İbn Mace, İbn Merdûye, İbn Cerir, Beyhâkî. 14. Mutaffifin, 4-6. 15. Fizilâl, Mutaffifin sûresi tefsiri.

Rabîu'l Ahir 1439

25


KAPAK DOSYA M. Sâdık Türkmen

“Onların mallarından sadaka al ki bununla onları temizleyip arındırasın. Onlara dua et. Şüphesiz ki senin duan onlar için bir sükûnet ve güvencedir. Allah her şeyi çok iyi bilen ve işitendir.” (Tevbe, 105)

26

Ocak 2018

ZEKÂT VERMEMENİN DÜNYADAKİ SONUÇLARI

H

amd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam

Meşhur

Cibril

hadisinde

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

efendimize İslam’ın esas-

Rasûlullah’a onun ailesine ve

ları sorulduğunda kelimeyi

ashabına olsun.

şahadet ve namazdan sonra

Zekât, İslam’ın en kuvvetli temellerinden biridir. Dinin direği olarak vasıflandırılan namazın zikredildiği her ayette zekâtın da zikredildiğine müşahede etmekteyiz. Öyle ki bu birliktelik namaz ile zekâtın

zekâtı üçüncü sırada saymıştır. Buhari ve Müslim’in üzerinde ittifak ettikleri hadisi şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

şöyle buyurmuştur: “İs-

lam beş temel üzere bina edilmiştir, Allah’tan başka ilah olmadığına,

Muhammed’in

arasının ayrılmayacağının en

Allah’ın

kati bir beyan etmektedir.

şehadet getirmek, namaz kıl-

Rasûlü

olduğuna


mak, zekât vermek, ramazan orucunu tutmak ve güç yetiren kişinin beyt’i hac etmesi.” İslam tarihinde zekâtın çok ayrı yeri vardır. Zira İslam’ı temelinden sarsmak isteyenler ilk olarak bununla işe girişirler. Eğer zekâtı her ayette kendisinden önce zikredilen namazdan ayırmaya başarsalardı elbette onu İslam’ın temellerinden ayıracaklardı. Bu sebeple zekâtı sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e verileceklerini iddia ettiler. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın kendilerine bunu emrettiklerini söylediler. Buna delil olarak ta Kur’an-ı Kerim’den şu ayeti kerimeyi getirdiler: “Onların mallarından sadaka al ki bununla onları temizleyip arındırasın. Onlara dua et. Şüphesiz ki senin duan onlar için bir sükûnet ve güvencedir. Allah her şeyi çok iyi bilen ve işitendir.” (Tevbe, 105) Ayeti kerimedeki “onların mallarından sadaka al” kısmından yola çıkarak zekâtın ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e verileceğini savundular. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem henüz yeni vefat ettiği için çok nazik bir süreçten geçiliyordu. Müslümanların birliğinin oturması ve oluşan büyük boşluğunun doldurulması gibi çok ciddi meseleler vardı. Bir de Usame ordusunun Şam’a gönderilmesi gündemdeydi. Bu kritik süreçte yeni halife olan Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh zekâtı vermeyen bu şahıslara savaş ilan etti. İslam devletinin geçtiği bu nazik süreci gören Hz. Ömer radıyallahu anh halifenin huzuruna

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hangi kavim zekât vermeyi menetmişse Allah onları (kuraklık) yıllarıyla imtihan etmiştir.”

çıkıp “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘İnsanlar Allah’tan başka ilah yoktur deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Eğer bunu söylerlerse İslam’ın hakkı hariç benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları da Allah'a aittir’ dediği halde nasıl olurda insanlarla savaşırsın?” dedi. Hz Ebubekir “Vallahi namazla zekâtın arasını ayıranla savaşırım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Vallahi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e verdikleri keçi yavrusunu vermekten kaçınsalar bile onlarla savaşacağım” dedi. Daha sonra sahabelerinde kendisini muvaffak etmesiyle dinin temelini sarsmaya çalışan mürtedlerin üzerine gidilmiş ve onlar dize getirilmiştir. Hz Ebu Bekir radıyallahu anh bu hareketiyle İslam topraklarında zekâta muhtaç olarak yaşayan insanların haklarını muhafaza etmeyi amaçlamış ve Müslümanlara İslami tatbik eden devletin sorumluluklarını hatırlatmıştır. Bu

Rabîu'l Ahir 1439

27


hâdise aynı zamanda dünyaya tamah ederek zekât vermeye yanaşmayanlara ibretlik bir ceza olmuştu. Zekâtı vermeyenin ahirette büyük bir azaba uğrayacağı muhakkaktır. Çünkü dünyada kendilerine savaş açılacak kadar suç işlemesi ahirette de büyük azabı gerektirir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen değişik rivayetlerin ortak noktası zekât vermeyenlerin kendi mallarıyla hesaba çekileceği ve o malların sahiplerine eziyet edeceği şekildedir.

Zekât Vermeyenin Dünyevi Cezaları Zekât verilmeyen toplumlarda açlık ve kuraklık baş gösterir. Günümüzde bunun örneklerine çokça şahitlik edilmektedir. Zekâta muhtaç olduğu halde zenginler tarafından bu meblağı elde edemeyen insanların açlık ve sefalet içerisinde yaşsâdıkları herkes tarafından bilinmektedir. Yine peşi sıra bazı yıllar mahsullerin yanması, donması ve kuraklık bir imtihan olduğu gibi mal sahiplerine bir ceza hükmündedir. Belki bu vesileyle akıllarını başlarına toplar ve ibret alırlar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hangi kavim zekât vermeyi menetmişse Allah onları (kuraklık) yıllarıyla imtihan etmiştir.” (1) Zekât verilmeyen toplumlar yağmurdan mahrum bırakılır. Dünya hayatının insanlar tarafından bilinmeyen nice incelikleri vardır. Kendi vücudunun dahi tüm inceliklerini hakkıyla bilemeyen insan çevresinde cereyan eden

28

Ocak 2018

bazı hadiselere anlam vermekte zorluk çeker. Aslında Allahu Teâlâ insana isyanı ölçüsünde ceza verecek olsaydı insanların pek azı nimetlere nail olabilirdi. İslam, zekâtını alamayan kişileri, hakları ellerinden alınmış mazlumlar olarak görür. Yine İslam, mal belli ellerde değil çok kişi tarafından kullanılması için zekât ve sadaka müessesini oluşturmuştur. Bu haklarını alamayan mazlumlar ile Allah arasında bir perde olmadığını sürekli hatırlamak gerekir. Bu noktaya dikkat çeken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir topluluk mallarının zekâtını vermezse yağmur yağmaktan mahrum edilirler eğer hayvanlar olmasaydı onlara yağmur yağdırılmazdı.” (2) Bu sebepten dolayı Müslümanlar yağmur duasına çıkarken yaşlıları, muhtaçları ve hayvanları götürürler. Hatta yavru ve anne hayvanların arasını ayırırlar ki daha fazla ses çıksın. Allah’ın merhametinin inmesine daha süratli vesile olsun. Verilmeyen zekât, sermayenin ifsadına sebep olur. İslam toplumu, fertleri arasına duvarlar ören ve halkları sınıflara ayıran yaklaşımdan uzaktır. Zengin ve fakir ayırımını en iyi şekilde çözen İslam onları aynı safta yan yana namaz kılmak suretiyle birleştirmiştir. Bundan daha fazla zikredilmeye layık olan bir hakikat vardır ki o da İslam toplumu üstünlüğü takvaya bağlamıştır. Batının yaşayış gayesi dünyayı elde etmek olduğu için Müslümanların düşünce ufkuna hiçbir zaman ulaşamamıştır. Onlar dünyadan elde ettiklerini kendi halklarından, ihtiyaç sahipleriy-


le paylaşmaktan imtina ettikleri için fakirlerle aralarında korkunç mesafeler oluştu. Fakirlerin zenginlere duyduğu öfke zamanla onların ellerindeki mala sahip olmak için suikastlara vesile oldu. İşte Avrupa ve Amerika da inşa edilen şatoların gayesi zenginlere duyulan bu öfkeydi. Zenginler ancak bu şatolarla kendilerini muhafaza edebilmişlerdir. Fransız ihtilali, fakirliğinde vesile olduğu bir ihtilaldi. Birkaç yıl önce İngiltere’de halkın sokaklara çıkıp araçları yakması, mağazaları yağmalaması, hatta insanların üstündeki elbiselere varıncaya kadar onları soyması hep fakir zengin arasındaki bu dengesiz düzen yüzündendi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir topluluk mallarının zekâtını vermezse yağmur yağmaktan mahrum edilirler eğer hayvanlar olmasaydı onlara yağmur yağdırılmazdı.”

Zekâtı ihtiyaç sahiplerine vermemenin bazı neticelerini şöyle özetlemek müm-

İslam, verilmeyen sadaka ve zekâtın malı bozduğunu ilan eder. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mala karışan sadaka -zekât- o malı ifsat eder.” (3)

kündür:

Yani malın zekâtı verilmezse o mal bozulmaya mahkûmdur. Yukarıda Avrupa’dan verdiğimiz örnekler bunun en bariz delilleridir. İmam Münziri bu hadisi şu şekilde açıklamıştır;

yerleşmesi, zenginin şahsiyetinin ge-

“Sadaka -zekât- bir sermayeden çıkarılmayıp ihtiyaç sahiplerine verilmezse o malın helakine ve bozulmasına sebep olur. Bu manaya başka bir hadiste şöyle işaret edilmiştir: “Karada ve denizde sermaye ancak zekâtın verilmemesi ile yok olur.” (4) Bir kişi ihtiyaç duymadığı halde zekât alır da onu kendi malına karıştırırsa sermayesini helak eder. Ahmed bin Hanbel, hadisi, bu ikinci şekilde anlamıştır.” (5)

olarak yeter. Malının kölesi olarak yaşa-

Nefislerin

cimrilikten

arınamaması,

infak etme konusunda tembel davranma, Allah’ın nimetlerine hakkı ile şükredememe, dünya sevgisinin kalbe lişememesi, insanlar arasında muhabbetin bitmesi malın temizlenmemesi, malın bereketlenmemesi… Tüm bunlar dünya hayatında zekât vermeyene ceza maktan daha büyük bir fakirlik olamaz. Malının zekâtını hakkıyla araştırana ne mutlu… ------------------------1. Mecmau’z Zevaid c.3 s.96 2. Beyhaki, Sünen 3. Beyhaki, Sünen 4. Mecmau’z Zevaid, c. 3 s. 93 5. Et-Terğib Ve’t- Terhib

Rabîu'l Ahir 1439

29


KAPAK DOSYA Ümit Şit

“Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Kesin iman eden bir topluluk için, Allah’tan daha güzel hüküm veren kim vardır?” (Maide, 50)

30

Ocak 2018

KUR’AN’I YÖNETİMDEN ÇIKARAN BİR TOPLUMA VERİLECEK UMUMİ AZAB

1

439 yıl önce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Nübüvvet içinizde Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder; ardından Allah onu da -dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra Allah dilediğinde onu or-

tadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat olur; o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur.” (1) Günümüzde ceberut saltanatların hükmettiği bir aşamadayız. Hilafetin ilga edilip onun yerine beşeri kanunlar getirilmiştir. Cadde ve sokaklardaki; ticarethaneler, evler, resmi kurumlar ve insanla-


rın kendi aralarındaki muameleleri, bu insan yapımı sabun misali olan kanunlar ile yürütülüyor. Beşeri kanunların hâkim olduğu toplumlar Allah’ın şeriatını arkasına atan toplumlardır. Yöneticisinden en küçük statüye sahip her fert bu durumdan sorumludur. Böyle bir topluma medeni bir toplum dememiz için her alanda fazilet, başarı, denge, takva, refah, ahlak, sosyal adalet gibi kavramların toplumda benimsenmesi ve dışa vurması gerekmektedir. Bu kavramların dışa vurmadığı her toplum, çağa ve devire bakılmaksızın cahiliye ismi ile anılır. Bir toplumun bu isimden kurtulmasının reçetesi ise Allah’ın indirdiği hükümlerle toplumda hükmedilmesidir. Nitekim Allah Teâlâ Kuran’da şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide, 44) Bu ayeti İbni Abbas radıyallahu anh şöyle açıklamıştır: “Kasten inkâr ederek Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyen kimseler kâfirlerdir. (Allah’ın hükümlerini) Kabul ettiği hâlde onunla hükmetmezse zalim veya fasık olur.” Kur’an ile yönetilen toplumlarda adalet, can, mal, ırz güvenliği en üst seviyede uygulanmaktadır. Tarihte bunun en canlı örneği, puta tapan, eşkıya, zalim statüsünde bir hayat yaşayan Mekke toplumunun meleklerle yarışır bir toplum haline gelmesidir. Bunun sebebi Allah’ın şeriatının toplumda uygulanmasından ileri gelmektedir. Hz. Ömer’in radıyallahu anh devlet

Kur’an ile yönetilen toplumlarda adalet, can, mal, ırz güvenliği en üst seviyede uygulanmaktadır. Tarihte bunun en canlı örneği, puta tapan, eşkıya, zalim statüsünde bir hayat yaşayan Mekke toplumunun meleklerle yarışır bir toplum haline gelmesidir.

idaresinde adil bir yönetici sıfatı kazanması, Allah’ın şeriatı ile toplumu yönetmesinden ve ahlakının Kuran olmasından ileri gelmektedir. Allah’ın şeriatı ile yönetilmeyen ve yönetilmek istenmeyen toplumları Allah geçmişte cezalandırdığı gibi günümüz toplumlarını da cezalandırmakta ve azaba uğratmaktadır. İnsanlar ise bu cezalandırmaların farkında değillerdir. Hud aleyhisselâm’ın kavmi olan Ad toplumunun azaba uğratılması şöyledir: “Âd halkına gelince: Onlar dünyada haksız ve sebepsiz yere büyüklük taslayıp, ‘Kuvvet yönünden var mı bize galip gelecek?’ dediler. Hâlbuki kendilerini yaratan Allah’ın, o mahlûklardan daha kuvvetli olduğunu görüp anlamadılar mı? Onlar

Rabîu'l Ahir 1439

31


Bizim ayetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı. Biz de onların üzerine, o uğursuz günlerde bir kasırga gönderdik. Bunu onlara dünya hayatında bir rezillik ve rüsvaylık tattırmak için yaptık. Âhiret azabı ise daha çok rüsvay eder. Hem orada hiç kimse kendilerine yardım edemez.”(Fussilet, 15-16) Allah, Ad kavmini güçlülükleri ile imtihan etti. Onlar ise Allah’ın kuvvetiyle yarışmaları sebebiyle kaybettiler. Kuvvetlerine güvenip kendinden daha güçlü hiçbir kimsenin olmadığını öne sürerek Allah’a isyan ettiler. Böylelikle kasırga ile azaba uğratıldılar. Peki, günümüz toplumlarında Allah’ın kanunlarına rağmen, yasama gücünün sadece kendilerine ait olduğunu öne sürenlerin hali ne olacak? Kullardan oluşan toplumların ıslahını, eğitimini, terbiye ve talimini en kemal şekilde nasıl olacağını bilen rabbimize rağmen; “halk, bizim çıkardığımız kanunlar ile yönetilmek zorundadır” diyerek Allah ile yarışanların halleri ne olacaktır? Biz akıllı hukukçulara, ileriyi görebilen toplum mühendislerine sahibiz diyenler, Allah’ın kanun koyma ve uygulatma yetkisine el koyma cüreti içerisinde azaba kapı açmaktadırlar. Allah Teâlâ, yaratmış ve nasıl yaşarsanız yaşayın, kendi kanunlarınızı bir araya gelerek kararlaştırın ve çoğunluk ne derse o olsun mu demiştir? Haşa, bu durumun adı başıboş bırakmak değil midir? Peki, Allah bizi başıboş mu bırakmıştır? Hemen Kuran’ı Kerim’den bu sorunun ceva-

32

Ocak 2018

bına bakalım: “İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?” (Kıyamet, 36) Aciz insan tuvalete bile nasıl girilip çıkılacağının emrini Allah’tan alıyorken, nasıl olurda devlet idare sisteminde yaratan ve hükmeden Allah, insanı başıboş bıraksın. Nitekim Kuran’ı Kerim’de bu durumun böyle olmadığı açık bir şekilde anlatılıyor: “Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru olan din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 40) Allah, gökte kuşların nasıl uçacağına, nasıl yaşayacağına karar veren olduğu gibi insanların ve cinlerin de yeryüzünde nasıl yaşayacağına yalnızca kendisi karar vermektedir. Şayet bir kimse “gelin bizim kanunlarımıza göre yaşayın çünkü en iyi ve en ideal yaşam sistemi budur” derse, firavun gibi kendi ilahlığını ilan etmiş olur. Ona uyan toplumlar ise ona kul olmuş olurlar. Bu yüzden İslam, dünyanın darlığından ahiretin genişliğine, kula kulluktan Allah’a kulluğa davet etmek için gelmiştir. Kim ve ya kimler Allah’ın indirdiğinden başka hükümlerle hükmedilmek isterse Allah’ın şu ayetlerine muhatap olmaktadır: “Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Kesin iman eden bir topluluk için, Allah’tan daha güzel hüküm veren kim vardır?” (Maide, 50) Bir Müslümanın yapması gereken davranış şekli, problemler karşısında Allah’ın kelamına ve Rasûlullah’ın sünnetine uymak durumudur. İşte bu davranış şekli iman ehline yakışan bir davranış


şeklidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Rabb’ine yemin olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen boyun eğip teslim olmsâdıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65) Aksi takdirde toplumumuz genel bir azap ve zillet ile karşı karşıyadır. Nitekim Kur’an’ın yönetim şeklini terk ederek, cahiliye yönetim şekillerine razı olan toplumlarda bir takım umumi azap ve fitneler baş göstermektedir? Bu fitne ve azap şekillerini ne yazık ki günümüzde toplum olarak yaşamaktayız. Allah Rasûlü on beş şeyin bir toplumda meydana geldiği takdirde belaların o topluma ve insanlarına isabet edeceğini buyurmuştur. Bu on beş özelliği maddeler halinde inceleyelim.

1. Devlet malı ganimet sayılıp belli bir zümrede olduğunda; Bilindiği üzere devlet hazinesi ganimet değil, ümmetin geneline aittir. Şayet devlet hazinesini zengin bir zümre, zengin bir aile veya şahıslar kendi heva ve heveslerine göre kendine ve ailesine tahsis ederse o toplumda ümmetin beytül malına ihanet vardır. Allah Enfal sûresinde şöyle buyurmaktadır: “Bilesiniz ki, savaşta ganimet olarak her ne ki ele geçirdiyseniz, onun beşte biri Allah’a ve Rasûl’e, yakın akrabaya, yetimlere, ihtiyaç içinde olanlara ve yolda kalmışlara aittir. Gözetmeniz gereken ölçü budur. Eğer Allah’a ve hakkın batıldan ayrıldığı, iki topluluğun savaşta kar-

Kullardan oluşan toplumların ıslahını, eğitimini, terbiye ve talimini en kemal şekilde nasıl olacağını bilen rabbimize rağmen; “halk, bizim çıkardığımız kanunlar ile yönetilmek zorundadır” diyerek Allah ile yarışanların halleri ne olacaktır?

şı karşıya geldiği gün, kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız ki, işte o gün tanık olduğunuz gibi, Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Enfal, 41)

2. Emanete hıyanet edildiğinde; Bilindiği üzere emanete ihanet etme özelliği münafıklık alametlerinden biridir. Bir mümin emanete ihanet etmek şöyle dursun, kendi malını bile israf etme cüretini elinde bulunduramaz. Emanete ihanet, sadece bir malı zimmetine geçirme meselesi kadar dar bir konu değildir. En büyük emanete ihanet etme durumu ise Allah’ın bize emanet ettiği bu dindir. Allah, Haşr sûresinde şöyle buyurmaktadır: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğun-

Rabîu'l Ahir 1439

33


dan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab, 72)

3. Zekât vermek zor geldiğinde; Zekât Kuran’ı Kerim’in birçok yerinde namaz ile beraber zikredilmiştir. Nasıl namaza özen gösteriliyorsa aynı şekilde zekâtın verilmesine de özen gösterilmesi gerekir. Zekâttan mahrum kalan fakir halklara ihtiyaç kredisi, lüksün fakiri olanlara ise diğer seçenekler ile insanların cepleri sömürülmektedir. Böylelikle Allah ve Rasûlü ile savaşmak olan faiz günahına aldırmadan dalan insanların yüzleri bir türlü gülmemekte ve karınları bir türlü doymamaktadır. Bu durum ise Kur’an ile yönetilmeyenlerin karşılaştıkları rezilliktir.

4. 5. Kişi hanımının (helal olmayan, heves ve kapris dolu) isteklerini yerine getirip annesine karşı geldiğinde; 6. 7. Arkadaşlarına ikram edip babasına kaba davrandığında; Bu durum ne yazık ki gözleri yırtarcasına önümüzdedir. Kuran ahlakı ile ahlaklanmayan kocalar, eşlerinin arzularını yerine getirmek adına kendilerini görev aşkıyla yanıp tutuşan bir memur olarak atarlar. Ama aylarca karnında taşıyan, doğduktan sonrada onu şefkatiyle bir ömür boyu beslemesine rağmen kişi annesinin makul istekleri karşısında cimrilik timsali kesilir ve huzur evi dedikleri mekânlara ebeveynlerini terk etmek suretiy-

34

Ocak 2018

le koyarlar. Arkadaşlarının her türlü sapkınlıklarına rağmen ikramda bulunurlarken, ona küçükken kol kanat geren babasına kaba davranması kişinin Kur’an ahlakından uzak olmasını gösterir. Bu karakterler asla Kuran’ın yönettiği toplumdan çıkan karakterler olamaz. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş Banadır.” (Lokman, 14)

8. Mescitlerde sesler yükseltildiğinde; Mescitlerde seslerin yükselmesinin kötü bir özellik olarak sayılması “her kafadan bir ses çıkması, mescitlerdeki cemaatin birlik ruhundan uzaklaşıp kuru bir kalabalık haline gelmesi” olabilir. Veya hoca efendiler, konuştukları şeyleri mikrofonların da desteğiyle bağıra bağıra anlatmasına rağmen, cemaatin kalbine tesir etmemesi olarak da anlaşılabilir. Nitekim günümüzde mescitler, Kuran’ın hâkim olduğu toplumlardaki kullanım amaçlarından çok uzak olduğu bilinen bir gerçektir. Namaz kılındıktan sonra hocanın cemaatten önce mescitten kaçması, imamın cemaatin dertleri ile yakından ilgilenmemesi ve çarşı pazarlarda insanlar arasına karışmamasından dolayı, istenilen huşu camilerimizde yakalanamamaktadır.


9. Bir kavmin en rezili onlara önder olduğunda; Önce kendimiz değişeceğiz ki, Allah da bizim hak ettiğimiz Ömerleri başımıza lider yapsın. Aksi takdirde liderliğini eleştirdiğimiz liderler aslında bizlerin aynası olduğu yıkıcı bir gerçektir. Allah şöyle buyurmaktadır: “Bu gerçek böyledir. Çünkü Allah bir topluma bahşettiği nimeti, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe, asla değiştirip elinden almaz ve bilin ki, Allah her şeyi işiten ve her şeyi bilendir.” (Enfal, 53) Allah Rasûlü, İbni Mace’de geçen hadisinde idareciler hakkında şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara aldatıcı seneler gelecek. O senelerde, yalancı doğru kabul edilecek, doğru yalancı sayılacak. Haine emin denilecek, emin kişiye hain damgası basılacak. O yıllarda memleket meselelerinde değersiz kişiler konuşacak.” (2) Ölçü ve tartıda noksanlık yaptıklarında kıtlığa maruz kalırlar, geçim sıkıntısı çekerler ve zalim idareciler başlarına geçer. Hadisin devamında ise şöyle buyurmaktadır: “Onların idarecileri Allah’ın indirdiğiyle hükmetmediği ve Allah'ın indirdiğini seçmediklerinde, Allah onlara kendi içlerinde dâhili fitne verir.” (3)

10. Kişiye şerrinden dolayı ikram edildiğinde; Kuran ahlakından uzak toplumlarda şerre bir yönelim, hayırdan ise yaban eşek arısından kaçar gibi bir kaçış söz konusudur. Nitekim Nuh aleyhisselam

“İnsanlara aldatıcı seneler gelecek. O senelerde, yalancı doğru kabul edilecek, doğru yalancı sayılacak. Haine emin denilecek, emin kişiye hain damgası basılacak. O yıllarda memleket meselelerinde değersiz kişiler konuşacak."

kavmini İslam’a çağırdığında kavminin ondan elbiselerini yüzlerine çekerek, parmaklarını ise kulaklarına tıkayarak kaçıştıklarına şahit olmaktayız. Yine Nuh kavminin şer odaklı elebaşlarının “putlarınızı koruyun ve asla onların ilkelerinden uzaklaşmayın” sözlerinin ardından yapışırcasına takip ettiklerini görmekteyiz. İşte bu durum zulme meyil etmektir ve sahibini Allah katında zalimlerden olarak kaydeden amellerdendir.

11. İçki içildiğinde. 12. İpek elbise giyildiğinde (erkekler için). 13. Şarkıcı ve şarkı aletleri yaygınlaştığında.

Rabîu'l Ahir 1439

35


Bu söz konusu durumlar cahili toplumların olmazsa olmazlarıdır ve hürriyetin simgeleri olarak kabul görmektedir. İnsanların haram olan içki günahına müptela olması uyuşma isteğinin bir temayüldür. Geçim sıkıntısı veya bir takım dertten sayılmayan kurgulanmış dertlerin üzerinden içki, meşru bir çerçevede kişiyi belli bir süre özgür hissine büründürür. Bu süre paraların ümitlerle tüketildiği zamana kadar sürmektedir. İçki ile şarkılar, türküler eşliğinde dünyadaki varlık amacından uzaklaşmış, tüketmiş ve tükettirmiş, sorgulamaktan uzak, başıboş olduğuna inanan karamsar fertler inşa edilmiştir. Sonuç ise köle toplumunun doğuşuyla beraber diktatör zalimlerin hükümdarlıklarının devamıdır. Kula kulluğun olduğu her toplumda uyuşturucu maddeler ve çalgı gereçleri fazlasıyla mevcuttur.

14. Bu ümmetin sonra gelenleri önce gelenlere lanet ettiğinde; Günümüzde Kuran meali ile yetinen kuraniyunların hadis âlimlerine dil uzatmaları yâda Rafızi itikadında olan toplulukların sahabelerin önde gelenlerine lanet etmeleri gibi anlaşılabilir. Nitekim tarih boyunca kendilerine Şii diyen Rafıziler, Hz. Ebubekir’e, Ömer’e, Osman’a, sahabenin birçoğuna ve Aişe validemize (Allah hepsinden razı olsun) o necis dudaklarıyla lanet etme bedbahtlığına düşmüşlerdir. Rafızilerin günümüzdeki öncüleri İran’dır. İran’daki

36

Ocak 2018

Rafızi mollalar sahabelere sövmeyi dini bir ibadet olarak görmektedirler. Rafızi Şiiler Rasûlullah’ın sahabesine büyük bir kin, nefret ve düşmanlıkla doludur. Onlara göre üç beş sahabe hariç hepsi peygamberin vefatından sonra dinden çıkmıştır. Kendi kaynaklarında da açık bir şekilde geçmektedir. (4) Hadis inkârcılarının birçoğunun Rafızilerle işbirlikçi olduğu gerçeği sahih sünnette saldırmaları ile uyuşmaktadır. Şia adıyla bilinen Rafızi toplumu İslam tarihi boyunca müslüman devletler ile savaşmış, haçlılar ile işbirliği kurarak müslümanları katletmişlerdir.

15. Dinsiz eğitim yapıldığında; Günümüzde birçok eğitim kurumu laik ve seküler bir eğitim vermektedir. Bu tür eğitim ise çocukların daha başlangıçta materyal bir düşüncenin etkisine girmesine sebebiyet vermiştir. Karma eğitim ile öğrenciler ilme, bilime yakınlaşmak yerine birbirlerine yakınlaşmaya başlamıştır. Bu durumu çok iyi tespit eden batılı eğitimciler müslüman ülkelerin mahallelerinin her köşesine salyangoz medreseleri açmıştır. Amaç batının iyi eğitimini vermek değil ahlakı kalplerden çıkartmak ve kendi dinlerine göre şekillendirmektir. Nitekim bunu çok iyi başarmışlar ve okullardan büyüyen fitne ateşleri evlerimizi sarmış bulunmaktadır. Çocuklarımızın bizlere öf dememesinden ziyade, yeter ki bize sıcak bir gülümsemeyi ve ılık bir selamı çok görmesinler diye dua


etmekteyiz. Bunların sebebi temelde ve üniversiteye uzanan süreçte dinsiz eğitimdir. Sonuç olarak, on beş özelliğe bakıldığında günümüzde hepsinin fazlasıyla mevcut olduğunu görmekteyiz. Tirmizi’de geçen bu hadisin son bölümünde Allah Rasûlü bu on beş özelliği zikrettikten sonra bu özelliklerin bulunduğu toplum üç sonuçla karşılaşmaktadır diye buyurmuştur: “İşte o zaman artık kızıl rüzgârı, yere batışı veya domuz ve maymunlara çevrilmeyi bekleyin.” (5) Kızıl rüzgârdan kasıt depremler, yanardağlar, küresel ısınma ve çeşitli tabiatta gerçekleşen olaylar olduğu söylenir. Nitekim şu an yeryüzünün her yerinde bu olaylar mevcuttur. Yere batış; insanların ve toplumların ahlaki yönden çöküntüye uğramaları durumudur, ahlak, namus, hayâ sahipliği, haysiyet gibi çeşitli erdemlerin toplumlardan kaybolarak şehvetlerini dava edinen zina toplumu haline gelir. Benzeri görülmemiş olan hastalıklardan kasıt, günümüzde kanser ve AIDS hastalıklarını görmekteyiz. Alışverişlerde hile yapılması durumu ise gözle görülecek boyutlardadır. İşte bu sebeple de geçim darlığı yakamızı bırakmamaktadır. Böylelikle çeşitli ruhsal bunalımlar toplumun her yanını esir almaktadır. Dine olan bağlılık zayıflayınca düşmanların saldırısına maruz kalma durumu şu anda her

kalpte oluşan bir korkudur. Hadisin son bölümünde böylesi toplumlarda anarşi çıkar buyrulmuştur. Şu an öyle bir karmaşanın içindeyiz ki, masum kişilere tecavüz edenler cezaevlerinde beslenilip iyice semirtiliyor. Hırsızların elini kesmek yerine, en fazla 1 yıl süreyle dinlendirilerek elli bacının, yüz elli teyzenin ellerinin kesilmesi, bileziklerinin çalınması izleniliyor. Mazlumu öldüren katilleri asmak yerine üç beş yılla iyi halden piyasaya çıkarılarak, üç beş canın tekrar mezarlıklara yolcu edilmesi bekleniliyor. Domuzlar, deyyuslar çoğalmış ve giyinmiş çıplaklar her köşe başını kesmiş, kalpler ise âma gibi yolun ortasında duruyor. Peki, adalet, şeref, izzet, namus, ahlak nerededir? Hangi sistemdedir? Tabi ki İslam’dadır. Âlemleri yoktan var eden Rabbimizin ilahi sistemindedir. İnsanın her zaafını bilen ve buna göre caydırıcı ceza emrini verenden başka kim en iyi hükmü verdiğini zannedebilir? Kur’an’a dönen, Allah’a döner. Allah’a dönen ise onun izniyle fitneleri fark eder ve ailesi için önlem alır. Allah Kur’an ve sünnet ile yönetilen bir sistemin işleyişine şahitlik etmeyi tüm Müslüman toplumlarına nasip etsin. ------------------------1. Ahmed b. Hanbel, 4/273 2. İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4036 3. İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4259 4. Şiilik ve Rafızilik -Şia’nın sahabeye bakış açısı syf.199 5. Tirmizi, Fiten, 38

Rabîu'l Ahir 1439

37


KAPAK DOSYA Yusuf Yılmaz

AHDE SÂDIK KALMAMANIN CEZASI “Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.” (İsrâ, 34)

İ

slâm ahlâkının temeli sayılan on iki esası tek tek ilân eden ayetlerden biri

olan bu ayet-i kerime, kişinin dü-

rüstlüğü, güvenilirliği ve toplumun güven ve huzuru için son derece lüzumlu olan ahde vefa ilkesini hatırlatmakta ve verilen sözlere sahip çıkılmasını istemektedir. Çünkü her taahhüt ve verilen söz, insana belli bir sorumluluk yükler. Yerine getirilmeyen akdin mutlaka bir bedeli olur. Bu bedel, kimi zaman ferdin dünya ve ahireti ile sınırlı kalırken kimi zamanda toplumun genelini etki-

38

Ocak 2018

leyen bir afete dönüşür. Biz bu yazımızda öncelikle ferdi etkileyen yönlerini maddeler halinde dile getirirken son olaraktan toplum nazarında oluşacak olumsuz yönü nakledeceğiz.

Ahde Sâdık Kalmamanın Ferde Yüklediği Maddi ve Manevi Ceza 1. “Ahdine vefası olmayanın imanı da (dini de) olamaz.” Verdiği sözleri tutmama konusunda bir kişinin alacağı en ağır ifade bu hadisin harflerinden oluşmaktadır. Bu durumu ahlak edinmiş bir kişinin imanı, olgun iman sahiplerinin seviyesinden çok uzakta olduğunu bildirmiştir


efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem… 2. “Münafığın alâmeti üçtür; Söz söylerken yalan söyler. Va’d ettiği, söz verdiği zaman sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder.” Hadis-i şerife göre ahde vefasızlık, küfrün en rezil şekli olan münafıklığın da belirgin niteliklerinden biridir. Sözün bir haysiyeti vardır. Bu haysiyetin değerini bilmeyen sınıflardan biridir münafıklık. Söz bir emanettir, bu emanetin altında ezilen sınıfın adıdır münafıklık. Söz bir sorumluluktur, onun çiğnenmesinin cezasını umursamayan sınıfın adıdır münafıklık. Bunu huy ve mizaç haline taşımak, müslümanların kaçınması gereken manevi bir cezadır. Bu iki manevi ceza dünya hayatında karşılaşılabilecek bir sonuçken, bu hal üzere ölmenin diyeti de ağır olacaktır. Tıpkı aşağıda rivayet edeceğim nakillerde olduğu gibi;

"Ahdine vefası olmayanın imanı da (dini de) olamaz."

“Onları temize çıkarmaz”; Onların yaptıklarını temize çıkarıp insanlar, melekler ve cinler nazarında aklamaz… Bu üç şey “Onlar için acı bir azap vardır” sonucunu doğurur. 2) Aziz ve Celil olan Allah “Üç (sınıf insan) vardır ki, kıyamet gününde Ben bunların hasmıyım; 1- O kimse ki, bana (Mukaddes ismime) yemin eder de sonra ahdini bozar. 2- Bir kimse ki, hür (bir insan)ı köle diye satar da onun karşılığını yer.

1) “Allah’ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir pahaya değiştirenlerin; işte onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için acı bir azap vardır.” (Âl-i İmran, 76-77)

3- Diğer kimse ki, bir işçi tutar, onu çalıştı-

SubhanAllah… Nasipsizliğin acı faturası… “Allah onlar ile konuşmaz”; kâle almaz, adam yerine konulmayanların durumuna iter… “Onlara bakmaz”; itilmiş bir aciz konuma sokar…

gören hiçbir kimse Allah’ı kendine ha-

rır da ücretini vermez, buyurmuştur.” Allahuekber… Ey kardeşim! Bilmezler mi ki Allah ile hasım olanlar hem dünyalarını hem de ahiretlerini helake sürüklemişlerdir. Marifetullah sahibi, O’nun kuvvet ve kudretinin delillerini sım etme konusunda ve ya Allah’ın onu kendine hasım etme konusunda cüretkâr olamaz. Böyle biri olsa olsa akıl nimetini yitirenden başkası değildir.

Rabîu'l Ahir 1439

39


Mevcut olan ayet ve hadisler, sözünde durmamayı kendine mizaç edinmiş

"Ahdini bozan her kişi için kıyamet gününde (halk arasında teşhir olunmak üzere) bir alâmet vardır. (o alâmet,) sözünü bozan ğaddarın yanına dikilir, onunla bilinir."

olanları tehdit etmeye kâfidir. Bununla beraber Allah, ahdine ssâdık olmayan fertlerin oluşturduğu toplumları da şiddetli bir şekilde uyarmaktadır; “Bir kavim ahdinden dönerse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.” Bir toplum verdikleri sözleri tutmama konusunda maharet sahibi olunca, o toplum, içerisinde yaşsâdıkları sınırları ihlal eden, taş üstüne taş, baş üstüne baş bırakmayan, yer üstü ve yer altı zengin-

3) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ahdini bozan her kişi için kıyamet gününde (halk arasında teşhir olunmak üzere) bir alâmet vardır. (o alâmet,) sözünü bozan ğaddarın yanına dikilir, onunla bilinir.”

liklere el koyan bir düşmanın acı pen-

Böylesi kişilerin arkasına bir bayrak dikileceği ve bu bayrağın boyunun da o kişinin vefâsızlık derecesine göre ayarlanacağı ve “Bu falanın vefâsızlığının alâmetidir” diye herkese ilan edileceği anlatılmaktadır. O dehşetli günde böyle bayraklı bir teşhir cezasına ve muamelesine tâbi tutulmak herhalde kimsenin arzu etmeyeceği bir haldir.

bir taraftan da önce Allah ve Rasûlüne,

Bu bayraklı anlatım, Araplar arasında var olan bir âdete göredir. Eskiden onlar, bir kimse verdiği sözü yerine getirmezse, pazar yerlerine sancaklar dikerek o kişinin vefâsızlığını ilan ederlermiş. Hadisimiz de aynı teşhir işinin kıyamette yapılacağını bildirmek suretiyle insanları vefâsızlıktan sakındırmaktadır.

40

Ocak 2018

çeleri arasında kıvranır. Haysiyetler çiğnenir, iffetimize necis eller dokunur ve çocuklarımızın saçlarını beyazlatacak acılar ile yüzleşiriz. Toplumların Salihleri bir taraftan ahde vefa sahibi olacak; sonra da insanlara karşı verdikleri sözlere sahip çıkmayanları acı bir azap gelmeden uyaracaklar. Selam ve dua ile… -------------------------

1. (Beyhakî, es-Sünnetü'l-Kübrâ, c. 9, s. 231; Zehebî, Kebâir 108) 2. Tirmizî, İman 14 3. Buhârî, Büyû 106, İcâre 10. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ruhûn 4 4. Buhârî, Cizye 22, Edeb 99, Hiyel 99; Müslim, Cihâd 11-17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 150; Tirmizî, Siyer 28; İbni Mâce, Cihâd 42 5. Muvatta, Cihad 26 -2/460



DAVET MEKTEBİ Musa Şerifoğlu

İslami davetin nihai amacı; yeryüzünden cahiliye düşüncelerini, sistemlerini ve ahlakını bütün kalıntılarıyla beraber söküp atmak, insanlığı batılın karanlığından hakkın nuruna ulaştırarak kula kulluktan kurtarmaktır.

İlahi Kelimetullah Davasının GAYRETLI DAVETÇILERINE

İ

nsanlığı yüce İslam’a çağıran bizler; davet ettiğimiz yolun yüceliğini, yönel-

diğimiz hedeflerin önemini, İslami çalışmanın merhalesini, örnek şahsiyet olmanın lüzumunu ve bu yolun ancak mal ve can fedakârlığı ile aşılabileceği hakikatini unutmuş gözüküyoruz. İşte bu yüzdendir ki; çoğu zaman davet ettiğimiz insanlara “iyi bir örnek” olamamaktayız. Bu durum, ilahi nizamın yeryüzüne hâkim olma mücadelesi yavaş-

42

Ocak 2018

latmakta ve başarının en büyük engeli olarak karşımıza çıkmaktadır. İslami davetin nihai amacı; yeryüzünden cahiliye düşüncelerini, sistemlerini ve ahlakını bütün kalıntılarıyla beraber söküp atmak, insanlığı batılın karanlığından hakkın nuruna ulaştırarak kula kulluktan kurtarmaktır. Bunu idrak edemeyen dahası hedeflemeyen hiçbir hareket, hiçbir çalışma hakiki anlamda İslami hareket/çalışma olamaz.


Böylesine zorlu ve meşakkatli bir yoldan gitmek, bu ağır sorumlulukların altına girmek her kişinin işi değildir. İmanı zayıf, ilmi ve ameli kısır, zikri az olanlar bu davanın ağır yükü altında ezilmeye mahkûmdurlar.

“Müşrikler istemeseler de (İslam) dinini bütün

Bu kutlu davanın yükünü ancak; Allah ve Resulünü her şeyden çok sevenler, hayatının tümünü Allah yolunda cihada/mücadeleye adayanlar, kendisini makam ve mevki hastalığından, dünya malı ve arzularından, onun aldatmaca ve çekiciliğinden kurtaranlar kaldırabilir. “Kim Rabbinin azametinden korkup ta kendini kötülükten alıkoymuşsa onun varacağı yer Cennet’tir.” (Naziat, 40-41)

dinlere üstün kılmak için

Şu an dünya üzerinde yaşayan Müslümanlar olarak, içinde bulunduğumuz zilletin, acziyetin, dağılmışlığın, bölünmüşlüğün sebebi; haşa yüce İslam dininin zayıflığı değildir. Aksine bunun en büyük sebebi; şanı yüce Allah’ın Tevhid dini, biz Müslümanlara Tevhid üzere olmayı emrederken bizlerin bu emri bir kenara bırakıp nefislerimizin şerrinden dolayı tefrik olmayı tercih edişimizdir. Bunun da temel sebebi Rabbimizin işaret ettiği şu hastalığın biz Müslümanlara galebe çalmasıdır; “Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.”(Şura, 14)

maktır. Şanı yüce Allah’ın buyurduğu gibi; “Onlardan bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler. Onlar Salih amelle bir başka kötü bir ameli birbirine karıştırdılar. Umulur ki Allah, onların tövbelerini kabul eder. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Tevbe, 102)

Bu çıkmaz sokağın tek bir çıkışı vardır. O da; günahlarımızı itiraf etmek, imanlarımızı ve niyetlerimizi yeniden tazelemek ve vahye ilk muhatap olan sahabe nesli gibi Allah’a teslim ol-

peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O’dur.” (Saff, 9)

“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine İndirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği Kitaba iman edin.” (Nisa, 136) “İyilik yaparak, kendisini Allah’a teslim eden ve Hakka yönelen İbrahim’in dinine uyan kimseden daha güzel din sahibi kim olabilir?” (Nisa, 125) Düştüğünü anlamayan, düştüğünü fark edemeyen, düştüğünü kabul etmeyenler ömür boyu düştükleri çukurda kalmaya mahkûmdurlar. İman-

Rabîu'l Ahir 1439

43


larını ve niyetlerini tazeleyip yeniden büyük bir azim ve umutla Sırat’ı müstakim üzere yol almak için ayağa kalkanlar ancak düştüğünün farkında olanlardır. Faydalı olmasını niyaz ederek “Davet Mektebi” yazılarımızın ilkine başlıyoruz. Muhakkak ki isabet ettiğimiz hakikatlerin tümü İslam’a aittir. Yapacağımız hatalar ise bizlerin acizliğindendir. Nefislerimizin şerrinden Allah’a sığınırız. Yüce Rabbimize karşı acziyet içinde kıvranırken son duamız şudur; “Ya Rabbi! Biz, senin kullarına açıktan açığa nasihatler ettik. Gizliden gizliye ise kendimizi kandırdık. Yarabbi! Açıktan verdiğimiz öğütlerin hürmetine gizlide işlediğimiz günahlarımızı bize bağışla.” Rabbim cümlemize derin bir anlayış ve tövbe nasip etsin.

Davet Kelimesinin Anlamı Davet kelimesinin sözlük anlamı; Bir şeye veya bir duruma çağırmak, nida etmek, sevk etmek, teşvik etmek gibi anlamlara gelmektedir. İslami bir kavram olan davet kelimesi; Dünya ve ahiret kurtuluşu için tüm insanlığı; Hakka, Hidayete, Hayra, İyiliğe, kısaca Yüce İslam dinine sağlam ve kuvvetli bir şekilde çağırmaktır.

İnsanlığın İslam’a Olan İhtiyacı İslâm’ın gelişinden önceki dönemde insanların İslâm davetine ihtiyacıyla ilgili olarak şunlar söylenebilir: Pey-

44

Ocak 2018

gamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilmesinden önce insanlık tevhid akidesinden uzaklaşmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, miladî 7. yüzyılın başlarında yani Hz. İsa aleyhisselâm’dan yaklaşık altı asır sonra gönderildi. Hz. İsa aleyhisselâm’dan geriye sağlam bir tevhid inancı kalmamış, bilakis Hıristiyanlar, Hz. İsa aleyhisselâm’ı Allah’a ortak koşmuşlardı. Aynı şekilde Allah’a ibadet edilmesi ve iman edenlerin toplanma yeri olarak inşa edilen Kâbe dahi putlarla doldurulmuştu. Yani insanlık tamamen tevhit ’den ve tüm peygamberlerin ortak çağrısı olan ‘sadece Allah’a kul olmaktan’ uzaklaşmıştı. İnsanların kendisinden tevhidi öğreneceği ne bir peygamber ne de bir kitap vardı. İnsanlık, tevhidi inançtan yoksun olarak sahte ilahlara tapıyor ve bunun neticesinde insanların hem canları hem de malları sahte ilahlar uğrunda heba oluyordu. Yine o dönemde dünyanın hâkim güçleri olan Bizans ve Pers imparatorlukları arasındaki savaşlar neticesinde, birçok insan sadece dünyevî hedefler uğrunda öldürülüyordu. İnsanların malları ve ırzları yağmalanıyordu. Ne öldüren adalet ve hak esaslarına göre öldürüyor, ne de öldürülen adalet ve hak esasları uğrunda öldürülüyordu. İnsanlar tamamen dünyevî amaçlar ve iktidar uğrunda öldürülüyorlardı. Aynı şekilde Araplar içerisindeki sonu gelmez kabile savaşları da böyleydi. İnsanlar, tevhidin, hak ve adaletin olmadığı bu dönemde sahte


ilahlar, iktidarlar, arzu ve hevesler ile ırkçılık uğrunda yok olup gidiyorlardı. Dünya tevhide, adalete ve merhamete muhtaç bir haldeydi. İşte yeryüzü cahiliyenin en karanlık dönemini yaşadığı bir zamanda şanı yüce Allah; İnsanları insanlara, heykellere, taşlara, batıl inançlara, felsefelere, ideolojilere, sahte liderlere, hurafelere, kulluk yapmaktan kurtarıp yalnızca Allah’a kulluk yapmalarını sağlamak ve canların, malların, dinlerin, şereflerin, akılların ve nesillerin korunması için yüce İslam dinini göndermişti. Şanı yüce Allah, peygamberini ve ona inananları destekledi, Hak- Batıl savaşında; kula kulluğun, şirkin, zulmün, adaletsizliğin ve ahlaksızlığın hâkimiyeti sona erdi. Allah’a kulluk, tevhid, merhamet, adalet ve ahlak esasları galip gelerek Zafere ulaştı. “Deki; ‘Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz ki batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsra, 81) “Müşrikler istemeseler de (İslam) dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O’dur.” (Saff, 9) Müslümanlar, Allah’ın yardım ve zaferiyle dünyaya yön veren ve her yönüyle insanlığa örnek olan bir millet oldular. Şanı yüce Allah, Müslümanların eliyle yeryüzü insanlarını hak din ile tanıştırdı. Müslümanların idaresi altında yaşayan toplumlar İslam’ın sayesinde canlarını, dinlerini, mallarını, nesillerini, ırzlarını ve kül-

“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Belki dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını tattırmaktadır.” (Rum, 41)

türlerini muhafaza edebildiler. Kralların, soyluların, derebeylerin, rahip ve hahamların zulmü altında inleyen Yahudi ve Hristiyan halklar dahi kendi dindaşlarının zulmünden Müslümanların adaletine sığınarak korunabildiler. Allah’ın dilediği bir vakte kadar bu hal böyle devam etti. Müslümanların İslami değerlerden uzaklaşmaları, dünya malına değer vermeleri, nefislerinin arzularına uymaları, iç ihtilaflara ve fitnelere düşmeleri, ahlaki değerlerinin bozulması, fenni ilimlerde geri kalmaları, devlet idaresinde, davet, tebliğ ve cihad vazifelerinde zaaf yaşamaları sebebiyle Allah Teâlâ’nın değişmez yasaları olan Sünnetullah gerçekleşti. Müslümanların tarih sahnesindeki güç ve otoriteleri kayboldu. Bugün yeryü-

Rabîu'l Ahir 1439

45


iddiasıyla ortaya çıkmakta ve Müslümanların inançlarına, yaşam tarzlarına, ahlak ve kültürüne ters bir düzen kurmaya çalışmaktadırlar.

“İman edenlerin Allah’ı anma ve ondan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? (Hadid, 16)

zünde Müslümanların dinlerini, canlarını, topraklarını, mallarını, nesillerini, ırzlarını, şereflerini koruyacak bir otorite kalmadı. Birleşmiş Milletler ’in, NATO’nun ve süper güç denilen azgın devletlerin özellikle İslâm ülkelerine karşı yürüttükleri savaşlarda milyonlarca Müslümanın canını ve malını nasıl yok ettiklerine, iffetli hanımlarımızın, kızlarımızın ırzlarını nasıl kirlettiklerine, topraklarımızı nasıl işgal edip sömürdüklerine, evlerimizi ve evlatlarımızı nasıl param parça ettiklerine acziyet ve zül içinde şahit olmaktayız. Dünyanın egemen güçleri hem inançlarımızı hem nesillerimizi hem de topraklarımızı acımasızca sömürmektedir. İşgal ettikleri ülkelerde demokrasi ve müesseselerini yerleştirme

46

Ocak 2018

Büyük devletlerin yanı sıra onların uşaklığını yapan şişirilmiş balon misali sahte liderler de bu azgın sömürgeci devletlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Kendini Batıya, güce ve dolara satan bu alçak liderler; aynı dinden, aynı ırktan, aynı dilden olduklarını iddia ettikleri insanlara her türlü maddî ve manevî zulmü reva görmektedirler. Emperyalist Hristiyanların ve Siyonist Yahudilerin kucağına oturan bu sahte liderler, yine onların desteğiyle sahip oldukları askerî ve siyasî gücü kullanarak içinden çıktıkları kendi toplumlarına karşı her türlü zulmü, İşkenceyi, zorbalığı ve azgınlığı uygulamaktadırlar. Öte yandan basın-yayın organları ile de toplum içinde İslâm’a aykırı her türlü batıl inancı, fikir ve ideolojileri, ahlaksızlığı, zinayı, kötü alışkanlıkları ve rüşvetçiliği yaymaktadırlar. Toplumun hak ve emeklerini sömürerek elde ettikleri bu büyük imkânları, yaşsâdıkları topluma karşı zulüm ve ifsat aracı olarak kullanmaktadırlar. Egemen güçlerin özellikle son bir asırdır süren; inançsız ve ahlaksızlık bir toplum oluşturma çabaları sonuç vermiş ve ortaya; dini inançları zayıf, ahlaki değerleri kaybolmuş, kendi çıkarları için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyecek kadar bencil halk kitleleri çıkmıştır.


Bugün yaşadığımız toplumda mal güvenliğimiz, can güvenliğimiz, ırz güvenliğimiz, nesil güvenliğimiz kalmamıştır. Vahşice işlenen cinayetler, gasplar, hırsızlıklar, tecavüzler, sapık ilişkiler sanki günlük hayatımızın içindeki olağan haberlermiş gibi gelmektedir artık bizlere. Alkol ve uyuşturucu tüketimi ilkokul seviyelerine inmiştir. Her gün farklı bir tür uyuşturucu ismi duymaktayız. Zina alabildiğine yayılmıştır. Devletler bu işi resmileştirip vergisini aldıkları bir kazanç kapısı haline dönüştürmüştür. Okullarda, iş yerlerinde, arkadaş, komşu, akraba arasında duyulan zina haberleri de artık eskisi gibi kulaklarımızı tırmalamamaktadır.

İşte böyle bir dönemde; insanlığın

Gayri meşru ilişkilerini gizlemek adına öz evladını öldüren anne- babalar, evladını çöp kutusuna atanlar, içki parası için karısını satanlar, milletin malını rüşvetle yiyenler memurlar, malına hile karıştıran esnaflar, çalıştığı işyerine ihanet eden işçiler, yalanı kurnazlık görenler ve sözünün eri olmayan insanlar. Kimsenin kimseye güveni kalmamıştır. Toplum, derin bir travma ve cinnet halindedir.

racak kutlu davetçilere ne kadar da

“O, bir iş başına geçtiği zaman, yeryüzünde fesadı yaymak, ekini ve nesli bozmak için çalışır. Allah bozguncuları sevmez.” (Bakara, 205) “İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Belki dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını tattırmaktadır.” (Rum, 41)

yegâne kurtuluşu İslam’dır. İnsanlığın içinden geçtiği bu ağır cinnet hali ancak onu yaratan Allah’ın eksiksiz nizamı İslam ile düzelebilir. İnsanlık İslam’a aç ve susuzdur. Fakat insanlık açlığını ve susuzluğunu giderecek, ona şifa olacak hakiki İslam’dan da habersizdir. İşte bizlerin birinci görevi, onları şifanın kaynağı olan İslam ile tanıştırmaktır. İnsanlığın kaybettiği tevhide, hakka, adâlete, merhamete, yüce ahlaki değerlere kavuşması için ‘İslâmî Dâvet’e büyük ihtiyaçları vardır. İnsanlık, kendisini İslâm ile tanıştımuhtaçtır! “İman edenlerin Allah’ı anma ve ondan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? (Hadid, 16) Esselamu Aleykum. Allah’a Emanet Olunuz. -------------------------

İstifade Edilen Eserler 1. İslam Davetçilerine - Abdullah Nasıh Ulvan – Ravza Yayınları 2. Davet Fıkhı - Mustafa Meşhur - Hikmet Yayınları 3. Nasıl Davet Edelim - Fethi Yeken - Ravza Yayınları 4. İslam Davetçilerine - Hüseyin Haşimoğlu Beka Yayınları

Rabîu'l Ahir 1439

47


GÜNDEM İKTIBAS Nedim Bal

MESCİDİ AKSA’NIN KADIN MUHAFIZLARI;

“Biz Burada Kalacağız”

İ 48

(1)

srail dünyaya kendisini “Barış Devleti” olarak tanıtıyor ancak o mübarek topraklara gittiğiniz-

Tarih boyunca peygamberlere ev sa-

de ve özellikle Filistinli kardeşle-

lünün elinde olduğunda sahibinin

rinizle hasbihal ettiğinizde zulme

izzet kazandığı Kudüs ve Mescid-i

tüm yönleriyle şahit oluyorsunuz.

Aksa’nın tarih boyunca düşmanları

Kudüs’te var olma mücadelesi ve-

var olduğu gibi, canları pahasına onu

ren Filistinli kadınlar, işgalin altın-

kaybetmemek için her şeyi göze alan

da kadın ve anne olmanın büyük

muhafızları da olmuştur. Ayetler ışı-

zorluğunu göğüsleyerek düşmanın

ğında baktığımızda, Beytül Makdis’e

karşısında dimdik duruyorlar.

annesi tarafından adanan, Rabbimi-

Ocak 2018

hipliği yapan, yeryüzüne halka halka yayılan bereketin merkezi, güç-


‘1948 Toprakları İslami Hareketi’ Başkanı Şeyh Raid Salah "Mescidi Aksa Kudüs’te bulunduğu müddetçe Kudüs İslam kimliği taşır. Bunu bilen İsrail her türlü hileyi deneyerek orayı Müslümansızlaştırmaya çalışıyor.” ifadeleri bu topraklarda yaşananların ciddiyetini anlatıyor.

zin dilemesiyle bir kız çocuğu olarak dünyaya gelen ve Aksanın muhafızı olarak hayatını bu gaye üzere geçiren ilk muhafız ve gönlünü Allah’a bağlayan ilk Murabıt Hz. Meryem’dir. Murabıt kelime anlamı olarak, kendini Allah’a bağlamış kişi, ibadete düşkün, düşmanla karşılaşılacak yerlerde nöbet bekleyen kişidir. Kudüs’te var olma mücadelesi veren Filistinli kadınlar, işgalin altında kadın ve anne olmanın büyük zorluğunu göğüsleyerek düşmanın karşısında dimdik duruyorlar.

İşte tam da onları tarif eden bir kelimedir Murabıt. Bir ellerinde kullanmaktan yıpranmış kimlikleri diğer ellerinde her daim bir Kur’an-ı Kerim vardır. Ve Mescid-i Aksa kapılarında düşman nöbetindedirler her daim. Gerçekleştirdiğimiz Kudüs ve Mescid-i Aksa ziyaretlerinde müşahede ettik ki, Aksa’ya gönül vermiş her Kudüslü Müslüman kadın, Rabbimizin Müslüman kadınlara yüklediği misyonu ve Hz Meryem’in şuurunu hissederek Aksa’ya sahip çıkıyor. Yüzyıla yakın bir süredir işgal altındaki bu kutsal topraklarda her türlü zulme rağmen varlıklarını koruyup, çağımı-

Rabîu'l Ahir 1439

49


zın en şerli ve sinsi düşmanına karşı hak-batıl mücadelesi veren Filistinli/ Kudüslü kadınlar, aynı zamanda tüm ümmet adına Mescid-i Aksa’da İslam sancağını taşıyorlar. Dünyanın büyük güçleri tarafından desteklenen İsrail karşısında dimdik durarak zulme meydan okuyan bu kardeşlerimizin gayretleri takdire şayandır. İsrail’in Siyonist mimarlarından ve cumhurbaşkanlarından David Ben Gurion’un “Kudüs’süz İsrail’in hiçbir kıymeti yoktur. Mabedsiz de Kudüs’ün hiçbir değeri olamaz” sözü işgalci İsrail’in genelde Kudüs, özelde Mescid-i Aksa üzerindeki hedeflerini çok açık bir şekilde gözler önüne seriyor. ‘1948 Toprakları İslami Hareketi’ Başkanı Şeyh Raid Salah “Mescidi Aksa Kudüs’te bulunduğu müddetçe Kudüs İslam kimliği taşır. Bunu bilen İsrail her türlü hileyi deneyerek orayı Müslümansızlaştırmaya çalışıyor.” ifadeleri bu topraklarda yaşananların ciddiyetini anlatıyor. Kudüs’ü tamamen Yahudileştirmek ve Mescidi Aksa'nın bulunduğu 144 dönümlük alana Mabed inşa etmek gayesinde olan İsrail, çoğu zaman sessiz ve sinsice, İslam ülkeleri de dahil tüm dünyanın gözleri önünde adım adım bu hedefe yaklaşıyor. İsrail dünyaya kendisini “Barış Devleti” olarak tanıtıyor ancak o mübarek topraklara gittiğinizde ve özellikle Filistinli kardeşlerinizle hasbihal ettiğinizde zulme tüm yönleriyle şahit oluyorsunuz. Kudüs’te var olma mücadelesi veren Filistinli kadınlar,

50

Ocak 2018

işgalin altında kadın ve anne olmanın büyük zorluğunu göğüsleyerek düşmanın karşısında dimdik duruyorlar. Bununla birlikte yıllarca İslam ümmeti tarafından yalnız bırakılan Filistinli kardeşlerimiz yaşsâdıklarını bizlerle paylaşırken; büyük bir teslimiyet, metanet ve tevekkül içerisinde aynı zamanda olayları ajite etmeden aktarmaları ve koşulsuz Aksa’yı sahiplenmeleri üzerine onlardan öğrenecek çok şeylerin olduğunu düşünüyoruz. İsrail yönetimi Kudüs’ün yahudileştirilmesi için son yıllarda binlerce Müslümanın evi hakkında ruhsatsız olduğu gerekçesiyle yıkım kararı çıkartıyor. Bu yıkımların büyük bir kısmı gerçekleştirilirken bir kısmı da yıkım tarihini bekliyorlar. Evleri yıkılan Kudüslü kadınlar için en ağır olanı hiç şüphesiz hem Kudüs kimliklerini, hem de her fırsatta (Birruh/biddem/ nefdike ya Aksa) “Canımız kanımız sana feda olsun ya Aksa” dedikleri mescitlerini kaybetmiş olmalarıdır. Aynı bağlamda, Mescid-i Aksa’yı çevreleyen surların içerisinde kalan, “Eski Şehir” olarak bilinen ve Aksa’nın en yakın komşularının oturduğu mahallelerde Müslüman sayısı giderek azalıyor. Evlerin bir kısmı meşru olmayan gerekçelerle gasp edilmekte ve oralara Siyonist Yahudiler yerleştirilirken, bir kısmı da Mescidin altında yapılan kazılar sebebiyle yıkılmakla karşı karşıya kalıyorlar.


Bir ev dahi eksilmesin diye bu zor şartlara direniyorlar. ‘Eski Şehir’ de oturan Filistinli aileler, işgalci askerlerin sık sık keyfi uygulamalarla kurduğu barikatlar sebebiyle özellikle Mescid’i Aksa’ya alınmıyor ve vakit namazlarını mescit kapılarında kılıyorlar. Engellemelerden dolayı evlerine dahi ulaşmakta büyük zorluk çekiyorlar. Filistinli bir arkadaşımız kızını ekmek almaya gönderdiğinde, kızının beş dakikalık mesafeden bazen birkaç saat sonra dönebildiğini, böyle bir durumda ”Bir annenin yüreği buna nasıl dayanır” sözleriyle duygularını ifade ediyor. Diğer taraftan İsrail’in Mescid-i Ak-

“İlim Halkaları” projesi ile Müslümanların Aksa’da daha fazla kalması ve sayılarının arttırılması hedefleniyor. Bu ilim halkalarında İslami ilimleri öğrenen kadınlar aynı zamanda Mescid’i yalnız bırakmayarak Aksa nöbeti tutuyorlar. İsrail tarafından defalarca dağıtılan bu halkalar güçleri yettiğince var olma mücadelesi veriyor.

sa’yı yalnızlaştırma ve Müslümansızlaştırma çalışmalarında işgalci askerler, Mescid kapılarında Filistinli mücahidelerin kimliklerini alarak, bir yandan her insanın en doğal hakkı

Kudüs’te kimliğiniz olmazsa orada

olan ibadet özgürlüğünü gasp etmiş

oturma hakkını kaybedersiniz. Hava,

oluyor, diğer yandan namaz vakitleri dışında kadınların mescitte kalmalarını engellemiş oluyorlar. Kimliklerini

su gibi ehemmiyet arzeden kimliklerine akşama kadar ulaşmaya çalışan

girişte bırakan kadınlar, çıkışta kim-

Aksa gönüllüleri, bütün yaşanacakla-

liklerini bıraktıkları kapıda bulama-

rı göz önüne alarak yılmadan ertesi

yıp diğer kapılara ya da merkez kara-

gün yeniden Mescide geliyorlar. İs-

kola gitmek zorunda bırakılıyorlar.

rail gibi güçlü düşmanı dize getirebi-

Mescid-i Aksa için her türlü zorluğa

lecek kadar iman gücüne sahip Aksa

katlanan bu muhafızların hasta, yaş-

murabıtları canlarını ve mallarını,

lı, hamile veya küçük çocukları olduğu düşünüldüğünde tek tek kapılara gidip sonra akşam saatlerine kadar

vakitlerini ve maddi tüm olanaklarını Allah yolunda sarf ederek Aksa’da

kimliğini alamamış olması yaşanan

nöbet tutuyorlar ve İslam’ın sancak-

zulmün sadece bir kesitidir.

tarlığını yapıyorlar.

Rabîu'l Ahir 1439

51


“İlim Halkaları” projesi ile Müslümanların Aksa’da daha fazla kalması ve sayılarının arttırılması hedefleniyor. Bu ilim halkalarında İslami ilimleri öğrenen kadınlar aynı zamanda Mescid’i yalnız bırakmayarak Aksa nöbeti tutuyorlar. İsrail tarafından defalarca dağıtılan bu halkalar güçleri yettiğince var olma mücadelesi veriyor.

le’ tepki gösterdiler. Ancak kısa bir

Çocukların ve gençlerin Aksa’yı daha yakından tanımaları için düzenlenen Aksa ziyaretlerinde asıl yükü yine anne olan Kudüslü kadınlar yükleniyorlar. Düşmanla aynı şehri paylaşan gençlerin bilinçli ve eğitimli birer Müslüman olarak yetişmelerinin arkasında yatan sebep; her yönüyle donanımlı olan ve dimdik duran annelerin varlığıdır.

da Kalacağız” belgeselimizde tekbir

2012 yılı Ramazan Ayı sonrasında çıkardığı bir yasayla zulmüne başka bir boyut kazandırdı. İsrail hükümeti, Mescid-i Aksa’yı kamusal alan ilan ederek, Siyonist Yahudilerin namaz vakitleri dışında Mescid’i Aksa’nın Kutsiyetini çiğnemelerinin yolunu açtı. Böylece İsrail parlamentosundan milletvekilleri, hahamlar başta olmak üzere binlerce Siyonist Yahudi Aksa’ya girerek ‘Mabet’ planlarını konuştular ve Mescid’i Aksa’yı manen kirlettiler. İlim halkaları vesilesiyle Aksa’da bulunan ve tüm engellemelere rağmen ümmet adına nöbet tutan ‘Kadın Murabıtlar’, gördükleri uygunsuz ve fanatik davranışlara karşı ‘Tekbirler-

52

Ocak 2018

süre sonra Mescid-i Aksa’da ‘Tekbir getirmek’ yasaklandı. Tekbir getiren Filistinli Aksa muhafızları Mescid çıkışlarında tutuklanarak 15 ile 90 gün arasında değişen Mescid-i Aksa’ya girmeme cezası aldılar. Dahası Mescit kapısına 200 metre yaklaşılması durumunda 5000 Şikel’e kadar para cezasına çarptırıldılar. “Biz Buragetirdikleri görülen Murabıt’ların bu son görüntüsü oldu. Ancak, ümmetin ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’nın İslam’ın emaneti olduğunun şuurunda olan Murabıtlar, “Ribat” bilinciyle ‘Silsile Kapısı’ yakınında nöbetlerine devam ettiler. Mescid’i Aksa’ya girme yasağı bitinceye kadar bu kapıda nöbet tutan kadınlar/Murabıtlar “Mescitten uzaklaştırılanlar” olarak tanındılar. Uzaklaştırmanın bittiği gün bir bayram havasıyla Mescid-i Aksa’ya koşuyorlar ve yılmadan Aksa’yı korumaya, düşmana teslim olmamaya devam ediyorlar. 2014 ve 2015’de sayıları gittikçe artan kardeşlerimizin bazıları peş peşe birkaç kez uzaklaştırma cezası aldılar. Hatice Khuveys, Semiha Şahin, Henadi, Ummu Ziyad ve diğer Murabıtlar. Arkadaşlarımız ‘Silsile Kapısı’ yakınında kendilerini ziyaret etti. Hazırlsâdıkları “Niçin burada beklediğimizi biliyor musunuz” yazılı afişlerle dünyaya seslerini duyurmaya çalıştıklarına şahid oldular.


Bizlere evini açan Latife abla “Biz Aksa ile nefes alıyoruz onunla teselli oluyoruz” diyerek Mescidi Aksa’nın hayatlarındaki önemini anlattı. Kız kardeşi Nüfuz ile konuşurken, ellerinden Kudüs kimliklerinin alınıp kendilerine 10-20 yıllık Kudüs oturumu verileceğini söylediğinde “Bu zulümlere nasıl dayanıyorsunuz?” sorumuza verdiği cevap çok manidardı: “Bizler gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz. Bu toprakların gerçek sahipleri bizleriz ve hakkın yanındayız. İşte bunu bilmek bize güç veriyor.” Kudüslü kadın kardeşlerimizi yakından tanımak gerçekten çok gurur ve umut vericiydi bizim için. Sayıları birkaç safı geçmeyen, ancak tüm varlıklarını ortaya koyan, cihat, sabır, tevekkül, kavramlarını hayatlarına geçirmiş onurlu, güleryüzlü, düşmana karşı dik, Müslüman’a merhametli birçok kardeşlerimizle tanıştık. Latife ablanın heyecan ve sevinç içerisinde bizi Ummu Yusuf’la tanıştırırken “O’nun kardeşi Aksa’nın ilk şehidi” sözleri bizi çok şaşırttı. Şehit haberini bu denli mutluluk içerisinde söylemesi, Aksa ile nasıl onurlandıklarını gösteriyordu. Sabah namazları da dahil tüm vakitlerde kendisini gördüğümüz Zeynep Teyze, ilerlemiş yaşına ve yürümekte zorluk çekmesine rağmen gücünü imanından alan ve ömrünü bu yola adamış Aksa muhafızlarından sadece birisi. İmkanları sınırlı olsa da gönülleri geniş olan Kudüslü ablalarımız bizlere her ziyaretimizde yöresel ikramlarda bulunuyorlar. Yaşsâdıkları bunca sıkıntıya rağmen

Kudüs ve Aksa, günümüz Müslümanlarına, gerçek dostu ve düşmanı tanıtan, sadakat, cihat, iman, sabır, infak, ihanet, tevekkül kavramlarını en doğru halleriyle öğreten hayat okuludur. Bu okulun öğrencileri olan “Aksanın Kadın Muhafızları” düşmanla karşı karşıya mücadele ediyorlar.

yorucu geçen bir günün ardından Aksa’da bize hazırlsâdıkları o muhabbet ve sevgi dolu sofra- larında ki huzuru ve lezzeti tarif edemeyiz. Cuma sabah namazı sonrası kadınlar halka oluşturarak Kehf Suresi okuyorlar. Böyle bir halkada tanıştığımız Ayşe Teyze, Burak Duvarı (Yahudiler Ağlama Duvarı diyor) çarşısında Müslümanların elinde kalan son evin sahibi. Onun evi o mahalledeki ‘İslam’ın son kalesi’. Bizlerle sohbet ederken senelerin ve zulmün yaşlandıramadığı o nurlu çehresinde tebessüm hiç eksik olmuyor. Aksa’da tanıştığımız Nadirah matematik öğretmeni. Fırsat buldukça Ak-

Rabîu'l Ahir 1439

53


sa’ya geliyor. Kendisinin El Halil şehrinde çok geniş arazisi varken sadece Kudüs kimliğini kaybetmemek uğruna onu satıp Kudüs’ten mütevazi bir ev aldığını, eşi vefat ettiği için bu ortamda gençleri büyütmenin zorluklarından bahsediyor. İmkanları varken neden bu zorluğa katlandığını sorduğumuzda “Kudüs’te Müslümanlardan bir ev dahi eksiltmemek. Bu toprakları terk edemeyiz” cevabını veriyor. Ömrünü Kudüs’lü yetimlere ve Aksa’ya adayan bir diğer ablamız Ummu Ziyad.. Mescitten uzaklaştırma cezası almasının üzüntüsünü daha üzerinden atamamışken işgalci Yahudi’nin, İsrail Mahkeme’sinin hemen karşısında ve stratejik bir noktada bulunan evi için çıkardıktan yıkım kararı, Aksanın muhafız/Murabıt komşularının yaşsâdıkları zorluğu gösteriyor. 2014 Mayıs ayında, Tevhid Bayramı sebebiyle işgalci askerlerin sabah namazında elli yaş altı hiçbir Müslümanı Mescidi Aksa’ya sokmaması üzerine Aksa Kapılarında namaz kılan Kudüslü kardeşlerimizi yalnız bırakmamıştı arkadaşlarımız. Nasipte onların yanında olmak varmış. Saatler ilerlediğinde liseli öğrenciler ve öğretmenleri çevrelerini sarmış. Mescid-i Aksa içerisinde bulunan ve lisede öğrenim gören bu talebelere yaşsâdıkları zorlukları sormuşlar. Öncelikle okul Müdüresi; engellemeler sebebiyle sık sık eğitimin aksadığından şikâyet etmiş. Soruları cevaplama hususunda kız öğrencilerin daha istekli oluşu üzerine öğretmen Ummu Huzeyfe’nin “İslam’ın ilk

54

Ocak 2018

şehidi de Sümeyye değil miydi?” sözleri, Aksa’ya sahip çıkma konusunda kadınların rolünün ne kadar büyük olduğunu vurguluyor. Kudüs ve Aksa, günümüz Müslümanlarına, gerçek dostu ve düşmanı tanıtan, sadakat, cihat, iman, sabır, infak, ihanet, tevekkül kavramlarını en doğru halleriyle öğreten hayat okuludur. Bu okulun öğrencileri olan “Aksanın Kadın Muhafızları” düşmanla karşı karşıya mücadele ediyorlar. Ümmet adına da yüklendikleri bu kutsal görev onların adlarını tarihin sayfalarına altın harflerle yazdıracaktır. Evet Murabıt; gönlünü Allah’a bağlamış kişi… Rabbimiz onlara Kudüs gücü vermiş. İlk kıblemiz, ikinci büyük mabedimiz ve ziyaret etmekle emrolunduğumuz üçüncü mescidimiz olan Mescid-i Aksa’mızı canları pahasına koruyan bu insanlar bizden sadece Kudüs ziyaretlerimizi sıklaştırmamızı ve Kudüs sokaklarında yürüyen her Müslüman’ın onlara güç, düşmana korku vereceğini söylediler. İsra Suresi’nin ilk ayetinde bize işaret edilen miracın merkezi o bereketli topraklar bizleri bekliyor... Yüreğimiz sıkışınca anlsâdık, El Aksa’dan bir taş düşürülmüştür...” Nuri Pakdil ------------------------1. Tülay Gökçimen/Tohum D.


MÜSLÜMAN KÂŞIFLER Cihan Malay

Osmanlı’da İlk Ansiklopedist:

Taşköprizâde

Ahmed Efendi (1495-1561)

T

arihte Osmanlılar dönemine yetiştirdikleri âlim ve ilim adamlarıyla damgasını vuran bir aile vardır. Bu aile Moğol İstilâ’sından kaçarak, Anadolu’ya gelmiş ve şu anda Kastamonu sınırları içerisinde yer alan Taşköprü ilçesine yerleşmiştir. Bu yüzden aile “Taşköprizâdeler”, “Taşköprülüler” olarak, tarihte meşhur olmuştur. Aile içerisinden dededen başlamak üzere Osmanlılar döneminde birçok medresede eğitim veren müderrisler, kadılar, kazaskerler çıkmıştır. Babası Muslihiddin Mustafa ve amcası Kıyameddin Ka-

sım Efendi, devrinin önde gelen âlimlerindendir. Muslihiddin Mustafa Efendi, Fatih Medreseleri’nde müderrislik yapmış ve kısa süren Halep Kadılığı dışında babasının tavsiyesine uyup ömrünü müderrislikle geçirmiş, İstanbul’da da vefat etmiştir(h.935/1529). İki oğlu İsâmüddin Ahmed (meşhur Taşköprizâde –hayatını anlatacağımız) ve genç yaşta vefat eden Nizâmeddin Mehmed, babalarının izinden giderek ilim yoluna girmiştir. Amcası Kıyâmüddin Efendi, iyi bir tahsil gördükten ve dönemin tanınmış âlimlerinden ders aldıktan son-

İlim için bıkmadan, usanmadan çalışmak lazımdır. Gevşeklik nedenlerinden biri, "Daha ömür var, sonra yaparım" deyip geleceğe güvenmektir. Böyle düşünmekle insan, çalışmaktan geri kalır, ilim ile meşgul olmaktan uzaklaşır. Ömrün müddeti az, öğrenilmesi gereken ilimler ise çoktur.

Rabîu'l Ahir 1439

55


ra çeşitli medreselerde müderrislik yapmış, İnegöl İshak Paşa Medresesi müderrisi iken orada vefat etmiştir(919/1513). Diğer bir amcası Taşköprizâde Kemâleddin Efendi’nin oğlu Şeyh Mehmed Efendi, Sahn müderrisliğine kadar yükselmiş, Rebîülâhir 1010’da (Ekim 1601) vebadan ölmüştür. Kemâleddin Efendi’nin diğer oğlu İbrâhim Efendi, müderrislik ve kadılıklarda bulunduktan sonra Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yapmıştır. Mekke’de 1657’de vefat ederek Cennetü’l-Muallâ’ya defnedilmiştir. Ailenin bir ferdi olarak Ahmed Efendi, Osmanlı’da ilk hükümdar Osman Gazi’den başlamak üzere kendi dönemi olan Kanûni Sultan Süleyman devrine kadar gelmiş-geçmiş büyük ilim adamı, müderris ve kâdılara yer veren eseri “eş-Şekâ’iku’n-nu‘mâniye fî ‘Ulemâ’i’d-devleti’l-‘Osmâniyye” ile Osmanlı’nın ilk ansiklopedisti olmuştur. Kendisinin bu eseri, Osmanlı’da ilim yolunda gayret gösterenlerin tanınmasında çok büyük bir hizmet olmuştur. Yine bu eserinde Sahn-ı Seman Medreseleri hocalarıyla ilgili, başka bir kaynakta bulunmayan ve daha sonra yazılan Osmanlı kaynaklarında sıkça tekrarlanan ayrıntılı bilgiler vermektedir.

Hayatı 1495 (h.901) yılında Bursa’da doğan Taşköprizâde Ahmed Efendi, Can-

56

Ocak 2018

daroğulları zamanında Muzafferiye Medresesi’nde müderrislik yapan dedesi Hayrettin Halil Efendi dolayısıyla “Taşköprizâde” adıyla meşhur olmuştur. Onun tam adı, İsâmüddin Ebu’lHayr Ahmed b. Muslihiddin Mustafa b. Hayreddin Halil el-Rûmî el-Hanefî’dir. Kendisine bu ismin verilmesini şöyle aktarmıştır: “Ben dünyaya gelince babam, iki yaş büyüğüm olan Mehmed kardeşime “Nizâmüddin”, bana da “İsâmüddin” lakabını ve yine bana “Ebu’l-Hayr”, abime de “Ebu Said” künyesini vermiştir.”

İlmi Şahsiyeti Âlim bir baba ve amcaya sahip olan Ahmed Efendi, daha küçük yaşlarda ilim öğrenmeye başlamış, babasından aldığı Kur’an eğitimi ile Kur’an’ı ezberlemiş ve ilim yoluna merak duymuştur. Bursa Molla Hüsrev Medresesi’ne müderris olarak atanan amcası ve abisi ile beraber Bursa’ya giderek, dönemin âlim şahsiyetlerinden olan amcasından dersler almıştır. Abisi Bursa’da hastalanarak vefat etmiş, kendisi amcasının yanında ilim öğrenmeye devam etmiştir. Kendisinin ifadesiyle “çok istifade ettim” dediği amcasından, Arapça grameriyle ilgili eserler okumuştur. Belirli bir süre Yavuz Sultan Selim’in hocalığını yapan babasının, Hüseyniyye Medresesi’ne atanmasından sonra on beş yaşında babasıyla birlik-


te Amasya’ya geçmiş, burada da bir müddet kalarak babasından ilim tahsiline devam etmiş, daha sonra babasının tavsiyesi üzere İstanbul’a giderek Alâuddin el-Yetîm’den (1) ders almaya devam etmiştir. Daha sonra, Muhyiddîn el-Fenârî, Muhyiddîn el-Kocâvî gibi devrin önemli âlimlerinden dersler almış ve muhtelif dini ilimlerde icâzet almıştır. İlmi ile kendini ispat eden Taşköprizâde, müderrislikteki ilk görev yeri olan Dimetoka Oruç Paşa Medresesi’ne otuz yaşlarında Receb 931 (Nisan-Mayıs 1525) yılında atanmıştır. Burada iki sene görev yaptıktan sonra sırayla Receb 933 (Nisan-Mayıs 1527) tarihinde İstanbul Hacı Hüseyinzâde Medresesi’ne, 936 yılında (1529-30) Üsküp İshak Beg Medresesi’ne, Şevval 942 (Mart-Nisan 1936) tarihinde İstanbul Kalenderhâne Medresesi’ne müderris olmuştur. Rebiülâhir 944’te (Eylül-Ekim 1537) Eski Mustafa Paşa Medresesi’ne, Zilkade 945’te (Mart-Nisan 1539) Üç

Şerefeli Medresesi’ne, Rebiülâhir 946’da (Ağustos-Eylül 1539) Sahn-ı Seman Medresesi’ne, Şevval 951’de (Aralık-Ocak 1544-45) Edirne Bayezidiyye Medresesi’ne müderris olarak atanmıştır. 952 Ramazan’ında (Kasım-Aralık 1545) Bursa kâdısı, 954 Receb’inde (Ağustos-Eylül 1547) Sahn-ı Seman’a dönerek bir süre müderrislik yaptıktan sonra emekli olmuştur. Muayyen bir istirahat döneminden sonra 958 (1551) yılında İstanbul kâdısı olarak atanmış, bu görevdeki üçüncü senesinde gözleri görmez olmuşsa da ilimden geri durmamış ve öğrendiği ilmi dostları ve oğlu vasıtasıyla yazıya aktarmıştır. Gözünden rahatsızlandığı ve hayat hikâyesine de yer verdiği “Şekâiku’n Nu’maniye” eserinde bu günlerini şöyle dile getirir: “Bundan sonra Allahu Teâlâ bu zayıf kulu, ilim ile iştigal ettiği sırada bazı kitapları tasnife muvaffak etti. Tefsir, Usuli’d-din, usul ve fıkıh, Arapça gibi dallarda muvaffak kıldı. Yine böyle noksan

Ailenin bir ferdi olarak Ahmed Efendi, Osmanlı’da ilk hükümdar Osman Gazi’den başlamak üzere kendi dönemi olan Kanûni Sultan Süleyman devrine kadar gelmiş-geçmiş büyük ilim adamı, müderris ve kâdılara yer veren eseri “eş-Şekâ’iku’n-nu‘mâniye fî ‘Ulemâ’i’d-devleti’l‘Osmâniyye” ile Osmanlı’nın ilk ansiklopedisti olmuştur.

Rabîu'l Ahir 1439

57


sıfatlardan münezzeh olan Cenab-ı Hak, çetin bazı konuların hallini ve yüksek konuları çözmeyi bana ihsan etti. Bunlardan her biri için risale yazdım. Bunların tümü 30 küsur kadardır. Şu kadar var ki Allah’ın takdiri ile günlerin meşgul etmesi, bunları temize çekmeye müsaade etmedi. İlim ve kültürden Allah’ın bana ihsan buyurmuş olduğu bunlardır. Ve tabii kabiliyetine göre bana ayırmış olduğu şeydir. “Her ilim sahibinin üstünde bir bilgi sahibi vardır.” (Yûsuf, 76) Bu Cenab-ı Hak korusun bir ilim ve fazilet iddiası değildir. Belki bu, Allahu Teâlâ’nın “Rabbinin sana olan nimetini söyle” (Duhâ, 11) ayetinin emrine uymaktır… Gözlerine perde geçmesine, tam kavrayamama, zekânın azalmasına, görüşün daralmasına, uyuşukluk, unutkanlık devresine girmeme, arkadaş ve dostlardan kesilmemem rağmen kitabı bazı dostlara yazdırdım. Allah2a hamd olsun ve O’nun vermiş olduğu nimet ve faziletlere şükür olsun.” Toplam 24 yıl müderrislik ve 6 yıl da kadılık yapmıştır. İlim sahiplerine olduğu kadar talebelere de kıymet veren Ahmed Efendi, kadılık yaptığı yıllarda her sene Kadı Beydâvî’nin tefsirini yazmış ve bu tefsirden elde ettiği geliri de ilim talebelerine harcamıştır.

Âlim Oğlu Âlim ve Âlim Torunu Sahibi Taşköprizâde İlim sevdalısı bir kişiliğe sahip olan

58

Ocak 2018

ve ilmi öğretmede ömrünü harcayan Ahmed Efendi, ilim öğretmede evlatlarını ihmal etmemiştir. Oğlu Ebu Hâmid Muhammed Efendi, ilköğrenimlerini babalarından aldıktan sonra ilim yolunda devam etmiş ve çeşitli yerlerde kâdılık görevleri yapmıştır. Ebu Hâmid Muhammed Efendi, çeşitli yerlerde yaptığı kadılıklardan sonra Haremeyn kadılığı görevine giderken Hama’da Cemâziyelâhir 1005’te (Ocak 1597) vebadan ölmüş ve burada defnedilmiştir. Ebu Hâmid Muhammed Efendi’nin oğlu, Taşköprizâde Ahmed Efendi’nin de torunu olan Taşköprizâde Kemâleddîn Efendi ise ilköğrenimi babasından aldıktan sonra Şeyhulislam Ebu Suûd Efendi’nin hizmetinde ilim yolunda ilerlemiştir. 1576 senesinde Unkapanı Medresesi’ne müderris olarak tâyin edilmiş, İstanbul’daki çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Selânik Medresesi’ne nakledilmiştir. 1592 senesinde Üsküdar Kâdılığı’na ve aynı sene içinde Haleb Kâdılığı’na tâyin edildi. 1595 senesinde Şam, 1596 senesinde tekrar Haleb Kâdılığı’na getirildi. Daha sonra sırasıyla Bursa, Kâhire, İstanbul Galata, Selânik ve İstanbul Kâdılığı vazîfesinde bulundu. 1603 senesinde Anadolu Kâdıaskerliği’ne, 1612 senesinde Rumeli Kâdıaskerliği’ne tâyin edildi. Daha sonra Gelibolu Kâdılığı ve tekrar Rumeli Kâdıaskerliği yaptı. 1620


senesinde Sadrul-Ulemâ ünvânına terfî etti. II. Osman’ın Lehistan Seferi’ne katıldı ve Boğdan’a vardıklarında hastalandı. İstanbul’a dönmek üzere yola çıktıklarında İshakçı denilen yerde vefât etti.

Eserlerinden Bazı Alıntılar İlim Talebesi Olmanın Şartları İlim talebesi olmanın şartları çoktur ve hepsini saymak zordur. En önemli olan şartlardan birisi, benlik hânesini kötü huy ve fena ahlâktan tahliye edip güzel ahlak ve iyi huy cevherleri ile doldurup süslemektir. Bu tehlikeli, uzun ve uzak, korkulu ve zor yolda nihayete kavuşmak, başarılı olmak için ihlaslı olmak, avam ile havasın kabul ve ricalarını terk etmelidir. İlim, Allah için olmalıdır. İlme müştak ve hevesli olup, tahsilinde tembellik ve uyuşukluk gibi mânileri terk etmek. Çünkü yükseklere kavuşmak, geceleri ihyâ ile (ibadet ve itaat ile geçirmekle) olur.

İlim için bıkmadan, usanmadan çalışmak lazımdır. Gevşeklik nedenlerinden biri, “Daha ömür var, sonra yaparım” deyip geleceğe güvenmektir. Böyle düşünmekle insan, çalışmaktan geri kalır, ilim ile meşgul olmaktan uzaklaşır. Ömrün müddeti az, öğrenilmesi gereken ilimler ise çoktur. İlim talebesi hiçbir günün vazifesini ve meşguliyetini bir sonraki güne bırakmaz. Çünkü her gün kendi meşguliyeti ile doğar ve devam eder.

İlim Tahsilinde Sıralama ve Öncelikler Bir ilmi iyice ve kuvvetlice öğrenmeden bir başka ilme rağbet etmemeli. Aksi takdirde aralarında karışıklık ve şaşkınlık vâki olur ve kişi bütününden mahrum kalır. Bazı kimseler ilmin bir kısmına veya bir çeşidine meyl ve heves ederler; bir başka kısım ve çeşidini sevmezler ki böyle olmak büyük bir cahilliktir ve sonu tehlikelidir. İlim tahsil ederken en önce, en önemlisinden başlamak ve öğrenmeye ça-

İlim sahiplerine olduğu kadar talebelere de kıymet veren Ahmed Efendi, kadılık yaptığı yıllarda her sene Kadı Beydâvî’nin tefsirini yazmış ve bu tefsirden elde ettiği geliri de ilim talebelerine harcamıştır.

Rabîu'l Ahir 1439

59


lışmak gerektir. Tabii ki talebe bunu kestirebilecek birikime sahip olmayabilir. Bundan dolayı öğreneceği ilimlerin sırasını ilmi derin olan ve kalbi din ile atan büyük bir mürşide bırakmalıdır. Çünkü ancak o, talebeye uygun olanı iyi bilir ve onun durumunu ve birikimini göz önüne alabilir. Ayrıca ilim yolculuğu boyunca ona faydalı olacak nasihati esirgemez.

• Garip ve pek duyulmayan keli-

Çocuklara İlim Öğretmek ve Öğretilirken Dikkat Edilecek Husus

• Münâzarada gülünmemelidir.

Çocukları ilim öğrenmeye, özellikle

• Kapalı ve anlaşılamayan kelimeler de kullanılmamalıdır. • Karşı tarafın sözünü anlamadan, sözüne karışılmamalıdır. • Münâzaranın

adabına

uygun

düşmeyen taarruzdan (saldırı) kaçınılmalıdır.

• Sesi yükseltmek ve benzeri hareketlerde bulunulmamalıdır.

Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemeye teşvik

• Saygı ve sevgi duyulan kişilerle

etmelidir. Çünkü küçük yaşta ezber-

münâzara yapmaktan sakınılma-

lemek, taş üzerindeki yazı gibidir.

lıdır.

Gençlik geçtikten sonraki gayret ve çalışma, su üzerindeki yazı gibidir. Küçüklere,

akıllarının

alabileceği

kadar ders vermelidir. Bunların ötesinde çok ince ve derin bilgiler de vardır diye onlara söylememelidir. Çünkü böyle sözler, onların anlayışlarını bozar.

Münâzara Adabı Münâzara, doğruyu ve gerçeği ortaya çıkarmak için iki tarafın o konu üzerinde önemle düşünmeleridir. Münâzara adabı dokuz tanedir: • Sözü fazla uzatmamak, gereğin-

60

meler kullanılmamalıdır.

• Münâzara, hasmı (karşımızdakini) hakir (küçük, aşağı) görme olarak düşünülmemelidir.

Kazanılan Mal Hususunda Gözetilecek Hususlar Zengin olan kimsenin, kazandığı mal husûsunda gözeteceği husûslar beş tanedir: 1- Maldan maksadın ne olduğu bilinmelidir. Ancak böylece kendine yetecek kadar bulundurur. 2- Malın nereden geldiğini gözetmelidir. Haramlardan ve mürüvveti bozan şeylerden sakınmalıdır.

den kısa tutmamak ve kendi gö-

3- Vâcib olan miktardan çok bulun-

rüşünün doğruluğunu kestirip

durmamalıdır. Bu miktarda da güzel

atmaktan kaçınılmalıdır.

niyet ve i’tidâli gözetmelidir.

Ocak 2018


4- Harcama tarafını gözetip, sadaka

de yaptıkları kusurları bağışlatmak

verilecek kısmı da hesap edilerek ye-

için ona yalvarırlar. Onlara güzel ce-

rine ve ehline vermelidir.

vap vererek şu mektubu yazdırır.

5- Alırken, verirken, sadaka verirken

“Bismillahirrahmanirrahim. Âlemlerin Rabbine hamd ve O'nun Rasûlu’ne, âline ve ashabına, zâhid şeyhlerin, sabırlı fakirlerin, şükredenlerin üzerine salât ve selam olsun.

ve saklarken, niyetini düzeltmelidir.

Vefatı Osmanlı’nın

Kanûni

devri

ilim

adamlarının önde gelenlerinden olan Taşköprizâde Ahmed Efendi, 1561 (h.968) senesinde Recep ayının son Pazartesi günü (16 Nisan 1561) 68 yaşında İstanbul'da vefat etti. Mezarı, İstanbul’un Fatih ilçesindedir. Onun vefat etmeden önce evlatlarını yanına çıkararak şöyle dediğini Ali bin Bali aktarmıştır: “Bu (remed) hastalık gözlerine zarar verdi ve iki değerli gözü âmâ oldu… Bu duruma düşünce, Allah’tan bağışlanma diledi

Ya Rabbi! Seni ve melekleri İslam olarak yaşadığıma ve dinde bid’atten uzak kaldığıma şahit tutuyorum. Kıyâmet gününde karşına Müslüman olarak çıkmayı diliyorum. Çocuklarım ve yakınlarım, üzerlerinde hakkım olduğunu söyleyip benden helallik isterler. Üzerlerinde bulunan haklarımı onlara helal ettim. Selam, insanların efendisi ve ashab-ı kiramın üzerine olsun.”

Eserleri

ve geçmiş günahlarından tevbe etti.

Kelâm, fıkıh, tefsir, ahlâk, biyografi,

Bazı te’lifatını yazıp çizmekle meşgul

Arap dili ve edebiyatı, ilimler tarihi,

oldu. Bu arada rahatsızlığının arttığı-

tıp gibi değişik alanlarda çeşitli ki-

nı ve ecelinin yaklaştığını hissetti. Ya-

taplar yanında otuza yakın risâle telif

kınları öleceğini anlayınca, hizmetin-

eden Taşköprizâde Ahmed Efendi,

Rabîu'l Ahir 1439

61


eserlerini Arapça yazmış ve büyük

Suretu’l-Halas fi Tefsiri Sureti’l-İh-

ölçüde şerh ve hâşiye geleneğini sür-

las: Eser, Türkçe’ye DİB Yayınları ta-

dürmüştür. Miftâhu’s-sa‘âde ve Misbâhu’s-siyâde fî Mevzû‘ati’l-‘ulûm: Daha çok

Bunun dışındaki bazı eserleri ise

“Mevzû‘atu’l-‘ulûm” adıyla tanınmış,

şunlardır: Nevâdirü’l-ahbâr fî Menâ-

birçok ilim ve sanat dalı hakkında bilgi içeren bibliyografik ve ansik-

kıbi’l-ahyâr,

Şerhu

Mukaddime-

lopedik bir eserdir. Kâtip Çelebi’nin

ti’s-salât, Letâifü’n-Nebî, Şerhu’l-‘Avâ-

“Keşfü’z-zünûn”

mil, Şerh ‘alâ Risâle fî ‘İlmi Âdâbi’l-bahs

isimli

eserindeki

bazı bölümler büyük ölçüde bu kitaba dayanmaktadır. Eser Arapça ya-

ve’l-münâzara, Risâle fi’l-Kazâ ve’l-Kader,

zılmış, Kemâleddin Mehmed Efendi

Risâle fî Beyâni Esrâri’l-hilâfeti’l-insâ-

tarafından bazı eklemeler yapılarak

niyye ve’s-saltanati’l-ma‘neviyye, Şer-

Osmanlı Türkçesi’ne, 2 cilt olarak da günümüz Türkçesi’ne tercüme edilmiştir. Miftahu’s Sade, Arapça ilimlerin konularına ait ansiklopedidir. eş-Şekâ’iku’n-nu‘mâniye fî Ulemâ’id

62

rafından kazandırılmıştır.

hu’l-Ferâ’iz, Şerhu’l-Ahlâkı’l-‘Adûdiyye, Risâle fî ‘İlmi’l-hisâb, el-Ma‘âlim fî ‘İlmi’l-kelâm. -------------------------

devleti’l Osmâniyye: Osmanlı devle-

1. Alâuddin Yetim, Fatih Sultan Mehmed’in

tinin kurucusu Osman Bey’den başla-

“Sahn-ı Seman Medreseleri”nde müderrislik

mak üzere ilk on Osmanlı hükümda-

yapmış bir âlimdir.

rının görev süresinde vefat eden 521

KAYNAKLAR

kadı, müderris ve şeyhin hayatı hak-

Ahmet Sürün, Taşköprizâde Ahmed Efendi`-

kında bilgi içeren bir eserdir.

nin Tefsir Risaleleri, Marmara Üniversitesi

Arapça kaleme alınan bu eser zama-

İstanbul 2002.

nında oldukça rağbet görmüş, bu

Fahri Unan, Taşköprülüzâde’nin Kaleminden

şekilde Osmanlı âlimlerinin hayatla-

XVI. Yüzyılın İlim ve Âlim Anlayışı, Osmanlı

rı hakkında eser verme geleneği Os-

Araştırmaları Dergisi, XVII, İstanbul 1997.

manlı Devleti’nin sonuna kadar süre-

Abdurrahim Güzel, Taşköprülüzâde’nin Ada-

Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi,

gelecek hale dönüşmüştür.

bu’l Bahs Ve’l-Münazarası İsimli Risalesi, Er-

“Osmanlı Bilginleri” adıyla eser, İz Ya-

203-208, Kayseri 1990.

ciyes İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:7, Sayfa:

yınları tarafından Türkçe’ye kazandı-

Yusuf Şevki Yavuz, Taşköprizâde Ahmed

rılmıştır.

Efendi”, DİA, c. 40, s. 151-152.

Ocak 2018


YAKIN TARİH Furkan Uyanık

TARİHE BAKIŞ AÇIMIZ

H

amd, yerin ve göğün yaratıcısı olan, gücün ve kuvvetin gerçek sahibi Allahu Teâlâ’yadır. O ki; vaadini yerine getirendir. Salat ve selam, efendimiz, komutamız Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e ve ashabına olsun. Tarih nedir? Tarih ne değildir ki... Tarih kelimesi, Arapça’ da “erh” kelimesinden gelir. Tarih kelimesinin lügati anlamı ise; bir olayı gün, ay, yıl olarak bildiren rakam ve yazı ile ifade edilen söz ve söz grubudur. Müslümanların tarihi değerlendirmesi nokta-

sındaki öncelikli hedefi; Tarihi anlamadaki hastalıkların tespit edilip ona göre çözümler sunulmasıdır. Konu itibariyle bu sorunları değerlendirip akabinde müminlerin özellikle yakın tarihte gerçekleşen vakaları nasıl görmesi hususunda Allah’ın lütfu ve inayetiyle bizim düşünce dünyamızı karartan kara bulutları az da olsa dağıtmak isterim. Hedefim, Müslümanların bir şeyleri fark etmesini sağlamaktır. Nihayetinde her fark ediş bir dönüm noktası, her dönüm noktası da aranılan bir doğrunun parçasıdır. Yukarıda-

Müslümanların tarihi değerlendirmesi noktasındaki öncelikli hedefi; Tarihi anlamadaki hastalıkların tespit edilip ona göre çözümler sunulmasıdır.

Rabîu'l Ahir 1439

63


ki belirttiğimiz hususlara geçmeden önce tarih nedir? Sorusunun içini açmak biraz daha isabetli olacaktır. İbn-i Haldun’a göre tarih; Dünya toplumu ve uygarlığı olan insan toplumundan ve bu toplumun gerçekleri arasında yer alan yabanilik ve barbarlık, medenilik ve uygarlık, asabiyet, bazılarının diğer bazıları üzerine kurduğu değişik hâkimiyetlerle, bu hâkimiyetlerden doğan hükümdarlıklar, devletler ve bunların derecelerinden haber verir. Başka birine göre ise tarih; zaman içerisinde insanların ilmidir. Benim nazarımda tarih; İkra ile başlar, Hz. Âdem’e dayandırılan ve kıyamete kadar devam edecek olan ilim dalıdır. Tarihi olayları iyi değerlendirmek, cesur olmaya, doğru düşünmeye ve doğru neticelere ulaşmaya yardımcı olur. Hz Âdem’den bu yana gelen süreci, süzgecimizden geçirdiğimizde kaçınılmaz-vazgeçilmez bir gerçeklik olarak göreceğiz ki insanlar Allahu Teâlâ’nın istediği şekilde yaşadığı zaman, huzur, emniyet ve namus güvenliğinde olmuşlardır. İnsanlar sapıttığında, Allahu Teâlâ’nın emir ve yasaklarına uymsâdıklarında, adaletsizlik, zulüm ve güvenlik endişesi toplumların en temel sorunlarını teşkil etmiştir. Toplumları düzeltmek adına peygamberler gönderildi. En son Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile son kitap olan Kur’an-ı Kerim indirilerek insanların yaşam biçimi belirlendi. Bu yaşam biçimine de en çok riayet eden sahabe döneminden bir vakayı aktarmak istiyorum. Ebu Ubeyde ra-

64

Ocak 2018

dıyallahu anh, Humus’u muhasara altına almış ve Humus halkını cizye verme ya da kılıcı tercih etme konusunda muhayyer bırakmıştı. Bunun üzerine Humus halkı cizye ödemeyi tercih etti. Ebu Ubeyde onlardan cizyelerini aldı. Daha sonra Halid b. Velid radıyallahu anh geldi ve Yermük Gazvesi ‘ne yönelmek için İslam ordusu komutanlarının yanında toplanmalarını emretti. Bu emir gereği Ebu Ubeyde radıyallahu anh Humus’u terk ederek Halid b. Velid’in yanına döndü. Ebu Ubeyde Humus halkından aldığı cizyeyi geri iade etti. Neden cizyeyi bize geri veriyorsun sorusuna ise: “Biz cizyeyi sizi korumak için aldık. Şu anda geri çekiliyoruz. Sizi koruyamayız der ve cizyeyi geri verir.’’ İşte bu örneklik, tarihi bir örnekliktir. Tarih ilminin faydası şudur ki: Bu yaşanmış tecrübe, bize İslam’la olmanın adil olunması gerektiği olgusunu gösterdi. Tarih ilminin hikmetlerinden biri de şudur ki; Tarihin süreç içerisinde sıklıkla tekerrür etmesi, vakaların neredeyse aynı şekilde cereyan etmesi, olayların aynı; karakterlerin ise farklı olmasıdır. Bundan dolayıdır ki; yaşanmış olaylardan ders çıkarmak, tecrübelerimizi arttırmaktadır. Olayların tekerrür etmesine binaen şimdilik iki örnek vermenin yeterli olacağı kanaatindeyim. Gelin bir kez daha sahabe dönemini düşünelim. Her türlü işkenceye maruz kalan, kızgın çöllerde sürüklenen, üzerine taşlar konan Bilal radıyallahu anh’ı hatırlayın. Bütün bunlara karşılık yalnızca ‘’AHAD AHAD’’ diyordu. Gelin bir de günümüze bakalım: Su-


riye’de, Irak’ta, Çeçenistan’da, Afganistan’da, Arakan’da ve diğer birçok İslam beldesindeki Müslümanlara gidin sorun; size niye bu zulmü yapıyorlar, verecekleri cevap şu olacaktır: Sadece ‘’LA İLAHE İLLALLAH’’ dediğimiz için... Bakın izzetli müminler, Tarihimiz çok derin vakalar ile doludur. Bunları iyi kavrayamsâdıkça günümüzdeki meselelere çözüm üretme noktasında ciddi bir sıkıntıya düşeceğiz. Başka bir örnekte ise: Haçlılar 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü işgal etmeleridir. Haçlılar Kudüs’e girdiklerinde cadde ve sokaklardan geçerken orada ölmüş ve yarı canlı yatan insanları bile soymuşlardı. Masum ve çaresiz müminler, haçlıların çetin zulmüne maruz kaldılar. Haçlılar insanları diri diri yaktılar. İnsanları mızraklar ile çatılardan fırlattı ve bu vahşilikleri Hristiyan dünyası, kendisine şeref kabul etti. Bu günde Kudüs’te aynı zulmü yapanlar, terörist Siyonistlerdir. Aynı şekilde yine haçlılar, zulümlerine o tarihten sonra da devam ettiler. Hatırlayın Vasco Dö Gama’nın sözünü: “İşte şimdi halatı müslümanların boynuna dolsâdık. Artık geriye sadece bu halatı sıkmak ve Müslümanları böylece boğulup ölmesini sağlamaktan başka bir şey kalmadı.” Tarihi anlamadaki hastalıklar ve çözümler konusunu kısa ve net ifadelerle dilimiz döndüğünce anlatmanın zamanı geldiğini düşünüyorum. Tarihi idrak etme noktasındaki en büyük zafiyetlerimizden bir tanesi objektif olma sorunumuzdur. Genel olarak

olaylara sübjektif yani taraflı bakmamızdır. Müslümanların yaptığı hataları kabul etmeyişimizdir. Sürekli olarak yapılan yanlışlara kulp takıp ‘’O, öyle yaptı ama dinde bu da var aslında o yanlış olmayabilir.’’ gibi yorumlar yapılmaktadır. Bu tabular, doğru sözlü olarak yıkılabilir. Eğitimdeki tarih anlatımı ile birlikte bu ümmetin çocuklarının özellikle son yüzyılda nasıl şuursuz bir yığın haline geldiklerini görmekteyiz.1900’lardan itibaren tarih eğitimine baktığımızda laik seküler ve pragmatik bir nesil oluşturmak istendiğini görmemek için sağır, kör veya aklımızı hiç kullanmıyor olmamız gerekir. Özellikle son dönemde liselerdeki tarih anlatımından birkaç not aktardığımda, sizler de ümmetin çocuklarının nasıl mankurtlaştırılmak istendiğini net bir şekilde anlayacaksınız. Örneğin: 1683 İkinci Viyana Kuşatmasına gelindiğinde, doğal sınırlara ulaştık. “Aslında bu hamle yüzde yüz yanlıştır’’ gibi söylevlerin ve aktarılan bilgide dikkati çeken nokta doğal sınırlardır. Yani biz daha fazla öteye gidemeyiz diye bizlere entegre edilmek istendi.1922 yılında ise, misak-ı milli sınırları diye bir harita bizlere öğretildi. Biz yalnızca buyuz, Türkiye’yiz, bu sınırlar dışındaki gerçekleşen olaylar bizleri enterese etmez düşüncesi bize dikta edildi. Büyük bir çoğunluk da bunu kabul etti. Bu kerteden sonra, harita meselesine değinmek isterim. Tarih anlatılırken haritalarda Müslüman ülkeler sadece bir renkle ifade edildi. İçerde yaşanan zulümler, zorbalıklar

Rabîu'l Ahir 1439

65


hiçbir şekilde ümmetin aziz insanlarına aktarılmadı. Allah’a yeminler olsun ki bizim sınır anlayışımız yoktur. Biz 1916 yılında Sykes Picot anlaşması ile cetvelle çizilen sınırları reddediyoruz. Bizim sınırlarımızı yalnızca Kâbe’nin Rabbi Allahu Teâlâ belirler. Yani İslam her beldeye her eve girecektir. Bizler buna iman ediyoruz. Tarih eğitimi ile alakalı bu kadar örneğin şimdilik yeterli olacağını düşünüyorum. Çözümler nedir diye sorulacak olunursa aslında sorunların içerisinde verildi. Lakin yine birkaç husus aktarayım: Öncelikle ümmetin değerleri iyi bir şekilde anlatılmalıdır. Ümmet vakaları incelerken gayet uyanık ve düşünerek bakmalıdır. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar, gözleri ufuklarda olan ümmete yetmeyecektir. Hulefa-i Raşidin dönemi sadece savaşlarla değerlendirilmesi, tarihi anlatma ve algılama noktasında seviyemizin ne kadar aşağıda olduğunu bize göstermektedir. Hakeza Rasûlullah’ın hayatı da bu kadar kısa anlatılması da, anlatılmak istenen tarihin ne kadar sahtekar, materyalist, seküler ve pragmatik olduğunu bizlere gayet açık bir şekilde ifade etmektedir. Batı hayranlığını, ihanetini anlatırken de yine bu topraklar üzerinden anlatmak vakayı iyi anlama ve anlatma noktasında isabetli olacaktır. Batı dünyası anladı ki hem bu diyarlarda hem de uzak coğrafyalardaki kardeşlerimizin gelişimi İslami Akide ile oluyor. Her alanda olduğu gibi tarihi alanda da İslami Akide’yi ilga etmek için elinden

66

Ocak 2018

gelen her şeyi yapmaya çalıştılar. Bu toprakların nasıl batılılaşmaya başladığını kavramak için 1728 tarihine gitmek gerekir. 1728 Lale Devri ile birlikte batılılaşma harekâtı başladı. Bizler o tarihte yüzümüzü batıya döndük ve bir daha da güneşi görmemek üzere güneşe hasret kaldık.1838 Tanzimat Fermanı ile de batıya atılan adımlar hızlandı. 1856 yılındaki Islahat Fermanıyla da neredeyse batılı gibi olduk. Özellikle ‘’Bundan gayrı gavura gavur denilmeyecek’’ maddesi oldukça gülünçtür. Peki, gavura gavur demeyeceğiz de ne diyeceğiz! 1923 yılında ise, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte batılı olmanın en büyük adımı atılmış oldu. 1924 Hilafet ‘in ilgası ile de dünyaya artık bu topraklar batılıdır mesajı verildi. Günümüze kadar gelen süreçte de,-şimdiki iktidar da dâhil- sanki bu topraklarda hiç İslam yaşanmamış gibi hareket etti. Kimse şunu unutmasın ki, bizler, bizler gibi yaşamanın haysiyetine talibiz... Cabir radıyallahu anh Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Her kim sultanı (yönetici konumundaki kişiyi), razı etmek için Allah’ın gazabını celb edecek bir şey yaparsa Allah’ın dininden çıkmış olur.” Buradaki özellikle vurgulanmak istenenlerden birisi de Allah’ın gazabını çekmektir. Bu da Kâinatın Sultanı, hükümdarı Allah’ın kanununun, düzeninin, yasasının üzerine-aksine- söz söyleyenleri memnun etme düşüncesidir. Nihayetinde Fukuyama’nın Batı düzeni dünya üzerindeki medeniyetler arasındaki en gelişmiş, en iyi ve en son medeniyettir düşün-


cesi tarih anlatımı ile bize entegre edilmek istendi. Ayrıca Hümanizm adı altında Grek ve Roma sevgisi bizim beynimize işlenmeye çalışıldı. Lakin biz diyoruz ki: Bizler Batı yapısı üzerinde kurulan bir düzen istemezük... Tarih anlatımındaki kurguyu ve hastalığı anlatmaya çalıştık. Şimdi de çözümleri vermeye çalışalım. Özellikle tarih anlatımındaki bu sıkıntıları göz önünde bulundurarak tarihe yaklaşmalı ve doğruları kavramalıyız. Bizler ışığımızı İslam ile yaktık… Hz Peygamber ile Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubi, Fatih Sultan Mehmed’ler ile yaktık. Bunları asla unutmamız gerek. Bizim tarihimizi bize unutturarak bizim Allah’a ve Rasûlüne olan yakınlığımızı silmeye çalışıyorlar, içimizdeki şehadet aşkını sökmeye çalışıyorlar. İslam akidesini oturtmamız gerekir. Nihayetinde niyetimiz bizim kendimize gelmek olmalıdır. Bu ümmetin aziz insanları, tarihi vakaları iyi bir şekilde idrak etmeden geleceğe yönelik hedeflenen planları algılayamayız. Bundan mütevellit, tarihi iyi idrak etmek zorundayız. Tarihi anlama noktasında son merhalemiz ise, yakın dönemlerde gerçekleşen olaylardır. 1941 Pearl Harboul Baskını ile birlikte başlayan Pax(!) -Americano dönemi, hatta 1990 çöl fırtınası operasyonu ile oluşturulmak istenen yenidünya düzenini anlayıp ona göre hareket etmek, bizim üzerimizdeki en ağır sorumluluklardan biridir. Yenidünya düzeninin (New World Order) ne demek olduğunu bir İslam bilgini bize çok iyi bir şekilde ifade etmektedir:

“İşgallerin ve saldırıların hedefinde bir uçtan öbür uca kadar bir ümmet vardır. Temel amaç ise bu ümmeti, dört bir yana nam salan yenidünya düzeni ile kendisine boyun eğdirmektir. Yani, gayet yalın bir ifade ile Ümmeti Amerika’nın başkanlığındaki haçlı siyonist iradeye ram etmektir.” Son dönemde Amerika’nın önderliğinde İslamiyet’e yapılan saldırılara şahitlik ediyoruz. Son iki yüzyılda özellikle 1960’tan sonra her savaşta onlar girer, katliam yapar, tecavüz eder, lakin yine de suçlu olan İslam ümmetidir. Bu da ABD ve yenidünya düzeninin uşaklığını yapmaya hâlihazırda olan uşakların-kölelerin-satılık

kalemle-

rin- propaganda yoluyla gerçekleşir. İslam ümmetinin bazı fertleri, sizleri sadece biraz akletmeye davet ediyorum ve paranın önüne kalbinizi, kalbinizin önüne de imanınızı koymak istiyorum... Müminler, tarihi vakaları iyi bilip değerlendirmediği sürece haini kahraman, kahramanları da hain olarak bilecektir. Ey ABD, siyonist haçlı ideolojisi ve onun yaltakçıları şunu iyi bilin ki: “Bu ümmetin her bir grubunu mankurtlaştırılmış ve aptallaştırılmış bir güruh haline getiremeyeceksiniz. Allah’a yemin ederim ki bu ümmet uyanacak, ayağa kalkacak, ilerleyecek ve İslamiyet, Kanada’dan Arjantin’e, Arjantin’den Yeni Zelanda’ya oradan Rusya’ya, Rusya’dan Orta Doğu’ya yani tüm Dünya’ya tüm beldelere ve tüm evlere hâkim olacaktır...”

Rabîu'l Ahir 1439

67


HABER ANALİZ Emrah Seven

Amerikan medyasına göre, Trump'ın elçiliği taşıma kararı elçiliğin lokasyonu ile ilgili değildi. Birçoğu sağcı Evanjelistleri, İsrail lobisini ve yerel destekçilerini memnun etmek için aldığı bir karardı.

Trump’ın Kudüs Kararıyla İlgili 1. Neden Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı?

A

BD Başkanı Donald Trump, BM kararları, uluslararası anlaşma-

lar ve dünya çapındaki itirazlara rağmen Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını ilan etti. Karar hakkında bilmeniz gereken beş şey:

68

Ocak 2018

ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını ve Birleşik Devletinin Elçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağını 2016 yılında Başkanlık kampanyasında söyledi. Bu, Bill Clinton’dan başlayarak her ABD başkanın verdiği bir sözdü. Trump, ABD büyükelçiliğini, göreve başlsâdıktan sonra "oldukça hızlı" hareket etti-


receğini söyledi ve yaklaşık bir yıl sonra da Çarşamba günü, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul ettiğini resmen açıkladı ve bunu yapan ilk Amerikan Başkanı oldu. Amerikan medyasına göre, Trump’ın elçiliği taşıma kararı elçiliğin lokasyonu ile ilgili değildi. Birçoğu sağcı Evanjelistleri, İsrail lobisini ve yerel destekçilerini memnun etmek için aldığı bir karardı. Trump, Başkalık seçimlerinde Rusya ile işbirliği yaptığı iddiasıyla karşı karşıya kaldı. Halen devam eden FBI soruşturmasında Trump’ın eski danışmanlarından Flynn suçunu kabul ederek FBI ile iş birliğine gitti. Flynn aynı zamanda FBI yanlış yönlendirmek suçundan dolayı da yargılanıyor. İstihbarat teşkilatının ortaya çıkardığı ses kaydına göre Rusya büyükelçisiyle görüşen Flynn şubat ayında istifa etmişti.

2. Kararı Kim Destekledi? İsrail hariç hiç kimse. ABD müttefiklerinden Orta Doğuya ve Müslüman liderlere kadar her bir ülke resmi bir şekilde tepkisini dile getirdi. ABD’nin aldığı bu karar İsrail-Filistin çatışmasını yeniden alevlendirdi. Uzun zamandır birbirlerine düşman olan İran ve Suudi Arabistan da bu karara tepkilerini hızlı bir şekilde ortaya koydular. Trump’ın Kudüs konuşmasını reddeden Mahmud Abbas, ABD’nin iki devletli çözümü imha ettiğini ve arabulucu rolünü terk ettiğini söyledi.

Başkanlık kampanyasında İsrail’in en iyi arkadaşı olacağının sözünü veren Trump, Ocak ayında damadını ve en üst düzey yardımcısını ABD’nin Filistin-İsrail barış görüşmelerini tekrardan başlatma ile görevlendirdi.

Birleşmiş Milletler genel sekreteri ise barış görüşmelerinin zayıflayacağı kaygısını yineledi. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Trump’ın bölgeyi “ateşe” atacağını söyleyerek sert bir dille eleştirdi. Ayrıca Erdoğan, Kudüs’ün Müslümanlar için kırmızı bir çizgi olduğunu belirterek ABD’ye uyarılarda bulundu. İran'ın dışişleri bakanlığı da kararın yeni bir İntifada'yı alevlendireceğini ifade eden bir bildiri yayınladı. Suudi Arabistan Trump'ın hareketini "sorumsuz ve gayri meşru" olarak nitelendirdi ancak İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun eski yardımcılarından biri, İsrail’in İran’a karşı destek sağlayabilmesi için Suudi Arabistan’ın Filistinlileri desteklemediğini söyledi. Fransa, İngiltere ve Almanya liderleri de kararı desteklemediklerini söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, kararı “üzücü” olarak nite-

Rabîu'l Ahir 1439

69


Kudüs, üç semavi din olan İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık için çok kutsal yerleri içinde barındırıyor. Kutsal yerlerin önemli bir kısmı Doğu Kudüs'te yer alıyor. Müslümanlar için en kutsal yerlerden biri kabul edilen Mescid-i Aksa ve Kubbet'üs Sahra'nın bulunduğu Harem-üş Şerif, Doğu Kudüs'te yer alıyor.

lendirerek ABD’nin uluslararası hukuku ihlal ettiğini söyledi. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Almanya’nın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımadığını çünkü Kudüs’ün statüsü iki devletli bir çözüm çerçevesinde çözülmesi gerektiğini ifade etti. İngiltere Başbakanı Theresa May, "ABD'nin elçiliğini Kudüs'e taşıma ve Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak görme kararına katılmıyoruz" dedi. Cuma namazından sonra İsrail ve Filistin elçiliklerinin önünde dünya çapında protestolar yapılması bekleniyor.

3. BM yasaklarına rağmen ABD işgal altındaki bir ülkede elçilik açabilir mi? Trump elçiliğin nereye açılacağını tam olarak belirtmedi. İsrail 1967 yılında Kudüs’ü işgal etti ve 1980 yılında

70

Ocak 2018

Uluslararası hukuka rağmen Kudüs topraklarını kendine ilhak etti. Doğu kesimindeki kutsal alanların Ürdün kontrolü sayesinde, Kudüs o tarihten bu yana bölünmüş bir şehir olarak kaldı ve aynı zamanda uluslararası hukukta Doğu Kudüs İsrail’in toprağı olarak tanınmıyor. BM Güvenlik Konseyi kararı kabul edildi ve bütün ülkeleri Kudüs’teki diplomatik misyonlarını geri çekmeye çağırdı: 30 Haziran 1980’de kabul edilen 476 sayılı BM Kararı, 1967’den bu yana İsrail’in Arap topraklarının uzun süredir işgal edilmesini sona erdirmenin zorunlu olduğunu tekrarladı ve Kudüs’ün statüsünü değiştiren tüm önlemlerin “geçersiz” olduğunu belirtti. Birleşmeden önce, Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyi bile 1971’de İsrail’in Kudüs’teki hareketlerini durdurmak için bir araya geldi. 298 sayılı karar çerçevesinde İsrail’in tüm faaliyetlerini yasadışı olarak niteledi.

4. ABD’nin Bu Kararı Olası Bir Barış Süreci İçin Ne anlam İfade Ediyor? 1967 yılından beri barış görüşmelerinin aracısı olan ABD, Trump’ın aldığı kararla iki devletle çözüm sürecinin bitirdi ve ABD’nin görüşmeleri sabote ettiği görülüyor. Başkanlık kampanyasında İsrail’in en iyi arkadaşı olacağının sözünü veren Trump, Ocak ayında damadını ve en üst düzey yardımcısını ABD’nin Filistin-İsrail barış görüşmelerini tekrardan başlatma ile görevlendirdi.


ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıması, El Fetih kanalıyla Ekim ayında imzalanan barış anlaşmasına rağmen Hamas kanadı İsrail’i sert bir şekilde eleştirdi aynı zamanda Hamas 2006 yılından itibaren Gazze’de İsrail’e karşı savaşıyor. Filistin Kurtuluş Ordusu’nun (PLO) en büyük siyasi partisi olan Fetih, iki devletli çözümü ve İsrail’le barış görüşmelerini savundu. Muhalif Filistin grupları arasında Barış görüşmeleri ve iki devletli çözüm bir hayale dönüştü. ABD, İsrail’in en güçlü müttefiki olmasına rağmen, Filistin topraklarında yasadışı İsrail yerleşim faaliyetlerini eleştirdi. Ayrıca Fetih hareketi, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararına itiraz etti. Üst düzey Hamas yetkilisi ve görevden alınan Filistin başbakanı İsmail Haniye, İsrail devletine karşı yeni bir “İntifada” ve “ayaklanma” çağrısında bulundu. Ayrıca Haniye, Trump’ın hamlesinin İsrail-Filistin barış sürecini öldürdüğünü söyledi.

5. Kudüs Neden Önemli? Kudüs, üç semavi din olan İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık için çok kutsal yerleri içinde barındırıyor. Kutsal yerlerin önemli bir kısmı Doğu Kudüs’te yer alıyor. Müslümanlar için en kutsal yerlerden biri kabul edilen Mescid-i Aksa ve Kubbet’üs Sahra’nın bulunduğu Harem-üş Şerif, Doğu Kudüs'te yer alıyor. Hz. Muhammed’in buradan göğe yükseldiğine inanılıyor. Yahudiler için Mescid-i Aksa’nın hemen altında yer alan ve Süleyman dö-

neminde yapılan tapınağa ait olduğuna inanılan Ağlama Duvarı yer alıyor. Burası Yahudilik inancının en kutsal mekânıdır. Hristiyanlar içinse Kudüs’te bulunan Kutsal Kabir Kilisesi’nde İsa Peygamber’in çarmıha gerildiği ve kabrine konulduğu düşünülüyor. Bu kilise, aralarında Rum Ortodoks Patrikhanesi, Roma Katolik Kilisesi ve Ermeni Patrikliği’nin de olduğu farklı mezheplerin temsilcileri tarafından yönetiliyor. Kudüs, İsrail ile Filistin arasında bir çatışma bölgesi ve aynı zamanda yüzyıllardır Müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların kontrol etmek için mücadele ettikleri kutsal bir şehirdir. 1948 yılında birinci Arap-İsrail savaşında İsrail hemen hemen Filistin’in yüzde 80’nini ele geçirdi. Buna göre Doğu Kudüs, Gazze ve Batı Şeria, Mısır ve Ürdün’ün kontrolü altında kaldı. 1967 yılında 6 gün savaşlarında İsrail Kudüs’ü işgal etti ve yerli Filistinlilerin ikamet statüsünü zayıflatma ve Yahudilere yeni yerleşim alanı stratejisi oluşturdu. 2000 yılında İsrail’e karşı uygulanan Filistin ayaklanması ya da ikinci İntifada, tüm Filistin’e yayılmış oldu. Bu yılın temmuz ayında İsrail’in metal detektör takması ve harem el şerif’te Müslümanlara uygulanan namaz yasağı ülke genelinde olayların tekrar yükselmesine sebep oldu. -------------------------

*TRT WORD'den Çeviri Yapılarak Hazırlanmıştır.

Rabîu'l Ahir 1439

71


NEBEVî AİLE Halime Yılmaz

ÇOCUK ve İNFAK

Cömertliğin Allah’ın azabını savdığını çocuğumuza öğretelim. Her zaman cömertliğe teşvik edelim ama savurganlık yapmasına izin vermeyelim.

İ

nfak, Allah’ın bize verdiği maddi ve manevi tüm nimetleri ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır. Ancak infak ile iyiliğe ereceğinin bilincindedir Müslüman. Ama bu bilinç tohumu, küçükken anne baba tarafından ekilmelidir. Cömert bir anne babanın evlatları cömert olacaktır. Ama bu yeteli değildir. Ayrıca buldukları boşluklarda bencilliğe kapılıp infaktan yüz çevirmemeleri için bizim onları teşvik edecek vesilelere sarılmamız gerekmektedir. Ne gibi vesilelerden bahsediyorum? Şöyle ki: - Sadaka ve infakın gizli verilmesi makbul ise de, çocuğumuzu teşvik etmek amacıyla

72

Ocak 2018

onun yanında infakta bulunmak daha faziletlidir. - İnfaklarımızı düzenli ve sürekli yaparak devamlılığının önemini öğretelim. - Evimizden infak kumbaraları hiç eksik olmasın. Kendi harçlıklarından kısarak bu kumbaralara katkıda bulunmasını sağlayalım. - İnfakta bulunduğumuz kişiyi rencide etmeden, çocuğumuza paylaşma ve paylaşılan kişinin sevincini yaşatalım. - En az yılda bir özellikle küçük çocukların eğitildiği İslami eğitim kurumlarında yardıma muhtaç Müslüman kardeşlerimiz için büyük kumbaralar ya-


pıp çocuklara süre verip o kumbaraları bizzat yetkililere kendilerinin teslim etmesini sağlayalım.

Emredin de, o ağacı bana versin, ben

- İnfakla ilgili peygamber ve benzeri kıssaları çocuklarımızın zihnine ömür boyu silinmeyecek kadar yerleştirelim. Bu onların sürekli gündeminde kalmasını sağlayacaktır.

çağırıp;

- Tüm zamanlarda ama özellikle Ramazan ayında daha cömert olalım ve bunun sebebini çocuklarımıza anlatalım.

dah adama;

- Cömertliğin Allah’ın azabını savdığını çocuğumuza öğretelim. Her zaman cömertliğe teşvik edelim ama savurganlık yapmasına izin vermeyelim.

dah, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e

- İnfakın sadece parayla yapılmadığını, bilakis tüm azalarımızın infakının olduğunu haber verelim. Ağzın infakı, tebessüm etmek, vücudun infakı, oruç ve namaz, ayakların infakı, doğru yola gitmek, ellerin infakı, doğruları tutmak, gözün infakı, haramdan sakınmak, dilin infakı, güzel söz söylemek, kalp kırmamak gibi. - Dünyada yapılan küçücük bir infakın bile ahirette kat kat büyük ecirlerle karşılık bulacağını, bunun tek şartının samimice yapılan infak olduğunu söyleyelim. İnfakla ilgili Ebu Dahdah radıyallahu anh gibi öncü şahsiyetlerin kıssalarını anlatmak çok faydalı olacaktır: Yetimin biri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek; - “Ey Allah’ın Rasûlü! Falancanın bahçesindeki bir hurma ağacı yere yıkıldı.

de bahçemin duvarına koyayım” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adamı - “Ağacını şu adama verirsen ben de sana cennette bir hurma ağacı verileceğine kefil olurum” buyurdu. Ama adam bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Ebu Dah- “Ağacını bana ver, ben de sana bahçemi vereyim” dedi. Adam bunu memnuniyetle kabul etti. Sonra Ebu Dahgelerek: - “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben o adamın ağacını hurma bahçem karşılığında satın aldım. Sana veriyorum, sen de adamı çağırıp ona ver” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Dahdah’ın bu

hareketine o kadar sevindi ki, üst üste: - “Ebu Dahdah cennette nice büyük ve değerli hurma ağaçlarına sahip oldu” buyurdu. Daha sonra Ebu Dahdah bahçesine gitti ve hanımına: - “Bahçeden çık. Ben bahçeyi cennette bir ağaç karşılığında sattım” dedi. Hanımı da: - “Ne kadar karlı bir iş yapmışsın” dedi. Özellikle İslam Dünyasının üzerine çöken zalimlerin zulmü neticesinde Müslüman kardeşlerimiz mağdur ve muhtaç durumda iken hem kendimizi hem de çocuklarımızı yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden korumak için “İnfak seferberliğine” girelim.

Rabîu'l Ahir 1439

73


HASBİHÂL Emrah Seven

Kudüs ve Tarihimiz Derneği ile Gerçekleştirdiğimiz Hasbihâl

Özgürlük Âşıkları Kudüs’e Destek Verin

N

ebevi Hayat dergisi olarak hasbihâl serisinin ilkini; Kudüs ile kültürel çalışma

alanı oluşturan Kudüs ve Tarihimiz derneği Başkan Yardımcısı Sâdık Abdullah ile gerçekleştirdik. Zira biz Müslümanların temennisi Mescidi Aksa’nın ve Kudüs’ün Müslümanların başkenti olması ve Müslümanların malı olarak kalmasıdır. Bizler bütün insanlardan, bütün özgürlük âşıklarından, bütün Arap dünyasından bütün İslam ümmetinden şunu temenni ediyoruz. Diyoruz ki sizler Filistin’e destek verin Kudüs Filistinlilerin olsun. Kudüs Filistinlilerin başkenti olsun.

74

Ocak 2018

Kudüs ve Tarihimiz derneğinin kuruluşunu ve faaliyet alanlarını kısaca bahseder misiniz? Kudüs ve Tarihimiz Derneği yaklaşık 4 yıl önce 2013 yılında Kudüslü Filistinlilerin İstanbul’da kurmuş olduğu bir dernektir. Misyonu ve vizyonu Kudüs’ün dünya tarihindeki ve yakın tarihteki önemini Türkiyelilerle ve Müslümanlarla ilişkilerini özellikle birincil ağızdan aktarmaktır. Faaliyetler çerçevesinde ise kısaca şunları yapıyoruz üniversitelerde, liselerde ve sivil toplum kuruluşlarında Kudüs ve Filistin davasını insanlara aktarmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda Kudüs alanında uzmanlar yetiştiriyoruz.


İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalini kısaca anlatır mısınız? Filistin 1948 yılından itibaren işgal altındadır. Filistinliler Siyonist İsrail’in işgal etmemesinden önce orada sağlık ve selamet içerisinde yaşıyorlardı fakat İsrailliler Filistin’i işgal edince oradaki Filistinliler mecburen topraklarını bırakmak zorunda kaldılar. Burada şunu da unutmamak gerekir ki Osmanlı’nın Filistin’i kaybetmesinden sonra İngilizlerin vasıtasıyla Yahudiler Filistin topraklarına yavaştan girmeye başladılar. Planlı bir şekilde 1917 yılından itibaren yapılan Siyonist İsrail işgali 1948 yılında kendisini net bir şekilde gösterdi ve artık Filistin toprakları üzerinde yaşayan yerli Filistin halkı oraya işgalci olarak gelen Siyonist Yahudiler tarafından kovuldu. 1967 yılında Siyonist İsrail ve ona bağlı güçler hem Mescidi Aksa’yı hem de Kudüs’ü ciddi şekilde işgal altına aldılar. 1969 yılında ilk defa Siyonist işgalci Yahudiler Mescidi Aksa’ya girdi ve ateşe verdi. Ve Mescidi Aksa’yı yaktıkları zaman içeride namaz kılan bazı Müslümanlar vardı ve Mescidin bir kısmı bu tarihte yandı. Mescidi Aksa’nın yanmasından sonra İslam işbirliği teşkilatı kuruldu. Bu teşkilatın kurulmasında en önemli saik Müslümanların namusu olan Mescidi Aksa’nın Siyonist işgalcilerin elinden kurtarılması ve ona destek verilmesidir. Nitekim yarım yüzyılı bulan bu olaydan sonra günümüze kadar da Mescidi Aksa ve Kudüs İşgalci İsrail’in işgali altında kalmaktadır Kudüs İslam Ümmeti için neden önemli?

Mescidi Aksa’nın Müslümanlar için en önemli hususu şunlardır: Şunu bilmemiz gerekir ki Mescidi Aksa Müslümanların ilk kıblesidir ve ziyaret amacıyla Allah-u Teâlâ’nın bizlere bildirdiği üç haremden biridir. Bir diğer önemi ise Hz. Muhammed’in miraca çıktığı mekândır. Gerek Kuranı kerimde gerek sünnette Mescidi Aksa ve Kudüs ile ilgili buranın kutsal olduğunu belirten onlarca işaret mevcuttur. Donald Trump’ın Amerikan Büyükeliçiğini Kudüs’e taşıması kararı alması ne anlama geliyor? Öncelikle Trump’ın almış olduğu bu kararın arkasında İsrail’in hedefler vardır zira İsrail batı Kudüs’ü ciddi bir şekilde ele geçirmek istiyor. İsrail’in oradaki planları çerçevesinde Amerika da onlara yardımcı olmaktadır. Özellikle bu kararın arka planında şunun da yattığını söylemek de mümkünüdür. Amerika’nın Orta doğuda işgal projesi vardır. Bunun paralelinde orta doğuya hâkim olmak ve İsrail’e de hareket kabiliyeti oluşturmak. Trump’ın bu kararı 20 yıl önce Amerikan meclisinde senatörlerin almış olduğu bir karardı ve bu imzalanan karar da yavaş yavaş hayata geçirilmeye çalışılıyor. Zira biz Müslümanların temennisi Mescidi Aksanın ve Kudüs’ün Müslümanların başkenti olması ve Müslümanların malı olarak kalmasıdır. Bizler bütün insanlardan, bütün özgürlük âşıklarından, bütün Arap dünyasından bütün İslam ümmetinden şunu temenni ediyoruz. Diyoruz ki sizler Filistin’e destek verin Kudüs Fi-

Rabîu'l Ahir 1439

75


listinlilerin olsun. Kudüs Filistinlilerin başkenti olsun.

cesine göre çok daha zor. Gazze’de gerek

Filistin’de siyasal olarak son durum ne?

mel ihtiyaçlarının da günlük olarak çok

Filistin ve Siyonist İsrail işgal güçleri arasında El Fetih kanadı yoluyla yürütülen barış görüşmeleri sona erdirildi. Bütün Filistinliler, bütün Filistin halkı aynı şekilde siyasi olarak da birleşerek bu davayı devam ettiriyorlar. Bu son olan olaylar çerçevesinde Filistin halkı tek bir çatı altında toplandı ve Filistin yerel yönetimi ile olan İsrail arasındaki barış görüşmeleri sonlandırıldı ve bütün Filistin halkı yekvücut olarak direnişe ve direnmeye devam etti. Dünya tarihine baktığımız zaman gerçekten direniş hareketleri nasıl ki kendi çabaları kendi direnmeleri ile özgürlüğe ve hürriyete kavuşmuşsa İnşallah Filistin halkı da aynı şekilde direnişleri ile beraber bu sonuca nail olacaklardır.

76

elektrik gerek gaz yani insanların en teaz bir kısmının karşılandığını ve Kudüs’e oranla Gazze’deki durum çok daha zordur. Gerçekten buradan Gazze’ye giden yardımlar ambargoyu şiddetlendirmektedir. Özellikle uluslararası toplumun İsrail’in Gazze üzerindeki ambargoyu devam ettirmemesi konusunda da bir baskı yapması lazım ve oradaki insanların bundan kurtulması lazım. Batı Şeria’ya gelecek olursak oradaki insanların günlük hayatta karşılaştıkları önemli sorunlardan bazıları şunlardır. Özellikle oradaki insanlar İsrail işgal yönetiminin elinin altında olduğundan dolayı oradaki insanlar istedikleri gibi okula ve işe gidemiyorlar. Onlar yaşsâdıkları bölgelerde

yaşsâdıkları

mahallelerde

etrafları duvarlarla çevrilmiştir ve bura-

Filistin’deki insani yardımın durumu nedir?

dan çıktıkları zaman İsrail’in kontrolüne

Bu konuyla ilgili ben Kudüs’ten başlamak istiyorum. Gerçekten Kudüs’te yaşayan Kudüs halkı bu konuda birçok sorunla ve zorlukla karşı karşıya kalmaktadır. İnsanlar Kudüs’te evlerinden zorla çıkartılmaktadır. Evleri zorla ellerinden alınmaktadır. Evleri zorla ellerinden alınan Kudüs halkı başka bir yerde ev almak istediğinde de çok ciddi ağır vergi yükü ile karşılaşmaktadır. Özellikle Kudüs’te çok küçük evler çok fahiş rakamlarla satılmaktadır.

İslam İşbirliği Teşkilatının Doğu Ku-

Gazze’ye gelince ise biliyorsunuz ki İsrail işgali ve ablukası altındadır. Gazze’ye gerçekten sınırlardan giriş ve çıkışlar ön-

Nebevi Hayat Dergisi olarak Kudüs ve

Ocak 2018

maruz kalıyorlar. düs’ü Filistin’in başkenti olarak ilan etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? 1967 kanunları çerçevesinde iki devletli çözüm İslam işbirliği teşkilatınca da onandığını ve iki devletli çözümün iyi bir çözüm olduğunu bildikleri için böyle bir karar aldılar ama Filistinlilerin hepsi böyle bir şeyden tabi ki memnun değil ve Filistin’in tamamından da çıkmaya niyetli değiller. Tarihimiz Derneğine sorularımızı yanıtladığı için teşekkür ederiz.


SERBEST KÖŞE Derya Fıçıcı

TAKVALI GENÇ

NEREDESİN

E

bu Malik el-Eşari radıyallahu anh, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in

şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Mutlaka Allah’ın kullarından bazı insanlar vardır ki, onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat kıyamet gününde, Allah katındaki makamlarından dolayı Nebiler ve şehitler onlara gıpta edeceklerdir.” Ebu Malik el-Eşari diyor ki: Orada bir arabi vardı, ayağa kalktı ve “Ey Allah’ın Rasu-

lü, söyler misin bizlere, nebilerin ve şehitlerin gıpta ettiği bu kimseler kimlerdir?” diye sordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Onlar sadece ve sadece Allah rızası için, Allah’ın rahmetini umduklarından dolayı, İslam kardeşliği için, hiçbir dünyevi çıkar gözetmeksizin, akrabalık bağları olduğundan değil, Allah için bir araya gelen ve Allah için ayrılan insanlardır.”

Sizin gece namazlarınızda dökeceğiniz yaşlara ihtiyacı var bu ümmetin. İslam coğrafyalarının, sabah namazında ayakta olan gençlere ihtiyacı var. Çok namaz kılan, çok oruç tutan, çok Kuran okuyan gençler kesecek tüm haramların önünü.

Yaşamış olduğumuz dünyada

Rabîu'l Ahir 1439

77


insanlar, hevalarına, heveslerine, izm-

Dünyaya bakın, manzaralara bakın,

lere, haramlara, pisliklere köle olmuş-

sokaktaki manzaralara bakın. İnsan-

lar. İşte bizler bu kölelerin içinde hür

lar göreceksiniz, hayvandan daha aşa-

insanlar olmalıyız. Nefislerin kölesi olmayan, ideolojilerin kölesi olmayan

siz, yurtsuz, elbisesiz ve aç. Çocuklar

hür insanlar...

göreceksiniz, bakışları donuk, ümit-

Gariplerin yanında olan, yoksulların

zından köpükler gelen, yere yıkılmış

yanında olan, masumların ve maz-

siz, korkulu. Gençler göreceksiniz, ağve yavaş yavaş ölen. Genç kızlar, ka-

lumların yanında olan garipler olma-

dınlar göreceksiniz, her şeyini kaybet-

lıyız.

miş, iffetsiz, izzetsiz, zelil, zavallı, yar-

Fakat bizlerin önüne koyulan “en”ler

dıma muhtaç, temizlenmek isteyen.

var ve bizi bu “en”lere sahip olmak

Dünyaya bakın, İslam coğrafyalarına

için birbirimizle yarıştırıyorlar. “En

bakın, akan kana bakın, gördükleri

başarılı”, “en çıplak”, “en kaliteli giyinen”, “en güzel”, “en kariyerli”, “en

muameleye bakın, küffara bakın, ne kadar azgınlaştığına bakın Suriye’ye,

çok gezen”, “en zengin”, “en zeki”,

Arakan’a, Somali’ye, Afganistan’a...

“en çok bilen” gibi...

Bulunduğunuz üniversiteye bakın,

Bu “en”leri önemsediğimizde bir de bakıyoruz ki topyekün hepimiz bu yarışın içindeyiz. Örneğin, gençlerin önünde bulunan ve yarıştırdıkları; “kariyer, makam, mevki, diploma” ve

neler dönüyor orada. Çalıştığınız işyerine bakın, oturduğunuz mahalleye bakın, Allah’ın istemediği neler oluyor oralarda, hangi haramlar işleniyor, hangi iğrençlikler, hangi pislikler?

“sınavda en çok puan alma” yarışı.

Televizyon ekranına bakın, telefon ek-

Bir de bakıyor ki genç, gençlik yılları

kokulu şeylere bakın. İnsanlar sizce

bitmiş “en”lerin peşinde koşarken. Bir hengamenin, bir koşturmacanın içinde yarış atı misali dört nala koşuyor.

ranına, oradan üzerimize sıçrayan pis mutlu mu, dünya nasıl bir yer, yaşanası, ömür tüketesi bir yer mi, bakın! İman ettiğimiz Peygamber sallallahu aley-

Bu “en”lerin peşinden koşarken “en”

hi ve sellem’in

değerlilerimizi unuttuk. Bu değerler

de bakın. Müslümanların ilk kıblesi

en berbat halini aldı. “En ahlaklı”, “en

olan Mescid-i Aksa’ya bakın. Siyonist

tesettürlü”, “en vefalı”, “en hayalı”, “en tevazulu”, “en ilimli”, “en cö-

miraca yükseldiği mesci-

köpeklerin aşağılık hallerine bakın. Aksa’nın direnen gençlerine bakın.

mert”, “en fedakar”, “en çok Allah’tan

Yaşlılarına, çocuklarına bakın.

korkan”... Ve bu “en”leri kaybedince

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına bakın, genç sahabelere bakın.

“en takvalı” kalmadı.

78

ğılık. İnsanlar göreceksiniz, evsiz, yer-

Ocak 2018


Dünya sizleri bekler, bütün bu sıkıntılar sizi bekler, mazlumlar sizi bekler, İslam davası sizi bekler. İman ettiğimiz kitap, yeryüzünde hükümlerinin uygulanması için sizi bekler. Uyuşturucu bağımlıları, alkolikler, zina bataklığına düşenler, bombalanan şehirlerde göçük altında kalanlar, aç bebekler, çaresiz anneler babalar, mazlumlar, sizleri bekler. Ey gençler topluluğu! Ey takvalı genç kardeşlerim! Sizlerden “en” hayalı olan, iffetini yitirmiş olanlara ışık olacak, yol gösterici olacak. Sizlerden “en” fedakar olan, feda olup kendisini kurtarmayı bekleyenlere el uzatacak. Sizlerden “en” cömert olan, aç bebeleri doyuracak. Sizlerden “en” çok Allah’tan korkan, toplumlara Allah’a kul olmayı öğretecek… Sizin gece namazlarınızda dökeceğiniz yaşlara ihtiyacı var bu ümmetin. İslam coğrafyalarının, sabah namazında ayakta olan gençlere ihtiyacı var. Çok namaz kılan, çok oruç tutan, çok Kuran okuyan gençler kesecek tüm haramların önünü. Eğer yeryüzünde başka mutluluklar arıyorsan; Vallahi bunlardan başka mutluluk yok.

Kendinizi İslam davasına adayın. Ruhunuzu ibadetlerle doyurun. İmanlarınızı güçlendirin. Bir haram gördüğünde Allah’ı hatırlayıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i hatırlayıp korkuyla gözünü oradan ayırırsan, Allah senin kalbine öyle tatlı bir iman verir ki, bütün lezzetleri unutur onun peşine düşersin. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının İslam davası uğruna çektiği çileleri, işkenceleri, eziyetleri öğrenince ancak onları hallerine özenecek, “Ya Rabbi, beni de bu makama ulaştır” diye gece gündüz dua edeceksin.

İnsanların hidayetine, kurtuluşuna vesile olduğunda kalbinde duyduğun heyecan ve sevinci hiçbir dünyalık nimette bulamayacaksın. Allah’ı anmanın tadını, zikrin lezzetini kalbinin derinliklerinde hissedince, dünyanın meşakkatinden sıyrılıp Rabbinle baş başa, O’nu anarken kalbindeki sükûn ve huzuru kimsenin yanında bulamayacaksın.

Vallahi bunlardan başka huzur yok.

Seni bütün bu lezzetlerden alıkoyan,

Vallahi bundan daha güzel aşk yok.

cehenneme, kabir azabına, Allah’ın

Vallahi şehadetten daha üstün kariyer yok. Allah katında kariyer yapın.

gazabına doğru çağıran, nefsinin arzu ve istekleridir. Bunu unutma! Selam ve dua ile...

Rabîu'l Ahir 1439

79





Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.