Mmg dergi sayi 72

Page 1

Sayı: 72 Temmuz - Ağustos 2013

72

BİR CENNET TASAVVURU OSMANLI ŞEHRİ Keşke Demeden Önce Acil Eylem PLANI ETİK DEĞERLER VE BAŞARI

MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ




Yayın Kurulu Mahmut Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı, Mehmet Kürşat Çapar, Atilla Yeğin Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Kadem Ekşi, Ali Kılıç, Dilaver Demirağ, Harun Urul Yayın Danışma Kurulu Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan Kocaarslan Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet Osmanlıoğlu Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez, Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler İletİşİm Adresİ Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 217 51 00 Fax: 212 217 22 63 Web: www.mmg.org.tr E-posta: mmg@mmg.org.tr

ABEMEDYA

Yayın Koordİnatörü İsmail Şaşmaz ismail.sasmaz@abemedya.com Edİtör Fatih Göksu Görsel Yönetmen Ersan Topuz Renk Ayrımı Muhammet Dilsiz Reklam Gizem Tokgöz gizem.tokgoz@abemedya.com Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 273 27 50 Fax: 212 273 27 51 Web: www.abemedya.com Basım Bilnet Matbaacılık 444 44 03 Yayın Türü İki ayda bir yayınlanır. Yerel Süreli Yayın Ücretsizdir Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

Son derece geniş bir perspektif ile karşınıza çıktığımız ‘Şehirleşme’ dosya konulu geçen sayımızdan sonra, yine dopdolu bir içerikle 72. sayımızda Mimar ve Mühendis Dergisi olarak karşınızdayız. TemmuzAğustos dönemlerini kapsayan bu sayımızda özellikle dosya konumuz dahilinde yer verdiğimiz ‘Meslek Ahlakı ve Mühendislik Etiği’ başlıklı konumuza sanırım şu dönemlerden daha fazla ihtiyacımız olan başka bir zaman yoktur. Ekonomik hayatın sistematikleşmesi neticesinde, bireylerin etik bir anlayışa sahip olması, bunu sürdürmesi, bir ahlak boşluğu içerisinde yaşamaktan kurtulması son derece önemlidir. Şüphesiz her mesleğin kendine has ahlak kuralları olmalıdır ama her mesleğin ahlak kurallarından bahsetmek de imkansızdır. Burada yapılması gereken ahlak ve etik kavramları ekseninde ortak değerler üzerinde durulmasıdır. Bu ortak değerleri de dosya konumuzda kendi meslek örgütümüz ile alakalı da olduğu için daha çok mimarlık ve mühendislik meslekleri üzerinden görmeye çalıştık. Mühendis içinde bulunduğu oluşturma sürecinden ahlâki, vicdani ve etik açıdan soyutlanamaz.

Mühendisler için hem yurdumuzda hem de dünyada kabul görmüş farlı meslek disiplinlerine göre ufak tefek farklılıklar da gösteren temel etik ve ahlak kuralları vardır. Bu kurallar her an akılda tutulabilecek veya sık sık bakılabilecek yapıda değildir ancak varılmak istenen sonucun ne olduğu ve bunun için ne tür davranış kalıpları geliştirmek gerektiğini anlamak ve özümsemek mümkündür. Biz de buradan yola çıkarak dosya konumuzda ilk olarak Osmanlı Devleti’nde mesleklerin ahlak ve etik kurallarını koyup bunları denetleyen örgüt olan ‘Ahi Teşkilatı’nı inceleme

şansı bulduk. Ülkemizde bu teşkilat ile alakalı olan derneklerle söyleşi imkanları yakaladık. Dahası meslek ahlakı ve mühendislik etiği üzerine uzmanlaşmış kişi ve kurumlardan okuması son derece öğretici olacağına inandığımız makaleler sunma şansı yakaladık. Tüm bu saydıklarımızdan başka bu sayımızda artık bir gelenek haline gelen şehircilik ve kentsel dönüşüm üzerine yazılar, mimarlık ve gezi yazılarımız ve son derece keyifli olan sinema yazılarımız ile de sizlerle beraberiz. İyi Okumalar Dileriz

Şüphesiz her mesleğin kendine has ahlak kuralları olmalıdır ama her mesleğin ahlak kurallarından bahsetmek de imkansızdır. Burada yapılması gereken ahlak ve etik kavramları ekseninde ortak değerler üzerinde durulmasıdır. Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 2013 Sayı: 72

Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü Yunus Emre Tozal yunusemre@mmg.org.tr

VİCDANINI, KENDİSİ ÜZERİNE GÖZCÜ KOYMAK…

Sayı: 72 Temmuz - Ağustos 2013

72

BİR CENNET TASAVVURU OSMANLI ŞEHRİ KEŞKE DEMEDEN ÖNCE ACİL EyLEM PLANI MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

İmtiyaz Sahibi Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan Murat Özdemir

ETİK DEĞERLER VE BAŞARI

MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ



Mimar ve Mühendis

30 KAPAK

MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ: “Bana verilen mühendislik unvanını, sağladığı yetkilerin ve yüklediği sorumlulukların bilincinde olarak ülkenin ve tüm dünyanın yararı için tarafsız ve doğru davranmaya, meslek yaşamı boyunca doğaya ve insanlığa zarar vermemeye, bilgi ve becerilerimi sürekli geliştirerek mesleğin saygınlığını, etkinliğini ve toplumun yaşam kalitesini yükseltmeye özen göstereceğime ant içerim” Mühendislik Yemini

26

88

MİMARLIK

MAKALE

Bir Cennet Tasavvuru Osmanlı Şehri

Keşke Demeden Önce Acil Eylem

72 ETKİNLİKLER 06 BAYRAMA ULAŞMANIN SEVİNCİNİ

YAŞADIK FESHANE’DE BİR BAŞKA İFTAR MMG’NİN YENİ BAŞKANI MURAT ÖZDEMİR OLDU Şehircilik Manifestosu ve Sanayileşme

MAKALE 80 Yeni Türk Ticaret KAnunu'na Firma Olarak Hazır mısınız? Ali KILIÇ

MAKALE 83 Bir Sosyal Sorumluluk: İş Sağlığı ve Güvenliği Harun URUL

MAKALE 86 Etik Değerler ve Başarı MAHMUT ÇELİK

90 DAĞDA ÖLÜM

KİTAPLIK ÇİZGİ YORUM


DOSDOĞRU OLMAK İÇİN...

2

6 Mayıs’ta yapılan Mimar ve Mühendisler Grubunun 11. Olağan Genel Kurulunda üyelerimiz, 2013-2015 hizmet dönemi için bizleri görevlendirmiş oldular. Gönüllülük esasına dayanan, mesleği ve toplumu adına bir değer üreterek, almaktan ziyade vermeyi önceleyen bu tür yapıların kurgulanması, kurulması ve sürdürülebilir kılınması kolay olmuyor. MMG’de bizim gerçekte sağlamaya çalıştığımız, gerek prensip ve anlayışın, gerekse faaliyetlerin sürekliliğini sağlayacak bir yapı oluşturmaktır. Yapıların sürekliliği, üzerine kurulduğu temellerin ve bağlı olduğu prensiplerin sağlamlığı ile mümkün olabilmektedir. Biz de dergimizin, bu yeni dönemimizde çıkardığımız ilk sayısının konusunu “Meslek Ahlakı ve Mühendislik Etiği” olarak belirleyerek gerek işlerimizde, gerekse normal hayatımızda öncelikle esas almamız gereken değerlerimizi hatırlatmak istedik. Bu vesile ile de bu yeni dönemimizin başında, MMG’yi bugünlere getiren ve bundan sonra da faaliyetlerine ışık tutacak olan prensip ve ilkelerini, dergimizin de dosya konusu bağlamında, vurgulamak isterim. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran, 3/104) hükmünü meslek alanlarında da rehber edinerek 1996 yılında dernekleşen MMG hareketi bugün, 2500 civarında üyesi, 5.000-6.000 takip edeni olan, İstanbul dışında Ankara, İzmir, Bursa, Kayseri, Sakarya, Konya, Samsun ve son olarak da Diyarbakır’da şubeleşen, camiamızın saygın bir STK’sı haline gelmiştir.

Ülkemizin içinde bulunduğu durum, ortaya koyduğu hedefler, hemen her konudaki yılların ihmallerini telafi etmek yönünde kısa zamanda yapılması gereken işler ve dünyada gelinen yönetim ve demokrasi anlayışı çerçevesinde katılımcı demokrasinin en önemli unsurlarından biri olarak ortaya çıkan STK’ların etkisi, MMG gibi oluşumlara duyulan ihtiyacı arttırmaktadır.

Ülkemizin içinde bulunduğu durum, ortaya koyduğu hedefler, hemen her konudaki yılların ihmallerini telafi etmek yönünde kısa zamanda yapılması gereken işler ve dünyada gelinen yönetim ve demokrasi anlayışı çerçevesinde katılımcı demokrasinin en önemli unsurlarından biri olarak ortaya çıkan STK’ların etkisi, MMG gibi oluşumlara duyulan ihtiyacı arttırmaktadır. MMG olarak ülkemiz adına değer üretmeye, dönemimize şahitlik yaparken olumlu gelişmeleri müjdelemeye ve duyurmaya, yanlış gördüğümüz uygulamalar hakkında da uyarıcı olmaya çalışırken bize hiza istikamet veren esas prensip ve anlayışımız; “… Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! …” (Hud, 11/112) hükmüdür. Yani, hakkı hak bilip haklıya teslim et. Yani, bizdendir diye yapılan yanlışlıkları görmemezlikten gelme, “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) Zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır”. (Nisa, 4/135) Yani, bizden değildir diye de kimseye haksızlık etme. “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)’tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir”. (Maide, 5/8) Dosdoğru olmak, bir başka ifadesiyle hakkı haklıya teslim etmek için önce neyin hak olup olmadığına karar vermek gerekiyor. Zamanımızda ortaya çıkan sorunlar o kadar karmaşıklaşıp giriftleşiyor ki kişilerin münferiden bütün bu hadiseler i doğru okuyup, yorumlaması ve isabetli karar vermesi oldukça zorlaşıyor. Onun için bu noktada hiza istikametimizi kaybetmememiz için gerek doğruyu ve hakkı tespit etme noktasında, gerekse kararlarımızı alma noktasındaki en önemli prensibimiz Şura/38’de belirtildiği gibi; "… Onların işleri kendi aralarında şûrâ iledir…"(Şûrâ, 42/38) hükmü, Ve İstişaredeki usulümüz de ; "Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." (Ali İmran, 3/159) usulüdür. MMG olarak her faaliyetimizde HİKMETİ gözeterek İMAR edici olacağız ve toplumumuzla İHSAN’la paylaşacağız. Bütün bunları yaparken de kimsenin kınamasından ve eleştirmesinden de çekinmeden sadece hakkı ve doğruyu teslim etmek adına hareket edeceğiz. “… (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar…” (Maide, 5/54) Konulara sağduyu ile yaklaşacak, hakkı hak bilip arkasında duracak, yanlışı kim yapıyorsa da onu üslubunca uyaracak, cesaret ve olgunluğa sahip STK’ların varlığına günümüzde her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu ortadadır. Ve bizim camialarımız adına da, Mimar ve Mühendislik alanında, MMG bu noktada gerçekten büyük bir boşluğu doldurmaktadır en azından bunun çabası içindedir. Bunun için hepimizin bu prensipler etrafında çalışması gerekmektedir. Bizim açımızdan kaynağı itibariyle, evrensel ve ilahi olan değerlerimize bağlı kalarak faaliyetlerimizi yürüttüğümüzde inşallah sonuçlarının bereketini de göreceğizdir. Beraber üretip, beraber paylaşıp, beraber var olmalıyız. Daha güzel günlerde buluşmak duasıyla, Murat ÖZDEMİR MMG Genel Başkanı


ETKİNLİK

GENEL BAŞKAN MURAT ÖZDEMİR, İSTKA KALKINMA KURULU'NA SEÇİLDİ

İ

stanbul Kalkınma Ajansı, 9.Kalkınma Kurulu Toplantısı Dış Ticaret Kompleksi Konferans Salonu’nda gerçekleştirdi. İSTKA Yönetim Kurulu Başkanı İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun konuşmasından sonra geçilen seçim sonucunda, İSTKA’nın Kalkınma Kurulu Başkanı, Başkan Vekili ve Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulunda görev Yapacak Asil ve Yedek Üyeler seçildi. Mimar ve Mühendisler

Grubu Genel Başkanı Murat Özdemir’in de yedek üyeler listesinde seçildiği İSTKA yönetim kurulunda Başkan olarak TKBB Genel Sekreteri Osman Akyüz seçilirken Başkanvekilliğine de Basım Yayın Meslek Birliği Başkanı Muharrem Kaşıtoğlu seçildi. Ayrıca MMG Ankara Şubesi’de kalkınma kurullarına temsilci gönderecek kurum ve kuruluşların arasına girerek listede yerini aldı.

IĞDIR'DA KENTSEL DÖNÜŞÜM SEMİNERİ Iğdır Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve İktisadi Araştırmalar Vakfı tarafından düzenlenen, Mimar ve Mühendisler Grubu Etik Kurulu Başkanı Avni Çebi'nin de bir sunum ile katıldığı, "Iğdır'da Sürdürülebilir Yaşam kalitesi için Kentsel Dönüşüm" Iğdır Kültür Merkezi'nde yapıldı.

ANKARA'DA AKİL Y ADAMLAR' KONUŞMALARI Abdurrahman Kurt: “Konuşarak ve anlaşarak yeni bir Türkiye” Akil kişilerin gittikleri yerlerde halk tarafından nasıl karşılanıldığı hakkında bilgiler veren Abdurrahman Kurt, karşılaştıkları sorular ve görüşlerden bahsetti. Dinleyicilerden gelen iki tür tepki olduğunu aktaran Kurt, “Şüphelerimizi size anlatmak istiyoruz. Önce bizi dinleyin, sonra siz konuşun. Böyle yaptığımız yerlerde de bir insan çıkıyor diyor ki; ‘keşke bize anlatsaydınız da biz sorularımızı ondan sonra sorsaydık’ diyorlar.” dedi. Yaşanılan süreci, halkın yönetime katıldığı bir süreç olarak nitelendiren Kurt, sadece sandığa gidip sunulan partilerden birine oy vermekten öteye geçilen bir süreç olduğunu dile getirdi. Mehmet Emin Ekmen: “Pek çok farklı millet 1000 yıldır beraber yaşıyor” TBMM 23. Dönem Ak Parti Batman Milletvekili ve Akil İnsanlar Heyeti Güneydoğu Bölge Sekreteri Mehmet Emin Ekmen konuşmasında doğuda yaşandığı belirtilen sorunlar ve bu sorunların tarihsel gelişmesini aktardı. Doğudaki Türk-Kürt ilişkileri hakkında bilgiler de veren Ekmen, tarihsel süreçte yaşanan gelişmeleri ve bu gelişmelerin ne tür sonuçlara yol açtığı hakkında görüşlerini dile getirdi. Çanakkale’de yatan ve 1000 yıldır bu ülkede birlikte yaşamış birçok milletin olduğunu dile getiren Ekmen; “1. Meclisin kuruluşu ve Lozan’daki anlaşmalara bu meclisin ayak diremesinden dolayı 1. Meclisin tasfiyesinden sonra kurulan 2. Meclis, tek tip bir meclisti. Çanakkale’nin ruhunda yer alan ve 1000 yıldır bu topraklarda var olan renkliliği yansıtmıyordu. O dönemde tek tip vatandaş inşa etmeyi hedefleyen bir sistem oluşturdular. 6

Mimar ve Mühendis

oğun bir katılımın olduğu etkinlik, Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Muhammet Balta'nın konuşmasıyla başladı. Bakan yardımcısı Balta, bakanlığın yaptığı çalışmalardan bahsederek Türkiye'nin bir deprem kuşağında olduğunu son Van depreminin bunu bize acı olarak hatırlattığını belirtti. Bakanlık olarak çıkardıkları 6306 sayılı yasa ile afet riski altındaki alanları dönüştürmeyi "önce can ve mal emniyeti esasına" göre başlattıklarını belirterek, Türkiye'nin bir ucunda olan bu etkinliğe katılarak konuyu ne kadar önemsediklerini ifade etti. "İnsanımızın kendine has zevk ve ihtiyaçlarını ortaya koyan şehirler inşa etmeliyiz." Seminerde "Kentsel Dönüşümde Çevre ve İnsan / Şehirleşme Manifestosu" adlı bir tebliğ sunan, Mimar ve Mühendisler Grubu Etik Kurulu Başkanı Avni Çebi, konuşmasında şunları söyledi: "Acaba bu yapılaşma Türkiye'nin emeğine, ekonomisine, sosyal ve kültürel meselelerine, sağlıklı büyümesine, gelir adaletine, geleceğine, bilim ve teknolojisine ve sanayine ne kadar katkı yapacak? Tüm bu sorular, şehirleşmeyi geniş olarak farklı başlıklarda multi disipliner olarak konuşmamızı gerektiriyor. Tarihi ve doğal çevrenin korunmasından şehirlerimizi mamur edilmesine, insan emeğinin korunmasına ve çocuklarımızın sağlıklı bir çevrede büyümesine kadar birçok meseleyi şehirleşme ana başlığı altında incelememiz gerekiyor” dedi. Kentsel dönüşüm konusunda da düşüncülerini aktaran Çebi, “Kentsel dönüşüm birçok

ana ve alt başlığı buluşturan, yalnız binaların dönüştürülmesini değil aynı zaman da büyük bir sosyal ve kültürel değişimin de adıdır. Kentsel dönüşüm, gelecek nesillerin hakkını koruyan, tarihi ve kültürel mirasa saygılı ve doğal çevreye duyarlı, ekonomik kaynakların adil paylaşımını önceleyen, yerel mimariye ve malzemeye dayalı, iklim gerçeklerine uygun, farklı kültür ve anlayışları mekânda yok etmeyen, dünü, bugünü ve geleceği ile kaynaşmış bir dönüşümün adıdır” diyerek konunun önemine vurgu yaptı.


Temmuz - AÄ&#x;ustos 2013

7


ETKİNLİK

KAYSERİ’DE İFTAR AKŞAMI

M

imar ve Mühendisler Grubu Kayseri Şubesi’nin iftar programı 16 Temmuz Salı günü Şube Başkanı Celal Dündar Selçuk’un ev sahipliğinde Kayseri DSİ 12. Bölge Müdürlüğü Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi. MMG’nin misyonu, vizyonu ve toplumsal gündeme objektif duruşunun konuşulduğu etkinlikte; MMG’nin geçmişte ve önümüzdeki dönemlerde toplumsal olaylarda “Hikmetİmar-İhsan” ekseninde vermiş olduğu ve vereceği katkılar masaya yatırıldı.

BAYRAMA ULAŞMANIN SEVİNCİNİ YAŞADIK M imar ve Mühendisler Grubu’nun geleneksel bayramlaşma programı Ramazan Bayramı’nın ikinci günü olan 9 Ağustos Cuma günü MMG Genel Merkezinde gerçekleştirildi. MMG yönetim kurulundan Genel Başkan Murat Özdemir, Genel Başkan Yardımcılarından Murat Özmen, Yönetim Kurulu Üyelerinden Prof. Dr Ali Osman Öncel, MMG Etik Kurulu'ndan Avni Çebi ve Osman Arı, Yerbilimleri Komisyonu Başkanı Şehmus Yıldırım’ın da katıldığı programda MMG üyelerinin ziyaretleri kabul edildi. Bayramlaşma ve tebrik-

lerden sonra güncel konuların konuşulduğu programda şehirleşme ve nüfus yoğunluğu konuları hakkında görüş alışverişinde bulunan katılımcılar, Mimar ve Mühendisler Grubu olarak ileride yapılacak uluslararası projeler hakkında, özellikle Avrupa Birliği projeleri üzerinde konuştular. İki saat süren bayramlaşma programı kapsamında ayrıca MMG’nin süreli yayını olarak 2 ayda bir okuyucularıyla buluşan Mimar ve Mühendis Dergisi’nin içeriği, gelecekte işlenecek dosya konuları ve bu konulara verilecek destek konusunda görüş alışverişi yapıldı.

SAKARYA ŞUBEDE KEYİFLİ İFTAR

M

imar ve Mühendisler Grubu Sakarya Şubesi’nin her yıl geleneksel olarak gerçekleştirdiği iftar programı 26 Temmuz Cuma günü TEİAŞ Tesisleri’nde gerçekleştirildi. Geleneksel iftar programı ev sahibi MMG Sakarya Şube Başkanı Erol Demiralay'ın yanı sıra MMG Genel Başkanı Murat Özdemir , MMG Etik Kurulu Üyesi ve bir önceki dönem başkanı Avni Çebi, Ak Parti Sakarya Milletvekili Hasan Ali Çelik ile İstanbul ve Sakarya’daki MMG üyelerinin yoğun katılımıyla gerçekleştirildi. İftardan sonrasında toplantı salonuna geçilirken, iftara katılan konuklar burada ikramlar eşliğinde sohbet etme imkanı buldular. Ülke ve dünya gündeminin masaya yatırıldığı sohbette, STK'ların artan önemi ve bu önem doğrultusunda MMG'nin gelişmeler karşısındaki tavrı konuşuldu.

8

Mimar ve Mühendis

MMG ANKARA’DA İFTAR VAKTİ

M

imar ve Mühendisler Grubu Ankara Şubesi 23 Temmuz Salı günü organize edilen geleneksel iftar programında üyeleri ve misafirlerini ağırladı. Gençlik Parkı içindeki Ankara Büyükşehir Belediyesi İftar Çadırı’nda düzenlenen program birçok bürokrat, sivil toplum kuruluşu temsilcisi ile çok sayıda mimar ve mühendisin katılımıyla gerçekleştirildi. MMG Ankara Şubesi Başkanı Yılmaz Ada’nın ev sahipliği yaptığı iftar davetine Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Etik Kurulu Üyesi ve önceki dönem Başkanı Avni Çebi ve MMG Yerbilimleri Komisyonu Başkanı Şehmus Yıldırım da katılırken, iftar sonrası gerçekleştirilen sohbette MMG’nin gelecek döneme dair çalışma hedefleri, projeleri ile güncel konular konuşuldu.


Temmuz - AÄ&#x;ustos 2013

9


ETKİNLİK

DİYARBAKIR’DA İFTAR ORGANİZASYONUMUZ

M

imar ve Mühendisler Grubu Diyarbakır Şubesi’nin organize ettiği ve şubenin kuruluşuyla birlikte düzenlediği ilk iftar yemeği, 19 Temmuz Cuma günü DSİ 10. Bölge Müdürlüğü Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen iftar davetine MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Etik Kurulu Üyesi ve MMG Eski Genel Başkanı Avni Çebi, Diyarbakır İl Müftü Yardımcısı Sırrı Şık, üniversite camiasından dekan ve akademisyenler, kamu kurum ve kuruluşlardan üst düzey yöneticiler, Mimar ve Mühendisler Grubu Diyarbakır Şubesi üyesi ile özel sektörden birçok mimar ve mühendis de katıldı.

ÜLKENİN DÖRT BİR YANINDA İFTAR YAPTIK

M

MG Diyarbakır Şubesi’nin Batman‘da organize ettiği ve şubenin kuruluşu ile birlikte düzenlediği ikinci iftar yemeği 30 Temmuz tarihinde TPAO Bölge Müdürlüğü’nün Sosyal tesislerinde gerçekleşti. Gerçekleştirilen iftar davetine Siirt ve Batman Üniversiteleri’nden Rektör Yardımcıları, Dekanlar ve Akademisyenler ile MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Etik Kurulu Üyesi ve Eski Başkan Avni Çebi, Kamu Kurum ve kuruluşlardan üst düzey yöneticiler, Mimar ve Mühendisler Grubu üyeleri ile özel sektörden mimar ve mühendisler katıldı.

Mimar ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi İftarı Gerçekleşti

M

imar ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi, üyeleri ile birlikte iftar programı gerçekleştirdi. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir ve Genel Başkan Yardımcısı Murat Özmen’in de katıldığı iftar programının açılış konuşmasını MMG Konya Şube Başkanı Seyit Ahmet Biçer yaptı. Biçer konuşmasında; hikmet, imar ve ihsan kavramlarını her türlü faaliyetlerimizde göstererek yaşanabilir ve insan ölçekli şehirler kurulması gerektiğinin altını çizdi. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir ise; MMG hareketini sayılarla özetleyen bir konuşma yaptı.

10 Mimar ve Mühendis

İZMİR İFTARIMIZA YOĞUN KATILIM

M

imar ve Mühendisler Grubu İzmir Şubesi 18 Temmuz Perşembe günü SGK Narlıdere Tesisleri’nde gerçekleştirdiği iftar programında misafirlerini ağırladı. MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik’in de katıldığı iftar programına yoğun ilgi gösterilirken, MMG İzmir Şube Başkanı Ünal Özturkut gerçekleştirdiği açılış ve selamlama konuşmasında şehircilik konusuna değindi. İftar sonrası etkinliğe katılan MMG üyeleri ve konuklar sohbet ederken, Mimar ve Mühendisler Grubu İzmir Şubesi’nin düzenlemiş olduğu iftar programı çay eşliğinde sohbet ile sona erdi. İftar programında MMG İzmir Şube Başkanı Ünal Özturkut, MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik, İzmir İleri Teknoloji Enstitüsü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Güden’in yanı sıra Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) İzmir şubesi Başkanı Abdurrahman Çabuk, birçok öğretim görevlileri ve MMG İzmir Şubesi üyeleri ile misafirler de hazır bulundu.

BURSA'da Geleneksel İFTARIMIZ

M

imar ve Mühendisler Grubu Bursa Şubesi’nin geleneksel olarak gerçekleştirdiği iftar programlarının 2013 yılı organizasyonu yoğun katılımla gerçekleşti. MMG Bursa Şube Başkanı Ali Yılmaz’ın ev sahipliği yaptığı iftar programı Birlik Vakfı Bursa Şubesi’nin bahçesinde gerçekleştirildi. MMG Bursa Şubesi Üyesi Elektrik Mühendisi ve Hadis Doçenti Dr. Halis Aydemir’in Kur’an tilaveti ile başlayan etkinlikte oruçlar açıldıktan sonra MMG Bursa Şube Başkanı Ali Yılmaz bir selamlama konuşması gerçekleştirdi.


Temmuz - AÄ&#x;ustos 2013 11


ETKİNLİK

FESHANE’DE BİR BAŞKA İFTAR MMG her yıl geleneksel olarak gerçekleştirdiği iftar programlarına 24 Temmuz Çarşamba günü Feshane’de gerçekleştirdiği organizasyonla devam etti. Sunuculuğunu MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik’in yaptığı ve Kur’an-ı Kerim Tilaveti ile başlayan iftar programına milletvekilleri, akademisyenler, iş adamları, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, MMG üyeleri ve diğer misafirler de katıldı.

M

12 Mimar ve Mühendis

Murat Kalsın

Ömer Faruk Kültür

BİZDE BAYRAĞI VERENLER DE ALANLARLA BİRLİKTE KOŞUYOR Programda selamlama konuşması gerçekleştiren MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, katılımcılara davete icabet ettikleri için teşekkür ederek başlarken, MMG’nin kuruluşundan

Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, ortaya koyduğu hedefler ve diğer pek çok konudaki ihmalleri telafi etmek amacıyla kısa zamanda yapılması gereken işler ve dünyada gelinen yönetim ve demokrasi anlayışı çerçevesinde katılımcı demokrasinin en önemli unsurlarında biri olan STK’ların etkisinin son derece önemli olduğuna dikkat çeken Özdemir, “MMG gibi oluşumlara duyulan ihtiyaç her dönem artarak gerekmektedir. Son Gezi Parkı olaylarında da görüldüğü gibi kitlelerin kontrollü ya da kontrolsüz harekete geçirilmesinde STK’lar büyük rol oynayabilmektedir."dedi.

bugünlere gelmesinde emeği olan tüm MMG üye, dost ve çalışanlarına teşekkür ederek, ahirete intikal etmiş olanlara da Allah’tan rahmet diledi. Ramazan ayının bir infak ayı olduğunu belirten Özdemir, tüm zamanlarda önem verilmesi gereken infak kavramının Ramazan ayı içerisinde daha fazla mana bulduğunu dile getirdi. MMG’de ‘yeni dönem’ sözünün, sadece yönetimin yenilenmesinden dolayı kullanılan bir tabirden ibaret olduğunu dile getiren Özdemir, “bizim gerçekte sağlamaya çalıştığımız, gerek prensip ve anlayışın, gerekse faaliyetlerin sürekliliğini sağlayacak bir yapı oluşturmaktır” dedi.

MG her yıl geleneksel olarak gerçekleştirdiği iftar programlarına 24 Temmuz Çarşamba günü Feshane’de gerçekleştirdiği organizasyonla devam etti. Sunuculuğunu MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik’in yaptığı ve Kur’an-ı Kerim Tilaveti ile başlayan iftar programına milletvekilleri, akademisyenler, iş adamları, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, MMG üyeleri ve diğer misafirler de katıldı. Sunum görevini gerçekleştiren MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik, MMG’nin vizyonu ve misyonu hakkında kısaca bilgiler verirken, Türkiye’nin ve insanlığın geleceğine ve yarınına ne çeşit bir katkıda bulunabiliriz, bilgimizin zekatını nasıl öderiz, düşünceleriyle meydana gelen MMG’nin 20 yılı aşkın süredir devam eden mücadelesini anlattı.


MMG ÇATI GÖREVİ GÖRÜYOR Yeryüzü Mühendisleri Genel Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür ise yaptığı konuşmada MMG çatısı altında bulunmaktan duymuş olduğu mutluluğu dile getirirken, Murat Özdemir ile yıllar önce MMG inşaat komisyonundan başlayan bir çalışma ortamlarının olduğunu dile getirdi. MMG çatısı altında Yeryüzü Mühendisleri oluşumunu meydana getirdiklerini dile getiren Kültür, bu oluşumdan bahsederek konuşmasını noktaladı. BİRLİK VE BERABERLİK VAR MMG Eski Başkanı ve İTO Başkan Yardımcısı Murat Kalsın yaptığı konuşmada yeni dönemde görev alacak yönetimi tebrik ederek, yeni oluşturulan yönetime çalışmalarında başarılar diledi. Geçmiş dönemden beri oluşturulan sinerji ile birlikte iyi bir beraberlik ve birliğin yakalandığını dile getiren Kalsın, “hangi kurumda olursak, hangi kurumda göreve tayin olursak olalım hiçbir zaman buradaki birlik ve beraberliğimizi kaybetmedik. Yeni dönemde görev alan arkadaşlarımız ile birlikte de bu birlik ve beraberlik devam edecektir. diye konuştu.

Ümit Ünal

İdris Güllüce

Murat Özdemir

Murat Özdemir: “MMG gibi oluşumlara duyulan ihtiyaç her dönem artarak çoğalmaktadır. Son Gezi Parkı olaylarında da görüldüğü gibi kitlelerin kontrollü ya da kontrolsüz harekete geçirilmesinde STK’lar büyük rol oynayabilmektedir."

karşıtlaşmaya sebep olarak Türkiye’yi tsunami gibi sarmalayan bir kaos ortamına mı götürecek? Eğer kardeşliği, hoşgörüyü inşa edeceksek edebi kuşanmamız lazım” diye konuştu. BİZ ÖNCEDEN ZENGİNLİKLE İMTİHAN OLMAMIŞTIK Ak Parti İstanbul Milletvekili İdris Güllüce yaptığı konuşmasında geçmiş dönemde yaşanılan sıkıntılardan bahsederek birçok imtihandan geçildiğini sadece zenginlik imtihanından geçilmediğini dile getirdi. İsmini vermek istemediği bir partinin “bunların ağzı çorba, üstleri tezek kokar” cümlesine atıfta bulunan Güllüce, “çok zengin olmayan bir kültürden geliyoruz ve zenginlikle imtihan olmamıştık. Kızlarımızla oğullarımızla, eşlerimizle imtihan olmamıştık. Bizim zamanımızda nargile içilen yerlerde başörtülü kızlarımızla delikanlılarımız akşam namazını kıldıktan sonra ABD’deki bir üniversitenin eğitim problemlerini tartışmıyorlardı. Şimdi böyle bir imtihanla da muhatap olduk. Aile kavramıyla Allah kimseyi imtihan etmesin ama onunla da imtihan edilecek günlere doğru gidiliyor. Ailenin son Çanakkale olduğunu söyleyen bu millet artık aileden çok kadın kelimesini kullanmaya başlıyor” açıklamasında bulundu. Programa ayrıca; MMG bir önceki dönem başkanı Avni Çebi,

Ümit Ünal: “Şehirlerimiz bizi kardeşliğe, hoşgörüye ve paylaşmaya mı götürecek, yoksa inşa ettiğimiz şehirler bizleri ayrışmaya, çatışmaya ve karşıtlaşmaya sebep olarak Türkiye’yi tsunami gibi sarmalayan bir kaos ortamına mı götürecek? İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı, İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreter Yardımcısı Ümit Ünal, Yeryüzü Mühendisleri Genel Başkanı Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Ak Parti Eski İlçe Başkanı Atilla Üstündağ, İTO Başkan Yardımcısı Murat Kalsın, GÜBRETAŞ Başkan Yardımcısı Yakup Güler, Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı ve MMG Yönetim Kurulu üyesi Prof.Dr.Ali Osman Öncel, TAEK Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Müdürü ve MMG Yönetim Kurulu üyesi Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, Mazlumder İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarı Yaşar, Yeryüzü Doktorları Başkanı Kerem Kınık, TGTV Genel Müdürü Kemal Kaya, Deniz Feneri Genel Başkanı Av. Mehmet Cengiz, MMG Denetleme Kurulu Üyesi Kadem Ekşi, akademisyenler, iş adamları ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, MMG üyeleri, çok sayıda mühendis ve genç MMG’liler katıldılar.

EDEBİ SADECE İNSANLARIN DEĞİL ŞEHİRLERİN DE KUŞANMASI GEREKİR İl Özel İdaresi Genel Sekreter Yardımcısı Ümit Ünal gerçekleştirdiği konuşmasında mesleki bazda konulara yer vererek şehirleşmeden bahsetti. Şehirlerin toplum ve insanlar üzerindeki etkisi hakkında görüşlerini bildiren Ünal, “şehirlerimiz bizi kardeşliğe, hoşgörüye ve paylaşmaya mı götürecek, yoksa inşa ettiğimiz şehirler bizleri ayrışmaya, çatışmaya ve

Temmuz - Ağustos 2013 13


ETKİNLİK

ESKİ VE YENİ YÖNETİM YEMEKLİ TOPLANTIDA BULUŞTU

M

imar ve Mühendisler Grubu’nun 11. Olağan Genel Kurulu’nda seçilerek göreve gelen yeni yönetim kurulu ve komisyon üyeleri, gerçekleştirecekleri ilk yönetim kurulu toplantısı öncesinde eski yönetim ve komisyonlarda görevli MMG üyelerini tertip ettikleri yemekte ağırladılar. MMG Genel Merkez’inde gerçekleştirilen yemek ve toplantıda geçmiş dönemde gerçekleştirilen ve gelecekte gerçekleştirilmesi planlanan çalışmalar hakkında konuşan eski ve yeni yönetim kurulu üyeleri ve komisyon başkanları, MMG’nin çıtasını daha yukarılara taşıyabilmek amacıyla, geçmiş dönemde hayata geçirilen başarılı proje ve çalışmaların üzerine eklenecek katkılarla, bu göreve devam etmeleri gerektikleri görüşünde birleştiler.

GELENEKSEL SÜLEYMANİYE ZİYARETİ Mimar ve Mühendisler Grubu'nun her genel kurul sonrası gerçekleştirdiği Süleymaniye Külliye Ziyareti gerçekleştirildi. Etkinliğe hem 2011-2013 MMG Yönetim Kurulu’nda görev almış hem yeni dönem olan 2013-2015 yılları arası görev alacak hem de MMG'nin kuruluş aşamasından bugünlere gelmesinde görev alan kurucu mimar ve mühendisler katıldı.

Z

iyaret, Süleymaniye bahçesinde Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Emir Eş'in Süleymaniye'yi gezdirerek Külliye ve Mimar Sinan hakkında açıklamalarıyla başladı. Süleymaniye gezisi sonrası kahvaltıya geçildi. Kahvaltı sonrası Süleymaniye Kütüphanesi hakkında Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Emir Eş'ten bilgi alan Mimar ve Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu üyeleri, toplantı sonrası Süleymaniye'de şu anda gerçekleşen restorasyon çalışmalarını inceledi.

Mimar ve Mühendisler Grubu 2009-2013 Yönetim Kurulu Başkanı Avni Çebi, yaptığı konuşmada MMG'nin Süleymaniye Külliyesi ile artık bir aidiyetinin olduğunu, her seçilen Yönetim Kurulu üyelerinin ilk olarak Süleymaniye Külliyesi'ni ziyaret ederek vizyon belirlediklerini ifade etti. Mimar ve Mühendisler Grubu'nun 2013'te seçilen Yönetim Kurulu Başkanı Murat Özdemir de Süleymaniye Külliyesi'nin fonksiyonlarının bugün kullanılamadığına dikkatleri çekti.

OSMANLIOĞLU’NDAN MÜSİAD washIngton ŞUBESİ'NE ZİYARET

M

MG Yönetim Kurulu Üyesi ve TAEK Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkez Müdürü Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, MMG adına 17 Temmuz Çarşamba günü MÜSİAD Washington ofisini ziyaret etti. MÜSİAD Enerji Komisyonu Başkanı Mustafa Albayrak tarafından organize edilen buluşmada ABD Temsilcisi Tayanç A. Gündüz ile görüşülerek ABD’de yürütülen ve yürütülmesi planlanan faaliyetler hakkında bilgiler alan Doç. Dr. Osmanlıoğlu, Gündüz’den ABD`de yaşayan mimar ve mühendislerimizin durumları ve sorunlarına ilişkin bilgiler alarak, ileri vadede yapılabilecek çalışmalarla ilgili istişarelerde bulundu.

14 Mimar ve Mühendis

DEMAVENT'İN ZİRVESİNDE...

M

MG Kurucu üyelerimizden Osman ARI Ağrı dağından sonra İran'ın ve Ortadoğu’nun en yüksek dağı olan Demavent (5671m.) dağına çıktı. 4-5 Temmuz tarihleri arasında 4 kişilik İranlı bir dağcı ekibi ile gerçekleştirdiği tırmanışla Demavent dağının zirvesine ulaşmayı

başardı. Ağrı dağından daha yüksek olan Demavent dağı tırmanışının zor ve yorucu bir tırmanış olduğunu belirten Osman Arı bu tıramanışın kendisi için iyi bir ''yüksek irtifa tırmanışı'' deneyimi olduğunu belirterek hedefinin yeni zirvelere tırmanmak olduğunu söyledi.



ETKİNLİK

MMG’NİN YENİ BAŞKANI MURAT ÖZDEMİR OLDU Mimar ve Mühendisler Grubu’nun 11. Olağan Genel Kurulu 26 Mayıs tarihinde Eresin Topkapı Hotel’de yapıldı. Genel Kurul sonrası MMG’nin yeni başkanı Murat Özdemir oldu. Avni Çebi: “Yeri geldiğinde sözün en güzelini, en güzel bir şekilde söylemeliyiz.” MMG’nin 11. Olağan Genel Kurulu’nda açılış konuşmasında Avni Çebi, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun kuruluşundan bugüne kadarki olan sürecini hikmet, imar ve ihsan kavramlarıyla ifade etti. MMG’nin şehirleşmeden bilişime, sanayileşmeden enerji verimliliğine birçok alanda şahitlik ve tanıklık yaptığını söyledi. Konuşmasına Türkiye’de STK’ların önemiyle ilgili tespitler yaparak devam eden Avni Çebi, sözün en güzelini en güzel şekilde söylememizin önemine vurgu yaptı. Bir STK’nın duruş olarak yaşadığı çağın şahidi olduğunun bilincini her zaman koruması gerektiğini, Türkiye’de artık STK’ların bürokrasiden ayrılarak çözümler ve fikirler üretmesinin önemini anlattı. MÜSİAD Başkan Yardımcısı Ali Rıza Arslan: “MMG’nin inşa edici bir dili var.” MÜSİAD adına selamlama konuşması yapan MÜSİAD Başkan Yardımcısı Ali Rıza Arslan, MÜSİAD’ın gittikçe büyüyen yapısını, kentsel dönüşüme dair özellikle çalışmalar

16 Mimar ve Mühendis

Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun 20 yıllık sürecinde çok başarılı işler yaptığını söyledi. Mimar ve Mühendisler’in, toplumuzun inşasında rol oynaması gereken çok büyük bir sorumluluğu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, ülkemizde yaklaşık 170 civarında üniversite olduğunu, bunun 100 civarında devlet okulu, 70 civarında özel kurum olduğunu belirtti. Böyle bir sayı olmasına rağmen, her iki gençten birinin ancak üniversiteye girebildiğini, iş kurmaya önem verdiğimiz kadar, insanı en değerli varlık olarak görüp, üniversiteleri çoğaltmaya dönük çalışmaları da önemseyerek, eğitimi ilk önceliğe almamız gerektiğini söyledi.

yaptığını belirtti. MÜSİAD olarak ihracat ve ithalatın arttırılması noktasında önemli bir noktada olduklarını belirten Ali Rıza Arslan, MMG’nin çalışmalarını takdir ettiklerini belirtti. Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu:“Bu ülkede en ciddi sorun, eğitim sorunudur” Üniversiteler adına selamlama konuşması yapan Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Mimar ve


2008-2010 yılları arasında MMG’de görev aldığını belirten İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun, hem teknolojiyi hem AR-GE’yi savunan bir anlayışla çözümler ürettiğini, sermayenin sadece para olmadığını, bilgi ve tecrübenin çok daha mühim olduğunu belirtti Mühendisler Grubu’nun 20 yıllık sürecinde çok başarılı işler yaptığını söyledi. Mimar ve Mühendisler’in, toplumuzun inşasında rol oynaması gereken çok büyük bir sorumluluğu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, ülkemizde yaklaşık 170 civarında üniversite olduğunu, bunun 100 civarında devlet okulu, 70 civarında özel kurum olduğunu belirtti. Böyle bir sayı olmasına rağmen, her iki gençten birinin ancak üniversiteye girebildiğini iş kurmaya önem verdiğimiz kadar, insanı en değerli varlık olarak görüp, üniversiteleri çoğaltmaya dönük çalışmaları da önemseyerek, eğitimi ilk önceliğe almamız gerektiğini söyledi. İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı:“Bilgi ve tecrübe, sermayeden çok daha önemlidir” 2008-2010 yılları arasında MMG’de görev aldığını belirten İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun, hem teknolojiyi hem AR-GE’yi savunan bir anlayışla çözümler ürettiğini, sermayenin sadece para olmadığını, bilgi ve tecrübenin çok daha mühim olduğunu belirtti. İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı, MMG’nin yeni yönetimine başarılar dileyerek konuşmasını bitirdi.

MMG Eski Başkanlarından Oral Avcı: “28 Şubat’ı görenler, bugünlerin kıymetini bilmeli ve daha büyük işler yapmaya çalışmalıdır” MMG Eski Başkanlarından Oral Avcı, selamlama konuşmasında MMG’nin kurulduğu günlerdeki zorlukları hatırlatıp, bugünlere ulaşmasından çok emeklerin verildiğini, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun 28 Şubat’ı yaşayanları olarak, bugünlerin çok güzel günler olduğunu, bu fırsatı değerlendirmemiz gerektiğini belirtti. MMG Eski Başkanlarından Murat Kalsın: “Mimar ve Mühendisler Grubu’nda hem vefayı hem dostluğu görüyoruz.” “Mimar ve Mühendisler Grubu’nda hem vefayı hem dostu görüyoruz” diyerek sözlerine başlayan MMG Eski Başkanlarından Murat Kalsın, MMG'nin birçok alanda projeler üreterek geleceğin Türkiye'sini inşa edici noktasındaki sorumluluğunun gittikçe arttığını belirtti. MMG’nin çok başarılı bir başkanlık sürecinden geçtiğini söyleyen Murat Kalsın, Abdulkadir Geylani'nin “Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et” sözleriyle konuşmasını bitirdi.

Temmuz - Ağustos 2013 17


ETKİNLİK Selamlama konuşmalarından sonra Divan Heyeti’ne geçildi. MMG Yönetim Kurulu Başkanları ve Genel Başkan için şu isimler önerildi ve kabul edildi:

MMG 2013 Yönetim Kurulu Üyeleri - MURAT ÖZDEMİR Genel Başkan - OSMAN ŞAHBAZ Genel Başkan Yardımcısı (Mali ve İdari İşler) - MURAT ÖZMEN Genel Başkan Yardımcısı (Şubeler ve Kurumsallaşma) - MAHMUT ÇELİK Genel Başkan Yardımcısı (Tanıtım, Basın-Yayın, Dergi) - ALİ REYHAN ESEN Genel Başkan Yardımcısı (Şehircilik ve Çevre Komisyonları) - Prof. Dr. ALİ OSMAN ÖNCEL Yönetim Kurulu Üyesi (Bilim, Üniversite ve Proje Komisyonları) - Doç. Dr. AHMET ERDAL OSMANLIOĞLU Yönetim Kurulu Üyesi (Enerji ve Maden Komisyonları) - MESUT UĞUR Yönetim Kurulu Üyesi (Sanayi ve Teknoloji Komisyonları) - KUDRET ÇETİN Yönetim Kurulu Üyesi (Gıda, Tarım ve Hayvancılık Komisyonları) - SERKAN CANTÜRK Yönetim Kurulu Üyesi (Kurumsal İlişkiler) - YAVUZ SARI Yönetim Kurulu Üyesi (Genç MMG)

MMG 2013 Komisyon Başkanları - Ş EHMUS YILDIRIM Yerbilimleri Komisyon Başkanı - MURAT SEVEN Ulaşım Sistemleri Komisyonu Başkanı - Selami KESKİN İnşaat Komisyonu Başkanı - ADEM ŞAHİNOĞLU Mimarlık Komisyonu Başkanı - MUSTAFA YALÇINKAYA Şehir Planlama ve Harita Komisyonu Başkanı - İsmail ÖZKAYA Çevre Komisyonu Başkanı - BÜLENT ŞEN Enerji Komisyonu Başkanı - NİHAT ISMUK Gıda ve Tarım Komisyonu Başkanı - Harun URUL İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyon Başkanı - MEHMET KÜRŞAT ÇAPAR Bilişim Teknolojileri Komisyonu Başkanı - YRD. DOÇ. DR. YALÇIN BOZTOPRAK Proje Geliştirme Komisyonu Başkanı - HAKAN KARABAY Makine Komisyonu Başkanı MMG Yeni Dönem Genel Başkanı Murat Özdemir: “Yeni Dönemde çalışmalarımızı daha da arttıracağız” MMG’nin 11. Olağan Genel Kurulu’nda Genel Başkanı seçilen Murat Özdemir, 2009’dan bu yana artan ivmeyi, daha yukarılara taşımaya çalışacaklarını belirterek, MMG'nin Avni Çebi Başkanlığında (2009-2013) ivmesinin daha yukarı çıktığını belirten Murat Özdemir, yeni dönem için mimarlık ve mühendislik alanlarında disiplinlerarası çalışmalara hız verileceğini belirtti. Murat Özdemir, ayrıca kendisini bu göreve uygun gören tüm arkadaşlara ve Mimar ve Mühendisler Grubu’na teşekkür etti. Program, plaket takdimi ve toplu fotoğraf çekimiyle sonlandı. 18 Mimar ve Mühendis


Temmuz - AÄ&#x;ustos 2013 19


HABER

2009-201 3 MMG GENEL BAŞKANI AVNİ ÇEBİ'NİN GENEL KURUL KONUŞMASI

Şehircilik Manifestosu ve Sanayileşme

Sivil toplum kuruluşları, duruş olarak yaşadığı çağın şahidi olduğu bilincini her zaman koruması gerekir, Türkiye’de artık sivil toplum kuruluşlarının bürokrasiden ayrılarak çözümler ve fikirler üretmesi önemlidir.

T

ürkiye'de sivil toplum çok önemli, ama yeterince büyüyemiyor, gelişemiyor ve üretemiyor. Türkiye'de sivil toplum örgütlerinin daha yürekli ve cesaretli duruş sergileyerek, bir lobi olmaktan çok toplumun ortak aklının merkezi olması gerekliliğinin bilincine varması gerekiyor. Mimar ve Mühendisler Grubu olarak bizler, elimizden geldiğince ortak akıl konusunda duyarlılığımızı gösterdik. ŞEHİRLEŞME MESELEMİZ MMG olarak her zaman gündemi takip eden, kendi gündemini de üreten bir duruş sergiledik. Son zamanlarda MMG olarak şehirleşme alanında özellikle çalışmalar yaptık. Türkiye'nin şehirleşmesi, gelecek adına çok önemlidir, çünkü bizler son 30 - 40 yıldır sağlıklı bir şehirleşmeyi henüz uygulamaya koyamadık. Belki şehirleşmenin nasıl olması gerektiğini mimar ve mühendisler olarak konuştuk, söyledik ama uygulama noktasında ve düşünce alanında tartışmalarımızda ortaya bir şey koyamadık. Şehirleşme alanlarımız bir çöküntü alanlarına döndü, sosyal donatı alanlarımız azaldı, yeni alanlar üretilemedi, var olan alanlara da sağlıklı bir altyapı hizmeti verilememesinden dolayı hem kültürel hem sosyal sağlıklı sürdürülebilir bir büyümeyi gerçekleştiremedik. Şehirleşmemiz çeşitli süreçlerden geçti; önceleri müstakil evler, sonra müteahhitlerce gerçekleştirilen yap-sat tarzı apartmanlar ve geldiğimiz son noktada da çok katlı rezidanslar inşa ediyoruz. Bu yapılar AVM'lerle birlikte Türkiye'nin kentsel mekânını yeniden yapılandırmaktadır. Acaba hakikaten bu yapılaşma Türkiye'nin emeğine, ekonomisine, sosyal ve kültürel meselelerine, sağlıklı bölüşümüne, adaletine, geleceğine ne kadar katkı yapacak? Tüm bu soruları, şehirleşmeyi geniş geniş başlıklarla konuşmamız gerekiyor. Tarihi ve doğal çevrenin korunmasından şehirlerimizi mamur edilmesine, insan emeğinin korunmasına kadar birçok meseleyi şehirleşme ana başlığı altında incelememiz gerekiyor. MMG olarak şehirleşmeye çok önem veriyoruz, bu yüzden de her yıl 6 adet çıkarttığımız Mimar ve Mühendis dergisinin bir sayısını şehirleşmeye ayırıyoruz. Türkiye'de şehirleşme nasıl olmalı, neden bir akıl tutulması yaşıyoruz,

20 Mimar ve Mühendis

doğru götürür. Bugün Almanya'nın şehirleri, yaşanılası şehirlerdir. İngiltere'de, İspanya'da birçok şehir, Türkiye'deki şehirlerden daha yaşanılası şehirlerdir. Türkiye'deki çoğu insanımız üst üste yaşıyor, çocuklarımız sokak aralarında oynuyor, yaşlılarımız apartmanlarda hapsolmuş durumda… Tüm bu soruların cevabını şu anda içinde bulunduğumuz kentsel dönüşüm sürecinde cevaplayabilmemiz lazım. Türkiye içinde bulunduğu durumla birlikte ya kendisini dönüştürecektir, geleceğini şimdiden inşa edecektir, ya da kendisini çıkmaza doğru sokacaktır.

niye bu hırs, bu tamah? Sonunda acaba sürdürülebilir bir şehirciliği sağlayabilecek miyiz? Yaşanabilir şehirler kurabilecek miyiz? Ürettiğimiz mekânlarda barışı, huzur ve saadeti gerçekten sağlayabilecek miyiz? RANT EKONOMİSİNDEN DEĞER EKONOMİSİNE Bildiğiniz gibi dünyadaki tüm ekonomik krizler, konut fiyatlarının yükselmesiyle meydana gelir. Özellikle Amerika'da, İspanya'da son yaşanan krizler, daha önce Singapur'da, Japonya'da ve Uzakdoğu ülkelerinde yaşanan krizlerin hemen hepsinin altında, konut fiyatlarının şişmesi bulunmaktadır. Türkiye'de maalesef fiyatlar da bu seviyelere gelmiştir. Şu anda ekonominin patlamaması, yakın zamanda patlayamayacağı anlamına gelmez. Türkiye, genç nüfus olma avantajını farklı alanlara kaydırarak, özellikle sanayileşmesini sağlayarak, geliştirerek Ar-Ge'ye, inovasyona, bilgi ve teknolojiye yatırım yaparak ancak kendisini geliştirebilir ve ayakta durabilir. Çünkü yatırım az önce saydığım alanlarda yapılırsa değer üretilir, konut üzerinden yapılırsa rant üretilir. Türkiye'de rant, bir kısım insanların kamunun imkânlarını kullanarak, emsal artışlarıyla, projelerinin güzergahlarını değiştirerek yaptıkları, sonunda geniş toplum kesimlerine maliyet getiren bir kazançtır. Ama değer ise sabırla alın teriyle azimle akıl ile aşk ile adil bir paylaşım üzerinden üretilen değerlerdir. Bu değerler toplumu sağlıklı bir büyümeye, adil bir paylaşıma ve huzura

İNSAN, TOPRAK VE MÜLKİYET Şehirleşme Türkiye'nin en büyük sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Tabi, mevcut yönetimde olan arkadaşlarımız da bu durumun yeni yeni farkına varmaya başladılar. Kentsel dönüşüm'le ilgili son yaptıkları bir toplantıda Çevre ve Şehircilik Bakanımız "Kentsel dönüşüm'ü bir ranta çevirirsek ülkeyi batırırız" dedi. Kendisi itiraf etti. Gerçekten de öyle. Nüfus artışıyla birlikte bu kadar konut üretmenin önüne geçmezsek, yarın Türkiye'nin nüfusu yaşlandığında karşımıza ne gibi sorunlar çıkacaktır? Tamamen müteahhitlerin hırs ve tamahına teslim edilmiş bir ülkede yaşıyoruz. Gerçekten de toprak, insan ve mülkiyet arasındaki o ilişkiyi sorgulamaya başlamamız lazım. Artık yeni bir mülkiyet anlayışı geliştirmemiz gerekiyor. Nasıl ki insan vücudu 6 ayda bir kendisini yeniliyorsa, mülkiyetin, kamunun elindeki tasarruf hakkının yenilenebilmesi lazım ki, yeni oluşan durumlarda ülke kendisini yenileyebilsin, yeni formlar ve sosyal donatı alanları oluşturabilsin. İnsanın çevreyle olan bağını kuvvetlendirebilsin, kaybettiği toprakla olan ilişkisini yeniden düzenleyebilsin. Bu ülkede artık, ülkenin birikimleri bir kısım insanlara kamulaştırma adı altında verilmemesi gerekiyor. Kullanım hakkının olduğu bir sistem geliştirerek, kamu, kamu adına, gelecek nesiller adına kullanım hakkında tasarruf yapma hakkına sahip olması lazım. Bu algının geliştirilmesi gerekiyor. Araziyi üreten devlettir. Devlet, ilk arsa üretiminde emsalleri düşük tutması lazım ki, daha sonraki ihtiyaçtan dolayı oluşan emsal artışlarına kamu oluşan değere ortak


Acaba hakikaten bu yapılaşma Türkiye'nin emeğine, ekonomisine, sosyal ve kültürel meselelerine, sağlıklı bölüşümüne, adaletine, geleceğine ne kadar katkı yapacak? Tüm bu soruları, ve şehirleşmeyi geniş başlıklarla konuşmamız gerekiyor. Tarihi ve doğal çevrenin korunmasından şehirlerimizin mamur edilmesine, insan emeğinin korunmasına kadar birçok meseleyi şehirleşme ana başlığı altında incelememiz gerekiyor. olabilsin. İstanbul'da emsal artışı ve nitelikli yatırımlarla oluşan rantın büyük bir kısmının kamuya aktarılması lazım ki, o ranttan Hakkari'deki, Şırnak'taki ya da bir başka şehirdeki vatandaş da hak olarak faydalanabilsin. Eğer biz bu dengeyi kuramazsak, büyük kentlerdeki yoğunlaşmayı önleyemeyiz. Dolayısıyla gelir adaletini, ranttan değere doğru çevirecek yeni bir konsepte, paradigma değişimine ihtiyaç vardır. Eğer bunu yapamazsak, yapacağımız her şey rant ekonomisine katkı sağlayacaktır. Konut fiyatlarında ne arttı? Mesela 10 sene önce bir insanın 5-6 sene çalışarak elde ettiği konuta, bugün 20-30 sene çalışarak elde edemiyor. Ne değişti? Yerimiz mi yok? Türkiye'de bir alan sorununun olmadığı halde neden çok katlı yapılar tercih edilmeye başlandı? Türkiye, nüfus yoğunluğu açısından Avrupa'nın en sakin ülkelerden birisidir. Türkiye'de nüfus yoğunluğu 100'ün altında 97'dir, Almanya'da 221'dir, İngiltere ve Hollanda'da 400'dür. İsviçre'de 180 civarındadır. Dolayısıyla tüm bu ülkelerde ülke nüfus yoğunluğu fazladır ama ülke nüfus yoğunluğu ile yerleşim yeri nüfus yoğunluğu arasındaki ayrımı yapmamız gerekiyor. Yerleşim yeri nüfus yoğunluğu açısından baktığımızda neden Türkiye, tüm bu saydığımız Avrupa ülkelerine göre daha

yoğundur? Çünkü çok yoğun bir yerleşim modelimiz var ve arazilerimizi nasıl ranta çeviririz, bunun hesabındayız. Öncelikle araziden rant elde etmeyi bırakmamız gerekiyor. Hiçbir belediye yönetimi oturduğu yerde emsal artışı yapamaz, emsal artışından doğacak rantı bir kısım insanlara aktaramaz. Biz, bunları düzenlediğimiz zaman siyasetin dilini de revize etmiş olacağız. Bugün Türkiye'de siyaset de maalesef ülke için değer üretmekten çok rant üretmeye odaklanmış durumdadır. Tüm bu sorunların en başında arazi mülkiyeti yatıyor. Eğer biz, arazi ile ilgili politikalarımızı sürdürülebilir, insani, gelecek nesillerin hakkını hukukunu koruyacak şekilde düzenleyemezsek, şehirlerimizi fark etmeden azap şehirlerine dönüştürmüş oluruz. Hem çok katlı yapılara hapsoluruz, hem yaşam alanlarımız azalır, hem kendi kendimizi felakete sürüklemiş oluruz, hem de geleceğimizi tehlikeye atmış oluruz. İSTANBUL ŞEHİR SİLUETİ Bu noktaya gelmişken, İstanbul şehir silueti ile ilgili bir açıklama yapmak istiyorum. Bildiğiniz gibi İstanbul şehir silueti ile ilgili birçok çalışmalar yaptık, faaliyetler düzenledik. Basın bildirileri yayınladık, yürüyüşler yaptık, Avrasya Koşusu'nda eylemler düzenledik. Şu anda Zeytinburnu'nda yapılan çok katlı binaların yıkılmasıyla ilgili idari mahkemeden yıkım kararı çıkmış durumda. Fakat mahkeme kayıtlarını okuduğumuz zaman, arada şöyle bir cümle geçiyor, "kamu, kamulaştırma yaparak binaları tıraşlayabilir." Burada kamulaştırma yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Çünkü o

binaların arazileri alındığı zaman emsaller 1'idi. Firma emsal artışı talebinde bulunarak 1 den 2.5'a çıkarıldı. Uygulama da emsal 4.5'a çıktı. Firma orayı alırken 40 milyon TL’ye aldılar, otomatikman emsal artışıyla 100 milyona TL’ye çıkardılar. Yaptıkları uygulamalarla da ham arsanın bedelini 150 milyona çıkardılar. Şimdi devlet neden bunlara böyle bir bedel ödeyecek? Bu bedeli onlara ödemeye kimsenin hakkı yoktur. O arkadaşlar yaptıkları yanlıştan dönmeli ve toplumdan özür dilemelidir. Doğru olan da budur. Kimse, kimsenin hakkını, kimseye kamulaştırma bedeli diye olarak ödeyemez. Çünkü şöyle düşünelim: Merkezi ya da yerel belediye olabilir, bu arkadaşlar emsali arttırırken kamuya hangi değeri aktarmıştır? Bir bedel aktarmış mıdır? Aktarmışlarsa bunu açıklasınlar ilk önce. Dolayısıyla bu haksız ve adil olmayan bir kazançtır. KENTSEL DÖNÜŞÜM VE GELECEĞİMİZ Türkiye kentsel dönüşüm sürecinde şehirlerini hızla dönüştürürken, adil çözümler üretmelidir. Kamu vicdanını rahatlatmamız gerekiyor. Şehirleşme sadece bina yığını demek değildir. Şehirleşme kültürel, sosyal, insani değişim programı olarak; Türkiye'nin önümüzdeki 100 yılını tamamlayacak büyük bir dönüşümün adıdır. Bu süreci sağlıklı, hak hukuk gözeterek yürütmemiz gerekiyor. Devletin özellikle İstanbul'da ve diğer büyükşehirlerde yoğunluğu arttırmaması lazım. Bununla ilgili çözümler vardır, yapılabilir, uygulanabilir. Çözümsüzlük diye bir şey yoktur. Allah insana akletmeyi vermiş ama aklınızı vicdanınızla birlikte kurguladığınızda doğru ve adil çözümler

Temmuz - Ağustos 2013 21


HABER

Türkiye, genç nüfus olma avantajını farklı alanlara kaydırarak, özellikle sanayileşmesini sağlayarak, geliştirerek Ar-Ge'ye, inovasyona, bilgi ve teknolojiye yatırım yaparak ancak kendisini geliştirebilir ve ayakta durabilir. Çünkü yatırım az önce saydığım alanlarda yapılırsa değer üretilir, konut üzerinden yapılırsa rant üretilir. Türkiye'de rant, bir kısım insanların kamunun imkânlarını kullanarak, emsal artışlarıyla, projelerinin güzergahlarını değiştirerek yaptıkları, sonunda geniş toplum kesimlerine maliyet getiren bir kazançtır. Ama değer ise sabırla alınteriyle, azimle, akıl ile, aşk ile, adil bir paylaşım üzerinden üretilen değerlerdir. Bu değerler toplumu sağlıklı bir büyümeye, adil bir paylaşıma ve huzura doğru götürür. üretebilirsiniz. Dolayısıyla Türkiye'de nüfus yoğunluğu problemi yoktur. Türkiye artık nüfus yoğunluğunu; yerleşim yeri nüfus yoğunluğunu azaltmaya yönelik politikalar üretebilmesi gerekiyor. Şehri inşa ederken insanların kültürel ve etnik yapılarını, sosyal ve ekonomik durumlarını, yabancı ve yerliliklerini hesaba katarken aynı zamanda yaş gruplarını da değerlendiren bir sistem içinde bakmamız gerekiyor. Bugün yeni bir toplum yapısı, yeni bir dil, yeni bir medeniyet anlayışı üretebilmemiz lazım. Yerimiz mi dar? Bildiğiniz üzere Türkiye şu anda 780 bin kilometrekare üzerinde 76 milyon insanın yaşadığı bir ülke. Şu anda Türkiye bulunduğumuz bölge içersinde; yani Irak’ı saymıyorum ama Avrupa ülkesi olduğumuzu söylüyoruz ya hani Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyoruz ve gelişmiş ülkelerden biri olmaya çalışıyoruz; bu ülkelere baktığımız zaman Türkiye nüfus yoğunluğu olarak bu ülkelerin hepsinden çok çok az; ama bizde asıl sorun yer darlığı değil gönül darlığı. Aynı zamanda anlayış darlığı, aynı zamanda akıl tutulması, biraz da ahlaki erozyon. Bugün, Türkiye'de nüfus yoğunluğu diye bir problem yoktur. Türkiye 780 bin km2, nüfus 76 milyon, nüfus yoğunluğu km2’ye 97 kişi. Hollanda 41 bin 543 km2, 16 milyon 850 bin kişi yaşıyor, nüfus yoğunluğu 405 ki Hollanda’nın topraklarının %25’i denizden kazanılmış, dolgu ile yapılmıştır

22 Mimar ve Mühendis

ve Hollanda bu küçük alanda dünyanın en büyük tarımsal üretimini yapmaktadır ve siz Hollanda’ya gittiğiniz zaman şehirlerde hiçbir yoğunluk hissetmezsiniz. Hollanda’yı bizim Konya ile karşılaştırabiliriz. Konya 39 bin km2 yaklaşık Hollanda kadar, nüfusu 2 milyon 100 bin nüfus yoğunluğu 50. Yani Hollanda’ya göre 8 kat daha az. Aynı şekilde İsviçre’ye gittiğimiz zaman, orası da Konya kadar bir yer, 8 milyona yakın insan yaşıyor, oranın nüfus yoğunluğu 188. İsviçre Türkiye’ye çok benziyor. Orası dağlık bir ülke 185 metre ile 4000 metre arasında değişen yükseklikler var. İngiltere de 131 bin km2 de 53 milyon insan yaşıyor nüfus yoğunluğu 407 yani Türkiye’nin 4 mislinden fazla siz orada bir yoğunluk hissetmiyorsunuz. Şöyle bir mazeret kabul edilemez; “işte Almanya çok düz, İngiltere çok düz, işte biz ondan dolayı kentlerimizi çok yoğun yapmak durumundayız, alan sorunumuz var, yer sorunumuz var.” Bu bir gerçek değil. Buna yalan demek istemiyorum bir bilgi eksikliği olarak görmek istiyorum ve bir akıl tutulması olarak görüyorum. Aynı şekilde İtalya, Türkiye’ye göre iki misli daha yoğun. Japonya; toprakları Türkiye’nin yarısı kadar, nüfusu Türkiye’nin aşağı yukarı iki misli, nüfus yoğunluğu da 3,5 misli. Bu ülkelerde insanlar inanın ki bizden daha rahat, daha sakin şehirlerde daha huzurlu yaşıyorlar. Sürdürülebilir dediğimiz, erişilebilir dediğimiz şehirler, insanların bisiklet kullanarak işlerinden evlerine gidebildiği, olabildiğince açık uçlu toplumun bütün kesimlerini kucaklayan şehirler. Bugün öncelikli olarak devletin yapması gereken en önemli şey, arazi üretmesidir.

Arazi üretilirse konut maliyetinin içinde en büyük yer tutan arsa maliyetleri düşecek, ekonomiye yansıyacak ve konut fiyatları düşecektir. Bizim artık, gelecek nesillerin hakkını ve hukukunu düşünen projeler yapmamız gerekiyor. Bu konuları Mimar ve Mühendisler olarak yüksek sesle dile getirmemiz gerekiyor. SANAYİLEŞME STRATEJİMİZ NE OLMALI? Tabii, Türkiye'nin sanayileşmesi ve büyümesi de çok önemli. Türkiye'nin mevcut sanayi yapısını değiştirmesi gerekiyor. Çok katlı binalarda kullanılan birçok teknolojik ürünün ithal olması, sanayi noktasında nerede olduğumuzu gösteriyor. Örneğin enerji verimli pompa diyoruz ama bizim bir pompacımız dahi yok! Türkiye'de sanayi alanında lokomotif olacak çalışmalar var ama yeterli değil. Hep bir "babayiğit" arıyoruz. Bakan çok güzel ifade etti geçenlerde: "Babayiğiti bir türlü bulamıyoruz. Baba buluyoruz yiğit değil. Yiğit buluyoruz baba değil. Biz ya baba bulucaz onu yiğit yapıcaz, ya da yiğit bulucaz onu baba yapacağız. İşte Türkiye'nin geldiği nokta… Raylı sistemlerde Türkiye, 50 yıl kaybetmiştir. Önümüzdeki 20-25 yılda çok büyük yatırımlar yapılacaktır. Devlet, kendi inisiyatifini kullanarak sanayisini güçlendirmesi gerekiyor. Aynı şekilde uluslararası standartlara bağlı kalarak sivil uçağımızı gerçekleştirmemiz zor görünüyor. Bu alanda uluslararası çok sıkı standartlar var. Bu standartları sağlamadığınız bir durumda kendi ürettiğimiz uçağınızı uluslararası uçurmanız mümkün değil. Türkiye’nin bu


Türkiye kentsel dönüşüm sürecinde şehirlerini hızla dönüştürürken, adil çözümler üretmelidir. Kamu vicdanını rahatlatmamız gerekiyor. Şehirleşme sadece bina yığını demek değildir. Şehirleşme kültürel, sosyal, insani değişim programı olarak Türkiye'nin önümüzdeki 100 yılını tamamlayacak büyük bir dönüşümün adıdır. Bu süreci sağlıklı, hak hukuk gözeterek yürütmemiz gerekiyor. üretiminde kullanmak için 4 milyar $ ithal olarak harcamışız. Türkiye'nin artık kendi kaynaklarını görmesi ve çeşitlendirmesi gerekiyor.

alanda ilerlemesi uzun zaman alır. Ancak her zorlukla birlikte bir kolaylıkta vardır. Bunu sağlayacak azim ve çalışmamızdır. Şu anda Türkiye'de alıcı bulan otomobillerin % 80'i ithaldir. Tamamen ithal. Türkiye'de üretilen otomobillerin parçalarının da % 70'i ithaldir. Konfora dayalı ve bireysel bir ürün olduğu için yerli olan otomobili üretip satmakta zorlanabiliriz. Dolayısıyla bizim, insan gücümüzü en güzel şekilde değerlendirebileceğimiz alanlardan birisi, devletin merkezi ve yerel yönetimler olarak bizzat alıcısı olduğumuz raylı sistemlerdir. Ankara'da yapılan raylı sistemler ihalesine %51 yerli şartı getirildi. Bu yerlileşmeyi teşvik ve cesaretlendirme açsından çok önemlidir. Türkiye, malzeme sektöründen yazılım sektörüne kadar birçok alanda büyümeyi hedeflemelidir. Sanayileşme stratejimizde tetikleyici ve manivela görevi görecek sektörlere ihtiyaç vardır. Raylı sistemler bu noktada 1. öncelikli alan olarak alınmalıdır. Türkiye önümüzdeki 20 yılda şehir içi ve şehirlerarası raylı sistemlere 80 milyar $ civarında yatırım yapacaktır. Savunma Sanayi'de son zamanlarda çok başarılı olduğumuz bir alandır. Savunma Sanayi ve Raylı Sistemler Sektörü, standartlarını kısmen bizlerin oluşturması açısından gelişmemiz ve kalkınmamız için lokomotif sektörelerdir. Dünyayı artık standartlar yönetiyor. Ülkeleri ve hatta sınırları bile… Doğru bir tanımlama yapmamız gerekiyor sanayileşme için. Bu noktada Almanya ile Kore'yi karşılaştırmak istiyorum. Almanya birçok gurbetçimizin çalıştığı ve aileleri ile birlikte yaşadığı bir ülke. Almanya ile geçmişimiz çok eskilere dayanıyor. Kore

ise 1951 yılında birlikte savaştığımız bir ülke. Bir taraftan bu iki ülkenin durumuna bakın diğer taraftan Türkiye'nin durumuna… Bugün Türkiye Nükleer Santral için girişimlerde bulunuyor. Türkiye ile Kore aynı tarihlerde nükleer çalışmalarına başlamasına rağmen, bugün Kore'de 17 tane nükleer santral var. Enerjisinin % 39'unu bu santrallerden karşılıyor. Açık ve net konuşmak istiyorum. Türkiye'nin Ruslarla yaptığı Mersin Akkuyu Nükleer Santral anlaşmasında -Şartnamenin hepsini okudum, söyleyeceklerimi de Enerji Bakanımızın olduğu bizim Ankara’da düzenlediğimiz panelde bizzat söyledim, o yüzden burada söylemekte de bir beis görmüyorum. Anlaşmada teknoloji transferi ve yerli teknoloji kullanımıyla ilgili açık hiçbir madde yoktur. Bizim orada dile getirdiğimiz bu eksikliğin, yeni yapılan Japon'larla çalışmada olumlu etkisini gördük, konuşmalarımızın etkili olduğunu görüyorum. Bunları gerçekten konuşmamız lazım. Nükleer teknoloji sadece bir enerji üretimi değildir ki? Yeni bir bilgi birikimi, yeni malzemeler, daha hassas teknolojiler, yeni organizasyon şekilleri, yeni bir bakış açısıdır Türkiye için nükleer teknoloji… Türkiye'nin enerji üretiminde teknoloji ve birincil enerji kaynakları açısından yurtdışına ciddi bağımlılığı var. Türkiye, kendi yerli kömürünü dahi enerji üretiminde kendi santrallerinde kullanamıyor, dışarıdan kömür ithal ediyor. Enerjide dış kaynağa bağımlılığımız % 73. Bu çok yüksek bir değerdir. Bunu düşürmek için yerli kaynaklarımızı kullanmalı ve enerji verimliliğine önemsemeliyiz. Yalnızca kömüre enerji

EĞİTİMDE DİL VE METOT SORUNU Son olarak, Türkiye'de eğitimde de maalesef bir akıl tutulması yaşanıyor. Çocuklarımız 4. sınıftan sonra dershanelerde büyük bir azap içerisinde büyümektedirler. Ve bu çocuklar, merak duygusunu, keşfetmenin tadını alamadan büyüyorlar. Yoğun test sorularını saatlerce çözmekten dolayı çocuklarımızın çoğu küçük yaştan itibaren gözlük kullanıyor. Çocukların gerçek kabiliyetlerinin ortaya çıkarılacağı bir sistemi inşa edebilmeliyiz. Türkiye'de aileyi, insanı, çocuğu merkeze alan eğitim modellerine ihtiyacımız var. Çocuğun büyüyebileceği alanı kentte oluşturarak çocukla mekân arasındaki ilişkiyi doğru okumamız gerekiyor. Biz, 60-70 kişilik sınıflarda başarıyı yakalayamayız. Çocuklarımız dershanelerde şaşı olacak derecede soru çözmeye mecbur kalmamalı, kendilerine ait ilgi alanlarını keşfederek öğrenmeli, sokaklarda yürüyebilmeli, koşabilmeli, keşfederek yaşamalı… Bir insanın en büyük edinimi, kendi kabiliyetlerini kendisinin keşfederek fark edebilmelisidir. Eğitimin tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Son 10 yılda kaç tane bakan ve sistem değiştirdik bilen var mı? Ayrıca üniversitelerde yabancı dil öğrenimine de karşıyız, üniversitelerimiz yabancı dille değil, Türkçeyle ders vermelidir. Ancak her bireyimiz birkaç dil öğrenmelidir, eğitimde öncelik anadildir. Anadille ancak rüya görebilir, hayaller kurabilir, şiir yazabilir, felsefe yapabilir, muhakeme edebilir ve dünya ile sağlıklı ve özgüvene dayalı etkileşime geçebiliriz. Biz yabancı dili gerektiği zaman bir alet gibi kullanmalıyız. İşi yapan eldir, alet ona mahir usta ise yardımcı olur, işini kolaylaştırır, pense gibi… Türkiye'nin aydınlık bir geleceği için Mimar ve Mühendisler olarak hikmet, imar ve ihsan kavramlarını önemsiyoruz. Hepimiz önemsemeliyiz.

Temmuz - Ağustos 2013 23


HABER

MMG'YE BAŞKAN SEÇİLEN MURAT ÖZDEMİR'İN GENEL KURUL KONUŞMASI

MMG'yi DAHA İLERİYE TAŞIYACAĞIZ

Görev değişiklikleri genellikle bir bayrak yarışı olarak değerlendirilir. Bu manada bugün bir bayrak devir teslimi gerçekleştirdik. Ama burada bir fark olacak. Bildiğiniz gibi bayrak yarışlarında bayrağı veren üçbeş adım daha attıktan sonra durur ve bayrağı alan koşmaya devam eder. Burada ise bayrağı verenler de alanlarla birlikte koşacaklar.

Ö

ncelikle MMG gibi bir oluşumu düşünen, hayal eden, kurgulayan, oluşturan ve bugünlere gelmesinde emeği olanlardan ahirete intikal etmiş olanlara rahmet, hayatta olanlara da teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Sonrasında benim bu derneğe üye olmama vesile olan, MMG’yi bana kazandıran Emrullah Hamidi ağabeye teşekkür ederim. Sonrasında 2007-2009 döneminde İnşaat komisyonu çalışmalarına beni davet eden Ömer Faruk Kültür hocama ve bu imkanı sağlayan o günkü başkanımız Murat Kalsın Bey’e teşekkür ederim. 2009-2011 döneminde İnşaat Komisyonu Başkanı, 2011-2013 döneminde Yönetim Kurulu üyesi olarak beni yönetimine dahil eden Avni Çebi başkanıma teşekkür ederim. MMG gelecek dönemini kime emanet edelim istişaresinde bu görevi bize vermiş olmalarından ziyade hakkımızda hüsnü zanda bulunarak bizi bu göreve layık gören değerli büyüklerimize teşekkür ederim. Bu dönemde yönetimde görev almayı kabul eden bütün yönetim kurulu üyelerimize ve komisyon başkanlarımıza teşekkür ederim. Son olarak ta yönetimimizi onaylayan değerli genel kurul delegelerimize teşekkür ederim. Evet, bu tür yapıların kurgulanması ve kurulması kolay olmuyor. Bunlardan daha zor olanı ise bu yapıların sürdürülebilir kılınması… Kurulduğu günden itibaren sürekli üst üste koyarak birlik içinde bu günlere gelen MMG’de dolu dolu ve etkin geçen 2009-2011 döneminde Avni Başkan çıtayı biraz daha yükselterek bize devretmiş oldu. Bizde bu dönemimizde MMG’nin kurucu felsefe ve çizgisine bağlı kalarak bu coğrafyanın kültürel ve inanç değerlerinden beslenerek bu çıtayı daha da yukarıya taşımaya en azından aşağıya indirmemeye çalışacağız. Geçen dönemde olduğu gibi bu dönemde de önem vereceğimiz konulardan biri şehircilik olacaktır. Çünkü gerçekten şehircilikle ilgili gerçekleşen değişim ve dönüşümleri çok önemsiyoruz. Çünkü diğer konulardan farklı olarak bu konuda bir akıl tutulması ve algı yanılsaması olduğunu düşünüyoruz. Şehirlerimiz ve meskenlerimiz huzur mekanları olması gerekirken şehirlerimiz kaos, meskenlerimiz maalesef tüketim ve gösteriş mekanları olarak ön plana çıkmaktadır. Yüksek

24 Mimar ve Mühendis

katlı binalar gelişmişlik göstergesi olarak pazarlanmakta ve sunulmaktadır. Oysa, yüksek katlı binalar gerçek manada bir gelişmişlik göstergesi değildirler, olamazlar. Bir sermaye gücünün ve gösterişin ve biraz daha ileri gidersek bir kibrin göstergesi olabilir ama gerçek manada bir gelişmişlik göstergesi olamaz en azından 2000’li yıllarda olamaz diye düşünüyorum. 1400’lü 1500’lü hatta 1800’lü yıllarda yapılar bir gelişmişlik göstergesi kabul edilebilirdi. Çünkü o günkü teknoloji ile ancak yapı yapılabiliyordu ve ülkeler yaptıkları binalarla birbirlerine karşı güç gösterisinde bulunuyorlardı. Ama bugün siz Türkiye’de İsveç ekskavatörü, Alman mikser ve pompası, Japon bilgisayarı ve Amerikan yazılımı, Türk kum, çakıl, çimentosuyla bina yapacaksınız bunu da gelişmişlik göstergesi sayacaksınız. İşin sosyolojik boyutuna şimdi burada girmiyorum, onu Avni Bey’de çokça işledi bundan sonra biz de her fırsatta işlemeye devam edeceğiz. Ben sadece burada iki ayete dikkatlerinizi çekmek istiyorum. “Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz? İçlerinde ebedi yaşama ümidi ile muhkem yapılar mı ediniyorsunuz” (Şuara 128,129) Gerçek bir gelişmişlikten bahsedeceksek sanayi ve teknoloji’deki yerimizden, üretimimizden bahsetmemiz gerekecek. Özellikle de katma değer üreten, insanların hayatlarını

kolaylaştıran teknolojilerden… Bugün çeliğin kilosu 1,5 TL, 1kg paslanmaz çelik 8,5 TL, 1kg beton 4 kuruş, 112gr telefon 1.800.-TL yani kilosu 16.000.-TL, 1 cd ağırlığında 15gr yazılım 300TL yani kilosu 20.000.-TL. 100 m2 bir ev , fazla fazla 150 ton gelse, fazla fazla 750.000.-TL’ye satsanız kilosu 5 TL’ye gelir. Yani bunların kilo karşılaştırmalarının sağlıklı doğru olmadığını biliyorum ama çarpıcı olsun diye böyle örnekledim. Özellikle ve öncelikle kendimize yetecek ve katma değer üretecek sanayi ve teknoloji yatırımlarına öncelik verilmeli ve her türlü teşvik edilmelidir diye düşünüyoruz. Bu arada geri kaldığımız sanayi ve teknoloji alanında, genç, dinamik ve girişken yapısıyla, bizden ilerdeki ülkeler için de iyi bir pazar konumunda bulunmaktayız. Mecburen ithal etmek zorunda olduğumuz ulaşım sistemleri, endüstriyel ve teknolojik ürünlerle ilgili olarak bu pazar yapımızı koz olarak kullanıp ofset anlaşmalarıyla mümkün olduğunca teknoloji transferini gerçekleştirmemiz gerekmektedir. Sanayi ve teknoloji önemli , ama ondan daha önemli olan bir alan daha var. Bugün belki onsuz yaşanamaz gibi geliyor ama aslında cep telefonsuz yaşabiliriz. Biraz zorlasak bilgisayarsız hatta çok zorlasak elektriksiz bile yaşayabiliriz ama gıdasız yaşayamayız. “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” diyen kızılderili bilge gibi yenebilir şeylere de önem vermeliyiz. Kaldı ki bizim için bu konunun bir de helalharam boyutu var ki o da son zamanlarda çok istismara açık bir alan gibi gözükmektedir. Düzenleme ve denetimlerin gerekli ve yeterli şekilde yapılmaları ve konunun her açıdan sıkı takip edilmesi gerekmektedir. Tarım söz konusu olduğunda bir de aslında tarımın para etmediği, bir ton buğdayla bir bilgisayar bile alınamadığı, dolayısıyla tarım yatırımın verimsiz olduğu onun yerine sanayiye yönelinmesi gerektiği gibi de bir söylem gündeme gelmektedir. Sanki tarım olursa sanayi olamaz, bizim de yeterli toprağımız yokmuş gibi… Bakın biz genelde şehircilik açısından Hollanda ile Konya’yı kıyaslarız ama tarım üretim ve ihracatı açısından da bakacak olursak, Konya kadar olan Hollanda’nın tarım ürünleri ihracatı


50 Milyar $ iken ondan yaklaşık 19 kat büyük olan ülkemizin tarım ihracatı ise 12 Milyar $ mertebelerindedir. Yani, iş para kazanmaksa tarımdan da para kazanmak mümkün olmaktadır. Bu kapsamda dergilerimizde dosya konusu olarak işlediğimiz gıda, tarım ve hayvancılık konularında bu dönem daha etkin çalışmalar yapmayı hedeflemekteyiz. Gerek sanayi ve teknoloji gerekse tarım alanındaki bu geri kalmışlığımızdan çıkış, aslında bir nevi bir seferberlik havasında içinde el birliği ile çalışmaktan geçmektedir. Ülkemiz gerçekten maalesef, daha da eskisi var ama özellikle Tanzimat'tan 2000’li yılların başlarına kadar gerçekten çok kötü yönetilmiş. Şimdi bu farkın kapatılması için hızlanmak lazım ve hız da beraberinde enerji ihtiyacını getirmektedir. Türkiye birincil enerji kaynakları açısından zengin bir ülke olmadığından enerji ithal eden bir ülke durumundadır. Bu nedenle hedeflerine ulaşmak için ihtiyaç duyduğu ve duyacağı enerjiyi, her türlü gelişmiş teknolojik imkanları kullanarak temin etmek durumundadır. Nükleer enerjiyi de bu kapsamda değerlendiriyoruz. Ülkemiz halihazırda halen kontrolü kendinde olmayan, eski teknoloji ile çalışan doğumuzda Ermenistan’daki ve Batıda Bulgaristan’daki nükleer santraller nedeniyle zaten nükleer risk altındadır. Ermenistan Metzamor nükleer santrali Kars’a 100, Iğdır’a 30km uzaklıkta olup 1977 yılı teknolojisiyle yapılmış olup 2016 yılına kadar faaliyetini sürdürecektir. Edirne’ye 500, İstanbul’a 700 km uzaklıkta Bulgaristan’daki Kozloduy nükleer santrali ile ülkemize 700km uzaklıkta Ukrayna Kırım’daki Nükleer santral de çevremizdeki nükleer tehdidi oluşturmaktadır. Son teknoloji ile kontrolü elden bırakmadan yaptıracağımız nükleer santrallerden ziyade ve önce, asıl çevremizdeki bu santrallerin tehdidi altında bulunmaktayız. Tabii geç kaldığımız bu nükleer enerji yatırımlarını yaparken şunu da göz ardı etmemeliyiz. Aslında nükleer enerji teknolojisi, enerji açısından geleceğin teknolojisi değildir. Güncel bir teknolojidir. Geleceğin teknolojisi, başta güneş olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Bu konuda da, efendim, Almanlar, Japonlar bulup geliştirsinler, bizde bir şekilde onlardan kullanırız kolaycılığına düşmeden, bu konudaki gerekli Ar-Ge çalışmalarına hızlanarak devam edilmelidir. Aslında Türkiye’nin bunlardan başka, daha az masraf ederek elde edeceği bir enerji kaynağı daha var ki onun da üzerinde de önemle durulmalıdır. O da enerji tasarrufudur. Bu konuda bizim oldukça geniş bir marjımız bulunmaktadır. Elektrik işleri etüt idaresinin yaptığı bir çalışmaya göre bina sektöründe %30, sanayi sektöründe %20 ve Ulaşım sektöründe %15 tasarruf etme imkanımız vardır. İstanbul’da ki 4.Ulusal Enerji Verim-

liliği Forumu'nda Bakanımız Taner Yıldız’da Türkiye’de her yıl 15 Milyarlık enerji tasarrufu sağlanabileceğini, yani her yıl iki Keban barajı yapmış olacağımızı ifade etmiştir. Dolayısıyla “israfta hayır yoktur, hayırda da israf yoktur” hükmü gereğince, sadece enerji alanında değil her alanda verimlilik ve tasarruf öncelikli konumuz olmalıdır. Tabii bütün bu konularda gerek çevre ve şehircilik olsun, gerek sanayi ve teknoloji, gıda, tarım ve hayvancılık ve gerekse enerji olsun bilim üreteceksek bu noktada üniversitelere büyük görev düşmektedir. Ayrıca, “Hikmet müminin yitik malıdır, nerede görse alır” hükmü gereğince, teknoloji ve bilimsel olarak neyi, nereden, nasıl bulup, öğrenip geliştirebileceksek oralarla da ortak çalışma imkanları üretmeliyiz. Tabii ki bütün bu çalışmalar sırasında, ilgili konularda gerek karar alıcılar, gerek yürütücüler ve gerekse faydalanıcılarla ortak çalışmalar yürütmemiz gerekecektir. Bu dönemde bu yöndeki çalışmalarımız ve işbirliklerimiz artarak devam edecektir. Ancak siz ne kadar önemli çalışmalar yaparsanız yapın, bunu etkin ve doğru bir şeklide kamuoyuna ve ilgili taraflara aktaramazsanız, çalışmalarınızdan istediğiniz verimi almanız da mümkün olamamaktadır. Yapılan çalışmalar ve faaliyetlerin, bir şekilde kamuoyunun gündemine gelmesi ve kamuoyu tarafından sahiplenilmesi halinde, çok daha etkili olmaktadır. Bunun bizim açımızdan en iyi örneği “Silüetime Dokunma” feryadıyla gerçekleştirdiğimiz etkinliklerdir. Bugün, elhamdülillah bu feryadımız Başbakanlık makamında da nihayet yankı bulmuş ve yargı süreci işlemeye başlamıştır. Biz konuyu gündeme getirdiğimizde bize karşı tavır alanlar, başbakanın bu binalarla ilgili, geç de olsa, yaptığı açıklamalardan ve bu son kararlardan sonra herhalde biraz mahcup olmuşlardır. Sayın Başbakanın ağzına bakıp konuşmayı alışkanlık haline getirenler, bizim sadece doğrulara ve hakkaniyete dayanarak yaptıklarımızı algılayamadılar. Bu noktadaki bizim hatamız belki sadece sa-

yın başbakandan önce konuşmuş olmak oldu. Ama biz bundan sonra da, kurucu ilkelerimiz arasında saydığımız, dönemimize şahitlik yaparken olumlu gelişmeleri müjdelemeye ve yanlış gördüğümüz uygulamalar hakkında da uyarıcı olmaya devam edeceğiz… Bütün bu söylem ve eylemlerimizin daha etkili olabilmesinde arkamızdaki üye destek ve katkısı şüphesiz çok önemlidir. Bu nedenle Genel Merkez ve şubeler olarak hem mevcut üyelerimizin hem de yeni üyelerin destek ve katkısını sağlamalıyız. Bu kapsamda çeşitli illerimizden gelen şubeleşme talepleri de titizlikle incelenerek, uygun görülenler hayata geçirilmeye çalışılacaktır. Bu noktada önemli bir katkıda genç arkadaşlarımızdan bekliyoruz ve çoğu zamanda görüyoruz. Bu vesile ile kendilerine de teşekkür etmek isterim. Derneğimiz ve değerlerimizin gelecek kuşaklara aktarılması adına genç arkadaşlarımızın faaliyetlerimize katılımlarını ve katkılarını önemsiyoruz. Bu konuda da çalışmalarımıza yavaşlatmadan devam edeceğiz inşallah. Bütün bu dernek çalışmaları bildiğiniz gibi gönüllülük esasına dayanmaktadır. Ama Yeryüzü Mühendislerinin kuruluş çalışmaları sırasında öğrendiğim ve her vesile ile tekrar ettiğim bir söz var. “Bir işi gönüllü yapıyor olmak, o işi gönlünce yapabilirsin anlamına gelmez” . Görev değişiklikleri genellikle bir bayrak yarışı olarak değerlendirilir. Bu manada bugün burada da bir bayrak devir teslimi gerçekleştirdik. Ama burada bir fark olacak. Bildiğiniz gibi bayrak yarışlarında bayrağı veren üç-beş adım daha attıktan sonra durur ve bayrağı alan koşmaya devam eder. Bura da ise bayrağı verenler de alanlarla birlikte koşacaklar inşallah. Avni Başkanım, döneminde yaptığı samimi ve gayretli çalışmalarıyla gerçekten en iyi şekilde uğurlanmayı fazlasıyla hakketti. Biz de görevi devraldığımız bu günde, görevi devredeceğimiz zaman bugün Avni başkanımızı uğurladığımız gibi, uğurlanabilmek duasıyla hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Temmuz - Ağustos 2013 25


MİMARLIK

BİR CENNET TASAVVURU:

OSMANLI ŞEHRİ >

YAZI: Sümeyye Eroğlu / YAZAR

Osmanlı şehri asla Avrupa şehirleri gibi tek sıra halinde birbirinin aynısı binalardan oluşmuyor. Osmanlı şehri sürprizlerle dolu. Binalara birçok açıdan bakabiliyorsunuz. Dümdüz cetvelle çizilmek yerine akarsu gibi evlerin arasında kıvrılan sokaklar buna imkân tanıyor. İnsanı pasifleştiren bir sanat yerine bilinçli bir katılımcıya dönüştüren bir mimari hakim. Böyle olunca şehir ‘ahlakın, sanatın, felsefe ve dini düşüncenin geliştiği çevre olarak insanın bu dünyadaki vazifesini en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı bir ortam’a dönüşüyor.

Z

amanımızı geçirdiğimiz mekânlar aynı zamanda içinde bulunduğumuz medeniyetin de yansımaları olmuşlardır. Her toplum ev yapmaktadır ama yapılan binalara biçim veren insanların tercihleri kültürleri ve inanışlarıdır. Kâinatı Allah tarafından insanlara emanet edilmiş olarak gören ve onu korumayı ve güzelleştirmeyi görev bilen Osmanlı medeniyeti mimari alanda çok önemli değerler ve eserler bırakmış bizlere. Bu bağlamda Turgut Cansever’in ‘Osmanlı Şehri’ kitabı Osmanlı medeniyetinin şehircilik anlayışını kavramamıza ve ufkumuzu genişletmeye yardımcı oluyor, bizleri Osmanlı şehrinin sokaklarına gezdiriyor adeta. Osmanlı şehrinin daha kuruluş aşaması, neyin tayin edici, üst iradenin neyi belirlediğini gösteriyor. Mesela Fransa’da şehir planlamacısı şehir palanını çiziyor, yolların nereden geçeceğini cetvelle gösteriyor ve inşaata başlanıyor. Osmanlıda ise bundan çok farklı bir süreç işliyor. Şehir bölgeyi tanımayan, topografyasını anlamayan plancılar tarafından masa üzerinde çizilmiyor. Bir şehri kurmak için gelen işçiler ilk önce şehrin hamamını inşa ediyorlar; şehri kuracak insanların temiz pak olabilmesi, çalışanların temizliğini sağlamak için. Ardından medrese inşa ediliyor, bilgi ortamının kurulması için. Sonra cami, daha sonra etrafındaki evler ve mahalle inşa ediliyor yavaş yavaş. (s.103) Osmanlı dünyasında şehri şehir yapan yalnız 26 Mimar ve Mühendis

evler değil; şehrin konumu, yapıları birbirine bağlayan ulaşım, altyapı, donanım ve bunlar tevzi eden, işleten kuruluşların bütünü şehri oluşturuyor. Mesela şehri konumlandırırken, dağların biçimini ben değiştiremem diyor. Dolayısıyla şehri ovada tarım toprağını ziyan ederek kullanmak yerine yamaçlara yerleştirmeyi tercih ediyor, ayrıca yamaçların serin rüzgarlar aldığını da bilerek, insanının uzak ufuklara bakmasını istiyor ve aynı zamanda insanının ufkunun kısa, dar değil, uzak olduğundan haberdar olarak; onlara ev yaptığında yalnızca karşıdaki apartmanın cephesini seyretmek yerine, karşı dağları seyretmek, yüce bir ağacın nasıl bir ilahi hikmet ürünü olduğunu görme imkanı da sağlamak istiyor (s.95) OSMANLI ŞEHRİ SÜRPRİZLERLE DOLUDUR Osmanlı şehri asla Avrupa şehirleri gibi tek sıra halinde birbirinin aynısı binalardan oluşmuyor. Osmanlı şehri sürprizlerle dolu. Binalara birçok açıdan bakabiliyorsunuz. Dümdüz cetvelle çizilmek yerine akarsu gibi evlerin arasında kıvrılan sokaklar buna imkân tanıyor. İnsanı pasifleştiren bir sanat yerine bilinçli bir katılımcıya dönüştüren bir mimari hakim Osmanlı şehirlerinde. Böyle olunca şehir ‘ahlakın sanatın felsefe ve dini düşüncenin geliştiği çevre olarak insanın bu dünyadaki vazifesini en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı bir ortam’a

dönüşüyor. Aynı zamanda diğer milletler tarafından imrenilen estetik bir güzelliğe sahip oluyor. Örneğin 19. yüzyıl Fransa’sının önemli edebiyatçılarından Alphonse de Lamartine Türkiye’de geçirdiği 10 küsür sene hakkında yazdığı kitapta ‘bu memleketin iki özelliği var ki bunları hiçbir batılının tasavvur etmesine imkân yoktur. Birisi bu memleketin temizliği ki hiçbir batılı böyle bir temizliği tasavvur dahi edemez. İkincisi de memleketin güzelliği’ diyor. Nasıl demesin. Osmanlı şehrinde insanlar evlerinin dış


boyasını değiştirirken bile komşusuna danışıyor. Ortak bir karar alıyor. Şehrin uyumunu bozmamaya özen gösteriyor. Osmanlı şehrine en güzel örneklerden biri Balkanlarda, Bosna Hersek’te yer alıyor. Mostar’ın güneyinde ve Neretva nehri üzerinde bulunan Poçitelj köyü mimarisi sebebiyle çevrede ‘ Türk Köyü’ olarak biliniyor. Cami, medrese, imaret ve saat kulesinin yanı sıra incir ağaçlarıyla gölgelenen ufak bahçeli, kubbeli ve üçgen köşeli çatılı, cumbalı taş evler kasabanın genel görüntüsünü

Osmanlı dünyasında şehri şehir yapan yalnız evler değil; şehrin konumu, yapıları birbirine bağlayan ulaşım, altyapı, donanım ve bunları tevzi eden, işleten kuruluşların bütünü şehri oluşturuyor.

oluşturuyor ve yüzyıllar önce inşa edilen bu yapılar hala ayakta durarak bize Osmanlı mimarisinin estetik yönünün yanı sıra sağlamlık açısından da ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor. Evliya Çelebi de 1664 yılında geçtiği Poçitelj'i şöyle anlatıyor: "(1563 yılında inşa edilen camii hakkında): "Bahçesinde upuzun bir selvi ağacı bulunmakta. Efendimiz İbrahim Ağa'nın bir atası tarafından bu parlayan cami dikilmiş. Suyun yanında, kent duvarları boyunca onun şerefli erkek kardeşi yoksul vatandaşlara gündüz Temmuz - Ağustos 2013 27


MİMARLIK

Osmanlı şehrinde insanlar evlerinin dış boyasını değiştirirken bile komşusuna danışıyor. Ortak bir karar alıyor. Şehrin uyumunu bozmamaya özen gösteriyor. ve gece bedava ekmek ve çorba dağıttığı imaret inşa etmiş. Perşembe akşamları, o baharatlı et ve lezzetli ve tatlı pirinç yemekleri dağıtır. Tanrı istedikçe imaret böylece kalacak... Kasabada mekteb (ilkokul) bulunmakta. Daha sonra efendimiz İbrahim medrese inşa etmiş ve hamam ve hanlar yapmaları için zanaatkârlar göndermiş. Evler birbirlerinin üstüne ve batıya doğru nehre bakacak şekilde inşa edilmiş. Çok fazla ceviz ağacı bulunmakta. Hava koşulları ılıman olduğundan, diğer kasabalara göre daha iyi meyveler yetişmekte." YA SONRASI? Balkanlarda Osmanlı şehri özellikleri korunmaya çalışılırken maalesef Tanzimat sonrasında ülkemizde şehircilik adına katliamlar yapılıyor diyebiliriz. Bugün mimarlar iki bina yan yana gelince birbirleriyle ilişkisinin ne olacağını düşünmüyor. Eskiden evler birbirinin manzarasını kapatmamak için özenle inşa edilirken şimdi gökdelenler yüzünden gökyüzünü dahi göremiyoruz neredeyse. Alışveriş merkezlerinde öyle steril ortamlarda yaşıyoruz ki rüzgarın esintisini bile hissedemiyoruz. Doğa ile irtibat kuramıyoruz. Evin penceresinden uzak ufukları seyretmek, bir ağacın ilahi iradeyle her mevsim nasıl değiştiğine şahit olmak artık mümkün olmuyor. Tamamen doğadan kopmuş ‘yaşam alanı’ dediğimiz mekânlarda geçiyor günlerimiz. Belki de bir gün Wall-e filmindeki gibi her şeyi içinde barındıran ama kapalı ve klostrofobik mekânlarda yaşayacağız. Yeni yapılan mimari eserlerle artık şehirlere kimlik veremiyoruz. Çünkü Osmanlı şehirler 28 Mimar ve Mühendis

gibi bütüncül bir üslup yakalayamıyoruz. Kâinat içinde dünyayı güzelleştirme görevi yerine, ‘insanları etkileyerek ve daha fenası insanların hislerini istismar ederek bu bayağılığın sanat olduğu zannını halka kabul ettiren, bunu yaparak kazanç ve itibar sağlamayı gizlice hesaplayan’ insanlar yapıyor binalarımızı. ‘İnsanın en büyük erdemi şehir kurmak erdemidir’ diyor Eflatun. Doğu kültürü ise sanatı sadece seyredilen değil ‘yaşanan’ olarak tanımlıyor. Osmanlı şehirleri de işte insanın bu en güzel erdemiyle yaşanabilir mekânlar inşa etmesinin en güzel örnekleri oluyor. Günümüzde de eğer Osmanlı evi baz alınıp 17. yy Osmanlı şehirleri kurulabilirse yaşamımız cennet bahçelerine benzer bir hale çevrilebilir.


Temmuz - AÄ&#x;ustos 2013 29


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ “Bana verilen mühendislik unvanını, sağladığı yetkilerin ve yüklediği sorumlulukların bilincinde olarak ülkenin ve tüm dünyanın yararı için tarafsız ve doğru davranmaya, meslek yaşamı boyunca doğaya ve insanlığa zarar vermemeye, bilgi ve becerilerimi sürekli geliştirerek mesleğin saygınlığını, etkinliğini ve toplumun yaşam kalitesini yükseltmeye özen göstereceğime ant içerim” Mühendislik Yemini

30 Mimar ve Mühendis


Temmuz - AÄ&#x;ustos 2013 31


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

İŞ AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ ÜZERİNE Bir eylem ve faaliyet olarak “çalışma” ve insan hayatındaki çalışma kavramı, antik çağlardan günümüzün küreselleşen dünyasına kadar çeşitli disiplinlerin ilgi odağı olmuş, üzerinde araştırmalar yapılmış olgulardır. Çalışma kavramı içerik olarak, ilk ele alındığı dönemlerden günümüze kadar çok önemli değişimler geçirmiş fakat buna paralel olarak bu kavrama atfedilen önemde fazla bir değişiklik yaşanmamış, aksine her farklılaşmasından sonra gerek işletme alanından gerekse de diğer alanlardan araştırmacılar tarafından tekrardan ele alınmış ve de çözümlenmeye çalışılmıştır.

Genel olarak, çalışmaya yönelik olarak sahip olunan olumlu değerlerle ve tutumlarla ilgili bir kavram olan çalışma ahlakı, hem bireysel düzeyde hem de toplumsal düzeyde ele alınabilir. Bireyin sahip olduğu, kendine ait çalışma ahlakı sadece o bireyin yaptığı işte başarılı olup olmamasını belirlerken, toplum düzeyinde ise bir toplumda hakim olan çalışma ahlakı anlayışı, o toplumun ve ülkenin ekonomik açıdan ulaştığı gelişmişlik düzeyini de etkileyebilmektedir. Çalışma ahlakı, bireyin yaptığı iş adına kişisel olarak sorumlu, hesap verebilir ve güvenilir olmasını ifade eden kültürel bir normdur. Bu tanımı, çalışmanın esas olarak bireyin içsel bir değeri olmasına dayandırmaktadır. Çalışma ahlakı, iş görenlerin sahip olması beklenen tutumlar, değerler ve alışkanlıklarla ilişkili bir kavramdır. Diğer bir ismiyle iş ahlakı sıkı ve dürüst çalışma üzerine kuruludur diyebiliriz. Burada çalışma disiplini ile ilişkilendirerek sözünü ettiğimiz ahlak kavramının herhangi bir ölçü birimi olmadığını 32 Mimar ve Mühendis

belirtmeliyiz. Bireyi çok ahlaklı, orta ahlaklı veya az ahlaklı diye sınıflandırmamız mümkün değildir. Ahlak kavramı çalışanda var ya da yok olan bir özelliktir. Kimisi işine sahip çıkar, kimisi de gidip satacak, aksatacak, erteleyecek birçok sebep bulur. Bu durumlara sebep olabilecek onlarca dinamikten söz etmemiz mümkündür. Şirket politikası, ikili ilişkiler, maaş durumu, çalışma atmosferi, çalışanın ruh hali vs. Kimi meslek gruplarındaki insanların işlerini daha iyi yapabilmeleri için aslında şahıslarına değil ama makamlarına, sıfatlarına verilen gücün kullanımında bir kontrol mekanizması getirmesi beklenmesi çok normaldir. Bir doktor sadece doktor diye bizleri tedavi yerine nasıl öldüremezse bir mühendis de sahip olduğu enerji kaynaklarını, ekonomik avantajları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmamalıdır. Bu güçleri manipüle etmek onun hakkı değil bir yerde ona verilmiş bir ayrıcalıktır ve bu ayrıcalığı yanlış kullanmaması gerekir.


Mühendislerin insan yaşamının kalitesi üzerine doğrudan ve hayati bir etkisi vardır. Buna göre mühendisler tarafından sunulan hizmetin tarafsızlık, eşitlik, doğruluk gibi kavramları içermesi beklenir. Dosya konumuz “İş Ahlakı ve Mühendislik Etiği” kavramları üzerine olduğu için yazının bu bölümünden itibaren mühendislik mesleğinin etik kavramı ile alakasından bahsedeceğiz. Özellikle son dönemlerde üniversitelerde ders olarak da okutulan mühendislik etiği kavramı, mühendislerin halka, müşterilere, işçilere ve meslektaşlarına karşı uymaları gereken kuralları anlatır. Mühendislik etiğinin tek bir standardı yoktur, dallara göre değişen değişik kuralları vardır. Mühendislik önemli ve çok zaman harcanarak öğrenilen bir meslek dalıdır. Mühendislerin yüksek standartlarda dürüstlük ve doğruluk gibi kavramlar göstermeleri beklenir.

Mühendislerin insan hayatının kalitesi üzerine doğrudan ve hayati bir etkisi vardır. Buna göre mühendisler tarafından sunulan hizmetin tarafsızlık, eşitlik, doğruluk gibi kavramları içermesi beklenir. Ayrıca sağlanan bu tür hizmetlerde kamu sağlığı ve güvenliği gibi konuların korunması da ön plana çıkmalıdır. Mühendislerin işlerini yaparken yukarıda saydığımız etik davranış kodlarına uyum sağlaması beklenir. Buradan yola çıkarak mühendislik mesleğinin uygulanmasında neyin yapılması, neyin yapılmaması konusunda yol göstermesi beklenen mühendislik etiği konusunun temel kuralları şu şekilde sıralayabiliriz: Mühendisler; ■ Sadece kendi yetkinlik alanlarında hizmet sunmalı ■ Kamu açıklamalarını doğru ve tarafsız bir şekilde yapmalı ■ Başkalarıyla haksız rekabet içerinse girmemeli ■ Mesleki konularda güvenilir ve doğru bir şekilde davranmalıdır. Temmuz - Ağustos 2013 33


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Dilaver DEMİRAĞ Gazeteci-Yazar

AHLAK KANUN MUDUR?

K

Distopik yani ters ütopya türü filmlere de romanlara da hayli meraklıyımdır. Gelecekte geçiyor denilen filmler aslında bugünü, bugünün toplumlarını anlatır. Bilimi,

teknolojiyi, politik iktidarı, sınıfsal bölünmeyi kısacası modern kapitalist toplumların ya da sanayi toplumlarının kutsadığı değerleri sigaya çeker bu filmler.

aliteli, korku gerilim filmleri vardır mesela, Testere bunlar içinde en güzellerinden biridir, toplumda kokuşmuşluk dediğimiz değerleri rahatlıkla içselleştirmiş, ahlaki değerleri çıkarlarıyla değiş tokuş etmiş sorumluluk denen değer yargısını hiç tanımayan kişilerdir kurbanlar. Bunun yanında izlenesi bir başka bilim kurgu türü film ise Womb Rahim filmidir. Film ölen sevgilisini doğurmak için genetikten yardım isteyen bir kadının üzerine kuruludur. Günümüz şartlarında tıbbi yardım ile 60 yaşında çocuk doğuran kadını tartıştığımız, sperm bankalarının ya da kiralık anneliğin meşru kabul edilmesinden sonra bize garip gelmeyecek bir konuyu işliyor film. Ensesti en güzel hatta en kutsal duygulardan biri olan aşkla meşrulaştırabilen, bilimin ise sadece tatlı kazançlara odaklandığı bir dünyanın resmini çizer bu film. Bugün de bilim ve tekniğin ahlakla da etikle de bağını kopardığı bir zamanda yaşamaktayız. Laboratuvarlarda, Ar-Ge birimlerinde bilim insanlarından ahlak ve inanç denen, iki önemli insanı insan yapan değeri dışarda bırakması tavsiye edilmekte. Büyük şirketlerin elinde sadece kâra hizmet eden mühendislik ve bilimsel araştırma ruhu bazen de devletlerin kontrolüne geçiyor. Bilim ve mühendislik burada da siyasi iktidarın daha da büyüyen güç açlığına hizmet etmeye odaklandırılıyor. Benzer bir olgu mimarlık içinde geçerli olabiliyor, burada da mimarın kendi değerlerini ya bile isteye çiğnemeye programlandığını, ya da bürokratik bir vicdansızlık birimi haline gelmesini gözlemleyebiliyoruz. Depremlerin tozu daha havadan inmedi ama depremlerdeki çürük yapıları yapanlar da mimarlar, mühendisler değiller miydi, o kötü mezar evlere bile bile oturulabilir ruhsatı verenler de belediye bürokratı değil miydi? Kısacası hayatımızın her anı ahlak, vicdan ve doğru davranışı

önemseyen değer yargılarının boşluğu altında solup gitmekte. Ahlakın da etiğin de dayanak yaptığı vicdan denen tartı ya da pusula artık hayatımıza yön vermekten çıktı. Bunlar hayatımıza yön vermesi gereken şeyler olmaktan çıkınca da bu kez devreye devlet girdi ve kanun adı altında bir takım hukuki kodlar teşkil edip hayatımızı bürokratik bir düzenlemenin nesnesi haline getirdi. Peki, ne oldu da hayatımızda bazı değerler azalırken insanı insan yapan özellikler de kaybolmaya başladı. Bu durumda yasalar ahlakın, onun temel çukuru sayılabilecek etik değerler manzumesinin yerini alması, onun boşluğunu doldurması mümkün mü? Gelin bu sorulara cevap aramaya çabalarken bir yandan da kavramları iyice çerçevelemiş olalım. Öyle ya felsefe sınırlar çeker diyen Platon’un izinden giderek ahlakın felsefesini yapanların en çok üzerinde tartıştığı erdemin neden bir isime dönüştüğünü ya da adaletin bir mahkeme jürisi olmasını, vefanın İstanbul’da bir semt adı olarak anılmasını ve Allah’tan daha çok devletten ya da patrondan korkmanın dinle ahlak arasındaki ilişkiyi neden tartışmamız gerektiğini araştıralım.

34 Mimar ve Mühendis

ETİKLE AHLAK ARASINDAKİ İLİŞKİ Etikle ahlak arasındaki fark ve ilişki şuna benzetilebilir. Kelam ve fıkıh. Fıkıh kelamsız olabilir, aynı şekilde kelamda fıkıh olmadan var olabilir. Ama kelam fıkıha yol gösterir. Bu yüzden fıkıh’ın kelama gereksinmesi vardır. Ama fıkıh olmaksızın da kelam soyut bir düzlemde kalacaktır. Biri ruhtur diğeri beden. Bu yüzden bu ikisi bir arada olmadan sosyal hayat anlamlı bir bütünlüğe kavuşamaz. Kelam imanı bir anlamda akılla anlaşılabilir bir düzlemde tutar. Ama cevherdi, azaldı bu tartışmalar orucumu


Hayatımızın her anı ahlak, vicdan ve doğru davranışı önemseyen değer yargılarının boşluğu altında solup gitmekte. Ahlakın da etiğin de dayanak yaptığı vicdan denen tartı ya da pusula artık hayatımıza yön vermekten çıktı. Bunlar hayatımıza yön vermesi gereken şeyler olmaktan çıkınca da bu kez devreye devlet girdi ve kanun adı altında bir takım hukuki kodlar teşkil edip hayatımızı bürokratik bir düzenlemenin nesnesi haline getirdi.

ne bozar sorusu gibi pratik bir meseleye cevap arayanlara değmez. Etikle ahlak arasındaki ilişkide böyledir. Etik sonuç olarak temel ilkeleri belirler. Neyin iyi neyin ise kötü olduğunu araştırır, bunların kaynağına kafa yorar. Buna mukabil hırsızlığın neden olduğu sorusuna cevap aramaktan çok hırsızlığın topluma zarar veren bir davranış biçimi olduğunu belirterek sabit ilkeyi belirler. Etik iyiyi yaratan nedenleri, ya da kötüye yol açan etkenleri araştırıp ahlakın ilkelerini belirlerken ahlak şu kötüdür, bu da iyidir deyip bir kural oluşturur ve herkese uyma zorunluluğu getirirken kınanmayı da sağlayarak o davranış kuralları için bir yaptırım da oluşturur. Yaşadığı toplumun halka değerlerine uymayan kişi çoklukla yalnızlığa mahkûm olur. Bu yüzden ahlak, uyma mecburiyeti olan bir iyi ve kötü ilkesidir. Buna mukabil etik iyinin ilahi bir bildirimin ürünü mü yoksa toplumların yaşama deneyimleri sürecinde mi oluştuğunu tartışır. Bunun üzerine kafa yorar. Erdem kavramını ortaya atar ve erdemin kaynağını da araştırır. Etik, ahlaki eylem ve kuralların dayandıkları temelleri ve yöneldikleri değerleri araştıran bir disiplindir. Bir başka ifade ile etik, başkaları ile birlikte iyi bir yaşamın nasıl sağlanacağı konusunda kişisel düşünmedir. Etik bu anlamda iyi/kötü ayırımı yapar. Etik, davranışlara felsefi bir bakış açısı ile anlam kazandırmaya çalışarak, doğru-yanlış, ödevyükümlülük, toplumsal sorumluluk kavramlarını sorgular. Etik bilimi, insanların gelenekleştirdikleri kuralları basitçe izlemeyip, davranışın kabulleniş kurallarına akılcı nedenler aradıkları zaman başlar. Davranışına akılcı neden arayan birey de etiysen olarak adlandırılır. Etik, bir iyi eylem yargısına varmaya çalışırken, bireyi düşünmeye yönlendirir, adeta bireyi düşünme aracılığıyla eğitir. Genel olarak etikte incelenen konular, insan eylemlerinin amacı, ahlaki yükümlülüğün niteliği, vicdan, ödev kavramı ve bunları inceleyen çeşitli felsefi sistemlerdir. Etik, temel ilkeleri belirleyerek ruhsal eğilimlerimizin ve davranışlarımızın kaynaklarını, bunları yönlendirip idare edilme şekillerini öğretir. Etik şu sorulara yanıt arayabilir: Bu iyilik nedir?

Neden bazı işler iyilik, bazıları kötü unsurları taşır? İşte burada iyiliğin niteliği sorunu ortaya çıkar ki bu da kuramsal ahlakın konusudur. Ahlak ise birçok alanlarda görevleri bildirir; etik ise sadece görevin kaynağını ve niteliğini araştırır. Ahlak, iyi işleri gösterir. Etik ise iyiliğin ne olduğunu, araştırır. Biri uygulamaları, öteki de uygulamaların temellerini ve kaynaklarını araştırır1. Yasa olgusu da tam burada anlam kazanır. Yasa genellikle devletli toplumlara özgü bir ahlak kuralları düzeni oluşturma çabası sayılabilir. Hukuk olarak yasa da iyi ve kötü tanımlarını düzenler ve bu tanımlardan kurallara gider ve bu kurallardan da bir takım cezai müeyyideler oluşturur ki bunlar kanundur. Kanunlara uymamanın somut cezaları vardır bu anlamda. Kanun bir otorite üzerinden işler. Bu otorite çoklukla siyasi iktidar olarak devlettir. Kanun daha çok kişilerin birbirini tanımadığı daha kalabalık ve karmaşık şehir toplumlarında ortaya çıkmıştır. Nüfusa sayısı 300 ya da 500 kişi olan bir köy ile sayısı 10.000 olan şehirde yaptırım düzeyi farklı işler. Varlığı büyük oranda yaşadığı cemaate bağlı olan bir birey, toplumun genelince kabul edilmiş ahlak kurallarına uymaz ise dışlanacaktır. Geçim kaynakları topluma bağlı olan birisinin toplum tarafında dışlanmaya tahammülü yoktur, yaşadığı topluluktan aforoz edilen biri susuz kalmış bir balık gibidir. Ancak 10 bin kişilik bir şehirde bir esnaf olarak diyelim ki mahallenizdeki insanları kazıkladığınızda rahatlıkla bir başka mahalleye geçip ekonomik düzeninizi tesis edebilirsiniz. Bu denli kalabalık bir yerde ahlaka güven duyamazsınız, çünkü ahlakı umursamayan biri için dışlanma caydırıcı bir yaptırım olma gücünü kaybeder. Bir mahallede mahalledeki bir genç kıza sözlü tacizde bulunan bir delikanlı bunun bedelini dışlanarak öder. Ama bir şehirde o kişiye dışlama tesir etmez. O gence şehirde fiziki ceza verilirse bu kez de fiziki olarak üstün olanların kuralları kendilerine göre belirleme gücü doğacaktır. İşte burada şahsilikten uzak bir kurallar düzenlemesi olarak hukuk yani haklar ve yükümlülükler dizisi ile buna uymamanın karşılığı olan Temmuz - Ağustos 2013 35


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ girmesi söz konusudur. Levinas Platon’un Devlet’inde dile getirdiği miti vurgular. Mitte Lydia’lı çoban Gyges kendisini görünmez yapan bir yüzük bulur ve bu yüzüğü güce sahip olmak için kullanır: Kralın karısını baştan çıkarır ve kralı öldürerek onun yerine geçer. Levinas’a göre Gyges keyfi bir özgürlüğü simgeler, toplumun yasaların denetimi olmadan, kınanma ve cezalandırma korkusu olmadan yapmak istediği her şeyi yapar. Başkasının gözünden bakan adalet bizim bu sihirli görünmezlik yüzüğümüzü fırlatıp atar. Tam da bu yüzden din tarafından meşruluğu çizilmeyen hukuk ve ahlak kuralları adaleti sağlamayabilir. Ancak manevi ceza tehdidi yahut meşruluğu kaybetme tehdidi adaleti garanti edebilir mi, bu da inananların nasıl inandığı ile yakından ilişkilidir..

Yaşadığı toplumun değerlerine uymayan kişi çoklukla yalnızlığa mahkûm olur. Bu yüzden ahlak, uyma mecburiyeti olan bir iyi ve kötü ilkesidir. Buna mukabil etik, iyinin ilahi bir bildirimin ürünü mü yoksa toplumların yaşama deneyimleri sürecinde mi oluştuğunu tartışır. yaptırım olarak kanun/yasa devreye girmek durumundadır. Ancak kanunlar her zaman etik ya da ahlaki olmayabilir, etik bir değer olan adalet yasalar için, yasal otorite için önemli bir fren kaynağıdır. Adaleti olmayan kanuna itiraz hakkı olabilir, bu itirazın dikkate alınmaması halinde ise isyan çıkar. Nitekim ünlü etik felsefecisi Emanuel Levinas iki kişi arasında (ben ve öteki) geçen etik düzlemde bir üçüncünün belirdiği ana adalet der. Üçüncünün mevcudiyeti adaleti, siyaseti, yasayı gerektirir. Ben, başkasının yüzü ile ilişkide kendi sonluluğunu sınırlayan sonsuzluğu görmüş olur. Burada tek’in tümel olan yasayla ilişkiye geçmesi söz konusudur, ya da daha doğru bir ifadeyle tümel yasanın tek’in başkasıyla ilişkisine 36 Mimar ve Mühendis

MÜHENDİSLİK, MİMARLIK VE BİLİM-TEKNİK AHLAKI Bu argümanları bilim ahlakı ve mühendislik olgusuna uyarlayabiliriz. Malum bugün bilim şişeden çıkan cin ya da büyücü çırağının ustasının formüllerinin onların nasıl geri çevrileceğini bilmeden bir takım güçleri salması ile kıyaslanabilir. Hele Fayareband'ın dikkat çektiği biçimde bilim kendi laboratuarına ya da formüllerine gömülmüş ve Albert Einsten'in şahsında somutlaşan bağımsız ve vicdani bir faaliyet olmaktan çıkmış olmasından dolayı onun devletle bütünleşmesinden doğan tehlikeler dikkate alındığında. Bilim bağımsızlığını kaybedip bilim adamına da, mühendise de hükmeden kurumlarında denetiminde olduğunda, artı bilim kontrol edilemez kötülüklerinde hizmetinde bir köle olma potansiyeli kazanmış olur. Burada sanırım bilimin karşısına bilgeliği, teknolojinin karşısına tekniği dikerek ama daha da önemlisi bilim araştırmacısını, mühendisi hikmet ve vicdanla techiz ederek ve ona sorumluluk bilinci ile tahkim edilmiş bir özgürlük duygusu verebilirsek bu sorunu bir ölçüde çözüme de kavuşturmuş olabiliriz. Hayrete kapılmış akıl olarak tanımlayacağımız hikmet aynı zamanda hakimin de akrabasıdır. Hikmet Allah'ın yaradışı karşısında şaşkınlığa düşen, onu huşu içinde izleyen bir akıldır ki akıl sözcüğünün de geleneğimizdeki bağlılıkla olan irtibatını düşündüğümüzde karşımıza başka tür bir bilim ve teknik biçimi çıkar. Hikmet sahibi olan doğaldır ki nefsi levvame olarak da tanımlayacağımız yargılayan benlik olarak vicdan sahibidir de. Bu bilimle yetişmiş bir mimar, mühendis her an kul hakkını ve Allah korkusunu içinde taşır. Son “domuz gribi” salgınında olduğu gibi büyük şirketlerin insanların ölümü üzerinden kâr etme tutkusuna yani kapitalist ahlaka da karşı koyacak biri olur. Şu an kentsel dönüşümle yoksulların şehir dışına sürgününe karşı koyması beklenecek şehirciler, mimarlar devletin rant siyasetinin aracısı olarak ya da ideolojik bir körlükle kamu yararını ideolojik faydaya kurban vererek sonuçta devlet ya da müteahhitlerin rantlarını garantiye alan kişiye dönüşebilmekteler. Peki, ya kişi ahlakına rağmen zorunlulukların kölesi ise ya da kişi mesleki uzmanlığı nedeni ile neden sonuç arasındaki bağı koparmışsa, bu kişi hikmet ve vicdan sahibi de olsa bazen işini korumak adına vicdanını bastırabilmekte ya da neden sonuç bağını görebilecek ferasetten yoksun biri olabilmekte. Adalet olgusunun burada devreye girme nedeni de bu zaten. Ahlak sonuçta büyük ölçekli yerlerde kişinin kendi vicdanına kalan bir durum, bu denli belirsiz bir konuma da güvenilemeyeceği için yasa devreye girer. Devletler yasalarla kurumlara neyi


İnsanı Allah korkusu ile yetiştiren, onu sorumluluk duygusu ile donatan ve özgür iradesi ile karar verebilmesini sağlayan bir mühendislik ve mimarlık etiği, bilim insanlarını hikmet sahibi kılacak ferasetli kişiler haline sokan bir eğitim de gerekli. yapıp neyi yapamayacağını bir norm olarak belirler. Bu normun yani yasanın ihlali halinde de neler olacağını ortaya koyar. Bununla ilgili denetleyici kurumlar oluşturup bu kurumların ihlalleri araştırıp denetim yapmasın sağlar. Görünüşte her şey tıkır tıkır işler gibi görünür ama sorun tam da insanın olduğu yerde de yasanın da güvence sağlamayacağı noktasında. Dahası yasa ile ahlak arasında olması gereken ve birbirini besleyen ilişkinin modern bürokratik kurumlar arasındaki bağın kopuşudur. ŞİRKETOKRASİ, BÜROKRATİK SORUMSUZLUK VE ETİĞE DÖNÜŞ Günümüzde devletler yasa çıkararak toplumsal hayatı, ekonomik hayatı ve siyasal yaşamı düzenlemekteler. Ancak modern toplumlar aynı zamanda parçalanmış toplumlar olduklarından bu kerteler arasında büyük boşluklar söz konusudur. Bu boşluğu doldurmak bunlar arasındaki koordinasyonsuzluğu gidermek içinde bürokrasi devrededir. Bürokrasi ahlakın ölüm titremeleri geçirdiği yerdir. Çünkü bürokraside sorumluluk dikeydir ve hiyerarşik devir teslimle görevler tanımlanmıştır. Bürokratların temel özelliği düzene itaat etmeleridir. Bu itaati gerçekleştirirken kendi bireysel değerleri yokmuş gibi hareket ederler. Üstlerinin vermiş oldukları emirleri, sanki emirler onların değerlerine çok uygunmuş gibi bir bilinçle yerine getirirler. Bu emirler, kendileri açısından yanlış olsa bile fark etmez. Onların bu uysallıkları ve düzene uygun hareket etmeleri, bürokratik meşruluğun diğer özellikleriyle tamamlanır.

Devlet içersinde bürokrasi ile temsili mekanizma arasındaki ilişkiler ise yasanın nasıl delinebileceğini ortaya koyar. Bugün demokrasi ile yönetilen ülkelerin büyük bölümünde çıkar grupları adına faaliyet gösteren lobiler söz konusu. Bunlar bilgi uzmanları olarak siyasetçi idealist biri olsa bile etki edecek konumdadırlar. Lobiler yöneticilere yaptıkları işin hem siyasetçi olarak kendisine hem de sosyal etkileri ile topluma faydalı olacağına ilişkin mantıklı kanıtlar sunarak onları kendileri için olumlu olan noktaya çekebilirler. Bürokrasiler bakımından birinci amir konumundaki devlet yöneticisi lobyler tarafından alınan kararları bürokrasiye dikte ettiğinde o karar uygulamaya girer. İşte yasanın yetersiz kaldığı şirketlerin elinde yozlaşan demokrasiler tarafından etkisizleştirildiği alan budur. Tam da bu nedenle tek başına ahlak ve tek başına yasa yeterli değildir. İnsanı Allah korkusu ile yetiştiren, onu sorumluluk duygusu ile donatan ve özgür iradesi ile karar verebilmesini sağlayan bir mühendislik ve mimarlık etiği, bilim insanların hikmet sahibi kılacak ferasetli kişiler haline sokan bir eğitim de gerekli. Bunun yanında mesleki dayanışma ve sosyal bilinç oluşturmak da önemlidir. Demokrasiler halk denetiminden koptukça ve halk denetimi de halkın siyasete olan ilgisizliği nedeni işlevsizleşince devlet ve işletmelerde çalışan mimarlar ve mühendisler de yaşamlarını oluşturan zorunluluklar ile yaşamları arasında çatışma yaşayacaktır. Kısacası bugünün dünyasında şirketlerin egemenliğindeki devletlerin, bürokrasilerin ve şirketlerin elindeki bilim ve teknoloji üretim birimlerinin içinde ahlak da, yasa da işlevsizleşmekte. Toplum da içine dönerek siyasi alanda sorumsuzlaştıkça bu kurumların denetim dışı kaldığı bir gerçeklik. Ancak en büyük kriz inanç düzeyinde karşımıza çıkıyor. Sekülerleşmiş toplumlarda inanç sosyal hayat üzerindeki otoritesini başka kurumlara devrettiğinden inanç sadece kişisel vicdanla irtibatlı bir konu haline gelebilmekte. Bu durumda ahiretle gündelik yaşam arasında bir iç ve dış bölünmesi gerçekleşmekte ve birey kendi özel yaşamında dindar biri iken dış dünyada seküler kurallara tabi olmakta. Bu da uzun vadede bürokratik sorumsuzluğa benzer bir sorun yaratarak, kişinin Allah korkusu diyeceğimiz hesap verme duygusunu nötralize edebilmekte. Kısacası ahlak kanun demek değildir. Ama ahlakın yaşayabilmesi otoriteye bağlı olduğundan bunun için bütünsel bir sosyal değişim ve bu değişimin siyasi alanda da gerçekleşebilmesi bir zorunluluk olarak ortada durmaktadır. Ama yine de ahlaklı bireyler ile ahlaklı yasalar arasında sıkı bir irtibat olduğunu unutmamak gerek. Eğer bireysel ahlak yoksa en güçlü yasalar bile etkisiz kalabilir. Bu bakımdan Mimar ve Mühendis odalarına bu noktada iş düşüyor, hikmet, vicdan ve ahlak üçlüsüne dayanan bir eğitim, yanısıra bu kurumların etkin denetmen olduğu siyasal düzenlemeler ile bilim ve tekniğin uygulayıcıları olan mimar ve mühendisler bilim-tekniğin hayatımızı tehdit eden ölümcüllüğünü azaltmakta etkin olabilirler. KAYNAKlar Her şeyin bir değişmez özü, bir de sürekli değişime uğrayan dış kısmı, sureti vardır.

Birincisine cevher, ikinciye âraz denilir. Bir çekirdeğin değişmeyen özü, ondaki genetik şifredir. Çekirdek parçalansa da, fidan, ağaç hâlini alsa da bütün bunlar, sonradan meydana gelen, ârızî şeylerdir. Esas program, hiçbir değişikliğe uğramaz. Bu mânâda bütün kanunlar cevher, onların uygulandığı sahalar ise ârazdırlar. 1

Osman Pazarlı, İslam’da Ahlak, Remzi Kitapevi, İstanbul-1980, s:36

Temmuz - Ağustos 2013 37


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. BEDRİ GENCER:

ANCAK NEFSİNE ADALET GÖSTEREN BAŞKALARINA ADALET GÖSTEREBİLİR Bu gün her yeri ve herkesi kuşatan modern dünyanın bunalımını anlamak için modernleşme sürecinin arkasında yatan sekülerleşme sürecini anlamak, bunun için de geleneksel ve modern dünya görüşlerini hakkıyla karşılaştırmak gerek. Ancak Doğu’nun hikmeti, Batı’nın bilgisinin kuşatıldığı küllî bir bakış açısını gerektirdiği için bu karşılaştırma kolay değil. Çağımızın önde gelen Müslüman düşünürlerinden Bedri Gencer, bu bakış açısına sahip ender kişilerden biri. Bu önemli söyleşide Gencer, sürekli ve derinden geleneksel/modern dünya görüşü karşılaştırması yaparak ikisi arasındaki ayrılığın sandığımzdan çok daha derin olduğunu vukufla gösterdi, birçok çarpıcı, ezber bozan tespit yaptı, modern dünyada yaşadığımz bütün kayıpların temelinde hikmetin kaybının yattığının altını çizdi. >

Sayın hocam, ahlâk veya etik, Müslüman bir âlim bakış açısıyla nasıl tarif edilebilir? Bu konuları tartışmaya geçmeden temel bir perspektif tashihi yapmak lazım. Bizim öncelikle dikkat etmemiz gereken ayırım, genelde yapıldığı gibi İslâmî/Batılı dünya görüşleri değil. İslâmî/Batılı dünya görüşleri şeklindeki dikey ideolojik ayırım, aynı dünyada yaşayan farklı toplulukların ayrı dünya görüşlerine sahip olabileceği yanılsamasına dayanıyor. Hâlbuki aynı dünyada yaşayan farklı toplulukların ayrı dünya görüşlerine sahip olması mümkün değil. Burada dünya görüşünden kasdımız, İslâmî/Hıristiyanî gibi ideolojik ayırımların altında yatan, bunları çapraz kesen hikmettir. Buna göre dünya görüşlerini ayırmada esas alınacak asıl ölçüt, hikemîlik-gayr-i hikemîlik, yani hikmete dayanıp dayanmamadır. Ortak bir hikmete dayalı geleneksel 38 Mimar ve Mühendis

SÖYLEŞİ: YUNUS EMRE TOZAL

dünyada Yahudi, Hıristiyanî, İslâmî veya pagan toplulukların düşünce tarzları şaşırtıcı bir ortaklık gösterir. Buna karşılık çağımızda İslâmî denen kavramların bile hikmetten uzaklaşmış modern dünyanın seküler söyleminden derinden etkilendiği görülür. Dünya görüşleri arasındaki yanıltıcı dikey-ideolojik İslâmî/ Batılı ayırımı yerine asıl yatay hikemî/ gayr-i hikemî, geleneksel/modern ayırımını esas aldığımız zaman olaylara yanıltıcı ideolojik perspektiften bakmaktan kurtuluruz. Bu yatay perspektiften bakıldığında geleneksel dünya görüşünün hikemî ortaklığı bilhassa ahlâk alanında çarpıcı olarak görülür. Nasıl bir ortaklık? Hikmete dayanan bir ortaklık. Burada hikmeti basitçe ideolojikin zıddı olarak fıtrî ve küllî yol olarak tarif edebiliriz. Modern insan fıtrattan giderek uzaklaş-

tığı için ister teolojik, ister ideolojik, ister bilimsel, ister felsefî, ürettiği tüm bilgi hakikatin tahrifiyle malûldür. Diyebiliriz ki Batı, bugün hala ayaktaysa tâ Hz. İdris’ten kalan hikmet kırıntılarının eseri adalet sayesinde yaşıyor. Çünkü malum, kıyamete kadar küfür devam eder ama zulüm devam etmez. Arapça’da disiplinler, kelimelerin çoğuluyla belirtilir. Buna göre Türkçe huy anlamına gelen Arapça huluk kelimesinin çoğulu olan ahlâk kelimesi, “huylar disiplini” anlamına gelir; eski literatürde geçen sınâat-ı hulkiyye (ahlâk disiplini) bunun tam karşılığıdır. Arapça’da “h-lk” harflerinden oluşan kelime, harekesiz yazıldığı zaman hem halk (yaratılış), hem de huluk (huy) olarak okunabilir. İki kelime arasındaki bu lafız-kök ortaklığı, yaratılışla huy arasındaki mânâ ortaklığını gösterir. Dinlerin temel hedefi, ahsen-i takvim üzere yaratılan insandaki yaratılış


güzelliğine uygun huy güzelliğini korumaktır; Fahr-i Kâinât Efendimiz ‘aleyhi’ssalâtü ve’s-selâmın “İslâm, huy güzelliğidir” hadisinde belirttiği gibi. Böylece yaratılış değişmediğine göre ahlâkın da Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm gibi dinlere göre değişmediği anlaşılır. Ahlâk evrenseldir, dinlere göre değişmez. Dünyada hiçbir din, yalancılığı, cimriliği, caiz görmez. Dinlere göre değişen ahlâkın muhtevası değil, bunu tecessüm ettirmek için gönderilen şeriattır. Dolayısıyla “Yahudi, Hıristiyan, İslâm ahlâkı”ndan değil, “Yahudi, Hıristiyan, İslâm şeriatı”ndan ancak söz edilebilir. İbni Miskeveyh’in Aristo’nun Nikomakos'a Etik adlı eserine dayanarak yazdığı Tehzîbü’l-Ahlâk adlı eseri, İslâm dünyasında teorik ahlâkın temelini oluşturur. Osmanlı’da da Kınalızâde Alî Çelebî’nin Ahlâk-ı ‘Alâî adlı eseri, İbni Miskeveyh vasıtasıyla Aristo’ya dayanır. Güzel ahlâkî davranışı ifade eden kavrama edep denir. Edebin özel adı ise sünnettir; edep, isimsiz, sünnet isimlidir. Mü’min, hikmet gibi edebi de bulduğu kişiden alır ama sünneti sadece Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmdan alır. Basitçe karşılaştıracak olursak geleneksel ahlâk edep ahlâkı, modern ahlâk ise değer ahlâkıdır. Geleneksel dünya görüşüne göre tek bir değer vardır, zıddı kubh=çirkinlik olan husn=güzellik. “el-Esmaü’l-Husnâ”ya sahip olan, dünya-

yı, insanı en güzel surette yaratan Allah, her şeyin güzel olmasını murat etmiştir. Geleneksel dünya görüşünün esas aldığı tek değer hüsnü insan aklı keşfedebilir mi? Mu’tezile’nin aksine İslâm âlimleri, insan aklının nihaî olarak hüsnü keşfedemeyeceğini, ancak şeriatın bildireceğini öngörür. Edep, kabuktaki öz misali, hüsnün beşerî davranışlarda içkinliği, davranış güzelliği demektir. Bu anlamda Doğusuyla Batısıyla geleneksel dünyada etik ile estetik, huy ile güzellik disiplinleri arasında farklılık yoktur; hedef, varlıkta içkin ortak güzelliği tecessüm ettirmektir. Bölünmelerle karakterize modern dünyada ise kapitalizmin doğuşuyla bir taraftan etik ile estetik, huy ile güzellik disiplinleri, diğer taraftan ahlâkî davranış ile dayandığı değer birbirinden ayrılmış, böylece geleneksel edep veya fazilet ahlâkına karşı modern değer ahlâkı ortaya çıkmıştır. Geleneksel ile modern ahlâklar, kısaca “etik ve moralite” kavramlarıyla ayrılabilir. Etiği ahlâk felsefesi, ahlâkı ise onun pratiği olarak gören, “ahlâkî olan etik olur ama etik olan ahlâkî olmayabilir” gibi tespitler yapanlar var. Ne dersiniz? Bu tür ayırımlar, meselenin özüne nüfuz aczinden kaynaklanan kelime oyunlarından ibaret kanaatimce. O yüzden

Batı, bugün hala ayaktaysa tâ Hz. İdris’ten kalan hikmet kırıntılarının eseri adalet sayesinde yaşıyor. Çünkü malum, kıyamete kadar küfür devam eder ama zulüm devam etmez. meselenin biraz daha derinine inmek mecburiyetindeyiz. Mutlak anlamda din denince şeriat anlaşılır; şeriatın sistemleşmiş pratiğine ise tasavvuf denir. Bu anlamda tasavvuf, insanın dünyada tüm maddî ve manevî ihtiyaçları karşılamak için gönderilmiş “ilahî bir ekonomi” olarak din=şeriatın tecessümüdür. Bu ekonominin gayesi, hüsn-i muaşeret=güzel geçim yoluyla insanı saadete ulaştırmaktır. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’sselâm zamanında dine bağlı kavramların, ahlâkın cismi var, ismi yoktu; tasavvuf, o zaman ismi olmadan, adı koyulmadan pratik ahlâk olarak yaşanıyordu. İnsanlar önceden Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm veya onun vârisi bir mürşid-i kâmilden görerek edebi alıyorlardı. Ebu Talib el-Mekkî (-388/-996)’nin Kûtu'l-Kulûb adlı eseri pratik, İbni Miskeveyh (-421/-1030)’in Tehzîbü’l-Ahlâk adlı eseri teorik, onlardan sonra gelen Gazâlî’nin İhyâ’sı ise hem teorik, hem pratik tasavvuf=ahlâkı konu alan ana eserler olmuştur. Geleneksel dünyada etik, ahlâkın teorisi veya bilimi demekti. Geleneksel ahlâkta temel değer olan Temmuz - Ağustos 2013 39


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

hüsn, davranışlarla içkindi. Buna göre modern dünyada değerler tabiri bir yanılsamadır. Nasıl Hak, Kur’ân-ı Kerim’de kullanıldığı gibi el-Hakk diye çoğaltılamaz tekil bir kavram ise, çoğul “değerler” değil, tek bir değer vardır. Modern dünyada özgürlük, eşitlik, tutumluluk, cömertlik gibi kavramlardan değerler olarak söz edilir. Hâlbuki İslâmî-geleneksel dünya görüşüne göre tek bir değer vardır: Hüsn. İslâmî-geleneksel dünyada özgürlük, eşitlik, tutumluluk, cömertlik gibi kavramlar, modern anlamda değerler değil, tek ana değer olan hüsne bağlı edeplerdir ki bunun ölçüsünü sünnet verir. “Ben ancak ahlâkî yücelikleri tamamlamak için gönderildim” diye buyuran Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’sselâmın tamamlamak üzere gönderildiği ahlâk, saydığınız kategorilerden hangisine giriyor? Ahlâk, ilk insan ve peygamber Hz. Âdem’den beri vardır. İnsanın fıtratı değişmeyeceğine göre ahlâkı da değişmez. Bütün peygamberler ahlâk timsali olduğu halde ahlâkî yücelme, Efendimiz Hz. Muhammed ‘aleyhi’s-salâtü ve’sselâm ile zirveye çıkmıştır. Bu kemal, hem onun, hem de gönderildiği dinin özelliğinden kaynaklanmaktadır. Mutlak anlamda insan-ı kâmil, seyyidü’l-evvelîn ve’l-âhirîn olan Hz. Muhammed, din-i kâmil de onun tebliğ ettiği İslâm’dır. Tasavvufun hedefi, insanlara ahlâk-ı Muhammediye'yi aşılayarak insan-ı kâmil kılmaktır. İlk pey40 Mimar ve Mühendis

gamberden son peygambere kadar dinin “din-i kayyım” denen değişmeyen özü tevhittir. Bu anlamda din bir, şeriat değişiktir; dinin marifetullâha yönelik millet denen aslı müttehit, fakat tâ’atullaha yönelik şeriat denen fer’i muhtelif, tagayyür ve tekâmüle açıktır; “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim” âyetinin (Mâide/3) belirttiği gibi. Şeriat, insanın yaratılışındaki huy güzelliğini tecessüm ettirmek için gönderilmişse, şeriatın tekâmülü, ahlâkın teamülü, dini kemale erdirme, ahlâkı tamamlama anlamına gelecektir. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın hadisini bu çerçevede anlayabiliriz. Hocam, şeriat aynı zamanda ahlâkî kuralları vaz’ etmiyor mu? Din ve ahlâk birbirine çok yakın değil mi? Geleneksel ve modern ahlâkı edep=fazilet ve değer ahlâkı olarak ayırdık. Geleneksel edep ahlâkının çözülüşü, Hıristiyanlığın yozlaşmasıyla başladı. Dinin teorik ve pratik iki boyutu vardır; teorisine şeriat, pratiğine tarikat denir ki bu anlamda dini insanın maddî ve manevî tüm ihtiyaçlarını karşılamak için gönderilmiş “ilahî bir ekonomi” olarak tanımlamıştık. Modernleşmeye bağlı sekülerleşme sürecinde bu anlayış tersine dönmüş, “ekonomi olarak din” anlayışının yerini “din olarak ekonomi” anlayışı almıştır. Sanılagelenin aksine çağımızda anlaşıldığı gibi sekülerleşme, dinden uzaklaşmadan ziyade din algısının

dönüşümüdür. Batı’da sekülerleşmenin belkemiğini teşkil eden bu anlayış dönüşümü, Adam Smith’in Newton fiziğine dayalı modern dünya görüşüne bağlı olarak felsefî temellerini attığı kapitalizmin eseridir. Moralite denen modern ahlâkın temel kavramı değer, kapitalizmin getirdiği pazar, değişim ve fiyat kavramlarıyla doğmuştur. Geleneksel dünyada değer diye bir terim bile yoktur; tek ana değer olan hüsn, edeplerde içkindir. İnsan, ahsen-i takvim üzere yaratıldığından fıtrî güzel, güzel de fıtrî demektir. Örneğin oturarak içmek, sağlığa, fıtrata uygun olduğu için su içmenin edebi, sünneti olarak tanımlanmıştır. Dinlerin hedefi, tüm varlık mertebelerinde geçerli ortak güzelliği tecessüm ettirmektir. Filozoflar, “hariçte, zihinde, lisanda ve yazıda” olmak üzere dört varlık mertebesi tanımlarlar. Çeşitli dillerde ortak “Üslûb-i beyan, ayniyle insan” sözünün de belirttiği gibi, geleneksel anlayışa göre insanın zihin, davranış, söz ve yazısındaki güzellik birbirinden ayrılmaz, birbirini yansıtır. Batı’da Hıristiyanlığın kriziyle büyüyen onto-teolojik parçalanma, kapitalizmle netleşmiştir. Geleneksel dünyada iyilik, doğruluk, güzellik kavramlarıyla bunlara dayanan ahlâk, hukuk ve estetik disiplinleri birbirinden ayrılmaz. Kapitalizmle birlikte ise iyilik, doğruluk, güzellik kavramları birbirinden ayrılırken farklı güzellik mertebeleri de farklı disiplinlerin, ahlâkî davranışların dayandığı değerlerin keşfi etik, güzel sanatlar alanındaki güzelliğin dayandığı ilkelerin keşfi de estetik biliminin konusu haline gelmiştir. Şeriat denen geleneksel hukukun hedefi, hem objektif hem sübjektif, hem makro hem mikro boyutlarda adaleti gerçekleştirmek, tarikat=sünnet=edeb denen geleneksel ahlâkın hedefi ise adaletin üzerine fazileti inşa etmektir. Geleneksel anlayışa göre, öz ile şekil birbirinden ayrılmaz, şeriat olmadan ahlâk, adalet olmadan fazilet, namaz olmadan niyaz olmaz. Dinin özü ahlâktır; ibadet, ahlâkın girdisi, sebebi, hukuk ise çıktısı, yaptırımıdır. Dahası adalet nicel bir eşitliktir, nitel adalet=eşitlik ise Kur’ân-ı Kerim’de


geçen kıst kavramıyla ifade edilir. Mesela biri 40 kilo biri 60 kilo ağırlığa sahip iki çocuğunuza da eşit olarak beşer dilim ekmek verdiğinizde nicel bir adalet uygulamış olursunuz. Ancak kilolarına göre birine dört, birine altı dilim ekmek verdiğinizde kıst denen asıl nitel adaleti sağlamış olursunuz. Zaten kelime anlamıyla adalet, her şeyi yerli yerinde tutmaktır. Peki, modern ahlâkta adalet ve fazilet nereye gitti? Etik denen bu geleneksel ahlâk anlayışına göre adalet ve zulüm, öncelikle sübjektif, insanın nefsiyle ilgilidir; biri, Allah’ın emrine uymak, namaz kılmak suretiyle önce kendine adalet gösterdikten sonra ancak başkalarına adalet gösterebilir; “Muhakkak namaz, insanı kötülük ve çirkinlikten alıkoyar” âyetinin de belirttiği gibi. Nefsine adil olan diğer tüm insanlara adil, kendi ile barışık olan tüm kâinatla barışık olur. Moralite denen modern ahlâk ise adalet yerine düzen anlayışını esas almış, modernlikle birlikte sübjektif ve objektif boyutlarıyla birbirine bağlı küllî ve cevherî bir adalet anlayışı, mekanistik, şeklî bir düzen anlayışına yenik düşmüştür. Söz konusu onto-teolojik parçalanmanın getirdiği öz ile şeklin ayrışması sonucu Batı, uçlara düşmüştür. Bir taraftan hikmet ve şeriatın kılavuzluğundan mahrum kalan değerlerin etik tarafından sonu gelmez bir spekülasyona konu edilmesi, diğer taraftan vazife ahlâkı denen şekilci bir ahlâk anlayışına teslimiyet. Ontik dengelerin altüst olması sonucunda Batı, Newtongil zaman-mekân kavramlarında olduğu gibi izafîyi mutlaklaştırmış, ahlâkî değerler örneğinde olduğu gibi mutlakı izafîleştirmiştir. İngilizce ve Fransızca right ve droit kavramlarında olduğu gibi hak, lâfzen hem doğru, hem vazife anlamına gelir. Bu, Hak ile İnsan arasındaki ezelî ahde dayalı bir alışverişi yansıtır. Allah, insanın verdiği ahde karşı ödül vaad vermiştir. Arapça va’d kelimesi borç sayılır ki din de deyn (borç) kelimesinden gelir. Batı’da Newton fiziğine dayalı mekanistik düzen arayışı ise, haktan yoksun bir vazife anlayışını gerektir-

Edep, kabuktaki öz misali, hüsnün beşerî davranışlarda içkinliği, davranış güzelliği demektir. Bu anlamda Doğusuyla Batısıyla geleneksel dünyada etik ile estetik, huy ile güzellik disiplinleri arasında farklılık yoktur; hedef, varlıkta içkin ortak güzelliği tecessüm ettirmektir. miştir. Bu süreçte Kant’ın getirdiği vazife ahlâkına göre ahlâkîliğin ölçütü, tümel ve özsel bir doğruluk yerine haricî kurallara uygunluk olmuştur. Keza bu mekanistik düzen anlayışı uyarınca hukuk ta hak özünü kayb ederek pozitivizm ve formalizme, devlet mevzuatına indirgenmiştir. Bu ahlâkî ölçütü biraz daha açar mısınız? Bu ahlâkî davranışın ölçütünü bulmak için öncelikle bu ölçütü belirleyecek merciin bulunması gerekir. Bunun için Batı, yoğun bir merci arayışına sahne olmuştur. Rousseau’nun vurgu yaptığı vicdandan sağduyu ve kamuoyuna kadar çeşitli ahlâkî merciler aranmıştır. Deontoloji denen ödev ahlâkının öncüsü Kant’ın arayışı ise esas itibariyle isimsiz, tümel hakikat kaynağı olarak hikmete (Vernunft) yöneliktir. Ancak Aydınlanma ile hikmetin akla, hikemiyetin akliyete indirgenmesi, Kantgil ödev ahlâkını vahim bir tikellik/ tümellik, otonomi/heteronomi çelişkisiyle malûl kılmıştır. Peki, modern genel/meslek ahlâkı ayırımının geleneksel dünyada karşılığı var mıdır acaba hocam? Yok. Geleneksel ve modern ahlâkın ayrışmasından biz modernlerin modernliği kanıksadığı için pek fark edemediği bir ayırım ortaya çıkıyor: Eğitim ve öğretim ayırımı. Modern bakış açısıyla eğitim ile öğretim arasındaki farkı basitçe şöyle ayırt edebiliriz. Eğitim, adam, öğretim, vali yetiştirmektir. Hani baba demiş ya, “Oğlum, ben sana vali olamazsın değil, adam olamazsın dedim; adam olsaydın babanı ayağına getirtmezdin.” Bu örneğin de gösterdiği gibi geleneksel dünya

görüşü açısından eğitim ile öğretim arasında ayırım yapılamaz; adam olmayan vali olamaz. Özellikle Ahî teşkilatına bakıldığında çağımızda “ahlâk eğitimi” ile “meslekî eğitimi” deyimleriyle de ayırılan eğitim ile öğretimin iç içe geçtiği açıkça görülür. Hâlbuki modern anlayışa göre pekâlâ adam olmadan vali olmak mümkündür. Bu anlayışın ortaya çıkışında ana etken, sanayi toplumunun zuhuru. Sanayi kapitalizmi, insanlık tarihinde yeni bir üretim ve dolayısıyla yeni bir insan tipini gerektiriyor. Modern meslek, öğretim ve meslek ahlâkı kavramları, hatta şifahilik/ okuryazarlık ayırımı bile sanayi toplumu ile ortaya çıkıyor. Eğitim/öğretim ayırımının zuhuru, tabiatıyla eğitimin de anlamını kaybetmesine yol açacaktır. Eğitim/öğretim ayırımının getirdiği gene pek fark edilmeyen önemli bir ayırım, “birincil/ikincil eğitim” ayırımıdır. Burada birincil eğitimle ailenin, ikincil eğitimle ise okul sisteminin verdiği eğitim kasd edilmektedir. Normalde geleneksel zihniyet açısından böyle bir ayırım anlamsızdır. Zira çocuğun asıl eğitim yeri aile yanında tekke gibi sivil kurumlardır. Ancak sanayi toplumunun zuhuruyla devlete ait resmi kurumlar, okullar çocuğun eğitimini üstlenmiştir. Modern eğitim/ öğretim kurumları, sanayi toplumunu sürdürecek insan tipini yetiştirmeyi hedef edinmiştir. Öğretimin hedefi, sanayi toplumunu işletecek, ona uygun profesyonel yetiştirmek, eğitimin hedefi ise bu toplumun işleyişini bozmayacak, ona uyumlu vatandaş yetiştirmek olmuştur. Sanayi toplumunun ihtiyaçları uyarınca eğitim ve öğretimin bu şekilde araçsallaşarak anlamını kaybetmesi sonucu meslek ahlâkı gibi kavramlar da özellikle Türkiye’de anlamını kaybetmiştir. Batı dillerinde ödev ahlâkı anlamına gelen “deontoloji”, bizde daha ziyade “meslek ahlâkı” anlamını kazanmıştır. Öğrencilere bu disiplinleri ortak bir hikmete bağlama şuurunu vermesi açısından özellikle hukuk ve tıp gibi temel alanlarda deontolojinin kritik bir pedagojik önemi vardır. Ancak maalesef Türkiye’de her şey Batı’dakinden daha kaba bir şekilde araçsallaştığı Temmuz - Ağustos 2013 41


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Öğretimin hedefi, sanayi toplumunu işletecek, ona uygun profesyonel yetiştirmek, eğitimin hedefi ise bu toplumun işleyişini bozmayacak, ona uyumlu vatandaş yetiştirmek olmuştur. için tıp felsefesi, tarihi, ahlâkı, hukuk felsefesi, tarihi, ahlâkı, Roma hukuku gibi tıp ve hukuktaki asıl entelektüel öneme sahip dersler, öğrenciler tarafndan önemsenmeyen, “çerez” diye görülen dersler olarak geçiştirilmekte, fiilen boşa geçmektedir. Keza buna bağlı olarak sanayi toplumunda ortaya çıkan şifahilik/okuryazarlık ayırımı, ilmin kitaptan geçtiğini esas alan modern bir anlayıştır. Buna karşılık geleneksel anlayış, “ilmin satırlardan değil, sadırlardan, dinleyerek” geçtiğini öngörür. Bugünkü bakış açımızla okumayazma bilmediği için cahil kocakarılar, geleneksel dünyada sahipsiz kitaplardan okuyarak değil, ehlinden dinleyerek ilmi alıyordu. 42 Mimar ve Mühendis

Hocam, tespitleriniz oldukça çarpıcı, ezber bozan cinsten. Daha derinden bakığımızda bu gelişmenin altında ne görürüz? Bunu daha basit bir şekilde “eğitim mühendisliği” deyimiyle anlatabiliriz. Bunun tâ altında “tarih, eğitim, ekonomi, kültür, şehir, dil vs. mühendisliği” gibi beşerî tüm alanlara sirayet eden, Newton fiziğinden mülhem bir mekanistik zihniyet yatmaktadır. Modern ahlâk, ekonomi, eğitim, mimarlık hepsi Newton fiziğine dayanıyor. Sanıldığını aksine “dünya görüşü” kavramı, mecazen hayat görüşü değil, hakikaten dünya hakkındaki astrofiziksel görüş demektir. Bu anlamda Aristo, Newton, Einstein’ı geleneksel, modern ve postmodern olarak üç ana çağın dünya görüşlerinin temsilcileri olarak alabiliriz. Burada Aristo ile Newton fiziği arasındaki temel fark, organizmik/ mekanizmik arasındaki ayırımda yatıyor. Aristo fiziğinin temsil ettiği geleneksel organizmik dünya görüşüne göre herşey can sahibi birer beden, organiz-

madır. Bilindiği gibi yerle gökler arasında dört tane varlık kategorisi vardır: İnsanât, hayvanât, nebatât, cemâdât. Burada Türkçe’de cansız varlıklar dediğimiz cemâdât, câmit, aslında cansız değil, donmuş anlamına gelir; yani “nefs-i külliye” kavramının da belirttiği üzere “canlı ama hareketsiz” demektir. Kur’ân-ı Kerim’de taşların Allah korkusundan yuvarlandıkları, yer ve göğün Allah’ın emrine itaaat ederek geldiklerine dair ayetler, bunu belirtmiyor mu? Modernizmin öngördüğü mekanistik dünyada ise değil dağlar, taşlar, cemâdât, hayvanlar, insanlar bile cansız, iradesiz varlıklar, şeyler hükmündedir. Modernlik eleştirmenlerinin sıkça dile getirdiği “İnsansız ekonomi, sosyoloji, tarih, eğitim vs.” deyimleri bunu belirtir. “Toplum, ekonomi, eğitim sistemi” gibi mekanistik sistem kavramıyla tanımlanan bu alanlardaki düzenlemede insan, aktör değil, bir makinenin dişlisi gibidir. Doğrudan insanı konu alan tıp ve psikoloji gibi alanlarda bu çarpık mekanistik bakışı daha çarpıcı görmek mümkündür. Diğer alanlarda insan makinenin bir dişlisi, pasif bir parçası iken bunlarda doğrudan bir makinedir. Örneğin kadim kültür, ölümü sayılı nefeslerin tamamlandığını ifade eden “vefat etti, Hakka yürüdü, irtihal-i dâr-ı bekâ eyledi” gibi estetik, manevî deyimlerle anlatırken modern tıp basitçe bir makinenin durmasını, devre dışı kalmasını belirten “X oldu” deyimiyle anlatır! Mimarlık, mühendislikten ziyade sanat kategorisine girdiği için, ontik hüsnü yansıtacak bir mekân ve çevre düzenlemesi mümkün müdür? Bu sorunuza cevap olarak gene geleneksel/modern karşılaştırmasını yapmak durumundayız. Geleneksel dünya görüşüne göre şehir, bir insan bedeni organizma hükmündedir. İnsan bedenindeki hücre, doku, organ, sistem ve beden şeklindeki beşli hiyerarşi aynen şehirde de bulunur; oda, ev, sokak, mahalle ve şehir şeklinde. İnsan bedeninde hücrelerin bir kapısı olduğu gibi odadan şehre bu birimlerin de bir kapısı vardır. Nitekim fetih, lâfzen


açmak demektir, yani bir şehrin kapısını açmak. Ama dediğimiz gibi modern şehircilik ve mimarlık, bir sanattan ziyade mühendislik yaklaşımıyla şehri bir organizma değil, kesilip biçilecek bir mekanizma olarak alıyor. Beşerî-iradî alanlarda da mekanistik bir dizayn iddiasını ifade eden “tarihsel, sosyal mühendislik” denen mühendislik türlerinin zavallı mantığı bu. Burada şehirle ilgili temel değerlere daha derin bir bakış getirdiniz. İslâm şehrinin iki temel özelliği var; doğallık ve kendiliğindenlik. Topografyaya uygun olarak ve kendiliğinden gelişen bir şehir var. Bu konuda ne söylersiniz? “Planlanmış/planlanmamış şehir” ayırımı, modernliğin getirdiği sayısız kısır dikotomilerden biridir. Çağımızda Spiro Kostof’un The City Shaped: Urban Patterns and Meanings Through History adlı çığır-açıcı çalışması, “planlanmış/ planlanmamış şehir” ayırımı efsanesini yıkmıştır. Her ikisi de genel anlamda bir plana dayansalar da bir organizma olarak şehrin bir tarihi ve ruhu varken kentin yoktur. Sokakların adlandırılması tarzı, aralarındaki farka basit bir örnek olarak verilebilir. Örneğin bizde köklü şehirlerde sokaklar “Müezzin Bilal, Feyzullah Efendi, Kuşkonmaz” gibi isimler alırken Batı’daki kentlerde “70. 80. sokak” gibi ruhsuz bir şekilde numaralandırılırlar. Burada mesele, planlama/planlamama değil, planlamanın niteliği, organizmik/mekanistik anlamda olup olmadığıdır. Mimar Sinan gibi geleneksel hakîm bir mimar, şehri bir organizma olarak planlar. Burada temel kavram otarşi, yani organizmanın kendi kendine yeterek yaşayacak şekilde planlanmasıdır. Otarşi, aslında adalet kavramının bir türevidir. İngilizce ekonomi, ekoloji ve ekümen kelimelerinin türediği Yunanca oikos veya Arapça dâr kelimesi, hakikaten ev, mecazen ise belde ve dünya anlamlarına gelir; ev, yaşadığımız küçük, dünya ise büyük âlemdir. Bu semantik ipucu, insanın yaşadığı birimler arasında nitelik değil, sadece nicelik, çap farkı olduğunu, hepsinde aynı adaletin gözetilmesi gerektiğini belirtir; evde, mahallede,

şehirde, ülkede ve âlemde adalet. Rabbimiz, dünyayı kendi kendine yetecek şekilde yaratmıştır. O yüzden insan, kozmik ve politik zulümden, şeyleri yerli yerinden oynatmaktan kaçınarak adaleti gözetmeli, topoğrafik şartları zorlamamalıdır. Buna göre politik, soyut bir ülke yerine kökünü oluşturan oikos (ev) kelimesinin belirttiği gibi, özellikle su gibi doğal kaynakların şehirde yaşayan toplulukların ihtiyaçlarına yetmesi anlayışına göre şehirler kuruluyordu eskiden. Modern mimarlık ve şehirciliğe ise tam aksine adeta Firavunca bir mantık yön veriyor; “Biz, istediğimiz yerden dağı delip tünel açarız, göğe merdiven gibi binalar, denizin üzerine şehir kurar, Dubai gibi çölde bir cennet yaratırız” gibi azgın, Firavunca bir mantık. Bilindiği gibi Newtongil mekanistik evren görüşü, deizme dayanıyordu. Buna göre Tanrı, evreni altı günde yarattıktan sonra hâşâ Arşa istivâ ederek istirahata çekilmiş, dünyayı kendi kendine işleyecek şekilde bırakmıştı! Asırlardır Tanrı’nın adaletini, bunun için de mahiyetini sorgulayan Batılı, işin içinden çıkamayınca sonunda çareyi Tanrı’yı nötralize etmekte buldu. Nötralize edilen Tanrı’nın mutlak kudretini (omnipotence) artık insan tevarüs edecekti. Bilimsel ve siyasî (Fransız İhtilali) devrimler, bu “tarihin ve tabiatın mutlak denetimi” hüsnü kuruntusunun sebebi ve sonucuydu. Amerikalı mimar Richard Neutra’nın ciddi mi, espriyle mi söylediğini bilmediğimiz şu sözü bu mantığın çarpıcı bir ifadesidir: “Öyle bir ev planlarım ki mutlu bir karı-kocayı altı ay içinde boşandırabilirim!” Müthiş gerçekten. Biraz da iş ahlâkına değinebilir miyiz? Dediğimiz gibi genel/meslekî ahlâk ayırımı, modern eğitim/öğretim ayırımının sonucu. Geleneksel dünyada örneğin Ahî teşkilatına baktığımızda böyle bir ayırım göremiyoruz; ahlâk bir bütün olarak insana aktarılıyor. Burada, hem eğitim/öğretim, hem genel/meslek ahlâkı ayırımını hiçe sayan merkezî kavram edep. Örneğin geleneksel literatürde Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk’e ait “siyasetnâme”

Modern ahlâk, ekonomi, eğitim, mimarlık hepsi Newton fiziğine dayanıyor. Sanıldığını aksine “dünya görüşü” kavramı, mecazen hayat görüşü değil, hakikaten dünya hakkındaki astrofiziksel görüş demektir. adlı eserler, modern anlamda bir meslek olarak siyasetin öğretimine dair sayılabilir. Ancak “Âdâbü’l-Mülûk ve’s-Selâtîn” (Krallar ve Sultanların Âdâbı) türü eserler, hem eğitim/öğretim, hem genel/ meslek ahlâkı anlamında yönetimin edebini veren eserler olarak belirir. Modern bakış açısıyla burada öğretim, eğitimin, meslekî ahlâk, genel ahlâkın üzerine bina edilir; aralarında bir mahiyet farkı yoktur. Bugün bir mimarın özel ile meslekî hayatındaki davranışları pekâlâ birbiriyle uyumsuz olabiliyor. Modern hayatlardaki bu şizofrenik bölünme maalesef kanıksanmış durumda. Adalet ve fazileti hiçe sayan sekülerizmin bütün çabalarına rağmen hızla çöken insanlığı kurtarma ümidi hâlâ var mı sizce? Dediğimiz gibi şizofrenik modern dünyada pekâlâ adam olmadan vali olmak mümkündür. Bugün seküler dünyada tasavvuf denince belli insanlara özgü ekstra bir dindarlık tarzı anlaşılıyor. Halbuki tasavvuf, edep denen geleneksel eğitimin alternatifi olmayan ana kanalıydı. Alternatif, tasavvufa değil, tasavvufta, farklı insan fertlerinin meşrebine ve grupların ihtiyaçlarına göre değişen tarikatlar arasında idi. Örneğin Osmanlı’ya baktığımız zaman Yeniçerilerin eğitim kanalı, Bektaşilik, ulemanın Nakşibendilik tarikatı idi. Cumhuriyet devrinde tarikatların kapatılmasıyla bu toplumun hayat damarları, ahlâk kanalları da kesildi. Bugün de toplumun manevî dirilişinin tasavvuftan başka yolu yok. Ancak mesele sadece anayasal bir düzenlemeyle tarikatları tekrar serbest bırakmak değil, büyük bir yıkım, fetret devrinin ardından bu tekkeleri dolduracak ehliyetli tasavvuf erbabını tekrar bulmak. Temmuz - Ağustos 2013 43


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Süleyman DEMİR Ahi Kültürünü Arş. Ve Eğt. Vakfı Başkan Yrd.

ORTAÇAĞDA ANADOLU’DA HALKIN BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAĞLAYAN KURUM:

“AHİLİK”

F

Anadolu’da Selçuklu döneminden beri sanayi ve iç ticaret kesimleri fütüvvet ve ahilik ilkelerine dayalı esnaf birlikleri tarafından şehirlerde teşkilatlanmıştır. Bununla birlikte bu geleneğin tarımda çalışanlar ve kırsal kesimde de etkili olduğu bilinmektedir. İslam’ın ilk

yüzyılından beri fütüvvet ülküsüne dayalı teşekküllerin ortaya çıktığı görülmektedir. Fütüvvet ve ahilik anlayışı son tahlilde, Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetine dayandırılan ilkeleriyle İslami-tasavvufi düşünce ve hayat telakkisinin içinde yer alır.

ütüvvet, önceleri sadece cömertlik, misafirperverlik ve kah-

halifesi Nasır (1180-1225) fütüvvet teşekküllerini merkezi

ramanlık boyutlarına sahip iken, zamanla İslami ve tasavvufi

otoriteye bağlamıştı. Fütüvvetin Anadolu sahasında nüfuz

derinlikler kazanmıştır. Türklerin Müslüman olmasından sonra

kazanması da bu dönemde olmuştur. Halife Nasır fütüvveti

da ahi teşekküllerinin kurulmasında manevi ve fikri tabanı

yeniden teşkilatlandırırken, Anadolu Selçuklu Devleti’yle, ilk

oluşturmuş, Türklere özgü vasıflar kazanarak bu teşekküllerde

defa I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in şahsında ilişki kurmuştur. Bu

yaşamış, etkisini günümüze kadar sürdüre gelmiştir.1 Terim

hükümdar 1204’te ikinci defa tahta geçince ilişkiler yoğunlaş-

olarak, Türkçe yardım etmeyi seven, cömert kişi, Arapça

mış ve Muhyididîn b.Arabî, Şeyh Nasıreddîn el-Hoyî (Ahi Evren)

kardeşlik anlamlarına karşılık gelen ahilik üzerine kapsamlı

gibi mutasavvıflar Anadolu’ya gelmişlerdir. Yine XIII. Yüzyılın

araştırmalar yapan, Ahilik Vakfı’nın kurucusu cennet-mekân

ilk yarısı olan bu dönemde İzzeddîn Keykavus I. ve Alaeddîn

Galip Demir’e göre, Ortaçağ Anadolu’sunda Türkler’in yaptığı

Keykûbâd I. da fütüvvet teşkilatına girerek, birbirini takip eden

rönesanstır. 2

bu üç sultanın idaresinde Anadolu Ahi teşkilatı kurulmuştur. Özellikle İzzeddîn Keykavus I. döneminde Anadolu fütüvvet

TEŞKİLATIN KURULUŞU

ve ahiliği disiplinli bir teşkilat halinde belirmeye başlamıştır.

İlk ahi birliklerinin oluşmasından hemen önce, Büyük Selçuk-

Alaeddîn Keykûbâd I. zamanında da Nasır meşhur muta-

luların ele geçirdikleri veya gelip geçtikleri şehirlerde fütüvvet

savvıf Ömer Sühreverdi’yi sultana göndererek teşkilatlanma

birliklerinin yani fityanın etkili olduğu bilinmektedir. Şehir teşki-

tamamlanmıştır.3 Ahiliğin ahlâk ve erkânını tespit eden ve

latı yeniden kurulurken fütüvvet-esnaf birlikleri de oluşuyordu.

Ömer Sühreverdî’nin eserleriyle sûfî inanışlarıyla zenginleşen

Oysa Bizans Anadolu’sunda bu türden kurum yoktu. Abbasi

fütüvvetnâmeler, Anadolu’nun her tarafına yayılarak, şehir-

Devleti’nin son dönemlerinde görülen otorite boşluğu, fütüvvet

lerde ve köylerde fütüvveti benimseyen ahî zaviyeleri kurul-

teşekküllerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Bu yüzden Abbasi

muştur. Selçuklu’yu takip eden Osmanlı’da Osman ve Orhan

44 Mimar ve Mühendis


dönemlerine ait vakıf kayıtları da bu coğrafyada erkenden birçok ahî zaviyesinin kurulmuş olduğunu göstermektedir. Selçuklu sultanları Moğol egemenliği altında ülkede siyasi güç ve kontrolü kaybettiklerinden, şehirlerde ahiler yalnız ekonomik-sosyal yaşamda değil, kamu güvenlik sorumluluklarını da yüklenmişlerdi.4 Yani ahiler anarşinin baş gösterdiği, fetret dönemlerinde şehirlerin idaresini ellerine alıyorlar ve eski idareden yeni idareye geçişin şehir için büyük bir sarsıntıya meydan vermemesine çalışıyorlardı. Böyle bir teşkilâtın, hele anarşi devrelerinde, nasıl bir kuvvet ve lüzum kazanacağı meydandadır. İdare teşkilâtının inkişaf etmemiş olduğu o devirlerde, küçük kasabalarda, devlet kuvvetini değil, fakat, en mühim olan mahalli halk idaresini temsil edenler onlardı.5 Fas’lı Seyyah İbn Battuta bazı büyük şehirlerde baş ahînin bir sultan gibi davrandığına tanık olmuştur. Mesela, sof imalatı ve ticaretiyle zengin bir şehir haline gelen Ahi Şerafeddîn şehrin kamu işlerinde de egemendi.6 Anadolu ahiliğinin kurucusu olarak bilinen ve asıl isminin Şeyh Nasıreddîn el-Hoyî (1171-1261) olduğu tahmin edilen Ahi Evran, İran’ın Batı Azerbaycan taraflarında bulunan Hoy kasabasında doğ-

13. yüzyılın sonlarıyla 14. yüzyılın başlarında yaşamış olan sufi şair Gülşehri, manevi bir kişilik olan Ahi Evran’ın kerametlerini ve Ahiliğin kurallarını Kerâmât-i Ahi Evren adındaki mesnevi tarzındaki Türkçe risalesinde anlatmıştır. muştur. Anadolu’da Ahilik teşkilatının kurucusu ve 32 esnaf zümresinin piri kabul edilen bu âlim ve velî zatın asıl adı Mahmud’dur. Ahi Evran’ın çocukluğu ve ilk tahsil devresi, memleketi olan Azerbaycan’da geçmiş olsa da, gençliğinde Horasan ve Maveraünnehir’e giderek o yörede Fahruddîn-i Râzî gibi büyük alimlerden, ders almıştır. Daha sonra Bağdat’a gelmiştir. Bağdat’ın İslam dünyasının en büyük ilim, sanat ve irfan merkezi oluşu, Ahi Evran’ın çok yönlü bir ilim ve fikir adamı olmasında etkili olmuştur. Özellikle tefsir, hadis, kelâm, fıkıh ve tasavvuf gibi dinî ilimler yanında felsefe ve tıp sahasında sivrilmiş ve bu konularda eserler vermiştir.7 1205’te Kayseri’ye yerleşerek burada bir debbağhane kurmuştu. Şeyhi Evhadüddîn Kirmani ile birlikte bütün Anadolu’yu dolaşarak ahi teşkilatını kuran Ahi Evren şeyhinin Temmuz - Ağustos 2013 45


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Devlet genellikle beratlı esnafı desteklemiştir. Böylece esnafla devlet arasında gittikçe kuvvetlenen sıkı bir işbirliği ortaya çıkmıştır. Öbür yandan mal kalitesini koruma ve esnafın hiyerarşik nizamı imtihanlarla sağlanmıştır. İç örgüt böylece, devlet kontrolü dışında kalmıştır. ölümünden sonra bu teşkilatın önderi olmuştur. Ahi zümreleri şehirlerde olduğu kadar, köylerde ve uçlarda da büyük bir nüfuza malik olduğu için Ahi Evran’ın kurucusu olduğu ahilik teşkilatı, özellikle XIII. yüzyılın ikinci yarısında Moğol istilasından sonra devlet otoritesinin zayıfladığı dönemlerde varlığını hissettirmiş, şehir hayatında faal rol oynamış, siyasî bir amil olarak daima hesaba katılmıştır.8 13. yüzyılın sonlarıyla 14. yüzyılın başlarında yaşamış olan sufi şair Gülşehri, manevi bir kişilik olan Ahi Evran’ın kerametlerini ve Ahiliğin kurallarını Kerâmât-i Ahi Evren adındaki mesnevi tarzındaki Türkçe risalesinde anlatmıştır.9 TEŞKİLATIN İŞLEYİŞİ Fütüvvet ehli ahi zümrelerinin büyük şehirlerde çeşitli gruplar halinde teşkilatlandıklarını ve her zümrenin ayrı bir zâviyesi olduğunu biliyoruz. Eğer bir sanat erbabı büyük şehirlerde bir zaviyeye sığmayacak kadar kalabalık olursa şehrin çeşitli yerlerinde zaviyeler açmışlardır.

46 Mimar ve Mühendis

Bazen de bir teşekkülü besleyemeyecek kadar az miktarda olan çeşitli meslek mensupları da bir araya gelmişlerdi. Büyük şehirlerde muhtelif sanayi ve ticaret erbabının belirli yerlerde kapalı veya açık çarşıları vardı. Esnaf buralardaki dükkanlarda çalışırdı. Burada mesleki ahlâkın dayanışmacı ve altruist (diğergam) olması fütüvvetin tesirinin derecesini gösterir. Esnaf teşkilatı üretim faaliyetleri yanında, devletle esnaf arasındaki ilişkileri de düzenlemiştir. Yerel mal üretiminin ihtiyaca göre (arz-talep dengesi) ayarlanmasında yani, arza göre talep değil talebe göre arz dengesini sağlamada ahiler çok önemli bir görevi üstlenmişlerdi.10 Üretime, talebe göre sınırlandırma getirilerek, fazla üretim fiyatın düşmesine ve esnafın zarara uğramaması amaçlanmış, noksan üretim yapılmayarak da fiyatlarda rayicin üzerindeki artış ve tüketicinin zarar görmesi önlenmiştir. Bu nedenle şehrin nüfusuna göre üretimin ayarlanması da gereklidir. İşte bu koşullar, kasabada esnaf teşkilatının temel ekonomik sistemini belirler. Ortaçağ esnaf teşkilatında her sınıf mal üreticisinin sayısı, yani üretimi şehrin nüfusuna göre ayarlanmıştır. Mesela, Beypazarı’nda 10 fırın ustasına izin verilmişken, İstanbul’da 150 ustaya izin verilmiştir. Talep arttığı zaman kenar mahallelerde koltuk denilen kaçak ustalar ortaya çıkmıştır. Bu kaçakları yasaklamak için esnaf devlete başvurmuş, esnaf ustaları, esnafın seçiminden sonra padişah beratıyla onaylamıştır. Devlet genellikle beratlı esnafı desteklemiştir. Böylece esnafla devlet arasında gittikçe kuvvetlenen sıkı bir işbirliği ortaya


sinde kendisini tanımlarken “pirlerin piri” olarak kullandığı bu unvan, Selçuklu hakimi olan kadı tarafından da tescillenmiştir. Ahi Evran’a bu tescilli unvanın verilmesinin sebebi kuşkusuz kümelenme-clustering* teorisine dayalı Kayseri’de kurduğu meslek guruplarının sanayi ve ticaret sitelerinde örgütlenmesine dayalı yeni üretim sistemini, tüm Selçuklu şehirlerinde yaygınlaştırmayı başararak, sanayiye dayalı yeni bir üretim ağı kurmuş olmasıdır. Böylece sanayi birliklerine dayalı Kayseri’de başlatılan sanayi devrimi, Selçuklu devletince benimsenerek 1220-1237 yıllarında tüm Selçuklu ekonomisinde uygulanıp genişletilerek Selçuklu sanayi devrimi yaygınlaştırılmıştır.12 Fütüvvet geleneğine bağlı iktisadi bir teşkilat olan Ahi birlikleri, bu tip çağının haylice ötesindeki modern uygulamalarıyla Batı’daki benzer esnaf ve dayanışma yapılarından oldukça farklıydı. Roma ve daha sonra Bizans İmparatorluklarında ise meslekler birbirinden ayrı olarak devletçe düzenlenmişlerdi ve devletin denetimi altındaydılar. Selçuklularla aynı zamanda Avrupa’da da oluşmakta olan korporasyonlar Roma esnaf birlikleri (Collegia) geleneğinden ayrılmışlardır. Zira korporasyonlar İslâm esnaf birliklerine benzer şekilde kısmi bir özerkliğe sahiptiler; kendi kurallarını kendileri belirlemekte, üyelerini karşılıklı yardımlaşma ve dinî faaliyetler yönünden Collegia’nın etkileyemeyeceği bir biçimde etkilemektedirler. Haçlı seferlerinden sonra korporasyonların oluşmasında İslâm esnaf birliklerinin etkisi olduğu da belirtilmelidir.13

Ahilikte bir mesleğe eleman alınırken veya yetiştirilirken önce o kimse teste tabi tutulurdu. Çocuğun istitadı ve istekleri de dikkate alınarak seçim yapılarak, insanların tek bir mesleği iyi öğrenmeleri ve uzmanlaşmaları öngörülürdü. Ahilik mertebesi daha sonra kazanılırdı. Ahilerin üzerinde sırasıyla nakipler, halife ve şeyh vardı. Şeyh esnaf birliğinin başkanıydı. Şeyhü’l-meşayih–şeyhler şeyhi ise bütün esnaf birliklerinin en üst makamı idi. çıkmıştır. Öbür yandan mal kalitesini koruma, esnafın hiyerarşik nizamı imtihanlarla sağlanmıştır. İç örgüt böylece, devlet kontrolü dışında kalmıştır.11 Bu sayede özerk yapısını korumuştur. Yine bu dönemde yapılan iktisat hukuku alanındaki düzenlemelerin başında sınai mülkiyet haklarını da içeren mesleki birlikler kurarak üretim yapma hakkının düzenlenmesi gelmektedir. Bu düzenlemeyi tamamlayıcı hukuki düzenlemelerin başında da tarım ve ticaret sektörüne yönelik tedarik hukuku düzenlemeleri gelmektedir. Diğer bir önemli tamamlayıcı alan da makul fiyatların oluşması için gerekli toptan alışveriş piyasaları ile perakende alışveriş piyasalarının kurulması hukuku ile ilgili yapılan düzenlemelerdir. Böylece dünyada ilk kez sanayileşmeye dayalı iktisat hukuku düzenlemelerini ahilerle birlikte Selçuklular başlatmış ve uygulamışlardı. 1220-1237 döneminde Ahi Evran Anadolu’da “ehl-i sanayinin piri” unvanı ile anılmaya başlamış, kendisi de bu unvanı kullanmaya başlamış, kurduğu vakfın vakfiye-

YAPI VE İDARE MAKAMLARI Selçuklu esnaf teşekküllerinde işe ilk girenlere çırak veya yiğit denirdi. Ahilikte bir mesleğe eleman alınırken veya yetiştirilirken önce o kimse teste tabi tutulurdu. Çocuğun istitadı ve istekleri de dikkate alınarak seçim yapılarak, insanların tek bir mesleği iyi öğrenmeleri ve uzmanlaşmaları öngörülürdü. Ahilik mertebesi daha sonra kazanılırdı. Ahilerin üzerinde sırasıyla nakipler, halife ve şeyh vardı. Şeyh esnaf birliğinin başkanıydı. Şeyhü’l-meşayih –şeyhler şeyhi ise bütün esnaf birliklerinin en üst makamı idi. Çıraklar çeşitli kişilerin nezaretinde mesleki ve manevi yönden yetiştirilirdi. Birliklerde, esnaf önderleri siyasi bakımdan da nüfuz sahibi kimselerdi.14 Yazarı belli olan fütüvvet kitaplarının ilkinden Burgazî’nin Türkçe fütüvvetnamesinde ki bu aynı zamanda ahi zaviyesinde yetişen gençlerin el kitabı olarak kabul edilir; gençlere terbiye kuralları anlatılır. Aslında ahi birliğine bağlı bir çırak olabilmenin 124 kuralı vardı. Ahiliğin açık ve kapalı olmak üzere 6 şartı vardır. Açık olanlar, elini, kapını ve sofranı açık tut, kapalı olanlar dilini, gözünü ve belini bağlı tut; şeklindedir. Çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa geçişte, mutlaka tören yapılır, böyle bir tören için iş yerinin ustası bağlı bulunduğu Ahi birliğinden izin isterdi. Bu tören için gerekli hazırlıkları o iş kolunun birlik başkanı yapardı. Birlik başkanı, oluşturduğu heyete sanatın en tanınmış üstadlarını ve şehirdeki tüm Ahi birliklerinin başkanı olan Ahi Baba’yı davet ederdi. Bu heyet, çırak veya kalfanın o güne kadar ürettiklerinden örnekler alarak, kalite, evsaf ve işçiliği inceledikten sonra, adayların ahlâkına, dürüstlüğüne, ürettiği malın kalitesine kanaat getirirse çırak veya kalfa bir üst dereceye terfi ettirilirdi. Bu terfi merasimine “Şed Kuşanma Merasimi” (bir nev’i diploma töreni) denirdi. Ahi zaviyelerinde ve işbaşında yapılan eğitimde temel amaç öğrenciyi tam ve mükemmel biçimde yetiştirTemmuz - Ağustos 2013 47


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ tehdit altına alan aile, komşu ve çevre bilincinden uzak yaşamanın getirdiği bireysellik, bencillik ve çalışmadan-üretmeden yaşamak gibi menfi unsurlara bağlı olarak kaynaklanan pek çok psikolojik ve fizyolojik rahatsızlığa da şifa olacağı kanaatindeyiz. Bugünlerde bizim ve tüm dünya uluslarının ihtiyaç duyduğu sevgi ve barış dilini, tarihimizde farklı görüş ve inançlar arasında köprü kuran, adeta çimento gibi birleştiren ahilik kültürünü daha çok anlayarak, anlatarak ve uygulayarak sağlayabiliriz. Nihayet, çağındaki diğer popüler akımlarla karşılaştırıldığında fark yaratmış olduğu anlaşılan inovatif ahilere, bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktayız, neden mi? Çünkü tarihte “Mevlevilik, her kesimden taraftar bulmakla birlikte daha çok orta burjuva kesimine hitap eden ve sunni bir anlayışa sahip bir tarikat olurken; Bektaşilik yerleşik ve göçebe Türkmenlerden oluşan halk kesimi arasında yaygınlaşan ve bilhassa Rumeli'deki Hıristiyan kesiminin "ihtida"sında etkili olan heteredoks bir tarikat halini almıştır. Esnaf ve tüccar kesimi arasında yaygınlaşan Ahilik ise şehirli ve köylü toplulukları birbirine bağlayan köprü görevini görmüştür. Toplumun bütün kesimlerini kuşatan Mevlevilik, Bektaşilik ve Ahilik, bu özellikleriyle Osmanlı Toplumunu ayakta tutan saç ayakları haline gelmiştir.”19

mekti.15 Şehirlerde esnaf teşkilatı olarak yaygınlaşan ahilik köylerde de alpler (sipahiler) zümresi ile ilişki kurmuştur.16 XIII. yüzyılın ikinci yarısından XIV. yüzyılın başlarına kadar büyük devlet adamlarının, kadıların, müderrislerin, tarikat şeyhlerinin, büyük tacirlerin ahi teşkilatına girdiklerini görüyoruz. Bu olgular ahiliğin bu geçiş döneminde sosyal itibarı çok yüksek bir kurum olduğunu göstermektedir. Buradan hareketle Fas’lı seyyah İbn Batuda Ahilik teşkilâtındaki üyelerin gençlerden müteşekkil17 olduğunu söylese de, böyle etkin ve güçlü bir teşkilat yapısının her yaş ve kesimden üyeleri bulunduğu kabul edilebilir. Öte yandan bu kurumun bir zamanlar Anadolu kentlerinin ahileri tarafından geliştirilen terfi törenlerinin daha sonraki yüzyıllarda en azından bazı Anadolu lonca üyelerinin özelliği haline gelen kimi uygulamalara model oluşturmuş olması da mümkündür. Bu varsayım “fata” (gençler) denilen kişilerden beklenen ahlaki ve dini davranışları anlatan bazı risalelerin; Osmanlı döneminde, büyük olasılıkla ahilerin kendilerinin uzak geçmişte kaldıkları bir zamanda, lonca üyelerince kopyalanarak çoğaltıldığı gözlemine dayanmaktadır.18 Ahilik özellikle Osmanlı’da I.Murat (Ahi Murat) döneminden sonra zaman içerisinde özerklik vasıflarını yitirmiş olup, seçilmiş değil, atanmış liderler tarafından yönetilen bir teşkilat halini alarak, devlet yönetimi üzerindeki etkinliğini yitirmiş, teşkilat yapısı zayıflamaya başlamıştır. Bu yazımızda ortaçağda, göçebe Türklerin İslamiyeti kabul edip, Anadolu’da yerleşik hayata geçtiği esnada kurulan, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda da etkin bir rol oynayan ahilik konusu üzerine değerli çalışmalar ve araştırmalar yapmış olan ilmi şahsiyetlerin kaynak ve eserlerinden de istifade ederek bu önemli tarihi hazinemizin anahatlarını sizlerle paylaşmaya çalıştık. Ombudsmanlıktan, kümelenmeye, toplam kalite yönetiminden, mentorluk ve koçluğa… günümüzdeki modern kavramlarının nüvelerini bünyesinde barındıran past-modern ahilik kurumunun, post-modern bir kurum olarak yeniden yorumlanması ve yapılanmasıyla, günümüz insanlığını 48 Mimar ve Mühendis

KAYNAKlar 1 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, 9.Baskı, İstanbul 2009, s.124. 2 http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahilik 3 Tabakoğlu, a.g.e., s.125. 4 Halil İnalcık, Devlet-i’ Aliyye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 39.Baskı, İstanbul 2009, s.42. 5 Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Akçağ Basım Yayım, 6.Basım, Ankara 2011, s.112. 6 İnalcık, a.g.e., s.42. 7 Fatih Köksal, Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir Valiliği Kültür Yayınları, No.5, Kırşehir 2008, s.5-6. 8 Tabakoğlu, a.g.e., s.126. 9 Ahmet Yaşar Ocak, “Ortaçağlar Anadolu’sunda Toplum, Kültür ve Entelektüel Hayat”, İslam’ın Ayak İzleri-Selçuklu Dönemi, Kitap Yayınevi, İstanbul 2011, s.308. 10 Tabakoğlu, a.y. 11 İnalcık, a.g.e., s.41. 12 Ahmet Kala, Debbağlıktan Dericiliğe, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları 27, İstanbul 2012, s.36. * Ahi Evran’ın kümelenme modeli Kur’an Ahlâkından beslenir yani çıkar gözetmeksizin, Allah rızasını kazanmak için esnafın dayanışması esası üzerine kuruludur, ancak günümüzde Michael Porter tarafından izah edilen kümelenme modeli (clustering model), kapitalizmin esinlendiği paylaşmaya dayalı değil biriktirmeye dayalı protestan ahlaktan esinlenmektedir ki, bu kümelenme modelinin kuruluş amacı daha ziyade menfaat doğrultusunda rekabete dayalı maliyet avantajı sağlamaya yöneliktir. 13Tabakoğlu, a.g.e., s.126. 14 Tabakoğlu, a.g.e., s.127. 15 Galip Demir, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Ahilik, Ahi Kültürünü Araştırma ve Eğitim Vakfı Yayınları, İstanbul 2000, s.366-371. 16 Tabakoğlu, a.y. 17 The Travels of Ibn Battutah- abridged, introduced and annoted by Tim MackintoshSmith, published by Picador, London, p.103. 18 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Zanaatkârları, Çeviren: Zülal Kılıç, Kitap Yayınları, İstanbul 2011, s.67-68. 19 Osman Horata, “Osmanlı Toplum Yapısının Temel Dinamikleri, Mevlevilik, Bektaşilik ve Ahilik”, G.Ü. I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu (12-13 Ekim 2004, Kırşehir), C.1, Kırşehir 2005, s.533.


0(216) 517 25 99 www.ddsmuhendislik.com Temmuz - AÄ&#x;ustos 2013 49


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

AHİLİK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ve EĞİTİM VAKFI BAŞKANI DR. ALİ MAZAK

“BİREYLERE AHİLİK VASIFLARI KAZANDIRILMASI İÇİN ÖZEL BİR EĞİTİM GEREKİR” Meslek Ahlakı ve Mühendislik Etiği üzerine çıkardığımız dergimizin 72. sayısında, dosya konumuza temel oluşturacak bir söyleşiye yer verdik. Ahilik Kültürünü Araştırma ve Eğitim Vakfı Başkanı Dr. Ali Mazak ile yüzyıllar boyunca gerek ticaret gerekse de sosyal hayatta büyük bir değer olarak yer alan Ahilik Teşkilatı üzerine konuşma fırsatı bulduk. >

Bizlere ahilik teşkilatının kuruluşundan başlayarak günümüze kadar gelen durumu hakkında bilgi verebilir misiniz? Ahi kelimesi, Arapçada kardeş anlamındadır. Eski Çağatay Türkçesindeki eli açık, cömert demek olan ‘’akı’’ kelimesinden geldiği de ileri sürülmektedir. Ahi, vicdanını kendi üzerine gözcü koyan, helalinden kazanan, yerine ve yeterince harcayan, ölçü ve tartı ehli olan, yararlı şeyler üretip insanlara sunan insandır. Faslı Seyyah İbni Batuta 1200’lü yıllarda Anadolu’yu şehir şehir dolaşmış, her gittiği yerde Ahilerce ağırlanmış ve onlara hayranlığını seyahatnamesinde şöyle kaydetmiştir: Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar temiz, misafire hizmete istekli ve becerikli, kötülüğe karşı atak ve yürekli gençler yoktur. XIII. yüzyılda Anadolu'da, Balkanlar'da, Kırım'da Türkler tarafından kurulan esnaf, sanatkâr ve üretici (sanayi) birliklerine ahilik denildiği gibi, bunların uyguladıkları ahlâkî, iktisadî, felsefî prensiplere de ahilik deniyordu. Ahi Evran erkekler için ‘’Ahiyan-ı Rum’u (Anadolu Ahileri’ni)‘’, eşi Fatma Ana da ‘‘Bacıyan-ı Rum’u’’ (Anadolu Bacılarını) kurmuştur. Ahilik, Selçuklular ve Osmanlar devrinde, esnafı, sanatkarı ve meslek mensuplarını yetiştiren, örgütleyen ve denetleyen bir sivil 50 Mimar ve Mühendis

SÖYLEŞİ: FATİH GÖKSU

toplum kuruluşu olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Anadolu'da birliği, refahı, toplum düzenini sağladıkları gibi halkın maddî, manevî tüm ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda yapılanmışlardı. Ahilik benzeri oluşumlar diğer İslâm ülkelerinde de vardı. Ancak ahiler, özellikle iş ve meslek pirlerine bağlıydılar. İşe, sanata, kaliteye, helal lokmaya, iş ahlakına birinci planda önem vermeleriyle farklılıklar taşımaktaydılar. Doğudan vahşi Moğol taarruzlarının, Batıdan kara bulutlar gibi 10 kere tekrarlanan Haçlı saldırılarının, içeride onları kabullenmeleri gayrı kabil yerli kitlelerin dışlamaları ve baskıları altında yaşamaya, tutunmaya, varlıklarını sürdürmeye çalışan Türkmenler yeni yurtlarında yaşayabilmek için kurumlaştılar. İhtiyaçlarını görmek için Ahi dergahlarında topladıkları gençlere iş, sanat, meslek öğrettiler. Türkistan’dan, Horasan’dan, Semerkant’tan, Buhara’dan, Tebriz’den, Bağdat’tan gelen bilgili, deneyimli, olgun ustalara temiz gençleri teslim ettiler. Çoğu; göçebe, malcı, ziraatçı aile çocuğu olan bu gençler usta ellerde değişik meslek marifetleriyle yoğruldular. Temiz kişilikleri beceri, doğruluk, saygı, sevgi, iman, ibadet, aşk ve hizmet nitelikleriyle yoğruldu. Hakkın, yurdun, insanlığın, helalin, hürriyetin fedaileri oldular.

Köy köy, şehir şehir örgütlenen Ahi Dergahları, usta ellerde titizlikle uygulanan iş ve meslek eğitimi ve öğretimlerinin yanında, İslamiyet’in iman ve ibadet kurallarının, insani fazilet ilkelerinin, toplumsal edep ve erkan denilen görgü ve nezaket kurallarının, milli kimlik ve savunma niteliklerinin hepsinin öğretildiği birer eğitim ocakları mahiyetindeydiler. Ahi birlikleri, millî birliği ve bütünlüğü, sosyal dayanışma ve yardımı temel ilke olarak benimseyen, dostluk ve kardeşlik havası içinde, toplumsal ahlâk kurallarına sıkı sıkıya bağlı, millî bir toplum kurmayı amaçlayan, yurt ekonomisinde temel ihtiyaç maddelerini en kaliteli, en ucuz biçimde üretmeyi öngören millî bir örgüt biçimi idi. Sanatkarlara işyerinde yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisi ile mesleğinin inceliklerini öğretilirken, bunların akşamları toplandıkları ahî zaviyelerinde ahlak, görgü, dayanışma, paylaşma, birlikte savunma; kurumsal kimlik, inanç, ibadet eğitimi uygulanıyordu. Bu eğitimden geçen Türk esnaf ve sanatkarları hem aralarında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurmuş, hem de Bizans sanatkarları ile rekabet yeteneğine ve gücüne kavuşmuş oluyordu. Ahi Evran ihtiyaçlarla ilgili görüşlerini, herkesin anlayacağı biçimde açıklayan


Ahilik benzeri oluşumlar diğer İslâm ülkelerinde de vardı. Ancak ahiler, özellikle iş ve meslek pirlerine bağlıydılar. İşe, sanata, kaliteye, helal lokmaya, iş ahlakına birinci planda önem vermeleriyle farklılıklar taşımaktaydılar. birçok kitaplar yazmıştır. Letaif-i Hikmet adını verdiği kitabında: “İnsanoğlu medeni kökenli olup, yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratılmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demirci, marangoz, yapı ustası, kuyumcu, hekim, derici gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok sayıda insana ihtiyaç duyulur. Bu meslek dallarının gerektirdiği alet ve edevatı imal etmek için de birçok insan gücüne ihtiyaç vardır.” Bunun yanında, sonradan doğacak ihtiyaçların karşılanması için yeni sanat dallarının da meydana getirilmesi gerekmektedir. Ahi Evran’a göre; toplumda fertlerin büyük bir kesimi sanata yönlendirilmeli ki toplumun ihtiyaçları karşılansın. Ahi Evran’ın kurduğu Ahilik Teşkilatı’nın temel eğitim anlayışı bu görüşe dayanır. Devlet de bu yönde halkın eğitilmesine yardımcı olmalıdır. Ahilik sistemindeki meslek eğitim sisteminden usta, kalfa, çırak ilişkilerinden etkilenen Alman bilim adamı Franz Teaschner Anadolu’da Ahiliği araştırmış ülkesinde meslek okullarının kurulmasında bu sistemden yararlanılmıştır. Ahi birlikleri, Selçuklu Devleti zora düştüğü zaman Moğol işgal ordularıyla savaşmışlar, Anadolu Selçuklu Devleti'nin son dağılma zamanlarında meydana gelen otorite boşluğu döneminde geçici bir süre devlet fonksiyonlarını da üstlenmişler,

sosyal ve iktisadî yapının büyük sarsıntı geçirmeden intikalini sağlamışlardır. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda da önemli rol oynayan ahiler, yeni devletin kuruluşuna ve yürütülmesine destek olmuşlar; sonra esnaf birlikleri olarak iktisadi ve sosyal fonksiyonlarına devam etmişlerdir. Osmanlı döneminde Ahilik çok önem verilen bir teşkilat. Bu teşkilatın da belki de uzun yıllar önemli bir şekilde ayakta kalmasını sağlayan temel ilkeleri mevcut. Bu ilkelerden bahsedebilir misiniz? Prof. Ahmet Tabakoğlu Ahiliğin tarihimizdeki rolünü şöyle açıklar: "Ahî teşkilâtı Osmanlı Devleti'nin ve toplumunun oluşmasında büyük bir yere sahiptir. Yine ahiler, Osmanlı devleti'nin kuruluşunda gaziler, abdallar ve bacılarla birlikte önemli bir rol oynamış olmalıdırlar. O kadar ki ilk Osmanlı sultanları, Fatih dahil, ahî önderleriydi. İlk Osmanlı vezirlerinin birçoğu da ahî idi. Hatta ilk Osmanlı yeniçeri birliklerinin ahilerden oluştuğu ileri sürülmüştür."1 "Ahiler, kendimize mahsus bir iktisat süjesi oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. Hatta

bizim medeniyetimizi Batı'dan ayıran en önemli özelliklerin ahilikten kaynaklandığı söylenebilir. Batı medeniyeti ve kapitalizmi yapan en önemli faktör burjuva zihniyeti iken bizim içtimaîiktisadî hayatımızı büyük ölçüde ahi zihniyeti yönlendirmiştir. Bundan dolayı bizde kapitalizmi oluşturan sömürgeci faaliyetler, sınıf mücadeleleri görülmemiştir. Kapitalizmin oluşturup idealize ettiği homo economicus'un temel sâiki ferdî menfaattir ve bunun müşahhas şekli burjuvadır. Biz de ise toplum yararını kendi çıkarından üstün tutan, kanaatkâr fakat müteşebbis insan tipi idealize edilmiştir. Ahiler bunun somut örnekleridir. Fütüvvet ilke ve kurumlarıyla yakın ilgisi olan ahiler Selçuklu ve Osmanlı sanayi ve iç ticaret kesimlerini oluşturan esnaf birlikleri halinde devam etmişlerdir. Sanayi devrimiyle esnaf birlikleri Anglo-Saxon ülkelerinde ortadan kalkarken Osmanlılarda kendini yeni şartlara uydurarak varlığını sürdürmüştür.2 Kapitalizmin oluşturup idealize ettiği homo economicus'un temel sâiki ferdî menfaattir ve bunun somut şekli burjuvadır. Biz de ise toplum yararını kendi çıkarından üstün tutan, kanaatkâr fakat müteşebbis insan tipi idealize edilTemmuz - Ağustos 2013 51


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ miştir. Ahiler bunun somut örnekleridir..’’3 Ahi esnaf birlikleri, sosyal güvenlik ve kooperatif kurumları özelliğini de taşımaktadırlar. Bir başka açıdan devletin sınaî ve ticari kesimlerdeki uzantılarıdır. Devlet bu birlikler aracılığıyla sınaî üretimi, mal kalitesini ve fiyatları denetim altında tutar, piyasaları düzenlerdi. Ahilik, esas olarak, kaliteli insan, kaliteli sanatkar, dürüst tüccar ve iyi insan olmanın, Türk iş ve çalışma usulünün ahlak, edep ve erkanının kurumlaşmış halidir. Ahilik kadim fütüvvet gelenek ve terbiye sistemi üzerine kurulan ve işleyen bir dergah olmakla birlikte özellikle şu prensipleriyle eski fütüvvet teşkilatlarından ve diğer tasavvuf ekollerinden ayrılıyordu: 1. Ahînin mutlaka bir işi, bir sanatı olmalıdır, 2. Ahî, yeteneklerine en uygun olan tek bir iş veya tek bir sanatla uğraşmalıdır, 3. Ahî sanatının gelip geçmiş pîrlerini öğrenmeli, kendi ustasına kadar hepsine içten bağlanmalı, işinde ve yaşamında onları örnek almalıdır, 4. Ahî artan kazancından yoksullara ve işsizlere yardım etmelidir. 5. Ahî doğru olmalı, hak ettiğinden fazlasını kazanmaya tamah etmemelidir. Sonuçta, futüvvet ve ahilik anlayışı Kur'an'a ve Hz. Peygambere dayandırılan ilkeleriyle ve tasavvufî bir disiplin anlayışıyla bütün yüksek faziletleri yaşam biçimi haine getiren bir nitelik kazanmıştır. Ahi esnaf birlikleri, sosyal güvenlik ve kooperatif kurumları özelliğini de taşımaktadırlar. Bir başka açıdan devletin sınaî ve ticari kesimlerdeki uzantılarıdır. Devlet bu birlikler aracılığıyla sınaî üretimi, mal kalitesini ve fiyatları denetim altında tutar, piyasaları düzenlerdi. Fütüvvet ilkelerinden belki de en önemlisi sosyal dayanışma ve hizmet anlayışıdır. Bu konuda din farkı bile önemsenmez. Özellikle "elini, belini ve dilini korumak" “hak alıp hak vermek” şeklinde ifade edilen ahlâk ve namus ilkeleri fütüvvetin ve dolayısıyla ahilik( gençlik) düşüncesinin en önemli düsturlarından birisidir. Ahilikte ticari ahlâk çok önemsenirdi. Hak 52 Mimar ve Mühendis

Ahi Evran’a göre; toplumda fertlerin büyük bir kesimi sanata yönlendirilmeli ki toplumun ihtiyaçları karşılansın. Ahi Evran’ın kurduğu Ahilik Teşkilatı’nın temel eğitim anlayışı bu görüşe dayanır. Devlet de bu yönde halkın eğitilmesine yardımcı olmalıdır. al hak ver diyen, alırken satanı, satarken alanı kollayan ve böylece tüketici haklarını da içine alan bazı ilkeler vardı: 1. Haddini bilmek 2. Alırken de satarken de hakkı gözetmek. 3. İşinin hakkını vermek. 4. Kalitesiz mal üretmemek. 5. Hileli ve çürük mal satmamak. 6. Noksan tartmamak. 7. Bozuk terazi kullanmamak. 8. Taklitçi olmamak Ahilik Fütüvvetinde dostluğa da çok önem verilir, toplumda birlik ve dayanışmanın güçlenmesi için verilen eğitimlerde bazı prensiplere genişçe yer verilmekteydi: 1. Dostlarda hata aramamak. 2. Dostların hatalarını yüzlerine vurmamak. 3. Uyumlu olmak, kaynaşmak. 4. Dostlarla iyi geçinmek, onlarla şakalaşıp, birlikte eğlenmek. 5. Dostlarına dâimâ samîmî, saygılı ve ikramlı olmak, onlara şefkat ve zerâfetle davranmak. 6. Dostlara karşı sabırlı olmak, onların kusurlarını görmemek. 7. Dosttan kâr etmemek.

8. Dostları özür dilemek zorunda bırakmamak. 9. Dostları, istemeğe muhtaç etmemek. 10. Dostların şerefini kendi şerefinden üstün tutmak. 11. Dostların yerilmesini dinlememek. 12. Arkadaşları uğruna malını harcamak. 13. Dostlara hıyânette bulunmamak. 14. Dostların işlerini gönülden yapmak, kusurlarını örtmek, tavsiye ve telkinleri tenhâ yerde yapmak. ŞED BAĞLANAMAYANLAR Yamak, çırak ve kalfalık aşamalarını tamamlayan kalfalara ustası ve ahi baba tarafından güzel bir merasimle şed (esnaf önlüğü) kuşatılarak bağımsız sanat ve iş yapma beratı verilirdi. Ancak bazı insanlara şed verilmiyordu. Burgazi fütüvvetnamesinde kimlere fütüvvet verilemeyeceği (yani ahi olamayacağı) şöyle sıralanmaktadır: 1. Allah’a inanmayan nanköre. “Başı göğe irse de fütüvvet değmez. Zira fütüvvet hakdır, batılı kabul kılmaz” denilmektedir.


Ahi esnaf birlikleri, sosyal güvenlik ve kooperatif kurumları özelliğini de taşımaktadırlar. Bir başka açıdan devletin sınaî ve ticari kesimlerdeki uzantılarıdır. Devlet bu birlikler aracılığıyla sınaî üretimi, mal kalitesini ve fiyatları denetim altında tutar, piyasaları düzenlerdi. 2. Münafık ikiyüzlüye. “Zira münafık zişt necisdür. Gerçi ol sureta ademdür, illa sıfatda itdür...” denilmektedir. 3. Müneccim ve falcılara (medyumlara). 4. İnsanları rahatsız eden alkolik sarhoşlara. 5. Edep ve utanma duygularını kaybeden hamam yıkayıcısına. 6. İyiyi ve kötüyü, dost ve düşmanı bir tutan tellala. 7. Sözünde durmayan, bugün yarın diye oyalayan sahtekâra. 8. Tuzakla kuşları tutmayı meslek edinen, yavrularını anasız bırakan avcılara. 9. İhtikarcı (karaborsacı) tüccara.4 Teşkilatın içindeki iş ahlakı, (günümüzle de kıyaslama yaparak) konusunda ne söylemek istersiniz? Ekonomi ve ahlâk insan hayatının ayrılmaz iki önemli boyutunu oluşturur. İş ahlâkı ise çalışanlar ve işverenlerle ilgili ahlâk demektir. Çalışanlar ile çalıştıranlar toplumun ahlak normlarına uymak durumundadırlar. İşçi ahlâkının temeli işini iyi yapması, işveren ahlâkının temeli ise işçinin hakkını vermesidir. Günümüzde tüketicinin korunması, asgarî ücret ve gelir dağılımı gibi konulara bakılırsa iş ahlâkının yeterince gözetilmediği görülür. İş hayatında etik ve ahlak temelli standardazisayonlar güven sağlayarak, belirsizliği azaltarak işletmeleri mükemmelliğe, istikrara ve kaliteye götüren bir süreçtir. Ahlaki standartlarla temellenen ve yürüyen ekonomik organizasyonlarda kaynak israfı olmaz. Bu yoldan elde edilen bireysel ve kurumsal fayda, toplumsal yararları da yanında getirmektedir. Günümüzde iş rekabetleri, sınıf farklılıkları

bir takım ahlak sapmalarına neden olmakta, bu da iş ve ahlak ilişkisinin daha çok incelenmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Günümüzde emeğin hor görülmesinin temel sebebi insanın hor görülmesidir. İnsan bir beşerî sermaye, bir kaynak, bir işçi, bir tüketici, bir müşteri vs. gibi ele alınabilir ama bir "insan" olarak ele alınmaz. İnsanın insan yerine konmaması emek sömürüsünün de yoğun olmasının göstergelerindendir.5 Kapitalizmin oluşturup idealize ettiği homo economicus'un temel sâiki ferdî menfaattir ve bunun somut şekli burjuvadır. Bizde ise toplum yararını kendi çıkarından üstün tutan, kanaatkar fakat müteşebbis insan tipi idealize edilmiştir. Ahiler bunun somut örnekleridir.6 Ahilik de Ahîye üretici olmayı ve işini layıkıyla yapmayı ve ürettiği hizmeti veya malı değerinden fazlasına satmamayı ahlâkî bir görev olarak yükler. Bu sistemde en üst ahi baba ve usta ile kalfa, çırak, yamak hiyerarşisindeki her kişi aynı düzlemde, aynı sofrada ve aynı yemekleri yemektedirler; aynı sohbet halkasında bulunmaktadırlar. Sohbetin teması da hayallerin ötesindeki Hak’kın büyüklüğü, peygamberlerinin örnek meziyetleri, erenlerin yüksek davranış biçimleri; helal ekmek kazanmanın yol ve yöntemleri; hayatı insan gibi düzenlemenin, yürütmenin ve başarıyla bitirmenin yol haritasıdır. Modern kapitalizm ise kazanmak, dövmek hatta öldürmek üzerine kurulmuştur. Geçmişin, zencileri vahşi hayvan gibi avlayıp emek piyasasına süren sömürgecilerinin, kadın ve çocuk işçileri acımasızca sömüren sanayicilerinin ve toplama kamplarında toplu imha gerçekleştirenlerin torunları

Ahlaki standartlarla temellenen ve yürüyen ekonomik organizasyonlarda kaynak israfı olmaz. Bu yoldan elde edilen bireysel ve kurumsal fayda, toplumsal yararları da yanında getirmektedir. günümüzde belki insan haklarını en çok savunanlardır. Bu hayat tarzı sermayeyi ve tekniği ön planda tutuyor, insan ise bunların işine yaradığı kadar önemsenir.7 Ahilik sisteminin kişiye edep ve adap aşılamaya çalışan bir disiplin olduğu uygulanan bir çok kural ile görünmektedir. Esnaftan başlayarak, halka yayılan bir "düzgün yaşam" amacı seziliyor sanki? Ahilik müşteriyi velinimet olarak kabul eder. Razzak olan Allah’ın yoldan çevirip işyerine getirdiği bir emanettir gelen müşteri. Ona bir kısmet taşıyıcısı insan olarak güzel muamele etmekle mükellef sayar kendisini. Bir şey alsa da almasa da güleryüz göstermeli, ikramda bulunmalı, memnun etmelidir. Bu meziyet halen Türk esnafında devam eder. Özellikle Ahi Evran’ın ve eşi Fatma Ana’nın kurduğu Kayseri çarşılarında sınırsız nezaket, ikram ve güleryüz görürsünüz. Ahilik felsefesinde, tüccar Allah’n sevgilisi, müşteri de velinimettir. Sirkecide uzun yıllar dostum olan bir işletmeci esnafımız, her sabah namazını kılar, abdestli olarak askısından aldığı beyaz iş önlüğünü önce öper ondan sora giyerdi. Akşam iş bitiminde de onu öperek askısına emanet eder, dükkanından çıkardı. Ustasından böyle gördüğünü söylerdi. Ona göre Temmuz - Ağustos 2013 53


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Ahîlik eğitimi, kişinin bütün gün (24 saat) yapacağı işleri ve yerine getirmesi gereken davranışları kapsar. Böyle bir eğitimle birey, insana yakışan bir davranış olgunluğuna kavuşmuş olacaktır. bu önlük Ahilikte kuşatılan şeddi (iş önlüğü). Her yıl Sultanahmet’de yapılan Ahilik merasiminde de onu görüyoruz. Evliyâ Çelebi Ahiliğin ahlaki ve manevi kaynağı konusunda şu görüşü ileri sürmektedir: “Silsile-i fütüvvet birbirinden biat ile ta Hazret-i Resûle ondan Hazret-i Cibril”e, ondan Cenâb-ı Hakk’a varır.”8 Ahilik bir iş ve meslek kuruluşu olmasının yanında metot ve felsefe olarak fütüvvete dayanır. Başkasını kendisinden önde tutma, diğergamlık, delikanlılık, mazluma sahip çıkma, zalime haddini bildirme, insana hizmet, misafire yolcuya ikram, Allah için insanı saymak, eli açıklık… gibi yüksek insani incelikleri içselleştirmiş karekterde insanlar kazandırmış topluma. Osmanlı Devleti’nde Ahilik teşkilatının bir tür tarikat olduğu da söylenmektedir. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Fütüvvet ve ahilik öncelikle bir Anadolu gençlik iş, meslek, sanat, delikanlılık felsefesi ve ülküsüdür. Evliya, eren, veli, usta büyüklerin kutlu sohbetlerinden irfan, edep, erkan, sevgi, yiğitlik; mübarek ellerinden sanat, meslek, ticaret, atıcılık talim eden; marifet sofralarından beslenen Ahiyan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum(Anadolu Delikanllar ve Genç Kızlar Birliği) birliğidir Ahilik. Bu yüzden gençlik meselesi hem kavram hem de kurum olarak kültürümüz ve tarihimizde büyük bir yere sahiptir. İslâmî gelenekte fütüvvet ve ahiliğin ne denli önemli olduğu çeşitli araştırmalarla ortaya konmuş-

54 Mimar ve Mühendis

tur. Fütüvvet ve Ahilik kavramı, Batı'daki şövalyelik, İran'daki civanmertlik, Japonların samuraylık, eski Türklerdeki akılık ve alplik ülküleri gibi yüksek ruhlu gençlik anlayışını taşıyordu. Önceleri sadece cömertlik, misafirperverlik ve kahramanlık boyutlarına sahip iken zamanla İslâmî ve tasavvufî derinlikler kazanmıştır. Türklerin Müslüman olmasından sonra da Türklere özgü iş, üretim, sanat, ticaret; kardeşlik ve dayanışma felsefesi vasfı kazanarak ekolleşmiş, teşkilatlanmış, yaşamış ve etkisini günümüze kadar sürdüregelmiştir 9 Ahilik teşkilatlarında Peygamberlerin, sahabelerin ve evliyaların örnek vasıfları, piri sayıldıkları meslekleri anlatılır; özellikle onların genç, yiğit, temiz, yüksek karekter örneklerini tanımaları sağlanırdı. Bu eğitim uygulamaları ve başlarındaki yetişkin ustaları ve kamil pirlerin güzel örneklikleri Ahî fütüvvet gençliğinin asil, inançlı, üretken, vasıflı, dürüst, dirençli ve merhametli bir nesil olarak yetişmelerini ve temellenmelerini sağlamıştır. Ahilik, esas olarak, kaliteli insan, kaliteli sanatkar, dürüst tüccar ve iyi insan olmanın, Türk iş ve çalışma usulünün ahlak, edep ve erkanının kurumlaşmış halidir. Hz. Ahî Evran’ın kurduğu Ahî birliklerine, boş insan kabul edilmez, ancak esnaf ve sanatkar olanlar; ya da yamak, çırak, kalfa olarak çalışanlar kabul edilirlerdi. Ahi ustalar, gençlere meslek ve iş öğretmiş, emeği ile geçinen, kendine güvenen, ayaklarının üstünde durabilen insanlar durumuna getirmişlerdir. Bir yandan da gerek müş-

terilerine gerekse çevresindeki insanlara hizmeti ibadet sayan asil bir terbiye vermiş, kişilik kazandırmışlardır. Aynı zamanda iyi insan niteliklerini üzerinde taşıyan sanatkârların, iyi esnaf ve ticaret erbabı olmalarını öğütlemişlerdir. Esnaf birliklerinin manevi merkezi Kırşehir'di. Debbağlarm ve hatta bütün esnafın piri sayılan Ahi Evren'in halefleri asırlar boyu Osmanlı esnafının birliğini sembolize etmişlerdir.10 Bunlar zaman zaman bütün Osmanlı ülkelerini dolaşırlar, hatta Bosna-Hersek ve Kırım gibi uzak bölgelere gidip oralarda kalfalık, ustalık imtihanları yaparlar ve peştamal (şed) kuşatırlardı.11 KAYNAKlar 1

Giese, 1925,1, 163’den naklen Tabakoğlu, ag. 247.

2

Sombart kapitalizmin Batı'ya sağladığı imkanları,

"Zengin olduk, çünkü ırklar ve milletler bizim için tamamen öldüler, bizim için kıtalar ıssızlaştı" ifadesiyle sömürgeciliğe bağlar. Bkz. Sée, Henri, Modern kapitalizmin doğuşu, (Çev. T. Erim), İst. 1970, 43; XVI. yüzyılın ilk yarısında İspanyol Cortez Aztek, Portekizli Pizarro İnka uygarlıklarını kısa sürede ‘her türlü zulüm ve alçaklık’la yokettiler. Altın elde etmek için Aztek ve İnkaların yokedilmeleri hakkında bkz. Cipolla, Fatihler, Korsanlar, Tüccarlar, (Çev. T. Altınova), İst. 2003, 2-3; Yelken ve Top, (Çev. A. Kayabal), İst. 2003, 75; “Coğrafî keşiflerden sonra Avrupa devletleri açgözlükte ve barbarlıkta birbirleriyle yarıştılar”. Baharat ticareti için Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler, İspanyollar ve Fransızlar insanları fakir düşürdüler, köleleştirdiler ve kimilerinin de ‘kökünü kuruttular”: Dalby, Andrew, Tehlikeli Tatlar, Tarih Boyunca Baharat, (Çev. N. Pişkin), İst.2004, 11. 3

Ahmet Tabakoğlu ,Türkiyede İş Ahlâkı Geleneği, İTO

Yayını, İşletmelerde İş Etìgì, Editörler: Sabri Orman, Zeki Parlak, İstanbul. 2009, s.220 4

Gölpınarlı, Burgazi Fütüvvetnamesi, 121.

5

Tabakoğlu, ag., 226.

6

Tabakoğlu, ag., 230.

7

Tabakoğlu, ag., s.220.

8

Evliya ÇELEBİ, Seyehatname, c.1, s. 504’de nak.

Sabahattin GÜLLÜLÜ, a.g.e. s.99 9

Tabakoğlu, ag. 231.

10

Ahi Evren'in postuna oturan (postnişîn) bu zatlara

Ahibaba da denirdi. Bazı yerlerde esnaf şeyhine Ahibaba vekili denmesi bu bağlılığın bir ifadesidir. Bkz. Hasan, 1932, 8. Bursa gibi bazı şehirlerde de Ahibaba vekilliğini tarikat şeyhleri yapıyorlardı. Bkz. Turgal, 1940, 102, 152. nak. Tabakoğlu, ag. 11

Hamdija Kresevljakoviç 1887 yılına kadar Bosna'da

mevcut bulunan debbağ esnaf birliğine Ahi Evren'i temsilen Kırşehir'den şeyh (ahibaba) geldiğini bildirmektedir. Bkz. Gölpınarlı, 1949-50, 94; Taeschner, 1955, 24; Arnakis, 1953, 246-7. nak. Tabakoğlu, ag. 253.


Temmuz - AÄ&#x;ustos 2013 55


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Avni ÇEBİ1,2 Elektronik ve Haberleşme Mühendisi1 MMG Etik Kurulu Başkanı2

ETİK VE SÜRDÜREBİLİRLİK

İ

Ahlaki davranış; zihnimiz, gönlümüz ve eylemlerimiz arasında akıl ve vicdanımızın kabul edebileceği bütüncül bir değerler sisteminin sonucudur. Bütün ahlaki ve dini öğretilerin temeli “sana yapılmasını istediğini başkasına yapman veya sana yapılmasını istemediğini başkasını yapmaman” altın ilkesine bağlıdır. Bu

ilke kuşatıcı ve bütüncül bir anlayışı eylemlerimize kazandırır. İnsan aklı ve vicdanı bunu anlayacak, kavrayacak bir bilinçte yaratılmıştır. Bu temel içimizde bizi koruyan, geliştiren, onaran, güzelleştiren, adalete sevk eden, iyiliğe çağıran insan toplumlarının tarih boyunca ortak sağduyusu ve bilincinin altın oranıdır.

nsanın eylemlerini ve yapıp ettiklerini yönlendiren, motive eden, yapılan işleri anlamlı kılan, derinleştiren, güzelleştiren, iyileştiren ana ilkeler ahlaki formlar ve anlayışlardır. Hayatın anlamı, eylemin içeriği, yapılan işin bütün çıktıları bizi biz yapan değerler, normlar, standartlar ahlak ve etiğin bir çıktısıdır. Birey, toplum, doğa ve teknoloji arasındaki etkileşimin sağlıklı ve sürekli olması için ahlaki amaç ve etiğin sürdürülebilir olması gerekir. İnsanın varlığını sürdürmesi ve gelecek nesillerine kendisini aktarmasında ana bağlayıcı unsur, sürdürülebilir bir yaşam ve çevrenin ahlaki öngörülebilir bir çerçevede devamlılığını sağlamaktan geçer. İnsan aklının ve eylemlerinin hayata ve diğer bireylere bakan güven, emniyet, huzuru inşa eden ana umde ahlaki sürdürülebilirliktir. Mühendisler olarak ürettiğimiz her ürün ve hizmetin çıktısı, insan ihtiyaçlarının karşılanması, sürdürülebilir bir güven ortamında akıl, ruh ve beden sağlığı ve bütünlüğünün sağlanmasıdır. İnsan bütün ürettiği işleri doğa-insan ilişkisi içerisinde organizasyon ve süreçlerden geçerek yapar. Bizim için temel olan doğa ve insan ilişkisini sürdürülebilir bir çevrede gelecek nesillerin hakkını da koruyarak yapabilme becerisi ve bilincini daimi olarak geliştirmek ve eylemlerimize erdemli bir içerik kazandırmak esası olmalıdır. Ahlaki davranış zihnimiz, gönlümüz ve eylemlerimiz arasında akıl ve vicdanımızın kabul edebileceği

bütüncül bir değerler sisteminin sonucudur. Bütün ahlaki ve dini öğretilerin temeli “Sana yapılmasını istediğini başkasına yapman veya sana yapılmasını istemediğini başkasını yapmaman” altın ilkesine bağlıdır. Bu ilke kuşatıcı ve bütüncül bir anlayışı eylemlerimize kazandırır. İnsan aklı ve vicdanı bunu anlayacak, kavrayacak bir bilinçte yaratılmıştır. Bu temel içimizde bizi koruyan, geliştiren, onaran, güzelleştiren, adalete sevk eden, iyiliğe çağıran insan toplumlarının tarih boyunca ortak sağduyusu ve bilincinin altın oranıdır. İnsanların bütün yapıp ettiklerinin bir nevi altyapısı olan bu temel ilke ile birlikte insanların özel alanlar için geliştirdiği kural ve standartlarda etik alan olarak önümüze çıkar. Trafik kuralları, bir mesleğin yapılmasında standart olan kurallar karşımıza bir etik alan olarak durur; meslek etiği, basın etiği, mühendislik etiği, tıp etiği veya Hipokrat yemini gibi alanlar bunlara örnektir. Ahlakın kuşatıcılığı bize bütüncül bir bakış açısı verirken meslek etiği de bize standartlar ve normlar üzerinden işimizi ölçeklenebilir ve izlenebilir bir şekilde yapmamızı sağlayarak adil ve sürdürülebilir bir süreç ve sonuç yönetimine imkân sağlar. Mühendisler olarak üretimin bütün süreçlerinde ve organizasyonun bütün aşamalarında ahlaki normlar ve etik kurullara uymayı kendimize görev edinmeliyiz. Yapılan bir ürünün sağlam, estetik, işlevsel, ergonomik, ekonomik ve çevreye duyarlı olarak

56 Mimar ve Mühendis


Teknolojinin ve sanayinin sağladığı güç ile “güç bende anlayışı” insani değerleri ve çevreyi her gün daha fazla tüketmeye zorlamaktadır. İnsanlık tarihinin şimdiye kadar görmediği bir üretim ve tüketim içerisinde hayatı tüketmekte, emeği ucuzlatmakta ve çevreyi kirletmekteyiz. yapılması, üretimin bütün süreçleri ve organizasyonun bütün aşamalarında, üretim ve tüketim zincirini sağlıklı ve sürdürülebilir olması ortak duyarlılık ve standartlarla sağlanır. İnsan, toplum ve doğa arasındaki ilişkilerde kaynak planlaması ve verimlilik arayışında sürdürülebilir bir çevre ve insanlar arası ilişkilerde erdem için sürekli kendimizi iyileştirmemiz gerekir. Yüzlerce yılda oluşmuş bütüncül ahlaki normların korunması ve geliştirilmesi sağlanırken bir taraftan da tüketilen çevrenin korunması sağlanmalıdır. Üretimin ve pazarlamanın her aşamasında insan emeği aziz bilinmeli, gelir adaletini sağlayacak, insanların yaşam sevincini arttıracak katılımcı ve çoğulcu bir kültürü hayatın her aşamasında yaşam kültürü haline getirecek bir ahlak ve etik anlayışı daha yüksek sesle dile getirmeliyiz. Sürdürülebilir bir yaşam ve çevre için her zamankinden daha fazla duyarlı olmalıyız. Dünyamız çok büyük, herkese yetecek kadar kaynağa ve imkânlara sahiptir. Mühendislik etiği, ham maddenin çıkarılması, malzemenin geliştirilmesi, ürünün üretilmesi ve tüketiciye nihai ürün olarak sunulmasına kadar organizasyonun her aşamasında sürekli eğitim ve farkındalık sağlanarak tarafların mutluluğu ve hakça paylaşım ilkeleri içerisinde doğanın bütünlüğü korunarak yürütülmelidir. YAPABİLECEKLERİMİZ… Bilim ve teknolojinin her gün hayatımızda daha fazla yer edinmesi ile artan hız ve üretim ahlaki noktaları aşındırmaktadır. Teknolojinin ve sanayinin sağladığı güç ile “güç bende anlayışı” insani değerleri ve çevreyi her gün daha fazla tüketmeye zorlamaktadır. İnsanlık tarihinin şimdiye kadar görmediği bir üretim ve tüketim içerisinde hayatı

tüketmekte, emeği ucuzlatmakta ve çevreyi kirletmekteyiz. İnsanlığın içerisine girdiği bu tüketim yarışı ne kadar sürdürülebilir ve insan fıtratına uygundur. İçine girdiğimiz kaynaklarımızı tüketen bu yarıştan bu akıl tutulmasından ancak akl-ı selim ve insanlığın ortak değerlerini güçlendirerek çıkabiliriz. Yıkıcı savaş teknolojileri için ayrılan kaynaklar insanların yaralarını sarmak, ortak insanlık değerlerinin güçlendirilmesi için harcanmalı, bu konuda evrensel bir duyarlılığın yükseltilmesi için çalışmalıyız. Bugün insanlık; geldiği bilişim, iletişim ve ulaşım imkânları ile bunu yapmaya her zamankinden daha yakındır. Birbirimizi ve işimizi önemseyerek daha huzurlu ve sürdürülebilir bir ortak gelecek için çalışmalıyız. Sahip olduğumuz kadim ahlaki normlar ve meslek etiklerimiz daha iyi bir gelecek inşa etmeye yetecektir. Kendimiz, çocuklarımız ve gelecek nesillerimiz için bilgi, sabır, aşk ile çalışarak sürdürülebilir bir geleceği etik değerler üzerine inşa edebiliriz. Yok etmeden, keşfetmenin ve var etmenin heyecanını sürekli diri tutabiliriz, hayatı herkes için daha anlamlı ve yaşanabilir kılabiliriz. Azmanlaşan şehirler ve devasa yapılarda insanın geleceği nereye taşınıyor? Gelecekte bir gün gelecek ancak bize ne getirecek? Her geçen gün azalan yeşil, artan trafik ve uzun çalışma saatleri içerisinde, ailemizi, ilişkilerimizi, dostluklarımızı, insanlığı gelecekte nereye taşıyoruz? Yok edilen şehir kimlikleri, yok edilen yöresel mimari, yok edilen yerel tatlar ve mutfaklar, yok edilen yerel giyim ile dünya tek pazara dönüşürken kültürel çoğulculuk kaybolmakta, insanlar benzer ürün ve markaların tüketicisi zom biler durumuna getirilmekte, insanlığı yüzlerce yılda oluşturduğu kadim kültürler, değerler ve yaşam tarzları yok edilmektedir. Dayatılan yaşam tarzları karşısında insanlar çaresiz kalmakta, adeta kültürel bir kıyım bütün dünyada yaşanmaktadır. Adem’in çocukları olan bizler yitik cennetimizin misalini dünyada kurmak için “içimizde bizi iyiliğe çağıran meleğin sesine daha çok kulak vermeliyiz.” Bu ses bizleri ariflerin, bilgelerin yoluna ileterek aradığımız insani masumiyet ve mutluluğu bize taşıyacaktır. Evrensel ahlaki değerler ve etik bizleri bu geleceğe taşımak için biricik azıklarımızdır. Sürdürülebilir bir sosyal-kültürel-eko sistem için insan aklı ve vicdanı marifet sahibi bir usta eliyle geleceği inşa edecektir. Bu geleceğin inşasında neden bizim emeğimiz ve alın terimiz olmasın?

Temmuz - Ağustos 2013 57


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

İGİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI ŞÜKRÜ ALKAN

"TÜRKİYE'DE ETİK KAVRAMININ YERİNE AHLAK KAVRAMINI KOYDUK." İŞ AHLAKI VE GİRİŞİMCİLİK EKSENİNDE ÇALIŞMALAR YÜRÜTEN İKTİSADİ GİRİŞİM VE İŞ AHLAKI DERNEĞİ İGİAD’IN SAYIN BAŞKANI ŞÜKRÜ ALKAN İLE YAPTIKLARI FAALİYETLER ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ GERÇEKLEŞTİRDİK. >

İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği İGİAD 2003 yıllarından itibaren kurulan bir dernek. İş ahlakına dair önemli çalışmalar yapmaktasınız. İnsanın erdemli olma vasıflarını elde etmeye yönelik bir mücadelesinden bahsedecek olursak, onun içinde bulunduğu toplumla birlikte kendi içinde taşıdığı temel ahlaki değerleri imar etme sürecinde olduğunu görüyoruz. Bu süreç içerisinde medeniyetler birbirinden farklı yöntemlerle kendilerine has sosyal bir ahlak şeriatının temeli oluşturuyorlar ve bu temel üzerinde insanın erdemli değerlere doğru olan yükselişi konumlanıyor. Mesela bütün dinlerde ahlak aynıdır, şeriatlar farklıdır. Tüm dinlerde hırsızlık yapmak suçtur ya da Kızılderililerde de yalan söylemek kötüdür. Bu noktada İslam medeniyetinin oluşturduğu sosyal ahlak şeriatının diğer medeniyetlerden farkını belirleyen ilkeler nelerdir? Ahlak mı etik mi ayrımının arasındaki farklılıklar, Doğu'nun ve Batı'nın bu ayrıma nasıl baktığı, açıkçası bizim için çok önemli. Çünkü İGİAD'ın kuruluşunun da temelinde bu çıkış vardır. 2000'li yıllarda sadece Girişim Platformu kurma ihtiyacı hissetmiştik. O yıllarda iş adamlarıyla bir araya gelmelerimizde, özellikle camiamızda iş kapasiteleri arttığı halde iş ahlaksızlığının da arttığının farkına varmıştık. Çeklerin zamanında ödenmemesi, mal teslim tarihlerinin uzaması, kaliteli mal alımında karar kılınmışken kalitesiz malların müşteriye verilmesi gibi birçok alanda iş ahlaksızlığına dair bulgular elimi58 Mimar ve Mühendis

SÖYLEŞİ: YUNUS EMRE TOZAL

ze ulaşıyordu. Verilen sözde durulmaması, randevulara sadık kalınmaması gibi hem kişisel hem toplumsal iş ahlaksızlıklarının artması, ciddi bir sıkıntıydı. Bu sıkıntılara baktığımız zaman, birçok alanda boşluklar gördük. O boşlukları doldurma anlamında da bir platform kurduk. Kurulan platform, kısa bir süre içinde beklediğimiz çok üstünde taraftar topladı, iş dünyasında çok dikkat çekti. Sonrasında bu platformun kurumsal bir yapıya dönmesi gerektiğini düşünerek 2003'te İGİAD'ı kurduk. İGİAD'ı kurduğumuzda, aramızda derneğin adını kurma noktasında uzun istişareler yaptık. Çünkü çıkışımız 'iş ahlakı'ydı. Ama ahlak dediğimiz kavram, göreceli bir kavram. Bu kavramın Batı'daki algısıyla Doğu'daki algısı arasında bir takım farklar olmakla birlikte, birbirleriyle örtüştüğü birçok noktalar da var. İfade ettiğiniz üzere, hırsızlık dünyanın hiçbir yerinde meşru görülmemiş, hiç kimse yalanı doğru kabul etmemiş. Dolayısıyla da toplum içindeki bazı kurallar, yazılı olmayan ahlak kuralları, o toplumun kendi örf ve adetlerinden; gelenek ve göreneklerinden geliyor. Ama toplumların kendi örf ve adetlerinden; gelenek ve göreneklerinden gelen yazılı olmayan ahlak kurallarının genel ahlaka yansıyışı, toplumların huzur olarak aradığı, herkesin her yerde kabul ettiği kurallar bütünü. Bu bütünlük, Batı'da da, Doğu'da da her yerde aynı, değişmiyor. Bu noktada kurallardan kaynaklanan değil, insanların kendi zafiyetlerinden kaynaklanan sıkıntıların varlığı söz konusu. Bir insanın "şu günde, şurada, şu saatte, malı teslim edeceğim" dediğinde, eğer bu

sözünü ihlal ediyorsa, bu durum kuralların toleranslı olmasından kaynaklanmaz; kendi zafiyetinden kaynaklanır. Peki, İGİAD nasıl ve ne amaçla kuruldu? İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği İGİAD 2003 yıllarından itibaren kurulan bir dernek. İş ahlakına dair önemli çalışmalar yapmaktasınız… 2000'li yıllardan itibaren toplantılarımızda iş ahlakının çok önemli olduğunu, ahlakın da referans kaynaklarının bulunduğunu farkettik. Batı, nasıl kendi referans kaynaklarını almışsa, bizde de Hz. Peygamber (s.a.v.)'den İslam medeniyetinin o kadim geçmişinden gelen bir takım ahlaki davranışlar var. İGİAD tam bu noktada, ahlak kurallarını insanların böylesine zafiyete uğrattıkları böyle bir toplumda nasıl diri tutabiliriz, sorusundan yola çıkılarak kuruldu. Tabiri caizse, ahlakın bizdeki karşılığını toplumda ve medyada daha yüksek sesle getirmek ve bu alanda çalışmalar yapmak; işyerlerinde ahlaki değerlerin uygulanması noktasında faaliyetler düzenlemek için kurumsallaştık ve İGİAD'ı kurduk. Ahlak ve etik kavramları arasında bir ayrım yapıyor musunuz peki? Aralarında bir fark var mı sizce? İGİAD kurulduğunda çevrede ve iş dünyasında ahlaktan öte etik kavramı çok daha fazla yaygındı ve etik kavramı kullanıldıkça insanlar tarafından algı farklılığı da meydana gelmekteydi. Biz ısrarla ahlak dediğimizde, 'iş ahlakı'nda kast ettiğimiz değerlerin İslam ahlakı olduğunu, dolayısıyla İslam'ın özün-


Batı, nasıl kendi referans kaynaklarını almışsa, bizde de Hz. Peygamber (s.a.v.)'den, İslam medeniyetinin o kadim geçmişinden gelen bir takım ahlaki davranışlar var. deki mesajı içerdiğini, insanların imanî bir duruş sergilenmesi gerektiğini, bunun yanında örf ve adetlerimizden de, yazılı olmayan, Kuran'da da ifadelendirilmeyen gelenekten gelen adetlerin olduğunu farkettik. Çünkü şöyle bir durum ortaya çıktı. Siz bir reklam yapacaksınız. Ama yaptığınız reklam çalışmasında kadın vurgusunu kullanıyorsunuz. Örneğin araba satıyorsunuz ve kadın figürü kullanıyorsunuz. Baktığınız zaman, etik gibi gözüküyor ama burada İslam'ın kadına bakış açısını ya da o reklamda kadına giydirilmiş olan çerçevenin ahlaki mi değil mi sorusu devreye girdiğinde, etik ve ahlak bir anda çatışıyor. Etik mi ahlak mı? Etik olarak kabul edilebilecek bir reklam anlayışı var ama ahlaki bir reklam anlayışının olmadığını görüyoruz. O yüzden biz, öncelikle sürekli yapılanan toplumumuzda kullanılagelen ahlak ve etik kavramlarının yerlerinin değiştirilmesi gerektiğini düşündük. İlk kurulduğumuzda da bunu çok tartışmıştık. İGİAD kurulduğunda etiği rafa kaldırmalı, ahlakı bu toplumun gündemine yerleştirmeli ve kavram karmaşasından sıyrılarak ona göre ilerlemeli dedik. O günden bugüne, hep ahlaki değerler üzerinden faaliyetler düzenledik. İGİAD kurulduğundan bu yana tam olarak neyi savundu, ne gibi çalışmalara imza attı? 10. yılı geride bırakıyoruz bu yıl. Nasip olursa Eylül ve Ekim ayında yeni ve farklı bir konseptle çıkacağız. Nisan-Mayıs gibi Bakanlar Kurulu kararıyla ismimizin başına Türkiye takısını aldık ve Türkiye İGİAD olduk. Yönetim kurulumuzla birlikte değerlendirmeler yaparken geçtiğimiz 10 yıla baktığımızda, en azından şunu söyleyebiliyoruz; Biz Türkiye'de en azından etik kavramının yerine ahlak kavramını koyduk. Bunu da yaptığımız kamuoyu yoklamalarında net bir şekilde görüyoruz. Medya takip servisleri, ahlakla ilgili her türlü yazılan yazıları, görüntüleri ve haberleri bize haber veriyorlar. Bugün de yine haberler gelmişti, siz gelmeden önce

baktım. Bir gazetenin Ramazan köşesinde iş ahlakıyla ilgili, bir söyleşi var ki, tek sayfalık bir söyleşi. Daha önceden o söyleşilerin başlığı iş etiği diye geçiyordu. Birçok kişi de öyle biliyordu. İGİAD 2003 yılında kurulduğunda bir taraftan ahlakı savundu, diğer taraftan da pısırık diye ifade edilen, aza tamah eden, çekimser, çok fazla girişken olmayan bir iş adamı profilinden, "girişken olsun, yapmış olduğu işin en iyisini yapsın, yapacağı işi çevreye en fazla katkı sağlayacak derecede ahlaki değerlerle yapsın" diyecek bir iş adamı profili öngördük ve bu nedenle hem girişimcilik alanlarında hem de işin ahlakıyla örtüşen faaliyetler programladık. İşin özünde ahlaklı girişimcilerin çoğalmasıdır yani… Temel çıkışı bu oldu. Bu yüzden de çok farklı alanlarda çalışmalar yaptık, 10 yıldan bu yana yapageldiğimiz çalışmalarımız var. Mesela İGİAD'ın bu alana katmış olduğu faaliyetlerden en önemlisi, çok fazla yazılı kaynak ve entelektüel birikimin olmadığı iş ahlakı alanında yazılı kaynaklar ortaya koymak olmuştur. Bu anlamda biraz nostalji takılıyoruz, Ahilik teşkilatına göndermelerde bulunuyoruz ama günümüze dair çok fazla sözümüz yok. Bu yüzden de 10 yıldır ciddi bir yayıncılık faaliyeti yapmaktayız. Eğitim faaliyetleri içerisinde yayıncılık faaliyetlerimiz epey dikkat çekti. Şu ana kadar 14 tane kitap çıkarttık örneğin, bu 14 kitabın her biri işin ahlaki ve girişimcilik yönünü ele alan yayınlar. Yayınladığımız raporların içeri-

ği de yine iş ahlakı ve girişimciliğe yönelik. Türkiye İş Ahlakı Raporu ve Türkiye Girişimcilik Raporu 2008'de yayınlandı. Türkiye İş Ortaklığı Raporu ve İnsani Ücret Raporu da öyle. Aynı zamanda İş Ahlakı Dergisi'nin 10. sayısını çıkarttık ki, özellikle akademik camiada dergimize ciddi bir talep var. Dergimiz Türkiye'de en ender çalışmalardan biridir, hakemlidir, akademik çevre ve üniversite ile ilişkimizi arttırarak, uluslararası literatüre girdi. Birçok üniversitede kaynak eser olarak kullanılmaya başlandı. Bunun yanında yılda 4 defa çıkan bir de bültenimiz var. Her sayısında bir dosya konusu bulunan ve kamuoyuna gündem oluşturan bir bültenimiz. Tüm bu yayınlar, iş ahlakı ve girişimciliği alanındaki boşlukları doldurma gayreti, elbette daha çok eksikler var. Bugün, ifade etme biçimi çok önemli. iş adamlarına "ahlaklı olun" demeyle onlar ahlaklı olmuyorlar. Bu ahlakın ne olduğunu, ona ne kazandıracağını ortaya koymanız gerekiyor. Tüccar adam "ne koydum, ne aldım?" sorusu gibi bakıyor ahlaka. Otopark parası olarak 2 TL'yi vermeden kaçıp gittiğinde kâra geçtiğini zannediyor. Halbuki verdiğinde ileride kazanacağı adımlarla, o göremediğimiz bereket kavramının üzerini örtüyor. 2 TL ile ne otoparkçılar zengin olur, ne kendisi fakir olur. Tüm bu ihlaller ve bu algı Avrupa'da yok. Bu algı Avrupa'da kurallarla sağlanmış. Türkiye'de bu alanda yasalarda ve kanunlarda çok ciddi sıkıntılar var. Bunu disipline etmek de STK'ların işi, o noktada da çalışTemmuz - Ağustos 2013 59


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

İGİAD 2003 yılında kurulduğunda bir taraftan ahlakı savundu, diğer taraftan da pısırık diye ifade edilen, aza tamah eden, çekimser, çok fazla girişken olmayan bir iş adamı profilinden, "girişken olsun, yapmış olduğu işin en iyisini yapsın, yapacağı işi çevreye en fazla katkı sağlayacak derecede ahlaki değerlerle yapsın" diyecek bir iş adamı profili öngördü. malarımız var. Türkiye'de Kamu Etik Kurumu var, kamudaki bu alanda oluşturulmuş Başbakanlığın oluşturduğu bir kurum. İGİAD'ı kendisine partner olarak görüyor. İGİAD'da çünkü çok ciddi bir kaynak var. Sadece yayınlarımız değil, kütüphanemizde iş ahlakına dair yazılmış tüm eserler mevcut. Kütüphanenizin zengin oluşu çok mühim, muhtemelen akademisyenler de yararlanıyordur sürekli. Yalnız Türkiye'de kitap okumayan tüccar yapısı da var değil mi? Evet, genel olarak baktığımızda, Türkiye'de kitap okuyan tüccar yapısı yok. O yüzden o tüccarlara da daha farklı yollardan ulaşmanız gerekiyor. Devamlı örnekler göstermeniz gerekiyor, devletin de bu kuralları insanlara sürekli hatırlatıcı faaliyetler yapması gerekiyor. Bizler yayınlarımız, seminerlerimiz ve diğer faaliyetlerimizde elimizden geldiğince toplumun gündemine koymaya çalışıyoruz iş ahlakını. Eğitim seminerlerimizle özellikle iş ahlakını koymaya gayret ediyoruz. Yönetici Geliştirme Programımızda dahi, İş Ahlakı'nı ayrıca anlatıyoruz. 60 Mimar ve Mühendis

İş ahlakı ve meslek etiği konuları hakkında ulusal ve uluslararası ne gibi çalışmalar var? Neler yapılıyor bu alanda? Özellikle İslam dünyasında görüş alışverişi yaptığınız kurum ve kuruluşlar var mı? 2005 yılında, kuruluşumuzun üzerinden 2 yıl sonra, Avrupa Araştırmaları grubumuzla Avrupa'yı inceledik, 2007 senesinde Mısır'a gittik. Avrupa'da İş Ahlakı diye bir örgüt var, şu anda başkanı İspanya'da, Barselonalı. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden akademisyenlerinin ve iş adamları olduğu bir platform aslında. Bu platformda herkes kendi sözünü söyleyebiliyor. Güzel tarafı, genel kabul edilen ahlak kuralları üzerinden çalışmalar yapıyorlar. Türkiye'de de bunun temsilciliğini Hacettepe Üniversitesi almış. Eben.tr uzantısı var, Akademisyenlerden Mahmut Aslan diye bir isim var, bu alanda yazılar yazan bir akademisyendir kendisi. Bu platformun amacı, Avrupa'da duyarlılık kazandırmaya çalışmak. İnsanların ahlaki değerlere uyması için lobi faaliyetleri düzenliyor. Avrupa'da aynı İSO 9001 Kalite Belgesi gibi belge veren, ahlak değerlerini ölçebilen birimler var. Bunlar kurallarla belirlenmiş, bir işyerinin

ahlaki değerlere riayet edip etmemesine göre bir skala hazırlanıyor. Aynı Ahilik Teşkilatında olduğu gibi, hani eskiden kunduracılar çarşısında kundura satmanız için önce o loncalara kayıtlı olmanız gerekirdi, aynı onun gibi pabucunuzun dama atılmaması için… Avrupa'da da firmalar kendilerine akredite oldukça bu hizmeti sağlamaya çalışıyor, siz devletle ya da kamu kurumuyla iş yapacaksanız, İş Ahlakı Belgesi şart koşuluyor. Bu belge işte bu kurumlardan alınıyor ve ciddi disipliner çalışmalar sonucu veriliyor. Eksik varsa eğitim dahi veriyor, en sonunda "evet, bu firmayla çalışabilirsiniz" damgasını verince o firma diğer firmalarla çalışmaya başlayabiliyor. İşte Avrupa, tüm bu düzenlemeleri böylelikle disipline etmiş durumda. En son Almanya'ya gittiğimde bir taksici ile konuştuk, kendisi Türkiye'ye gelmiş çocuklarını okutmak için bir vesile ama hemen ilk fırsatta Almanya'ya geri dönmüş, şaşırmış. "Almanya'da 10 kişi saat 10'da randevusuna geleceğim derse bunun 9’u mutlaka zaten gelir o saatte, diğeri de bir ihtimal 10 olmaz da 10.02'de filan gelir randevusuna, ben Türkiye'ye gittiğimde çok şaşırdım" deyince biz de şaşırdık açıkçası. Avrupa'da ahlak kuralları, böyle bir kurumla insanlara anlatılmış, belleklerine yerleştirilmiş. Yapmadığı zaman kaybedeceğini, yapınca da kazanımlı olduğunun bilincinde, bizde de bu yok maalesef. Türkiye Eben.tr'da üyeliğimiz var, tabii ilerisi için Hacettepe'den onu alıp temsilciliğini almaya çalışacağız. İşin Avrupa boyutu budur. Bizim hayalimizde de yakın gelecekte böyle bir belge düzenlemek var. İGİAD olarak tüm Türkiye'de, faaliyetlerimizi iş ahlakının örneklemesini yaparak anlatmaya gayret ediyoruz. Zaman zaman Anadolu ziyaretlerimiz oluyor, örneğin Diyarbakır'a gittiğimiz vakit, vali, belediye, iş adamları dernekleri gibi birçok kurum ve kuruluşa İGİAD'ı anlatıyoruz. Bir ilimizde yine böyle anlatırken, vali Amerika'daki dürüstlüklerden anlatmaya başlamıştı. Türkiye'de böyle dürüstlüğün olmadığını söyleyince, biz abartmaması gerektiğini, Türkiye'de de ticaretinde, özünde ve sözünde çok iyi ve dürüst insanların bulunduğunu söylemiştik. Biz İGİAD olarak üyelerimizi dahi seçerken çok titiz davranıyoruz. Geçmişte çekinin


dönüp dönmediği, son 5 yıl içinde ne gibi çalışmalar yaptığı, güvenilir olup olmamasıyla alakalı yakın çevresinin görüşünü araştırıyoruz. Yaklaşık 200 üyemiz var ama bu üyeler, standartları aşmış üyelerdir en nihayetinde. O yüzden örneklerimizi verirken kötülerden vermemeliyiz, kötülerin daha çok meydanlarda olmasına sebebiyet vermemeliyiz. Biz her gittiğimiz yerlerde ve katıldığımız programlarda iyi girişimcileri anlatırken, Girişimcilik Ödül Töreni diye bir etkinliği de organize etmeye başladık. Her yıl bir girişimcimizi ödüllendiriyoruz. Tabi karar verirken, geçmişteki ticaretiyle, yapmış olduğu sermaye birikiminin helal ve meşru yollarla sağladığına dair, çevresine de örneklik teşkil edecek bir iş adamı olup olmamasına bakıyoruz. Ödülün temel veriliş gayesi bu. Bunu da kamuoyu ile paylaşıyoruz. Ayrıca işveren ve işgören arasındaki ilişkiyi ahlaki bir zeminde sağlıklı olarak diri tutmaya çalışıyoruz. Yine ilgi çekici faaliyetlerimizden biri AGÜ dediğimiz, Asgari Geçim Ücreti. 2 çocuklu bir ailenin İstanbul'da geçim standardını belirleyerek, bir rakam belirliyoruz ve bu rakamın uygulanması noktasında üyelerimizi teşvik ediyoruz. 2013'te mesela 1495 TL idi. Üyelerimizin büyük çoğunluğu bu rakamı uyguluyor mesela. Burada da şu ortaya çıkıyor. Daha önceden asgari ücret uyguluyorsa işgörenine, bu rakamı duyduktan sonra AGÜ'nün üzerine çıkması noktasında teşvik ediyoruz. Baskı ya da herhangi bir yaptırım uygulamıyoruz ama bu rakamın üzerine çıkmasını tavsiye ediyoruz. "İşveren-işgören ilişkilerini sağlıklı bir hale getirmek adına, bu ücretin verilmesi, ahlaki bir duyarlılıktır" diyerek teşvik ediyoruz üyelerimizi. Bu konuyla alakalı tartışmalar var. Geçenlerde de bir mühendisin asgari ücreti hakkında birkaç dernek ortak açıklamalar yapmıştı. Peki, asgari ücreti kim belirliyor? AGÜ'yü daha iyi şartlara taşıyabilmek adına kimler ne yapabilir? Türkiye'de asgari ücreti devlet, bir kişiyi göz önüne alarak belirliyor maalesef, aileyi merkeze alarak ücretlendirme politikası yok. Ailede bir kişi çalışıyorsa 1000 TL, iki kişi çalışıyorsa 2000 TL. Kaç çocuk olursa olsun ya da ne kadar geniş aile olursa olsun

böyle maalesef. Ailenin geçim merkezi anlayışı yok, bunu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın atadığı bir temsilci ile İşgören Sendikalarının oluşturduğu bir heyetle birlikte pazarlık yapılarak belirleniyor. Sendikalar yaptıkları araştırmaları sunuyorlar, Fakirlik standardı araştırmalarını analiz ediyorlar. Ama tüm bu raporlar, Türkiye geneline hitap ediyor, bölge bölge ya da İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlere özel raporlar hazırlanmıyor. Örneğin bizim belirlediğimiz 1495 TL ile İstanbul'da anca geçinebilen bir aile, Urfa'da olsa 1495 TL ile 2 ay rahat rahat geçinir. Ama Türkiye'de ne yapıyor devlet? Tek bir ücret belirleyip tüm ülkeye uygulamaya çalışıyor. Biz bu sene ‘İnsani Ücret’ adı altında çok güzel çalışma hazırladık, medya da bayağı yankı buldu, ses getirdi. Raporda işgörenlere asgari ücretin verilmesinden ziyade, hükümetin ailenin sosyal yapısını da dikkate alması gerektiğini, ücretlendirme yapılırken ailenin sosyal yapısına göre ücretlendirmenin yapılması gerektiğini ve bölgesel ücretlendirmenin daha adil ve hakkaniyetli olacağını belirttik. Yani, İstanbul'da 1000 TL ise, Anadolu'da 800 TL olması durumu… Teşvikler bile dağıtılırken eşit dağıtılmıyor! Anadolu'daki bir teşvikle Beylikdüzü'ndeki bir teşvik bir mi? Evet, haklısınız. Kalkınma Ajansları'nın teşvikleri dahi farklı… Evet, bu çalışmayı bakanlıklara gönderdik, yine Eylül ayında tekrardan gündeme getirmeyi düşünüyoruz. Ama şu anki AGÜ çalışmamız, bu rapordan farklı bir proje. Biz AGÜ'de 2 çocuklu aileyi temel alarak bir proje hazırlamıştık. Ama ‘İnsani Ücret’, bir bakış açısı, felsefesi bu işin… Önü ve arkası var, ne olmalı?... Orada mesela açlık sınırları

belirlenirken, TUİK'te hep mutfak harcamalı ağırlıklı şeyler… Ama biz diyoruz ki, aile sosyal olmalı… Türkiye 2023'te ciddi bir vizyon ortaya koyuyor. Ekonomide ciddi rakamlar, tabiri caizse beylik laflar var hedeflerde… Bu sözlerin arkasının doldurulması, desteklenmesi gerekiyor. Toplum olarak bu güce ulaşma imkanımız var, o kapasiteye sahibiz sonuçta. İşte biz de diyoruz ki, eğer bu hedeflere ulaşacaksak, asgari ücretin de ciddi bir hedefi olmalı ve yukarılara çıkarılmalıdır. 2023'e 10 yıl kaldı, siz eğer 25.000 $ milli gelir hedefliyorsanız, asgari ücreti yılda % 4 arttırarak bu hedefe ulaşamazsınız. 2 çocuklu bir aileyi temel alırsak, siz 2023'te bir çalışanın eline 200.000 TL vereceğiz diyorsunuz ama bununla alakalı en ufak bir çalışma yapmıyorsunuz, bu rakamlarla hedefe varılır mı? Biz bunu sadece hükümete söylemiyoruz, işveren çevremize de söylüyoruz. Yıllık enflasyon oranlarına bakıp da zam yapmaya çalışan yöneticiler, bu ülkeye ne katabilirler ki?... Çünkü zaten çalışanların büyük çoğunluğu karın tokluğuna çalışıyor, haftada belki bir gün evine et giriyor. Hiç mi çocuklarının sosyal ihtiyaçları olmayacak? Gelecek için hayal edemeyecek, evi, arabası vb. düşünemeyecek? İşte ‘İnsani Ücret’ böyle bir bakış açısı getiriyor. Çok teşekkür ederiz. Temmuz - Ağustos 2013 61


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Mehmet OSMANLIOĞLU Mimar

MİMARLIKTA ETİK / MİMARLARIN TOPLUMA KARŞI SORUMLULUKLARI “Asra yemin ederim ki, bütün insanlar hüsrandadırlar. Yalnız iman edip iyi işler yapan ve diğerlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna”. ( Asr 1- 3) Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: "Kıyamet günü müminin terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Allah teâlâ, çirkin konuşan ve ne konuştuğunu bilmeyenlerden nefret eder."(Ebû Derda radıyallahu anh. ,Tirmizî) ETİK /AHLÂK Etik terimi Yunanca ethos yâni "töre" sözcüğünden türemiştir. Aksiyoloji dalı olan etik, felsefenin dört ana dalından biridir. Batıda, 20. yüzyılın ilk yarısına kadar latince kökenli “moral” sözcüğü kullanılırken, bu yüzyılın son çeyreğinde daha yaygın bir şekilde “etik” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Bu konuda Prof. Dr. Davut Dursun “En eski felsefe disiplinlerinden biri olan etik, yapılması gerekeni söyleyen veya davranışlara ilişkin normlar koyan bir faaliyet değil yapılması istenen eylemlere sorular soran; neyin değerli neyin değersiz olduğu, hangi eylemlerin yapılmasının doğru, hangilerinin doğru olmadığı, doğru eylemin ve adaletin ne olduğu vb. soruları sorma faaliyetidir. Sonuç olarak etik, ahlâk üzerinde düşünebilme, bir ahlâk felsefesi yapma etkinliği, tarihsel olarak yaşanan bir olgu olan ahlâka yönelen bir felsefe disiplini olarak geliştiğini ifade etmektedir. Devamla “ahlâk”ı da; toplumsal alanda insanlar arası ilişkilerde bireylerin uymaları beklenen vebir değer olarak “iyi” ve “güzel” şeklinde nitelenen davranış, eylemler ve belirli bir yerde ve zamanda geçerli olan değer yargıları sistemleri” olarak tarif etmektedir. Yazar Mustafa İslamoğlu; bu çerçevedeki disiplinleri ayrıma tabi tutarak iyi-kötü "ahlâkın”, doğru-yanlış “aklın” , güzel-çirkin “estetiğin” , Hakk-batıl “akîdenin”, haklı-haksız ise “hukukun” konusu olarak tasnif etmektedir. 62 Mimar ve Mühendis

Doç. Dr. Murat Özgen “Her mesleğin bir etik anlayışının ve ahlâki bir duruşunun olması zorunludur” …Öğrencilere etik dersi verirken, öğretim üyelerinin doğruları göstermek gibi bir vicdanî zorunlulukları ve borçları olduğunu belirtiyor, “ben sana etik ilkeleri öğretirim, ama bunu uygulamana senin vicdanın karar verir.” Zaten ahlâkın yaptırımı da, ne hukukî ne de parasal cezalardır. Ahlâkın yaptırımı, vicdanîdir. Dolayısıyla etik ve ahlâk meselesinde mutlaka vicdanî bir değer olması gereklidir” demektedir. MİMARLIKTA ETİK Mimarlık, mühendislik alanlarından oldukça farklı mahiyette, hayatımızın bütününde etkili, etkin, yönlendirici, tecessüm ettirdiği çevre ve mekânlarla hayatı şekillendiren bir disiplin ve doğru-iyi-güzel düzlemind esanatla iç-içelik arz etmektedir. İyi bir tasarım; insanın tabiatıyla örtüşen, onu tamamlayan ve tamamlarken de doğallıktan koparmayan, insan-mekân, insaninsan münasebetlerini doğru kurabilen, ahlâkî ve kültürel kodlarla bağını kaybetmeden bugünü ve yarını inşaa etme faaliyetiyle yaşama alanları ihdas eden ve inanç değerleriyle bütünleşen bir nitelik ve derinlik taşımalıdır. Mimarlık mesleğinin gerektirdiği etik çerçevesinde, geçmişten geleceğe taşınacak, -bir yazarın belirttiği gibi- taşa-toprağa


İyi bir tasarım; insanın tabiatıyla örtüşen, onu tamamlayan ve tamamlarken de doğallıktan koparmayan, insan-mekân, insaninsan münasebetlerini doğru kurabilen, ahlâkî ve kültürel kodlarla bağını kaybetmeden bugünü ve yarını inşaa etme faaliyetiyle yaşama alanları ihdas eden ve inanç değerleriyle bütünleşen bir nitelik ve derinlik taşımalıdır.

yazılan vasiyet gibidir. “Bilim”, “ahlak” ve “estetik” muhakeme alanlarının sırasıyla mimarlığın mühendislik, planlama, zanaat ve sanat yönlerini ifade ederken, mimarlığın amaçları hakkındaki ünlü sağlamlık, kullanışlılık, güzellik “Vitruvius Üçlüsünün” de fikrî alt yapısını işaret etmektedir. Vitruvius; mimarı, fıtri kabiliyetlerinin yanında çizimde usta, geometri öğrenmiş, tarih bilgisine sahip, felsefe ve müzikten anlayan, tıp ve hukuk bilgisine sahip, astronomi ve sema teorileriyle tanışmış birisi” olarak tarif etmekte. Mimarlıkta etik, bir insanın tek başına meslekî bir olay karşısında veya bir sürecin sonucunda kendisiyle hesaplaşabilecek bir yetkinliğe, etkinliğe ulaşabilme yeteneğidir. Bu konu eser ve müellif açısından da ele alındığında; ilki mesleki faaliyetin işleyişine dair ilkeler, yani “code of ethics” türünden, meslek yasalarının içerdiği hususlar, mimarın topluma ve diğer meslek erbabına karşı mükellefiyet ve yetkilerini barındırırken, “etik” kavramının kapsadığı adâb-ı muaşeret kurallarını, meslek haysiyeti ve vicdanı ile ilgili hususları içermektedir. İkinci açıdan ise, mimarlığın fikrî temeline dair ilkeler, yani tasarım ahlâkı, mimarın toplumsal misyonu, mimarlık dilinin seçimindeki kıstaslara kadar bir dizi, bize “izm”ler tarafından dikte edilen düsturlarla karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda belirtilen her iki hususta da birbirinden bağımsız olsa da mimarlığın ahlâkî meselelerindendir. Modern mimarlıkta malzemenin özelliğini kaybettirilmeden doğru ifade edilmesi, bina fonksiyonunun dışarıdan anlaşılır kılınması, taşıyıcı sistem ile bina formunun bütünlük arzetmesi, iç mekânla ilişkisi olmayan yapıştırma cephe elemanları ve suni süslemelere yer verilmemesi ahlâkla doğrudan bağlantılıdır. Bu konuda Enis Kortan bir makalesinde bu tür yapıları şöyle eleştiriyordu: “Günümüzde ise, bütün bir bina, içini göstermeyen; içinde hangi türden işlevleri barındırdığı belli olmayan “yansıtıcı cam”larla adeta paketleniyor tıpkı herhangi bir eşyanın ambalaj kağıdına sarıldığı gibi. Bunun sonucu olarak yapı gayet monoton ve homojen bir

görüntü sergiliyor. Oysa özellikle kent merkezlerinde bulunan bazı yapılarda çok çeşitli işlevler yer almakta: zemin ve zemine yakın katlarda marketler vb., daha üst katlarda bürolar, muayenehaneler, en üst katlarda stüdyolar-küçük konutlar ve çatı katında ise gece kulüpleri olabilmekte.” Aydan Keskin Balamir’e göre; ”bilgisiz ahlak olmaz. Ahlak dışı davranışların kimi cehaletten kimiyse muhalefetten doğmaktadır.” ...“Mesleki yetkilerimiz hayli sınırlı, ama yetkinliğimizde biraz sınırlı değil mi? Talep kötü ama arzımız acaba ne kadar iyi? Sorun mimari modernizmin dilinde, düsturlarında mıydı yoksa bunların körü körüne ve yarım yamalak uygulamalarında mıydı? Genelde modern mimarın bir meşruiyet krizi içinde olduğu muhakkak, ama bunu öncelikle, mimarın fark etmekle biraz geciktiği bir disipliner buhranda aramak gerekmez mi?” Globalleşerek küçülen dünya içinde insanların karşı karşıya kaldığı sorunlar ise giderek daha da büyümekte ve sorunun çözümü için de yeni bir ahlâkî yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bugünün mimarlığı, ekonomi-politiğin alanına girerek pratik süreçlerini toplumun yönlendirilmiş beklentilerinin ve yerleşik ideolojinin parametreleri üzerine inşaa etmekte ve onun hayat biçimini yönlendirip şekillendirmektedir. Tchumi; “mekansal değişimlerin, insan davranış ve alışkanlıkları üzerinden toplumu da dönüştürme olanağını görür ancak bu etkinin sosyo-ekonomik yapıyı değiştiremez olduğunu, ancak başlamış bir değişimi etkileyebileceğini söyler. ”Bauman’a göre ise (1995), ahlâkî ve vicdanî sorumluluklara sahip, etrafında gelişen olaylar karşısında vicdan muhasebesine giren bir benliktir bu.” Levinas da (1986) bu anlamda etik, “ötekine karşı sorumluluktur”tur, “ötekiyle bir ilişki biçimidir.” Ahlâk insanın tüm benliğince hazmedilmiş, kendini sorgulayan, vicdani mesuliyetlerini hatırdan çıkarmadan, yaratılışta kendine bahşedilen idrakle ortaya konan evrensel davranış kurallarını içermektedir. Genel hatlarıyla ahlâk bir bütün olup, ahlâkı özel hayatındaki ya da meslek Temmuz - Ağustos 2013 63


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Globalleşerek küçülen dünya içinde insanların karşı karşıya kaldığı sorunlar ise giderek daha da büyümekte ve sorunun çözümü için de yeni bir ahlâkî yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bugünün mimarlığı, ekonomi-politiğin alanına girerek pratik süreçlerini toplumun yönlendirilmiş beklentilerinin ve yerleşik ideolojinin parametreleri üzerine inşaa etmekte ve onun hayat biçimini yönlendirip şekillendirmektedir. hayatında ahlâk olarak kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir. Mimar; hayatının tüm kesitlerinde kuşanacağı ahlakla, meslek etiğinden taviz vermeden eserlerini vücuda a getirmekle mükelleftir. Farklı birçok disiplinde yapılan hatalar bir ya da birkaç kişiyi etkilerken bir mimarlık eseri, toplumu ve etkileşim içine girdiği çevreyi genişliğine ve derinliğine olumlu ya da olumsuz yönde doğrudan etkileyebilmektedir. Küreselleşme; bizim her alandaki algılayışımızı değiştirirken, bu çerçevede en keskin değişim ise mimarlık alanında gerçekleşmiştir. Şehirler ruhunu yitirerek birer kent haline getirildikten sonra nüfus, bina, araç ve otoban ağlarını yüklenerek metropoliten alanlar haline dönüştürülmüştür. Metropoliten alanlar günümüzde kentlere yeni yükler yükleyerek tahakkümün, gücün, kibir ve gösterişin birer simgesi haline getirilerek sadece fiziksel büyüklüğün yanında; imaj, anlam ve estetik araçlarıyla yüzyılın zorunlu süper güçlerini teşkil etmiştir. Bütün metropoller bu çağdaş araçları, önemlerini vurgulamak ve barındırdıkları güçleri ve teknolojiyi gösteren yeni fiziksel ikonlar, sahte tanrılar yaratmak için kullanmaktadır. Şehir ölçeğindeki etik için en temel paradigma; tarihî birikimle çağda64 Mimar ve Mühendis

şın, gerçek ihtiyaçla geleneğin, kamu binaları ile özel olanların, insanla tabitatın arasındaki ilişkinin dengelenerek sürdürülebilmesidir. Bir şehirde gökdelenleri bir örnek olarak alırsak, bu devasa binalar sadece kentlerin bir parçası değildir, onlar silueti teşkil ederek aynı zamanda ilk fark edilen şehir objeleridir. Mekanı doldurma ve kentin sembolü olma özelliklerinin dışında, gökdelenlerin mimarisi ve etik sorgusu son derecede önemli bir konudur. MİMARLARIN TOPLUMA KARŞI SORUMLULUKLARI Prof. Dr. Nazif Gürdoğan etik toplumdan bahsederken; “Bilgi toplumunda işler doğru yapılırken, etik toplumda doğru işler yapılır. Doğru ile yanlışın sınırlarını çizmeye bilgi gerekli, ancak yeterli değildir. Doğru ile yanlışın sınırlarını belirlemede, son sözü etik değerler söyler. Etik değerlerin özünde `kendisi için istenileni, başkası için de istemeli` ilkesi vardır. “...Bütün dünyada, ürün ve hizmet üretmenin öncüsü olan (mimar ve) mühendisler de, doktorlar gibi, diploma alırken yemin etmelidirler. Tıp, (mimarlık) ve mühendislikteki bilgi birikimi, etik dışı alanlarda kullanılmamalıdır. Etik değerlerin unutulduğu bir toplumda gökten ölüm yağar. Değersiz bilgi, yararsız bilgidir. Mimarlar mesleklerinin kapsayıcı sorumluluğunu kuşanarak yapıpettikleriyle, yapmayıp-etmedikleri arasında dengeyi muhafaza ederek, kimi zaman özenle seçtikleri “araf”ta durmak zorundadırlar. Bu konuda merhum bilge mimar Turgut Cansever “Mü’min mimar, sanatkâr yaptıklarıyla iftihar ettiği gibi- yanlış bularak -yapmadığı şeylerle de iftihar etmelidir” derdi. Guardian’s Arts’daki yorumlarda belirtildiği gibi; dünyaca ünlü olduğu söylenen Zaha Hadid, Haydar Aliyev gibi KGB ajanı bir diktatör için kültür merkezi yapmayı nasıl kabul edebiliyor? Etikle ilgili sınırı nereye koymak gerekir? Foster’da, aynı sebeplerden ötürü, Kazakistan’daki Uzlaşma ve Barış Sarayı’nı inşa ettiği için kınanmıştı.


Rem Koolhaus’tan Sir Terry Farrell’a kadar bütün büyük mimarlar, Çin sayesinde para basıyor, çünkü bu ülke işçilerin yaşamını ve güvenliğini çok da umursamıyor. Foster’da “Crystal İsland”ı ile bu silsileye dahil oluyor. Peki ya despotik hükümetler ve oralardaki kültür hakkında ne düşünülüyor? Mete Tapan; ”bir mimarlık uygulamasının etik yönden değerlendirilmesinin kriterleri (kuralları) ne olabilir?' diye akla bazı sorular gelebilir. Yapım kurallarına göre tasarım ve uygulama, işlevsellik, çevre koşullarına saygılı olma, imarla ilgili yasa ve yönetmeliklere uygunluk, müelliflik haklarına saygı gösterme, kaynaklara israf etmeme (sürdürülebilirlik), doğa ve kültür değerlerini tahrip etmeme, meslek odasının aldığı kararlara uyma, teknik ve hukuk yönünden sakıncalı uygulamaları onaylamama gibi kuralları sıralamak mümkündür." Tapan, daha sonra iş etiğine uyulmamasının sonuçlarına değiniyor: Örneğin, kültür varlıklarını korumak için, bu varlıkların içini tamamen yıkarak yeni işlevlerle donatmak ve eski eseri tanınmaz hale sokmak, deprem riski büyük olan alanlara çok katlı yapı yapmaya müsait imar planları hazırlamak ve bu planları onaylamak, toprak rantını maksimize etmek için her türlü yolsuzluğa başvurmak gibi etik olmayan davranışlar, maalesef ülkemiz mimarlığında çok sık rastlanan olgulardır." Hossein Sadri; günümüzün mimarlık etiği anlayışı mimarların kişisel olarak yürüttükleri pratiklerde sorumluluk sahibi oldukları konulara odaklanmakta, toplumsal yapının, erkin, mesleğin ve meslek örgütlerinin etik olmayan tutum ve davranışlarını yani daha büyük resmi göz ardı etmektedir. Böylelikle mimarlık alanı mimarlara ve mimarların kişisel pratiklerine indirgenmektedir. Yani mimarların kişisel pratikleri dışında kalan ve insanların mekanlarla ilişkileri üzerinde geliştirilen tüm çalışmaları mimarlık etiği dışında tutmaktadır. Bu durumda “kentsel dönüşüm yasası” olarak bilinen yasa gibi doğrudan mimarlığı ilgi-

Şehir ölçeğindeki etik için en temel paradigma; tarihî birikimle çağdaşın, gerçek ihtiyaçla geleneğin, kamu binaları ile özel olanların, insanla tabitatın arasındaki ilişkinin dengelenerek sürdürülebilmesidir. lendiren yasalar, İstanbul boğazında yapılacak “üçüncü köprü” projesi gibi toplumsal ve mekansal ciddi etkileri olabilen ve çeşitli kurumlar tarafından geliştirilen projeler ve inşaat endüstrisi, teknikleri ve materyalleri gibi mimarlık alanıyla doğrudan bağlantılı olan ancak mimarların tanınmış rollerinde yer almayan konular hakkındaki etik yükümlülükler mimarlık etiği alanı dışında kalmaktadır... Ancak buna ilaveten mimarlık alanıyla ilgili etik konuları, sadece mesleki alanla sınırlandırmak ve bu mesleki etikten sadece meslek insanları olarak mimarları sorumlu tutmak, kişiler olarak mimarlardan daha etkin role sahip olan meslek örgütleri, iktidar ve sermaye sahiplerinin yükümlülüklerine yer vermemek ayrıca etik bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Mimarlık alanında etkileyici role sahip olan tüm aktörlerin etik sorumluluk¬larına mimarlık etiği belgelerinde yer verilmesi gerekliliği aşikardır. Farklı aktörlerin etik sorumluluklarına ek olarak mimarlar, mekan kullanımı ve üretiminde, hem doğrudan “yapabilir” olmaları, hem de dolaylı olarak “etkileyebilir” olmaları nedeniyle yükümlülük sahibidirler (Sadri, 2010). Dolayısıyla mimarlar kişisel pratiklerindeki etik sorumluluklarına ilaveten, mimarlık alanındaki yetkinlikleri de göz önünde bulundurularak, “etkile¬yebilir” olmaları nedeniyle tüm aktörlerin etik sorumlulukları konusunda duyarlı olmalı, kendi kişisel pratikleri dışındaki çalışmalara karşı da sorumlu davranmalıdırlar ve kolektif güçleriyle mimarlık alanındaki etik olmayan tutum ve davranışları önlemeli ve durdurmalıdırlar. Bu, mimarların kolektif sorumluluğudur. Temmuz - Ağustos 2013 65


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Mimarlıkta etik, mimarın hayatının tüm aşamalarına yansıyan ahlâkî davranışlarıyla bir bütün olup, birbirinden ayrılamazlar. Ancak bir inanç disiplini ve yaratılış kodlarındaki “iyi” ve “doğru”ya yönelimin bir arada mezcedilen eğitimini hazmetmiş mimarlar, meslek etiğine ve toplum değerlerine uygun ahlâki davranışlar ve eserler ortaya koyabilirler. Bu nedenle de mimarlık etiğinin insanlığa karşı sorumluluklar odağında gelişmesi için üç önemli şartın yerine getirilmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki, mesleğin sınırlarını belirlemeye çalışan anlayışın ötesine geçerek mimarlık alanını tüm toplumsal faaliyetler çerçevesinde görmek ve bu alanda etkin olan tüm aktörlerin yükümlülüklerine değinmektir. İkincisi, mimarların kişisel sorumluluklarını içeren etik belgeler anlayışından uzaklaşarak kolektif sorumlulukları da ele almaktır. Üçüncüsü ise geçmişte özellikle de modern dönemdeki toplum mühendisliği anlayışı çerçevesinde olduğu gibi, mimarların bu kolektif sorumluluklarının tanımlanmasından doğabilecek zararların önüne geçebilmek için, meslek etiğinin ilkelerini belirlemede insanın değerini ve evrensel ortak normları odağa almaktır. SONUÇ Mimarlıkta etik, mimarın hayatının tüm aşamalarına yansıyan ahlâkî davranışlarıyla bir bütün olup, birbirinden ayrılamazlar. Ancak bir inanç disiplini ve yaratılış kodlarındaki “iyi” ve “doğru”ya yönelimin bir arada mezcedilen eğitimini hazmetmiş mimarlar, meslek etiğine ve toplum değerlerine uygun ahlâki davranışlar ve eserler ortaya koyabilirler. Kanun ve yönetmeliklerin getirdiği etik kurallar mimarın donanımında barındırdığı ahlâkî değerler ölçekte ancak karşılık bulabilecektir. Bu konuda İş Ahlâkı Dergisinde; “Demoralize olmuş mimarlık, kolaylıkla iktidarların insanlar üzerindeki hakimiyetine ve politik propagandalarına, sermaye sahiplerinin ise daha fazla rant elde etmelerine ve insanlar üzerinde sömürü sistemi kurabilme¬lerine alet olmakta, bu nedenle de kendi karşıtını üretmektedir. Mimarlığın mesleki alanı dışında geliştirilen yeni hareketler demoralize olmuş mimarlığa karşı direnişleri güçlendirmektedir. Bunlardan en önemlisi mekanlarla maddileşen ayrımcılıklara karşı feministlerin, engelli hareketlerinin, azınlık grupların ve tüm dışlananların mücadelelerinin geniş bir toplumsal duyarlılık yaratmasıdır. İlaveten mimarlık alanında bugüne kadar görülmemiş bir biçimde, duyarlı ve sorumlu mimarlar hareketlerinin oluşmasıyla, mimarlık mesleği sınırlarının dışına çıkılarak, mimarlık alanında dünyanın tüm sorunlarıyla ilgilenen gruplar ortaya çıkmaktadır. Buna örnek olarak, insanlık için mimarlık (architecture for humanity), barış için mimarlar (architects for peace) ve mekânsal aracılık (spatial agency) 66 Mimar ve Mühendis

hareketlerinden bahsetmek mümkündür. Bu faaliyetlere ek olarak, mimarlık mesleğinin ötesine geçmeyi sağlayan bir diğer önemli mesele, mimarlık alanı eğitiminde ortaya konulan dönüşümlerdir. Eğitimlerin meslek okulları, teknik üniversiteler ve akademilerden üniversitelere aktarılması, genel olarak mimarlık alanının ve özel olarak mesleki alanın eleştirilmesine ve yeniden kurgulanmasına yol açmaktadır. Mimarlık artık sadece bir disiplin olarak değil, disiplinlerarası ve disiplinler ötesi bir alan olarak ele alınmakta, mimarlık alanı ve diğer sosyal ve beşeri bilimler arasındaki bağlar sürekli geliştirilmektedir. Mimarlık alanında mesleğin sınırlarının dışına çıkarak, mimarlığın insanlığa karşı sorumlulukları temelinde geliştirilen yeni hareketler bir taraftan güçlenmekteyken, diğer taraftan mimarlık mesleği modern döneme göre daha apolitikleşmiş ve demoralize olmuştur. Bu da ciddi bir çelişkinin ortaya çıkışına sebebiyet vermektedir. Mimarlık etiği açısından bakıldığında, bu çelişki etik başlığı altında hazırlanan çoğu etik belgelerin, etiğe aykırı ve değerlere zarar verici içeriklerine yansımaktadır... Mimarlık mesleğini ve meslek sınırlarını sorgulamayı reddeden ve mimarların kolektif sorumluluklarını göz ardı eden mimarlık etiği anlayışlarının ortaya koydukları etik belgeler incelendiğinde, bu belgelerin asıl amacının mesleğin imajını iyileştirme ve piyasa payını koruma olduğu anlaşılmaktadır. Yani, mesleki davranış ve etik kodlar, idealler ya da değerleri korumayı hedeflemekten daha ziyade, mimarlık mesleğindeki elitlerin uygulamalarını sürdürmelerine yardımcı olmaktadırlar. Bunu gerçekleştirebilmek için, mesleğin estetik anlamda en iddialı işlerini üretmeye yönelik mesleğin elit uygulamacılarına otonomi sağlanması için, meslek etiği belgeleri sıradan mimarları sınırlandırma ve zorlamayı hedeflemektedir” şeklinde konu özetlenmektedir. Yazıyı Merhum Mehmet Akif Ersoy’un mısralarıyla tamamlayalım; Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli: Bir halas imkanı var: Ahlâkımız yükselmeli, Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsranımız... Çünkü hem dünya gider, hem din, eğer yapmazsanız.


Eyüp Pier Loti Kahvesi İstanbul

Agrotrust Binası Omsk-Rusya

Şehzade Mehmet Camii İstanbul

Mirgün Köşkü İstanbul

Bezm-i Alem Camii İstanbul

Naib Hamamı Gaziantep

"tarih" korumamız altında... Uzmanlık ve faaliyet alanlarımız... • Restorasyon • Genel Müteahhitlik • Liman ve rıhtım • Islah çalışmaları • Köprü inşaatları • Ağır çelik yapılar

Rena İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti Atatürk Caddesi Esin Sokak Yazgan İş merkezi 3/5 Kozyatağı 34742 İstanbul Tel: 0216 478 33 32 (PBX) e-mail: rena@renainsaat.com

Temmuz - Ağustos 2013 67


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Dr.Ömer Faruk KÜLTÜR Yeryüzü Mühendisler Derneği Genel Başkanı

Üniversite Öğrencilerinin İş Ahlakı Algısı Modernizmin dünyada yaygın olarak ülkeleri etkilemiş olması dolayısıyla üniversite eğitimi de bundan nasibini almış durumdadır. Modernizim iktisadi olarak kapitalizim vasıtasıyla toplum-

S

eküler eğitim aşkın değerleri yok saydığı için ahlak gibi iş ahlakı gibi kavramların boş bıraktığı alanı etik kavramı ile doldurmaya çalışmaktadır. Oysaki ahlak gibi kişinin davranışlarına hükmeden bir kavram ancak aşkın değerler sistemi ile mümkün olabilir. Çünkü kişinin kimsenin görmediği kontrol mekanizmasının boş bıraktığı alanlarda yürümesi için içsel denetim olan aşkın değerler ve bunların uzantısı vicdan, iç muhasebe sistemi tamamlamaktadır. Seküler sistemde bunlar onur, namus, şeref gibi kavramlara dayandırılmaya çalışılmaktadır. Bunlar da çok muğlak kriterlere bağlıdır. En basitinden namus kavramı sınırları geniş bir uzaya dönüşmüş durumdadır. AHLAK İLE ETİK ARASINDAKİ FARK Ahlak Arapça “hulk” sözcüğünün çoğuludur. Hulk ise; huy, adet, alışkanlık, yaradılış, insanin ruhsal-zihinsel halleri anlamındadır. Ahlak, kişinin huylarını ya da bir topluluğun alışkanlık ve adetlerini kapsar. İnsanın iyi ve kötü olarak nitelenen davranışı ve eylemleri ahlak kapsamı içindedir. Etik kelimesi köken olarak Yunanca karakter anlamına gelen ethos sözcüğünden türetilmiştir. Yine İngilizce'de ahlak kavramını ifade etmek üzere davranış, alışkanlık anlamında kullanılan 'morality' kelimesi Latince 'mos' kelimesinden türetilmiştir. Görünüşte ahlak ve etik davranış manasına gelmektedir. Bu durumda bir fark yok gibi görülebilir ancak fark iyi davranışın kökenini yani neye göre iyi, neye göre kötü meselesindedir. Ahlak, kökeni aşkın boyuta yani yaratıcının emirlerine dayandırırken etik insana felsefeye dayandırmaktadır. Ahlak kişiyi hem bu dünyaya hem de ölüm sonrası hayata göre koşullandırırken

68 Mimar ve Mühendis

lardaki aşkın değerleri sıfırlayıp bir buldozer gibi üzerinden geçtiği gibi seküler eğitimde aynı şekilde toplumların değer yargılarını törpüleyerek ilerlemektedir. etik sadece bu dünyaya atıf yapmaktadır. Birinde yaratıcının onayı ve hoşnutluğunu kazanmak öncelikken diğerinde toplumun onayı ve sistemin iyi çalışması önemlidir. Birinin kazanımları ölüm sonrası hayatı şekillendirirken diğeri bu dünya işlerinin daha düzenli olmasına matuftur. İşyerlerinin daha verimli olması kalkınmanın daha iyi olmasını sağlamak içindir. Birisi geleneksel toplumun değeri, diğeri modern toplum değeridir. Şu iki söz, ikisi arasındaki farkı bariz göstermektedir. Ф Terazide güzel ahlâktan daha ağır gelen hiç bir şey yoktur. Hz.Muhammed (s.a.v) Ф Şeref ve erdem ruhun süsüdür. Bunlar olmasa, beden asla güzel gözükmez. (Cervantes) Hoş günümüzde dini görünüşe sahip fakat dünyevileşmiş protestanlaşmış sekülerleşmiş hareketler de mevcuttur ama ahlak ile etik arasındaki teorik fark mevcuttur. Pratik fark ise insanların beslendikleri kaynak, çevre, ortam iş ilişkilerine göre değişmektedir. Ahlak kavramında bir bütünlük olmasına rağmen etikte parçalanmışlık vardır. Ahlakın bir hayat şekli olmasını Hz. Peygamberin şu sözünden anlıyoruz "Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." Oysa etik zamana ve mekana, ortama daha çok dayalıdır. Mesela; çevre etiği, tıp etiği, medya etiği ve iş etiği gibi çeşitli alanlara göre bölünmüşlük sözkonusudur.

İşyerlerinin daha verimli olması kalkınmanın daha iyi olmasını sağlamak içindir. Birisi geleneksel toplumun değeri, diğeri modern toplum değeridir.


EĞİTİMDE SEKÜLERLEŞME VE AHLAK Seküler eğitim ilk önce eğitimin ana dinanizmi olan insanın merak duygusuna menzil tayin ederek darbe vurmuştur. Bunu açacak olursak insanın en büyük merak olgusu yaratıcısını arayış merakıdır. Sekülerizim herşeyi dünyevileştirerek bir nevi eğitimin ayağına baltayı vurmuştur. Katolik bir felsefeci olan Jaques Maritain eğitimin bir sanat, özellikle zor bir sanat olduğunu belirtmekte ve yapısı gereği ahlaki alana ve pratik bilgeliğe ait olduğunu ifade etmektedir. Eğitim ahlaki bir sanattır, daha doğrusu belirli bir ahlakın cisimleştiği pratik bir bilgeliktir. Her sanatın hedefi bu sanat olan bir amacı vardır. İslam dünyasının büyük isimlerinden Muhammed İkbal'in de devrindeki eğitimden şikayet ettiğini görmekteyiz. Bir şiirinde Mevlana'ya bazı önemli sorular yöneltmekte, bu soruların cevaplarını ise Mesnevi'den seçtiği beyitlerle onun cevabı olarak belirtmektedir. Mevlana şöyle ifade eder: "Maddi bedene yönelik bilim, zehirli i yılana benzer; kalbe yönelirse eğir, bir dosta öner." Aynı şiirde İkbal, İngiliz eğitiminin özellikle Hint Müslümanlan üzerinde yaptığı kötü etkileri dile getirerek, kişiliklerini nasıl yok ettiğini, gene Mevlana'nın dilinden şöyle dile getirir: "Bir kuş ki, kafeste yıllarca hapis; Uçmak ister, hürriyete kavuşmak ne his! Uçamaz artık, çünkü köreImiştir yeteneklerin; Kolayca düşer kurban gibi eline, yırtıcı kedinin" Bu merak duygusu İslamda kamil insanın hayatını bütünüyle şekillendi-

rir. Şöyleki sürekli dağ, tepe, zümrütü, anka kuşunu arayan gibi, insanın ömrü hakikati aramakla geçer. ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ AÇISINDAN ETİK VEYA AHLAK ALGISI Bu girişlerden sonra günümüz insanı ne tam dünyevileşebilmekte ne de geleneksel değerleri yaşayabilmektedir. Bu ikilem içinde; çevre, edinilen dini duygu ve düşünceler aile ve arkadaş ortamı gibi etkenlerle şekillenen ahlaki yapı çeşitlilik arzetmektedir. Bu konuda çeşitli akademik çalışmalar yapılmıştır, bunlardan birisi; Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden Yrd. Doç. Dr.Mehmet Halit YILDIRIM aynı üniversiteden Arş.Gör.Şerife UĞUZ ile birlikte "İş Etiği Ve Üniversite Öğrencilerinin Etik Algılarını Ölçmeye Yönelik Bir Araştırma" Organizasyon Ve Yönetim Bilimleri Dergisi Cilt 4, Sayı 1, 2012 de yayınlanmıştır. Bu makalede işletme ve Kamu yönetimi öğrencileri üzerine yapılan anket çalışmasında öğrencilere şu sorular sorulmuş ve alınan cevap ve yüzdeleri verilmiştir.

Seküler eğitim ilk önce eğitimin ana dinanizmi olan insanın merak duygusuna menzil tayin ederek darbe vurmuştur. Bunu açacak olursak, insanın en büyük merak olgusu yaratıcısını arayış merakıdır. Sekülerizim herşeyi dünyevileştirerek bir nevi eğitimin ayağına baltayı vurmuştur. Temmuz - Ağustos 2013 69


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ Ölçekte Yer Alan ifadelere İlişkin Frekans Tablosu) 1) Kesinlikle katılmıyorum, 2) Katılmıyorum, 3)Kararsızım, 4)Katılıyorum ve 5) Kesinlikle katılıyorum.

Yazarlar sonuç olarak aşagıdaki kanıya varmışlardır.

İşletmeciliğin tek etik tarafı para kazanmaktır.

33

34

11

14

8

İşinde başarılı olan bir kişinin etik sorunlar hakkında endişelenmesine gerek yoktur.

21

32

15

20

12

Çalışan herkes farkında olsun veya olmasın etik kurallara uygun bir şekilde hareket eder.

13

28

20

29

10

34

12

Kanun ve yasalara uyarsan, etiğe de uymuş olursun.

10

24

20

İş etiği genel olarak insanların davranışlarıyla beklentileri arasındaki düzenleme sistemidir.

6

13

23

44

14

İşletme kararları ahlak felsefesiyle ilgili olmayıp, gerçekçi birtakım ekonomik tutum ve davranışları içerir.

13

25

20

32

10

10

10

7

26

35

12

33

12

10

6

30

16

Etik değerler iş dünyası için anlamsızdır

44

29

İş etiği halkla ilişkilerle ilgili bir kavramdır.

9

18

Kamuoyunun iş dünyasına olan güveni henüz fazla gelişmemiştir.

10

17

28

Bugün ki iş dünyası ile geçmişteki arasında bir fark yoktur.

40

31

13

Rekabet edebilirlik ve karlılık birbirinden bağımsız değerlerdir.

15

23

16

Bir tüketici olarak, araba sigortası talep ederken, hasara bakmaksızın en fazlasını almaya çalışırım.

27

28

20

16

9

Süpermarkette alışveriş yaparken fiyat etiketlerini ve paketleri değiştirmek uygundur.

48

22

14

10

6

Bir çalışan olarak büro malzemelerini eve götürürüm; bu kimseye zarar vermez.

50

25

10

10

5

18

10

27

16

“İş etiğinin ve etik algısının kişiden kişiye farklılık gösterdiği görülmektedir. Bu bağlamda işletme öğrencilerinin etiğe ilişkin algılamaları kamu yönetimi öğrencilerinden daha güçlüdür. Son yıllarda işletme bölümü öğrencilerinin aldıkları birçok derste sosyal sorumluluk ve etik konularının işlendiği bilinmektedir. Geleceğe yönelik düşünüldüğünde bu durum olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Üniversitelerde iş etiği derslerine yer verilmesi geleceğin iş dünyasında yer alacak bireyler olacağı düşünülen üniversite öğrencileri için oldukça önemlidir. Böylece etik sorunlara daha duyarlı bireyler yetiştirilebilir. Çalışma sadece bir üniversitenin bir fakültesinde yapılmıştır, bu sınırlılıkları aşmak için farklı üniversitelerde de benzer araştırmalar yürütülerek alan yazına katkıda bulunulabilir.” Bir diğer çalışma da İstanbul Ticaret Üniversitesinden Nihat Alayoğlu, Ali Osman Öztürk, Mehmet Babacan tarafından “Üniversite Öğrencilerinin İş Ahlakı Algısı ile Özel Sektör ve Kamu Çalışanlarının İş Ahlakı Uygulamalarının Karşılaştırılması” başlıklı makale ilk olarak 12-14 Nisan 2012 tarihlerinde İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) tarafından İstanbul’da düzenlenen “İş Ahlakı ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk: İdealler ve Gerçekler” konulu uluslararası sempozyumda sunulmuştur.

Hasta olduğum günleri hak ettiğim tatil günleri olarak görürüm.

27

30

15

Çalışan maaşları arz-talep yasalarına göre belirlenmelidir.

10

21

26

Hissedarların temel çıkarı yatırımlarından maksimum getiri elde etmektir.

10

14

18

36

22

İşyerimde her hafta belirli ürünlerin fiyatını artırırım ve üzerine “indirimde” diye yazarım.. Böyle yapmamda yanlış bir şey yoktur.

43

21

13

14

9

Belirli bir hedefiniz varsa ona ulaşmak için gereken her şey yerine getirilmelidir.

12

17

13

28

30

33

15

İş dünyasında iyi olan bir kişi başarılı bir işadamıdır.

11

20

21

Gerçek anlamda etik öncelikli olarak kişisel çıkarları düşünmeyi gerektirir

31

29

20

15

5

21

13

7

23

21

8

19

24

22

Fedakârlık yapmak etik değildir.

31

28

Bir kişiyi işine ve kararlarına göre yargılayabilirsiniz.

23

25

İnsan ürettiğinden fazlasını tüketmemelidir.

16

19

70 Mimar ve Mühendis

Yazarların iki farklı soru başlığı altında üç ayrı grubun verdikleri cevapları yanda verilmiştir.

İş etiğinin ve etik algısının kişiden kişiye farklılık gösterdiği görülmektedir. Bu bağlamda işletme öğrencilerinin etiğe ilişkin algılamaları kamu yönetimi öğrencilerinden daha güçlüdür. Son yıllarda işletme bölümü öğrencilerinin aldıkları birçok derste sosyal sorumluluk ve etik konularının işlendiği bilinmektedir. Geleceğe yönelik düşünüldüğünde bu durum olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Yazarlar şu sonuca varmışlardır: Kamu çalışanlarının diğerlerine nazaran düşük olmakla birlikte, katılımcıların hepsi “bir işletmenin var olma (maddi ve manevi) nedeninin


para kazanmak” olduğu konusunda aynı algıya sahiptir. İşletmelerin genel kabul gören temel amaçlarından birisi de “kar etmek” olduğundan, bu sonuç oldukça anlamlıdır. Burada asıl önemli olan, bu amacı gerçekleştirirken insanların uygulamalarında iş ahlakı değerleri ve ilkelerine ne ölçüde uygun davranıp davranmadıklarıdır. Çalışma kapsamındaki diğer bulgular bir açıdan bazı ipuçları sunmaktadır. Bu bağlamda, öğrencilerin “bayanlar baylara göre ahlaka daha uygun davranır” önermesine ilişkin algısı ve “ahlakın daha çok duygusal yargılardan ibaret olduğuna” dair inançlarının, kamu ve özel sektörde çalışanlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Yine her üç gruptan katılımcıların, ahlaklı olmak ile belli bir yaşta, diğer bir ifadeyle yetişkin olmak arasında bir ilişki olmadığı konusunda hemfikir oldukları anlaşılmaktadır. Kamu ve özel sektör çalışanlarında ahlakın “eğitim ve öğretim ile aktarılabilen bir olgu” ve “ahlak üzerinde akademik çalışma yapılması gereken önemli bir konu” olduğu hususu, öğrencilere göre daha güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. İş hayatı içinde olanların bu tür bir inanca sahip olması, bir yönüyle çalışma hayatı şartlarının, eğer güçlü bir ahlaki alt yapıya sahip değillerse, insanların ahlaki tutum ve davranışlardan daha kolay taviz verebileceklerini düşündürmektedir. Bu durum iş ahlakının gençlerin yetişme evresinde hem aile hem de okulda kazandırılması halinde iş hayatında iş ahlakına uygun tutum ve davranışların yaygınlaşması ve sürdürülmesinin mümkün olabileceği savını güçlendirmektedir. Nitekim katılımcı grupların ahlak olgusunun “gerçek hayata aktarılabilir bir kavram” olduğu konusunda da güçlü bir şekilde hemfikir olduğu anlaşılmaktadır. Sonuç Yapılan araştırmalarda gösteriyor ki gelenek ile modernin çatışması hep olacak, gelenek yok olmadığı gibi modernde etkisini sürdürmektedir. Milletimizde modernleşme arzusu bulunmakla birlikte manevi değerlerden de kopmak arzusu yoktur. Burada yapılması gereken Mevlana’nın dediği gibi bir ayağımız gelenekte sabit durmalı, diğer ayağımızla modernle mücadele etmeliyiz. Gelenek, kimliğimiz benliğimizdir. Kimliksiz ve benliksiz yaşanmayacağına göre yapılması gereken M. Akif’in dediği gibi öz kültürümüzü mefkuremizi asrın idrakine hikmetle sunmak olacaktır. Bu uzun soluklu bir cehddir. Bugünden yarına hemen olacak değil sürekli yenilenen bir inançla, sürekli fetih anlayışı ile olacaktır.

Milletimizde modernleşme arzusu bulunmakla birlikte manevi değerlerden de kopmak arzusu yoktur. Burada yapılması gereken Mevlana’nın dediği gibi bir ayağımız gelenekte sabit durmalı, diğer ayağımızla modernle mücadele etmeliyiz.

İş Ahlakında Cinsiyet- Yaş ve Eğitim Durumu Algısı ve Tutumları Öğrenci Özel Sektör Kamu Sektörü Cinsiyet, yaş ve iş ahlakı Ortalama Değer N Ortalama Değer N Ortalama Değer N Bayanlar baylara göre ahlaka daha uygun davranır. 2.78 128 2.78 143 2.47 108 Ahlak daha çok duygusal yargılardan ibarettir. 3.13 126 2.79 141 2.49 108 Baylar ahlaki prensiplerinden taviz vermeye meyillidir. 2.98 128 2.96 141 2.75 107 Ahlaklı olmak yetişkin (belli yaşın üzerinde) olmayı gerektirir. 2.21 127 1.92 142 1.93 108 Yetişkin baylar yetişkin bayanlara göre daha ahlakidir. 2.3 126 2.32 141 2.21 108 Gençler ahlaki kurallara daha fazla uyarlar. 2.24 127 2.27 141 2.21 107 Eğitim ve İş Ahlakı Bir işletmenin var olma (maddi ve manevi) nedeni para kazanmaktır. 3.69 121 3.64 132 3.34 100 Ahlak eğitim ve öğretim ile aktarılabilen bir olgudur. 3.51 120 3.72 132 3.47 100 Ahlak üzerinde akademik çalışma yapılması gereken önemli bir konudur. 3.73 120 4.12 132 4.18 99 Ahlak gerçek hayata aktarılabilir bir kavramdır. 4.15 119 4.27 130 4.18 99 Yüksek eğitim almış bireyler ahlaki prensiplere daha fazla önem verirler. 2.68 120 2.55 132 2.51 99 Kişinin yaşı ile ahlaki davranışları arasında ilişki vardır. 2.98 120 2.87 131 2.86 100

Temmuz - Ağustos 2013 71


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ

MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

ASGARİ MÜHENDİS ÜCRETİ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR Yeni mezun veya yetişmiş kalifiye mühendisin asgari ücretlerle çalıştırılması veya işinin gerektiği ücretin verilmemesi, aynı konumda olan personeller arasında farklı gelir seviyelerinin olması, hak ettiği değerin verilmemesi, kamu kurumlarında kendi mesleğiyle alakalı olmayan işlerde de çalıştırılması, mevkisi ve konumunda yükseltilmemesi, hem moral düzeyinin azalmasını hem de iş veriminin düşmesine sebep olmaktadır. MMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, mühendis, mimar

üyeleri için brüt 2700 TL olarak belirlediği asgari ücreti SGK’ya bildir-

ve şehir plancılar için uygulanacak asgari ücret ile ilgili olarak 6 Şubat

mişti. Eğitim İlke-Sen, kamu sendikaları ve hükümet arasında devam

2013 tarihinde TMMOB Örgütlülüğüne yönelik bir açıklama yapmıştı.

eden toplu sözleşme görüşmeleriyle ilgili yaptığı eylemde taleplerini

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ile Sosyal Güvenlik

açıklamış ve “En düşük kamu çalışanı maaşı, 3300 liralık yoksulluk sını-

Kurumu arasında yapılan protokol çerçevesinde mühendis, mimar ve

rının üzerine çıkarılmalıdır.” diyerek konuyu gündemde tutarak, daha

şehir plancılarının düşük ücretle çalıştırılmasına ve kayıtdışına karşı

çok tartışılmasına destek vermişti. Asgari Mühendis Ücreti hakkında

mücadele başlatılmış, bu çerçevede Elektrik Mühendisleri Odası da

Mimar ve Mühendisler Grubu'ndan görüşler aldık.

Şenol ARSLAN (YYM BAŞKAN YRD.) Bir ülkenin globalleşen dünyada gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşabilmesi ve kendine bu düzende iyi bir yer sağlayabilmesi için iyi seviyede yetişmiş beyin gücüne ihtiyacı vardır. Bu gücün başında yeni teknolojileri geliştirerek bir adım daha ileri gitmesini, ülkenin kalkınması ve gelişmesini sağlayacak olan mühendisler gelir. Piyasada mühendisliğin değer olarak kabul görmediği, teknik bilginin ise gerçek değerinin verilmediği bir ülkede gelir düzeyinin yükselmesi beklenmez. Çok değil 20-30 yıl önce kız çocuğunu evlendirecek anne babalar erkek çocuğun mesleğinin mühendis veya doktor olmasını sorgularlardı. Şimdilerde ise çocuk ne kadar para kazanıyor diye soruyorlar. Yeni 72 Mimar ve Mühendis

mezun veya yetişmiş kalifiye mühendisin asgari ücretlerle çalıştırılması veya işinin gerektiği ücretin verilmemesi, aynı konumda olan personeller arasında farklı gelir seviyelerinin olması, hak ettiği değerin verilmemesi, kamu kurumlarında kendi mesleğiyle alakalı olmayan işlerde de çalıştırılması, mevkisi ve konumunda yükseltilmemesi, hem moral düzeyinin azalmasını hem de iş veriminin düşmesine sebep olmaktadır. Ne yazık ki ülkemizde de burada sayılanlar gibi birçok örneğin olması sebebiyle bu yetişmiş insanlardan yeteri kadar faydalanılmamakta ve varolan heves-

lerinin kırılmasına, iş yapma isteklerinin azalmasına neden olmaktadır. Eğer bu kişiler hem maddi, hem de manevi anlamda tatmin edilirse ülkenin geleceği açısından her zaman daha faydalı oluşumlar ortaya çıkacaktır. TMMOB’un yıllardır takipçisi olduğu mühendislere yönelik asgari ücret belirleme çalışması yapılmaktadır. Ancak bu fiili uygulamada gerçekleşmemektedir. 2006 yılında yürürlüğe giren SGK-TMMOB ilişkisi SGK’ nın da bu işin içine girip takipçisi olabilecekse en azından asgari belirlenen bedelin altında çalıştırılmaması gündemde olacaktır.


Piyasada mühendisliğin değer olarak kabul görmediği, teknik bilginin ise gerçek değerinin verilmediği bir ülkede gelir düzeyinin yükselmesi beklenmez.

Osman ŞAHBAZ (MMG Başkan Yrd.) Mimar, mühendis ve şehir plancıları için 2013 yılı için belirlenen 2.700 tl, gerçekten üretecek, yenilikleri ortaya koyacak, okumuş teknik insanlarımız için ne üretebilirlerki sorusunu akla getirmektedir. Yeni mezun mühendis için dahi bu ücret çok düşüktür. Tabi, bu noktada Türkiye'nin gerçeklerini de göz önünde bulundurmalıyız. Yeni mezun bir mühendisin devlet dairesinde iş araması, memurluğa dönük kendisini şartlandırması bu da ayrı bir handikaptır. Türkiye'de okumuş,

teknik insanlarımızı bir de girişimci ruhu ile donatırsak işte hem Türkiye'nin, hem de bu yeni mezun olan teknik insanların önünü açmış oluruz. Üreten, yeniliğe açık mühendisler için bu belirlenen brüt asgari ücret tabii ki de tatmin edici olmamakla birlikte, ülkemizin gelişmişliği ile de doğru orantılıdır. Evet, teknik insanlar Türkiye'yi kalkınma hamlesine hazırlayacak

ve bu yolda ekonomik gelişmişliğini de yukarılara taşıyacaktır. Gelişen Türkiye'de hakça ve adaletli paylaşım her alanda olmalıdır. Merhametli ve ahlaklı toplumda mühendiste, mimarda, işçi de hak ettiği ücreti alacaktır. Günümüzde günlük hayatın içerisine hak, adalet, ahlak, sevgi ve merhameti ihdas edersek bütün bu sorun gibi görünen birçok konunun aslında sorun olmadığını da görürüz.

olması için SGK primlerinin kolayca ödenebileceği makul seviyeye çekilmesi ve çalışanlar üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi önem arz etmektedir. Aksi halde bordroda gösterilmeyen binlerce kayıt dışı mimar ve mühendis çalışacak ve bundan dolayı kamuyla birlikte çalışan da mağdur olacaktır. Ülkenin fiziki, teknik, sınai, sanatsal ve kültürel değerlerini üreten bu yetişmiş insan gücünün gerek resmi kurumlar ve gerekse kamuoyu nezdinde hâla yeterince hak ettikleri itibarı görmemesi bir handikap olarak ortada durmaktadır. Ülkemizi yetişmiş insan gücüyle gelişmiş ülkeleri dahi kıskandıracak aydınlık geleceğe ve güçlü Türkiye’ye taşımakta olan mimar, mühendislerin politik hesaplar ve ideolojik yaklaşımlardan uzak bir oda yönetiminin

katkılarıyla daha da güçleneceği tartışmasızdır. Mimar ve mühendislerin ekonomi, kültür ve sanat dünyasına ürettikleri değerler ülkenin kalkınmışlığının göstergesi olarak görülerek, üretimden doğan paylarına düşen gelirlerin de aynı paralelde artırılması zaruridir. Benzer alanlarda akıl almaz Ar-Ge bütçeleriyle inovasyon alanında önemli pay sahibi ülkelerin çalışmalarına nispetle mütevazı bütçeli Ar-Ge çalışmalarıyla büyük hamleler yaparak ülkemizi hızla kalkındıran yerli inovatörlerimize bu çabaların karşılıkları layıkıyla verilmelidir. Bütün bunların yanı sıra mimar ve mühendislerin maddi durumlarında sağlanacak iyileşmelerle birlikte meslekî prestij, sosyal haklar ve iş zorlukları açısından sağlanacak ilave haklarla toplumda hak ettikleri yeri almalıdırlar.

Mehmet Osmanlıoğlu (Mimar) Ülkenin inovasyon, sanatsal ve kültürel değer üretmeye dönük büyüme yapabilmesi için mimar ve mühendislere olan ihtiyacında, toplam değerden mimar ve mühendisler yeterince nasipleniyor mu? SGK ile TMMOB arasında imzalanan protokole göre her yıl mühendislik, mimarlık ve şehir planlama alanlarında meslek icra eden disiplinlere ilişkin asgari ücret seviyesi belirleyerek Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirecek, mühendis, mimar ve şehir plancıları belirlenen asgari ücretin altında çalıştırılamayacaktır. Buna göre; TMMOB tarafından 2013 yılı için mühendis, mimar ve şehir plancılarının asgari brüt ücreti 2.700 TL olarak belirlemiş olup ilgili karar SGK‘ ya 07.12. 2012 tarihinde gönderilmiştir. Söz konusu protokolle mimar ve mühendislere sağlanan maddi imkânların ilgili firmalarca uygulanabilir ve sürdürülebilir

Temmuz - Ağustos 2013 73


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

Prof. Dr. Ali Osman ÖNCEL1,2 İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü1 MMG Yönetim Kurulu Üyesi2

STANDARDİZASYONUN KÜRESEL EĞİTİM VE MÜHENDİSLİK UYGULAMALARINA ETKİLERİ Mühendislik eğitiminde ve uygulamalarında standartların kullanımının yaygınlaşması, iş gücü ve ürünlerin küresel pazarlarda rekabet gücünü arttırır. ABET/MÜDEK kriterlerini sağlayan mühendislik fakültelerinin çoğalmasıyla, bitirme projelerinin uluslararası/ulusal standartlara uygun

yapılmasını sağlayacaktır. Mühendislik Standardizasyon dersinin mühendislik fakültesi ortak ders havuzuna mutlaka girmesi gerekir. Yetkili kurumlar tarafından yapılacak rapor ve proje denetimlerinde standardizasyona geçilmesiyle kötü mühendislik uygulamaları azalabilir.

STANDARDİZASYON YOKSA TEHLİKE BÜYÜR Standartsız mühendislik hizmeti alan kurumların, standartsız, kalitesiz ve riskli mühendislik uygulamalarına izin vermeyerek kötü mühendislik uygulamalarına engel olması beklenir. Hizmette standart aranmazsa, standardizasyon esaslı çalışan mühendislik uygulamaları yapan firmaların rekabet gücü zayıflar. Yasa ve yönetmeliklere girdiğinden dolayı talep edilen mühendislik hizmetlerinin bir rutin olarak görülmesi hatalıdır. İşin yapılış sürecinden daha çok şekilsel şartlarının sağlanmasını yeterli gören bir bakış açısı standartsız mühendislik hizmetlerine destek sağlamış olabilir. Bir deprem anında çürük zemine veya çürük binalara sağlam raporu verilmesi gibi çok uç örneklerin sayısal ve yerleşik dağılımı afetlerden (deprem, heyelan veya dere yatağının taşması) sonra ortaya çıkar. Van depreminden sonra, güya 2007 deprem yönetmeliklerine göre yapılmış olduğu bilinen binaların hasar görmesi gibi tuhaf durumlar ortaya çıkar. Yönetmelikler kusursuz veya güncel olsa dahi, yönetmeliklerin hatalı uygulanmasına bağlı olarak ortaya çıkan hatalı veya denetimsiz mühendislik uygulamaları belli olmaktadır. Kısaca, zemin ve yapı incelemelerini deprem öncesinde ve deprem sonrasında standartsız mühendislikle yaptıran bürokratik veya idari zafiyetin varlığı anlaşılır.

STANDARDİZASYONA GEÇİLMESİ KÖTÜ MÜHENDİSLİĞİ SİLER Standartsız mühendislikle işlerin yapıldığı ilçe belediyeleri veya kentlerde, standartlı mühendislik hizmeti veren firmaların yaşaması zordur. İş tanımı ile işin özelliğiyle ilgili mühendislik standartlarının teknik şartnamelerde birlikte yazılması gerekir. Denetim sürecinde şekilcilik terk edilmeli, yapılan işin standardizasyonuna bakılmalıdır. Mühendislik uygulamalarında Avrupa ve Dünya mühendislik standartları mevcut olmasına ve bazılarının TSE tarafından çevrilerek yayınlanması yaygın kullanılacağını garanti etmemektedir. Avrupa Birliği’ne aday bir ülke olmamızdan dolayı, Avrupa Yer ve Yapı İnceleme Standartları ülkemizde uyulması gerekli standartlar olarak dikkate alınası gereken müktesebatları meydana getirir. Bunlara rağmen; standartlar ülkemiz kurumları tarafından ya bilinmemekte ya da standartlı mühendislik hizmeti maliyetleri yükselteceği için görmezden gelinerek görev ihmali yapılmaktadır. Özellikle, JFMO İstanbul Şube yönetimi olarak ilk ziyaretimizi TSE’ye yaptık ve ASTM tarafından Jeofizik Mühendisliğiyle ilgili standartların önce çevrilerek ve daha sonrada Türk Standartları olarak kabul edilmesini istedik. Ziyaretimizin ikinci adımı olarak, İnşaat Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Pelin Gündeş

74 Mimar ve Mühendis


Standartsız mühendislikle işlerin yapıldığı ilçe belediyeleri veya kentlerde, standartlı mühendislik hizmeti veren firmaların yaşaması zordur. İş tanımı ile işin özelliğiyle ilgili mühendislik standartlarının teknik şartnamelerde birlikte yazılması gerekir. Denetim sürecinde şekilcilik terk edilmeli, yapılan işin standardizasyonuna bakılmalıdır. Mühendislik uygulamalarında Avrupa ve Dünya mühendislik standartları mevcut olmasına ve bazılarının TSE tarafından çevrilerek yayınlanması yaygın kullanılacağını garanti etmemektedir. Bakır mecliste ziyaret edildi. TSE bünyesinde zemin ve yapı inceleme standartlarını belirleyecek bir komisyon kurulması huşunda yardımcı olması istendi. Ülkemizde kentsel dönüşümün başladığı tarihi süreçte zemin ve yapı standardizasyonu konusunda uluslararası standartların TSE standartları olarak kabul edilmesinin önemli olacağı belirtildi. TSE Genel Müdürüne ulaşmaya çalışması ve önerimize iletmek için gayret göstermesine karşın standardizasyon konusunda, TMMOB çatısı altında bir şube olarak yapmış olduğumuz kritik girişim sonuçsuz kaldı. STANDARDİZASYON MÜHENDİSLİKTE KALİTEYİ GARANTİ EDER Standartsız mühendislik uygulamaları iş yerini bulsun yaklaşımıyla talep edilirse, mühendislik hizmetlerinde kaliteyi önceleyen firmaların büyümeleri zordur. Hizmet alımında standart koşulu yoksa işi alan firma mühendislik kalitesinden ödün vererek işini tamamlaya zorlanacaktır. Doğal sonucu olarak, çalıştırdıkları mühendislere asgari ücretin biraz üzerinde ücret teklif ettikleri veya verdikleri gibi dünyada fazla olmayan düşük ücretli mühendis istihdamına mecbur

olabilir. Standartsızlık ülkemizin geleceğini ve mühendislik eğitiminin varlığını tehdit eden en önemli sorundur. Yazının bundan sonra ki bölümünde standartlara kısaca değinilecek ve standart çıkartan kurumların tanıtımıyla devam edecektir. STANDARDİZASYON UZLAŞMADIR Yapılan işin süreçlerini veya hizmet veren mühendisin birikim düzeyinin değerlendirilmesinde kullanılan kurallara standartlar denir. En basit şekliyle tanımı, bir ürünün üretilme ve kullanılma şekliyle ilgili tüm tarafların katılımıyla ortaya çıkan uzlaşıdır . Ürün kelimesi, sistem donanımı, kullanılan programlar, hesaplama ve uygulama biçimleri, laboratuvar ve arazi deneyleri, yer ve yapı incelemeleri gibi daha çok farklı mühendislik uygulamalarını kapsar. Standardizasyon kavramı içerisine, terminoloji ve malzeme özellikleri, üretim süreç aşamaları, ürünlerin test teknikleri ve matrisleri, veri işlem süresinin azaltılması, raporlamada formatların geliştirilmesi, istatistik yaklaşımlar, analiz ve değerlendirme gibi daha sayılabilecek pek çok konu girebilir. STANDARDİZASYONDA HEDEF SIFIR PROBLEMDİR Standardizasyon sürecinde başlıca genel özellikler olarak, aksaklıkların düzeltilmesi, çalışma performansının yükseltilmesi, yeni bilgilerin dâhil edilmesi gibi ana özellikler standardizasyon sürecinde dikkate alınır. Spesifik özellikler olarak, ihtiyaç odaklı ve yenilikçi olması, uyumlu, uygun, kusursuz ve test edilebilir olması gibi özellikleri sağlaması beklenir. STANDARDİZASYON BİLİNCİNİN ARTTIRILMASI GEREKİR Standartlar yaşamımıza girmesine rağmen, standartlardan fazla haberimizin olmamasının en başlı nedenlerinden birisi, standartların farklı isimlendirme ve uzantılarla - düzenleme ve protokoller gibi – farkında olmadan sessiz yürütülen düzenlemeler ve çalışmalarla yürürlüğe girmesidir . Temmuz - Ağustos 2013 75


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ MÜHENDİSLİK STANDARDİZASYON EĞİTİMİ YETERSİZDİR Yeni mezunlarla ilgili yapılan bir anket araştırmasında yeni mezunların meslek standartları konusunda bilgili olmadıkları anlaşılmıştır3. Dünya’nın pek çok yerinde mühendislik eğitimi veren mühendislik fakültelerinde ya standartlar hiç öğretilmemekte veya iyi öğretilmemektedir. Yeni Mezunlarda - Jeofizik Mühendisleri – Eksiklikler konulu TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından yapılan Web2 Tabanlı Ankette ortaya çıkan ve yeni mezunların standartlardan habersiz olmasıyla ilişkili sonuç, Dünya’nın farklı ülkelerinde farklı mühendislikler içinde tekrar edilse sonuç değişmeyebilir. MESLEK ÖRGÜTLERİ STANDARTLAŞMAYA GEÇİLMESİNDE HIZLI DAVRANMALIDIR Şubemiz bünyesinde kurulan standartlar komisyonu çalışmasına ve tüm çalışmalarını 15 Nisan 2012 yılında JFMO Genel Kurulunda kabul ettirmesine karşın bugüne kadar standartlaşma hususunda neden hala somut adımlar atılmadığı sürekli tartışma konusu olmaktadır. Standartlaşmada gecikme, sektör içerisinde haksız kazanç ve rekabete neden olur. Ücretlendirmede standartsızlığa ve mağduriyetlere neden olduğu için çok kritik ve ivedilikle çözüme kavuşturulması gereken bir durumdur. Özellikle, mühendislerin günlük, haftalık veya toplamda aylık saha çalışmalarına kota standardizasyonu getirilmesi durumuyla alakalı olarak, 2012 Genel Kurulunda bir karar alınmasına karşın, kalitesiz mühendislik uygulamalarını frenleyecek mühendislik imza sayısına ortalama gün başına bir sayı standardizasyonu getirilecek hiçbir adım atılamamıştır. Mühendislikte kalitesiz sabun raporların çoğalmasını engelleyecek, mühendislik hizmetlerinin değerini arttıracak, mühendis başına imza ve iş kotası konusunda standartlaşma arayışları ve talepleri devam etmektedir. MEZUNLARIN EĞİTİMİNDE STANDARDİZASYON KURSLARI EKSİKTİR JFMO İstanbul Şube olarak Mühendislikte Yaklaşımlar ve Standartlar konulu bir seminer verdirdik ve ilk ziyaretimizi daha öncede ifade edildiği gibi TSE’ye giderek gerçekleştirdik. TMMOB çatısı altında ki meslek odalarında standartlar komisyonları olmasına – Jeofizik Mühendisleri Odası - karşın bağlayıcı ve herkes tarafından uyulması zorunlu olacak mühendislik uygulamalarında standardizasyona geçilemediğini yazının önceki bölümlerinde belirtmiştik. Standardizasyon eksikliğine bağlı olarak mühendislik uygulamalarında ortaya çıkan kargaşa, sektör arasında lüzumsuz gerginliğe, bölünmeye ve sektör tarafından verilen hizmette ise sektöre özel farklı uygulama biçimlerine neden olmaktadır. Standartsız mühendislik uygulamaları, verilen mühendislik hizmetleri fiyatlandırmada büyük farklılıklara neden olmakta ve bu farklılık nedeniyle sektörel kredibilitede erozyon meydana gelmektedir. TMMOB bağlı odalar, mühendislik uygulamalarında uluslararası standardizasyonların anlaşılması için uygulamalı eğitimler vererek ve etkinlikler düzenleyerek mühendislik hizmetlerinde standartların yaygınlaşmasını sağlayabilir. Mühendislik uygulamalarında standartları oluşturmada ve uygulamasının yaygınlaştırılmasında meslek örgütlerinin etkin ve başarılı olduğunu söylemek zordur. 76 Mimar ve Mühendis

Standartsız mühendislikle işlerin yapıldığı ilçe belediyeleri veya kentlerde, standartlı mühendislik hizmeti veren firmaların yaşaması zordur. İş tanımı ile işin özelliğiyle ilgili mühendislik standartlarının teknik şartnamelerde birlikte yazılması gerekir. Denetim sürecinde şekilcilik terk edilmeli, yapılan işin standardizasyonuna bakılmalıdır. STANDARDİZASYON ÇALIŞMALARI EVRENSELDİR Uluslararası Standartlar Organizasyonu (ISO)4, küresel standartları belirleyen organizasyonlardan birisidir. ISO’ya bağlı dünyanın çok farklı ülkesinde temsili çalışan organizasyonlar mevcuttur. Ülkemizde Türk Standartlar Enstitüsü (TSE)5 ve Amerika Ulusal Standartlar Enstitüsü (ANSI)6 gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz pek çok ulusal ölçekte çalışan organizasyonlar bulunmaktadır. Dünyada birkaç üniversite hariç mühendislik uygulamalarında Standartlı Mühendislik Uygulamaları konulu dersler müfredata girmiş değildir. Ülkemizde ve dünyada standartların amacını, gelişim süreçlerini ve uygulama alanlarını bilen öğretim üyesi sayısı doğal olarak artmamaktadır. MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE KÜRESEL –ABET- STANDARTLAŞMA ABET7 Mühendislik ve Teknoloji Programları Akreditasyon Kuruludur ve mühendislik fakültelerinde verilen eğitimin dünya standartlarına uygunluğu hususunda talep olursa inceleme yapar ve yeterli düzeyde ise denklik verir. Ülkemizde ABET kriterini sağlayarak denklik alan üniversite sayısı bir elin parmakları kadardır8. Üniversitelerdeki mühendislik programlarının içerik ve uygulamada eşitlenmesi amacıyla Üniversitelerde Mühendislik Eğitimi Standartları ABET belirler. ABET’ten denklik alan mühendislik fakültelerinin kalitesinde denklik sağlandığı düşünülür. ABET denklik sürecinin yaygınlaştırılmasıyla, dünyanın farklı üniversitelerinden mezun mühendislerin diplomaların her yerde geçerli olmaktadır. ABET kriterlerinden en önemlilerinden biri, bitirme projelerinin (Seniour Project veya Graduation Project) mühendislik standartlarına uygun yaptırılmasıdır9. Ülkemizde ABET kriterlerini sağlayan üniversitelerin (İTÜ, ODTÜ, BİLKENT, BOGAZİÇİ ve YAKIN DOĞU) sayısal azlığı düşünülürse mühendislik fakültelerinden yetişen yeni mezunların standardizasyon tabanlı mühendislik projesi yaparak mezun olamayacakları beklenir.


JFMO İstanbul Şubesi olarak Mühendislikte Yaklaşımlar ve Standartlar konulu bir seminer verdirdik ve ilk ziyaretimizi daha öncede ifade edildiği gibi TSE’ye giderek gerçekleştirdik. TMMOB çatısı altında ki meslek odalarında standartlar komisyonları olmasına – Jeofizik Mühendisleri Odası - karşın bağlayıcı ve herkes tarafından uyulması zorunlu olacak mühendislik uygulamalarında standardizasyona geçilemediğini yazının önceki bölümlerinde belirtmiştik. Standardizasyon eksikliğine bağlı olarak mühendislik uygulamalarında ortaya çıkan kargaşa, sektör arasında lüzumsuz gerginliğe, bölünmeye ve sektör tarafından verilen hizmette ise sektöre özel farklı uygulama biçimlerine neden olmaktadır.

öğrencilik yapılmasıyla ve eğitim standartlarında ortak bir alt yapının geliştirilmesiyle hedeflenen, gerek yükseköğretim gerekse iş imkanları açısından dünyanın diğer bölgelerinden kişiler tarafından tercih edilir hale getirilmesi hedeflenmektedir.

MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE AVRUPA BİRLİĞİ –BOLOGNA- İÇİNDE STANDARTLAŞMA BOLOGNA10 süreciyle Avrupa Yükseköğretim Alanı içerisinde yer alan ülke vatandaşları, yükseköğrenim görmek ya da çalışmak amaçları ile Avrupa’da kolayca dolaşabileceklerdir ve Avrupa Birliği içerisinde kültürel değişimin gerçekleşmesi saplanabilecektir. Bu amaçla, öğretim üyesi ve öğrenci mobilizasyonları teşvik edilerek ve ortak danışmanlık bilimsel çalışmaların yapılmasıyla üniversiteler arasında bilimsel çalışmaların artması hedeflenmektedir. Sonuç olarak, Avrupa Birliği içerisinde farklı üniversitelerde öğretim üyeliği ve

MÜHENDİSLİK FAKÜLTELERİNE STANDARDİZASYON DERSİ KONMALIDIR Dünya’da ABET denkliği almış Mühendislik Fakültelerinin çoğunda mühendislik standartları eğitiminin verilmemesinin farklı nedenleri olarak13; a) ihtiyaç olarak görülmemesi, b) eğitilmiş öğretim üyesinin bulunmaması ve c) müfredat eğitiminde kullanılacak kaynakların eksik olması gibi daha farklı pek çok neden olabilir. Mühendislik Eğitiminde Standartlar konulu yapılan araştırmada ortaya çıkan sonuçlara göre, Amerika’daki Mühendislik Fakülteleri standartların öğretilmesinin, mühendislik eğitiminde öncelikli olmadığı ve küresel

MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE ULUSAL –MÜDEK- STANDARTLAŞMA MÜDEK11 Mühendislik Eğitim Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (MÜDEK), ülkemizdeki farklı mühendislik eğitim programları için akreditasyon, değerlendirme ve bilgilendirme çalışmaları yapmaktadır. Türkiye'de mühendislik eğitimine bir standardizasyon getirerek eğitim kalitesinin yükseltilmesine katkıda bulunmak amacıyla faaliyet gösteren bağımsız bir kuruluştur. Bugüne kadar ülkemizde 30’dan fazla mühendislik fakültesini12 değerlendirmiştir. Ülkemizde mühendislik eğitim kalitesinin yükseltilmesi amaçlı kurulmuş özgün bir standartlaşma biçimidir.

Temmuz - Ağustos 2013 77


DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ

MÜDEK, Mühendislik Eğitim Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (MÜDEK), ülkemizdeki farklı mühendislik eğitim programları için akreditasyon, değerlendirme ve bilgilendirme çalışmaları yapmaktadır. Türkiye'de mühendislik eğitimine bir standardizasyon getirerek eğitim kalitesinin yükseltilmesine katkıda bulunmak amacıyla faaliyet gösteren bağımsız bir kuruluştur. Bugüne kadar ülkemizde 30’dan fazla mühendislik fakültesini değerlendirmiştir. Ülkemizde mühendislik eğitim kalitesinin yükseltilmesi amaçlı kurulmuş özgün bir standartlaşma biçimidir.

ekonominin gelecek yıllarda büyümesiyle ilgili tahminlere bakılarak standartların kritik bir konu olarak görülmediği şeklinde bazı düşünceler ortaya çıkmıştır. Standartların gelişim ve yayılmasında merkez olan Amerikan üniversitelerinin bir kaçı (University of Colarado (Boulder), University of Pittsburgh ve Catholic University of America) dışında mühendislik eğitiminde standartlar başlı başına bir ders olarak öğretilmemektedir. Ana dersin adı veya başlıca teması standartlar olan ders sayısı azdır ve standartlar kısmen mühendislik etiği başlıklı dersler içinde öğretilmektedir. Ülkemizde ise durumun Amerika’dan farklı olmadığını ve yeni mezunların çoğunlukla standardizasyon eğitimi almadan mezun oldukları söylenebilir. SEKTÖR TABANLI ÜNİVERSİTE EĞİTİM STANDARDİZASYONU YARARLI OLACAKTIR Kamu veya özel sektör standart tabanlı çalıştığına ve çalışmaya yasalarla zorlandığına göre, standardizasyon eğitimi alan mezun mühendislere ihtiyacı olacaktır. Sektörün ihtiyacına uygun mezun verilmesi ancak sektörden kopuk bir mühendislik eğitiminin başta Amerika olmak üzere ülkemizde de geçerli olduğunu göstermektedir. Bu açıdan bakılırsa, mühendislikle ilgili STK’ların ve TMMOB çatısı altındaki odaların kendi mühendislik birimleriyle ilgili standartların kendilerine bağlı üyelerce bilinmesi ve uygulamalarda standartlı mühendislik çalışmalarını araması gerekir. İlave olarak, meslek örgütlerinin Yüksek Öğretim Kurumu olmak üzere üniversitelerle iletişime geçmesi ve sektörde kullanılan standartların üniversitelerde öğretilmesini talep etmesi yararlı olabilir. Mühendislikte Standardi78 Mimar ve Mühendis

zasyon Eğitimi konulu bir dersin veya eğitimin içeriği belirlenebilir ve sertifika düzeyinde STK’lar ve odalar tarafından verilerek yeni veya eski mezunların eksiklikleri kısmen tamamlanabilir. JFMO İstanbul Şube olarak belediyelerde “Jeofizik Standartlar” konulu bir çalıştay yaparak, İstanbul içindeki tüm ilçe belediyelerince yaptırılacak işlere bir standart getirilmesi amaçlanmıştır. Bununla ilgili bütün ilçe belediyelerine yazı yazılmış ve katılacak belediye mühendisleriyle, yer inceleme projeleri için “İstanbul Jeofizik Standartları“nın oluşturulması toplantıları yapılması planlanmaktadır. MÜHENDİSLİKTE STANDARDİZASYON EĞİTİMİ VE İÇERİĞİ Standartlar başlıklı bir derste olması gereken en temel konular; standartların amacı, standartların türleri, standartların kaynakları, standartların gelişim süreçleri, en önemli ve kritik standartlar ve standartların doğru kullanılmasının teorik ve uygulamalı öğretilmesi şeklinde belirlenebilir. STANDARDİZASYON KALİTEDE REKABETİ SAĞLAR Kullanılan standardın hassasiyet ve itibar derecesine bağlı olarak piyasaya sürülen ürünlerde, kalite yükselmesi ve tüketicide güvenin artması, temel maliyetlerde azalma, üretimde artış ve pazar alanında büyüme sağlanır. Çünkü standart esaslı çalışma veya üretim, tekrarları azaltır ve kaynak savurganlığını önler, teknolojide gelişim ve transfere, ticaretin kolaylaşmasına, mevcut pazar istikrarının sağlanmasını ve hukuki ihtilafların azalmasını temin ederek gerçekleştirir. Standardizasyonla ilgili olarak ülkemizde, Avrupa’da ve dünyada pek


çok standart mevcuttur. Bu yazının amacı bütün standartlarla ilgili detay vermek değildir ve bu nedenle en önemli uluslararası ASTM standartları hakkında kısaca bilgi verilecek ve jeofizik mühendisliği özelinde gelişen standartlar anlatılarak örnekleme yapılacaktır. AMERİKA MALZEME VE TEST STANDARTLARI (ASTM) 1898 yılında bir grup mühendis tarafından kurulmuş ve kurulduğu yıllarda demiryollarında kullanılan çelikte bir standart olması gerektiğini savunmuştur. Benzer amaçlarla ASTM günümüzde de çalışmalarını sürdürmekte, özel konularda üreticiler ve tüketicilerin uzlaşma süreçlerini gönüllülük esasına bağlı takiben yapmaktadır. ASTM günümüzde her yıl ortalama 10,000’den fazla standart yayınlamaktadır. ASTM Dijital Kütüphanesi14 içinde bulunan standartlar uluslararası mühendislik standartları olarak kullanılır. Mühendislerin ihtiyaç duydukları teknik bilgiye internet üzerinden ulaşabilecekleri kapsamlı bir koleksiyona sahiptir. Yapı jeofiziği, yapılaşma jeofiziği, deprem mühendisliği, uzay mühendisliği, biyomedikal, kimya, çevre, jeolojik, halk sağlığı ve güvenliği, endüstriyel tasarım, tekstil, lastik, plastik, malzeme bilimi, mekanik, nükleer, petrol, toprak bilimi, vb. gibi önemli mühendislik alanlarında yol gösterici bir bilgi kaynağıdır. Jeofizik mühendisliğiyle ilgili olarak örnek verilmesi gerekirse, 1990 yılında Jeofizik Yer İnceleme çalışmalarıyla ilişkili tek bir standart mevcuttu15. Standart iyi olmasına karşın, uygulama sürecinde Jeofizik mühendisleri bazı hataları fark ettiler ve benzer nedenlerden dolayı mevcut Jeofizik Standartlarının sayısı zaman içerisinde tür ve sayı olarak arttı16. Ülkemiz dışında belirlenmiş ve geliştirilmiş standartları, ülkemizde ki meslek örgütleri tarafından meslek uygulamalarında öğrenilmesi ve uygulanması zorunlu standartlar haline getirilmesi çalışması yeterli düzeyde yapılmış değildir. Özellikle, Yer İnceleme Projelerinde uygulanacak yöntemler sıralanırken, uygulama sürecinde uyulması gereken standardizasyonun belirtilmemesi çelişkili ve eksik bir durumu göstermektedir. Diğer meslek uygulamalarında ise uygulamaların farklı olduğu düşünülmemektedir. Örnek olarak, ülkemizde yüksek yapılaşma bütün hızıyla devam etmektedir, fakat ülkemizde Yüksek Yapılaşmada uyulacak standartların hala yürürlü-

ğe girmemesi, yüksek yapılaşmada farklı standardizasyonlara bağlı olarak bir kaotik yapılaşmaya neden olmaktadır. SONUÇ Ülkemizde standart tabanlı üretim ve uygulamaların denetlenmesinde Meslek Örgütlerine ve STK’lara daha fazla görev ve yetkilerin verilmesi gerekir. Denetim şekilsel olmaktan çıkarak standartlara uygunluk açısından bir teknik denetim düzeyine getirilmelidir. Denetim sürecinde standart tabanlı denetim ve incelemeler sonucunda kötü mühendislik uygulamalarını azaltarak kamunun zarara uğratılmasına engel olunabilir. Mühendislik Standartları ve Uygulamalı Kullanımı konusunda sürekli eğitim verilmeli ve bu eğitimlerden geçme şartına bağlı olarak Profesyonel Mühendislik uygulamalarına kademeli geçilmesi ülkemizde teşvik edilmelidir. Katkı belirtme. ODTÜ Emekli Öğretim Üyesi Polat Gülkan hocama yazının gelişim sürecinde yapmış olduğu önerilerden dolayı teşekkür ederim. KAYNAKlar 1

Notes adapted from Rich Fields, “The Importance of Standards in Engineering.”

2

John Gibbons, Forward to U. S. Congress Office of Technology Assessment TCT-512,

Global Standards: Building Blocks for the Future, March 1992 3

JFMO İstanbul Şune, 2013. Yeni Mezunlarda – Jeofizik Mühendisleri – Eksiklikler

Anketi. 4

http://www.iso.org/iso/home.html

5

http://www.tse.org.tr/

6

http://www.ansi.org/

7

http://www.abet.org/

8

http://www.abet.org/substantial-equivalency-turkey/

9

Criteria for Accrediting Engineering Programs, Effective for Evaluations During the

2008-2009 Accreditation Cycle, November 3, 2007, ABET , Inc 10

https://bologna.yok.gov.tr/?page=yazi&i=3

11

http://www.mudek.org.tr/tr/ana/ilk.shtm

12

http://www.mudek.org.tr/tr/akredit/akredite2013.shtm

13

CUA CGSA, 2004 Standards Survey

14

http://www.astm.org/DIGITAL_LIBRARY/index.shtml

15

Field Measurements of Soil Resistivity Using the Wenner Four-Electrode Method”

(G-57). 16

http://www.nsgg.org.uk/links/

Temmuz - Ağustos 2013 79


MAKALE

Ali KILIÇ Elektrik Mühendisi

Yeni Türk Ticaret Kanunu'na Firma Olarak Hazır mısınız? Yürürlüğe girmesiyle birlikte, Türkiye'de ticaret siciline kayıtlı olan 100 bini anonim şirket, 700 bini limited şirket, 800 bini şahıs şirketi (kolektif şirket ve adi komandit şirket dahil) olmak üzere toplamda 1,5 milyona yakın şirketi etkileyecek yasa. Peki firma olarak bu yasaya hazır mısınız? Yeni Türk Ticaret Kanunu; • 13 Ocak 2011’de kabul edildi. • 14 Şubat 2011’de 27846 sayılı resmi gazetede yayınlandı. • 1535 Maddeden Oluşuyor; 850 maddesi yenidir. • 1 Temmuz 2012’de yürürlüğe girdi. • Kanunla birlikte, yasal defterlerin Vergi Usul Kanunu’na göre düzenlenmesine devam edilecektir. • Kanunun 64 ve 88. maddesine tabi gerçek ve tüzel kişiler münferit ve konsolide mali tablolarını düzenlerken, “Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu” tarafından yayımlanan, Türkiye Muhasebe Standartlarına, kavramsal çerçevede yer alan muhasebe ilkelerine ve bunların ayrılmaz parçası olan yorumlara aynen uymak ve bunları uygulamak zorundadırlar. • 1 Temmuz 2012 halka açık şirketlerde Riskin Erken Teşhisi Komitesi kurulmuş olmalıdır. • 1 Temmuz 2013’den itibaren her sermaye şirketinin bir internet sitesi açması ve kanunda belirlenen bilgileri (Finansal tablolar, kanunen açıklanması gerekli ara tablolar, özel amaçlarla çıkarılan bilançolar vb) bu web sitesinde yayınlaması gerekecektir.

80 Mimar ve Mühendis

Amaçları arasında; • Uluslarası platformda anlaşılabilir ve kıyaslanabilir raporlar sağlanması • Her an yayınlanabilen şeffaf ve kamu yararını gözeten raporlamaların sağlanması • Yabancı yatırımları ve yabancı ortaklıkları teşvik etmeyi sağlayan uluslararası standartlarınsağlanması • Uluslararası pazarlarda müşteriler ve satıcılar ile aynı raporlama standartlarının sağlanması • Kayıt dışı ekonominin ortadan kaldırılması

Uluslarası Standartlar

Görevlerin Ayrılığı

Bütçe Planlama

Yeni TTK İç ve Dış Denetim

Konsolidasyon

Şeffaflık


Yeni Türk Ticaret Kanunu ile Şirketlerin Yasal Yükümlülüklerive Bilişim Teknolojileri Yeni TTK ile teknolojinin ayrılmaz bir ikili olduğunu ve kuruluşların Yeni TTK ile uyum sürecinde yasal yükümlülüklerini yerine getirebilmek için teknolojik altyapı yatırımları yapmasının kaçınılmaz hale geldiğini görüyoruz. Bu noktada, önümüzdeki dönemde başta büyük sermaye şirketleri olmak üzere tüm anonim ve limited şirketler yeni TTK ile uyumlu hale gelmeyi sağlayacak, çok önemli altyapı yatırımları yapmak zorundalar. Yeni TTK, firmalara çok ciddi yükümlülükler getirirken, bir yandan da firmaların daha iyi yönetilmesi anlamında sağlam temeller atabilmek için fırsatlar yaratıyor. Kanun, firmanın Yönetim Kurulunun devredilemez sorumlulukları arasında üç tane unsurdan bahsediyor. “Muhasebe, finans denetimi, firmanın faaliyetinin gerektirdiği ölçüde finansal planlama sistemini kurulmasını” yönetim kurulunun devredemeyeceği görevleri arasında sayıyor. Muhasebe ile kast edilen, Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarıyla (IFRS) uyumlu raporlama yapabilecek muhasebe sisteminin kurulması; finans denetimi ile kast edilen bir iç kontrol sisteminin kurulması ve finansal planlamadan kastedilen ise IFRS ile uyumlu bütçe ve planlama yapılabilmesidir. Bu yükümlülüklerin iş süreçlerini gözden geçirerek gerekli teknoloji altyapı yatırımlarını yapmadan, gerekli organizasyonel yapıları kurmadan karşılanmasının mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Yeni Türk Ticaret Kanu’ na ayak uydurabilen şirketler finans, bilgi işlem altyapısı ve organizasyonel olarak etkin ve verimli çalışabilen şirketler olacaktır. Şirketlerde büyüme ve sürekliliğin odağında operasyonel, finansal ve mevzuat uyum risklerini dikkate alarak doğru ve zamanlı karar verebilen mekanizmalar yer almaktadır. Bu mekanizmalara bilgi akışının sağlanması ve gelen bilgilerin kalitesinin kontrolü noktasında finansal işler bölümlerinin önemi ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de finansal işler (Muhasebe ve Finans) bölümlerinin genelde kayıt tutan, vergi konularını çözümleyen ve şirketin finansmanı konularında şirketi sürükleyen bölümler olarak algılanmaktadır. Hızla değişen rekabet ortamında finansal işler bölümlerinin şirketin tüm operasyonlarına hakim, şirketin diğer sistemleri ile bütünleşmiş ve şirket hakkında her türlü

Hızla değişen rekabet ortamında finansal işler bölümlerinin şirketin tüm operasyonlarına hakim, şirketin diğer sistemleri ile bütünleşmiş ve şirket hakkında her türlü bilgiyi anlık olarak raporlayabilen, problem anlarını anında tespit edebilen bir şekilde çalışması gerekmektedir. Bilgi akışında aksama, şirketin tüm faaliyetleri etkileyen ve sonuçta verimsizliğe ve kar kaybına neden olabilmektedir. bilgiyi anlık olarak raporlayabilen, problem anlarını anında tespit edebilen bir şekilde çalışması gerekmektedir. Bilgi akışında aksama, şirketin tüm faaliyetleri etkileyen ve sonuçta verimsizliğe ve kar kaybına neden olabilmektedir. Yeni TTK’ da getirilen yeniliklerin özeti olarak: Modern işletme ekonomisinin finansal bölümler için uygun gördüğü, yönetimin daha etkin kararlar almasını sağlamak amacıyla bilgiye zamanında ve doğru olarak ve etkin bir altyapı ile ulaşmanın gerekliliğidir. Ayrıca finansal işler bölümlerinin sorumlulukları arasında, eldeki bilgiyi geleceğe yönelik olarak analiz ederek şirketin karar mekanizmalarına katkıda bulunması da yer almaktadır. Etkin altyapı ve katma değerli hizmet kavramlarını daha iyi anlamak adına mali işler bölümlerinin yerine getirdiği temel işlevler 3 ana grupta toplanabilir: 1. Operasyonel işlemler Günlük verilerin oluşması ve saklanması.

2. Muhasebe ve çeşitli Mevzuat uzmanlıkları gerektiren işlemler Periyodik olarak yapılan resmi işlemler, çeşitli beyannameler, bilanço vs. yasal raporlamalar… 3. Karar destek işlemleri (Bütçe/Planlama, Yönetim Raporlaması, Dashboard) Türkiye'de genelde şirketlerin ilk iki fonksiyonu, nitelikli insan gücüne ve organizasyonel ve sistemsel altyapıya yatırım yapmadan, emek yoğun kaynaklar ile yürütme yoluna gitmişler, karar destek işlevine ise yeteri kadar önem vermemişlerdir. 3. üncü fonksiyona zaten gereken önemi veremeyen şirketler, bilgi işlem altyapısına etkin ve verimli yatırımların yapılmamasından dolayı da ilk iki fonksiyonun çıktısı olan operasyonel ve finansal bilgileri karar destek mekanizmalarında kullanamamışlardır. Yeni Türk Ticaret Kanununun, şirketin karar mekanizmalarına katkıda bulunması için gerekli gördüğü maddeleri ve bu maddelerin bilişim teknolojileri altyapısı çözümleri aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. Temmuz - Ağustos 2013 81


MAKALE Yeni Türk Ticaret Kanunu Maddesi

Bilişim Teknolojileri Altyapı Çözümü

Madde 375 - Muhasebe, finansdenetimi ve

Bütçeleme ve Planlama Çözümleri

şirketin yönetiminin gerektirdiği ölçüde, finansal planlama için gerekli BT altyapısının kurulması. Madde 398 - (3) Topluluğun finansal

Yasal Konsolidasyon ve Raporlama

tablolarının denetiminden sorumlu olan

Çözümleri

denetçi, topluluğun konsolide tablolarına alınan şirketlerin finansal tablolarını, özellikle konsolidasyona bağlı uyarlamaları ve mahsupları, birinci fıkra anlamında inceler. Madde 524 - (1) Anonim şirketin ve top-

Yasal Raporlama ve Faaliyet Raporlaması

luluğun finansal tablolarını düzenlemekle

Çözümleri

yükümlü ana şirketin yönetim kurulu, bilanço gününden itibaren altı ay içinde; finansal tabloları, yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporunu, kâr dağıtımına ilişkin genel kurul kararını, denetçinin 403 üncü madde uyarınca verdiği görüşü ve genel kurulun buna ilişkin kararını, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan ettirir ve şirketin internet sitesine koyar. Madde 378 - (1) Pay senetleri borsada

İş Zekası / Raporlaması,

işlem gören şirketlerde, yönetim kurulu,

Erişim Yönetimi,

şirketin varlığını, gelişmesini devamını

Süreç Yönetimi,

tehlikeye düşüren sebeplerin erken teşhisi,

Risk Yönetimi Çözümleri,

bunun için gerekli önlemler ile çarelerin uygulanması ve riskin yönetilmesi amacıyla, uzman bir komite kurmak, sistemi çalıştırmak ve geliştirmekle yükümlüdür. Diğer şirketlerde bu komite denetçinin gerekli görüp bunu yönetim kuruluna yazılı olarak bildirmesi hâlinde derhâl kurulur ve ilk raporunu kurulmasını izleyen bir ayın sonunda verir. Madde 1525 - (1) Tarafların açıkça anlaş-

e-Defter,

maları ve 18’inci maddenin üçüncü fıkrası

e-Fatura,

saklı kalmak şartıyla, ihbarlar, ihtarlar,

e-Arşivleme Çözümleri

itirazlar ve benzeri beyanlar; fatura, teyit mektubu, iştirak taahhütnamesi, toplantı çağrıları ve bu hüküm uyarınca yapılan elektronik gönderme ve elektronik saklama sözleşmesi, elektronik ortamda düzenlenebilir, yollanabilir, itiraza uğrayabilir ve kabul edilmişse hüküm ifade eder.

82 Mimar ve Mühendis

Yeni TTK’ da getirilen yeniliklerin özeti olarak: Modern işletme ekonomisinin finansal bölümler için uygun gördüğü, yönetimin daha etkin kararlar almasını sağlamak amacıyla bilgiye zamanında ve doğru olarak ve etkin bir altyapı ile ulaşmanın gerekliliğidir. Ayrıca finansal işler bölümlerinin sorumlulukları arasında, eldeki bilgiyi geleceğe yönelik olarak analiz ederek şirketin karar mekanizmalarına katkıda bulunması da yer almaktadır. Yukarıdaki çözümler ile sağlanacak yapılandırma ve iyileştirmeler ile finansal birimler ve karar destek birimleri, bilgiye doğru ve zamanında ulaşarak daha etkin bir rol oynayabilecektir. Sonuç olarak: Yeni TTK’ya uyum, yasal bir zorunluluk olmasının ötesinde, firmaların iş süreçlerini geliştirerek, hem yerel hem de global pazarda güçlenmesini sağlayacak düzenlemeler olarak değerlendirilmelidir. Geçiş dönemi kolay olmamakla birlikte, değişikliklere uyum sağlama konusunda doğru planlama ve doğru iş ortakları ile yola çıkarak, hem geçiş sürecine hem de uzun vadeli değişikliklere hazırlıklı olmak gerekir. Bu hazırlık aşamasında, kurumların mevcut bilişim teknolojilerini, kanun gerekliliklerini yerine getirmek ve getirdiği faydalardan maksimum seviyede yararlanmak üzere tekrar gözden geçirmesi kaçınılmaz olmuştur. Yeni TTK, Türk ticaret hayatını düzenleyen ve değiştiren pek çok madde içeriyor. Bilgi teknolojileri açısından bakıldığında ise firmaların UFRS (Uluslarası Finansal Raporlama Standartları)’ye uygun raporlama yapması, bütçe planlama ve takibinin gerekliliği, grup şirketlerinde konsolidasyon zorunluluğu, halka açık şirketlerde sadece risk yönetiminden sorumlu bir komitenin kurulması, dijital şirketleşmeye imkan sağlayacak e-imza, e-belge, e-arşivleme, yönetim kurulunun toplantılarını elektronik ortamda yapmasına imkan sağlayan maddeler içermektedir. Bu değişikliklerin getireceği süreç güncellemelerinin, her firma özelinde iyi tasarlanması, yeniliklere açık esnek bir sistemle desteklenmesi gereklidir. Eğer sistemler iyi kurgulanmazsa bu yenilikler, şirketlerin rekabet gücünü arttıran düzenlemeler olmaktan çıkıp çalışanların ve firmanın üzerine ek bir iş yükü getiren kurallar olarak hedefinden uzaklaşabilir.


Harun URUL İş Müfettişi / MMG İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyonu Başkanı

Bir Sosyal Sorumluluk: İş Sağlığı ve Güvenliği Kelime anlamı olarak huy, karakter, mizaç gibi anlamlar taşıyan, Arapça hulk kelimesinin çoğulu olan ahlak, yüzyıllar boyunca insanların iyi olarak nitelendirilen davranış biçimlerinin genel bir ifadesi olarak tanımlanmıştır. Diğer bir ifadeyle ahlak, insanın iyi veya kötü olarak nitelendirilmesine sebep olan manevî vasıfları, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlarının bütününe verilen addır. Bu yazıda iş ahlakı içerisinde yer alan ve işverenlerin çalışanlarına karşı bir hukuki sorumluluk olmasının yanında ayrıca sosyal bir sorumluluk da olan iş sağlığı ve güvenliği hususu genel hatlarıyla ele alınacaktır. AHLAKİ KURALLAR Ahlaki kurallardan bahsederken, bu kuralları hem bireyler açısından hem de tüzel ya da gerçek kişilik vasfındaki ticari işletmeler açısından değerlendirmek mümkündür. Bir insanın herhangi bir konuda sözünde durmaması nasıl ahlaki olmayan bir davranış ise aynı şekilde bir işletmenin müşterilerine karşı sözünde durmaması da ahlaki olmayan bir davranıştır. “İş ahlakı” genel olarak, iş dünyasındaki mal ve hizmet üretim, satış ve tüketim sürecindeki doğru ve yanlış davranışları ifade etmektedir. Literatürde iş ahlakı yerine, “şirket ahlakı”, “firma ahlakı”, “işletme ahlakı”, “ticaret ahlakı” gibi ifadeler de kullanılmaktadır. Tarihsel gelişimi incelendiğinde iş ahlakının antik çağlara kadar uzandığı, Eski Yunan ve Antik Roma’da ticaretin insanları yalan söylemeye ve çıkarcılığa teşvik ettiği inancı neticesinde tüccarlara iyi gözle bakılmadığı görülmektedir. Sanayileşmeden önce iş ahlakı daha çok geleneklere ve dini inançlara göre şekillenmiştir. Bu dönemde ekonomik süreç ve çalışma ilişkileri üzerinde önemli etkiye sahip olan dini inançlar, çalışma hayatında uyulması gereken ahlaki kuralların en önemli belirleyicisi durumunda-

dır. Sanayileşme ile birlikte endüstri toplumu oluşmuş ve çalışma hayatındaki ahlaki değerleri belirleyen dini unsurlar geri planda kalmıştır. Hristiyanlığın ilk zamanlarında kilisenin, ticaret ve servete şüpheyle baktığı ve bu bağlamda faizin yasaklandığı görülürken; sonraları sömürgecilikle birlikte hızlanan seri üretim ve sanayileşme ile iş dünyası ve kilise arasındaki çekişme artmıştır. Bununla birlikte, oluşan yeni iktisadi sistem için dini ve psikolojik alt yapı hazırlanarak faiz dinen meşrulaştırılmış, ticari başarı ve servet önemli olgular haline gelmiştir. Dini inançların geri plana itilmesi, iş hayatında ahlaki bir boşluk oluşturmuş ve bu durum işçi-işveren ilişkilerinin olumsuz şekilde etkilenmesine neden olmuştur. GELİŞİM SÜRECİ İş ahlakı ile ilgili sistematik gelişmelerin 20. yüzyıl başlarında meydana geldiği söylenebilir. Bu dönemde ABD ve Avrupa’da geleneksel liberal anlayışa karşılık sosyalist akımın ön plana çıktığı ve iş ahlakı ile ilgili hususların yeniden ele alındığı görülmektedir. Özellikle, işletmelerin aşırı kâr elde etme istekleri, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve sanayileşmenin

çalışanlar üzerindeki olumsuz etkileri iş ahlakı konusunda yeni gelişmelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Buna ek olarak, iş güvenliği, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve adil ücret paylaşımı ile ilgili yasal düzenlemeler yapılarak işletmeler için zorunlu hale getirilmiştir. 1920 ve 1050 yılları arasında ABD’de iş ahlakı ilkelerinin belirlenmesi, ticaret faaliyetlerinde bazı standartların geliştirilmesi ve reklamların gerçeği yansıtması gibi konuların üzerinde durulmuştur. Ayrıca, kişi odaklı iş ahlakı anlayışı yerine işletme merkezli iş anlayışı benimsenmiştir. 1950’den sonra gerek ABD’de gerekse Avrupa’da ekonomi gelişerek refah düzeyi artmıştır. Bu dönemde büyük ölçekli şirketler gittikçe uluslararası nitelik kazanmış ve bu sayede çok uluslu şirketler oluşmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kentlerin sağlıksız gelişimi, çevre kirliliği ve çok uluslu şirketlerin gittikçe daha büyük hale gelmesi gibi unsurlar, sosyal ve ekonomik sorunların daha çok dikkat çekmesine yol açmıştır. İş ahlakına uymayan faaliyetlerde bulunan dev firmalara karşı eleştiriler artmaya başlamıştır. 1980’lere gelindiğinde iş ahlakı konusunda akademik çalışmalar ön plana çıkarak üniversitelerde bu konu ile ilgili dersler okutulmaya başlamış ve araştırmalar Temmuz - Ağustos 2013 83


MAKALE kaybının ve gider artışının telafisi amaçlanmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği mühendislik bilimleri, tıp bilimi ve sosyal bilimleri de içine alan multi-disipliner bir alandır. İşletmelerde iş sağlığı ve güvenliğinin tam anlamıyla sağlanması işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları, işverenler, çalışanlar ve devlet gibi tüm tarafların birlikte çalışmaları ile mümkün olmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili atılan her olumlu adım çalışanların sağlık ve güvenliklerini sağlamakla birlikte üretimde verimliliği de artırmaktadır.

yapılmıştır. 1990 yılından sonra küreselleşme ile birlikte iş ahlakı da küresel düzeyli bir unsur haline gelmiştir. AHLAK VE SOSYAL SORUMLULUK BAĞLANTISI İşletmeler ekonomik birimler olduğu gibi aynı zamanda sosyal birimlerdir. Dolayısıyla işletmelerin kendi çalışanları, işletme ortakları ve yöneticileri gibi iç paydaşlarına; devlet, müşteriler, toplum ve doğal çevre gibi dış paydaşlarına karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Sosyal sorumluluk iş ahlakının bir gereği olup iş ahlakı ile sosyal sorumlulukları birbirinden ayrı düşünmek olanaksızdır. Bir işletmenin çalışanlarına karşı sosyal sorumluluklarının başında hiç şüphesiz çalışma koşullarının en iyi şekilde sağlanması ve olası iş kazası ve meslek hastalıklarına karşı gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması gelmektedir. İşletmelerin bu sosyal sorumluluktan kaçınması pek çok kötü durumun oluşmasına neden olmaktadır. Bunların başında iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meydana gelen ölüm olayları gelmektedir. İş kazaları ve meslek hastalıkları yüzünden her geçen yıl yüzbinlerce insan hayatını kaybetmekte ve milyonlarcası da yaralanmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) verilerine göre her yıl yaklaşık 270 milyon iş kazası gerçekleşmekte ve 360 bin kişi iş kazası; 950 bin kişi ise meslek hastalıkları nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Yaşanan ölüm ve yaralanma hadiselerinin manevi tahribatları yanında bir de maddi 84 Mimar ve Mühendis

İş ahlakı ile ilgili sistematik gelişmelerin 20. yüzyıl başlarında meydana geldiği söylenebilir. Bu dönemde ABD ve Avrupa’da geleneksel liberal anlayışa karşılık sosyalist akımın ön plana çıktığı ve iş ahlakı ile ilgili hususların yeniden ele alındığı görülmektedir. Özellikle, işletmelerin aşırı kâr elde etme istekleri, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve sanayileşmenin çalışanlar üzerindeki olumsuz etkileri iş ahlakı konusunda yeni gelişmelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Buna ek olarak, iş güvenliği, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve adil ücret paylaşımı ile ilgili yasal düzenlemeler yapılarak işletmeler için zorunlu hale getirilmiştir. tahribatları hâsıl olmaktadır. Bu zararların gerek devletler açısından gerekse fertler açısından büyük miktarlarda olduğunu söylemek mümkündür. İş kazaları ve meslek hastalıklarının toplam maliyeti dünya milli gelirinin yaklaşık % 5’ine tekabül etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, dünyada sosyal güvenliğin oluşturulması yönündeki ilk çalışmaların, meydana gelen iş kazalarının ve oluşan meslek hastalıklarının zararlarının tazminine yönelik olduğu görülmektedir. Sosyal güvenlik sistemi ile kaza veya hastalık sonrası kazalı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin gelir

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ İş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimine bakıldığında, gerçek anlamda ilk gelişmelerin eski Roma döneminde yaşandığı görülmektedir. Bu dönemde, Hipokrates kurşunun zararlı etkileri üzerine çalışmalar yaparak; halsizlik, kabızlık, felç ve görme bozukları ile kurşunun ilişkili olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yine bu dönemde, tarihçi Heredot çalışanların verimli olabilmeleri için yüksek enerjili besinlerle beslenmeleri gerektiğini belirtmiş; Plini, çalışma ortamındaki tehlikeli tozlara karşı çalışanların korunması amacıyla başlarına torba geçirmeleri gerektiğini belirtmiştir. 1494 ile 1555 yılları arasında yaşayan Georgius Agricola, iş kazaları üstünde durarak sorunları ortaya koymuş ve önerilerde bulunmuştur. Bu konuda oluşturduğu kitabında tozu önlemek için maden ocaklarının havalandırılması gerektiğini belirterek iş güvenliği ile ilgili önerilerde bulunmuştur. İtalyan Berdardino Ramazzini, 1713 yılında yayınladığı “De Morbis Artificum Diatriba” isimli kitabında iş kazalarını önlemek için, iş yerlerinde koruyucu güvenlik önlemlerinin alınması gerektiğini vurgulamıştır. Özellikle meslek hastalıkları konusunda yaptığı çalışmalar nedeniyle işçi sağlığının kurucusu sayılmaktadır. Sanayi devrimi ile teknolojik gelişmelerin üretimde kullanılması sadece makine ve tezgâh yapımı ile kalmayıp aynı zamanda tehlikeli pek çok kimyasal maddenin üretimde kullanılması söz konusu olmuştur. Bu maddelerin kullanılması ile çalışma ortamlarına tehlikeli gaz ve dumanların yayılması vuku bulmuş ve bu durum buna maruz kalan çalışanların çeşitli meslek hastalıklarına yakalanarak bu hastalıklar sonucu hayatlarını kaybetmelerine neden olmuştur. Sanayi devrimi neticesinde çalışma hayatında meydana gelen uzun çalışa süreleri, sağlıksız ve güvenliksiz çalışma ortamları, kadın ve çocukların ağır işlerde çalıştırılması gibi bir


takım olumsuz durumlar sonucu toplumsal huzursuzluklar yaşanmıştır. Yaşanan bu olumsuzluklar nedeniyle devletler tarafından iş sağlığı ve güvenliği alanında yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bunun yanında, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve iş kazalar ve meslek hastalıklarının önlenmesi için tıbbi ve teknik araştırmalar yapılmıştır. Bütün bu gelişmeler, iş sağlığı ve güvenliği konusunun bir bilim haline gelmesini sağlamıştır. İş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesine yönelik çalışmalarda bulunan çeşitli kuruluşlarla birlikte Birleşmiş Milletlere bağlı bir kuruluş olan Uluslararası Çalışma Örgütü de bu konuda önemli çalışmalar yapmaktadır. En önemli çalışma alanlarından biri çalışma hayatıyla ilgili uluslararası standartları oluşturmak olan kuruluş, iş sağlığı ve güvenliği alanında da pek çok standart ve tavsiye kararları ortaya koymuştur. TÜRKİYE’DEKİ DURUM İş sağlığı ve güvenliği konusunun Türkiye’de ki tarihsel gelişimine bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayarak günümüze kadar gelen sistematik bir süreç yaşandığı göze çarpmaktadır. Sanayi Devrimi’nden önce küçük zanaat ve atölye şeklindeki işyerleri yaygın olup buralarda çalışma koşulları ve işçi-işveren ilişkileri daha çok “loncalar” ve geleneklere göre oluşturuluştur. Tanzimat ile birlikte özellikle kömür ocaklarında çalışan işçiler için bazı yasal düzenlemeler yapılmıştır. Birinci Meclis döneminde, 1921 tarih ve 151 sayılı Ereğli Havzai Fahmiyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik yasası ile kömür işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için birtakım yasal hükümlülükler getirilmiştir. Sanayileşmenin ortaya çıkardığı sorunlar ile mücadele etmek amacıyla Cumhuriyet döneminde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili pek çok yasal düzenleme yapılmış; 1926 yılında yürürlüğe giren Borçlar Kanunu ile işverenlerin iş kazaları ve meslek hastalıklarından doğan hukuki sorumlulukları ortaya konmuştur. Bunun yanında, 1930 yılında yürürlüğe giren Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nda işyerlerine sağlık hizmetlerinin götürülmesi ve endüstriyel işletmelerde kadın ve çocukların çalışma koşullarının nasıl olması gerektiği gibi hususlar yer almıştır. İş sağlığı ve konusunda ilk ayrıntılı ve sistemli düzenlemelerin, 3008 sayılı İş Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle yapıldığını söylemek mümkündür. Bu yasa uzun yıllar yürürlükte kalmış ve daha sonra 1971 yılında 1475 sayılı İş Kanunu yürürlüğe

İş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimine bakıldığında, gerçek anlamda ilk gelişmelerin eski Roma döneminde yaşandığı görülmektedir. Bu dönemde, Hipokrates kurşunun zararlı etkileri üzerine çalışmalar yaparak; halsizlik, kabızlık, felç ve görme bozukları ile kurşunun ilişkili olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yine bu dönemde, tarihçi Heredot çalışanların verimli olabilmeleri için yüksek enerjili besinlerle beslenmeleri gerektiğini belirtmiş; Plini, çalışma ortamındaki tehlikeli tozlara karşı çalışanların korunması amacıyla başlarına torba geçirmeleri gerektiğini belirtmiştir. konmuştur. Bu kanun ile işveren işçinin sağlık ve güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak, bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü kılınmıştır. Ayrıca, işçilerin de bu husus ile ilgili usullere ve şartlara uymak zorunda oldukları belirtilmiştir. İş sağlığı ve güvenliği hususu ile ilgili yasal düzenlemeler 1475 sayılı İş Kanunu’ndan sonra 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun içinde yer almıştır. 2012 yılında ise nihai olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunda 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, bu konu ile ilgili müstakil bir yasa olarak yürürlüğe girmiştir. Sonuç olarak; küreselleşme olgusu, hızla yaşanan teknolojik gelişmeler ve iş hayatındaki acımasız rekabet gibi unsurlar işletmeleri zaman zaman yasal yükümlülüklerini ve ahlaki değerleri bir kenara bırakmaya itmektedir. Bunun tersine iş ahlakı ilkeleri ise işletmeleri toplum yararına hareket etmeye davet etmektedir. İş ahlakı çerçevesinde işletmelerin paydaşlarına (çalışanlar, işletme ortakları, müşteriler, devlet, toplum, medya vb.) karşı birtakım sorumlulukları mevcuttur. Çalışanlara karşı sorumlulukların en önemlilerinden biri çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Devletler iş sağlığı ve güvenliği hususunda gün geçtikçe daha fazla yasal düzenleme yapmakta

çalışanlar ise gün geçtikçe eğitim seviyelerini artırarak yükümlülüklerinin bilincine varmaktadır. Bu konuda en önemli görev ise şüphesiz işverenlere düşmektedir. İşverenler iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili gereken tüm tedbirleri almak ve çalışanların alınan bu tedbirlere uymalarını sağlamakla yükümlüdürler. Bu yükümlülüklerini yerine getirmelerini hukuki bir zorunluluk olarak görmektense vicdani ve insani bir görev olarak görmeleri son derece önemlidir.

Kaynaklar ☐ Coşkun Can Aktan, Meslek Ahlakı ve Sosyal Sorumluluk, İş Ahlakı Dergisi, 2008, Cilt:1, Sayı:1, Sayfa:99-121. ☐ Süleyman Özdemir, Günümüz Türkiye’sinde Akademik İş Ahlakı Çalışmalarına Genel Bakış, İTO Yayınları, İstanbul, 2009, Sayfa: 302-336. ☐ Mahmut Arslan, A. Ümit Berkman, Dünya’da ve Türkiye’de İş Etiği ve Etik Yönetimi, TÜSİAD, 2009. ☐ (Çevrimiçi),07.07.2013,http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/eefb05091133486_ek.pdf. ☐ Levent Şahin, Kadir Yıldırım, İşletmelerde İş Ahlakı Uygulamaları İçin Genel Çerçeve, İş Ahlakı Dergisi, 2008, Cilt:1, Sayı:1, Sayfa: 55-66. ☐ Oğuz Karadeniz, Dünya’da ve Türkiye’de İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları ve Sosyal Koruma Yetersizliği, Çalışma ve Toplum, 2012/3, Sayfa: 15-72. ☐ Süleyman İlhan, İş Ahlakı: Kuramsal Bir Yaklaşım, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayfa: 258-275.

Temmuz - Ağustos 2013 85


MAKALE

MAHMUT ÇELİK Makina Yüksek Mühendisi / MMG Genel Başkan Yardımcısı

Etik Değerler ve Başarı Şirketleri insan topluluğu olarak düşündüğümüzde burada çalışanların ortak hedefe doğru giderken aynı özellikler içerisinde olmasını beklemek en doğal sonuçtur. Ancak toplumun farklı katmanlarından gelmiş olan çalışanların çok farklı özelliklerde insanlar olması da iş hayatının doğal sonucudur.

Ç

alışanları hedefe doğru motive ederken firmanın toplum tarafından doğru algılanmasını sağlayacak unsurları da ortak çizgide buluşturmak gerekmektedir. Kurumların da bu sebepten bir etik duruşunun olması ve tüm çalışanların bu değerlere sahip çıkması ekip ruhunu oluşturacak ve akabinde ortak başarıyı getirecektir. Düşündüğümüzde toplum içerisindeki en değerli özellik doğruluk ve dürüstlük görülmektedir. Çünkü insana saygının başlangıç noktası karşısındaki kişiye karşı ama müşteri olsun, ama çalışma arkadaşı olsun dürüst olabilmektir. Şirket içi oluşacak güven ortamı 1+1 toplamının var olan değerinin üstünde etki yapmasını sağlayacaktır. Aksi taktirde kişiler arasında oluşan güvensiz ortam müşteriye negatif enerji olarak yansıyacak ve ana hedef olan müşteri bağımlılığı’nın oluşmasına engel olacaktır. Güvensiz ortam firmaya güvenmeyen müşteriyi doğuracak ve firmanın uzun soluklu olmasını engelleyecektir. Etik değerler arasında sayılabilecek önemli bir diğer unsur saygın ve itibarlı olmaktır. Uzun soluklu çalışma hayatınızda yaptığınız küçük bir hata veya kasıtlı bir davranış üzerinden seneler geçse de unutulmayacaktır. Toplumun hafızasında yer eden yanlış bir tavır senelerce uğraşılarak oluşturulan müşteri güveninin yok olmasına sebep olacaktır. 86 Mimar ve Mühendis

ADELET VE BAŞARI İLİŞKİSİ Sözünü yerine getiren kişi ve kurum toplumda uzun soluklu bir çalışma düzeni oluşturabilecektir. Her yeni müessese toplum tarafından karşılık bulur ve ilk şansı hak eder. Ancak ilk günlerdeki kaliteyi sürekli hale getiremeyen, kurnazlık yaparak uygunsuz ürün ve hizmet vermeye başlayan kişi ve kurum hemen gerekli tepkiyi görecek ve başarısız olacaktır. Her şubede her ilde eşit ve kaliteli hizmet vermeyi başarabilen firmalar her müşteriye adaletli davranarak bir diğer önemli unsur olan adaletli olmak fiilini yerine getirmiş olacaktır. Bu davranış içerisinde olmak şehri hatta ülkeyi değiştirse bile müşterinin o firmanın ürün veya hizmetini sürekli temin etmesini sağlayacaktır. Bu bağımlılığı oluşturmak uzun soluklu ve zahmetli bir yol olsa da başarıya giden en kalıcı çalışma şeklidir. Vahşi ticari hayat ve yoğun rekabet ortamı bazen kanunlardaki boşlukları kullanarak kolay ve haksız kazanç sağlamayı meşru gibi göstermektedir. Kar etmek ve çok para kazanmak sadece çok çalışmakla gerçekleşmez, yapılan işte Hakkı unutmak bu yollara sapmaya sebep olabilir. Yasalara uyan olmak ne olursa olsun uzun soluklu başarının sebeplerindendir. Tüm bu unsurların toplamında hedeflenen en önemli sonuç müşteriyi aldatmamaktır. Anlık olarak yalan bizi kurtarsa da sorunu çözmüş

gibi görünsek dahi sadece yanan ateşin üzerine kül dökülmüştür. Altta rahatsızlık ve sıkıntı devam etmektedir ve sonuçta sorun gelip bizi bulacaktır ve belki de daha büyük maliyetlere ve zarara sebep olacaktır. Hem para hem itibar kaybı oluşacak ve çevresinde kişi ve kurumu kötüleyen bir müşteri profili olacaktır. 21. yüzyılın vahşi ticari hayatı her türlü ahlaksızlığı meşru sayan bir anlayışla devam etmektedir. Bu karmaşa içerisinde örnek olma sorumluluğu olan bizler yarınların sigortası çocuklarımıza bırakacağımız en önemli hasletler bu saydığımız özellikler olmalıdır. Zafere giden yolda her şey mübahtır anlayışından çok uzakta rızkı veren Allahtır çizgisine yaklaşmak hem günümüzün hem de yarınımızın kurtuluşu olacaktır.

Sözünü yerine getiren kişi ve kurum toplumda uzun soluklu bir çalışma düzeni oluşturabilecektir. Her yeni müessese toplum tarafından karşılık bulur ve ilk şansı hak eder. Ancak ilk günlerdeki kaliteyi sürekli hale getiremeyen, kurnazlık yaparak uygunsuz ürün ve hizmet vermeye başlayan kişi ve kurum hemen gerekli tepkiyi görecek ve başarısız olacaktır.


Eram Bahçesi: ŞİRAZ ŞEHRİ / İRAN FOTOĞRAF OBJEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ

FOTOĞRAF: OSMAN ARI Temmuz - Ağustos 2013 87


MAKALE

Kadem EKŞİ Jeofizik Mühendisi / MMG Denetleme Kurulu Üyesi

Keşke Demeden Önce Acil Eylem Planı 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde 20 bin insanımız hayatını kaybetti, 50 milyar dolarlık ekonomik bir kayıpla karşılaştık. Başta İstanbul olmak üzere birçok şehrimiz deprem risk ve tehdidiyle karşı karşıya. Mevcut riskli yapı stoğunun, çıkarılan kentsel dönüşüm yasası ile yenilenmesi artık kaçınılmaz bir durum.

Ç

evre ve insan odaklı bir kentsel dönüşüm hamlesiyle şehirlerimizi yeniden ayağa kaldırmalıyız. Aradan geçen 14 yılda kamunun yaptığı önemli çalışmalar tabiki var. Yapılmayanlara ve yapılması gerekenlere baktığımızda birçok eksiğimizin olduğu aşikardır. Birleşmiş Milletler (BM) “Afet Azaltma Uluslararası Stratejisi”; afetlere yönelik olarak yapılması gerekenleri, yalnızca afet sonrası ‘acil’ dönemle sınırlı tutmayıp ağırlığın afet öncesine verilmesine ve hazırlanan tüm planlarda risklerin dikkate alınmasını gözetir. Çünkü yaşanan en büyük kayıplar, kentlerde ve kentlerde yaşayan dar gelirli kesimler üzerinde meydana gelmektedir. Bu nedenle risk azaltma çabaları, kentsel alanlarda katılıma dayalı karar alma ve özellikle de dar gelirli ve yoksun kesimler üzerinden yürütülmelidir. Ülkemizde ise; -Kurumsal yapı ve anlayış daha çok afet sonrası çalışmalara yönelik olarak yürütülmüştür. -Yerelin ve merkezin görev ve yetkileri88 Mimar ve Mühendis

ni düzenleyen hususlar açık ve anlaşılır değildir. -Yasal düzenlemeler, risk azaltma hedef ve anlayışından uzaktır. -Afet, yerel bir olay olmasına rağmen yerel yönetimlerin risk azaltma çalışmalarındaki yetkileri ve sorumlulukları yetersizdir. -Yapı denetim sisteminde teknik ve kurumsal kapasitesi yetersizdir. Afetler konusunda; mevcut yerleşimler, mevzuat ve kurumsal anlayışlarımızı dikkate alarak bir değerlendirme yapacak olursak, temel sorunlarımızı dört başlık altında toplamak mümkündür; 1-) Kurumsal sorumlulukların neden olduğu sorunlar, 2-) Planlamanın neden olduğu sorunlar, 3-) Yapılaşmış çevrenin neden olduğu sorunlar, 4-) Sosyal ve ekonomik sorunlar. Bu dört temel sorunun çözümünde zamanı ve parayı doğru kullanabilmek için öncelikle temel hedefimizin, olası bir afetle enkazdan enkazdan kurtarmak değil, enkaz altında kalmamak ve geri dönüşü mümkün

olmayan varlıları korunmasını sağlamak olmaktır. Bu hedefin gerçekleşmesi için ise; -Ülke, bölge ve kent ölçeğinde tehlike ve risklerin belirlenmesi, -Mevcut risklerin artması için afet etkilerini göz önüne alan kent planlaması ve arazi, -Mevcut risklerin artmaması için deprem direnci zayıf yapı ve alt yapının güçlendirilmesi, -Eğitim, bilinçlendirme, acil durum yönetimi plan ve programlarının hazırlanması, gerekmektedir Yapı güçlendirme yerine, özellikle yüksek riskli alanlarda, yerel ortalıklar yoluyla toplu yenileme çalışmalarına yardım edilmelidir. Çünkü mevcut yerleşimlerde yapılacak olan yapı güçlendirmeleri, mevcut çirkinliğin veya niteliksizliğin ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Tehlikelerin belirlenmesi ve analizi başlığı altında ise 2012 yılında ekonomi yönetimi tarafından hazırlanan teşvik uygulamaları örneğinde olduğu gibi, doğa ve insan kökenli afet tehlikelerini bölgeler ve iller


bazında sınıflayarak; depremler, su baskınları, heyelanlar, kaya ve çiğ düşmesi vb. tehlike haritalarının oluşturulmasına, ilke ve esasların belirlenmesine AFAD Başkanlığınca bir an önce başlanmalıdır. Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası, İstanbul örneğinde olduğu gibi yerel zemin koşulları dikkate alınarak, tüm ülkemiz içi güncellenmelidir. Bu durum, yapılaşmada güvenli katsayılarının yanlış ve düşük seçimine neden olduğundan acilen gerektiren bir konudur. Risklerin belirlenmesi, analizi ve risk azaltma planlarının hazırlanması kapsamında; altyapı ve ulaşım, yapı stoku, kentsel doku riskleri, üretim kaybı vb. risk sektörleri tanımlanmalı, senaryolar oluşturularak risklerin mekânsal dağılımı ve analizleri yapılmalıdır. Sonrasında da, afet etkilerini azaltma yönünde strateji planı geliştirilmelidir. Afet etkilerini azaltma strateji planı ülke genelinde planlanmamış alan bırakılmadan; ülke, bölge, kent bazında alacak şekilde imar mevzuatında yer alacak düzenlemeler ile üç temel aşamada uygulamaya konulmalıdır.

Tehlike olayının değiştirilmesi mümkün olmadığına göre, tehlikelerden en az etkilenmeyi mümkün kılmak ve riskleri sürekli azaltacak sistemin oluşturulması gerekmektedir Makro Düzey Stratejiler; AFAD, Kalkınma Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ülkesel/bölgesel kararlar ve politikaların oluşturulması, kentin ülke ve bölge içindeki kimliğinin belirlenmesi çalışmaları yürütülmelidir. Orta Düzey Stratejiler; Yerel yönetimler tarafından, metropoliten ölçekte, eylem alanlarında risk azaltma stratejisi planı, nazım plan stratejilerini belirlenmesi ve onaylanması sağlanmalıdır. Mikro Düzey Uygulamaları; Yerel yönetimler tarafından, dönüşüme konu olan bölgeler içindeki ‘Dönüşüm Bölgeleri’nin sınırları, dönüşümün türü, kapsamı, fonksiyon ağırlıklarının belirlenmesi ve eylem planlarının hazırlanması gerçekleştirilmelidir.

Tehlike olayının değiştirilmesi mümkün olmadığına göre, tehlikelerden en az etkilenmeyi mümkün kılmak ve riskleri sürekli azaltacak sistemin oluşturulması gerekmektedir. Afetlerle baş etme, çadır kent kurmak, çadır çorba organizasyonu yapmak demek değildir. Muhtemel bir afetten en az etkilenmek ve afet sonrasının yönetilebilir olması için, ‘acil durum yönetimi’ anlayışı yerine, ‘risk yönetimi’ odaklı anlayışa geçilmesi gerekir. ‘Acil durum yönetimi’ temelli anlayışa sürdürdüğümüz müddetçe, ölü veya yaralılarımıza daha hızlı ulaşmanın dışında herhangi bir şeyi başarmış olmayacağız. Temmuz - Ağustos 2013 89


GEZİ DAĞDA ÖLÜM

DAĞDA

ÖLÜM >

YAZI ve FOTOĞRAF: OSMAN ARI/MAKİNE MÜHENDİSİ

Dağcıların dağlara çıkarken veya dağlardan inişlerinde meydana gelen ve ne yazık ki çoğu ölümle neticelenen pek çok yazı okudum. Ağrı dağında, Kaçkarlar’da, Aladağlar’da, Himalayalar’da …

D

ağ kazalarını anlatan yazılar hep dikkatimi çekmiştir. Zaten kendi başına zor bir uğraş olan dağcılığın kaza ile anılması insanda zorluktan öte duygular çağrıştırır. Her ne kadar profesyonel olmasam da büyük-küçük, kolay-zor pek çok dağ tecrübem oldu. Profesyonel-amatör pek çok grupla bir çok tırmanış yaptım. Şükür ki başımıza kaza olarak adlandırabileceğimiz ve bizim dağdaki şartlarımızı daha da ağırlaştıracak, bizleri üzecek bir hadise yaşamadım. Ta ki geçen Mayıs ayının son haftasında İran’da bir grup dağcıyla İran’ın güney bölgesinde bulunan Behbehan şehrine yakın Nur dağına (Kuh-e Nour) yaptığımız tırmanışa kadar.. 24 kişilik bir ekiple sabah 05.15 de başladığımız yürüyüşümüz öğleyin saat 13.00 civarında bir arkadaşımızı kaybetmemizle tam bir çileye dönüştü. Tırmanışı henüz bitirmiş ve verilen molanın akabinde tam da dönüş yolunun başlangıcında… İran’daki yeni görevime henüz başlamıştım ki fabrikada dağcılık kulübü olduğunu ve aylık proğramlar yaptıklarını haber aldım. Bu benim için güzel bir sürpriz oldu. İran’ın coğrafi durumunun dağcılığa musait olması ve İranlıların (her spora olduğu gibi) dağcılığa da meraklı olmaları bu sporun 90 Mimar ve Mühendis

bizden daha yaygın olmasına sebep olmuş. Bir fabrika çalışanlarının kendi aralarında bir kulüp kurmaları, düzenli olarak program yapmaları ve bu etkinliğe fabrikanın bütçe ayırması buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Ağrı Dağına çıkarken de İranlı kalabalık bir grup bize eşlik etmişti. Bu esnada İranlıların dağcılığa ne kadar meraklı olduklarına şahit olmuştum. Nitekim İran’a geldikten bir ay kadar sonra kulüpten ilk daveti aldım. Perşembe öğleden sonra (İran’da Perşembe ve Cuma günleri tatil) otobüsle kamp alanına gidilecekti. Orada geceledikten sonra sabah yürüyüşe başlanacaktı. Eksik malzemelerimi kulüpten temin ettikten sonra heyacanla otobüse bindim. Doğrusu İranlılara ayak uydurma konusunda biraz endişelerim vardı. Çünkü onların nasıl sıkı bir dağcı olduklarına Ağrı dağında şahit olmuştum. Bir kasabada akşam yemeği ve namaz molasından sonra aheste bir yolculukla gece saat 22.30 civarında seyrek meşe ağaçlarının olduğu bir alanda çadırlarımızı kurduk ve hemen istirahata çekildik. VE TIRMANIŞ BAŞLADI Sabah namazından sonra 25 kişilik ekibimizle kurumuş bir dere yatağında yürü-


Temmuz - AÄ&#x;ustos 2013 91


GEZİ DAĞDA ÖLÜM yüşe başladık. Ekibin yaş ortalaması 40’ın üzerindeydi. Yürüyüş parkurumuz, kurumuş bir dere yatağından (Tang-e Kourd) şelalere yürüyüştü. Derenin suyu borularla kullanmak üzere tahliye edildiği için dere kurumuştu. Bir müddet sonra şelalere ulaştık. Birbirinden güzel üç şelale.. İnişte iki yerde ip kullanıldı. Bu da benim için bir tecrübe olmuştu. Ekibe ayak uydurmamda bir problem olmamıştı. Program akşamüstü saat 16.30’da kamp yerimize dönmemizle sona ermişti. Güzel bir organizasyon olmuştu. Hareket, sevk ve idare, yeme-içmenin organizasyonu grubun tecrübesini gösteriyordu. Yaklaşık bir ay sora ikinci davet geldi: Nur dağına tırmanış… Yine Perşembe akşamüstü buluşup otobüsle kamp yerine hareket ettik. Uzun bir yolculuktan sonra tırmanışın yapılacağı köyün kenarında bir evin genişçe bahçesindeki ceviz ağaçları ve üzüm asmalarının altında geceledik. Grubumuz toplam 24 kişiydi. Grup lideri akşam yemeğinden sonra yürüyüşle ilgili genel hatırlatmalar yaptı. Parkur hakkında bilgi verdi. Sabah namazından sonra sırt çantalarımıza yedek kıyafet, sabah kahvaltısı, öğle yemeğimizi ve suyumuzu alarak hava aydınlanmadan yola çıktık. Meşe ormanın arasından dik ve taşlık bir parkuru tırmanmaya başladık. Ekibin çoğu bir önceki yürüyüşe katılanlardan, yaklaşık 10 kişi kadar da yeni katılanlardan oluşuyordu. İki saatlik yorucu bir tırmanıştan sonra kahvaltı yapacağımız yere ulaştık. Çeşme denilen bir su kaynağının bulunduğu ağaçlık bir sırtta kahvaltı molası verdik. Bu arada yaktığımız ateşte demlediğimiz sıcak çaylarımızı içtik ve bir saatlik bir moladan sonra saat 08.30 da tekrar yürümeye başladık. Bu esnada biraz kilolu ve kıyafeti de böyle bir yürüyüşe pek müsait olmayan bir arkadaş ayaklarına kramp girdiğini söyleyerek izin istedi. Parkur oldukça dik ve ağır. Hava açık, zaman zaman rüzgar esiyor fakat güneş değdiği yeri yakıyor. Kefiye ile yüzümüzü ve boynumuzu güneşten korumaya çalışıyoruz. Grupta kopmalar oluyor. Parkurun (ilk programın aksine) sanki bu gruba biraz ağır geldiğini hissediyorum. Üç saatlik bir tırmanıştan sonra düz bir alanda mola veriyoruz. Güneş tam tepemizde. Bir saati aşkın bir süre dinleniyoruz. Grup liderimiz öğle yemeğini sabah kahvaltı yaptığımız yerde yiyeceğimizi, şimdilik hafif atıştırdıktan sonra geri döneceğimizi söylüyor. Yaklaşık 2500-2600 m. rakımda zirvenin hemen altındayız. Hedef zirve 92 Mimar ve Mühendis

ancak grubun durumu pek zirveye çıkmaya müsait görünmüyor. ÖLÜM BİZE ÇOK YAKINMIŞ Saat 13.00’de dönüşe başladık. Ben grup liderinin hemen ardından yürüyordum. Önümüzde 5-6 kişilik bir grup vardı. Birden bir koşuşturma oldu. Yanlarına vardığımızda bir arkadaşın yerde uzanmış yattığını ve diğer arkadaşların müdahale etmeye çalıştıklarını gördüm. Önce sara nöbeti geçirdiğini zannettim. Arkadaşlar kalp masajı ve suni teneffüs yapmaya başladılar. Bu esnada bir

grup arkadaş da telefonla acil yardım için ilgili yerleri aramaya başladılar. Yaklaşık yarım saatlik çaba sonuç vermedi. Arkadaşımız kalp krizi geçirmiş ve gözümüzün önünde ruhunu teslim etmişti. Hepimiz büyük bir şok yaşamıştık.. Bir şey yapamamak çok üzücüydü. Arkadaşlar ulaşabildikleri her yerden yardım istediler. Helikopterle müdahale edilmesi gerekiyordu. Tam iki saat yardımın gelmesini bekledik. En son verilen cevap şuydu: Hayati belirti yoksa helikopter gönderemeyiz. Kendi imkanlarınızla dağdan indirin…


Yapılacak bir şey yoktu. Arkadaşımızı aşağıya biz kendi imkanlarımızla indirecektik. Hepimiz hem yorgunduk hem de kendi yükümüz vardı. Üstelik bu beklenmeyen üzücü hadise hepimizin moralini alt üst etmişti. Köylülere haber verildi, cenazeyi sarmak için ip ve battaniye getirdiler. Batonların da yardımıyla sal yapıldı ve arkadaşımızı sala yerleştirdik. Battaniyeye sarıp iple sıkı sıkıya bağladık. Bu halimizle ve psikolojimizle arkadaşımızı bizim aşağıya indirmemiz çok zordu. Köyden gelen bir grup genç Salı omuzladılar. Hepimiz çok üzgündük. Bu tür

programlarda dönüşler genelde neşeli olur. Grupta zorlu bir işi başarmış olmanın sevinci vardır. Ancak bu sefer öyle değildi. Üstümüze çantalarımızın ve yorgunluğumuzdan başka ‘’ölüm gerçeği’’nin ağırlığı çökmüştü. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Birlikte yola çıktığımız, beraber yürüdüğümüz, kahvaltı ettiğimiz, birlikte yorulup birlikte soluklandığımız bir arkadaşımız artık nefes alıp vermiyordu. Sabahın erken vaktinden öğleye kadar bu dik yokuşu tırmanan beden artık kendini taşımıyordu. Ölüm en yakınımızdan birini alıp gitmişti. Yani ölüm bize bu

kadar yakındı. Bedenimizin fiziksel sınırlarını zorladığımız bir spor olan dağ tırmanışında bile bizimle berabermiş… Köylü gençler cenazeyi nöbetleşe taşıyarak önümüzden giderken bizler bir yandan yorgunluk ve diğer yandan yaşadığımız hadisenin üzüntüsü içersinde mola vermeden aşağıya indik. Üç civarında başladığımız inişi akşam 7.30 civarında tamamladık. İnişte ilkyardım ekibi cenazeyi teslim aldı. Kısa bir moladan sonra otobüse binerek yola koyulduk. Bu kadar yorgunluktan sonra otobüse biner binmez derin bir uykuya daldım. Temmuz - Ağustos 2013 93


KİTAPLIK

ETİK AHLAK FELSEFESİ

İŞ VE MESLEK AHLAKI

MESLEK ETİĞİ

OSMANLI SULTANLARI ALBÜMÜ

Doğan Özlem Say Yayınları

Mahmut Arslan Siyasal Kitabevi

Mustafa Armağan Timaş Yayınları

Etik -Ahlak Felsefesi- kitabının ilk üç bölümü "Etiğin Konumu ve Temel Problemleri", "Başat Sayılan Problemlere Göre Etik Tipleri" ve "Eleştirel Etik" bölümlerinden oluşuyor. "Etik Üzerine Değerlendirmeler" adlı son bölümde ise bizzat bir felsefe disiplini olarak etiğin neliği ve olabilirliği tarihselci/hermeneutik bakış açısıyla irdelenip eleştiriliyor ve her etiğin bir ahlak, her ahlakın bir etik içerdiği, bir evrensel ahlakın olanağını ortadan kaldıranın tam da bu olgu olduğu ileri sürülüyor. Doğan Özlemin Referans Kitaplar dizisinde yer alan Etik -Ahlak Felsefesikitabı güncelliğini korumaya devam ediyor.

Hüseyin Ali Kutlu Nobel Yayın Dağıtım / Meslek Dizisi

Kalkınmanın motoru olan girişimci, yaratıcı ve eğitimli iş gücü bir ekonomide faiz oranları kadar önemli bir ekonomik göstergedir. İş ahlâkına sahip olmayan girişimciler, kamu yöneticileri ve firmalar topluma yarardan çok zarar vereceklerdir. Bu kitabın amacı iyi niyetle iş ahlakına sahip çıkmaya çalışanlara neler yapılması gerektiği konusunda yol göstermekten ibarettir. Dolayısıyla kitap sadece işletmecilik öğrencileri için değil, konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgilenen herkes için yazılmıştır. Bu bağlamda kitabın özel ve kamu kesimindeki yöneticilere de yararlı olacaktır

İlk insandan günümüze savaşlar, cinayetler, hırsızlıklar, istismarlar, yolsuzluklar, rüşvetler bitmedi ve bitmeyecek. Tüm bunların sebebi olan insanların ıslahı ancak temel insani değerler ve ahlaki kuralların yaygınlaştırılması ve hukuki yaptırımların desteği ile mümkün olacaktır. İnsanlık nüfusunun hızlı artışı, eskiye oranla çok daha karmaşık iş ilişkileri ve ekonomik yapı, insanların ahlaki değerlere daha çok ihtiyaç duymasına neden olmaktadır. İnsanlar mal ve hizmet aldıkları işletmelere güvenmek ister. Bu güvenin tesisi, meslek icra edenlerin etik değerlere bağlı davranışlarıyla mümkün olacaktır.

TÜRK- İSLAM MEDENİYETİNDE AHİLİK VE FÜTÜVVET- NAMELERİN YERİ Mehmet Şeker Ötüken Yayınları Türk-İslâm tarihinin XIII. ve XIV. yüzyıllarında daha çok Anadolu’da görülen Ahîlik, aslında İslâm medeniyetinin temel unsurlarını bünyesine almış bir Türk kurumu olarak kabul edilmiştir. Bu haliyle Ahîliğin el kitaplarından sayılan ve 94 Mimar ve Mühendis

Kurdukları imparatorluk 600 yıl boyunca dünyaya hükmetti; savaş meydanlarına ve nice kitapların sayfalarına hükmeden dilleri neredeyse unutuldu; inşa ettikleri her binaya attıkları imzaları/tuğraları kitâbelerden söküldü, ama bugün üzerine onlarca devletin kurulduğu topraklarda kendilerini hatırlatacak hayır eserleri inşa ettiler çünkü onlar gönülleri fethetmenin, mekânı ele geçirmekten daha kalıcı bir yatırım olduğunu biliyorlardı. Birçok esere imza atan Mustafa Armağan, Osmanlı Tarihi’nin özeti sayılabilecek Osmanlı Sultanları Albümü adlı çalışmasıyla tüm Osmanlı Padişahlarının hayat hikâyelerini resimleriyle birlikte okuyucularına sunuyor.

ahîlerin âdeta başucu kitabı olarak benimsetip okuyageldikleri Fütüvvet-nâmeler de Arapça, Farsça ve Türkçede olmak üzere farklı dillerde kaleme alınmışlardır. İşte bu sebeple biz de Fütüvvet- nâmeleri tanımayı ve tanıtmayı, kültür kodlarımız arasına onlardan yaralı bilgiler katmayı gerekli görerek bu eserimizde XV. yüzyılda kaleme alındığı bilinen Şeyh Seyyid Hüseyin el-Gaybînin Fütüvvet- nâmesini okuyucu ile buluşturmayı hedefledik.


TURKEYBUILD İZMİR 2013 GIDA 2013 WORLDFOOD İSTANBUL 21.Uluslararası Gıda Ürünleri ve Teknolojileri Fuarı Sektör: Gıda Şehir: İstanbul, İFM Fuar Tarihleri: 05.09.2013 – 08.09.2013 Web: www.ite-turkey.com

AET 2013 Enerji, Finasman, Yatırım, Danışmanlık Fuarı Sektör: Eğitim Şehir: İstanbul, Lütfi Kırdar Fuar Tarihleri: 11.09.2013 – 12.09.2013 Web: www.istanbulrestate.com

19. Yapı, İnşaat Malzemeleri ve Teknolojileri Fuarı Sektör: Yapı İnşaat Şehir: İzmir, İFC Fuar Tarihleri: 03.10.2013 – 06.10.2013 Web: www.yemfuar.com

TÜHEFSO 2013 4. Türk Havacılık Endüstri Forumu Sektör: Havacılık Şehir: İstanbul, İFM Fuar Tarihleri: 09.10.2013 – 11.10.2013 Web: www.tuhefso.com

ÇUKUROVA TEKNOLOJİ 5. Üretim Teknoloji Fuarı Sektör: Makine ve Teknik Şehir: Adana Fuar Tarihleri: 12.09.2013 – 15.09.2013 Web: www.tuyap.com.tr

GREEN BUILDING 2013 Çevre Dostu Yaşam ve Çalışma Alanları Fuarı Sektör: Yapı İnşaat Şehir: İstanbul, İFM Fuar Tarihleri: 12.09.2013 – 15.09.2013 Web: www.cnrexpo.com

Temmuz - Ağustos 2013 95


ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER

96 Mimar ve Mühendis



Binlerce yıllık Kültürel Mirasımız olan eserleri geleceğe taşıyoruz

Kariye Müzesi Restorasyonu

Evliya Çelebi Mah. Kıblelizade Sok. Tepe Han. No:1/12 Beyoğlu / İSTANBUL T: 0212 251 43 01 F: 0212 292 15 82 M: hizmet@taksimyapi.com.tr


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.