heybe ocak 2011

Page 1

heybe YIL:4 SAYI:4

OCAK 2011

Asr’a yemin olsun ki!


Bayram KUM

Ayşe Rumeysa DOĞRUYOL Edanur MERTTÜRK Besim AĞARGÜN Cahide PINARLI Ahsen ORAL Sümeyye Beyza AYDIN Esad PENÇE Ali Rıza FARIMAZ Emre KOLAÇ Veysel ERMAN Şamil ATASOY Melike EFE Nihal Ceyda ÇAKIR Dilruba TORUN Hatice KAYALI Aslı BALTA Zeynep ÖZERLİ


İÇİNDEKİLER KAYBOLAN KÜLTÜR OSMANLI’DA ZAMAN ÇÖL KAPLANI FAHRETTİN PAŞA “O” TERRAKKİPERVER HALK FIRKASI

EDİTÖRDEN Merhaba, Uzun bir ayrılıktan sonra 4.sayımızla yine sizlerleyiz. Bu süre zarfında çeşitli çalışmalar ve araştırmalar yaptık. Çalışmalarımızın sonucunda sizlere zaman konusuyla seslenmeye karar verdik. Tarihte zaman, Osmanlı’da zaman, zamanda yolculuk… Dergimizde zaman olgusunun hayatımızdaki yerini ve önemini, kültürümüzün çok değerli parçalarını nasıl kaybettiğimizi okuyacaksınız. İnşallah beğeniyle okur ve faydalanırsınız. Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere.


KAYBOLAN Tarihi anlatırken ve anlarken olaylar arasında zaman ilgisi kurarız. Olayların zaman içinde sıralanışına göre aralarında neden-sonuç ilişkisi kurarız. Bu bağlamda en iyi zaman araçları takvimlerdir. Takvim, zamanı yıllara, aylara, haftalara ve günlere bölme metodudur. Takvimler toplumların kendi kültürlerini ve olaylarını yansıtır. Çok eski çağlardan beri insanlar gerek toplumsal yaşamlarının düzeni açısından,gerek dinsel nedenlerle uzun ölçekli zaman ölçülerine gereksinim duymuştur.İşte zamanın,gün,ay,yıl gibi uzun süreli dönemlere bölünmesine dayalı olarak geliştirilen takvimleri,herkesin görebileceği en düzenli iki doğal olay olan Güneş’in ve Ay’ın hareketlerine dayandırmışlardı.Bu iki gökcisminin hareketleri,en basit üç zaman dilimi olan gün,ay ve yılı belirler. Toplumlar yaşayışlarına,dinlerine ve kökensel unsurlarına göre bu iki esaslı takvimlerden birini kullanmışlardır.Örneğin Sümerler Ay’ı kutsal saydıkları için Ay Yılı Esaslı Takvim’i kullanırlarken Mısırlılar Güneş Tanrıları Ra’ya atıfta bulunarak Güneş Yılı Esaslı Takvim’i yapmışlardır.Ayrıca Mısırlılar tarımsal ekonomilerinin devamlılığını sağlayabilmek amacıyla Nil’in taşma zamanlarını hesaplayabilemek için takvimi kullanmışlarıdır Türk toplumu da zaman içerisinde çeşitli takvim çeşitleri kullanmıştır. Bu duruma sebep olarak farklı kültürlerle tanışmayı, siyasi sebepleri ve inançlar gereği toplumdaki değişen düzeni örnek verebiliriz. Şuan ki kullandığımız takvim Avrupa kökenli Gregorian takvimidir. Peki neden geçmiş zamanlarda Türklerin kendilerine ait geliştirdikleri takvimi kullanmıyoruz? Kaçımız böyle bir takvimin olduğundan ha-


KÜLTÜR 12 Hayvanlı Takvim…Çoğu insan bu takvimi duymamışlar ya da bunu Çinlilere ait bir takvim biçimi olarak biliyor. Oysa 12 Hayvanlı Takvimi ilk Türkler kullanmışlardır. Tamamen bize ait olan bu takvim biçimini Türklerle kültürel etkileşimleri sırasında Çinliler almış, kullanmış, sahip çıkmışlardır. Ancak Türklerin bu konudaki çalışmaları yok denecek kadar azdır. Bu takvim biçimiyle ilgili bilgiler genel olarak Çin kaynaklarından elde ediliyor. Biraz da bu takvimin özelliklerinden bahsedersek; 12 Hayvanlı Türk Takvimi bilinen en eski güneş yılı esaslı Türk takvimidir. Her yıla bir hayvan ismi verilen bu takvimde yer alan yılların isimleri sırasıyla Koyun, Maymun, Tavuk, İt, Domuz, Sıçan, Sığır, Pars, Tavşan, Ejder, Yılan, At şeklindedir. Türkler gibi göçebe yaşayan topluluklar için hayvancılık önemli bir unsurdur. Türklerin sürekli iletişim halinde oldukları bu hayvanların isimlerinin aylara verilmesi yazımızın başında da belirttiğimiz gibi kültürel, sosyal, ekonomik hayatın takvimler üzerinde çok etkili olduğunu gösterir. Ne yazık ki biz kendi takvim biçimimize sahip çıkmayıp, onu değiştirmişiz. Farklı kültürlerle tanışıp bir etkilenme sürecine girmişiz. Bu sürecin bir sonucu olarak da kullandığımız takvimi değiştirmişiz. Hicri Takvimi kullanmaya başlamışız. Zaman içerisinde Türk toplumu din değişikliğine girmiş ve semavi bir din olan İslamiyeti benimsemiştir. Bu çerçeve de ise kendine uygun bir başka takvimi kullanmaya başlamıştır. Bu takvim Hicri Takvim’den başkası değildir.


Hz.Muhammed (sav) ve sahabenin Mekke’den Medine’ye göçünü başlangıç kabul eden Hicri Takvim ay yılı esaslı olup 12 aydan oluşur. Bazı aylar 29 bazı aylar 30 gün çekmektedir. Hicri Takvim esas olarak ayın dünya etrafında dönüşünü aldığı için miladi takvimdeki bir yıla göre 11 gün daha kısa bir sürede bir yıl tamamlanır. Neden geçmişimizde kullandığımız birine kültürel diğerine de dinsel olarak bağlı olduğumuz bu iki takvim biçimlerini kullanarak kendi toplulumuz için önemli ve etkili olaylarla toplumumuza ait tarih şeritleri oluşturmak yerine sürekli Avrupa’nın tarih şeritlerini kullanıyoruz? Düzenli bir çalışmayla, Miladi Takvim’e göre olan tarihler formüller geliştirilerek 12 Hayvanlı Takvim’e göre düzenlenip, daha sonra tarihimiz için dönüm noktası dediğimiz olaylar göz önünde bulundurularak yeni zaman şeritleri oluşturulabilir. Örneğin; oluşturulacak yeni zaman şeridinde başlangıç olarak Türklerin bilinen ilk teşkilatlı yapısı olan Asya Hun Devleti’nin kuruluşu kabul edilebilir. Aynı yöntem yine Hicri Takvim’in hicretten öncesi kısımları içinde uygulanabilir. Böylece Hz. Muhammed (sav)’in doğum tarihini dini takvimimize göre belirlemiş oluruz. Bütün bu çalışmalar tarihimizi daha çok benimsememizde ve daha iyi anlamamızda faydalı olacaktır. Sonuç olarak söylemek istediğimiz her millet kendi kökensel ve dinsel unsurlarına göre kendilerine ait olan takvimleri kullanarak zaman şeritlerini oluşturabilir. Böyle bir çalışma sayesinde kendi tarihimiz ve başka kültürlerin tarihleri hakkında bilgi sahibi olmanın yanı sıra zaman ve tarih kavramlarının birbirlerine çok yakın anlamlara sahip oldukları anlaşılacaktır. Toplumların kendilerine ait zaman şeritlerini yapmaları yaşadıkları süreçleri daha iyi anlamalarını sağlayacaktır.


OSMANLI’DA ZAMAN Zaman… Hepimiz için çok önem arz eden bir olgu. Zamanı kastederken tabi ki sadece saate bakmaktan bahsetmiyorum. Bazen kötü bir olay yaşadığımızda zamanın çabucak geçmesini isteriz. Ya da beklediğimiz güzel bir şey vardır. Onu beklerken zamanın çok yavaş geçtiğini düşünürüz. Her olgu gibi zamana da bakış açımız çok önemli. Kendi döneminin büyük bir imparatorluğu olan Osmanlı Devleti içinde zaman çok önemliydi. Antlaşmalar, mali konular, ibadetler, bayramlar vb. olaylarda “zaman” her zaman önemli bir kavramdı. Aynı zamanda Osmanlı İslam’ı seçmiş bir imparatorluktu. İslam’ ın da her din gibi zamana bağlı olarak gerektirdiği ibadetleri, bayramları, törenleri, özel günleri vardı. Bunların hepsi için zaman çok iyi araştırılmalı ve bilinmeliydi. Buradan yola çıkarak “Osmanlı’da Zaman” temasını işlemeye çalışacağız. İslamda zamanın belirlenmesi konusunda çalışmalar yapılırken daha önce bilinegelen ve temeli stereometrik izdüşümüne dayanan usturlaplardan yararlanılmıştır. Bu alet yüzyıllar boyunca geliştirilerek özel sorunların çözümüne daha uygun biçimlere getirilmiştir. Saat ayarının kuramsal temelleri bulunulan yerdeki güneşin konumuna ve bir çubuğun gölgesine bağlı olarak 8. yüzyılda belirlenmiş bulunuyordu. Zamanla ilgili tanımlar gözle görülen olaylara dayandırıldığından herkes tarafından kolaylıkla soruşturulabilir nitelikteydi. Zamanın bulunulan tarihe ve yere bağlı olarak tanımlanmış olması, nüfusun yoğun olduğu yerlerde, konunun muvakkit adı verilen uzman kişilerce belirlenmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu uzmanları zamanı belirlemek için çalıştıkları yerlere ise muvakkirhane denirdi. Sultanlar zamanın doğru tespiti için, merkezi camilerde muvakkithaneler kurmuş, burada görev alacak kişilerin yetişmesini sağlamış, bu müesseseleri gerekli araç ve gereçlerle donatmışlardır. İslam dünyasının liderleri hükmettikleri eyaletlerin her bölümü için namaz vakitlerini hesaplatmayı görev edinmişlerdir. Mekanik saatlerin tam olarak kullanılmaya başlanmadığı dönemlerde usturlap denen aletin yanı sıra, su ve güneş saatlerinden de faydalanılırdı. Güneş saatlerinin geçmişi çok eski uygarlıklara Mısır'a ve Çin'e gider. Güneş saatleri özel olarak hazırlanmış bir çubuğun, güneşin hareketlerine uygun bir şekilde, mermer veya taş bir zemin üzerine düşen gölgesini temel alarak zamanı ölçmeye dayanır.


Günde beş kez namaz kılan, Ramazan'da da iftar ve sahur vaktini doğru bir şekilde bilmek zorunda olan Müslümanlar, zamanın ölçülmesine büyük bir ihtiyaç duydular. Güneş saatlerinin (eski adıyla, basite) Osmanlı coğrafyasında yaygınlık kazanmaya başlaması dönemin şöhretli bilim merkezlerinden Semerkant Rasathanesi'nin yöneticiliğini yapmış astronom Ali Kuşçu'nun İstanbul döneminde gerçekleşti. Fatih Sultan Mehmet 200 akçe gibi yüksek bir gündelikle Ali Kuşçu'yu 1472'de İstanbul'a getirerek Ayosofya Medresesi'ne hoca olarak atadı. İstanbul'un enlem ve boylamlarına ilişkin bilinen eski değerleri düzelterek işe koyulan Ali Kuşçu, ilk basiteyi Fatih Camii'nde yaptırdı. Bunların şehirdeki en gelişmiş örneklerini Üsküdar Mihrimah Sultan Camii'nin güneybatıya bakan dış cephesinde ve Eminönü'ndeki Yeni Camii'nin avlusunun Mısır Çarşısı'na bakan dış cephesinde görebilirsiniz. Osmanlı İmparatorluğunun 17. yüzyılda en geniş topraklara eriştiği dönemde İstanbul'da bir rasathane kuran Takiyüddin'e de benzer bir görev verilmiştir.

Osmanlı Devleti dini konular için Hicri takvimi kullanırdı. Çünkü Hicri takvim İslam ülkelerinde kullanılırdı. Hicri takvim Hz. Muhammed'in M.S. 622'de Mekke'den Medine'ye hicretiyle başlar. Hicri - Kameri takvim, ayın dünyanın etrafında dönüşüne göre tanımlanırdı. Hicri takvimin haricinde Osmanlı devletinde 1678'den sonra maliye ile ilgili işlerde Rumi takvim de kullanılmaya başlanmıştır. Mali yılın başlangıcı 1 Mart olarak kabul edilir. Gün kavramı ise İslam dünyasında yeni gün güneşin batışıyla başladığı için Osmanlı Devleti’nde de bu şekilde kabul edilmişti.. Güneş ufukta kaybolunca saat 12 ya da 0 olurdu.

Resim 1. İstanbul Sultanahmet Meydanındaki III. Tutmosis'e ait (M.Ö. 1500) dikilitaş.


Namaz vakitleri aşağıda belirtilen şekilde belirlenir

Şekil 1: Namaz vakitlerinin güneşin konumuna göre tanımlanması

Şekil 2: Öğle, asr'ı evvel ve asr'ı sani zamanlarının bir çubuğun gölgesine göre tanımlanması


Akşam namazı: Akşam ezani saate göre saat 12'dir ve yeni bir gün başlamış olur.

Yatsı namazı: Bu vakit öznel olarak yan yana duran beyaz ve siyah renkli iki cismin ayırdedilemez olduğu an olarak tanımlanır.

Sabah namazı: Sabah namazı, güneş ufukta doğduğunda bitmesi gerektiğinden, başlangıcı da buna göre ayarlanır.

Öğle namazı: Ufka göre dik duran bir çubuğun gölgesi uzamaya başladığı an kılınır (Şekil 2).

İkindi namazı: "Asr'ı evvel" ve "Asr' ı sani" olarak adlandırılan iki zaman arasında kılınır (Şekil 2)

Asr'ı evvel: Çubuk gölgesinin, aynı günün öğle vaktindeki en kısa gölge uzunluğu ile kendi uzunluğu toplamı kadar olduğu an olarak tanımlanır. Asr'ı sani: Çubuk gölgesinin, aynı günün öğle vaktindeki en kısa gölge uzunluğu ile kendi uzunluğunun iki katı kadar olduğu an olarak tanımlanır.

Kesin zaman belirlenmesi sadece öğle ve ikindi namazlarında mümkün olduğundan diğer namaz vakitleri ve oruca başlama vakti için 10 dakikalık bir hoşgörü tanınır. Buna göre sabah namazı ve oruca başlama 10 dakika erken, akşam ve yatsı namazları ile iftar vakti 10 dakika geç olabilir. Şeker bayramı 29 gün süren ramazan ayının sonunda hilalin görünmesiyle başlar. Kurban bayramı 68 gün sonra kutlanır. Şu halde Şeker bayramı 1. Şevval'de, Kurban bayramı ise 10. Zilhicce'de kutlanır. Özetlersek Osmanlı İmparatorluğu’nda saat çoğunlukla dini temsil ediyordu. Bunun yanında mali işlerde, bazı bilim dallarında özellikle astronomide, fetihler de de zaman ve saat kavramı çok öenmli bir yere sahipti. Sümeyye Beyza AYDIN Kaynak: Osmanlı İmparatorluğu’nun Doruğu 16. yüzyıl teknolojisi, Editor Prof. Dr. Kazım Çeçen, İstanbul 1999, Omaş ofset A.Ş.


‘’Zamanda yolculuk, zamanda geçmişe ya da geleceğe yolculuk yapabilme kuramıdır. Zaman'ın doğası henüz tam anlaşılamadığından, zamanda yolculuk şimdilik bilim kurgu'nun egemenliğindedir.’’

‘’Zamanda Yolculuk diye bir şey var mıdır?’’ Belkide birinci soru bu olmalıydı. Karanlık maddeyi ve kuvantum kütle çekimini unutun. Herkesin yanıtlamaya can attığı bir soru,bu. Geleceğe gitmenin yollarını araştıran bilim adamlarının bir teorisine gore geçmiş zamana gitmek, geleceğe gitmekten çok daha zor. Görelilik, bir izleyicinin, uzayzaman içinde yolculuk yapması ve geçmişine geri dönmesi fikrine karşı çıkmıyor. Ancak, şimdiye kadar önerilen tüm senaryolar, alışılmamış şartlar gerektiriyor.

Geçmişe gitmek olanaklı olsaydı, tüm paradokslar da ardından gelirdi: yolcunun, geçmişe giderek annesini bebekken öldürmesi gibi. Neden-sonuç ilkesine, hiçbir şeyin karşı gelemeyeceğinde ısrarcı olunduğu takdirde, paradokslardan kaçınılabilir, ancak zamanda çift yönlü yolculuk, hala alışılmadık bir fikir. Bu konudaki arastırmaların temeli şudur; H.G.Wells´in ünlü romanı "Zaman Makinesi"inde, zaman gezgini, özel bir iskemleye oturur, ışıklar yanıp söner, gezgin bir numaratörü çevirir ve sonra kendisini binlerce yıl sonrasına fırlatılmış olarak bulur. Çok uzak geleceğin İngiltere´sinde dünya çok farklıdır, Morlock´lar ve Eloi´ler adlarında iki garip ırktan başka kimse yoktur. Kısacası İnsanlık değişmiştir. Bu iyi bir romanın özetidir ama aslında fizikçiler bilim tarihi boyunca, zaman yolculuğu fikriyle alay etmişlerdir. Zaman Yolculuğu fikri çok yakın zamana kadar, genelde bilim kurgucuların, mistiklerin, fanatiklerin ve şarlatanların ilgi alanında kalmıştır. Buna karşın, son yıllarda hızla gelişen kuantum kuramı ve çekim alanı bu fikri yeniden getirdi diyebiliriz ve şimdi zaman yolculuğu fikri günümüzün teorik fizikçilerinin çok sık oynadıkları bir oyuna dönüşmüştür. Ama nasıl?


Fikrin temel ve vazgeçilmez sorunu, ortaya çıkacak olan çeşitli türlerdeki bulmacalar yani paradokslardır. Örneğin bunlardan bir tanesi ailesi olmayan adamdır; Zaman içinde geriye giden birisi annesini ve babasını, kendisi doğmadan önce öldürürse ne olacaktır? İşte bu bir paradokstur yani sizin anneniz ve babanız siz doğmadan evvel ölürlerse, siz nasıl olur da onları öldürebilirsiniz? Geçmişi olmayan adam paradoksu da, buna benzer. Örneğin, genç bir bilim adamının laboratuarında bir zaman makinesi inşa etmeye çalıştığını varsayalım. Birden kendisinden daha yaşlı bir adam laboratuarda ortaya çıkar, nereden geldiği belli değildir ve genç bilimciye zaman makinesinin yapılışının sırrını verir. Genç adam, öncelikle çok zengin olacaktır; borsada, at yarışlarında, müşterek bahislerde oynar ve daima kazanır çünkü geleceği bilmektedir. Sonra geçmişe bir kez daha dönüp, kendisine yani daha genç haline zaman makinesinin sırrını vermeye karar verir ve paradoks ortaya çıkar. Yani laboratuara gelen adam, aslında kendisidir ama aynı zamanda da kendisine verilen sır dışardan yani gelecekten gelmiştir. Öyleyse, zaman makinesini yapan kimdir? Her ikisi de mi? Ama ikisi aynı kişi değil midir? Paradokslar bu şekilde devam eder. Bilim adamları artık bunları üretip, üzerlerinden yol almaya başlarlar. Geleceğe gidiş hakkındaki düşünce ise şuydu; Günümüzde,herhangi bir cismin saniyede 300,000 km.hıza ulaşabilmesi tamamen imkansız.Cisim hızlandıkça kütlesi artacaktır.Ve cismi dahada hızlandırmak için her defasında çok daha büyük bir kuvvete ihtiyaç olacaktır.Günümüzde hiçbir bilim adamı bunun nasıl yapılacağını bilmiyor.Yani imkansız. Zamanda yolculuk, zamanda geçmişe ya da geleceğe yolculuk yapabilme kuramıdır. Zaman'ın doğası henüz tam anlaşılamadığından, zamanda yolculuk şimdilik bilim kurgu'nun egemenliğindedir.

Geçmişe veya geleceğe, bu konular hakkında, Isaac Newton, Albert Einstein, Roy Kerr gibi fizikçilerin birçok araştırması ve tespitleri bulunmaktadır. Günümüzde arastırmalar, deneyler ve planlar sürmektedir. Henüz keşfedilememiştir. Bulunmasının gelişmişlik seviyesini arttıracak olmasının yanı sıra hayatlarımızın düzeninin bozulması açısından düşünüldüğü zaman bulunmamasının daha yararlı birşey olduğu kanısındayım. Ne olursa olsun iyi olan şeyin hayatlarımıza dahil olmasını dilerim.

‘’Gelecekte neler olacağını kimse bilemez değil mi? Gelecek şu an için süprizlerle dolu bir bekleme salonudur aslında bizim için..’’ Aslı BALTA


ÇÖL KAPLANI FAHRETTİN PAŞA Çöl kaplanı Fahrettin Paşa, 1910 yılındaki Türk-İtalyan harbi gibi çatışmalarda bulunduysa da, adını duyurması Balkan Harbi sonrasında olmuştur. 1913 Temmuz unun 22 sinde Enver Paşa öncülüğünde Edirne ye giren ilk askeri birliğe komutanlık etti. Sonrasında Musul ve Halep görevlerinde bulundu. Arabistan yarımadasındaki hareketlenmeler üzerine Hicaz ile görevlendirildi. Mekke Emiri Şerif Hüseyin in oğullarından Ali ve Faysal ın Osmanlı karakollarını taciz etmesi üzerine Medine de idareye el koydu. 2,5 yıl sürecek zorlu Medine Müdafaasını başlattı. Medine müdafaası sırasında ingilizler Mondros anlaşmasını ileri sürerek Osmanlıyı baskı altına aldılar. Osmanlı devleti içinde bulunduğu durumdan dolayı teslim olmak zorunda kaldı. Fakat Fahrettin Paşa Medinede, teslim olmayı reddetti. İstanbul dan gönderilen şehri teslim etmesi yönündeki padişah fermanını ise “Bir Osmanlı padişahı kendi rızasıyla Mekke ve Medine yi teslim edin diye ferman imzalamaz.” diyerek tanımadı Savaş bittiği halde aylarca Arap-İngiliz kuşatmasına direndi. Direnmeyi bırakması ve teslim olmasını isteyen herkesi reddeden paşanın verdiği yanıt hep aynı: "Ben Peygamberimizin mezarını bunlara bırakmam. Al bayrak burada dalgalanacak." Niyetlerinden şüphelendiği İngilizler zarar vermesin diye Mescid-i Nebevi deki Mukaddes Emanetler i Harem-i Şerif Şeyhi Ziver Bey ve 500 korkusuz askeri eşliğinde payitahta, İstanbul a gönderdi.Dünya askerlik tarihinde bu olayın bir örneği daha yaşanmamıştır. Devlet teslim olduğu halde, Fahrettin Paşanın 3 ay daha Medine’de direnmesi sayesinde İngilizler ve işbirlikçi Araplar, Medine’yi bir türlü ele geçiremişlerdir. Ocak 1919. Sonunda olan olmuştur. Bir sabah erken saatlerde Paşa, Peygamberimizin mezarında namaz kılarken, teslimden başka çıkar yol kalmadığını savunan bazı subaylar onun üzerine atılıp yaka paça yakalamışlar ve düşmana teslim etmişlerdir.. Fahrettin Paşa, teslim edilmeden önce tabancasıyla kılıcını Peygamberimizin mezarına bırakmıştır. Paşa bir süre Mısır’daki esir kamplarında kaldı. Sonra İngilizler tarafından Malta Adası’na sürüldü. Esirliği boyunca çizmelerini ve üniformasını bir gün olsun üzerinden çıkarmadı. 2.5 yıl sonra serbest kalınca 1921 yılında İtalya-Almanya-Rusya-Batum-Kars yoluyla yurda girip vatan toprağını öptü ve Kazım Karabekir Paşa ordusuyla Batı cephesine gidip İstiklal Harbi’ne katıldı. Ankara’da Mustafa Kemal Paşa, Fahrettin Paşa için "daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdırmış kumandanımızdır" dedi. Çöl kaplanı ve Medine kahramanı olarak bilinen, düşmanlarının bile hayranlıkla söz ettiği Fahrettin Paşa, 1922 yılında Mustafa Kemal Paşa tarafından Afganistan’a, Kábil Büyükelçisi olarak atandı. Fahrettin Paşa sonraki yıllarda "Türkkan" soyadını aldı. Peki örnek insan Fahrettin Paşadan geriye neler kaldı? Kurtarılmasında öncülük ettiği Mukaddes Emanetler, yanından ayırmadığı fotoğraf makinesinden çıkan, tarihe ışık tutan onlarca fotoğraf, askerleri için kullandığı mehmetçik kelimesi ve daha nicelerini bıraktı bize bu unutulmuş unutulmayan büyük insan... Cahide PINARLI


“O”          

           

İlk defa elektriği, gazı getiren, ilk modern eczanemizi açtıran, İlk otomobili getiren, 5 bin km kara yolunu yaptırtan, Dünyanın ilk metrolarından birini Karaköy-Taksim arasına yaptıran, atlı ve elektrikli tramvaylar kuran, Kudüs-Yafa, Ankara-İstanbul ve Hicaz demir yollarını yaptıran (Haydarpaşa Tren İstasyonunu da tabi), İstanbul’un binlerce fotoğrafını çektiren, Arkeoloji müzeciliğini başlatan, Chicago’daki turizm fuarına ülkemizi ilk kez sokan, Kuduz aşısının bulunmasından sonra Ülkemizin ilk Kuduz Hastanesini (İstanbul Darü’l-Kelb Tedavihanesi) açtıran, Polisiye romanların ülkemize girişini sağlayan, (14 yıl içinde basılan 4000 kitaptan sadece 200 kadarı dinle ilgili idi..), Okullara (Hristiyan okulları dahil) gönderdiği emirde, Türkçe’nin iyi öğretilmesini isteyen, Azerbaycan okullarında Türkçe yasağını kaldıran, Paris’te İslam Külliyesi kuran, Teselya savaşı sürerken saraylı hanımlara askerler için çamaşır diktiren de, hastaneleri ziyaret edip hastaların ihtiyaçlarını soran da, sarayın bahçesinde bile hastalara hizmet ettirten de, Midilli adasını eşi Fatma Pesend Hanım’ın şahsi mülkünden ısrarla verdiği para ile Fransızlardan geri alan, Israrla yerli kumaş giyen, Hereke bez fabrikası ve Feshaneyi kuran, Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odalarını açtıran, Yıldız Çini fabrikasını, Beykoz ve Kağıthane kağıt fabrikalarını kuran, Toplu sünnet merasimleri yaptırıp her bir çocuğa çeyrek altın gönderen, bu yüzden yaz aylarında toplu sünnetleri moda eden, Mezuniyet törenlerinde öğrencilere hediye kitap gönderen, Yoksul halkına kendi cebinden ödeyerek kömür dağıtan, Ermeni Onnik’in mektubu üzerine kendi parasından takma bacak yaptırtan, Biriktirdiği parasından bir kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya tahsis eden, Modern matbaa makinelerini Türkiye’ye getirten, ücretsiz kitap dağıttıran, 6 bin kitabın çevrilmesini sağlayan, Beyazıt kütüphanesini kurup 30 bin kitap bağışlayan (10 bini el yazmasıdır), Yabancı bilim adamı ve yazarlara Nişanlar veren, Kim mi “O”?

II.ABDÜLHAMİT HAN Mustafa Duman


TERAKKİPERVER CUMHURİYET FIRKASI Türk siyasi trihinde CHP’den sonra kurulan ilk muhalefet partisidir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kuruluşundan bugüne tam seksen beş yıl geçmiş ve Türk siyaseti hala sağlıklı ve temiz bir yapıya ulaşamamıştır. Ve bu durum Türk siyasetini olumsuz yönde etkileşmiştir. Ve hala daha etkiliyor. Muhalefet partileri ve iktidar arası hiçbir zaman iyi olmamıştır. Muhalefet partileri her seferinde iktidarın sert tavrıyla karşı karşıya gelmişlerdir. Bu tavra ilk muhatap olan muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’dır. Ayrıca ilk kapatılan muhalefet partisi de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’dır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şu esaslara dayanıyordu: Partini sistemi liberalizm ve halkın hakimiyetidir. Genel olarak hürriyetlere taraftardır. Dinsel düşünce ve inançlara saygılıdır. İdari yönden ; yerinden yönetim gerçekleşmesine çalışacaktır. Cumhurbaşkanının seçiminden sonra milletvekilliği ile ilgisi kesilecektir. Mustafa Kemal Paşa yeni partini kuruluşundan memnun olmuştur. Yeni parti için “Bırakınız , karşımıza çıksınlar, memleket işlerini münakaşa edelim.”demiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kuranlar (Ali Fuat CEBESOY, Kazım KARABEKİR,Rafet BELE)Cumhuriyete inanıyorlardı. Terakkiperver , basın tarafından aşırı şekilde destekleniyordu. Terakkiperver’in ortaya çıkması Cumhuriyet Halk Fırkasında büyük rahatsızlığa sebep oldu. Ciddi bir muhalefet ile karşılaşması Cumhuriyet Halk Fırkası için tehlikenin geldiğini belirtiyordu. Halkın kısa sürede yeni kurulan partinin etrafında toplanması bunun şüphesiz göstergesiydi. Cumhuriyet Halk Fırkasının imdadına Şeyh Sait İsyanı yetişti. Şeyh Sait İsyanının çıkmasıyla sıkıyönetim ilan edildi. Ve partide yapılan aramada dini, politikaya alet ettikleri gerekçesiyle parti 3 HAZİRAN 1925’te kapatıldı. Partinin kapatılmasından sonra Türkiye’yi altından sarsacak adımlar daha da hızlandı. Önemli değişiklere gidildi…Tekke ve Zaviyeler kapatıldı…Kıyafet ve Şapka Kanunu çıkarıldı. Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu kabul edilerek ,Türkiye’nin tarihiyle olan bağı kesildi ve Türkiye Batı’ya doğru yöneldi..



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.