Destan-ı Kırkpınar Dergisi Sayı 17

Page 1

* Kas覺m * 2014 * Say覺-17

SAYGIYLA ANIYORUZ



CAZGIR rakya ve Balkanlarda yapılan güreşlerde dua okuyan kişiye Cazgır denir. Kelimenin kökü Çağatay, Kazan ve Azeri Türklerine kadar gider. Çağatayca ; Seslenmek ya da Davet Etmek demektir. Kazan ve Azeri Türklerine göre de Çağırıcı – Cargı ya da Dellal demektir. Altay Türklerinde de aynı anlamı taşımaktadır. Balkanlarda CAR kelimesinin sonuna Farsça ek olarak GİR gelerek kelime CAR-GİR birleşik sözcük oluşturulmuştur. Yani, seslenen , haber veren , çığlık atan anlamındaki bu birleşik kelime zamanla Cargir yerine Cazgır’a dönüşmüştür. Duacı ya da salavatçının adı Rumeli topraklarında Cazgır olarak kullanılmaktadır. Cazgırların sesi her ne kadar olur ise de pehlivanları tanıması, bütün güreş oyunlarını bilmesi gibi özellikleri olan yaşlı kişilerden seçilir. Günümüzde, genetik olarak babadan oğula sesi gür olan ve güreş meydanlarında yetişmiş gençlere de görev verilmektedir. Cazgırlar güzel söz söylemek, şair ruhlu olmak gibi nitelikli olursa cazgırlığı daha güzel yapar, daha çok sevilip ilgi çeker, sözleriyle güreş seyircisine heyecan verirler… Cazgır güreşlerde yaşlanıncaya kadar işine devam eder, gücü kalmayınca yerini başkasına bırakması da bir gelenektir. Kırkpınar’ın baş cazgırı Şükrü Kayabaş’ın yerini (Pele) Mehmet Tura’ya bıraktığı gibi… Yağlı güreşlerde cazgır, güreşmek için er meydanına çıkan pehlivanları tanıtır, takdim eder. Buna ‘’Salavat okuyucu’’ da denir. Cazgır, pehlivanların önüne geçerek seyircilere bağıra bağıra adlarını, sanlarını, maharetlerini ve tehlikeli oyunlarını sayar, duasını okur ve pehlivanların pirî olan Hazreti Hamza’dan pehlivanlar için yardım ister. Tanıtma yapılırken adı okunan pehlivan sırasından bir adım öne çıkarak kendisine özgü hareketleriyle seyircileri

T

selâmlar. Cazgır takdim işini bitirdikten sonra boyuna göre manisini okur ve duasını ederek pehlivanları eşleştirilmiş olarak er meydanına salar. Buna çıkış denir ve pehlivanlar peşreve başlar. Peşrev bir çeşit ısınmak ya da konsantre olmaktır. Peşrev faslı bitince pehlivan eşleştiği rakibinin karşısına gelerek elini kispete vurur ve güreşe tutuşurlar. El sıkışıp helâlleşme tokası yaparlar. Ayrılıp yürüyüş doğrultusunda ilerlerken ellerini ağızlarına sürerek temenna ederler. Sırtlarını sıvazlayıp yağ kontrolünü ve paça bağlarının sıkı bağlanmış olup olmadığının kontrolünü de yaptıktan sonra tekrar ortada karşılaşarak elense çekerler…

Cazgırların pehlivanlar için okuduğu salavat ( dua ) : Allah Allah İllallah Hayırlar gele İnşallah. Genç Türk aslanlarına Alkışlarla diyelim Maşallah. Haydi Allah derman versin…

Gelecek sayıda yağlı güreşte boylara göre okunan manilerle devam edeceğiz. 3


KIRKPINAR KÜLTÜRÜNÜ TANITMA VE YAŞATMA DERNEĞİ Adına İmtiyaz Sahibi

ALPER YAZOĞLU

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

ÖZCAN BAŞGÜL Genel Sekreter

MÜBECCET GÜZEY

Genel Yayın Danışmanı

SİNAN BERATLIGİL Görsel Tasarım

BEDİA BARAK

Katkıda Bulunanlar

MEHMET İRİŞ SEYFETTİN SELİM SEMAHAT UZGÖR BEYAZIT SANSI SEVCAN KALIPÇİNDEN EFKAN BUCAK ÖMER ALTAY ŞEREF GÖKDEMİR

ER MEYDANI’NIN BOŞ HALİ BİLE…

2

BEYAZIT SANSI

9 Ekim günü öğleden sonra bir TV çekimi için Sarayiçi’ne gitmiştim. O gün Sarayiçi’nin bizden başka ziyaretçileri de vardı. Ziyaretçiler, daha çok öğrenci gruplarıydı. Gençler, Sarayiçi’ndeki tarihi mekânların önünde durarak anı fotoğrafları çektiriyorlardı. Ya da yeni deyimiyle; Selfie (Özçekim) yapıyorlardı. İlerleyen saatlerde Kırkpınar’ın Altın Kemerli ağalarından Alper Yazoğlu, yaklaşık

50’kişilik bir arkadaş grubuyla Sarayiçi’ne geldi. Doğaldır ki, ağaların gelişi bir başka oluyor. Alper Ağa gelmeden önce, 2’kol davul-zurna ile 2’çift pehlivan Sarayiçi’ne gelmişti. Alper Ağa ve arkadaşlarını, davul-zurna ekibi Fatih Köprüsünde ve de Kırkpınar Marşı’nı çalarak karşıladı. Daha sonra Er Meydanına geçildi ve Alper Ağanın konuklarına mükellef bir gösteri güreşi sunuldu.

Güreşler esnasında Alper Ağa’nın konuklarını dikkatlice izledim; Onlar, zengin ve okumuş insanlardı… Ellerindeki son model cep telefonlarıyla Er Meydanının her karesini titizlikle görüntülediler. Pehlivanlarla, davul-zurna ekibiyle anı fotoğrafları çektiler. Alper Ağa’nın konuklarıyla yaptığım görüşmede, konuklar; “Kırkpınar’ı Alper Ağa’dan çok dinlemiştik. Ancak bu Tarihi mekânda bulunmak dahi bizi çok heyecanlandırdı. Bu yıl yapılacak 654. Tarihi Kırkpınar’a mutlaka geleceğiz. O büyük heyecanı yer-

inde yaşamak istiyoruz.” dediler. *** Edirne Belediyesinin bu potansiyeli çok iyi anlaması ve değerlendirmesi gerekiyor. Sarayiçi Er Meydanı, yılın 365’gününde kesinlikle açık tutulmalıdır. Edirne’ye tur düzenleyen seyahat acentelerinin programlarına, “Sarayiçi Er Meydanı Ziyareti” mutlaka koydurulmalıdır. Çünkü Sarayiçi Er Meydanı, boş haliyle dahi ziyaretçilerine çok şeyler anlatabilecek gizemli ve tarihi bir özelliğe sahiptir. Yeter ki; Tarihi Er Meydanı’nın geçmişini ve orada yaşanan coşkulu havayı anlatabilecek rehberler olsun.

Reklam Koordinatörü

GÜLŞAH AŞÇIOĞLU

KASIM 2014 - SAYI : 17 YIL:2 Yayın türü: YEREL SÜRELİ YAYIN BASKI: Ege Reklam ve Basım Sanatları San. Tic. Ltd. Şti. Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cd. No:4 Ataşehir- İSTANBUL Tel: 0216 470 44 70 FASK: 0216 472 84 05 www.egebasim.com.tr Sertifika No: 12468 ADRES: Türkocağı Cad. No: 19 Kaleiçi- EDİRNE Tel: 0284 212 63 82 e-posta:

kirkpinardestani@gmail.com www.kirkpinarderneği.org

Destan-ı Kırkpınar

Basın Meslek İlkelerine uymaya söz vermiştir. Tüm reklamların sorumluluğu firmalara, mekalede ki görüş ve düşünceler ise yazarlara aittir. Yazarlara ücret ödenmez.

4


BAŞKAN AYDINER’DEN KIRKPINAR BAŞ PEHLİVANINA ÖDÜL

6

SİNAN BERATLIGİL

53. Tarihi Kırkpınar güreşlerinde Bayrampaşa’yı başarılı bir şekilde temsil eden ve üçüncülük kupasını alan Bayrampaşalı Baş Pehlivan Abdullah Güngör, Bayrampaşa Belediye Başkanı Atila Aydıner tarafından ödüllendirildi. 653. Tarihi Kırkpınar güreşlerinde başpehlivanlık yarışında üçüncü olan milli güreşçi Abdullah Güngör ve beraberindekiler, Belediye Başkanı Atila Aydıner’i makamında ziyaret etti. Ziyarete üçüncülük kupası ile gelen Güngör’e Başkan Aydıner, Bayrampaşa Belediye Meclisi’nin de onayladığı 5 bin liralık ödülü takdim etti. Ödülünü Başkan Aydıner’in elinden alan Abdullah Güngör, “Bizlerden desteğini esirgemeyen Belediye Başkanımız Sayın Atila Aydıner’e teşekkür ediyorum. 2015 yılında düzenlenecek olan 654. Tarihi Kırkpınar güreşlerinde başpehlivanlık için mücadele edeceğim” dedi. “Ata sporumuz olan güreşe Kırkpınar asırlardır ev sahipliği yapıyor” diyen Başkan Aydıner de “Kırkpınar’da ilçemizi başarılı bir şekilde temsil ederek göğsümüzü kabartan milli güreşçimiz Abdullah Güngör kardeşimize şahsım ve halkım adına teşekkür ediyorum. Sporun tüm branşlarında olduğu gibi güreşte de kolektif akıl ve emek vardır. Türkiye Cumhuriyeti olarak başarılı sporcularımızı desteklememiz gerektiğini düşünüyorum. Kırkpınar’dan üçüncülük kupasını alarak Bayrampaşa’ya getiren Abdullah kardeşimize 5 bin liralık ödülü takdim ediyoruz” ifadelerini kullandı. 5


BÜTÜN MADALYALAR BİZİM OLSA Ne yazık ki ata sporumuz güreş de yalnız madalya, para için yapılır oldu. Bu sporumuzun geleneksel yapısı ve gayesi tamamen unutuldu, gözler sarı (madalya) ve yeşilden (dolar) bir an olsun ayrılmıyor. Alperenlerin yadigarı olan yağlı güreş, sık sık doping utancıyla kızarıyor. Bu, yağlı güreşte de mertliğin, yiğitliğin yerini paranın aldığını gösteriyor.

G

ençlik ve Spor Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Türkiye’nin lisanslı sporsu sayısı bakımından arzu edilen noktaya ulaşılmadığı belirterek, “Maalesef ülke genelinde ulusal ölçekte lisanslı sporsu sayısı bakımından hâlâ arzu edilen yerde de-

6

ğiliz. 74 milyonu aşan bir nüfusumuz var ama lisanslı sporcu sayısını hâlâ birkaç milyonun ötesine geçiremedik. Faal sporcu olarak adlandırılan kesim, lisanslı sporcu sayısının yüzde 15’ini maalesef aşamıyor” denilmiş. Yapılmak istenilenlere “katılmıyorum”

HALİL DELİC E

demek mümkün değil de... Kabul edelim ki Bakanlığın istediğinden çok daha fazlası gerçekleşti. 74 milyonun tamamı lisanslı sporcu oldu. Bunun sonucunda da katıldığımız Olimpiyat, Dünya ve Avrupa şampiyonalarında bütün madalyaları topladık... Eee... Sonra ne olacak?


Sovyetler ve sonra Çin’e bakalım... Emir komuta zinciri içinde herkesi lisanslı sporcu yaptılar, madalyaları topladılar. Alınan madalyalar, halkın hayatına ne kattı? Daha özgür, daha mutlu, daha zengin mi oldular? Madalyalar, yalnızca zulmün allanıp, pullanıp süslenmesine, gözlerden gizlenmesine yaradı. Amaç, madalya olunca... “Spor kardeşliktir, spor barıştır, spor eğlencedir” gibi sözlerin hepsi unutulmakta. Madalyaya kavuşmak için her şey mubah sayılmakta. “Günümüzde spor ne içindir?” sualine cevap verebilmek için ta Çin’e gitmeye lüzum yok, Türkiye’ye bakmak yeter ama... Ne yapalım, şartlar, kulağı arkadan göstermeyi gerektiriyor. Türkiye’mizde spor, madalya içindir. Evet, “Bütün madalyaları toplasak, herkes lisanslı sporcu olsa” ne olacak? Ne mi olacak, yapay kahramanlarımızın sayısı artacak, hakikate, gerçeğe daha fazla sağır, daha fazla kör olacağız, ‘En

büyük Türkiye, Avrupa, Avrupa duy sesimizi’ diye bağıracağız. Ama madalyaları toplamakla, herkesin lisanslı sporcu yapmakla ve ‘en büyük’ diye bağırmakla, daha büyük, daha güçlü ülke, daha mutlu, daha huzurlu fert olamayacağız. Spor’un sözlük tarifi, “Avcılık, binicilik, futbol, güreş gibi vücut ve beyin yeteneklerini geliştiren, eğlence de sağlayan işler” şeklindedir. Ülkemizde bu tarifteki sporu yapan kaç kişi? Sporun maddi vasıta olmasında bile yaya kaldık.

dalya sayısı ve bunu çoğaltmak için her türlü devlet desteğinin verildiği spor görüşü”, “başarının alınan altın madalya ölçüldüğü spor anlayışı”, spor ruhunu, tuz ruhuna döndürdü. “Kişinin maddi-manevi güçlü olması, ahlaken gelişmesi için yapılan düzenli hareket ve yarışmalar” tarifine girmiyor günümüzde milletlerarası yapılan spor.

Bizde spor deyince futbol anlaşılıyor. Onun da yalnızca seyircisiyiz. Fanatiğiyiz. Futbolu ne yazık ki memleketimizde din haline geldi, onun için ölüyoruz, öldürüyoruz. Futbolla yatıyor, futbolla kalkıyoruz.

Ne yazık ki ata sporumuz güreş için de aynı şeyler geçerli. Bu sporumuzun geleneksel yapısı ve gayesi tamamen unutuldu, gözler sarı ve yeşilden bir an olsun ayrılmıyor.

Altın madalyaya endeksli spor, “devletlerin birbirine karşı hava atma, psikolojik savaş vesilesi olan altın ma-

Sporda sarı (madalya) ve yeşil (dolar) yarış ediyor, başarınca utanmayı temsil eden kırmızıya zerre kadar yer kalmadı.

Alperenlerin yadigarı olan yağlı güreş, sık sık doping utancıyla kızarıyor. Bu, yağlı güreşte de mertliğin, yiğitliğin yerini paranın aldığını gösteriyor.

Ne diyelim… Bu kumaştan bu elbise çıkıyor. Malzeme bu. Para hırsı, gelenek, tarih, mertlik dinlemiyor. Bizlere de Kırkpınarların tarihçesiyle teselli bulmak düşüyor.

7


EDİRNE VE SELANİK BULUŞMASI

NEŞE DOSTER

3

KIRKPINAR’IN ALPER AĞASI...

yıl önce Trabzon seferi dönüşü sizlere Atatürk Üniversitesi mezunları sessiz sedasız örgütlenmişler, her yıl bir yerde toplanmaya başlamışlar, işi ciddiye alan ve kılı kırk yaran bir yönetim oluşturarak ülkeyi turlamaya başlamışlar demiştim ya! İşte o bağlamda bu kez toplantı Edirne’de yapıldı. Çanakkale ve Selanik üzerinden yine Edirne’de noktalandı. Ekip çağdaş Evliya Çelebi’ler olarak ülkemizi turlamaya İstanbul’dan başlayıp sırasıyla Kuşadası, Erzurum, İskenderun, Trabzon, Kıbrıs derken bu kez rotayı Edirne’ye çevirmiş. İyi de etmiş. Tarih 29 Ekim, yer Edirne, Çanakkale ve Selanik, işin kaptanı da Alper Yazoğlu olunca çok anlamlı, çok etkileyici, çok duygusal ve tarihsel boyutu çok derin bir gezi oldu… Bu yedinci buluşma idi ve bendeniz ikinci kez katıldığım için suçluydum! Şimdi bu muhteşem gezinin arka planında gezinerek ve bazı satır başları açarak kendimi bağışlatmanın yollarını arayayım! Efendim! Aylar önce telefonum çaldı. Arayan Alper’di. Beni Edirne’de yapılacak sınıf toplantısına davet ediyor ve gezi programını yolladığını söylüyordu. Haklıydı programı almış, okumuş, gitmekle gitmemek arasında tereddütte kalmıştım. Bir yanım git derken, diğer yanım derslerin boş geçecek- elindeki kitap gecikecek gitme diyordu. Üstelik gezi programı çok yoğun ve uzundu. 29 Ekim Cumhuriyet 8

balomuzu Edirne’de yapacak, oradan Çanakkale’ye uzanıp sonra Kavala’ya geçecek, Selanik’te Atamızın evini ziyaret ettikten sonra Edirne üzerinden dağılacaktık. Zamanlama manidar, mekânlar tarihi, ekip vefalı, başkan mükemmel olunca takdir edersiniz ki bana da tüm naz ve niyazıma rağmen yollara düşmek kaldı? Ülkemizde her alanda bunca boşluk varken, zor elde edilen değerlerimiz kolayca harcanırken, hamasi kabalık alıp başını giderken, ucuz başarılar baş tacı

edilirken böyle bir teklife hayır demek olur muydu? Olmazdı. Her zamankinden daha çok soluklanmaya ihtiyacımız varken, bu nefesi sağlayacak olan da dört yılımızı birlikte geçirdiğimiz yurt, okul, sınıf, dönem arkadaşlarımızken katılmamak olur muydu? Olmazdı. (Afferin bana. İyi ki katılmışım. Aklımı seveyim!) Bu 7.buluşmaydı ve ben ikinci kez katılıyordum. Daha önce Cemil tarafından düzenlenen Trabzon çıkartmasına dâhil olmuştum, tadı damağımda kalmıştı. Bu kez buluşma yeri Edirne’ye ben Süleyman Demirel Demokrasi Müzesi’nin açılış töreni için bulunduğum İsparta’dan katılacaktım. Hiçbir özveriden kaçınmayarak ve tüm ulaşım araçlarını kullanarak İsparta’dan otobüsle Antalya’ya, oradan uçakla İstanbul’a gelip aynı gün otobüse atlayıp akşam yemeğine Edirne’ye yetiştim. Alper Yazoğlu’nun yüreğini, ağırlığını, cömertliğini koyarak yaptığı organizasyon olağanüstü konforlu Hılly Otel’de başladı. Kıbrıs, Samsun, Adana, Konya, İzmir, İstanbul, Denizli, Kayseri, İskenderun, Aydın’dan koşup gelen mezunlar bu kez sevgili Seçkin hocamızla birlikte oteli ve Edirne’yi inletti desem yeridir… Şimdi bu genel giriş ve açıklamadan sonra gelelim gelişmeye! Büyük buluşmayla birlikte gelip yüreğime oturanlar için, hepimizin gönül tellerini sızlatan olaylar ve jestler için söyleyecek sözüm çok da söze nereden başlayacağımı bilemiyorum.


TOPLANTIDAN İZLER VE İZLENIMLER… Yaşamamızı zenginleştiren, çoğaltan, anlamlı ve çekilebilir kılan dostlarımızın- arkadaşlarımızın- okuldaşlarımızın her yerden koşup gelerek kanıtladığı vefadan mı girsem? Bilgi, birikim ve deneyimiyle Alper Yazoğlu’nun aile boyu katıldığı gezide sergilediği unutulması zor, anımsanması duygu yüklü, eşi benzeri olmayan düzenlemesinden mi çıksam? Birbiriyle yarışırcasına otobüste mikrofona geçen, gecemizde piste fırlayan arkadaşlarımızın çok farklı, çok etkileyici, çok ilginç anılarının ve canlı performanslarının yarattığı özel havayı mı solusam? Şeyda’nın marşlarının, Nesrin’in türkülerinin, Betül’ün danslarının, Aysel’in fıkralarının, Gülseren’in gezilerine ilişkin gözlemlerinin, Mehmet’in elma ikramlarının, Erol’un çikolatalarının yarattığı anılar denizine mi dalsam? Edirne’den Çanakkale’ye, Kavala’dan Selanik’e uzanan bu müthiş ve anlamlı gezide yaşadığımız duygu yoğunluğunun yorgun yüreklerimizde açtırdığı bahar coşkusunu mu anlatsam? Alper tarafından kılı kırk yararak hazırlanan barkovizyon gösterisinde perdeden akıp giden gençliğimizi ve ölüm defterini erkenden imzaya açarak kayıp giden arkadaşlarımızı görünce salona hâkim olan duygusallığa mı dikkat çeksem? Alper’in açılış konuşmasında Cumhuriyetimize ve kazanımlarımıza yaptığı vurgulardan, Edirne için hayal ettiklerinden ve hayata geçirdiklerinden mi söz etsem? Seçkin Hocamızın Ege havalarında ser-

gilediği figürlere, Zerrin’in olağanüstü esprilerine, Nermin’in harika oyununa, İlhan’ın entelektüel sohbetlerine mi değinsem? Sınıfça yaptırılan şiltin Alper’e sunulması görevi verilen Faruk’un duygu yüklü, vefa yüklü sözlerinin altını mı çizsem? Bendenizin bir yaprak gibi titreyerek, yutkunarak, zorlanarak, düşünerek, korkarak, duygulanarak, coşarak adeta bir mezuniyet sınavı heyecanıyla yaptığım konuşmanın hüzünlendiren ve düşündüren içtenliğine mi dikkat çeksem? Elmadan lokuma, çikolatadan şekere, kurabiyeden bisküviye, başlıktan şala ikram ve hediye de sınır tanımayanların cömertliğini mi vurgulasam? Bu düzenlemeyi büyük başarıyla gerçekleştiren sayın ve sevgili arkadaşımızın tüm gezi boyunca bir an bile dikkatini ve ilgisini üzerimizden çekmeyen düzeyli, sindirilmiş, değer bilen ve değer veren kişiliğini mi alkışlasam? Yoksa tüm bu güzellikler bitince sele dönen gözyaşlarımı mı silmeye kalksam? Bilemedim. Bildiğim o ki işbirliği, özveri, içtenlik, kahkaha, gözyaşı ve anılar bu 5 günlük gezinin özetiydi sanki. Gençlikle toyluk, yaşlılıkla deneyim, yıllar ve yollar bu gezinin özüydü sanki. Barkovizyondan fışkıran gençlik, geçen yılların intikamıydı sanki. GEZIP GÖRDÜKLERIMIZE GELINCE… Bu 5 güne neler mi sığdırdık? Nerelere mi gittik? Bunun dökümü bu yazının sınırlarını zorlar. İyisi mi birkaç ipucu vererek konuyu açalım. Alper, iç dünyası dış dünyasından büyük bir dostumuz bizim. Üç dönem Kırkpınar ağalığı yaptığı Edirne’ye büyük katkılar sunmuş,

okullar yaptırmış, akılcı projelere imza atmış. Çok tanınan, çok sayılan, çok sevilen bir ağa olup çıkmış. 27 Ekim günü toplandığımız Edirne’de gereken tüm açıklamalar yapılıp, gezi güzergâhı, hareket saatleri, gidilecek yerlere ilişkin bilgiler verilince Çanakkale, Edirne, Kavala ve Selanik gezisi fiilen başlamış oldu. Dostluğun, vefanın, dayanışmanın tedavülden kalktığı günümüzde bu gezi ve arkasındaki emeğin bize- hepimize çok iyi geldiğini baştan ve peşinen söylemeliyim. ÇANAKKALE’DEYIZ… Bolayır’da büyük vatan şairi Namık Kemal’in kabrini, Gelibolu’da Bayraklı Baba türbesini ziyaret hepimizi etkiledi. Ama esas duygusallığı Kabatepe’de, 52. Alay Şehitliği’nde, Conkbayırı’nda, Kilitbahir sırtlarında dolaşırken yaşadık. Başında öğretmenleri olan öğrenciler gibi bir yandan tarihi bilgilerimizi tazeledik, diğer yandan bilmediklerimizi öğrendik. Derken tümümüzü alıp götüren, sarıp kavrayan, ağlatıp sızlatan simülasyon gösterisinde donup kaldık. Fransa, Tunus, Cezayir, Senegal, İngiltere, Hindistan, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan gelenlerin savaştığı Çanakkale’de son derece başarılı sahneleri adeta yaşadık. Bir değil birkaç üniversite gömdüğümüz bu topraklarda hayatlarının baharında 14, 15, 20’li yaşlarda Conkbayırı’nda, Kilitbahir’de, Belentepe’de, Çiğiltepe’de ölüme meydan okuyarak canlarını veren fakat vatanlarından bir karış toprak vermeyenlerin destanında dolaşarak, içimizin acısını gözyaşlarımızı sesli sedalı akıtarak ortaya koyduk. İçimizden keşke tüm bunları tarihi inkâr edenlerde sık sık görseler diyerek salondan ayrıldık! 9


Edirne şehir turu ve Selimiye Camii İlk durağımız Edirne müdafii Şükrü Paşa anıtı oldu. Oradan savunma tabyalarına geçtik, Selimiye Camii’nde durduk, daha doğrusu kaldık. Cami’yi gezerken Sinan’a bir kez daha hayranlık duyduk o koşullarda raylı sistemi getirişini, hamamların şifalı suyunu alttan geçirerek camiyi ısıtışını ve bir Fransız mimarın; “Bu cami ya yerden bitmiştir, ya da gökten inmiştir” sözündeki isabeti düşündük. Bütün grup özelikle de bir dönem Selimiye’de imamlık yapan sonra da kendi deyimiyle zorla emekli ettirilen Nadi Ersoy hocanın bilinçli, düzeyli, işin hakkını veren açıklamalarından çok etkilendik. Selimiye çıkış gezi programına göre sırasıyla Karaağaç, son derece görkemli Lozan Anıtı Meriç Nehri kıyısında öğlen yemeği vardı. Ama hepimizi şaşırtan Beyazıt külliyesi ve sağlık müzesi oldu. Küçük odalarda son derece etkileyici canlandırmalarla o yılların tedavi yöntemlerini görmek, bazı hastalıkların suyla ve müzikle iyi edildiğini öğrenmek şaşırtıcı olduğu kadar etkileyiciydi. ALPER YAZOĞLU İLKÖĞRETIM VE ORTAOKULU Eğitimi politik inatlaşmanın aracı sayanları, çağdaş eğitimin temellerini oyanları, yöresel ve bilimsel gereksinimler dururken binlerce kişilik cami yapımına girişenleri görünce Alper Yazoğlu okulunu gezmek, okulun pırıl pırıl havasını solumak, genç ve idealist öğretmenlerle konuşmak bize çok iyi geldi. Okul 892 öğrencisi, 57 öğretmeniyle Edirne’nin en büyük okullarından biri. Arkadaşımızın yaptırdığı bu okulda mola vermek, pırıl pırıl bakışlarıyla öğrencileri görmek, Trakya oyunlarıyla başarısını kanıtlayan folklor ekibiyle coşmak, Cumhuriyet felsefesini özümsemiş çağdaş eğitimcilerle 10

karşılaşmak, okulun genç müdürü Demet Fişek ve arkadaşlarıyla tanışmak bize hem gurur, hem umut verdi. MINI KIRKPINAR GÖSTERISI Okuldan sonraki durağımız tarihi Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı stadyum oldu. Burada bizi bekleyen sürpriz ise bencileyin güreş kültüründen(!) yoksun olanlara tam bir hazine değerinde idi. 4 genç güreşçinin soğuk havaya rağmen cazgır eşliğinde sahaya inmesi, birbiriyle güreşmesi, güreşin inceliklerini sergilemesi ve sonunda da tümünün selam vererek bizlerle resim çektirmesi görülecek değil yaşanacak olaydı. Söz buraya gelmişken Alper’e Türk Ata Sporuna katkıları için, Kırkpınar Ağalığının hakkını verdiği için, ilkelerinden ödün vermediği için, arkadaşlığı- dostluğu için teşekkür ediyorum. Bilinçle attığı adımları, sergilediği duruşu için onu alkışlıyorum. 29 EKIM’DE EDIRNE’DE KUTLADIĞIMIZ CUMHURIYET BALOSU… Yoğun, yorucu, etkileyici Edirne turunun ardından biz kızlar akşama nasıl hazırlanacağımızın hesabını yaparken kulaktan kulağa yayılan bir haberle donup kaldık! Otelde saçlarımızı yapmak üzere özel olarak getirtilen kuaförler bizi bekliyormuş. Bu nasıl bir ayrıntıdır, bu nasıl bir jesttir, bu nasıl bir zarafettir deyip birbirimize girerken altındaki imzanın yine Alper olduğu açıklanınca hiç birimiz şaşırmadık! Oteldeki gala yemeğimiz ve balomuz tek sözcükle harika, iki sözcükle muhteşem ve mükemmel, matematiksel olarak da dört dörtlüktü. Yemek seçiminden müziğe, sofra düzeninden şıklığa, program akışından katılıma aksayan hiçbir şey yoktu. Baloya damgasını özel ve özgün giysisiyle Harmandalını oynayarak yine ve

yeniden Alper vurdu. Köstekli saati, şık yeleği, ağa çizmeleri ve hakkını vererek oynadığı Ege yöresinin bu muhteşem oyunuyla tüm salonu ayağa kaldırdı. Eeee! Edirne’de Atatürk’ün çok sevdiği “harmandalı efem geliyor” oynanır da salonda bulunan Karslılar boş mu durur? Orkestra “Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa” türküsünü çalmaya başladığı anda Atatürk Üniversitesi Kars folklor ekibi(!) olarak piste fırladık, tüm salonun katılımıyla ve dev bir koro eşliğinde oyunun sözel olarak da görsel olarak da hakkını vermeye çalıştık. Sonu gelmeyen alkış tufanını da başarımızın göstergesi olarak kabul ettik. Ne diyor şair: “Edirne’den Ardahan’a bir toprak uzanır. Boz kanatlı üveyikler üstünden uçar. Ardahan’dan Edirne’ye, Edirne’den Ardahan’a kadar.” Bu kez Edirne’den Ardahan’a uçanlar boz kanatlı üveyikler değil, Atatürk Üniversitesinin mezunlarıydılar… Kızlar mezuniyet balosu heyecanı, Cumhuriyet balosu gururuyla siyahlar içinde şıklık sergilerken, erkekler lacivert takım elbiseleri, uyumlu kravat ve gömlekleri, yakalarındaki Atatürk rozetleriyle özlediğimiz bir görüntü içindeydiler. Biz Atatürk üniversiteliler olarak yine farkındalık yaratmayı ve salonu podyuma çevirmeyi başarmıştık. Duygu dozu yüksek konuşmalar, yöresel ve bölgesel oyunlar gecenin unutulmazları olarak akıllarımıza kazınırken, ertesi günü erkenden Selanik’e gideceğimiz anonsuyla titreyip kendimize geldik! Gece bazı odalarda küçük grupların mini değerlendirme toplantılarıyla(!) devam etmesine rağmen belirtilen saatte otobüsle yollara düştük. Edirne Pazarkule sınır kapısından çıkarak sırasıyla; Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe üzerinden Selanik’e vardık. 2 yıldan beri kapalı olan Atatürk Evi nihayet ziyarete açılmıştı. Atatürk’ün ve annesinin balmumundan yapılmış heykellerinin olduğu, yaşam öyküsünün bir görevli tarafından anlatıldığı bu tarihi evde kişisel olarak ben hayal kırıklığı yaşadığımı söylemek isterim. Bana göre bu evi ayakta tutmak görevden öte varlık nedenimize ödenmesi gereken bir borç olduğundan çok daha ayrıntılı, çok daha canlı ve etkileyici bir görsellik yaratılmalıydı. Kaygı ve beklentilerimde yalnız olmadığımı görmenin hüznüyle yola çıkıp geceyi Kavala’da geçirdik. Ertesi günü ünlü Kavala kurabiyelerimizi alıp Dimetoka üzerinden Edirne’ye döndük.


GELELIM SONUCA… Gezi bitti ama aklım oralarda ve kızlarda kaldı. En çok da otobüsün arkasına konuşlanarak kendimize küçük bir cumhuriyet kurduğumuz Aysel, Zerrin, Betül, Şeyda, Nesrin, Gönül, Nükhet’te kaldı. Yemekten modaya, siyasetten çocuklara, eşleri çekiştirmekten eğitime, ithal gelinlerden ithal damatlara çok geniş bir yelpazede yaptığımız sohbetlerin tadını bir ben bilirim bir de biz! Ben bu yazıyla sadece Edirne’yi değil, Çanakkale’yi, Kavala’yı, Selanik’i inlettiğimiz bu gurur duyulası, gıpta edilesi geziden bana kalanları sıralamaya çalıştım o kadar… Kırıp dökmenin, bağırıp çağırmanın, yıkıp geçmenin her çeşidini yaşadığımız günümüzde bu yoğun programlı kısa tatil bana “ilaç” gibi geldi. Yazdıklarımı okulunu, o yılları, arkadaşlarını, dostlarını çok özleyen birinin “vitamin” yerine geçen gözlemleri sayın olur mu? GELELIM TEŞEKKÜRLERIME… Öncelikle ve özellikle Alper Yazoğlu’nun yaşamımızı zenginleştiren, çoğaltan, anlamlı kılan bu tür girişimlerinin ardındaki vefa ve değerbilirliğe teşekkür ediyorum. Elini, emeğini spordan, eğitimden, Kırkpınar’dan, geleneksel kültürümüzün yaşatılmasından esirgemeyen, Edirne’nin hatırını sık sık cömert hediyelerle soran, “kalbi, kafası, kasası, kapısı” herkese açık olan bu dost yüreğin yaptıklarını alkışlıyorum. Eğitimden spora uzanan çok geniş bir yelpazede; verdiği burslardan, okuttuğu öğrencilerden, üyeliğini ya da başkanlığını yaptığı vakıf ve derneklerde attığı dev adımlarla kıvanıyorum. Ülkemizin fotoğrafını iyi çeken, önceliklerini iyi okuyan, sorunlarını dert edinen, dostlarını ve arkadaşlarını sık sık bir araya getiren bir okuldaşla iyi ki aynı üniversiteden (Atatürk Üniversitesi) mezun olmuşuz diye kendime pay ve payeler çıkarıyorum. Ve attığı her adımın arkasında müthiş bir vefa ve hak edilmiş bir itibarın var olduğunu görüyorum. BENIM DUYGULARIMA VE UNUTAMADIKLARIMA GELINCE; Bizi gerilere götürerek gençleştiren hatta çocuklaştıran bu gezide, yüreğe dokunan her söz ve davranıştan etkilendim. Duygu seli karşısında gözyaşlarım yüzümü yıkarken, zaman zaman otobüste, yer yer yemek yediğimiz salonlarda Nesrin’in şefliğinde korolara eşlik ettim. İnsanı sarıp sarmalayan vefa dolu sözlere şapka çıkardım. Kimliği, kişiliği, birikimi, donanımı firesiz ve ödünsüz

buluşturanlara helal olsun dedim. Geziye eşleriyle katılan, hala rüya gibi- sihir gibi bir aşk yaşayan, (Sevgili Şeyda- Necati eniştem sözüm sizedir!) kendi gibi olan, doğal, içten bir duruş sergileyen arkadaşlarımızla gurur duydum. Bu 5 gün boyunca anlatılanları dinlerken ve yerli yersiz her şeye gülerken Cumhuriyetin başarısına, emeğine, katkısına bir kez daha inandım. Azerilerin dediği gibi bir gözümüzün gülüp bir gözümüzün ağladığı bu süreçte karakteriyle, sözünün eri olmasıyla, duruşuyla, konuşmalarıyla, öğretmeden öğrettiği özellikleriyle bazı arkadaşlarıma gerçekten imrendim. Benim için görsel ve duygusal bir şölen olan bu gezide seni en çok neresi etkiledi diye sorarsanız yanıtım şu olur. Alper Yazoğlu’nun aile boyu sergilediği müthiş vefa, aşırı ikram, içten ilgi ve sınırsız sıcaklık. Başta eşi Ayşe, gelini Yeşim, oğlu Teoman olmak üzere tüm Yazoğ-

lu’lara sonsuz teşekkürler… Kıbrıs’tan gelen Ergün ve Cemaliye’ye, gezimizin yayın koordinasyonunu üstlenen Sinan ve Gülşah’a, tüm şımarıklıklarımıza sabırla katlanan Seçkin hocaya, beni çantalara boğan Ayşe ve Betül’e içten teşekkürler… SON SÖZE GELINCE… Ben bu yazıyı niye yazdım biliyor musunuz? Masal havasında geçen bu 5 günü geçmişin muhasebesi olarak değil, geleceğin yaşam koridoru olarak görüp bağrıma bastığım için. “flash back”lerle yaptığımız bu geziyi büyük bir teneffüs saydığım için. Gezi biterken ne mutlu bana böyle dostlarım var dediğim için. Ve eğitimin eğitim olduğu zamanlarda adı ATATÜRK olan bir üniversiteden mezun olmanın verdiği gururu paylaşmak için. Bilmem anlatabildim mi?

11


KÖROĞLU ve TÜRK’ÜN GÜREŞ DESTANI “Nasreddin hoca misali şiirleri nükte dolu, Çıtayı gökyüzüne uzattı Rasim Köroğlu.” Feyzi HALICI

EĞITIM CI YAZAR MUHSİN DURUC AN

RASİM KÖROĞLU

Mart 1953 tarihinde Eskişehir ili, Beylikova ilçesi, Halilbağı köyünde dünyaya geldi. İlkokulu ve ortaokulu Beylikova’da bitirdi. Daha sonra 1974 yılında Ankara Erkek İlköğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Öğretmenliği sırasında. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Eğitim Ön lisans bölümünü bitirdi. 25 yıl sınıf öğretmeni olarak çalıştıktan sonra Şubat 2000 tarihinde kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Şiir yazmaya öğretmen okulu yıllarında başladı. Âşık Edebiyatı üzerine araştırma ve incelemelerde bulundu. “Âşıklar Sohbeti” adı altında televizyon programları yaptı. Yurt içinde birçok ilde yapılan şairler ve âşıklar programlarına katıldı, bir kısmını yönetti. Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde gerçekleştirilen şiir programlarında yer aldı. Kendisine ait mizahi şiirlerden, çeşitli halk hikâyelerinden, fıkralardan oluşturduğu “Taşlama Show” adlı sahne programlarını yurt içinde ve yurt dışında sergiledi. TRT başta olmak üzere birçok ulusal televizyonlarda çeşitli programlara konuk oldu. Şiirleri yerli ve yabancı basında, çeşitli gazetelerde, dergilerde yayınlandı. “Atatürk” şiiri Milli Eğitim Bakanlığı Türkçe Ders Kitapları’nda yer aldı. Fransa / Lyon Jean-Moulin Üniversitesi’nde Türk Halk Şiirini; 12

Ankara Gazi Üniversitesi ve Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi başta olmak üzere bazı üniversitelerimizde âşıklık geleneğini anlattı. Cumhuriyetin 80. yılı kutlamaları çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlık Makamının 30.09.2003 tarih ve 1872 sayılı (2003/83) genelgeleri uyarınca Eskişehir Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kurduğu komisyon tarafından “Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze İz Bırakan yedi öğretmen” birisi olarak seçildi. “Eskişehir Şairler Derneği” üyesi olan Şair Rasim Köroğlu, Azerbaycan Cumhuriyetinde faaliyet gösteren “Ulduz (yıldız) Âşıklar Birliği”ne ozan-âşık geleneğimizin, saz-söz sanatımızın yaşatılmasında bütün dünyaya tanıtılmasında gösterdiği hizmetlerden dolayı fahri üye olarak kabul edildi. “Televizyon” adlı şiiri Prof. Dr. Erman Artun’un “Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı” adlı kitabında toplumsal

taşlamaya örnek olarak verilmiştir. Yine, Ahmet Saraçoğlu’nun “Dil ve Edebiyat Terimleri Sözlüğü” adlı eserinde “ Futbol” şiiri yergiye, “Sosyete sofrası” adlı şiiri hicve örnek gösterilmiştir. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ndeki Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Son sınıf öğrencisi Soner Uğur bitirme tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi son sınıf öğrencisi Zeynep Bulut seminer ödevi, Osman Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğrencisi Seda Bilgiçli “Rasim Köroğlu’nun Hayatı, Edebi Kişiliği ve Şiirleri” adlı bitirme tezi ile hayatı ve eserleri hakkında incelemelerde bulundular. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na Halk Şairi olarak kayıtlı bulunan Rasim Köroğlu’nun “Körün Taşı” ve “Kitabın Ortasından” adlı yayınlanmış iki şiir kitabı bulunmaktadır. Ne acı ki Köroğlu, 30 Ekim 2014 günü aramızdan ayrıldı. Yeri aydınlık olsun! *** Şair arkadaşımız Mustafa Ceylan’ın belirttiğine göre: Üstat Rasim Köroğlu’nun çok sevdiği eşi rahmetli olunca, üstadın neşesi kaçmış, eskiden gülen-güldüren-şen şakrak Köroğlu yerine hüzün dolu bir Köroğlu gelmiştir. (Eşinin yakalandığı amansız hastalık onu da bırakmamıştır!)


ALDIĞI ÖDÜLLER

İsterseniz önce Köroğlu’ nun rahmetli eşine yazdığı şiirini okuyalım:

Eşime Ağıt “Çekilir mi sensiz hayatın zoru. Derdimi ortadan bölenim benim. Yüreği tertemiz, gözleri duru, Baktıkça yüzüme gülenim benim. Güneşe benzetip kursam hayali, Anlatamam yine sendeki hali, Kış gününde ılık rüzgâr misali, Estikçe içime dolanım benim. Herkes neler kurdu, neler düşledi, Feleğin kılıcı bize işledi, Derdin yedi sene önce başladı, Kırkında sararıp solanım benim. Tabut seni değil beni götürdü, Bu günü, yarını, dünü götürdü, Bedenim içinden canı götürdü, Şimdi neye yarar kalanım benim. Yanına çağırdı yüce Emreden, Bizlerden ayrılan sadece beden, Kopamam diyordun oğlum Emre’den, Üç yavruma ana olanım benim. Sanma ki dünyada hoşça kalırım, Yavrular olmasa hemen gelirim, Huri elin olsun, seni alırım, Mahşerde arayıp bulanım benim. Melekler halini bir bir söylesin, İmanı bütüne ateş neylesin, Yaradan yerini cennet eylesin, Kabrine nur ile gelenim benim. Rasim’de yanmadık yürek mi kaldı, Dünyayı tutacak direk mi kaldı, Bilmem başka söze gerek mi kaldı, İçimden geçeni bilenim benim.” Rasim KÖROĞLU

1998 yılında Türk Güreş Vakfı Adana Şubesi’nin açtığı “Güreş” konulu şiir yarışmasında birincilik, 1998 yılında Aziziye Dergisi’nin açtığı “Emirdağ” konulu şiir yarışmasında ikincilik, 1999 yılında Âşık Veysel Kültür Derneği’nin açtığı “Âşık Veysel” konulu şiir yarışmasında plaketini Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde dönemin Cumhur Başkanı Sayın Süleyman Demirel’in ellerinden aldı.2000 yılında ANASAM’ın (Anadolu İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) açtığı “Öğretmen” konulu şiir yarışmasında ikincilik,2001 yılında 36. Konya Âşıklar Bayramında

“Atatürk” şiiri ile “Yılın Yedi Şiiri” ödülü, 2001 yılında 36. Konya Âşıklar Bayramında “Mizahi Şiir” dalında birincilik ödülü,2005 yılında “Antalya Şair, Ozan, Yazar ve Ressamları Kültür Derneği” Tarafından Antalya İkinci Şairler Buluşması’nda “Şiir Büyük Ödülü”2006 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi Yerel Gündem 21 Sanatçılar Çalışma Grubu tarafından “Türk Şiirine Hizmet Ödülü”2007 yılında “Osmaniye Folklor Araştırma Derneği’ince verilen “Geleneksel Âşık Feymani Şenlikleri” kapsamında, Yüksel Özden anısına “Karacaoğlan Ödülü”

TÜRK’ÜN GÜREŞ DESTANI Öğrenmek istersen eğer güreşi, Dolaşıp yurdumu gez bizim elde. Bulunmaz güreşte Türkler’n eşi, Yaşanmış destanı yaz bizim elde.

Filiz Nurullah’tan Aydın Demir’e, İdmanda mandayı gömdük çamura, Uyar amma Hakk’tan gelen emire, Varmaz güreşmeze kız bizim elde.

Ulaştık dünyada bir haklı üne, Güreşle başlarız toya, düğüne, Hazreti Hamza’dan geldik bu güne, Pirlerden alınır giz bizim elde.

Hüseyin’dir adı bir Tekirdağlı, Sevilmez mi güreş olursa yağlı, Belinden kasnaklı, paçadan bağlı, Pırpıta dönüşür bez bizim elde.

Koca Yusuf denen bir acı kuvvet, Yeterdi cihana o Kara Ahmet, Yağlanmış vücutlar, ayakta kispet, Yiğidin resmini çiz bizim elde.

Ordulu Mustafa, Hüseyin Çokal, Yiğidin elini tutamaz çakal, Bilmezsen bunları etme hasbıhal, Konuşma, ağzını büz bizim elde.

Kızılcıklı Mahmut, Adalı Halil, Kel Aliço’yu dersen ehil mi ehil, Ustanın yanında kalınmaz cahil, Yetişir çıraklar tez bizim elde.

Hamza’yı sorarsan bir yerli kaya, Güldürdü yüzümü bak doya doya, Pehlivan dediğin çekmez mi soya, Hamuru, mayası öz bizim elde.

Çıkınca meydana o Çolak Mümin, Hasmının altında kayardı zemin, Yenmedi kimseler ederim yemin, Başkadır güreşte hız bizim elde.

Unutma atanı, tanı dedeni, Rahmetle anarız gelip gideni, Duydukça bir ateş basar bedeni, Vursun davul, zurna, saz bizim elde.

Bir pehlivan görsen sorma nereli, Araştır aslını bak Kurtdere’li, Kırkpınar’da boy boy aslan sıralı, Çöktürür rakibi diz bizim elde.

Gerçektir sözlerim, bulunmaz yalan, Kusura bakmasın geriye kalan, İşlemez gâvurun kurduğu plan, Kardeşçe yaşarız biz bizim elde.

Şamdancı İbrahim, Kazıkçı Bekir, Erlerin meydanı kalır mı fakir, Çok Taşçı’lar çıkar Allah’a şükür, Neler görürsünüz siz bizim elde.

Rasim’im yazdım bir güreş destanı, Anmadan geçemem Koca Mestan’ı, Günlerce dinletir nice insanı, Açılsa güreşten söz bizim elde.

Rasim KÖROĞLU 13


SİNAN BERATLIGİL İLE

PEHLİVANLAR KÖŞESİ Parlayan yıldız Başpehlivan Abdullah Güngör Ata Sporumuz Yağlı Güreşlerin önemli merkezlerinden olan Samsun Ladik Ermeydanı’nda yetişen ve bu yıl Kırkpınar’da 3. olan Samsun Ladikli Abdullah Güngör ile samimi ve hoş bir sohbet yaptık. Kırkpınar’ın Başpehlivanlarından olan Abdullah Güngör gibi tüm başarılı Samsun Ladikli güreşçiler elbette bu başarıları tek başına elde etmiyorlar. Kırkpınar’da büyük başarılara imza atan Samsun Ladikli güreşçiler, başpehlivan Abdullah Güngör’ün yanı sıra, Şaban Yılmaz, Fatih Atlı, Serhat Gökmen ve bir çok güreşçi Samsun’un gururu oldular. Kırkpınar’da sırasıyla Mahmut Kavakçı, Kaan Kaya, Ramazan Bircan ve Serhat Balcı gibi güçlü rakipleri eleyen milli Güreşçi Abdullah Güngör, yarı finalde İsmail Balaban’a uzatmada mağlup oldu. Güreşlerin bu sene çok farklı geçtiğini söyleyen Güngör, bir çok güreşçinin favori olarak gösterildiğini, sonuçların için sürpriz olduğunu söyledi. Sizi tanıyabilir miyiz? Abdullah Güngör: 1985 Samsun Ladik doğumluyum. İlk ve orta okulu Samsun Ladik’te okudum. Samsun Kas Lisesi’nden mezunum. Ailem Samsun’da, ben 10 yıldır İstanbul’da Bayrampaşa’da ikamet ediyorum. Güreşe nasıl başladığıma gelince. Daha güreşin ‘g’ sini bilmiyordum. Mahalledeki arkadaşların zoruyla Ladik’te açılan Güreş Kulübüne giderek tesadüfen başladım. Beni götürenler güreşe devam etmediler ama ben ilerleterek Milli Takıma kadar yükseldim. 3 kez de Türkiye birincisi oldum.10 yıl minder güreşi ve yağlıyı birlikte sürdürdüm. Son zamanlarda da yağlıda biraz yükselme gösterdim. Yöre güreşlerinde kürsüler yaptım ve 14

bu yılda Kırkpınar’da 3. oldum. Kırkpınar’a nasıl hazırlanıyorsun? Abdullah Güngör: Kırkpınar bu sen çok iyi hazırlandım. İşi ciddiye alarak ve de çok çalışarak menajerim Adem Kara ve hocalarım İbrahim Akgün ve Ali Özen’le sıkı çalıştık bütün kış antreman yaptım. Öyle yağlı gibi çayırlarda değil de ben genelde salonlarda çok iyi çalışma yaptım. Son iki hafta ağır idmanlarla çalıştım. Yöre güreşlerinde de dereceler yaptım ve her hafta zaten yoğun güreşerek hazırlandım. Koşu ve masajlarla da kendimi hazırladım. Sizi tanımayanlar güreşçi olduğunuzu duyunca neler diyor?

Abdullah Güngör: Evet. Gerçekten bazen insanlar güreşçi olduğuma inanmıyor. Onların kafasında 2 metre boyunda 150 kilo gibi bir kişi olur diye düşünüyorlar. Sonrada beni görünce de hemen hadi bizle de güreş tut diye takılıyorlar. Tabi ki Samsun Ladik’te herkes tanıyor. Gelip beni tebrik edenler de oluyor. Samsun Ladik’liler için güreş gerçekten önemlidir. Bazı bölgelerde çocuklar güreşe minderde başlar. Samsun Ladik’te de minder ama sonradan yağlı pehlivan çok yetişmektedir. Bir pehlivan başka pehlivanı görünce tanır mı? Elbette tanır. Yürüyüşünden bile tanır. Pehlivan kendinden emin yürür ve vücutları kaslı ve kulakları da kırık olur.


Sizi zorlayan pehlivan var mı ? Abdullah Güngör: Evet tabi ki. Recep Kara beni zorlayan zaten beni de kendisi yetiştirdi. Orhan Okullu, M.yeşilyeşil,Serhat Gökmen, Osman Aynur, İsmail Balaban bu pehlivanlar da çok güçlü. Zaten artık herkes herkesi yenecek güçte. Çünkü herkes çok iyi çalışıyorlar. Eskiden 10-15 pehlivan varmış ama bakıyorsunuz şimdi 60-70’e yakın başpehlivan var. Yağlı güreşi seven gençlere neler söylemek istersin ? Abdullah Güngör: Özellikle hem yağlı hem de minder güreşi sevsinler. Çünkü Yağlı Güreş ata sporumuz. Boş vakitlerinde spor yapsınlar, uyuşturucudan sigaradan, kötü olan her şeyden uzak dursunlar. Şimdi Türkiye’nin her yerinde güreş okulları var buralara gitmelerini çok isterim. İleride çok başarılı Türkiye’ye madalyalar kazandıran, Milli marşımızı çaldırıp, bayrağımızı göklere çıkarsınlar. Abdullah Güngör nelerden hoşlanıyor? Abdullah Güngör: Boş zamanlarımda genelde ailemle geçiririm evliyim ve bir kızım var. Ben genelde Eyüp Sultana giderim, Ordan Edirne kapı Şehitliğine gider saatlerce oturup orada dualar ederim. Yemeklerden pilavı çok severim. Genellikle et sote pilavlı en çok sevdiğim yemektir. Renklerden tabi ki

kırmızı ve beyazı severim. Türkiye ve Samsunspor’u severim Koku olarak ta epu ermaniyi kullanıyorum. Minderle yağlı arasındaki fark nedir? Abdullah Güngör: Yağlı güreşlerde 2008 yılında baş altında üçüncü olarak başa çıkma şansını elde ettim. Yağlı güreşlerde kondisyona yönelik ağır bir spor. Yağlı güreşlerde 30 dakika güreşiyorsun, 5 dakika puanlamaya gidiyorsun. Bazen güreşler 1 saat falan uzayabiliyor. Minder güreşi ise 6 dakika sürüyor ve puanlama usulü ile sona eriyor. Yağlı güreşte havanın sıcaklığı ve yağdan dolayı sporcu zorlanıyor. Özellikle minder güreşi ile yağlı güreş arasındaki en büyük farkı zaman.

Hedefleriniz nelerdir? Abdullah Güngör: 653. Tarihi Kırkpınar Güreşleri’nde başpehlivanlık yarışında üçüncü oldum. 29 yaşındayım ve bu sene düzenlenen tarihi güreşlerde kürsüye çıktım. İlk hedefim İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına Kırkpınar’’da altın kemerin sahibi olmak istiyorum. Er meydanında en zayıf sporcu bile en güçlü rakibini yenebiliyor. Yağlı güreş dediğim çok farklı. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve hocalarımız bana bu konuda çok büyük destekleri oldu. Hem minder de, hem yağlı güreşler de 10 yıldır İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına güreşiyorum. Ayrıca minderde de hem Avrupa’’da hem de Dünya’’da kürsüye çıkmak istiyorum Son olarak neler ekleyeceksiniz? Abdullah Güngör: Tarihi Kırkpınar güreşleri yağlı güreşlerin olimpiyatı olarak geçiyor. Kırkpınar’da oldukça zorlu rakiplerle mücadele ettim ve kürsüye çıkmaya hak kazandım. Bizim için sadece yağlı güreşte değil, minderde de Avrupa ve Dünya’da başarılar hedefliyoruz. Bana DESTAN-I Kırkpınar Dergisinde yer verdiğiniz için öncelikle Kırkpınar Ağamız Alper Yazoğlu’na saygılarımı sunarım. Herkese sonsuz sevgiler dilerim ve 654’uncu Kırkpınar’da buluşmak üzere sevgiyle kalın. 15


SEMAHAT UZGÖR

91. yıldönümünü kutladığımız en iyi yönetim şekli olan cumhuriyete bizi kavuşturan ulu önder Atatürk’ümüzün manevi huzurunda minnet ve şükranlarımı sunuyor, yolunda ışıkla ilerlemeye bir kez daha ant içiyorum. ünyaca kabul edilen dehası ülkemize çoklu reformları getirmişti. Dergimizin kaynağı spor olduğu için Atatürk ve spor ilişkisine göz atalım istedim. Her alanda olduğu gibi sporda da günümüzde geçerliliğini yitirmeyen fikirleri yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Atatürk’ün sporda yenilikleri getirirken düşüncesi yani spordan temel beklentisi, Türkiye’yi yeniden üretecek olan yurttaşın yetiştirilmesi ve ülkenin uluslararası ortamda tanıtımının sağlanmasıdır. (Söylev ve Demeçleri; c.II, s.247.) Sporda çeşitliliğin kısıtlı olduğu ve dönemin egemen spor dalının güreş olduğu bilinciyle Atatürk ile anılara yolculuk yaparsak, pehlivanlar ile yapılan söyleşilere rastlarız. Çocuk Esirgeme Kurumu o dönemde Ankara’da, güreş müsabakaları yaptırırdı. Hakemler arasında olan dünya güreş şampiyonumuz Kurtdereli Mehmet Pehlivanın, “niçin sırtının 16 24

D

ATATÜRK VE SPOR

yere gelmediğini” anlatmasının üzerine Atatürk’ün ona yazdığı mektubu bir kez daha okumakta fayda var: “12 Kasım 1931 Salı Kurtdereli Mehmet Pehlivan’a Seni, cihanda büyük ün almış bir Türk pehlivanı tanıdım. Parlak muvaffakiyetlerinin sırrını, şu sözlerle izah ettiğini de öğrendim: “Ben her güreşte arkamda Türk Milleti’nin bulunduğunu ve millet şerefini düşünürüm.” Bu dediğini, en az, yaptıkların kadar beğendim. Onun için senin bu değerli sözünü, Türk sporcularına bir meslek düsturu olarak kaydediyorum. Bununla, senden ve sözlerinden ne kadar memnun olduğumu anlarsın. Çoluk çocuğun için sana ufak bir armağan gönderiyorum. O, bu mektubumla beraberdir. Pehlivan, ömrünün tam sağlıkla uzun sürmesini dilerim.” Gazi M. Kemal


Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Kurtdereli Mehmet Pehlivan’a gösterdiği iltifatı, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 23 Kasım 1931 tarih ve 94/2821 sayılı genelge ile Milli Eğitim ve Okul Müdürlüklerine duyuruldu. Güreş tutuştuğu herkesi yenen Mehmet’in Gazi’nin “Güreşelim mi?” sorusuna “Sizi bütün cihan yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?” cevabı herkesçe bilinen bir anıdır. Yine aynı olayda Atatürk, güreşi milli spor olarak nitelendirmiştir. Devrin ünlü futbolcusu Gündüz KILIÇ ile yaptığı söyleşide maç yenilgileri için onu teselli edip futbol hakkında bilgi almış, “Yahu desene, bizim harp oyunları gibi bir şey sizin oyun da. Sizin işinizde de, strateji bilgisi var ve kurmay kafası ister.” diye önemseyip başını sallamış… Büyük Atatürk’ün yaptığı üç spor olduğu söylenebilir. Askerlik hayatında başladığı ve ömrünün son yıllarına kadar fırsat buldukça sürdürdüğü binicilik bunlardan biridir. Diğerleri, İstanbul’da geçirdiği yaz tatillerinde devamlı olarak uğraştığı yüzme ve kürek sporlarıdır. İstanbul Deniz Müzesinde fotoğraflar var ve saltanat kayıklarının yanında bindiği kayığı görseniz bir kez daha büyük taşıta binmekle büyük adam olunmadığını hatırlayacaksınız... Atatürk 1937 yılında Fenerbahçe ve çevresindeki gezi ve denetlemeleri sırasında Fenerbahçe Burnu’nun Kalamış Koyu’na bakan kıyılarını beğenmiş ve buradaki köhne mendireğin derhal onarılması; Fenerbahçe kıyılarının gençliğin deniz sporlarıyla uğraşacağı bir merkez haline getirilmesi doğrultusunda ilgililere emirler vermişti. Fenerbahçe Burnu’nun Kalamış Koyu’na bakan kıyılarının bu amaçla değerlendirilmesi ancak onun ölümünden sonra kendiliğinden doğan bir gereksinmeyle mümkün olabilmişti. Bu kıyıda bugün İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü ve Galatasaray Spor Kulübü’nün deniz sporları tesisleri sıralanmaktadır. Yan yana sıralanan bu üç tesis bugün Atatürk’ün bu kıyılar hakkındaki arzusunu dile getirmiş olmanın huzur verici tablosunu oluşturuyor. Ezeli rakipleri aynı suda yüzdürüyor. Büyük Atatürk, Türk’ün ata yadigârı sporlarından biri olan okçuluğa karşı da büyük ilgi göstermiştir. Bir zamanlar Türk’ün şanına şan katan bu sporun yeniden gelişmesi yolunda ilk emir

ve direktifler Atatürk’ten gelmiştir. Daha 1930’larda “İstikbal Göklerdedir” diyen Atatürk, havacılığa gereken önem ve değeri vermesini bilmişti. Havacılığın bir spor dalı olarak benimsenmesi ve Türk gençleri arasında yerleşmesini yürekten arzulayan Atatürk, Türk Kuşu’nun kuruluşunda olduğu gibi, havacılık çalışmalarında da verdiği yönlendirmeler, emirler ve direktiflerle başrolü oynamıştır. Yaklaşık 14 yıl ilimizin temsilciliğini yaptığım “Herkes İçin Spor” düşüncesine 1923 ve 1937 senelerinde yapmış olduğu konuşmalarında değinen Atatürk, Türk spor hareketini yönetenlerin ve spor bilincini yükseltmeye çalışanların her yaştaki Türk için beden eğitimini sağlaması gerekliliğinden söz etmiştir. Bu sözleri, günümüzün “Herkes İçin Spor” anlayışının çok önceleri Atatürk tarafından ifade edilmiş olduğunu göstermektedir. Kurtuluşumuzun ilk adımını yani 19 Mayıs 1919 gününü de TBMM’nin 20 Haziran 1938 tarihinde 3466 sayılı kararı ile “GENÇLİK ve SPOR BAYRAMI” olarak kabul edilmesini sağlamış, sporun önemine bir kez daha dikkat çekmiştir. Atatürk’ün direktifleri ile hazırlanan ve bugün de Türk Spor Örgütü’nün temelini oluşturan 3530 sayılı “BEDEN TERBİYESİ KANUNU” 29 Haziran 1938 günü kabul edilmiştir. Ata’nın hastalığı yüzünden, TBMM’nin 1 Kasım 1938’deki açılışında Başbakan Celal BAYAR tarafından okunan nutkunda spor için söylediği son sözleri şöyledir: “Her çeşit spor faaliyetlerini, Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak lazımdır. Bu işte hükümetin şimdiye kadar olduğundan çok daha ciddi ve dikkatli davranması, Türk gençliğinin spor bakımından da milli heyecan içinde itina ile yetiştirilmesi önemli tutulmalıdır. Türk gençliği-

nin, kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için Yüksek Kurultay’ın kabul ettiği Beden Terbiyesi Kanunu’nun takibine geçildiğini görmekle memnunum…” Yalnız sportif açıdan değil, politik bakımdan da büyük yararlar sağlayacağı bilinse de yeterli parasal güce sahip olmadığımız için 1924 Paris Olimpiyat Oyunlarına katılmamız imkânsız gözüküyordu. Atamızın desteği ve direktifleriyle genç Türkiye Cumhuriyeti en büyük spor organizasyonunda ilk kez temsil edilmiş oldu. Türk sporcuları atletizm, bisiklet, eskrim, futbol, güreş ve halter dallarında dünyanın en seçkin sporcularıyla yarışmak ve dünya sporunu yakından görüp tanımak imkân ve fırsatını buldular. Konu Atatürk olunca hangi yönden anlatırsanız anlatın yaptıkları ve ufkumuzu açan fikirleri için sayfalar yetmez, kalem biter-söz bitmez. Sporla ilgili sözleriyle sonlandırmak istiyorum yazımı: “Dünyada yenilmez kimse, yenilmeyen takım, yenilmeyen ordu, yenilmeyen kumandan yoktur. Yenilgilerden sonra üzülmek de tabiidir. Ancak bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen, toparlanarak kendini yeneni yenmek için olanca gücü ile azimle daha çok çalışmalıdır.” “Bir insan hayatında büyük bir muvaffakiyet kazanabilir. Fakat yalnız onunla övünerek kalmak isterse, o muvaffakiyet de unutulmaya mahkûmdur. Onun için çalışmak ve daima muvaffakiyet aramak, herkes için esas olmalıdır.” “Müspet ilimlerin temeline dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan bahtiyar, kuvvetli bir nesil yetiştirmek siyasetimizin açık gayesidir.” “Spor, yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlak da bu işe yardım eder. Zekâ ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zekâ kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.” Sadece sporcular değil her meslek erbabı için geçerli olan, daha doğrusu insan olmanın gerekliliği olan bu özelliklere sahip gençler yetiştirme çabası içinde olacağız. Büyük Atam bayrağımız dalgalanacak, kurduğun Cumhuriyet ilelebet yaşayacaktır. 17 25


BAŞ PEHLİVAN YEŞİL YEŞİL Pehlivanlar memleketi olarak bilinen Serikte Yağlı güreşler yapıldı. Antalya ve Türkiyenin her bölgesinden gelen güreş seyircisi erken saatlerde güreş stadını doldurdu. Erken final denilen İsmail Balaban-Recep Kara ve Orhan Okulu karşılaşması çok çekişmeli geçti Balabanı yenen Recep Kara ve Şaban Yılmazı yenen Orhan Okulu bir üst tura çıkarak finallere kadar geldiler. Baş kürsüsüne 1- Mehmet Yeşil Yeşil 2- Orhan Okulu 3- Süleyman Aykırı 3-

18

Recep Kara Başaltı Kürsüsüne 1-Durmuş Altın 2Sinan Kaya 3- Davut Cansev 3- Faruk Koca Büyük Orta Kürsüsüne 1-Oğuz Kara 2- Recep Üstündağ 3- Semih Turgut 3Okan Yavaş Çıktılar. Serik Yağlı Pehlivan güreşlerine Antalya Büyükşehir Beld. Başk. Menderes Türel kalabalık bir ekiple geldi. Elmalı-Aksu-Manavgat Belediye Başkanları ve Kaymakamları katıldı. Serik Belediye Başkanı Ramazan Çalık

gelen misafirlerini kapıda karşılayarak yerlerine aldı. Protokol türbünü küçük olduğu için zaman zaman yer problemi çekildi. Serik Güreş ağalığını 175.000 TL bedelle Turizm Ulaştırmacılığı yapan Sefer Özen aldı. Baş Pehlivanların güreşleri uzun sürünce Baş-Başaltı-Büyük orta güreş finalleri geceye sarktı. Güreşlere gelen seyirci ve protokol yetkilileri en küçük boydan Baş Pehlivanlık finallerine kadar zevkli bir güreş seyrettik dediler. Bülent Erdoğan


19


TARİHE MALOLMUŞ ÇARDAK GÜREŞLERİ Ahmet ACAR Çardaklıyızbiz Derneği Kurucu Başkanı

MEŞHUR 1894 GÜREŞİ

Düğün Güreşleri Türk Yağlı Güreşleri tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. İşte en önemli Düğün Güreşlerinden biri de 1894 de Çardak’ta yapılan Mustafa Daniş Efendi’nin oğlunu evlendirmesi sırasında yapılandır ve Türk Yağlı Güreşler tarihinde de yerini almıştır.

1

310,yani 1894 baharı. Gelibolu Mevlevi Şeyhi Mustafa Daniş Efendi varlıklı bir adam. Oğlunu evlendiriyor. Bu münasebetle elli kadar fakir çocuğu da sünnet ettirecek. İster ki yapacağı düğün dillere destan olsun. Ona göre tüm hazırlıklar yapılıyor, bu düğünde güreşler ve at yarışları da yapılacak. Mustafa Daniş Efendi’nin Çardak’ta da bir konağı var ve böyle büyük bir düğün ancak Çardak’ta yapılabilir. O kadar kalabalık bir davetli topluluğu Çardak’ta barınabilir. Her şey yolunda gibi görünse de Bu önemli güreşin öncesinde ilginç bir hikaye var. Mustafa Daniş Efendi önce oğluna Gelibolu eşrafından bir kız istiyor. Söz kesiliyor ve düğün tarihi

tespit ediliyor ve tüm hazırlıklar yapılıyor. Fakat tam düğüne 1 ay kala Mustafa Daniş Efendi’nin ailesi bir sebepten dolayı nişanı bozuyorlar. Ne olacak şimdi ? Her şey hazır davetliler çağırılmış ne yapacaklar ? Sarayla da ilişkileri çok iyi olan Mustafa Daniş Efendi ve ailesi apar topar İstanbul’a gidiyorlar ve Sultan ile görüşüp hemen paşalardan birinin kızı ile yeniden nişan yapıyorlar ve düğün aksamadan devam ediyor. Kime niyet kime kısmet işte böyle bir şey olmalı. Düğün faaliyetleri içinde yapılacak güreş için davet edilen pehlivan yüze yakındı. Sekiz on davulla bir o kadar zurna, etraf vilayetlerden de akın akın gelen

görülmemiş bir seyirci kütlesi. Çardak Anadolu kıyısında amma davulların tempolu güm gümleriyle zurnaların tiz çığlıkları Gelibolu’dan da işitilip duruyor. Çardak güreşi “Türk pehlivanlığı tarihi “ nin en sayılı bİr hadisesidir. Bu mazhariyet yalnız gelen pehlivanların çokluğu ile dolan seyircilerin bolluğundan değil; başta “Koca Yusuf, Adalı Halil, Katrancı ve Kurtdereli, Kara Ahmet, Pamukçu Osman, Şumnulu Kuru Rüstem, Kazandereli Memiş, Küçük Yusuf ve daha nice güreşçiler güreşecekler. Güreşlerin baş hakemi de özel olarak davet edilen Kel Aliço pehlivan. Baş cazgır ise kendisi de aslen Çardaklı olan Çubukçuoğlu Mehmet Pehlivan. Başhakem Aliço bu güreşde aslında her biri birer başpehlivan olan Kara Ahmet, Şumnulu Kuru Rüstem, Kazandereli Memiş, Pamukçu Osman, Şumnulu Mehmet (Küçük Yusuf olarak da anılır.), Çandırlı Arap Mehmet gibi önemli pehlivanları Başaltına, Baş güreşlerine ise Koca Yusuf, Adalı Halil, Kurtdereli Mehmet ve Katrancı Halil pehlivanları ayırmıştır.

Başaltında : Şumnulu Kuru Rüstem – Pamukçu Osman Kara Ahmet – Kazandereli Memiş

20

Gelibolu Mutasarrıfı ve Mevlevihane Şeyhi Mustafa Daniş Efendi

Gelibolu Mevlevihanesi son şeyh’i Burhanettin Efendi

Şumnulu Mehmet (Küçük Yusuf) – Çandırlı Arap Mehmet pehlivanlar eşleşmiştir.


Kuru Rüstem Pamukçu Osman’ı kısa sürede yenmiştir. Kara Ahmet’de Kazandereli Memiş’i kıspet sıyırma ile yenmek isteyince, Memiş pehlivan Rüstem pehlivan’ın da uyarısıyla Kara Ahmet’e pes etmiştir. Daha sonra, Kuru Rüstem ile Kara Ahmet tutuşmuşlardır.

Bu Rüstem yamanlar yamanı bir pehlivan. Ahmet çevik, Rüstem kıvrak: Ahmed atak, Rüstem tetik, ikisi de denk, ,ikisi de teknik; fakat Rüstem, şaşırtıcı bir dalışla, kara Ahmet meşalelerin yanına kadar sürerek kim bilir nasıl bir oyun eyledi ki, rakibinin başını küllerin içine kavak diker gibi diktikten sonra küt diye sırtüstü yere seriverdi. Orada öyle yenilen bu Kara Ahmet

Çubukçuoğlu meşhur Güreş Salavatı’nı okur : Allah Allah İllalah Salavat Alalım,salavat verelim, Allahümmesalliala seyyidina Muhammed Hoş geldin pehlivan Safa geldin pehlivan Er meydanına şerefler mi getirdin? Dün gece rüyanda karalar mı giydin? Rüzgar gibi yerlerden geçtin Hasmın karınca ise kendine merdane mi çektin? Bu dünyanın ötesi haraptır harap Üstümüzde dönen kanlı turab. Kaftan kafa hükmederdi parmaksız Arap O da gitti ona da kalmadı meydan Size de kalmaz pehlivanlar Hani Ali hani Veli? Hani Zaloğlu Rüstem Pehlivan Hani pirimiz Hazreti Hamza? Bu kahramanlara bile kalmadı bu meydan. Size de kalmaz pehlivan Ergürü de er yatar, Rum da Sarı Saltuk Dost bilir tuman çeker İki yiğit çıkmış meydane İkisi de mert oğlu merdane Aya bakma güne bak, Gönül uyandı Sultan Süleyman’a bak. Hasmın karınca olsa dahi Kendisine mert oğlu merdane bak Allah Allah illallah Diyelim bu gençlere cümleten maşallah

hüngür hüngür ağlıyordu. Rüstem Kara Ahmed’i yendikten sonra Büyük Yusuf’un (Koca Yusuf) çırağı Şumnulu Mehmet “Baş”a savaşacak dört pehlivanı ilk safhada ikişer çift olarak ayırmak için Aliço ve hakem heyeti Koca Yusuf’un Kurtdereli ile Adalı Halil pehlivan’ın da Katrancı ile güreş tutmalarına karar verir.

Bundan sonra da pehlivanlar kozlarını paylaşmak üzere kapışırlar. Koca Yusuf ile Kurtdereli’nin güreşinde bir ara Koca Yusuf çift daldı ve Kurtdereli’nin kıspet paçalarını yakalayıp parmaklarını şirazeden içeri geçirdi. Kurtdereli de hemen boyunduruğu vurdu bu büyük çekişmede Kurtdereli nin kıspeti dize kadar yırtıldı. Bu durumda Kurtdereli yenik sayılmadığından kıspet değiştirdi. Güreş tekrar başladı. Fakat Koca Yusuf bir pundunu bularak Kurtdereli’yi belinden kavradığı gibi hakem heyetine doğru 5-6 adım yürüyerek yere bıraktı ve galibiyet temannasını çaktı. Hal bu ki ötede Adalı Halil o çok güçlü kuvvetli Katrancı ile habire uğraşıp durmaktadır. O devirde puanlama yok. Pehlivanlar yenişinceye kadar güreş devam ediyor. Nihayet üç dört saatlik bir boğuşmadan sonra Adalı Katrancı’yı yendi. Bu durumda son güreşi Koca Yusuf ile Adalı Halil yapacaklar. Fakat vakit oldukça da geç olmuş. Bunun üzerine Düğün sahibi Daniş Efendi Adalı ile Yusuf arasında yapılacak son güreşi yarına bıraktığını ilan eder. Herkes de bunu doğru buldu. Fakat Yusuf itiraz ederek “ille şimdi görüşeceğiz” diyor buna itirazı da pehlivancılık nizamınca haklı. Öteden Adalıya sordular: “Yusuf saatlerden beri dinlendi, ben ise saatlerden beri boğuşarak yoruldum, yarın güreşelim” der. O da böyle de-

mekte maruz Ahmet Kurtaran’nın babası Yusuf’u bir tarafa çekerek iknaa çalışır : “Pehlivan, güçlüsün, kuvvetlisin, tutuğunu koparıyorsun. Seni dünyada kimse yenemez, gel razı olda güreş yarına kalsın.” Yusuf cevap verir : “Ben Adalı ile dört yıl önce Kırkpınar’da beş saat güreştim, yenemedim. Şimdiki Adalı o zamankinden çok fazla. Baksana adam boğaya dönmüş.” Güreşin sonu: İki önemli yazara göre farklı: İsmail Habib Sevük’e göre : Yusuf güreşin hemen yapılmasına ısrarda haklı, Adalı ertesi güne bırakılmasını istemekte mazur nihayet düğün sahibi Daniş Efendi o hakla bu mazerete aynı derecede pay vermiş olacak ki, başpehlivanlık ödülünü yarı yarıya ikisi arasında taksim eder. Yani ikisinden birine nasip olacakken, müşirlik üniforması ikiye kesilerek biri Yusuf’un bir omzuna, öteki Adalının diğer omzuna giydirildi. Atıf Kahraman’a göre : Adalı geç olduğundan dolayı güreşin ertesi gün ayrılmasını ister buna mukabil Koca Yusuf güreşin hemen yapılmasını ister. Güreş seyircilerinin gece kalacak yer sorunu ve Mustafa Daniş Efendinin de güreşlerin aynı gün sonuçlanmasını istemesi üzerine Aliço Adalı’ ya güreşmesini söyler. Adalı buna şiddetle itiraz eder. Bunu üzerine Şeyh çok hiddetlenir ve Adalıyı oradan uzaklaştırırlar. Şeyh Efendi ödül olan Beşi bir yerdeyi Koca Yusuf’a verdi. Koca Yusuf’da daha yeni yetişen Kurtdereli’yi teşvik etmek gayesi ile aldığı ödülün beşibirliğini Kurtdereli’ye verdi. 21


KURTDERELİ ÇARDAK GÜREŞLERİNİ ANLATIYOR Kurt Dereli’nin kendi ağzından Koca Yusuf güreşi Gelibolu Mevlevi Şeyhinin Çardak’da ki düğünü görülecek şeydi Türkiye’nin o zaman ki en büyük pehlivanları oraya gelmişti. Ben Çardak güreşine Katrancı ile tutuşayım diye gittim. Fakat karşıma kader Koca Yusuf u çıkardı. Katrancı Adalı Halil ile güreşecekti. Koca Yusuf gibi kuvvetli insan ne geldi ne gelir. Kaburgaları mandadan daha kuvvetli idi. Adamdaki pençeye bakmalı ki benim o kaviler kavisi kıspeti parçalayıverdi. Böyle bir heybetle başa çıkmaya imkân yoktu.

22

Fakat Koca Yusuf yalnız çok kuvvetli değil çok yiğitti de. Çardak’ta ki ödülün iki beşi birliğini bana verdi. Pehlivanca bir çok ağabey nasihatleri ile beni himayesine aldı. Nitekim yakın civardaki ikinci büyük güreşe gelmeyerek meydanı bana bıraktı. Bende o sayede başa konan Tülü deveyi kazandım. Evet Koca Yusuf yiğit adamdı. İşte tarihe mal olmuş bu önemli güreş ve anıları böyle anlatılmış oldu. Hepsi tarih oldular. Ama bizlere de ibret alınacak ders olacak hikâyeler bıraktılar. Nurlar içinde yatsınlar.

Çardak’ta güreşen Kara Ahmet

TEŞEKKÜR VE YARARLANILAN KAYNAKLAR : Tarihi Çardak güreşleri hakkında bilinen ve elimizde kaynağı olan ilk güreş bir düğün güreşidir.1894 Yılı 23 Ağustos ile tarihlendirilen bu güreşler, Türk yağlı güreş tarihinde çok önemli bir yeri olan ve Murat Sertoğlu, Eşref Şefik, Atıf Kahraman, İsmail Habib Sevük gibi önemli güreş yazarları tarafından da kitaplarında anlatılmıştır. Benim de bu yazıyı hazırlarken faydalandığım bu eserleri yazan değerli Üstatlarıma teşekkürü borç bilir hepsine Yüce Rabbimden rahmet dilerim. Ayrıca bu güreşi düzenleyen büyük dedelerinin resimlerini de bana veren Çardak eski Belediye Başkanı sayın Daniş Tanrıöver’e de teşekkür ederim.


Prof. Dr. İbrahim ÖZTEK Türkiye Olimpian Derneği Başkanı Dünya Uyuşturucu ile Mücadele Eden Sporcular Federasyonu Onursal Başkanı Dünya Aba Güreşi ve Geleneksel Sporlar Federasyonu Kurucu Eşbaşkanı Olimpiyat oyunları, dünyadaki en büyük spor yarışmaları, tanıtım ve propaganda organizasyonudur. Geçmişte savaş için kullanılan spor, yani beden eğitimi kültürü; bugün insanları bir araya getiren, sevgi ve dostluğu pekiştiren, kültürel yakınlaşmayı sağlayan, evrensel barış araçlarından biri olmuştur. Çağımızda dünya devletleri, spor alanlarında güçlerini, zenginliklerini ve kültürlerini de sergileyerek, kendilerini kanıtlama ve kabul ettirme mücadelesi vermektedirler. Ekonomik kalkınmışlık ve devletin zenginliği spora da yansımaktadır. Böylece savaşlar, savaş alanlarından kültür, sanat, bilim, ekonomi ve spor alanlarına kaymıştır. Bu nedenle Olimpiyat, en büyük propaganda aracıdır. Bir olimpiyat madalyası kazanabilmek son derece güçtür. Onun için gerçek bir savaş verilir. Olimpiyatlarda dünyanın en yetenekli sporcu gençleri ülkelerinin bayrağını göndere çektirebilmek için kıyasıya bir mücadeleye girerler. Başarı, verilen imkan, çalışma ve inançla sağlanır. Dünya sporunda layık olduğumuz yerde değiliz Bugün Türkiye’nin nüfusu 77 milyondur. Buna rağmen Olimpiyat barajını aşarak, Olimpiyat oyunlarına katılmaya hak kazanan sporcu sayısı 60’ı geçememektedir. Olimpiyatlarda 30 ana spor dalında (150’ye yakın dal) yarışma yapılırken, Katılabildiğimiz spor dalı 10 kadardır. Madalya kazandığımız spor dalları Güreş, Halter, Boks, Judo ve Tekvando gibi ferdi mücadele sporlarıdır. Her Olimpiyatta alınabilen madalya sayısı ise 5-10 cıvarındadır. 2000 Sidney Olimpiyatlarında Judo Hüseyin ÖZKAN, Güreş Hamza

BİR OLİMPİYAT MADALYASI KAZANABİLMEK

YERLIKAYA ve Halterde Halil MUTLU birer altın, tekvandoda Hamide BIKÇINTOSUN ve güreşte Adem BEREKET birer bronz olmak üzere toplam 5 madalya kazanılmıştır. Bu oyunlarda Bulgaristan 5, Yunanistan, İsveç ve Norveç 4’er altın madalya kazanarak, Türkiye’yi geçmişlerdir. 2004 Atina Olimpiyatlarında ise Halterde Halil Mutlu, Nurcan Taylan ve Taner Sağır birer altın, Boksta Atagün Yalçınkaya, Tekvandoda Bahri Tanrıkulu ve Güreşte Şeref Eroğlu birer gümüş, ikisi Güreşte Mehmet Özal, Aydın Polatçı, halterde Sedat Artuç ve Çekiç atmada Eşref Apak birer bronz madalya kazanmış ve toplam 10 madalya elde edilmiştir. 2008 Pekin Olimpiyatlarında Serbest güreşte Ramazan Şahin Altın, Halterde Sibel Özkan, Atletizmde Elvan Abeylegesse 5000 ve 10000 m. de, tekvandoda Azize Tanrıkulu, toplam 4 gümüş, güreşte Nazmi Avluca Greko Romen dalında, tekvandoda Servet Tazegül ve boksta Yakup Kılıç 3 bronz madalya elde etmişlerdir. Böylece 8 madalya kazanılmıştır. 2012 Londra Olimpiyat oyunlarında Tekvando dalında Servet Tazegül altın, yine tekvandoda Nur Tatar gümüş, Rıza Kayaalp ise Greko Romen güreşte bir bronz, toplam 3 madalya almışlardır. Atlet kızlarımız ise dopingli çıkarak, madalyalarına veda etmişlerdir. Bu rakamlara bakılınca, çağlar boyunca devletinin temelini beden eğitimi kültürünün üzerine kurmuş bir milletin torunları olarak, hiç de öğünülecek bir durumda olmadığımız görülmektedir. Nüfusunun yarıya yakını gençlerden oluşmuş Türkiye, Olimpiyat oyunlarında 25 veya 30’uncu sıralarda yer alırken, 10

milyon nufuslu Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan, 3-5 mılyon nüfuslu iskandinav ülkeleri Türkiye’nin çoç çok önünde yer almaktadır. Ümit etmediğimiz pek çok küçük ülke oyunlara yüzlerce sporcu ile katılmaktadır. 19 yaşındaki bir tek Amarikalı yüzücü 6’sı altın 8 adet madalyayı aynı oyunlarda kazanıyor ve tek başına koca Türkiye’yi geçebiliyorsa, övünmeye hakkımız yok demektir. Sporun temeli olan atletizm, yüzme ve cimnastikteki halimiz ortadadır. Dört tarafı denizlerle çevrili ve bunca gölü olan ülkemizin kürekçileri, yüzücüleri, yelkencileri ve tramplen atlayıcıları nerededir? Ata sporlarımız olan atıcılık, binicilik, kılıç, cirit, çekiç ve okçulukta yarışacak sporcumuz mevcut değildir. Bunca plajımıza karşın plaj voleybolcuları, salon voleybolcuları, tenisçiler, bisikletçiler, 12 dev adam, filenin sultanları ve muhteşem transferlerin yapıldığı futbol takımlarımız Olimpiyat oyunlarında yerlerini alamamaktadırlar. Her çocuğun spor yapma imkan ve mecburiyetinin bulunduğu, nüfusun % 20’ sinin lisanslı sporcu olduğu, devlet bütçesi veya diğer kaynaklardan gençliğe, spor veya spor yatırımlarına % 8-12 pay ayrılan gelişmiş ya da sporun değerinin bilindiği ülkelere bakıldığında, ülkemizde sporcu, spor eğitimcisi ve spor tesisi olmadığı görülmektedir. Her geçen gün Türk sporu biraz daha kötüye gitmektedir. Spor yok edilirken, elimizde kalmış dünya çapındaki birkaç sporcumuz da kaprislerle, ilgisizlik ve kıymetbilmezlikle yok edilmektedir. Son yıllarda çok değerli sporcularımız da doping denilen illetin kurbanları olmuştur. 23


ÖZCAN BAŞGÜL atasporumuzgures@gmail.com

KEL ALİÇO’NUN MAKARNACI HÜSEYİN İLE GÜREŞİ

Kel Aliço, meşhur ve namdar bir pehlivandı. Emsali nadir yetişir. Sultan Aziz, Kel Aliço’yu hiç sevmezdi. Bunun sebepleri vardı. Makarnacının Kel Aliço’yu mağlup etmesini arzu ederdi. Sultan Aziz, bir gün Seryaver Halil Paşa’yı çağırdı: - Halil, Makarnacıyı, Aliço ile güreştirmek istiyorum ne dersin? Halil Paşa: - İrade Efendimiz Hazretlerinindir. diye cevap verince: - Ben, sana bu güreşin neticesini ne olur diye soruyorum, Halil buna cevap ver. der. Sultan Aziz, Kel Aliço’dan çekiniyordu. Pomaklara yenilmemiş olan Makarnacının Kel Aliço’ya mağlup düşeceğinden korkuyordu. Bu sebeple Halil Paşa’dan fikir almak istiyordu. Hoş, Sultan Aziz, her iki pehlivanın ne ayarda oluğunu biliyordu. Fakat Sultan Aziz, Makarnacıyı mağlup ettiği halde Kel Aliço’ya mağlup olmuştu. Asıl

midesini bozan taraf bu idi… Fakat pehlivanlıktı bu. Belli olmazdı. İnsanın mağlup ettiği mağlup olduğuna galip gelebilirdi. Koca Yusuf’un yurtdışı müsabakalrından bir magazin haberine dair Halil Paşa, Efendisinin heyecanını bildiği için müspet ve menfi cevap vermedi. Yalnız: - Neticenin ne olacağını kestirmek güçtür Efendimiz. - Kel’i , yenemez mi dersin? “Bilinmez Sultan’ım!..” - Ben güreştireceğim… Makarnacının O’nu yeneceğini düşünüyorum. - İrade Efendimizindir. Bunun üzerine Makarnacı ile Kel Aliço’nun güreşeceği belli oldu. Pomaklar tetikteydiler. Aliço, çok çetin bir adamdı ve iyi bir pehlivandı. Pomaklar titriyordu. Fakat umutları da yok değildi. Kavasoğlu Aliço’ya şunları söylemişti: - Aliço, şu Pomakların namusunun kurtar. Huzur güreşi kuruldu. Makarnacı ile Kel Aliço yer öpüp güreşe başladılar. Güreş

kıran kırana idi. İki pehlivan birbirini yiyordu. Kel Aliço, ne kadar gaddarlığı varsa ortaya koymuştu. Padişah huzurunu falan unutmuştu. Makarnacı edep ve nezahatini bozmuyordu. İcap ettikçe mukabelede bulunuyordu. Aliço, Makarnacıya bir boyunduruk vurdu. Çeke çeke meydan yerini dolaştırmaya başladı. Makarnacı, bir türlü boyunduruğu kurtaramıyordu. Zorlu Aliço, hasmını boğup öldürecekti. Kurbanlık koyun gibi çekiştirip sürüyordu ve dizleyerek alta almaya çalışıyordu. Makarnacı, nihayet boyunduruğu söktü. Bütün bu gaddarlıkları Sultan Aziz lakayit bir gözle seyretti. Halil Paşa’ya: - Halil, şimdi sıra Makarnacıda. ve yapmalı. demeye kalmadı. Makarnacı, Kel Aliço’yu boyunduruğa vurdu. Yüz kırk okkalık gövdesiyle üzerine yüklendi. Ezip sürümeye başladı. Koca gövdeli Aliço, kapana kısılmış tilkiye dönmüştü. Nihayet O’da boyunduruğu kurtardı. Güreş o derece çetin, o derece gaddarca oluyordu ki, seyretmesi bile güçtü. İki dev cüsse hemen hemen huzurda birbirlerinin canını almaya savaşıyorlar hissini veriyorlardı. Ve böyleydi de. Aliço’nun elinden gelse Makarnacı’nın boğarak canını alırdı. Makarnacı meşhur dedikleri Aliço’yu, mağlup etmek için canını dişine takmıştı. Ne yapıp yapıp yenecekti. Fakat; azılı ve çok sert olan Aliço’yu yenmek hiç de kolay değildi. O’nu hayatında kim yenebilmişti?.. Sultan Aziz’in gözleri hep Makarnacı’nın üzerindeydi. İkide birde Halil Paşa’ya: - Halil! Güreşi nasıl görüyorsun ? Halil Paşa!.. - Makarnacı iyi çalışıyor Sultan’ım ! - Evet… Tam mukabelesini veriyor. Boyunduruklar yaman değil mi? “Evet Sultan’ım!...” - Ah!.. Makarnacı, şu herifi bir yense!..


İki pehlivan alt alta üst üste tam üç buçuk saat birbirlerini yediler. Güreşin dördüncü saatlerine doğru elenseler ve tırpanlar başladı. Aliço, tam Pomakvari budayarak elense ve tırpan vuruyordu. Makarnacı da mukabelede kusur etmiyordu. Güreş, şimdi de elense ve tırpanlara dökülmüştü. Her elense, tırpan vurdukça hamam tokmağı gibi ses çıkıyordu. Makarnacı çok sağlam ve dayanıklı bir adamdı. Aliço’nun elenselerine, tırpanlarına metelik vermezdi. O’nun da tırpan ve elenseleri yenir yutulur şeylerden değildi. O da hasmını hırpalıyordu. Çok geçmeden iki pehlivanın enseleri baldırları çürük içinde kaldı. Bir aralık Makarnacı, Kel Aliço’ya sıkı bir el ile sıkı iç tırpanı vurdu. Kel Aliço, tırpan ve elenseyi yer yemez sırtüstü düştü. Açıldı. Aliço, açık düşüp mağlup olmuştu. Bunu gören Makarnacı derhal galibiyet temennasını bastı. Yer öpüp durdu. Kel Aliço, olduğu yerden kalkarak Makarnacı’nın üzerine hücum etti. Yenilmemiş gibi hareket etti. Bunun üzerine Sultan Aziz bağırdı: - Durun!.. Kel Aliço durmuyordu. Halil Paşa meydana yürüdü. Pehlivanları ayırdı. Kel Aliço daha hasmını tutmaya çalışıyordu. Sultan Aziz, Kavasoğlunu çağırdı. Kara İbo da oradaydı. Sordu: “- İbrahim nasıl oldu? Sultan Aziz güreşi iyi bilirdi. Aliço, açık düşüp yenilmişti. Saklayamazdı. O vakit tam Pomaklık taraftarlığını üzerine koymuş olacaktı. Hemen kendini topladı ve: - Oldu Efendimiz! - Oldu ya!.. Söyle Aliço’ya!.. Kavasoğlu meydana yürüdü. Aliço’ya: - Pehlivan, oldu!”deyince, Aliço: - Ne oldu be? diye sordu. Sultan Aziz, meydanı terk edip gitmişti. Aliço’yu zorla meydandan aldılar. Fakat bundan sonra Kel Aliço, saraydan sürgün oldu. Sultan Aziz, Aliço’yu, saraydan çıkarmıştı. İşte Makarnacı Hüseyin, böyle yiğit bir pehlivandı. Hiç kimsenin yenemediği Aliço’yu bir iç tırpanıyla mağlup etmişti… M.Sami KARAYEL Arnavutköy 02.01.1943


BUNCA İHANETE RAĞMEN

1

“KIRKPINAR” MİLLİ BİR “MARKA”DIR

2

Gönlümüzdeki yeri ister gelenek olsun, ister ata sporu… Kırkpınar, Türk’ün gücü, yiğitliği, edebi ve maneviyatının yazılıp destanlaştığı yerdir… “Tarihi Kırkpınar Güreşleri” geçmişin gücünü ve izini günümüze taşımaktır… “Kırkpınar Yağlı Güreşleri” belli kurallara uygun olarak yürütülen müsabaka ve etkinlikleriyle; ritüelleri, pehlivanı, cazgırı, ağası, davulcusu ve peşreviyle, nostaljik bir görünüm arz eden unsurlarıyla önemli bir kültür mirasıdır. Milli ve dini motiflerle bezenip insanları coşturan, fiziğe olduğu kadar ruha da hitap eden, ağalık kurumuyla modern

“Tarihi Kırkpınar” bu milletin TARİHİNİN, İNANCININ ve GELECEĞİNİN simgesidir. “TARİHİ KIRKPINAR YAĞLI PEHLİVAN GÜREŞLERİ” GEÇMİŞİN GÜCÜNÜ ve İZİNİ GÜNÜMÜZE TAŞIMAKTIR. --- Son zamanlarda Kırkpınarla, ilgili ilginç fikirler üretmek moda oldu… Rahatsızlıkları Kırkpınarın tarihi misyonundan mı ?... Yoksa yönetenlerden mi ?... Bilinmez; ama akla ve mantığa aykırı uçuk uçuk 26

anlamda sponsorluğun temelini oluşturan ve asırlardır düzenlenen “Tarihi Kırkpınar Güreşleri” sıradan değil, kökeni tarihe mal olmuş ve efsaneleşmiş bir organizasyondur. Osmanlı döneminde - 1923 yılına kadar “Kırkpınar Yağlı Güreşleri” Yunanistan sınırları içinde kalan Samona’da yapılmıştır. 653 yıllık Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreş geleneği 91 yıldır Sarayiçi’nde yapılmaktadır. “Kırkpınar Güreşleri” Osmanlı döneminde Yunanistan sınırları içinde kalan Samona’da ve Cumhuriyet döneminde ise Edirne Sarayiçi’nde geleneksel hale gelmiştir.

fikirler, havada uçuşmakta. Farklı fikirleri ileri sürenlerin bir kısmı; bazı yerel yağlı pehlivan güreşlerinin Kırkpınar’dan daha eski ve önemli olduğu yönündeki tezleri ile meydanlarda, tv kameraları karşısında ve gazete manşetlerinde boy gösterip bilgiçlik taslamayı mertlik sanmakta. Trakya topraklarının tarih boyunca savaş alanı olması, çok çetin ve acılı savaşların bu bölgede gerçekleşmesi nedeniyle serhat şehri Edirne Sarayiçi’nde yapılan “Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri”ne başlangıcından bugüne kadar, yaklaşık 70 yıla yakın bir süre ara verilmek zorunda kalınmış ve bu dönemlerde güreşler düzenlenememiştir. Savaş yıllarında kesintiye uğrayan güreşler kesintisiz

yapılabilmiş olsaydı bugün pehlivanlar, “Tarihi Kırkpınar Güreşleri”nin 653. sünde değil, 723.sünde kol bağlayacaklardı. Her ülkenin kendi sınırları içinde yaptığı spor organizasyonları nasıl ki olimpiyatlardan daha değerli ve önemli olamıyorsa, üç-beş yıl daha fazla yapıldı diye yerel ve mahalli hiçbir yağlı güreş organizasyonu “Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri”nin ne değerini azaltabilir ne de misyonunu sona erdirebilir. Öyle olsaydı en eski yağlı güreş organizasyonlarından olan, panayırla güreşin bir arada yapıldığı ve başlangıcı tam 953 yıl öncesine dayanan Tokat / Zile güreşleri ata sporu nezdinde zirve yapardı. Dünya döndükçe Edirne Sarayiçi


3

Ermeydanı, yağlı güreşin olimpiyatı olmaya devam edecektir. Bu toprakların değeri ile bu organizasyonun misyonunu anlayamayanlara ya da anlamamakta direnenlere söylenecek bir söz maalesef yok. Bir başka grup da, Kırkpınar’ın yerini değiştirme mücadelesi ve telaşı içinde. Edirne, hiçbir şehre nasip olamayacak ve UNESCO tarafından da tescillenmiş, somut ve somut olmayan dünya miraslarına ev sahipliği yapmaktadır. Bunun yanında Sarayiçi Kırkpınar Ermeydanı, “TÜRKİYE BAŞPEHLİVANLIĞI” ünvanının verildiği yer olup ata sporu yağlı güreşin olimpiyatı ve kalbidir. Balkan Savaşları esnasında Tunca Nehri’nin iki kolu arasında kalan bu alanda, askerlerimizin muhasara altında maruz kaldıkları açlık, susuzluk, hastalık ve sefaletin sonunda çok korkunç olayların meydana gelmiş olması ve binlerce askerimizin şehit olması, yapılan itirazların temelini oluşturmaktadır. Edirne halkı savaş yıllarında büyük acılar

yaşamıştır. Osmanlı ordusuna mensup Yüzbaşı Naci’nin “Balkan Harbinde Edirne Muhasarasına Ait Harp Günlükleri”nde; bu savaş, tüm vahşeti, acıları ve ızdıraplarıyla çok hüzün verici bir şekilde anlatılmıştır. Ne hikmetse fikir üretenlerin önemli bir kısmı Edirne’de görev yapan bürokratlardır. Serhat şehrinde 3-5 yıl görev yapan her bürokrat Kırkpınar ve Edirne tarihinin akışını değiştirecekse, 653 yıllık geleneğimizin ve ata sporumuzun omurgasıyla oynayacaksa vay halimize… Savundukları fikirlerine, haklı gerekçeleri elbette vardır. “Kırkpınar Güreşleri” süresince Ermeydanı etrafında, binlerce şehit verdiğimiz bu alanda kurulan panayırda yapılan eğlenceler ve hoş olmayan görüntüler olsa da tarihin akışını ve yerini değiştirmek için yeterli ve makul bir sebep olamaz.

Sarayiçi Kırkpınar Ermeydanı güreş alanı değişikliği yerine, Edirne’nin yerel siyasetçileri 300-500 oyun ark a s ı n a sığınarak yaptıkları küçük siyasi seçim hesaplarını bir kenara bırakmalı, şehit kanıyla sulanmış bu alanda gerekli düzenlemeleri bir an önce yaparak tarihe gereken saygıyı göstermelidirler. Sarayiçi’nde, Osmanlı mimarisi ve Edirne’nin tarihine sadık kalınarak Ermeydanı’nın etrafı gelecek nesillere geçmişten ders alınacak, yeniden ayağa kalkışın, dirilişin bir simgesi olacak şekilde ve tarihi duyarlılık gözetilerek düzenlenmeli ki 650 yıllık bir geleneği çocuklarımıza miras bırakabilelim.

Kırkpınar alanının değişikliğinden ziyade Sarayiçi Ermeydanı, tarihi dokuya uygun desenlerle yenilenmeli ve etrafında savaşın acılarını, hüzünlerini ve Balkan Savaşları’nda kahramanlaşan şahsiyetleri yansıtacak düzenlemeler yapılarak yılın 365 günü ziyaret edilebilir bir alan haline getirilmeli. Ve yaşanılan bu acılar milletimizin hafızasında sürekli tazelenmelidir. Çünkü unutmak bizim en önemli karakterimizdir. Kültür miraslarını, tarihi eserleri koruma ve yeni nesillere aktarma çabaları, milli bir proje yapılarak ele alınmalı ve bu çalışmalar Türkiye Cumhuriyeti Devleti şemsiyesi altında organize edilmelidir. Bu koordinasyon Güreş Federasyonu, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Başbakanlığa bağlı ilgili kurumların işbirliği ile devletin en üst birimi olan Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından sağlamalıdır.

4

27


5

“Zaman büyük düşünme zamanıdır”. Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı alanı değiştirmek gibi bir hata yapılırsa ne 653 yıllık tarihimiz ne başlangıcından günümüze savaş hazırlıkları yaparken şehit olmuş bu milletin kahraman evlatları ne de Ermeydanı Kırkpınarda güreş tutmuş koç yiğitler bizi affetmezler. Yaşanılan tüm bu acı ve kederlere rağmen BU MİL-

Bir başka grup ise yılda sadece üç gün kullanılan tribünlerin yıl boyunca boş kalmasından rahatsızlık duymakta. Dünyada millet olmuş, devlet olmuş, imparatorluklar kurmuş her millet; kültürünü, gelenek ve görenekleri ile tarihi ve inanç sistemlerini gelecek nesillerine aktararak yerleşik ve kalıcı olmak ister. Ata sporu yağlı güreş, Türklere özgü geleneksel bir spor dalı olmasının yanında bu milletin de kültürüdür. Kırkpınar Yağlı Güreş etkinliği UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Listesi”ne alınmış ve aynı zamanda da yağlı güreşin “OLİM-

28

7

LET DÜŞTÜĞÜ YERDEN KALKMAYI BİLDİĞİ GİBİ YARIM KALAN DESTANINI KALDIĞI YERDEN YAZMAYA DEVAM ETMELİDİR. Sarayiçi, bu aziz millet için Balkan Savaşları’nda şehitlerin verildiği kutsal bir yerdir. Çağ açan ve çağ kapatan padişahların oturduğu bir yer olup adı da “SARAYİÇİ”dir. Sarayiçi ve Kırkpınar artık birbiriyle özdeşleşmiştir. Sarayiçi Kırk-

PİYATI” konumundadır. Dünyada güçlü olan her ülke kendi kültürünü geleceğe aktarmak ve hakim kılabilmek için, mantıkla hesabı yapılamayacak dev bütçeler oluşturur ve geleceğe yatırım olarak her türlü harcamayı gerçekleştirir. Dünyada önemli spor organizasyonlarına kimin, niye, neden ve ne kadar para harcadığına kısaca bir göz atalım. FİFA Dünya Kupası için bazı ülkelerin yaptığı harcama miktarı: 2010 Güney Afrika = 2.7 milyar $, 2014 Brezilya = 14 milyar $,

2014 Yılında Soçi’de yapılan kış olimpiyatlarının maliyeti 51 milyar $ olmasına karşın, kış olimpiyatlarından elde edilen bilet geliri ise sadece 130 milyon $’dır. G.Afrika ( 2.7 ), Kanada ( 5 ), Brezilya ( 14 ), Japonya ( 14.6 ), Çin ( 51 ) ve Katar ( 200 milyar $ ) v.b. gibi zenginleşen ülkeler bizim gibi yılda 3 gün kullanabilecekleri değil, belki de tarihlerinde sadece bir ay kullanacakları ve gelir - gider dengesi bakımından hiçbir zaman ekonomik bir gelir elde edemeyecekleri bu spor tesislerine milyar dolarlık ( katrilyonluk )

pınarsız, Kırkpınar Sarayiçisiz düşünülemez. Tarihi Kırkpınar demek Sarayiçi demek, Sarayiçi demek güç demek, güç demek imparatorluk demek, Türkiye Cumhuriyeti demektir. Tarihi Kırkpınar demek 1071 demek, 1299 demek, 1453 demek, 1517 demek, 1529-1683 demek, 1923 demek, 2023 ve 2071 demektir. Kısaca “KIRKPINAR” demek “TÜRK MİLLETİ” demektir.

2022 Katar = 200 milyar $... Olimpiyatlar( yaz / kış ) İçin yapılan harcama miktarı: 1924 Chamonix Fransa = 3 milyon $, 1960 Squaw Valley ABD = 145 milyon $, 1988 Calgary Kanada = 1.1 milyar $, 1998 Nagona Japonya = 14.6 milyar $, 2008 Pekin Çin = 45 milyar $, 2010 Vancouver Kanada = 5 milyar $, 2014 Soçi Rusya = 51 milyar $ para harcadı.

bütçeler harcamaktadırlar. Hiçbir ülke bu kadar yüksek maliyetli spor organizasyonlarını zarar etmek ya da paralarını çöpe atmak için yapıyor olamaz. Yorum yapmadan önce herkes dünyadaki gelişmelere bakarak şapkasını önüne koymalı ve olayları milli bir şuurla etraflıca düşünmelidir. Gelişmiş ülkeler önceleri, az gelişmiş ülkelerin insani ve doğal kaynaklarını, 20.yy’ın ortalarından sonra ise kendi dil, kültür ( örf-adet-ahlak-din v.b.) ve siyasetlerini buralara ihraç ederek uzaktan kumandalı bir

6

sömürü dönemi başlatmışlardır. Eğer tarihimizi ve kültürümüzü çocuklarımıza gereği gibi öğretemezsek zaman içinde kimliğimizi ve benliğimizi kaybederiz. Bugün dünya üzerinde birçok toplumun çalkalanması ve kendini, kendine yabancı hissetmesinin temel sebebi de budur. Türk milletine has bir spor dalı olan yağlı güreşe harcanacak her bir kuruşun bedeli, bu topraklarda kefenli ve kefensiz yatan binlerce şehidimizin kanıyla ödenmiştir.


8

TARİHİ KIRKPINAR GÜREŞLERİ BU TOPRAKLARDA YATAN BİNLERCE ŞEHİDİN HATIRASINI YAŞATMAK İÇİN YAPILMAKTADIR. “Kırkpınar”ın geleceğine yapılacak yatırımlar için bir an önce sponsorluk anlaşmaları yapılarak “Ermeydanı” tarihimize ve milli hassasiyetlerimize uygun olarak yenilenmelidir. Bugün ülkemizin birçok güzide şirketi yurt dışında sponsorluk anlaşmaları yapmaktadır. Barcelona ve Feyenoord’la milyon dolarlık sponsorluk anlaşması yapan ülkemizin parlayan yıldızı THY, bilim evrenseldir, diyerek tüm insanlığın sağlığı için Harvard’a 24 milyon dolar bağışlayan Ülker Gurubu yanında Koçlar, Sabancılar, Şahenkler, Zorlular, Arseller, Kıraçlar, Taralar, Doğanlar, Özyeğinler, Berkerler, Dinçkökler ile Nevzat Demir gibi iş dünyasının nice değerleri bu top-

9

raklara olan vefa borçlarını ödemek için yarışacaklarından şüphemiz yoktur. Tüm bu gelişmelerin yanında bir de “Kırkpınar”a senaryo yazanlar var. Bilim adamı mı ?... Film adamı mı ?... Felsefesini çözemediğim entel takımı “Kırkpınar Yağlı Güreşleri”nin ilk başlangıç yeri olan ve Yunanistan sınırlarında kalan Samona denilen yerde yapılmasını önermekte. Yüzyıllarca İstanbul’a hakim olmuş Romalı ve Bizanslıların varislerinden herhangi bir bilim ya da spor adamının bugüne kadar yaz veya kış olimpiyatları, dünya kupası ya da diğer büyük spor organizasyonlarından herhangi birinin İstanbul’da yapılmasını öneren, iste-

yen birisinin olduğunu bilen ya da duyan var mıdır acaba ?... Yoktur… Yoktur, çünkü spor, özellikle büyük spor organizasyonları dünyada ekonomik gücü elinde bulunduranlar tarafından yönetilir. Bu sebepledir ki; spor, dünyada gücü elinde bulunduranlara hizmet eder. Ama bizimkiler bilerek ya da bilmeyerek kime hizmet eder.? Bilinmez.

Kendi ülkesinde 67 tane nükleer santral olan Fransız vatandaşı gelir Taksim’de nükleer santrale hayır gösterisi yapar. Ama gidip o protestoyu kendi ülkesinde Eyfel Kulesi önünde yapmaz, yapamaz… Bizim bilim adamlarımız da çıkar Türk milletinin kimliğinden, varlığından ortaya çıkmış yağlı güreşin olimpiyatı kabul edilen “Tarihi Kırkpınar Güreşleri” Yunanistan’da yapılsın şarkıları söyler… MİLLET OLARAK ŞARKILARI SEVERİZ DE… NOTASIZ OLANLARI HARİÇ…

Saygılarımla Zekeriya UZUN Ziraat Yük. Müh.


TÜRKİYE OLİMPİAN DERNEĞİ TURKISH OLYMPIAN ASSOCIATION

Yeniden başkanlığa seçilen Prof.Dr. İbrahim Öztek, özetle son 2 yıl içinde yapılan faaliyetler hakkında şu açıklamaları yapmıştır. Türkiye Olimpian Derneğinin saygıdeğer üyeleri, birlikte başarı ile sürdürdüğümüz çalışmalarımız için hepinize çok teşekkür ediyorum. Bilindiği gibi derneğimizin amacı Türk sporuna, spor bilinci ve spor kültürü çerçevesinde olimpik hareketin başarıya ulaşması yolunda olimpik deneyim kazandırmak, olimpiyat sporcuları ve yöneticileri için sosyal etkinlikler düzenlemek ve en önemlisi Olimpiyat deneyimi olan bizlerin bilgi ve görgü birikimlerimizi genç kuşaklara aktarmaktır. Birikimlerimizi, genellikle panel, sempozyum ve konferanslar şeklinde ilköğretimden lise ve

30

üniversite öğrencilerine aktarmaya çalışmaktayız. Konularımız çoklukla spor bilinci, spor kültürü, olimpik hareket, antik olimpiyatlar, modern olimpiyatlar, olimpiyatlarda Türk sporcular, sporda başarının yolu, sigara ve spor, spor ve kötü alışkanlıklar, spor-sigara-alkol-uyuşturucu, Türk spor kültürü, mücadele sporları, Atatürk ve spor, spor sağlığı, spor çeşitleri ve bazı spor dallarına ait projeler şeklinde olmaktadır. Bazı spor organizasyonlarına da önderlik ederek, kitlelerin spora kazandırılmalarını, o organizasyonun kalitesini artırmayı hem de katılan yabancı devletlerin Türk spor ve misafirperverliği hakkında iyi intibalar edinmelerini sağlamaktayız. Bu çalışmalarımızı 2012 yılında yazmış olduğumuz bir kitapta topladık ve bu yıl da Genel Sekreterimiz Dario PORSEMAY bu kitabımızın yenisini hazırlamaktadır. Ayrıca tarafımdan “Aba Güreşi” ve “Dünya Aba Güreşi ve Geleneksel Sporlar Federasyonu-Kurallar” isimli kitaplar yazılmış ve dağıtılmıştır. 2 yıl içinde 40 tan fazla okul ve üniversitelerde, öğrenci ve öğrenci velilerine yukarıda belirtilen konularda konferanslar verilmiştir. Birçok federasyon, vakıf, belediye başkanlıkları, kulüp ve okullarla da kanferans, seminer ve bilgilendirme toplantıları yapılmıştır. Dopingle mücadele konusunda yapılan toplantı ve yazılarımızla sporcularımız ve gençlerimiz aydınlatılmıştır.

Başta TRT Genel Müdürü Sn. İbrahim ŞAHİN ve daire başkanları ile birçok basın yayın organı ve sportif kurumlar ziyaret edilmiş, yurt dışında da ziyaret ve yarışmalarda Türkiye Olimpian Derneği olarak görev alınmıştır. 8 Haziran ve 15 Haziran 2014 günleri Zeytinburnu çayırında Afganistan-Türkiye Dostluk ve Kardeşlik Derneği ile birlikte üst üste iki Kuraş şampiyonası yapılması sağlanmış, Zeytinburnu Belediye Başkanı Sn. Murat Aydın’ın maddi ve manevi katkıları ile gerçekleşen her iki organizasyona yüzlerce sporcu, 10.000 kadar da seyirci katılmıştır. Yine Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Doç. Dr. Lütfü SAVAŞ’ın önderliğinde Hatay’da yapılan dördüncü ve beşinci Geleneksel Aba Güreşi Dünya Kupası yarışmalarında öncekilerde olduğu gibi planlama, davet ve organizasyonun yürütülmesine başkanlık edilmiştir. 2013 yılında kurulan “Dünya Uyuşturucu ile Mücadele Eden Sporcular Federasyonu Onursal Başkanı” ve “Dünya Aba Güreşi ve Geleneksel Sporlar Federasyonu” Eşbaşkanı seçilmiş olmam, ayrıca 2013 yılı Kırım Milli Güreşi uluslararası turnuvasına, 2014 de Kırgızistan’da yapılan Türk oyunlarına ve Almanya’da yapılan Aba Güreşi turnuvasına ve benzeri etkinliklere Türkiye Olimpian Derneği Başkanı olarak davet edilmiş olmam da aktivasyonlarımızın birer parçasıdır.


© CNG Kanyon İnşaat Merkez Ofis : Nusret Kutlu İşhanı No:74 Merkez/ÇANAKKALE Tel: (0286) 262 00 71 Fax: (0286) 262 00 16 Adres : İstiklal Cad. Çeşme Sok. No:8/A - Biga/ÇANAKKALE Tel: (0286) 317 08 70 Mobil : (0543) 317 08 70

YAŞAMINIZI ŞEKİLLENDİRİYORUZ..!!

CNG KANYON İnşaat’ın temelleri 2011 yılının Mart ayında Genç girişimci Cengizhan ÖRS tarafından atıldı.Bu tarih bizim için bir başlangıç değil, hizmet sektörü için bir milattır. Çanakkale’nin Biga ilçesinde irili ufaklı 2 yıl içinde 64 daireyi teslim edip halen çalışmalarımız devam etmektedir. Çanakkale’nin cazibe ve turizm merkezi olan Gökçeada’da taş ev projelerimizle bir ilki gerçekleştirdik ve Ada’nın mimarisine uygun projemiz halen devam etmektedir.Taş evin ne demek olduğunu hem rakiplerimize hemde Ada halkına gösterdik. Çanakkale merkezde de projelerimiz devam etmekte olup, devlet ve üniversite gibi ciddi kurumlara da çözüm ortaklığı yapmaktayız. Biz maddi kazanç peşinde değil insanlara hizmet etmenin gururunu yaşıyoruz.Bu misyonumuzla Çanakkale halkının daima yanında olacağız.Ayrıca firmamızın yeni atılımları Çanakkale’nin güzel ilçesi Çan’da yakında başlayacaktır. Firmamız 2009 yılından bu yana aynı zamanda oto alım satım ve rent-a-car hizmeti de vermektedir.

31


Türk Dünyasının kalbi, Atayurt Kırgızistan’da attı… 1.Dünya Göçebe Oyunları Çolpon Ata’da yapıldı

TÜRK SPORLARI KIRGIZİSTAN’DA SAHNE ALDI

Türk’ün tarihini, kültürünü ve millilik vasıflarını yansıtan geleneksel sporlarımız Kırgızistan’da yeniden dünya sahnesine çıktı… Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in ev sahipliğinde düzenlenen ve Türk topluluklarının milli spor geleneklerini tanıtmayı ve geliştirmeyi amaçlayan 1. Dünya Göçebe Oyunları’nda çeşitli güreş dalları da sergilendi. Hipodromda, «Ruh Ordo» Kültür Merkezi›nde ve 400 geleneksel Kırgız çadırının kurulduğu Kırçın Yaylası’nda gökbörü (oğlak kapmaca), Kırgız güreşi, alış (güreş), oodarış (at sırtında güreş), at çabış, corgo salış (rahvanlı koşu), kız kuumay (kız kovalamaca), kunan cabış (uzun mesafeli at koşusu), toguz korgool (dokuz taş kumalak oyunu) ve aşık yarışmaları yapıldı.

• Ahmet TÜZÜN ayarhan@gmail.com

ürk halklarının güreş çeşitleri, binicilik dalları, okçuluk ve diğer sporlarının yapıldığı Dünya Oyunları Kırgızistan’da gerçekleştirildi. Büyük coğrafyamızdaki bütün Türk boylarını bir araya getiren Dünya Göçebe Oyunları›nın, halkların dostluk ve birliğini güçlendireceğine işaret eden Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev, oyunların açılış töreninde büyük meydanda Türk dünyasına ses32

T

lendi: «Geçen yüzyıllarda haritadan birçok devlet silindi. Birçok halk yok oldu. Fakat, göçebe medeniyeti yaşamaya devam ediyor. Göçebe hayatının gücü, değişen dünyada doğaya bağlılığıdır. Göçebe halkları daima geçmişine saygı gösterir. Atalarını hatırlarlar. Kırgızların manevi gücü Manas’tır. Bunun gibi büyük kahramanlar her halkta bulunmaktadır. Bizim tarihimiz eski taş şehirlere yansı-

masa da bizim tarihimiz insanlarımızın yüreğinde ve hatıralarında yaşıyor.» Atambayev, “Türk göçebe halkların babadan oğula bıraktığı gelenek ve görenekleri devam ettirmek, yiğitlik mücadele ve mukavemet örneği bu geleneksel oyunlarımızı canlı tutmak, kültürümüze, geçmişimize töremize sahip çıkmak, bizim en önemli hedefimizdir. Bunun içindir ki Dünya Göçebe Oyunları’nın her yıl yapılmasını planladık” diye konuştu.


KARDEŞLER BİRARADA Kırgızistan’ın tatil merkezi Çolpon Ata’da bu yıl birincisi düzenlenen Dünya Göçebe Oyunları›nda ev sahibi Kırgızistan’ın yanı sıra; Türkiye, Kazakistan, Moğolistan, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan, Tacikistan, Başkurtistan, Çuvaşistan, Hakas, Tataristan, Altay, Yakutistan gibi, Türk dünyasının birçok ülkesinden 400’den fazla sporcunun yarıştı. Oyunlarda, ev sahibi Kırgızistan toplamda 55 madalya alarak birinci oldu. Kazakistan ise 12 altın, 8 gümüş ve 8 bronz olmak üzere toplam 28 madalya alarak takım halinde ikinci oldu. Rusya Federasyonu’ndan oyunlara katılan Altay Takımı’nın üçüncü olduğu yarışmalarda dereceye giren takımlara para ödülü verildi. Kırgızistan›da oyunlar esnasında misafirler ve katılımcılar için yüzbinlerce koyun kesildi. Kırçın yaylasında 400›den fazla bozüy çadır dikilerek bu alanda da rekor kırıldı. Yarışmacılar sporcular ve katılımcılar arasında sıkı dostluklar kuruldu. Türk Dünyasının bayrakları Kırgızistan semalarında etkinlikler boyunca dalgalandı... Türkiye’yi temsilen Van Ulupamirli Kırgızlar gökbörü oyununda Özbekistan’ı 7-2 ve Afganistan’ı 5-1 yenerek, yarı finali garantiledi ve önemli bir başarıya imza attı.

Hipodromda karşılaşmalar sırasında tribünleri “Türkiyem” şarkısı ile coşturan Kırgızistanlı görevlilere, Türk heyeti teşekkür etti. Kırgızistan taraftarları oyunlar boyunca Türk takımlarını büyük bir coşku ile destekledi. GELENEKSEL TÜRK SPORLARI Hipodromda, “Ruh Ordo” Kültür

Merkezi’nde ve 400 geleneksel Kırgız çadırının kurulduğu Kırçın Yaylası’nda gökbörü (oğlak kapmaca), Kırgız güreşi, alış (güreş), oodarış (at sırtında güreş), at çabış, corgo salış (rahvanlı koşu), kız kuumay (kız kovalamaca), kunan cabış (uzun mesafeli at koşusu), toguz korgool (dokuz taş kumalak oyunu) ve aşık yarışmaları yapıldı. 33


KÜLTÜRLE SPOR İÇ İÇE Geleneksel spor oyunları sevenlerin en çok ilgi gösterdiği gökbörü (oğlak kapmaca) oyununda başta Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkiye, Afganistan, Moğolistan ve Rusya Federasyonu’ndan Altay takımları yarıştı. Dört gün süren geleneksel oyunlarda Kırgız takımları üstünlük sağladı. Spor oyunlarının yapıldığı mekanlarda, kültürel programlar, sergi ve fuarlar da düzenlendi. Dünya Göçebe Oyunlarının kapanış töreni 14 Eylül Pazar günü tay yarışı, rahvanlı koşu, cirit, gökbörü dallarında finaller yapıldı. Aynı gün kazanan sporculara madalya ve ödülleri takdim edildi. Oyunlara 400’ü aşkın sporcu katıldı. 10 MİLYON DOLAR GELİR Oyunları yaklaşık 50 bin kişi ziyaret etti. Ziyaretçilerin yüzde 10’u yabancı turistti. Yalnızca açılışı yaklaşık 20 bin kişi takip etti. Yabancı turistler oyunlar boyunca yaklaşık 2 milyon dolar döviz bıraktı. Yerli turistler de-8 milyon doları aşkın bir harcama yaptı. Kırgızistan ekonomisine ve dolayısıyla Issık Köl bölgesine, oyunlardan dolayı 10 milyon dolarlık bir girdi oldu. İKİ YILLIK HAZIRLIK Dünya Göçebe Oyunları‘nın temeli, 2011’e uzanıyor. İki yıldır hazırlığı süren oyunlar, Türk kavimlerinin kültürel hayatına ışık tutuyor. Açılış töreni, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in ev sahipliğinde yapılırken, bozkır halklarının hayatını anlatan teatral gösterilerle başlayan törene dünyanın farklı ülkelerinden üst seviyede devlet temsilciler de katıldı. 14 FARKLI PROGRAM SUNULDU Büyük ilgi gören ve üç boyutlu olarak 34

sunulan oyunların açılış gösterilerinde, 14 farklı program yer aldı. Dünyaca ünlü Atay Topluluğu’nun dans gösterisi ve sahne önünden geçen atlılar heyecanla izlendi. Atlıların geçişi sırasında, Ak Maral ve Şattık dans grupları, ateşle gösteri yaptı. Sirk oyuncuları da törene renk katanlar arasındaydı. Alana kurulan dev ekranlarda, gösterilerin tanıtım videoları ve bozkır halklarının zorlu yollar aşarak bugüne ulaşmalarını anlatan görüntüler yayınlandı. Güçlü sesiyle tanınan ünlü şarkıcı Gülzada Rıskulova, şarkılarıyla etkinliğe katılanlara coşku dolu anlar yaşattı. TÜRKİYE’DEN 86 KİŞİ Katılımcı ülkelerin bayraklarıyla yaptıkları gösterinin ardından ülke sporcuları Göçebe Oyunları’na katılanları selâmladı. Türkiye’den katılan grup, 86 üyesi ile tören yürüyüşü yaptı. Bütün sporcular yerini aldıktan sonra alana en son giren ülke, ev sahibi Kırgızistan’dı. 1. Dünya Göçebe Oyunları’nın açılış töreni, konuşmaların ardından, havai fişek gösterileriyle sona erdi. AVRASYA KÜLTÜR VE SPOR İŞ BİRLİĞİ DERNEĞİ Türk Dünyasında tarihi ortak sporların bir organizasyon kapsamında uygulamaya geçirilmesi için yıllardır mücadele veren gazeteci yazar Ahmet Tüzün, hazırlamış olduğu “Türk Dünyasında Ortak Sporlar” isimli kitabını, üç yıl önce İstanbul’da Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbet Atambayev’e hediye etmiş ve Atambayev, Tüzün’e “Bu sporların organizasyonunu Kırgızistan Issık Köl’de yapacağız” demişti. Aynı zamanda Avrasya Kültür ve Spor İş Birliği Derneği’nin kurucu başkanı olan Ahmet Tüzün, oyunların açılış töreninde Kırgızistan Başbakanı Coomart Otorbaev ile de görüştü.


DÜN YÜZÜNDEN BUGÜNÜ BERBAT EDENLER! BEDIA BARAK bediabarak@gmail.com

üşünün bir kere dün yüzünden bugünü berbat ettiniz mi hiç? Evet ettiniz! Çünkü bende ettim… Dünün başarısızlığını, bugüne taşıdım. Dün başıma gelenler bugün de gelecek kaygısı duydum. Geçmişin gölgesinden kurtulamadım. Ben itiraf edince, eminim sizler de cesaretlenip etmeye başladınız. Önümde yaşanılası koca bir günü, dün yüzünden kirlettim… Ama farkına varmak, telafi etmektir. Hani zararın neresinden dönersen kardır misali… Şimdi bunu yaptığıma ben bile inanamıyorum. Dün bitti, bugün yeni bir gündür diye başlıyorum… Bu düşünceler düne olan sevgi sözleri değil, acı, içerleme ve intikam sözleridir. Dünün intikamını, bugün güzel yaşayarak alacağım demektir. Çünkü geçmişin başarısızlıklarıyla yapabileceğimiz en iyi şey, onların tarih olmasına izin vermektir. Geçmişi silemeyiz, fakat onu tarih olarak kabul edebiliriz. Bugün, geçmişin başarısızlıklarından kurtulmuş olarak yaşamayı seçebiliriz. Geçmişi affetmiyorum. Affetmek bir duygu değildir. Bir merhamet göstergesidir. .Affetme sevginin bir ifadesidir. Geçmişi affe-

D

dersem onu sevdiğimi ve ondan kopamayacağımı düşünürüm. Bu yüzden geçmişi affetmiyorum, onu sevmiyorum. Çünkü sevgi ricalarda bulunur , talep etmez. Ricalar sevgiye yön verir. Ama talepler sevginin akışını durdurur. Geçmişin geleceğime yön vermesine izin vermeyeceğim. Yeni bir gün, yeni bir yaşam demektir. Şimdi yeni günümün, düne benzememesi için yoluma çıkabilecek engelleri ortadan kaldırarak ilerleyeceğim. Şimdi hep beraber düşünelim, hayatımızı dilediğiniz gibi yaşamanıza engel olan neler var? Neler yapmak istiyoruz? Bunları yapmamıza neler engelliyor? Sevdiklerimiz mi, ailemiz mi, arkadaşlarımız mı, işlerimiz ya da ödevlerimiz mi? Yoksa korkularımız, önceki başarısızlıklarımız, yenilgilerimiz mi? Nasıl bir yaşam sürmek istiyoruz? Şu anki hayatımız bizi ne kadar memnun ve mutlu ediyor? Engelleri nasıl sıralayabiliyorsak, çözümünü de böyle bulacağımıza inanıyorum. Engelsiz güzel günler diliyorum. Sevgiyle ilerleyin…

Her

zam

an k

eşfet

mek

için

bak

35


ART

’IN FOTOĞRAF MAKİNESİNE TAKILANLAR

ART OF WRESTLING AXEL WURZ

36


37 2937


Aksu Yağlı Güreşleri yağmur altında yapıldı

A

ksu Belediye Başkanı Halil Şahinin özverili çalışmaları ile yapılan Aksu yağlı güreşlerinin koodinasyonunu Antalya Aksulu baş pehlivan ve Aksu belediye spor başkanı Mehmet Selvi yaptı. İlkten güneşli havada başlayan Aksu yağlı pehlivan güreşleri akşam üstü havanın bozarak yağmur yağması Aksu Yağlı güreşlerine damgasını

vurdu. Bakan Çavuşoğlu Aksu güreş sahasına şemsiyelerle geldi, şemsiyelerle gitti. Bakana Antalya valisi eşlik etti. Geçen hafta Serikte güzel bir güreş yaptıran Başk. Ramazan Çalık ekibiyle birlikte gelerek protokol türbününde yerini aldı. Önümüzdeki senenin güreş organizasyonlarına şimdiden başlayan

Elmalı Belediye Başkanı Ümit Öztekin, ekibi ve pehlivanları ile Aksu Yağlı güreşlerine geldi. Serik güreşlerinde final yapan Mehmet Yeşil Yeşil ve Orhan Okulu Aksu güreşlerindede yine final yaptılar. Yağmura bakmadan çok iyi güreşler çıkaran Baş pehlivanların karşılaşması tam anlamıyla kıran kırana geçti diyebiliriz.

Bülent Erdoğan Aksu Yağlı Güreşlerinin üç boyunda Kürsüye ; Baş Kürsü 1- Mehmet Yeşil Yeşil 2- Orhan Okulu 3- Fatih Atlı 3- İsmail Balaban Başaltı Kürsü 1- Oktay Sancak 2- Nazmi Şahin 3- Serkan Serttürk 3- Şahin Bilici 3- Büyük Orta Kürsü 1- Dündar Şan 2Raşit Aysel 3- Okan Yavaş 3- Yavuz Kocaer çıktılar.

38

İlk defa yapılan Aksu Yağlı Pehlivan güreşlerinde Bir tane Baş pehlivana, bir tanede ağaya verilmek üzere ortaya iki adet altın kemer konuldu.


39


“hemen meslek, hemen iş” İstanbul YESEVİ KOLEJİ’nde öğrencilerin potansiyellerini ortaya çıkarmaları, geliştirmeleri ve hedefe yönlendirilmeleri amaçlanır.

“hayata doğru adımlarla başlamak”

ULAŞIMI EN KOLAY OKUL

KARTAL METROSU SON DURAĞI ÖNÜ

0216 452 6 452

HEMŞiRE YRD. BÖLÜMÜ

SAĞLIK KOLEJİ Cumhuriyet Mah. Yakacık E-5 Kuzey Yanyol No: 6 Kartal / İst. www.yeseviokullari.com.tr


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.