Kişisel Gelişim Dergisi Nisan 2013

Page 1


Merhabalar, Geçtiğimiz bir ay boyunca umuyorum herkes için hayat olumlu ilerlemiştir. Dile kolay 20 aydır e-dergimizin yayınını sürdürüyoruz ve bunun haklı mutluluğunu ekibimizle yaşıyoruz. Yazar kadromuzdan yine bu ay sizler için birbirinden faydalı yazılar bulacaksınız. Farklı konularda kaleme alınan bu yazıları dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum Her sayımızda vurguladığım bir konuya yine değinmek istiyorum. Ekibimizle gönüllü olarak gerçekleştirdiğimiz bu çalışmanın amacı mümkün olduğunca fazla kişiye ışık olabilmektir. Sizlerden ricamız ise dergimizi sevdiklerinizle paylaşmanızdır. Verilebilecek en güzel hediye bilgidir. Ve faydalı bilgi olmalıdır. Keyifli ve bilgi dolu dakikalar geçirmeniz dileğiyle…

Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu www.omerarslan.net


İçindekiler: İletişim Basamakları

5

Satış Konusunda Ne Kadar Başarılıyım

7

Elle Tutulamayan, Gözle Görülemeyeni Nasıl Satarız?

10

İnternet ve Satışta Kendini Geliştirme

12

İnsanları Değiştirmeye Çalışmak

14

İmajinasyonun Gücü

19

Kıskançlık - I

21

Hayatımıza Yön Verirken Öğrenmenin Zevki

24

Hayat Şimdidir!

27

Yıldız Doğulmaz… Olunur!

29

Başarılı İnsan Modelleri

30

Bırak Engelleri Düşünmeyi

32

Cemil Topuzlu

33

Künye

35



yapalım” gibi dinlenilmeden verilen teselli mesajları karşımızdakinin sorununu küçümser bir hava oluşturur: Empatik yaklaşım, karşımızdaki insanın duygularına önem verme, onun yerine kendini koymayı öngörür, bu sayede iletişim akışı daha verimli ve sağlıklı geçer.

İletişim Basamakları Etkin dinleme, iyi bir iletişim kurma ve empatik yaklaşım yaşantımızın en temel basamaklarıdır. İletişimin temeli anne karnında başlar, annenin hissettiği her duyguyu ve konuşmayı bebek daha doğmadan algılamaya başlar, daha sonra bebek ve çocukluk dönemi arasında ailenin desteklediği iletişim ile konuşmayı sürdürür, çocukluk döneminde artık ebeveynleri ile iletişimi ailenin yansıttığı şekilde gelişir. Bu yönden bakıldığında geçen her sağlıklı diyalog çocuğun gelişimi ve öğrenmesi adına önemlidir. Okul-iş hayatı, arkadaş çevresinde gelişen iletişimler, özsaygı ve özgüvenin basamakları aile’ye dayandığından verilen her bilinçli eğitim kişinin temelini sağlamlaştırmasına yardımcı olur. Verimli iletişimin yolu karşılıklı iyi bir dinleyici olmaktan geçer. Bir sohbet sırasında karşımızdaki insan konuşurken yüzü bize değil de etrafa dönük olarak konuşması, konuşurken sözümüzün kesilmesi ya da bir problem/sorun olduğunda “Aldırma boşver, üzülme düzelir, takma kafana, zamanla çözülür, haydi bugün değişik bir şeyler

Kiminle konuşuyor olursak olalım, karşımızdaki insan ne söylerse söylesin muhakkak dinlemeliyiz. Dinlerken gözler etrafa değil karşımızdaki insana bakmalı, bu sayede karşımızdaki insana yansıttığımız güven ve saygınlık kendisinin daha rahat hissederek konuşmasını sağlayacaktır. İletişim halindeyken dinlemeye istekli olduğumuzu gösterelim. Karşımızdaki insanın bir problemi olduğunda empati yapmaya (onun yerine kendini koyarak gözlemleme) çalışalım. Konuşurken aşırı yüksek sesle konuşmak haklı olmaya çalışan, suçunu bastıran insanlarda görülürken, aşırı alçak ses ile konuşmak ise genelde özgüveni düşük insanlarda belirti gösterir. Her ikisi de verimli iletişim bağlarını kopartır, karşımızdaki insan dinlemek istese bile bu tutumdan dolayı konuşmak dahi istemez. Bu yüzden konuşma seviyemiz eşit seviyede karşımızdaki insanın duyacağı nettlikte olmalı.


İletişimimizin yanında görsel etkimiz de daima artı değer sağlar. Etkili bir izlenimin oluşturmak için sözlerimizin yanında beden dilimize de dikkat etmek gerekir. Olumsuz yansıtılan her beden dili iletişimi zedeler, o yüzden konuşurken mümkün olduğunca kendimizi hem rahat hissedip hem de karşımızdaki insanı konuşma olarak rahat hissettirmeliyiz ki kaliteli bir sohbet gerçekleşsin. Etkin dinleme, empatik yaklaşım, etkili izlenim ve iyi bir iletişim basamağı sizlerin çaba ve öğrenmeniz/gözlemlemeniz

sayesinde gelişir. Temeli aile içinde yeterli gelişemeyen her birey kendisine emek, çaba ve zaman harcayarak eksikliklerini giderebilir. Yeter ki bu konuda istekli ve dirayetli olsun. Sevgiyle kalın

Özlem ÖZTULUM


ifade edebilme, gülümseme, ses tonu, rol yapabilme ve buna benzer birçok özellik... Bunlara sahip insanlar çoğu zaman bunlara sahip olduklarının farkında değildirler. Bilinçsizce ama yerinde kullanmasını bilirler. Sezileri ve içgüdüleri çok kuvvetlidir. Kendilerine sonsuz güvenirler ve gerektiğinde risk alacak kadar cesaretli olurlar. Kendilerine inandıkları gibi işlerine de inanır ve tutku ile çalışırlar.

Satış Konusunda Ne Kadar Başarılıyım 18 yaşından beri satış işi ile uğraşıyorum. Bugün 50 yaşıma geldim, belki satışçı değilim ama birçok satış yeteneğimi hayatımın her alanında; işimde, özel hayatımda kullanıyorum. Satışın bir yetenek kadar karakter işi olduğunu kitabım ‘Satışın 10 Altın Kuralı’ dâhil bulunduğum her platformda söylüyorum. Bugün hayran olduğunuz, politikacılar da dâhil tüm liderler en çok satış yeteneklerini kullanıyorlar! O halde satış yeteneği nedir, bunu açıklamakta fayda var.

Günümüzde satışçının rolü, eskilerin deyimi ile ‘zorba’dan ‘ikna edici’ veya ‘danışman’a dönüşmüş durumda. En önemli satış yeteneği, insanlara kendinizi cazip olarak sunabilmektir. Cazip kelimesi birçok anlama gelse de bana göre en önemli olan anlamları şöyle: İkna, karizma, çekicilik, dış görünüm, etkili konuşma, dinleme, duruş, mimik ve jestler, ses tonu, dil bilgisi, okuduğu okullar, aile geçmişi, özgüven, sıcakkanlılık, disiplin, cesaret, risk alabilme, vizyonerlik, sempatik, flörtöz, girişkenlik, empatik, kendini doğru

Ben bu özelliklere sahip değilim diye bu yazıyı okuyup kendi kendine söylenenler olabilir. Bunlara istersem sahip olabilir miyim? Hepsine sahip olmanız zor. Bunların çoğu 0-6 yaş arasında oluşuyor, bazıları daha ileri yaşlarda eğitim, aile, çevre ve kişisel gelişim ile alışkanlığa dönüşüyor. Örneğin, benim okuma alışkanlığım 34 yaşında, sunum yapma konusunda eksiksiz hale gelmem 40 yaşında, dinleme konusunda belli seviyenin üzerine çıkmam 45 yaşında, diğer yandan patavatsız konuşmam, sabırsızlığım, hızlı konuşmam, fiziksel önyargılarımı kontrol edememem gibi konularda almam gereken çok yol var. Bazı konularda yeterince gelişmeme sebebi, benim açımdan kişiliğim (egom’dur). Bu konuda değişmek istememesinden kaynaklanmaktadır. Teknoloji, globalleşme, internet, sosyal medya, mobil iletişim ile bilgi ve insanlara ulaşmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Bunlara sahip olmamız satış işinde daha başarılı olmamızı sağlamıyor, sadece rekabeti artırıyor. Önemli olan doğru müşteriyi bulabilmek; onunla tanışmak, bağ kurabilmek, arkadaş olabilmek ve sonra tekrar tekrar kazan-kazan şeklinde iş yapabilmek. Burada altını çizmek istediğim


bağ kurabilmek için sadece tanışmak yeterli değil, kazan–kazan durumuna uygun müşteriyi bulabilmektir. Zor (Doğru) ve Yanlış (Kolay) Satış ne demektir? Doğru Satış ne gerektirir? Doğru insanlara ulaşabilmek, Zorlukların üstesinden gelebilmek, Kendinizi ve firmanızı rekabetten farklılaştırabilmek, Vaka oluşturabilmek, Değer satabilmek, Satışı kapatmak için ne gerekirse yapmak. Kolay satış nasıl yapılır: Yanlış insanlara gitmek, Değer oluşturmadan sunmak, Fiyatla satmak, Teklif göndermek, Dönmeyen müşterilerin peşinden gitmek Satışta sattığınız tek şey zamanınızdır. 100.000 kişiye eğitim verdiğim ülkemizde, satışçılarda bir numaralı sorun doğru müşteriyi bulabilmektir! Peki, doğru müşteri kime denir? Size kâr bırakan, tekrar tekrar iş yapan ve sizi çevresine gönül bağı ile tavsiye eden kişidir. Yanlış müşteri ise, sadece zamanınızı çalmaz, size kârsız iş yaptırır. Şirketlerde ciro hedefi ön planda olduğu sürece kârlar düşecektir! Bir diğer önemli konu da iş geliştirmektir. Bana göre satışta en önemli yetenek ‘iş geliştirmek’tir. İş geliştirmek ne demek? Önce kafayı çalıştırmak ve proaktif olmaktır. Yaratıcı, meraklı ve sürekli kendini her konuda geliştirecek motivasyona sahip

olabilmektir. Satışta gördüğüm en önemli ikinci eksiklik budur. Mevcut müşterilere satış da satışçıların çok kafa yormadıkları bir alandır. Satış sonrası müşteri unutulur! Ta ki müşteri bir gün arayıp avazı çıktığı kadar bağırana veya mail ile tehdit ederek memnuniyetsizliğini size kusana kadar. Yerine getirilmezse sizi terk edeceğini hatta çevresindeki herkese sizin hakkınızda kötü referans vereceğini söyler. Durumu düzeltseniz de hiçbir zaman bu müşteri size güvenerek iş yapmaz. Fırsatını bulduğunda sizi başka bir rakibe tercih eder.

Satıcılıkta ileri seviyede bir yerde kendinizi görmek istiyorsanız, vizyon ve strateji vazgeçilmezdir. Bu kelimeler çokça kullanıldığı için biraz daha açıklamak istiyorum. Vizyon, ileriyi görebilmek ve gerçekçi tahminlerde bulunmak demektir. Bu sadece kendi işinizi değil, müşterinizin veya bayinizin işini de ileri götürmek için gereklidir. Rekabet gün geçtikçe artmaktadır, müşteriler kurdukları satın alma birimleri ve elektronik ihale yoluyla kâr etmenizi mümkün kılmamaktadırlar. O zaman tek seçeneğiniz kalıyor: Müşterinin işini ileri götürmek! Bunun için müşterinin işini bilmeniz, onun müşterisinin ne beklediğini anlamanız lazım. Onun için tehdit ve engelleri çözmeniz lazım. Strateji ise sizin hedefe giden planınızdır. Öncelikle bir vizyonunuz, bu vizyona ulaşmak için hedefiniz veya hedefleriniz ve hedefe ulaşmak için bir plana, stratejiye ihtiyaç vardır. Strateji uzun vadelidir; örneğin bir yıl. Buna ulaşmak için de taktiklere ihtiyacınız vardır. Bunların hepsini oluşturduktan sonra her ay sonunda gözden geçirmeniz gerekir.


Firmanızda raporlama sistemi ve CRM kurmanız şarttır! En sona ise en önemli şeyi bırakıyorum: Yeni müşteri bulmak, bunun için her gün belli sayıda müşteri aramak ve ziyaret etmek. Bu konuda call-center veya dış kaynak eleman kullanabilirsiniz. Pazarlama konusuna başka bir yazı da ele almayı düşünüyorum. Pazarlama ise satışın işini kolay hale getirmeli veya desteklemelidir! KOBİ’lerde her satış elemanı aynı anda pazarlama elemanıdır! Buna yönelik yetiştirmeniz ve yönlendirmeniz gerekir!

Bütün yazıyı okuduysanız şimdi kendinize aşağıda hazırlamış olduğum 6 kritik soruyu sormanızı istiyorum. Eğer yönetici veya patronsanız bu soruları ayrıca satış bölümünüze de gönderin ve cevap vermelerini söyleyin: Kendimi geliştirmek için her gün ne yapıyorum? Satış stratejim var mı? Başarılı mı? Neyi

farklı yapmam lazım? Hedeflerimi aylık bazda tutturuyor muyum? Hedeflerimi yapmak için günlük aktivitelerimi nasıl planlıyorum? İş geliştirmek (yeni bayi ve yeni müşteri bulmak için) her gün ne yapıyorum? Mevcut bayi ve müşterilerimle ilişkilerimi geliştirmek veya güçlendirmek için ne yapıyorum? Mevcut müşterilerimin sattığım ürün/hizmetlerden daha fazla faydalanması ve mevcut bayilerimin daha yetkin ve rekabetçi olması ve daha çok para kazanması için ne yapıyorum?

Sevgilerimle,

Taner Özdeş “Satışın 10 Altın Kuralı Yazarı” Satış ve Performans Koçu


kurumla karşılaştınız mı?

Elle Tutulamayan, Gözle Görülemeyeni Nasıl Satarız?

Görmediğimiz ve gösteremediğimiz bir ürünümüz var. Bunu nasıl satarız? Özellikle hizmet sektöründe satış yapanları ilgilendiren bir soru. Kısa ipuçları vermeye çalışacağım. 1. Hizmetimizi, rakiplerimizden farklı kılan ne? Mesela, ‘Biz kaliteli hizmet veriyoruz.’ Demek bir faklılık sayılmaz. Ancak, ‘Biz, kaliteli hizmet vermek adına, … Bunları… Bunları yapıyoruz ve bunu bizden başka yapan bir kurum yok.’ Dediğimiz zaman bu bir farktır.

‘ Ekonomik çözümler üretiyoruz.’ Zaten ekonomik çözüm üretemiyorsan veya ürettiğin çözümle istediğin maddi karşılığın arasında bir uçurum varsa, ayakta kalman mümkün değil. Dolayısıyla bu da bir fark değil. Çok ucuzsan, en ucuzsan bir şeyleri eksik yapıyor olman lazım. Neyi eksik yaptığını açıkça belirt. Müşteri isterse alsın. Belki senin eksik yaptığın şeylere müşterinin de ihtiyacı yoktur. O zaman bir sıkıntı yaratmaz. O zaman bu bir fark olur. ‘ Büyük kurumlarla çalışıyoruz, o nedenle bize güvenebilirsiniz. Bakın referanslarımız baştan aşağı holdinglerle dolu.’ Bu da bir fark değil. O holdinglerle emin olun rakipleriniz de çalışmıştır. Kaç projede birlikte çalıştınız? Hangi projelerde iş birliği yaptınız? Sizi onlara sorsak hakkınızda ne derler? Neden sizi tercih ettiler? Hala sizinle çalışmaya devam ediyorlar mı? Yoksa bir kerelik küçük çaplı bir iş aldınız, konu kapandı mı? Bu soruların cevabını detaylı olarak anlatabiliyor ve kanıtlayabiliyorsanız, bu bir fark olur.

‘Biz sektörün önde gelen firmalarından biriyiz.’ Demek de bir fark değildir. Sektörün arkasında gelen bir kurum tanımadım henüz, herkes önünde geliyor. Ancak, ‘Biz, …alanında sektörde 1. sırada, … Alanında 3. sırada geliyoruz. Bunlar da istatistiksel dayanaklarımız. ‘ derseniz bu da bir farktır.

2. Müşteri ne istiyor? Sizinle çalıştıktan sonra almak istediği sonuç nedir? Satış konuşmanıza başlamadan önce, bunu en ince detayına kadar öğrenmelisiniz. Sizin hizmetinizin onlarca özelliği, faydası olabilir. Ancak önemli olan müşterinin ne istediğidir. Unutmayın, görünmeyen bir ürününüz var ve onu müşterinin isteğine göre şekillendirmek sizin elinizde. Bu avantajınızı neden kullanmayasınız?

‘ Güler yüzlü hizmet ‘ bu da bir fark değil. Asık suratlı hizmet veriyoruz diyen bir

3. Satış ekibiniz veya siz, satış teknikleri konusunda eğitim aldınız mı?


Çalışmayı arzuladığınız o büyük holdingler, eğitime yılda yüz binlerce lira ayırıyor. Bunu biliyor musunuz? Sizin görüşme yaptığınız kişiler de büyük ihtimalle, en yeni teknikleri kullanarak sizlerle pazarlık yapıyor, hangi firmayı tercih edeceğine karar veriyor. Pazarlık yapmayı gerçekten biliyor musunuz? Yoksa hep fiyat revize etmek zorunda mı kalıyorsunuz? Büyümek hatta ayakta kalmak istiyorsanız, eğitim ve gelişim konusunda mutlaka bütçe ayırmalısınız. 4. Pazarlama bölümünüz veya pazarlama faaliyetlerinizle ilgilenen bir yetkili var mı? Pazarlama, yine olmazsa olmaz bir unsur. İsterseniz dünyanın en kaliteli hizmetini en ucuza satmaya çalışın, pazarlamaya kaynak ayırmıyorsanız, kaybolup gidersiniz. Bazen marka bilinirliğinizi arttırmanız gerekirken, bazen sadece belli kişiler / kurumlar tarafından biliniyor olmak bir avantajdır. Hizmetinizi kime satmak istiyorsunuz? Hedef kitlenizle, en kısa ve en ekonomik yoldan nasıl bağ kurabilirsiniz? Bütün bunlar için pazarlama planına ihtiyacınız var.

Elbette Hayır. İşte bunları düşünüyorlar; · Mevcut durumunu iyileştirmek en azından korumak ( spor hizmetleri, sigorta ve güvenlik şirketleri buraya oynar.) · Aşk ( aşkla ilintili aklınıza gelen her şey ) · Daha çok para · Saygı görme isteği Eğer kendinizi / hizmetinizi ve kurumunuzu anlatarak konuşmaya başlıyorsanız, baştan kaybettiniz. Her ne anlatacaksanız, konu bir şekilde potansiyel müşterinizin kafasındaki bu ölümcül dörtlüyle ilgili olmalı ve ona bu konularda fayda sağlamalı. O zaman şansınız yüksek.

Bol Satışlar Dilerim :)

5. Siz hizmetinizi satmaya çalıştığınız esnada, potansiyel müşterinizin zihni mutlaka bir şeylerle meşgul olacak. Sizce ne düşünüyorlar? Sizi ve ne sattığınızı mı? Sana diyorum ki sen mutlak bir şekilde özgürsün, koşulsuzca özgürsün. Sorumluluktan kaçma; kaçışın bir yararı olmayacak. Ne kadar önce kabul edersen o kadar iyidir çünkü hemen kendini oluşturmaya başlayabilirsin. Ve kendini oluşturmaya başladığın an muazzam bir coşku yükselir. Ve kendini istediğin şekilde

Sezen ÇELEBİ / Satış Koçu www.salescoachturkey.com

oluşturduğun zaman büyük bir tatmin vardır. Tıpkı bir ressamın resmini bitirdiğinde, son dokunuşu yapması ve kalbinde muhteşem bir tatmin oluşması gibi. İyi yapılmış bir iş büyük bir huzur verir. Kişi Allah'a katılmış olduğunu hisseder. Osho


İnternetin dinamik yapısı ve hızlı yayılımı sayesinde uzmanlık alanlarını insanlarla paylaşabiliyorlar ve kendilerine takipçiler yaratabiliyorlar. İçeriği sürekli güncellendiği ve hızlı okunabilir olduğu için internet ortamında bilgi edinmek daha kolay. İyi bir satışçı iyi bir internet kullanıcısı olmalıdır. Vakit geçirdiği siteler kendi uzmanlık alanında içerik paylaşan siteler olmalı, konu hakkında yorumlarda bulunmalıdır. İnternet ve Satışta Kendini Geliştirme Hızla gelişen dünyada internetin vazgeçilmez olmasının en büyük nedeni, bilginin kolay ulaşılabilir olmasıdır. Bugün herhangi bir konu hakkında saniyeler içinde yerimizden kalkmadan araştırma yapabiliriz. Eskinin kütüphane havası, o sıcak kitap sayfalarının çevrildiği anlar yeni nesilde yavaşça kaybolmaya başlamış, yerini dijital ekranlı akıllı diye tabir edilen cihazlara bırakmıştır. Hal böyle olunca daha fazla bilgiyle donanmak zorunda kalıyor insan. Bilgi kolay ulaşılabilir olunca rakiplerde daha fazla bilgiyle donanıyor.

Bugünün dünyasında iyi bir satıcının özellikleri şu şekilde olmalıdır;

Satış süreçlerinde de bu böyle, daha önce onlarca kitap devirerek ulaştığımız bilgilere, şimdilerde bir tık ile ulaşmak mümkün. Özellikle satış konusunda yazılmış hemen hemen tüm içerikleri internette bulabilme imkânı var. Hatta aslına bakarsanız birçok yazar yazılarını internetten yayınlıyor. Satış konusunda yazılmış bin kitap varsa, en az bunun 5 katı kadar internette yazı var. Blogger’lar yani Blog yazarları da bir kitaba sahip olmamalarına karşın, bir kitap çıkartacak kadar bu konuda yazılar yazıyorlar.

- Satışını yapacağı ürün ve/veya hizmet alanında tam ve doğru bilgiye sahip olmak - Bilmediği bir konu varsa hızlıca araştırmak ve eksik bilgisini tamamlamak - Araştırmacı - İnovatif - Çevresinde Sosyal biri ve Sosyal ağlarını profesyonel bir şekilde bilinçli yöneten - Takipçi kitlesine sahip olan - Dışa dönük - Öz güveni yüksek - Toplum önünde konuşmada sıkıntı


çekmeyen - Girişimci - Girişken - Yaratıcı - Yeni fikirler üretebilen - Azimli - Sabırlı - Rakiplerinden farklılaşarak ayrışan - Online her an çözüm sağlayabilir durumda olmak ve problem çözümlerinde Lider olmak Tüm bu özellikleri geliştiren ve Kişisel gelişimine önem veren kişiler, sadece satış mesleğinde başarılı olmazlar, hayatlarının tüm evresinde başarılı olurlar. Çünkü kişisel gelişimine önem veren kişi, karşı tarafı hem bilgisiyle hem de davranışları ile etkiler.

Geriye yalnızca tecrübe kalır ki zaman en büyük destekçinizdir.

Ümit ÜNKER Satış Koçu ve Satış Eğitmeni Beta İnternational Firmasının Satış-Pazarlama Müdürü.

umit@umitunker.com www.umitunker.com


gibi bir şey. Neden insanların orijinal hallerini bozuyoruz? Neden “Doğan görünümlü Şahin”ler yapmaya çalışıyoruz? Şahin, orijinal haliyle de gayet güzel.

İnsanları Değiştirmeye Çalışmak Çocuklar anne babalarını değiştirmek ister Eşler birbirini değiştirmek için uğraşır Patronlar çalışanları, çalışanlar patronlarını değiştirmek ister. Ve bu liste uzayın derinliklerine kadar uzar gider. Herkes birbirini değiştirmek için savaş verirken, gerçekten değiştirmemiz gereken kişiyi unuturuz;

Kendimizi… Neden bir insanı değiştirmek isteriz? Çünkü bizim istediğimiz gibi davranmıyordur. Peki, bizim istediğimiz gibi davranmak zorunda mı? Çocuğunuz sizin istediğiniz gibi olmaya mecbur mu? Ya da eşiniz, yada bir başkası? İnsanları neden değiştirmek istiyoruz? Bu durum, karpuzun genetik yapısını değiştirerek onun patates olmasını istemek

Dünyada bir şeyin orijinalini değiştirmek amacıyla kurulmuş sektörler var. Hemen her ürünün değiştirilmiş, daha doğrusu bozulmuş muadillerini bulabilirsiniz. Son zamanlarda “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” denen bir kavramla tanıştık. Bazı tarımsal ürünlerin genetik yapısının değiştirildiğini duyunca hepimiz korkmaya başladık. Özellikle bebek mamaları gibi ürünlerde bunu duyunca, haklı olarak hepimiz tedirgin olduk bu durumdan. Demek ki bir şeyin orijinalini değiştirmek, bizim pek de istediğimiz bir durum değil.

Ama bunu etrafımızdaki insanlarda, bıkmadan usanmadan deniyoruz. Başının etini yiyoruz değişmiyor. Dövüyoruz, yine aynı. Okunmuş su içiriyoruz, tek bir ilerleme yok. Yemeğine haşlanmış güvercin kanadına batırılmış bal koyuyoruz, ama adam hala aynı adam…

Birilerini değiştirmek için bin tane takla atarken harcadığımız kalorilerin yarısını, o kişiyi anlamak, ona saygı duymak, onu sevmek için kullansak, hem o kişiyi kazanmış olacağız, hem de kış günü haşlayıp bala batırmak için güvercin kanadı bulma zahmetine katlanmamış olacağız. İnsanların GDO’larıyla oynamayın. Çünkü bozarsınız. Hani eskiden, “lütfen televizyonunuzun ayarlarıyla oynamayın” gibi açıklamalar duyardık. Bilirdik ki bu sorun


geçici ve biraz sonra düzelecek. Söz konusu insanlar olunca, anteni ne tarafa çevireceğimizi şaşırıyoruz. Hatta anteni alıp o kişinin kafasında kırıyoruz çoğunlukla. Onun da zor zamanlar geçiriyor olabileceğini, biraz daha anlaşılmaya ihtiyaç duyabileceğini, çok üstüne gitmiş olabileceğimizi düşünmeden, anteni direk kafasına geçiriyoruz. Bir insanı kaybetmenin en kolay yollarından biri, onu bir kalıba sokmaya çalışmaktır. Siz şu ana kadar, birilerini zorla değiştirmeye çalışıp sonra da bunu başaran birisini gördünüz mü? Ekranda, izlediğimiz zaman insanın duygularını mahveden programlarla karşılaşıyoruz. Evi terk edenler, kendi canına kıyanlar vs. birçok drama şahit oluyoruz. Ama bu programlarda biz sadece sonucu görüyoruz. Evet, üzücü bir durum. İnsanlar orada ağlıyorlar, feryat ediyorlar. Bir insan olarak hepimiz buna üzülüyoruz. Ama biz sadece sonucu görüyoruz. İnsanların neden bunları yaptıklarını, o ailede neler yaşandığını bilmiyoruz. Burada genelleme yapmaktan özellikle kaçınıyorum. Son derece sevgi dolu ailelerde de bu gibi durumlarla karşılaşılabiliyor. Ama bu durumların neredeyse tamamında insanlar, sevgisizlikten, eleştiriden, aşağılanmaktan ve değer görmemekten dolayı bütün bunları yaşıyorlar. Baskının olduğu yerde insan duramaz. Baskı, hepimizin kaçıp kurtulmak istediği bir duygudur. Bugün ülkemizde ve dünyada gençlerimizin durumu içler acısı. Bırakın sigara ve alkolü, uyuşturucu kullanma yaşı gün geçtikçe düşüyor.

Bu gençlerin çoğu, ailesinin baskıyla şekillendirmek istediği kişinin tam tersi olmaya çalışıyor. Hatta birçoğu sırf ailesi üzülsün, kahrolsun diye özellikle hayatını mahvediyor. “Siz misiniz bana bunu yapan. Görün şimdi gününüzü” diye kendilerince intikam alıyorlar. Bu dünyada hangimiz değiştirilmek isteriz ki? Ben hayatımı insanların değişime adamış biriyim. Ama ben, değişmek istemeyen birisine mucizeler de göstersem değişmeyeceğini biliyorum. Yıllar önce, herkesi değiştirmek gibi bir amacım vardı. Herkesi zorla değiştirmek istiyordum. Yakalarına yapışıyordum, “Hayatını değiştir, sen bunu hak etmiyorsun” diye adeta çırpınıyordum. Ama sonra insanların, ancak kendileri isterse değişebileceklerini anladım. Siz kendinizi yırtsanız, o kişiyi bacaklarından iple tavana asıp, falakaya yatırarak değişmeye zorlasanız, o kişi istemediği sürece bunu kesinlikle başaramazsınız! Çocuğunuzun kitap okumasını sağlamanın yolu, elinizdeki kitabı onun gözüne sokmak değildir. Komşunuzun çocuğunu örnek vermeniz de işe yaramaz. Yapmanız gereken şey, öncelikle sizin kitap okumanızdır. Sizin kitaplara olan sevginiz ona ilham vermeli. Kitapların size kattıklarını görünce, içinde kitap okuma aşkı doğmalı. Elinizde televizyon kumandasıyla, “Evladım kalk kitap oku. Kitap en iyi arkadaştır” derseniz, hiç de inandırıcı bir öneri olmaz bu. Ben ilkokul dördüncü sınıfa giderken, öğretmenimiz laf arasında, “çocuklar, yerde çamura batmış bir gazete sayfası bile görseniz, alıp okuyun” demişti. Ben bu sözü,


“Sakla samanı, gelir zamanı” örneğindeki gibi ciddiye almıştım. Yolda çamura batmış bir gazete görünce, gerçekten de alıp okuyordum. O söz bende öyle derin izler bıraktı ki, o günden beri kitap okumadığım bir zaman dilimi hatırlamıyorum bile. Bir dönem, çok ucuz kitapların olduğu bir yayınevi vardı yaşadığım şehirde. Kitaplar gerçekten de çok ucuzdu. Ben elime geçen bütün parayla alabildiğim kadar kitap alıyordum. Hiç unutmam bir keresinde, bir el arabası dolusu kitap alıp götürmüştüm eve. Annem beni görünce kovmuştu :)

derslerini alacaklardır. Sizin bu süreci hızlandırma gibi bir şansınız yok. Yürümeyi öğrenmek için düşmemiz gerekir. Doğruları bulmamız için bazen yanlış yapmamız gerekir. Ama bu tür zamanlarda güzellikle değil de zorlamayla birtakım dersler vermeye çalışırsanız, değiştirme ihtimaliniz olan durumları bile değiştiremezsiniz. Siz onu değiştirmek istiyorsunuz ama bakalım o bunun farkında mı? Ya da bunu istiyor mu? Mutsuzluğumuzun en kritik sebeplerinden biri de budur işte! İnsanları zorla değiştirmeye çalışmak.

Sadece öğretmeninim bana söylediği tek bir söz, benim hayatımda neleri başarmama sebep oldu. Öğretmenim beni okumaya zorlasaydı, ya da okumazsam bana zayıf not vereceğini söyleseydi, büyük ihtimalle kitaplardan nefret edecektim. Yine aynı yıl, resim dersimize giren öğretmenim, istediği bir resmi yapamadım diye neredeyse beni komaya sokuyordu. O günden beri, resim dersinden hep nefret etmişimdir. Eğer elinizde sigarayla çocuğunuza “Sakın bu zıkkımı içme” derseniz, sizi zerre kadar ciddiye almayacaktır. “Sen bana bakma, ben efkârdan içiyorum” yanıtını verirseniz eğer, bir gün aynı cevabı siz de ondan alırsınız, “Efkârdan babacım, efkârdan”

İnsanları değiştirmeye çalışmaktan vazgeçin. Onları orijinal halleriyle kabul etmeye çalışın. Hataları olabilir, o hatalardan zaten kendi

Sabah kalktığınız andan itibaren, “Bugün kimi değiştirsem acaba?” diye kendinize sormak yerine, “Bugün hangi yönlerimle insanlara örnek olmalıyım” diye sorun kendinize. Hepimiz yaşayan birer modeliz. İnsanları bizim olmalarını istediğimiz şekilde değişmeye zorlamak yerine, biz öyle bir insan olalım ki, onlar bunu kendiliğinden yapmak istesinler. Zorla yapılan şeyler, kolaylıkla elimizden uçup gidebilir.


Sevgi ve takdirle yapılan şeyler ise en sert fırtınalara, en büyük kasırgalara bile dayanabilir.

“Mutsuz Olmak Günahtır” kitabından yazarın izniyle alınmıştır.

İnsanları değiştirmekten vazgeçin. Çünkü dünyada yeteri kadar “Hormonlu İnsan” var. Hormonlar o güzelim domateslerimizi, biberlerimizi ne hale getirdiler… Çocuklarınızın, eşinizin ya da hayatınızdaki değiştirmek istediğiniz herkesin, o tatsız tuzsuz, ne olduğu belli olmayan, lastik gibi domateslere benzemesini mi istiyorsunuz?

Mustafa ÇAY NLP Master Trainer / Yazar www.mustafacay.com



beyindeki aynı bölgeler aydınlanmıştır. Bu da bilim adamlarının şu soruyu sormasına yol açmıştır: “Öyleyse gören kim? Beyin mi? Yoksa gözler mi?” Peki, gerçek nedir? Beynimizle düşündüğümüz müdür? Yoksa gözlerimizle gördüğümüz mü? Gerçek şu ki, beyin, çevresindeki gördükleriyle hatırladıkları arasındaki farkı bilmez. Çünkü her iki durumda da aynı nöron ağları ateşlenir. İmajinasyonun Gücü “Beyin Gördüğü İle Hayal Ettiği Şey Arasındaki Farkı Bilmez” İmajinasyon; sesleri, görüntüleri, kokuları, tatları ve dokunsal mesajları zihinde canlandırma tekniğidir. Bizler dış dünyayı beş duyu organımızla algılarız. Görürüz, duyarız, koklarız, tadarız ve hissederiz. İnsan doğduğu andan itibaren bu beş duyuya bağımlıdır. Bu nedenle dış dünyayı ancak bu duyular aracılığı ile tanır. Dış dünya hakkında en fazla bilgiyi görme duyumuzla ediniriz. Görme işlemi ise elektrik sinyallerinin göz tarafından yorumlanıp beynimize aktarılmasıdır. Yani görme gözde değil, beyinde olur. Bilimsel deneyler gösterdi ki; bir kişinin beyni, tomografi cihazı ya da bilgisayar teknolojisiyle izlenirken, deneklerden belirli bir nesneye bakmaları istenir. Bu esnada beynin belirli bölümleri aydınlanmaktadır. Deneklerin gözleri kapatılıp bu kez yine aynı nesneyi hayal etmeleri istendiğinde

Yaptığım çalışmalarda, zihinde canlandırma yöntemine sıklıkla yer veririm. Kişi eğer gelecekte yaşayacağı herhangi bir konuda kaygı hissediyorsa, bir nlp tekniği olan “zaman çizgisi” tekniği ile birlikte uygularım. Örneğin, öğrencilerin yaşadığı sınav kaygısı üzerinde oldukça olumlu sonuçlar elde ettik. Zihin boşlukları sevmez. O hiç bir zaman durmaz. Çalışır, çalışır, çalışır… Ya geçmişin pişmanlıklarını ya da geleceğin endişe ve kaygılarını düşünüp durur. Böyle olduğunda an’da kalamaz. Belki de gerçek olmayan, zihinde düşündükçe gerçek olduğuna inandığı bir gerçeklik yaratıverir.

Eğer istediğiniz sonuçları elde ediyorsanız sorun yok. Ama elde ettiğiniz sonuçlar artık işinize yaramıyorsa, yani size rahatlık, mutluluk huzur ya da başarı getirmeyen sonuçlar alıyorsanız bu durumda kontrolü elinize almanın ve zihne bir dur demenin zamanı gelmiş demektir. Zihinsel canlandırma konusunda yapılan başka bir araştırmada, kayakçıların zihinsel prova yaparlarken EMG cihazına bağlanmaları ile test edildi. Kayakçılar zihinsel


olarak yokuş aşağı iniş alıştırmaları yaparlarken, kaslarına giden elektriksel impluslar kayarken yaptıkları dönüş ve atlamalardakilerin aynısıydı. Kayakçılar ister belirli bir hareketi düşünüyor olsunlar isterse de gerçekten yapıyor olsunlar beyin bedene aynı talimatları gönderiyordu. Düşünce, hareket ile aynı zihinsel talimatları yaratıyordu. Hayal kurmaya çok benzeyen bu çalışmayı uygularken tüm duyularınızı kullanmanız çok önemli. İstediğiniz sonucu elde ettiğiniz o anda, çevrenizde ne görüyorsunuz, ne duyuyorsunuz, ne hissediyorsunuz? Uygulamak için en iyi zaman, beyin frekanslarının çok aktif olmadığı sabah hemen uyandıktan sonra ki veya gece uykuya dalmadan önce ki zamanlardır.

"Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir." - Albert Einstein (1879-1955)

Sevgiler,

Banu Bilecen Profesyonel Koç / Eğitmen banu@banubilecen.com www.banubilecen.com


Kıskançlık - I Yeni kurduğumuz sosyal ve duygusal ilişkiler şüphesiz ki mutlu olmamıza neden olan yaşam olayları olarak görülebilmektedir. Özellikle sosyal ve duygusal ilişkilerimizde karşı cinsle olan iletişimimizde, ilişkimizin gücünü ve geleceğini belirleyen en önemli faktörlerden biri olan kıskançlık, ilişkinin gündeminde sürekli kendi varlığını her iki tarafa da hissettirilir. Kıskançlık, kültürden kültüre farklılıklar gösterebilir, Belirtileri dinsel ve kültürel değer yargılarına göre değişebilir. Kıskançlığın oluşumu ve patolojik düzeye çıkması ise tamamen biyolojik, sosyal ve kültürel etkileyici faktörlere dayanır. Yaşamda her insanda mutlaka kıskançlık bulunmaktadır. Örneğin, aile içinde çocuklar sonradan doğan bebeği kıskanır. Gençlerin ve yetişkinlerin dünyasındaki kıskançlıklar, çocuklardaki kıskançlıklara göre daha da farklıdır ve kıskançlığın farklı belirtileri olur. Bu çerçeveden bakıldığında kıskançlık konusu genel anlamıyla sosyoloji, sosyobiyoloji, antropoloji, kültürel antropoloji ve sosyal psikolojinin konuları arasındadır.

Kıskançlık konusunu iki ayrı bölümde değerlendireceğiz. Birinci bölümde kıskançlığın sosyopsikolojisini ve ikinci bölümde ise kıskançlığın patolojisini inceleyeceğiz. Kıskançlığın oluşumu iki ayrı kategoride değerlendirilebilir. Birinci kategorideki oluşum süreci biyolojiktir. Yani içgüdüsel olup kısmen doğuştan gelen biyolojik bir duygudur. İkinci kategorideki kıskançlığın oluşumu ise sosyokültürel ve sosyopolitiktir yani doğuştan gelen kıskançlık duygusunun sonrada sosyal çevreye, kültürel değer yargılarına ve politik sistemlere göre şekillenerek sosyokültürel ve sosyopolitik duygu formunu alır. İkinci kategorideki kıskançlık oluşum ve yapılanması kişinin karakter özelliklerine, aile kültürüne ve medyanın etkilerine göre ya ölçüsünde kalır ya da saplantılı zorlamalı kişilik bozukluğuna ve narsistik kişilik bozukluğuna dönüşebilir. Kıskançlığın biyolojik oluşumu insanlarda ve hatta hayvanlarda da görülebilir. Hayvanlardaki kıskançlık tamamen içgüdüseldir ve sahip olma sezgisi ağır basar, sosyokültürel ve sosyopolitik boyutları olmaz. İnsanlardaki kıskançlık ise hem biyolojiktir hem de sosyaldir. Biyolojik boyutu içgüdüsel, sosyal boyutu ise cinsel kimlik ve sosyal rol faktörleriyle ilgilidir. Sosyopolitik boyutu ise medyanın dayattığı model duygusal ilişkiler ve iletişim formları ile ilgilidir. Bu makalemizde ise kıskançlığın özellikle biyolojik, biopsikolojik, sosyopsikolojik ve kültürel boyutlarını mercek altına alıp analiz edeceğiz. İnsanlar arası iletişimlerde ve ilişkilerde kıskançlık karşı cinse odaklanabileceği gibi


eşyalara sahip olma duygusuna ve diğer insanların yaşamlarındaki başarılara ve sevinçlere de odaklanabilir. Bu çerçeveden bakıldığında kıskançlık, kişinin kendisinin ait olmadığı sevinç, başarı ve mutluluk gibi duyguların başkalarında görülmesi halinde mutsuzluk yaratmasına, kin ve nefret duygularının ön plana çıkması şeklinde de kendini gösterebilir. Örneğin, kendi yaşamında kendisine özgü yeni olmayan birisi, başka birinin başarısını kıskanır, Kıskandığı kişinin yerinde olamadığı için o kişinin sevinçleri ve başarıları kıskanan kişinin bilinçaltında sürekli rahatsızlık yaratır. Bu örnekteki en önemli süreç ise kıskanan kişinin kendisi ile iletişim kurmaması ve kıskandığı kişideki başarı yeteneğinin kendisine ait olmamasıdır.

rol, ait olmak ve sahip olmak duygularını kapsar.

Bu yönüyle kıskançlık yani özel mülke sahip olmak veya olamama duygusu nedeniyle tamamen sosyopolitik forma dönüşür. Kıskançlık çocukluk döneminde erkek çocuğun annesini babasından kıskanması, kız çocuğunun ise babasını annesinden kıskanması ve yine kız çocuğunun anneyi, baba ile olan duygusal bağında bir engel olarak algılaması, anne ve babası ya da büyükleri tarafından alınan oyuncaklarının sadece kendisine ait olması duygusu, paylaşmanın çocuklara öğretilmemesi ile başlar.

Duygusal İlişkilerde ve evliliklerde kıskançlık sevmek ve sevilmek ile doğrudan orantılıdır. Evlilikte veya duygusal ilişkide kadını sevmek kıskançlığın ‘sahip olmak’ ve yine aynı evlilikte veya duygusal ilişkide erkek tarafından sevildiğini hissetmek ise kıskançlığın ‘ait olmak’ duygusunu gösterir. Her iki ilişki formunda ‘sevmek’ ve ‘sevilmek’ normal ölçüler çerçevesinde kaldığında kıskançlık ilişkiye pozitif etki yaparak her iki karşıt cinsin birbirlerine olan sevgisi, dürüstlüğü ve içtenliği saygı temelleri üzerinde daha fazla gelişir. Bu süreç de asıl gelişen karşılıklı saygı, güven ve paylaşım sonunda ortak değerlerin üretilmesidir. Kıskançlık bu koşullarda ilişkiyi geliştiren ve tarafların birbirleri üzerinde empati kurmalarını teşvik eder.

Paylaşma ve kıskançlık ise duygusal ilişkilerde kadın ve erkek arasında sürekli çatışmalara neden olur. Duygusal ilişkilerdeki paylaşım eşyaların paylaşılması değildir. İlişkilerdeki paylaşım, İnsanların sosyal anlamda değerlerinin, yakınlık derecelerinin ve kişisel alanlara giriş ölçülerinin belirlenmesini, cinsel

İkili duygusal ilişkilerde cinsel kimlik, kıskançlığın biyolojik yönünü belirleyerek kıskançlığın sahip olma boyutunu ön plana çıkartır. Sosyal rol, evli veya sevgilisi olan bir erkeğin sosyal ilişkilerdeki diğer insanlarla olan iletişim mesafesi, ölçüsünü ve eşinin /sevgilisinin iletişimde bulunduğu diğer insanlarla olan farkını ortaya koyarak kıskançlığın sosyal yönünü belirler. Evlilik yaşamında ve duygusal ilişkilerde ise kıskançlık sosyal boyutunu kaybedip tamamen biyolojik yönünde odaklanırsa bu sefer bio psikolojik aşama üzerinden patolojik düzeye çıkar ve evliliğin veya duygusal ilişkinin yıkılmasında temel bir faktör olur.

Kıskançlık, evlilik de ve duygusal ilişkilerde biyolojik boyut da kalıp çevrenin ve kültürün


etkisinde şekillenirse tamamen yıkıcı bir forma dönüşür. Yıkıcılıkta kıskançlığın ‘sevmek’ boyutu ortadan kalkar ve ‘kronik düzeyde sevilme’ boyutu ön plana çıkar ve ait olma duygusu patolojikleşir. Kıskançlığın biyolojik boyutu yine kişinin kendi müdahale edilememiş, tedavisi yarım kalmış geçmiş travmaları ile birleştiğinde biopsikolojik özellik kazanır. Örneğin birey, aile çevresinin, sosyal çevrenin, kültürel ve dinsel değer yargılarının etkisi altında kalmadan sevdiği bir kadını kaybetme kaygısına, sevdiği kadının sevgisinin azaldığına, eşinin veya sevgilisinin dürüst davranmadığı kaygısına sahipse ilişkide ya da evlilikte kıskançlıktan bahsedilebilir ve bu çerçevede kıskançlığın tanımı yapılabilir. Kıskançlık tamamen ‘sahip olma (sevmek)’ ve ‘ait olmak (sevilmek)’ duygularının kaybedilmesine dayanır. İlişkilerdeki kıskançlıkta her iki tarafın birbirlerinden beklentileri, ilişkinin kısa (örneğin fiziksel anlamda sevilen erkek veya kadının çevresini tanımak) orta (örneğin sevilen erkeğin veya kadının değerlerini benimsemek) ve uzun (örneğin aile kurumunu kalıcılaştırmak ve çocuk sahibi olmak) vadedeki hedeflerin olması kıskançlığın yönünü belirler. Hedeflerin belirlenmesi ve hayata geçirilmesi ise kıskançlığın pozitif yönde ilişkiye etki etmesini sağlar.

İlişkilerdeki hedeflerin varlığı her iki taraf da kıskançlığın belli bir ölçüde kalmasını sağlar. Ancak hedeflerin etki boyutu tarafların kendi iç dünyalarının, dış dünya ile olan dengelerinin de ölçülü olmasına bağlıdır. Eğer ilişkide kadın kendi geçmişinin sürekli baskısı altındaysa bu çatışma mutlaka kaygı, gerçek dışı inançlar ve özgüven yetersizliği şeklinde ilişkide karşı cinse yansıyacaktır. Taraflardan birinin kendi bilinçaltı çatışmaları karsı cins tarafından da yanlış algılanmaya sanki ‘’artık beni sevmiyor, nerde hata yaptım, nasıl ve neden böyle oldu’ gibisinden kaygılar içeren sorulara da neden olur. Dolayısıyla kıskançlık bu sefer erkek de yanılgılı bir şekilde ortaya çıkar. Böyle koşullardaki kıskançlığın negatif etkileri aslında erkek de oluşan etkiler olmayıp kadının kendi bilinçaltı çatışmalarının bir ürünü olarak erkeğe yansır. Özellikle geleneksel ailelerde ve duygusal ilişkilerdeki yanılgılı kıskançlığın çözümü için aile kurumundaki kadın ve/veya erkek kendi büyüklerine danışırlar, yakın arkadaşlarından veya bir profesyonelden tedavi amaçlı yardım istemeye başlarlar.

Çetin Alkan, BSc, BA Terapist ve Araştirmacı Email: cetinalkan@hotmail.com

Dünyanın ne olmasını istersen, önce kendin örnek olman gerekir. Felsefenin doğruluğunu ateş testinden geçerek kendi örneğin ile kanıtlamak zorundasın. Onun hakkında tartışmalar yaparak devam edemezsin. İddialarda bulunmanın ve mantığın bir faydası olmayacak; sadece senin kendi tecrüben diğerlerine sevgiyi, sessizliği, dindarlığı tattıracaktır.

Osho - Sevgi Bir Kuzu Postu Değildir


geçer. Dünyanın tüm kâşifleri, keşif ve icraatlarını hep kitaplardan derlemişlerdir. Örneğin telefonu bulan Graham Bell, telefon cihazı ilhamını Alman Fen Bilgini Helmholtz’in ses üzerine yazdığı bir eserden aldı. Bir başka örnek verecek olursak; Uçağı bulan Wright Kardesler onların da bu buluşlarının kaynağı yine bir kitaptır.

Hayatımıza Yön Verirken Öğrenmenin Zevki

Henry Ford, otomobil yapma düşüncesini bir tarım dergisinde yayınlanan bir makaleden almıştır.

Kısa bir öykü ile başlamak istiyorum yazıma:

Ve daha niceleri... Tarihin en ünlü filozoflarından biri olan Sokrates (MÖ. 470-MÖ.399), Atina kanunlarına göre yargılanıp ölüme mahkûm edildi. Sokrates’i son kez görmeye gelen öğrencilerinden birinin elinde bir saz gördü. Sazın nasıl çalınacağını öğrenmek istediğinde öğrencisi hayretle: Üstadım! Ama nasıl olur? Az sonra zehri içeceksiniz, çalmaya vaktiniz olmayacak ve bir zevk duymayacaksınız dedi.

Sokrates, ölmeden önce son dersini verdi: Evladım! Asıl zevk çalmakta değil, çalmayı öğrenmektedir…“

Okuyun ve öğrenin. Okumaya ve öğrenmeye ayırdığımız zaman daima bize karşılığını fazlasıyla verir. Yapacağımız iş ne kadar çoksa, okumak ve öğrenmek için ayıracağımız zaman da o denli çok olmalıdır. İş hayatımızda; stresli, mutsuz, düzensiz ve fikirlerimiz olmadan (düşüncesizce) çalışmak kadar zararlı bir şey yoktur kanımca. Çağımız dünyası yeni ve özgün düşünce ve yorumlarla dolu ve bu yenilikleri öğrenmenin en kolay yolu da okumaktır. Hiç birimiz yeni, özgün ve mükemmel bilgilere gereksinim duymayacak kadar donanıma sahip değiliz. Hepimizin daima öğrenmeye ihtiyacı var.

Öğrenmek! Evet, hayatın tüm zorluklarına karşı ancak öğrenmekle savunma gücünü elde edebiliriz. Öğrenmek yaşam mücadelesinde bizim kalkanımızdır. Öğrenmenin en pratik yolu ise okumaktan

Ünlü Filozof William James demiş ki: "Zihin ne kadar çalışırsa, o oranda verimi artar." Psikiyatride de derler ki: Ruhsal bozukluklar, her zaman kaygılanmaktan, aşırı heyecandan ve çalışmaya duyulan isteksizlikten doğarmış. Kaygı yani korkular ise her zaman


bilinmeyene karşıdır. Bilmek için öğrenmek, öğrenmek için de okumak gerek. İnsan beyninde 5 milyar hücre vardır. Bu hücrelerin ne yazık ki çok azını kullanabiliyoruz. Kullanılmayan hücreler sayısı kadar daha çok çalışmamız gerekmektedir. Öyleyse beyin hücrelerimizden neden yararlanmıyoruz? Her şeyi bilmemiz imkânsız. Bu nedenle bildiklerimizi, bizim dışımızdakilerin bilgileriyle birleştirerek gittikçe artan bilgi gücümüzle sorunlarımızı çözmeye, zorluklarla mücadele etmeye çalışmalıyız. Ve unutmamamız gereken bir şey daha var ki: Her konuda kesin olmak, sanmaktan iyidir. "Her şeyi ben bilirim" iddiasında olmak da kötüdür. "Hatalarda ısrar etmek kötü, ama düzeltmek ve öğrenmek istemek iyidir."

deneyimlemek için zaman geçirelim. Önümüzde çözüme kavuşmuş cevaplar dururken ve bunları okuyarak öğrenebilmek varken bunları tekrar bulmaya çalışmak niye. Aklı başında hiç bir insan karşısında hazır cevapları duran meseleleri tekrar yeni bastan çözmeye kalkışmaz. Amacımıza ulaşmak ve başarılı olmak istiyorsak, öğrenmeyi hiç bir zaman terk etmeyelim ve öğrenmekten usanmayalım. Sabırla karşılığını mutlaka başarı olarak alırız. Yine bir yerlerde okuduğum bir sözle bu ay ki yazıma son vermek istiyorum: "Hayatta birçok karanlık yollar vardır ve herkes bu yollardan geçmeye mecburdur. Elinizde yolunuzu aydınlatacak bir ışığımız olmayabilir. Karanlıkta zorlukla yürümektense, başkalarının yaktığını tecrübe meselelerinden yararlanarak yürümek, hem daha kolay, hem de kazançlıdır.“ Işığınız bol olsun.

Bazıları der ki en iyi yöntem deneme /yanılma yöntemidir. Oysaki SADECE kendi tecrübelerimizi, öğrenmek için en iyi çözüm olarak görürsek yanılgıya düşeriz. Böyle bir kural koyarsak kendimize, birçok zaman kaybettirir. Neden başkalarının bizden önce nesiller boyu çalışıp binlerce yıl dünyamız içinde yaşadığımız duruma gelmişken biz onların birikiminden yararlanmak yerine onları yok sayarak, kendimiz tekrar İnsanlar çoğu zaman hayatlarını tersten yaşamaya çalışır. İstedikleri şeyi daha çok yapabilmek için daha çok eşyaya ya da paraya sahip olmaya çalışırlar, böylece daha mutlu olacaklardır. Gerçekte işler tam tersine yürür.

Hatice Köksal DERİ Halkla İlişkiler Uzmanı ve Sağlıklı Beslenme Danışmanı İlk önce aslında kimseniz o olmalısınız, sonra istediğiniz şeye sahip olmanız için yapmanız gereken neyse onu yaparsınız. Margaret Young



olduğunuz şimdidir. Yaşam ise işte bu birbiri peşi sıra geçen şimdilerin toplamından ibarettir. Şimdiyi anlamayan hayatı anlayamaz. Anlaşılmayan hayat neye yarar ki?

Hayat Şimdidir! İnsanlar ya mutlu olduğu geçmişi özlemekte ya da mutlu olacağı geleceği beklemektedir. Bu özlem ve bekleyiş sonunda şimdideki yaşantıları, geçmiş ve geleceğin hâkimiyeti altında geçip gitmektedir. Oysa ne geçmiş ne de gelecek bizim kontrolümüzde değildir. Geçmiş geçip gittiği gibi, gelecek de gelmeyebilir. Sahip olduğumuz sadece şimdidir. Yaşam ise nefes alabildiğiniz şimdi de gerçekleşir. Yaşamak şimdidir. Hayatın nabzı şimdi de atmaktadır. Şimdi, hayatın altın saniyelerinin ışıltılarıdır. Pascal: “Bize ait olmayan zamanlar üzerinde kafa yoruyor, bize ait olan biricik zamanı ise asla düşünmüyoruz. Olmayan zamanların rüyasını kurarken elimizdeki biricik zaman körü körüne uçup gidiyor.” diyor. İşte o biricik zaman şimdidir. Şimdi daima en iyi zamandır. Hatta zaman denilen mevhumdan bağımsızdır. Onu saniye veya salise ile ölçmeye çalışmak anlamsızdır. Zihnin sakin olması ve huzurun sizinle olması büyük ölçüde, şimdiyi ne kadar yaşayabildiğinize bağlıdır. Çünkü önemli olan sizin var olduğunuz, içinde bulunduğunuz ve sahip

Geçmişe saplanmadan şimdiyi yaşayanlar geleceği kazananlardır. Fakat şimdiyi yaşamak derken kastedilen, geçmişi tamamen unutmak, inkâr etmek ya da görmezden gelmek değildir. Hesabını vereceği bir geleceği düşünmeden anlık zevklerin ardında vur patlasın çal oynasın demek de değildir. Hele ahiret düşüncesini baltalamak asla değildir. Öyle ki geçmişin hatalarını silmek, geleceğin daha güzel olmasını sağlamak ancak şimdiyi yaşamakla mümkündür. Şimdiyi hakkıyla yaşayanların geleceği daha güzel olabileceği gibi, geçmişteki acıları da hafifleyecektir. Karen Salmansohn ne güzel söyler ; ‘’ Üzgün olmak istiyorsanız geçmişte yaşayın. Endişeli olmak istiyorsanız gelecekte yaşayın. Huzurlu olmak istiyorsanız şimdi’de yaşayın !’’ Şimdiyi yaşamak hayattan tat almasını ve onu yaşamasını bilmektir. Zaman kırıntılarına anlam yüklemektir. Yaşanan anın hakkını vermektir. Şimdi yapılan ne varsa son kez yapıyormuş gibi haz alarak yapmaktır. Elindeki çiçeği solacağını düşünmeden, vazoya bir koyayım sonra koklarım yanılgısına düşmeden şimdiden doyasıya koklamaktır. Nefesi aldım ama verebilecek miyim acaba kaygısına düşmeyerek havayı ciğerlerinde doyasıya hissetmektir. ‘’Kaplanların kovaladığı bir zen ustası, bir uçurumun kenarına kadar gelir. Kaplanlar hemen arkasındadır ve yetişmek üzerelerdir. Usta uçurumun kenarından aşağıya sarkan bir sarmaşık görür ve hemen ona tutunarak aşağı sarkar. Fakat


aşağıda da başka bir kaplan olduğunu fark eder. Tutunduğu sarmaşığın kökünü de iki kır faresi kemirmektedir. Usta o esnada çok güzel, kıpkırmızı bir dağ çileği görür. Uzanarak onu alır ve yer. Hayatında yediği en güzel ve lezzetli çilek olduğunu düşünür. Zen ustası en tehlikeli ve ölümcül anda bile şimdiyi yaşamaktadır. O ana yoğunlaştığı için o ana ait her şeyi fark edebilmiştir. Hayat, bize sürekli kaplan görünümünde olaylar, çilek tadında başarı fırsatlar ve mutluluklar gönderir. Şimdiyi yaşayan insanlar, bu çilek tadında mutluluklarla başarıya yürürken diğerleri kaplanlar için endişe ederler. Bizim için en zor anlarda, koşullarda dahi o anda neyin doğru, iyi ve güzel olduğuna yoğunlaşmalıyız. Böylece şimdiyi yaşama gücümüzü artırabiliriz.’’

Sözlerin efendisi ‘’ Akşama erdin mi sabahı bekleme yapacağını yap, azami şekilde değerlendir. Sabaha erdin mi akşamı bekleme, yapacağını yaparak azami şekilde değerlendir ‘’ diyerek şimdide yaşamayı öğütler. Bu öğüdün ardından gidenler, hayat şimdidir diyerek tarihe adını kazıyanlardır.’’ Onlar at sırtında bir yerden bir yere giderken dahi birkaç tanene dil öğrenenlerdir. Bizim tarihimiz değimlidir ki; katı yiyecekleri çiğnemek zaman alıyor diye bütün ömürleri boyunca sıvı yiyecekler, çorbalarla hayatlarını geçirmişler. Ekmeği ayrı, çorbayı ayrı aldıklarında, ekmeği çiğnemek gerektirdiği için ekmeği adeta suyun içerisine, çorbanın içerisine atıp ikisini beraberce kolay yutup zaman kazanmışlardır. Gözlerine tuz sürenler, kışın karları top ederek sırtlarına koyup, karlar eriyip sırtından aşağıya doğru aktığında uyanık kalmayı sağlayan ilim adamları bugün adlarını tarihe yazdıran insanlardır.’’(1) Onlar

şimdinin değerinin farkına varmış, hayatı şimdilerde yaşamış ve geleceği kazanmışlardır. Şimdiyi yaşayarak olumsuzlukların gölgesinden kurtulmuşlardır. Gelecekte karşılaşacaklarınız da büyük oranda şimdi de yapılanlarla şekillenecektir. Çünkü geçmiş zaman şimdinin atası, gelecek zaman ise çocuğudur. Şimdinin değerini anlamayanlar gelecekte “bir günün” bugünden daha iyi olacağına inanmışlardır. Oysaki bu düşünce o kadar kısırdır ki, o “bir gün” bir türlü gelmez. . Zevkleri, öncelikleri ve mutlulukları hep ileri bir tarihe ertelerler. Sürekli erteledikleri ile hayatı ıskalarlar. Hayatını, sanki gelecekte kullanacağı bir elbisenin provasıymış gibi yaşarlar. Oysa kimsenin yarın burada olacağının garantisi yoktur. Sözlerin efendisi ne güzel söyler ;‘’ yarıncılar helak oldu ‘’ Şimdiyi yaşayanlar, gerçekten yaşadım diyenlerdir. Ancak hayatın kısalığını ve değerini fark edenler şimdide yaşayabilir. Şimdiyi, bir daha yaşanmayacak ve son an olacağını düşünerek yaşamak, hayatı daha anlamlı, daha coşkulu ve daha verimli kullanmayı sağlar. Şimdiyi yaşamayanlar ise kendilerini hayattan mahrum ederler. İnsanoğlu şimdiden daha iyi bir zamana sahip değildir. Bu yüzden en doğru yaşam, saniyelerin nabzını tutarak şimdide yaşamaktır. O halde haydi boş durmayın, çünkü bütün boş vakitler, baştanbaşa şimdilerle doludur. 1 ) Niyazi Fırat Eres / www.gencgelisim.com Aydın UZKAN


Her insan farklı bir biçimde kendini dışa vurur. Ancak yöneticiler için en “hassas” olunması gerekenler; “ben yıldızım” edasında olanlardır. Çoğunlukla o aşamaya gelenler, artık “iflah olmaz” sınırını çoktan geçmişlerdir ve yapılacak pek bir şey de yoktur aslında…

Yıldız Doğulmaz… Olunur! “Benim çocuğum ne kadar da akıllı” ya da “Şu basit şeyi bile yapamadın”… Çocuklukta bu tür cümlelerle muhatap olmuşuzdur ya da biz çocuklarımızı muhatap etmişizdir. Masum… Sıradan görünen… Düşünülmeden, rahatlıkla kullanılan… Geleceği şekillendiren, geleceği belirleyen, aslında bu masum cümlelerdir. Özellikle gelişme dönemlerinde kullanılan her bir kelimenin, kişilerin gelişiminde olumlu/olumsuz etkileri çok bellidir. Bunun sonuçlarının en açık şekilde görüldüğü yer de çalışma dünyasıdır. Burası “lafın az, eylemin çok” olduğu gerçek bir dünyadır. Çalışanlar, bir anlamda burada “geçmişlerinin bir aynası” olarak yer alırlar. Gelişim süreçlerini bir aynaya dönüşmüş bedenlerinde gösterirler…

Bunları bana düşündüren, İstanbul’da “12 yıldız doğuyor” adlı bir toplantıya, konuşmacı olarak davet edilmem oldu.

Böyle bir başlık başlangıçta yukarıda yazdıklarımı düşündürmedi desem yalan olur. Ancak toplantının çağrı metninde, bu çalışmanın bir “çıraklık projesi” olduğu ifadesini görünce düşüncelerim değişti. Evet… “iş hayatında çıraklık yaşamadan “yıldız” olmak mümkün değil. Kimse “yıldız” olarak doğmuyor. O yüzdendir ki, kişi belli bir bilince ulaştıktan sonra; “Bu hayatta kimse özel değil. İnsanı özel kılan çabasıdır.”, düşüncesini benimsediğinde, her insan için geçerli olan “yıldız” olma ihtimali vardır. Çalışarak, sabrederek ve en önemlisi, yapılan işe saygı gösterilerek yıldız olunuyor. Bunun dışındaki her şey “hoş, ama boş bir yalan”dır…

Mehmet Semih SÖYLEMEZ AGT A.Ş.’nin yönetim kurulu üyesi & CEO / Yazar


üzere çevrelerine olan saygıdandır. Kararlılık özellikleri hat safhadadır. Özgüvenleri yüksektir.

Mizah duygular gelişmiştir. Sağduyu sahibi insanlardır. Sorun değil çözüm odaklı kişiliklerdir. Başarılı İnsan Modelleri

Üreticidirler. Kıvrak zekâları gelişmiştir.

Başarılı insan deyince herkesin başarmak istediği yön üzerinde yoğunlaşan bir tanımı vardır kendince. Zekidir, dürüsttür, hırslıdır, zengindir vb şeklinde uzatabiliriz bu listeyi. Bu insanlar geçen ki yazımda da bahsettiğim gibi yılmadan istedikleri hedefleri gerçekleştiren kişilerdir. Ve diğer insanlardan bu yönleriyle ayrılırlar. Bu bireylerin belli bir profili ve ilerledikleri çizgi mevcuttur. Peki, nedir bunlar? ya da karşı da ki kişinin gerçekten başarılı kişi profilinde biri mi olduğunu nasıl anlarız? İsterseniz bunlar üzerinden biraz bahsedelim.

Ruh hallerinin değişkenliği çalışmalarına engel olmaz. Genel kültür seviyeleri yüksektir.

İlgili oldukları alanda sürekli uzmanlaşırlar.

Başarılı kişiler kendileriyle barışık kendilerini kabul eden kişilerdir. Ne geçmişi ne geleceği bulundukları anı yaşarlar. Dikkat ve gözlem yetenekleri gelişmiştir. Sürekli kendilerini güncellerler. Olaylar karşısında soğukkanlılıklarını korurlar. Olumsuzluklara mümkün olduğunca yer vermezler.

Zamanı planlı ve tasarruflu kullanırlar.

Bakımlı ve şıktırlar. Bu başta kendileri olmak

İlgilendikleri işi severek yaparlar.


Öğüt verip teoriyi yaşamazlar realiteyi yaşarlar.

ettiğimiz kişilerin bazı özelliklerinden bahsetmiş olduk.

Değişime açık ve enerjiktirler.

Hepinizin bu özelliklere sahip olmanız dileğiyle…

Üstün zekâlı olmak zorunda değildirler; ama her zaman potansiyelleri maksimum düzeye taşımanın bir yolunu bulurlar. Başkaları başarıyı hayal ederken onlar ulaşmak için bilinçli ve metodik olarak kendi başarılarını yaratmaya çalışırlar. Hamide ŞİMŞEK Evet görüldüğü üzere başarılı insan diye tabir


Gördüğüm manzaranın çok hoşuma gitmesinin yanında beni düşündürdüğü de bir gerçek. Kendi adıma da pek çok özeleştirim oldu. Lütfen sizler de düşününüz. Önümüze engel diye saydığımız hangi gerçek aşılmaz değil?

Bırak Engelleri Düşünmeyi Hayattaki serüvenimizde her şey güllük gülistanlık gitmiyor. Önümüze engeller çıkıyor ve mücadelemizi sürdürmemiz gerekiyor. Mutlu sona ulaşmak istiyorsak da zaten bunun böyle olması gerekir. Diğer yandan kendimizin de düştüğü ya da çevremizdekilerin düştüğünü gördüğümüz öğrenilmiş çaresizlik kuyusu var. Engellerimizi aşamayacağımızı düşünürüz. Oysa o aşılmaz engeller zihnimizdedir. Kimimiz parasızlığa kimimiz işsizliğe kimimiz de başka başka nedenlere bağlar. Maalesef bu bağladığımız sebepler tümüyle bizlerin zihnimizde oluşturduğumuz Everest’ler. Doruğa çıkacak olanlar da yine bizlerin kendi elbette. Bu yazıyı beni yazmaya iten sebep çok uzak bir zamanda gerçekleşmedi. 12.04.2013 tarihinde yaşadığım şehirde sahilde gezerken konuşma yetisi olmayan kardeşlerimde gördüğüm bir manzara çok düşündürdü beni. Aralarında işaret diliyle şakalaşıp eğleniyorlardı. Onlar iletişim kurmak gibi büyük bir engellerini aşmış ve bunun üzerine espriler de yapabiliyorlardı.

Anlatmaya kalksak pek çok başarı hikâyesi çıkar karşımıza. Şaşarız hangi zorlukları aşıp geldiklerine. Ama onlara şaşarken kendi hayatımızın onlardan çok da farklı olmadığı gerçeğini atlarız. Bizler de azı zorluklar yaşıyoruzdur. Belki imkânlarımız o şaştığımız hayatlardan daha iyidir. Ancak zihinlerimize “Ne yapsam olmuyor, aşamıyorum!” sözünü kazıdığımız sürece de başaramayacağız. Sizlere küçük bir sahil şehrinden dört yıla yakın bir süredir tüm ülkede binlerce kişiye ulaşan bir Türkçe Öğretmeni olarak sesleniyorum: “Engelleri düşünmeyiniz, o engelleri hangi yolla çözeceğinizi düşününüz. Zira çözümün parçasıysanız başarının bir ucundan tutmuşsunuz demektir.”

Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu www.omerarslan.net


Cemil Topuzlu (18 Mart 1866 - 25 Ocak 1958) Türkiye'de modern cerrahinin kurucusu hekim, yönetici ve İstanbul eski Belediye Başkanı. Üsküdar, Salacak Mahallesi'nde dünyaya gelmiştir. Babası İskeçeli, Topuzlu oğullarından Yusuf Ziya Paşa'dır. Annesi Siruzi-zade Kazasker Hacı Tahir Efendi'nin kızıdır ve genç yaşta veremden ölmüştür. Üsküdar'da Paşakapısı Askeri Rüştiyesi'nde, bir süre Mekteb-i Sultani'de ve sonrasında babasının Şam'a memuriyeti nedeniyle Şam Askeri Rüştiyesi'nde okumuş, 1880 yılında mezun olmuştur. 1882'de Kuleli'deki Mektebi Tıbbiye-i Askeriye İdadisi'ni, 1886'da ise Gülhane'dekiMekteb-i Tıbbiye-i Şahane'yi (Mekteb-i Tıbbıye-i Askeriye) bitirdi ve yirmi yaşında yüzbaşı rütbesiyle doktorluk diploması aldı. Diploma numarası 1101'dir. 15 Eylül 1887'de cerrahi uzmanlığı için Fransa'ya (Paris) gönderildi. Üç yıl Paris'te St. Louis Hastanesi'nde asistan olarak çalıştı. 1890'da İstanbul'a döndü ve Haydarpaşa Askeri Hastanesi'nin Hariciye bölümü şefliğine atandı. Ertesi yıl Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de müderris yardımcısı olarak ders vermeye başladı. Gene 1891 yılında Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin kızı Ayşe Aliye ile evlendi*1+. 1894'te de müderris oldu. Zeynep Kamil Hastanesi'ni yeniden düzenledi ve ilk özel hastane olarak hizmete açtı. Şişli

Etfal Hastanesi'nde çalıştı, II. Abdülhamid'in saray cerrahlığını yaptı. 1905'te II. Abdülhamid tarafından rütbesi müşirliğe yükseltildi. 1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilanından sonra 1909’da çıkarılan Tasfiye-i Rüteb kanunuyla rütbesi miralaylığa indirilince askerlikten ayrıldı. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'nin birleştirilerek 190910'da Tıp Fakültesi adı altında öğretime geçmesini sağladı; kendisi de bu fakültenin başına getirildi. Rumeli yakasına taşınmasına karşı çıkarak görevinden ayrıldı. 1912'de İstanbul şehremini (belediye başkanı) seçildi. I. Dünya Savaşı yıllarını Cenevre'de geçirdi. İstanbul'a döndükten sonra Mayıs 1919'da ikinci kez İstanbul şehremini seçildi. Ertesi yıl görevinden ayrıldıktan sonra bir süre Damat Ferid Paşa kabinesinde Nafia Nazırı oldu. Daha sonra hakkında kovuşturma açılacağını öğrenince Fransa'ya gitti. 1924'te Türkiye'ye döndükten sonra resmi görev almadı ve yalnız mesleğiyle ilgili çalışmalar yaptı. Vefat ettiği yıl olan 1958'de, adı Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'na verildi. Eserleri: Seririyat-ı Cerrahiye (1895); Cerrahî Poliklinik Sutures de plaies arterielles (1897); Atardamar Yaralarında Dikiş Memoires et observations medicales (1905); Anılar ve Tıbbî Gözlemler 32 Sene Evvelki, Bugünkü, Yarınki İstanbul (1944) 80 Yıllık Hatıralarım (1951) Kaynak: Wikipedia


Bu derginin yayınlanmasında emeği geçen ve vakit ayırarak okuyan herkese teşekkür ederim. Unutmayınız bilgi paylaştıkça çoğalır. Bizler sizlere aracıyız, sizler de sevdiklerinize aracı olabilirsiniz. Ömer ARSLAN Kişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu


Kişisel Gelişim Dergisi Nisan 2013 – Sayı: 20

Dergi Tasarım: Ömer ARSLAN Kapak Tasarım: Özlem ÖZTULUM Dergi Koordinatör: Özlem ÖZTULUM

Yazarlar: Özlem ÖZTULUM Taner ÖZDEŞ Mustafa Çay Ümit ÜNKER Sezen ÇELEBİ Çetin ALKAN Banu BİLECEN Hatice Köksal DERİ Mehmet Semih SÖYLEMEZ Aydın UZKAN Hamide ŞİMŞEK Ömer ARSLAN

İletişim: www.facebook.com/kgelisimim www.kisiselgelisimim.com www.twitter.com/kgelisimim

Elektronik Posta: gelisimim@gmail.com



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.