sfinancemagazine

Page 1

CMS CEO’su Ünal Kocaman ile sektör ve kişisel kariyer öyküsü üzerine dopdolu bir söyleşi gerçekleştirdik

Oyak Yatırım İzmir Şube Müdürü Mehmet Akhalil ile önemi her geçen gün artan İMKB’ yi masaya yatırdık

İzmir Ekonomi Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Finansman bölüm başkanı Cengiz Erol engin tecrübesi ile bizlere ışık tutuyor.

İzmir Ekonomi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Fehmi Baklacı sıcak gündemin popüler terimi olan ideal kur oranı hakkında düşüncelerini paylaştı.

Student Finance Öğrencilerin Finans Merkezi

İzmir Ekonomi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ufuk Tutan sıradışı kariyer sürecini bizlere anlattı.

www.sfinance.org


www.sfinance.org


Değerli okurlarımız,

İkinci sayımızın ilk yazısında, sizlere kısaca “SFINANCE”'in kuruluş hikâyesinden bahsedelim.2011 yılı Mayıs ayında “SFINANCE” henüz adı konulmamış, küçük bir fikirden ibaretti. Araya giren yaz döneminin ardından, tekrar bir araya gelip bu fikri masaya yatırdık. Önümüzde zorlu bir süreç vardı ve bu süreçte vaktimizin büyük bir kısmını bu oluşumu gerçekleştirmek adına kullandık. Uzun süren görüşmelerimiz sonucunda, birlikte yeni deneyimler kazandık ve yakın arkadaşlarımızın desteğiyle 20.11.2011 tarihinde SFINANCE'i kurduk. Peki, SFINANCE nedir? Nasıl bir oluşumdur? Şimdi sizlere biraz da bunlardan bahsedelim. SFINANCE‟i kurduk; çünkü Türkiye‟de finansa ilgi duyan öğrenciler arasında iletişimin ve üretimin eksik olduğunu fark ettik. Aynı zamanda paylaşımları için yeterli alanın sağlanmamış olduğunu düşündük ve kendilerini geliştirip, kanıtlayabilecekleri uygun ortamı sağlamak istedik. Bu yüzden öğrenciler tarafından hazırlanıp, finansa ilgi duyan insanlara hitap edebilecek ve öğrenciler arasında köprüler kurarak bilgi akışını sağlayabilecek bir dergi oluşturmaya karar verdik. SFINANCE'in en önemli özelliği öğrenciler tarafından kurulmuş olup, yine öğrenciler tarafından hazırlanması. Hayat sadece derslerden ibaret değil, insanlar hayatları boyunca öğrendiklerini yorumlayabilmeli, uygulayabilmeli ve en önemlisi de çeşitli oluşumların içinde bulunup kendini geliştirebilmelidir. SFINANCE için herkesin dergisi diyebiliriz; çünkü isteyen herkesin, hem yazılarıyla hem de görüşleriyle katkıda bulunabileceği bir oluşum gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Türkiye‟de finansa ilgi duyan ve bende varım diyebilen herkesi, bu derginin çatısı altında birleştirmek umuduyla, nice sayılarda görüşmek dileğiyle.

GENEL YAYIN YÖNETMENĠ GENEL KOORDĠNATÖR

Halil Karlı

M. Melih Akyurt

EDĠTÖR

EDĠTÖR

Tezer Yelkenci

Büçke Deniz Menteşe

RÖPORTAJ SORUMLUSU

YAZI ĠġLERĠ EDĠTÖRÜ

Birce Dobrucalı

Gözde Özer

ÜNĠVERSĠTELER SORUMLUSU

ETKĠNLĠK SORUMLUSU

Doğan Bademkıran

Sabri Umut Dilemre FOTĞRAF EDĠTÖRÜ HABER EDĠTÖRÜ

Semih Pek

Melis Gizem Konuk Halime Bayer

YAZI ĠġLERĠ EKĠBĠ

Merve İkizoğlu Bahar Çayır Hande N. Belen

HABER EKĠBĠ

Merve Korkmaz ÜNĠVERSĠTE TEMSĠLCĠLĠĞĠ EKĠBĠ

Murat Sarı Umay Algan

ETKĠNLĠK EKĠBĠ

Celal Başol Elif Kolcu Nur Haseki

RÖPORTAJ EKĠBĠ

Reklam & iletiĢim

Aytaç Aycan Tolga Deniz

ieusfinance@yahoo.com.tr 05548865055/05056170479

DANIġMAN HOCALARIMIZ

Prof. Dr. Cengiz Erol cengiz.erol@ieu.edu.tr Doç. Dr. C. Coşkun Küçüközmen coskun.kucukozmen@ieu.edu.tr Yrd. Doç. Emin Akçaoğlu emin.akcaoglu@ieu.edu.tr

M. Melih Akyurt-Halil Karlı

Dergiyi Hazırlayan: Halil Karlı-M. Melih Akyurt

www.Sfinance.org


ŞUBAT 2011 SAYI-2

6

10

12

Prof. Dr. Cengiz Erol ile hem UTF (Uluslararası Ticaret ve Finansman) bölümü ile ilgili planlar, hem de ekonominin güncel sorunları hakkında konuşma fırsatı yakaladık. Birce Dobrucalı başarılı yatırımcıların kokain ile bağlantısı üzerine ilginç ama bir o kadar da keyifle okunacak bir yazı paylaşıyor.

CMS CEO‟su Ünal Kocaman şirketin sektördeki yerini ve gelecek hedeflerini bizlerle paylaşıyor.

16

Oyak Yatırım İzmir Şube Müdürü Mehmet Akhalil ile İMKB‟nin bugününü ve geleceğini masaya yatırıyoruz.

24

M. Melih Akyurt is focusing on the CDO‟s which is created from the mortgages regarding to American nightmare in 2008

28

36

39

Doç. Dr. Hasan Fehmi Baklacı ekonomik gündemle ilgili bizleri aydınlatıyor.

Hazal Özgül Yunanistan‟daki kriz ile 2001 Türkiye Krizi arasındaki benzerlikleri gösteriyor.

Doç. Dr. Ufuk Tutan kariyerinin dönüm noktasını ve özel sektöre geçiş hikâyesini bizlerle paylaşıyor.


ŞUBAT 2011 SAYI-2

44

İzmir Ekonomi Üniversitesinin en aktif kulübü olan Kariyer kulübünün kuruluş sürecini, bu işin mimarı Murat Barbaros‟dan dinliyoruz.


UTF (Uluslararası Ticaret ve Finansman) Bölüm BaĢkan Prof. Dr. Cengiz Erol İzmir Ekonomi Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Finansman bölümü başkanı, değerli hocamız Prof. Dr. Cengiz Erol sorularımızı büyük bir titizlikle cevaplıyor ve bizleri aydınlatıyor. Öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Kısaca şöyle bahsedeyim kendimden; 1974 yılında Ege Üniversitesi İşletme bölümünden lisans derecesi ile mezun olduktan sonra New York Eyalet Üniversitesi‟nde Finans ve Muhasebe dalında yüksek lisansımı tamamladım. 1983 yılında da New York Eyalet Üniversitesi‟nde Uluslararası Ticaret ve Finansman uzmanlık alanında doktoramı yaptım. ODTÜ İşletme Bölümü‟nde Finans Profesörlüğü ve İşletme Bölüm Başkanlığı‟nı yürüttükten sonra, 2010 yılı Eylül ayında İzmir Ekonomi Üniversitesi‟nde Uluslararası Ticaret ve Finansman bölümünde profesör olarak çalışmaya başladım. 2010 yılında Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü ve 2011 yılı Nisan ayından beri Uluslararası Ticaret ve Finansman Bölüm Başkanlığı görevime devam etmekteyim. Yayımlanmış yerli ve yabancı birçok makaleye ve kitap çalışmasına sahip olduğum gibi, yurtiçi ve yurtdışı birçok projede yer aldım, yer almaya da devam etmekteyim. Ġzmir Ekonomi Üniversitesi‟nin ve ITF bölümünün kuruluĢunda önemli rol oynadınız. Bu bölümü kurarken hayalleriniz nelerdi ve bu bölüm için gelecek planlarınız nelerdir? İzmir Ekonomi Üniversitesi kurulurken; iktisadi ve idari bilimler fakültesi çatısı altında daha uzmanlaşmış, daha dikey, Dünya‟nın ve Türkiye‟nin ihtiyacı olan uzman

6/

eleman yetiştirilmesi konusunda diğer programlardan farklı bir program yapmalıyız diye düşündük. İzmir Ekonomi Üniversitesi ilk açıldığında buradaydım. Üç dört ay gönüllü olarak İzmir‟de kaldım, aynı zamanda Muzaffer Demirci Hocam ve Adil Hocam da buradaydılar. Beraberce oturduk ve şu kanıya vardık: Ekonomik olarak baktığımız zaman, dünyada iki eksen vardır: ticaret ekseni ve para ekseni. Diğer konular bu iki eksenin altındadır. ( pazarlama, insan kaynakları, halkla ilişkiler vs.) Bu sebepten dolayı bu iki ekseni daha evrensel değerler çerçevesinde işleyen bir program yapalım dedik ve bu program için dünyada örnek teşkil eden birçok programı inceledik. Uluslararası platformda özellikle Amerika‟daki programları inceleyip o gün için bu programı ilk olarak Türkiye‟de İzmir Ekonomi Üniversitesi‟nde İİBF çatısı altında kurduk. Uluslararası Ticaret ve Finansman bölümüne iki eksen olarak baktık. Ticaretle uğrasan insanın dünyayı bilmesi ve aynı zamanda parayı da bilmesi şarttır. Birbirini destekleyen bu iki konu üzerinde uzmanlaşmak gerekmektedir. Uluslararası Ticaret ve Finansman bölümü, bu iki konuyu birleştirici niteliktedir. Ben bölümü kurduktan hemen sonra buraya gelmedim, ancak diğer hocam burada part-time olarak ders veriyordu. Aradan geçen iki yılın ardından üniversiteye katılma kararı aldım, tabi bu arada üniversitemizin açılışlarına da sürekli katılıyordum. Üniversiteye katıldık, tekrar bu programı revize ettik. Programın iki uzmanlık sahası olarak ders programını iki eksene ayırdık. Yani benim öğrencim 3.sınıftan başlayarak ya finans uzmanı olacak ya da ticaret uzmanı olacak. Bunlar teorik çerçevenin ötesinde uygulamalı, esaslı derslerdir; özellikle ticaret alanında çok sayıda uygulamalı dersimiz mevcuttur. O dersleri de geliştirdik tabi.

www.sfinance.org


Peki, bu programla ilgili gelecekteki hayalleriniz nelerdir?

öğrenci olmasını istiyorum.

Üniversitemiz çerçevesinde daha uzmanlaşmış, daha rekabetçi potansiyele sahip öğrenci yetiştirmek ve öğrenci odaklı olmak bizim hedeflerimiz arasındadır. Bizim amacımız öğrenci eğitim kalitesini arttırarak önümüzdeki 5 yıl içerisinde mezunlarımızdan mayıs ayında nisan ayında okulumuza gelerek “Sizin bolümden bize uzman eleman gelir mi?” dedirtebilmektir. Bizim için önemli olan sadece öğrenciye diploma verebilmek ya da öğrencinin ne kadar ders aldığı değildir, bizim için esas olan öğrencinin okulu bitirdiği zaman ihracat prosedürünü ve gümrüklemenin ticaretle ilgili bütün konularını içeren uzman bir nitelik kazanması ve bu programın da ses getirmesidir. Program daha yeni yeni oturuyor, programın oturması kolay değil tabi. Ama gördüğüm kadarıyla son bir kaç yıl içerisindeki bölümümüzün gerek Dünya gerek Türkiye gerek diğer üniversitelerdeki gerekse kendi üniversitemizdeki rekabetçi yapısı çok iyi durumda ayrıca buraya gelen öğrencilerin puanın yüksekliği ve niteliğinin de oldukça iyi olması nedeniyle bölümün geleceğine olumlu bakıyorum. Üç dört yıl içinde mezun olacak öğrencilerimizin mutlak süratle iş arayan değil de talep yaratan

ġirketler açısından gelecek dönemin en büyük üç riski nelerdir?

Örneğin tekstil sektörünü ele aldığımızda bir gömlek firması tek yaka tek kol 10 milyon adet üretiyorsa bu şirketin maliyet esaslı bir politika izlediğinin göstergesidir ki Çin‟deki durum da budur. Bizim şirketlerin dünyadaki değişimi algılayıp kendilerine yeni bir yol çizmeleri gerekiyor.

rekabetçi olmaları gerekirken günlük yaşama eğilimleri vardır. Bütün bunlara ek olarak yerli şirketlerin maalesef Avrupa‟daki ve Amerika‟daki şirketlerin aksine yaşam süreleri çok kısa. Örnek vermek gerekirse Singer 1851 yılında kurulmuştur, 150 yıllık bir şirkettir; ancak bizim bu kadar köklü bir şirketimizin varlığından söz etmek güç. Bunların

Sizin gözünüzden önümüzdeki dönem için olası en kötü ve en iyi senaryolar nelerdir? Maalesef dünyada tarih boyunca her dönemde ekonomik krizler vardır. Kötü veya iyi senaryonun ana sebepleri yaşadığın zamana göre kendini koruyabilmektir ve kendi stratejilerini geliştirebilmektir. Ancak bizim ülkemizde yerli şirketlerle ilgili moda olan yönetim modellerini değil de; stratejik, uzun dönemli, rekabet eden, girişimcilikten yönetimciliğe geçiş yönetim modellerini ortaya koymak gerekmektedir. Bu modellerle beraber de risk yönetiminin stratejik yönetimlerin bir uzantısı olması gerekir. Maalesef bizim şirketlerimiz moda olan yönetim şekillerine özen gösteriyorlar. Şirketlerin kendi içinde daha

7/

Şirketler açısından risk kavramı çok genel bir kavramdır. Dünya ticaretinde küreselleşmeyle birlikte klasik kârın tanımı değişti. Eskiden kar şirketler için sattığın maldan aldığın payı ifade etmekteydi ama şimdi küreselleşmeyle birlikte sınırlar ortadan kalktı, şirket karları rekabetten alınan paya dönüştü. Türkiye‟de faaliyet gösteren Türkiye kökenli Türk sermaye şirketlerine bakış açımız farklıdır, yabancı şirketlere bakış açımız farklıdır çünkü yabancı şirketler dünyanın en ucuz yerinde mal üreten en pahalı yerinde satan, dünyanın tamamını pazar gören rekabetçi şirket durumundadırlar. Fakat maalesef bizim şirketler bu rekabet potansiyeline aynı şekilde sahip değiller. O nedenle bizim şirketlerin rekabet konusunda dünyada ne olup bittiğini görmesi gerekmektedir. Dünyada iki önemli unsur vardır: bir marka iki ölçek. Yüksek fiyatla kaliteli mal satmak yani marka üretmek ve buradan kâr etmek marka esaslı üretim yapmak demektir. Bir de ölçek ekonomisi dediğimiz yüklü miktarda üretimden kâr etmek söz konusudur.

Sizce kriz yönetiminde ülke olarak ne kadar baĢarılıyız ya da bu alanda gerçekten baĢarılı mıyız? Sizin bu konudaki düĢünceleriniz nelerdir? Bizim ülkemiz genel olarak 2003 krizinden sonra yeni ve dünyadaki küresel yapı içinde başarılı bir görünüm arzuluyor. Bu konuyu burada kısa olarak anlatmak çok kolay değil ama dünyadaki bu furyanın içinde biz her ne kadar etkilenmişsek de belli bir başarımız olduğunu kabul etmek gerekir. Bizim ekonomimiz dünyadaki küreselleşme zincirine göre yapılandığı için biz bunu başarı olarak görüyoruz ama tabi ulusal çıkarlar boyutunda tartışılır. Aslında bu çok daha geniş bir gündem konusu.

www.sfinance.org


Bankacılık sektöründe daha iyi olmamız bize bu baĢarıyı getiriyor diyebilir miyiz? Şimdi bankacılık sektöründe iyiyiz ama iyi kavramı biraz mukayeseli bir kavram. Bir yabancı bankanın toplam aktifleri, bizim bankalarımızın toplam aktiflerine eşit. Biz küçük ölçekli finans sektörünü yaşıyoruz. O açıdan baktığımız zaman bizim bankalarımız daha uluslararası bankacılık düzeyine gelemiyor. Bankalarımızın da yurt dışında büyük operasyonları yok. Finansal çerçevede daha kapalı bir ekonomiyiz; fakat 2001 krizinden sonraki yapılandırmalarla daha sağlam bir pozisyona geldik. O açıdan başarılı olduğumuzu söyleyebiliriz ama yabancı bir banka kadar dünya bankacılığında rekabetçi bir yerimiz olduğunu düşünmüyorum. Farklı ülkelerde eğitimci olarak görev yaptınız. Deneyimlerinize dayanarak Türkiye‟deki eğitim sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Benim eğitim konusunda çok sıkıntılarım var. Ben üniversitemi Ege‟de bitirdim ama master ve doktoramı Amerika‟da yaptım. Amerika‟da bir süre hocalık da yaptım. Deneyimlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki bizim

ülkemizde eğitim öğrenme esaslı değil. Daha çok belge esasına dayanıyor. Üniversitenin bir tercih yeri olması lazım yani inandığın için, profesyonel olmak için üniversite okunmalı. Niye üniversiteye geliyorsun? Profesyonel olmak için yani bilgiyi satarak geçinmek için. Bizim üniversitelerimizde öğretim daha çok ezbere dayalı; düşünen, karar veren beyin değil de ezberleyen bir beyin yetişiyor. Biz İzmir Ekonomi Üniversitesi‟nde bunu mümkün mertebede değiştirmeye

8/

çalışıyoruz. Öğrenciye bir şeyin tarifini vermektense, o şeyi nasıl yapabileceğini göstermek gerekiyor. Sınavlarda da bir şeyin tarifini istemektense, problemi verip öğrencinin çözmesini beklemek gerektiğine inanıyorum. Aldığın eğitimi de kullanman lazım tabi; finans eğitimi alıyorsun, faiz hesaplaması yapıyorsun; onu güncel ve profesyonel hayatta da kullanman lazım. Aksi halde ezberliyorsun. Bilanço, gelir tablosu öğreniyorsun; onun ne

GÖZDE ÖZER-M.MELĠH AKYURT-CENGĠZ EROL

anlama geldiğini kavramadan sadece ezberliyorsun. Öğrenen, karar veren, analiz yapan bireyler yetiştirme esasına dayalı bir eğitim olması lazım. Türkiye‟ de özelleĢtirme üzerine çeĢitli kitaplarınız, yayınlarınız var. ġimdilerde ise Türkiye‟deki cari açığın önemli sebeplerinden biri olarak yanlıĢ alınan özelleĢtirme kararları hedef gösteriliyor. Siz bu konuda ne düĢünüyorsunuz? Biz özelleştirmeyi satmak, yabancı şirketlere devretmek, kapatmak olarak algılamadık. Biz özelleştirme de Türkiye‟de faaliyet gösteren kamu iktisadi teşekküllerinin ekonomiye transferi olarak bir model önerdik. Bugünkü cari açık 1989-1990 yılında raporunda vardır.

www.sfinance.org

yüksek denetleme kurulunun bir Biz maalesef kendi uzmanlarımızın yazdığı kitapları okumuyoruz. Orada der ki: “Türkiye, özelleştirme yaparken ara üretim yapan kamu iktisadi teşekküllerinin ekonomiye kazandırılmasına çok dikkat etmelidir.” Biz de bu eksenden hareketle iktisadi devlet teşekküllerinin, Türkiye‟de ara üretim yapan kurumların kapatılıp, ekonomiden çekilip, yok edilmeden ekonomiye, özel sektöre, yönetime, özerkleştirmeye bir transferini önermiştik. Fakat biz bütün bu ara üretim yapan kamu iktisadi teşekküllerini özelleştirme adı altında kapattık, sattık, attık; arsalarını ev yaptırdık. Sonucunda ithalatımızın ulaştığı noktaları hep beraber görüyoruz. Bizim o modellerimiz hala duruyor. Sonuç olarak Türkiye ekonomisi o sıralar sektöre hizmet


edebilecek üretim yapısına sahip değildi. O zamandan bu yana üretim ithalattan karşılanmaya başlandı. İthalat düşük döviz kuruyla bir arada olunca bizim cari açığımız patladı. Bizim bununla ilgili baya ciddi çalışmalarımız var. Son olarak finans alanında uzmanlaĢmak isteyen öğrencilere ne gibi önerilerde bulunmak istersiniz? Öncelikle riskin ne olduğunu öğrenmeleri, risk almaları gerekir. Finansın esası budur. Karar alacaksın, riski öğreneceksin ve bu konularda uzmanlaşacaksın. “Just do it” olayı. Röportajı Gerçekleştirenler: Gözde Özer, Melih Akyurt.

9/

www.sfinance.org


Wall Street‟in Kar‟lı Yolları

w

Wall Street borsa simsarlarının kokaine, nam-ı diğer kar‟a, düşkünlükleri adeta bu ünlü borsa merkeziyle özdeşleşmiş durumda. Eski Nasdaq başkanı Bernie Madoff, Bear Stearns CEO‟su Jimmy Cayne, uzun yıllar Llyods için çalışan Trevor Collenette ve Broadcom'un eski CEO'su Henry T. Nicholas III kokain skandallarıyla dünya medyasında en çok ses getirmiş isimlerden yalnızca birkaçı. Arkadaşlarından Phil Cohen‟e -Seltzer (ağrıları dindirmek için kullanılan bir çeşit Bromo. antasid) şişesini gösterip, “Sence bu şişenin içinde ne var?” diye sorduğunu, “Tabiî ki Bromo-Seltzer” yanıtını aldığını ve bunun üzerine de gülerek “ Hayır. Tabiî ki şişenin içinde kokain var” diyerek karşılık verdiğini birçok medya organı yayınlamıştı. Aynı şekilde 2007 yılında Trevor Collenette‟in yatındaki gizli bir fiber glas bölmede 15 milyar dolarlık kokainin yakalanması da büyük bir ses getirmiş, fakat Collenette “ İnanın kimin koyduğundan haberim yok.” diyerek bu haberi yalanlamıştı. Bernie Madoff ise Collenette‟in aksine 1970‟lerden beri Harlem‟e uyuşturucu transferi yaptığını kabul etmişti. Kokain konusunda en dürüst davranan ise, kuşkusuz, Broadcom anlaşmalarından birini yüksek dozun etkisindeyken yaptığını itiraf eden Henry T. Nicholas III idi. Medyada yalnızca borsa simsarlarının kokain bağımlılığı değil, Wall Street‟ten sadece 0.21 mil uzaklıkta bulunan ve simsarların mesai bitimindeki uğrak yeri olan T.G.I Friday‟s adlı restoranda 200$ karşılığında peçeteye sarılı şekilde kokain servis edilmesi de büyük yankı uyandırmıştı. Medyada geniş yankı uyandıran bu haberin akabinde yıllarca öne sürülen iddialar hakkında yorum yapmaktan kaçınan mekanın en sadık müşteri kitlesini hala Wall Street simsarları oluşturuyor. Hırslı, güçlü ve hayatını para kazanmaya adamış kişilerden oluşan bu topluluğun büyük bir kısmının kokain bağımlısı olması bir tesadüf mü yoksa bilimsel bir gerçeğe dayandırılabilir mi?

10/

Yapılan araştırmalar, durumun tesadüften oldukça uzak olduğunu ortaya koyar nitelikte. Cambridge Üniversitesi‟nden Profesör Trevor Robbins yaptığı araştırmaların sonucunda risk almanın, para kazanmanın ve kokainin beyindeki haz ve ödüllendirme gibi davranışlara aracılık eden, aynı zamanda bireylerin davranışlarını yönlendiren ödüllendirme sistemini uyardığını kanıtlamıştır. Kokain kullanımının, riskli eylemlerde bulunmanın ve para kazanımının beyindeki dopamin seviyesini yükselttiğini, dolayısıyla bireylerin kendini daha iyi hissederek, beyinlerindeki ödüllendirme sisteminden “Daha fazlasını iste.” komutunu aldıklarını da bu araştırmanın sonucunda ortaya koymuştur. Bir başka deyişle, yatırımdan elde edilebilecek kar potansiyeli yatırım yapma güdüsünü tetikleyen salgıları harekete geçirir. Yatırımdan elde edinilmesi muhtemel olan karı beyin ödül olarak algıladığından ödül sistemi uyarılır. Tıpkı hazzı tetikleyen uyuşturucuların kullanımında, keyif veren lezzetli yemeklerin tüketiminde ve risk barındıran eylemlerde bulunulduğunda olduğu gibi beyin dopamin hormonu salgılamaya başlar. Salgılanan dopamin hormonu bireyin kendisini daha enerjik, mutlu ve güvende hissetmesini sağlar. Dopamin seviyesinin yükseldikçe, beyin ödül sisteminin daha çok uyarılmasını, dopamin seviyesinin daha da artmasını ve aynı pozitif etkilerin artarak devam etmesini ister. Kısacası, az önce de sözünü ettiğimiz gibi beyin daha fazlasını ister. Ödül sistemi uyarıldığında, yani yatırımcı kazandığında, beyin daha fazlasını ister. Peki istenilenin aksine, yatırımdan kar elde edilemezse ne olur? Yatırımdan kaynaklanan maddi kayıpların

www.sfinance.org


sonuncunda beyindeki, mutluluk hormonu olarak da bilinen, seratonin hormonu seviyesi azalır. Seratonin hormonunun azalması bireyin kendisini depresif hissetmesine, duygusal çöküntüler yaşamasına ve davranış bozuklukları sergilemesine yol açar. Seratonin seviyesinin düşmesinden kaynaklanan anksiyete ve depresyonun sonucunda yatırımcının biyolojik korunma mekanizması devreye girmek ve riskli yatırım kararları alınmasının önüne geçmek ister. Fakat yatırımcılar dürtülerine hakim olamamanın sonucunda kar elde etmek için ya daha değişik yatırım stratejileri izlerler ya da çılgınca kar elde edebilecekleri diğer yatırımların peşine düşerler. Ne yazık ki Kahneman ve Tversky‟nin 1992 yılında yaptıkları çalışmanın sonucunda öne sürdükleri gibi yatırımlardan kaynaklanan kayıpların yaşattığı duygusal çöküşün şiddeti, yatırımların getirdiği karın pozitif etkilerinden iki kat daha şiddetli hissedilir. Muhtemel maddi kayıp durumunda da yaşanan bu çöküşün etkilerini azaltmak için yatırımcılar dopamine ihtiyaç duyarlar ve bir kez daha çareyi kokainde ya da ödül sistemini uyaran diğer uyarıcılarda ararlar. 16 Ağustos 2009 yılında, Christine Dell‟Amore‟un National Geographic‟te yayınlanan yazısında Massachusetts Üniversitesi‟nde yapılan ilginç bir araştırma sonucuna yer verilmiştir. 2007 yılında yapılacak olan bu araştırma için Brezilya, Kanada, ABD, Çin ve Japonya‟dan banknot örnekleri toplanmış ve bu değişik para birimine mensup banknotların üzerindeki kokain kalıntısı olup olmadığı araştırılmıştır. Araştırma oldukça çarpıcı bir şekilde sonuçlanmış ve ABD banknotlarının %90‟ının üzerinde kokain kalıntılarına rastlanmıştır. ABD banknotları barındırdıkları kokain oranıyla ilk sıraya yerleşirken, Japonya ve Çin banknotlarının en az kokain barındıran banknotlar oldukları sonucu elde edilmiştir. ABD banknotlarına birinciliği getiren bu oranda şüphesiz ki Wall Street simsarlarının ve dopamin bağımlısı yatırımcılarının da payı vardır. C. Ferguson‟un imzasını taşıyan Inside Job belgeselinde de değinildiği gibi kokainin Wall Street‟teki tarihi en az paranınki kadar köklüdür ve kokain en az para kadar Wall Street ile özdeşleşmiş durumdadır. Araştırmalarla da desteklendiği üzere bu durum bir tesadüften ziyade bilimsel bir gerçekliktir ve bu ikilinin heyecanlı ilişkisi şüphesiz ki daha birçok film, belgesel ve araştırmaya konu olacaktır. Birce Dobrucalı Uluslararası Ticaret ve Finansman 3. Sınıf dobrucali.birce@gmail.com

İzmir/ Bergama

11/

www.sfinance.org


CMS CEO‟su Ünal Kocaman Bankacılık sektörü de dâhil olmak üzere, çeĢitli sektörlerde yöneticilik deneyiminiz olduğunu biliyoruz. Eğitim hayatınızdan baĢlayarak bize kariyer sürecinizden bahseder misiniz? Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümünden mezun oldum. Aynı bölümde masterımı, Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Bölümünde de doktoramı yaptım. Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra, müfettiş yardımcısı olarak Garanti Bankası Teftiş Kurulu‟na girdim. Çalışma hayatım, İstanbul‟da başladı. 3.yılın sonunda İzmir Çimentaş‟tan (İzmir çimento fabrikaları) bir teklif aldım ve İzmir‟e geldim. 5 yıl boyunca burada mali işler yöneticiliği yaptım. Daha sonra Yaşar Holding‟e girdim. Orada da sırasıyla genel müdür yardımcılığı, boya ve kimya grubunun mali işler grup koordinatörlüğünü yaptım. Aşağı yukarı orada da 5 yıl çalıştım ve 2000 yılında CMS‟ye geldim. O tarihlerde şirketin yaklaşık 40 milyon dolar cirosu vardı. Şuanda 350milyon dolar cirosu var.12 yıldır buradayım ve 12 yıldır da CMS sürekli büyüyen bir şirket. Onun dışında eğitim, hayatım boyunca devam etti. Kellogg Business School‟da Advanced Executive programına katıldım. Wharton Business School ve Harvard Business School‟da eğitim aldım. Bunlar işletme alanında dünyanın en iyi 3 okuludur. Benim için akademik hayatla, iş hayatı beraber devam etti. Okuma ve yazmayı bırakmadım. Sürekli bir bilimsel yaklaşımın peşinde koştum. İşime de yaradı tabi. Şuanda da CMS grubunun CEO‟su olarak çalışıyorum. Aynı zamanda grup şirketlerinde ve Ege sanayi iş adamları derneğinde yönetim kurulu üyesiyim. Bunun yanında da İstanbul‟da Kurumsal yönetim derneğinde ve Capital dergisinde CEO CLUB üyeliğim var. Kısacası kariyerim boyunca bankacılık, çimento, kimyasal gübre, boya ve alüminyum jant gibi değişik sektörlerde çalıştığımı söyleyebilirim.

12/

Dokuz Eylül Üniversitesinde katıldığınız insan kaynakları zirvesinde, son dönemde dünyanın önde gelen iĢ adamları arasında yapılan anketlerde, iĢ dünyasının en önemli eksiğinin „yetenek‟ olduğuna değinmiĢtiniz. Sizce bir yöneticide bulunması gereken önemli yetenekler nelerdir? Geleceğin yönetici adaylarına bu konuda tavsiyeleriniz nelerdir? Yetenekli insan normal bir işi alıp yapan kişi değil, aldığı işi sıçratarak belirli bir yere getirendir. Aslında yönetici olmak her yerde mümkün, asıl zor olan bir işi alıp sıçratmaktır. Yeteneğin tabiri odur. Yoksa sıradan bir yöneticiden, ya da herhangi bir kişiden bahsedilmiyor. Aldığı işi sıçratarak bir yere getiren, inovatif hale getiren insanlardan bahsediliyor. Tabi inovasyonun olabilmesi için de yöneticide bulunması gereken belirli özellikler var. Birincisi bilgi, ikincisi tecrübe, üçüncüsü de tutkudur. Üçünden biri yoksa yenilik yok demektir. Mesela Edison‟u düşünün. Elektriği nasıl keşfetti? İşin içinde bilgi var, teknik tarafını biliyor ve tecrübe etmiş. 2000‟e yakın denemesi olmuş, hep yanlış yapmış ama sonunda bulmuş. Bu işe duyduğu tutku sayesinde vazgeçmemiş. Eğer vazgeçip başka bir işe yönelmiş olsaydı, o zaman herhangi bir yenilikten bahsedemezdik. Mesela Steve Jobs niye farklı? Bilgiye sahip, kafayı bu işe çok takmış, deniyor ve hayatını bu işe adayacak kadar tutkulu. Dolayısıyla üçü birbirini destekleyen, sinerji yaratan „soft skill‟ dediğimiz özellikler bir arada olacak ki, yönetici yetenekli olacak. Mesela düşünün; çok bilgilisiniz ama enerjiniz yok. Sabah uyandığınızda kim deneyecek bunları diyorsanız, orada inovasyonun söz konusu olması biraz zor. Üçünün bir arada olması gerekir. Bazıları öyledir. Çok bilgilidir, ama adamı bir türlü çalıştıramazsın; çünkü enerjisi yoktur. Enerjiniz ve tutkunuz olacak ki yaptığınız işi sürekli hale getirebilin. Yoksa bir süre sonra vazgeçerseniz başarı gelmez. www.sfinance.org


Bunun yanı sıra benim yöneticilerden beklediğim en önemli özelliklerden biri cesarettir. Sürekli kendini yenilemesi, tek bir özelliğin üzerinde durup, kariyerini sadece o yönde geliştirmemesi gerekiyor. Bir tane özelliğe çok fazla kendini bağlayıp, hep onunla kendini taahhüt etmesi doğru değil. Çeşitlendirebilmeli bakış açısını. Onun dışında esneklik gerekli bir özellik. Ofsaytta düşmeyecek, hizalanacak. Kötü yönetici, ofsaytta sık düşen yöneticidir. Öğrenci de olsanız, yöneticide olsanız değişen şartlara göre hizalanmayı bileceksiniz. Aileniz içinde aynı şey geçerli. Onların bakışına, değerlerine, geleceğe yönelik beklentilerine uymadığınız zaman ofsaytta düşersiniz. Mesela örneklemek gerekirse çiçekler de fotosentez için güneşe göre hizalanıyorlar. Yine iyi futbolcular içinde durum aynı. Hem topa, hem rakibe, hem kendi takım arkadaşlarına göre hizalanırlar. Baktığınız zaman iş hayatı da bundan farklı değildir. Kendi takım arkadaşlarınıza ve müşterilerinize göre hizalanacaksınız. Adaylar için tavsiyem; sürekli kendilerini geliştirmeleri. Sadece bir yetenek üzerinde durmamalarıdır. Matematiği çok iyi bilmek yetmez. Türkçeden de birazcık, edebiyattan da birazcık, sosyolojiden de birazcık bilmek gerekir. Zaman zaman ilgi alanlarınızı çeşitlendirip, değiştirebilmelisiniz. Yine spor yapmak çok önemlidir. Kendinize, fiziğinize dikkat etmeniz, kilonuzu korumanız gerekir. İlk önce kendimizi yönetebilmeliyiz ki, iş hayatında iyi bir yönetici olabilelim. Ben önce ona bakarım yani. Kendi duygularımızı, bedenimizi yönetebilirsek iyi bir yönetici adayı olabiliriz. Hastalık ve hormonsal şeyleri saymıyorum. Özellikle siz gençler için söylüyorum; vücudunuzu, ruhunuzu, aklınızı ve sağlığınızı iyi yönetebileceksiniz ki karşı taraf size baktığında, bu bizim işi de yönetebilir diyebilsin. Bir eksiklik olursa o zaman ne diyecek? Kendi kilosunu yönetemiyor, spor yapmıyor, sigara içiyor, yani iradesi yok demektir. İrade, işte lazım; çünkü öz disiplin işe de yansıyor. 2010 yılında CMS, Toyota tarafından en kaliteli tedarikçi firma olarak seçildi. Bu baĢarınızı neye bağlıyorsunuz? Sadece Toyota‟dan değil, aşağı yukarı bütün müşterilerimizden ödül aldık. En kaliteli ve en verimli tedarikçi firma ödüllerini almaya devam ediyoruz. Temel etkenlerden birisi de CMS‟nin müşteriyi çok iyi anlamış olması. Müşteriyi iyi anlayıp, ona göre hizalanması. Organizasyonunu, insanlarını ve teknolojisini müşterinin beklentilerine göre hizalaması. İyi insanlarla çalışması; sizin gibi

13/

genç ve akıllı çocuklarla çalışıyoruz. Türkiye‟nin en iyi okullarında okumuş arkadaşlar burada çalışıyor. Aynı zamanda burası bir okul gibidir. Onları eğitiyoruz da. Otomobil sektörü; dünyaya açık, dinamik bir sektördür. Buradaki arkadaşlarımızın hepsi dünyayla iletişim kurabilecek becerilerde. Ama şunu da unutmamak gerek; şirketler sadece teknik yetkinlikleriyle başarılı olmuyor. Bir ekibin nasıl yönetildiği de önemli. Teknolojiyi nasıl kullandığınız önemli. CMS‟de teknoloji, insanla başlayıp biten bir şey. Teknolojiyi herkes kullanabilir, asıl farkı; nasıl kullandığınız ortaya koyar. Bazısı daha verimli, bazısı daha az verimli bir şekilde kullanabilir. Burada da insan kaynakları devreye giriyor. CMS‟de insana ciddi bir yatırım anlayışı var. ARGE merkezimiz var. Aşağı yukarı 70 kişi çalışıyor. Türkiye‟nin en iyi okullarından mezun olmuş seçkin öğrencileri işe almaya çalışıyoruz. Burada beraber yaratma, beraber çalışma, işi eğlenceli bir hale getirme duygusu var. O yüzden keyifli bir şekilde müşterilere hizmet etmeye çalışıyoruz. Başarının sırrı da o. Kurucu başkanı rahmetli Tonguç bey de bunlara çok önem veren bir adamdı. Onun oluşturduğu ilkelerin devamlılığı, yeni kuşaklar tarafından da sağlandığı için başarı devam ediyor. Bir de aile de burada önemli. Ösen ailesi mütevazı, işiyle kendini tanıtan bir aile. Kurumsallaşmış bir şirket var ortada. Tabi bu da yine başarı için önemli bir etken. Türkiye‟de pazar lideri, Avrupa‟da ise ilk on Ģirketin içerisinde olan CMS, üretiminin %85'ini ihraç edilen ara mallar ile gerçekleĢtirmektedir. Kurdaki artıĢ ihracatçıyı nasıl etkiliyor? Genel olarak kurdaki artış, ihracatçıyı olumlu yönde etkiliyor. Ancak, kurun çok sık değişmesi, belirsizliklere sebep olduğu için projeksiyon yapmanızı engelliyor. Dolayısıyla kurların artmasını isteriz ama çok dalgalanmasını istemeyiz. Plan yapabilmek için de geleceği azda olsa öngörmek lazım. Ama önümüzdeki dönem kaotik bir dönem olacak, o yüzden de bunları çok fazla tartışmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Otomotiv sektörü 2012 yılı için 2011‟e göre hedef küçültmüĢtür. Bu durumun firmanızı nasıl etkileyeceğini düĢünüyorsunuz? Kriz döneminde Avrupa‟da ki birçok otomobil yan sanayi ve jant üreticisi sektörden çekilmek zorunda kaldı. Hatta bu üreticilerin bazılarından,

www.sfinance.org


BÜCKE DENĠZ MENTEġE-ÜNAL KOCAMAN-BĠRCE DOBRUCALI

makinelerini satın aldık. Avrupa‟daki firmalar krize kötü yakalandılar ve ellerindeki makineleri satmak zorunda kaldılar. Ama biz kendimizi sektörün durumuna göre hizalamıştık, yani ofsaytta yakalanmadık. Şuan da Avrupa‟da alüminyum jantta bir arz noksanı var ve Avrupa‟da da alüminyum jant üreticisi yok, olanların da birçoğu battı. Satışlarımızın büyük bölümü Avrupa‟ya olduğundan bu durum bizi pek etkilemedi. Ġzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencilerine yapmıĢ olduğunuz konuĢmada, mobilitenin Ģirketlerin iĢe alım sürecindeki en önemli kriterlerinden biri olduğundan söz etmiĢtiniz. Bunun dıĢında iĢe alım kriterleriniz nelerdir? Bu konuyla ilgili öncelikle mobilitenin önemini vurgulamak istiyorum. Çünkü farklı kültürler, farklı yaşlar, yani farklı jenerasyonlar bir arada yaşayacaklar. Artık önümüzdeki dönemde, başarılı çalışanların en önemli özelliği çok kültürlülük olacak. Ben bu yeni jenerasyona „hyper connected‟ diyorum yani aynı anda her şeye bağlı; bilgisayara, televizyona, telefona, arkadaşına, annesine, babasına. Bizim jenerasyonumuz işine daha çok yoğunlaşmış, daha disiplinli çalışabilen bir jenerasyondu. Çünkü bizim dönemimizde ayrım yapmamız gereken çok fazla alternatif yoktu

14/

ve ona göre eğitilmiştik. Yeni dönemde, bu farklılıkları yönetebilen yöneticiler başarılı olacak. Benzerlikleri yönetmek kolaydır. Önemli olan kontrolü kaybetmeden, bu farklılıkları amaca doğru hizalamaktır. Bununla birlikte önümüzdeki dönemde network, yani ilişkiler iş hayatında önemli rol oynayacak, dolayısıyla da herkesle iletişim içerisinde olabilen, diplomat yöneticilerin önemi artacak. Son olarak, öğrencilere ve okuyucularımıza mesajınız nedir? elecek kaotik, belirsizliğin çok yoğun olduğu bir dönem olacak. Belirsizliğin olduğu her yerde uzun vadeli stratejiler kadar; kısa vadeli, taktiksel yaklaşımlar da önemli olacak. Esneklik ve hizalanmak sihirli sözcükler haline gelecek. Uzun vadede hizalanmak kolaydır ama kısa vadede çok enerjik olmanız lazım. Müşteriyi iyi takip etmeniz gerek. Yetenekli insan konusu gündeme gelecek, ama yetenek diye de şunu düşünmeyelim; bir görevi yapabilecek temel niteliklere sahip insanlar değil, bir işi alıp sıçratabilecek insanlardan bahsediyorum. Sizin de kendinizi ona göre hazırlamanız gerekir. Bence bilgi, deneyim ve tutku bir insanda olması gereken en önemli özellikler. O yüzden sevdiğiniz, yapmak istediğiniz şeylerde bu üç unsurun olup olmadığına bakmanızı tavsiye ediyorum.

www.sfinance.org



Mehmet Akhalil ile Finansal Piyasalar Bize kariyer sürecinizden ve Oyak Yatırım‟ın yapısından, iĢleyiĢinizden kısaca bahseder misiniz? Orta Doğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü 1994 mezunuyum. Şu an çalıştığım sektör ile o dönemki hedeflerim arasında ciddi farklar var aslında. Bunun nedenlerini de çok kısaca şöyle açıklayabilirim: Ben 1994 senesinde, 5 Nisan kararları ve Tansu Çiller hükümeti derken global yapıdan uzak, ağır bir ekonomik kriz ve bunalımın içinde mezun oldum. Hatta 5 Nisan kararları yüksek oranda bir devalüasyonla sonuçlandı. Bu istihdam piyasasını da oldukça ciddi etkiledi. Bizim 1994 yazında yaşadığımız bu sıkıntıyı kimsenin yaşadığını görmedim. Hatta çok basit bir örnek vereyim: İzmir‟deki çok büyük bir holding ODTÜ İşletme ve Ekonomi Bölümü‟nde okuyan İzmirli öğrencileri istihdam etmek için çok büyük bir çaba sarf ederdi, siz İzmirlisiniz, gelin şehrinize katkıda bulunun, bizim holdingimizde çalışın diyerek. O dönem o holding bile eleman almayacağını deklare etti. Birkaç tane, özellikle finans alanında geçerli olan sınavları kazandım. Çok istediğim bir, iki firma vardı. O sırada çoklu bir yarışmada son ikiye kalarak oradaki istihdam imkânını da kaybettikten sonra askere gitmek istedim. Askerlik görevimi yaptıktan sonra butik bir aracı kurum olan, şu anda Türkiye‟deki sermaye piyasalarının geldiği noktada ciddi bir pay sahibi olduğuna inandığım, Ata Yatırım Menkul Değerler‟in İzmir şubesine müracaat ettim ve borsa serüveni de öylece başlamış oldu. Sermaye piyasaları yatırım danışmanlığı, portföy yöneticiliği ne şekilde isimlendirirsek isimlendirelim, soranlara kısaca borsacıyım diyorum. Bu sektör de işe başlamamın böyle tesadüfi bir etkisi var. 2003 senesinden beri de Oyak Yatırım Menkul Değerler‟de çalışıyorum. 2007 senesinden beri de İzmir şubesi‟nin müdürlüğünü yapıyorum. Oyak Yatırım hakkında çok kısa bir bilgi vereyim. Oyak Grubuna ait 3 finansman şirketinden bir tanesi Oyak Yatırım. Oyak‟ı şöyle anlatabilirim; Ordu Yardımlaşma Kurumu‟nun, anayasanın özel maddesiyle kurulmuş olan bir tür emekli sandığı var, subay ve astsubayların maaşlarından bir kesinti yapılmak suretiyle biriken fonların değerlendirildiği bir portföy yönetim şirketi. Aslında emeklilik fonu şirketidir. Fakat zaman içerisinde burada çok ciddi meblağlar birikmiş.

16/

HALĠME BAYER-MEHMET AKHALĠL-TOLGA DENĠZ

Dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri‟nin de misyonu ve vizyonu çok farklı olduğundan, ekonomiden bağımsız olarak bu fonun, emeklilik portföyünün yönetimi piyasa profesyonellerine terk edilmiş. Finans alanında Oyak Bank, Oyak Yatırım ve Aksa Oyak Sigorta A.Ş. vardı. Aksa Oyak‟ı yabancı ortağımıza devrettik. Oyak Bank‟ta bildiğiniz gibi 2006 yılı sonunda Hollandalı ING Bank Grubu‟na satıldı. Oyak Bank‟ın satışından elde edilen gelirle Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları ve İskenderun Demir Çelik Fabrikaları satın alındı. Bu şekilde faaliyetlerimize devam ediyoruz. Peki, Oyak Yatırım ne yapar? Oyak Yatırım Sermaye Piyasası Kanunu‟na tabi aracılık hizmetlerinde bulunan bir aracı kuruluştur. Bizim A tipi diye tabir ettiğimiz bir aracı kuruluştur. Her türlü sermaye piyasaları aracılık faaliyetini yapmaktayız. Bunun içinde; İstanbul Menkul Kıymetler Borsası piyasalarının hazine bonosu tahvil piyasalarında, hisse senedi piyasalarında, vadeli işlem ve opsiyon borsasının her türlü ürünlerinde ve Varantlarda işlem yapmak yer alıyor. Bunlara ek olarak bunların türevlerinden oluşturulmuş yatırım fonlarını kurmak ve yönetmek, portföy yönetimi işlemleri yapmak da faaliyetlerimiz arasında yer alıyor. Kurumsal olarak da şirket evlilikleri, ayrışmaları ve birleşmeleri, stratejik ortaklık ve halka arz gibi daha makro ve kurumsal işler yapmaktayız. Şirketimizin genel iş kolları bunlardır. Genel müdürlükte çalışan arkadaşlarımızın tabiriyle iki şapkamız var; biri müşteriyi bulmak, ikincisi de bulduğumuz müşteriye bu ürünleri pazarlamak. ÇalıĢma hayatınız için Ġzmir‟i seçmenizin özel bir sebebi var mı?

www.sfinance.org


Çalışma hayatım için İzmir‟i seçmemin başlangıçta özel bir sebebi yok. İkincisi bu bir hataydı. Bunu bir kenara not edin. Kriz vardı ve seçenekler zaten azdı. Bir de insan maalesef kendine uygun mesleği zaman içerisinde anlıyor, yani okurken ya da mezun olduğunuz esnada o görüşmelere girip çıkarken bu öyle çok da anlaşılmıyor. Açıkçası İzmir‟de çalışmamın ilk sebebi; işi zaten İzmir‟de bulmuş olmamdı. Ama zaman içerisinde bu işi İstanbul‟da yapabilme şansına sahip oldum. Hem yetişme tarzımdan, hem insan ilişkilerindeki ve mesleki başarılarımdan zaman zaman çalıştığım müessesede gel genel müdürlüğe burada çalış dedikleri oldu. Ama zaman içerisinde İzmir‟e alıştık, İzmir‟in rahat havasına alıştık, İzmir‟e göre gelir düzeyimiz biraz yükseldi ve hemen yakınlarımızdaki yazlık mekânlar gibi, insanı aldatan ilizyonlara kandık. Aslında insanların parasıyla uğraşmak çok zor, bir bakıma dipsiz bir kuyu. Bilinmezleri o kadar çok ki, hâkim olmak gerçekten çok zor. Eldeki verileri çok kısa bir zaman içerisinde, tamamen akılcı bir süzgeçten geçirip, anında bir rasyonel karar vermeniz gerekiyor ve ertesi gün bilinmeyen bir dünyaya uyanabiliyorsunuz. Yatıyorsunuz, sabah bir kalkıyorsunuz Japonya‟da deprem olmuş, arkasından da tsunami alarmı verilmiş. Ben ne yapayım diyemiyorsunuz. Bunu yapabilmek için iki şey gerekiyor; birincisi özgüven. Ben özgüvene sahip bir insanım demek, ben bir sürü kararı alırım değil, on tane karar aldıysam sekiz tanesini doğru bir şekilde alırım demek. On tane karar alma yetkiniz var da bunun yedi-sekiz tanesinin yanlış olması durumunda daha fazla yaşayamazsınız yani bu mesleği de sürdüremezsiniz. Ama dediğim gibi sorunun aslı şu; İzmir‟i seçmemde özel bir sebep yok, İzmir‟de kalmamda bir takım özel sebepler var ve bu sebeplerin tamamını, kariyerime geri dönüp baktığım zaman hatalı olarak görüyorum. Genç arkadaşlarımın tamamına özellikle finans alanında çalışacaksanız İstanbul‟u öneriyorum. Nedeni İstanbul bir finans merkezi ve suyun başında olmakta her zaman fayda vardır. ĠMKB‟nin yeni baĢkanı Merkez Bankası kökenli Ġbrahim Turhan Bey ve ĠMKB‟nin değiĢen yapısı ile ilgili olarak öngörüleriniz nelerdir? ĠMKB‟deki iĢlem hacmini arttırmak için yapılması gereken düzenlemeler ve yenilikler neler olabilir? Kıymetler Borsası‟na bağlı çalışanlar Bu soru kanayan bir yara aslında. Biz Türkiye‟de İstanbul Menkul olarak, pazar payımızı büyütemiyoruz. Örnek vermek gerekirse, Türkiye‟nin nüfusunu ortalama 70 milyon olarak kabul edelim.

17/

Genç bir nüfusa sahip olduğumuzdan doğal olarak tarımsalı ayıralım, yani ekonomiye doğrudan ya da dolaylı olarak katkıda bulunan kişi sayısını da 20 milyonla sınırlandıralım. Bunun içerisinde asgari ücret ile çalışan da olsun, dünyada ilk yüze girebilecek zenginlikteki insanlar ve iş adamları da olsun. Şimdi bakın ortalama 20 milyon gibi bir rakam çıkardık, hadi bunu biraz elimine edelim; 10 milyona düşürelim, en kötü ihtimal Türkiye nüfusunu 7‟de 1‟e indiriyoruz. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası‟nda açık hesap sayısı ise 2.5 milyon. Açık hesaplara sıfır bakiyeli hesaplar da dâhil. Aktif hesap sayısı ise sadece 500 bin civarında. Bu 500 bin içerisine senin A,B ve C kurumundaki hesaplarında dâhil, onları da elimine edersen 250 bin kişiye varıyoruz. Makro çapta güzel yorumlar IMKB‟ye geldiği anda da 180 km hızla duvara çarpmış bir araba etkisiyle karşılaşılıyor. Bizim yapmamız gereken ilk olarak bu pastayı büyütmek. Bu mümkün; fakat geçmişe dönüp bir dizi düzenleme yapılması gerekiyor. Türkiye 2000‟li yıllar krizini yaşarken, bu krizde Türkiye‟nin yaklaşık 40‟a yakın bankası iflas etti veya devlete devredildi. Bu bankalar ve bu bankaların iştirakleri, aynı zamanda çok sayıda şirket borsada işlem görüyordu. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Sermaye Piyasaları Kurulunun kararıyla, „tahta kapatmak‟ diye tabir edilen bir yapıya dönüştü ve işleme kapatıldı. Bir sürü küçük hissedarın hisse senetleri orada kaldı, yani sıfırlandı. Dolayısıyla o dönemde küskünler ordusu yaratıldı. Öncelikli olarak İMKB‟nin bu hukuki problemi çözmesi lazım; çünkü bir hisse senedi yatırımcısının default riski vardır. Yeni İMKB başkanının öncelikle bu konuya bir el atması gerektiğini düşünüyorum, yani yatırımcıyı borsayla barıştırmak olarak nitelendirebileceğim bir misyon üstlenmesi gerektiği kanısındayım. Türkiye‟de türev ürünlerle ilgili tek borsanın (Vadeli ĠĢlemler ve Opsiyon Borsası) Ġzmir‟de yer almasının bölge için avantajları nelerdir? Ayrıca önümüzdeki günlerde iĢleme girecek opsiyonların Amerikan tipi olması gündemde. Bu durum sizce Türk toplumunun piyasaları spekülatif amaçlı kullandığının bir göstergesi midir? Bu da önemli sorulardan bir tanesidir. Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsası‟nın İzmir‟de kuruluşunun temel nedeni; emtialarla ilgili Opsiyon Borsası‟nın İzmir‟de kuruluşu İzmir‟de işlemlerin aslında zaten İzmir Ticaret Borsası‟nda yapılıyor olması. Dolayısıyla Vadeli İşlem ve işlemlerin tarihiyle tamamen örtüşüyor. Peki, bölgeye bir fayda getirdi mi? Bu soruya maalesef

www.sfinance.org


çok iyi ve sempatik bir cevap veremeyeceğim. Çünkü paylaşılamamasından ötürü, bir kargaşa meydana getirdi. Bir grup tarafından İstanbul Menkul Kıymetler Borsası bünyesine bağlı olarak, İstanbul‟da kuruluşu talep ediliyor. Tabi biz İzmirliler olarak, İzmir‟de kalmasından yanayız. Dolayısıyla bu çatışma halen devam eden bir çatışma. Bir sürü ürünün, yeni kontratın piyasalara girişini son derece geciktirip, negatif yönde etkiledi. Bu çatışma kimseye bir fayda getirmedi. İkincisi işlemci bir insan olarak, yani bir trader olarak asla amacına uygun bir şekilde kullanıldığına rastlamadım. VOB dediğimiz Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası‟nın, işleme başladığı 2006-2007 yılından bu yana çoğunlukla yabancı yatırımcının elinde spekülasyona son derece açık, hedge dediğimiz asıl amacı korunma mekanizmalarından bağımsız olarak kullanıldığını çok sık görüyoruz. Fakat tabi bu borsanın suçu değil, onu o şekilde kullananların seçtiği bir yol. Maalesef spekülatif tarafı, „hedge‟ dediğimiz korunma amaçlı işlemler tarafının çok çok daha üstünde. O noktada da oldukça ciddi yatırımcı Kayıplarına yol açan 2-3 yıllık bir geçmişi var. Dolayısıyla önümüzdeki dönem işleme girecek opsiyonların, ya da artacak varant sözleşmelerinin yani yeni oluşturulacak türev ürünlerinin sağlıklı bir şekilde piyasanın hizmetinde Cevap veriyorum, hayır. Yatırım işi, matematik işi değildir. Yatırım işi, biraz öngörü ve önsezi işidir. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; ben bu piyasada iyi traderların, lise mezunu olduğunu gördüm. Algoritmik alım-satım, türev ya da integral hesaplı alım-satım modellemelerinin tamamı elbette ki birtakım teorilerden ortaya çıkıyor. Ancak bunların zaman zaman çalışmaması gibi, komik sonuçlarını da görüyorsunuz. Yatırım öncelikle bir zamanlama işidir, para işidir ve belirli bir genel kültür işidir. Bu genel kültürün içinde matematiksel modellemeler de finansal modellemeler de yok. O işin teorik kısmı. Bir şeyi fark ediyor musunuz bilmiyorum. Dünyada yaşanan kriz, şimdilerde Avrupa‟da- dünya‟da mali ve ekonomik sistemlerin yavaş yavaş çöktüğü ve bittiği bir noktaya gelindiğini gösteriyor. Bunun temelindeki sebep aslında sanal dünyanın kendisi. Bu şu demek: Çok sevdiğim bir hocamın bana söylediği gibi “üretime gitmeyen para, çukura gider.” Bu modellerde bahsettiğimiz yapılanmaya bakınız; özellikle1990‟lardan sonra sermaye piyasalarına hâkim olan mühendis zihniyetli, ya da mühendis kökenli finansçıların yarattığı kaldıraçlar, türevler yani az bir hisse, para bazıyla çoklu kaldıraçlı işlem

18/

olabilmesi için; bizim önce kişisel olarak bunu bir spekülasyon malzemesinden çıkarıp, gerçekten akılcı bir yatırım aracı olarak kullanmayı öğrenmemiz gerek. İkincisi kural koyucuların yani regülâtörlerin ve otoritelerin de bu piyasanın sağlıklı işlemesi için gerekli her türlü tedbiri alması gerek. Aslında tek problem maalesef sığlık ki o da spekülasyonu getirir. Bu şu demek; çok katılımcının olduğu bir borsada, kolay kolay spekülasyon yapamazsınız. Spekülasyon maddi de bir gücü gerektiriyor, ama katılımcı sayısı ve hacim az ise belirgin bir meblağ ile her türlü spekülasyonu yapabilirsiniz. Bugün günümüzde İstanbul Menkul Kıymetler Borsası‟nda çokça rastladığımız gibi. Dolayısıyla opsiyonların; Avrupa ve Amerika tipi olmasından ziyade, bütün ürünlerin, içeriği ne olursa olsun, sağlıklı bir zeminde işlem görüp, amacına hizmet eden şekilde yapılması gerekiyor. Günümüzde gündem çok hızlı değiĢiyor. Bilgiye ulaĢmak da oldukça zorlaĢtı. Veriler deyim size çarpıp geçiyor, çoğunu göremiyorsunuz bile. Bu yüzden de piyasada çok hızlı karar vermek gerekiyor. Bu doğrultuda „algoritmik trade‟ son günlerde adından çokça söz ettirmeye baĢladı. Farklı modellerin alım satımlarda yatırımcılara çok kazandıracağını düĢünüyor musunuz? yapmanın yarattığı şey dünyanın sonu. 2008 krizinde 100.000 dolara alınan evin ipotek kâğıdı türev piyasalarda 1,5 milyon dolara, üzerine yazılan CDS ve sigortalar hariç, trade edilmeye başladı. Bakınız alt tarafı 100.000 dolarlık bir şey. İşte bu olmayan parayla bir şey yapılmaz. Yatırım bir felsefe içerir. O da en basit anlamda şudur: Yatırım harcamalarınızdan tasarrufa ayırdığınız rakamın, zamanla paranın değerini yitirmemesi amacıyla değerlendirilmesini amaçlayan bir modeldir. Bunun için zaman vardır, fırsatlar vardır, piyasalar vardır piyasaların gelişimi vardır. Bunu görürsünüz ve ne hedeflediğinizi ortaya koyarsınız. Yatırım çok basit bir iştir aslında. Sermaye piyasası kanunu, bize önemli bir tebliğ yayımlamıştır: Müşteriyi tanıma kuralı. Müşteri karşımıza gelir ve bir birikimi vardır. 100 TL diyelim. Müşteri der ki: „Ben bu 100 TL‟nin değerlendirilmesini istiyorum.‟ Bu da çok doğal bir taleptir. Bunu yaptıktan sonra onunla konuşmak gerekir. Risk algısı nedir? Ne kadar risk alabilir? Conservative bir yapıya mı sahip, hırslı ve girişken bir yapıya mı sahip? Bu paranın ondaki ifadesi

www.sfinance.org


nedir? Biz emekli olup, emekli ikramiyesini buraya getiren insanları görüyoruz. Dolayısıyla bu parayı; en sabit getirili ve en güvenli yatırım aracından, risk ölçütü gittikçe artan yatırım araçlarına doğru sıraladığınızda alabileceği getirileri ortaya koyarsınız. Bunlar arasındaki tercihi nedir, bunları saptarsınız. Bence burada en önemli kavram “oransal olarak elde ettiğiniz gelir.” Yatırımcıya şunu anlatmaya çalışıyorum: 100.000 TL var, 100.000 TL‟yi bankada tutarsan en iyi ihtimalle ayda 1.000 TL alıyorsun (bu söylediğim biraz izafi bir rakam). Eğer sen borsada 100.000 TL ile 1 ayda 1.500 TL bir getiri elde ettiysen oransal olarak çok ciddi bir getiri elde etmişsindir. Bunu bu şekilde kabul etmen lazım diyorum. Fakat 100.000 TL de tek hedef 200.000 TL kazanmak olduğu için o 1500 TL lik getiride yanlış bir algı var. Dolayısıyla dünya ekonomisi olarak bu modellerin oldukça tartışıldığı çok ilginç bir dönemden geçiyoruz. Demek istediğim asıl olan üretimdir. Borsa mantığı çok barizdir. Siz bir şirketin hisse senedini satın alırsınız. Şirketin hisse senedini satın aldığınız zaman o para şirkete girer. Şirket bu parayı yatırımlarında kullanır. Kendini büyütür. Kendini büyütünce hisse senedinin değeri artar. Böylece siz para kazanırsınız ve ekonomiye ciddi ölçekte bir değer kazandırırsınız, istihdamı ve yatırımları artırırsınız. Bugün A hisse senedinden 10 TL lik alayım, yarın yükselirse B‟ye satarım mantığıyla hareket ederseniz, hayat

19/

sizin için zor olur. Bence bütün durum bundan ibarettir. Wall Street Journal gazetesi Türkiye‟de enflasyonun son 3 ayda yükseldiğini ve bunun sonucunda Türkiye'nin dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olup olmadığı konusunda tartıĢmaların baĢlayabileceğini belirtti. Sizin bu konudaki düĢünceleriniz nelerdir? Öncelikle Türkiye‟yi değerlendirmek için son 3 ayına bakmak gerekiyor, bu aşağı yukarı son 10 yılına bakılması gereken bir süreçtir. Türkiye‟de enflasyon şu son 10-12 yıl içerisinde 60,70,80 ve hatta 90lı rakamlardan tek haneye düştü. Bu 10-12 yıldaki düşüş ivmesi çok başarılı bir ekonomi politikasının göstergesidir. Bahsettiğimiz rakamlar son derece üst yapı rakamlarıdır; çünkü Türkiye‟de faiz de %100 ler seviyesinden tek haneli seviyelere inmiştir ki, bu da çok önemli bir diğer rasyonel göstergedir. Başka ekonomik büyüklüklere de bakmak gerekir; gelir dağılımı eşit olarak mıdır, vergi sistemi adaletli midir, bu büyümeden herkes kendi oranındaki payı alabilmiş midir? İşte bunlar biraz tartışmalı. Türkiye gelir dağılımının çok dengesiz olduğu bir ülke olduğundan dolayı, ekonomik anlamda baktığınızda çok iyi görünen oranların; aslında çok üst yapı oranları olduğunu ve alt yapıya çok yansımadığını, çok amiyane bir tabirle sokaktaki insana çok rastlamadığını, oraya

www.sfinance.org


kadar ulaşamadığını görebiliyoruz. Dolayısıyla ekonomi her zaman için tartışılan bir konu olmuştur; fakat ölçütler hep bu makroekonomik veriler üzerinden yapıldığından oraya baktığımızda bir başarı hikâyesi görmemiz mümkün. Türkiye‟de enflasyon son 3 yılda ciddi miktarda tek haneli rakamlara indi; fakat son 3 ayda bu yılın da etkileriyle bir yükselme trendine girdi ve en son açıklanan Aralık ayı enflasyonuyla tekrar çift haneye ulaştık. Nedenleri konjektürel; Türkiye‟nin içinden kaynaklanan nedenler olduğu gibi dışsal nedenlere de bağlanabilir. Geçtiğimiz krizlerden çok farklı olarak, kendisini fazlaca hissettirmeden gelmiş ağır bir Avrupa, Euro bölgesi krizi yaşıyoruz. Euro bölgesi krizinin çok önemli etkilerinden bir tanesi olarak Euro‟daki değer kaybı ve Dolar‟daki artış düşünülebilir. Dünyada bir Dolarizasyon var. Amerika‟nın Ağustos sonunda aldığı kararların da bunda etkisi var tabi, kimse parasının değerli olmasını istemiyor; çünkü değerli para ihracatı son derece etkileyen bir yapıya sahiptir. Dünyada parasal dengeler böyle hızlı değişirken, yaşanan belli bir takım etkiler petrol fiyatları üzerinde de baskı yaratmaya başlıyor. Enflasyondaki artışın temel nedenlerinden bir tanesi de budur. Türkiye‟nin mücadele etmesi gereken ciddi bir cari açık problemi var. Türkiye kazandığı her 100 birim paranın 50-55 ini kendisi kazanıyor, 45-50 sini göreceli olarak dışarıdan borçlanarak yürütebiliyor ve maalesef üreten yapısı tüketen yapısına göre çok daha az. Cari açık da, bu dengesizlikten kaynaklanan önemli bir faktörür. Diğer bir yandan faizlerin düşük olması insanları harcamaya sevk ediyor. Çok rahat bir şekilde kredi bulabiliyorsunuz ki Türkiye çok önemli bir pazar ve insanların bir bölümünün alım gücü de oldukça yüksek. Dolayısıyla Türkiye lüks ithal otomobillere, lüks kullanım cihazlarına çok ciddi para harcayan bir ülkedir. Geçenlerde bana cep telefonlarıyla ilgili bir istatistik söylediler, şaşırdım kaldım. Yaklaşık yıllık 3-4 milyar dolar cep telefonu ithalatına para ödüyoruz. Aslında normal bir rakam; çünkü yurtdışındaki bir vatandaşın, herhangi bir cep telefonunu çok uzun süre kullanarak hayatını yaşadığını görüyorsunuz; ama iş Türkiye‟ye gelince sonuç biraz farklılaşıyor. Demek istediğim harcama yapısı da enflasyon arttırıcı bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Merkez bankasının yaz başında başlattığı cari açıkla mücadele kapsamında uyguladığı sıkılaştırma politikalarının da, enflasyonu arttırıcı etkisi var elbette. Türkiye, dünyanın hızla büyüyen bir kaç ülkesinden bir tanesidir. Aslında başarılı

20/

ve örnek alınan bir model de oldu; ama her ekonomik büyüme belli bir dönemden sonra farklı makroekonomik sorunları (enflasyon ve kur baskısı gibi) beraberinde getireceğinden kontrollü olunmak gerekir. 2012 Yatırım Stratejileri Toplantısı‟nda bahsedilen küresel risk iĢtahının azalmasının kısa vadede kur, faiz ve borsa üzerinde baskı yaratmaya devam edeceğini düĢünürsek, bir hisse senedine yatırım yaparken nelere dikkat etmeliyiz? Hisse senedi yatırımı benim sattığım finansal ürünlerin en önemli kısmını içeriyor. Bir hisse senedinin fiyatını etkileyen birden fazla faktör var. Normal koşullar altında, hisse senedi yatırımı büyüme eğilimindeki sektörlerde yer alan, mali yapısı güçlü, hedefi ve stratejileri olan ve sağlam bir yapıya sahip şirketlerin hisse senetlerinin alımıyla gerçekleştirilen bir yatırım. Fakat siz satın aldıktan sonra, hisse senedinin fiyatını birkaç şey etkilemeye başlıyor. İlk etken şirketin kendi politikaları; şirketin büyüme ve küçülme politikaları, farklı alanlara açılma politikaları, birleşme politikaları her şey düşünülebilir bu anlamda... İkinci etkense; sektörle ilgili olan şeyler: O şirketin ekonomik faaliyette bulunduğu sektörü etkileyecek olumlu ya da olumsuz hükümet tarafından gelen vergi artışları, vergi teşvikleri, yeni açılımlar, projeler (enerji sektöründe olduğu gibi). Üçüncüsü, ülkenin ekonomik yapısıdır. Bir ülkenin ekonomik yapısı büyüme trendindeyse, işler iyiye gidiyorsa, faizde yani borsanın alternatif yatırım araçlarında bir düşme varsa hisse senedinizin fiyatı bundan olumlu etkileniyor. Fakat küresel riskler dediğimiz bundan 10 yıl önce biz borsaya başladığımız dönemde, hiç aklımızın ucunda bile olmayan şeyler de artık hisse senedinin fiyatını bir anda etkileyebiliyor. Japonya örneğini verdim az önce. Ülkedeki siyasi değişiklikler, karar alıcıların, siyasilerin farklı karar mekanizmalarına yönelmeleri, seçim ortamları, komşularınızla yaşanan problemler bunların hepsi o piramidin en üstünden alta kadar giderek sizi önemli miktarda etkileyebiliyor. Dolayısıyla hakikaten hisse senedi yatırımı çok karışık bir iş haline gelmeye başladı.

www.sfinance.org


Eskiden bu kadar değildi; ama normalde hisse senedi yatırımı en bariz anlamda hisse senedi piyasasının argosuna uygun olarak yapılır. Çok iyi bilindiği üzere, hisse senedi herkesin çok aldığı dönemde alınan bir enstrüman olmamalıdır. Herkesin sattığı, hisse senedinden kaçtığı -bu dönemlerde olduğu gibi- dönemde alınan orta uzun vadeli (orta uzun vade kavramı hep sorulur; bu bazen 1 ay olur bazen 1 yıl olur.) iyi bir hisse senedi iyi bir yatırım demektir. Fakat konjonktür de çok önemlidir; bu küresel risk iştahındaki azalma hisse senetlerinde de kaçışı beraberinde getirir ve o kaçışta bir alım yaptığınızda işlerin düzelmesini beklemeniz gerekir ki işler, bugünden yarına çok kolay düzelmez. Özetle; temel felsefe alma zamanlamasının çok iyi ayarlanmasına, hisse senedinin göreceli olarak fiyatının düşük kaldığının düşünüldüğü dönemlerde veya hisse senetleri piyasasının ileriye doğru bir potansiyelinin olduğunun işaret edildiği dönemlerde alım yapılmasına dayanmaktadır. Tabi ki hisse senedi: yatırımı iyi seçilmiş, mali yapısı güçlü, kar payı dağıtma potansiyeli ve repütasyonu iyi olan bir şirketten hisse senedi satın almak suretiyle çok verimli ve iyi bir yatırım aracıdır. Asla kumar değildir. Bunu kumar haline getirenler insanların zihniyetidir. Portföy yönetimi alanında uzmanlaĢmak isteyen öğrencilere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz? Oyak Yatırım‟da staj yapmak isteyen kiĢiler için Ģirketinizdeki staj imkânlarından biraz bahseder misiniz? Öncelikle staj prosedürel tarafı nedeniyle son yıllarda şirketler tarafından çok tercih edilmeyen bir uygulama olmaya başladı. Stajyer bir arkadaşı istihdam ettiğinizde bir takım hukuki şartnamelerin yerine getirilmesi gerekiyor. Bizim de staj uygulamamız var; fakat bunu çok iyi bir değerlendirme yaparak ve insan kaynakları departmanımızla koordineli bir şekilde başvuruları değerlendirerek gerçekleştiriyoruz. Dolayısıyla böyle bir imkânınız var. Okulların kapalı olduğu dönemde öğrenciler özgeçmişleriyle birlikte gelirse, en azından yol gösterici ve yardımcı olmaya çalışırız. Portföy yönetimiyse, şu ana kadar kariyerle ilgili bir sürü bahislerde bulundum; bunlardan bahsederken bardağın biraz boş tarafından bakarak yorumlar yaptım; ama şimdi biraz da dolu tarafından bakalım… İlk olarak şunu söylemeliyim ki zor ve riskli bir iş. Ayrıca stresi oldukça bol bir iştir. Dolayısıyla bu işi yapacak olan arkadaşların

21/

özgüven sahibi olmaları ve stresle iç içe yaşamaya hazırlıklı olmaları gerekmektedir. Diğer önemli nokta ise, çok kısa zamanda rasyonel kararların etkili ve etkin bir şekilde, soğukkanlılıkla alınabilmesi gerekliliğidir. Üstelik bu alınan kararları yatırımcıyla paylaşırken çok iyi kişisel iletişim kurmaları da gerekir. Bunlar kişinin kişisel özelliklerinde olması gerekenler. Bunun yanında görsel formasyonlar da var. Sosyal hayatı çok iyi bilen, o hayatın içindeki gerçekleri kavrayabilmiş insanlar, sosyal aktivitelerde bolca bulunabilecek, genel bilgi ve genel kültür düzeyi yüksek kişiler olması gerekir. İşin mesleki tarafına baktığımızda ise 2002 yılından bu yana Sermaye Piyasası Kurulu lisanslama getirdi; bunu otomobil almak için ehliyet almaya benzetebiliriz ki bu belge de bu piyasada çalışmak için oldukça gerekli bir belgedir. Bu olayın daha çok teknik kısmıdır. Bunun yanı sıra mesleğin gerektirdiği her türlü teknik finansman bilgisi, muhasebesel bilgiler, vergisel bilgiler gibi akademik alt yapıya da sahip olmanız gerekiyor. İşin bu tarafı biraz kâğıt üstünde olmasına rağmen, zaman içinde mesleğe başlamakla beraber bunları pratiğiyle örtüştürüyorsunuz. Bunun yanı sıra, son 10 yılda ortaya çıkan bir şey; ufkunuzun çok geniş olması, dünyada olup bitene karşı duyarlı olmanız da çok önemli. Dediğim gibi o dipsiz kuyudan yola çıkarsak çok sayıda bilgiye ulaşabilecek kadar sanal dünyaya hâkim olmanız, haberlere, gelişmelere vakıf olmanız, dünya ekonomik, siyasi, politik olaylara da hâkim olmanız gerekiyor. Eskiden bu yoktu; şimdi

www.sfinance.org


ise bir sabah uyandığınızda geçenlerde olduğu gibi Macaristan'ın iç borçlarını çevirmesiyle ilgili AB ve IMF kaynaklarına başvuracağını açıklaması sizin burada aldığınız pozisyonu direk etkiler hale geliyor. Dolayısıyla dış dünyayı, dış medyayı takip etmek de ayrı bir önem kazanıyor. Kriz dönemlerinde sabah 4:00-4:30 da kalkıp Bloomberg‟ten ya da CNBC-E'den yurtdışı piyasalarındaki genel ahval ve şeraiti izlediğimi ve bu yüzden de saat 7:30-8:00 gibi ofise geldiğimi çok bilirim. Demek istediğim portföy yönetimindeki açılım gittikçe çok komplike olmaya ve donanımlı bir eleman istihdamı gerektirmeye başladı. Buraya kadar her şey güzel; fakat kötü yanları da var elbette. Portföy yöneticileri New York'ta, Londra'da oldukça saygın mesleklerden birisi olarak kabul edilir. Yüksek gelir grubuna sahip insanlardır. Hiç bahsetmedik ve bahsetmeyi de sevmiyorum; ama bu da bir rasyonel gerçek olduğu için konuşmakta sakınca görmüyorum; benim işim genellikle İzmir‟de gelir düzeyi yüksek bir iş adamıyla, dolayısıyla işimi yapabilmek için benim o insanlarla iletişimde olmam lazım. Çünkü o insanlar benim müşteri kitlem. Onlarla, onların yaşadığı ortam, hayat ve platformlarda bir araya gelebiliyoruz. Bu nedenle portföy yöneticileri dünyada yüksek gelir düzeyine sahip. Türkiye de ise durum biraz farklı. Bu yüzden mesleğin ilk yılları yeni başlayan arkadaşlara pek cazip gelmeyebiliyor. Bizim MT programımız var. Her

yıl mayıs-haziran ayında internetten buraya arkadaşlar müracaat ederler. Sınavlarda mülakatlarla 10-12 kişilik bir grup seçilir ve ardında 5-6 ay süren şirket içi çok ciddi ve hakikaten pahalı eğitimlere tabi tutulur. Son olarak da bu arkadaşlar yönetici olarak yetiştirilmek üzere istihdam edilir. Bu işin güzel ve önemli giriş kapılarından biridir. Ben ilk mesleğe başladığımda, biraz alaylı mektepli ayırımı vardı; ama şimdi artık olay tamamen farklı. Bizim mesleğe başlayacak olanlardan artık yüksek lisans isteniyor, dil isteniyor, internet ve bilgisayar kullanımından bahsetmiyorum bile. Tabi ki bu alt yapıyı oluşturmak daha çok aileleri ilgilendiren ciddi bir maliyet ve birikim gerektiriyor. Sizinde zihnen derslerinize kafa yorarak altına girdiğiniz bir maliyet bu. Karşılığını ise mesleğin ilk yıllarında değil; ama sonraki yıllarda becerinize ve insan ilişkilerindeki başarınıza bağlı olarak alabiliyorsunuz. Tabi bu biraz da çevrenizdeki iş imkânlarıyla da doğru orantılı, o yüzden hep İstanbul örneğini veriyoruz. Son olarak şunu söylemeliyim ki fiyatınızı kendiniz belirlersiniz. Ne kadar çok sayıda insanla pozitif ilişkiler kurabildiyseniz, portföyünüzü büyütebildiyseniz, o insanlara bir katkıda bulunabildiyseniz bir şekilde bir repütasyonunuz yayılıyor, farklı şirketlerden teklif alıyorsunuz ve bünyenizi de bu şekilde genişletebiliyorsunuz. Aslında bu alan kendinize yaptığınız yatırımın en yoğun olduğu iş kollarından birisidir.

Kariyer kulübünün öyküsü Kurucusu Murat Barboros‟un anlatımıyla SAYFA 44‟DE

22/

www.sfinance.org



CDO‟s role on 2008 crisis (The Worst Product Ever Seen)

I

n 2008 crisis the subprime mortgages were a problematic asset for the banks and they were said to be the cause of the mortgage crisis, but there was something different which turned into nightmare of the Americans. Yes, the rumors were absolutely right, CDOs, which are derivative instruments, played a key role. In this article definition of a CDO will be made, reason of their creation and their affects on 2008 crisis will be explained. What is a CDO? As we mentioned before CDOs played an essential role on 2008 crisis. CDOs are known as a type of structured asset-backed securities (ABS) with multiple “tranches” which are issued by special purpose entities like investment banks. If it is necessary to explain what an ABS is, we can say that an asset-backed security is a security whose value and income payments are derived from and collateralized (or "backed") by a specified pool of underlying assets. And a group of small and illiquid assets that are unable to be sold individually are gathered around to create an asset-backed security. CDOs are collateralized by debt obligations including bonds and loans. Moreover, the different degree of risk and returns are represented by the trenches of the CDOs. And investors can demand the CDOs that they wish by considering their expectations and their expected risks level. In the year 2000, the mortgages which are long term assets for the banks located in the USA were gathered around to create CDOs. These securities, which are derived from the mortgages consisted of 5% of the all CDOs for the beginning of 2000 in the USA, but then it reached 36% of all. These CDOs were trenched by considering the different risk levels of the mortgages. Actually one of the biggest problem had been occurred while they were classifying the CDOs according to their risk levels (risk for CDOs is defined as a probability of failure of the borrower on paying the debt back to the lender), since the credit agencies were not behave ethical. However we are going to deal with this topic later when we discuss the effects of the CDOs for 2008 crisis. Lets go back to the our topic. Bankers derived CDOs from the mortgage credits. They divided them into different

24/

trenches which are called as super seniors (the safest one), mezzanines (safer), and equities (the riskiest one, unsecured) which were derived from subprime mortgages. The safest ones which are super seniors were retained by the banks, and the equities which are consisted of highest risk level mortgages called subprime mortgages were retained by the hedge funds, since the hedge funds are risk taker and always the higher return is on their mind. In other words, the CDOs which are formed by gathering around the subprime mortgages offer highest return, anyhow hedge funds search for that. The mezzanine mortgages were again divided in to three trenches which are super seniors, mezzanines, and equities according to their risk levels. And the process repeats and repeats it self. It‟s understandable that the CDOs which are the part of different trenches had different level of percentage return, since they had different level of risk for not to pay back. The CDOs which are super seniors (sr secured) provided 7% interest for the investors, the mezzanines provided 9%, and unsecured CDOs provided 12% interest for the investors. There are different types of CDOs such as CLOs (collateralized loan obligations), CBOs (collateralized bond obligations), CSOs (collateralized synthetic obligations), and CMOs (collateralized mortgage obligations). Consequently, for the CDOs, we can say that they are the derivative instrument derived from the long term assets such as loans and bonds. These are the tools or vehicles for the bankers which are created cleverly to make higher profit. And cdos are also called asset backed securities as we said before which are so complex to understand and invest on. This complexity of the CDOs affected the economy and financial system

www.sfinance.org


badly. Moreover, we are going to discuss these later on the third part of the article since these are essential as we mentioned before. But now I continue with the topic of why they needed to create CDOs (Collateralized Debt Obligations).

(in this chart it is represented that the division of the cdos in to different trenches regarding to the different risk levels)

Why the CDOs were created

The bankers in the USA provided for the all Americans to realize their dreams which are to have a house by offering a credit called mortgage. There was nothing wrong with it from the beginning in 2000 to 2007 until the crisis happened. However the mortgages had long maturities means they were long term assets and the banks wanted to convert them to short term liabilities, the process called securitization. So we can say that the CDOs were created. Basically the reason for the creating a CDO is what I mentioned above, but I am going to deal with it in detailed. The originators, such as major investment banks and other participants in the shadow banking system, of the CDOs created them since they were willing to sell the CDOs to investors and were reflecting the greater profit margins from them. Moreover they were successful until the 2008 crisis since investment banking institutions and credit agencies profit increased dramatically in the years leading up to crisis. The 40 % of the credit rating agencies revenues were from these CDOs. Moreover, banks never want to hold illiquid assets

25/

since they always want to gain more, they needed to find a solution for the mortgages which are illiquid to convert them in to a liabilities, and to transferred them (along with related risk) to the investors. So the clever originators created the CDOs which are complex and hard to be understood by the investors. Also, they benefited from the deregulation of the market. How the CDO Affected the 2008 Crisis In 2008 crisis the CDO played a key role since the mortgages were problematic assets which could be overcome if just they were occurred. However, originators created the CDOs which are complex and these made mortgages the nightmare of the USA. It was so closed that the hall financial system collapses in the USA. The problem has started from the subprime mortgages. The mortgage system in the USA was a trouble since the rationing of the mortgages was made so bad. There was no regulation and even the credits were known that itâ€&#x;s going to be debt from the beginning, the credit agencies rated these as secured and safety and the banks provide these credits to their customers. However the real problem

www.sfinance.org


was the CDOs which are derived from these subprime mortgages and these were used speculatively. The CDOs were too complex so the investors couldn‟t understand them very well; they couldn‟t measure their level of risk properly. As we know these were directly related with the mortgages. If any problem occurred in the mortgages, it was clear that the CDOs were going to be harmed Simpler systems cope better with extreme and sudden events than highly complex ones - they can adapt faster and are less fragile. However in the USA the situation was vice versa. The complexity of the CDOs‟ was mixed with the uncertainty of the market and the fragility occurred. Fragility can

caused a collapse of the financial systems. We saw that one more time in the 2008 mortgage crisis in the USA. The president of the Fed in that time in the USA who was the Ben Bernanke and the Secretary of the Treasury who was Henry Paulson decided to bail out the banks junk bonds which consist of CDOs, mortgages. In conclusion, if the CDOs were never being created maybe the crisis wouldn‟t be as harmful as it was. The CDOs multiplied the effect of the subprime mortgages 10 times maybe the more then 10 times. That is why these must have been regulated by the government but they did not so the USA paid for the 2008 crisis.

CDOs can be created as long as global investors are willing to provide the money for purchase the pool of bonds. The chart which is represented above we can see the CDO bubble in 2007 and the burst of the bubble. Moreover by looking at the amounts which are shown in the left column we can understand how much they were derived. (Derivative instrument never be used for the speculative). M. Melih Akyurt Uluslararası Ticaret ve Finansman melihakyurt@hotmail.com

26/

www.sfinance.org


14/

www.sfinance.org


Hasan Fehmi Baklacı ile gündeme özel İzmir Ekonomi Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Finansman bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hasan Fehmi baklacı ile öğrenim hayatı, iş tecrübeleri ve ekonomi gündemini şu ara meşgul eden konular olmak üzere çok geniş bir yelpazede konuşma fırsatı yakaladık. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? 1991 yılında ODTÜ işletmeden mezun oldum. Daha sonra uluslararası denetim firmasında (Deloiite) çalıştım. Yüksek lisansımı Amerika‟da Universal Center Florida Üniversitesinde tamamladım. 1994 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce İşletme Fakültesinde asistan olarak mesleki hayatıma başladım. Bir müddet çalıştıktan sonra istifa edip, Texas üniversitesine geçtim. Texas‟da Finans üzerine doktoramı yaptım. 2003 yılının sonunda da İzmir Ekonomi Üniversitesine geldim. O yıldan beri burada Uluslararası Ticaret ve Finansman bölümünde çalışıyorum. Şuanda Doçent pozisyonundayım ve 2012 Aralığında da bir aksilik çıkmazsa Profesörlüğüm gelmiş olacak. İlk geldiğim sene, Salihli Ticaret Odasından bir proje için danışmanlık teklif edilmişti. Bölümümüz öğretim üyelerinden Hülya Tütek, şuanda profesör, bölüm başkanı ve bir grupla birlikte orada danışmanlık yapmıştık. Şuanda İzmir Ticaret Odasının, daha olgunlaşma aşamasında olan ihracatçı birliğiyle birlikte, küçük ve orta boy işletmelerin ihracatta rekabetçi yapısını iyileştirmek adına ortak bir projesi var. Bu proje başlarsa, orada yer alacağız. Ayrıca bölüm başkanımız Cengiz Erol Hocamız ve bir grupla birlikte bankacılık üzerine birkaç projemiz daha var. Yakın bir zamanda bankacılıkla ilgili, TÜBİTAK projesine başvurmayı düşünüyoruz. Bütün bunların yanı sıra lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdim. Gülin Hocanın, Gökçe Hocanın ve Berna Hocanın doktora jürilerinde hem danışman, hem jüri üyesi olarak yer aldım. Ġlk kariyerinize denetim Ģirketinde baĢladınız. ġuanda hocalarımız olsun, sektörde çalıĢanlar olsun denetim Ģirketlerinde baĢlamanın, bizler için iyi olabileceğini söylüyorlar. Herkes denetim Ģirketlerini geçiĢ olarak görüyor. Bu konuda ne düĢünüyorsunuz? Kesinlikle öyle... Eğer bir denetim şirketinde çalışmaya başlarsanız, orada kademe kademe yükselirsiniz. İlk başta onlarında çırak olarak adlandırdığı bir pozisyonda başlıyorsunuz, sonra yönetici oluyorsunuz, çok yükselirseniz de ortak

28/

oluyorsunuz. Tabi bu aşamalar zaman gerektiren şeyler. Başladığınız noktadan itibaren, yaptığınız iş boyunca şirketlere gidip denetleme yapıyorsunuz. Denetim sırasında şirketlerin bütün bilançosunu, gelir tablosunu inceliyorsunuz; hatta defteri, günlük dediğimiz kayıtlara kadar incelemeniz gerekiyor. O zaman da şirketin A‟dan Z‟ye kadar mali yapısıyla ilgili fikir sahibi oluyorsunuz. Dolayısıyla, şirketlerde bir açık olduğunda özellikle denetim şirketinde mali yani finansman ya da muhasebe bölümlerinde giriş pozisyonunda değil de müdür, yönetici pozisyonunda çalışmış olanları tercih ediyorlar. Çünkü şirketi en iyi tanıyanlardan biri dış denetimcilerdir. Hatta bazen iç denetimcilerden de iyi tanımış oluyorlar. O yüzden eğer denetim şirketinde çalışıyorsanız, size iyi bir transfer teklifi gelebilir. Tabi bu şirketler bizim dönemimizde de vardı ama her yerde şubeleri yoktu. Şimdi sizin en büyük şansınız; bu şirketlerin her yerde bir şubesi olmasıdır. Benim hatırladığım Deloitte „un İzmir şubesi yoktu ya da çok yeni kurulmuştu. Şimdi İzmir‟de Delloite‟un yanı sıra, diğer yabancı ve yerli şirketler de mevcut. Denetim şirketleri kariyer için büyük bir sıçrama tahtasıdır. Orada biraz sabretmek gerekir. Mesela İnegölde demir döküm fabrikasına gitmem gerekiyordu. Erkek olunca tek gidebiliyorsunuz, bayanları pek tek başına göndermiyorlar. 10.30da sözleşmiştik ama kar yağışı nedeniyle İstanbul‟a adalar vapuruyla gitmek zorunda kalmıştım, ancak 15.00‟da varmıştım ve artık kapatmak üzereydiler. Sırf denetimci gelmeden de stokları yazamıyorlar çünkü dış denetimcinin mutlaka denetlemesi gerekir. Bir de orada stokları eksik saymışlar, muhasebe müdürü de kendisini

www.sfinance.org


muhasebenin Mozart‟ı olarak adlandıran bir adamdı. Biraz tartışmalar oldu ama sonra iyi ilişkimiz oldu orasıyla. Yani denetim işi çok kolay bir iş değildir özellikle yıl sonlarında çok yoğun olur. Stok sayımları yapılır, defterlerin tekrar düzenlenmesi gerekir ama dediğim gibi denetim şirketinde de kalsanız yükselebilirsiniz. Bir yandan da başka bir denetim şirketine geçmek daha kolay ve avantajlı olabiliyor.. Eğer denetim şirketinde çalışmaya karar verdiyseniz biliyorsunuz okulumuzda buna uygun sertifika programları da vardır, o dersleri şimdiden almanızda avantajınız var çünkü bazen şirketler ufak tefek sözlü mülakatlar ya da yazılı da yapabiliyorlar. Bu yüzden ön bilginizin olduğunu kanıtlamanızın faydası olabilir. Benim tasfiyelerim bunlardır. Kariyer söz konusu olduğunda ben derslerimde de toplantılarda da yeri geldiğinde söyledim, sigortacılık aslında birçok insanın ilgilenmediği farklı gördüğü bir alandır. Ama sigortacılık konusunda da Türkiye‟de bir takım yeni düzenlemeler gelecek. O alana da yönelebilirsiniz. Bankacılık aynı şekilde her zaman olduğu gibi gündemde olan bir alandır. Bütün bunlara bölüm olarak da profil olarak da uygun olduğunuz için değerlendirmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Ayrıca kendi işinizi kurmaya karar verirseniz de aynı avantaja sahipsiniz diyebiliriz. İl ticaret konuları gündemde, yani illaki bir şirkette çalışacağım gibi bir düşünceniz olmasın, kendi işinizi kurmayı da düşünebilirsiniz. Denetim tabii ki de muhasebe içerisinde iyi bir alan ama finans sektöründe mesela sigortacılık bence kariyer olarak düşünülebilecek bir alandır. Bunları da düşünmenizde fayda var. VOB aynı şekilde, biliyorsunuz VOB yeni atılımlar yapıyor. Mesela opsiyon piyasalarının gelmesi gündemde. Yani bu konuları da çalıştığınızda, risk yönetimi, opsiyon piyasaları falan size ileride bir takım kapıları açabilir diye düşünüyorum. Kariyerden baĢlamıĢken, Amerika‟da yüksek lisans yapmak isteyen arkadaĢlarımız için tavsiyeleriniz nelerdir? Oradaki olanaklar nelerdir? Yüksek lisansta ya da doktorada tavsiyem aynı üniversitede devam etmemenizdir. Mesela bu üniversiteden mezun olduğunuzda, buraya kolay girerim diyerek yüksek lisansınızı ve doktoranızı burada yapmanızı tavsiye etmem. Neden? aynı yapı, aynı hocalar. Yurt dışında yapmanız sizin avantajınız olur çünkü kültür farkını yaşayacaksınız. Türkiye‟deki eğitim kültürüyle yurtdışındaki eğitim kültürü arasında çok fark

29/

vardır. Amerika‟nın en büyük avantajı, bu alanda en deneyimli ülke olmasıdır. Mozaik bir yapıya sahiptir, Amerika‟da o kültürü yaşamak gerektiğini düşünüyorum. Ben sadece eğitimin kalitesinden bahsetmiyorum. Eğitimin kalitesi açısından giderseniz görecekseniz ki, çok da büyük bir fark yok. Ama bakış açısı farklı. Örnek vermek gerekirse ben orada ders verdiğimde sınavlarda kopya çeken öğrencileri Amerikalılar tespit edip bana söylüyorlar; bunlar sessizce konuşup rahatsız ediyorlar diyerek. Hepimiz biliyoruz ki kültürümüzde kopya çekmek kolay not alma yoludur. Öncellikle bunu görüyorsunuz. Biz şimdiye kadar ne yapmışız şeklinde suratınıza bir şamar gibi iniyor bu durum. Bazen ne kadar anlamsız şeyler yaptığımızı fark ediyorsunuz. Birde onların kopyaya bakış açısı sadece eğitim anlamında değil, insani olarak da dürüst insan olmak anlamında farklı. Dürüst olmak, kendi çabanızı göstermek önemli zaten bunları gösterdiğinizde karşılığını alıyorsunuz. Yani bunlar işin en önemli artıları bunun dışında teknik olarak Amerika‟da master yapmak için öncellikle alanınızı çok iyi seçmelisiniz. Alanınızla ilgili girmeniz gereken bir G-MAT, GRE gibi sınavlar vardır. İngilizcenizin çok iyi olması gerekmektedir çünkü orada sadece gidip okumuyorsunuz, aynı zamanda yaşıyorsunuz ve bu yüzden İngilizceye alışmanız gerekiyor. Ben ortaokulu TED‟de okudum, sonra ODTÜ de okudum, İngilizcemin belli bir seviyede olduğunu düşünmeme rağmen Amerika‟da ilk günden taksicinin ne dediğini anlayamamıştım. Çünkü öyle bir aksanda konuşuyordu ki, öylece kalakalmıştık. Biz arkadaşla sürekli yes diyorduk ama daha sonra ne demek istediğini anladık. Arabayı durdurup ben size yes no ile cevap verecek bir soru sormuyorum nerden gideceğimi soruyorum dedi. Orada bazı şeyleri görüyorsunuz. Hakikaten yurtdışında yaşamak kolay bir iş değildir. Ama Amerika‟ya kolay adapte olabilirsiniz. Çünkü Amerika‟ya her taraftan insan geliyor. Avrupa ise daha farklıdır. Avrupa gelen öğrenci yapısıyla biraz daha kozmopolittir. O açıdan Amerika‟ya giderken, Türk kültürünü burada bırakıp gitmeniz gerekir. Oraya gittiğinizde ülkemi çok özeldim dur kebap yiyim falan derseniz, Amerika‟ya alışamazsınız. Ama bu her yer için böyledir. Ayrıca Amerika‟ya giden öğrencilerin eğitim seviyeleri de daha yüksektir. O yüzden, kendinizi hem geliştirmeniz gerekir hem de biraz mücadele etmeniz gerekir. Bunun dışında Amerika‟ya giderken ISCIS adında (agretitasyon) veren bir kurum vardır. ISCIS„ın onay verdiği üniversitelerin dışındaki üniversitelere gitmenizi hiç tavsiye etmem, çünkü

www.sfinance.org


döndüğünüzde diplomanızın YÖK tarafından kabul edilmeme durumu vardır. Bu okullar özellikle college ( Boston college gibi okullar hariç) dediğimiz ya da communiti college dediğimiz daha küçük okullardır ve buralardan aldığınız diplomalar, sizin için döndüğünüzde çok şey ifade etmeyebilir. Bir de Amerika‟daki okullarda eyalet sistemi var. Mesela benim doktora yaptığım Texas üniversite‟nin birden fazla kampüsü vardı. Bir kampüse gittiğinizde diğer kampüsün kütüphanesinden ya da veri tabanından faydalanabiliyordunuz. Dolayısıyla küçük bir kolej veya üniversiteye gitmektense, eyalet sistemi içersindeki okullara( Teksas, Kaliforniya, Newyork) gitmenizde fayda var. Çünkü o tür okulların sağladıkları imkânlar da farklı oluyor. Tabi bölge seçimi tamamen kişinin kendisine bağlıdır. Eğer Amerikan kültürünü yaşamak istiyorsanız, orta bölgelerdeki yerleri tercih etmelisiniz, ancak bu bölgelerde de kendinizi yalnız hissedebilirsiniz. Bir diğer seçenek olarak bize daha yakın olan doğu veya batı kıyılarında, yani yabancıların daha çok olduğu yerlerde yaşamayı da düşünebilirsiniz. Ama tabi benim gibi futbol seven birisi Amerika‟ya gittiğinde, belirli şeylerden vazgeçmek zorunda kalıyor. Sonuçta Amerikan futbolu da pek bizimkine benzemiyor. O yüzden kültürünüzü geride bırakıp, başka bir kültüre hazır bir şekilde gitmenizde fayda var. Benim gözlemlediğim kadarıyla Amerika, Avrupa‟dan daha iyi olanaklar sunuyor. Oraya gittiğinizde burs veya asistanlık bulma şansınız daha yüksek oluyor. Tabi gitmeden burs bulsanız sizin için daha iyi olur, ama bulamasanız bile en fazla 2 dönem içerisinde karşınıza asistanlık gibi yeni imkânlar çıkabiliyor. Amerika‟nın böyle avantajları var. Avrupa‟yı çok iyi bilmediğim için fazla yorum yapmak istemiyorum, ama tabi oranında kendine göre bir yapısı var. Yani genel olarak tavsiyelerim bu şekilde diyebiliriz. Mezun olur olmaz mı yüksek lisans yapmalıyız, yoksa belirli bir sektörde iĢ tecrübesi edindikten sonra mı yapmalıyız? Yurtdışına da gitmek isteseniz, Türkiye‟de de kalmak isteseniz mutlaka iş tecrübesi edinin. Masterı lisans gibi düşünmeyin. Master, pratiğe yönelik bir şey. Bir işte çalışıyor olmanız lazım. Birde benim size tavsiyem; hiçbir şekilde Türkiye‟de ya da yurtdışında MBA programına başvurmayın. O sizin için çok anlamsız bir şey olur; çünkü MBA programı bir nevi burada gördüğünüz derslerin devamıdır. Zaten MBA programı da; işletme ya da yönetim gibi bölümlerden mezun olanlar için değil, www.sfinance.org

30/

mühendisler ya da diğer alanlardan mezun olanlar için tasarlanmıştır. O yüzden sizin dikkat etmeniz gereken uzmanlık alanlarıdır. Mesela bankacılık sektöründe çalışıyorsanız, ms: banking and finance sizin için uygun olabilir. Yine aynı şekilde eğer sigortacılık sektöründe çalışıyorsanız, ms: finance ya da insurance sizin için uygun olacaktır. Eğer çok alakasız bir alanda çalışıyorsanız da mesela lojistik alanında çalışıyorsanız bankacılık sektöründe yapılacak bir master da sizin için anlamsız olacaktır. Kısacası iş tecrübesi, çalıştığınız yerde size hangi master programının daha uygun olacağını anlamanız için önemli. Zaten master programlarına da bakın, iş tecrübesi artık aranan özelliklerden biri haline geldi. Türkiye'nin bir numaralı gündem maddesi olan dolar/tl kurundaki dalgalanma ve merkez bankasının müdahaleleri hakkındaki fikirleriniz nedir. ve ithalatçının ihracatçının farklı fikirler belirttiği "ideal kur oranı" terimi hakkında ne düĢünüyorsunuz eğer varsa çünkü ideal kur oranı yoktur diyenlerde var bu oran ne olmalı? Çok detaya inmeden şöyle açıklayayım; Merkez bankası dolar tl kurunun çok fazla artmasını istemiyor. Her ne kadar ihracatçı için bu birazcık engel gibi gözükse de, dolar tl kuru bir sene içerisinde yaklaşık %25-%30‟a yakın bir pirim yaptı. Bu az da bir oran değil. Dolayısıyla daha fazla artmasının yaratacağı bir takım sıkıntılar oluşacak. Artmasının en büyük faydalarından biri ne peki? Cari açık azalıyor, ama bunun yanında özellikle bizim ekonomimiz dışa bağımlı olduğu için, bu durum maliyetleri de arttırıyor. Yani iç piyasada maliyetin üstünde dolar bazlı bir satış gerçekleştirmek istediğinizde fiyatlar artıyor, enflasyonist bir etki oluşuyor. Zaten enflasyonun %10‟un üstüne çıkmasındaki sebeplerden biri de bu, döviz kurundaki artış. Dolayısıyla merkez bankasının temel amacı, enflasyonu dizginleyebilmek olduğu için bu yaptığı dövize doğrudan müdahalelerin ve döviz ihalelerinin normal olduğunu düşünüyorum. Tabi siz bunu alışkanlık haline getirirseniz, bu sefer insanlarda beklenti yaratmaya başlarsınız. Bu beklenti nedir? Kur belirli bir seviyenin üstüne çıkmayacak; çünkü merkez bankası müdahale edecektir. Sonuçta ideal kur kolay tespit edilen bir şey değil. Aynı zamanda da mesela ithalatçı, ihracatçı için ideal olan bir kur, üretici için ya da başka bir bankacı için de ideal değildir. Türkiye‟de 2001 krizinden önce bu sabit kur oranı uygulandı ve tutmadı, kriz yarattı. Eğer insanların üzerinde bir beklenti yaratırsanız ekonominin aktörleri de ona göre davranmaya başlar. 2001 krizinden önce bankalar ne yaptı?


GÖZDE ÖZER-HASAN FEHMĠ BAKLACI-BĠRCE DOBRUCALI

Nasıl olsa kur artmıyor diye, döviz cinsinden borçlandılar. Biliyorlar ki kur riski yok, çok rahat kar yapmaya başladılar. Dolayısıyla böle bir şeyi tekrar uygulamaya ya da insanların kafasına sokmaya çalışırsanız bu riskli bir şey olur. O yüzden ideal kur oranı terimini sakıncalı buluyorum. Fakat bir kur aralığı belirleyebilirsiniz. Mesela „1.70 in altında olması sakıncalıdır, cari açığı tetikler veya 2‟nin üstünde olması sakıncalıdır, enflasyonist baskı yaratır.‟diyebilirsiniz. Ama net rakamlar belirlemeniz sakıncalı olur. Çünkü herkes ona göre pozisyon almaya başlar ve bu pozisyonların sonucunda da riskler oluşur. O risklerin telafi edilmesi de çok kolay olmuyor. Bu yüzden piyasanın kendi dinamikleri içerisinde hareket etmesine izin vermek gerekir diye düşünüyorum. Merkez Bankası BaĢkanı Erdem BaĢçı, yapmıĢ olduğu açıklamada ''2012'de ABD dolarını TL olarak yeneriz,bunu bir tarafa yazın'' dedi.Doları doğrudan müdahale bombardımanına tutan Merkez Bankası bu konjonktürü sağlayabilir mi?Sizin bu konu hakkındaki görüĢleriniz nelerdir? Maalesef bu tek başına Merkez bankasının elinde olan bir şey değil. Çünkü parite etkisi var. Her ne kadar merkez bankası bunu bir takım müdahalelerle kontrol altında tutmaya çalışsa da dış piyasalardaki gelişmeler, doların daha fazla artmasına ya da düşmesine sebep olabiliyor. Peki, www.sfinance.org

31/

Merkez bankası neye güveniyor? Halen elinde olan rezervlere güveniyor, o rezervleri kullanabileceğini düşünüyor. Ama şu da unutulmamalı ki; 2011 sonu gibi Türkiye‟den ciddi bir para çıkışı oldu. Tekrar böyle bir şey yaşandığında, merkez bankasının yapacağı müdahaleler tek başına etkili olmayabilir. Hatta yılbaşından önce çok ciddi bir müdahalede bulundu; günlük 1milyar doların üstünde bir dolar satışında bulundu, ona rağmen dolarda çok fazla bir kıpırdanma olmadı. Yani belirli bir direnç gösterebilir. O açıdan bu konjöktürü sağlayabilmesi birazda dış piyasalardaki gelişmelere bağlı. Avrupa bono piyasasında faiz kısmında ülkeler arasında çok büyük ayrıĢmalar olduğunu görüyoruz. eğer Avrupa ortak tahvil çıkarmaya baĢlarsa bu tahvilin risk algısı sizce ne olur ve yatırımcıların gözünde nasıl değerlendirilir? Zaten bu Euro tahvil olayı, geçen senenin sonlarına doğru çıkan bir şey ki, doktora tezimin konusu da uluslararası tahvil piyasalarıyla ilgiliydi. Evet, tahvil piyasaları birbirinden etkileniyor. Sonuçta birbirlerine karşı benzerlikleri, bağlılıkları var. Ama tek başına bir tahvil çıkarmanın belirli sakıncaları vardır. Mesela Avrupa bunu, tek para birimi olarak denedi. Fakat Euro tek başına para birimi olarak çıktığında, enflasyonist baskı yarattı. Bu yüzden hala İngiltere, İsveç gibi ülkeler Euro para biriminde değil. Tabi Euro‟nun tek başına


avantajları da var. Kur riskini ortadan kaldırıyor. Tahvillerin bir de şöyle bir özelliği var; tahvilde her ülkenin borç yapısıyla, ekonomik yapısı birbirine benzemiyor. Mesela kuzey Avrupa ülkeleri ile güney Avrupa ülkeleri aynı değil. Siz bunları tek bir faiz oranıyla ortak bir sepette birleştirmeye çalışırsanız, bu sefer ekonomik göstergeleri iyi olan ülkeler( Almanya, Fransa) diğerlerinin borçlarını üstlenmek istemeyecektir. Yatırım açısından, piyasa dinamiği açısından baktığınızda ise bunun faiz oranını nasıl belirleyeceksiniz? Tek bir faiz belirlemek zordur. Risk pirimi koyacaksınız, bu sefer o risk pirimi ne olacak? Her ülkenin risk primi farklıdır. Yunanistan ile Almanya‟yı aynı sepete koyamazsınız. O yüzden bence bu karar, kriz zamanında piyasa aktörlerini rahatlatmak için alınmış, derme çatma bir karar. Üzerine biraz daha düşünülmesi gerekiyor. Bir de en önemli noktalardan bir tanesi; risk algısı dediğinizde yatırımcılar veya belli fonlar, bir yatırım aracını riskli ve getirisi yüksek olduğu için almak isterler. Siz eğer bütün ülkelerin tahvillerini sabit bir getiriye indirgemiş olursanız, o zaman onlar için kar yaratacak bir durum oluşmaz. Dolayısıyla onlar da piyasadan yavaş yavaş çekilmeye başlar. Niye bazı fonlar İtalya‟nın çıkardığı tahvilleri alıyor? Çünkü getirisi yüksek. O açıdan ortak tahvil olayının çok iyi yürüyeceğini sanmıyorum. Eğer ki Avrupa birliği içinde tekrar bir harmoni sağlanır, ekonomik dengeler yeniden birbirine yaklaştırılırsa, o zaman düşünülebilir. Ama şu aşamada pek olabileceğini bir ülkede bir şey olduğunda direk Euro üzerinde etki yaratıyor. Dolayısıyla o kur dalgalanmaya hazır hale geliyor. Peki, eğer tek bir para birimi olmasaydı ne olurdu? Her ülkenin kendine ait para birimi olsaydı, her ülke kendi dinamiği içerisinde, belki o kurun dalgalanmasını kontrol edebilecekti. Ama şuanda bunu kontrol edebilecek tek bir mekanizma yok. Evet, Avrupa merkez bankası var, istikrar fonu var, ama bunlarda belli noktalara kadar yarar sağlayacak. Dolayısıyla tek para biriminin getirdiği en büyük dezavantajlardan bir tanesi de; dalgalanmanın çok daha fazla olması. Evet, ilk çıktığı zaman enflasyonist baskı da yarattı. Ama bir de şu var; tek para birimi, malların kolay dolaşımını sağlıyor ve insanlara aldıkları malları birbirleriyle karşılaştırma imkânı sağlıyor. Mesela benim tecrübelerimden, İsviçre‟ye gittiğim zaman Mcdonalds‟ta yemek yemiştim, orada İsveç frankının çok değerli olduğu anlamıştım. Aşırı pahalı bir ülkeydi. Ayrıca Amerika‟da kaldığım sürede, gördüğüm kadarıyla eyaletler arasında bile fark var. Mesela bir hamburgeri Florida‟da 2 dolara yiyorsanız, Kaliforniya‟da 5 dolara yiyorsunuz.

32/

düşünmüyorum açıkçası. Euro ortak para birimi, Avrupa ülkeleri için dost mu düĢman mı? Tek para biriminin avantajları da var, dezavantajları da var. Mesela Yunanistan gibi ülkeler kendi para birimi cinsinden değil de, Euro cinsinden borçlanmak zorunda kaldılar. Bu da şu demek; kriz ortamında siz o paraya bağlısınız ve o para size bir yerden temin edilmek zorunda. Yunanistan Avrupa para birliğinin içerisinde olmasaydı, ne yapabilirdi? En kötü ihtimal Merkez Bankası kendi parasını basabilirdi. Bunu yapamıyorsunuz. Dolayısıyla tek para biriminiz, politikalarınıza bir takım kısıtlamalar getiriyor. Zaten bunun böyle olacağı baştan belliydi. Dolayısıyla tek para biriminin en büyük sıkıntılarından biri; „monetary policy, fiscal policy‟ dediğimiz, parasal ya da kamu finansmanıyla (bütçe) ilgili politikalarınızda elinizi kolunuzu bağlıyor olması. Sizi dışarıya karşı bağımlı hale getiriyor. Zaten Yunanistan, bir miktar parayı zar zor temin edebildi ve hala daha temin etmekte sıkıntı yaşıyor. Niye? Çünkü Avrupa para biriminin içersinde yer alıyor. En büyük avantajlarından biri ise, kur riskini ortadan kaldırıyor. Kur riskinin olmadığı yerde ithalatçı da, ihracatçı da çok daha rahat hareket edebilir. Ama tek kur sistemi olduğunda kur riskini kaldırıyorsunuz, bu sefer de Euro‟nun diğer para birimlerine karşı dalgalanmasını kontrol edemiyorsunuz. Çünkü Yunanistan‟da ya da başka Orada bile her eyalet kendi para birimini kullansın diye bir konu gündeme gelmişti. Yani tek para birimi çok kolay yürütülecek bir şey değil. Ama tahvil olayı, çok daha farklı bir şey. Paranın fonksiyonları neye bağlıdır? Bir alışveriş( transaction) fonksiyonu vardır, bir de storage fonksiyonu vardır. Yani insanlar parayı ellerinde tutarlar. Ama tahvil dediğimizde, o tamamen ülkelerin kendi dinamiklerine bağlıdır. Ondan ortak para birimi şimdiye kadar bir şekilde yürüdü ama ciddi anlamda riskler var ve bu ciddi risklerin göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye‟de Ģirketlerin risk anlayıĢlarında kur riskinden ziyade operasyonsal riskin ve riski portföy zenginliğiyle dağıtmanın önemi daha büyük. ġirketlerin açık pozisyonlarının bu kadar ĢiĢmesi sizce Türkiye‟de gelecekte Ģirketler bazında sorunlara yol açabilir mi ve VOB bunun için ne kadar yeterli olabilir. Ayrıca Ġzmir‟de olması bir handikap mıdır?

İzmir‟de olması bir engel değildir; çünkü vob organize piyasalardan değil. Artık biliyorsunuz, www.sfinance.org


her şey elektronikleşti. Enformasyon alt yapısı gereği, cep telefonlarından bile işlem yapabiliyorsunuz. Hatta İzmir‟de olması bir engel değil, İzmir‟i tanıtması açısından bir avantajdır. Dolayısıyla vob‟ ta yapılan işlemlerde, lokasyonun çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Başa gelirsek, operasyonel açık pozisyonların bu kadar şüphe içinde olmasını sebebi kur beklentileri. Doların artmamasından dolayı, insanlar bundan sonraki evreler için de doların fazla artmayacağını düşünerek bir takım riskler almaya başladı. Bunu 2001‟den önce sabit kur varken de yapıyorlardı. Son birkaç senede de yaptılar. Ama bu dönemlerden sonra kurdaki artış nedeniyle biraz daha temkinli davranacaklardır. Evet, sadece şirketler açısından değil bankalar açısından da sorunlar oluşacak. Ama yeni getirilen Basel kriterleri nedeniyle, artık bankalar çok fazla operasyonel risk almıyorlar, alsalar bile o riske uygun mali yapılarını kontrol etmek durumunda kalıyorlar. Peki, şirketler açısından risk ne? Eğer kredi alırken veya borçlanırken mali yapılarındaki risk fazla ise, ya çok yüksek maliyetli, borçlanacaklar ya da hiç alamayacaklar. Dolayısıyla operasyonel risk, artık risk değerlendirme kriterlerinde öne çıkan bir kriter olduğu için onu da kontrol altında tutmaları gerekir. Bilanço üzerinden gittiğinizde açık pozisyonu çok daha rahat görürsünüz. operasyonel risk şirketin biraz daha içine girdiğinizde daha net görebileceğiniz bir şey.Artık bu basel kriterleri, şirketlerin risklerini kontrol etmelerini gerektiriyor ancak özellikle Türkiye‟ye baktığınızda, bu basel kriterleri şirketler bazında çok uygulamaya geçmedi. Yakın zamanda geçeceklerini düşünüyorum. Dolayısıyla sıkıntı yaratacaktır. Döviz kurundaki artış ciddi zarar getirecektir. Dışarıdan ya da içerden borçlanma, yani para teminindeki riskler şirketlerin başını ağrıtabilir.

daha fazla kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Maalesef şuanda VOB‟un kullanımını yeterli bulmuyorum. Şirketlerin kendi kendilerine otokontrol mekanizmalarını devreye sokmaları gerekir diye düşünüyorum. Öğrencilere genel olarak sizin bir mesajınız var mı? İlk olarak siz öğrencilere mesajım üniversiteyi sadece derslerden yüksek not almak, 4.00 la bitirmek ve ya 2 not ortalamasını geçmek olarak görmemenizdir. Üniversiteyi hayata hazırlanma basamağı olarak düşünmelisiniz. Burada bir dersten geçmek ya da bir şeyi kolaylıkla halletmek inanın iş hayatına atıldığınızda size farklı şekilde yansıyabilir. Dolayısıyla hep kendiniz gibi davranmaya özen gösterin. Kendi çabanızla bir şeyleri yapmaya gayret gösterin. Yaptıklarınız size ileride iyi yönde dönecektir. Ben hep söylerim “Üniversite eğitimi sırasında derslerin dışında ekstradan ne yaparsanız, sizin çeyizinizdir.” diye. Erkekler için de artık aynı şeyi söylüyorum. Buraya koyduğunuz her şey, yani 2. yabancı dil dışında 3.sü ve ya bir sertifika programına katılıp aldığınız sertifika gibi yapacağınız ekstra aktiviteler size mutlaka dönecektir. Bunları yapmaya özen gösterin çünkü dört sene çabuk geçiyor. Seçmeli dersleri alırken, bu derslerin „ kolay, zor‟ olmasına değil de sevdiğiniz yani zevk aldığınız dersler olmasına dikkat etmeniz gerekmektedir. Seçmeli aldığınız fakülte dışı derslerde de aynı şekilde, örneğin sinemayı çok seviyorsanız film veya fotoğrafçılık derslerini tercih edebilirsiniz ama fotoğrafçılık dersinde herkes AA alıyormuş diyerek o dersi tercih ederseniz ileride onun faydasını göremezsiniz. Gerçi bizim bölümdeki öğrencilerin çoğunun artık böyle düşünmediğini biliyorum. Kendi sentezinizi kendiniz kurmanız önemlidir. Arkadaşlarınızla da konuşun ama çok da fazla etkilenmeyin çünkü öğrenci psikolojisiyle etraftan etkilenmek çok kolaydır. Hatta daha dersi almadan „Şu Hocadan almayın zordur.‟ „Bu Hocadan alın kolaydır.‟ gibi birtakım söylentiler kulağınıza geliyordur. Söylentilere bir ölçüde kulak tıkamanız gerekmektedir. Çünkü hiçbir öğretim üyesi öğrenciye durduk yere zulüm çektirmek istemez. Öğrencilerden feedback almak, öğrencinin soru sorması, katılımcı olması bir öğretim üyesini sevindirir. Dolayısıyla her zaman katılımcı olmaya özen gösterin, sorun, sormaktan çekinmeyin ya da katılıma olanak veren derslere katılmaya özen gösterin. Çünkü elinizde iyi değerlendirilmesi gereken 4 sene gibi kısa bir zaman vardır. Ayrıca bizim üniversitemizde en büyük avantajınız küçük

VOB (Vadeli Opsiyon Borsası) burada nasıl devreye girer? Şirketler kur riskini kontrol edebilmek için VOB‟dan faydalanabilirler ancak Türkiye‟nin kültür seviyesi VOB ve VOB‟da işlem gören türev ürünleri söz konusu olduğunda çok yetersizdir. Bu konuyu VOB‟da çalışan biriyle konuşursanız size daha net söyleyecektir. Tabii ki VOB‟un ne olduğunu, ne işe yaradığını bilen belli bir grup vardır ama bana kalırsa VOB Türkiye‟de kültür olarak tam anlamıyla yerleşmediğinden birkaç sene içerisinde daha etkili olacaktır. Kur riskini kontrol etmek açısından VOB‟un fonksiyonu önemlidir ancak VOB‟un fonksiyonunun algılaması şirketler ya da kişiler bazında yetersizdir. VOB‟un ya da VOB‟daki ürünlerin www.sfinance.org

33/


sınıflarda eğitim görmenizdir, bu yüzden hocaların sizi isim olarak tanıması daha kolaydır ve bu sizin için büyük bir avantajdır çünkü ileride referans mektupları istemeniz gerekecek, ya da iş ararken yön gösterecek, bağlantılarını kullanacak birine ihtiyaç duyacaksınız. Hocalara yakın olmaya gayret gösterin, onlardan çekinmeyin. Genel olarak öğretim üyeleri için en büyük ödüllerden bir tanesi öğrencilerinin iyi bir üniversiteye master yapmaya gitmesidir, iyi bir yerde iş bulmasıdır ya da kendi işini kurduysa orda başarılı olmasıdır. Kendinizi gösterin, kendinizi hocalara da gösterin, kendinizi üniversiteye de gösterin. İzmir Ekonomi Üniversitesinde Gözde diye, Birce diye bir öğrenci vardı dedirtmeniz tabii ki sizin için avantajdır. Genel olarak bunları söyleyebilirim... Söylentilere inanmayın Başkalarının sizi yönlendirmesine izin vermeyin. Zaten sizin bu dergiyi başlatıp devam ettirme konusundaki attığınız adım sizin ne kadar gayretli, başarılı öğrenciler olduğunuzu kanıtlıyor. Bunun da devamını getirin. Hiçbir şeyden çekinmeyin, hiçbir şey sizi çok fazla etkilemesin ya da şevkinizi kırmasın. Özgüveni yüksek olan insanların başaramayacağı bir şeyin olmadığını düşünüyorum. Çift ana dal, yan dal programları hakkında ne düĢünüyorsunuz? Çift ana dalı, yan dalı tavsiye ediyor umusunuz yoksa bir alanda uzmanlaĢmanın daha mı iyi olacağını düĢünüyorsunuz? Çift ana dal esasında kesinlikle tavsiye edeceğim bir seçimdir. Çünkü iki diploma alıyorsunuz. Bu

34/

sizin için büyük bir avantajdır. Benim gözümde çift ana dal çok daha önemlidir. Her ne kadar bizim bölümün çift ana dal, yan dal koordinatörü olmama rağmen öğrencilere “ çift dal yapabiliyorsanız yapın” diyorum. Yan dal yapmak ekstra bir bölümden seçmeli ders almak gibidir. Ayrıca kendi bölümünüzle ilgili bir bölümde çift dal yapmanız gerekmiyor. Örneğin çift ana dal yaparken Lojistikten daha az ders aldığınız için çift ana dalınızı Lojistik bölümünde yapmanız gerekmiyor zaten yapmamalısınız. Ama sayısal tarafınız yüksekse matematik bölümünde yapabilirsiniz. Ya da sözel tarafınıza güveniyorsanız İletişim ve Halkla İlişkiler bölümünde çift ana dal yapabilirsiniz. Demek istediğim seçtiğiniz ikinci ana dalın hangi bölüm olduğundan ziyade size hangi bölümün daha yakın olduğuna bakmanız gerekir. Bizim fakültemizde çoğu öğrenci dersler daha uygun olduğu için İşletme ve İktisatta çift dal yapıyor ama ben Lojistiğin, İşletmenin, İktisat‟ın çift dal açısından çok farkı olduğunu düşünmüyorum. Çift dalın en büyük avantajı size 2 diploma şansı tanımasıdır. Okulu bitirdiğinizde mastera da başvursanız, işe de başvursanız çift ana dal büyük avantajdır. Fakültemiz dışından gelen, bölümümüzden çift dal, yan dal yapan öğrenci sayısı giderek artıyor ve Üniversite içerisinde en çok çift dal, yan dal tercih edilen bölüm bizim bölümdür. Bunun dışında dediğim gibi kendi zevkinize, profilinize uygun alanda çift dal yapabilirsiniz. Çünkü ilerde yöneticilik değilde kendi işinizi kurmak isterseniz size İletişim ve Halkla İlişkiler farklı kapılar açabilecektir. Yan dal da, çift dal da yapabilirsiniz ama çift dal‟ı ciddi düşünün, yan dalı da çok istediğiniz bir bölümde yapmak istiyorsanız yapın derim. Son olarak da bu yaptığınız derginin de size mutlaka geri dönüşü olacaktır. Kampüs dışında, ders dışı aktiviteler size faydalı olacaktır. Tüm arkadaşlarınıza tavsiyem: Santranç, folklör gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz aktivitelere de zaman ayırmalısınız. Çünkü üniversite eğitimi sadece dersten ibaret değildir.

www.sfinance.org



Yunanistan ve Türkiye Nerede KesiĢti? Nerede Ayrıldı?

2

000‟li yıllarda Yunanistan, bütçe açığı ve kamu borcu kriterini yerine getirmediği halde, Euro

Bölgesi’ne dahil edildi.

2009 yılında Dubai‟de borç krizinin patlaması, Yunanistan‟ı da etkiledi. Bütçe gelirleri azaldı, doğal olarak yavaşlayan ekonomiyi canlandırmak için kamu harcamaları artırımına gidildi. Fakat Yunanistanın krizden yara alması ve ilk not indirimi darbesini yemesi de fazla uzun sürmedi. Ülkenin ulusal ekonomik değer göstergelerinde yolsuzluk yapıldığı, bütçe açığının fazla olduğu ortaya çıktı. Yunanistan için kriz bombasının pimi çekildi. Hikayenin sonrası ekonomi haberlerinin vazgeçilmez haline geldi ve akabinde tarihin en büyük öğesi uluslararası kurtarma yardımı Yunanistan‟a yapıldı. Yunanistan‟da yaşananlar aslında üretmeden tüketen pek çok ülkenin yakından takip etmesi ve ders çıkarması gereken gelişmelerdir. Konuyu bu bağlamda ele aldığımızda Yunanistan‟daki bu krizin, 2001 yılında Türkiye‟de yaşanan mali kriziyle birçok noktada kesiştiğini ve ayrıldığını görebiliriz. Koşullar birebir uymuyor olsa da, çeşitli benzerlikleri göz ardı etmek mümkün değildir.2001 yılında Türkiye‟nin kredi notu düşürülmüştü. Ülkelerin ekonomik işlevlerini devam ettirmek için ihtiyaç duydukları yabancı fonları, uluslararası piyasalardan temin etmelerini büyük ölçüde kredi notlarına bağlıdır. Bu krizde de Yunanistan'ın kredi notu üç kademe birden düşürüldü. En düşük kademe olan CCC'ye indirildi. Bu da Yunanistan'a kredi verilmesinin 'tehlikeli' olduğu anlamına geliyor. Yunanistan Euro bölgesine dahil; Türkiye kur çapası sistemini uygulamaktadır. 2001 Türkiye krizinin ana nedeni bankalardaki yolsuzluk, Yunanistan Krizinin nedeniyse devletin yaptığı yolsuzluktur. İki krizin birbirinden ayıran en önemli nokta burasıdır.2001 yılında Türkiye‟nin bütçe açığı ve borç oranı Yunanistan‟a kıyasla daha düşüktü. 2001 krizinden önce Türkiye bir likidite sorununa giriyordu. Türkiye‟deki bankalar yurtdışından çok düşük

36/

faizlerle borçlanıyorlardı. Sabit döviz kuru sayesinde kur riski olmadan bizim tahvillere yatırım yapabiliyorlardı. Fakat o dönemde bankalardaki yolsuzluklar ve ekonomideki kötü gidişat sıcak paranın ülkeden kaçmasına neden oldu. Bu yüzden bir günde döviz kurları patladı ve dolar yükseldi.Bu yüzden bankalarında dışarıya borçları arttı.Başlıca nedeni bankalardaki yolsuzluk olan 2001 kriziyle birlikte Türkiye‟de birçok banka batmaya başlamıştı ve işsizlik oranı artarak ilerliyordu. IMF‟nin verdiği mali yardımlarla piyasa bir süre durulduysa da tekrar patlak veren mali kriz sorunu likidite krizinin ötesinde, Türkiye‟nin borçlarını ödeyememe riskini doğurmuştu. Şu anda da Yunanistan‟da durum aynen bu şekilde değil midir? IMF ve Avrupa Birliği ülkeleri –başta Fransa ve Almanya- mali borcun ödenmesi yönünde yardım etmiyor mu? Ayrıca şunu da eklemek isterim ki; Yunanistan‟a en fazla borç veren bankalar Alman ve Fransız bankalarıdır. Yunanistan moratoryum ilan ederse- yani borcunu ödeyemeyeceğini ilan ederse- en büyük zararı Fransa ve Almanya görecek. Peki, bu borç nasıl olacaktı da makul bir büyüklüğe indirgenmiş olacaktı? Borç stokunu milli gelirin makul bir düzeyine indirmek için üç şey önemli etken bulunmaktadır. Bunlardan ilki vergi gelirlerinin arttırılması, harcamaların kısılmasıdır. İkincisi; özelleştirmeler yolu ile elde edilen gelirin bütçeye aktarılarak borç ödemelerinde kullanılmasıdır. Üçüncüsü ise büyümeyi hedef almaktır. 2001 krizinde Türkiye‟de işsizlik oranının artışı sonucunda işgücünün hızla ucuzlaması

www.sfinance.org


Türk ihraç ürünlerinin rekabet gücünü arttırmış ve özelleştirmeye alıcılar çıkmıştı. Yunanistan‟a bakıldığındaysa şu an durum tam tersini gösteriyor. Yunanistan‟da kamu işletmelerinde çalışanların ücretleri, sosyal hakları yüksek olduğu için umulan fiyattan teklif almalarının zor olduğu düşünülüyor. Yunanistan‟da kamu harcamalarında görülen bu artış, dış ve iç borçlanmayı da beraberinde getirmiştir. Vergi gelirlerinin arttırılıp, kamu harcamalarının kısılması Türkiye‟de olduğu kadar Yunanistan‟da da uygulanması zor bir politika. Türkiye‟deki gibi dolaylı vergilere yüklenilemiyor. Çünkü Yunanistan‟da alt-orta sınıflarına bu kısıtlamaları uygulatmak umulduğu kadar kolay değil. Eğitim düzeyi Türkiye‟nin üzerinde seyreden Yunanistan‟da halk her uygulamayı olduğu gibi kabul etmeyip, devletin çıkarlarının ve kendi çıkarlarının kesiştiği en makul noktayı bulana dek direniyor, getirilen her yasayı sorguluyor. Mevzu iş ve kamu harcamalarını kısmaya geldiğinde ise Yunanistan‟da bu pek mümkün olamıyor. Çünkü halk her hak kısıtlama operasyonuna tepki gösteriyor. 2001 krizinden sonra Türkiye vergi gelirleri arttırmak için akaryakıt tüketim vergisi, özel işlem vergisi , motorlu taşıtlar vergisi ve emlak vergisinde gerekli düzenlemeleri yapmıştır. Yunanistan‟ı borç krizine sürükleyen diğer sebepler; yolsuzluk, rüşvet, erken emeklilikten dolayı kamu sektöründe görülen kadrolaşma ve uygulanamayan reformlardır

Yunanistan‟daki krizin bir sosyal patlamaya dönüşmesinin önde gelen sebeplerinden birisi de yolsuzluk iddiası ile suçlanan politikacılardır.Buna örnek olarak 2006 yılında Alman Siemens şirketinin Yunan görevlilere rüşvet verdiği ortaya çıkmış ve uluslararası bir skandal yaşanmıştır. 2004 Atina Olimpiyatlarında, Siemens ile Yunan makamları arasında, güvenlik sistemleri alımında yolsuzluk ilişkileri olduğu iddiaları ortaya çıkmıştı. Yunanistan izlediği politika gereği savunma konusunda ciddi yatırımlarda bulunmuşlardır. Savunmaya ayrılan bütçenin GSYH‟ye oranı açısından Yunanistan en çok silahlanan ülke konumuna yükselmiştir. Yunanistan‟ın savunma harcamalarında görülen bu artış Yunan ekonomisini de etkilemiştir.Türkiye yaşadığı terör olayları ve PKK‟ya rağmen Yunanistan kadar savunma konusunda bütçe ayırmamıştır. Görüldüğü gibi 2001 krizi ve Yunanistan krizi arasında birçok benzerlik ve farklılık bulunmaktadır. Kriz döneminde Türkiye‟ye, günümüzde Yunanistan‟a olduğu kadar esnek davranılmadığı açıkça ortadadır. Yunanistan krizinden çıkarılması gereken en önemli sonuç; sistemleşen yolsuzluk bir ülkeyi ihtiyaç duyduğu yatırımlardan vazgeçirirken halkın üzerindeki vergi yükünü artırır. böylece sosyo-ekonomik ve hatta siyasi sorunlara neden olmaktadır.Yunanistan mali krizinin dalgalanmalarının bir çok Avrupa ülkesini etkilediği gözlemlenmekle birlikte, dünya ekonomisinin hızlı bir şekilde yükselişe geçmeden Avrupa‟daki sancının bitmeyeceği ortadadır. Hazal Özgül 9 Eylül Üniversitesi İktisat Bölümü 2. sınıf ozgulhazal@hotmail.com


Ufuk Tutan hayatının dönüm noktasında yaşanan olayların, kariyerine nasıl yön verdiğini bizlerle paylaştı. Bizler Ufuk Tutan'ı bir de sizin ağzınızdan dinlemek istiyoruz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Bornova Anadolu Lisesi mezunuyum. Liseden mezun olurken amacım; inşaat mühendisi olmaktı. Bizim 18 tercih yapma hakkımız vardı ve ben 6 tercih yapmıştım. Tercihlerimin 5 tanesi inşaat mühendisliği, 1 tanesi ise Tıp Fakültesi idi. Tıp tercihim tamamen tercih yapmak itibariyle çok yüksek bir puan alarak, ölü tercihim olan tıbbı kazandım. Gülhane Askeri Tıp Akademisine girdim. Askerliği çok sevdim; ancak doktorluğu bir türlü sevemedim. Sonrasında doktor olmak istemedim ve bir sempozyumda dinlediğim ODTÜ‟lü bir profesör hocadan çok etkilenerek, kendime ODTÜ İktisat‟ı hedef koydum. Sınava girdim ve ODTÜ İktisat Bölümü‟nü kazandım. Birinci sınıf geçti, ben hala hocanın yüzüne bakıyordum; beni keşfetsin diye. Bizim derslerimize değil de, 3. ve 4. sınıfların derslerine giriyordu. O hoca sert bakışlı bir adamdı. Cesaret de edemiyordum, bazen asistanlara bağırdığını görüyordum. Gidip; “Ben buraya sizin için geldim ve sizin asistanlığınızı yapmak istiyorum.” diyemiyordum. En sonunda ikinci sınıfın sanırım bahar dönemiydi, bir vesile ile o hocayla tanıştım. Tanıştırılır tanıştırılmaz, hani dünyada insanın eline bir veya iki kere fırsat geçer denir ya, o tanışma esnasında elini sıkarken “Hocam ben sizinle bir şey konuşmak istiyorum.”dedim. O zamanlar biz sizin gibi hocalarla arkadaş değildik. Kıpkırmızı oldum. “Hocam ben sizinle birlikte çalışmak istiyorum; öğrenciyken size yardım etmek, projelerde yer almak istiyorum.” dedim. “Sen kaçıncı sınıfsın?” dedi. “ İkinci sınıfım.” dedim. “ Ortalaman kaç?” dedi. Söyledim. “Zaten bir asistan vardı hiç çalışmıyordu, sen o asistanın yerine geç.”dedi. Sonra biz bir başladık, başlayış o başlayış. Şans işte, o an o asistan ayrılmasa öyle bir ortam olmayacaktı. O da benim kaderimi çizen bir andır. Ben çalıştıkça hoca beni beğendi. Çalıştıkça da ben hocayı daha iyi tanımaya başladım. O asık suratın altında farklı bir adam olduğunu keşfettim. Beni ikinci sınıfın yazından itibaren lisans hayatım boyunca projelerde çalıştırdı ve ekonomiyi ben o projelerle öğrendim. Derste öğrenmedim aslında, o projelerde öğrendim

38/

ve şanslıydım, o dönemde çok değerli hocalar vardı. O eski Hocalar adeta bir okul gibiydi. Onlarla projelerde çalışırken akademik bilgimi çok ilerlettim.Derslerde de çok şey öğrendim; ama asıl o projelerde, o hocalardan çok şey öğrendim. İyi bir dereceyle mezun olduğum için her yerden çağrıldım; Finans Bank‟tan tutun Koç Grubu‟na kadar. Fakat ben inatla gitmedim. Neden gitmedim? Çünkü kafaya akademisyen olmayı koymuştum. Arkadaşlarım gitti, çoğu da İstanbul'da işe girdi. İstanbul‟da işe giremeyenler ise Merkez Bankası‟nın sınavlarına girdi. Tabi kim daha iyi yaptı, o tartışılır. Ben inatla akademide kaldım. Benim devremde akademide kalan 2-3 kişiydik. Çoğumuz özel sektöre ya da Merkez Bankası‟na geçti. Ben her şeye rağmen akademide kalmak istedim. Orta Doğu Teknik Üniversitesi; TÜBİTAK işbirliğiyle bilim ve teknolojiyle ilgili bir master programı açtı. Bu aynı zamanda Türkiye‟nin ilk master programıdır. Ben Bilkent‟te çalışırken hocam bir gün beni yanına çağırdı, gittim. “Böyle bir master programı açacağız, bana yardım edeceksin.” dedi. Kabul ettim, bürokrasileri hazırladık ve o bölümün ilk asistanı oldum. Aynı zamanda ilk mezunuyum. Bilkent'ten tekrar ODTÜ‟ye geçtim. Tübitak ve British Council bursuyla beni bir seneliğine İngiltere‟ye teknoloji çalışmaya yolladılar. İngiltere‟ye giderken doktora için yurtdışına başvurmuştum, bana bir üniversiteden Fellowship gelmiş. Tübitak‟tan da burs kazandığım için bir mektup yazdım ve İngiltere‟den burs aldığımı ve bu kazandığım doktora bursunu askıya alıp alamayacağımızı sordum. Bunu kabul edemeyeceklerini; fakat tekrar başvurmamı çok istediklerini söylediler. İngiltere‟ye gittim geldim ve şubat ayında tekrar başvurdum. Enteresandır bana tekrar Fellowship verdiler. Oraya gitmemi isteyen hocayla da doktora yaptım sonra, Al Campbell. Neden istediğini de daha sonra çözdüm; ben tam onun istediği alanda çalışmak istiyordum. Referanslarıma bakmış

www.sfinance.org


, bir iki de telefon etmiş. Yeni gelen birkaç arkadaş ile beraber gelişmiş ülkelerin İkinci Dünya Savaşı sonrasında kar oranlarını ve genel yapılarını incelemek üzere büyük bir projeye dâhil olduk. Ben bu süreç içerisinde hem doktora programındaki derslerimi aldım ki dersler üç seneydi o zaman, hem de bu projede yer aldım. O projede çalışırken de doktora tezimi yazmaya başladım. O yüzden de doktorayı üç senede bitirdim. Üniversitenin rekorunu egale ettim. Gittiğiniz her yerde bir iz bıraktınız yani? Öyle de diyebiliriz. Bence bu doğru yerde doğru kişilerle olmakla da alakalı bir durumdur. Bitirdikten sonra daha büyük bir projeye dâhil oldum ve hemen iş buldum. Amerika‟daki dördüncü senemde araba aldım, 150.000 dolarlık müstakil bir ev beğendim, krediye başvuracağım derken annemden bir telefon geldi ve anneme kanser teşhisi konulduğunu öğrendim. Ailemin tek çocuğuyum. Hemen 1 hafta içersinde eşyalarımın bir kısmını verdim, bir kısmını sattım ve uçağa binip buraya geldim. Annemle ilgilendim. 9 Eylül Üniversitesinde 3 ay çalıştım. Daha sonra annemin bir ameliyat hikâyesi vardı ve ondan sonra buradan bana teklif geldi. Ben de 9 Eylül'den buraya transfer oldum. Ondan sonra da burada kaldım. Annem başarılı bir ameliyattan sonra kurtuldu. Kemoterapi vs. derken şu an hastalığın yedinci senesindeyiz ve şu an iyi durumdayız. Zaten ondan sonra evlendim ve burada kaldım. Benim Akademisyen ne olurdunuz peki? hayat hikâyemolmasaydınız budur. Amerika‟da kalacakken ve iş İstanbul‟da iş dünyasına girerdim. Kesinlikle akademisyen olmazdım, ondan eminim. Merkez Bankası‟nda çalışmak ister miydim? Belki isterdim; ama geri dönüş şansım olsaydı kesinlikle lisansı bitirdikten sonra, hemen en uygun iş teklifini kabul edip kendimi İstanbul‟a atardım ve orada kendimi ispatlamaya çalışırdım. İkinci bir alternatif dünya var mı bilemezsin, varsa da ben görmedim. Olsaydı herhalde o iş dünyasında başarılı olurdum gibi geliyor. Şu an olduğundan daha iyi olurdu gibi geliyor bana; ama kesinlikle akademisyen olmazdım. Size bunu söyleten nedir? Bana bunu söyleten Türkiye‟deki akademik dünyadır. Yani akademik hayatı kafanızda tasarladığınız gibi bulmadınız ve “ġimdiki aklım olsa Koç‟a ya da herhangi bir özel Ģirkete gidip iĢ hayatına orada baĢlardım.”diyorsunuz öyle mi? Kesinlikle. Belki de bir uluslararası şirketi tercih ederdim. Amerika‟daki akademik dünyayı görmüş

39/

bulmuşken annemin hastalığı hayatımda bir dönüm noktası oldu. Sonradan hiç Amerika‟ya dönmeyi düĢünmediniz mi? Vaktim olmadı. Çünkü 5 sene boyunca annemle ilgilendim. O sırada babam da hastalandı. Ailemin tek çocuğuyum ve ailemin diğer fertleri de Manisa‟da. İzmir‟de başka kimsemiz olmadığı için geri dönme ihtimalini düşünecek vaktim olmadı. Açıkçası annem, babam derken o yedi sene nasıl geçti bilmiyorum. Bundan sonraki hayatınız için geri dönmeyi düĢünür müsünüz? Yok hayır. Evlendim, dört aylık bir oğlum var. Yani bu saatten sonra en fazla Ankara‟ya giderim. İstanbul‟a bile gitmeyi düşünmem. Ankara‟nın sizde özel bir yeri var diyebilir miyiz? Ankara benim için çok özel bir yer, orada hocalarım var. Ankara‟nın tadına varan muhakkak geri dönmek istiyor. Peki, geri dönme Ģansınız olsaydı değiĢtirmek isteyeceğiniz bir Ģey olur muydu? “KeĢke akademisyen olmasaydım.” diyor musunuz? Hemen hemen her gün diyorum. birisi olarak söylüyorum; Türkiye ile bir karşılaştırma yapmamız gerekirse, Amerika‟daki akademik dünyayı tercih ederdim. Çünkü Amerika‟daki akademik dünya önünüze daha fazla fırsat sunuyor. Ama Türkiye‟deki akademik dünya, maalesef birçok alanda kısır kalıyor. O nedenle Türkiye‟de yaşamayı kabullenmiş ve buna karar vermiş bir insan olarak bu noktada diyorum ki “ Keşke Türkiye‟de akademisyen olmasaydım. Onun yerine İstanbul‟da bir şirkette çalışsaydım veya yöneticilik pozisyonunda olsaydım.” Çünkü benim yaşımdaki arkadaşlarımın çoğu şuan uluslararası şirketlerde veya Türkiye‟nin tanınmış şirketlerinde üst düzey yönetici olarak çalışıyor. Ben 39 yaşındayım ve onlar hayatlarından oldukça memnunlar. Zorluk çektiler mi? Gerçekten çektiler. Rekabet var mı? Var. Ama memnunlar hayatlarından; çünkü maddi ve manevi açıdan hak ettikleri şeyleri alıyorlar. Türkiye‟de akademi dünyasında bu maalesef yok. Peki, siz bu saatten sonra özel sektöre kaymayı düĢünür müsünüz? Ben zaten özel sektöre kaydım. Danışmanlık yapıyorum.

www.sfinance.org


Ufuk Tutan‟ı siz bize az çok anlatmaya çalıĢtınız. Nereden baĢladı, nasıl buralara geldi. Peki, Ufuk Tutan‟ın akademisyen sıfatının yanında ne gibi özellikleri vardır? Ufuk Tutan neler yapmaktan hoĢlanır? İyi bir avcıyım. Bunun dışında dağlara çıkmayı çok severim. Dağlarda eşimle beraber, inşallah ufaklık da büyüyünce bize katılacak dolaşmayı, hiç bilmediğimiz yerleri keşfetmeyi çok seviyoruz. Dağcı değilim, tırmanış yapmıyorum. Çocuk olunca biraz ara verdik; ama o biraz daha büyüyünce alacağız sırtımıza onu da götüreceğiz. Genelde bu iki şey üzerine odaklanıyorum. Annemin hastalığı sürecince, kanserle ilgili bilginiz var mıdır bilmiyorum; ama SSK veya Emekli Sandığı tarafından karşılanmayan birçok kanser ilacı olduğundan cebimden annem için yaklaşık 100.000 TL ödedim ve ben bu parayı dışarıda danışmanlık yaparak kazandım. Bu da benim neden danışmanlık yaptığımı anlatıyor. Hiç hesapta yokken bir fırsat beliriyor ve o fırsatı çok iyi kullanmak durumunda kalıyorsunuz. Akademi dışına çıkmanın tadına vardıktan sonra hayatımı o yönde ilerletmeye başladım. Bunu da bir hobi olarak düşünebiliriz. Ben danışmanlığa iş gözüyle bakmıyorum. Çok zevk alarak, hobi olarak yapıyorum. Bunu da üçüncü hobi olarak düşünebiliriz. Peki, Ufuk Tutan‟ın hayatında olmazsa olmazı var mıdır? Eşim, annem ve babam Peki, kendinizde sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz özellikleriniz nelerdir? Onları hiç söylemeyeyim; ama çok fazla özeleştiri yaptığımı söyleyebilirim. Siz Ģimdi yurt dıĢında da bulundunuz, Amerika‟daki eğitim sistemini de, Türkiye‟deki eğitim sistemini de biliyorsunuz. Sizce oradaki insanlara sunulan fırsatlarla, bizlere sunulan fırsatlar aynı mı? Valla çok açık söyleyeyim, birçok hoca benimle aynı fikirde olmayabilir, ama ben ilk geldiğim zaman Ekonomi Üniversitesi‟nin öğrencilerini çok beğenmiştim. Belki benim öğrenci olduğum zamanlardaki gibi bir öğrencilik yok, ama yine de buranın öğrenci yapısını seviyorum. Mesela benim öğrenci olduğum zamanlarda hocanın Office saatleri dışında kapısını bile çalamazdık. Hocaların önünde titrerdik. Tabii ki de şartlar değişti artık. Amerika‟yla karşılaştıracak olursak, çalıştığım üniversitelere göre söyleyeyim, buradaki öğrencinin daha çok bilgi bombardımanına uğradığını

40/

düşünüyorum. Orada okuyan öğrenciler temel şeyleri öğrenirken, sizler birçok şeyi ayrıntılı olarak öğreniyorsunuz. O yüzdendir ki, yurt dışına giden öğrenciler fazla zorlanmıyor. Yalnız hangisinin doğru olduğunu açıkçası ben de bilmiyorum. Bilgi bombardımanına uğramak mı daha doğru, yoksa Amerika‟da olduğu gibi belirli şeyler üzerinden gidip, daha rahat bir eğitim almak mı doğru bilemiyorum. Ama ben Türkiye‟nin öğrenci profilini beğeniyorum. Sizi anlatan bir söz, bir düĢünce var mı? Veya annenizin rahatsızlığından bahsettik. O zamanlar içinde bulunduğunuz psikolojiden dolayı sizi etkileyen bir Ģeyler oldu mu? Şunu anladım: hayat çok kısa ve insan kendisini hiç bir şey için üzmemeli. „‟Carpe Diem‟‟( Anı Yaşa) diye bir kavram var. Ben bu kavramı annemin hastalığında keşfettim. Mesela bu kavram, benim için bir felsefedir. Kaldı ki insan her şeyi başaramıyor. Annemin hastalığından beri, araya tabi bir de babamın hastalığı girdi, kendimi üzdüğüm ya da sıktığım zaman, bir şeyleri başaramadığım zaman carpe diem‟i aklıma getirip ‟ çok fazla kafaya takma, kendini üzme‟ diyorum. Zaten danışmanlığa da bu yüzden başladım. Bir tek danışmanlığımın ilk senesinde biraz stres olmuştum. Onun dışında gideceğim yerlere her zaman güle oynaya giderim. O süreci bir hobi haline getirip, stresi hayatımdan uzak tutmaya çalışıyorum. Anı yaşayıp, o andan zevk alayım yeter. Çünkü bu olmadığı zaman, önüme hep başka engeller gelecek diye düşünüyorum. ġimdi BDDK‟nın aldığı bir tek limit kararı var. Sizce bu hane halkını ve esnafı ne yönde etkiler? Bence doğru yönde alınmış bir karar. Yalnız hane halkı için çok önemli bir şey. En azından tüketim çılgınlığına kapılmış erkek ve bayanları bir şekilde durduracak olduğuna inanıyorum. 1980 yıllarında Amerika‟nın düştüğü hataya biz düşmeyeceğiz. 80lerde birçok Amerikan vatandaşı kredi kartı borcunu ödeyemeyince iflas etti. Sonra Amerika iflasların yükünü kendi başına üstlendi; ama bizim gibi bir ülke bu tür iflasları kaldıramaz. O nedenle biraz da geç alınmış bir karar olduğunu düşünüyorum. Keşke 2004 yılları sonunda alınsaydı; çünkü Türkiye‟nin bankacılık sistemi 2004 yılında patladı. Bence yapılması gereken bir şeydi Sizce bu tek limit uygulamasının artı yönleri neler olabilir?

İflasları önleyip, gelirlerin üzerinde yapılan harcamaları bir noktaya kadar engelleyeceğini düşünüyorum. Bence insanlar gelirleri kadar bombardımanı da engellemek gerekir. Yani insanlara, www.sfinance.org


DOĞAN BADEMKIRAN-UFUK TUTAN-BĠRCE DOBRUCALI

harcamalı; ne yazık ki toplumumuzda bir tüketim çılgınlığı var. Üstelik bu hem medya tarafından, hem de çeşitli kurumlar tarafından desteklenen bir şey. Eğer bu uygulamada başarılı olunmak isteniyorsa, bu tüketim ve mutluluğun eşit olmadığı gösterilmeli. Ek olarak kredi kartını kullanmak için çok bilinçli bir toplum değiliz, aynı zamanda bankacılık sistemine de alışık değiliz. Bunun için bir düzenleme yapılması ya da bir kural çıkması gerekmez miydi? Yani insanlara verilen kredi kartlarının, en azından onların gelirleriyle orantılı olması gerekmez miydi? Aynen öyle, ama dediğim gibi bizim bankacılık sistemimiz 2004 yılında patladı ve 2004 yılında Türkiye‟de birtakım değişiklikler yaşandı. Anladığım kadarıyla finans dünyası bunu istemedi. Çünkü ne kadar fazla kredi kartı verirse, o kadar fazla rezervlerindeki atıl parayı tüketiciye iletecekti. O nedenle belki de uygun bir zaman değildi. Neyse zararın neresinden dönersek kardır. Bana kalırsa bir tane kredi kartı yeterli, yani her kampanyadan yararlanmasan da olur. Limitine göre ayarlayacaksın. Ayağını yorganına göre uzatacaksın. Eğer paraya ihtiyacın varsa gideceksin, bankadan tüketici kredisi çekeceksin. Çünkü tüketici kredisi faizi ile kredi kartı faizi arasında ciddi bir fark var. Peki, bir tanım yapsanız, kredi kartını kullanmayı

41/

bilmeyen insanlar için nasıl bir tanımlama yaparsınız? Bizde para yok, para olmadığı için de kredi kartı kullanılıyor. Peki, bazı ekonomistler Ģuan Türkiye‟de ciddi bir emlak sektörü balonu olduğunu savunuyor. Fakat diğerleri, mesela Gyoder baĢkanı Turgay TaneĢ; „böyle bir Ģeyin olmadığını, olamayacağını ve talebe göre emlak arzını dengelediklerini‟ söylüyor. Sizce bir emlak balonu söz konusu mu? O konuyu biraz çalıştığım için söyleyeyim. Bence emlak balonu çok fazla söz konusu değil de, çeşitli illerin bazı bölgelerinde anlamsız bir fiyat patlaması var. Onu balon olarak kabul edersen, evet bazı bölgelerde balon var; ama onun dışında Türkiye‟de toplam bir balon olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bizim nüfusumuz hızla artıyor. O artışa bağlı olarak da gerekli emlak düzenlemeleri yapılıyor. Mesela İzmir‟de de iki tane aşırı şişmiş fiyatlı bölge var. Onlarda eninde sonunda bir dengeye ulaşacak. Sizin kredi derecelendirme kuruluĢları ile ilgili düĢünceleriniz nelerdir? Mesela Enron olayında da, en son 2008 krizinde de bu tür kredi derecelendirme kuruluşları sınıfta

www.sfinance.org


kaldı. Adamlar iflas etti, İflas ettikten iki ay sonra triple A dereceleri direk olarak DD‟nin altına düştü. Adam iflas etmiş, sen iki ay boyunca neden onu triple A‟de bırakıyorsun? Bir de iflas edeceğini göremedin mi? Bence ülke bazında da standart bir şey yok. Çok temel şeyler var; „borcu, gayrisafi milli hâsılasının yüzde kaçı ?‟ gibi. Fakat onu da şöyle yapabilirsin. Mesela GSMH, bütün dünyada dolara göre sabit fiyatların çok daha üzerinde büyümüş bir şekilde hesaplanıyor. Eğer para birimini dolar karşısında güçlendirirsen, senin gayrisafi milli hâsılan normal gözükür. O zamanda balon bir gayrisafi milli hâsılan olur. Hâlbuki çok borçlanmışsındır; ama balon bir gayrisafi milli hâsılan var. Bu ikisini böldüğün zaman, sonuç çok düşük gözükecektir. Bunu bazı gelişmekte olan ülkeler keşfetti; ama kredi derecelendirme kuruluşları da buna göre puan veriyor. O noktada bence yanılıyorlar. Sonuç olarak ülkeler bazında ve şirket bazında bakacak olursak, kredi derecelendirme kuruluşlarının çok güvenilir olduğunu düşünmüyorum Avrupa birliği konusuna girmiĢken, geçen Türkiye ekonomisi dersinizde de Avrupa birliği pazarı daralırsa, Türkiye‟nin ciddi bir sıkıntıya gireceğini konuĢmuĢtuk. Eğer 2012‟de beklendiği gibi bir kriz yaĢanır ve pazar iyice daralırsa, sizce Türkiye nasıl bir sürece girer? Hemen 2012‟de krize girmez. 2012‟nin sonlarına doğru girer. İşsizlik ciddi bir problem olur. Ekonomide küçülme söz konusu olabilir. Böyle devam ederse iki, üç sene sonra da iflaslar başlar. Şu da bir gerçek ki; Avrupa birliği pazarının iki buçuk, üç seneden beri yerini dolduracak bir pazar bulamadık. Bulamadığımız gibi maliyetlerimizde artmaya başladı. Bu maliyet artışlarını da engelleyemiyoruz ve rekabet de edemiyoruz. Bu noktada, ülke ekonomisi başka açılardan krize girerken, krizi kurtarmak için daha fazla dövizle borçlanacak ve o şekilde ülke ekonomisini kurtaracaktır. Ama bu uzun vadede sürdürülebilir bir durum olmayacaktır. Umarım Avrupa birliğindeki kriz çok uzun sürmez. Yoksa ciddi bir sorunla karşı karşıya kalabiliriz. Onun dışında Euro‟nun stres altında olduğu söylenebilir. Yunanistan Euro‟dan çıkmak zorunda kalacak gibi gözüküyor. Bu da Euro‟nun güvenilirliğini azaltacak. Eğer İtalya, Yunanistan gibi bir sorunla karşılaşırsa, işte o zaman ciddi bir küresel krizle karşı karşıya kalabiliriz. Çünkü İtalya kurtarılamayacak kadar büyük bir ülke ve ülkenin çok ciddi sorunları var. Yani ben bu küresel krizi kolay bitecekmiş gibi görmüyorum.

42/

Aktaramayacaklar zaten. Asıl yük Almanya ve Fransa‟da. İngiltere‟nin de ödeyebileceğini sanmıyorum. Zaten İngiltere‟nin sorunu da değil. Avrupa Birliği‟nin kurtarılması için en azından ilk planda 200milyar€ gibi bir ortak havuz öngörüldü ve oluĢturulacak bu havuzun içinde pay sahibi olması istenen ülkelerde(ispanya, Ġtalya) krizde olan ülkeler. Bu insanlar daha kendilerini kurtaramaz ken, kendi maaĢlarını ödeyemezken bu ortak havuza nasıl para aktarabilirler? Benim gördüğüm kadarıyla Almanya, Euro‟yu kaybetmek istemiyor; çünkü Euro küresel çapta çok önemli bir güce sahip. Fakat Almanya, bu krizi de tek başına üstlenemeyeceğini biliyor. Eğer Merkel bu krizi üstlenirse uzun yıllar boyunca ne partisi bir daha seçilir, ne de kendisi. O nedenle bölüşmek istiyor. Bu bölüşümü de ilk önce IMF ile yapmaya kalktı; ama beklediği şeyi bulamadı. Şimdi diğer ülkelerle bölüşmeye çalışıyor. Nereye kadar başarılı olacak bilmiyorum. Bana kalırsa işin içinde daha çok siyaset var. Merkel‟in siyasi gücüyle Almanya kendi durumunu düzeltecektir. Yalnız şunu da unutmayalım: aslında Almanya tek başına krizde değil, Avrupa birliği içerisinde krizde. En son yayınlanan Almanya devlet ihale verilerine baktım, faizler düşmüş. Türkiye‟de dâhil birçok ülkede borçlanma faizleri artarken, Almanya‟da düşmüş. Bu ne demek? Almanya‟nın devlet tahvillerine, küresel oyuncular güveniyor ve daha fazla tahvil alarak, faizlerini düşürüyor. Zaten 10 yıllık devlet tahvilinin faizi 1,9 mu 1,8 mi ne. Bu da neyi gösteriyor; Almanya‟da enflasyon yok. Zaten 10 sene içerisinde enflasyonda beklenmiyor. O noktada krizi tek başına yüklenmek yerine, bölüşmeyi deneyecektir. Türkiye uzun yıllardır geliĢmekte olan ülkeler kategorisinde yer alıyor. Bir türlü geliĢmiĢ ülkelerin seviyesine gelemiyoruz. Sizce geliĢmiĢ bir ülke olabilmek için nasıl bir politika izlenmeli? Nüfusumuzu azaltmak, araştırma ve geliştirmeye çok yüksek oranda pay ayırmak zorundayız. Bu topraklar, bu ekonomi bu kadar nüfusu taşıyamıyor. Peki, Türkiye‟nin coğrafi konumu ve siyasi durumunun ekonomiyi pozitif yönde etkilediğini düĢünüyor musunuz? Biraz etkisi var tabi. Mesela sıcak para akışı durdu.Merkez bankası bilançolarında net hata noksanları çoğaldı. Net hata noksanı ne?

www.sfinance.org


Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi içerisine bir para giriyor, bir döviz giriyor ve dövizin nerden geldiğini bilmiyoruz. O da bizim coğrafi durumumuzla ilgili biraz. Bu zamana kadar batı ülkeleri, ekonomik açıdan her zaman doğu ülkelerinin önünde yer almıĢtı. YaĢanan son krizlerden sonra, doğu ülkelerinin ön plana çıkmasını ve batı ülkelerinin geride kalmasını nasıl yorumluyorsunuz? Açgözlülük. Batı Amerikan kapitalizmi, İngiliz kapitalizmi ve Avrupa kapitalizmi 2000‟li yıllarda Mutlaka bir yerde birisi, birisinin tam tersini yaptı; kendine çok önemli bir fırsat buldu. Süper güçlerin aynı anda ve aynı yönde ilerlediği, aynı faiz ve aynı para politikasını takip ettiği hiç görülmedi. Ya savaş çıktı, ya da kriz oldu. 2000‟li yıllarda Batı çok güzel bir kar yakalama pozisyonuna girmişti. Hatta kulelerin vurulması bile fırsata çevrildi ve büyük bir patlama yaşandı. Bu patlama bizim gibi gelişmekte olan ülkelere de yansıdı ki; dünya çapında bir kalkışa geçtik. Ama adamlar bir koyup on alacakken, açgözlü davranıp bir koyup yüz almaya başladı. İşte o balon hikâyeleri de bu noktada başladı. Ondan sonra da ellerine yüzlerine bulaştırdılar. hâlbuki Dante‟nin de bahsettiği gibi yedi günahın bir tanesi açgözlülüktür. Bence orada bir hata yaptılar. Aslında doğuda sütten çıkmış ak kaşık değil. Ama batı çok büyük hatalar yapınca, doğunun yaptığı hatalar o kadar ön plana çıkmadı. İşin kolayına kaçıp, ellerine çok yüksek miktarlarda finansal kaynaklar geçince, bu finansal kaynakların önemli bir kısmını finans üzerinden değerlendirdiler. Hâlbuki direk olarak üretime yatırmaları gerekirdi. Kısacası ülkeler çok büyük fırsatlar kaçırdı.


MURAT BARBAROS

ĠEÜ Kariyer Kulübü Kurucu BaĢkanı MURAT BARBAROS Kariyer kulübünün BaĢarı Hikâyesini anlatıyor… „Kariyer seni alıp götürmeli‟ sloganı ile başladığımız kariyer yolculuğunda geleceğimizin temellerini oluşturuyoruz. Üniversite hayatımızda birçok akademik çalışma ve sosyal yaşantımız dışında aynı zamanda Kariyer Kulübü ile okurken kendimizi iş dünyasına hazırlıyoruz. Kurucusu olduğum İzmir Ekonomi Üniversitesi Kariyer Kulübü, 2009-2010 eğitim yılının Güz döneminde aktif olarak çalışmalarına başlamıştır. Temel amacı, öğrencilerin iş dünyasını tanıması ve iş-dünyasına yönelik kendilerini geliştirebilmesi olan kulübümüz bu kapsamda birçok etkinliği gerçekleşmiştir. İş ve Kariyer alanına hitap eden Kariyer Kulübü çok kısa bir zaman içerisinde yapılan etkinlikler ve girişimler ile İzmir Ekonomi Üniversitesinde kendi alanında en aktif kulüp olmayı ve yine kendi alanında Türkiye genelinde en aktif kulüpler arasında ismini duyurmayı başarmıştır. Kurulduğu günden bugüne önemli çalışmalarda yer alan kulübümüz, her geçen gün öğrencilere daha verimli etkinlikler düzenleyebilmek için profesyonel bir çalışma örneği göstermektedir.

44/

İyi bir ekip kurmanın zorlu sürecini yaşayarak takım çalışmasına en uygun öğrenci arkadaşlarımızı Kariyer Kulübüne davet ederek başlatmış olduğum girişim ile farklı özelliklere sahip ve her birinin kendi alanında üniversitede ki en iyi isimler arasında olduğu Kariyer Kulübü yönetim kurulu üyelerini bir araya getirerek örnek çalışmalar yapmayı başarıyoruz. Şirket yönetiminin simülasyonu olarak gördüğümüz Kariyer Kulübünün genel yükselişinin arkasında ki en önemli etken; yönetim kurulu olarak gerçekleştirdiğimiz ciddi planlama ve yönetim sürecidir. Tatil dönemlerinde başladığımız çalışmalarla yıllık stratejik planımızı belirleyip, hedeflerimiz doğrultusunda görev paylaşımı ve takım çalışması ile sonuca yaklaşıyoruz. Doğru zamanda doğru etkinliği yapmak adına, önemli bir araştırma süreci içerisinde bulunuyoruz. Öğrenciler arasında yaptığımız anketler, kariyer koçları ile görüşmelerimiz ve öğrenci arkadaşlarımızla bire bir kurduğumuz iletişim bu konuyu destekleyen çalışmalardır. Verimlilik ve farklılık odaklı çalışma ilkesi ile öğrencilere en faydalı ve özgün çalışmalar sunmak için her 2 haftada bir düzenli olarak yaptığımız yönetim kurulu toplantılarımız ile hedeflerimizi ve ilerleyen süreci kontrol ediyoruz. Etkinliklerimizi gerçekleştirirken ise, yönetim kurulu üyelerimiz ve aktif üye takımımız ile görev paylaşımı yapıyoruz ve uygulamaya başlıyoruz. Bu bağlamda kulübümüz çatısı altında yer alan her öğrenci kendisine organizasyonda görev alma, proje yönetme, topluluk önünde konuşma, liderlik, takım çalışması, iş disiplini ve en önemlisi iş dünyası ile bağlantı ve iletişim kurma gibi deneyimler kazandırarak fayda sağlıyor. Kısaca, çok kısa bir zaman zarfındaki bu yükselişin temel basamakları; iyi bir ekip oluşturma, stratejik planlama, hedef belirleme, doğru etkinlik için araştırma yapma, düzenli toplantılar ile gidişatı kontrol etme ve tüm bunları istikrarlı bir şekilde yönetme unsurlarıdır. Kariyer kulübü olarak vizyonumuz; Türkiye çapında İş ve Kariyer alanına hitap eden en aktif kulüp olmaktır Ve inanıyoruz ki, bir gün bu hedefimize ulaşacağız. Son olarak, kulüpçülük, üniversite yaşamında elde edebileceğimiz en önemli deneyimler arasında yer almaktadır. Tüm öğrenci arkadaşlarımın öğrenci kulüplerinde ve topluluklarında aktif olarak yer almalarını, sürekli girişim ve iletişim içerisinde bulunmalarını ve sosyal yaşamlarına özen göstermelerini tavsiye ederim. Unutmayın, sadece okumak, kariyerin canına okumaktır…

www.sfinance.org



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.