köklüdeğişim 61.sayı

Page 1

takdim

KöklüDeğişim

2 0 0 4

5. s e n e

KÖKLÜDEĞĐŞĐM Đslâmî Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsî Dergi

Şevvâl 1430 • Ekim 2009 Sahibi ve Sorumlu Yazı Đşleri Müdürü Ahmet Sivren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı 31/12 Kızılay/ANKARA Đletişim&Abone&Reklam Tel: 0.312.229.77.91 Faks: 0.312.229.77.92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net Temsilcilikler Bursa Mesut ŞAHĐN 0.532.627.35.89 kdbursa@hotmail.com ŞanlıUrfa Mustafa KÜÇÜK 0.542.274.19.43 kdurfa@hotmail.com

Abonelik ve Hesap Numaraları Yurtiçi Yurtdışı 6 Aylık 6 Aylık 24 YTL 24 Euro Yıllık (12 ay) Yıllık (12 ay) 48 YTL 48 Euro PTT Posta Euro Hesabı Çeki Hes. Ziraat Bankası Başkent Şb. 191 18 03 TR93000100 YTL Hesabı 1683-47475782Ziraat Bankası 5001 Başkent Şb. TCZBTR2A 47475782-5002 Baskı: 03.08.2009 Rulo Ofset Matbaacılık Yerel – Süreli ISSN: 1304-8274

bilgi@kokludegisim.net

‫ ا ا ا‬ Ekim Ayı Takdim’i Türkiye'de 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1.maddesinde; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımdan yola çıkarak geçtiğimiz temmuz ayı içerisinde, sabahın erken saatlerinde evlerinden, eşlerinden, çocuklarında ve diğer akrabalarından kopartılan Müslümanların uğramış oldukları zulme tekrar sessiz kalmama adına, hafızalardan silinmemesi adına bu satırları yazmayı uygun gördüm. Yapılan zulüm unutulmasın ki, her daim sesimiz çıksın ki, zalimler bu satırları her okuduklarında yüreklerine bir burukluk otursun istedim. Tabi yürekleri varsa. Zalim sistem terörü bu şekilde tanımladığı halde şimdiye kadar ellerine silah almamış, şiddete başvurmamış ve bu tür eylemleri asla benimsememiş Müslümanlara yönelik işlemiş olduğu cürümden dolayı asıl terörist kendileri olmuştur. Binaenaleyh, sabahın erken saatlerinde Müslümanların kapılarına dayanarak yaşlı-genç, kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden Müslümanları korkutan kendileri olmuştur, cebren ve şiddete dayalı tutuklamaları, Müslümanların ellerine kelepçeleri vurmak kaydı ile kendileri gerçekleştirmiştir, yine silahsız Müslümanlara karşı uzun ve kısa namlulu silahlarla ve kalabalık guruplar halinde baskınlar düzenleyenler kendileri oldukları halde, nasıl olurda tutukları insanlara terörist muamelesi yapabilirler. Bu manzaraya göre asıl suçlu, terörist olanlar bu cürümü işleyenler değil midir? Bu tutuklamaları beynimde canlandırdığımda kafir ABD askerlerinin Irak’ta evlere düzenledikleri baskınlar geldi. Onlarda aynı şekilde sabahın erken saatlerinde ellerinde silahlar ve terörist diye Müslümanların evlerini basıyorlardı. ABD’nin terör formatına göre Müslüman=terörist fikri bizim! Güvenlik! Memurları! Tarafından da benimsenmiş olmalı ki, böyle fütursuzca Müslümanlara tıpkı ABD askerleri gibi saldırabiliyorlar. Kendi akıllarından koydukları kanunları yine kendi akılları ile çok rahat çiğneyebiliyorlar. Ne kadar acizler!!! Bu ayki dergimizin kapağında adalet sisteminde AKP’nin baskın gelmeye çalışmasını anlatmaya çalıştık. Bu konu ile alakalı makaleyi Hüseyin Sivren Đslam’ın olmadığı yerde adalet olmaz başlığı altında kaleme aldı. TV’de çokça izlediğimiz ekonominin düzelmesinin anahtarını sunan reklamın analizini Oğuzhan Akbolat’ın kaleminden Alın verin ekonomiye can verin başlıklı makalesinden okuyacaksınız. Mesut Şahin daha önceki iki yazısının devamı niteliğinde Ermeni Açılımının analizini sizler için yaptı. Toplumda değişimin önemli unsurlarından olan Medyanın rolünü Halime Aydın yazdı. Diğer makaleler ile birlikte Gündem bölümümüzü bir solukta okuyacağınıza inanıyoruz. Bu ay dergimize yeni bir bölüm daha ekledik. Tûba Sivren ve Zahide Keskin’in makaleleri ile, okurlarımıza ve makalelerin muhataplarına bir Sesleniş’te bulunuyoruz. Yine bizleri yalnız bırakmayan okurlarımızdan gelen iki makaleyi sizlerle paylaşıyoruz. Tefekkür, Röportaj, Medrese-i Yusufiye’den, Aile Kaledir ve bir süreliğine ara vermek zorunda olduğumuz Tefsir bölümümüz kaldığı yerden devam ediyor. Đslam ile Değişmek ve Değiştirmek için KöklüDeğişim yoluna devam ediyor… Değişimi Görmek Duası ile… Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırın… Önemli Not: Dergimiz KöklüDeğişim, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını Đslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.

köklüdeğişim

1

ekim 2009


takdim

KöklüDeğişim

KöklüDeğişim’de Ekim 2009 Takdim 1 ....... Ekim Ayı Takdimi ........................................................ ...KöklüDeğişim Đçindekiler 2 ....... KöklüDeğişim’de Ekim 2009 ........................................... KöklüDeğişim Gündem 3 ....... Đslam’ın Olmadığı Yerde Adalette Olmaz.! .................. Hüseyin Sivren 10 ..... Alın Verin Ekonomiye Can Verin.............................. Oğuzhan Akbolat 14 ..... Ermeni Açılımı. ................................................................. Mesut Şahin 16 ..... Taraflı Medyanın Rolü. ................................................... Halime Aydın 20 ..... Gençliğin Bugünkü Durumu! ........................................ Sümeyye Avcı 24 ..... Hillary Clinton'un Afrika Ziyareti. ................................ KöklüDeğişim 27 ..... Adli(!) Tıp Kurumu ..................................................... Çiğdem Albasan 32 ..... Sömürgeciliğin En Üst Seviyesi Küreselleşme .......... Ahmed Matavani 34 ..... Đslami Beldelerden Haberler. ........................................... KöklüDeğişim Sesleniş 39 ..... Kanaat Önderlerine ............................................................ Tûba Sivren 41 ..... Hesap Vakti Gelip Çatmıştır ........................................... Zahide Keskin 44 ..... Bugünün Kadınlarına ........................................................ Tûba Sivren Okuyucudan Gelen 47 ..... Türkiye Cumhuriyeti’nin Gerçek Yüzü ............................... Can Sezgin 51 ..... Müslümanların Doğru Bir Kitleleşmeyi ............................ Hakan Bolat Tefekkür 57 ..... Gerçek Müslümanlar Cahiliye Hükümlerini ................ Ekrem Muakkil Röportaj 61 ..... Selman Koç Đle Röportaj .................................................. Sümeyye Avcı Medrese-i Yusufiye’den 66 ..... Fırsatlar Ülkesi Türkiye ................................................ Murat Albasan Aile Kaledir 71 ..... Çocuk Terbiyesinin Esasları (11) ................................ Necahu’s Sabatin Tefsir 76 ..... Bakara Suresi 231-233. ayetler ......................................... Esad Mansur

köklüdeğişim

2

ekim 2009

bilgi@kokludegisim.net


Hüseyin Sivren

gündem

bilgi@kokludegisim.net

Đslam’ın Olmadığı Yerde Adalette Olmaz. rının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Cumhurbaşkanının re'sen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz.

Türkiye’deki yargı sistemi Fransız felsefeci Montesquieu'nün teorisine dayanır. Montesquieu, politik gücü yasama, yürütme ve yargı olarak üçe ayırmıştır. Kendisi bu fikrini Đngiliz yönetim biçimine dayandırmaktaydı.

T.B.M.M: Yasama görevi yasa yapma, yasa değiştirme ve var olan yasaları yürürlükten kaldırma yetkisidir. Anayasaya göre ülkemizde yasama görevi TBMM'ye aittir. Bundan yola çıkarsak TBMM ülkenin kanunlarını belirler. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği, Anayasa ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilmiş bulunan yasama yetkisinin yerine getirilebilmesi için; Başkanlık Divanına, komisyonlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine her türlü idari ve teknik bilgi ve belge desteğinin verilmesi temel işlevini yerine getirmek amacıyla kurulmuştur. Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, görevine dönmesine kadar; ölüm, çekilme veya başka bir sebeple Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması halinde de yenisi seçilinceye kadar, TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanlığına vekillik eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır.

(Wikipedia)

Dergimizde daha önce yayınlanan birçok makalede Türkiye’deki sistemin Đngilizler tarafından şekillendirildiğini belirtmiştik. Günümüzde uygulanan mevcut 1980’de ordu tarafından yapılan ihtilal anayasası da bu düzenlemenin devamı, bir parçası niteliğindedir. Bu bağlamda Erdoğan hükümetinin yargı sistemi üzerinde yapmak istediği değişikliklerin ABD-Đngiliz çatışmasının bir sonucu olduğu nettir. Türkiye’de kuvvetler ayrılığı olarak bahsedilen üç kurum; yasama, yürütme ve yargıdır. Bu model içinde devlet çeşitli birimlere ayrılmıştır, her birimin ayrı ve bağımsız gücü ve sorumluluk alanları vardır. Bunun yanında her birim bir diğerinin güç kullanımı üzerine sınırlamalar getirebilmektedir. Türkiye üzerinde ordudan sonra ikinci güçtür yargıdır. Binaenaleyh 27 Nisan bildirisi veya E muhtıra olarak bilinen askeriyenin AKP’ye karşı hamlesi yetersiz kalınca, Đngilizci erk ikinci güç olan yargıyı devreye sokmuş ve aradan 1 yıl geçmeden AKP hakkında kapatma davası açtırmıştır. AKP’nin kapatma davasından kıl payı kurtulduğu Anayasa Mahkemesinin 11 üyesinden 5 kişinin kapatılsın oyu kullanmasından anlaşılmaktadır. Bu örnek yargı sistemin ne kadar önemli olduğunun bir delilidir.

Hükümet: Cumhurbaşkanı'nın görevlendirdiği Başbakan adayı tarafından kurulur ve TBMM'den güvenoyu aldığında görevine başlar. Başbakan: Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti'nde de yürütmenin başıdır. Bakanlar Kurulu'na başkanlık eder. Hükümeti ve icraatlarını yönetir. Türkiye Cumhuriyeti'nde her bir 4 yılda bir genel seçimle oluşan Meclis tarafından Başbakan, 4 yıl süre ile seçilir.

T.C.’nin toplumu yönetmek adına kurumsal yapısı kâğıtlar üzerinde şu şekilde geçmektedir.

Bakanlıklar: Cumhurbaşkanı tarafından Hükümeti kurmakla görevli (teamüller gereği en çok sandalyeye sahip siyasi parti genel başkanı) milletvekili, öngörülen sürede temaslarını tamamlayarak kabine yani Bakanlar Kurulu listesini yine Cumhurbaşkanı'na sunarak onay alır. Çok az farklılıklar olsa da

Cumhurbaşkanı: Türkiye'de 1923'te Cumhuriyetin ilanı ile devlet başkanı Cumhurbaşkanı sıfatını almıştır. Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını, devlet organlaköklüdeğişim

3

ekim 2009


islam’ın olmadığı yerde… dir. En azından son 2002 senesine kadar böyle değildi. Kurulduğu günden 2000’li yılların başlarına kadar yukarıda da bahsettiğimiz üzere T.C. üzerinde toplumu şekillendiren birinci güç ordu olmuştur. Daha sonra yargı sistemi ve diğerleri sıradaki yerini almıştır. Đşin aslı böyledir. Đngiliz-ABD çatışmasını biraz daha açacak olursak ABD T.C. de sistemi eline geçirebilmek için birçok hamlelerde bulunmuş, son hamlesi olan AKP iktidarı ile de emeline ulaşmasına yani mevcut yapılanmanın değişimine ramak kalmıştır. Emelinin son noktası ise yeni çıkacak Sivil Anayasadan sonra başkanlık sistemini getirebilmektir. Zaten 28.09.2009 tarihinde hem Đç işleri Bakanı Beşir Atalay’ın hem de Başbakan Erdoğan’nın sivil anayasanın 2011 seçimlerinden sonra ele alınacağına yönelik açıklamaları, ayrıca başbakanın daha önce 2011 seçimlerinde son defa aday olacağını ilan etmesi, demokratik açılım adı altında sivil anayasaya zemin hazırlanması ABD’nin emeline giden yolda önemli köşe taşlarıdır. Đşte bu emeline ulaşma yolunda ABD’nin önüne dikilen en önemli iki set Ordu ve Yargı olmuştur. Ergenekon davası ile Orduyu bertaraf etmede oldukça yol kat eden ABD, yargının da hizaya getirilmesi gerekliliğine binaen “Yargı Reformu Stratejisi” adı altında bir planı devreye sokmuştur. Yeni yargı reformunun içeriğine kısa bir göz atacak olursak;

yaklaşık 14 icracı bakanlık ve gerekli sayıda Devlet Bakanlığı vardır. Müsteşarlık: Đstişare eden anlamına gelen müsteşar siyasi gücün programını uygularken devlet ilke, kural, teamülleri ve yasalara uygunluğunu Bakanlık için Devlet ve millet adına yürütür. Her Bakanlığa bağlı bir müsteşarlık olduğu gibi, birçok devlet kurum ve kuruluşu Müsteşarlar aracılığı ile yürütülür. Harici Müsteşarlıklar genelde Başbakan adına Devlet Bakanlıkları aracılığı ile yürütülür. Tek istisna MĐT olup sadece Başbakana karşı sorumludur ve Devlet Bakanlıkları aracılığı ile idare edilemez. Yargı: “Türk Halkı adına bağımsız olarak görev yapar.” Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu hakim ve savcıların tayin, terfi ve atama işlerinden sorumludur. En üst mahkeme Yargıtay'dır ve son karar verici mekanizmadır. Aldığı içtihat kararları bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesi ise; Cumhurbaşkanı veya yeterli sayıda imza sahibi milletvekillerinin müracaatı ile, yasaların Anayasa'ya uygunluğunu denetleyerek, yürürlüğe girmesine ya da iptaline karar veren son mercidir. Ayrıca Yüce Divan olarak görev yapar. Danıştay; idari davaların bakıldığı yargı organıdır. Aldığı kararlara yürütme uymak zorundadır. Sayıştay ise; tüm kamu kurum, kuruluş ve iktisadi teşebbüslerin muhasebat sistemini denetlemekle yükümlüdür.

HSYK da yapılacak değişiklikler; a- kararlarına karşı etkili itiraz sisteminin getirilmesi ve yargı yolunun açılması, b- Bu kapsamda, üye sayısının 20 veya 21 olması planlanan HSYK, geniş tabanlı temsil esasına göre oluşturulacak, 2 veya 3 daire seklinde yapılandırılması, c- Yargıtay ve Danıştay, genel kurullarınca seçilen üyeleri aracılığıyla HSYK'da temsil edilecek. Yargının tümünün temsil edilebilmesi amacıyla, birinci sınıf hâkim ve savcıların, HSYK'da etkili biçimde temsili sağlanacak, d- Bu temsilciler, yüksek yargı dışında meslektaşlarınca seçilecek. Türkiye Adalet Akademisi, hukukçu öğretim üyeleri ile avukatların HSYK'da temsili sağlanacak. HSYK'nın kararlarına karşı etkili bir başvuru yolu getirilecek, e- Parlamento ile ilişkileri sağlamak ve hesap verilebilirlik açı-

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK): Türkiye Cumhuriyeti Devletini içten ve dıştan gelebilecek olan tehditlere karşı savunma vazifesini üstlenmiş olan silahlı Devlet kuvvetidir. Yaptırım gücünü, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'ndan alır. Siyasi Partiler: Siyasi partiler yasasına uygun olarak kurulan partiler, Türk Halkından Genel Seçimlerde oy almak suretiyle, barajı geçtikleri takdirde (ki şu an yüzde 10'dur) ülkeyi yönetmek için veya TBMM'de yer alarak Yasama görevlerini yerine getirirler, çoğunluğa sahip olununca Yürütme erkine sahip olurlar. Her ne kadar kağıt üzerinde yönetim sıralaması böyle yapılsa da işin aslı böyle değilköklüdeğişim

4

ekim 2009


islam’ın olmadığı yerde… da buluyor, b- Anayasa Mahkemesi'nin 7 Mayıs 2009 tarihli kararı ile askeri mahkemelerde hakim sınıfından olmayan üyelerle ilgili yasa hükmünün iptal edilmesi ve yeni düzenleme için 1 yıllık süre verilmesi nedeniyle iptal kararı doğrultusunda gerekli değişiklik yapılacak, c- Orta vadeli hedefler kapsamında, Milli Savunma Bakanlığı tarafından başlatılan askeri mahkeme binalarının yasak bölge dışına çıkartılması çalışmaları sürecek. Askeri mahkeme binalarının askeri mahalde bulunması zorunlu olduğu takdirde, bu binalara giriş askeri bina girişlerinden ayrı yapılarak ilgililerin ve vatandaşların kolaylıkla erişimleri sağlanacak, d- Sivillerin barış zamanında askeri mahkemelerde yargılanmalarına son veren kanun değişikliğinin yanı sıra yapılacak düzenlemelerle askeri mahkemelerin görev ve yetkilerinin "demokratik hukuk devletinin gerektirdiği ölçüler çerçevesinde yeniden tanımlanması" da kısa vadeli hedefler arasında yer alıyor, e- Askeri Yüksek Đdare Mahkemesi yargılamalarının "adil yargılanma" ilkesi çerçevesinde Yüksek Mahkeme bünyesinde iki dereceli hale getirilmesi için çalışmalar yapılacak. Yine kısa vadeli bu amaç kapsamında, yargılamaların Yüksek Mahkeme bünyesinde iki dereceli hale getirilmesi için gerekli mevzuat değişiklikleri yapılacak.

sından" Adalet Bakanı'nın, "Bakanlık ile ilişkileri koordine etmek için" Bakanlık Müsteşarı'nın HSYK'da bulunması sağlanacak, fHSYK'nın yeniden yapılandırılmasına paralel olarak Kurul'un sekreteryası ve denetim sistemi yeniden düzenlenecek, g- Sekreterya hizmetlerinin Kurul bünyesinde olması sağlanacak. Đddia ve karar makamı tek elde birleşmeyecek şekilde hâkim ve savcıların denetimi, Kurul bünyesinde gerçekleştirilecek, hHSYK'nın yeniden yapılandırılması ve istinaf kanun yolunun faaliyete geçirilmesi ile birlikte not sistemi dâhil olmak üzere terfi sisteminin yeniden değerlendirilmesi sağlanacak, bu kapsamda, yargı mensupları için mevcut terfi sistemi, performans esaslı olarak geliştirilecek. Terfi için gerekli başarı hesabında, kanun yolu incelemesinden geçmeyen kararlar da dikkate alınacak. Anayasa Mahkemesinde yapılacak değişiklikler; a- Uluslararası belgeler ışığında Anayasa Mahkemesi'nin görev tanımının yeniden belirlenmesi ve buna bağlı olarak yeniden yapılandırılması sağlanacak. Bu kapsamda, Anayasa Mahkemesi'nin görev tanımının yeniden belirlenmesi amacıyla uluslararası belgeler çerçevesinde ilgili kurum ve kuruluşlarla gerekli çalışmalar yapılacak, bAnayasa Mahkemesi'nin görev tanımının belirlenmesine bağlı olarak, Mahkemenin oluşumuna ilişkin ihtiyaç duyulan mevzuat değişiklikleri gerçekleştirilecek.

Yurt dışına adli müşavir; a- Kısa vadede, belirlenen yurt dışı temsilciliklerinde adli müşavir görevlendirilecek. Görevlendirme yapılacak ülke ve kurumlar Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği halinde belirlenecek, b- Görevin gerektirdiği konularda Dışişleri Bakanlığı ve diğer ilgili kurumlarla işbirliği halinde yargı mensuplarına eğitim çalışmaları düzenlenecek. Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ile işbirliği halinde AB Daimi Temsilciliği nezdinde Adalet Bakanlığı temsilcisinin bulunması sağlanacak ve bu konuda gerekli mevzuat çalışmaları yapılacak, c- Kısa vadede ayrıca, yüksek mahkemelerin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktıkları davaların azaltılması sağlanacak. Bu kapsamda, diğer ülke uygulamaları dikkate alınarak Yüksek Mahkemelerle işbirliği halinde ihtiyaç analizi çalışması yapılacak. Bu konu-

Kısa vadeli amaçlar arasında, dernek kurma hakkı sınırlanmaksızın, örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde Türkiye Hakimler ve Savcılar Birliğinin kurulması bulunuyor. TBMM'deki tasarıdaki mevcut derneklerin kapanacağını öngören madde tasarıdan çıkarılacak. Kurulacak Birlik, Đçişleri Bakanlığının denetimine tabi olmayacak, idari ve mali özerkliği bulunacak. Birliğe üyelik ve üyelikten ayrılma ihtiyari olacak. Birlik organlarının yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilerek oluşturulması sağlanacak. Halen TBMM’de bulunan Tasarı'nın kanunlaşması sağlanacak. Askeri mahkemeler; a- Kısa vadeli hedefler arasında, askeri mahkemelerin sadece hâkim sınıfı üyelerden oluşmasının sağlanması köklüdeğişim

5

ekim 2009


islam’ın olmadığı yerde… zemin oluşmaması olarak açıklasa da, işin esası meclisten ziyade yargı sistemi içerisinde erki tam manası ile ele alamamış olmasıdır. HSYK’nın dayatmaya çalıştığı son Temmuz kararnamesi buna işarettir. Şu dönemde atılacak yanlış bir adım onca emeğin zayi olmasına neden olabilir. AKP’ye açılacak ikinci bir kapatma davası bir çuval inciri berbat edebilir. Bu nedenle yargı sistemi içerisinde istenilen reform gerçekleştirilmediği sürece Anayasanın değiştirilmesi hamlesi her zaman için AKP açısından riskli bir hamle olacaktır.

larda da gerekli mevzuat değişiklikleri yapılacak. Yargıda en üst kurul H.S.Y.K.’dır. Adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapan mercidir. Ergenekon davasının devam ettiği bir süreçte H.S.Y.K.’nın önemi daha net anlaşılmıştır. Çünkü yeni atamalar ile Ergenekon davasına bakan hâkim ve savcıların yerlerinin değiştirilip, yerlerine bir başkalarının atanmasının doğuracağı sonuçları hesap eden ABD yargıdaki bu değişikliğin ne kadar önemli olduğunun bilinci içerisinde böyle bir hamle yapmıştır. Son hâkim ve savcı atamalarının çok sancılı geçtiği, atama bildirisinin normal zamanından daha uzun bir sürede açıklanması çatışmanın hala devam ettiğinin bir göstergesidir. Ergenekon davasına bakan hâkim ve savcıların yerlerinin değişmemesi ise ABD’nin artık yargı sistemi içerisinde de elinin kuvvetlendiğinin delidir ki, buna binaen yargı reformu için düğmeye basmıştır.

Yargı sistemi içerisinde bulunan Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Sayıştay ile alakalı biraz bilgi vereyim. Yargıtay; Đlk başkanı Ahmet Cevdet Paşadır. Ahmet Cevdet Paşa ise Mecelle kanunlarının hazırlanmasında öncü kişidir. Bu cümle kuruluş gayesini izah etmek için yeterlidir. Günümüzde ise Yargıtay “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile bu Kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan bağımsız! bir yüksek! mahkemedir.” Anayasa Mahkemesi; “27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri iktidarı ele aldıktan sonra 1961 Anayasası’nı hazırlayanlar, Yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek konusunda bir Anayasa Mahkemesi kurmanın gerekliliğine karar vermişlerdir. Gerçi kurulacak Mahkemenin yapısı, oluşumu, işleri, örgütü, yargıçların seçimi ve anayasaya uygunluk denetiminin biçimleri konusunda kimi tartışmalar olmuşsa da, anayasa yargısının gerekliliğinde herkes birleşmiştir. 1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın “Ulusal Egemenlik” ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir. 1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır. Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir: “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,

2007 seçimlerinden sonra hükümet tarafından atılan adımlara baktığımızda değişim sürecinin hızlandığını, Orduya rağmen hükümetin çok radikal kararlar alındığını görüyoruz. Buda artık sonlara yaklaşıldığının işretçisi olabilir. Đşte sonlara yaklaşılan bu dönemde, diğer bir tabirle ABD’nin bitirici son darbeyi vurmadan önce kendisini emeline ulaşmak üzere yürüdü yolda kendisini yavaşlatacak, sendeletecek hatta geri adım bile attırabilecek tüm sorunlardan kurtulma hamleleridir bunlar. Yargı reformu da bu mesabededir. Bu değişimin oluşturulabilmesi için en önemli mesele olan toplumunda taban edebilmesi için ABD kalemşörleri yine iş başına geçmiş, topluma gereken mesajı vermiştir. Malum medya tarafından yaygara seviyesinde topluma indirme işi başarılmış, fakat asıl mesele olan sistem içerisindeki kurumlarda istenilen ritim yakalanamamıştır. Başbakan Erdoğan’ın yeni anayasanın 2011 seçimlerine bırakılmasının nedenini mecliste köklüdeğişim

6

ekim 2009


islam’ın olmadığı yerde… lere taşıyabilmiş ve hedefine bu kadar yaklaşabilmiştir. Bu nedenle yargıda reform ABD için çok önemlidir.

yetkili organlar tarafından kullanır.” Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. Đlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların, özellikle Parlamentonun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür.” (www.anayasa.gov.tr) Yukarıda Anayasa mahkemesinin resmi internet sitesinden alıntı yaptığım bu paragraf demokrasi denilen küfür sisteminin ütopyadan ibaret olduğunun resmi belgesidir. En azından bu belge Türkiye için kesindir. Meclisin iradesinin dolayısı ile toplumun iradesinin hiçe sayıldığının, toplumun demokrasi palavraları ile kandırıldığının, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünün koca bir yalan olduğunun resmi belgesidir.

Danıştay; Anayasa'da öngörülen Yüksek Mahkemelerden biri olan Danıştay, Anayasa'nın 155. maddesine göre, yürütme organına yardımcı bir inceleme, danışma ve karar organı olmanın yanı sıra, yönetimin yargı yoluyla denetlenmesinde etkin ve önemli görev yapan bir yargı kuruluşudur. Bugün Danıştay’ın idari görevleri ile yargı görevi birbirlerinden kesin olarak ayrılmış ve her iki görevi yürütecek daireler birbirinden tamamen ayrı olarak kurulmuşlardır. Yönetimin yargı yoluyla denetlenmesi görevini, idare ve vergi mahkemeleriyle birlikte, Danıştay’ın dava daireleri yürütmektedir. Örneğin Danıştay 2. Dairesi okul öğretmenlerinin türban takmamasını kararlaştıran mahkemedir. Sayıştay; Sayıştay, hem idârî kararlar hem de yargıyla ilgili hükümler verir. Ancak bir Anayasa kuruluşu olduğu için, idârî kararlardan ve yargı hükümlerinden dolayı, Danıştay’ın denetimine tâbi değildir. Sayıştay’ın, kuruluşunu, işleyişini denetim usûllerini, mensuplarıyla ilgili hükümlerini 21 Şubat 1967 târih ve 832 sayılı kânun düzenlemiştir. Sayıştay’ın kuruluşu, iki yönlü (idârî ve yargı) görevlerine göre düzenlenmiştir. Dâireler, Dâireler Kurulu, Temyiz Kurulu ve Genel Kurul idârî ve yargı işlerine bakar. Memurlar Seçim ve Disiplin Kurulu ve Yüksek Disiplin Kurulu ise Sayıştay’ın iç düzeniyle ilgili kurullardır. 1982 Anayasasında Sayıştay, yargı bölümünde ve 160’ıncı maddede düzenlenmiştir. Buna rağmen yüksek mahkeme sayılmamaktadır. Bu Anayasa, Sayıştay’ın kararlarına karşı başka yargı organına başvuruyu önlemiş ve kararlarının kesin olduğunu bildirmiştir. Sayıştay’ın idârî görevleri; vize, tescil, uygunluk bildirimi ve görüş bildirmedir. Anayasaya göre Sayıştay’ın başkan ve üyeleri azledilemezler, kendi istekleri olmadıkça emekliye ayrılamazlar. Yürürlükteki mevzuata göre bakanlıklar ve bağlı

Yukarıda aktardığım paragraftan ABD’nin neden yargı sistemini de bu kadar değiştirmek istediğini daha iyi izah etmiş oluyoruz. Çünkü 1961 ve 1982 askeri darbe anayasaları ile ordu yargıyı da kendine bağlamış, yapılan darbelerde yargı ile karşı karşıya gelmekten sıyrılmıştır. Adnan Menderes hükümeti darbe ile bitirilmiştir. Özal’ın ölümü şaibelidir. Ergenekon gibi bir yapının hakim olduğu dönemde de bu şaibe normaldir. Fakat dersine iyi çalışan ABD bu sefer ayaklarını yere çok sağlam basarak ilerlemiştir ki, işi bu günköklüdeğişim

7

ekim 2009


islam’ın olmadığı yerde… genel müdürlükler gibi genel bütçeli daireler; üniversiteler, Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su Đşleri Genel Müdürlüğü gibi katma bütçeli idareler; devlet orman işletmeleri ve devlet hastaneleri gibi döner sermayeli kuruluşlar; afetler ve çevre fonları gibi fon şeklindeki kuruluşlar; belediyeler ve il özel idareleri gibi özel bütçeli kuruluşlar ve devlet tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi gibi farklı bütçe rejimi bulunan kuruluşlar da Sayıştay’ın denetim alanı içinde yer almaktadır. Anayasa Sayıştay’a; Genel ve katma bütçeli dairelerin gelir, gider ve mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek, Sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak, Kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak, Türkiye Büyük Millet Meclisine kesin hesap kanun tasarıları hakkında uygunluk bildirimi sunmak, görevlerini vermiştir. Sayıştay denetimine tabi kurumların cari, yatırım ve transfer harcamalarını denetlediği gibi bu kurumların bütün gelirlerini ve taşınmazlar dahil mallarını, ikraz, istikraz, kredi ve avans işlemlerini de denetlemektedir.

Bu işi başarmasında ise en önemli kozu medya olmuştur. Son zamanlarda malum yazar-çizer takımı da yargıda reform adı altında makaleler kaleme almaktadırlar. Bir devrin kapanıp yeni bir devrin başladığı çokça dillendirilmektedir. Hatta maliye bakanı Babacan bile ekonominin düzelmesinin yargıya bağlı olduğunu söylemiş, toplumun şuanda en hassas olduğu ekonomik krizden dahi dem vurarak topluma bu mesajı indirmeye gayret etmiştir. Adnan Menderes döneminde toplumsal destek açısından ABD çok güçlü gelmesine rağmen, o dönemde kitle iletişim araçlarının azlığı, mesajlarını topluma indirgemede medyadan gerektiği şekilde istifade edememesi o dönemde başarısızlığının nedenleri arasındadır. Özal döneminde ise ABD’nin T.C. üzerinde gelişimini biraz daha olgunlaştırdığı dönemdir demek doğru bir tespit olur. Bu iki dönemden gereken dersleri çıkartan ABD bu son döneminde işe kendi kalemini kullanan medyayı oluşturmakla başlamış, sivil toplum kuruluşlarına gereken önemi vererek bunları organize etmiş, tabanda yerini sağlamlaştırdıktan sonra, önce darbe yapılması ihtimalini zayıflatarak orduyu dizginlemiş, son olarak yargı sistemine el atmıştır.

Bir zincirin halkaları gibi bir birine bağlı yargı sistemi de konumuzun başında bahsettiğimiz kuvvetler ayrılığı ilkesi içerisinde ikinci kurum durumundadır. AKP (yasama), Ordu (yürütme) yargı kurumları (yargı) olarak isimlendirildiğinde AKP yani yasama kuvveti şuan itibari ile kuvvetler ayrılığı ilkesine rağmen diğer iki kuvvetten (yargı ve yürütme) daha kuvvetli duruma gelmiştir. Bu değişimin en önemli nedeni ise AKP’nin yapmak istediği değişimi topluma başarılı bir şekilde indirebilmesi, toplum tarafından kabulünü gerçekleştirebilmesidir. Topluma verdiği mesajı şu şekilde özetleyebiliriz. “Đki alternatif var. Bir tanesi daha önceki ‘ergenekonvari’ dayatmacı, baskıcı sistem. (Ergenekon Davası ile önceki sistemin karizmasını iyiden iyiye çizdikten sonra.) Diğer alternatif ise biziz. Yani özgürlükçü, liberal demokratik bir sistem”

köklüdeğişim

Özetle yargı sistemi seçilmişlere olan güvensizliğin bir sonucu olarak oluşturulmuştur. Öyle ise değiştirilebilmesi için seçilmişlerin kendilerine güveni, mevcut yapıya ise güvensizliği aşılaması gerekliydi ki, bunu başarmış görünüyor. Şuan toplum, kurumlardan ziyade meclise daha güvenir bir hal almıştır. Geldiğimiz bu son noktada topluma yeni bir alternatifin daha olduğunun gösterilmesi, tahayyül ettirilmesi, benliklerinde hissettirilmesi Đslam Davasını taşıyanlar için en önemli mesele olmalıdır. Toplum üçüncü alternatifi benimsemediği sürece değişimden söz etmek yersizdir. Bu nedenle Đslam’ın tüm kurumlarının (Ukubat Nizamı, Ekonomik Nizamı, Đçtimai Nizamı, Yönetim Nizamı…)

8

ekim 2009


islam’ın olmadığı yerde… “De ki: “Rabbim adaleti emretti.” (A’raf 29)

en güzel şekilde topluma anlatılması şarttır. Ne zaman ki, toplum böyle bir nizamı benimsedi ve arzulamaya başladı, işte o zaman değişimden bahsedebiliriz.

“Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır.” (A’raf 181)

Son olarak konumuzla alakalı Đslam’ın Adalet Sistemi ile ilgili olarak, “Mekke’nin zengin eşrafından bir kadının hırsızlık yapması ve bir takım kişilerin kadına ukubatın uygulanmaması için telkinlerine karşılık Rasulullah’ın şu sözünü; “bu suçu işleyen kızım Fatıma olsa dahi gerekeni yaparım” sözünü, hatırlattıktan sonra, yine adaletin timsali olmuş Ömer RadiyAllahu Anha’nın ismini vermem yeterlidir. Ömer RadiyAllahu Anha’nın isminin geçtiği yerde ilk akla gelen O’nun adalettir. Yine Kur’an’da adalet ile alakalı birçok ayet mevcuttur.

“Onlara zulmedilmeksizin adaletle hükmedilir.” (Yûnus 54)

“Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın.” (Hûd 85) “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 90)

“Ben Allah’ın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir.” (Şûrâ 15)

“Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.” (Nisâ 135)

“Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, âdaletli davrananları sever.” (Hucurât 9)

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisâ 58)

“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler” (Hadîd 25) Rabbimizin ayetlerinden anlaşılacağı üzere insanlar arasında Adaletin tesis edilebilmesi için Đslami hükümlerin tatbikine ihtiyaç vardır. Đslam’ın olmadığı yerde adaletten bahsedilemez, beşeri sistemlerde ise herkesin adalet anlayışı farklı olur. Đslam’ın adaleti ile yönetmek ve yönetilmek duası ile…

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun.” (Maide 8) “Eğer hükmedecek olursan aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever. “ (Maide 42) “Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır.” (En’âm 115)

köklüdeğişim

aralarında

9

ekim 2009


Oğuzhan Akbolat

Gündem

bilgi@kokludegisim.net

Alın Verin Ekonomiye Can Verin lar hepsi. Đnanılmaz değil mi “hemen halkın seviyesine inerek halkla bütünleşmek iki dakikada”…

Kürt açılımı, Ermeni açılımı, Yunan açılımı derken gündemden düşmüş gibi görünse de ekonomik kriz kendisini hiç unutturmuyor. Đşten çıkarılanlar, maaşını alamayanlar, borcunu ödeyemeyenler, kart mağdurları vs her geçen gün daha da artıyor. Đşte tam bu sırada ekonomik krizin pratik çözümünü bulundu. Aslında çözüm tamda gözümüzün önünde duruyormuş. Alın, verin, ekonomiye can verin…

Ekonomistlerimizde nedense hep böyle bir yetenek, böyle bir hareketlilik, bir kıvraklık var. Bilemiyorum, belki de çocukken tiyatrocu, oyuncu olmak istiyorlardı. Đktisadı, iktisatçılığı aile zoruyla tercih ettiler sanırım. Aileleri ruhsal gelişimlerine katkıda bulunabilecek en güzel şeyin iktisat olduğuna karar vermiştir. Onlar tiyatrocu, oyuncu olacaklardı ama merkez bankasına başkan, kartel gazetelerine ekonomi yazarı, üniversitelere iktisat profesörü oldular. Đktisatçı, paracı, kapital yöneticisi oluverdiler. Onlar için ekonomide çok kolaydı aslında ama bu olayı o kadar basite almamalıydı insanlar. Al-sat ile bitirmemeleri lazımdı, her şey bu kadar basit görünürse insanlar onlarla dalga geçebilirdi. Onun için "çıpalı kur", "sabit minimal döviz rezervleri", "cari dalgalanma" gibi tuhaf tuhaf tabirler oluşturdular her sene kapalı kapılar ardında. "Ekonomi için en anlamsız kelimeleri en iyi kim bulacak” isimli kongreler düzenlediler aralarında. Kriz yüzünden halka açıklamak gerekti sonunda. Alın, verin, ekonomiye can verin…

Aylardır TV ekranlarında, gazetelerin köşe yazılarında, hatta kitaplarında ekonomik krizin çözümünü arayan ekonomi profesörleri, yazarları, çizerleri, bakanları, bürokratları çözümü bulamayınca bari espri yapıp günü kurtaralım diye Türkiye Reklam Konseyinin katkılarıyla bir reklam hazırladılar. Alın, verin, ekonomiye can verin. Madem her şey bu kadar kolaydı, madem "aldım verdim, ekonomiye gönlümü verdim" gibi pratik çözümler vardı, neden o zaman bu krize bu kadar katlandık. Peki, her şey bu kadar kolaydı da bizi yıllarca neden "dalgalı az çıpalı hacimsel kur", "sabit minimal döviz rezervleri", "cari dalgalanma" gibi tuhaf tuhaf tabirlerle yordunuz? "Al, ver, ekonomiye can ver" diyebilirdiniz ta en baştan. Ama sonunda çözdük olayı, demek ki ekonomi bu kadar basit bir olay. Yine de ben reklamı hazırlayan zihniyeti daha çok merak ediyorum. Onlar simit, sakız, oyuncak tabirlerini kullanarak; bakkal, simitçi, çiçekçi figürleriyle ne kadarda halkla bütünleştiklerini düşünmüşlerdir. Reklamın galasında ise ne kadar güzel bir kampanya oluyor, halkla ne güzel bütünleştik, halkın anlayacağı dilden ne güzel de konuştuk diye oturup kadeh kaldırmışlardır başarılarının ardından. Ben seviyorum ekonomistlerimizi ve reklamcılarımızı, gerçekten kıvrak çocukköklüdeğişim

Böylece oyunculuk yeteneklerini de gördük ekonomistlerimizin. Altın portakal ödülü alacak rol kesmiş Merkez Bankası Eski Başkanı Yaman Törüner. Sayın Eski Başkan kariyerli, kelli felli, oturaklı bir adam. Dükkânı açmış, müşterisi de hazır, velakin dükkana oyuncak almak için gelen kız çocuğuna gemi vermek nasıl bir zihniyetin ürünüdür anlamıyorum. Sevimli bir adam, tezgâhın arkasında durmuş, güzelde rol kesmiş ama insan müşterisine çocuk olsa da "ne istiyorsun

10

ekim 2009


alın verin, ekonomiye… kızım, canım evladım" diye sormaz mı, eline gemi ver olsun bitsin olmaz; kız dediğin bebekle oynar. Bir not daha; esnaf, dükkânı basan o kadar çocuğa yavaş olun der, sıraya girin der, Đstanbul Beyefendisi dahi olsa erkek çocuklara "şirin şeyler" diye hitap etmez, "delikanlılar" der, "yiğido" der ama “şirin şeyler” demez, delikanlı adama terstir “şirin şeyler”, çocukların psikolojisi hiç mi düşünülmedi acaba. Yine Deniz Gökçe de güzel rol kesmiş. Özellikle finaldeki repliğine hayran oldum. Öyle ya sakız ekonomiyi düzeltse de Kars kaşarı daha fazla kar bırakır.

kalan ise işçilik, pazarlama giderleri, vs. Onların da bir kısmının döviz olarak yurtdışına gönderildiği, bir kısmının da devlete vergi olarak döndüğü aşikâr. Eğer oyuncağı üretmeyip ithal ediyorsanız durum daha da vahim ki bu konuya hiç girmeyelim derim. Yani sen oyuncak al ki Çin kazansın, Avrupa kapitalistleri kazansın. Bir örnekte sakız üretiminden. Türkiye ağırlıklı olarak şekersiz sakız üretmektedir. Zira şekerli sakız üretiminde kullanılan nişasta ve glikoz hükümetin almış olduğu bir karar ile beş firmanın inisiyatifine bırakılmış durumdadır. Dolayısıyla pahalı hammadde ve satış fiyatlarındaki rekabet dolayısıyla düşük kalitede sakız üretilmektedir. Bu da ihracat anlamında Avrupa ve Amerika’daki üreticiler ile yarışamamak anlamına geliyor. Tüm bunların yanında vergiler, pahalı elektrik ücretleri, ambalaj malzemelerinin yanında şeker ve glikozun da teşvik kapsamı dışında bırakılması ile sakız üreticileri doğal olarak şekersiz ve kalite açısından düşük sayılacak seviyede ürünler üretmekteler. Şekersiz sakızda ihracat gücü tartışılabilir seviyede olmasına rağmen şekerli sakızda adımız bile duyulamaz durunda.

Reklam içeriğindeki seçilen sembolik materyallerde çok ilginç. Simit, gül, oyuncak ve sakız. Halkla iç içe olmak için seçilmiş olmalılar. Öyle ya gariban halk simit alır, sakız alır. Ondan yat kat almasını bekleyemezsiniz ya. Yine de ben simit alın, simit alırsanız simidi satan uncu kazanır!" dediği anda Kemal Unakıtan’ı hatırlıyorum. Reklam materyalleriniz başka özellikleri de var. Örneğin oyuncak: Piyasa da satılmakta olan oyuncaklar genel anlamda plastikten yapılmaktadır. Plastik ne yazık ki Türkiye de üretil(e)meyen bir hammadde. Dolayısıyla hammadde genel anlamda ithal ediliyor. Hammadde ücretleri dolar ve euro üzerinden ödeniyor ve gümrük girişlerinde de zaman zaman sıkıntılar meydana gelebiliyor. Bununla beraber Türkiye’de satılan oyuncakların büyük bir bölümü ise Çin malı. Şimdi bir oyuncak aldığımızı kabul edelim ve ödediğimiz ücretin nereye gittiğine bir bakalım. Üretimde kullanılan hammadde ithal edildiği için büyük kısmı yurtdışına döviz olarak gidiyor. Yine pahalı elektrik ve elektriği de ithal ettiğimize düşününce para yine yurtdışına gidiyor. Oyuncakların sevk edilmesi için yine dışarıya bağlı olduğumuz petrol ürünleri kullanılarak gerçekleştiriliyor. Ambalaj yine plastik ve yine yurt dışı. Geriye köklüdeğişim

Ama simit öylemi? Simit ülkemize özgü bir yiyecek. Biz ise kıymetini bilmiyoruz bu güzel nimetin. Halbuki her gün birer simit alsak, ekonominin altından girip üstünden çıkacağız. Ama nerde bizde öyle duyarlı vatandaş. Aslında gülden de vazgeçmemeliyiz. Misal olarak maaşınızı aldığınız gün bütün maaşınızla gidip gül alsanız; hem gülü satan çiçekçi kazanır, hem gülü üreten çiftçi kazanır, hem gül bahçesinde çalışan ırgat kazanır, hem de eşiniz mutlu olur. Alın verin, ekonomiye can verin, eşinize gül verin. Ertesi gün ev sahibi geldiğinde evdeki gül miktarını görüp delirdiğinize kanaat getirir ve size bu-

11

ekim 2009


alın verin, ekonomiye… laşmaz, böylece kira derdinden de kurtulursunuz. Yok illa da kirayı isterim diye tutturursa kendisini "vatan haini, densiz ve kendini bilmez, ekonomi düşmanı” ilan edersiniz.

bile herkes kazansın, herkes borcundan kurtulsun, rahatlayıp geleceğe ümitle baksın. Kampanya ile ilgili son bir mesele daha… Kampanyada vurgu yapılan mesleklerin her biri kayıt dışı ekonominin birer mümessili. Siz hangi simitçiden fiş aldınız? Bakkaldan aldığınız kaç sakıza fiş istediniz? Çin malı oyuncaklar için fiş veren kaç oyuncakçı var? Çiçekçiye diyecek sözüm yok. Reklamı izlerken zabıta ne zaman devreye girecek diye baka kaldım. Her fırsatta kayıt dışı ekonomiye vurgu yapanlar nasıl oluyor bu ayrıntıyı atlıyorlar?

Kampanyayı bir başka açıdan daha inceleyelim. Kampanya Keynes’in Đktisat teorisi “Çarpan etkisini” açıklıyor. “Çarpan etkisin de” alıcı tarafından yapılan her harcama, satıcı için gelir anlamına geliyor ve bu sarmal sayesinde bir birimlik alış-veriş ekonominin bir birimden fazla büyümesine yardımcı oluyor. Zira piyasada hareketlilik oluyor, piyasalar canlanmış oluyor. Bunu bir hikâye ile açıklayalım:

Yine de siz sakıza, simide, güle bakıp da kampanyayı küçümsemeyin. Bu kampanyanın arkasında Bakan Babacan var. Sayın Bakan ''herkes harcamalarını %10 arttırsa büyüme +6.8 artar diyor. Velakin harcayacak para yok. Öyleyse zorla artırılır harcamalar. Benzine %10, elektriğe %10 zam yapılır ve harcamalar %10 böylece artırılır. Dert etmeyin; kredi kartları var nasıl olsa(!)

Riviera kıyısında küçük bir kasaba, sezon yaz, ancak yağmur yağıyor, yani kasaba bomboş… Herkesin borcu var ve herkes kredi ile yaşıyor. Şans eseri bir otele zengin bir müşteri geliyor ve resepsiyona 100 dolar bırakıp, odaya bakmaya çıkıyor... Böylece otel sahibi kazanıyor. Otel sahibi parayı hemen alıp, kasaba olan borcunu ödüyor. Kasap kazanıyor. Kasap 100 doları kaparak, hemen toptancıya olan borcunu vermeye gidiyor. Toptancı kazanıyor. Toptancı büyük bir sevinçle parayı alıp, kriz sebebiyle kredili hizmet veren son defa birlikte olduğu hayat kadınına götürüyor. Hayat kadını kazanıyor. Kadın parayı alıp aynı otele giderek borcunu ödüyor. Otel tekrar kazanıyor. O esnada müşteri odadan geri dönüyor ve odayı beğenmediğini söyleyip 100 doları alıyor ve kasabayı terk ediyor. Otel ikinci kazandığından oluyor ama herkes kazanmış oluyor. Tüm kasaba kazanıyor ve geleceğe ümitle bakıyor! Đşte ekonominin işleyişi... Farz edelim bu teori tuttu ama ortada bir eksik var. O eksik zengin müşteri. Şu durumda kıvılcımı çakacak bir zengin müşteri lazım ki ekonomi alevlensin(!), para dönmeye başlasın. Paranın geleceği son nokta yine o zengin müşteri olsa köklüdeğişim

Klasik olacak biliyorum ama ilkokul matematiği ile hesaplayacak olursak; asgari ücretli için öncelikle bu paradan kira ödeniyor. Kiradan geriye kalan parayla (!) faturaları belki ödenebiliyor. Hatta hayatta kalabilmek(!) için ise yiyecek ve içeceğe de bir miktar(!) harcıyor. Okul, yol, ısınma masrafları için ise yeni bir kampanya var. “Çalın çırpın, alın, verin, ekonomiye can verin”. Evet, kimsede para yok. Hala insanlarda para var sanılıyor. Şimdiye kadar hep aldılar şimdide canımızı istiyorlar. Araba zinciriyle enflasyon hesaplayan ekonomistler ise, boş kalan zamanlarını sakız çiğneyerek ekonomiyi canlandırsınlar.

12

ekim 2009


Mesut Şahin

Gündem

bilgi@kokludegisim.net

Ermeni Açılımı. nin iradelerinin dışındadır ve tamamen Amerika ve Avrupa’nın iradesinde, onların çıkarına, Rusya’nın zararına ve bölge ülkelerini (Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan) Rusya ile karşı karşıya getirecek ve yeni çatışma alanları çıkartacak bir süreçtir. Fakat biz aydınlatması açısından meseleyi elimizden geldiğince açalım. Meseleyi açmadan, öncelikle şunu belirtmek isterim. Amerika ve Türkiye açısından sorun Ermenistan ve Türkiye ilişkilerinin normalleşmesi ve Türkiye Ermenistan sınırının açılması değildir. Gerçekte sorun bundan daha büyüktür ve şu an için çözmeye çalıştıkları mesele büyük sorunun bir parçası ve bu sorunu çözme ameliyelerinden sadece bir tanesidir. Sorun, Orta Asya enerji kaynakları ve bu kaynakların üzerinde yükselen Sovyet sonrası devletlerin üzerindeki Rusya etkisi ve bu etkininde dünya siyasetinde batının önceliğini ve hükümranlığını ciddi ölçüde sınırlandıracak hatta yok edecek potansiyele ulaşabilme riskidir.

Barak Hüseyin Obama, son Türkiye ziyaretinde TBMM de yaptığı konuşmada müttefiki Türkiye’den bazı siyasi taleplerde bulunmuştu. Bunlardan birinde şöyle diyordu: "Đnsanın çabası, mücadelesi, yine kendi doğası gereği hiç bitmez. Tarih genellikle trajiktir ama çözümsüzdür, çok büyük bir ağırlığı olabilir. Her ülke kendi geçmişi üzerinde çalışmalıdır. Geçmişle hesaplaşma, daha iyi bir gelecek kurmakta bize yardımcı olur. Bu mecliste 1915′in korkunç olayları konusunda sert görüşler olduğunu biliyorum. Benim görüşlerim üzerine de çok değişik yorumlar yapılabilir; ama asıl önemli olan, Türk ve Ermeni halklarının geçmişi nasıl değerlendirdikleridir. Türk ve Ermeni halkları için ilerlemenin en iyi yolu, geçmişi dürüst, açık ve yapıcı bir şekilde ele alan bir süreçtir. Türk ve Ermeni yönetimlerinin attığı tarihi ve umut verici adımları zaten gördük. Bu temaslar yeni bir dönem vaat ediyor. Sınırların açık olması Türk ve Ermeni halklarını yeniden barış ve refah içinde bir arada yaşamaya döndürecek, bu da her iki ülkenin yararına olacaktır. Birleşik Devletlerin Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin tamamen normalleşmesini sonuna kadar desteklediğini bilmenizi istiyorum. Bu, uğrunda çalışmaya değer bir konudur. Bu durum, Türk yöneticilere bölgede bütün Güney Kafkasya ülkeleriyle normal ve barışçı ilişkiler kurmak durumunda olan tek ülke olmaya hazır olmanızı söylüyor. Bu barışı sağlamak için, gereğinden fazla uzayan Karabağ sorununun çözümüne yardımcı olmakta yapıcı bir rol oynayabilirsiniz."

Bu riski azaltmanın yollarından biri Türkiye’nin güçlü olması ve bu bağlamda orta doğuda, Kafkasya’da ve Doğu Avrupa’da siyasi problemlerin genel olarak batı özel olarakta Amerika lehine olan çözümünde, tarihi ve kültürel bağlarını kullanarak öncü rol oynaması, arabuluculuk yapması gereğidir. Türkiye açısından buna ulaşabilmenin yolu ise dışişleri bakanı Davutoğlu’nun deyimiyle “komşuları ile sıfır problem” ilkesinin hayata geçirilmesidir. Buna ulaşabilmenin yolu demokratikleşme adı altında AB sürecini kullanarak mevcut Đngilizci tipi Türkiye Cumhuriyeti devlet yapısının değiştirilmesidir. Kürt

Aslında bu konuşma mevcut ermeni açılımı sürecini bütün açıklığıyla özetlemektedir. Açılım kesin olarak Türkiye yöneticileriköklüdeğişim

13

ekim 2009


ermeni açılımı… tikrar ve işbirliği projesinde ilerleme adına Türkiye’yi Ermenistan’la ilişkileri normalleştirme yoluna itti.

açılımı ya da demokratik açılımdan da amaçlanan budur. Açıkçası Amerika mezkûr bölgelerde bulunan devletleri avlamak için oltanın ucuna Türkiye yemini gayet sağlam bir şekilde çengellemiştir.

Türkiye Ermenistan arasındaki problemler; kars ve gümrü anlaşmaları uyarınca belirlenen sınırın kapalı oluşu, Ermenistan’ın bu sınır anlaşmalarını tanımaması ve 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyerek Türkiye’den para ve toprak talebi şeklinde sıralanabilir.

Ermenistan balığı; Türkiye ile Ermenistan, geçtiğimiz ay paraf ettikleri protokol ile diplomatik ilişki kurulması ve karşılıklı olarak diplomatik temsilcilik açılması konusunda anlaştı. “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik Đlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol" iki ülke arasındaki mevcut sınırın karşılıklı olarak tanınmasını da öngörüyor.

Bu güne kadarki Türkiye dış politikası, Ermenistan ile olan sınırın açılması ve ilişkilerin normalleşmesi için Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çıkması ve soykırım iddialarından vazgeçmesi şartına muhtevi idi, fakat bu günkü külli vakıada paraf edilen protokoller uyarınca bu şartlardan vazgeçildiği görülmektedir. Azerbaycan tarafındansa Ermenistan’ın Karabağ ve çevresinin tamamından değil de sadece Karabağ’ın çevresindeki yedi bölgenin beşinden çıkması, kalan iki bölgenin daha sonra müzakere edilmesi ve daha sonrada Karabağ’a özerklik verilmesi karşılığında ilişkilerin normalleşebileceği yönünde açıklamalar gelmektedir.

Protokol çerçevesinde, Türkiye ile Ermenistan, gerek ikili gerekse uluslararası ilişkilerinde "eşitlik, egemenlik, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmeme, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı" ilkelerine saygılı olacak. Đki ülke protokolle ayrıca, aradaki mevcut sınırı uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanıyarak, ortak sınırın açılmasını kararlaştırıyor. Protokole göre iki ülke, terörizmin tüm biçimlerini, şiddeti ve aşırıcılığı kınayarak, bu tür eylemlerin teşvikinden veya müsamaha görmesinden kaçınmayı ve teröre karşı mücadelede işbirliğine gitmeyi taahhüt ediyor. (cnn)

Şüphesiz Türkiye laik ve demokratik yapısı ile kâfir sömürgeci efendilerinin işlerini kolaylaştırıcı ve işbirlikçi yöneticileri ile batı için her daim güvenli bir enerji köprüsü ve Đslam dünyasının geri kalanı için sadık uşaklığın ve bunun neticelerinin güzel bir modeli olagelmiştir ve bu günkü hal üzere kaldığı sürece olagelecektir. Fakat Türkiye enerji açısından bir kaynak değil sadece köprü görevindedir. Kaynak Azerbaycan’dır, Kazakistan’dır, Đran’dır, Türkmenistan’dır, Iraktır, Katardır ve daha nice Đslam beldesidir. Ermenistan ise hazar bölgesindeki devasa kay-

Ermenistan açılımı Türkiye Ermenistan arasındaki problemlerin çözümünden ziyade daha geniş manada Türkiye ile Güney Kafkasya devletleri arasında işbirliği ve istikrarı amaçlayan bir süreç. Bu devletler Gürcistan Azerbaycan ve Ermenistan’dır. Azerbaycan ve Ermenistan arasında kronik bir sorun haline gelen, Ermenistan’ın Karabağ ve çevresini işgali, Güney Kafkasya isköklüdeğişim

14

ekim 2009


ermeni açılımı… Bütün bunlar bir yana AKP hükümeti bu ve buna benzer açılımları yeni Osmanlıcılık adı altında yürütmektedir. Osmanlı Hilafet Devletinin sahip olduğu topraklarda dolaşarak Osmanlı Hilafet Devleti sonrası kurulan devletlere, onları ayartmak için tarihi ve kültürel bağlantılarımızın olduğundan bahsetmektedir. Güya bu tarihi ve kültürel arka plan Türkiye’ye bölgede etkin olma, öncü olma, problemlere müdahil olma hakkını tanımaktadır. Ey gidi Osmanlı ey kalksaydın da bu ihaneti bir görseydin. Senin adını kullanarak, sana dayanılarak yapılan melunluğa şahit olsaydın. Ama nafile. Ama çare yok bu mümkün değil elbet ama biz senin adına bunlara cevap veririz. “Korkak Amerikan köpeği içün Rus ayısı ile güreşe kalkışmışsın bre gafil. Duydum ki kardaşlarımı Amerikan itinin önüne bir kemik gibi atacakmışsın bre hain. Yine duydum ki kardaşlarıma Osmanlıyım deyup onları kandırmışsın bre melun, bre kendini bilmez, bre cahil. Yıkıl önümden yok ol önümden”

naklara çok daha ucuza ve daha güvenli bir şekilde ulaşma babında Türkiye köprüsünün devamı niteliğinde Rus sütunları üzerinde yükselen bir viyadük bağlantısıdır. Amerika açısından Türkiye Ermenistan sınırının açılması ve Karabağ sorununun halledilmiş olması hazar enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde Atlantik dünyasına ulaştırılması meselesini tek başına çözmeye yetmez. Bu meselenin köklü çözümü güney Kafkasya devletleri arasında Türkiye’nin öncülüğünde ve gözcülüğünde Kafkas işbirliği ve istikrar paktının oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Bu pakt gerek Nabucco gerek BTC gerekse başka projelerin güvenliği açısından elzemdir. Ayrıca bu pakt ve paktın güvenliğini sağlayacağı enerji ulaşım hatları, enerji kaynaklarına sahip olan devletleri Rus etkisinden kurtulma yönünde cesaretlendirecektir. Zaten Amerika açısından önemli olan husus budur. Rusya’yı pasifize etmek ve daha sonra onu kendi sistemine entegre etmek.

köklüdeğişim

15

ekim 2009


Halime Aydın

Gündem

bilgi@kokludegisim.net

Taraflı Medyanın Rolü. nımladığı Đslam’ı oturtmuştu. ABD medyası da yoğun çabaları neticesinde, Đslam’ı en büyük olarak göstermiş, bu tehlikeyi bertaraf etmek için gerçekleştireceğini ileri sürdüğü Afganistan, Irak gibi soykırımlarına karşı halkı ikna etmişti. Demokrasiyi, özgürlükleri diline dolayarak, halkın genelinin desteğini arkasına almıştı.

Rabbimizin diğer ümmetlerden üstün kıldığı Đslam ümmeti, vahye karşı savaş açan sistemlerin, o sistemlerin kullandıkları üslupların, araçların etkisi ile olaylara derinlemesine bakma, tefekkür etme yetilerini kaybettiler. Nitekim hayat sahasında vukuu bulan eksik ve aciz beşeri nizamların tatbiki bu sonucu doğurmuştur. Artık bu beşeri nizamların etkisi ile insanlar arasında, hakkı savunan, haksızlığa karşı muhasebe de bulunan, uyanık şahsiyetlerin sayısı azalmıştır. Genel olarak toplumlarda, kullanılan bir takım vasıtaların etkisi ile istenilen yöne kaydırılabilen insan toplulukları neşet etmiştir. Gelişen teknoloji ile beraber bu vasıtalar da gelişmiş ve toplumlar üzerinde ki etki ve yönlendirme daha da artmıştır. Özellikle görsel medya bu konuda kullanılan en verimli araç olmuştur. Buna paralel olarak zaman zaman medyanın taraflı olup olmadığı meselesi tartışılır olmuştur. Aslında bir kısım medyanın beşeri nizamlar tarafından, insanların düşüncelerini ve eğilimlerini etkileme ve istenilen tarafa çekme konusunda kullanılması, hâkim olan siyasi partinin çıkarlarına hizmet etmesi, diğer bir kısmın ise muhalefette bulunarak, hâkim olan zümrenin aksine insanları yönlendirecek faaliyetlerde bulunması genel olarak medyanın taraflı olduğunun ve insanları etkileme noktasında önemli bir güç olduğunun işaretidir. Đslam ümmetinin hayata bakışının fesada uğramasında, bu amaca hizmet eden yazılı ve görsel medyanın, özellikle televizyon kültürünün etkisi göz ardı edilebilir mi hiç? Örneğin; 11 Eylül saldırıları ile beraber ABD hedef tahtasına “yeşil Đslam” diye taköklüdeğişim

Son günlerde yaşadığımız süreçte de, insanları bir düşünceye veya eyleme yönlendirmek noktasında görsel ve yazılı medyanın ne denli etkili olduğuna şahit oluyoruz. Kürt açılımı bünyesinde medyanın sürdürdüğü faaliyetler, reklamlar medyanın güçlü bir araç olduğunu göstermiştir bizlere. Geçtiğimiz aylarda Obama’nın Türkiye’ye yaptığı ziyaretin ardından hızlanan açılım sürecinde, Türkiye kendine biçilen rolleri oynamaya başlarken, medyanın bu konuda yoğun çabasına şahit oluyoruz. Türkiye, kadim müttefiki ABD’nin Irak’taki yükünü hafifletme noktasında üzerine düşeni yapmaya çalışırken, medyanın bu sürece “daha fazla demokrasi” gibi sözlerle verdiği destek gözlerden kaçmıyor. Bu minvalde Türkiye’nin yapmaya çalıştığı, ABD’nin isteği doğrultusunda Kuzey Irak hükümeti ile ilişkileri geliştirmek iken, medya bu süreci, “analar ağlamasın, yavrular ölmesin, kan dökülmesin” gibi duygusal sloganlarla desteklemektedir ki, halkın duyguları galeyana gelsin ve istenilen ön hazırlık oluşsun. Bu bağlamda medyatik kişilerin kullanılması da, bu kişilerin ve yine duygusal bir takım ifadelerle sürece destek vermeleri de medyanın nasıl kullanıldı-

16

ekim 2009


taraflı medyanın rolü… ğına dair bir örnektir.

görüyoruz. En azından hala açıklanmayan yol haritasında bu tür faaliyetlerin yer aldığını anlıyoruz.

Bu süreçte medya o kadar aktif bir rol oynamıştır ki, halk Kürt sorununun bu kez kesin bir şekilde sona ereceğine, çözümleneceğine inanır olmuştur. Genel olarak halkta ve farklı görüşlere sahip yahut Ak partiye muhalif bazı kesimlerde bile sorunun bu kez çözüleceğine dair bir beklenti oluşmuştur. Sürecin koordinatörü olarak addedilen Beşir Atalay’ın “medyayı bu konuda istekli görüyoruz” şeklinde ki açıklaması konuyu desteklemektedir. Her daim ayrıştırıcı politikalar güden beşeri sistemlerin etkisi ile yıllarca ezilen, hor görülen, bir takım haklarından mahrum edilen, kimi zaman kullanılan, bunun sonucunda da çok yanlış ve hatalı yöntemlerin olduğu bir mücadeleye sarılan bir halk vardır ortada. Şimdi ne oldu da, ne değişti de bu halka demokratik(!) gözlükler ile bakılır olmuştur. Kaybedilen hakları geri vermek adına demokratik açılım süreci başlamıştır. Ne oldu da hükümet bu kesime istediklerini verme noktasında çaba sarf eder olmuştur? Hangi menfaatler devreye girmiştir?

Medyanın insanları yönlendirmek noktasında ki gücünü, Türk medyasının duygusal yaklaşımları ve meselenin şişirilmesinin etkisi ile atılan adımların halk tarafından benimsenmesinde bariz bir şekilde görmekteyiz. Bu konuda medyanın rolü ile beraber, bir sebep de şudur; Bu iki halk Hilafet Devletinin gölgesinde asırlarca beraber yaşamışlardır. Đslam’ı korumak ve tüm dünyaya yaymak noktasında beraber mücadele etmişlerdir. Bu iki halkı birbirinden ayıran ve birbirine düşman eden, şu anki beşeri nizamların kurucularıdır. Şimdi ise menfaatlerin değişmesi ile beraber, demokrasi maskesi altında birbirine küstürülen bu iki halkı barıştırmak adına çabalar sürmektedir. Hâlbuki Türk Milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin vazgeçilmezlerindendir. Geçmişte bu sorun, ilk olarak Özal döneminde gündeme gelmiştir. Özal, o dönemde o zamanın DEP milletvekilleri olan, bugün yaşanılan süreçte ise başrolleri oynayan Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve beraberinde ki bir heyetle görüşmüş ve görüşmeleri neticesinde genel af çıkarılması söz konusu olmuştur. 1993’te ise Tansu Çiller tarafından bu mesele gündeme getirilmiş ve Çiller, Hükümet olarak Đspanya modelinden yararlanacaklarını dile getirmiştir. Yani geçmiş hükümetler bu konuyu ele almışlar çözüm üretmişler, fakat asla başarılı olamamıştırlar. Ne Turgut Özal’ın çabaları, ne de Çiller’in o dönem söylediği “bu mesele ya bitecek ya bitecek” şeklinde ki sert ve kararlı sözleri, sorunun çözümü noktasında bir işe yaramamıştır.

Uzun zamandır devam eden açılım sürecinde hala hükümet yol haritasını açıklayamamıştır. Ancak medyanın önemli desteği ile oluşturulan havaya baktığımızda, iki tarafın isteklerini, menfaatlerini göz önüne aldığımızda tarafların uzlaşmasının, kesin çözüme ulaşılmasının ne denli zor olduğunu algılayabiliriz. Kürt halkı, özerklik, Kürt kimliğinin diğer etnik unsurlardan farklı olarak anayasa da güvence altına alınması, Kürtçenin resmi dil olması gibi taleplerde bulunurken, hükümetin şimdilik üniversitelerde Kürt dili ile ilgili bölümler açmak, yerleşim yerlerinin Kürtçe isimler ile isimlendirilmesini sağlamak, ekonomik anlamda güneydoğu da yatırımlar yapmak gibi planlarının olduğunu köklüdeğişim

Medyanın patronlarının medyaya yön

17

ekim 2009


taraflı medyanın rolü… vermesi, medyanın bu patronların tekelinde bulunması da tarafsız yayın yapmanın imkânsızlığını kanıtlar. Bu nedenle bilgi edinme, dünya üzerinde yaşanan gelişmelere tanık olma amacı ile medyaya başvurulduğunda, insanları bir düşünceye yönlendirmek maksadı ile hazırlanan uydurma haberlerin olmadığı bir kaynağa rastlamak çaba gerektirir. Medyanın büyük bir kısmı bu uydurma haberlerle, özellikle söz konusu Müslümanlar olduğu zaman ortaya attığı iftiralarla insanları haberdar etmektedir. Fethullah Gülen de, kendi sitesinde “Medya ve Tarafsızlık Đlkesi” başlıklı bir yazı kaleme almış ve şunları söylemiştir;

muş olsa bile. Medyanın taraflı oluşuna ve insanları yönlendirmek noktasında ki gücüne, yakın bir tarihte yaşadığımız şu olayı da örnek verebiliriz; Sonuna doğru yaklaştığımız ramazan ayı münasebeti ile, 27. 08. 2009 günü R.T. Erdoğan tarafından bir iftar daveti gerçekleştirildi. Bu davete çok çarpıcı bir isim de davet edilmişti. Çarpıcı diyorum çünkü bu isim Müslümanlara ve mübarek Rasul’lerine (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakaret eden, Đslam’a olan düşmanlığını dile getirmekten kaçınmayan, sözde barış gücü NATO’nun genel sekreteri Rasmussen’den başkası değildi. Dilerseniz 2005 yılında yaşanan karikatür krizini ve Rasmussen’in Đslam düşmanlığı adına söylediği diğer sözlerini hatırlayalım;

“Tarafsızlık ilkesine binaen yayın yapmada bazen, aynı terbiyeyi almak bile yetmiyor, nitekim yetmiyor da. Hâlbuki Đslami anlayış ve inanç içinde ‘yaptığımız her şeyin hesabını Rabbimize vereceğiz’ gibi esaslar bizim için vazgeçilmeyen dinamiklerden… Ve tabii Müslüman hayatını bu esaslara göre düzenlemek zorunda. Ama bütün bunlara rağmen bakıyorsun ki, bir kardeşimiz veya bir grup aynı kulvarda hizmet etmiyor diye bir başka cemaati karalayabiliyor, yerebiliyor ve hatta yerin dibine batırabiliyor. Demek ki bir yerde aynı kaynaktan beslenmek, aynı kıbleye teveccüh etmek bile yetmiyor…”

Danimarka'da yayımlanan Jyllands-Posten adlı bir gazetedeki Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i tasvir eden karikatürler yayınlanmıştı. Bu olay Đslam âleminin tepkisine ve öfkesine sebep olmuştu. Dönemin Başbakanı Rasmussen ise, basın özgürlüğü diyerek gazeteye sahip çıkmıştı. Aldığı tepkiler karşısında geri adım atmamış ve dünyadan gelen “özür dilesin” taleplerine karşılık vermemişti. Ayrıca, Afganistan'ın kuzeyindeki Kunduz kentinde düzenlenen hava saldırısında, sanki anormal bir durum değilmiş gibi sivillerin ölmüş olabileceğini söylemişti. Katıldığı yemekte NATO’nun misyonuna değinen Rasmussen “Müslüman ülkelerde güvenliği sağlıyoruz. Đttifakın operasyonlarının amacı Afganistan ve Balkanlarda Müslümanları korumaktır. ”diyerek yaptığı katliamları savunmuş ve Müslümanlarla alay etmiştir. Böyle bir Đslam düşmanının Türkiye’de bir iftar yemeğine davet

Umulur ki bu sözlerin sahibi kendi medyasının da, Müslümanları karalamak, hatta iftiralar atmak gibi eylemlerin sahibi olduğunun farkına varır. Bariz bir şekilde bir siyasi partiye veya gruba taraf olarak yayın yaparken, yalan haberlere ne derce itimat ettiğinin bilincine varır. Gerçektende tarafsız olmayan medya, belli bir grubu yahut siyasi partiyi desteklemek adına, Müslümanları karalamaktan, korkunç yalanlarla iftira atmaktan geri durmamaktadır, Đslami amaçlı kurulköklüdeğişim

18

ekim 2009


taraflı medyanın rolü… tavrı da elbette ki farklı olurdu. Dolayısıyla medya, insanları kışkırtmak, harekete geçirmek yahut tepkileri dindirmek ve halkı susturmak noktasında kullanılan önemli bir araçtır.

edilmesi T.C. başbakanının ve hükümetinin, Müslümanlara yönelik gerçekleştirilen ihanetler zincirine yeni bir halka eklemiştir. Bu olay, Müslümanlarla alay etmek demektir. Eğer şerefli, izzetli, cesur bir yönetim olmuş olsaydı, bu Đslam düşmanın, Đslam topraklarına ayak basması bile engellenirdi. Fakat bu aciz yönetimlerin eli ile Đslam topraklarına ayak basan, Đslam düşmanlarının ve hainlerin sayısı bir de değildir, beşte…

Özetle medyanın daha öncede farklı konularda yaptığı gibi, Kürt açılımı meselesini şişirmesi, çözüme yaklaşıldığı gibi bir sonucu doğurmamalıdır. Medyanın yönlendirmesine gelmeden, meseleler ele alınmalıdır. Medya bu olayı ne kadar abartsa da, ne kadar desteklese de, bu sorun çözüme kavuşmayacaktır. Çünkü ümmetin arasına, ayrılık tohumlarını eken bu beşeri nizamlar hala ayaktadır. Ayakta kaldıkları sürece de, bu ve benzeri etnik sorunlar yaşanacaktır. Đnsan aklı ve bu aklın ortaya koyduğu nizamlar, sorunlara dair kesin çözümler koymaktan acizdir. Sorunları derinlemesine ele alan ve köklü çözümler ile çözen yalnızca Đslam Nizamı’dır. Tarih buna şahit olmuştur. Đnşallah yeniden insanlar buna şahit olacaklardır.

Medya ise bu daveti “Rasmussen’in Đslam açılımı, Rasmussen Müslümanlara zeytin dalı uzattı” gibi başlıklarla ele almıştır. Olayın ihanet boyutuna değinmemiş, bu olaya karşı bir sempati oluşturmaya çalışmıştır. Dolayısıyla halk bazında bu olaya bir ihanet gözü ile bakan ve harekete geçen bireyler veya topluluklar olmamıştır. Medya, belli kesimlerin çıkarlarını düşünmeden, bu olaya karşı tepkili ve sert bir tavır alsaydı, bunu ve geçmişte gerçekleşen birçok ihaneti, ihanet olarak değerlendirseydi, Müslüman halkın

köklüdeğişim

19

ekim 2009


Sümeyye Avcı

Gündem

bilgi@kokludegisim.net

Gençliğin Bugünkü Durumu! Sanayileşmiş 30 ülkeyi geniş çaplı araştırmada, Türkiye’deki geçlik, ekonomik, yaşam tarzları, sağlık, refah ve okul standartları açısından dünyanın en kötü durumdaki genç nüfusu seçildi. Türk gençliği, “dünyanın en çok içki içenleri” sıralamasında ikinci sırada yer aldı. Yaşlarının çok küçük olmalarının yanı sıra cinsel ilişkide bulunmaları ve yaşamdan hiç bir zevk alamayacak bir duruma düşmeleri sonucunda Türkiye, batı dünyasında “kötü anne-babalar ülkesi” olarak kabul edildi. Ayrıca, Ekonomik Đşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), gençliğin içinde bulunduğu durum nedeniyle Türkiye’yi uyardı.

masta bulunmaları ve bunun sonucunda çoğu genç kızların hamile kalması ne ayıpsanan nede anormal olan bir durumdur. Lakin Türkiye’deki Müslüman gençlerinde bu duruma düşmeleri ve bu acı durumun insanlar arasında artık yavaş yavaş normalleşmeye başlaması kabul edilemeyecek bir durumdur. Üstelik Türk gençlerin kötü alışkanlıklarından dolayı dünyanın ikinci sırada olduğunu kabul ve ilan edenin, bu şekilde yaşamayı uygun gören, hatta bu yaşantıya teşvik eden batı dünyası olması da işin ilginç boyutudur. Sinsilerin her zamanki oyunu, kendini temize çıkarmak için başkalarını karalamak…

Evet, Osmanlı döneminde gençlerin bir gün böylesi acı bir duruma düşeceği söylenilseydi kimse buna inanmazdı, Đnanamazdı… Çünkü Şeriat’ın haram kıldığı bütün kötü alışkanlık ve davranışlar Müslümanlarda yani Osmanlının torunlarında barınamazdı. Onlar ki, hakkıyla Rablerinden korkan, O’nun emirlerini yerine getiren, nehyettiklerinden sakınan ve Đslam’a bağlı gerçek Đslam şahsiyetine sahip olan kimselerdi. Böyle güzel bir Şahsiyete bürünmüş olan bir Müslüman’ın Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın hudutlarının dışına çıkma hususunda dünyanın en kötülerinin arasına girmesi gerçekten dehşet verici bir durum.

Her ne kadar bu araştırma ve sıralama batı dünyasından gelmiş olsa da elbet bu durumun öyle olmadığı anlamına da gelmiyor ne yazık ki. Burada ele aldığımız mesele gençlerin uçuruma yuvarlanması hususunda Türkiye’nin ikinci sırada yer almasının olup olmayışı değildir. Kaçıncı sırada olursa olsun sonuç itibariyle ortada gözle görülen bir hakikat vardır. Türkiye’deki bütün Müslüman gençleri için bu geçerli olmasa dahi maalesef genel olarak Müslümanların durumu ortadadır. Gün geçtikçe Đslam’dan daha çok uzaklaşmaktalar ve bu uzaklaşma sonucunda batıya daha çok yöneldikleri bir hakikattir. Evet, ne Avrupa nede Türkiye bir Đslam Devleti değillerdir. Avrupa nasıl ki, insan aklından çıkan kanunlarla yönetiliyorsa Türkiye’de aynı konumdadır. Avrupa’da Đslami bir eğitim olmadığı gibi Türkiye’de de böylesi bir eğitim bulunmamaktadır. O halde Türkiye’nin batılılaşması neden insana acı versin? Eğitim ve yönetimleri küfürse Türkiye’yi batıdan ayıran özellik nedir? diye soracak olursak;

Avrupa’da, özellikle 18 yaşın altında olan gençlerin alkol, eroin, esrar gibi beyni uyuşturan maddelere bağımlı olmaları hemen hemen bütün gençlerin hayattan bıkmaları, hiç bir zevk alamamalarından dolayı intiharlara başvurmaları veya genç kızların henüz çok küçük yaşta olmalarına rağmen sevgililerini aileleriyle tanıştırmaları, (çoğu zaman hiç tanımadıkları yabancı erkeklerle) cinsel teköklüdeğişim

20

ekim 2009


gençliğin bugünkü durumu… Öncelikle Türkiye’yi Avrupa batısından ayıran en büyük özellik oranın bir zamanlar Allah’ın Şeriat’ıyla yönetilen bir devlet olmasıdır. Ve yine, (her ne kadar bugün Türkiye’de Đslami bir yönetim olmasa da) Allah’ın yardımı ve izniyle Đslam’ın tekrar hakim olacağı bir devlet olmasıdır. Aynı zamanda Türkiye’de yaşayan halkın yüzde 90-95’i Müslümanlardan oluşmaktadır ve bu Müslümanları diğer insanlardan ayıran fark Osmanlının torunları olmalarıdır. Lakin bütün bunlara rağmen Türkiye’nin batılılaşması yani Osmanlı torunlarının batılı kâfirlerin o necis hayatlarına özenmeleri, hayata, olaylara onlar gibi bakmaya başlamaları, yavaş yavaş belki de farkında olmadan onların akidelerine sahip olmaları mutlaka ki Müslüman için acı veren bir durumdur.

Biz Müslüman gençlerini batının gençlerinden ayıran muazzam ve büyük bir fark var ki, oda güzel akidemizdir. Akidemize göre dünya hayatına geliş gayemiz kendi heva ve heveslerimize değil Rahman’a kul olmaktır. O Subhanehu ve Teâlâ’nın indirdiklerine iman etmek, emir ve yasakları doğrultusunda yaşamak ve O’na asi olmamaktır. Đnsanı yaratan ve onları en iyi tanıyan Rabbimiz elbet onların nasıl bir nizam doğrultusunda yaşayabileceklerini bilen ve bu nizamı yaratandır. Bu durumda bu insan fıtratına uygun olan nizamı yaşayan şüphesiz hayat bulur. Rabbimiz hayattaki gayemizi bizlere şöyle bildirmektedir: ‫ﻥ‬ ‫ﻭ ﹺ‬‫ﺒﺩ‬ ‫ﻴﻌ‬ ‫ﺱ ِﺇﻝﱠﺎ ِﻝ‬  ‫ﺍﻝﹾﺈِﻨ‬‫ﻥ ﻭ‬ ‫ﺠ‬ ‫ﺕ ﺍﻝﹾ ﹺ‬ ‫ﺨ ﹶﻠﻘﹾ ﹸ‬ ‫ﺎ ﹶ‬‫ﻭﻤ‬

”Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-Zariyat 56)

Kâfirlerin yaşam tarzlarını incelediğimiz zaman, akideleri gereği dünya hayatına bir defa gelmişlerdir ve bundan dolayı diledikleri gibi özgürce(!) yaşamaları gerektiğine inanırlar. Bu inanca sahip olan bütün aileler böyle yaşadığı gibi haliyle evlatlarını da bu yönde eğitirler. Bu yüzden batının gençleri henüz çok küçük yaşta olmalarına rağmen insan aklının kabullenemeyeceği bütün hayâsızlıkları yapmaya başlarlar. Örneğin; henüz 15 yaşına girmiş olan bir kız çocuğun onlarca erkekle cinsel ilişkiye girmiş olduğu sık sık görülür. Bütün istediklerini yapan, kimsenin baskı ve emri altında olmadan hayatı kendi koydukları kurallarla yaşayan batı gençleri, bütün istediklerini yaptıkları halde mutlu olamadıklarını, hiç bir şeyden artık zevk alamadıklarını fark etmeleriyle birlikte son çareyi intihar etmekte buluyorlar.

Rabbimiz kendisine kulluk etmemizi emretmesiyle beraber insanları başıboş bırakmamıştır. Aksine bu kulluğun hangi nizama göre olması gerektiğini de bildirmiştir. ‫ﺕ‬ ‫ ﹸ‬‫ﻤﻤ‬ ‫ﻭَﺃﺘﹾ‬ ‫ﻴ ﹶﻨ ﹸﻜﻡ‬‫ ﺩ‬‫ﺕ ﹶﻝ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﻤﻠﹾ ﹸ‬ ‫ﻡ َﺃﻜﹾ‬ ‫ﻴﻭ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬ ‫ ﹺ‬‫ﺸﻭ‬ ‫ﺍﺨﹾ ﹶ‬‫ ﻭ‬‫ﻫﻡ‬ ‫ﺸﻭ‬ ‫ﻼ ﹶﺘﺨﹾ ﹶ‬ ‫ ﹶﻓ ﹶ‬‫ﻨ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﻴ‬‫ﻥ ﺩ‬‫ﻤ‬ ‫ﻴﻨﹰﺎ‬‫ﻡ ﺩ‬ ‫ﻼ‬ ‫ ﹶ‬‫ﻡ ﺍ ِﻹﺴ‬ ‫ﺕ ﹶﻝ ﹸﻜ‬ ‫ﻴ ﹸ‬‫ﺭﻀ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻲ‬‫ﻤﺘ‬ ‫ﻨﻌ‬ ‫ ﹸﻜﻡ‬‫ﻋ ﹶﻠﻴ‬ 

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak Đslâm’ı seçtim” (el-Maide 3) Kulluk, insanın küçük veya büyük karşılaşacağı bütün sorunlarını Đslam Şeriat’ına göre çözmesi ve önder olarak Rasûlullah’ı kabul etmesiyle gerçekleşir. Kişinin bir abdest alıp namaz kılmasıyla kulluk görevini yerine getirdiğinden bahsedilemez. Eğer ki o hayattaki sorunlarını kendisinin veya bir başkasının nizamı ve düzenine göre çözüyorsa bu durumda kişi o nizamı ortaya koyana kulluk etmiş olur. Veya eğer kişi kendisini takip edeceği önderi manken, sanatçı veya batıdaki insanlardan seçmişse mutlaka onlar ne yaparsa, nasıl konuşurlarsa, nasıl giyinirlerse aynısını taklit edeceklerdir. Đşte bu durum-

Onların akidelerini inceleyen veya tanıyan herkes onların neden böyle bir yaşam tarzlarının olduğunu daha net kavrayacaktır. Bu yaşam şekli tamamen onların akidelerinden kaynaklanmaktadır. köklüdeğişim

21

ekim 2009


gençliğin bugünkü durumu… daki kişiler Allah’a değil aciz, muhtaç olan insanlara eksik, sınırlı olan nizamlara kulluk etmiş olurlar.

ni katlettiğini söylese kimse buna çokta fazla şaşırmaz. Çünkü batının eğitim ve kültürü gençleri zaten bu yola sürüklemektedir. Lakin biri gelip Ayşe’nin oğlunun yaşamdan sıkıldığı ve bir anlam veremediği için intihar ettiğini veya Muhammed’in kızının zina yaptığını ve hamile kaldığını söylese bu kesinlikle kabul edilecek bir şey değildir. Bunu duyan hiç bir Müslüman kabullenmek, inanmak istemez. Müslümanların akide ve kültürleri gereği bunların yaşanması aslen imkânsızdır.

Durum bu kadar açıkken, Müslüman gençler hayattaki asıl gayelerini unutmuş durumdalar. Dünya hayatındaki tek gaye tıpkı batıdaki necis akideye sahip olan gençler gibi istenildiği gibi yaşamak olmuş. Buda onların zihinlerinden kulluk bilincinin tamamen silinmiş olmasından kaynaklanıyor. Zaten Allah’a olan kulluk bilinci kaybolduğu zaman kula kulluk beraberinde gelir.

Ama bugün bunlar yaşanmakta. Artık barlarda eğlenip sarhoş olanlar, sabah hiç tanımadığı birinin yatağında uyananlar, kazancını dolandırıcılıkla, tefecilikle kazananlar, alkol içip yaşlarına bakmaksızın bayanlara tecavüz edenler bizim kardeşlerimiz, evlatlarımız… Bunların isimleri bizlere çok yabancı olan Hans, Julie’da değil. Aksine isimleri bizlerin çok iyi tanıdığı, bildiği Ayşe, Fatma, Mustafa, Ahmet…

Oysa şanlı tarihimizde bizler böyle gençler değildik. Dünya hayatına geliş gayemizin Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya kulluk etmek olduğunun bilincindeydik. Allah’u Teâlâ’nın emirlerinin ve yasaklarının neler olduğunu öğrenmek için şüphesiz geniş bir araştırma ve Đslami bir ilme sahip olmayı gerektirir. Bu yüzdendir ki, tarihimizde yaşlarımızın daha çok küçük olmasına rağmen, Đslami ilmin peşindeydik. En önemlisi öğrendiklerimizle amel eden gençlerdik. Bu yüzdende gerçekten çok genç denilebilecek bir yaşta taklit eden değil taklit edilen oluyorduk. Edindiğimiz ilim ve gösterdiğimiz amel sonucunda müctehid, âlim oluyorduk. Allah’ın Rasûlü bizlere bugünün durumunu 14 asır öncesinden bildirmiştir ve şöyle buyurmuştur;

Durum gerçekten içler acısı. Đslam’a kin besleyenleri örnek alıp onlar taklit etmekle meşgulüz. Hayattaki asıl gayemizi unutup boş ve yararsız gayeler edinmekteyiz. Rabbimizin emir ve neyihlerini öğrenip yaşamak yerine, batının nizamını araştırıp o nizam doğrultusunda yaşıyoruz. Yine Rasûlullah’ı önder Sahabeleri kendimize örnek almamız gerekirken, sözde artist, sanatçı ve mankenleri örnek alıyoruz. Ve haliyle bu yaşantı alkol almayı, zina yapmayı, madde bağımlısı olmayı, anne-babaya asi olmayı vs. beraberinde getiriyor.

‘‘Ümmetime öyle bir zaman gelecek ki: okuyucular çoğalacak, fakihler azalacak, ilim (ortadan) kalkacak, fitne ve ölümler çoğalacak. Ondan sonra öyle bir zaman gelecek ki : Ümmetimden Kûr’an okuyan kişiler bulunacak (fakat okudukları) boğazlarından geçmeyecek.. Sonra bir zaman gelecek ki : Müşrik, Allah hususunda aynı silahla Mü’mine karşı mücadele edecek.’’

Rasûlullah buyuruyor: “Đlim kalkacak, cehalet zuhur edecek. Đçki içilecek zina yaygınlaşacak.” (Bûharî) Gençlerin bu durumda olmalarının en büyük sebebi elbette Đslam’ın devlette ve hayatta olmayışıdır. Türkiye bugün Đslam nizamıyla yönetiliyor olsaydı Müslüman gençler batı-

Düşünün… Biri gelip Hans’ın kızının sayısız erkekle zina yaptığını veya Julie’nin oğlunun madde bağımlılığından dolayı annesiköklüdeğişim

22

ekim 2009


gençliğin bugünkü durumu… lı gençlerin duruma düşmeyeceklerdi. Şanlı tarihimizde olduğu gibi sadece Đslam şahsiyetine bürüneceklerdi. Oysa şuan mevcut olan küfür nizamı gençleri batılılar gibi yaşamaya teşvik etmektedir. Bu yüzdendir ki, bu sistem altında yaşayan, eğitim gören gençlerin batılıların şahsiyetlerine bürünmeleri üzücü olsa da sistem bazından baktığımız vakit çokta şaşırılacak bir durum olmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü sistem Đslam’ı hakkıyla yaşayana hapis cezası verirken, Đslam’dan uzak, bir haber olana da küfrü aşılıyor.

rından da kaynaklanıyor. Đslam’ı hakkıyla yaşamayan bir aile evladına ne verebilir ki? Hangi ölçüleri öğretebilir? Onları nasıl, neye göre bütün kötülüklerden uzaklaştıracak? Değerli Anne babalar! Bu konuda en büyük iş sizlere düşmektedir. Evladından sorumlu olan her anne baba gibi evladınızın daha fazla bataklığa batmaması ve onları batı kültürüne kurban vermemek için onlara yardımcı olmalısınız. Onlara Đslami bir eğitim verip sorunları Đslam’a göre çözmelerini sağlamalısınız. Tabi bunun için öncelikle bu farziyeti kendiniz yerine getirmeniz gerekmektedir ki, evlatlarınız Đslam’ı yaşama hususunda sizleri kendilerine örnek alsınlar. Aksi halde yarın kıyamet gününde bundan dolayı hesaba çekiliriz.

Bir diğer sebep ise, anne ve babaların evlatlarını Đslam kültürüyle eğitmemeleridir. Anne ve babaların, evlatlarının meslek almaları, çok para kazanmalarını her şeyden önemli saymaları, “aman evladım okusun iyi bir meslek edinsin” diye diye evlatlarının neler kaybettiğinin farkında dahi olmamalarıdır. Tek düşünceleri evlatlarının okuyup, bir meslek edinip, iyi bir iş sahibi olmaları oldu. Kapitalist sistem altında yaşayan insanların bu fikre sahip olmaları artık insana tuhaf gelmiyor..

Çözüm ortada Đslam’ı öğrenip hükümlerine sımsıkı sarılmak, evlatlarımıza Đslam’ın her şey için çözüm olduğunu anlatmak, batının çirkefliğini öğretmek ve çevremize bunları aktarmaktır. Rabbimden bizlere Hakkı Hak olarak bilip Hakka tâbi olmayı, batılı batıl olarak görüp ondan uzak durmayı ihsan etmesini dilerim.

Aslında sorunun temeli ailelerin yani anne babaların kendilerinin Đslam’ı tanımamaları ve bunun sonucunda Đslam’ı yaşamamala-

köklüdeğişim

23

ekim 2009


KöklüDeğişim

Gündem

bilgi@kokludegisim.net

Hillary Clinton'un Afrika Ziyareti Amerikalı yetkililerin Kara Kıtası'na yönelik ziyareti peş peşe gelmektedir ki bunlardan sonuncusu Dışişleri Bakanı Clinton'un bu ayki ziyaretidir. Kenya, Güney Afrika, Nijerya, Angola, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Liberya da dâhil bir dizi Afrika devletini ziyaret etmiştir. Onun öncesinde de Obama, geçen temmuz ayında bir ziyarette bulunmuştu… Bu ziyaretler Kara Kıtası'nın karakaşı ve kara gözü için olmamıştır. Bilakis ondaki servetlerin yanı sıra Afrika'ya göz diken diğer büyük güçlerle rekabet amacıyla olmuştur.

(http://www.africaaction.org/resources/docs/AfricaPoli cyOutlook20082.pdf] )

Geçmişte Amerika'nın ağzını sulandıran işte bu servetler hala ağzını sulandırmakta olup Amerika'nın mevcut açgözlülüğü ile kapitalizm ideolojisi olduğu müddetçe gelecekte de ağzını suyunu akıtmaya devam edecektir. Örneğin iktidar döneminde oğul George W. Bush yönetimi, bu gaye uğrunda askerî kuvvetlerini kullanmaya hazır olacak derecede Afrika'daki petrol kaynaklarına özel bir ilgi göstermiştir. Nitekim Bush idaresindeki yetkililerin Kara Kıtası'na olan büyük ilgileri kendilerinde açık bir husustu. Zira Afrika Đşlerinden Sorumlu Amerikan Dışişleri Bakanı yardımcısı Walter Kanstanr, 2002 Haziranında şöyle demiştir: "Afrika'daki petrolün Amerika'nın stratejik çıkarlarından olduğu kimseye gizli değildir." Yine o vakit Amerikan Enerji Bakanı Spencer Abraham şöyle demiştir: "Afrika enerjisi, bizim enerji güvenliğimiz için önemli bir rol oynamaya başlamıştır."

Aşağıdaki hususlara vakıf olduğumuzda Amerikalı yetkililerin art arda ziyaretlerini anlamak mümkündür: 1- Amerika kapitalist bir devlettir ve onun, dünyadaki maddi çıkarlarının korunması hususunda devletlerarası konumda büyük bir rolü vardır. Bundan dolayı Amerika, dünyanın çeşitli yerlerinde krizlerin oluşturulmasına başvurmakta ve ardından da maddi çıkarlarını garanti edecek kendi metoduyla krizleri çözmeye kastetmektedir. Onun dünyadaki önceliklerinin başındaki şey, kıtalararası şirketlerine sağlamak amacıyla petrol, karbohidrojen, değerli madenler ve diğer kıymetli kaynaklara sahip olmaktır. Ayrıca ister doğrudan isterse ajanı olan yerli güçler yoluyla olsun diğer yabancı güçlerin bunlara sahip olmasına izin verilmesini engellemeye hırs göstermektedir.

Her halükarda Afrika petrolüne olan ilgi, George W. Bush'un 2006 yılındaki ulusa sesleniş konuşmasında, “Amerika 2025 yılında Orta Doğu'dan ithal ettiği petrolün %75 alternatifini bulmalıdır” diyerek bunu dile getirdiğinde insanların geneli için su yüzüne çıkmıştır. Tabiatıyla Afrika petrolü, onun yanındaki çok az seçeneklerden biridir ve Ulusal Đstihbarat Konseyine (NIC) göre de Amerika, 2015 yılındaki petrol ihtiyacının %25'ni Batı Afrika'dan ithal edecektir. Bu ise Arap Körfezinden ithal edilen petrolün miktarından daha yüksektir ki Amerika'nın şu anda Afrika'dan ithal ettiği petrolün, petrol ihtiyacının %16'sına denk geldiği bilinmektedir.

2- Amerika'nın, Afrika'daki başlıca maddi çıkarları petrol ve değerli madenler etrafında odaklanmaktır. Zira Afrika, dünyadaki kobaltın %90'ını, mıknatısın %64'nü, altının %50'sini, platinin %40'ını, uranyumun %30'unu, petrolün %20'sini, kakaonun %70'ini, kahvenin %60'ını, koltanın %80'ini, yağ ve hurmanın ise %50'sini üretmektedir. köklüdeğişim

Bush'un Afrika'ya yönelik petrol politikası, 2008'in yaz ayında açık bir şekilde semeresini vermiştir. Zira Amerikan Ticaret Bakan-

24

ekim 2009


clinton’un afrika ziyareti… lığı tarafından yayınlanan "2009 Yılı Afrika'daki Ticari Hayata Bir Bakış" başlıklı raporda, Amerika'nın 2008 yılında Nijerya'dan ithal ettiği petrol hacminin %16.2 oranında, Angola'dan %51.2 oranında, Kongo Cumhuriyeti'nden %65.2, Gana'dan %89.5, Çad'dan %55.4 ve Gabon'dan %4.4 oranında arttığı ifade edilmiştir. Afrika petrolüne yönelik Amerikan iştihanı tatmin etmek için Amerika, Afrika Gelişim ve Fırsat (AGOA) programını kendi çıkarları doğrultusunda istismar etmiştir. Bu programın amacı, kendi ayakları üzerinde durmalarına yardımcı olmak amacıyla Amerikan pazarlarında mallarının satılmasını sağlayarak Afrika devletlerine yardım etmekti. Ancak programdan bu amacın gerçekleştirilmesi yerine Amerika, Afrika mallarına pek çok sınırlamalar koymasına ve birçok Afrika mallarının Amerikan pazarlarına girmesini yasaklamasına rağmen petrol ürünlerine bu tür sınırlamalar getirmemiştir.

veriş, yardımlar ve Amerikan askerî eğitim harcamalarının miktarı, 1997 ila 2001 yılları arası dönemde sadece 40 milyon dolar iken 2001 ve 2006 yılları arasında 130 milyon dolara yükselmiştir. Yine 2007 Mayıs ayında Amerikan kongresi tarafından yayınlanan rapora göre Amerika, 12 Afrika ülkesinde askerî ve istihbaratı bir programa başlamıştır. Nitekim Cibuti'deki “Limoniye” askerî kamplarına bağlı Afrika Boynuzu Ortak Misyonu Gücünü, “terörizmle mücadele” için sahil üzerinde ve bölge içerisinde bir ana askerî üst olarak kullanmıştır. 2007 Ocak ayında ise Amerikan Savunma Bakanlığı "Pentagon", 97 dönüm olan "Limoniye" askerî üssünün 500 dönüme ulaşacak şekilde genişletileceğini ilan etmiştir. Bir taraftan Trans-Sahra Terörizmle Mücadele Girişimi'ne (TSCTI) göre, Amerikan Savunma Bakanlığı "Pentagon", sınırları korumak ve Mali, Çad, Nijerya ve Moritanya'daki “teröristleri” takip etmek için 500 milyon dolar harcarken diğer taraftan Afrika Yardım ve Eğitim Acil Operasyonları (ACOTA) Programı; Benin, Postana, Kota Delfir, Etiyopya, Gabon, Gana, Kenya, Malavi, Mozambik, Nijerya, Senegal, Güney Afrika, Uganda ve Zambiya'daki barışın korunması operasyonları amacıyla as sayıda kuvvet ve eğitim tedarik etmiştir. Daha 2004 yılına kadar Gine Körfezi'nde hiçbir Amerikan Deniz Kuvvetleri hareketliliği yokken şimdilerde ise Amerika Deniz Kuvvetleri için askerî bir kışla gibi ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Amerikan Deniz Kuvvetleri, şimdiden Gine ile Angola arasında yer alan devletleri gözetlemektedir.

Her şeye rağmen yukarda geçen söz konusu Amerikan Ticaret Bakanlığı'nın raporuna göre Amerika, 2008 yılında Afrika Gelişim ve Fırsat Programı (AGOA) yoluyla 66.3 milyar dolara, yani 2007 yılından %29.8 daha fazla miktara eşdeğer bir ithalat gerçekleştirmiştir. Nitekim Afrika'nın toplam ihracatının %92.3’ünü petrol ihracat hacmi kaydetmiştir. Obama'nın idaresi açısından olana gelince; Obama, Bush idaresinin başlattığı Afrika petrolüne yönelik Amerikan politikasının geliştirilmesine ve genişletilmesine gerçekten çok isteklidir.

Ayrıca Gabon, Kenya, Mali, Magrib, Nambiya, Sao Tome, Prinçipe, Senegal, Tunus, Uganda ve Zambiya'dan her biri, üslerini ve havalimanlarını Amerikan Hava Kuvvetlerinin kullanmasına dair onay vermiştir. Amerika, Afrika'daki kuvvetlerinin varlığını garanti altına almak için de Afrika Güçleri (AFRICOM) liderliği altında bir yerel muharip gücü oluşturmaya çalışmıştır. Oluşturulması tamamlandığında bu güç, buraları gö-

3- Amerika, Afrika'dan akan petrolü korumak için terörle mücadele gerekçesi altında askerî kuvvetlerini bölgeye konuşlandırmaya güç yetirebileceği askerî bir plan belirlemiştir. Nitekim 2002 yılından bu yana Afrika'da sıra dışı bir Amerikan askerî hareketliliği gözlenmektedir. Zira terörizme karşı savaş adı altında Amerika'nın çalıştığı devletlerarasından sekiz Afrika ülkesine yönelik alışköklüdeğişim

25

ekim 2009


clinton’un afrika ziyareti… Çin ekonomisi hızlı bir büyüme içerisinde olmasından dolayı Pekin, bu büyümeyi korumak amacıyla temel gereksinimleri güvence altına almak için çalışmaktadır. Dolayısıyla Çin, petrol kaynaklarını ve gerekli hammaddeleri güvence altına almak için dünya çapında var gücüyle çalışmaktadır. Đşte Çin'in Afrika'daki yoğun çabaları bunun için ortaya çıkmıştır. Zira Çin, Afrika'nın ikinci büyük ithalatçısı olarak görülmekte ve Çin'in Afrika'dan ithal ettiği petrol, tüketiminin üçte birini oluşturmaktadır. Çin, Angola, Kongo Cumhuriyeti, Ekvator Ginesi ve Sudan'dan 2006 yılından bu yana petrol ithal ettiği gibi Çad, Nijerya, Cezayir ve Gabon'dan da petrol ithal etmeye çalışmaktadır. Dünya Bankası'na göre, Çin'e yönelik Afrika ihracatının %85'i, Angola, Ekvator Ginesi, Nijerya, Kongo Cumhuriyeti ve Sudan olmak üzere petrol zengini beş ülkeden gerçekleşmektedir. Ancak Çin'in Afrika'daki tamahkârlığı petrolün de ötesine geçmektedir. Zira Afrika'daki madenler Çinli şirketlerin ağzının suyunu akıtmaktadır. Zira Çinli Maden Şirketler Gurubu, 2009'un temmuz ayında Zambiya ile bakır üzerinde 3.6 milyar dolar değerinde bir anlaşma imzalamışlardır. Yine Çin Ticaret ve Sanayi Bankası (ICBC), 2008 yılında 5.6 milyar dolara denk gelen %20 oranındaki mal varlıklarını satın almak için Afrika'nın en büyük bankalarıyla 60 paket üzerinde anlaşma yapmıştır. Afrika'daki bu Çin ivmesi, Çin'i Afrika'nın en büyük ticari ortağı yapmaktadır. Zira Çin ile Afrika arasındaki 2008 yılı ticari dengesi, 107 milyar dolar eşdeğere ulaşmıştır ki bu, Afrika ile Amerika arasındaki ticari denge miktarından biraz fazladır. Bu gelişmelerden dolayı Amerika, sadece Afrika ile bağlarını güçlendirmek için çalışmamakta bilakis askerî ortaklık ve ekonomik yardımlar yoluyla Afrika devletleriyle ilişkilerini güçlendirmek için de çalışmaktadır. Dolayısıyla gerekli gördüğünde Çin ile çatışmak için de hazırlanmaktadır.

zetleyen Avrupa, Rusya ve Çin'in gözleri önünde Amerikan çıkarlarını korumak için bölgesel çatışmalara müdahale etmeye muktedir olacaktır. Nitekim Amerika, olası savaşlar için Afrika Güçleri'nin kullanılması keyfiyetine yönelik geçmişte bir plan hazırlamaya başlamıştır. Mesela Amerikan ordusuna bağlı Carleyle ve Pensilvanya'daki Harp Akademisi, Afrika Gücü veya Afrika Liderliği adında Afrika Kıtası'nda askerî bir gücün oluşturulmasına yönelik Amerikan Savunma Bakanlığı'nın planının bir parçası olarak Afrika'da krizlerin patlak vermesi olasılığının da arasında olduğu yakın gelecekte patlak vermesi muhtemel belirli askerî krizleri ele alma hususundaki Amerikan ordusunun yeteneklerini sınamak amacıyla 2008 Mayıs ayında, ordu yıllık askerî oyunlara ev sahipliği yapmıştır. Bu oyunlardan biri arkasında korsanlar ile isyancıların durduğu 2025 yılında Somali'deki olası krizi ele alma keyfiyeti hususundaki muhtemel senaryo üzerinde eğitim yapmaktır ve diğeri ise Nijerya hükümetinin çökmesiyle birlikte Afrika Güçleri'ne yaklaşımın ve 20.000 Amerikan askerinin konuşlanması yoluyla Amerika için petrol akışının korunmasının ortaya çıkacağı 2013 senaryosudur. Büyük bir olasılıkla Obama yönetimi, bir Afrika Gücü oluşturmaya ve Afrika ile askerî bağlarını güçlendirmeye yönelecektir. 4- Afrika'nın muazzam servetleri üzerinde egemenlik kurmaya çalışan tek evrensel güç Amerika değildir. Zira Amerika, Avrupa, Rusya ve Çin'in acımasız rekabeti ile karşı karşıyadır ki bölgede onunla en çok rekabet eden bunların sonuncusu olan Çin'dir. Nitekim Hillary Clinton'un ziyareti, Obama'nın bu yılın Temmuz ayındaki Afrika ülkesi Gana'ya ziyaretinden sonra gerçekleşmiştir. Obama'nın ziyareti ise, Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev'in Mısır, Namibya, Nijerya ve Angola olmak üzere dört Afrika devletini ziyaret etmesinden bir ay sonra gerçekleşmiştir. Bunun yanı sıra Çin lideri "Hu Jinteo" da bu yılın kışında Afrika'yı ziyaret etmiştir.

köklüdeğişim

Hakeza Amerikan yetkililerinin ziyaretlerindeki temel amaç, diğer kıtalara göre bakire Afrika servetleri üzerinde egemenlik kurmak ve bu zenginlikler üzerinde diğer devletlerle şiddetli rekabettir.

26

ekim 2009


Çiğdem Albasan

Gündem

bilgi@kokludegisim.net

Adli(!) Tıp Kurumu. Tüm dünyayı kasıp kavuran küresel ekonomik krizin etkisiyle birlikte ölümcül bir darbe alan, insanların sorunlarını çözme noktasında kısır kaldığı için de günden güne imaj kaybetmekte olan Kapitalist Nizam, boğazlanmış bir hayvanın misali artık son çırpınışlarda bulunmaktadır. Ve bu çırpınışları da hiçbir fayda sağlamayacaktır ĐnşaAllah. Zira o beşer aklından sadır olan, aklı mutmain etmediği ve fıtratla çeliştiği için kalbe de güven vermeyen bir fikir üzerine kurulmuştur. Böylesi bir fikrin de ne insanların sorunlarına köklü bir çözüm bulması ne de toplumu kalkındırması asla beklenemez. Yine böylesi bir sistem eninde sonunda yıkılmaya ve tarihin kara sayfalarına gömülmeye mahkûmdur. Đtibarını kaybeden, güven kaybına uğrayan Kapitalist Nizam, insanları yeni bir alternatif arayışına sevk etmiştir. Zira güven anlayışının yitirildiği, kimsenin kimseye güvenmediği velhasıl güvensizliğin hâkim olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Sisteme olan bu güvensizlik, o sisteme ait kurumlara olan güvensizliği de beraberinde getirmektedir.

Hatırlanacağı üzere kurum, aylardır kamuoyunu meşgul eden Münevver Karabulut cinayetinde "pis masa skandalı" ile gündeme gelmiş, verilen yanlış raporla soruşturmanın seyri değiştirilerek başka bir boyut kazandırılmıştı. Cinayeti işleyen zanlının yalnız olmadığı bulgusuna varılmış, sonrasında yapılan bir açıklamayla yanlış raporun otopsi sırasındaki bir hatadan kaynaklandığı söylenilmişti. Bir demeçte, "Adli Tıp teknisyeninin Mersin Üniversitesi tarafından yetiştirildiğini” söyleyen Prof. Dr. Şebnem Fincancı "otopsilerde eğitim almamış memur kadrosundaki insanlar yıllardır çalışıyor. Bundan önceki yıllarda ne yazık ki, özel bir eğitim alınmadan sadece hizmetli, memur kadrosunda görev yapan insanların görevlendirilmeleriyle bu alanda yetişmeleriyle gerçekleştiriliyordu. Dolayısıyla bu durum otopsi süreçlerinde çok ciddi aksaklıklara yol açıyor…" ifadesinde bulundu. Başka bir demecinde de şöyle bir ifadede bulunuyor: "Cumhuriyet savcısı pratisyen hekime otopsi yaptırır otopsi teknisyenliğini de şoförü yapar. Şoförün günlüğü harcırahı pratisyen hekimden yüksek olur." Anlamadığı bir işin başına getirtilen bir şahsın, anlamadığı o iş ile ilgili hata yapması muhtemeldir. Yapacağı en küçük bir hata telafisi mümkün olmayan ciddi sorunlar doğurabilir. Oysa o iş en iyi bilene, ehline bırakılmalıdır. Allah Subhanehu'nun buyurduğu gibi:

Son zamanlarda yaptığı çalışmalardan ziyade, skandallarla gündeme gelen ve adından da sıkça söz ettiren Adli(!) Tıp Kurumu, böylelikle devlete ve onun kurumlarına karşı güvensizliği bir kez daha ortaya koymuş oldu. Zira ümmet, sorunlarına çözüm bulmak ümidiyle gittiği ilgili kurumlarda, sorunlarına çözüm bulamamış dahası daha da büyük sorunlara mazhar olmuştur. Kendi devletine ve o devletin kurumlarına güvenemeyen bir toplumun halini ise varın artık siz düşünün.

‫ﻭِﺇﺫﹶﺍ‬ ‫ﺎ‬‫ﻠﻬ‬ ‫ﺕ ِﺇﻝﹶﻰ َﺃﻫ‬  ‫ﺎﻨﹶﺎ‬‫ﻭﺍﹾ ﺍ َﻷﻤ‬‫ ﺃَﻥ ﺘﹸﺅﺩ‬‫ﺭ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﻤ‬ ْ‫ﻴﺄ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ِﺇ‬ ‫ﻅﻜﹸﻡ‬ ‫ﻌ ﹸ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ﻌﻤ‬ ‫ﻨ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ ِل ِﺇ‬‫ﻌﺩ‬ ‫ﻭﺍﹾ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬‫ ﹸﻜﻤ‬‫ﺱ ﺃَﻥ ﹶﺘﺤ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﻨﱠﺎ ﹺ‬  ‫ﺒﻴ‬ ‫ﺘﹸﻡ‬‫ﺤ ﹶﻜﻤ‬  ‫ﺍ‬‫ﻴﺭ‬‫ﺒﺼ‬ ‫ﺎ‬‫ﻴﻌ‬‫ﺴﻤ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻪ ﻜﹶﺎ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻪ ِﺇ‬ ‫ﹺﺒ‬ "Allah, size emanetleri mutlaka ehlinize vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah hakkıyla

Skandallarla çalkalanan Adli Tıp Kurumu ile ilgili yaşanan bazı vakıalardan işte size bir kaç örnek… köklüdeğişim

27

ekim 2009


adli(!) tıp kurumu… işitendir ve görendir." (en-Nisa-58)

yardımcı olan bilim dalıdır. Çok eski zamanlardan beri ceza ve hukuk davalarında hekimlere başvurulmaktadır. Türkiye'de bu vazife, Adli Tıp Kurumu tarafından yürütülmektedir. 1908'den sonra Sıhhiye Müdüriyeti Umumiyesine bağlı olarak Tababet-i Adliye şubesi adı altında kurulan ve faaliyet gösteren Adli Tıp Kurumu, 1Mayıs 1982 tarihli kanunla Adalet Bakanlığına bağlı olarak kuruldu. Kanuna göre kurumun gayesi, "adaletin ortaya çıkması için adli tıpla ilgili ilmi ve teknik konularda mahkemelere ve savcılara yardımcı olmaktır.”

Yine Đsmailağa cinayetinde şüphelilerden alınan kan örnekleri karıştırılmış, kanı alınan şüpheliler arasında kadın bulunmadığı halde verilen raporda kanın bir kadına ait olduğu açıklanmıştı. Đkinci kez tetkik için gönderilen kan örneğinin bir kadına ait olduğunun kesinleşmesi üzerine Adli Tıp Kurumu kanların karıştırıldığını itiraf etmişti. Bir gazete haberine göre de, kronik şizofren olduğu yönünde raporu olan ve görevi, mahkûmların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına karar veren bir doktorun bu kuruma atandığı iddiaları konuşulmuştu. Kendi akıl sağlığı yerinde olmayan bir doktorun, başkalarının akıl sağlığı ile ilgili karar vermesi ise oldukça manidar.

Adaletin ortaya çıkması için mahkemelere ve savcılara yardımcı olmak gayesiyle kurulan bu kurumun, adalet anlayışı oldukça düşündürücüdür. Zira geçmişte de var olan ve son dönemlerde de yoğun bir şekilde yaşanan skandallar adaletin mi yoksa adaletsizliğin mi olduğu sorularını akla getirtiyor. Bu nedenle ismiyle tezatlık teşkil eden bu kuruma olan güvenin yitirilmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Hatta bu durum, kurum içinde de hissedilmiş ve bazı istifalara neden olmuştur. Geçtiğimiz Aralık ayında Adli Tıp Kurumu 6. Đhtisas Dairesi başkanlığına atanan Prof. Dr. Mert Savrun B.Ç. ile ilgili "ruh sağlığı bozulmamıştır" raporunun verilmesi üzerine istifa etmişti. Ve yine aynı vakıa ile ilgili olarak, Doç. Dr. Ayten Erdoğan "Bu koşullarda sağlıklı rapor çıkarmak zor" gerekçesiyle istifa etmişti. Bir tepki de meslek içinden, tabipler odasından geldi ve kurum ağır bir dille eleştirilerek, iş adamlarını panik atak teşhisi ve göz rahatsızlığı raporlarıyla cezaevinden kurtardığını, gerçek hastaların ise halen cezaevlerinde olduğu iddiaları öne sürüldü.

Yaşanan sel felaketinin ardından hatalarına bir yenisini daha ekleyen kurum, bu kadarına da pes dedirterek bu kez de cenazeleri birbirine karıştırmış ve yanlış ailelere teslim etmişti. Buna benzer trajikomik bir vakıada yine Bursa'da yaşanmıştı... Hüseyin Üzmez davasında B.Ç. için verilen ruh sağlığı bozulmamıştır raporu, Ergenekon sanıklarının cezaevinden çıkabilmek için aldığı sahte raporlar, rüşvet karşılığı verilen raporlar yapılan bu skandallardan sadece bazıları... Ceza davalarında büyük bir rolü olan bu kurumun görevi ve kuruluş amacı ise şöyle; Adli Tıp; mal ve hakkın kullanılması kudretinin tayini, evliliğin hükümsüzlüğü veya boşanma sebeplerinin araştırılması, ölüm halinin ve anının tespiti, hastalık ve yaralanmalarda çalışma kabiliyetinin azalma derecesi ile işte kalma müddetinin belirlenmesi, ölüm ve öldürme halinde ölünün otopsisini yapmak... gibi vazifeleri yürütür. Adli soruşturmalarda insan hayatı ile ilgili ortaya çıkacak meselelerin çözümü ile uğraşan ve hukuka köklüdeğişim

Yaşanan bu olaylardan sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kurumun son üç yıllık faaliyetlerinin Devlet Denetleme Kurulu (DDK) tarafından incelenmesi talimatını verdi. Verdi vermesine ancak ya üç yıl önce veri-

28

ekim 2009


adli(!) tıp kurumu… len yanlış kararların hesabını kim verecek? Peki ya üç yıl içinde telafisi mümkün olmayan sonuçların hesabını?

ve bozgunculuğa ise asla razı değildir. Başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;

‫ﻭِﺇﺫﹶﺍ‬ ‫ﺎ‬‫ﻠﻬ‬ ‫ﺕ ِﺇﻝﹶﻰ َﺃﻫ‬  ‫ﺎﻨﹶﺎ‬‫ﻭﺍﹾ ﺍ َﻷﻤ‬‫ ﺃَﻥ ﺘﹸﺅﺩ‬‫ﺭ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﻤ‬ ْ‫ﻴﺄ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ِﺇ‬ ‫ ِل‬‫ﻌﺩ‬ ‫ﻭﺍﹾ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬‫ ﹸﻜﻤ‬‫ﺱ ﺃَﻥ ﹶﺘﺤ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﻨﱠﺎ ﹺ‬  ‫ﺒﻴ‬ ‫ﺘﹸﻡ‬‫ﺤ ﹶﻜﻤ‬ 

Adalet kavramı da, diğer pek çok meselede olduğu gibi içi boşaltılmış ve yerine farklı manalar yüklenmiş, adaletsizlik ise artık adalet olarak tanımlanır olmuştur. Oysa biz gerçek adaletin ne olduğunu Đslam tarihi boyunca yaşanan pek çok vakıadan örneklerle görebiliyoruz. Adalet ile hükmeden yöneticilerin, adalet deyince akla ilk gelen, adaletleriyle anılan Ömerlerin olduğu bir tarih. Peki, nedir bu adalet kavramı?

"Muhakkak Allah size emanetleri ehlinize vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder." (Nisa 58)

Burada bakışlarımızı çevirmemiz gereken husus, ayette adaletle hükmetme konusunda müminler yerine insanlar lafzının geçmesidir. Yani ister Müslüman ister gayr-i Müslim olsun fark etmez, adaletle hükmedilmesi gerekir. Önemli olan adaletin yerini bulması, hiç kimsenin zulme uğramaması ve haksızlığa maruz kalmamasıdır. Özellikle Saadet Asrında ve Đslam'ın bir hayat nizamı olarak tatbik edildiği dönemlerde bu anlayışla insanlara muamele edilmiştir. Adalet ile hükmeden bir devletin çatısında yaşamaktan memnun olan gayr-i Müslimler ise, Haçlı Savaşlarına katılmamış, “haç işareti görmektense sarık görmeyi tercih ederiz” demişlerdir. Ali RadiyAllahu Anh’ın zırhının kaybolma hadisesi ile ilgili bir yahudiyle arasında geçen vakıa da güzel bir örnektir.

Arapça "adl" kökünden gelen adalet kavramı lugatta; insaflı ve doğru olmak, zulmetmemek, eşit olmak, her şeye hakkını vermek... gibi anlamlara gelmektedir. Istılahta kullanılan tanımı lügat anlamından farklı değildir. Ancak şu var ki kullanıldığı alana göre kelime içerik kazanmaktadır. Zira adalet kavramı Kur'an'ı Kerim'de farklı anlamlarda kullanılmıştır. Mesela Bakara suresi 48. ayet-i kerimede, fidye (bir şeyin karşılığı) olarak geçmektedir. Yine kıymet, denk, eşit (el-Maide95); şirk (el-En'am-1); haktan sapmak (en-Neml-60); düzeltmek, ölçülü bir biçim vermek (el-Đnfitar6,7) gibi anlamlarda kullanılmıştır. Hak yol üzere dosdoğru olmak, dinen haram kılınan şeyleri terk etmek, haklıya hakkını haksıza cezasını vermek, suç ve cezada eşit davranmak anlamlarına da gelir. Adalet genellikle verilen ve hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder.

Ali (RadiyAllahu Anha) Sıffin Savaşına giderken yolda zırhını kaybetmişti. Savaştan sonra bir gün Küfe’de dolaşırken zırhını bir Yahudi’nin elinde gördü. Yahudi’nin yanına sokulup dedi ki: "Bu zırh benimdir. Onu birine satmadığım gibi birine hediye etmiş de değilim." Yahudi buna itiraz etti ve "Bu zırh benimdir ve benim elimdedir." dedi. Zırh aslında Ali'nin (RadiyAllahu Anha) olduğu için Ali (RadiyAllahu Anha) isteseydi o zırhı oracıkta el koyar ve onu alabilirdi. Fakat böyle bir davranış insanlar arasında bir kısım kargaşalara ve yanlış anlaşılmalara neden olabilirdi. Bunun için Ali (RadiyAllahu Anha) bu meselenin hâkim önünde halledilmesini ve haklı-

Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

‫ﻰ‬‫ﺒ‬‫ﻱ ﺍﻝﹾ ﹸﻘﺭ‬‫ﻭﺇِﻴﺘﹶﺎﺀ ﺫ‬ ‫ﻥ‬ ‫ﺎ ﹺ‬‫ﺴ‬‫ﺍ ِﻹﺤ‬‫ ِل ﻭ‬‫ﻌﺩ‬ ‫ﺭ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬ ‫ﻤ‬ ْ‫ﻴﺄ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ِﺇ‬ ‫ﻲ‬ ‫ﺒﻐﹾ ﹺ‬ ‫ﺍﻝﹾ‬‫ﻨ ﹶﻜ ﹺﺭ ﻭ‬‫ﺍﻝﹾﻤ‬‫ﺸﹶﺎﺀ ﻭ‬‫ﻥ ﺍﻝﹾ ﹶﻔﺤ‬ ‫ﻋﹺ‬  ‫ﻰ‬‫ﻴﻨﹾﻬ‬ ‫ﻭ‬ "Muhakkak Allah, adaleti, iyiliği, yakınlara yardım yapmayı emreder; hayâsızlığı fenalığı ve azgınlığı da yasaklar" (en-Nahl-90) Adaletin zıddı zulümdür, Rabbimiz zulme köklüdeğişim

29

ekim 2009


adli(!) tıp kurumu… lığın resmen tescil edilmesini istedi. Bunun içinde Yahudi’ye: "O halde haydi hâkime gidelim." dedi. Yahudi Ali’nin (RadiyAllahu Anha) bu teklifini kabul etti ve kalkıp birlikte adaletiyle ün salmış olan Kadı Şüreyh’e gittiler.

de kalıyor. Bu ne kadar hazin bir manzara. Ama işin bir de diğer yüzü var. Bu hâkimi ben tayin ettiğim halde hâkim benden korkup da taraf tutmuyor, benden yana tavır sergilemiyor ve benim gösterdiğim delilleri ve şahitleri kabul etmiyor. Bu ise ne kadar yerinde bir davranış ve ne kadar ince bir adalet anlayışıdır.”

Đkisi birlikte hâkimin huzuruna çıktıklarında Ali (RadiyAllahu Anha), hasmı Yahudi olduğu için onunla yan yana oturmadı da hâkimin yanı başına geçip oturdu ve bunun sebebini şöyle açıkladı. "Şayet hasmım Yahudi olmasaydı, elbette onunla aynı yerde otururdum. Fakat ben Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’den: ‘Allah’ın onları küçülttüğü yerde, sizde onları küçültün.’ emrini işittim. Đşte bundan dolayı böyle yaptım. Kadı Şüreyh, Ali'ye: "Ey Müminlerin Emiri! Aranızdaki mesele nedir?” diye sorunca, Ali (RadiyAllahu Anha) şöyle dedi: "Şu Yahudi’nin elindeki zırh benim zırhımdır. Ben onu birine satmadığım gibi kimseye hediye de etmedim." dedi. Kadı Şüreyh, Ali'ye (RadiyAllahu Anha); “Senin elinde bu iddianı ispat edecek bir delilin var mı?” diye sordu. Ali (RadiyAllahu Anha) de; “Evet, var dedi” ve "Hizmetçim Kamber ile oğlum Hasan bu zırhın benim olduğuna dair iki şahidimdir." dedi. Bunun üzerine Kadı Şüreyh dedi ki: "Bir oğlun babası için yaptığı şehadet geçerli değildir." Ali (RadiyAllahu Anha) de buna cevap olarak, "Cennet ehlinin şehadeti nasıl geçerli olmaz ki? Ben Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’den ‘Hasan ile Hüseyin cennet gençlerinin iki efendisidirler.’ buyurduğunu duydum,” dedi. Fakat Kadı Şüreyh doğru bildiğinden vazgeçmedi ve mahkemeyi delil yetersizliğinden dolayı Yahudi’nin lehine sonuçlandırdı.

Diğer tarafta Đslam’ın getirdiği bu ince adalet anlayışı karşısında etkilenip şaşıran Yahudi, gördükleri karşısında eridi, dize geldi ve daha fazla dayanamayarak önce, Đslam’a girdiğini şu cümlelerle ilan etti. "Müminlerin Emiri, beni kadıya götürdü, Kadı da çekinmeden kendisini tayin eden Emir’in aleyhinde hüküm verdi. Ben gördüğüm bu manzara karşısında şehadet ederim ki, bu din hak bir dindir. Ve yine şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) O’nun elçisidir.” Sonra da Ali’ye (RadiyAllahu Anha) dönerek suçunu itiraf etti ve ona şöyle dedi: "Bu zırh senindir. Devenden düşmüştü ben de almıştım.” Şimdi ise şu göz kamaştırıcı manzarayı seyredin. Kendi zırhını almak için mahkemeye başvuran ve Kadının aleyhinde verdiği karara karşı sesini çıkarmayan Ali (RadiyAllahu Anha), Yahudi’nin Müslüman olması karşısında zırhından fedakârlık yaptı ve ona şöyle dedi. "Mademki Müslüman oldun, ben de bu zırhı sana hediye ediyorum." Yine Adaletin ayrım yapmadan herkese tatbik edilmesiyle ilgili olarak bir hadise nakledilmiştir: “Ömer RadiyAllahu Anh’ın hilafeti döneminde ashabdan Ubey b. Ka'b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana gelmiş ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere o dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sabit' e gitmişlerdi. Kadı olan Zeyd hemen halife olan Ömer'e (RadiyAllahu Anh) karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder sermişti. Fakat adaleti ile bilinen Ömer (RadiyAllahu Anh), bu davranış karşısında şöyle

Ali (RadiyAllahu Anha) haliyle bu işe çok şaşırdı. Boynu bükük bir vaziyette oradan ayrılırken kendi kendine adeta şöyle sesleniyordu: “Allah! Allah! Zırh aslında benim olduğu halde, şu andan itibaren resmen Yahudi’nin elinköklüdeğişim

30

ekim 2009


adli(!) tıp kurumu… ‫ﻥ‬  ‫ﻤﻠﹸﻭ‬ ‫ﺎ ﹶﺘﻌ‬‫ ﹺﺒﻤ‬‫ﺨﺒﹺﻴﺭ‬ ‫ﻪ ﹶ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻪ ِﺇ‬ ‫ﺍ ﱠﺘﻘﹸﻭﺍﹾ ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻯ ﻭ‬‫ﻝِﻠ ﱠﺘﻘﹾﻭ‬

demişti: "Đşte bu davranışın, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım." Sonra davacı Ubey b. Ka'b davasını ileri sürünce Ömer (RadiyAllahu Anh) bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Ömer'in (RadiyAllahu Anh) yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd b. Sabit, Ubey'e şöyle dedi: "Gel Halifeye yemin ettirme onu bundan muaf tut. Davacı olduğun kişi eğer bir başkası olsaydı sana böyle bir feragatten söz etmezdim." Bu teklifi duyan Ömer (RadiyAllahu Anh) son derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul etmeyip derhal yemin etti. Sonrada Zeyd b. Sabit hakkında şöyle dedi: "Halife ile herhangi bir Müslüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir."

"Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin, adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının doğrusu Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (el-Maide-8) Bu minvalde özelde biz Müslümanların, genelde ise tüm insanlığın adalet ile yönetileceği bir sisteme ve bu sistemde adaletle yönetecek bir idareciye acilen ihtiyaçları vardır. O ise ancak içinde Đslami hükümlerin uygulandığı bir devlet yapısıyla ve bir kalkan olarak Müslümanların başında bulunan ve Đslami hükümleri tatbik eden bir halifenin varlığı ile mümkündür. Geçmişinde böylesi bir adalet ile hükmedilen Müslümanların yeniden Đslam'ın nuru ile aydınlanmaları ise ĐnşaAllah pek yakındır...

Allah Subhanehu ve Teâlâ başka bir ayet-i celilede şöyle buyurmuştur:

‫ﻁ‬  ‫ﻘﺴ‬ ‫ﺍﺀ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬‫ﻬﺩ‬ ‫ﺸ‬ ‫ﻪ ﹸ‬ ‫ﻥ ِﻝﹼﻠ‬  ‫ﻴ‬‫ﺍﻤ‬‫ﻤﻨﹸﻭﺍﹾ ﻜﹸﻭﻨﹸﻭﺍﹾ ﹶﻗﻭ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﺎ ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻴﻬ‬ ‫ﺎ َﺃ‬‫ﻴ‬ ‫ﺏ‬  ‫ﺭ‬ ‫ﻭ َﺃﻗﹾ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺩﻝﹸﻭﺍﹾ‬ ‫ﺩﻝﹸﻭﺍﹾ ﺍﻋ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ َﺃ ﱠﻻ ﹶﺘﻌ‬  ‫ ﹴﻡ‬‫ﻥ ﹶﻗﻭ‬  ‫ﺸﻨﹶﺂ‬ ‫ ﹶ‬‫ﻤ ﱠﻨ ﹸﻜﻡ‬ ‫ ﹺﺭ‬‫ﻴﺠ‬ ‫ﻭ ﹶﻻ‬

köklüdeğişim

31

ekim 2009


Ahmed Matavani

Gündem

bilgi@kokludegisim.net

Sömürgeciliğin En Üst Seviyesi Küreselleşme. Amerikan kapitalizmden meydana gelen küreselleşme, komünizmin 1991 yılında çökmesinden sonra ve Sovyetler Birliğinin dağılmasının akabinde zuhur etmiştir. Amerika, devletlerarası durumu istismar ederek kendi varlığını ortaya çıkardı ve dünya devletlerinden uluslar arası ticari antlaşmaları imzalamalarını talep etti. Đşte bu anlaşmaları gümrük anlaşmalarına ve devletlerarası ilişkileri düzenlemeye çevirerek kapital sermayeye, emtiaya ve kayıtsız ve şartsız engelsiz sınırsız pazarlamaya çevirerek dünyanın iktisadi egemen gücü haline geldi.

lerden zengin olan devletlere göçmen olarak gelenlere ağır baskılar uygulamaktadır. Ve bu baskılar günden güne daha da şiddetlenmektedir. Ve geri kalmış devletlere karşı ilerlemiş olan devletlerin uygulamış oldukları ırkçılık ve bundan dolayı yaygınlaşan beşeri musibetler, çevre felaketleri, halk savaşları ve yaygınlaşan çevre kirliliği, açlık ve abluka altına almak için duvarlar inşa etmek, sınır kontrolleri, göç etmeyi engelleyen kanunlar çıkarmak ve bütün bunlardan dolayı oluşan katliamların yaygınlaşması ve benzeri felaketler yaygınlaşmıştır. Đşte bütün bunlar gösteriyor ki yukarıda geçmiş olan küreselleşme tanımı hafife alınmaktadır. Zira söz ettikleri içtimai ve siyasi hareketler küreselleşme birlikte oluşmuş değildir. Mekân ve zaman hareketleri de çoğalmış değildir. Akaidi ve vatani bağlılıklarda küreselleşme batağına entegre olmuş değildir. Ve tanımlamada geçen hiç bir şey oluşmuş değildir. Buna ilaveten bu tanımlama ve benzerleri şöyle ifadelerde “küreselliği bir boya ile boyamak ve kültürel fikri ve içtimai faaliyetleri hadaratlara ve dinlere itibar etmeden birleştirmek” bulunmaktadırlar. Đşte bunlar doğru değildir ve hakikate mutabıkta değildir.

Küreselleşme fikir ve ideoloji bakımından kapitalisttir. Doğum gelişme ve büyüme açısından Amerikalıdır. Küreselleşme ve ulusalcılık arasındaki farklılık ise, küreselleşme bir şeyin fıtri durumunu ulusalcı durumunu hedeflemektedir. Yani bir şeyin ulusalcı olmadığı halde ona ulusalcılık vasfını kazandırmaktadır. Örneğin; küreselleşme yabancı sermayeyi yerli sermaye gibi göstermeye gayret eder. Zira ulusalcılık bir şeyin kendi aslında ulusalcı olması demektir. Hakikaten son dönemlerde küreselleşme ibaresinin kullanımı bütün ilişkilerde, ilimler ve maariflerde kullanımı yaygınlaşmıştır. Zira onun etkisinden sosyal bilimler, edebiyat, şiir, kültür ve siyaset gibi insani bilimlerde etkilenmiştir.

Kapitalizmin sömürgeciliğinden, küreselleşmesinden insanların öğrenmiş olduğu tekbir şey oldu. O da küresel ekonomi üzerine Amerikanvari kapitalist ürünlerin tercih edilmesidir. Böylece büyük kapitalist devletlerin ekonomileri üzerindeki pazarlama vergileri hâkimiyeti kaldırılmıştır. Ve bunların önünde Amerika gelmektedir. Küreselleşme için yapılan diğer tanımlamaya gelince, onlar üzerinde daha ziyade reklamcılık ve kaypaklık öne çıkmaktadır. Ve inşa edilen sözler görülmektedir. Ve buda küreselleşme mefhumunu daha fazla evhamlatırdı. Muammaya çevirirdi. Kapitalist sömürgecilik asli maksadını gözlerden uzaklaştırmak ve birçok kimse için muamma haline getirmek için ta-

Küreselleşme destek olanların ve onu tanımlayanların tanımları da şöyledir. O içtimai, iktisadi ve siyasidir. Mekâna ve zamana şamildir. Zira dünya küçüktür, birdir. Đşte bu tanımlamayla ulusallık tek sayılmıştır. Đçine siyaset ekonomi kültür ve davranışta dahil edilmiştir. Küreselleşme için Siyasi sınırlar, vatancılık bağlılığı ve akaidi bağlılıklar ise önemli değildir. Zira bütün bunlar küreselleşme ile erimekte ve yok olmaktadır. Đşte bu tanımlamalar vakıaya uyumlu değildir. Çünkü misal olarak fakir olan devletköklüdeğişim

32

ekim 2009


küreselleşme… nımlamayı genişletti. Đnsanlar zannetsinler ki küreselleşme yeni bir şeydir ve Kapitalizmden farklıdır. Küreselleşme reddedilecek kötü bir şey değildir. Bütün halkların onu kabul etmeleri ve ona teslim olmaları gerekir. Ve kapitalizmin küreselleşmesi incelendiğinde onu dört ayaklı bir ahtapot olarak göreceğiz ve oda şöyledir.

işlerine başladı. Hâlbuki daha önceleri tek devlette çalışıyordu. Ve diğer bütün büyük şirketler birçok devletlerde kendileri için sanayi fabrikalarını açtılar ki daha büyük kâr elde etmek için. Ucuz olan işçiliği istismar edebilsinler ve küçük fakir olan yerli sanayisine hegemonyalarını sağlama bağlasınlar. Bilgi çağı ve teknolojinin ilerlemesi: Mal ve bireylerin, sömürgeci devletlerin ve şirketlerin ekonomik çıkarlarını temsil eden şahısların hareketini kolaylaştırmak ve hedefe ulaşmak için bilgi teknolojisi istismar edilmiştir.

Küresel ticaretin kurtuluşu: Bundan şu kastediliyor. Büyük ekonomik güçler karşısında yerel pazarların açılması ve onlara “hür rekabet” esasına göre güçler ve büyük güçler ile küçük ve zayıf olan güçler arasındaki eşitliği sağlamaktadır. Bu şu demektir. Büyük kapital güçlerin küçük kapital güçlerin üzerine hegemonya oluşturmasıdır ki, yerel ekonomi (küresel pazarlama ekonomisine) boyun eğsin ve pazarlardan himayecilik kaldırılsın ki, küçük zayıf devletlerin pazarları üzerindeki büyük güçlerin sömürgecilik ekonomilerinin hegemonyası daha da yerleştirilsin.

Đşte küreselleşmenin dörtlü ahtapot ayakları bunlardır ki, böylece küresel ekonomiye saldırısını bunlar vasıtası ile tamamlamış oldu. Vasıtası itibariyle küreselleşme pazarlamada, dolaşımda, dağıtımda sermayede ve ticarette kapital düzenini bölgesel ve yerel düzeyden küresel düzeye ulaştırmaktır. Yani yabancı sermayenin yerel pazarlar arasında hareketlenmesidir ki, daha fazla kâr elde edilsin. Ve büyük kapital ekonomik güç çıkarlarına imkânlar sağlansın ki, güçlü ve seri olan ekonomiler fakir ve yavaş hareket eden ekonomileri ele geçirsin.

Yabancı istismarcılar direk olarak akın etsinler: Bu şu demektir. Yerel mali borsalara herhangi bir kayıt olmaksızın küresel sermayenin girmesi sağlansın. Akınına hiçbir engel olmasın. Ve yerli bankalar büyük devletlerin bankalarıyla ortaklık oluştursunlar ki, havale ve işlem hizmetleri için ulaşım araçlarında kolaylık sağlansın ki, yabancı sermayeler akın etsin ve hareket hürriyeti temin edilsin.

Küreselleşme bu sıfatı ile yeni sömürgeciliktir ve pazarlar, hammaddeler ve ucuz olan işsizlik istihdamında teknoloji bilgileri ile seri olan bir saldırıdır. Ayrıca yerel olan engellerin kaldırılabilmesi için yabancı sermaye akıntısı önünde çıkarılan kanunlar onlara yardımcı olmaktadır. Đşte onlar bu minval üzere sömürgeciliğin en vahşi çeşidini ve kapitalizmin en üst derecesini temsil etmeye başladılar. Son iki asır içerisinde çıkışı itibari ile insanlığı hastalıklarla, açlıklarla, fakirlikle, cahillikle, güçlerle, savaşlarla, istismarcılıkla ve ırkçılıkla param parça etti. Ve zaruri olan bütün hizmetler yok edildi. Birçok beldelerde temiz içme suları yok edildi ve kirletildi. Küreselleşme sayesinde birçok halklar günlük yemek ihtiyaçları nedeni ile dilenen halklar haline geldi ve zengin olan devletlerin artıkları için muhtaç hale getirildi.

Çeşitli tabiiyetlere haiz olan şirketlerin rolü: Böylece şirketler kıtalar arasında dolaşacak bölgenin bütün ekonomik dallarında dolaşarak devletlerarasındaki gelir ve çeşitli ekonomik güçler farklılıkları istismar edecektir. Yerel kapitalistlerde onlara yardımcı olacaktır. Ve yerli ekonomiye karşı himayeciliği de kaldırabilmek için kanunlar ve yasalar oluşturulacaktır. Dolayısı ile büyük olan şirketler ağır sanayileri, ucuz olan işçiliği istismar edeceklerdir. Zira onlar birçok devletlerde kendilerine şubeler açtılar ki, kârları daha da fazlalaştı ve yerli olan sanayi nerede ise yok olma durumuna geldi. Misal olarak Boeing 777 uçak sanayisi 12 devlette sanayi köklüdeğişim

33

ekim 2009


KöklüDeğişim

Gündem

bilgi@kokludegisim.net

Đslami Beldelerden Haberler Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti; Karaçi, Lahor ve Paşaver'de “Ramazan, Đslam'ın Zafer Ayıdır” Başlıklı Konferanslar Düzenledi;

geçtiği gibi konferansçılar, Đslami ümmettin vahdet direği ve insanlığın alternatif liderliği olan Hilafet Devleti'ni bir an evvel kurması için Pakistan Silahlı Kuvvetlerini Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye çağırdılar.

Sonuç Bildirgesi: Amerikan Sefaretini Kapatınız, Askeri ve Đstihbaratı Yardımları Kesiniz ve Hilafet Devleti'ni Kurması için Hizb-ut Tahrir'e Nusret Veriniz

Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş’te Düzenlediği Toplu Đftar Davetinin Ardından Siyasiler, Aydınlar, Âlimler ve Medya Mensupları; Hizb-ut Tahrir'in 30 Aktif Üyesinin Tutuklanmasını Eleştirerek Derhal Serbest Bırakılmasını Talep Ettiler:

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, Ramazan’ın on yedinci günündeki Büyük Bedir Muarekesi yıldönümü münasebetiyle Karaçi, Paşaver ve Lahor'da “Ramazan, Đslam'ın Zafer Ayıdır” başlıklı bir dizi konferans düzenledi. Konferanslara, civar şehirlerden ve köylerden yüzlerce insan katıldı. Konferanslara katılanlar arasında Hizb üyesi Sa'd Cağrafani, Resmi Sözcü Yardımcısı Şezad Şeyh, Dr. Đftihar ve Timur Butt, Prof. Ekmel ve diğer üyeler vardı. Konferanslarda hain yöneticiler yoluyla Pakistan üzerindeki Amerikan hegemonyası etraflıca ele alındığı gibi konuşmacılar, Hilafet Devleti'nin kurulması yoluyla dönüşü olmayacak bir şekilde bölgedeki Amerikan varlığına tamamen son verilmesine yönelik pratik adımları da tartıştılar. Konferansa katılanların ve fikri destekleyenlerin yanı sıra konferansçılar, medya organlarına dağıtılan bir sonuç bildirgesi yayınladılar ki onda şu ifadeler geçmiştir: “Pakistan'daki Müslümanlar, Amerikan Sefaretinin açık kalmasının yanı sıra genişletilmesini reddettikleri gibi kapatılmasını ve büyükelçisinin ülkeden kovulmasını da talep etmektedirler.” Ayrıca sonuç bildirgesinde ülkedeki Amerikan askeri ve istihbaratı varlığına son verilmesi ve kurtulmasının alt zemini olarak Afganistan'daki Amerikan kuvvetlerine giden tüm ikmal yolarının kesilmesi talep edildi. Keza Pakistan'daki Müslümanların, Hilafet Devleti'ni kurma çalışmasında Hizb-ut Tahrir'e tam destek verilmesini talep ettikleri köklüdeğişim

Hizb-ut Tahrir, bugün siyasilerin, aydınların, alimlerin ve medya mensuplarının katıldığı toplu iftar yemeğinin ardından bir diyalog görüşmesi düzenledi. Katılımcılar, bir açıklama yaparak yetkililerin Hizb-ut Tahrir'in 6 Eylülde, geçen Cuma günü düzenlediği Büyük Bedir Yürüyüşü'nde otuz aktif üyesini tutuklamasını eleştirdiler ve onların yanı sıra daha önce tutuklanan Hizb şebabının da derhal serbest bırakılmasını talep ettikleri gibi emperyalistler ile ajanlarına meydan okuma ve Hilafet Devleti'ni kurma çalışmasıyla Hizb-ut Tahrir'in oynadığı liderlik rolünü takdir ettiklerini teyit ettiler. Katılımcılar arasında şu kişiler vardı: Tanınmış siyasetçi Şavol Elam Budahan, Eski Sınır Muhafızı Kuvvet Komutanı General Fazıl Rahman, gazeteci yazar Sadık Han ve Mobido Rahman, günlük Đkbal Gazetesi adına katılan bir yazar, Şeyh Cafer Han, Bangladeş Hilafet Hareketi Genel Sekreteri Hamiye Odin, Bangladeş Đslami Anayasa Hareketi adına katılan Genel Sekreter Handakar Gulam Murtaza, Bangladeş Ulusal Demokratik Partisi Başkanı el-Mucir Macmidar ve Genel Sekreteri Avukat Abdulmubin, Bangladeş Đslami Partisi Başkanı Müfti Fadlullah, Birleşik Đslami Cephe Koordinatör Sekreteri Đtkal

34

ekim 2009


islami beldelerden haberler… manı Hükümetin Hakikatini Đfşa Etmektedir:

Đslam, Bangladeş Đslami Birlik Genel Sekreteri Prof. Anamol Hakkı Ezad, Müslüman Birliği Hareketi Genel Sekreteri Ferudaka Anurul Hakki, Ulusal Medya Akademisi Başkanı Mustafa Beyhan ve Genel Sekreteri Şeyh Şah Ataullah.

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Hanımlar Kısmı Resmi Sözcüsü Fehmide Ferhâna Hânım, dün yayınladığı basın açıklamasında, polisin Mescid-il Kebir'in dışındaki oruçlu Müslümanlara saldırmasının, onlardan otuz kişiyi tutuklamasının ve olaya ilişkin yalancı iddialar uydurmasının, hükümetin Đslam'a karşı olan faşist tutumunu ve karşı çıkmasını ortaya koyduğunu ifade etti.

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmi Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed, şu hususları içeren bir açılış konuşmasını yaptı: 1. Henüz sekiz ayı bulmayan geride bıraktığı dönem içerisinde iğrenç cürümler işleyen Şeyha Hasina hükümetinin iktidar dönemini, hatta yarısını tamamlamasına izin verilmemelidir.

Zira polis, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in davet ettiği yürüyüşe katılmaya hazırlandıkları sırada oruçlu Müslümanlara saldırmış, hiçbir yasal gerekçe olmaksızın onlardan otuz kişiyi tutuklamış ve ardından da yaptığı açıklamada topluluğun kendilerine sopalarla saldırdığını iddia etmişti.

2. Ulusal Bangladeş Partisi, Şeyha Hasina hükümeti ile Avami Birlik Partisi taraftarlarının bir alternatifi değildir. O halde Müslümanlar, hem emperyalistlerin sözde Avami Birlik Partisi'nin alternatifini oluşturmalarının akıbetine karşı uyanık olmalılar hem de iktidar nizamının cinsinden olduğu ve Amerika, Đngiltere ve Hindistan gibi emperyalistlere hizmet ettiği sürece akımlara ve partilere güvenmemelidirler.

Fehmide Ferhâna Hânım “Bir haber kanalının yayınladığı görüntülü haber bandı ile gazetelerin yayınladığı resimler, polisin iddiasının asılsız olduğu noktasında hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır. Bilakis yirmi gazete ile televizyon kanallarında yayınlananlar, insanlara coplar ve sopalarla saldıranın bizzat polis olduğunu bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.” dedi.

3. Müslümanlar, emperyalistlerin ülkeye egemen olma projelerinin tamamını boşa çıkarmalı ve kuvvet sahipleri ile ileri gelenler de ülkenin savunma gücünü zayıflatmayı amaçlayan komploları boşa çıkarmalıdırlar. Dahası orduyu, deniz ve hava kuvvetlerini güçlendirmek için çalışmalıdırlar.

Hükümetin davranışlarını ağır ifadelerle eleştiren ve tutuklananların derhal serbest bırakılmasını talep eden Fehmide Ferhâna Hânım, bu iğrenç eylemlerin hükümetin Đslam düşmanı olduğunu ve Đslam'a yardım edildiğini görmeye dayanamadığını kanıtladığı gibi emperyalist efendilerinin tavsiyesiyle ülke üzerindeki Đslam ışığını söndürmeyi ümit ettiğini de ispat etmektedir. Ayrıca Ferhâna Hânım, Müslümanları emperyalist ajanları tarihin çöplüğüne kaldırıp atmaya ve ivedi olarak Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmaya davet etti.

4. Müslümanlar, Hilafet Devleti'ni kurma çalışmasına dahil olmalılar ve bu çalışmanın öncüsü Hizb-ut Tahrir'e yardım etmede acele etmelidirler. Kuvvet sahipleri ile insanların ileri gelenleri de mevcut yöneticileri devirme ve Hilafet’i kurma çalışmasında Hizb-ut Tahrir'e destek vermelidirler.

Polisin Mübarek Ramazan Ayında Oruçlu Müslümanlara Saldırması, Đslam Düş-

köklüdeğişim

- Basın Açıklaması - Muhyiddîn Ahmed Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Bangladeş: Polis, “Büyük Bedir Yıldönü-

35

ekim 2009


islami beldelerden haberler… mü” Yürüyüşünü Engelledi ve Hizb-ut Tahrir'in 30 Aktif Üyesini Tutukladı:

liki, Karzai, Gilani, Zerdari, Halide ve Hasina gibi Đslami ümmetin başına ajan yöneticiler diktiler. Bu ruveybide yöneticilerinin hepsi de Washington, Londra ve Yeni Delhi'deki efendilerine hizmet etmektedirler. Zira onlar, bir taraftan ümmeti zaptedip ona zulmederlerken diğer taraftan ümmeti düşmanlara teslim etmektedirler.”

Hizb-ut Tahrir, Müslümanları Mevcut Zelil Nizamı Kaldırıp Atmaya ve Hilafet Devleti'ni Kurmaya Davet Ediyor: Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, insanları Hilafet Devleti'ni kurmaya ve Đslami ümmetin ordularını birleştirmeye davet etmek amacıyla bugün Cuma salâtından sonra Dakka'daki Mescid-il Kebir'in dışında Đslami Devlet'in hicretin ikinci senesindeki Ramazanın on yedinci günü Bedir Muarekesi'nde Kureyş müşrikleri karşısındaki ilk zaferinin yıldönümü münasebetiyle “Büyük Bedir Yürüyüşü” başlıklı bir yürüyüş düzenledi. Polis, Hizb-ut Tahrir'in birkaç bin Müslüman’ın katıldığı yürüyüşü, başlatmasını engelledi ve Hizb'in 30 aktif şebabını tutukladı. Ancak insanlar, yürüyüşe katılmak üzere bir araya toplanıp şebab, pankartlar ve rayeler açınca polis, şebabı tutuklamaya ve rayeler ile pankartları onlardan almaya başladı. Tutuklama, şebaba saldırarak onları tutuklayan polise karşı Hizb-ut Tahrir ile dayanışma içerisine giren insanların genelini kapsadı.

Hükümetin tutumuna ve yaptıklarına cevap vermek amacıyla Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmi Sözcüsü ve Genel Koordinatörü, bugün yayınladığı basın açıklamasında Hizbut Tahrir şebabının tutuklanmasını eleştirerek derhal serbest bırakılmalarını talep etti ve oruçlu Müslümanlara karşı yapılan bu zalimane tutuklamalar ile uygulamaların Firavun'un, Nemrut'un ve Ebi Leheb'in uygulamaları gibi olduğunu ifade etti. Zira hükümet, Hilafet Devleti'nin kurulmasına, Müslümanların ordularının birleştirilmesine, Amerika'nın, Đngiltere'nin ve Hindistan'ın hegemonyasından kurtulmaya davet edilmesini affedilemez bir suç olarak görmektedir. Bu da olsa olsa mevcut hükümet ile yönetim nizamının, emperyalistlere boyun büktüklerini ve efendilerinin çıkarlarına karşı bir görüşe veya çalışmaya izin verilmesine tahammül edemediklerini göstermektedir. Đşte onların faşist davranışlarının arkasında yatan tek sebep budur.

Bu olaylar sırasında Hizb-ut Tahrir üyesi Muhammed Meznar Rahman, konuşmacı olarak mescidin avlusundaki insanların karşısına geçerek şöyle dedi: “Hükümetin yürüyüşü engellemesi, onun Đslam'a yardım edilmesi karşısında durduğunu ve emperyalistlerin ülke üzerindeki egemenliğini desteklediğini göstermektedir.” Ve şöyle ekledi: “Ramazan ayı, hicretin ikinci senesindeki Bedir Muarekesi ile başlayan Müslümanların zafer ayıdır. Aynı şekilde Müslümanlar, altı ay sonra o zaman Kureyş kâfirlerinin başkenti olan mukaddes şehir Mekke-i Mükerreme'yi de Ramazan ayında fethetmişlerdir. Ardından Müslümanların kafir ve müşrik düşmanlarına karşı tarihi zaferleri peş peşe gelmiştir. Müslümanların ordusu, Hilafet Devleti'nin liderliği altında muzaffer bir ordu iken H. 28 Recep 1342'de Hilafet Devleti'nin yıkılmasıyla emperyalistler; Maköklüdeğişim

Mevcut Şeyha Hasina hükümeti, var gücüyle emperyalistlerin ülke üzerindeki egemenliğini korumaya çalışmaktadır. Zira Şeyha Hasina hükümeti, sınır muhafızları subaylarını katletmek amacıyla Hindu müşriklerle gizli ittifak yaptığı gibi Hindistan'ın güvenliği için ona bir koridor geçidi verilmesi amacıyla komplo kurmaktadır. Aynı zamanda Hindistan'ın “Taybamka” Barajı'nı inşa etme projesi karşısında kılını dahi kıpırdatmamaktadır! Mesele bununla da sınırlı değildir. Hatta hükümet, kadim Đngiliz haçlılarıyla sözde terörizmle mücadele anlaşması imzalayacak ve yeni Amerikan haçlılarına Bengal Körfezi'nde imtiyazlar verecek dere-

36

ekim 2009


islami beldelerden haberler‌ amaçlayan komplolarÄą boĹ&#x;a çĹkarmalÄądÄąrlar. DahasÄą orduyu, deniz ve hava kuvvetlerini gßçlendirmek için çalÄąĹ&#x;malÄądÄąrlar.

cede ileri gitmiĹ&#x;tir. HĂźkĂźmet, Ăźlkenin savunma gĂźcĂźnĂź zayÄąflatmak için sÄąnÄąr muhafÄązÄą subaylarÄąnÄąn kuvvet sayÄąsÄąnÄą %30 kßçßltmeye kararlÄą olduÄ&#x;u gibi emperyalistlerin emriyle ordu kuvvetlerini de “Chittangongâ€? tepesinden çekmektedir.

4. MĂźslĂźmanlar, Hilafet Devleti'ni kurma çalÄąĹ&#x;masÄąna dâhil olmalÄąlar ve bu çalÄąĹ&#x;manÄąn ĂśncĂźsĂź Hizb-ut Tahrir'e yardÄąm etmede acele etmelidirler. Kuvvet sahipleri ile insanlarÄąn ileri gelenleri de mevcut yĂśneticileri devirme ve Hilafet’i kurma çalÄąĹ&#x;masÄąnda Hizb-ut Tahrir'e destek vermelidirler.

MuhyiddĂŽn Ahmed, Ĺ&#x;Ăśyle dedi: Ä?slami âlemdeki mevcut yĂśnetim nizamlarÄą, zelil teslimiyetçi nizamlar olup Ăźmmetin baĹ&#x;Äąna hezimet ve zilletten baĹ&#x;ka bir Ĺ&#x;ey getirmemiĹ&#x;lerdir. Ăœmmeti, emperyalistlerin pençesinden kurtaracak olan ancak Hilafet’tir ki o, MĂźslĂźmanlar için kâfirlere karĹ&#x;Äą zaferler kazanmaya muktedir tek bir ordu inĹ&#x;a edecek ve Hilafet Devleti'nin liderliÄ&#x;i, Ăźmmeti dĂźnyanÄąn efendisi ve lideri olduÄ&#x;u konumuna yĂźkseltmek Ăźzere ona liderlik edecek ehil devlet adamlarÄąndan ibaret olacaktÄąr. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), Ĺ&#x;Ăśyle buyurmuĹ&#x;tur:

Son olarak MuhyiddĂŽn Ahmed, MĂźslĂźmanlara Hindistan ile Roma'nÄąn fethedileceÄ&#x;i, bĂźyĂźk mĂźkâfata, Yahudilere galip gelinip varlÄąklarÄąnÄąn yok edileceÄ&#x;ine ve mĂźbarek arzÄąn pisliklerinden temizleneceÄ&#x;ine dair Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in mĂźjdesini hatÄąrlattÄą. ŮŽ ‍ ŮŽ Ů? Ů? ا ŮŽŮˆâ€Ź ŮŽ ‍ ŮŽ Ů? ا ŮŽŮˆâ€Ź Ů’ ŮŽ Ů? Ů? َ‍ن ŮŽŮˆŘŁâ€Ź ŮŽ Ů’ !ŮŽ" Ů’# ŮŽ ‍ آŮ? Ů? ŘĽŮ?ن ا‏% ŮŽ &Ů? 'Ů? Ů’(') “GevĹ&#x;eklik gĂśstermeyin ve ĂźzĂźntĂźye kapÄąlmayÄąn! Sizler mutlaka ĂźstĂźn geleceksiniz, eÄ&#x;er gerçekten mĂźminler iseniz.â€? (Ă‚l-i Ä?mrân 139)

‍" ب Ů‰Ů‚ŘŞŮŠŮˆ إاعŮˆ نم Ů„تاŮ‚ŮŠ Ů‘ Ů…اŮ…ŘĽŮ„ا امنؼ‏Ä?mam [Halife] kalkandÄąr, onun arkasÄąnda savaĹ&#x;ÄąlÄąr ve onunla korunulur." (Sahih-i Muslim)

-BasÄąn AçĹklamasÄą- Hizb-ut Tahrir Filistin Medya BĂźrosu: Vatani Bir AnlaĹ&#x;ma ile YapÄąlsÄąn yada YapÄąlmasÄąn Ä?Ĺ&#x;gal SĂźngĂźleri AltÄąnda Filistin Seçimleri, Bir CĂźrĂźm ve MĂźnkerdir:

MuhyiddĂŽn Ahmed, basÄąn açĹklamasÄąna aĹ&#x;aÄ&#x;Äądaki hususlarla son verdi: 1. HenĂźz sekiz ayÄą bulmayan geride bÄąraktÄąÄ&#x;Äą dĂśnem içerisinde iÄ&#x;renç cĂźrĂźmler iĹ&#x;leyen Ĺžeyha Hasina hĂźkĂźmetinin iktidar dĂśnemini, hatta yarÄąsÄąnÄą tamamlamasÄąna izin verilmemelidir.

Medya organlarÄą, 02.09.2009 gĂźnĂź, Gazze Otoritesi BaĹ&#x;bakanÄą'nÄąn, Filistin seçimlerinin Gazze Ĺžeridi dÄąĹ&#x;Äąnda BatÄą Ĺžeria'da yapÄąlmasÄąna karĹ&#x;Äą çĹktÄąÄ&#x;ÄąnÄą ve “vatani bir anlaĹ&#x;ma olmaksÄązÄąn yapÄąlmasÄąnÄą bir cĂźrĂźm olarak gĂśrdĂźÄ&#x;ĂźnĂźâ€? aktardÄąlar. AyrÄąca bir Ramazan iftarÄąnda gazetecilere yaptÄąÄ&#x;Äą konuĹ&#x;masÄąnda “1967 sÄąnÄąrlarÄą içerisinde baĹ&#x;kenti mĂźĹ&#x;erref KudĂźs olan bir Filistin devletinin kurulmasÄąna ve her Filistinlinin ortak bir paydasÄą olarak mĂźltecilerinin dĂśnmesineâ€? çaÄ&#x;rÄąda bulundu. AynÄą baÄ&#x;lamda –Hamas’tan- Yasama Meclisi BaĹ&#x;kanÄą Ä?kinci YardÄąmcÄąsÄą Hasan HariĹ&#x;a Ĺ&#x;Ăśyle dedi: “Seçimlerin zamanÄąnda yapÄąlmamasÄą halinde herkes meĹ&#x;ruiyetini kaybeder.“ Ve Ĺ&#x;Ăśyle ekledi: “Yasama Kurumu ve Filistin halkÄą, ĂśnĂźmĂźzdeki 25 Ocakta

2. Ulusal BangladeĹ&#x; Partisi; Ĺžeyha Hasina hĂźkĂźmeti ile Avami Birlik Partisi yandaĹ&#x;larÄąnÄąn bir alternatifi deÄ&#x;ildir. O halde MĂźslĂźmanlar, hem emperyalistlerin sĂśzde Avami Birlik Partisi'nin alternatifini oluĹ&#x;turmalarÄąnÄąn akÄąbetine karĹ&#x;Äą uyanÄąk olmalÄąlar hem de iktidar nizamÄąnÄąn cinsinden olup Amerika, Ä?ngiltere ve Hindistan gibi emperyalistlere hizmet edecek olan kesimlere ve partilere gĂźvenmemelidirler. 3. MĂźslĂźmanlar, emperyalistlerin Ăźlkeye egemen olma projelerinin tamamÄąnÄą boĹ&#x;a çĹkarmalÄą ve kuvvet sahipleri ile ileri gelenler de Ăźlkenin savunma gĂźcĂźnĂź zayÄąflatmayÄą kĂśklĂźdeÄ&#x;iĹ&#x;im

37

ekim 2009


islami beldelerden haberler… anayasal haklar önünde olacaklardır.” Tüm bu geçenler bağlamında deriz ki: Siyasi faaliyetlerinde şeri hükümlere istinat etmeyen herkes, Allahuteala'nın şu kavlinden dolayı meşruiyetini yitirmiştir: ‫ن‬ ِ ‫ ْ* ُ ِإ‬ ُ +ْ ‫ ا‬ , ‫ ِإ‬-ِ !ّ+ِ “Muhakkak ki hüküm ancak Allah’a aittir.” (Yusuf 40)

Aynı zamanda bu, Müslümanların kâfir Batılı devletlerinin projelerini kabullenmeye alıştırmaktır. Sonra Gazze Otoritesinin, 1967 sınırları içerisinde bir devleti kabul ettiğini konuşmaya devam etmesi, Ramallah Otoritesini karışı karışına ve adımı adımına takip etmekte ısrarlı olduğunu teyit etmektedir. Dolayısıyla böylesi bir siyasi konuşma hususunda iki otorite arasında herhangi bir ihtilafın mülahaza edilmesi mümkün müdür? Daha sonra sembolik Gazze Otoritesinin “seçim sandıklarına muhakeme olmayı” talep etmesi, Kur'an-il Kerim'in belirlediği şu siyasi kaide ile çelişmektedir. ‫ن‬ ِ ‫ ْ* ُ ِإ‬ ُ +ْ ‫ ا‬ , ‫ ِإ‬-ِ !ّ+ِ “Muhakkak ki hüküm ancak Allah’a aittir.” (Yusuf 40)

1948 yılında işgal edilen Filistin'den taviz verme anlamına gelen 67 sınırları içinde bir Filistin devletinin kurulmasını kabul eden herkes de meşruiyetini yitirmiştir. Bu, ne kadar edebi sözlerle süslerse süslesin ve ne kadar duygusal sloganlar atarsa atsın fark etmez. Hiç şüphesiz kendisine işaret edilen anayasa bizzat meşruiyetini yitirmiştir. Zira işgal altında Filistin Otoritesini ortaya çıkarıp şeran batıl olan Oslo Anlaşması'nı ifraz eden odur. O halde bu “anayasal hakka” dair meşruiyet nereden gelmektedir?

Đslam sloganları atan liderlere ve önderlere yaraşan, hem şeran batıl ve münker olan bir anayasanın hakem kılınması talebinden, hem Filistin meselesine karşı komplo kuran Batılı devletlerin gözlemlediği seçimlere muhakeme olunmasını talep etmekten, hem de özellikle Allah'a itaat ve yakınlaşma ayı olan bu mübarek ayda Filistin'in bir parçası üzerindeki kıytırık bir devleti kabul etmekten vazgeçmeleridir.

Gazze Otoritesi Başbakanı'nın ilan ettiği “bu müşterek paydalar üzerindeki” “anlaşma ilkesine göre kapsamlı vatani bir uzlaşmanın gerçekleşmesinin” gerekliliğine ilişkin resmi kişisel talebin sürdürülmesi, işgali meşrulaştırmaktan ve 1967 yılı sınırlarına karar veren devletlerarası küfür meşruiyetini kabullenmekten öte bir şey değildir. Oysa Allah (Saubhânehu ve Te'alâ) şöyle buyurmaktadır:

0َ8 , ‫ن ِإ‬ َ 0َ‫ل آ‬ َ ْ <َ % َ &ِ 'ِ ْ(8ُ +ْ ‫َ? ُد"ُ ا ِإذَا ا‬+‫ ِإ‬-ِ !,+‫ ا‬-ِ +ِ ُ@‫ ُ* َ َو َر‬ ْ &َ +ِ ْ ُ َ &ْ Aَ ‫ُ ا أَن‬+ ُ:4َ 0َ Bْ 8ِ @ َ 0َ Bْ C َ ‫ َوَأ‬D َ Eِ +َْ‫ن ُه ُ َوُأو‬ َ ُ !ِFْ 8ُ +ْ ‫“ ا‬Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve resulüne davet edildikleri zaman, müminlerin sözü ancak “Đşittik ve itaat ettik” demeleridir. Đşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir!”

َ *ْ ُ .َ ‫& ِ َأ‬, !ِ‫ ِه‬0َ1+ْ ‫ن ا‬ َ ُ23ْ 4َ ْ%'َ ‫ َو‬% ُ5 َ6 ْ ‫ َأ‬% َ 'ِ -ِ !ّ+‫ ا‬0ً8*ْ 6 ُ ‫ ْ ٍم‬:َ +; ‫ن‬ َ ُ <ِ ُ4 “Yoksa onlar (Đslam dışı) cahiliye yönetiminin mi peşindeler? Kesin olarak kavrayan bir toplum için yönetimi Allah’tan daha güzel kim vardır?” (el-Maide 50)

(en-Nûr 51)

köklüdeğişim

38

ekim 2009


Tûba Sivren

Sesleniş

bilgi@kokludegisim.net

Kanaat Önderlerine… Allah’ın Dinine Yardım Edin. “Sana da daha önceki kutsal kitabı onaylayıcı ve içeriğini koruyucu olan bu hak kitabı indirdik. Buna göre onların arasında Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm ver, sana gelen gerçekten saparak onların keyfi arzularına uyma. Her ümmet için ayrı bir şeriat, ayrı bir ana yol (minhac) belirledik. Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat belirlediği yolda sizleri denemeyi diledi. Buna göre hayırlı işlerde yarışınız. Çünkü hepiniz Allah'a döneceksiniz ve O anlaşmazlığa düştüğünüz meselelerin içyüzünü size haber verecektir.” (el-Maide 48)

Đslami hassasiyetlerin yoğun olduğu bir ülkedir Türkiye, işte bu nedenle Đslami vasıfları taşıyan insanlar, hükümeti daha kolay devralmaktadır. Yine bu nedenle CHP’de çarşaf açılımı, Davos’ta one minute krizi vs. yaşatılmıştır. Halkın Đslam’a olan meyline ve bu meylin sistem tarafından kullanılışına daha birçok örnek verilebilir. Ancak anlaşılması ve bilinmesi gereken şu ki Đslam’a ve Đslam’ın emirlerine önem veren bir halk var karşımızda. Aslen olup bitenleri de Đslam’dan zannettiği için kabul etmekte. Aslında bütün olanları kabul ediyor da değil, çünkü aynı zamanda, Đslami hassasiyetle yola koyulmuş birçok cemaatin var olduğu ve cemaatlerin rağbet bulduğu bir ülkedir Türkiye. Bu cemaatler izledikleri yollar bakımından farklılık gösterse de hepside Kuran’a ve Sünnete göre hareket ettiğini beyan etmektedir. Kuran ve Sünnet birçok yol sunmuyor insana aslında emir net ve tek;

Fert olarak her yaptığımız amelden hesaba çekileceğimiz gibi, cemaat olarak grup grupta toplanacağız Allahın huzurunda. ‫ﻬﻡ‬ ‫ﺎ ﹶﻝ‬‫ﻤ‬‫ﺍ َﺃﻋ‬‫ﺭﻭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺱ َﺃﺸﹾﺘﹶﺎﺘﹰﺎ ﱢﻝ‬  ‫ﺭ ﺍﻝﻨﱠﺎ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻴﺼ‬ ‫ﺫ‬ ‫ﻤ ِﺌ‬ ‫ﻴﻭ‬

“O gün insanlar ayrı ayrı gruplar halinde, ilahi divana çıkarlar ki, yaptıkları işler kendilerine gösterilsin” (Zilzâl 6) ‫ﺔ‬‫ﻓﻴ‬ ‫ ﺨﹶﺎ‬‫ﻨ ﹸﻜﻡ‬‫ﻥ ﻝﹶﺎ ﹶﺘﺨﹾﻔﹶﻰ ﻤ‬  ‫ﻭ‬‫ﺭﻀ‬ ‫ﺫ ﹸﺘﻌ‬ ‫ﻤ ِﺌ‬ ‫ﻴﻭ‬

“Lailahe illAllah Muhammed’en Rasulullah”

“O gün hesap için huzura alınırsınız. Hiç bir sırrınız gizli kalmaz.” (Hakka 18)

“Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun Rasulü’dür”

Đşte o gün her cemaat, kitle hesap verecek, şeri dayanaklarını Rabbine gösterecek, hakikat o gün ortaya çıkacak. Đşte bu nedenle bu ayrılıklar düşmanlık ve husumet oluşturmadıkça önemli değil. Ancak benim üzerinde durmak istediğim konu kimin doğru ya da kimin yanlış olduğundan ziyade şu anki toplumda haykırılması gereken Hakk’ın ne olduğudur?

Hem birey olarak hem de grup (cemaat) olarak yaşatılmalıdır bu emir tüm yönleriyle. Farzları öğrenmek ve onları titizlikle yerine getirmek, haramlardan kaçmak “Elhamdulillah Müslüman’ım” ifadesinin gereğidir zaten. Ancak bu kelimenin cemaatler tarafından nasıl taşınacağı önemli; bugün mevcut bulunan cemaatlerin anlaşamadıkları tek nokta işte budur. Burada Rabbimizin şu ayetini hatırlatmak isterim sizlere;

Kur’an’da (el-Hakk) kelimesi genelde iki manada kullanılmıştır. Birincisi doğruya adalete uygun ve gerçek sözdür. Đster akidevi iman ile ilgili olsun, ister dünyevî meseleler hakkında olsun aynıdır. Đkincisi insanın yerine getirmesi vacip (gerekli) olan haktır. O, Allah’ın hakkı, insanların hakkı ve nefsinin hakkı olabilir. ( Mevdudi (Tefhimü’l Kur’an)

‫ﻥ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺩﻴ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﺒﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ﺩﻗﹰﺎ ﱢﻝﻤ‬ ‫ﺼ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻕ‬ ‫ﺤﱢ‬  ‫ﺏ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬  ‫ﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﻙ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﺯﻝﹾﻨﹶﺎ ِﺇ ﹶﻝﻴ‬ ‫ﻭﺃَﻨ‬ ‫ﻭ ﹶﻻ ﹶﺘ ﱠﺘ ﹺﺒﻊ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺯ َل ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﺎ ﺃَﻨ‬‫ﻡ ﹺﺒﻤ‬‫ ﹶﻨﻬ‬‫ﺒﻴ‬ ‫ﻜﹸﻡ‬‫ﻪ ﻓﹶﺎﺤ‬ ‫ﻋ ﹶﻠﻴ‬  ‫ﻤﻨﹰﺎ‬ ‫ﻬﻴ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺏ‬ ‫ﻜﺘﹶﺎ ﹺ‬ ‫ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻋ ﹰﺔ‬  ‫ﺸﺭ‬  ‫ﻨ ﹸﻜﻡ‬‫ﻌﻠﹾﻨﹶﺎ ﻤ‬ ‫ﺠ‬  ‫ﻕ ِﻝ ﹸﻜ ﱟل‬ ‫ﺤﱢ‬  ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻙ‬  ‫ﺎﺀ‬‫ﺎ ﺠ‬‫ﻋﻤ‬  ‫ﻫﻡ‬ ‫ﺍﺀ‬‫ﻭ‬‫َﺃﻫ‬ ‫ﻭ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﹸﻠ‬‫ﻴﺒ‬ ‫ﻥ ﱢﻝ‬‫ﻭ ﹶﻝﻜ‬ ‫ﺩ ﹰﺓ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﺍ‬‫ﻤ ﹰﺔ ﻭ‬ ‫ ُﺃ‬‫ﻌ ﹶﻠ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﺠ‬  ‫ﻪ ﹶﻝ‬ ‫ ﺸﹶﺎﺀ ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻭ ﹶﻝﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺎﺠ‬‫ﻤﻨﹾﻬ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ﻴﻌ‬‫ﺠﻤ‬  ‫ﻌ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﺠ‬ ‫ ﹺ‬‫ﻤﺭ‬ ‫ﺕ ِﺇﻝﹶﻰ ﺍﷲ‬  ‫ﺍ‬‫ﺭ‬‫ﺨﻴ‬ ‫ ﹶﺘ ﹺﺒﻘﹸﻭﺍ ﺍﻝ ﹶ‬‫ﺎ ﺁﺘﹶﺎﻜﹸﻡ ﻓﹶﺎﺴ‬‫ﻲ ﻤ‬‫ﻓ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻠﻔﹸﻭ‬ ‫ﻪ ﹶﺘﺨﹾ ﹶﺘ‬ ‫ﻴ‬‫ ﻓ‬‫ﺎ ﻜﹸﻨ ﹸﺘﻡ‬‫ﺒ ُﺌﻜﹸﻡ ﹺﺒﻤ‬ ‫ﻴ ﹶﻨ‬ ‫ﹶﻓ‬ köklüdeğişim

39

ekim 2009


kanaat önderlerine… Rabbimiz Asr suresinde “Asra and olsun ki. Đnsan mutlak hüsrandadır. Ancak iman edenler, iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı öğütleyenler bunun dışındadır.” buyuruyor.

kışlar yaparak yeni bir parti kuracağını söyledi! Böyle bir karmaşada ümmetin kanaat önderlerine ve cemaatlere düşen demokrasinin dışında bir yönetimin (Hilafetin) var olduğunu haykırmaktır. Kapitalizme karşı Đslam, demokrasiye karşı Hilafet ümmetin öncülerinin konuşması gereken yegâne ortak paydadır. “elhamdulillah Müslüman’ım “ diyenlerin bu hakkı tavsiyeleri vaciptir.

Şöyle derin bir anlayışla düşünürsek ve incelersek gerekli olanın demokrasiye karşı Hilafetin seslenilmesinin gerekli olduğu sonucuna ulaşırız. Çünkü kapitalist sistemin yönetim şekli olan demokrasi dünya kamuoyunda hızlı bir düşüşe geçmiştir. Para üzerine kurulu bir sistemin sonunun yine para ile (küresel kriz) ile sona doğru gitmesi hamd’e değerdir doğrusu. Türkiye’de demokrasiye olan güven ekonomik krizin yanında, anayasa-hükümet, MGK-hükümet, CHP-AKP+ yolsuzluk aralarında gözler önünde yaşanan çatışma ve çekişme ile daha da çok yitirilmiştir. Ve 80 yaşın üzeri liderlerin siyasete geri dönmesi, yeni partiler ve yeni liderlerin kamuoyuna çıkması ile bu güven yeniden kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bu bilinmezlik o kadar ilerlemiştir ki herkes kendince çözüm sunar ve fırsatını yakalamışken fikrini açıklar olmuştur. 05.07.2009 tarihli NTV de ünlü komedyen Okan’ın sunduğu senin hikâyen ne? Programında tema vakfı kurucularından Hayrettin KARACA yenidünya için yeşile dayalı ideallerini anlatmakla kalmadı, sert çı-

köklüdeğişim

Şayet bunu yapacak GÜCE ve BĐLGĐYE sahip değillerse! Bunu yapan bu nidayı haykıranlara NUSRET vermeleri (yardım etmeleri) gerekmektedir. Bu bir sorumluluktur. Rabbimiz dünyada demokrasinin bitmeye yüz tuttuğunu kriz ile gösterdi şimdi sıra bizde (kanaat önderlerinde) aksi takdirde; ‫ﻥ‬‫ﺎ ﺃُﻨ ﹺﺯ َل ﻤ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﻙ‬  ‫ﺎ ﺃُﻨ ﹺﺯ َل ِﺇ ﹶﻝﻴ‬‫ﻤﻨﹸﻭﺍﹾ ﹺﺒﻤ‬ ‫ ﺁ‬‫ﻬﻡ‬ ‫ﻥ َﺃ ﱠﻨ‬  ‫ﻭ‬‫ﻋﻤ‬  ‫ﻴﺯ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﺭ ِﺇﻝﹶﻰ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ ﹶﺘ‬‫َﺃ ﹶﻝﻡ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻭﺍﹾ ﹺﺒ‬‫ﻴﻜﹾ ﹸﻔﺭ‬ ‫ﻭﺍﹾ ﺃَﻥ‬‫ﻤﺭ‬ ‫ ُﺃ‬‫ﻭ ﹶﻗﺩ‬ ‫ﺕ‬  ‫ﻭﺍﹾ ِﺇﻝﹶﻰ ﺍﻝﻁﱠﺎﻏﹸﻭ‬‫ﺎ ﹶﻜﻤ‬‫ﻴ ﹶﺘﺤ‬ ‫ﻥ ﺃَﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﻴﺭﹺﻴﺩ‬ ‫ﻙ‬  ‫ﻠ‬ ‫ﹶﻗﺒ‬ ‫ﺍ‬‫ﻴﺩ‬‫ﺒﻌ‬ ‫ﻼ ﹰﻻ‬ ‫ﻀﹶ‬  ‫ﻬﻡ‬ ‫ﻀﱠﻠ‬  ‫ﻴ‬ ‫ﻥ ﺃَﻥ‬  ‫ﻁﹶﺎ‬‫ﺸﻴ‬ ‫ﺩ ﺍﻝ ﱠ‬ ‫ﻴﺭﹺﻴ‬ ‫ﻭ‬

“Gerek sana ve gerekse senden öncekilere indirilen kitaplara inandıklarını ileri sürenleri görmüyor musun? Bunlar karşı çıkmakla, tanımamakla emredildikleri Tağut’un hakemliğine başvurmak istiyorlar. Şeytan onları koyu bir sapıklığa düşürmek istiyor” (Nisa 60) ayeti ile muhatap oluruz. Yardım eden ve yardım edilenlerden olmak duası ile…

40

ekim 2009


Zahide Keskin

Sesleniş

bilgi@kokludegisim.net

Hesap Vakti Gelip Çatmıştır. ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﻤﻬ‬ ‫ﻴﻌ‬ ‫ﻨ ﹺﻬﻡ‬ ‫ﺎ‬‫ﻁﻐﹾﻴ‬ ‫ﻲ ﹸ‬‫ ﻓ‬‫ﻫﻡ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺉ ﹺﺒ ﹺﻬﻡ‬ ُ ‫ ﹺﺯ‬‫ ﹶﺘﻬ‬‫ﻴﺴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺍﻝﹼﻠ‬

”Allahın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah`i aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah`tan başka dostlar da bulunmaz. Đste onlar epecik bir sapıklık içindedirler.” (Ahkâf 32)

”Gerçekte Allah onlarla istihza (alay eder)de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.” (Bakara 15)

Sizleri de dışarıda cezalandırmaya çalışmaktadırlar. Adeta şöyle demektedirler ”Her kim ki Hizb-ut Tahrir´e sempati duyarsa, onunla çalışırsa, çağrısına icabet ederse, fikirlerini benimserse, akıbeti ayni olur. Görün, duyun ibret alın. Bizden korkun, cuntamıza uymayanları böyle çaresizliğimizi sergileyerek de olsa, cezalandırırız. Ne Allah`tan korkarız, nede kuldan hayâ ederiz.” Ancak hakikat Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kavli üzeredir;

Tutuklanıp hapse atılan, Allahın hak davasını yüklenip, sadakatle çalışan, samimiyetle, Rabbimizden gelecek zaferi bekleyen, çoluğunu çocuğunu Allaha emanet eden, vaadinden dönmeyen tüm Hizb-ut-Tahrirli gençlerin analarına, babalarına, bacılarına, kardeşlerine, hanımlarına, yetişmekte olan evlatlarına, yakınlarına, kolu-komşularına ve yolda ilerleyen her Müslüman’a bir sesleniş:

‫ﻫﻡ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻀ‬  ‫ﻴ‬ ‫ﻕ ﹶﻻ‬ ‫ﺤﱢ‬  ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻫﺭﹺﻴ‬ ‫ﻲ ﻅﹶﺎ‬‫ﻤﺘ‬ ‫ ُﺃ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﺍ ُل ﻁﹶﺎ ِﺌ ﹶﻔﺔﹲ‬‫ﹶﻻ ﹶﺘﺯ‬ ‫ﻙ‬  ‫ ﹶﻜ ﹶﺫ ِﻝ‬‫ﻫﻡ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﷲ‬ ِ ‫ﺭ ﺍ‬ ‫ﻲ َﺃﻤ‬‫ﻴﺄْﺘ‬ ‫ﺤﺘﱠﻰ‬  ‫ﻬﻡ‬ ‫ﺨ ﹶﺫ ﹶﻝ‬ ‫ ﹶ‬‫ﻤﻥ‬

Hesap vakti gelip çatmıştır. Duyulanlara, yapılanlara, söylenenlere ve yapılmayan her şeye tavır alma vakti gelmiştir. Her nefis şapkasını önüne koyup düşünmeye ve ardından eyleme geçmeye davet edile! Zaman aleyhte, amel lehtedir!

“Ümmetimden hak üzere zahir olan bir taife daima var olacaktır. Kendilerini yardımsız bırakanlar onlara hiçbir zarar veremeyecektir. Ta ki onlar bu haldeyken Allah’ın emri gelinceye kadar.” (Süneni Đbn-i Mace)

Türkiye Cumhuriyeti bu son tutuklamalarla çaresizliğini ve çöküşünü ilan etmiştir. Hükümet başa geçtiğinden beri şahsi didişmeleri, taklit ettiği küfür kanun/konseptleri ve batı hizmetkârlığını yapa geldiği için bitap düşmüştür. Karın üstü yere düşmeleri an meselesidir. Hizb-ut-Tahrir onu yıldırmaya usandırmaya başlamıştır. Zira fikrin bittiği, tükendiği yerde çaresizlikten kaba kuvvet baş gösterir. Cunta, baskı, işkence, konuşan dilleri kesmek ve iftira bunun göstergelerindendir. Bu nedenle de Hizb-ut-Tahrir gençleri yargıca ”Islah edilemeyenler” kategorisinde yer almaktadır. Koskoca devlet ne bu gençlerle, nede bu gençlerin taşıdığı fikirlerle bas edebilmektedir! Zaten:

Yaptıkları eylemler ve yapmaları gerekirken, fakat yapmadıkları da ortadadır. Hilafetin gümbür gümbür ayak sesleri, kapıları zorlayışı ortadadır.

‫ﺕ‬  ‫ﺎ‬‫ﺎ ِﻝﺤ‬‫ﻤﻠﹸﻭﺍ ﺍﻝﺼ‬ ‫ﻋ‬  ‫ﻭ‬ ‫ﻨ ﹸﻜﻡ‬‫ﻤﻨﹸﻭﺍ ﻤ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﻪ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﺩ ﺍﻝﱠﻠ‬ ‫ﻋ‬  ‫ﻭ‬ ‫ﻠ ﹺﻬﻡ‬ ‫ﻥ ﹶﻗﺒ‬‫ﻥ ﻤ‬  ‫ﻴ‬‫ﻑ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ ﹶﺘﺨﹾ ﹶﻠ ﹶ‬‫ﺎ ﺍﺴ‬‫ﺽ ﹶﻜﻤ‬ ‫ ﹺ‬‫ﻲ ﺍﻝﹾ َﺄﺭ‬‫ﻡ ﻓ‬‫ﻠ ﹶﻔ ﱠﻨﻬ‬ ‫ ﹶﺘﺨﹾ‬‫ﻴﺴ‬ ‫ﹶﻝ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺒﻌ‬ ‫ﻥ‬‫ﻡ ﻤ‬‫ﺩ ﹶﻝ ﱠﻨﻬ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻭ ﹶﻝ‬ ‫ﻬﻡ‬ ‫ﻰ ﹶﻝ‬‫ ﹶﺘﻀ‬‫ﻱ ﺍﺭ‬‫ﻡ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻴ ﹶﻨ‬‫ ﺩ‬‫ﻬﻡ‬ ‫ﻥ ﹶﻝ‬  ‫ﻤ ﱢﻜ ﹶﻨ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻭ ﹶﻝ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺒﻌ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻥ ﹶﻜ ﹶﻔ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﺌًﺎ‬‫ﺸﻴ‬ ‫ﻥ ﺒﹺﻲ ﹶ‬  ‫ﻴﺸﹾ ﹺﺭﻜﹸﻭ‬ ‫ﻲ ﻝﹶﺎ‬‫ﻭ ﹶﻨﻨ‬‫ﺒﺩ‬ ‫ﻴﻌ‬ ‫ﻨﹰﺎ‬‫ َﺃﻤ‬‫ﻓ ﹺﻬﻡ‬ ‫ﺨﻭ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﺴﻘﹸﻭ‬  ‫ﻡ ﺍﻝﹾﻔﹶﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻙ‬  ‫ ﹶﻝ ِﺌ‬‫ﻙ ﹶﻓُﺄﻭ‬  ‫ﹶﺫ ِﻝ‬ “Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için razı olduğu dinlerini (Đslam’ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, korkularını güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız Bana kulluk eder-

‫ﺽ‬ ‫ ﹺ‬‫ﻲ ﺍﻝﹾ َﺄﺭ‬‫ﺠ ﹴﺯ ﻓ‬ ‫ ﹺ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺱ ﹺﺒ‬  ‫ﻪ ﹶﻓ ﹶﻠﻴ‬ ‫ﻲ ﺍﻝﱠﻠ‬ ‫ﻋ‬  ‫ﺍ‬‫ ﺩ‬‫ﺠﺏ‬ ‫ﻴ ﹺ‬ ‫ﻥ ﻝﱠﺎ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﻥ‬ ‫ﻤﺒﹺﻴ ﹴ‬ ‫ﻀﻠﹶﺎ ٍل‬  ‫ﻲ‬‫ﻙ ﻓ‬  ‫ ﹶﻝ ِﺌ‬‫ﺎﺀ ُﺃﻭ‬‫ﻪ ﺃَﻭ ِﻝﻴ‬ ‫ﻨ‬ ‫ﻭ‬‫ﻥ ﺩ‬‫ﻪ ﻤ‬ ‫ﺱ ﹶﻝ‬  ‫ﻭ ﹶﻝﻴ‬ köklüdeğişim

41

ekim 2009


hesap vakti gelip çatmıştır… ler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra her kim küfrederse, işte asıl fasık onlardır.” (Nur 55)

hissettirir. Öyle bir akide ki içinde insana dair bütün korkuları, korku duyulamaya hakkıyla layık olan mercie, Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya yöneltmiş, insanin yükünü adeta hafifletmiştir. Đman edilmesi gereken konulardan olan rızık endişesini Rabbimiz Subhanehu ve Teâlâ rızkın sahibi olarak, kullarına mutlak ulaştırıcı olduğunu belirtmiş, ölüm korkusunu ise O’na iman edenlerin kavuşacağının fikriyle müjdelemiş ve özellikle sevdiklerinden bela ve musibeti eksik etmeyeceğini, genel olarak da her Müslüman’ı sınayacağını kılavuz olan Yüce Kitapta belirtmiştir. Bunlarla birlikte Rabbimiz Subhanehu ve Teâlâ vakar ve şerefle O’nun emir ve buyrukları ile dünya yolunda ilerlerken, şu ayet üzere olması gerektiğini de ifadelendirmiştir:

Zalimler ve Allahtan korkusu olmayan veya pek az olanlarda bunun farkındadırlar. Bu nedenle pusulaları iyice şaşırmıştır da, yönlerini belirlemekte zorluk çekmektedirler. Dillerinde Allah kelamı varken, amelleri bozuk ve cürüm içindedirler. Ümmeti yalanlarla oyalayıp, oyları topladılar ve yine batıl ve yalanlarına, batının kanun ve nizamını taklide devam ede geliyorlar. Bunların zulmüne cumhuriyet tarihinde kimseler ulaşamamıştır. Zira bunlar iman kisvesi altında sizleri oyaladılar. Bunlar Allah`u Teâlâ’nın haramlarını bile bile helal, helallerini ise harama hali hazırda çevirmekle meşguldürler. Batının ”hürriyetlerini” bol keseden dağıtmayı görev bilen bu hükümet, “fikir hürriyeti” narasını kendileri gibi düşünmeyip, ”Allah’u Teâlâ’nın indirdikleri ile hükmedilmeli” diyen samimi Müslümanları cuntalarıyla, güç gösterisiyle hapse atanlardır.

‫ﻥ‬ ‫ﻤ ﹺ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺓ َﺃ ﹶﻨﺎﹾ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬‫ﺒﺼ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ‬  ‫ﻪ‬ ‫ﻭ ِﺇﻝﹶﻰ ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻋ‬‫ﻲ َﺃﺩ‬‫ﺴﺒﹺﻴﻠ‬  ‫ﻩ‬ ‫ﺫ‬ ‫ﻫ‬ ْ‫ﹸﻗل‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﻤﺸﹾ ﹺﺭﻜ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺎ َﺃ ﹶﻨﺎﹾ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﺎ‬‫ﺤ‬‫ﺴﺒ‬  ‫ﻭ‬ ‫ﻲ‬‫ﻌﻨ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺍ ﱠﺘ‬ “De ki: Đşte bu Benim yolumdur. Ben Allah`a çağırıyorum, Ben ve Bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı ortaklardan tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf 108)

Hani fikir hürriyeti? Bunların döneminde zina serbest bırakılmış, yasa yoluyla legalleştirilmiştir. Bunların döneminde bu ümmetin kız evlatları başörtüsü zulmüne son verilecek umuduyla AKP ye oy vermiş ancak, aldatılmıştır. Bunların… bunların… Liste uzar giderde, midenize bir yumruk yemiş misali kalakalırsınız.

Kendisinin dinini yüceltmek için çalışmayı emretmiş, bu yolda çabalarken başa gelecek olan bela ve musibetlere karşı sabretmeyi, her şeye rağmen sebat ile ilerlemeyi bildirmiş, bütün bunların karşılığında ise Firdevs’i ala cennetini vaad etmiştir. Gençler yılmadan, bıkmadan bütün bunların bilincinde hareket ettikleri için, her bela ile karsılaştıklarında bir öncekinden daha fazla azim ve coşku ile çalışmaktadırlar.

‫ َﺃﻝِﻴﻡ‬‫ﻋﺫﹶﺍﺏ‬  ‫ﻡ‬‫ﻭ ﹶﻝﻬ‬ ‫ﻀ ﹰﺎ‬‫ﻤﺭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺍ‬‫ ﹶﻓﺯ‬‫ﺭﺽ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻲ ﹸﻗﻠﹸﻭ ﹺﺒﻬﹺﻡ‬‫ﻓ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﺫﺒ‬ ‫ﻴﻜﹾ‬ ‫ﺎ ﻜﹶﺎﻨﹸﻭﺍ‬‫ﹺﺒﻤ‬ ”Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır” (Bakara 10)

Tarihte, Mekke döneminde yaşananlar daha da azgınlığı ile bugünün versiyonu ile devam etmektedir. O dönemde müşrikler Allah’ın (Subhanehu ve Teâlâ) nurunu söndürme uğruna iman edip, dini hâkim kılmak için çalışanlara nasıl zulüm ve işkence uyguluyorlardıysa, bugünün müşrikleri, kâfirleri, zalimleri de dünyanın her tarafında Hizb-ut Tahrir`in gençlerini susturmaya yıldırmaya

Sizlere gelince; Ellerinizde olan en güçlü silahı kullanma zamanı gelmiştir. O silah öyle bir şeydir ki ne zalimin zulmü, ne de cahilin cürümü onunla baş edebilir. O silah Müslüman’a namlunun ucunda cenneti, parmaklarının ucunda ona götüren salih ameli, kabzasında ise akidesini köklüdeğişim

42

ekim 2009


hesap vakti gelip çatmıştır… çalışmaktadırlar. Đnsan fıtratı buya değişmediğinden Firavunlar, Ebu Cehiller ve Velid bin Mugireler sadece suret değiştirip, olabildiğince daha da azılı bir şekilde dine ve onun mensuplarına saldırma acziyetini göstermeye devam etmektedirler.

Kadın olsun erkek olsun, genç veya yaşlı olsun herkes akidesinin icabına bakmalı, ümmetçe bu küfür sistemine yeter demeli, Allah’ın (Subhanehu ve Teâlâ) indirdikleriyle hükmedilmek üzere Đslam devletini kurmak için çalışmalı ve tağutu tepe üstü düşürmeli.

‫ﺠ ُل‬ ‫ ﹺ‬‫ ﹶﺘﻌ‬‫ﻴﺴ‬ ‫ﺎﺫﹶﺍ‬‫ﺍ ﻤ‬‫ﺎﺭ‬‫ ﹶﻨﻬ‬‫ﺎﺘﹰﺎ َﺃﻭ‬‫ﺒﻴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻋﺫﹶﺍ‬  ‫ َﺃﺘﹶﺎ ﹸﻜﻡ‬‫ ِﺇﻥ‬‫ ﹸﺘﻡ‬‫ﺭَﺃﻴ‬ ‫ﹸﻗلْ َﺃ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ ﹺﺭﻤ‬‫ﻤﺠ‬ ‫ﻪ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻤﻨﹾ‬

‫ﻫﻕﹲ‬ ‫ﺍ‬‫ﻭ ﺯ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻪ ﹶﻓ ِﺈﺫﹶﺍ‬ ‫ﻤ ﹸﻐ‬ ‫ﻴﺩ‬ ‫ﻁ ِل ﹶﻓ‬  ‫ﺒﺎ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻕ‬ ‫ﺤ ﱢ‬  ‫ﻑ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬ ‫ﺫ ﹸ‬ ‫ﺒلْ ﹶﻨﻘﹾ‬ ”Bilakis biz, hakkı batılın tepesine bindiririz de o,batılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, batıl yok olup gitmiştir.” (Enbiya 18)

”De ki: Ne dersiniz? Allah’ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelse ne yaparsınız? Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyor?” (Yunus 50)

Hep beraberce onların sonlarının geldiği günü iple çeker ve beklerken diğer yandan Allah’u Teâlâ’nın vaadi olan, ĐnşaAllah pek yakında kurulacak olan Hilafetin bu aşamasında çalışanlardan olma şerefine sizlerin de nail olması söz konusu. Zira mutlak zaferin müjdesi bütün Müslümanlara söyle verilmiştir:

Hizb-ut Tahrir`in gayesi, çalışma metodu, arşivlenmiş onlarca yıllık siyasi beyanları ve analizleri, gençlerinin gücü ve azmi, onları takip edenlerce açık ve ortadadır. Dolayısıyla bütçe hesapları açık çıkanlar ortadadır. Bu ümmetin hafızası geniştir, güçlüdür. Yapılanlar, yaşatılanlar unutulmayacak ve bir gün muhakkak hesabi sorulacaktır. Şu anda yapılması icap edenler ise bellidir.

köklüdeğişim

‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﻤﻨ‬ ْ‫ﻤﺅ‬ ‫ﻥ ﺇِﻥ ﻜﹸﻨﺘﹸﻡ‬  ‫ ﹶﻠﻭ‬‫ﻡ ﺍ َﻷﻋ‬ ‫ﻭﺃَﻨ ﹸﺘ‬ ‫ﺯﻨﹸﻭﺍ‬ ‫ﻭ ﹶﻻ ﹶﺘﺤ‬ ‫ﻭ ﹶﻻ ﹶﺘ ﹺﻬﻨﹸﻭﺍ‬ ”Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer iman ettiyseniz, üstün gelecek olan sizsiniz”. (Ali Đmran 139)

43

ekim 2009


SesleniĹ&#x;

TĂťba Sivren

bilgi@kokludegisim.net

BugĂźnĂźn KadÄąnlarÄąna. DĂźnden BugĂźne AydÄąn KadÄąn. Toplumun dinamiklerinden biridir kadÄąn,

ilmi doÄ&#x;ru kaynaklardan ĂśÄ&#x;renmeliyiz. Çßn-

en Ăśnemli gĂśrevi de bataklÄąkta (kapitalizmin

kĂź rabbimiz Ĺ&#x;Ăśyle buyurmaktadÄąr;

demokrasisi altÄąnda) gĂźl kalmak ve gĂźl yetiĹ&#x;-

Ů? Ů? ‍ن‏ ŮŽ Ů? Ů? ‍ن Ů? Ů’ Ů? Ů’ ا Ů’ Ů? Ů’ Ů? Ů? ا ا‏ ŮŽ Ů? Ů? Ů’ Ů? Ů’ ‍ن ŮˆŮŽا‏ ŮŽ Ů? Ů? Ů’ Ů? !ŮŽ Ů? ‍ل‏ ŮŽ #Ů? $Ů?‍أ‏

tirmek zorunda oluĹ&#x;udur. Bu zorunluluÄ&#x;u

& ŮŽ ŮŽ ‍ل ŮŽŮˆ ŮŽ! Ů?ؼ‏ ŮŽ #Ů? $Ů?‍& Ů? أ‏ ŮŽ Ů?(Ů’ )ŮŽ ŮŽ Ů? Ů?* Ů? Ů’ ‍ ŮŽŘŠ ŮˆŮŽا‏, ŮŽ ‍ن ا‏ ŮŽ Ů?.Ů’ Ů? Ů’ ‍آَ! ŮŽŘŠ ŮˆŮŽا‏# ‍ا‏

yerine getirirken yine yanÄąnda en bĂźyĂźk yar-

‍ن‏ ŮŽ Ů? Ů? Ů’ Ů? Ů’ ‍ ŮˆŮŽا‏0Ů? Ů‘ !Ů? ‍ Ů? ŮˆŮŽا Ů’ ŮŽ Ů’ Ů?م‏3 Ů? 4‍& ا‏ ŮŽ 5Ů? َْ‍Ů? Ů? Ů’ Ů?ŘŁŮˆâ€Ź.Ů’ Ů? ŮŽ ‍ Ů‹ا‏7 Ů’ ‍Ů? Ů‹ َأ‏89 َ‍ا‏

dÄąmcÄą olarak Ä?slam’Ĺ ve Ä?slam’Ĺn konuyla ilgili “Fakat onlardan ilimde derinleĹ&#x;miĹ&#x; olan-

hitabÄąnÄą bulacaktÄąr.

lara, sana indirilen Kitap'a ve senden Ăśnce Ä?slam, kiĹ&#x;inin kendisi ile kiĹ&#x;inin Allah ile

indirilen Kitap'a inanan mĂźminlere, namaz

kiĹ&#x;inin insanlar ile iliĹ&#x;kisini dĂźzenlemektedir.

kĹlanlara, zekât verenlere, Allah'a ve Ahiret

KiĹ&#x;i kendisinde bu ĂślçßyĂź oluĹ&#x;tururken sa-

gĂźnĂźne inananlara, elbette bĂźyĂźk ecir vere-

habeden yararlanabilir. KadÄąn olarak bizlerde

ceÄ&#x;iz.â€? (Nisa 162)

RasulĂźn hanÄąmlarÄąnÄą Ăśrnek alabiliriz. Ä?Ĺ&#x;te Ve Hatice Validemiz; Hatice validemiz ise

bunlardan biri olan AiĹ&#x;e validemiz;

sosyal yĂśnĂźnĂźn yanÄąnda eĹ&#x;ini tam bir destek

AiĹ&#x;e validemiz Rasulullah’Ĺn yanÄąnda ye-

ile

tiĹ&#x;miĹ&#x; ve kendisini ilmen ilerletmiĹ&#x;tir. BazÄą

destekleyerek

(Ăśyle

ki

ĂśldĂźÄ&#x;Ăźnde

Rasulullah Aleyhi’s Selam onun olmadÄąÄ&#x;Äą yÄą-

âlimler onunla ilgili olarak Ĺ&#x;unlarÄą dile getir-

la hĂźzĂźn yÄąlÄą diyor) mĂźjdelenen bir hanÄąm,

miĹ&#x;tir; EbĂť Musa el-Es'ârĂŽ: "Bizler, mĂźĹ&#x;kĂźl bir

Hatice

mesele ile karsÄąlaĹ&#x;tÄąÄ&#x;ÄąmÄązda gider Hz. Ă‚iĹ&#x;e’ye

validemiz

Rasulullah

(Sallallahu

Aleyhi ve Sellem)‘e NebiliÄ&#x;inden evvel son

sorardÄąk."

derece saygÄą gĂśsterip onu mutlu ettiÄ&#x;i gibi,

AbdurRahman b. Avf'Äąn oÄ&#x;lu EbĂť Seleme;

NebiliÄ&#x;i dĂś-neminde de, O’na ilk inanan,

“Rasulullah’Ĺn SĂźnnetini Ă‚iĹ&#x;e’den (r.a) daha

onunla beraber namaz kÄąlÄąp ona ilk cemaat

iyi bilen; dinde derinleĹ&#x;miĹ&#x;, Ayet-i Keri-

olan kiĹ&#x;i vasfÄąnÄą kazandÄą. Daima Muhammed

me’lere bu derece vâkÄąf ve sebebi nĂźzulleri

Aleyhi’s Selama destek oldu, O’na moral

bilen, ferâiz ilminde mahir bir kimseyi gÜr-

verdi, son derece gĂźzel davranÄąĹ&#x; ve sĂśzleri ile

medim."

O’nun baĹ&#x;arÄąlarÄąna katkÄąda bulunmaya çalÄąĹ&#x;mÄąĹ&#x;tÄą. Buradan biz kadÄąnlar ilmi anlamda

Ä?mam ZĂźhrĂŽ; "EÄ&#x;er zamanÄąnÄąn bĂźtĂźn âlim-

yapamadÄąklarÄąmÄąz varsa yapacaÄ&#x;ÄąmÄązÄąn ne

lerinin ve Rasulullah’Ĺn diÄ&#x;er zevcelerinin

olduÄ&#x;unu anlayabiliriz. Konuyla ilgili Rab-

ilmi bir araya toplansa, Ă‚iĹ&#x;e’nin (r.a.) ilmi yi-

bimiz Ĺ&#x;Ăśyle buyurmaktadÄąr;

ne daha aÄ&#x;Äąr basardÄą"

!ŮŽ !ŮŽ : ‍ َأ‏ ŮŽ ;Ů? ‍ ا ŮŽ< ŮŽ Ů? ا ا‏$ Ů?‍َ! ŮŽŘą آ‏-$َ‍ أ‏0Ů? ‍ل ŮŽآ ŮŽ! ا‏ ŮŽ !ŮŽ) >ŮŽ Ů?9 Ů? Ů’ ‍َ Ů’ ŮŽ ŮŽ ا‏

AiĹ&#x;e validemizi Ăśrnek almalÄą ve kendimizi

ŮŽ ? ‍@ ŮŽا Ů?ع‏ ŮŽ Ů’ Ů? Ů’ ŮŽ ‍َ!ŘąŮ?ي‏-$َ‍ Ů?ŘĽ ŮŽ> أ‏0Ů? ‍ل ا‏ ŮŽ !ŮŽ) ‍ن‏ ŮŽ : ‍@ ŮŽا Ů?ع‏ ŮŽ Ů’ ‍ ا‏ Ů?@ Ů’ $ŮŽ ‍َ! Ů?ع‏-$َ‍ أ‏0Ů? ‍ا‏

geliĹ&#x;tirmeliyiz. Ä?slam’Ĺn Ăźzerimize yĂźklediÄ&#x;i kĂśklĂźdeÄ&#x;iĹ&#x;im

44

ekim 2009


bugĂźnĂźn kadÄąnlarÄąna‌ BŮŽ ŮŽ CŮŽ ŮŽ EŮŒ FŮŽ GŮ? ! H ? Ů? ŮŽ I ŮŽ Ů?G‍ ŮŽا‏ Ů’ ‍ ŮŽŘŞ Ů?ؼ‏FŮŽ ‍ ŮŽŮˆ ŮŽآ‏EŮŒ FŮŽ GŮ? ! H !ŮŽ$Ů’K LŮŽ ŮŽ ŮŽ ;Ů? ‍َ< ŮŽ Ů? ا ا‏

Ona karĹ&#x;Äą edep ve terbiyesinde hiç kusur et-

>ŮŽ 9 ŮŽ Ů’ ‍ ?Ůˆ Ů?ه‏KŮ? 9 ŮŽ LŮŽ ŮŽ ‍ ŮŽ(@Ů? ا‏N Ů’ Ů? ‍َ! Ů?ه‏O

mez, emirlerini titizlikle yerine getirirdi. Her yerde O’nunla beraber olmayĹ ve O’na hiz-

“Ey iman edenler! Allah'Äąn yardÄąmcÄąlarÄą

metle Ĺ&#x;ereflenmeyi canla baĹ&#x;la isterdi.

olun. Nitekim Meryem oÄ&#x;lu Ä?sa havarilere: Allah'a (giden yolda) benim yardÄąmcÄąlarÄąm

Yine Zeynep binti Cahs (r.anhâ) valide-

kimdir? demiĹ&#x;ti. Havariler de: Allah (yolu-

miz; En bâriz vasÄąflarÄąndan biri cĂśmertliÄ&#x;i idi.

nun) yardÄąmcÄąlarÄą biziz, demiĹ&#x;lerdi. Ä?srail

O, dĂźnya malÄąna Ăśnem vermezdi. Kendi el

oÄ&#x;ullarÄąndan bir zĂźmre inanmÄąĹ&#x;, bir zĂźmre

emeÄ&#x;i ile geçinirdi. DikiĹ&#x; ve el isi yapardÄą.

de inkâr etmiĹ&#x;ti. Nihayet biz inananlarÄą

Deri tabaklar onlarÄą diker ve deri eĹ&#x;yalar Ăźre-

dĂźĹ&#x;manlarÄąna karĹ&#x;Äą destekledik. BĂśylece Ăźs-

tip satardÄą. Elde ettiÄ&#x;i kazancÄą Allah yolunda

tßn geldiler.� (Saf 14)

fakir ve yoksullara daÄ&#x;ÄątÄąrdÄą. Ă–mrĂź boyunca

ŮŽ ;Ů? ‍Ů? ا ا‏7 Ů? 3 Ů’ ‍ Ů’ Ů? Ů?ŘŻ ŮŽ! Ů?Řą Ů?ه Ů’ Ů? Ů?أ‏QŮŽ Ů? S R ŮŽ ! ‍ ŮŽ! ŮŽ*Ů? Ů? ا أَن Ů?ؼ‏: ‍ َع‏0Ů? ‍ا‏

sahavet Ăźzere yasadÄą. Ä?nfak etmek onun için

!ŮŽ Ů’ َ‍ ŮŽŮˆâ€ŹTŮ? Ů’ ‍ َد‏0Ů? ‍س ا‏ ŮŽ ! ‍ Ů? ا‏V ŮŽ Ů’ ŮŽ X Ů? Ů’ (ŮŽ Ů? Ů’B ŮŽ K? Ů? TŮ? Ů? ‍ ŮŽا‏N ŮŽ ŮŒT ŮŽ Ů? â€ŤŮŽŮˆâ€Ź

bĂźyĂźk bir zevkti. Ă‚iĹ&#x;e (r.anha) onun cĂśmert-

ŮŒâ€ŤŮŽ ŮŽات‏N ŮŽ ‍ ŮŽŮˆâ€ŹKŮ? 7 Ů? !ŮŽ ŮŽ ‍ Ů? Ů? ŮŽ! Ů?;Ů’ ŮŽآ Ů? ŮŽŮˆâ€Ź Ů’ ‍ ا‏0Ů? ‍Ů? Ů‹ا ا‏Y‍ن ŮŽآ‏ ŮŽ Ů? ŮŽ َ‍ ŮŽŮˆâ€Ź0Ů? ‍ ŮŽ ا‏

liÄ&#x;i hakkÄąnda sĂśyle der;

ZŮ? Ů? Ů? ŮŽ ‍ن‏ ‍ Ů?ؼ‏0ŮŽ ‍ي ا‏ [ Ů? *ŮŽ ŮŽ ŮŒ# #Ů? 9 ŮŽ

"Ben, dini yaĹ&#x;ama konusunda Zeynep’ten daha hayÄąrlÄą, ondan daha çok Allah’tan kor-

“Onlar, baĹ&#x;ka deÄ&#x;il, sÄąrf "Rabbimiz Al-

kan, ondan daha doÄ&#x;ru sĂśzlĂź, akraba hakkini

lah'tĹr" dedikleri için haksĹz yere yurtlarĹn-

ondan daha çok gĂśzeten, Allah’Ĺn rÄązasÄąnÄą ka-

dan çĹkarÄąlmÄąĹ&#x; kimselerdir. EÄ&#x;er Allah, bir

zanabilmek için fakirlere ondan daha çok sa-

kÄąsÄąm insanlarÄą (kĂśtĂźlĂźklerini) diÄ&#x;er bir

daka veren bir kadĹn gÜrmedim.� Bu iki Ür-

kÄąsmÄą ile defedip Ăśnlemeseydi, mutlak su-

nekten de Ĺ&#x;unu anlayabiliriz maddi gĂźcĂź

rette, içlerinde Allah'Ĺn ismi bol bol anĹlan

olan yada el emeÄ&#x;i ile para kazanabilecek

manastÄąrlar, kiliseler, havralar ve mescidler

olan bayanlarÄąn emeklerini ve paralarÄąnÄą Ä?s-

yÄąkÄąlÄąr giderdi. Allah, kendisine (kendi di-

lam ve Ä?slami dava uÄ&#x;runa kullanmasĹ‌

nine) yardÄąm edenlere muhakkak surette

ÇßnkĂź Rabbimiz Ĺ&#x;Ăśyle buyurmaktadÄąr;

yardÄąm eder. Hiç Ĺ&#x;Ăźphesiz Allah, gßçlĂźdĂźr,

ŮŽ ;Ů? ‍ن ا‏ ŮŽ Ů?*FŮ? Ů? Ů? َ‍ ŮŽŘŁ Ů’ ŮŽا‏I Ů? Ů’ !Ů? ‍ \ا ŮˆŮŽا ŮŽ! Ů?ع‏ Ů? EŮ‹ ŮŽ $Ů? , ŮŽ9 ŮŽ ‍ Ů? Ů?ه Ů’ ŮŽ ŮŽ Ů? Ů’ ŮŽŮˆâ€Ź7 Ů’ ‍َأ‏

galiptir.� (Hac 40)

KŮŽ Ů?9 Ů’ Ů? ? ‍] َع‏ ŮŽ ‍ Ů’Ů ŮŒ ŮŽŮˆâ€Ź3 ŮŽ Ů’ Ů? Ů’ ŮŽ9 ŮŽ ] ŮŽ ‍ن Ů?ه Ů’ ŮŽŮˆâ€Ź ŮŽ Ů?$#ŮŽ @ Ů’ŮŽ

Ve yine baĹ&#x;ka baĹ&#x;ka yĂśnleriyle Sevde va-

“MallarÄąnÄą gece gĂźndĂźz, gizli ve açĹk Al-

lidemiz Ĺ&#x;Ăśyle ki;

lah yolunda verenlerin ĂśdĂźlĂź Rableri ya-

Sevde validemiz alçakgĂśnĂźllĂźlĂźÄ&#x;Ăź, eli

nÄąndadÄąr. Onlara korku yoktur ve onlar

açĹklÄąÄ&#x;Äą, bol sadaka daÄ&#x;ÄątmasÄąyla tanÄąnÄąrdÄą.

ßzßlmeyeceklerdir.� (el-Bakara 274)

Kendisine gelen bßtßn hediyeleri fakirlere verir, onlarĹn sevinmesinden çok zevk du-

Ve bir baĹ&#x;ka Ăśrnek Hafsa validemiz;

yardÄą. Uhud savaĹ&#x;Äąna katÄąlarak, oradaki bir-

Hafsa (r.anhâ) annemiz ibadete dĂźĹ&#x;kĂźndĂź.

çok MĂźslĂźman’Ĺn yarasÄąnÄą sarmÄąĹ&#x;, onlara su

Çok namaz kÄąlar, çokça nâfile oruç tutardÄą.

taĹ&#x;Äąyarak çok bĂźyĂźk hizmetler etmiĹ&#x;ti. Sevde

Onun hayati da diÄ&#x;er annelerimiz gibi fakir-

validemiz, Rasulullah’a karĹ&#x;Äą çok itaatkâr idi.

lik içinde geçti. Yatak olarak kullandÄąÄ&#x;Äą bir

kĂśklĂźdeÄ&#x;iĹ&#x;im

45

ekim 2009


bugĂźnĂźn kadÄąnlarÄąna‌ Ĺ&#x;iltesi vardÄą. YazÄąn onu altÄąna sererdi. KÄąĹ&#x;Äąn

KazançlÄą bir ticaret yapmÄąĹ&#x; olmalarÄądÄąr.

da bir tarafÄąnÄą altÄąna serip, bir tarafÄąnÄą da Ăźze-

BugĂźnĂźn

rine Ăśrterdi. ÇoÄ&#x;u zaman yemek için ekmek

RaĹ&#x;id-i Hilafeti beklerken ve onun için çalÄą-

bulamazdÄą. Buna raÄ&#x;men Ĺ&#x;ikâyetçi olmadÄą.

Ĺ&#x;Äąrken Ăźzerimizde ayetleri taĹ&#x;Äąyarak onu gßç-

Hep haline Ĺ&#x;Ăźkretti. Buda ekonomik anlamda

lĂź karĹ&#x;ÄąlamalÄą ve aynÄą gßçle yola devam et-

yapamayacaklarÄąmÄąz varsa bedeni Allah yo-

meliyiz. BugĂźnĂźn MĂźslĂźman kadÄąnÄą o gĂźnĂźn

lunda harcamak Ăśrnek Ĺ&#x;ahsiyet Ăśrnek davetçi

aydÄąn kadÄąnÄą olan bu hanÄąm sahabelerden Ăśr-

olma yolunda yararlanacaÄ&#x;ÄąmÄąz bir hanÄąm

nek alarak bu gĂźnĂźn aydÄąn kadÄąnÄą olabilirler.

sahabe.

BĂśylece gßçlenebilirler, ĹžartlarÄąna gĂśre ilmen

olan

Ĺ&#x;im için yola koyulmuĹ&#x; eĹ&#x;ine destek olabilir

gĂźnĂźmĂźze ÄąĹ&#x;Äąk tutmaktadÄąr en bĂźyĂźk Ăśzellik-

yeteneÄ&#x;i varsa dava yolunda harcamak Ăźzere

leri Ahiret karĹ&#x;ÄąlÄąÄ&#x;Äą dĂźnyalarÄąndan vazgeçmiĹ&#x;

iĹ&#x; yapÄąp deÄ&#x;iĹ&#x;ime ekonomik katkÄąda buluna-

olup,

bilir, ibadetlerini artÄąrarak Rabbine yaklaĹ&#x;-

‍ن‏ ‍ Ů?ؼ‏ ŮŽ ;Ů? ‍ن ا‏ ŮŽ Ů? _Ů’ ŮŽ ‍ب‏ ŮŽ !ŮŽ_‍ Ů?آ‏0Ů? ‍ ŮŽ! ŮŽŘŠ ŮŽŮˆŮŽŘŁ)ŮŽ! Ů? ا ا‏ ‍*Ů? ا ا‏FŮŽ $َ‍َع ŮŽز Ů’) ŮŽ! Ů?ه Ů’ Ů? ! ŮŽŮˆŘŁâ€Ź

maya çalÄąĹ&#x;Äąrsa ne dedikodulara ortak olur ne

‍ \ا‏ Ů? EŮ‹ ŮŽ $Ů? !ŮŽ 9 ŮŽ ‍ن ŮŽŮˆâ€Ź ŮŽ Ů?7Ů’ ŮŽ ‍َ! ŮŽŘą ً؊‏b.Ů? ‍(Ů? َع‏.ŮŽ

gelin kaynana davasÄą yaĹ&#x;ar nede sorun olan herhangi baĹ&#x;ka bir Ĺ&#x;ey‌ DĂźnyada da

“Allah'Äąn kitabÄąnÄą okuyan, namazÄą kÄąlan

Ahiretde de kazananlardan olur inĹ&#x;Allah.

ve kendilerine verdiÄ&#x;imiz rÄązÄąktan gizli ve açĹk olarak verenler, kesinlikle batma ihti-

BugĂźnĂźn AydÄąnÄą olmak ve aydÄąnlatmak

(FatÄąr 29)

duasĹ ile‌

ayeti ile muhatap olmalarÄądÄąr.

kĂśklĂźdeÄ&#x;iĹ&#x;im

aydÄąnlatacak

kendini geliĹ&#x;tirebilir, geliĹ&#x;tiremiyorsa deÄ&#x;i-

Ve daha nice Ăśrnekleriyle sahabe kadÄąnlarÄą

mali olmayan bir ticaret umarlar.�

karanlÄąÄ&#x;ÄąnÄą

46

ekim 2009


Can Sezgin

okuyucudan gelen

bilgi@kokludegisim.net

Türkiye Cumhuriyeti’nin Gerçek Yüzü Gün 3. Ay Mart. Sene 1924. Yani bugünkü adıyla Türkiye Cumhuriyeti olan Müslümanların Halifesinin bulunduğu coğrafyada Halifeliğin kaldırılıp laikliğin ilan edildiği gündür 03-Mart-1924.

Đstiklal Mahkemelerinin yargıladığı insan sayısı 60 bini buldu. 3 bini idam, 2 bini kalebentlik ve kürek cezalarına çarptırıldı, 10 bin kadarı beraat etti, 50 bin civarında insan da para ve hapis cezalarına çarptırıldı. Đdam edilenlerin sayısının 15 bin olduğu da iddia ediliyor. Mahkemelerin çalışmalarına ait dosyalar daha sonra kayıplara karıştı.

Halife, Allahın indirdikleriyle yani Kuran ve Sünnetle hükmetmek üzere, Müslümanlar tarafından dinlemek ve itaat etmek üzere biat yoluyla seçilmiş olan güç otoritedir.

Đstiklal Mahkemelerinin katlettiği büyük insanlardan biri de Đskilipli Atıf Hoca'ydı. “Frenk Mukallitliği” adlı kitabında batılılaşmayı eleştiren Atıf Hoca kitabını yazdıktan tam 1,5 sene sonra çıkarılan ‘Şapka Kanunu'na muhalefetten dolayı bir kısım arkadaşlarıyla birlikte 26 Aralık 1925'te evinden alınarak Ankara'ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı Günü, Đstiklal Mahkemesi'ne sevk edilerek yargılanan ve 3 Şubat 1926 tarihinde “idamına” karar verilen Đskilipli Atıf Hoca, 4 Şubat 1926 tarihinde sabah namazını edasını müteakip infaz edilerek şehit edildi.

Laiklik ise, Dinin yani Allah’u Teâlâ’nın Devlete, topluma ve hayata asla karışmamasıdır. Daha açık bir ifadeyle; “Allah gökten yağmur yağdırsın güneşi doğurup batırsın ama yeryüzündeki biz insanların işlerine karışmasın” (Đşte bu tarif gerçek olan tariftir. Bazılarının dediği gibi laiklik dinin koruma altına alınması değildir. Çünkü din Allahtan gelendir ve korunmaya ihtiyacı yoktur bilakis insanın dini anlamaya ve yaşamaya ihtiyacı vardır.) Hâlbuki Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor:

-Ezanın Türkçe olarak okunması (Diğer bir adı ise Đslam’ın değerlerini yok etme):

َ ‫ﻭﻥ‬‫ﻓﺭ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹾﻜﹶﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻙ‬  ‫ ﹶﻝ ِﺌ‬‫ﻪ ﹶﻓُﺄﻭ‬ ‫ﺯ َل ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﺎ ﺃَﻨ‬‫ﻜﹸﻡ ﹺﺒﻤ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻥ ﱠﻝﻡ‬‫ﻭﻤ‬ ... …‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﻡ ﺍﻝﻅﱠﺎ ِﻝﻤ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻙ‬  ‫ ﹶﻝ ِﺌ‬‫ﻪ ﹶﻓُﺄﻭ‬ ‫ﺯ َل ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﺎ ﺃﻨ‬‫ﻜﹸﻡ ﹺﺒﻤ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻥ ﱠﻝﻡ‬‫ﻭﻤ‬ … ‫ﻥ‬  ‫ﺴﻘﹸﻭ‬  ‫ﻡ ﺍﻝﹾﻔﹶﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻙ‬  ‫ ﹶﻝ ِﺌ‬‫ﻪ ﹶﻓُﺄﻭ‬ ‫ﺯ َل ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﺎ ﺃَﻨ‬‫ﻜﹸﻡ ﹺﺒﻤ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻥ ﱠﻝﻡ‬‫ﻭﻤ‬

Türkiye'de 18 Temmuz 1932'den 16 Haziran 1950'ye kadar tam 18 yıl boyunca Ezan Türkçe olarak okundu. Hâlbuki ezan Allah-u Teâlâ’nın emri olan namazın çağrısı.

”Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerinzalimlerin-fasıkların ta kendileridir.” (Maide - 44-45-47)

Şimdi Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan günümüze kadar ki yapmış olduklarını kronolojik olarak hatırlarsak:

-27-Mayıs-1960 Darbesi (Menderes, Polatkan, Zorlu) (Diğer bir adı ise Başbakanını dahi asan zorba cumhuriyet rejimi)

- (1920-1927) Đstiklal Mahkemeleri (Diğer bir adı ise Müslüman katliamı):

On yıl başbakanlık yapan Adnan Menderes ile Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü

köklüdeğişim

47

ekim 2009


T.C.’nin gerçek yüzü… 3-Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:

Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan 16 ve 17 Eylül 1961'de idam edildiler. -12 Mart 1971 Darbesi -12-Eylül-1980 Darbesi -28 Şubat-1997 Darbesi Son dönemlerde post modern darbe olarak anılan ya da dönemin genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından “Đrtica ile mücadelemiz yüzyılda sürse sonsuza dek de sürse devam edecektir.” dediği 28-Şubat-1997 tarihinde alınan 18 maddelik kararlardan bazıları şunlardır:

a-8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı. b-Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Millî Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997 tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A (rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler)

8-Đrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’ dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.

1-Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

9-TSK’ ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.

-Đrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK'yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

-1980lerde başlayan Kürt sorunu, PKK’nın ortaya çıkması, Türk-Kürt çatışması. Yüz yıllarca bir arada aynı topraklarda yaşamış olan insanların sadece ve sadece Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesini gerçekleştirebilmek için Kürt Müslüman kardeşlerimizi örgütleyerek yıllarca süren ve hala devam etmekte olan kardeşi kardeşe kırdırma oyunu.

2-Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Millî Eğitim Bakanlığı'na devri sağlanmalıdır.

köklüdeğişim

Bunun Amerika’nın ve Avrupa’nın oyunu olduğunun çok açık delilleri ise;

48

ekim 2009


T.C.’nin gerçek yüzü… 1-Tüm PKK bürolarının Almanya, Fransa, Đtalya, Yunanistan. Avusturya, Danimarka, Đsveç… gibi Avrupa ülkelerinde olması. Buna şu da eklenebilir Roj TV’nin Danimarka’dan yayın yapması.

Soru: Türkiye Cumhuriyeti, Allah’u Teâlâ’ya böylesine savaş açmış iken hayret vericidir ki ezanlar beş vakitte okunuyor, nasıl oluyor da Ramazan bayramını ve Kurban bayramını resmi tatil ilan ediyor?

2-1 Ekim 1998 tarihinden Abdullah Öcalan'ın Kenya'dan Türkiye'ye getirildiği 16 Şubat 1999'a kadarki sürece bakarsak; Suriye’den Rusya’ya, oradan Yunanistan’a, sonra Đtalya’ya geçiyor, son olarak ise Kenya Yunanistan Büyükelçiliğinden Amerika’nın emri ile Türkiye’ye teslim ediliyor.

Bunun cevabı ise; çok basit bunlar Müslümanların gözlerini boyamak ve Allah’u Teâlâ’nın dinini yani Đslam’ı sadece ve sadece ibadetlere ve Bayram günlerine has kılmak için yapılan düzenlemelerdir. Ey Müslümanlar, bu Türkiye Cumhuriyeti Allah’ın indirdikleriyle hükmetmiyor aksine Amerika’nın ve Avrupa’nın güdümüyle hükmediyor.

Abdullah Öcalan'ın ele geçme öyküsünü yıllar sonra değerlendiren Bülent Ecevit ise şunu söylüyor, "Amerikalılar onu bize neden teslim ettiler hala anlamış değilim".

Tüm yapılan yasalar Avrupa birliği uyum yasaları çerçevesinde çıkartılıyor. Medeni Hukuk - Aile Hukuku - Miras Hukuku - Ceza Hukuku... vs.

Ey Türkiye’de yaşayan Müslümanlar yukarıda kısaca değinmiş olduğum noktalar Türkiye Cumhuriyetinin sadece bazı yapmış oldukları. Birde şu yapmış olduklarına bakarsak Cumhuriyetin gerçek yüzünü biraz daha görürüz.

NATO üyeliği çerçevesinde Amerika’nın emri dışında hiç bir askeri harekât yapamıyor. Sadece Cumhuriyet bayramı gibi bayramlarında ve askeri tatbikatlarda uçak uçurup silah kullanabiliyor.

Zina Evleri: Bugün her şehirde Türkiye Cumhuriyetinin vergisini aldığı ve Ayşe’lerin, Fatma’ların maalesef Muhammed’lere, Ali’lere pazarlandığı genel evler.

IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlarsa, Türkiye Cumhuriyetinin işçi, memur maaşından ekmek fiyatına kadar her şeyini kontrol ediyor.

Đçki Bataklığı: Türkiye Cumhuriyetinin medarı iftarı rakıların üretildiği Tekel kurumu Devlet eliyle açılmış. (Bir de Đslam’la dalga geçercesine bazı yerlerde “Đçki bütün kötülüklerin anasıdır” yazılmış.)

Ey Müslümanlar, bunlar Türkiye Cumhuriyetinin hakikatlerinden sadece bazıları. Eğer ki siz namazınızda, orucunuzda, haccınızda olduğu gibi Rabbinizin emirleri ve yasakları ile yaşamak istiyorsanız, Kula kulluk değil de Allah’u Teâlâ’ya kulluk etmek istiyorsanız bunun nasıl yapılacağını Rabbimiz detaylı olarak Kur’an ve Sünnet’te göstermiş.

Faiz Zulmü: Türkiye Cumhuriyetinin Allah’u Teâlâ’ ya açmış olduğu savaşlardan biriside faiz. Başörtüsü zulmü: Allah’ın kesinlikle emrettiği tesettürü toplumsal yaşamın birçok alanında giyilmesini yasaklayan bir Türkiye Cumhuriyeti… köklüdeğişim

Ey Müslümanlar, bu dünya hayatı gelip geçici bir hayat, ebedi hayat ise ahiret hayatı. Akıllı bir Müslüman, akıllı bir in-

49

ekim 2009


T.C.’nin gerçek yüzü… “Đnsanlar arasında Allah'a çeşitli eşler koşanlar ve bu koştukları eşleri Allah'ı sever gibi sevenler vardır. Oysa müminler en çok Allah'ı severler. Zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'ta olduğunu ve Allah'ın azabının ağır olduğunu anlayacaklarını keşke şimdiden bilselerdi! Đşte uyulanlar (liderler), kendilerine uyanlardan uzaklaşıverdi-ler, azabı gördüler ve aralarındaki bütün bağlar kesildi. Uyanlar o zaman ‘Keşke bir daha dünyaya geri dönebil-seydik de şimdi onlar bizden nasıl uzak-laştılar ise bizde onlardan öyle uzak dursaydık’ derler. Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını hayıflanmalar biçiminde gösterir. Onlar Cehennemden çıkamayacaklardır.” (Bakara 165-166-167)

san üç günlük dünya hayatı için tüm ahiretini feda etmez. Ey Müslümanlar, bu durumumuzdan kurtuluşun tek yolu ise Allah’ın indirdikleriyle hükmeden, Müslümanları tek bir çatı altında birleştirecek olan bir Đslam Devletidir. Asla ve asla Amerika ve Avrupa güdümlü Türkiye Cumhuriyet’i değildir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‫ﻬﻡ‬ ‫ﻭ ﹶﻨ‬‫ﺤﺒ‬  ‫ﻴ‬ ‫ﺍﺩﹰﺍ‬‫ﻪ ﺃَﻨﺩ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﻭ ﹺ‬‫ﻥ ﺩ‬‫ﺨ ﹸﺫ ﻤ‬  ‫ﻴ ﱠﺘ‬ ‫ﻥ‬‫ﺱ ﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﻨﱠﺎ ﹺ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻭﺍﹾ‬‫ﻅ ﹶﻠﻤ‬ ‫ﻥ ﹶ‬  ‫ﻴ‬‫ﻯ ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻭ ﹶﻝﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺎ ﱢﻝﹼﻠ‬‫ﺤﺒ‬  ‫ﺩ‬ ‫ﺸ‬ ‫ﻤﻨﹸﻭﺍﹾ َﺃ ﹶ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﺏ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﺤ‬  ‫ﹶﻜ‬ ‫ﺏ‬ ‫ﻌﺫﹶﺍ ﹺ‬ ‫ﺩ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻴ‬‫ﺸﺩ‬ ‫ﻪ ﹶ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻭَﺃ‬ ‫ﻴﻌ ﹰﺎ‬‫ﺠﻤ‬  ‫ﻪ‬ ‫ﻭ ﹶﺓ ِﻝﹼﻠ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ ﹸﻘ‬  ‫ﺏ َﺃ‬  ‫ﻌﺫﹶﺍ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﺭﻭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ِﺇﺫﹾ‬ ‫ﺏ‬  ‫ﻌﺫﹶﺍ‬ ‫ﻭﺍﹾ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﺭَﺃ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻭﺍﹾ‬‫ﺒﻌ‬ ‫ﻥ ﺍ ﱠﺘ‬  ‫ﻴ‬‫ﻥ ﺍﱠﻝﺫ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻭﺍﹾ‬‫ﻥ ﺍ ﱡﺘ ﹺﺒﻌ‬  ‫ﻴ‬‫ﺭَﺃ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﺒ‬ ‫ِﺇﺫﹾ ﹶﺘ‬ ‫ﺭ ﹰﺓ‬ ‫ﻥ ﹶﻝﻨﹶﺎ ﹶﻜ‬  ‫ َﺃ‬‫ﻭﺍﹾ ﹶﻝﻭ‬‫ﺒﻌ‬ ‫ﻥ ﺍ ﱠﺘ‬  ‫ﻴ‬‫ﻭﻗﹶﺎ َل ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﺏ‬  ‫ﺎ‬‫ﺒ‬‫ﻡ ﺍ َﻷﺴ‬ ‫ﻌﺕﹾ ﹺﺒ ﹺﻬ‬ ‫ﻁ‬ ‫ﻭ ﹶﺘ ﹶﻘ ﱠ‬ ‫ﻬﻡ‬ ‫ﺎ ﹶﻝ‬‫ﻤ‬‫ﻪ َﺃﻋ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﻴﺭﹺﻴ ﹺﻬ‬ ‫ﻙ‬  ‫ﻤﻨﱠﺎ ﹶﻜ ﹶﺫ ِﻝ‬ ‫ﺭﺅُﻭﺍﹾ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺎ ﹶﺘ‬‫ ﹶﻜﻤ‬‫ﻬﻡ‬ ‫ﻤﻨﹾ‬ ‫ﺭَﺃ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﹶﻓ ﹶﻨ ﹶﺘ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﻨﱠﺎ ﹺﺭ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻡ ﹺﺒﺨﹶﺎ ﹺﺭﺠﹺﻴ‬‫ﺎ ﻫ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ ﹺﻬﻡ‬‫ﻋ ﹶﻠﻴ‬  ‫ﺕ‬  ‫ﺍ‬‫ﺴﺭ‬  ‫ﺤ‬ 

köklüdeğişim

50

ekim 2009


Hakan Bolat

okuyucudan gelen

bilgi@kokludegisim.net

Müslümanların Doğru Bir Kitleleşmeyi Oluşturamamasının Nedeni. ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﺝ ﺍﱠﻝﺫ‬  ‫ﻴﺨﹾ ﹺﺭ‬ ‫ﺕ ﱢﻝ‬  ‫ﻴﻨﹶﺎ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺕ ﺍﻝﱠﻠ‬  ‫ﺎ‬‫ ﺁﻴ‬‫ ﹸﻜﻡ‬‫ﻋ ﹶﻠﻴ‬  ‫ﻴﺘﹾﻠﹸﻭ‬ ‫ﻭﻝﹰﺎ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﺕ ِﺇﻝﹶﻰ ﺍﻝﻨﱡﻭ ﹺﺭ‬  ‫ﺎ‬‫ﻅﹸﻠﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻝ ﱡ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺕ‬  ‫ﺎ‬‫ﺎ ِﻝﺤ‬‫ﻤﻠﹸﻭﺍ ﺍﻝﺼ‬ ‫ﻭﻋ‬ ‫ﻤﻨﹸﻭﺍ‬ ‫ﺁ‬

Fikri Zehirlenme*! Bugün Müslümanların hayat hakkındaki siyasetlerini belirleyen siyasi partilere baktığımızda genelde Đslami ümmeti, özelde ise bulundukları beldelerde toplumlarını sahih bir kalkınmaya götürecek kitleleşme hareketlerini başlatamadıklarına şahit olmaktayız. 19. yüzyılın başlarından buyana siyasi partilerin yapıları (fikir-metod-fert ve bağları) incelediğinde, vakıaya ilişkin naslar araştırıldığında şu bir hakikattir ki, söz konusu partilerin-kitlelerin bugünde buna dahil olmak üzere kalkınmanın esası olan Fikri Kalkınmayı atladıklarını, bu esasın yerine maddi kalkınmayı ya da ahlaki-insani kalkınmaları esas aldıkları ve bundan dolayı sahih bir kalkınmayı hem kitlelerinde hem de toplumlarında oluşturamadıklarını, hayata bakış açılarımızda, çözümlere gidiş yolumuzda, amellerimizin çelişmesinde ve teslimiyetimizden fark etmekteyiz. Maalesef ki bir toplumu kalkındırmanın Fikri kalkınma olması hakikatini atlayan güç ehillerimiz (liderleri-kanaat önderleri-aydınlar vs.) bu işin en önemli unsuru olan siyasi parti oluşturma işinde de gaflete düştükleri aşikârdır. Yine bugünde siyasi partilerin, Müslümanları güdebilmek için hınca-hınç oy kapma doğrultusunda, hizmet- yoksulluk, zenginlik, adalet, eşitlik, bağımsızlık, zulüm, milliyetçilik, inanç politikaları ile kitleştiklerini ve Müslümanları esas gayesinden (Allah’u Teâlâ’nın rızasından) saptırıldıklarını görmekteyiz.

"Đman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak (kalkındırmak) için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Rasul göndermiştir." (Talak 11) emrine binaen, insanoğlunu kalkındırma işini Đslam ümmetine vazife kıldığını;

‫ﺱ‬ ‫ﺠﺕﹾ ﻝِﻠ ﱠﻨﺎ ﹺ‬  ‫ﺔ ُﺃﺨﹾ ﹺﺭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺭ ُﺃ‬ ‫ﺨﻴ‬ ‫ ﹶ‬‫ﻜﹸﻨ ﹸﺘﻡ‬ "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz" (Al-i Đmran 110) emri ilahisiyle asli vazifesinin bu olduğunu aklen anlamaktayız. Bugün ise Đslam ümmetinin bu vazifesini yapamıyor olmasının en önemli sebebi; kafir batı devletlerinin Müslümanların aralarında onları kalkındırmak adı altında dolaşan sözde partilerin-kitlelerin Müslümanların temiz-pak fikirlerini zehirlemesidir. Bu sözde partilerin-kitlelerin sahih kalkınmayı oluşturamamaları ve sahih kitleleşmeyi başaramamanın nedenini olan fikri zehirlenmeyi zihinlerimizde belirginleştirmek istedim. Ki nelerle mücadele etmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlayalım. ĐnşaAllah. Đslam'ın hayat nizamını ortadan kaldıran Kafir Batı, onun tekrar hayata hakim kılınmasını engellemek için Müslümanların şahsiyetlerindeki Đslami kültüre hücum ettiği gibi kendi bozuk fikirlerini, metotlarını yerleştirmeyi de ihmal etmedi. Dini siyaseten uzak tutma (dini hayat nizamından ayırma) bakışı ile Müslümanları kalkındırmaya çalışan kitlelerde, partilerde, hareketlerde özellikle şu kaideleri, görüşleri, mefhumları kullanarak; zaruretler haramları mubah kılar, adet muhakkemdir, kötünün iyisi, zamanların de-

Đşte bu minvalden yola çıkarak Allah’u Teâlâ'nın; köklüdeğişim

51

ekim 2009


doğru bir kitleleşme… için yüksek ideal haline geldi. Yabancı kültürün siyasiler ve kültürlülerde egemen olmasıyla doğal olarak yardım istenecek yer Batılılar (ABD, AB, IMF, NATO) oldu.

ğişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar edilemez, nerede olursanız Allah'ın rızası oradadır, akitlerde aslolan maksatlar ve manalardır, lafızlar ve binalar değil, bizden öncekilerin şeriatı nesih olmadığı sürece bizim için de şeriattır, Đslam'a muhalif olmayan Đslam'dandır, vatan herkesin din Allah'ındır" ve görüşlerle; "demokrasi şuradır, cihad savunmadır, kalemledir vs. din ahlaktır" ve toplumsal hayat hakkındaki genel mefhumlarla; yoksulluk-zenginlik-adalet-eşitlik-bağımsızlızulüm-inanç ve benzerleri ile Müslümanların samimi duygularını kitleleşmeleri yönünde ifsada uğrattılar.

Yine Đngilizler Filistinlilere; Fransızlar Lübnanlılara-Cezayirlilere; Amerikalılar Sudanlılara, Türkiye'ye yardım ettiler. Bu beldelerdeki halklar tüm çözümlerin Batı desteği olduğunu görünce artık yardım alınacak yerin Batılılar olduğunu gördüler. Kafir devlete dayanmayı meşrulaştırmanın, iyi niyetle olsa dahi bir yabancı zehirleme olduğu ve ümmete karşı işlenilmiş bir ihanet olduğunu anlamayan, kafir devletlerden yardım dilenmeyi meşrulaştıran akıllar ortaya çıktı. Bu kişiler maalesef, Đslami daveti ümmetin sahih evlatları dışında başkalarına bağlamanın, siyasi bir intihar olduğunu kavrayamadılar. Ve birçok kitleleşme hareketlerinde bilinçsizce yabancılardan yardım istenilmesinin sebebi bundan başka ne olabilir ki?

Yine Đslâmi atmosferi batı fikirleri ile karıştırıp Müslümanların hedeflerini, gayelerini zihinlerde mistik hale getirerek ona ulaşmak için her yolu mubah saymaya yarayacak bakış açısını da eklediler. Hayatın her sahasında Müslümanların fikirlerini anarşiye veya demokrasiye sürükleyip tabii uyanıklık eksenlerini kaybettirip yerine Đslam akidesinin (hayat nizamının) kabul etmediği vatancılık, milliyetçilik, özgürlük, sosyalizm vs. görüşleri toplumsal hayata bina ederek Müslümanların çözümlerini de söz konusu bozuk fikirlerden almalarını sağladılar.

Đslami daveti batı fikirlerine endeksleyerek, Müslümanların kalkınma meselesini Batılıların eline verilmesiyle kendi zelilliklerini hazırladılar. Örnek; FKÖ'nün ABD'den yardım istemesi gibi. IMF siyasetinin Müslümanların iktisat nizamını belirlemesi, NATO'nun Đslam beldelerine güvenlik adı altında konuşlandırılması gibi. Oysaki Đslam, Müslümanların sorunlarının çözümünde kendi çıkarlarını gözeterek soruna çözüm arar yani asla kendi çıkarlarıyla çatışmayacak şekilde çözer. Yani Şer'iatın onlar için ortaya koyduğu menfaate göre çözer.

Ve maalesef her yeni uyanışın tezat ve karışık bir harekete dönmesine sebep oldular ki bu durum sönme, ümitsizlik ve teslimiyetle sonuçlanan boynu kesilmiş bir hayvanın durumu gibi dün de bugün de karşımızda debelenmektedir. Kâfirler, Batı düşüncesini ve metodunu (hayat nizamına insanın egemen olması ve devletin Đslam'dan ayrılması) yayarken öne çıkardıkları şahsiyetleri nasıl birer ilham ve başvuru kaynağı olarak lanse etmişlerse, siyaset alanında da aynı yöntemi kullanarak, özellikle menfaat düşkünü siyasetçilerin gözüne kendilerini birer destekçi ve yardımcı olarak takdim etmişlerdir. Đşte o siyasetçiler için yabancılardan yardım almak artık onlar köklüdeğişim

Bu açıdan, kâfir devletlere dayandırılmış ve bunu destekleyen fikirler ile zehirlenmiş herhangi bir kitleleşmenin, Đslami hayatı tekrar başlatıp Müslümanları kalkındırmayı başarma imkânı hiç olmamıştır ve yoktur. Sömürgecilik metoduna dayanan kâfir devletlerin zehirli fikirleri, toplumu vatancılık, milliyetçilik, özgürlük ve sosyalist fikir-

52

ekim 2009


doğru bir kitleleşme… lerle olduğu gibi dar bölgecilikle de zehirleyip onu geçici bir çalışma alanı haline getirdi. Đslâm memleketlerinde yaşayan halkın tek bir ümmet olmasına, Đslâm nizamının çıkmış olduğu Đslâm akidesinin bu insanları birbiriyle bağlayan tek bağın olmasına ve Đslam kardeşliğin olmasına rağmen, kâfirin zehirli batıl fikirleri çerçevesinde medeni, milli ve dil farklılıklarının bulunmasını ileri sürerek Đslâm memleketlerinin birleşerek tekrar bir Đslâm Devleti'nin kurulmasının mümkün olmadığı zehrini akıttılar. Ayrıca; "iste ve al, ezilen halkımızın temsilcisiyiz, millet bütün kuvvetlerin kaynağıdır, hâkimiyet milletindir" gibi yanlış siyasi fikirlerle de toplumu zehirlediler. "Din Allah'ın vatan herkesindir, bizi elem ve emeller birleştirir, vatan her şeyin üstündedir, izzet vatanındır, özerklik" ve benzeri hatalı fikirleri gündeme soktukları gibi; "nizamı içinde bulunduğumuz vakıadan alırız, gerçekçi olmamız lazım" vb. sözlerle toplumu geriye götürecek, kavimci, dar fikirlerle zehirlemiş oldular.

yani akideye ve buradan çıkması gereken amellere esas teşkil edecek fikirler değil sathi, yüzeysel, sloganik, menfaatçilik, vatancılık, milliyetçilik, ruhbancılık gibi içgüdülerinden kaynaklanan genel görüşlerdi. Đşte bu yüzden bir fikre dayanmayan sözde partiler oy toplamak ve hizmet politikasından öte toplumlarına bir fikir veremediler. Kitleleşmenin esasında fikir, metot vardır. Ve bu fikir- bulanık, kapalı ve belirsiz olursa asla doğru bir kitleleşme oluşmaz. Neticede Đslâm dünyasında özellikle Arap dünyasında ve Türkiye'de kurulmuş olan partilerin derli toplu olmaktan uzak, derme çatma fikirler, kitlesel olarak kapalı metotları onları parçalamış, bölünmüştür. Çünkü özelde bazı partilerin genelde bütün kitlelerin derin bir fikri esasa ve dakik bir düzenlemeye dayanmamaktadır. Zira birçok hareketler ideolojisi olmayan bir temel üzerine kurulmuşlardır. Zaten ideolojik olmayı da zafiyet olarak nitelendirmişlerdir. Bu partileri inceleyen kimse, onların şartların gerektirdiği bir takım eğreti ilişkilerden doğan temeller üzerine kurulmuş olduklarını görebilir. Yani yaşatılan suni vakıalar doğrultusunda ortaya çıkmış olduklarını anlayabilir. Söz konusu şartlar ortadan kalktığında bu partilerin zayıflayıp dağıldığını, parçalandığını veya yok olduğunu görecektir. Veya bu partiler şahıslar arasındaki dostluklara dayalı olarak kurulmuşlardır ki bu dostluklar sonucu arzu ve isteklerini bir araya getirecek çalışmalar ortaya çıkmış, ancak şahısların kısır döngüye girmeleri ile bu yapılanmalar da son bulmuştur. Ya da bu partilerin kuruluşu geçici ve bencil menfaatlere dayalı şahsi liderliğe dayalı olan bir bağa dayanıyor olmasından dolayı sahip oldukları kitlelere doğru kitleleşmeyi öğretememişlerdir.

Bu zehirlemelerden dolayı Đslâm beldelerindeki toplumlar doğru bir kitleleşme vücuda getiremez oldu. Toplumda fikri zehirlenme olunca Müslümanların anlayışı da bulanık hale geldi. Kitleleşmede olmasa olmaz kaidelerden biri olan fikir safiyetliliğini, billurluğunu kaybetti. Yine olamazsa olmaz metot muğlâk-belirsiz-kapalı bir hal aldı. Dolayısıyla güç ehillerimiz (siyasi liderler-kanaat önderleri-aydınlar vs.) ve kültürlü kişilerin yabancı kültürle kültürlenmeleri, toplumun yabancı felsefi fikirlermetotlar, görüşlerle ve de Đslami atmosferinin bozulmasıyla doğru bir kitleleşme sağlanamadı. Bu nedenle şekli particiliğe dayalı kitleleşmelerinin sadece oy toplam doğrultusunda başarılı ama asli vazifeleri noktası olması gereken, toplumu kalkındırmada başarısızlığı garip/tuhaf değildir. Çünkü bunların kuruluşları derin bir fikri temele köklüdeğişim

Bu Partilerin, batının dünya hayatı ta-

53

ekim 2009


doğru bir kitleleşme… savvuru ile zehirlenen varlıkları ümmete faydalı olmak şöyle dursun ümmet için birçok zararlar taşıyorlardı. Yine oluşacak sahih kitleleşme hareketlerinin önlerine kaya misali engeller oluşturdular. En kötüsü bu tür yapılanmalar toplumda doğru bir şekilde partileşmeyi veya böyle bir partinin doğuşunu geciktirerek, ümmette var olan hisleri, fikirleri, enerjileri boşaltıp Müslümanların donuklaşmasına da sebep oldular. Yine halkın kalbine ümitsizlik tohumları atıp, doğru bir hareket olsa dahi partisel hareketler hakkında tereddüt ve şüpheler uyandırıp, ümmettin kendisinden sonra gelen her bir harekete önceki hareketlerin kendilerini sürekli yolda bıraktığı güvensizliğini de verdiler. Kalkınma adıyla ortaya çıkan bu sözde hareketlerin kendilerine bir musibet eriştiğinde ya da kendilerine bir makam ya da mevki verildiğinde ümmeti Allah'ın rızasını kazanma yolunda yolda bırakmalarından dolayı Müslümanlar samimi davet adamlarına şüphe ile bakar hale geldi. Sayelerinde Ümmet kitleleşmemeye şüphe ile bakması gerekirken durum tam tersi oldu. Oysa kitleleşme Şer'i kaidelerde vardı. Halk arasında şahsi, ailevi, kin ve nefretler oluşturdular. Halka menfaatleri peşinde koşmayı, ikiyüzlü olmayı öğretip, onların temiz tabiatlarını bozarak, mutlak surette bir gün doğacak olan doğru partisel kitleleşmenin yükünü daha da ağırlaştırdılar. Ve batının dünya hayatı tasavvuru ile zehirlenen varlıkları ile sahih kalkınmanın, kitlenin de önüne kaya misali konumlandırıldılar.

dedir. Đşte bugün söz konusu partilerin ideolojik bir parti olmamasından dolayı Müslümanlar önce kandırılır sonra onlara güvenir, onları destekler en sonunda bu partilerden beklediklerini bulamadıklarını anladıkları zaman şok olurlar. Bu arada batı, fikir, metot ve görüşleriyle ortaya çıkardığı bozuk kitleleri benimsemeyen Müslümanlar için de alternatif olarak vakıf ve dernekler gibi kültür ve hayır cemiyetleri şeklinde kitleleşmeler de oluşturdu. Bunlar gayeleri hayır yapmak olan yerel cemiyetlerdi. En belirgin özellikleri sınıfçılık/gurupçuluk yani belirli bir grup insanın işlerinin güdülmesini hedef alan fikirleri olan bu cemiyetler; okullar, hastaneler ve barınaklar açarak hayır işlerinin yapılmasına yardımcı oldular. Sömürgecilerin yardım ve teşvikleri ile faaliyetlerini halkın gözünde büyüten bu cemiyetlerin çoğu hayır ve kültürel amaçlı olup siyasi olanları nadirdir. Sömürgeciler, bu cemiyetlerin faaliyetlerini teşvik edip desteklemiştir ve aslında devletin asli yapması gereken bazı işleri, onların yapmasını sağlamışlardır. (Zekât parası toplamak, camiler inşa etmek, yetim ve yoksullara yardım etmek gibi.) Onun için bu cemiyetler halka iyiymiş gibi görünürler, ama aslında bunlar, fikri zehirlenmelerini hayırlı işlerin arkasına gizlemişlerdir. Çünkü Müslümanların kötü hallerini hissetmesini engellemiş, esas ölüm-kalım meselesinden ayırtıp, cüzi meseleler ile vakit kaybetmesini sağlamış ve kalkınmayı tetikleyen unsurları örterek Müslümanları Đslami hayatı tekrar başlatıp Raşid-i Hilafet Devleti yeniden kurmak için çalışmaktan uzaklaştırmışlardır. Eğer bu şekilde topluma gitmemiş olsalardı ümmet, devletin fiilleri ile ilgili metodu Đslam'ın hükümlerinden anlamaya çalışacak ve bir halifenin farziyetini anlamakta zafiyete düşmeyecek-

Bütün bunlar, fikri zehirlenmelerinden dolayı kalkınmanın gerçek temelinin, fikir (akide ve çözümler) ve metodu (tatbik, koruma, yayma) içeren bir ideoloji olduğunu akledemiyor olmalarından kaynaklandı. Zira Đslâmiyet devletin ve ümmetin bütün işlerine, hayatın tüm problemlerine çare bulan ve kendisinden nizamın çıktığı bir akiköklüdeğişim

54

ekim 2009


doğru bir kitleleşme… ti.

olması bakımından kalkınma ile ilişkilendirerek diraset, tefekkür ve bahis edilmemiştir.

Bu cemiyetlerin doğurduğu sonuçlar incelendiğinde, bunların ümmete faydalı olacak ve onun kalkınmasına yardım edecek hiç bir meyve vermediği görülür. Bunun için yapılan amellerin farz, mendup olmasını tartışılmamalı. Meseleye doğru temelden bakarak, Müslümanlar olarak yapılan bu amellerle ümmet kalkınır mı? Kalkınmaz mı? Sorularını sorarak işin hakikatini ortaya çıkarmalıyız.

Đşte bugün söz konusu partilerinkitlelerin ideolojik bir parti olmamasından dolayı Müslümanlar, önce onlara güvenir, onları destekler sonra; bu partilerden beklediklerini bulamadıklarını anladıkları zaman şok olurlar. Onları aşağılar, onlardan utanır, güven duyduklarından pişman olur yaptıklarını eleştirir ve en sonun da toplumun içinden bu partileri tükürerek atarlar. Ve nizamları da aydınları da Müslümanların samimi duygularını kitleleşme yönünde ifsada uğrattırmasını "demokratikleşmede yol aldık" diyerek, başarı gibi atfederler.

Bu cemiyetlerin bazı faydaları olmuş olsa da, haddizatında varlıkları ümmetin kalkınması için büyük bir engel arz etmektedir. Şöyle ki; Đslâm ümmetinin bünyesinde var olan; Đslâmi fikirler, bazı Şer'î hükümlerin tatbik ediliyor olması ve Đslâmi duyguların gönüllerde yerleşmesi ile kendisinde kalkınma hisleri, hayır şevki ve kitleleşme için tabii bir eğilim bulunmaktadır. Çünkü Đslâm ruhu toplumsal bir ruhtur. Đslâm ümmeti kendi başına bırakılırsa o his doğal olarak fikre dönüşerek Đslâm ümmetini kalkındıracak olan çalışmalara sevk edecektir. Fakat bu tür cemiyetlerin varlığı bu sonucun doğmasına engel teşkil etti. Zira bu cemiyetler yaptıkları kısıtlı işlerle ümmetin ateşli duygularını söndürüyor ve bu hisleri işin bütünlüğünde değil cüzi yönünde/detayında meşgul ediyordu. Oysa bu cemiyetler olmasa idi, toplumsal bir ruh ile bu samimi kişiler doğru bir kalkınmaya ulaşacak olan partisel teşekküllere ulaşacaklardı.

Sonuç olarak Đslam ümmetinin elinde onu sahih bir kalkınmaya götürecek ve bünyesine karışmış olan zehirli fikirlerden kurtaracak yine sahih bir kitleleşmenin nasıl olacağını bildiren teşri kaynaklarının olmasına rağmen, Allah’u Teâlâ'nın; "Đman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir peygamber gönderdi..." buyurmasına rağmen Đslam ümmetini Rabbisine karşı şaşırtan nedir?! Bugün hayat nizamımızı zehirli fikirlerle siyaset eden siyasi partilerin, gençlik kollarından tutup genel başkanlarına kadar hepsinin bizlere sahih bir kalkınma sorusuna cevap veremiyor olmalarını hiç muhasebe ettik mi?

Evet, yine bütün bunlar batı fikirleri ile zehirlenen akılların, kalkınmanın gerçek temelinin, fikir (akide ve çözümler) ve metodu (tatbik, koruma, yayma) içeren bir ideoloji olduğunu akledemiyor olmalarından dolayıdır. Zira mevcut kitleler bazında Đslâmiyet, devletin ve ümmetin bütün işlerine, hayatın tüm problemlerine çare bulan ve kendisinden nizamın çıktığı bir akide köklüdeğişim

Yine bugün bu partilerin ve vakıfların, derneklerin zehirli fikirleri ile sahih bir kitleleşme yapıp yapmadıklarını muhasebe ettik mi? Ve bizlerden oy isteyen ve bizlerden birilerine oy atmamızı isteyenlere bir Müslüman'ın birine reyini teslim etme şartlarının Allah'ın Hükmüne göre ne olduğunu sorduk mu? Gönderdiği Şeriat'ta bu temsil işinin nasıl

55

ekim 2009


doğru bir kitleleşme… yapılması gerektiğini-şartlarını anlamaya çalıştık mı? Đslam Dininin fikir ve metodu içeren ilahi bir ideoloji olduğunu hiç düşündük mü? Hayatın tüm problemlerine çare bulan ve kendisinden nizamın çıktığı bir akide olması bakımından kalkınma ile ilişkilendirdik mi? Ve son olarak kalkınmayı imanımızla hiç ilişkilendirdik mi?

sonuca çıkarmayacaktır. "Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün; Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamberine itaat etseydik! Derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uydukta onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver. Ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov." (Ahzab 66.67.68)

Eğer bunları bu zamanda yapamıyorsak ya da yapılmasını talep etmiyorsak and olsun ki bu boşluğu dolduran zehirli fikirlerin bizlere yaşattığı bu tecrübelerden dolayı hüsran içerisindeyiz, sadece bu hüsrandan kurtula bilmemiz için; iman ettiğimiz Đslam akidesinden çıkan nizamlara ve fikirlere itibar etmemiz, onlarla amel edip toplumu değiştirecek sahih kitlesel çalışmaya destek olmamız bundan dolayı gelecek her türlü musibetlere sabretmeliyiz. Đşte batılın karşısında izzet ve şerefli bir duruş sağlaya bilmemiz için oluşturulacak anlayış da bu olmalıdır. Yoksa Batının yıllardır enjekte etmiş olduğu zehirli fikirler ile oluşan partilerin sunduğu çözümler Müslümanları hüsrana uğramaktan başka bir

köklüdeğişim

"Deki O (Allah) çok esirgeyicidir; biz ona iman etmiş ve sırf O'na güvenip dayanmışızdır. Siz kimin apaçık bir sapıklık (hatalı bir yol ) içinde olduğunu yakında öğreneceksiniz." (Mülk 29) *Yapılanmayı sağlayacak eğilimleri ve harekete geçiren itici istekleri ferdi veya toplumsal olarak etkisiz hale getiren-enerjisini tüketen, zararlar veren insan aklına-fıtratına aykırı kalbine güven vermeyen fikirlerdir. Zehirli batıl fikirlerin en tipik özelliği bu zararlı etkisini en masumane görüneni bile söz konusu yapıda etkisini sidetli-yayılmacı olarak göstermesidir.

56

ekim 2009


Ekrem Muakkil

tefekkür

bilgi@kokludegisim.net

Gerçekten Müslümanlar Cahiliye Hükümlerini Đstemiyorlar! Dünya da Đnsanoğlu var olduğu süreçte, eşyayı alıp almamak, fiilleri yapıp yapmamak hakkında mutlaka hükümler vardır. Ortaya koyulan hüküm, ya yaratan tarafından, ya da insanlar tarafından koyulmuştur. Đslam hayata gelmeden önce, yalınız insanların koyduğu hükümler, Đslam geldikten sonra, 1924'e kadar Müslümanlarda yalınız, yaratandan gelen hükümler cari ve geçerli idi. 1924'e kadar Đslam âleminde, dünya Müslümanlarında, Demokrasi, Cumhuriyet mefhumları, kavramları ve hükümleri yoktu. Müslümanlarda Đslam hükümlerinden başka hükümler yoktu. Müslümanlara, Đslam hükümlerinden başka cahiliye hükümleri, Hilafet Devletinin (Đslam metot'unun) kaldırılmasıyla, şeriat hükümleri ilga edilmiş şeriat hükümlerinin uygulanması, tatbiki, hayattan kaldırılmıştır. Bunun yerine Demokrasi, Cumhuriyet getirilmiştir. Yüce dinimiz Đslam'ın varlığı, akidenin korunması, hükümlerin tatbiki, davetin taşınması, Müslümanların kalkınması, ahiret hayatının elde edilmesi, Đslami metot'un varlığına bağlıdır. Đslam metot'u varsa bunlar vardır, metot yoksa bunlar da yoktur. Metot'un bulundurulması gereklidir.

Burada hükmün yalınız Allah Teâlâ’ya ait olduğu, yalınız ona ibadet yapılmasının gerekli olduğu, emrediliyor. Tapınmanın ve dinin dosdoğru olması için hükümlerin Allah Teâlâ’dan gelmiş olmasının da gerekli olduğu bildiriliyor. Mutlaka ibadetler Allah Teâlâ’dan gelen hükümlerle yapılandır. Bunun için Müslümanlarda Allah Teâlâ’nın koyduğu hükümler olmalıdır. Şu ayeti kerimede de. (öylemi, böylemi diye) Hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyin hükmü Allah Teâlâ’ya aittir. Yani ihtilaf ettiğiniz şeylerin doğru çözümü Allah Teâlâ’nın koyduğu hükümle olduğu bildiriliyor ve şöyle buyuruyor:

‫ﻪ‬ ‫ﻪ ِﺇﻝﹶﻰ ﺍﻝﱠﻠ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤﻜﹾ‬  ‫ﺀ ﹶﻓ‬ ‫ﺸﻲ‬ ‫ﻥ ﹶ‬‫ﻪ ﻤ‬ ‫ﻴ‬‫ ﻓ‬‫ﺎ ﺍﺨﹾ ﹶﺘ ﹶﻠﻔﹾ ﹸﺘﻡ‬‫ﻭﻤ‬ "Herhangi bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onun hakkında hüküm vermek Allah’ındır." (Şura 10) Đslam da hüküm koyma Allah Teâlâ’ya aittir. Dünya ve ahiret müşkülatlarımız O’nun koyduğu hükümlerle çözümlenmelidir. Şu ayeti kerimede de hükmün yalnızca Allah Teâlâ’ya ait olduğunu, verdiği hükümle hakkın ne olduğunu, hakkı batıldan ayıt eden olduğunu bildirerek şöyle buyuruyor.

Bir şeyin övülmesi ya da yerilmesi, sevap ya da günah getirmesi yönünden hüküm yalınız Allah Teâlâ’ya aittir. Bu hususta insanlar hüküm koyamazlar. Hüküm yalınız Allah Teâlâ’ya ait olduğunu Kuran şöyle bildiriyor:

‫ﻴﻥ‬‫ﺼﻠ‬  ‫ﺭ ﺍﻝﹾﻔﹶﺎ‬ ‫ﺨﻴ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻕ‬ ‫ﺤﱠ‬  ‫ﺹ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻴ ﹸﻘ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻡ ِﺇ ﱠﻻ ِﻝﹼﻠ‬ ‫ﺤﻜﹾ‬  ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬ ‫ِﺇ ﹺ‬ “Hüküm yalnızca Allah’ındır. O hakkı anlatır. O, ayırt edenlerin en hayırlısıdır” (el-Enam 57) Hükmün Allah Teâlâ’ya mahsus olduğunu, insanların hüküm koyamayacağını bildiren yüzlerce ayetler, hadisi şerifler vardır. Bu beyanatlardan açıkça anlaşılıyor ki hüküm koyma, bildirme yetkisi Allah Teâlâ’ya mahsustur.

‫ﻡ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ ﹶﻘ‬  ‫ﻴ‬‫ﻙ ﺍﻝﺩ‬  ‫ﻩ ﹶﺫ ِﻝ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﺍﹾ ِﺇ ﱠﻻ ِﺇﻴ‬‫ﺒﺩ‬ ‫ﺭ َﺃ ﱠﻻ ﹶﺘﻌ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻪ َﺃ‬ ‫ﻡ ِﺇ ﱠﻻ ِﻝﹼﻠ‬ ‫ﺤﻜﹾ‬  ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬ ‫ِﺇ ﹺ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ ﹶﻠﻤ‬‫ﻴﻌ‬ ‫ﺱ ﹶﻻ‬ ‫ﺭ ﺍﻝﻨﱠﺎ ﹺ‬ ‫ﻥ َﺃﻜﹾ ﹶﺜ‬  ‫ﻜ‬ ‫ﻭ ﹶﻝ‬ “Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 40)

köklüdeğişim

Şu ayeti kerimede de Allah Teâlâ Rasulullah'a kitap'ı Kuranı, insanlar arasında

57

ekim 2009


gerçekten müslümanlar… hükümlerini mi? (Beğenip sevip, arayıp) istiyorlar” Anlamları ifade etmektedir. Buna göre Allah'ın düzenini, Allah'ın hükmünü beğenip kabul etmeyenler, cahiliye hükümlerini Arayıp istiyorlar anlamı ifade ediyor.

onunla hükmetmesi için gönderdiğini bildiriyor ve şöyle buyuruyor:

‫ﺎ‬‫ﺱ ﹺﺒﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﻨﱠﺎ ﹺ‬  ‫ﺒﻴ‬ ‫ﻡ‬ ‫ ﹸﻜ‬‫ﻕ ِﻝ ﹶﺘﺤ‬ ‫ﺤ ﱢ‬  ‫ﺏ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬  ‫ﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﻙ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﺯﻝﹾﻨﹶﺎ ِﺇ ﹶﻝﻴ‬ ‫ِﺇﻨﱠﺎ ﺃَﻨ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻙ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﺍ‬‫َﺃﺭ‬ "Muhakkak ki biz sana kitabı hak ile indirdik ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin" (en-Nisa 105).

Bir eşyayı, bir fiili, hükmü Đsteme hususunda, asıl olan o şeyi beğenip sevmektir. Bir hükmün olmasını, bir fiilin yapılmasını isteme, o hükmü, fiili beğenmesine sevmesine bağlıdır. Beğenirse sever, severse onu ister. Beğenmezse sevmez sevmezse istemez. Önce, beğenme, sevme, sonra isteme gelir. Bunun için Allah Subhanehu ve Teâlâ böyle buyuruyor. “yoksa onlar halen insanların koydukları cahiliye hükümlerini mi? Beğenip sevip, arayıp istiyorlar“ burada hüküm konusunda “Yoksa onlar cahiliye hükümlerini mi? (beğenip, sevip), istiyorlar” buyurduğu gibi, şu ayeti kerimede de; Allah Teâlâ’nın beğenip koyduğu dini beğenmeyip istemeyenler hakَ ُQ(ْ َ 0ِ ّ ‫ ا‬ ِ ‫ ْ َ ِد‬Qَ َ ‫َأ‬ kında da şöyle buyuruyor: ‫ن‬ “Yoksa onlar Allah’ın dininden başkasını mı? (beğenip, sevip, isteyip) arıyorlar" (Ali Đmran 83) Allah Teâlâ’nın dininden başka din arayanlar Allah Teâlâ’nın koyduğu hükümlerden başka hükümler arayanlardır. Çünkü Din: Đnanç ve şer'i hükümlerden oluşup meydana gelendir. Din olması için bu ikisinin de bulunması gereklidir. Bir şeyin dinden olması için sadece inancın bulunması yeterli değildir. Şer'i hükümlerinde bulunması gereklidir.

Bu ve buna benzer ayetler ve hadisi şerifler Kuranı kerimin gelişinin temel esasını bildiriyor. Kuranı kerim öpüp koklamak, bohçalara sarıp saklamak, yükseklere asıp saygı göstermek, metnini ve mealini okumak için gelmediğini, kendisiyle hükmedilmek için geldiğini bildiriyor. Kuranı kerim; teknik, teknoloji, hadise ve ticari ilimler kitabi de değildir. Maalesef 1924’ten bu yana Kuranı kerimin esas gelişi doğrultusunda hareket edilmiyor. Tam tersine muamele yapılıyor. Şer'i hükümlerin uygulanmasının önemini belirterek, bir ayeti kerimede;

‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﻓﺭ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹾﻜﹶﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻙ‬  ‫ ﹶﻝ ِﺌ‬‫ﻪ ﹶﻓُﺄﻭ‬ ‫ﺯ َل ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﺎ َﺃﻨ‬‫ﻜﹸﻡ ﹺﺒﻤ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻥ ﱠﻝﻡ‬‫ﻭﻤ‬

“Her kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (el-Maide 44) diğer bir ayette de ‫ﺎ‬‫ﻜﹸﻡ ﹺﺒﻤ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻥ ﱠﻝﻡ‬‫ﻭﻤ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﻡ ﺍﻝﻅﱠﺎ ِﻝﻤ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻙ‬  ‫ ﹶﻝ ِﺌ‬‫ﻪ ﹶﻓُﺄﻭ‬ ‫ﺯ َل ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫“ ﺃﻨ‬Her kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (el-Maide 45) Şu ayette de: ‫ﻥ‬  ‫ﺴﻘﹸﻭ‬  ‫ﻡ ﺍﻝﹾﻔﹶﺎ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻙ‬  ‫ ﹶﻝ ِﺌ‬‫ﻪ ﹶﻓُﺄﻭ‬ ‫ﺯ َل ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﺎ ﺃَﻨ‬‫ﻜﹸﻡ ﹺﺒﻤ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻥ ﱠﻝﻡ‬‫ﻭﻤ‬ “Her kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (el-Maide 47) diye buyurmaktadır.

Bir isteğin de; Đslam’ı bir istek olması için, dinin beğenip iyi, güzel dediğini, beğenip, iyi, güzel deyip sevmekle, dinin beğenmeyip çirkin, kötü dediğini sevmemekle olur. Yanı dinin dediğine bağlı kalmakla istek Đslami olur.

Allah Teâlâ’nın koyduğu şeriat hükümlerini, ya da insanların koydukları cahiliye hükümlerini ve hükümlerin uygulanıp yürütülmesini, beğenip, beğenmemekte, sevip sevmemekte, isteyip istememekte insanlar serbest bırakılmışlardır. Đsteyenler Allah Teâlâ’nın koydukları hükümleri alır uygulamaya koyar, isteyende cahiliye hükümlerini. Alır.

Bütün konularda, irade, istek çok önemli yer işgal etmektedir. Her türlü iyilikler ve kötülükler, sevap ve günahlar irade ve istekle yapmaktan meydana gelir. Đnsanlar; irade ve istekleriyle yaptıklarından sorumludurlar. Gayri ihtiyari yapılanlar sevap ve günah ge-

‫ﻥ‬  ‫ﻐﹸﻭ‬‫ﻴﺒ‬ ‫ﺔ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻠ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺎ‬‫ﻡ ﺍﻝﹾﺠ‬ ‫ﺤﻜﹾ‬  ‫َﺃ ﹶﻓ‬Ayeti kerimede geçen cümlelerde; “yoksa onlar (halen Allah Teâla’nın koyduğu hükümleri beğenmeyip, sevmeyip), insanların (koydukları) cahiliye köklüdeğişim

58

ekim 2009


gerçekten müslümanlar… tirmezler. Ve insanlar onlardan sorumlu değillerdir.

kümlerinden söz eden Müslümanlara en ağır müeyyideleri uyguladılar. Eziyetler, tehditler, sürgünler, işkenceler, dışlamalar, tutuklamalar, sosyal haklardan yoksun bırakmalar ve idam cezasıyla suçlandırmalar yaptılar. Yapılan bu baskılar, suçlamalar, yanlışa yönlendirmeler ve güç kuvveti elde tutan, görünüşte halkın okeyini almış, cemaatler yönlendirenler, durmadan cemiyet ve cemaatlere, topluma, yıllarca cahiliye hükümlerini Đslam'ı hükümlerdir diye vererek halkı cahiliye hükümlerine yönlendirdiler. 86 yıldır bu manzara böyle sürüp gitmektedir. Toplum 86 yıldır böyle istiyor, Allah Teâlâ da isteklerini böylece veriyor. Bir gün bu toplum topluca Đslam'a yönelecek yine Allah Teâlâ da isteklerini vereceği muhakkaktır. Bu da kulların isteklerinin verildiğinin bir örneğidir.

Allah Subhanehu ve Teâlâ kullarına, isteme hususunda öncelik hakkı da tanımıştı, kula yapması haram olanları bildirmiş, alma ve yapma isteğinde serbest bırakmış, iman edip etmemede, küfredip etmemede Kul serbest bırakılmış. Kul iradesiyle nasıl isterse öyle verilmiş. Đşte bu bir takdiri ilahidir. Kulun isteğinin verildiğini Kur'an şöyle bildiriyor:

‫ﺴ ﹺﻬﻡ‬  ‫ﺎ ﹺﺒ َﺄﻨﹾ ﹸﻔ‬‫ﻭﺍﹾ ﻤ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﻴ ﹶﻐ‬ ‫ﺤﺘﱠﻰ‬  ‫ ﹴﻡ‬‫ﺎ ﹺﺒ ﹶﻘﻭ‬‫ﺭ ﻤ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻴ ﹶﻐ‬ ‫ﻪ ﹶﻻ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫“ ِﺇ‬Bir toplum kendilerindeki özellikleri (içlerindekini, düşüncelerini) değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” (er-Rad 11) Bu ayeti kerime insanların istediklerinin verildiğinin apaçık göstergesidir. Allah Subhanehu insanların isteklerini verdiğinin apaçık bir göstergesi de: Đslam'ın, Müslümanların amansız düşmanları özellikle Avrupalı, Amerikalı kâfir kapitalistler, bunların da başını çeken kalleş, dönek, yalancı, zalim ve maddeperest yandaşları çeşitli yönlerden, çeşitli bahane ve sebepler göstererek, Müslümanların yurtlarına ve evlerine kadar girerek kendi batıl, yanlış akidelerinden doğan cahiliye hükümlerini kültürlerini, gelenek ve adetlerini doğru ve faydalı diye Müslümanlara verdiler. 1924 de ne Halifelik şeklinde ve ne de, Demokrasi, Cumhuriyet şeklinde herhangi bir seçim yapılmadan Müslümanların yönetimini ele geçiren yöneticiler de, yukarıda evsafları tavsif edilenlerin verdikleri cahiliye hükümlerini, doğru ve faydalı diye alıp kabul edip, baş tacı edinip yönetim ve hükmetmelerinde ona bağlı kalacaklarını düstur edindiler. Ehli salipten alıp kabul ettikleri cahiliye hükümlerini, ümmeti Muhammed'e şer'i hükümlerdenmiş gibi sundular. Ve hatta ehli salipten alınan cahiliye hükümleri ile şeriat hükümleri birbirleriyle mündemiçtir dediler. Bir taraftan cahiliye hükümleri, Đslam hükümleriyle aynıdır dediler, bir taraftan da Đslam hükümlerini isteyen, Đslam hükümlerini dile getiren, Đslam hüköklüdeğişim

Ne hazindir ki, şimdi yine, Đslam hükümlerinden başka cahiliye hükümlerini alıp kabul edip uygulamaya koyanlar, Đslam hükümlerinin uygulanma safhasına getirilip tatbik edilmesini isteyen seçkin Müslümanlara aynı menfur müeyyideleri fazlasıyla uygulamaktadırlar. Kendilerinin de Müslümanlardan oldukları halde, Müslümanlarda şeriat hükümlerinin uygulanmasının gerekli olduğunu bildikleri halde, cahiliye hükümlerinin uygulanmasını istemeyen Đslam hükümlerinin uygulamasını isteyenleri cezalandıranlar. Şap ile şeker'i bir birinden ayırt edemeyecek kadar anlayışsız oldukları apaçık anlaşılmaktadır. Bu kişiler şu üç ihtimalden birinin mağlubudurlar. 1- Allah Teâlâ’dan gelen şer'i hükümler ile insanlar tarafından hazırlanıp konulan cahiliye hükümlerini birbirinden ayıramayacak kadar akılsızlığa mağlup olmuşlar. 2- Şer'i hükümlerin uygulanmasının mükâfatının, cahiliye hükümlerinin uygulanmasının cezasının ne olduğunu bilmemeye, ya da bunların karşılığı ceza yada mükafat verileceğini kabul etmemeye mağlup olmuşlar.

59

ekim 2009


gerçekten müslümanlar… 3- Allah Teâlâ’nın kesin emri olan şer'i hükümleri alıp uygulamaya koymaları hususunda en ağır baskılar altında tutuluyorlar ki uygulama yoluna girmiyorlar. Şeriat hükümlerinin düşmanlarının baskısına mağlup omlular. Bunlardan, B-C- şıkları her hangi bir meşru özür değildir. Zira şer'i hükümlerin uygulanması gereklidir, cahiliye hükümlerinin uygulanması ise cezayı müstelzimdir.

Cahiliye hükümleri; dinlerini dünyalarına feda eden, dünyalık maddi çıkarlarını elde etmek için hevalarına, arzularına tabi olan toplumların koydukları hükümlerdir. Hevalarına, arzularına tabi olarak koyulan hükümler her zaman cahiliye hükümleridir. Bu hükümler bugün de, yarında cahiliye hükümleridirler. Diğer bir deyişle; Allah'ın kitabı Rasul’ün sünnetiyle hükmedilmesini istemeyenler cahiliye hükümlerini, cahiliye düzenini isteyenlerdir. Burada önemli olan isteyenlerin kim olduğu değil, istenilen, ortaya konulan hükümlerin ne olduğudur. Ancak ayeti kerimede de geçtiği gibi iyi, derin düşünen bir kavim, Allah Teâlanın hükmünden daha iyi hüküm olmadığını bilir ve başka hükümleri kabul etmez. Rabbul Âlemin olan Allah Teâlâ hüküm yönünden Allahtan daha iyi hüküm veren olmadığını, hükmü ilahının son derece üstün olduğunu ortaya koyarak ve halen cahiliye hükümlerini isteyenlere ihtar ederek şöyle buyuruyor:

Avrupalı, Amerikalı kâfirler tarafından cahiliye hükümlerinin Müslümanlara transfer edilmesi, Müslümanlardaki yöneticiler vasıtasıyla, olmuştur. Bu tablo bütün Đslam ülkelerinde aynıdır. Müslümanlara cahiliye hükümlerini taşıyanlar, uygulamaya koyanlar yöneticilerdir. Daha açıkçası; cahiliye hükümlerini alıp kabul eden, Müslümanlara sunup uygulayanlar yöneticilerdir. Bunlar cahiliye hükümlerini kendileri kabul ettikleri gibi Müslümanlara da kabul ettirmek için çeşitli yönlerden gayret sarf edenlerdir. Bu hususta icabında korkutma, tehdit etme, sudan bahanelerle ağır cezalarla tecziye ediyorlar. Hiçbir türlü şiddet'e başvurmadan, taşkınlık yapmadan, sadece inançlarının gereği, Allah’ın kitabı, Rasul’ün sünnetiyle, şeriat hükümleriyle hükmedecek Hilafet devletinin ikame edilmesini istemelerinden başka hiçbir suçları olmayanlara, bu menfur muameleleri reva görüyorlar.

köklüdeğişim

‫ ﹴﻡ‬‫ﺎ ﱢﻝ ﹶﻘﻭ‬‫ﺤﻜﹾﻤ‬  ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬ ‫ﺴ‬  ‫ َﺃﺤ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻐﹸﻭ‬‫ﻴﺒ‬ ‫ﺔ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻠ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺎ‬‫ﻡ ﺍﻝﹾﺠ‬ ‫ﺤﻜﹾ‬  ‫َﺃ ﹶﻓ‬ ‫ﻗﻨﹸﻭﻥ‬ ‫ﻭ‬‫“ ﻴ‬Yoksa istedikleri cahiliye düzeni midir? Kesin inançlılara göre Allah'ın düzeninden, Allah'ın verdiği hükümden daha iyisi düşünülebilir mi hiç” (el-Maide 50) Hak yolda olanlara Selam olsun.

60

ekim 2009


Sümeyye Avcı

röportaj

bilgi@kokludegisim.net

Selman Koç Đle Röportaj AKP hükümeti her türlü cinsi ve fikri sapıklıkların boy gösterdiği faaliyetlere serbestiyet ve özgürlük tanıyan, ifade özgürlüğüne inandığını iddia eden ve “kimsenin fikirlerinden dolayı zindanlarda bulunmadığını” söylediği halde, söz konusu Hizb-ut Tahrir olduğu zaman düşmanca bir tavır sergilemektedir. 2002’den itibaren AK Parti’nin iktidara geçmesinden beri Hizb-ut Tahrir’e yönelik bu tip operasyonlar daha hız kazanmıştır. Her seferinde bu zavallı, beyni yıkanmış, kandırılmış emniyet güçleri ve istihbarat ekipleri ve sözde terörle mücadele şubesi elemanları basına; “Hizb-ut Tahrir çökertildi, çözüldü ve yıkıldı” demiştir!

Sümeyye AVCI: Assalamu Alaikum wa Rahmatullah Değerli Kardeşim. Bildiğiniz gibi 24 Temmuz Cuma günü düzenlenen sinsi operasyonda 23 ilde eş zamanlı bir operasyon yapılarak 200’e yakın Hizb-ut Tahrir üyesi ve sempatizanları tutuklandı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Selman KOÇ: Ve Aleykum Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu. Allah’a Hamd olsun ki Müslümanlardan olmayı bizlere nasip etmiştir. Yalnız Allah’ın ve O’nun önder Rasulü olan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dini olan Đslam’da izzeti arayanlara selam olsun. Teşrif edip bizi bu şerefe nail olmamızı sağladınız için siz Köklü Değişim’e yürekten teşekkür etmek istiyorum.

Đşte, cumhuriyetin yöneticileri ve savunucularına kaç kere mükerreren meydan okumamıza rağmen hala hiçbir tanesi karşımıza çıkıp düzen ve sistemi tartışma cesaretini ve öz güvenini gösterememiştir. Ancak tutuklama, hapse atma, işkence etme, öldürmek veya iftira-yalan kampanyaları ile yıldırma politikası güdüyorlar. Kendine ve fikrine güvenen yalana, dolana, işkence ve zulme başvurur mu?

Şu bir gerçek ki, gayesi Allah’ın kelamını yüceltip hayata hâkim kılmak isteyen herkese karşı savaş açılmıştır tarihte, ya fiili ya da psikolojik olarak. Bu Kur’an-i bir hakikattir ve aynı zamanda vakıa bunu teyit etmektedir. 1953’de kurulan Đslam’a dayalı siyasi ve ideolojik bir parti olan Hizb-ut Tahrir gecesini gündüzüne katıp Đslam Devletini kurup Đslami hayatı başlatmak için harıl harıl çalışmaktadır, bu yolda çok çile çekmiştir ve bu uğurda çok bedel ödemiştir. Đftiralar, haksız ve zalimane tutuklamalar ve şehitliğe kadar varan işkenceler bu partinin mazisini doğal bir parçası haline getirmiştir. Hak ile batıl tarih boyunca hep birbirleriyle çarpışmış ve küfür cephesi kendi yoluna çekmede insanları ikna etmekten yoksun ve aciz oldukları için bu tip zorba yöntemlere başvurmuştur.

Đşte, bu ders tarihte tüm Nebi, Rasûl’lerin ve dava adamlarının muhatap olduğu Đslam ile küfür mücadelesinde küfrün mantığı ve bozuk psikolojisini gösteren müşterek bir derstir. Musa Aleyhi’s Selam ile Firavundan tutun da Đbrahim Aleyhi’s Selam ile Nemrut, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile Ebu Cehil, günümüz cumhuriyet taraftarları ile Türkiye’deki Hizb-ut Tahrir üyelerine kadar bu böyle devam ede gelmiştir. Bu böyle de kalacaktır. Ta ki, bir taraf tam manası ile galip gelene kadar.

Bu operasyon ile birlikte çapta ve seviyede azgın Kemalist ve kat’ı laik olan geçmişteki hükümetleri ve seleflerini bile geride bırakan köklüdeğişim

61

ekim 2009


selman koç ile röportaj… Hizb-ut Tahrir 1953´ten beri Đslam âleminde, 1959 yılının sonlarından itibaren de Türkiye’de çalışan Đslami ideolojik, siyasi bir parti olarak daima Ümmetin duygu ve düşüncelerinin gerçek tercümanı olmuştur. Devamlı olarak Ümmeti uyarmış, yol göstermiş ve liderlik etmiştir. Başarabildiği ölçüde de, tüm bölgelerde cumhuriyetlere, krallıklara ve bunlar gibi diğer küfür sistemlerine karşı taviz vermeden, çekinmeden hakkı ortaya koyup çalışmasını sürdürmüştür. Hizb’in bu çalışması küfür rejimlerce tehdit olarak algılanmış ve elemanları propagandalara, yalan, iftira kampanyaları, tutuklama, işkence ve öldürmelere maruz bırakılmıştır.

bir basın açıklamasından sonra Türkiye kamuoyu sarsılmıştı. Uykuları kaçan o dönemde AKP hükümeti çok eleştirilmiş, bazı bakanlar istifaya çağrılmış ve muhalefet bunu bir koz olarak kullanmıştı, hatta bazı kesimler orduyu bile göreve çağırmıştı. Bu baskıyı hisseden ve bu hazin tecrübeyi yaşayan AKP hükümeti belli ki bundan ders almışa benziyor, yeniden bir kez daha bunu yaşamamak için böyle bir hamlede bulunmuştur. Çünkü yine hicri takvime göre bir Recep ayında ve yine Hilafet’in son başkenti olan Đstanbul’da Hilafet Devleti’nin yıkılmasının yıl dönümü münasebetiyle bir konferans düzenlenecek ve yine Hilafet’in kurulması için yeniden Müslümanlara çağrıda bulunacak ve bu vesileyle hayırlı bir amel işlenecekti. Bundan dolayı hükümetin verdiği talimatlar üzere bu konferansı sabote etmek ve engellemek amacıyla bu konferanstan sadece iki gün önce bu operasyonlar yapılmıştır.

Bütün bunlara rağmen Hizb-ut Tahrir yine dimdik ayakta hiç bir zaman çizgisinden, metodundan vazgeçmemiş, taviz vermemiştir ve vermez de. Hiç bir zaman için Kur’an ve Sünnetten sapmamıştır, Rasûl’ün gösterdiği çizgiden kıl payı kadar uzaklaşmamıştır. AVCI: Aslına bakılırsa, kâfirlerin ajanları olan hain ve de zalimler dahi bunun bilincindeler. Ama kibir ve gururları onların gerçekleri kabullenmelerini engellemektedir. Peki, Kardeşim Neden özellikle 24 Temmuz da tutuklanmalar oldu? Türkiye hükümetinin bu tutuklanmaları yapmadaki en büyük amacı neydi? Ayrıca Tutuklanmaların Köklü Değişim Dergisinin (valilikten izin alarak) düzenlediği konferanstan iki gün önce olması düşündürücü bir durum. Siz ne dersiniz?

AVCI: Tutuklamaların ardından birçok haberler yayınlandı. Bunlardan ilki Ergenekon’la ilişkisi olduğu iddiasıydı. MOSSAD bağlantısı olduğu hatta Yılmaz Çelik’in Đngiliz ajanı olduğuna dair çok haber yayınlandı. Fâsık medyadan gelen habere inanılmaması gerekildiği halde bunlara inanan insanlar maalesef oldu. Hizb-ut Tahrir bunlarla hiç bir bağ ve ilişkisinin olmadığını açıkladı. Bu konuda birde sizin yorumlarınızı alabilir miyiz?

KOÇ: Hatırlarsınız 2005 Eylül ayında, hicri takvime göre Recep ayına tekabül etmiş ve bu ayda Hilafet Devleti’nin yıkılmasının yıl dönümü münasebetiyle Hizb-ut Tahrir tarafından dünya çapında bir kampanya başlatılmıştı. Türkiye’de ise Hilafet’in son başkenti olan Đstanbul’da Fatih camisinde yapılan köklüdeğişim

KOÇ: Aslında bu iftiralar ve karalamalar yeni değildir, nitekim Türkiye’de daha katı ve azılı Kemalist hükümetlerin zamanında 60’lı ve 70’li yıllarda Hizb-ut Tahrir’i Moskova’dan yönlendirilen bir komünist hücresi olmakla suçluyorlardı. O zaman bu iftiraları atan medya, hükümetin istikametinde yürü-

62

ekim 2009


selman koç ile röportaj… yen medya idi, gazetelerinde manşet yaptılar ve haberlerinde bunu yayınladılar.

veccühünü kazanmış ve onların gönüllerinde taht kurmuş bir Đslami partidir. Đslam Ümmeti içerisinde ve onunla birlikte çalışmakta olan Hizb-ut Tahrir’i iyi bilen bu iftiralara kesinlikle itibar etmeyecektir. Zira Müslümanlara kan kusturan ve Đslam’ın düşmanı olan Đngiltere ve yahudi varlığı ile ilişkilendirilen ideolojisi Đslam olan bu güzide kitle kesin bir dille ve kat’i bir ifadeyle kendini yeterince tarif etmiştir ve dakik bir şekilde kendini tanıtmıştır. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir ve bu şer yapılanmaların arasındaki temelde ve ayrıntıdaki fark aşikârdır.

Đftira ve yalan tüm zamanlarda küfrün malzemesi ve taktiği olmuştur. “Sakat doğmuş ve yamuk büyümüş gayr-i meşru olan” Türkiye Cumhuriyeti de küfrün temsilcisi olması hasebiyle onun atmış olduğu bu iftiralar bize garip gelmemiştir ve yeni bir şey de değildir, çünkü küfrün psikolojisi hep böyledir. Ama değişen ve yeni olan şudur; kendini Đslami kesimden bir parça olduğunu iddia eden, güya Đslam’ın savunuculuğunu yaptığı ve Müslümanların hakkını gözetlediğini söyleyen Müslüman kılıfında ve görünümde olan bazı basın organlarının bu iftiraları atmasında baş göstermesidir. Bu bağlamda yine Đslami hareketlerden geldiği söylenen ve Đslam kisvesine bürünmüş olan bazı kesimlerin ve şahsiyetlerin bu iftiralara ya ortak olması ya da seyirci kalması garipsenecek bir durumdur. Aslında bizi üzen budur. Ormana demişler ki, “Nedir bu baltadan çektiğin? Ne yapayım sapı bendendir” demiş.

Ama yine maalesef şuna şahit olmaktayız ki bazı insanlar buna rağmen bu iftiralardan acizane etkilenmiştir, yalnız bu uzun vadeli olmayıp sadece kısa bir etkilenme dönemidir. Zira Hizb’in gençleri Müslümanların arasında yaşamaktadır ve onlarla samimi ve iyi ilişkiler içerisindeler. Bu yüzden Hizb’in gençlerini iyi tanıdıklarından dolayı bu iftiranın tesiri uzun sürmeyecektir. Sayın Yılmaz Çelik’e atılan bu iftiralar aynı bildiğimiz medya tarafından uydurulmuştur. Müslümanlar nezdinde güvenirliğini kaybetmiş aynı medyadan söz ediyoruz. Her defasında AKP hükümetinin ihanetini, ihmalini ve zulümlerini örtbas eden ve Đslam’a aykırı olan işlemlerini aklayan yine aynı medyadan söz ediyoruz. Ancak ne gülünçtür ki atılan iftiralara iyice bakıldığı zaman o çok korudukları, savundukları ve her defasında akladıkları AKP hükümetinin politikaları ve projeleriyle özdeşleşmiş iftiralardır, yani Batı’ya ve onun beslemesi olan yahudi varlığına hizmet etmede ve uşaklık yapmada önde gelen AKP hükümetini görüyoruz. Suriye ile işgalci yahudi varlığı arasındaki barış anlaşmasında Amerika tarafından biçilen arabuluculuk rolüne üstlenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümeti AKP ve ‘ben ABD’nin Büyük

Bu iftiraların neden düşünülmüş ve planlanmış olduğunu sorgulamak gerek, çünkü Hizb-ut Tahrir ile yakından uzaktan alakası olmayan yapılanmalarla bağ kurulmuş. Bu da şunu göstermektedir ki, bu sipariş kalemlerin ne kadar aceleci ve hiddetli olduğunu göstermektedir. Bu silsilede Hizb-ut Tahrir’in Müslümanlara karşı bir tehdit oluşturduğunu, onlara zarar vermek istediğini ve Müslümanlardan tecrit olduğunu ve Hizb’in gençlerinin Müslümanlardan kopuk yaşadığını söyleyip duruyorlar. Hâlbuki 23 ilde yapılan operasyonlar bunun aksini ispat emektedir. Hizb-ut Tahrir Türkiye’nin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar Müslümanların teköklüdeğişim

63

ekim 2009


selman koç ile röportaj… Ortadoğu Projesi olan Türkiye’deki eş başkanıyım’ diyen bu hükümetinin başbakanı Recep Erdoğan’dan bahsediyoruz.

hayatımda imama muhtaç kalmamışım, ölürken niye muhtaç kalayım?’’ demiştir. Efendimizin SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlini unutmayın: "Öyle bir zaman gelecek ki o zamanda Allah’ın kitabı hayattan uzaklaştırılacak ve Benim Sünnetim öldürülecek! Đşte o zamanda bir zümre oluşacak ve onların bir tanesinin sevabı sizden 40 kişinin sevabına bedel ve bir şehidi sizden 40 şehide bedel!” Ya Rasulullah onlar kimdir? diye soran Ashaba Rasulullah’ın cevabı şöyle olur:

AVCI: Son aldığımız habere göre Kardeşlerimize hapishanede işkence ediliyor. Tabi bunlar bizim duyduklarımız. Duymadığımız daha neler vardır Allah’u Âlem! Hem kardeşlerimiz hem de onların aileleri için gerçekten zor bir durum. O değerli Kardeşlerimiz ve aileleri bu röportajı mutlaka okuyacaklardır. Onlara neler tavsiye etmek istersiniz? KOÇ: Her ne kadar bunu söylemek zor olsa da eğer bunu okuyorlarsa onlara naçizane şunu demek isterim; sebat gösterin ve sabır edin ki sabır insanı Allah’a daha çok yaklaştırır. Đyiyi hatırlayın ve iyiyi bilin ki Allah her zaman sizinledir. Allah’a tevekkül etmeniz ve rızkın ve ecelin O’nun elinde olduğuna ne kadar inandığınız aslında böyle bir zamanda beli olur. Çok iyiyi açıklana bilen boş fikirlerden ibaret olmaması gerek. Bu mefhumların ne derecede kök saldığı bu imtihanlarda beli olur ve unutmayın ki bu bir imtihandır. Đslam davası örnek şahsiyetler ile üstünlüğünü her zaman korumuştur ve her zaman öyle olacaktır, zirvede olma rütbesini kimseye kaptırmayın, zira Đslam bedel ve fedakârlık ister.

"Onlar öyle insanlar ki Allah’ın kitabını tekrar hâkim kılmaya çalışacaklar ve Benim Sünnetimi tekrar diriltip onu yaşamaya, anlatmaya, yaşatmaya uğraşacaklar ve onların bu konuda Allah’tan başka hiçbir yardımcıları yoktur. Hâlbuki size en büyük yardımcı benim. Onlara ne dostları nede düşmanları Allah’ın dinini hâkim kılmaya engel olamayacaktır. Sizler benim ashabım onlar ise sevgililerimdir, yaşasın o Garipler!” (Kütübüsitteden hadis imamları sahihlemiştir.)

Bu rivayete ve Rasulullah Aleyhi’s Selam’ın övgülerine mazhar olmayı arzulayalım. Gerçek Salih dava adamları hiç bir zaman zalim idarecilere yağcılık ve dalkavukluk yapmamış veya ümmete tutuklandık ve ezildik diye şikâyette ve sitemde bulunmamıştır. Zira onların gücünün kaynağı tüm güçlerin yaratıcısı ve kaynağı, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır ve biz O’ndan geldik, sadece O’na güveniriz, sadece O’ndan yardım dileriz, sadece O’na döneceğiz.

Küfrün takipçileri bile inandıkları davalarına karşı dürüstlük göstermiştir. Örneğin bugün hala saygı duyulan ve Türkiye’de hayranları hala bulunan, fikirlerini tasvip etmememize rağmen ‘yiğidin hakkını vereceksin’ misali, sosyalizme inanan Deniz Gezmiş bile idam sehpasına götürüldü zaman hala davasının arkasında durmuş, asılmadan önce polisler ve gardiyanlar sormuşlar ‘‘imam getirelim mi?’’ Oda; ‘’Ne imamı? Ben

AVCI: Rabbim sizden razı olsun Kardeşim. Son olarak, genelde bütün Müslümanlara özelde Türkiye’de ikamet eden Müslümanlara neler söylemek istersiniz? KOÇ: Küfrün psikolojisi değişmez. Ama biz yine de öz güvenimizi, cesaretimizi göste-

köklüdeğişim

64

ekim 2009


selman koç ile röportaj… dürün. Đyice bilin ki; Allah’ın kitabı Kuran devletten ayrılacaktır; Dikkat edin! Sakın ha siz Kur’an’dan ayrılmayın. Ve başınıza öyle (zalim) idareciler gelecek ki, onlara itaat ederseniz sizi küfre götürürler, onlara başkaldırırsanız sizi öldürürler.” Orada bulunan Müslümanlar hemen sordular; “Ne yapmamızı önerirsiniz Ya Rasulullah? dediklerinde Allah’ın Rasulü şöyle cevap verdi: "Đsa’nın ümmetinin yaptığı gibi yapın. Zira onlar testereyle kesilme ve işkence pahasına dinden dönmediler ve taviz vermediler.”

rip küfrün psikolojisinin bozukluğunu, zayıflığını, alçaklığını ve yüzeysel konumunu göstermek istiyoruz. Bunu ümmet görsün, zayıf imanlılar da görsünler cesaret bulsunlar istiyoruz. Gösterilen her türlü zorluklara rağmen, yine de sesimizi yükseltip onlara çağrımızı tekrar ediyoruz: Hizb-ut Tahrir Kur’an ve Sünnetten aldığı düşünce ve metotla Müslüman Türkiye halkının kalbinde olacaktır. Türküyle, Kürt’üyle, Laz’ı ve Çerkez’iyle herkes Hizb-ut Tahrir’i kalbinde taşıdığı müddetçe küfür yenilmeye mahkûmdur.

“Allah’a isyan içinde yaşamaktansa Allah’a itaat halinde ölmek daha hayırlıdır.”

Her değişim hareketi; değişimi gerçekleştirmek uğrunda halis bir samimiyet duygusu gereğince fedakârlık yapmak zorundadır. Bu, ister Đslami olsun isterse gayri Đslami bir değişim hareketi olsun fark etmez.

(Ibn-Hacer Askalani, Sahih Hadis)

Ölüme gülümsemek şuuruna erdiğimiz zaman zafer Allah katından yağmur gibi inecek ve Müslümanlar işte o gün Hilafet’in kurulacağına şahit olacaklar. Đşte o gün Müslümanların kalbi sevgi ve fedakârlıklarla dolacaktır… Đnşallah o günler çok yakındır.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem diyor ki: “Đman çarkı ebediyete kadar dönecektir… Sizde nerede bulunursanız onu dön-

köklüdeğişim

65

ekim 2009


Murat Albasan

medrese-i yusufiye’den

bilgi@kokludegisim.net

Fırsatlar Ülkesi Türkiye uymuş, kimi Ergenekon’a güvenmiş, kimi batıl fikirlerine sarılmış, kimisi de Rabbim Allah’tır dediği için buralara düşmüş. Şüphesiz ki, cezayı müeyyideyi gerektiren bir suç işleyen her şahıs, o işlediği suçun cezasını çekmek zorundadır. Bu, ister dine dayalı bir devlette olsun, isterse dinsiz bir devlette olsun bu böyledir. Burada kalkıp mevcut düzenin adaletini sorgulayacak değilim. Çünkü sorgulayacak bir şey yok ortada. Birilerinin "kimse düşüncesinden dolayı tecrit edilmeyecektir." safsatası buradaki vakıa ile dekleştirildiği zaman, adalet denebilirse onun nasıl bir adalet olduğu da ortaya çıkıyor. Bırakın düşünceyi koskoca mühimmat depolarıyla yakalanan, bu ümmetin yıllardır sırtına dipçiği vurmuş, kanını emen, Ergenekoncu dinsiz devletin bekçileri sürüm sürüm sürünmesi gerekirken adaletin(!) en şaşaalısını görüyorlar... Ve bir dalgada giriyorlar diğer dalgada serbest kalıyorlar. Bu düzen, dalgalanmasın da kim dalgalansın? Gerçi dediğim gibi adalet falan aradığımdan değil. Böyle olacağı belliydi zaten. 10 dalga oldu, 15 de olur... Denizde dalga olmaz mı?

Nedense hala anlamadı devlet büyüklerimiz(!) Đslam’ı bir hayat nizamı olarak benimseyen ve O'nun hayat, toplum ve devlete hâkim kılınmasını ölüm kalım meselesi yapmış olan Müslümanların evlatlarını hapsederek yeni miladın önüne geçemeyeceğini. Tam aksine nasıl ki başımızdaki tel örgülerin keskilerine kuşlar gagalarını biliyorsa, bizler Müslümanlar olarak Yusuf Aleyhi’s Selam'dan miras kabul ederek burayı kendimize medrese kıldık ve imanımızı küfre ve zulme karşı bilemekteyiz. Asla zalimlerin değil Allah'ın dilediği kadar kalacak ve dilediğinde de... Hem, bu gün sayısını tahayyül dahi edemeyeceği kadar çok Đslam'ın ideolojisi ile dolmuş, donatılmış aydınlar mevcut. Müslümanları tecrit ederek hangi devlet bu güne kadar Đslam'ın hayata tekrar kılınma davasının önüne geçebilmiş ki? T.C. bunun önüne geçebilsin. Rabbimizin yüce ayetlerine dayanarak buna asla kimsenin gücünün yetmeyeceğini tekrar içerde ve dışarıda bulunan tüm dava erlerine ve samimi Müslümanlara müjdelemek istiyorum. Bu müjdeyi Sünnetullaha binaen vermek istedim. Bu güne kadar bizlere, Müslümanlara özellikle de dava taşıyıcılarına baskı uygulanıp artırıldıkça bu bizde sadece imanımızı güçlendirmiştir.

Adamın birini yakalayıp, bir iş becerdiğini zannedenler denize bir botla yola çıktıklarının farkında değiller. Adam yerine koyup da yakaladıkları şahıs "Ergenekon bir denizse ben de içinde bir damlayım" diyor. Bazıları ise hala bir ve iki numaranın hayalini kuruyor. Onlara ulaşıldığında bu devlet kökünden dalgalanacak ve dalgaların altında yok olup gidecek demektir. Firavun ve avaneleri misali... Neyse bırakalım Amerikancılar Đngilizcileri sıkıştırsın birbirlerini yiyip bitirsinler. Bu, onları denize dökecek olanlar (hayırlı ümmetin yiğit evlatları) için belki de bir fırsat, bir işaret...

Đnsanoğlu cezaevinde gerçekten tefekkür etme imkânına sahip oluyor. Dört duvar arsında kitap okumanın, ibadet etmenin ve müstebiddanelere karşı imanını bilemenin yanında tedebbür etmek için de müthiş bir ortam. Bu, cezaevine giriş sebebinden kaynaklanıyor olsa gerek ki buralar kişiye adeta medrese oluyor, olabiliyor. Çeşit çeşit insan var buralarda. Kimi cinayetten, kimi uyuşturucudan, çeteden... vs. yatıyor. Kimi nefsine köklüdeğişim

66

ekim 2009


fırsatlar ülkesi türkiye… T.C. gerçekten fırsatlar ülkesi haline geldi. Bu iki derin güç birbiri ile uğraşırken, dalaşırken çok kan kaybediyor. Aslında burada gereken yeterli güce sahip olan bir kitle olsa ölümcül darbeyi vurup, bir taşla iki kargayı vurmuş olacak. Burada işin ehemmiyeti ve aciliyeti ortaya çıkıyor. Şimdi kamuoyu yapma zamanı. Şimdi aile akrabaya, eşe dosta gitme zamanı. Kapılar çalınmalı, camdan bacadan ümmete ulaşılmalıdır. Ümmet kafasını kaldırıp akletmelidir. Akletmesi için o dürtülmeli ve ona alternatif gösterilmelidir. Mutlaka onun içinde duyarlı ve hassasiyeti olan insanlar olacak. Ama bu mesele zor bir mesele. Sabırla, güzel öğütle gidilmeli ümmete. Zaten ümmet yeterince mevcut düzene adapta olmuş, alternatifsizlikten sarılmış şahmerana gidiyor.

daki ezicilik kemiyet bakımından olup, keyfiyet bakımından değildir. Yassı Ada'da başlayıp Heybeli Ada'da son bulan destan işte o ezici çoğunluğun kapalı kapılar ardından bakan gözlerinin önünde olmuştur. Đngilizci Kemalist güç odağı açısından değil ama o dönemki ezici çoğunluk bakımından 2002 sonrası ile benzerlikler var. 50'li yıllardaki safi saf Đngiliz güdümlü dinsiz devletin bekçileri, bu gün o zamanki gücüne sahip olmadığı aşikârdır ama hafife de alınmaması lazım. Tüm kurumlarda tabiri caizse "At izi, it izine karıştı" Fakat AKP'nin arkasında duran bu ezici(!) çoğunluk ise aynı Menderes'in arkasındaki çoğunluk gibi değil mi? Đşte burada ezicilik bakımından benzerlik vardır. Bu günkü "inadına AKP" taraftarlığı da yine tarihin Türkiye'de tekerrür ettiğini gösterir.

Bu bana Menderesi hatırlatıyor. 20. asrın ortalarında dini devletten ayırmayı şiar edinmiş ve sözde özgürlük nameleriyle Ortadoğu'ya kırılasıca ayaklarını basan kâfir Amerika, Türkiye'de nüfuz edebilmiş ve bunun sonucunda DP ile Menderes'i memleketin ezici(!) çoğunluğuyla başa getirmiştir. Bu ezici çoğunluğa ilişkin bir sosyologun anekdotunu paylaşmak istiyorum. Geçmiş zaman 50'li yıllarda DP iktidara gelmeden önce hep CHP'yi seçen(!) bir il, daha sonra DP'e veriyor. Bunun üzerine CHP'li milletvekili bölgeye gidiyor ve bölge halkına soruyor. "Bu güne kadar CHP'yi seçenler birden ne oldu da DP'e geçiverdiler?" Oradan bir adam kalkar ve şöyle cevap verir: "Biz yıllardır onca uğraşıya rağmen CHP'yi buralara getiremedik, derdimizi anlatamadık. Kimse derdimizi dinlemedi ama DP, biz çağırmadan ayağımıza kadar geldi ve sorunlarımızı dinledi, isteklerimizi sordu..." Tabi ki tek parti döneminde kim takar milleti, derdi... Çok partili döneme de geçince halk ipini koparmışçasına...

Komplo teorileri kurmak istemiyorum ama bu gün AKP'nin başına bir şey gelse sizce bu "inadına AKP" taraftarları, zamanındaki "inadına DP", "inadına ANAP" diyenlerden farklı mı olacak? Asla! Meseleyi nereye mi getirmek istiyorum? Aslında çok basit. Osmanlı Hilafet Devleti kâfirler ve yerli işbirlikçiler tarafından yıkıldıktan sonra gerek tek parti döneminde gerekse de Menderes, Özal, Erdoğan ve bunların ara dönemlerinde bu halk, ne T.C.'yi ne de onun yönetimini, yönetim şeklini gerçekten benimsememiş onu kendine maletmemiştir. Đstisnalar kaideyi bozmaz. Yani Đslam'ın hayat, toplum ve devletin üzerinde bir etkinliği kalmadıysa da, tam manasıyla da terini başkasına da vermemiştir. Bunu, 60 tane hükümet bu kısa zamanda ispat etmiştir. Daha bir asrı doldurmadan ve on yıllarca tek parti dönemini de göz önünde bulundurursak yarım asırdan daha az bir zamanda nasıl 60 tane hükümet değişiyor, değişebiliyor? Cumhuriyet, Laiklik, Demokrasi dedikleri bu olsa gerek. Halka rağmen halk için... Bu

Ezici çoğunluk demiştim değil mi? Buraköklüdeğişim

67

ekim 2009


fırsatlar ülkesi türkiye… nasıl bir ahenksizlik, nasıl bir çelişki? Ama tam bu uyuşmazlığın içinde yıllardır bu halkın bu düzensizliğe uyum sağladığı görüyorsunuz. Mesele de burada zaten. Denize düşen misali sarılmışlar sürekli yılanlara. Yiğit kahramanların evlatları ve torunlar zamanla sindirilmiş, pasifize edilmiş, âdete iradeleri yok olmuş. Bırakmışlar kendilerini derin devletin dalgalarına ve boğulmaya yüz tutmuş bir halde kimileri kendilerine sürekli can simidi görünümlü yağlı ipi vermiş ve bu halk can simidini çekip kurtulmaya çalışırken aslında boğazındaki ipi sıktığının farkında değil.

rın belki çok geç olabilir. Bu ümmet her şeyi denedi. Sağını, solunu, cumhuriyetçisini, muhafazakârını, ılımlısını... Đslam hariç hepsini denedi. Ama Allah'ın izni ile zamanı geldiğinde bu ümmet de anlayacak yıllarca kimlere ayak olduklarını ve bir gün diyecekler "Ya Rab nusretin ne zaman?" Çünkü o vakit hak ve batıl ayyuka çıkmış olacak akıllar ve kalpler Đslam'ın ateşi ile... Đşte o güne hazırlık yapmak her yiğidin görevidir. Dava sahibi şimdi tekrar düşünecek, davasını niye taşıdığını ve aslen nerde taşıması gerektiğini. Planlarını gözden geçirecek ve yeniden şekillendirecek. Önümüzdeki yılları mecal bölgesinde fikri çatışma ve siyasi mücadele yapabilmesi için hazırlık yapması lazım.

Hal böyle olunca genelde bu ümmetin özelde ise Müslüman Türk halkının kurtulması hatta eskide olduğu gibi tekrar bu ümmete öncülük etmesi bazı hususların varlığını gerektiriyor. Bunun başında bulunduğumuz durumu iyi tahlil edecek ve bu duruma uyan şer'i hükümleri açıklayacak ve bu minvalde de her şeyini ortaya koyacak, samimi ve tedbirini "ölüm-kalım" derecesinde alacak bir kitleye, bir hizbe ihtiyaç var. Ümmetin içinde; bu küfre ve zulme razı olmayan ama kısa vadeli çözümleri de istemeyen, Allah ve Rasulü'nün çizmiş olduğu yoldan bazı maddi unsurlar yüzünden taviz vermek istemeyen, takiyye tanımayan, kırk dereden su getirmeyen getirmek istemeyen ancak Hakkı hak batılı da batıl bilen ve gayelerin gayesini Allah'ı razı etmekte gören ümmetin hayırlı evlatlarını (bay-bayan) bulmak ve onlara Rasulluh'ın metodunu anlatmak ve onlar vasıtasıyla bir kamuoyu oluşturmak hiç şüphesiz kurtuluşu isteyen her hizbin öncül işlerinden olması lazım.

Sıkışma olmadan patlama olmaz! Duyarlılığını yitirmiş gibi gözüken bu topluluğu tekrar canlandırmak, içlerinde sönmeye yüz tutmuş ateşi tekrar alevlendirmek hiç şüphesiz bizim görevimiz. Bu ümmetten başka bir ümmet yok. Değişim ancak bu ümmetle olacak. Mutlaka bizlerin çalışması ve Allah'ın yardımı ile bu gün korkusundan, bilgisizlikten, çaresizlikten, demokratik seçimlere katılan ve gayri Đslami yönetim şeklini benimsiyormuş gibi gözüken bu topluluk Đslam'ı isteyecek. Bu ümmet Đslami akideye sahip olduğu müddetçe er veya geç dönecek. Bu süreci hızlandırmak için ne gerekiyorsa yapmak zorundayız. Yalnız kafamıza göre veya fayda ve zararı gözeterek değil ancak ve ancak Allah ve Rasulü'nün bize gösterdiği gibi yapmak zorundayız. Şer'i hükümlere bağlı ve kınayıcının kınamasından, ne zalimin zulmünden, ne de kâfirin küfründen korkmadan, ona aldırış etmeden fikri ve siyasi yolda çalışarak sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız. Ne pahasına olursa olsun. Rabbi ayaklarımızı sabit kılsın.

Burada herkese görev düşmektedir. Hiç şüphesiz gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında Đslam'ı anlamış nice gençler var. Yazımın başında fırsatlar ülkesi demiştim. Đşte şimdi bu fırsatı yakalamanın tam zamanı. Yaköklüdeğişim

Bu gün ümmetin içinde, ümmetin yegane kurtuluş reçetesi olan Raşid-i Hilafet Devle-

68

ekim 2009


fırsatlar ülkesi türkiye… tinin yeniden inşası için çalışan hizb var. Bazıları yanlış anlayıp Hilafet'i o kitlenin tapulu malı zannediyorlar. Hâlbuki o, her Müslüman'ın hasretle beklediği Allah'ın kurulması için kat'i emirler getirdiği Đslam'ın yegâne yönetim şeklidir. Tarihe kısa da olsa bir göz atmış, siyeri yüzeysel de olsa karıştırmış, bu yüce Kur'an'ın sadece ölülere okunmak için gelmediğini iyi-kötü anlamış herkes için aşikârdır ki, Đslam ideolojisinin bir yönetim şekli, bir devleti, bir ordusu, halifesi, siyaseti vardı ve bu yapıyı tamamlayacak tüm organları. Ve işte Đslam'ın bu kalesi idi uğrunda Allah Rasulü'nün ve sahabelerinin her türlü zorluğa rağmen vazgeçmedikleri. Hayata, topluma ve devlete hâkim olması için Đslam Devletini 13 yıllık bir dava sonucu Medine'de kurmuşlardı. Bu devleti kurana kadar hiç kimse fer'i meselelerle uğraşmıyor, uğraşamıyor, sadece ve sadece birincil olarak ve kendisinin hayata hâkim kılınması ile tüm cüz'i ve fer'i sorunların kendiliğinden çözüleceği Đslam Devletini kurdular ve hayata hâkim kılma işine odaklandılar.

bulunan Ekmeli Enbiya'yı adeta keriz yerine koyuyorlar. Hâşâ! Ama gel gör ki gerçek bu kadar acı. Müslümanların kurtuluş reçetesi diye ortaya koyduklarını sanki Allah'ın Rasulü bilmiyor muydu? O SallAllahu Aleyhi ve Sellem bizzat vahyi alan değil miydi? Takiyyeyle, sözde uyanıklılıkla, diyalogla olacaktı da Rasul ve ashabı neden Đslami nübüvvet metodundan taviz vermeyerek onca ezaya maruz kaldı. Nasıl olurda onun koymuş olduğu metodun dışında hüccetsiz bir şekilde sahte reçeteler sunabiliyorlar. Hatta bu uğurda Yusuf Aleyhi’s Selam'a iftira edip küfür ile hükmetti diyebilecek kadar ileri gidebiliyorlar. Takiyye yaptıklarını ileri sürüp bu seçkin ümmeti oy sandıklarına mahkûm ediyorlar. Adeta yerlerine çakılmışçasına dünyadan el etek çekip tekkelere saklanıyorlar. Hak ve batılı ayırma işine gelince tekkeye, tekkeyi korumaya gelince oy sandığına. Hala, daha nefis mücadelesinden bahsediyorlar. Müslümanlar, nefisle cihad adı altında köleliğe mahkûm ediliyorlar. Hâlbuki uyanma zamanı geldi geçti bile...

Şimdi nasıl olur da "ya biz çocuk okutacağız.", "biz cami yaptıracağız", "biz yardım işleri ile uğraşacağız" bırakın onlar da Hilafeti kurmakla meşgul olsunlar diyebiliyoruz. Hâlbuki bunları yapmayın diyen yok(!) Ama nasıl olurda bu sorunları anında ortadan kaldıracak olan devleti kurma işi ile meşgul olmuyorlar. Gaye vasıtayı meşru kılar felsefesiyle nasıl olurda bu gün Müslümanların kanı oluk oluk akarken, temiz izzetli namuslar kirlenirken, Allah'ın yüce kitabı ayaklar altına alınıp, Halifesiz iki geceden fazla kalınması Müslümanlara haram kılınmışken, nasıl oluyor da bunları durduracak olan asıl mesele yerine ellerinde hiçbir hüccet bulunmaksızın başka cüz'i işlerle meşgul oluyorlar, olabiliyorlar? Tutundukları tavır ve davranışlarla zor ve tek olan yolu yürüyen ve uğrunda ölümü göze alan güzide ashabı ve başlarında

Gemisini kurtaran kaptandır, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diye diye adeta akıllanmak için Türkiye'de azgın kâfir ordularının gelmesini, ırzlarımızın yağmalanmasını, ailelerimizin, kardeşlerimizin katledilmesini, işkenceleri bekliyoruz. Bir de hertürlü sapıklıklara hoşgörü gösterirken, Müslümanlara' yapmadıklarını bırakmayanlar var.

köklüdeğişim

Üzülerek söylüyorum (ama ümitsizliğe düşmüyorum) işimiz çok duyarsız bir toplulukla, kimsenin bir sıkıntısı yokmuş gibi. Ekmek davası, davaların en yücesi olmuş. Hâlbuki Allah Azze ve Celle rızkımıza kefil. Rızkımız biterse bu zaten ecelin geldiği anlamına gelir. Ecel de, ne bir an ileri ne de bir an geri gelmeyeceğine göre sorun kalmaması lazım, korkunun ecele faydası yok. Tasarruf

69

ekim 2009


fırsatlar ülkesi türkiye… yetkimize girmeyen hususlara müdahale etmeye çalışıyoruz açıkçası. Ölümü ertelemek gibi bir ihtiyaç hissediyoruz ne yazık ki. Vehn sarmış kalpleri. Hâlbuki ölüm bir kere gelecek, o vakit neden Allah için olmasın.

kılmak istiyorlar. Ve çok daha iyi de anladılar ki onların tanıdıkları tek sınır, tek hudut Allah'ın Müslümanlar için koymuş olduğu hudutlardır. Şayet bizler bunu tam anlamıyla hala idrak edemediysek (her ne sebepten olursa olsun) hemen bu açığımızı kapatma yoluna başvurmamız gerekmektedir.

Fırsatı değerlendirin Müslümanlar! Hakkı hâkim kılma işine dört elle sarılmanın tam zamanı. Kâfirler birlik olma yolunda, küfrünü ve kinini Müslümanlara apaçık göstermişken bizler daha neyi bekliyoruz? Gün bu gündür. Allah'tan bir azab gelmeden Kur'an ve sünnetin gösterdiği yolda Đslam'ı hayata hâkim kılma işini kendimize maletmemiz lazım. Bunun dışında kalan tüm işler ne yazık ki kendimizi tatmin etmekten başka bir işe yaramaz.

Medrese-i Yusufiye'den dava erlerine ve samimi Müslümanlara selam olsun. Burada şimdilik mazlum konumunda olan biz Müslümanların duası hep sizinledir. Zalimlerin en yakın zamanda bir inkılâpla yıkılması temennisiyle Rabbim Azim-u Şan yar ve yardımcınız olsun. Velhamdulillahi Rabbil Âlemin. "Canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun ki, ya marufu emreder münkerden alıkoyarsınız, ya da Allah kendi katından size bir azab gönderir de ona dua edersiniz fakat dualarınız kabul olmaz." (Tirmizi, Fitne, 2095; Ahmed

Kâfirler bile, çoktan Đslam'ın bir hayat nizamı olduğunu, hayatın istisnasız tüm bölümlerini tanzim ettiğini anladılar. Yine çok iyi anladılar ki, ümmetin içinde Endonezya'dan Afrika'ya, Orta Asya'dan Orta Doğu'ya kadar muhlis dava adamları kelime-i tevhid eksenli Kur'an ve sünnete dayalı bir kitle ile bunu tekrar Allah'ın izni ile hayata hâkim

köklüdeğişim

b. Hanbel, Baki müs. Mükessinin 10716)

"Cihadın en faziletlisi, zalim sultan karşısında söylenen hak sözdür." (Đbn-i Mace; Nesei; Ahmed b. Hanbel, Baki Müs. Mükessinin 10716)

70

ekim 2009


Necahu’s Sabatin

aile kaledir

bilgi@kokludegisim.net

Çocuk Terbiyesinin Esasları (60. Sayıdan Devam) değişene kadar gidecekler. Ve bu gelecekteki adımlara uyarak olur.

Çocuklar Đçin Temsili Nizamı Bilmenin Önemi:

1- Çocuğun kendi kardeşine olan düşmanlık durumunu tekrar edecekler. Ona kendi kardeşine karşı darbesini veya onun ihtiyaçlarından olan bir şeyi itlaf etmesine söyleyerek düşmanca durumu hatırlatacaklar…

Babalar çocuklar için temsili nizamı bilince onların nizamlarına mütenasip olan onlardaki etkileme gücüne sahip olurlar. Sen gören çocuğun etkilenmesini murat ediyorsan onunla konuşman seri yüksek ve izahlı (Resimler ve fotoğraflar) üsluplar kullan. Ve genel olarak konuları arz et. Onları kendisine fazla yaklaştırma. Eğer senin evladın işiten ise sen kendi konuşmalarını vasat ve sürat arasında yap. Süratle adaletli olarak nefes al. Mücmel olan fotoğraf konularından yüz çevir. Kendi sesinin namelerini ve derecelerini onunla konuşurken çeşitlendir.

2- Ona soru ver. Kendi kardeşine karşı kendisini düşmanlığa ve isteksize oluşturan ilk şey ne idi. O onda bir şey mi gördü. Veya bir şey mi işitti. Veya bir şey mi hissetti? 3- Sen onun bırak o seni haberdar etsin sonra sen onun iki gözünün ve iki elinin hareketlerini ve onun ten rengini ve kendi konuşmalarında kullandığı kelimeleri de kontrol et.

Senin evladın hissi ise onunla konuşman sakin, yavaş ve nefes alman derin olsun. Konuların ayrıntılarından yüz çevir. Ona yaklaş. Onun şuurlarını doyur. Ve ona dokun.

4- Eğer o sana kendi kardeşinde kendisini ona karşı isteksizliği oluşturan bir şey gördüğünü haber verirse sen ona fotokopisinin şeklini veya onun rengini soru ver. Ve onun renkleri açık mıydı yoksa kapalımıydı?

Đkincsi: Sen Kendi Evladının Stratejisini Keşfet.

Eğer o sana kendi kardeşinden duyduğu sözler kendisinde isteksizlik oluşturduğunu haber verirse sen ona sesin kuvvetli veya zayıf olduğunu ve onun ince veya kalın olduğunu? Soruver

Birçok insanlar temsili nizamın birçoğunda müşterek olurlar. Bazıları iki nizam arasını duyma ve görmeyi veya duymayı ve hissi veya üçlü nizam arasına topla. Dolaysıyla çocuğun kendi yeteneklerini oluşturabilmesi için yürümesi gereken stratejiyi bilmesi icap eder. Bunu izah edebilmek için şöyle bir misali ele alalım. Kendi kardeşine karşı düşmanlık şuurunu

5- Keza sen ona ondan sonra ne işittiğini sor. Ondan sonra onu takip eden nedir? sen kendinde bir şey söyledin mi? sen kendi aklında bir şey tasavvur ettin mi? veya senin dikkatini çeken belirli bir his oldu mu?

Çocuk kendi kardeşine karşı düşmanlık hislerini taşıyorsa ebeveyn kendi kardeşine karşı düşmanlık şuurunu oluşturan seyir stratejisini bilmelidirler. Sonra ebeveyn bu şuurun sıralamasını değiştirme yoluna hatta köklüdeğişim

Bir kısım çocukların istiraticisi şu şekle göre olur. (Sh,bd,hd) yani (dıştan işitme) yani kendi kardeşine kendisine küfrederken işitti. Sonra ( Dahili olarak) kendisiyle konuştu

71

ekim 2009


çocuk terbiyesinin esasları… sanki kendisine sövmüş gibi, Sonra ( Dahili his) ona karşı isteksizlik ve kin hissi oluştu).

Üçüncüsü: Çocuklarla Tevafuk Olmayı Bina Etmek...

Đsteksizlik Hislerini Muhabbet ile Değiştirmek;

Sen istemediğin bir gidişata senin evladın onu seçmiş olduğunu bulursan ve o kendi arkadaşlarıyla oynamak istiyorsa hâlbuki sen ondan bütün vaktini okumakla ve kendi istikbalini tahakkuk ettirebilmek için çalışmasını istiyorsan onun kendi davranışında ve ahlakında Salih olmasını istiyorsan ne içki ve nede uyuşturucu olanla tanışmasını istemiyorsan o vakit sen evladını nasıl ikna edeceksin?

Eğer ebeveyn kardeşin diğer kardeşine karşı isteksizlik hislerini hissettikleri an değiştirmeyi murat ederlerse çocuk kendisinde isteksizliği nasıl oluşturduğunun aynı stratejiye göre hareket etmeleri şu şekle göre gerekir. 1- Sen ondan istekte bulun nefes borularını doldurulacak bir şekilde burnu vasıtasıyla dört saniye içerisinde doldurup versin. Sonra almış olduğu havayı kendi içine sekiz saniye hapsetsin. Sonra onu burun vasıtasıyla dört saniye içerisinde çıkaracak.

Çocuklarla tevafuk içinde ve uyumlu olarak bir binanın oluşması bu durumda sana onları konuşmadan önce sana faydalı olacaktır. Seninle birlikte uyum içinde olur. Gelecekte ki adımlara göre hareket edilince:

2- Sen ondan rahatça oturmasını ve yaslanmasını talep et.

1-Taklit: Herhangi bir konu üzerinde onula konuşacak. Ve konuşması esnasında onun hareketlerinde, sözlerinde, nefes alışında ve iki gözünün hareketlerinde onu taklit edecek. Kendisinin onu taklit ettiğini hissettirmeyecek.

3- Sen ondan gözlerini kapatmasını ve kendi kardeşinin sesini duyarak onun ona ben seni seviyorum demesini ve senden kendi oyunlarında bana ortak olmanı istiyorum. Ve beraberce konuşmamızı da seviyorum diyecek.

2-Uyumluluk: Sen onu dakikalarca taklit etmeye devam et. Ve sen konumunu da devam ettir.

4- Sen ondan kendi kardeşini onu öptüğünü ve ona güzel bir hediye takdim ederek onu çok sevdiğini talep et.

3-Liderlik: Senin onun üzerinde ne kadar etkili olduğunu öğrenmek istiyorsan kendi hareketlerinden bir hareketi değiştir. Sonra onu taklit et. Eğer o seni kendi hareketinde taklit ederse demek ki o seni lider olarak benimsemiştir. Ve o artık sana tamamen uymakta hazır durum dadır. Sen kendisiyle senin istediğin her hangi bir konuda artık münakaşa edebilirsin. Sen onula konuşmaya başla. Eğer o seni taklit etmez ise onunla tevafuk olabilmen için tekrar aynı şekilde çaba göster.

5- Sen ondan bu tasviri kendi hayalinde büyütmesini ve onun renklerini açıkça çoğaltması ve tahrik edici olmasını talep et. 6- Sen ondan kendi kardeşine olan isteksizliği hayal ederek. Onun göksünden siyah bir top gibi çıkmasını. Sonra onun pencereden def edilişini. Sonra onun ateşe düştüğünü, Sonra onun yanmış olduğunu, Sonra onun üzerine su döktüğünü talep et. 7- Sen ondan talep et ki kendi kardeşine olan sevgisi onun kalbine girdi ve onu sevinçle ve mesut olmakla doldurup verdi.

köklüdeğişim

Dördüncüsü: Çocuklarla Nasıl Münakaşa Edeceğini Tanımla.

72

ekim 2009


çocuk terbiyesinin esasları… Herhangi bir konuda onu ikna etme çabalamasından önce ebeveyn çocuğunun vakıasını nasıl tefekkür ettiğini, o lezzetli olanları elde etmeyi tercih eden insanlardan mı, yoksa elem verici eşyalardan uzaklaşmayı isteyenlerden mi? olduğunu bilmeleri gerekir.

terbiyesizlik yapmaya devam ederse, sen onunla konuş. Sen onunla kendi annesine kötülük yaptığından dolayı iki kelime-i şehadeti nutuk edemeyen adam hakkında konuş. 2-Đçe ve dışa dönük olan durumlar: Senin çocuğun eğer başkalarının durumlarından etkileniyorsa ve sen onun kendi kardeşleriyle veya kendi arkadaşlarıyla kavga etmesini istemiyorsan sen onunla kendi kardeşlerini ve arkadaşlarını kendisinden kızacağını kendisi onlarla kavgaya devam ederse ve onların kendisini terk edeceklerini ve kendisiyle birlikte oynamayacaklarını konuş.

O kendi çevresinde olanların sözlerinden etkilenen olanlardan mı yoksa kendi kendine konuşanlardan mı? O kendi özel çıkarlarına önem verenlerden mi? Yoksa önem verme dairesinde ufukları geniş olan insanlardan mı? Hatta diğerlerin çıkarlarına önem verenle den olunması için. O ihtilaflı olan yönler üzerinde duranlardan mı? Yoksa o eşyalar arasında bir birine benzerlik gösterip üzerinde duranlardan mı? O seri olarak bir defa da kanaat getirenlerden mi? Yoksa o her defasında ikna olabilmesi için ihtiyaç duyanlardan mı?

Eğer onlar kendi şahsi kanaatleri ile etkilenmiyorlar ise ve onların çevresinde olanların görüşleri onları alakadar etmiyorsa (Yani kendi kendilerine saldıranlardan ise) sen onunla hakiki kuvvetin manası hakkında konuş onun kendi kardeşlerine veya kendi arkadaşlarına saldırma olmadığını söyle. Ve onun kendi nefsine malik olması ona hükmetmesi ve kızgınlık anında onu harekete geçirmemesidir. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kavline göre kuvvetli olmak suratla değil kızgınlık halinde kendi nefsine malik olan ancak kuvvetli olur. Müminlerden talep edilen kendi aralarında tevazu içinde olmaları kâfirlere fasıklara ve facirlere ehline karşı şiddetli olmaları istenmektedir. Allah’u Teâlâ kendisinin sevdiği kavmi vasıflandırarak diyor ki:

O kendi faaliyetlerini zoraki yerine getiren insanlardan mı? Yoksa istek onları sevk edenlerden mi? Bu sınıflandırmanın her birisi için ayrı ayrı giriş konuşması vardır. 1-Lezzeti elde etmek ve elem verici olanlardan uzaklaşmak: Senin evladın eğer lezzetleri arzu ediyorsa sen onunla onun olumlu neticeleri hakkında konuş. Eğer sen onu ondan istiyor isen ve eğer sen ondan namaz kılmasını veya oruç tutmasını veya ahlaka bağlı olmasını istiyorsan sen onunla cennette olan çeşitli lezzetli olanlar hakkında konuş. Ve eğer sen ondan derslerine önem vermesini istiyorsan kendisi ders konusunda ileri adımlar atınca elde edecekleri mükafatlar hakkında konuş.

‫ﺎﺀ‬‫ﺤﻤ‬  ‫ﺭ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻝﹾ ﹸﻜﻔﱠﺎ ﹺﺭ‬  ‫ﺍﺀ‬‫ﺸﺩ‬  ‫ﻪ َﺃ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻭ‬ “Onlar müminlere karşı mütevazıdir. Kâfirlere karşı ise izzetlidirler 3-Özel maslahatlara veya genel maslahatlara önem vermek: Eğer o kendi özel maslahatlarına önem verenlerden ise (demek ki onda enaniyet veya cimrilik vardır) ve sen ona ikram etmeyi başkalarını tercih etmeyi cimrilikten uzaklaşmayı ve başkasını kendi-

Ve eğer o elem vericilerden uzaklaşmayı isteyen insanlardan ise, sen ona Allah’ın kendisine gelebilecek ukubatlardan ve üzerine gelebilecek gazabından, eğer o kendi kardeşleriyle şiddetli hareketlerde bulunur ve köklüdeğişim

73

ekim 2009


çocuk terbiyesinin esasları… sine tercih etmeyi öğretmek istiyorsan büyük olan hasenatın ahirette kendisi için depo edileceği hakkında eğer o muhtaçlara ve fakirlere verirse ve o kendi kardeşlerine veya kendi arkadaşlarına eğer onlar muhtaç olursa konuş. Çünkü bu dünya ahiret için bir mezradır. Kendisi bu dünyada ne eker ise onu ahirette bulacaktır. Ve ondan önce insanların kendisine olan sevgilerini bu dünyada elde edecektir. Eğer o genel maslahatlara önem verenlerden ise sen onunla Müslüman’ın hem kendisinden ve hem de başkalarından mesul olduğunu konuş. Ve onu umumi olan hizmet işlerine müşterek olmasını teşvik et.

6- Đnsanlardan öyle kimseler vardır ki senin onu sevdiğini ikna edince o devamlı sana bağlanır. Ve öyle kimseler vardır ki senin onu sevdiğini sağlama alabilmek için her defasında onun ispat edilmesine ihtiyaç duyar. 7- O kendiişlerini yerine getirirken zoraki olarak mı veya ona karşı istekli olarak mı yapıyor? Eğer senin evladın kendi vazifelerini zoraki olarak yapanlardan ise demek ki o takdir edilenlerin gelmesini bekleyenlerdendir. Ve onlar maruf olan ve kesin olanlara önem verenlerdendir. Ayrıntıları ve devamlılığı gerektiren vecibelerden sen onu mesul tut. Ve sen onu atak olan işlerle sorumlu tutma. Çünkü o ona uygun düşmez. Eğer sen onu derse ve üniversite okulunu tamamlamasını istiyorsan onu teşvik edeceksin. Ve sen onunla istikrarlı güvenlik içinde olan vazifelerden konuş. Çünkü o ona sağlıklı bir hayatı temin eser. Ve o üniversite dereceli olmaya muhtaçtır.

4-Benzerlik nevilerine ve ihtilaflı olan yönleri tekid etmek: Eğer senin evladın eşyalar üzerinde ihtilaflı olan yönlere dikkat edenlerden ise başkalarıyla iyi ilişkiler kurması zor olan kimselerden demektir. Çünkü o kendisiyle ve başkaları arasında farklılıklar icat etmektedir. Dolaysıyla kendisinde değişikliğin büyük olduğu işlerden onu mükellef kılıver. Eğer sen ondan bahçeyi sulamasını isterken bir süre sonra ondan mesela arabanın temizlenmesini iste ve aynı işi uzun bir zaman için kendisini sorumlu tutma.

Eğer o kendiişlerine isteyerek gelmeyi arzu edenlerden ise demek ki o yenileri öğrenmeyi ve çeşitli üslupları denemeyi isteyenlerdendir. Sen onu tamaha, cesarete ve tehlikeli olanlara ihtiyaç duyan işlerden onu sorumlu tut.

Eğer o işler arasında benzerliği görüyor ise sen onu tekrar edilen rutin işlerle aynı minval üzere uzun bir zaman için devam eden işlerle onu mükellef kıl.

Okumada üstün olma hakkında sen onu ikna olmayı istiyorsan onu ikna et ki ortalamasının yüksek olabilmesi için emek sarf etsin. Hatta ilmi dallarda okuyabilsin. Çünkü oralarda okuması kendisine üniversite öğretiminde ilmi olan dallarda sayıca fırsatlar imkânları sağlar. Böylece geniş iş alanlarında tamaha, cesarete ve ataklığa ihtiyaç duyan kapılar açılır.

5-Şahsın ikna edilmesi belirli bir şeyi talep ediyor: Eğer senin evladın hemen ilk defada ikna olan insanlardan ise onun durumu kolaydır. Ve fazla emek sarf etmeye muhtaç değildir. Eğer o ikna olabilmek için defalarca ihtiyaç duyanlardan ise ilerde o ikna olabilmek için büyük emeğe ihtiyacı vardır. Lakin senin evladın her defasında kendisiyle konuşurken ikna olabilmek için devamlı delil isteyenlerden ise bu sende ki kendisine olan sevgin ikna olabilmesi halinde pekiştirilmeye ihtiyacı vardır. Allah onun için sana yardımcı olsun. köklüdeğişim

Beşincisi: Sen Kendi Evladına Kendi Hedeflerini Tahakkuk Ettirebilmesi Đçin Yardımcı Ol.

74

ekim 2009


çocuk terbiyesinin esasları… Babalar ve evlatlar arasında yakınlaştırmayı oluşturan en üstün üslup onların onlarla konuşmalarına önem vermektir. Onların okulda, ev çevresinde ve kendi akrabalarıyla olan ilişkilerinde ki durumlarını sormalarını sormalarıdır. Kendi öğretmenleriyle ilişkili olan durumlarını sormalarıdır. Ve okuldaki yaşamlarının ayrıntılarını dinlemeleridir. Ne yaptılar, Ne okudular, Kendilerinde ne gibi ödevler veya imtihanlar var. Ve derslerinin tahsil edilmesi hakkında soru sormalarıdır.

Sen kendi çocuğunu kendi duyularından heyecanlarından fikirlerinden, rüyalarından ve tasarılarından konuşmasını teşvik et. Ve onu kendi başına bırak. Rüyalansın kendi rüyasından konuşsun… Sonra sen ona apaçık bir şekilde kendi hedeflerini sınırlandırmakta yardımcı ol. Bu hedefleri sınırlandırmasında sen ona ortak ol. Hangisi daha yakındır. Hangisi daha orta derecelidir, Hangisi daha uzun mesafelidir.

Çocuklarla münakaşa etmek onların tamahlarını, rüyaları ve hedefleri hakkında hayattan ne istedikleri ve gelecekle ilgili ne gibi planları olduğu hakkında konuşmak. Onları teşvik eder.

Sen ona bu hedeflerin tahakkuk edebilmesi için lazım olan zamanı onunla sınırlandır. Onlar güncel hedefler midir? Yoksa haftalık mıdır? Yoksa aylık mıdır? Yoksa senelik midir? Sen ona günlük liste hazırla ki ona uyabilsin birçok çocuklar planlamaya ihtiyaç duyar. Ve ne yapacağını bilmez… Sen ona bu konuda yardımcı ol.

Kendi arkadaşları, kardeşleri ve arkadaşlarını müşkülatları hakkında konuşmak onları cesaretlendirir. Böylece ebeveyn sırasıyla kendi evlatlarının müşkülatlarına muttali olurlar. Ve onların çözümlerinde onlara yardımcı olmuş olurlar.

köklüdeğişim

(Devam Edecek)

75

ekim 2009


tefsir

Esad Mansur

bilgi@kokludegisim.net

Bakara Suresi (231-233. Ayetler) dolmak üzereyken yanına alıyor, iyilikle onunla geçinmeye çalışıyor, ilişkide bulunmuyor, askıda bırakıyor, bu şekilde ona eziyet ediyordu. Tekrar boşuyor, aynı şekilde davranıyor, iddeti sona ermek üzere iken tekrar aynı şekilde davranılıyor ve bu şekilde kadın ne evli ne boşanmış oluyordu. Cahiliye döneminde de boşanma üç defayla sınırlandırılmıyordu. Ömür boyunca kadın süründürülüyordu.

Boşanan kadını zarara uğratmamak.

‫ﻑ‬  ‫ﻭ‬‫ﺭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﻥ ﹺﺒ‬  ‫ﻫ‬ ‫ﺴﻜﹸﻭ‬  ‫ﻥ ﹶﻓ َﺄﻤ‬  ‫ﻬ‬ ‫ﺠ ﹶﻠ‬  ‫ﻥ َﺃ‬  ‫ﺒ ﹶﻠﻐﹾ‬ ‫ﺎﺀ ﹶﻓ‬‫ﻡ ﺍﻝ ﱠﻨﺴ‬ ‫ﻁﱠﻠﻘﹾ ﹸﺘ‬ ‫ﻭِﺇﺫﹶﺍ ﹶ‬ ‫ﻥ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﻭﺍﹾ‬‫ ﹶﺘﺩ‬‫ﺍ ﱠﻝ ﹶﺘﻌ‬‫ﺍﺭ‬‫ﻀﺭ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻫ‬ ‫ﺴﻜﹸﻭ‬  ‫ﻭ ﹶﻻ ﹸﺘﻤ‬ ‫ﻑ‬  ‫ﻭ‬‫ﺭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﻥ ﹺﺒ‬  ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬‫ﺭﺤ‬ ‫ﺴ‬  ‫َﺃﻭ‬ ‫ﺍ‬‫ﺯﻭ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺕ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﺎ‬‫ﻭﺍﹾ ﺁﻴ‬ ‫ﺨ ﹸﺫ‬  ‫ﻭ ﹶﻻ ﹶﺘ ﱠﺘ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺴ‬  ‫ ﹶﻨﻔﹾ‬‫ﻅ ﹶﻠﻡ‬ ‫ ﹶ‬‫ﻙ ﹶﻓ ﹶﻘﺩ‬  ‫ﻌلْ ﹶﺫ ِﻝ‬ ‫ﻴﻔﹾ‬ ‫ﺏ‬ ‫ﻜﺘﹶﺎ ﹺ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻤ‬ ‫ ﹸﻜﻡ‬‫ﻋ ﹶﻠﻴ‬  ‫ﺯ َل‬ ‫ﺎ ﺃَﻨ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ ﹸﻜﻡ‬‫ﻋ ﹶﻠﻴ‬  ‫ﻪ‬ ‫ﺕ ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﻤ ﹶ‬ ‫ﻨﻌ‬ ‫ﻭﺍﹾ‬‫ﺍﺫﹾ ﹸﻜﺭ‬‫ﻭ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺸﻲ‬ ‫ﻪ ﹺﺒ ﹸﻜ ﱢل ﹶ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻭﺍﹾ َﺃ‬‫ ﹶﻠﻤ‬‫ﺍﻋ‬‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﺍ ﱠﺘﻘﹸﻭﺍﹾ ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﻅﻜﹸﻡ ﹺﺒ‬ ‫ﻌ ﹸ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺔ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤﻜﹾ‬  ‫ﺍﻝﹾ‬‫ﻭ‬ ‫ﻴﻡ‬‫ﻋﻠ‬  “Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikâh altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur. Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.” (Bakara 231)

Đslam bunu üç boşamakla/talakla sınırlandırdı. Birinci defada iddet bekler, tekrar yanına almayıp karısı olarak saymadığı takdirde kadın istediği adamla evlene bilir. Đkinci defa boşarsa yine karısı sayılır. Ve iddet bekler; eğer geri almazsa veya kendi yanında bırakmazsa başka adamla evlene bilir. Bu iddet geçerse ve kocası onu döndürmek istiyorsa, yeni nikâh yapmalıdır. Yinede; ikinci defa boşarsa, kendi karısı sayılır. Đddet geçerse ve onu yanına getirmek istiyorsa yeni evlilik sözleşmesi yapmalıdır. Üçüncü boşama olursa, artık onu geri getiremez ve hemen evlenemez. Boşadığı kadın başka erkekle evlenecek ve bu erkek onu boşarsa birinci adama yeni evlilik sözleşmesiyle dönebilir.

Eğer bir kişi hanımını birinci defada boşamışsa onun karısı sayılır, yanında kalır onunla ilişki kurar. Fakat onu babasının evine gönderirse üç ay müddeti (iddeti) geçmeden istediği zaman geri getirir. Bu müddet dolmak üzereyken ya onu iyilikle geri getirip yanında tutar, ya da onu iyilikle serbest bırakır.

Kadını eziyet getirmek maksadıyla kadını askıya bırakıp boşuyor tekrar alıyor tekrar boşuyor diye yapanlar zalim olurlar. Zira Allahın emrine muhalefet etmiş olurlar. Đslam’da zülüm yapmak günahtır, dünya da cezası vardır, ahirette de cezası vardır. Şer’iat yönetimiyle yürütülen devlet, Şer’i mahkemeler de bu adamı cezalandırır. Kadın Şer’i mahkemeye başvurur ve şikâyette bulunur, mahkeme bunu araştırır, adamı bu davranıştan vazgeçirir. Vazgeçmezse ona uygun ceza uygular ve kadın ondan kurtulup boşanmak istiyorsa erkeğe zorla onu boşatır. Şu anda, Hilafet Devleti olmadığı için birçok kadın ko-

Bu kadın artık nikâhlı sayılmaz, istediği adamla evlenebilir. Đyilikle derken, ona hiç kötülük yapmadan, incitici söz söylemeden ve uygun olmayan davranışta bulunmadan onunla muamele yapar, ister onu yanında tutarken isterse onu tam serbest bırakırken ona karşı güzel davranışta bulunur. Onun hakkına tecavüz edip ona zarar vermek için tutamaz. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Kadın başka adamla evlenmesin diye koca birinci boşamada kadının iddeti (üç hayızlık müddeti) köklüdeğişim

76

ekim 2009


bakara suresi 231-233 … Bu hem lafızla, uygulamakla, diğerlerine anlatmakla gerçekleştirilir.

casının zulmünden çekiyor, çare bulamıyor. Laik devletlerin laik mahkemelerinde süründürülüyor, bazen mahkemeler senelerce devam ediyor.

Allah’ın nimetlerinden söz etmek; insanlara bu nimetin ne kadar büyük olduğunu ve ne kadar insanı mutlu kılacağını anlatmaktır. Zira bütün sorunları köklü ve doğru şekil de çözer. Misal olarak; boşanma meselesidir. Eskiden adam karısına eziyet vererek askıda bırakıyordu, ona hakkını vermiyordu, iyilikle onu yanında tutmuyordu ve iyilikle boşanmıyordu. Gayri ciddi bir şekilde “şaka söyledim” diyerek karısını boşuyordu. Đslam bunu yasakladı, bu şekilde erkek ve kadın arasındaki ilişki güzel bir şekilde düzenlendi.

Allah’u Teâlâ, kendi emirlerine uymayanları uyararak “…Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın…” buyurdu. Allah’ın bu emrine ve herhangi bir emre uymayanlar veya uymak istemeyenler, Allah’ın ayetleriyle alay etmiş olurlar. Allah’ın emri, dirilten ve öldüren emridir. Herkesin canı elinde olup, her şeye ve herkese egemen olanın emridir! Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem döneminde birisi hanımını boşayınca; “şaka olarak veya oynamak istedim” deyip “boşandım” diyince, bu ayet nazil oldu; “…Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın…”

Yine, Allah’ın kitabını ve hikmetini anlatmamız gerekir. Kitap; Kuran’ı Kerim’dir, hikmet ise; Sünnettir.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu boşamayı boşanma saydı ve şöyle buyurdu: “Üç şey vardır ki onların ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir. Bunlar: 1- Nikâh, 2- Boşama, 3- Ric’at (boşadıktan sonra tekrar eşine dönmek).” (Ebu Dâvud Talâk 9 (2194)

“…Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın…” diye emir verdi.

Allah’u Teâlâ bu ayette hem kitabı indirdiğini bildirdi hem de hikmetten bahsetti. Burada hikmetten kasıt; Sünnettir. Kitabı ve onun açıklaması olan sünneti Rasulü’ne vahyetmiştir. Çünkü kitabın açıklanması o kadar mühimdir ki bu açıklama olmadan kesinlikle Kur’an doğru şekilde uygulanamaz. Herkes aklına göre Kur’an’ı uygulamaya çalışacak, hayırlı detaylar hiç anlaşılmayacak, hayatın birçok meselesinin çözümü de anlaşılmayacak veya bilinmeyecektir. Birçok ayette Allah’u Teâlâ’nın Rasul’e veya Sünnete uymakla ilgili uyarısı vardır. Burada; “…Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın…” sözünü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bunu nasıl açıkladığını ve yürürlüğe koyduğunu gösterdik. Adam şaka olarak; “karımı boşadım” deyince Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu ayetin açıklaması olarak bunu gösterdi. Adama karısını boşattırdı veya onu bir talak saydırdı. Ayrıca açıklamada bulundu; “Üç şey vardır ki onların ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir. Bunlar: 1- Nikâh, 2- Boşama, 3- Ric’at.” Bu husus, hadiste geçtiği gibi kabul edilir.

Allah’ın nimeti, Đslam’dır. Bu hidayet ve nurdur. Đnsan bu nimete, Allah’a şükretsin.

Allah’ın emirleri aynı anda öğüt olur, insanlara güzel söz olarak verildiği kabul edi-

Tirmizi de şöyle geçti: “Üç husus vardır ki; adam ciddi olarak veya ciddi olmayarak onları söylesin; vuku da bulunur; boşamak azad etmek ve evlenmektir.” (Tirmizi). Bunun manası, insan şaka olarak eğlenerek hanımına; “seni boşadım” derse talak vuku bulur, kadın boşanmış olur. Kölesine şaka olarak; “seni azad ettim, sen hürsün” derse köle azad edilmiş olur. Bir kadına şaka olarak; “seninle evlendim” diye söylerse, bu söz ciddiye alınır ve hiç şaka sayılmaz. Boşama konusunda kadının rızası hiç şart değildir. Fakat evlilik hususunda kadının rızası şarttır.

köklüdeğişim

77

ekim 2009


bakara suresi 231-233 … Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in döneminde Makel bin Yassar adlı sahabe kız kardeşini bir Müslüman’la evlendirmişti. Bir müddet sonra adam Makel bin Yassar’ın kız kardeşini boşadı. Fakat iddeti bitti ve onu yanına geri getirmedi. Bu adam ve kadın tekrar birbirlerini sevip, bir birlerine dönüp evlenmek istediler. Adam, tekrar eski karısıyla evlenmek için erkek kardeşi olan Makel bin Yassar’dan onu istedi. Makel bin Yassar bu adama şöyle dedi: “Hey! Sen alçak oğlu alçaksın! Sana değer vererek kız kardeşimi seninle evlendirdim, ondan sonra onu boşadın! Allah’a yemin ederim ki tekrar sana dönmeyecektir.” Bunun üzerine Allah’u Teâlâ bu ayeti indirdi. Makel bin Yassar bu ayet nazil olunca şöyle dedi: “Rabbimi dinliyorum ve ona itaat ediyorum” diyerek adamı çağırıp; “seninle kız kardeşimi evlendiriyorum ve bu şekilde sana ikram ediyorum.”

lir. Bu Allah’u Teâlâ’dan güzel söz olarak geldi. Bu, Allah’ın insanlara lütfünden ve şefkatinden ileri gelir. Müminler hiç cezadan korkmadan ve Allah daha cezayla korkutmadan ona uysunlar! Nitekim mümin cezadan korkmadan Allah’ın emrini uygular. Çünkü mümin Allah’a inanıyor, Onu seviyor, seve seve O’nun emrini yerine getiriyor. Ayetin sonun da, Allah’u Teâlâ öğüt verdikten sonra onları uyararak; “…Allah'tan korkun…” diye sert ifade kullandı. Öğüt dinlemeyen Allah’ın azabından korksun. Allah’ın her şeyi bildiği ve her şeyden haberi olduğunu bilin ifadesi ayetin sonunda geçti. “Bilin veya bilesiniz” den kasıt kesin şekilde inanın demektir. Kur’an da ilim edin ilminiz var mı, ancak zanne uyarlar hiç ilimleri yoktur gibi ifadesi kesin şekilde inanmak veya kesin delil göstermektir. Đnsan kendisinin ne konuştuğunu ve içinde ne gizlediğini Allah’ın bildiğine inanırsa Allah’tan korkar. Bu nedenle, birçok ayetin sonunda; Allah her şeyden haberdar, her şeyi işitir, görür, bilir veya buna inanın ifadeleri geçmektedir. Mümin buna kesin şekilde inanırsa Allah’tan korkar, O’nun emrini yerine getirir ve nehyinden vazgeçer.

“Makel bin Yassar Allah’ın rızası için yemini yerine getirmeyince kefaret verdi.” (Tirmizi, Ebu Davud, Đbni Maceh, Đbni Cerir, Đbni Abi hatem ve Đbni Mardeveyh )

Kadın boşanır ve iddeti (üç hayızlık) süreyi doldurursa, kendisini boşayan eski kocasıyla evlenmek istiyorsa, hem kendisi hem eski kocası razı iseler evlenmeleri önlenmez. Zira birinci talak için üç hayızlık müddeti içerisinde hala karı koca sayılırlar. Yine de, ikinci talak için bu müddet vardır, iki taraf evli sayılırlar. Eğer bu müddet sona ererse artık karı koca sayılmazlar, kadın başka erkekle evlenebilir, direk eski kocasıyla da evlenebilir. Öyleyse, kendisini boşayan erkekle tekrar evlenmesine bir mani yoktur.

Boşanan kadının tekrar boşadığı kocasıyla evlenmesi: ‫ﻥ ﺃَﻥ‬  ‫ﻫ‬ ‫ﻀﻠﹸﻭ‬  ‫ﻼ ﹶﺘﻌ‬ ‫ﻥ ﹶﻓ ﹶ‬  ‫ﻬ‬ ‫ﺠ ﹶﻠ‬  ‫ﻥ َﺃ‬  ‫ﺒ ﹶﻠﻐﹾ‬ ‫ﺎﺀ ﹶﻓ‬‫ﻡ ﺍﻝﻨﱢﺴ‬ ‫ﻁﱠﻠﻘﹾ ﹸﺘ‬ ‫ﻭِﺇﺫﹶﺍ ﹶ‬ ‫ﻅ‬ ‫ﻋﹸ‬  ‫ﻭ‬‫ﻙ ﻴ‬  ‫ﻑ ﹶﺫ ِﻝ‬  ‫ﻭ‬‫ﺭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﻡ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬‫ ﹶﻨﻬ‬‫ﺒﻴ‬ ‫ﺍﹾ‬‫ﻀﻭ‬  ‫ﺍ‬‫ ِﺇﺫﹶﺍ ﹶﺘﺭ‬‫ﻬﻥ‬ ‫ﺠ‬  ‫ﺍ‬‫ﻭ‬‫ﻥ َﺃﺯ‬  ‫ﻜﺤ‬ ‫ﻨ‬‫ﻴ‬ ‫ﻜﹶﻰ ﹶﻝ ﹸﻜﻡ‬‫ َﺃﺯ‬‫ﺨ ﹺﺭ ﹶﺫ ِﻝ ﹸﻜﻡ‬  ‫ ﹺﻡ ﺍﻵ‬‫ﻴﻭ‬ ‫ﺍﻝﹾ‬‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﻥ ﺒﹺﺎﻝﹼﻠ‬  ‫ﻤ‬ ْ‫ﻴﺅ‬ ‫ﻨ ﹸﻜﻡ‬‫ﻥ ﻤ‬  ‫ﻥ ﻜﹶﺎ‬‫ﻪ ﻤ‬ ‫ﹺﺒ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ ﹶﻠﻤ‬‫ ﹶﻻ ﹶﺘﻌ‬‫ﻭﺃَﻨ ﹸﺘﻡ‬ ‫ﻡ‬ ‫ ﹶﻠ‬‫ﻴﻌ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﺭ ﻭ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻭَﺃﻁﹾ‬ “Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. Đşte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 232)

Allaha ve ahirete iman eden kimse Allah’ın emri kendisine zor gelse dahi “Allah’ı dinledim ve onu işittim” diyerek onu yerine getirir. Bunu Makel bin Yassar adlı sahabe’de gördük. Bu nedenle; “…Đşte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir…” dedi. Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimseler Allah’ın emrini dinlemezler. Yine de; Allah’a ve ahiret

Ayetin münasebeti; köklüdeğişim

78

ekim 2009


bakara suresi 231-233 … meden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (sütanne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde, sütanneye vermekte olduğunuzu iyilikle teslim etmeniz şartıyla, üzerinize günah yoktur. Allah'tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.” (Bakara 233)

gününe imanı pek kavramayan kimse sanki inanmamış gibi davranıyor, Allah’ın emrini yerine getirmiyor ve ona isyan ediyor! Böyle kimseler ancak cezayla yola gelirler. Allah’ın emri izzeti nefisten ve çıkardan daha üstün gelir. O sahabe izzeti nefsi terk edip hiç inat etmeden Allah’ın emrini yerine getirdi. Razı olduğu halde kadının eski kocasına dönmesinin daha güzel ve daha temiz olduğunu Allah’u Teâlâ’nın açıklaması şüphesiz ki tam isabetli ve tam yerindedir. Nitekim ikisi bir birlerini tanımış, hatalarını bilmiş ve gizli taraflarını örtmüştür. Bu halde, tekrar güzel bir aile oluşturulabilir.

Bu ayet, emzirmenin tam müddetinin iki sene olduğunu ve en fazla iki sene çocuğun emzirildiğini gösteriyor. Đki seneden sonra çocuk emzirilirse veya yabancı çocuk bu müddetten sonra emzirilirse onun sütkardeşi sayılmaz. Sütkardeş iki sene içerisinde emzirme döneminde sayılır.

Đnsan ne kadar bilgili ve akıllı olursa olsun, insanı yaratan, gizliliği ve geleceği bilen Allah insandan daha fazla bilir. Onun Şer’iatı, indirdiği hüküm, verdiği emir ve nehyettiği şey yegâne isabetli ve doğru kanundur. Bütün Meclislerin ve Hükümetlerin çıkarttıkları kanunlar ve kararlar Allah’ın kanununa ters gelirse reddedilir. Sadece ve sadece Allah’ın emrine uyulur. Zira insanlar bilmezler sadece Allah bilir.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle beyan etti: “Süt emme, küçük yaşta ve iki senenin altında olursa mahrem kılar.” (Dârekutnî, IV/174) Haramlık meselesi; yabancı kız çocuk bir oğlan çocukla emzirilirse veya birbirlerine yabancı kız ve oğlan çocuklar iki sene içerisinde aynı anneden emzirilirse, sütkardeş olup büyüyünce birbirleriyle evlenmeleri haram olur. Yine buna benzer Tirmizi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den Ümmü Seleme’nin rivayetini aktardı.

Çocuklarını emziren boşanmış kadınlar: ‫ﺩ ﺃَﻥ‬ ‫ﺍ‬‫ َﺃﺭ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﻥ ِﻝ‬ ‫ ﹺ‬‫ﻤ ﹶﻠﻴ‬ ‫ﻥ ﻜﹶﺎ‬ ‫ ﹺ‬‫ ﹶﻝﻴ‬‫ﺤﻭ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻫ‬ ‫ﺩ‬ ‫ ﹶﻻ‬‫ﻥ َﺃﻭ‬  ‫ﻀﻌ‬  ‫ﻴﺭ‬ ‫ﺕ‬ ‫ﺍ ﹸ‬‫ﺍ ِﻝﺩ‬‫ﺍﻝﹾﻭ‬‫ﻭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻬ‬ ‫ﻭ ﹸﺘ‬ ‫ﻜﺴ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻬ‬ ‫ ﹸﻗ‬‫ﻪ ﹺﺭﺯ‬ ‫ﺩ ﹶﻝ‬ ‫ﻝﹸﻭ‬‫ﻤﻭ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻝﹾ‬‫ﻋ ﹶﺔ ﻭ‬  ‫ﺎ‬‫ﺭﻀ‬ ‫ﻡ ﺍﻝ‬ ‫ﺘ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺎ‬‫ﺩﻫ‬ ‫ﻭ ﹶﻝ‬ ‫ﺩﺓﹲ ﹺﺒ‬ ‫ﺍ ِﻝ‬‫ﺭ ﻭ‬ ‫ﺂ‬‫ﺎ ﹶﻻ ﹸﺘﻀ‬‫ﻌﻬ‬ ‫ﻭﺴ‬ ‫ ِﺇ ﱠﻻ‬‫ﻑ ﹶﻨﻔﹾﺱ‬ ‫ﻑ ﹶﻻ ﹸﺘ ﹶﻜﱠﻠ ﹸ‬  ‫ﻭ‬‫ﺭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺒﹺﺎﻝﹾ‬ ‫ﺩﺍ‬ ‫ﺍ‬‫ َﺃﺭ‬‫ﻙ ﹶﻓ ِﺈﻥ‬  ‫ﻤﺜﹾ ُل ﹶﺫ ِﻝ‬ ‫ﺙ‬  ‫ﺍ ﹺﺭ‬‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻝﹾﻭ‬  ‫ﻭ‬ ‫ﻩ‬ ‫ﻭ ﹶﻝﺩ‬ ‫ﻪ ﹺﺒ‬ ‫ ﱠﻝ‬‫ﻝﹸﻭﺩ‬‫ﻤﻭ‬ ‫ﻭ ﹶﻻ‬ ‫ﻭِﺇﻥ‬ ‫ﺎ‬‫ ﹺﻬﻤ‬‫ﻋ ﹶﻠﻴ‬  ‫ﺡ‬  ‫ﺠﻨﹶﺎ‬  ‫ﻼ‬ ‫ﻭ ﹴﺭ ﹶﻓ ﹶ‬ ‫ﻭ ﹶﺘﺸﹶﺎ‬ ‫ﺎ‬‫ﻬﻤ‬ ‫ﻤﻨﹾ‬ ‫ﺽ‬ ‫ﺍ ﹴ‬‫ﻥ ﹶﺘﺭ‬‫ﺎ ﹰﻻ ﻋ‬‫ﻓﺼ‬ ‫ﺎ‬‫ﺘﹸﻡ ﻤ‬‫ﺴﱠﻠﻤ‬  ‫ ِﺇﺫﹶﺍ‬‫ ﹸﻜﻡ‬‫ﻋ ﹶﻠﻴ‬  ‫ﺡ‬  ‫ﺠﻨﹶﺎ‬  ‫ﻼ‬ ‫ ﹶﻓ ﹶ‬‫ﺩ ﹸﻜﻡ‬ ‫ ﹶﻻ‬‫ﻭﺍﹾ َﺃﻭ‬‫ﻀﻌ‬  ‫ ﹶﺘﺭ‬‫ ﺃَﻥ ﹶﺘﺴ‬‫ﺩ ﱡﺘﻡ‬‫َﺃﺭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻤﻠﹸﻭ‬ ‫ﺎ ﹶﺘﻌ‬‫ﻪ ﹺﺒﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻭﺍﹾ َﺃ‬‫ ﹶﻠﻤ‬‫ﺍﻋ‬‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﺍ ﱠﺘﻘﹸﻭﺍﹾ ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻑ ﻭ‬  ‫ﻭ‬‫ﺭ‬‫ﻤﻌ‬ ‫ﺘﹸﻡ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬‫ﺁ ﹶﺘﻴ‬ ‫ﻴﺭ‬‫ﺒﺼ‬

“Boşanmış kadına emzirmek için çocuğu verilirse ancak iki sene emzirir. Bundan daha fazla zorlanmaz. Bu durumda çocuğun babası eski hanımına marufla rızkını ve giyimini sağlayacaktır. Maruf ise, çevresinde nasıl diğer kadınlar yedirilir ve giydirilir ise aynen bu şekilde kadın yedirilir ve giydirilir.”

“Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır. Onun benzeri (nafaka temini) vâris üzerine de gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu meköklüdeğişim

Başka surede ücret verilir emri geldi. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:

‫ﻥ‬  ‫ﻫ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻭ‬‫ﻥ ُﺃﺠ‬  ‫ﻫ‬ ‫ ﻓﹶﺂﺘﹸﻭ‬‫ﻥ ﹶﻝ ﹸﻜﻡ‬  ‫ﻀﻌ‬  ‫ َﺃﺭ‬‫“ ﹶﻓ ِﺈﻥ‬Eğer sizin için çocuklarınızı emzirirlerse onlara ücretlerini verin” (Talak 6) Zira boşanmış kadın artık boşayanın hanımı değildir. Böylece kadın emzirme karşılığında ücreti hak etmiş olur. Bu ücret; yiyecek, giyim veya nakit para da olur.

79

ekim 2009


bakara suresi 231-233 … yacağım” diye düşünmelidir. Boşanmış erkek ve kadın da evliyken birbirlerine yaptıkları iyilikleri ve sevgiyi hiç unutmasınlar onu akıllarında tutsunlar ve buna göre birbirlerine karşı davransınlar, birbirlerini zarara sokmaya çalışmasınlar, hatta sırlarını ifşa etmesinler.

Evli olan bir erkeğin hanımı ise ücret almaz. Kocası onu marufla yedirecek ve giyindirecektir. Bu ücret değil, koca üzerine bir haktır, bu bir nafaka ve harcamadır. Boşanmış olan kadının hak ettiği ücret veya evli kadının hak ettiği nafaka kocanın gücü dâhilinde olmalıdır. Aşırı derece fazlalıkla sorumlu tutulmaz, bu sebeple de zarara sokulmaz. Yine kadın çocuğu nedeniyle zarara sokulmaz, eğer çocuk daha emzirilmeye muhtaç ise ve eski kocası başka çare bulamıyorsa çocuğu emzirmelidir. Eski kocasını emzirdiği çocuk nedeniyle zarara uğratmaz. Yine kadın da çocuğunu emzirmek istiyorsa eski kocası onu bu işten men edemez, kadını zarara sokamaz. Đkisi birbirine anlayışlı olmalı, daha önce birbirlerine yaptıkları iyiliği unutmamalı, birbirlerine karşı nankör olmamalı, ne kadar ilişkileri bozulursa da bozulsun birbirlerinin üzerlerine olan iyilikleri hiç unutmamalı, kindar olmamalıdırlar. Bakara suresi 237. ayette Allah’u Teâlâ bu hatırlatmada bulunuyor:

Eğer baba vefat etmişse, onun mirasçısı çocukla ilgilenme hususunda baba yerine geçer. Çocuk emzirilmeye muhtaçsa boşanmış olan kadın onu emzirmelidir, aynı anda emzirme ücretini marufla hak eder. Bu ayette geçen bu ifadeden mirasçıların ve akrabalarının birbirlerine yardım etme farzı anlaşılır. Hanefi ve Hanbelî mezheplerinde bu farzı açık şekilde gösterilir. Eğer, erkek ve kadın iki sene dolmadan çocuğu sütten ayırmak istiyorlarsa, iki taraf razı olurlarsa bir sakıncası yoktur. Zira iki sene en fazla emzirme dönemi olur, daha az da olabilir, zararı yoktur. Eğer boşanmış kadın herhangi bir nedenle çocuğunu emziremiyorsa babanın çocuğunu başka kadına emzirtmesi sakıncalı değildir, bu durumda eski karısını zorlayamaz. Eski karısı emzirirse ona ücret verir.

‫ﻥ‬  ‫ﻬ‬ ‫ ﹶﻝ‬‫ ﹸﺘﻡ‬‫ﺭﻀ‬ ‫ ﹶﻓ‬‫ﻭ ﹶﻗﺩ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ ِل ﺃَﻥ ﹶﺘ‬‫ﻥ ﹶﻗﺒ‬‫ﻥ ﻤ‬  ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬‫ﻁﱠﻠﻘﹾ ﹸﺘﻤ‬ ‫ﻭﺇِﻥ ﹶ‬ ‫ﻩ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻱ ﹺﺒ‬‫ﻭ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ ﹸﻔ‬‫ﻴﻌ‬ ‫ﻥ َﺃﻭ‬  ‫ﻔﹸﻭ‬‫ﻴﻌ‬ ‫ َﺇ ﱠﻻ ﺃَﻥ‬‫ ﹸﺘﻡ‬‫ﺭﻀ‬ ‫ﺎ ﹶﻓ‬‫ﻑ ﻤ‬ ‫ ﹸ‬‫ﻨﺼ‬ ‫ﻀ ﹰﺔ ﹶﻓ‬  ‫ﹶﻓﺭﹺﻴ‬ ‫ َل‬‫ﻭﺍﹾ ﺍﻝﹾ ﹶﻔﻀ‬ ‫ﺴ‬  ‫ﻭ ﹶﻻ ﺘﹶﻨ‬ ‫ﻯ‬‫ﺏ ﻝِﻠ ﱠﺘﻘﹾﻭ‬  ‫ﺭ‬ ‫ﻔﹸﻭﺍﹾ َﺃﻗﹾ‬‫ﻭﺃَﻥ ﹶﺘﻌ‬ ‫ﺡ‬ ‫ﺩ ﹸﺓ ﺍﻝ ﱢﻨﻜﹶﺎ ﹺ‬ ‫ﻋﻘﹾ‬  ‫ﻴﺭ‬‫ﺒﺼ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻤﻠﹸﻭ‬ ‫ﺎ ﹶﺘﻌ‬‫ﻪ ﹺﺒﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ ِﺇ‬‫ ﹶﻨ ﹸﻜﻡ‬‫ﺒﻴ‬

Allah’u Teâlâ bu hükümleri verirken bunlara uyulmasını ister, bu nedenle kendisinden Müslümanların korkmalarını ister. Zira onların yaptıklarını görüyor. Ayette; “…Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür…” ifadesinin manası; “kesin şekilde inanın” anlamındadır. Nitekim insan Allah’tan korkarsa kendiliğinden bu hükümleri uygular. Allah’tan korkmak veya takvalı olmak hükümleri uygulamak için en önemli yürütücü güçtür. Takvalı olmak istemeyenler veya Allah’tan korkmayanları (ister erkek olsun isterse kadın olsun) Đslam Devletindeki mahkeme onları zorlar.

“Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvâya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.” (Bakara 237) Bu ayet her durumda uygulanır, birbirlerine küsen arkadaşlar, akrabalar ve sair insanlar daha önce birbirlerine yaptıkları iyilikleri hatırlamalılar. Hatırladıkları takdirde kindar olmazlar. Herhangi bir kişi, arkadaş, akraba; “bana zamanında bu veya şu iyiliği yapmıştı, ama birbirimize küstük, fakat o iyiliği unutmayacağım, bu nedenle, onu zarara sokma-

köklüdeğişim

Bu ayet diğer ayetler gibi erkek ile kadın arasında evli iken veya boşandıktan sonra nasıl güzel muamele olacağını gösterir. Ancak bu nizam nedeniyle insanlar mutlu olurlar.

80

ekim 2009


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.