köklü değişim dergisi 43. sayı

Page 1

5. s e n e

2 0 0 4

takdim

KöklüDeğişim

bilgi@kokludegisim.com

‫ ا ا ا‬ Nisan Ayı Takdim’i

KÖKLÜDEĞĐŞĐM Đslâmî Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsî Dergi

Rabi’ul-Ahir 1429 • Nisan 2008 Sahibi ve Sorumlu Yazı Đşl. Md. Ahmet Sivren Genel Koordinatör Süleyman Uğurlu Haber Dairesi Sorumlusu Hüseyin Sivren Tercüme Dairesi Sorumlusu Cuma Canpolat Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı, 31/12 Kızılay/ANKARA Đletişim&Abone&Reklam Tel: 0.312.229 77 91 Faks: 0.312.229 77 92 www.kokludegisim.com bilgi@kokludegisim.com Temsilcilikler Đstanbul: Mustafa Patan Göztepe Mah. Maslak Cad. Ufuk Sk. No: 3/B Bağcılar/Đstanbul Tel: 0.212.445 80 80 Cep: 0 544 287 88 26 e-mail: m-patan@hotmail.com

Adana: Muhammed Ali Tuluk Cep Tel: 0 555 242 61 94 e-mail: m-ali-tuluk@windowslive.com

Abonelik ve Hesap Numaraları Yurtiçi Yurtdışı 6 Aylık 6 Aylık 24 YTL 24 Euro Yıllık (12 ay) Yıllık (12 ay) 48 YTL 48 Euro PTT Posta Çeki Hes. 191 18 03 YTL Hesabı Ziraat Bankası Başkent Şb. 47475782-5002

Euro Hesabı Ziraat Bankası Başkent Şb. TR93000100 168347475782-5001 TCZBTR2A

Baskı: 02.04.2008 Rulo Ofset Matbaacılık Kazım Karabekir Cad. Ortaklar Đşhanı, 120/86 Đskitler-ANKARA 0312.312 50 75 Yerel – Süreli ISSN: 1304-8274

Öyle yüzsüz, öyle pervasız bir biçimde yalanlar söyleniyor; yalanlar yazılıyor ki, 80 senedir; Đslâmî Ümmet’in kendine ait neyi varsa çalınıyor, millîleştiriliyor bir bir… Đşte Çanakkale… hiç layık olmadığı halde hakikatinden saptırılarak, Türk’ün, Türklüğün ve hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin bir unsuruymuş gibi tanıtılan Çanakkale… Ümmet bilincinin müthiş bir tezahürü olan Çanakkale… Müslümanların, Đslâm için, Ümmet için, Hilâfet-Halife için kelle koltukta, cansiperane savaştıkları Çanakkale… Oysa bugün yabancı sofralara meze yapılmış, küfrî söylemlere çerez olmuş Çanakkale… 1915 Senesinde vuku bulan Çanakkale Harbi’nin sene-i devriyesinde yapılan anma törenleri, kesif kokusuyla burunların direklerini kıran bir milliyetçiliğe sahne olmuştu. Hâlbuki Çanakkale’yi Türk milliyetçiliğine ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine dayanak yapmak en hafifi ile orada, kendini Allah yolunda feda eden binlerce kahramana iftiradır. Ki iftira atmak, şaibeli tarih yazarak, bu tarihi ayyuka çıkaranlar için basit bir kabahattir. Ve’lhasıl bugün, yalanlar, düzmeceler ve desiselerle tarihî suç sicili kabarık bir Sistem’in gerçek yüzünü ifşa etme günüdür… Tüm berraklık ve aydınlığıyla Đslâmî Ümmet’in hakikati göreceği gündür bugün… Ey Müslümanlar! Ümmetinize sahip çıkın… Dininize sahip çıkın… Tarihinize sahip çıkın… Çanakkale’nize sahip çıkın; yoksa birileri elinizden onu alıp, hakikatini sahtesiyle değiştiriveriyor. Öyleyse tüm bu kıymetlerinize layık-ı veçhiyle sahip çıkabilecek şeyi, Halifenizi naspedin-Hilâfetinizi ikame edin… Đşte Derginiz KöklüDeğişim, Çanakkale’yi ve hakikatini unutmamak, unutturmamak adına Çanakkale kahramanlarının Tevhid Sancağı’nın gölgesinde verdikleri heybetli poz ile kapağını süslüyor… Söylenecek ve yazılacak fazlaca bir şeye ihtiyaç yok aslında; göreceksiniz, dikkatle dinlerseniz kapağımız size kendisini anlatacaktır. Ve sizleri, birbirinden kıymetli makaleleriyle Đslâmî köklü değişim sürecinin bir kilometre taşıyla daha, 43. sayımızla baş başa bırakıyoruz… Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırın… Önemli Not: Dergimiz KöklüDeğişim, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını Đslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.

köklüdeğişim

1

mart 2008


KöklüDeğişim

içindekiler

bilgi@kokludegisim.com

KöklüDeğişim’de Nisan 2008 Takdim 1 ....Nisan Ayı Takdim’i ...............................................................KöklüDeğişim Đçindekiler 2 ....KöklüDeğişim’de Nisan 2008 ...............................................KöklüDeğişim Gündem 3 ....AKP’ye Kapatma Davası… Amerikan-Đngiliz Çatışmasının Devamı ..................................................................................... Musa Bayoğlu 8 ....Đkinci Cemal AbdunNasır Vakıası ............................... Đbrahim Mus’ab Kara 13 ..Kuzey Irak’a Yönelik Sınır Ötesi Operasyon… Şimdi Ne Olacak? ......................................................................................... Yasin Yavuz 18 ..Zaman Kaybettiklerinin Yasını Tutma Değil Sorumlularını Cezalandırma Zamanıdır ........................................................ Fatma Nur Şahin 22 ..Terörün Hakikatine Đnemeyen “Küresel Terörizm Sempozyumu” Ve Đç Siyasette Terör! ................................................................... Yakup Tosun 27 ..Kürt Konferansları .................................................................Rasim Doğan 33 ..Tarih Yalan Söylemez! Ama Ya, Tarih Yazan Yazarlar?! ............. Nurten Işık 36 ..Hilâfet’in Yıkılış Yıldönümünde Yöneticilerin Devam Eden Cürümleri (2) .......................................................................... Ekrem Muakkil 39 ..Đslâmî Beldelerdeki Hain Yöneticilerin Efendileri Kerim Rasul’e ve Müslümanlara Saldırıyorlar! .......................................... Selim Metin Hata! Yer işareti tanımlanmamış.Filistin Kanser Olmuş, Ağrı Kesici mi Verelim? 51 ..Fransa, Almanya Đle Akdeniz Birliği Üzerinde Anlaştı ........... Gültekin Ercan Medrese-i Yusufiye'den 54 ..Esaret Altındaki Zihinlerin Mahsulleri ............................. Süleyman Uğurlu 58 ..Dönüşü Olmayan Yolda ABD ............................................. Bayram Sağnak Tefekkür 61 ..Nasıl Bir Rasul’e Đman Ettik? ................................................ Musa Bayoğlu 65 ..Muhammed SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in Risalet Hayatına Bir Bakış .................................................................................. Cuma Canpolat 69 ..Evet, Đslâmî Ümmet Vardır! (5) ................................... Nafiz Bayramalioğlu Röportaj 73 .. “…Đstiyorlar ki; Müslümanlar, -Sözde- Terörist Rolüne, Kâfirler Đse Kurban Rolüne Girsinler...” ..................................................................... Sümeyye Avcı Aile Kaledir 78 ..Eşlerin Allah’ın Davasında Birbirlerine Destekçi Olmaları ...... Sümeyye Avcı

köklüdeğişim

2

mart 2008

Yasin Yavuz


Musa Bayoğlu

gündem

bilgi@kokludegisim.com

AKP’ye Kapatma Davası… Amerikan-Đngiliz Çatışmasının Devamı nunda yönetim, herhangi bir taraf lehine istikrar bulmaz hale geldi. Siyasî ortamda hem Đngiliz hem de Amerikan adamları çatışır oldu.

Hilâfet’i yıkan Đngiltere ve onun ajanları Đslâm’a ve Müslümanlara karşı korkunç bir kin ve nefret ile hareket ettiler. Türkiye’yi, Đngiltere’nin bölgedeki payandası haline getirmeye hırs gösterdiler. Đslâm’a karşı savaşta ve Đngiltere’ye bağlılıkta bütün gayretlerini sarf ettiler. Bu süreç Amerika Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyaya açılıncaya kadar böyle devam etti. Amerika zaferini, önceki Sömürgecilerin (Đngiltere ve Fransa) sömürgelerinde, egemen birinci devlet olmak üzere sonuna kadar istismar etti. Amerika, 1950’de Ortadoğu’daki elçilerini Đstanbul’da bir araya getirdi. Amerika, ülkenin dizginlerini tutan etkin kuvvet olarak gördüğü Ordu’ya sızarak Türkiye’ye nüfuz etmek üzere ciddiyetle uğraştı. Ama beceremedi. Zira Ordu, Mustafa Kemal’in “Đngiliz” ekolünden mutmaindi. Bunun üzerine Amerika önündeki tek vesilenin, Ordu’ya ve Laiklere içerlemiş Müslümanların duygularından yaklaşmaya başvurmak olduğunu gördü. Menderes’in bulunduğu 50’li yıllarda, Turgut Özal’ın bulunduğu 80’li yıllarda ve ayrıca Demirel’in bulunduğu 70’li ve 90’lı yıllarda böyle oldu. Amerikan uşakları kırmızıçizgileri aşmak şöyle dursun, sarı çizgileri aştıkları veya onlara yaklaştıkları zamanlarda bile Amerika her seferinde, Ordu’nun darbe yoluyla yönetimi kilitlemesi ile karşılaştı. Ordu’nun 1960, 1971, 1980 ve 1997’de yaptığı darbeler böyle gerçekleşti ve her seferinde gerekçe olarak, Laik “Đngilizci” rejimin muhafazasını gösterdi.

Amerika, Ordu’ya doğrudan karşı koymanın zor bir iş ve paralel bir kuvvet oluşturmanın da riskler ile dolu bir iş olduğunu anladı. Başka bir üslup olarak adamlarından birini, Ordu’nun otoritesini sınırlandıran yasalar çıkarabilecek bir parlamento çoğunluğu ile iktidara taşıyarak, “Demokratik” yoldan Ordu’yu bertaraf etmek üzere çalışmaya karar verdi. Erdoğan’ın liderliğinde AKP’nin kurulmasına yardımcı oldu. Ordu tarafından okuduğu şiir yüzünden hakkında adlî kovuşturma açılmış olması ve siyasî baskıya uğramasından sonra Erdoğan’ı iktidara ulaştırma senaryosu işlemeye başladı. Zira Amerika, 2001 yılında Türkiye Merkez Bankası’ndan 5 ilâ 7 milyar dolar kadar para çekti. Temelleri Özal döneminde atılan ekonomik ayrıcalıklar, Amerika’nın bu operasyonu kolay ve basit bir şekilde yapabilmesini sağladı. Bunun üzerine ekonomik bir sarsıntı baş gösterdi, insanlar Türk Lirası’nın alım gücünün şiddetli bir şekilde düşmesinden dolayı yakınmaya başladı. Đnsanların Ecevit ve Hükümetine yönelik öfkesi daha da kabardı. Amerika 2002 yılında Erdoğan’ı ve partisini iktidara taşımayı başarıncaya kadar siyasî, popülist ve Demokratik… çalışma ile faaliyet gösterdi. AKP seçimlerden galip gelince, Erdoğan, Amerika ile bağlantıları güçlendirmek ve Đngiliz nüfuzunu, bilhassa Ordu’nun nüfuzunu zayıflatmak üzere çizilmiş plân uygulamaya koyuldu. Eylemlerinden ilki; MGK’nın yönetime müdahale yetkisini daraltmak üzere Meclis’e bir yasa tasarısı sunmak oldu. Keza Kurul, asker ve sivil üyeler karışımlı ha-

Amerika, her bir darbeden yeni bir şey öğrendi. Böylece Ordu’ya sızmasının mümkün olmadığına kanaat getirdi. Menderes’in idam edilmesi, Özal’ın paralel bir askerî kuvvet oluşturarak Ordu’nun otoritesini zayıflatmak üzere iken öl(dürül)mesi soköklüdeğişim

3

mart 2008


akp’ye kapatma davası ya da … le geldi ve Ordu bundan rahatsız oldu. Amerika, AKP’nin gerçekleştirdiği “Demokratik” eylemler ile Laik Kemalistlerin sükût etmeyeceği kırmızıçizgileri çiğnemeyi başardı. Amerika, AKP ile Đngilizci yapının elindeki kalelere sahip olmak için çalıştı ki, Devletin manevî sembolü olarak itibar edilen ve birçok kurumunun (Yargıtay, Danıştay, YÖK) yetkililerinin atandığı koltuğa/Cumhurbaşkanlığına sahip oldu ve seçilmesi ile ilgili ilerleyen süreçlerde elinden giderse tekrar kolayca elde edebilmek için birçok değişiklikler (referandum, 367 engelini kaldırma, 2 kere seçilebilmesi gibi...) yaptı. Askerin gücüne darbe vurdu, siyasete müdahalesini daralttı. Yine askerî müdahaleye ve maslahatlarına göre Anayasanın çiğnenmesi olarak addettikleri kânunların iptaline hukukî gerekçe elde ettikleri Anayasa Mahkemesi’ne sızabildi ve nesillerin kültürüne tahakküm etmek için kullanılan YÖK’e etki etti, Başkanlığı’na Yusuf Ziya Özcan’ı atadı...

kurmay Başkanı’nın yasal olarak Başbakan’ın emri altında olduğu” gibi dikkat çekici ifadeler yer aldı. Nitekim 22 Mayıs 2007’de Ankara’da, Ordu’nun PKK’yı sorumlu tuttuğu ve yedi kişinin ölümüne yol açan patlama meydana geldi. Ülkedeki siyasî durumu etkilemek ve kaosu artırmak için PKK’nın silahlı kanadı ile devamlı hamleler yapıldı. Ülkedeki sunî istikrarı etkilemek AKP ve Amerika siyasetine hamle olarak Đngiliz kanadı boş durmamış Şemdinli, Danıştay 2. Dairesi’ne yapılan saldırı, Hrant Dink cinayeti, Rahip Santora cinayeti, Doğu’da bir Rahibin kaçırılması, Malatya’da bir gazeteye saldırılması ve 3 kişinin öldürülmesi gibi planlanan olayları, Amerika, istihbaratı ve MĐT’in ortak çalışması ile siyasî olarak kendi lehine çevirebildi. Nisan 2007’den beri Amerika ile AKP’nin arasını açmak isteyen Asker’in Kuzey Irak’a operasyon isteği ve bunun AKP tarafından hep siyasî zeminde çözüm gayretlerinden sonra askerî operasyon için PKK askerî kanadının her yerde eylemlere girişmesi, patlayıcı yüklü araçlar bulunması, Diyarbakır’daki patlama ve masum insanların öldürülmesi, korucuların öldürülmesi ve Dağlıca katliamı işi iyice kızıştırmış, halkın milliyetçi duyguları tutuşturulmuşken Hükümet, Meclis’te tezkere çıkartarak halkın nefretinden sakınmak istedi. Tezkere metninde, askerî operasyonun, Hükümet’in münasip göreceği bir vakitte yapılacağı ifade ediliyordu. Đşte bu, nihayet olmasa da bir “soluklanma” idi. Çünkü bu tezkere, operasyon için vakit belirlememiş, aksine Hükümet’in münasip göreceği bir vakte bırakmıştı. Erdoğan’ın Amerika’ya yaptığı son ziyaret ve ardı sıra Ankara’da ve Bağdat’taki Amerikan Kuvvetleri Karargâhı’nda yapılan siyasî görüşmeler sonucunda Amerika’nın Türk Hükümeti’ne; “haksızlığa” razı olmadığını ve askerlerinin kanının yerde kalmasını kabul etmediğini(!) gösterecek, aynı zamanda Đngiliz yanlısı Ordu Komutanlarının plânına son vermek (soluklandırmak) üzere çalışmasını

Türkiye’de bu değişiklikler olurken her zaman şahit olduğumuz kaos ortamı hiç eksik olmadı. Menfaat çatışmasında taraflar ya gizli olarak, ya da aleni olarak birbiri üstüne hamleler yaptılar. Gül’ün Cumhurbaşkanlığı için Meclis’de birinci tur oylamanın yapıldığı ve üçte iki çoğunluk bulunamadığından CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne dava açmak için gittiği 27 Nisan 2007 Cuma günü gecesi, saat 23:15’te Genelkurmay Başkanlığı adına bir bildiri yayınlandı. Askerî muhtıra niteliği taşıyan bildiri, Genelkurmay Başkanlığı’nın resmî internet sitesinde yayınlandı ve önceleri vaki olmamış bir biçimde, gazete büroları telefonla aranarak ve Genelkurmay’ın resmî internet sitesine bakmaları istenerek duyuruldu. Bildiride “Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından süreç endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve Laikliğin kesin savunucusudur.” denildi. Hükümet, 28 Nisan 2007 günü, saat 15:00’de bu bildiriye sert bir dil ile karşılık veren bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamada, “Genelköklüdeğişim

4

nisan 2008


akp’ye kapatma davası ya da … sağlayacak şekilde zamanı ve mekânı sınırlı bir askerî operasyon düzenleme izni vermesine dair bir anlaşmaya varıldı. Đşte böylece Amerika’nın, Talabani’nin ve el-Maliki’nin desteklediği, Kuzey Irak’taki Barzani Hükümeti’nin yakındığı ve Avrupa’nın, çekimser bir biçimde eleştirdiği bu operasyon başladı. Amerika ile istihbarat paylaşımı, hava operasyonları ve en sonunda da tam bir fiyasko ile sonuçlanan sınır ötesi kara harekâtı... Türk Ordusu için hezimet olan onlarca askerin canına ve bir helikopterin düşürülmesine, bir de milyonlarca dolar masrafa neden olan bu operasyon neticesinde hiçbir somut başarı sağlanamamıştır. Amerikan Savunma Bakanı’nın Ankara’ya gelmesi ve okyanus ötesinden, somurtarak köpüren Bush’un, operasyonun bitirilmesini istemesinin üzerinden 24 saat geçmemişken operasyon bitirilmiştir. Amerika’nın bilgisi, izni ve gözetimi dâhilinde gerçekleştirilmiş, yine Amerika’nın aşağılayıcı talimatı ile sona erdirilmiştir. Irak’taki Amerikan uşakları da operasyonun zaman ve mekân açısından sınırlı kalmasından büyük bir memnuniyet duymuşlar, Türkiye yetkililerine sıcak mesajlar göndermişlerdir. Bu operasyon AKP Hükümeti için bir başarıdır; çünkü Türk Ordusu, PKK bahanesiyle AKP Hükümeti’ni sıkıştırmayı alışkanlık haline getirmişti. Nitekim geçen sene kendi lehine Meclis’ten geçirdiği sınır ötesi operasyon tezkeresini ustalıkla kullanan AKP Hükümeti, başörtüsü tartışmalarının yoğun olduğu ve çetin kış koşullarının yaşandığı bir sırada, muhtemelen MGK’nda Ordu’yu her nasılsa Kuzey Irak’a sokmayı başarmıştır.

dönemdeki PKK ve terör olaylarıyla kamuoyu değiştirilmiş, uluslararası piyasalardaki çalkantı ve piyasalardaki krizle, bunun Türkiye’deki etkileri gözlerden uzak tutulmuş, Ilımlı Đslâm Projesi’ne bir taş daha konmuş ve 2009 yerel seçimleri için yatırım yapılmıştı. Ulusalcı Sauna, Atabeyler, taşeron örgütlere yapılan operasyonlar, TĐT, TMT, VKGB, ÖKK ve Kuvvacılar gibi grupların açığa çıkarılması yine bu çatışmanın diğer bir yönünü teşkil etmekteydi... Ergenekon Operasyonu ise Ulusalcı kanada vurulmuş önemli darbelerden bir tanesi oldu. 22 Ocak 2008 günü içlerinde Susurluk ve JĐTEM ile anılan Veli Küçük, Zekeriya Öztürk ile Danıştay saldırısı bağlantılı ulusalcıların da bulunduğu 33 kişi gözaltına alındı. Bununla ilişkili olan siyasetçi, hukukçu, gazeteci, asker... bir çok kişi gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. 14 Mart Cuma günü Saat 18:00 sularında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’ne AKP’yi kapatma ve 71 yetkilisine siyasî yasak koyma davası açması da yine bu çatışmanın devamı niteliğindedir. Yukarıda anlattığımız tüm olaylar, Đngiliz kanadı için bir yenilgi anlamına gelmekteydi. Bu yenilgiyi kabullenecek ya da kendi putunu yiyenler gibi, kendi elleri ile şekillendirdiği Demokrasi putunu kendi yiyecekti. Beklenen oldu ve bütün olumsuzlukları göze alarak kendi putlarını yiyerek bu davayı açtılar. Gerekçelerine bakıldığında üzerine uzun zamandır çalışıldığı (bu birçok kişi tarafından da dile getirildi) belli olmaktaydı. Kapatma davasını CHP desteklemiş, Yargı erkânı Başsavcıya sahip çıkmış, Asker ise sessizliğini halen bozmamış durumda. En son 20.03.2008’de Laikliğin anlatıldığı bir toplantıda Danıştay Başkanı, Savcıyı desteklemiş, üstü kapalı AKP’ye gönderme yapmıştır. CHP yapılacak bir Anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyi düşünmekte bu davanın yerinde olduğunu söylemekte, AKP’nin kendi uyarılarının dikkate almamasının cezasını

Operasyon sonrası AKP ve Asker’i eleştiren Muhalefet, Asker’in tepkisi ile Asker, Muhalefeti hainlikle suçlarken Muhalefet de Asker’i, Amerika’nın isteğine uymakla, siyasete karışmakla suçladı... Đngiliz kanat kendi içinde tartışırken AKP, keyifle olanları seyretti. Başörtüsü meselesi ile AKP, Anayasa değişikliğine karşı Ulusalcı kanadın tepkilerini ölçmüş, son köklüdeğişim

5

nisan 2008


akp’ye kapatma davası ya da … çektiğini ifade etmekte, hatta darbe bile olacağını ima etmektedir. Đngiliz kanadı aydınları(!), bu davanın hukukî olduğunu, savcının görevini yaptığını, bunu kimsenin eleştirme hakkının olmadığını dillendirmekteler.

devletlerde halkın oylarına sadece sandıkta değer(!) verildiğinin, halkın bu şekilde kandırıldığının, Allah’ın hükümlerini bırakıp insanın kendi heva ve arzusuna göre yasalar çıkartıldığında insanları mutlu etmediğinin, egemen zümrenin istediğini yaptığının bir daha görülmesini sağlamıştır.

AKP’ye açılan kapatma davası Devlet içerisindeki Laik yapılanmanın, Amerikancı AKP Hükümeti’ne sert bir uyarısıdır. Bu uyarı, ülkeyi karanlık ve tehlikeli bir gelecek beklediği anlamına gelmektedir ki bu, beldemiz ve halkımız için oldukça vahim bir tablodur. Bu hamle ile AKP Hükümeti’ne ve Amerikan siyasetine ağır bir darbe vurulmuştur. Çünkü AKP, bütün gücünü siyasetten almaktadır ve bu dava ile de siyasî olarak yıpratılmak istenmektedir. Davadan bir hafta sonra ekonomiye bakıldığında sunî ekonominin etkilendiğini, gazetelerde işsizliğin arttığı haberlerini okumaktayız. Amerika ve AB üye ülkelerinden dava ile ilgili yapılan açıklamalar, kararı kınayan nitelikte, Demokrasiye müdahale olduğu, Türkiye’nin AB üyeliğinde sıkıntı oluşturacağı, elinin zayıfladığı haberleri dolaşmaktadır. Gerçekten de siyasî olarak gelecek günler AKP için geçmiş gibi olmayacak gibi görülmektedir.

Đddianamenin maddeleri incelendiğinde AKP üzerinden Đslâm’a saldırıldığı ortada... Đslâm’a olan kin ve nefretleri özellikle başörtüsü gibi birçok konuda açığa çıkarılmakta. Ayrıca iddianamede Amerika-AKP yakınlığı ve ortak hareket etmeleri öne çıkarılmış ve Đngiliz kanadının, Amerika kanadını zayıflatma isteğini göstermiştir. Türkiye’de bir Amerikan-Đngiliz çatışması vardır ve taraflar, bu iki sömürgeci kâfir Devletin hizmetindedirler. Müslümanların iyice kavramaları gereken en kritik husus, bu çatışmanın varlığı ve tarafların pozisyonlarıdır. AKP’nin ise, Đslâm ile hiçbir alâkası yoktur. AKP kendisini Laik ve Muhafazakâr-Demokrat bir parti olarak tanımlamaktadır. Başbakan Erdoğan, yaptığı açıklamada Demokrasiyi hararetle savunup dine dayalı bir parti olmadıklarını yeniden vurgulamıştır. Laiklik ile hiçbir sorunu yoktur ve bu Laik Devlet’in en güçlü koruyucusudur. 2001 krizinde kopma noktasına gelen Devlet-Millet köprülerini, belki de hiç olmadığı kadar sağlamlaştırmıştır. Erdoğan’ın, “Laikliğin güvencesiyiz” sözü ve 2. dönem icraatları Đslâm’dan, doğu ile Batı arasındaki mesafe kadar uzaktır. Bunun için yüzlerce örnek vardır.

AKP ise kararı sert dille eleştirmekte, bunun halkın egemenliğine, Demokrasiye darbe vurduğunu söylemekte ve en son yapılan Ergenekon Operasyonu ile ilişkili olduğunu iddia etmektedir. Erdoğan “Ergenekon’u çökerttik ya, bu dava o yüzden açıldı. Ama kimse bizi korkutamaz sonuna kadar gidilecek.” diyerek AKP ve Amerikan siyasetinin geri adım atmayacağını göstermiş oldu.

Şimdi AKP yine mağduriyet rolü oynayacak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce yaptığı gibi halka kendisini mağdur gösterip önümüzdeki seneki yerel seçimlerde oylarını daha da artırmaya çalışacaktır.

Hukuk Devleti(!) olan Türkiye’de hukukun hukukçular tarafından bile bu kadar tartışılması, beşerî yasaların ne kadar basit, değişken, zamana, şartlara, kişilere göre farklı, insan problemlerini çözmekten aciz olduğunu, güçlünün diğerini ezme aracı olarak kullanıldığını gösterdi. Bu dava, Demokrasinin aslında bir hayal olduğunun, sadece halkları kandırmak için kullanıldığının, Demokratik köklüdeğişim

AKP’nin Đngiliz tipi kurumlar ile bir sorunu vardır. Bugün AKP ve karşıtları arasındaki çekişme, bir Amerikan-Đngiliz çekişmesidir. AKP de, Amerika da, karşı tarafta yer alan CHP de, Yargı da, Anayasa da, Asker de Laiktir, ancak AKP ve Amerika’nın emeli,

6

nisan 2008


akp’ye kapatma davası ya da … Đngilizci Laikliği, Amerikancı Laikliğe dönüştürmektir; Đngilizci ulus-devlet anlayışını Amerikancı bir liberalizme çevirmektir; Đngilizci milliyetçiliği Amerika’nın üst-kimlikçiliği içine sıkıştırmaktır; Đngilizci devlet kurumlarını, Amerikancı devlet kurumları haline getirmektir; Đngiliz tipi darbeci Ordu’yu Amerikan tipi uysal bir Ordu haline getirmektir. Bunun için Avrupa Birliği’ne üyelik gerekçesini ustalıkla kullanmakta, atmosferi Demokratikleşme ve darbe karşıtlığı gazları ile doldurmakta, kemikleşmiş devlet kurumlarının kolonlarını sarsmakta, Amerikan destekli medyayı, gerek satın alarak, gerek gözdağı vererek, gerek özendirerek bu uğurda kullanmakta, Laik devlet kurumlarının güçlerini aldıkları Anayasal konumları ve yetkileri kırpmakta, “sivil Anayasa” söylemiyle, bilhassa referanduma götürme argümanıyla korkutmakta, %47’lik halk desteği kozlarını ve kartlarını çoğaltmaktadır. Bütün bunları, ne Đslâm için, ne de Müs-

köklüdeğişim

lümanlar için yapmaktadır; bilakis ancak ve sadece Amerika için yapmaktadır. Bütün bu politikalar, araçlar ve taktikler Amerikan patentlidir. Amerikalı politika üreticilerinin ve düşünce kuruluşlarının Türkiye hakkındaki raporları ve önerileri incelenirse bunların yıllar öncesinden tasarlanmış olduğu görülecektir. Müslümanların başına çöreklenen, servetlerinden yiyen ve halk adına yetki sahibi kılınan kişilerin ve kurumların, birbirlerine karşı çatışmalarında ülkeyi ve halkını perişan ediyor ve edecek olmaları, mutlaka engellenmesi gereken bir cürüm ve kötülüktür. Bu kaotik durumdan kurtulmanın, Amerikan ve Đngiliz ajanlarının şerrinden korunmanın tek bir yolu vardır; o da bu çürümüş Devleti tüm kurumları ve yapılanmaları ile tarihe gömmek ve sömürgeci nüfuzu, asla dönmemecesine topraklarımızdan kovmak üzere, yeniden, Đslâm Akidesi üzerinde yükselen Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmaktır.

7

nisan 2008


Đbrahim Mus’ab Kara

gündem

bilgi@kokludegisim.com

Đkinci Cemal AbdunNasır Vakıası rı aynı sistemle değiştirmek için. Đngilizci/ulusalcıların görev sürelerinin bitmesini bekleyerek onları oradan tasfiye etmek ve yerine kendi adamlarını koymak için daha erkendir, doğrudur. Ama o, sözüm ona Đslâm Devleti’ni kuracaksa halk desteği olan bir zat için, bu zaman hayli fazladır. Ama o neler yapmıştır, incelemek lazım.

Daha çok değil, 1952 senesiydi… Mısır’da Cemal AbdunNasır isminde birisi çıktı ve bir anda bütün Arapların güvenini kazandı. Müslümanlar ona kurtarıcı gözüyle bakmaya başladılar; Arapları içinde bulunduğu durumdan kurtaracak hatta büyük Arap Devleti’ni kuracak hayalleriyle onu olabildiğine desteklediler. Bu öyle bir hal almıştı ki, bu iş için çalışan kitlelerde bile duraklamaya yol açtı. Hatta Yahudi varlığıyla yapılan savaşlarda bile utanmadan sıkılmadan ağlayarak, “Ne yapalım yenildik” diyerek kendisini halkına affettirebilen bir kişiydi. Asıl en önemlisi, insanlar ona bağlandıklarından dolayı hiç bir şey yapmaz ve ondan bir şeyler yapmasını bekler oldular. O da yaptı. Ama kendi görevini, yani Amerikan ajanlığını yaptı ve Đslâm Ümmetini yıllarca davasından alıkoydu, onları Amerikan’ın kucağına attı. Müslümanların bir kısmı bunu anladılar ama epeyce geç olmuştu.

Şimdi sizlere Erdoğan’ın cürümlerini sıralamadan önce AKP’den önce gelmiş ve geçmiş olan sözüm ona Müslümanların temsilcisi ve partisi olarak görünen bilinen partilerden bahsetmeye çalışalım. Bakalım onlar neler yapmışlar, onlara neler yapmışlar? Yoksa aynı şeyler AKP’nin başına da gelecek mi? Bir kıyas yapalım. Yıl 1950’ye geldiğinde Đngilizci tek partili baskıcı TC artık çatırdamaya başlar. Çünkü halk, onların Kur’an’ı yasaklamalarından, ezanı Türkçe okutmalarından vb. cürümlerinden sıkılmış ve patlama noktasına gelmiştir. Đşte o sırada hemen TC’nin başına Aydın ilinin tarlalarından Adnan Menderesi getirmişler ve halk ona itibar etmiştir. O ise Kur’an yasağını ve Türkçe Ezanı geri kaldırmıştır. Ama Müslümanlar için yaptığı sadece budur. Onları kalkındıracak, içinde bulundukları kötü durumdan kurtaracak bir şey yapmamıştır. Akıbeti ise idam olmuştur ve o idama giderken kimse arkasından çıkıp da onu korumamıştır.

Şu sıralar Türkiye’de de bu tip bir vakıa cereyan etmektedir. O da AKP’siyle Erdoğan’dır. Artık Müslümanlar bir AbdunNasır misali ona umut bağlamışlardır. Hatta Đslâm Devleti’ni kuracağına inananlar bile vardır. Oysa Erdoğan, onlar için bir tarikat şeyhinden, bir cemaat liderinden farksızdır. Çünkü insanlar, şeyhleri ne söylerse itibar ederler. Kendileri pek düşünmezler. Şuan oy verenleri, Erdoğan’a da bu şekilde körü körüne bağlanmıştır yani o ne söylerse doğrudur, o ne yaparsa doğrudur anlayışındadırlar. Hatta ara sıra AbdunNasır misali ekranlarda mazlum rolünü oynamaktadır. Eğer ki onlara, “Amerika’ya hizmetten başka Müslümanlar için neler yapmıştır” diye sorduğunuzda; “Daha erken ne yapsın bu kadar zamanda” demektedirler. 5 yıllık zaman aslında azdır, devletin içerisindeki kurumlaköklüdeğişim

Bir diğeri 1989’da Cumhurbaşkanı olan Özal’dır. Kendisinin Adıyaman’da bir tarikata mensup olduğunu ve Cuma Namazlarına gittiğini vb. yönlerini gün yüzüne çıkartmıştır. O Müslümanlar için ne yapmıştır? Hiçbir şey. Yaptığı tek şey vergiler, serbest piyasa ekonomisi ve askere karşılık polisi güçlendirmek ve de hortlayan bir PKK olmuş-

8

mart 2008


ikinci abdunnasır vakıası tur. Onun da ölümle sonuçlanan akıbeti net değildir, şaibelidir; bazı rivayetlere göre zehirlendiği söylenmektedir.

dirmek, belki birkaç kanunu da bu arada çıkarmak... Başka var mı? Ben hatırlayamıyorum. Peki, AKP ve Erdoğan’ın Amerika için neler yaptığının bir kısmını saymaya çalışalım, sayfamız yettiğince:

1996-1997 yıllarında ise iktidara gelen ve Millî Görüş anlayışı ile az da olsa, yanlış da olsa örgütlenmiş bir Erbakan… Peki, o, Müslümanlar için ne yapmıştır. Cuma Namazı’ndan sonra eylem yapan halkı yatıştırmış, Đsrail ile anlaşmalar imzalamış ve daha nice cürümleri işlemiştir. Hem de bunları Đslâmî bir devlet kurmak isteyen gerçekten samimi bir tabanı olan bir partiyken. Duygularıyla hareket etmiş olsalar da. Hatta “Biz iktidara geliyoruz kanlı mı olsun? Kansız mı?” diye askeriyeyi tehdit edebilecek seviyedeyken. Ama onun da balonu patladı Askeriye’nin Meral Akşener’e ve onlara söylediği abes sözler hâlâ hatırımızdadır. Ama o Müslüman’ca bir tavır göstermeli, onlara kafa tutmalıydı. Hatta bu yolda ölümü bile göze almalıydı. Ama o tam tersini, onlar ne istedilerse onu yaptı. Đsrail ile anlaşmalar vs. bunları Erbakan’a yaptırdılar ki halk karşı çıkamasın. Eğer ki bunu kendilerinden olan birisi yapsaydı halk ayaklanabilirdi ama Müslümanların temsilcisi(!) olarak görünen birisine yaptırdılar ki, halk karşı çıkamasın. ve onun akıbetine baktığımızda; gizli/post-modern darbe denilen darbeyle 28 Şubatta gitti.

1. Başbakan Erdoğan bir Amerikan gazetesine yazdığı makalede Irak’a savaşmaya giden ABD’li askerlere dua etti: “Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.” (By Recep Tayyip Erdoğan, The Wall Street Journal, March 31st, 2003)

2. Dışişleri Bakanı Gül “Dünya barışı için, barışı korumak için, son 50 senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir.”dedi. (www.milliyet.com/2006.05.16/siyaset/siy03.html)

3. Yirmi beş Đslâm ülkesinin sınırlarını değiştirip hepsini Irak gibi yapma projesi olan ABD kaynaklı BOP’la ilgili Gül’ün görüşü: “BOP, Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız Đslâm ülkelerine özgürlük ve Demokrasi getirmek.” 4. ABD Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz: “Biz Irak’a müdahale konusunda tereddüt ediyorduk, Erdoğan bize cesaret vermiştir.” (Irak işgalinden üç ay önceki Türkiye ziyareti esnasında yaptığı açıklamadan)

5. Erdoğan, AJC örgütünden bugüne kadar “cesaret ödülü” alan 10 kişi içinde Yahudi olmayan tek kişi. Erdoğan’a “cesaret ödülü” veren “American Jewish Congress” (AJC) adlı kuruluş, WJC’ye bağlı; Theodore Hertzl tarafından Dünya Musevilerini bir “ulusal yurda” kavuşturma amacıyla 19. yüzyıl sonunda kurulan “World Jewish Congress” (WJC).

Ve geldik Müslümanların son umudu Erdoğan’a... A. Gül ile birlikte bunlar, Erbakan’ın ya eski öğrencisidirler ya da onların arasında dolanan onlardan başka birisidirler. Peki, Müslümanlar Erdoğan’dan neler bekliyorlar ve onun hedefleri neler? Kısaca değinelim inşaAllah... Müslümanlar Erdoğan’dan başörtüsü yasağını kaldırmasını, imam-hatiplere ve Kur’an kurslarına eski rağbetini yeniden kazandırmasını, ekonomiyi düzeltmesini, hatta ve hatta Đslâm Devleti kurmasını bile bekliyorlar. Peki, o, Müslümanlar için neler yaptı veya yapıyor? Yaptığı tek şey başörtüsünü serbest bırakmak (ama sadece üniversitelerde) ya da bunu gündem yapıp Anayasa tartışmalarını dinköklüdeğişim

(www.yenisafak.com.tr /arsiv/2004/SUBAT/05/tkivanc.html)

6. Çeçenler Rusların dilinde terörist. Erdoğan 3 Kasım seçimi sonrası AKP genel başkanı olarak 170 kişilik heyetle ziyaret ettiği Rusya’da teröre karşı işbirliğinden söz etti. 7. Erdoğan Genel Başkan sıfatıyla gittiği Çin’de

9

nisan 2008


ikinci abdunnasır vakıası de şöyle dedi: “Tek Çin anlayışını destekliyoruz. Çin’in toprak bütünlüğü konusunda Türkiye’nin herhangi bir tereddüdü yok, saygısı vardır. Terörün dini, milleti, ırkı olamaz.” Çin, işgal ettiği Doğu Türkistan’ı kendi toprağı sayıyor. Özgürlük mücadelesi veren 30 milyon Uygur Türkü Müslüman kardeşimize de “terörist” diyor.

Önemi” konulu konuşmasından. AA)

16. Erdoğan “Küresel sorunlarla mücadelede dünyanın ABD’ye ihtiyacı olduğunu; Türkiye ile ABD’nin temel hedeflerinin örtüştüğünü” söyledi. (www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/HAZIRAN/11/p01.html)

17. AKP milletvekili Ömer Çelik, kadınları tecavüze uğrayan ve ülkesi işgal edilmiş Iraklı direnişçilere: “Katiller sürüsü!” dedi. (21.08.2004-Vakit)

8. Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirildi. Buna ciddi hiçbir tepki gösterilemedi. Üstelik ağır ve ciddi çuval olayı sonrası “ABD’ye nota verecek misiniz?” sorusuna Başbakan şöyle veciz(!) bir cevap verdi: “Bu müzik notası değil. Öyle aklınıza her estiğinde verilmez. Ağırlığı ve ciddiyeti vardır.” (www.hurriyet.com.tr)

18. Danışmanı Cüneyd Zapsu, Amerikalılara Erdoğan için, “Bu adamı kullanın!” dedi. 19. Đçişleri Bakanlığı’nın emri ile Papa Jean Paul’ün ölümü dolayısıyla tüm yurtta bayraklar yarıya indirildi. Đçişleri Bakanlığı, 8.4.2005 Cuma günü tüm resmî dairlerde gündoğumundan-günbatımına bayrakların yarıya indirilmesini istedi. (Emir örneği için:

9. Erdoğan’dan enteresan bir açıklama: “Amerika’nın düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi… Diyarbakır işte bu proje içinde bir yıldız, bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım.” (15 Şubat 2004, Kanal D, Teke Tek Programı,

www.istanbul.gov.tr/images/docs/emir.doc)

20. Erdoğan, “Yahudi karşıtlığı utanç verici bir akıl hastalığının tezahürüdür, katliamla sonuçlanan bir sapkınlıktır.” dedi. (www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/ Ha-

18.02.2004. Hürriyet Gazetesi, syf. 20)

ziran/11/p01.html)- (Kaynak; AKP’nin 100 fiyaskosu)

10. 1 Mart Tezkeresi reddedilmesine rağmen, bir genelgeyle, ABD’nin savaş araç-gereçleri Türkiye üzerinden nakledildi.

Đşte Erdoğan’ın yaptıkları… Iraklı Müslüman kardeşlerimizi vursunlar diye, kâfirler için dua ederler. Amerikan askerlerini “özgürlük savaşçıları” diye nitelendirirler. Hatta coniler Cennete, Iraktaki Müslümanlar Cehenneme diyordur. Bunlar, conilere, Müslümanlara işkence etsin, ırzlarına geçsin diye, dua ediyorlar. Bunlar, kâfirlere Müslüman beldelerine savaş açmaları için cesaret veriyorlar. Üslerini veriyorlar, uçak ve askerî mühimmat geçirmeleri için izin veriyorlar. Erdoğan’a soruyorlar, “Halkın %90’nı ABD’yi sevmiyor, bu hususta ne düşünüyorsunuz?” diye o da “Bizim onunla ortaklıklarımız var o yüzden ilişkimizi kesemeyiz” şeklinde bir cevap veriyor. Hani onlar halkın temsilcileriydi, hani halk adına halk için oraydılar. Demokrasi gibi bu sözler de ütopya… Ama bunlar, Çeçenistan ve Çin’deki kardeşlerimizi terörist olarak görenlere, “Bu sizin iç meseleniz, sizi anlayabiliyoruz” diyorlar. Bunlar, Lübnan’a Yahudileri ko-

11. Đsrail’in talebiyle ve onun güvenliği için, kamuoyuna rağmen Lübnan’a asker gönderildi. 12. Erdoğan, Đspanya Başbakanıyla beraber Medeniyetlerarası Đttifak(!?) “eş başkanı” oldu. (Medeniyetler arası ittifak, Dinlerarası diyalogun diğer bir ismidir. Gösterilen tepkiden dolayı, “medeniyetlerarası ittifak” ifadesi kullanılıyor.) 13. Erdoğan, BOP’un da eş başkanı oldu. Đkinci başkan, Bush… 14. CIA’nin işkence uçakları hava sahamızı ve hava limanlarımızı kullandı. (www.aksiyon.com.tr) 15. Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül açıkladı: “Irak savaşında ABD, Đncirlik’i kullandı ve buradan 4 bin 990 sorti gerçekleştirdi.” (Vecdi Gönül’ün “Los Angeles World Affairs Council” adlı kuruluşun düzenlediği konferansta yaptığı “Avrasya’da Değişen Güvenlik Ortamı Ve Türkiye’nin Stratejik

köklüdeğişim

10

nisan 2008


ikinci abdunnasır vakıası rumak için asker yollayabiliyorlar. Karşılığında da ödüllerini alıyorlar tabii, Yahudi olmamasına rağmen. Adamlarının dediği gibi ABD, Erdoğan’ı kullanıyor, hem de tam kapasite. Onu çok seviyor ki Bush, Erdoğan’a “Sen ne harika adamsın” diyor. Bush, Erdoğan’ı sevmesinde beni mi sevsin? O Amerikan’ın yıldızı. Nasıl mı? Şöyle; hani seçim kampanyalarında bir resim vardı, Menderes, Özal ve Erdoğan yan yana ve başlık da “Demokrasinin Yıldızları”... Bunlar olsa olsa ancak Amerikan’ın yıldızları olurlar. Nitekim de gerçekler öyledir. Bu üç zat, Amerikan’ın yıldızıdırlar; onlar için çalışmışlardır. Birisi ise hâlâ çalışmaya devam etmektedir. Tabi ki her şey karşılıklı, adamlar ABD için Diyarbakır’ı gözden çıkartmışlar; BOP da birinci yardımcı ve örnek ülke… Hatta ilk iktidara geldiklerinde Arap gazetelerin yazarlarından, Demokrat, muhafazakâr ve bizlere örnek bir ülke diye çok methiyeler gelmişti. Bu minvalde arabulucu, danışılan ülke izlenimi de vermeye çalışıyorlar ki, Türkiye’ye Ortadoğu’da sözü geçer ülke olsun. Tabi ki bunların hiç birisi boşuna değil…

taşıyor. Kısmî de olsa başörtüsü geri geldi diye kuduruyorlar… Baktığınızda ya başörtüsü yasak ya da sadece üniversitede ve Đslâm’a uygun olmayan biçimde serbest… Bunu da yürürlüğe koyamadılar. Bir avuç rektörle bile başa çıkamıyorlar. Peki, bu insanlara oy veren Ümmetin evlatları, bunu mu istiyordunuz? Yoksa başınıza getirdiğiniz yöneticilerden bunu mu bekliyordunuz? Ya da şöyle soralım bu mudur Đslâmiyet anlayışınız, bu mudur Đslâmiyet? AKP’lilere şunu hatırlatmak istiyorum: Bakara Sûresi 120. ayette Allah Subhanehû ve Teâlâ ne buyuruyor: ْ‫ ﹸﻗل‬‫ﻬﻡ‬ ‫ﻤﱠﻠ ﹶﺘ‬ ‫ﻊ‬ ‫ﺤﺘﱠﻰ ﹶﺘﱠﺘ ﹺﺒ‬  ‫ﻯ‬‫ﺎﺭ‬‫ﻻ ﺍﻝﱠﻨﺼ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻭ‬‫ﻴﻬ‬ ‫ﻙ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻨ‬‫ﻰ ﻋ‬‫ﻀ‬‫ﻭﻝﹶﻥ ﹶﺘﺭ‬ burası ( ‫ﻡ‬‫ﺍﺀﻫ‬‫ﻭ‬‫ﺕ َﺃﻫ‬ ‫ ﹶ‬‫ﺒﻌ‬ ‫ﻥ ﺍﱠﺘ‬ ‫ﻭﹶﻝ ِﺌ ﹺ‬ ‫ﻯ‬‫ﻬﺩ‬ ‫ﻭ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻯ ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻫﺩ‬ ‫ﻥ‬  ‫ِﺇ‬ (silinmeli Sen onların, kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden razı olmazlar. Asıl doğru yol, Allah’ın yoludur… Bunun üzerine söylenecek söz yok daha. Burada biz Müslümanlara düşen, uyanık olup bu oyunlara kanmamaktır. Bakın şimdi, başörtüsü yasağı (kısmen ve uygulanamasa da) kalktı. Peki, bize Dinimiz, Sistemimiz geri mi verildi de Erdoğan’ın veya diğerlerinin peşinden gideceğiz? Yok, yok, vallahi Allah bundan razı olmaz. Bizler Đslâm’ı iyice araştırıp ona tabi olmalıyız. Bu meseleler Demokrasiyle de düzelmez. Bırakın onlar, PKK’lıları çağırsınlar Batı’dan ithal şirk meclislerine, bizler ise gelin bu işi Allah’ın istediği şekilde düzeltelim. Yani Rasulü’nün metodu ve yolu olan Đslâmî bir devletle, yani Hilâfet Devleti’yle… AbdunNasır’ın Ümmete verdiği zararı AKP’nin eliyle bir daha yaşamayalım. Müslüman aynı delikten iki kez sokulmaz. Uyanık olalım kendisini ucuz bir metaa satmışlara değil de, Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım.

Daha yazılabilecek o kadar çok cürümleri var ki, sayfalar yetmez. Peki, nasıl olurda hâlâ Müslümanlar bu insanlardan medet umarlar? Diğer örnekleri görmedi mi, Müslüman kardeşlerimiz? Başörtüsü meselesi halloldu mu acaba? Çıkan kanuna göre sadece üniversitelerde ve çene altından bağlamak koşulu ile… Ama bunun Đslâm’la uzaktan yakından alakası yoktur. Yani Allah’ın istediği şekilde değil de, MHP’nin istediği şekilde çene altından mı bağlanacak? (Aslında MHP’nin veya diğerlerinin başörtüsü savunuculuğu rolleri Đslâm’a olan düşkünlüklerinden değildir. MHP’de sadece kendisine biçilen misyonu tamamlamaktadır. Büyük işlerde AKP’ye yardımcı olmalı ki, bu karar AKP’den değil de meclisten çıktı olsun.) Bu ikisine karşın diğer Đngilizcilerde boş durmuyorlar; eylemler yapıyorlar, yollarda başörtülü bacılarımıza saldırıyorlar, kara çarşaf yakıyorlar, Đslâm’a olan düşmanlıkları ağızlarından köklüdeğişim

Allah bize, kâfire kul olan veya kula kul olan yöneticiler değil de, yalnızca Kendisine kul olan ve yalnızca Hükümlerini yeryüzünde uygulayan yöne-

11

nisan 2008


ikinci abdunnasır vakıası ticiler nasip etsin inşaAllah. (Âmin).

köklüdeğişim

12

nisan 2008


Yasin Yavuz

gündem

bilgi@kokludegisim.com

Kuzey Irak’a Yönelik Sınır Ötesi Operasyon… Şimdi Ne Olacak? sorunlarının çözümü daha da zorlaştırır.” Bilakis burada Kürt halkının ezilmişliği, sömürgecilik politikalarının bir sonucudur ve buna dayalı çözümler asla gerçek çözümler olmayacaktır. Bunun köklü ve kalıcı çözümü ancak sömürgeci nüfuzun Müslümanların beldelerinden kovulması halinde gerçekleşebilecektir.

Geçtiğimiz ayın başlıca gündem konusu, Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’a düzenlediği askerî operasyondu. Bu operasyonun nasıl başladığı, nasıl sürdüğü, nasıl sona erdiği ve akabinde hangi gelişmeler yaşandığı izlenecek olursa, sağlıklı bir çerçeveye oturtmak ve daima hata payı bulunmakla beraber, konu hakkında doğru sonuçlara ulaşmak mümkün olur.

Yine denilebilir ki; “Đngiltere’nin ektiği fitne tohumlarının Amerika tarafından temizlenmesi kötü mü?” Amerika ile Đngiltere’nin meseleye bakışları özde birdir; her ikisi de sömürgecidir ve meseleye bu zaviyeden bakmaktadırlar. Yalnızca üslupları ve araçları farklıdır. Onun için Mustafa Kemal’in söylediği iddia edilen şu söz gerçekten doğrudur: “Şerrin en şerlisi ehven-i şerdir.”

Kürt meselesi, Đngiltere’nin tohumlarını attığı bir meseledir. Ne zaman ki Đngiltere liderliğindeki sömürgeci Batılı devletler, Osmanlı Hilâfet Devleti’ni yıkıp parçalara ayırdı; işte o zaman Dinine bağlı, cesareti meşhur ve akrabalık bağları güçlü bir kavim olan Kürt halkının, başına bela olmasından korkup onları dört ülkeye parçaladı. Türkiye, Đran, Irak ve Suriye yönetimlerinin devlet politikasında öncelikli tehditler arasına Kürt meselesini yerleştirdi. Bu devletlerin her biri değişik üsluplar ve yöntemlerle mesele üzerinde yıllarca durdular.

Bu bağlamda Đngiltere, gerek Amerika’nın Irak’ta batmasını, gerekse AKP Hükümeti’nin Türkiye’deki Đngiliz çıkarlarını ciddi oranda tehdit etmesini dikkate alarak Kürt meselesinin militarist yönünü temsil eden PKK sorununu yeniden alevlendirdi. Nitekim PKK, Abdullah Öcalan’ın yakalanması akabinde yaşadığı liderlik ve strateji krizi sonrasında parçalanmış, Osman Öcalan liderliğindeki Amerikan yanlıları örgütten ayrılmış ya da atılmış, geriye kalan Đngiliz yanlıları 2004 yılında yeni yapılanmalarını tamamlayarak yeniden aktifleşmişlerdir. PKK’nın yeniden aktivasyonunun Amerika’nın Irak’ta hezimete uğradığı, Kuzey Irak bölgesinin yükselişe geçtiği bir döneme rastlaması bir tesadüf olmasa gerek. Bunun öncesinde PKK’nın Suriye’den kovulması ve Kuzey Irak bölgesinin zayıflığı sonucu bu aktivasyonun zaman aldığı düşünülebilir. Her halükarda PKK şimdilerde hiçbir askerî operasyon ile bitirilemeyecek kadar kökleş-

Zira Đngiliz sömürgecilik geleneklerinden biri de, yerleştiği bölgede kendi sömürgeci varlığını unutturmak, izlediği politikalara yönelik tepkilerin yönünü değiştirmek ve ülkelerin sahip oldukları potansiyel güçleri sayesinde büyümelerini engellemek üzere daima çözümü zor ve çetrefilli sorunlar türetmektir. Đngiltere’nin kanlı elini attığı beldelerin neredeyse tamamı böyledir. Đşte Amerika, uzun süreden beri izlediği Đslâmî Beldelere egemen olma stratejisinin bir parçası olarak Đngiltere’nin bu kozlarını ve şantaj araçlarını bertaraf etmek için çaba harcamaktadır. Kürt meselesi esasen böyle algılanmalıdır. Denilebilir ki; “Meseleye bu açıdan bakılması, ezilmiş mazlum Kürt halkını töhmet altında bırakıp köklüdeğişim

13

mart 2008


kuzey ırak’a yönelik sınır… miş ve bölgeye karışmış durumdadır.

rasyon ihtimali ve sınıra askerî yığınak hakkında pek çok şey yazılıp çizildi. Medya tamtamları altında başlatılan operasyon sürecinde öyle bir atmosfer oluşturuldu ki, kamuoyu Ordu’nun Kuzey Irak’ta uzun vadeli ve geniş kapsamlı bir operasyon düzenleyeceğini sandı. Haberlerde, bu kez PKK’nın işinin tümüyle bitirileceği, 2008’in PKK’nın son yılı olacağı, Kandil’e kadar gidileceği vs. yazılıp çizildi. Hatta bazıları, Ordu’nun PKK’nın da ötesine geçerek Kuzey Irak Kürt yönetimini hedef alacağını, orada oldukça uzun bir süre kalacağını ve Kerkük meselesine el atacağını bile söyledi. O kadar ki Genelkurmay Başkanı, ciddi bir tonda olmasa da bir yıl kalmaktan bahsetti. Fakat Amerika’nın ve Yahudi varlığının verdiği istihbarata dayalı bu operasyon hüsranla sonuçlandı. Hiçbir somut başarı elde edilmediği gibi, operasyonun sona erdiriliş biçimi Ordu ve kamuoyu için utanç verici oldu.

PKK’nın aktivasyonu, uzun süredir nüfuzu zayıflayan, niteliği tartışmaya açılan ve darbe yapma imkânını büyük ölçüde kaybeden Türk Ordusu’nu da otomatik olarak aktifleştirdi. Ordunun sınır ötesi operasyon taleplerinin giderek artması üzerine Amerika, Türkiye’deki nüfuzunun ve işleyen projelerinin risk altına girmesini önlemek üzere diplomatik ve siyasî çabalara yoğunlaştı. Bu bağlamda “Terörle Mücadele Özel Koordinatörlüğü” müessesini kurduysa da meseleyi geciktirmekten öte bir sonuç alamadı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde durumun iyice kızışması Amerika’yı daha da zora soktu. Bunun üzerine Amerikalı politika üreticileri bir durum değerlendirmesi yaparak Pentagon’un da paylaştığı “en iyi savunma saldırıdır” düşüncesinden ilham alıp, AKP Hükümeti’nin sergilemesi gereken tavrı keskinleştirmesine karar verdiler. Böylece AKP Hükümeti, Ordu’nun muhtırasına karşı muhtıra ile karşılık verdi, büyük halk desteğine binaen erken seçim kararı aldı, seçimlerden ezici bir zaferle çıktı ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aynı keskin tavrı sürdürerek ağırlığını koydu. Ardı ardına aldığı darbelerin şokunu henüz üzerinden atamayan karşı taraf, yani Ordu ve Laikler, bu kez yeni bir şok dalgasının içinde buluverdiler kendilerini: Başörtüsü tartışmaları!

Amerika öyle bir tezgâh kurdu ki, kış ortasında on bin asker sekiz günlüğüne dağ başlarına gönderilmekle kalmadı, medyada çalınan savaş tamtamları sonucu önce balonu şişirdi, sonra iğneyi batırıp patlattı. Operasyon sırasında yetersiz istihbarat vererek Orduyu hüsrana uğrattı. Ordu, kamuoyuna yapmak zorunda olduğu açıklamalarda bocalamaya başladı. Đçeriden çatlak sesler çıktı, Amerikan istihbaratı da bu sesleri kaydedip kamuoyuna ifşa ederek Orduyu daha da mahcup etti. Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Başkanı Tuğgeneral’in YouTube’a düşen ses kaydında öfkeli bir tonda söylediği, “Gerçekte ölen PKK’lı sayısı 5’tir, yaralı sayısı da dört artı dört sekiz kişidir.” açıklaması bomba gibi patladı. (YouTube: Video paylaşımı yapılan bir internet sitesi)

Bir anda gündem bütünüyle değişip başörtüsü ve Laiklik tartışmaları ile doldu. Bu tartışmalar, Millî Güvenlik Kurulu toplantısına kadar sürdü. Toplantıdan kısa bir süre önce Rusya’ya giderken Dışişleri Bakanı Ali Babacan, kamuoyunda üzerinde fazla durulmayan bir sinyal verdi ve sınır ötesi operasyon düzenlenebileceğini açıkladı. Amerikalı yetkililerin Đran konusunda ağızlarına sakız ettikleri, “tüm seçenekler masada” ifadesini eklemeyi de ihmal etmedi.

Operasyonun bitmesi için gelen Amerikan Savunma Bakanı Gates’in ziyareti ve Bush’un açıklaması sonrası Ordu geri çekilmeye zorlandı. Çünkü Büyükanıt’ın Gates gelince yaptığı açıklamada hiçbir geri çekilme emaresi yoktu. Aksine orada daha fazla kalma sinyali vardı. Dolayısıyla Orduyu geri çekilmeye zorlayan başka bir etken vardı ki, bu da

Bu açıklama, Bakanlar Kurulu toplantısı ve MGK toplantısı akabinde, medyada sınır ötesi opeköklüdeğişim

14

nisan 2008


kuzey ırak’a yönelik sınır… muhtemelen Amerika’dan gelen bir tehdittir. Mesela şöyle bir şey:

terdiler. Buna mukabil, AKP ile Ordu yakınlaşmış göründü. Kısacası, hüsran üstüne hüsran, hezimet üstüne hezimet yaşandı.

“Geri çekilmezseniz, verdiğimiz istihbarat desteğini ve askerî koordinasyon imkânını çekeriz.” Ya da şöyle bir şey:

Asıl hüsran, bu halkın başına geldi, asıl hezimeti bu halk yaşadı. Yoksa yöneticilerine ve koltuklarına olan bir şey yok! Onlar, efendilerine hizmet doğrultusunda izledikleri politikalar uğrunda bu halkın inançları, değerleri ve hisleri ile oynuyor, evlatlarının canlarını yakıyorlar, ülkenin enerjisini ve servetini heder ediyorlar.

“Şu anda Barzani yandaşları, Ordu ile karşı karşıya gelmeye yönelik planlar tezgâhlıyor, geri çekilmezseniz, peşmergelerle çatışmak zorunda kalacaksınız ki bunu herhalde siz de istemezsiniz.” Operasyonun bittiği gün sabah saatlerinden itibaren yabancı medyadan “operasyonun durduğu”, daha sonra “sadece Zap Bölgesinde durduğu”, sonra tekrar “tamamen durduğu” şeklinde açıklamalar geldi, ama hiçbir devlet yetkilisinden bu yönde net bir açıklama gelmedi. Sadece Genelkurmay’ın açıklama yapacağı bildirildi. Saat 15:10’da gelen Genelkurmay açıklamasında operasyonun tamamen sona erdirildiği & askerlerin geri çekilmekte olduğu bildirildi. Böylesine önemli bir konuda Devletin açıklaması altı saatten fazla bir süre geçtikten sonra geldi. Kamuoyu operasyonun başladığını da, bittiğini de yabancı basından öğrendi. Đngiliz Reuters Haber Ajansı, Devletin Anadolu Ajansı’ndan daha tez davrandı.

Bu arada unutmadan, Genelkurmay Başkanı ve Başbakan, bu operasyonun kim tarafından başlatıldığını, sürdürüldüğünü ve bitirildiğini gerçekten idrak etmiyorlarsa hemen istifa etsinler, böylesi hem bu ülke, hem de kendileri için daha hayırlı olur. Şimdi Ne Olacak? Amerika’nın PKK’ya karşı bir operasyon düzenlemesi söz konusu değildir. Çünkü hem Amerika bundan acizdir, hem de Türkiye için ya da bir başkası için bir tek askerî feda etmez. Ayrıca Amerika’nın derdi başından aşkındır. Afganistan’dan Irak’a, küresel ekonomik sarsıntıdan Başkanlık seçimlerine kadar birçok önemli konu Amerika’yı fazlasıyla meşgul etmektedir. Ama bu demek değildir ki, Amerika başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor, bütün gücünü bu konulara harcıyor. Aksine PKK da dâhil olmak üzere diğer faaliyetlerini ve projelerini sürdürüyor, ancak bunlara, Başkanın “topal ördek”, hatta “kötürüm ördek” haline geldiği bu seçim yılında yeterince ağırlık veremiyor demektir.

Her ne olursa olsun, Genelkurmay Başkanı ve başta Başbakan olmak üzere Hükümet yetkilileri, operasyon akabinde yayılan “operasyon Amerika’nın emriyle durduruldu” kanaatine karşı çıkarak savunmaya geçtiler. Her ikisi de bunun yalan olduğunu, ispatlanması halinde üniformalarını yani biri asker üniformasını, öteki siyaset üniformasını çıkaracağını söyledi.

Irak Hükümeti de bundan acizdir; çünkü Irak Hükümeti; yaklaşık bir senedir petrol yasasını çıkaramayan, Kerkük sorununu halledemeyen, sayıca ve teçhizatça kısıtlı bir direniş ile baş edemeyen, kendi “yeşil bölge”sinde bile güvende olamayan, işgalcinin mızrakları altında yapılmış şaibeli seçimler sonucunda kurulmuş pamuk ipliğine bağlı bir tilkiler koalisyonudur. Üstelik Kürt siyasî güçlerinin

Yine de kamuoyunda ve muhalefet partilerinde bu tür eleştiriler devam edince, Genelkurmay Başkanı, bizzat yazdığını söylediği bir Genelkurmay açıklaması ile muhalif sesleri hainlikle suçladı. Böylece işler çığırında çıktı ve Laikler birbirine düştü. Yani AKP ve dolayısıyla Amerika, Ordu ile Laik partileri karşı karşıya getirme başarısını ustalıkla gösköklüdeğişim

15

nisan 2008


kuzey ırak’a yönelik sınır… Irak Hükümeti içerisinde etkin bir rolü vardır. Kürt kesiminin Hükümetten desteğini çekmesi, Irak Hükümeti’nin çökmesi anlamına gelecektir. Bunun için gerek Amerika, gerekse Irak Hükümeti, Talabani karşısında oldukça rahat davranabilse de, Barzani karşısında temkinli tavırlar takınmaya mecburdurlar. Amerika’nın, Irak sathında inşa ettiği 14 askerî üsten en önemli birkaçının Kuzey Irak bölgesinde bulunması da bölgesel yönetime özel bir önem verilmesini gerektirmektedir. Đşte bu ve benzeri önemli etkiler sayesindedir ki Barzani, önceki ay Irak’ı ziyaret eden Rice ile görüşmeyi reddetme kudreti gösterebilmiştir. Bununla birlikte Barzani, federasyon yanlısı Şii gruplarla da iyi ilişkiler içerisindedir ve onların desteğine sahiptir.

Barzani’nin açıktan PKK’yı desteklemesi elbette söz konusu değildir. Dolaylı yoldan ise pek çok yolu vardır; PKK üyelerinin birçoğuna Kürdistan pasaportu verilmesi, peşmerge saflarına dâhil edilmesi, yerli halkın kızları ile evlendirilmesi, “brakuji (kardeş katli)” bahanesine sığınılması, PKK’ya dokunulması halinde, Amerika nazarında Irak’ta en güvenli yer olan Kuzey Irak’ın güvenlik ve istikrarının tehlikeye gireceği gerekçesinin öne sürülmesi… en önemlisi bütün bunların Đngiliz koordinasyonu dahilinde gerçekleşmesi. Barzani ne kadar güçlü olursa olsun, arkasında bu Đngiliz desteği olmasa, ne bunları icra edebilir, ne de yönetimin başında olabilir. Hatırlanacak olursa, Osmanlı Hilâfeti’nin son dönemlerinde Đngilizlerin Irak’ı işgali sırasında Barzani Aşireti, Kuzey Irak’taki pek çok Kürt aşireti arasında küçük sayılırdı. O zamanın en büyük aşiretlerinden biri olan Berzenci Aşiretinin lideri Mahmud Berzenci liderliğinde Đngilizlere karşı bir isyan hareketi başlatılması üzerine Đngiltere büyük aşiretleri hızla sindirip küçük aşiretlerden alternatif liderleri öne çıkardı ki, bunların başında Barzani Aşireti gelir. Barzani Aşiretinin meşhur lideri Melle Mustafa Barzani’nin maceralarla dolu fırtınalı hayatı, Irak’taki Kürtlerin tarihine kısaca göz atanlara yabancı değildir. Hatta Mesud Barzani, Bağdad’da henüz küçük bir ilkokul öğrencisi iken, zamanın Irak Devlet Başkanı AbdulKerim Kâsım ile arkadaş olmuş, henüz yirmisinde değilken aşireti ve dolayısıyla partisi için Kuzey Irak’ta bir istihbarat teşkilatı kurmuştu. Dolayısıyla bu kadim Đngiliz nüfuzunu göz ardı ederek Barzani’yi kendi başına hareket eden bir diktatör gibi düşünmek doğru değildir.

Dolayısıyla Amerika’nın ve Irak Hükümeti’nin PKK’ya karşı etkin önlemler alması beklenemez. Bunun için bilhassa Irak Hükümeti ile yapılacak temasların PKK üzerinde ciddi bir etkisi olamaz. Fakat Irak Hükümeti ile ilişkilerin geliştirilmesi adı altında dolaylı yoldan Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile temas kurulması muhtemeldir ki Talabani’nin bu ziyareti, Türkiye ile Irak arasında bu minvaldeki diplomasi trafiğinin hızlanmasına temel teşkil etmektedir. Barzani yönetiminin PKK’ya yönelik tavrı sabit değildir. Her ne kadar Đngiliz ekolünün her ikisi üzerinde de yansımaları olsa da, hayatî konular gündeme geldiğinde bakışların değişmesi ve birtakım adımların atılması mümkündür. Barzani için hayatî önemde konulara etki edebilecek olan, tehdit, şantaj ve teşvik yoluyla sadece Amerika’dır. Bu nedenle Amerika, PKK’nın, Türkiye’deki AKP Hükümeti üzerinde baskıcı eylemlere girişmesi halinde Barzani’yi caydırıcı adımlar atabilir ki bunların başında Kerkük konusu ve petrol ihaleleri gelir.

Sonuç olarak, üç unsur tamamlanmadıkça PKK’nın askerî olarak bitirilmesi mümkün olmayacaktır:

Denilebilir ki “Barzani, Irak Hükümeti’ni ayakta tutan bir etken, Amerika’nın müttefiki ve bölgesel bir yönetimin başkanı olduğu halde böyle bir illegal yapılanmayı nasıl destekliyor?” köklüdeğişim

1) Barzani Hükümeti’nin PKK’ya verdiği desteği kesmesi, 2) Avrupa yönetimlerin göz yumması sonucu sağlanan finansal desteğin kesilmesi, 3) Türk

16

nisan 2008


kuzey ırak’a yönelik sınır… Ordusu’nun uzun vadeli ve geniş kapsamlı bir operasyon düzenlemesi. Bu üçü aynı anda ve bir bütün olarak sapasağlam gerçekleştirilmedikçe PKK’ya son verilemez ki bunların üçü de Đngiliz muvafakatini gerektirmektedir. Şu halde PKK’yı bitirmek, ancak ve sadece Đngiltere’nin elindedir.

Son olarak DTP’nin rolüne gelince; DTP karmaşık bir yapıdadır; içerisinde Amerikan yanlıları gibi, Đngiliz yanlıları da vardır. Yani salt siyasî çözüm isteyip askerî çözüme tamamen karşı olanlar ile siyasî çözümün yanı sıra askerî çözüm yanlılarının dışlanmaması gerektiğini düşünenler arasında yalpalamaktadır. DTP’deki sorun, devlet ile PKK arasında sıkışmış olmasıdır. Her iki kesim de açıklıktan ve netlikten uzaktır. Birinci kesim, PKK’yı karşılarına almaktan, ikinci kesim de devletin hışmına uğramaktan korkmaktadır. Bunun için Amerika, DTP saflarını ayrıştırmaya ikinci kesimi bertaraf etmeye uğraşacaktır, bu ise pratikte hiç de kolay olmayan bir yoldur. Bunun için AKP, yerel seçimlerde DTP’nin ağırlığı bulunan başta Diyarbakır olmak üzere Kürt nüfusun bulunduğu şehirleri ele geçirmeye çalışacak, DTP’yi yerel seçimler bazında hüsrana uğratarak parti içerisinde bir tasfiye sürecinin önünü açmaya uğraşacaktır. Öte yandan Başbakan’ın ilk kez New York Times Gazetesi’ne açıkladığı “Güneydoğu Paketi” ile 12 milyar YTL’lik yatırım paketi yoluyla bölgenin sosyo-ekonomik gelişimine yoğunlaşarak PKK’nın halk tabanını ve DTP’nin aşırı uçlarını devre dışı bırakmaya çabalayacaktır.

Đngiltere ise böyle bir çözüme asla yanaşmayacaktır. Amerika, Irak’ta bataklığa batmış iken Đngiltere’nin onu daha da batırma fırsatını elden bırakması mümkün değildir. Yine Amerika, AKP Hükümeti yoluyla Türkiye’deki Đngiliz direklerinin altını oyarken, Đngiltere’nin bunu eli-kolu bağlı izlemesi söz konusu değildir. Bunun farkında olan Amerika, kendi başına PKK’ya karşı askerî operasyonlara da girişemediği için, diplomatik, siyasî ve ekonomik çözümlere ağırlık verecektir. Bu minvalde, Türkiye ile Irak Hükümeti arasında ilişkilerin geliştirilmesini sağlanacak, Türk Ordusu geniş çaplı operasyonlardan caydırılacak, PKK’ya maddî-manevî destek verdiği iddia edilen Türkiye’deki Kürt halkına karşı birtakım teşvikler sunulacak, Avrupa devletlerinin PKK’ya karşı tavır takınması için baskı yapılacak, Kürt halkına birtakım toplumsal, kültürel ve siyasî haklar tanınacak, Barzani Hükümeti’ne karşı temkinli tavır sürdürülmekle beraber diyalog ve tehdit içerikli hassas dayatmalarda bulunulacak… böylelikle gerek PKK’nın eylemleri cephesinden, gerek TSK cephesinden, gerek ekonomik, toplumsal ve diğer yönlerden, gerekse siyasî ve diplomatik yönlerden kapsamlı bir proje yürürlüğe sokulacaktır.

Yine de AKP’nin bu kadar hızlı koşması ve monopolist bir çizgi izlemesi, hiç de hayra alâmet değildir. Satranç ustaları, kimin, ne zaman mat olacağı konusunda acı tecrübelere sahiptirler. AKP, Amerika’nın hizmetinde bu kadar hızlı oynarken, karşıtlarının sinsi ve şerir eylemler yoluyla ülkeyi ve halkını perişan edebilecek işlere kalkışmalarından korkulur.

Đşte son dönemde yaşanan gelişmeler, bu çerçevede daha fazla anlam kazanmaktadır. Son sınır ötesi operasyonun başlangıcında ve bitişinde görülen olaylar, muhtemelen Türk Ordusu’nun bir sonraki operasyonda daha çekingen davranmasına yol açacaktır. Çünkü Ordu, kışın ortasında binlerce askerle dağ başlarına, âdeta samanlıkta iğne ararcasına operasyona gönderilmeye mecbur edilmiştir.

köklüdeğişim

Allah Subhanehû bu Ümmeti ve evlatlarını, sömürgeci Kâfirlerin, ajanlarının ve uşaklarının bu şerlerinden korusun; bir an önce Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulmasını mümkün kılarak kötü tuzakları sahiplerinin başlarına geçirsin. (Âmin…)

17

nisan 2008


Fatma Nur Şahin

gündem

bilgi@kokludegisim.com

Zaman Kaybettiklerinin Yasını Tutma Değil Sorumlularını Cezalandırma Zamanıdır betmemiş önemli mefhumlardan biridir. Müslümanların şehitliğe vermiş olduğu önem, Kur’an-ı Kerim’deki ayet-i kerimeler, Rasulullah’ın hadisleri ve Asr-ı Saadet’te Rasulullah ve beraberindeki Sahabelerin ona verdikleri önemden kaynaklanmaktadır. Ayet-i kerimede buyruluyor ki:

21 Şubat akşamı başlayıp 29 Şubat’ta biten sınır ötesi kara harekâtı, geride üzerinde düşünülmesi ve konuşulması gereken birçok meseleyi bırakarak tamamlandı. Hayretle ve ibretle 8 güne yayılmış bir senaryoyu seyretti, düşünme ve akletme yetisini hâlâ kaybetmemiş olan insanlar. Harekâtın başlamasından daha fazla bitiş şekli, zamanlaması ve üzerinde yapılan tartışmalar gündemi meşgul etti. ABD’den izin alınarak başlanmış olmasını o kadar da sorun etmeyenler, yine ABD’nin emri ile bitirilmiş olmasını büyük bir olay haline getirdiler ve sanki bu TC tarihinde ilk defa oluyormuşçasına(!) tepkilerini her kanaldan ve her fırsatta dile getirdiler. Bizim de bu senaryoyu seyrederken dikkatimizi çeken birçok mesele oldu. Mevcut yönetimin ve güç sahiplerinin Ümmetin evlatlarının kanlarını, hizmetkârı oldukları devletlerin siyasetleri uğrunda nasıl da heder ettiklerini büyük bir ıstırap içerisinde izledik.

‫ﺩ‬ ‫ﻨ‬‫ﺎﺀ ﻋ‬‫ﻴ‬‫ﺒلْ َﺃﺤ‬ ‫ﺍﺘﹰﺎ‬‫ﻭ‬‫ﻪ َﺃﻤ‬ ‫ل ﺍﻝﹼﻠ‬ ِ ‫ﺴﺒﹺﻴ‬  ‫ﻲ‬‫ﺘﻠﹸﻭﺍﹾ ﻓ‬ ‫ﻥ ﹸﻗ‬  ‫ﻴ‬‫ﻥ ﺍﱠﻝﺫ‬  ‫ﺒ‬ ‫ﺴ‬  ‫ﻻ ﹶﺘﺤ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﺸﺭ‬  ‫ ﹶﺘﺒ‬‫ﻴﺴ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻠ‬‫ﻥ ﹶﻓﻀ‬‫ﻪ ﻤ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﺎ ﺁﺘﹶﺎ‬‫ﻥ ﹺﺒﻤ‬  ‫ﻴ‬‫ﻥ ﹶﻓ ﹺﺭﺤ‬  ‫ﺯﻗﹸﻭ‬ ‫ﻴﺭ‬ ‫ﺒ ﹺﻬﻡ‬‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﺯﻨﹸﻭ‬ ‫ﻴﺤ‬ ‫ﻫﻡ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ ﹺﻬﻡ‬‫ﻋﹶﻠﻴ‬  ‫ﻑﹲ‬‫ﺨﻭ‬ ‫ﻻ ﹶ‬ ‫ َﺃ ﱠ‬‫ﻔ ﹺﻬﻡ‬ ‫ﺨﻠﹾ‬ ‫ ﹶ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﺤﻘﹸﻭﺍﹾ ﹺﺒﻬﹺﻡ‬  ‫ﻴﻠﹾ‬ ‫ﻥ ﹶﻝﻡ‬  ‫ﻴ‬‫ﺒﹺﺎﱠﻝﺫ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻊ َﺃﺠ‬ ‫ﻴ‬‫ﻴﻀ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻪ ﹶ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻭَﺃ‬ ‫ل‬ ٍ ‫ﻭ ﹶﻓﻀ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺔ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻨﻌ‬ ‫ﻥ ﹺﺒ‬  ‫ﻭ‬‫ﺸﺭ‬  ‫ ﹶﺘﺒ‬‫ﻴﺴ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﻤﻨ‬ ْ‫ﻤﺅ‬ ‫ﺍﻝﹾ‬ Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler saymayın. Hayır, onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanmaktadırlar. Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiçbir korku yoktur mahzun da olacak değillerdir. Onlar Allah’tan bir nimeti bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten Allah’ın müminlerin ecrini boşa çıkarmadığını müjdelemektedirler. (Âl-i Imran 169-171) Hadis-i Şerif’te ise;

Günlerce “şehitlik” mefhumu üzerinden insanların inançlarının nasıl sömürüldüğüne şahit olduk. Bu sömürüyü alışkanlık haline getirmiş olan yöneticiler her defasında, Đslâmî duygularını hâlâ kaybetmemiş olan insanlar üzerinde bu tür oyunların başarılı sonuçlar verdiğini görmüş ve başları her sıkıştığında bu üslubu kullanmışlardır. Evet, “Đslâmî duygularını hâlâ kaybetmemiş olan insanlar” diyoruz TC tarihi boyunca bu insanların Đslâm’a ait bütün değerleri zorla ve zorbalıkla ellerinden alınsa da zaman içerisinde Đslâmî mefhumlarını kaybetmiş olsalar da, hâlâ kaybetmedikleri duyguları ve Đslâmî hassasiyetleri, onları yönetenlerin sömürüsüne her zaman açık olmuştur. Đşte Đslâm’a ait bir mefhum olan “şehitlik” de Ümmet’in gözünde değerini kayköklüdeğişim

‫ﻲ‬‫ﺍ ﻓ‬‫ﺎﺩ‬‫ﺠﻬ‬ ‫ﻪ ﺇِﻻ ﹺ‬ ‫ﺠ‬  ‫ﻴﺨﹾ ﹺﺭ‬ ‫ﻪ ﻻ‬ ‫ﻠ‬‫ﺴﺒﹺﻴ‬  ‫ﻲ‬‫ﺝ ﻓ‬  ‫ﺭ‬ ‫ﺨ‬ ‫ ﹶ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﻪ ِﻝ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﱠﻠ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻀ‬  ‫ﹶﺘ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺨﹶﻠ‬  ‫ ُﺃﺩ‬‫ َﺃﻥ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﺎ‬‫ﻲ ﻀ‬  ‫ﻋﹶﻠ‬  ‫ﻭ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻲ ﹶﻓ‬‫ﺴﻠ‬  ‫ﺭ‬ ‫ﻴﻘﹰﺎ ﹺﺒ‬‫ﺩ‬‫ﻭ ﹶﺘﺼ‬ ‫ﺎﻨﹰﺎ ﺒﹺﻲ‬‫ﻭﺇِﻴﻤ‬ ‫ﻲ‬‫ﺴﺒﹺﻴﻠ‬  ‫ ﹴﺭ‬‫ َﺃﺠ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ل‬ َ ‫ﺎ ﻨﹶﺎ‬‫ﻼ ﻤ‬ ‫ﻪ ﻨﹶﺎ ِﺌ ﹰ‬ ‫ﻤﻨﹾ‬ ‫ﺝ‬  ‫ﺭ‬ ‫ﺨ‬ ‫ﻱ ﹶ‬‫ﻪ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﻨ‬ ‫ ﹶﻜ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﻪ ِﺇﻝﹶﻰ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺠ‬ ‫ ﹺ‬‫ َﺃﺭ‬‫ﺠﱠﻨ ﹶﺔ َﺃﻭ‬  ‫ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻪ‬ ‫ل ﺍﻝﱠﻠ‬ ِ ‫ﺴﺒﹺﻴ‬  ‫ﻲ‬‫ﻡ ﻓ‬ ‫ﻴﻜﹾﹶﻠ‬ ‫ ﹶﻜﻠﹾ ﹴﻡ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﺎ‬‫ﻩ ﻤ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺩ ﹺﺒ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺱ‬  ‫ﻱ ﹶﻨﻔﹾ‬‫ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﺔ ﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻴ‬‫ﻏﻨ‬ ‫ ﹶ‬‫َﺃﻭ‬ ‫ﻙ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻭﺭﹺﻴ‬ ‫ﺩ ﹴﻡ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻪ ﹶﻝﻭ‬ ‫ﹸﻨ‬‫ﻡ ﹶﻝﻭ‬ ‫ﻠ‬‫ﻥ ﹸﻜ‬  ‫ﻴ‬‫ﻪ ﺤ‬ ‫ﺘ‬ ‫ َﺌ‬‫ﻬﻴ‬ ‫ﺔ ﹶﻜ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫ﻘﻴ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻴﻭ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺎ‬‫ﺇِﻻ ﺠ‬ ‫ﺕ‬ ‫ ﹸ‬‫ﻌﺩ‬ ‫ﺎ ﹶﻗ‬‫ﻥ ﻤ‬  ‫ﻴ‬‫ﻠﻤ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻕ‬ ‫ﺸﱠ‬ ‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﻻ َﺃﻥ‬‫ﻩ ﹶﻝﻭ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺩ ﹺﺒ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺱ‬  ‫ﻱ ﹶﻨﻔﹾ‬‫ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻭ‬ ‫ﻬﻡ‬ ‫ﻤﹶﻠ‬ ‫ﻌ ﹰﺔ ﹶﻓَﺄﺤ‬ ‫ﺴ‬  ‫ﺩ‬ ‫ﺠ‬ ‫ ﻻ َﺃ ﹺ‬‫ﻜﻥ‬ ‫ﻭﹶﻝ‬ ‫ﺍ‬‫ﺒﺩ‬ ‫ﻪ َﺃ‬ ‫ل ﺍﻝﱠﻠ‬ ِ ‫ﺴﺒﹺﻴ‬  ‫ﻲ‬‫ﻭ ﻓ‬‫ﺔ ﹶﺘﻐﹾﺯ‬ ‫ﻴ‬‫ﺴ ﹺﺭ‬  ‫ﻑ‬ ‫ﻼ ﹶ‬‫ﺨ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺱ‬  ‫ﻱ ﹶﻨﻔﹾ‬‫ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻋﻨﱢﻲ ﻭ‬  ‫ﺨﱠﻠﻔﹸﻭﺍ‬ ‫ﻴ ﹶﺘ ﹶ‬ ‫ َﺃﻥ‬‫ ﹺﻬﻡ‬‫ﻋﹶﻠﻴ‬  ‫ﻕ‬ ‫ﺸﱡ‬ ‫ﻴ ﹸ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻌ ﹰﺔ‬ ‫ﺴ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﺠﺩ‬ ‫ﻴ ﹺ‬ ‫ﻻ‬‫ﻭ‬ ‫ﻡ‬ ‫ل ﹸﺜ‬ ُ ‫ﻭ ﹶﻓُﺄﻗﹾ ﹶﺘ‬‫ﻡ َﺃﻏﹾﺯ‬ ‫ل ﹸﺜ‬ ُ ‫ﻪ ﹶﻓُﺄﻗﹾﹶﺘ‬ ‫ل ﺍﻝﱠﻠ‬ ِ ‫ﺴﺒﹺﻴ‬  ‫ﻲ‬‫ﻭ ﻓ‬‫ﺕ َﺃﻨﱢﻲ َﺃﻏﹾﺯ‬ ‫ ﹸ‬‫ﺩﺩ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻩ ﹶﻝ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﹺﺒ‬ ‫ل‬ ُ ‫ﻭ ﹶﻓُﺄﻗﹾ ﹶﺘ‬‫َﺃﻏﹾﺯ‬ “Allah, evinden ancak Allah yolunda cihad için çıkan kimseye kefil olmuştur. O kimse

18

mart 2008


zaman kaybettiklerinin yasını… evinden Allah’ın; yolunda cihad edenleri cennete koyacağına ya da sevap ve ganimetten elde ettiğini elde etmiş olduğu halde evine döndüreceğine dair sözünü tasdik ederek çıkmıştır. Muhammed’in canı elinde olan yemin olsun ki; Allah yolunda alınan bir yara yoktur ki, ilk meydana geldiği şekli ile rengi kan rengi, kokusu da misk kokusu olduğu halde Kıyamet Gününde çıkıp gelmesin. Yine Muhammed’in canı elinde olana yemin olsun ki, müminlerden bir takım erkekler, ben savaşa çıktığım halde kendileri istemeyerek benden geride kalmasalardı ve ben onları taşıyacak binek bulamıyor olmasaydım, Allah yolunda savaşan hiçbir seriyeden geri kalmazdım. Muhammed’in canı elinde olana yemin olsun ki, Allah yolunda öldürülmemi, sonra dirilmemi, sonra yine öldürülmemi, sonra dirilmemi, sonra yine öldürülmemi arzularım.”

larlardı. Đslâm’ın hâkim olduğu her dönemde bu böylelikle devam etmiş ve şehadete duydukları özlemin coşkusu ile savaşan müminler, savaş meydanlarında destanlar yazmış ve tüm dünyaya Allah’ın izni ile asla yenilmeyeceklerini ilan etmişlerdir. Yine Osmanlı’da asker ocağına “peygamber ocağı” denilmiş ve askerlere de o yüce Rasulleri’nin adı ile anılarak “Mehmetçik” denilmiştir. Müslümanlar her dönemde askerliğe ve şehadete bu kadar önem veriyor iken, günümüzde gençlerin askere gitmemek için çürük raporları aldıklarını, üniversitede kayıtlarını dondurduklarını ve bulabildikleri her türlü yolu deneyerek askerden kaçtıklarını görüyoruz. Çünkü gençler, askere gittiklerinde bir hiç uğruna dağlarda can vereceklerini, ölmeden önce komutanlarından her türlü küfrü ve hakareti işitip, namaz kıldıklarında cezalandırılacaklarını, Allah’ın adını andıklarında fişleneceklerini ancak dağda öldükten sonra adlarına “Mehmetçik” denilip haklarında “şehit edebiyatı” yapılacağını çok iyi bilmektedirler.

(Muslim, K. Đmârat, 3484)

Mute Harbi’ne çıkan Đbn Ravaha’nın, onu uğurlayan Müslümanlar, “Allah yardımcınız olsun, sizden belaları uzaklaştırsın, sıhhat ve afiyetle geri döndürsün.” diye dua ettiklerinde onlara söylediği şu sözler, Sahabelerin şehadete duydukları o büyük özlemi ne güzel ifade etmektedir:

Her zaman olduğu gibi bu son operasyonlarda da Hükümet ve Ordu, sözbirliği içerisinde yaptıkları şehit edebiyatı ile insanların Đslâmî hassasiyetlerini ustaca kullanmış ve bütün kamuoyunu yaptıkları konuşmalar ile istedikleri havaya sokmuşlardır. Başbakan Erdoğan, ardı ardına gelen şehit haberleri üzerine, AKP Đstanbul Gençlik Kolları 2. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmada gençlere seslenerek “Kara kışta güneş doğuran bu arslanlara söyleyecek tek söz vardır” demiş ve M. Akif’ten Çanakkale’de şehit düşenler için yazılmış olan şu mısraları okumuştur:

“Ama ben, Rahman olan Allah’tan mağfiret istiyorum. Kan fışkırtan geniş bir kılıç yarası yahut kana susamış birinin eliyle bağırsaklarımı ve ciğerlerimi parçalayacak bir süngü sokulması diliyorum ki halk kabrimin yanından geçerken, “Allah bu gaziye rahmet etsin, doğru yolda idi.” desinler!” der ve Mute’de arzu ettiği o yüce şehitlik mertebesine ulaşır.

“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Đslâm tarihi boyunca müminler işte böyle şehadet arzusu ile yanıp tutuşurken, anneler de evlatlarının şehadet haberlerinin gelmesi için dualarla, tekbirlerle onları savaşa uğurlarlar; oğlunun şehadet haberi kendisine ulaşan anneler ise bu haberi gurur içerisinde ve büyük bir coşku ile karşıköklüdeğişim

Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer, Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi… Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? “Gömelim gel seni tarihe” desem sığmazsın

19

nisan 2008


zaman kaybettiklerinin yasını… si’ne askerî operasyon düzenlemelerini işte böyle üsluplar kullanarak, şehit edebiyatı yaparak halka kabul ettirmeye çalıştılar, ancak bu operasyonun 8 gün gibi kısa bir sürede bitirilişini açıklamaları o kadar da kolay olmadı. Đnsanlar sordular “8 günlük harekât askerlerimizin kanlarının döküldüğüne, annelerinin ciğerlerinin yandığına, yavrularının yetim, eşlerinin dul kaldığına değdi mi?” Ve belki de harekâtın böyle ani bir şekilde, ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in ziyaretinin hemen ardından sonlandırılmış olması, insanlara harekât esnasında sarf edilen ve gündemi bir süre meşgul eden bir sözü hatırlattı; insanların içlerinden geçirdikleri halde söylemekten çekindiklerini, birçok erkeğin erkekçe dile getiremediğini, erkeklikten çoktan vazgeçmiş olan bir şahıs dile getirdi ve “Oğlum olsa askere göndermezdim” dedi ve insanlar birbirlerine sormaya başladı: “Sen olsan gönderir misin?”

Hercümerç ettiğin edvara da yetmez o kitap… Seni ancak ebediyetler eder istab Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber…” Böylelikle Başbakan bu Laik sistem içerisinde, ırkçılık davası güdülerek dağlara zoraki sürülen gençlerle “Bedr’in Arslanları”nı kıyaslama gafletinde bulunmuş. Oysa kendisi de çok iyi biliyor ki Bedr’in Aslanları’nın kanı gerçekten tevhidi kurtardı, ancak yazık ki bu gariban gençlerin kanı ise tevhidi kurtarmak için akmadı. Đslâm’ın kesinlikle men ettiği ırkçılık davası için aktı. Dağlara sürülen Kürtlerin ve Türklerin evlatlarına, geçmişinde Hilâfet’in merkezi olan bu toprakların yöneticisi olarak, Müslüman kimliğinden dolayı bu halkın oyunu almış bir Başbakan olarak, yine M. Akif’in şu mısraları ile seslenmesi gerekmez miydi: “Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,

Ve harekâtın tamamlanmasından sonra, yetkili ağızlardan yapılan açıklamalarda “126 mağara, 290 barınak ve sığınak, 11 muharebe tesisi… tahrib edildi. Toplam 240 terörist etkisiz hale getirildi.” denildi. Bu açıklamalara karşılık soranlar oldu: “Nerede o 240 teröristin cesedi, bize niye görüntüleri ulaşmadı. Yoksa Barzani’nin dediği gibi sadece 5 kayıpları mı oldu karşı tarafın!” Tüm bu sorulara verilen cevap oldukça düşündürücüydü. Bir zamanlar “leşler” diye tabir ettiklerine şimdi, “kolu bacağı kopmuş insan cesetlerini göstermek bize yakışmaz” diyerek, Ordu’nun PKK ile ilgili söylemlerindeki değişikliği göstermiş oldular, bu açıklamalarıyla. Oysa oğlunun tabutuna sarılarak ağlayıp feryat eden, “Yıllarca emek ettim, büyüttüm, okuttum bu günlere getirdim, hainler dağda bir kurşunla öldürdüler yavrumu” diyen babaya ve diğer askerlerin ailelerine sormak lazım: “Yavrularınızı öldürenlerin cesetlerini görmek ister misiniz? Evlatlarınızın kanlarının yerde kalmadığını görmek ister misiniz?” Yoksa nasıl ikna edebilecekler bu cesetlerin var olduğuna bu milleti!

Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlayamam, Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize? Birbirinden müteferrik bu kadar akvamı, Aynı milliyetin altında tutan Đslâm’ı, Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir. Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir… Sizi bir aile efradı yaratmış yaradan; Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan. Siz bu davada iken yoksa iyazen-billah, Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah… Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez. Bırakın eski hükümetleri meydandakiler Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer. Đşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti! Đşte Irak’ı da taksim ediyorlar şimdi!” Hali hazırda işgal altında olan bir Đslâm Beldeköklüdeğişim

20

nisan 2008


zaman kaybettiklerinin yasını… Tüm bu yaşananlar, bu Müslüman halkı daldığı o derin uykudan uyandırmak için kâfi değil mi? Yoksa her evden bir cenaze mi çıkması lazım ülkeyi yönetenlerin, siyaseten evlatlarımızın kanlarını heder ettiklerini anlamamız için. Yoksa bu Ümmet, kaybettiklerinin değerini iş işten geçtikten sonra anlamayı, liderleri tarafından ihanete uğradığını, en değerli varlıklarını kaybettikten sonra anlamayı, alışkanlık haline mi getirdi? Bu duruma en güzel örnek; Selanik’ten bir adam çıkıp Đslâm Toprakları’nda Cumhuriyet’i ilan ettiğinde, Mısır’da yaşayan Türk şair Ahmet Şevki de diğer Müslümanlar gibi onun, Đslâm’a hizmet eden bir “kurtarıcı” olduğunu, bir Türk’ün çıkıp tüm Đslâm Âlemi’ni yenileyeceğini düşünüp, aldanarak şu mısraları yazmıştır:

Minare ve minberler senin için üzgün Ülkeler senin için gözyaşı dökmekte Hind ve Mısır hazin, senin için gözyaşları akıtıyorlar Şam, Irak ve Fars soruyor Sildi mi yeryüzünden Hilâfeti!” Evet, sildi yeryüzünden Hilâfeti, ancak bir daha asla geri gelmemecesine değil; tekrar, daha kuvvetli bir şekilde, bütün ihtişamıyla geri gelmek üzere! Böyle iş işten geçtikten sonra yas tutmaktansa oynanan oyunları vaktinde görüp müdahale edebilen, basiret sahibi insanlar olmayı Allah tüm Müslümanlara nasib etsin. Kaybettiklerinin yasını tutmakla yetinmeyenlere, yeniden o yüce değerlerine kavuşacakları günü özlemle bekleyenlere, Lübnan’da, Pakistan’da, Filistin’de, Irak’ta ve de Türkiye’de sahnelenen oyunları görüp kâfirlerin tuzaklarına karşı “Tuzak kuranların en hayırlısı” olan Rablerine sığınarak mücadele verenlere Âlemlerin Rabbi olan Allah zafer nasib etsin, ayaklarını sabit kılsın inşaAllah. Ve halkın evlatlarının hesabını hainlere soracak, ihanetlerini en güzel biçimde cezalandıracak, sorumlu olduğu Ümmetin feryadına ordularıyla yetişecek, ıstırap içerisinde kıvranan tüm Đslâm Ümmeti’nin acılarını dindirecek Halife’ye biat etmeyle şereflendirsin Müslümanları ve beraberinde bütün insanları!

“Allahu Ekber, fetihte ne acayiplikler vardır! Ey Türk Halid’i, Arap Halid’ini yenile.” Ancak 3 Mart 1924 gününe şahit olup, iltifatlar yağdırarak methiyeler düzdüğü insanın Đslâm Ümmeti’ne ihanet ettiğini, Hilâfet’in ilga edildiğini, Müslümanların kalkansız, korumasız, başsız kaldığını geçte olsa anlamış ve onlarla beraber gözyaşı dökerek şu mısraları yazmıştır: “Düğün şarkıları ölüm ağlayışlarına döndü Sevinç işaretleri arasında ölüm haberi yayıldı Zifaf gecesinde elbiseleriyle gömüldü Sabah ışıklarıyla beraber gömüldü

köklüdeğişim

21

nisan 2008


Yakup Tosun

gündem

bilgi@kokludegisim.com

Terörün Hakikatine Đnemeyen “Küresel Terörizm Sempozyumu” Ve Đç Siyasette Terör! 10-11 Mart 2008 tarihlerinde, Genelkurmay Başkanlığı Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi Komutanlığı tarafından Ankara’da Bilkent Otel Konferans Salonu’nda iki günlük Küresel Terörizm ve Devletlerarası Đşbirliği Sempozyumu’nun ikincisi düzenlendi.

büyük etkisinin, ulus devletlerin politikalarını ve aldığı kararları etkileme gücüne sahip bazı organizasyonları sahneye çıkarması, Terörizmle mücadelede devletlerarası işbirliğinin gerekliliğini ifade etme adına “Terörizmi beslemek zehirli yılanı beslemek gibidir. O yılan bir gün sizi de sokabilir” uyarısında bulunulması, Sivrisinekle savaş gibi tavırların terörü önlememesi, asıl olanın, bataklığın kurutulması olması, Terörün, bazen; dini kisveyle bazen siyasî olarak ortaya çıkacağına dair vurgu, Küresel terörizmle mücadele…”

Bu sempozyumda, “Terörizmle Mücadelede Mevcut Konsept Doktrin Ve Yöntemler”, “Terörizmle Devletlerarası Mücadelede Đhtiyaçlar Ve Karşılaşılan Problemler”, “Terörizmin Sosyo-Psikolojik Boyutu”, “Terörizmle Mücadelede Devletlerarası Örgütlerin Rolü”, “Terörizmle Devletlerarası Mücadelenin Hukukî Boyutları” başlıklı oturumların yanı sıra “Terörizmle Devletlerarası Mücadelede Diğer Đşbirliği Alanları” da ikinci oturumda ele alındı. Sempozyum’a 80 ülkeden 690 uzman katıldı. Sempozyum’un ilk gününde “terörde devletlerarası işbirliği” üzerinde duruldu. Đkinci günün ana konusu ise “terör örgütlerinin finansmanı”ydı.

Kapanış konuşmasını yapan Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’un yaptığı konuşma da en çok dikkat çeken konular ise şunlardı: “11 Eylül’ü terörün başlangıcı olarak kabul etmenin doğru olmaması, 11 Eylül, teröristlerin imkân ve kabiliyetlerini sergilediği açık ve net bir meydan okumaktır. Bu darbe ile terör, dünyadaki tek süper gücün Atlantik ötesindeki topraklarında bulunan ekonomik ve askerî merkezlerini vurma imkân ve kabiliyetinde olduğunu gözler önüne sermiş, bu suretle dünyanın herhangi bir yerini, istediği zaman vurabileceğini göstermiştir. Terörün o zamana kadar çok fazla dikkate alınmayan muazzam tahrip gücünü bütün dünya dehşet ile izlemiştir.” vurgusuna bağlı olarak;

Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın konuşmalarında en çok göze çarpan konular şunlar oldu: “Pakistan vurgusu, Teröre karşı mücadelede ulus-devletlerin dengeleyici rolü, Ulus devletlerin teröre karşı devletlerarası düşünmelerini gerekliliği ve bölgesel hareket etmelerinin zarureti, Kara harekâtına yönelik eleştirilere gösterdiği tepki, Kanunlara, sisteme, devletin nizamına yönelik her türlü yasa dışı faaliyetin terör kapsamında değerlendirilmesi, Terörün sadece silahla olmayacağı; ihaleye fesat karıştırmak, fuhuş, uyuşturucu, kapkaç, soygun, bombalama, kurulu düzeni bozmaya yönelik her tür olay veya olayların da terör sayılması gerektiği, AB üzerinden ABD’ye yapılan göndermeler, Terörizmin en köklüdeğişim

Dünyada hiçbir ülkenin terörden masum olmadığı, Terörün herhangi bir ülke ve bölge ile sınırlanamayacak bir boyutta yani devletlerarası boyuta tırmanmış olduğu, Bu nedenle de devletlerarası işbirliğinin şart olduğu. AB üzerinden ABD’ye yapılan göndermeler, ABD’nin PKK terör örgütü konusunda yeterli desteği vermemesine dair yapılan uyarılar v.b. PKK’nın elde ettiği malî

22

mart 2008


terörün hakikatine inemeyen… kurumları etkisizleştirme hamlesinde bulunmakta, bu kurumların üye sayısını sınırlandırmaya yönelik yasal düzenlemeler yaptırmakta ve Cumhurbaşkanlığı tarafından yeni atanacak olan üyelerin yerlerini kendi çıkarlarına hizmet edecek şahısların geçmesini sağlamaya çalışmaktadır. En son olarak YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın atanması örneğinde olduğu gibi…

ve ekonomik gelirler ile bunların içeriği ve çeşitleri, Avrupa’nın PKK’ya sağladığı imkânlardan dolayı Avrupa’ya gösterilen tepki…” Yaşar Büyükanıt ile Ergin Saygun’un yaptığı konuşmaları dikkatli bir şekilde incelemek, bu sempozyumun maksatlarını, hedeflerini anlamamıza yardımcı olacak, ancak yeterli olmayacaktır. Bundan dolayı bu vakıayı doğru tahlil edebilmek için geçmiş kareleri hatırlamak, baş aktörleri açığa çıkarmak ve sonuçları hakkında bir yargıya varmak büyük önem arz etmektedir.

Bu konuyla bağlantılı olarak başörtüsü gibi Ümmetin en çok hassasiyet gösterdiği meselelerden birisi olan bu meseleyi istediği şekilde kullanabilmiştir. Tamamen Amerikan Anayasasının kopyası denilebilecek Anayasa’nın yeniden hazırlanmasında ciddi anlamda ilerleme kat etmiştir.

Türkiye’de esasî güç sahipleri, Đngilizci/Ulusalcı kesim olarak adlandırılan odaklardır. Kurumlar ülkesi olan bu ülkenin kontrolü onların ellerindedir. Ancak AKP Kurumları tek tek ele geçirmeye başlamış ve büyük bir iktidar kavgası ortaya çıkmıştır.

Bunlarla beraber ciddi olarak Ordu’nun yıpratılması için girişilen adımlar ve yapılan işlerde bu sürecin en önemli sacayağını teşkil etmektedir.

ABD, 2003 yılında tüm dünyaya ilan ettiği B.O.P.’u hayata geçirebilmek, Đslâm Beldelerindeki Müslümanların servetlerini çok daha rahat sömürebilmek ve tek süper devlet olduğu yönündeki kibrini, hasedini tüm dünyaya bir kez daha göstermek için Türkiye’ye ciddi anlamda ihtiyaç duymaktadır. Bu projenin bir parçası olan ‘ılımlı Đslâm’ fikrinin bir örnek ülke tarafından taşınması hayatî öneme sahiptir ki bu özelliğe sahip olan en önemli devlet Türkiye’dir. Zira çok güçlü stratejik unsurları bünyesinde barındırmaktadır.

Bütün bu olanlara karşı ellerindeki mevcut gücü kaybetmek istemeyen Đngilizci/ulusalcı kesim, her defasında AKP hükümetini yıpratacak siyasî kriz atmosferi oluşturmayı amaçlayarak, ABD lehinde oluşan siyasî süreci tamamen kendi lehine çevirebilmek için, PKK kartını, Atabeyler, Ergenekon gibi oluşumları kendi lehinde kullanmaktadır. Ancak bunların hiçbirinde istediği başarıyı elde edememiştir. ABD bu kartların tamamını kendi lehine çevirebilmeyi başarmıştır. En son olarak gelişen ve 22 Şubat 2008 saat 19.00’dan itibaren gerçekleştirilen ve 29 Şubat 2008 tarihinde bitirilen sınır ötesi operasyon kara harekâtı meselesinde olduğu gibi…

ABD, bu maksatlarını gerçekleştirebilmek için Đngilizci/Ulusalcı kesimin üzerinde nüfuz sahibi olması gerektiğini çok iyi bilmektedir. Bundan dolayı AKP’yi bu maksadına ulaşabilmek için çok rahat ve kararlı bir şekilde kullanmakta ve maksadını gerçekleştirmeye doğru emin adımlarla ilerlemektedir. Đngilizciler için en önemli kurumlardan birisi olan Cumhurbaşkanlığı’nı elde etmeyi başarmıştır.

Artık iyice gün yüzüne çıkmış olan bir gerçek vardır ki o da şudur; Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında, Türk ordusuna bağlı özel birim tarafından Kenya’da Amerikan istihbaratının tertibi ile teslim alınmasından sonra PKK ikiye parçalandı:

Geriye üst düzey bürokrasi olarak adlandırılan YÖK, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, HSYK gibi kurumlar ile Ordunun bizzat kontrol altına alınması kalmıştır. Bunun için de bu köklüdeğişim

1- Yeni Amerikan çalışma biçimine göre seyreden Osman Öcalan liderliğindeki silahı bırakmayı

23

nisan 2008


terörün hakikatine inemeyen… çeli’nin Ordu aleyhinde sert açıklamalarda bulunmaları da kendi lehinde oluşturduğu fikri kamuoyunu güçlendirmiştir.

düşünen ve siyasî yolla Demokratik platformda mücadele etmeyi benimseyen kesimle, 2- Đngilizcilerin hükmettiği, yönettiği ve kontrol altında tuttuğu silahlı mücadelen yana olup siyasî yoldan mücadele fikrini benimsemeyen taraf.

Bu süreçte Recep Erdoğan’ın misyonu ise, Ordu’yla aralarında herhangi bir kavganın olmadığı mesajını vermek ve Ordu’nun kendi aleyhlerinde sürekli olarak gerçekleştirmeye çalıştığı siyasî kriz, güven bunalımı oluşturma ve halkın desteğini kendisinden koparma yönündeki siyasî maksatlarına karşın, bu süreci kendi lehine çevirmek adına Ordu’yla iyi geçinme rolü olmuştur. Çünkü bu noktada ABD kendisine zaman zaman Ordu’yla iyi geçinme görüntüsü oluşturma talimatı vermiştir. Her ne kadar kendisi böyle olmadığını ısrarla dile getirip adeta yemin edercesine serzenişlerde bulunmuş olsa da!

Đngilizciler, bu silahlı tarafı Amerikan politikalarına darbe vurmak için kullanmak arzusuyla ısrarla AKP hükümetinin TSK’nin sınır ötesi operasyon yapması için baskı yapmakta, bunu başarmak adına PKK’nın öldürme eylemlerini tetiklemekte ve bu olayları kendi amacına ulaşmak için politik bir malzeme olarak kullanmaktaydı. Ama her defasında AKP hükümeti böyle bir şeye şuanda herhangi bir ihtiyacın olmadığı, içerdeki teröristlerin dışarıdan daha fazla olduğu gerekçesiyle bu operasyona izin vermemekteydi. Bu tamamen ABD’nin ustaca hazırladığı sinsi bir plandı.

‫ﻻ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﺽ‬ ‫ ﹺ‬‫ﻲ ﺍﻝﹾَﺄﺭ‬‫ﻥ ﻓ‬  ‫ﻭ‬‫ﺴﺩ‬  ‫ﻴﻔﹾ‬ ‫ﻁ‬  ‫ﺭﻫ‬ ‫ﻌ ﹸﺔ‬ ‫ﺘﺴ‬ ‫ﺔ‬ ‫ﻴ ﹶﻨ‬‫ﻤﺩ‬ ‫ﻲ ﺍﻝﹾ‬‫ﻥ ﻓ‬  ‫ﻭﻜﹶﺎ‬ ‫ﺎ‬‫ﻪ ﻤ‬ ‫ﻴ‬‫ﻭِﻝ‬ ‫ﻥ ِﻝ‬  ‫ﻡ ﹶﻝ ﹶﻨﻘﹸﻭﹶﻝ‬ ‫ﻪ ﹸﺜ‬ ‫ﹶﻠ‬‫ﻭَﺃﻫ‬ ‫ﻪ‬ ‫ ﹶﺘ ﱠﻨ‬‫ﺒﻴ‬ ‫ﻪ ﹶﻝﹸﻨ‬ ‫ﻭﺍ ﺒﹺﺎﻝﱠﻠ‬‫ﺴﻤ‬  ‫ﻥ ﻗﹶﺎﻝﹸﻭﺍ ﹶﺘﻘﹶﺎ‬  ‫ﻭ‬‫ﻠﺤ‬‫ﻴﺼ‬ ‫ﻫﻡ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺍ‬‫ﻤﻜﹾﺭ‬ ‫ﻨﹶﺎ‬‫ﻤ ﹶﻜﺭ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺍ‬‫ﻤﻜﹾﺭ‬ ‫ﻭﺍ‬‫ﻤ ﹶﻜﺭ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﺩﻗﹸﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭِﺇﻨﱠﺎ ﹶﻝﺼ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻠ‬‫ﻙ َﺃﻫ‬  ‫ﻠ‬‫ﻤﻬ‬ ‫ﻨﹶﺎ‬‫ﺸ ﹺﻬﺩ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﻬﻡ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻭ ﹶﻗﻭ‬ ‫ﻫﻡ‬ ‫ﻨﹶﺎ‬‫ﻤﺭ‬ ‫ﺩ‬ ‫ َﺃﻨﱠﺎ‬‫ﻫﻡ‬ ‫ﻤﻜﹾ ﹺﺭ‬ ‫ﺒ ﹸﺔ‬ ‫ﻗ‬ ‫ﺎ‬‫ﻥ ﻋ‬  ‫ﻑ ﻜﹶﺎ‬ ‫ ﹶ‬‫ ﹶﻜﻴ‬‫ﻅﺭ‬ ‫ﻥ ﻓﹶﺎﻨ ﹸ‬  ‫ﻭ‬‫ﻌﺭ‬ ‫ﻴﺸﹾ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﻤﻌ‬ ‫َﺃﺠ‬

Zira ABD, Đngilizcilerin ellerinde kendilerine karşı kullanabilecekleri tek kartın öldürme eylemleri yapan PKK kartının olduğunu, sınır ötesi operasyon dayatmasının Türkiye’nin dış siyasetiyle değil tamamen iç siyasetiyle alakalı olarak kendisine karşı girişilen siyasî bir oyunun parçası olduğunu çok iyi bilmekteydi. Đngilizcilerin ellerinde sadece bu kartın kaldığını tamamen açığa çıkarmak adına en başta ısrarla sınır ötesi operasyon isteğine olumlu cevap vermedi ve reddetti. Kendi istediği siyasî zemini bulduğunu anladığı bir zamanda sınır ötesi operasyona izin vermişti. Ordu, Amerika’nın sağladığı istihbarat sayesinde göstermelikte olsa kısmi sınır ötesi operasyon yapmak zorunda kalmıştı. Sekiz günlük kara harekâtı sonucunda operasyonu bitirme kararı alınarak askerlerin geri dönüşü sağlanarak operasyonun bittiği ilan edilmiştir. Bu durumu da kendi lehinde kullanmasını çok iyi bilen ABD, kendi yaptığı siyasî baskı sonucunda askerlerin çekildiği yönünde, gerek Türkiye’de gerek dünyada siyasî gündem oluşturarak Ordu’yu önemli oranda yıpratmayı başarmıştır. Tam da bu noktada Muhalefet liderleri; Deniz Baykal’ın ve Devlet Bahköklüdeğişim

Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı. Bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar ve ıslaha çalışmıyorlardı. Aralarında Allah adına and içerek şöyle dediler: ‘Mutlaka onu ve ailesini geceleyin öldüreceğiz sonra da velisine; ‘Biz onun ailesinin öldürülüşüne şahit olmadık. Biz kesinlikle doğru söyleyenleriz.’ diyeceğiz.’ Onlar bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Allah da bir tuzak kurdu. Bak onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu: Biz onları ve kavimlerini topyekûn helak ettik. (en-Neml 48-51) The Guardian, “ABD Türklere kuzeyde sınırlı bir operasyon için yeşil ışık yaktı ve zaten uzun süredir Türkiye ile istihbarat paylaşımı yapıyordu.” (www.milliyet.com.tr, 24.02.2008)

New York Times Gazetesi’ne yorum yapan bir Amerikalı subay, “Türklerin bugüne kadar yaptığı hiçbir şey sürpriz sayılmamalı. Söylediğimiz gibi is-

24

nisan 2008


terörün hakikatine inemeyen… Đşte olaylar bu seyirde devam ederken Genelkurmay Başkanlığı Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi Komutanlığı tarafından Ankara’da ‘Küresel Terörizm Ve Devletlerarası Đşbirliği Sempozyumu’ düzenlendi.

tihbarat paylaştık.” (www.referansgazetesi.com) Sözün özü, sınır ötesi operasyonun zamanlamasını tayin eden Türk Ordusu değil, Amerika olmuştur. AKP’nin Amerika ile yaptığı görüşmeler neticesinde sınırlı ve kış ortasında yapılacak bir harekâta yeşil ışık yakılmıştır.

Bu sempozyumda ABD’ye açık ve net olarak şu mesajlar verildi:

Daha önce yapılan Kuzey Irak’a yönelik harekâtlar genellikle Mart aylarının ortalarında gerçekleştirilmişti. Şu bir gerçektir ki; hiç bir ordu, zor şartlar altında, kış ortasında bir harekâta girişmeye (zorunlu kalmadığı müddetçe) razı olmaz. Nitekim eleştirilere cevap veren Genelkurmay Başkanı: “Erken çekildi” diyorlarsa, orada bir 24 saat kalsınlar.” dedi. (www.hurhaber.com)

1) Ulus-devlet kimliğimizden asla taviz vermeyeceğiz. 2) Elimizdeki otoritemizi asla sana teslim etmeyeceğiz. 3) AKP’yi kullanarak yapmaya çalıştığın ve PKK üzerinden yürüttüğün siyasî oyunların tamamen farkındayız, bu durumu tersine çevirmek için elimizden gelen her yola başvuracağız. 4) Ayrıca kendilerini daha fazla yıpratmaması için, ABD’yle PKK terör örgütü konusunda işbirliği içerisinde bulunma çağrısı yapılmış ve bu noktada ABD, Pakistan üzerinden kibarca tehdit edilmiştir. 5) ABD olarak sen bizi PKK meselesi üzerinden sıkıştırmaya devam edersen biz de seni, senin en çok muzdarip olduğun mesele olan radikal Đslâm kartını aleyhinde kullanmaktan çekinmeyeceğiz mesajı verilerek ‘Taliban tipi bir yapının Pakistan’ı kontrol etmesi halinde, dünyanın nükleer güce sahip bir terör örgütüyle karşı karşıya kalacağı’ ifade edildi.

Her ne olursa olsun Amerika, bu harekâtı amaçları doğrultusunda kullanmıştır. TSK’nın kara harekâtına başlamasından itibaren Amerikalı bütün yetkililer derhal çekilmekten bahsetmişlerdir. ABD Savunma Bakanı Gates: “Türk Ordusu Kuzey Irak’tan derhal çıkmalıdır.” (Millî Gazete) Bush, Türk askerlerinin “mümkün olan en çabuk şekilde” Kuzey Irak’tan çekilmesi gerektiğini söyledi. (A.A, 28.02.2008) “Irak Hükümeti ile yükselen tansiyon ve bölgesel çatışma endişelerinin ardından Türkiye, Cuma günü “Kürt gerillalara” karşı yürüttüğü operasyona son verdiğini açıkladı. Çekilme Başkan Bush ve ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in harekâta hızlı şekilde son verilmesi uyarılarının bir gün sonrasında gerçekleşti.” (Washington Post)

Tatlı sertlik, derin bir çıkmaz ve şaşkınlık içerisinde işbirliği çağrısının güçlendirilmesi için de şöyle denildi: “Devletlerarası kamuoyu Pakistan yönetimine destek vermelidir. Aksi halde bir terör örgütü ilk kez nükleer güce sahip hale gelecektir.” En son olarak da, PKK’nın malî ve ekonomik kaynaklarına Avrupa tarafından zemin hazırlandığı hususlarına değinilerek PKK’nın, esasında Avrupa üzerinden ABD tarafından kendi politik çıkarları uğruna desteklendiği, PKK terör örgütünün silahlı olan kesiminin üzerinde Ordu’nun olmadığına dair kamuoyuna bir mesaj verilmiştir.

Bu hadisede Ordu, AKP Hükümeti’ni yıpratmak isterken kendisi yıpratılmış oldu. Bunun farkına varan Büyükanıt, Muhalefet ile TSK arasında başlayan polemikle ilgili olarak, “Hiç istemediğimiz halde bir polemiğin içine çekildik.” dedi. Bu şekilde meydana gelen gelişmelere karşı Büyükanıt, “Eğer harekâtın sonlanmasında ABD baskısı varsa üniformamı çıkarırım.” diyerek sert açıklamalarda bulunmuştu. köklüdeğişim

Anlaşılan o ki, Ulusalcılar/Đngilizciler PKK kartını ABD aleyhinde kullanmaktan vazgeçmeyecekle-

25

nisan 2008


terörün hakikatine inemeyen… rini ifade etmişlerdir. Hem bu mesaja bağlı olarak hem de “Ordu sınır ötesi kara harekâtına ABD’nin baskısı sonucu son verdi” yönünde ABD’nin oluşturduğu siyasî baskıyı hafifletmek ve kendi lehlerine çevirmek için sınır bölgelerinde PKK operasyonlarına devam edilmektedir.

Müslümanlar olarak net bilmemiz gerekenler: - AKP ve Ordu arasındaki kavga; Amerika ve Đngilizler arasında meydana gelen bir kavgadır. — AKP’nin kararlılığı Müslümanların çıkarları için değil, ABD’nin çıkarları içindir. — Her ne kadar Đngiltere ile ABD menfaat yönünden çatışsalar da Đslâm’a düşmanlıkta ittifak etmektedirler. Đngiltere ve ABD nazarında Đslâm ve Müslümanlar, ortak düşmandır.

Sempozyumda verilen “AKP’yi kullanarak yapmaya çalıştığın ve PKK üzerinden yürüttüğün siyasî oyunların tamamen farkındayız, bu durumu tersine çevirmek için elimizden gelen her yola başvuracağız” mesajının gereğini yerine getirme adına 14 Mart 2008 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AbdurRahman Yalçınkaya tarafından, AKP’ye “Laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği ve Laiklik için tehlike teşkil ettiği” gerekçesiyle kapatma davası açılmıştır.

— AKP’ye siyasî baskı yaparak biran önce Laikliği, Demokrasiyi, Cumhuriyeti ve Kapitalizmin tüm fikirleri ile ABD’ye bağlılığı terk ederek sadece Đslâm Akidesine dönmesi ve ikinci Raşid-i Hilâfet Devletini, hiç vakit kaybetmeden ilan etmesi sağlanmalıdır. - Müslümanlar sürekli olarak gece-gündüz demeden yöneticileri muhasebe etmelidirler. Bunun için seçim zamanları beklenmemelidir. Muhasebe yapılırken, Demokratik esasa göre değil Şer’î Hükme göre yapılmalıdır.

Bütün bu gelişmeler Türkiye’de AmerikanĐngiliz çatışmasının varlığını, esas çatışan güçlerin hükümetler değil bu güçler olduğunu bir kez daha göstermektedir. Ön plana AKP’nin çıkması ise ABD’nin kullandığı bir araç olmasından dolayıdır. Yoksa bu işte baş aktör olmasından dolayı değil…

— ABD, Đngiltere ve Avrupalı tüm sömürgeci kâfir devletleri kendilerine düşman olarak kabul etmelidirler. Bu düşman devletlere ait olan tağut hükmündeki Laikliği, Demokrasiyi, Cumhuriyeti, Kapitalizmi ve tüm özgürlükçü fikirleri ve kâfirleri, onlara hizmet edenleri hiç tereddüt etmeden reddetmeleri elzem ve Đslâm’a göre farzdır. Hatta farzların tacıdır. Buna karşı sadece Đslâm Đdeolojisine ve Raşidî Hilâfet Devleti’ne yönelmeleri, acil olarak Hilâfeti yeniden kurmaları gerekir.

AKP hakkında açılan kapatma davası nasıl sonuçlanır? Bu konu ayrı bir başlık altında incelenecek bir meseledir. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, her ne olursa olsun, bu karmaşadan AKP eliyle elini güçlendirecek olan Amerika olacaktır. Zira tüm gelişmeler hızla AKP lehinde gelişmektedir. Đngilizci zihniyetinin temsilcileri böyle bir karar almakla hatalı hareket etmişler, ne yapacaklarını bilmez bir halde derin bir çıkmazda ve şaşkınlık içerisinde olduklarını açıkça göstermişlerdir.

— Yaşadıkları her olayı sadece Đslâm Akidesine göre çözmeleri gerektiğini asla unutmamalıdırlar. ‫ﻭ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻊ‬ ‫ﺴﻤ‬  ‫ َﺃﻝﹾﻘﹶﻰ ﺍﻝ‬‫ َﺃﻭ‬‫ﻪ ﹶﻗﻠﹾﺏ‬ ‫ﻥ ﹶﻝ‬  ‫ﻥ ﻜﹶﺎ‬‫ﻯ ِﻝﻤ‬‫ﺫﻜﹾﺭ‬ ‫ﻙ ﹶﻝ‬  ‫ﻲ ﹶﺫِﻝ‬‫ﻥ ﻓ‬  ‫ِﺇ‬ ‫ﺸﻬﹺﻴﺩ‬ ‫ﹶ‬

Đslâmî Ümmetin bir cüzü olarak Türkiye’nin Müslüman halkının konumu, bütün bu olaylar karşısında, tribünlerde maç seyreden futbol taraftarları gibi olmamalıdır. Zira Müslüman sahih uyanıklığa ve siyasî basirete sahip olmalıdır.

köklüdeğişim

Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır. (el-Kaf 37)

26

nisan 2008


gündem

Rasim Doğan

bilgi@kokludegisim.com

Kürt Konferansları 1-2 Mart 2008’de Diyarbakır’da düzenlenen panelin başlığı ile Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen panelin başlığı aynı: “Yeni Sivil Anayasa ve Türkiye’de Kürt Sorunu” Muhtevalar da aynı. Panel’e AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, AB Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, Türkiye AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkan Yardımcısı Andrew Duff, DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, Gazeteci Cengiz Çandar ve Gazeteci-yazar Hasan Cemal gibi isimler katıldı.

“Bu operasyon (kara harekâtı) gerçekten PKK’ya mı yapıldı, yoksa mesaj başka mıydı? 1 Mart tezkeresi ile ABD’nin Ortadoğu planları dışında kalan Türkiye, bir şekilde Ortadoğu masasında olmak için değişik yollar geliştirdi. Bize göre Türkiye çok önemli bir noktaya geldi. Ya sorunlarını Demokratik yolla çözme kararı verecek, ya da Kürtlerin tüm siyasal kurumlarına ve siyasî bireylerine yönelerek, onları susturarak farklı bir süreci geliştirecek. Anayasanın 2, 3, ve 4. maddelerine baktığımız zaman tek millet, tek ırk anlayışını aşamamış bir ülke görüyoruz.” (ĐHA 03.03.2008)

Konferans’ın açılışını yapan AP Sosyalist Grup Başkan Vekili H. Swoboda’nın DTP hakkındaki sözleri:

Tuğluk ise; “Kimlik ve dil hakkı Anayasal güvence altına alınmadan Kürt sorunu çözümlenmeyecek. Onurlu ve adil bir barışın gerçekleşmesi için tek ulus, tek dil ve tarih anlayışından vazgeçilmesinin şart olduğu”nu ifade ediyordu. (ĐHA 03.03.2008) Çandar da, “Kürtler artık ya bir devlet sahibi olacaklar ya da mevcut devletlerden birini kendilerine vatan sayacaklar.” devamla, “Irak’ta ortaya çıkan durum ve Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin, Kürt sorununun çözümü konusunda kaçırılmaması gereken iki fırsat olduğunu” ifade etti. (ĐHA 03.03.2008) Hasan Cemal ise, “PKK’ya değinmeden Kürt sorunu hakkında konuşmak mümkün değil. PKK, askerleri ve sivilleri öldürüyor. PKK’nın dağdan inip, silahını ebediyen gömmesi şarttır ve hatta ön şarttır.” ifadelerini kullandı. Cemal’in sözlerine, Türk’ün tepkisi ise, “E, nasıl bırakacaklar silahlarını?” şeklinde oldu. (ĐHA 03.03.2008)

“DTP’nin TBMM çatısı altında olması sadece Kürtler ve DTP’ye oy verenler için değil, Türkiye için de bir şans. Bu şans kaçırılmamalı.” (Son Dakika Haber, 03.03.2008) Lagendijk ise; “Yeni Anayasanın AB ve Türkiye arasında oluşan “ideolojik problemler”in aşılmasında en iyi yol” devamla; “Azınlık gibi tartışmalı konular bu şekilde çözülebilir” ayrıca, “Bu sefer problemleri değil, çözümleri konuşmak için toplandık. Milletvekillerinin kendilerini parlamentoda Kürtçe ifade edebilmelerinden, yeni Anayasada kimlik konusunun doğru tanımlanmasına kadar pek çok konuda çözüm önerimiz söz konusu” (03.03.2008 Son Dakika Haber, ĐHA)

Rehn ise, “Reform süreci sayesinde 2000’den bu yana, Türk kökenli Kürtlerin haklarında ilerlemeler” yaşandığını ifade ediyor ve ekliyor: “301’in değişmesi için de gereken çabanın sarf edilmesini bekliyoruz.” (03.03.2008 Son Dakika Haber, ĐHA)

Kısacası, Panelde pazarlık konusu, “siyasî çözümün kabul edilmesi, ya da Anayasada bazı “haklar”ın yer alması karşılığında PKK’nın silah bırakması” şeklinde sunuluyor. 1-2 Mart 2008’de Diyarbakır’da da Diyarbakır

Ahmet Türk ise şunları söylüyordu: köklüdeğişim

27

mart 2008


kürt konferansları Barosu ve Alman Heinrich Böll Derneği tarafından “Toplumsal Barışın Đnşası; Sivil Bir Anayasa Arayışı” başlıklı panel yapıldı. Aynı kuruluşlar geçen sene, Diyarbakır’da 29-30 Eylül tarihleri arasında “Türkiye’de Kürtler: Barış Süreci Đçin Temel Gereksinimler” başlıklı bir panel gerçekleştirmişti. O panelde, PKK’nın silah bırakması çağrıları yapılmış, fakat aynı günlerde Beytüşşebap’ta 12 kişi katledilmişti. Bu panelde “siyasî çözüm”ü dillendiren Amerikancıların arzuladığı kamuoyu oluşturulamamıştı. Fakat son düzenlenen Panel, 22 Şubat’ta başlayan Irak’ın Kuzeyi’ne yönelik “PKK kamplarının imhası”nı amaçlayan ABD’nin izniyle başlayıp, yine ABD’nin emriyle bitirilen kara harekâtının hemen sonrasında gerçekleştirildi. Đşte bu iki Panel eş zamanlı olarak başlatılıyordu. Bu iki panele değinmeden öncelikle “Kürt Sorunu” olarak ortaya atılan meselenin siyasî alana taşınma sürecini ele almak istiyorum.

Geçmişe döndüğümüzde, sömürgeci kâfirlerin Osmanlı Hilâfet’ine ve Đslâmî Beldelere karşı yürüttükleri parçalama süreci içinde oluşturulmak istenen, Kürt milliyetçiliği taban bulamamıştır. Ancak çabalar, ucu açık olarak sürdürülmüştür. 1971 Darbesi sonrası ‘Kürt milliyetçiliği’ne dayalı sol hareketlerin ortaya çıkış süreci, Kürt milliyetçiliğinin yavaş yavaş taban oluşturmaya ve aynı zamanda bu dönem PKK’nın da kurulma çalışmalarının başladığı dönemdir. 1980 Darbesi sonrasında ise, PKK farklı bir boyuta taşınmıştır. Daha işin başında PKK’nın kurdurulması kendi dışındaki tüm Sol yapıların yok edilmesine matuftur ki; ileride “Kürtleri temsil eden” yalnız kendileri olsun. ABD’nin Irak’ın kuzeyinde bir “Kürt oluşumu” kartını elinde tutma arzusu bilinen bir vakıadır. Bunun zeminini, özellikle 1991’deki Körfez Savaşı sonrası Irak’ı uçuşa yasak bölgeler adı altında üç bölgeye ayırarak, hazırlamaya koyulmuştur. Buna yönelik olarak daha geçtiğimiz yıl, Amerikan senatosunda Irak’ın üçe bölünmesini esas alan ve bağlayıcı olmadığı vurgulanarak, sadece tepkilerin ölçülmesi ve kamuoyu oluşturmaya yönelik bir karar alınmıştır. Halen işgal altında tuttuğu Irak’ta kendi ajanı olan bir yönetim tesis etmiş, ancak Đngilizlerin kuklası, ajanı Barzani ile ayağına dolandığı Irak’ın kuzeyinde sular, ABD’nin lehine durulmamıştır. Özellikle ABD’nin Öcalan’ı “siyasî bir lider”e dönüştürmek üzere Türkiye’ye teslim ettiği 1999 sonrası PKK, ABD ve Đngiliz safları olarak ikiye bölünmüş, silahlı yapısını Đngilizlerin kontrol ettiği ve Irak’ın kuzeyinde TSK’daki Amerikan karşıtı Đngilizci statükonun müdavimi generallerin sınır ötesi harekât bahanesi olarak ileri sürdüğü, devamlı ABD’ye ayak bağı olan bir yapıya dönüşmüştür. Ancak bundan sonra ABD, PKK’yı bir terör örgütü olarak gördüğünü ilan etmiştir. Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi Türkiye’nin iç siyasetinde de kendi güdümündeki AKP Hükümeti’ne ayak bağı olmaktadır. Bu nedenle ABD, “PKK’nın silahsızlandırılması”

Özellikle vurgulamak istediğim; bu konferans ve AP’de düzenlenen panelin sınır ötesi operasyon ertesine denk gelmesi tesadüfî değildir. Tüm bunlar 5 Kasım 2007’de Erdoğan-Bush görüşmesinde ele alınan ‘eylem planı’nın aşamalarındandır. Bilindiği üzere AKP, TSK’nın sınır ötesi baskılarından kurtulmak ve bir nebze nefes almak amacıyla sınır ötesi operasyon tezkeresini Meclis’ten geçirmişti. Fakat asıl amaç, sömürgeci kâfirlerin kaşıdığı ve yine Batı’dan ithal edilip tatbik edilen milliyetçi fikirler ki; bilhassa Türk milliyetçiliği temelinde kurulan Cumhuriyet rejiminin jakoben uygulamaları neticesinde iyice kangrene dönüşen “Kürt Meselesi”nin, gerek “AB’ye uyum” adı altında, gerekse ABD’nin uydusu olarak takip edilen “Siyasî Çözüm”ün zemininin oluşturulmasıdır. DTP Genel Başkanı iken Ahmet Türk “Öcalan ile R. Erdoğan aynı fikirleri savunmaktadır.” tespitinde bulunmuştu. Yine Erdoğan’ın 2005’te başlattığı “alt kimlik üst kimlik” tartışmaları ve “Türkiye’de Kürt sorununun varlığı”na ilişkin açıklamaları meseleyi siyasî zemine çekme üsluplarındandı. köklüdeğişim

28

nisan 2008


kürt konferansları işinde yardımcı olmakta ve meselenin siyasî platforma taşınması için çabalamaktadır. Yine bu amaca matuf olmak üzere, 1990’lı yıllardan başlayarak kurulup kapatılan ve başka isimler altında tekrar tekrar ortaya çıkan (HEP, DEP, HADEP, DEHAP ve son versiyon olan DTP gibi) PKK’nın söylemlerini siyasî ortamda dillendiren, siyasî partileri desteklemekte ve bölge halkını “haklarını elde edecekleri” odaklar olarak, bu partilere kanalize etmeye çabalamaktadır. Her ne kadar “Demokrasi ve Değişim Partisi”, “Demokratik Kitle Partisi”, “Özgürlük ve Eşitlik Partisi” gibi ortaya çıkıp kapatılan diğer siyasî partilerde “Kürt Sorunu”nun siyasî alana taşınmasında katkıda bulunmuşlarsa da, PKK’nın tabanı olarak görülen günümüzdeki adıyla DTP’nin yerini alacak güce erişememişlerdir. Yine meselenin siyasî alanda tartışılmasını savunan HAK-PAR (Hak ve Özgürlükler Partisi) ve Katılımcı Demokrasi Partisi gibi, partiler de, fikirleri bakımından DTP’den farklı olmamakla birlikte, DTP’ye alternatif olma çabası içinde, her biri sömürgeci kâfirlerin emellerine hizmet etmekte ve bu partiler “siyasî zemin” oluşturmaktadırlar.

merkezde toplanması yerine bölgesinde kalması” gibi söylemler dillendirilmeye başlanmıştır. Đşte bu söylemler “Kürt meselesi”nin “siyasî çözümü” olarak adlandırılır oldu. Özellikle “sivil Anayasa” tartışmalarının belirli aralıklarla gündeme geldiği günümüzde, “Kürt meselesine siyasî çözüm”, giderek yükselen bir sesle dillendirilmeye başlanmıştır. Halen hazırlıkları sürdürülen “sivil Anayasa” ile artık, “ortaklık devleti”, “federatif yönetim” veya “eyalet sistemi” gibi taleplerin “siyasî çözüm” adı altında Anayasal güvenceye kavuşturulması için, kamuoyu oluşturulmasına geçilmiştir. AB’nin TCK 301. Madde’de değişiklik yapılmasına ilişkin talebi de, “siyasî çözüm” atmosferini oluşturmada etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Đşte yukarıda da bahsettiğimiz “geniş çaplı Kara Harekâtı’nın” ABD’nin izniyle başlatılıp, emriyle sona erdirilmesinin arka planında “siyasî çözümün” kabul ettirilmesine zemin hazırlanmıştır. Bu operasyon yapılarak, önce halkın kabaran duyguları rahatlatılmış, TSK imajını parlatmanın derdine düşmüş, AKP ise halka karşı “askerin dökülen kanı (sözde) yerde kalmadı” mesajını vermiş oldu. Ayrıca AKP Hükümeti “askerî çözümün mutlak çözüm olmadığı, bunun yanında siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik çözümlerin de geliştirilmesi gerektiği” mesajını daha rahat dillendirmeye başladı. Zira 20 yıldan fazla bir zaman diliminde terörden dolayı canından bezmiş olan ve sürekli asker cenazeleri ile yürekleri dağlanan aileler “ne istiyorlarsa verin” durumuna getirildi. Yani “askerî çözüm uygulandı hiçbir sonuç alınamadı, şimdi sıra siyasî çözüme geldi” denilmeye başlandı. Buna yönelik ilk açıklama ABD’nin, Irak’taki görevini tamamlayarak Washington’a dönen Korgeneral Ray Odierno’dan geldi:

“Kürt meselesi”nin aslında ne olduğunu hatırlayacak olursak; bu mesele, Britanya Đmparatorluğu elinde, şimdilerde ise Amerika’nın bir maşa olması için “Kürtlerin bağımsız bir Kürt Devleti’ne kavuşturulması” meselesidir. Ancak siyasallaşma oyununun başlangıcı, Öcalan’ın ABD tarafından Türkiye’ye teslim edilmesi ve AB’nin baskıları sonucu ve ABD ile yapılan anlaşma gereği Öcalan idamdan kurtarılarak, “Terörist Öcalan” birileri tarafından özellikle bugünkü adıyla DTP tarafından, “Kürt Halkının siyasî önderi” sıfatıyla sunulmaya başlanmasıdır. Söylemlerde, “Bağımsız Kürt Devleti” yerine “Kürt kimliğinin tanınması, Anayasada Kürtlere de kurucu bir unsur olarak yer verilmesi, Kürtlerin kültürel haklarının verilmesi, federatif bir devlet yapısı veya eyalet sisteminin Türkiye’de hayata geçirilmesi ya da Kürtlere siyâsî özerklik tanınması, Bask modeli, yerel yönetimlerde bölgeden elde edilen vergi gelirlerinin köklüdeğişim

“Kuzey Irak’ta uzun vadeli çözümün askerî olmadığına inanıyorum. Ama açıkçası, onlara (bu gruplara) baskı kurmak gerekir ki böylece bu terörist unsurlarla konuşmaya ve pazarlık etmeye başlayabilelim.” Ardından Yakın Doğu Bölgesinden Sorumlu ABD

29

nisan 2008


kürt konferansları Merkez Komutanlığı Centcom’un Komutanı Oramiral William Fallon’dan, “TSK’nın sınır ötesi harekâtının taktik başarısına kendilerinin yardım ettiği, soruna gerçek bir çözüm için ise, terör örgütüyle “bir çeşit uzlaşma sağlanması gerektiği” şeklindeki açıklaması geldi. Ayrıca aynı mesajlar üzerinde görüşmek üzere apar topar Irak’ın ABD kuklası kıytırık Cumhurbaşkanı Celal Talabani Türkiye’ye geldi.

“Toplumsal Barışın Đnşası; Sivil Bir Anayasa Arayışı” başlıklı konferansta DTP Genel Başkan Vekili sıfatıyla konuşma yapan Selahattin Demirtaş, şu ifadelerde kullanıyor: “Kürtlerin kendi dil problemlerini, kendi eğitim problemlerini, kendi kültürünü yaşatma, örgütleme problemlerini, kendi bölgesel meclislerinde kendi kuracakları idarî mekanizma ve yapı içerisinde çözmeleri, çözebilmeleri en mümkün olan yöntemdir. Özerklik dediğimiz de budur.” (Đhlas Haber Ajansı,

Meselenin bir diğer yönü de sık sık gündeme gelen PKK’ya yönelik “genel af”tır. AKP Hükümeti’nin buna yönelik bir paket hazırlığı içinde olduğu kamuoyuna yansımaktadır. Her ne kadar AKP, böyle bir paket hazırlığı içinde olmadıklarını, halen uygulamada olan TCK’nın 221. Maddesine göre “etkin pişmanlıktan” faydalandırdıklarını ifade etseler de, en azından şimdilik ‘buna uygun atmosfer olmaması’ndan dolayı bir af paketini ifade etmekten kaçınmaktadır.

02.03.2008)

Bu sözler, duymaya alıştırılmak istendiğimiz özerklik yönündeki talebi ifade eden sonraki aşama olan, bağımsızlık talebinin ön hazırlığı niteliğinde. Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu ise, “Şiddetin ve operasyonların zirvede olduğu bir dönemde bu toplantının gerçekleşmesinin sivil Anayasa fikrinden vazgeçmeyeceklerinin göstergesi olduğu”nu ifade ederek şöyle devam ediyor:

Bir yandan da DTP’nin kapatılmasına dair açılan davada AKP, “artık parti kapatmalarının Demokrasilerde olmaması gerektiği, DTP kapatıldığı takdirde dağa çıkışın önüne geçilemeyeceği” yönünde kamuoyu oluşturma çabasındadır. Ayrıca AKP açısından Kürtler üzerinde, DTP aracılığı ile “Kürtlerin hakları Meclis’te de savunulabiliyormuş” kanaati oluşturulabilirse, gaye hâsıl olacaktır. Bu nedenle sürekli olarak AKP’den DTP’ye, PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmesi yönünde talepler gelmektedir. Ancak ne var ki DTP, PKK’nın tabanını “bünyesinde tutamama” endişesi taşımaktadır. Bu nedenle DTP’nin, tabanın nabzını okşayan sert söylemlerde bulunduğu söylenebilir. Topluma, “dağa çıkmanın önüne geçilmesi isteniyorsa, bizim varlığımızı kabul edin” denilerek, “siyasî çözüm” fikri enjekte edilmektedir.

“25 yıldır hep ‘kritik bir süreçten geçiyoruz’ diyoruz. Yine kritik bir süreçten geçiyoruz. Bu sürecin çözümü için siyasî iklim değişikliğine ihtiyaç var. Bu değişiklik olmadan önümüzü göremeyiz. Bu meselenin Demokrasi ile çözüleceği konusunda mutabakata varmak gerek. Her ölüm çözümü zorlaştırmaktadır. Sivil Anayasa bir fırsattır. Merkezî Hükümetin bu fırsatı değerlendirmesi gereklidir. Israrla ve inatla sivil çözümün yanında olmalıyız.” (ĐHA 02.03.2008) Bu sözlerle, askerî operasyonların çözüm olmadığı, yerine “siyasî çözüm”ün devreye sokulmasının gerektiği “her ölüm çözümü zorlaştırmaktadır” denilerek “ölümü gösterip, sıtmaya razı etme” dayatılmaktadır. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ise; “Anayasaların toplumsal barışa götüren yolu çizmesi gerektiğine” dikkat çekerek, “Bugün herkesin kendisini içinde bulabildiği toplumsal mutabakat üzerinde yükselen bir Anayasaya sahip olsaydık, belki bu son günlerde yaşadığımız acı olaylar olmazdı, Kürt sorunu olmazdı, sınır ötesi operasyonlar

Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen panel ve Diyarbakır’da yapılan konferansın ana ekseni de, askerî operasyon sonrasında, ikinci aşama olan “siyasî çözüm” fikri için, kamuoyu oluşturmaya yöneliktir. Dilerseniz şimdi de Diyarbakır’da yapılan konferansta dile getirilen fikirlere bir göz atalım: köklüdeğişim

30

nisan 2008


kürt konferansları “Böyle bir ülkede toplumsal mutabakat oluşturmak zor. Öyle ki kimi toplumsal kesimler kendi varlığını bazı kesimlerin yokluğu üzerinden görüyor. Bu neden çok radikal, yepyeni bir Anayasa hazırlamadık. Hem Anayasal geleneğine uyma adına hem de radikal yepyeni bir Anayasa taslağının hazırlamasının yaratacağı bir takım engelleme adına böyle orta yolu temsil eden mütevazı bir Anayasa taslağını hazırladık. Bu taslak Türkiye’nin Cumhuriyet’ten bu yana ki kadim sorunlarına çözüm getiren bir taslak değil ama bunun önünü açacak taslak.” (ĐHA 02.03.2008)

olmazdı. Şovenizm ve ırkçılık yükselen değerler olmazdı.” dedi. Ayrıca, “Anayasaların toplumda tasada ve kıvançta ortaklık yarattığı oranda ‘toplumsal sözleşme’ niteliğini taşıdığını” söyledi. (ĐHA, 02 Mart 2008) “Toplumun tasada ve sevinçte ortaklığı” gibi süslü ifadelerle yaldızlanan bu sözler ise, federatif, eyalet veya ortaklık sistemini cazip bir fikir olarak sunmak için, sarf edilen sözlerdir. Hâlbuki toplumda tasada ve sevinçte ortaklık, ister Türk, ister Kürt milliyetçiliği temelinde asla gerçekleşmez. Velev ki Türkiye’de yaşayan tüm etnik yapıların adı Anayasada yer alsın; toplumda ortak duygular ve yüksek hedefler meydana getirmez. Ancak insanı, milliyeti açısından değil, hangi ırk ya da dine mensup olursa olsun, insan olması bakımından değerlendiren, aklı ikna eden ve kalbe güven veren, Âlemlerin Rabbi’nden gelen, insan olması bakımından onun tüm hayat sorunlarını dakik bir şekilde çözüme kavuşturan tek doğru akide olan Đslâm Akidesi, insanların toplum hayatında maslahatlarını gerçekleştirmek istediklerinde fikirde birliktelik oluşturup, karşılıklı hoşnutluk dolayısıyla duygu birlikteliği gerçekleştirebilir. Türkiye’de yaşayan Türklerin de Kürtlerin de ortak kimliği Müslüman olmalarıdır. Bunun yerine Türk ya da Kürt kimliği ile kendilerini ifade etmeleri çeşitli üsluplarla topluma verilmek isteniyor. DTP’li yetkililerden biri şöyle bir açıklamada bulunmuştu:

Bu ifadeleri değerlendirmeden önce, Anayasa ister “askerî”, ister “sivil” olarak nitelendirilsin, Đslâm Akidesini esas almayan veya Đslâm Akidesinden kaynaklanmayan hiçbir Anayasayı benimsemediğimizin altını çizmek istiyorum. Bununla beraber, “sivil Anayasa” hazırlıklarında yaşanan tartışmaların, Đngilizci statükonun, Amerikancı fikirlerle değiştirilmesine yönelik girişimlerinden kaynaklandığını daha önce vurguladığımız gibi burada da tekrar etmek istiyorum. Hem Đngilizci taife, hem de Amerikancı taife, efendilerinin nüfuz kavgasını bu topraklar üzerinde yapmaktadır. Hüsnü Erdem’in sözlerinde de bu nüfuz kavgası yer almakla birlikte, “Kürt meselesinin siyasî çözümüne” ilişkin yukarıda değindiğimiz taleplerin Anayasal güvenceye kavuşturulmasının önünü açacak bazı değişikliklerin “sivil Anayasa” adı altında gerçekleştirilmeye çalışıldığı açıkça anlaşılmakta, bu konuda DTP’nin dillendirdiği fikirlerle, AKP’nin yollarının birleştiği de ortaya çıkmaktadır. Đşte bunun göstergesi olan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in sözleri:

“Bizler Kürtler üzerinde TSK gibi Laikliğin teminatıyız.” Đşte bu açıklama Kürtler üzerinde Đslâmî fikirler yerine Demokratik, Laik ve milliyetçi gibi küfür fikirlerinin yer etmesi için çabaladıklarının apaçık itirafıdır. Aynı minvaldeki sözleri AKP kanadından da sık sık duymaktayız.

“Merkez karşısında yerel yanı ağır basan, atanmışlar karşısında seçilmişler yanı ağır basan, idari ve malî açıdan yerelleşmeyi ve özerkliği güvence altına alan yeni bir kamu yönetimi sistemini kodlayan bir Anayasa, Türkiye’deki ekonomik, sosyal, kültürel, siyasî ve idari birçok soruna yapısal bir çözüm sağlayacaktır. Farklı dil ve kültürlerin zenginlik olarak

Şimdi “siyasî çözüm” söylemleri ile “sivil Anayasa” çalışmalarının kesiştiği ifadelere bakalım: Söz konusu konferansta konuşan, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve AKP’nin Sivil Anayasa Hazırlama Komisyonu Üyesi Prof. Dr. Hüsnü Fazıl Erdem şunları söyledi: köklüdeğişim

31

nisan 2008


kürt konferansları Türkiye bir Đslâm toprağıdır ve şöyle ya da böyle bu toprakların bir karışının dahi koparılması için çabalamak, “siyasî çözüm” adı altında sunulan fikirlere destek vermek, bu konuda pazarlığa girişmek, Allah’a Rasulü’ne, Đslâm’a ve Müslümanlara ihanettir. Buna ilaveten diğer Đslâm Beldelerinin de tek Hilâfet çatısı altında birleştirilmeleri farzdır. Hilâfet Đslâm Beldelerinin hangisinde kurulursa, diğer tüm Đslâmî Beldelerin ona iltihak edilmesi farzdır. Ancak ne gariptir ki; bu ülkede özerlik talebiyle Türkiye’den parça koparmak isteyenler rahat rahat fitneci bölücü fikirlerini haykırırken, Đkinci Raşidî Hilâfet çatısı altında tüm Đslâmî Beldelerin Türkiye’ye ilhak edilmesini dile getiren samimi Müslümanlar birinci derecede tehdit kabul edilerek cezaevlerine atılıyorlar.

kabul edilip, varlıklarını koruyup yeni nesillere aktaracağı bir toplumsal düzeni kodlamayan bir Anayasa, toplumsal barışı ve mutabakatı sağlayamaz.” Dikkat edilirse A. Gül de, Cumhurbaşkanı seçilmesinin ertesinde Doğu ve Güneydoğu illerine gerçekleştirdiği ziyaretleri esnasında, Baydemir’in sarf ettiği “Farklı dil ve kültürlerin zenginlik olarak kabul edilmesi” sözünü kullanmıştı. R. Erdoğan’da aynı ifadeleri farklı zamanlarda hep dile getirmiştir. Gariplik sözün içeriğinde değil, kast edilen manadadır. Yani “Farklı dil ve kültürlerin zenginlik olarak kabul edilmesi” sözünden yola çıkarak, Anayasada bu topraklarda yaşayan tüm etnik kimliklerin Anayasal güvenceye kavuşturulması hedeflenmektedir. “Farklı dil ve kültürlerin” bir arada nasıl yaşatılıp, kaynaştırılabileceğini bu topraklarda yaşayan etnik unsurların Anayasada vurgulanmasının çözüm olmayıp, “Türk”lüğün de değil, ancak Đslâm Akidesinin esas alınması gerektiğine değinmiştik.

Sömürgeci Kâfir Devletler, kendilerini, güçlü Đslâmî Ordularla defedip, Đslâmî Ümmeti kurtarıp, Đslâm’ın Rayesi altında birleştirecek, hain yöneticileri koltuğundan edecek olan, ikinci Raşidî Hilâfet’in yükünü omuzlayabilecek güçte bir Türkiye bırakmak istemiyorlar. Var olan hırsları ve kuvvetleriyle daha da küçültmek istiyorlar. O halde farzların tacı olan, Đkinci Raşidî Hilâfet’i ikame için gayretlerimizi en üst düzeye çıkarmalıyız, yoksa:

Bir yandan ABD’nin direktiflerine emre amade bir teslimiyetle, diğer yandan, AB’ye katılım sürecini bahane ederek adımlar atan, yerli işbirlikçi/komprador AKP ve onunla ihanet yarışına giren diğer, siyasî kadroların marifetlerini dikkatlerinize sunmuş bulunuyoruz. Artık bu hainleri başımızdan defetmenin vakti geldi de geçiyor bile. Zira onların tüm ihanetlerine karşılık, ancak Đslâm Akidesi esasına dayalı yegâne yönetim sistemi olan Hilâfet ile Đslâm, toplumda huzur ve adaletiyle varlık gösterir. Geçmişte 1300 yıl tatbik edilmiş olan Hilâfet, çeşitli ırk, dil ve dine mensup halkları, azınlık ya da çoğunluk olmalarına bakmadan birbirine kaynaştırmıştır. Đslâmî Ümmeti, Đslâm Kimliği ile 23 milyon km karelik geniş bir coğrafyada tek bir bayrak altında bir arada kardeş olarak yaşatmıştır. Ta ki sömürgeci kâfirlerin Đslâmî Ümmete hâkim olan fikrî zafiyetten faydalanarak aralarına “milliyetçilik” ve “vatancılık” gibi fitne tohumlarını ekip 50 küsur devletçiğe bölerek, başımıza bu durumu muhafaza edecek işbirlikçi tiranları geçirmesine kadar. köklüdeğişim

‫ﻥ‬  ‫ﻭﺍﹾ َﺃ‬‫ﹶﻠﻤ‬‫ﺍﻋ‬‫ﺼ ﹰﺔ ﻭ‬  ‫ ﺨﹶﺂ‬‫ﻨ ﹸﻜﻡ‬‫ﻭﺍﹾ ﻤ‬‫ﻅﹶﻠﻤ‬ ‫ﻥ ﹶ‬  ‫ﻴ‬‫ﻥ ﺍﱠﻝﺫ‬  ‫ﺒ‬ ‫ﻴ‬‫ﻻ ﹸﺘﺼ‬ ‫ﻓﺘﹾ ﹶﻨ ﹰﺔ ﱠ‬ ‫ﺍﱠﺘﻘﹸﻭﺍﹾ‬‫ﻭ‬ ‫ﺏ‬ ‫ﻌﻘﹶﺎ ﹺ‬ ‫ﺩ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻴ‬‫ﺸﺩ‬ ‫ﻪ ﹶ‬ ‫ﺍﻝﹼﻠ‬ Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir. (el-Enfal 25) Allah’a Rasulü’ne, Đslâm’a ve Müslümanlara ihanet eden yöneticilere sessiz kalmayın. Zira onlara sessiz kalmak: ‫ﺘ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﺎﻨﹶﺎ‬‫ﻭ ﹶﺘﺨﹸﻭﻨﹸﻭﺍﹾ َﺃﻤ‬ ‫ل‬ َ ‫ﻭ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﺍﻝ‬‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﻻ ﹶﺘﺨﹸﻭﻨﹸﻭﺍﹾ ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﻤﻨﹸﻭﺍﹾ ﹶ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﺎ ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻴﻬ‬‫ﺎ َﺃ‬‫ﻴ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﹶﻠﻤ‬‫ ﹶﺘﻌ‬‫ﻭﺃَﻨﹸﺘﻡ‬ Ey iman edenler! Allah’a ve Rasul’e hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. (el-Enfal 27)

32

nisan 2008


Nurten Işık

gündem

bilgi@kokludegisim.com

Tarih Yalan Söylemez! Ama Ya, Tarih Yazan Yazarlar?! başlatmış, büyük çabalar sonucu düşman denize dökülmüş, düşmana karşı büyük zafer kazanılmış, M. Kemal şimdiki sınırlara sahip T.C. ve Meclis’i kurmuş, önce Meclis’e sonra Cumhur’a Başkan seçilmiş(!) sarı saçlı mavi gözlü adam…

Takvimler Nisan ayını gösterirken, her yıl olduğu gibi, 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamalarına tanık olacağız. Haftalar öncesinden yapılan hazırlıklar, dış ülkelerden gelen yabancı çocuklar, tebrik mesajları, bir günlüğüne çocuklara teslim edilen Meclis koltukları, bugünün kendisine niçin hediye edildiğini bilmeden büyük bir heyecanla kutlamalara hazırlanan çocuklar…

Halk da, Halife’den ve Hilâfet makamından şikâyetçi olarak, özgür iradeye sahip, kendi kararlarını kendi alabilen bir Meclisi kurabilmek için, Millî Mücadele’de en büyük rolü üstlenmişmiş…

Bunlar bizim de çocukluğumuzdan beri tanık olduğumuz ve hiç de yabancısı olmadığımız görüntüler. Bu ülkede yabancısı olduğumuz bir şey var o da; kendi tarihimiz...

Evet, bildiklerimiz, daha doğrusu bilmemizi istedikleri tarih, bunlardan ibaret. Ama biz biliyoruz ki, her olaya aydın bir bakış açısı ile bakıp gerçekleri gören kişi, bu olaya da aydın baktığında gerçeklerin, gerçekten böyle olmadığını görecektir. Peki, bir milletin tarihi niçin gerçeklerden uzak bir şekilde o millete yamanır; doğrular yanlış, yanlışlar doğru olur? Belki de sorumuzun cevabı M. Kemal’in şu sözünde gizlidir: “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”

Takvimlere baktığımızda Millî bayramlar adı altında bazı tarihler görürüz: TBMM’nin açılış tarihi olan ve çocuklara armağan edilen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Kurtuluş Savaşı’nın başlama tarihi olan ve gençlere armağan edilen 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor bayramı, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılma tarihi olan, 30 Ağustos Zafer Bayramı, Hilâfet’in kâğıt üzerinde isminin kalacağı, sulta yönünün ilga ediliş tarihi olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gibi...

Yazılan tarih karşısında gerçekten çok şaşkınız… Çünkü bu sayede atasını tanımayan, hatta utanan ve kesinlikle bir daha dünyanın efendisi olduğu o günlere dönmek istemeyen nesiller yetişti. Yetişen bu nesil öyle çaresiz bırakıldı, öylesine düşünme melekeleri ellerinden alındı ki, içinde bulunduğu insanlık dışı yaşantısını sorgulamak yerine “kötünün iyisidir” fetvalarıyla sinesine çekildi.

Bu tarihler hakkında okullarda bizlere okutula gelen ve halen de okutulan bilgiler kısaca şöyle: Yurdun dört bir yanını düşman sarmış, millet zaruret içinde, Halife (onların tabiriyle Padişah) Saray’da zevkusefa içinde, Büyük Kurtarıcı(!) M. Kemal düşmanla mücadele içinde… Halk Halife’den ve yönetim şeklinden şikâyetçi, umudunu kesmiş, bu arada Halife (Padişah ) milletin malını da alarak kaçmış, çaresiz kalan halk arkada, Kurtarıcı M. Kemal önde, kimi zaman yorgun, kimi zaman (kış ayında) karın üzerinde yattığından dolayı hasta, Anadolu’yu karış karış dolaşarak Millî Mücadele’yi köklüdeğişim

Allah’ın izniyle her olaya aydın bakan bizler, bu olaya da aydın bakıp sizleri aydınlatacağız, inşaAllah. Bu aydınlatmanın sonunda sizler karar vereceksiniz, Allah’ın vahyi ile yönetilen Đslâm Devleti mi, beşer aklından çıkan nizamlarla yönetilen

33

mart 2008


tarih yalan söylemez! ama ya,… Laik devlet mi? Sizler karar vereceksiniz, Đslâm Devleti ilga edildiğinden dolayı bayram mı yapalım, ağıt mı yakalım? Yine sizler karar vereceksiniz, yerimize çakılıp kalalım mı, tekrar o güzel günler için var gücümüzle çalışalım mı?

Đşte Rasulullah’ın sözlerini kendisine kılavuz yapan örnek şahsiyetlerden biri Ümmet’in dördüncü Halifesi olan Ali RadiyAllahu Anh… Halifeliği zamanında çarşıda bir Yahudi’nin sırtında kendi zırhını görür ve zırhı ister. Yahudi vermeyince birlikte Kadıya giderler. Ali RadiyAllahu Anh’in kendi atadığı Kadı Şureyh’in karşısına çıkarlar. Đslâm’a göre davacı iki şahit getirir, davalı yemin eder. Yahudi zırhın kendisine ait olduğunu iddia ederek yemin eder. Kadı Ali RadiyAllahu Anh’den iki şahit ister. Ali RadiyAllahu Anh tek şahit gösterir. Dava Yahudi’nin lehine sonuçlanır. Bu hükme razı olan Ali RadiyAllahu Anh’ın tutumu karşısında etkilenen Yahudi, oracıkta Müslüman olur.

Đnsanların ihtiyacı olan tüm nizamları, onları çok iyi tanıyan el-Müdebbir (Düzen Sahibi) olan Yüce Allah koymuştur. Đslâm, Yaratıcıyı akıl yoluyla bulduğundan ve her şeyi akla mebni açıkladığından aklı tatmin eden, insanlarda var olan garizeleri (içgüdüleri) ve uzvî (organik) ihtiyaçlarını doğru bir doyumla doyurduğundan fıtrata uygun olan, Yaratıcısını bulup O’nun koyduğu ölçülerle garizelerini ve ihtiyaçlarını tatmin sonucunda kalpte oluşan güvenle yegâne doğru dindir. Ayrıca “nereden geldim, niçin geldim, nereye gidiyorum” sorularıyla zihni karışan ve doğru cevabı bulamadığı takdirde büyük sıkıntılar yaşayan insana, doğru cevap veren ve kendisinden doğru nizamların fışkırdığı yegâne doğru Akidedir. Hal böyle olunca da, bu Akideyi kendisine ideoloji edinmiş Đslâm Devleti de tek doğru Devlet oluyor.

Müslüman bir kadının başörtüsünün Bizans askeri tarafından çekilmesinden sebep ordu ayağa kaldıran Mutasımlar, Fransa’da sahnelenen bir oyunda Allah Rasulü’ne hakaret içerdiği haberi kendisine geldiği an Küffara “Tez oyunu sahneden kaldırın yoksa Đslâm Ordusu’nun atlarının nal seslerini ülkenizde duyarsınız” diye haykıran Halifeler, hep Đslâm’ın yetiştirdiği yöneticilerdi.

Đslâm’da nizamı tatbik eden devlettir. Devlet’te tatbik eden ise, yönetici sıfatıyla; Halife ve insanlar arasındaki husumetleri hükme bağlayan; Kadı’dır. Halifeler de, Kadılar da Allah’ın hükmünden kıl kadar sapmadan ve Allah’tan korkarak insanları yönetmişlerdir. Her zaman bulundukları makamın ağırlığında ezilmişlerdir. Bu öyle bir ağırlık ki, Ömer RadiyAllahu Anh’a, “Taş, toprak olaydım da hesabı zor bu işi üstlenmeseydim” dedirtmiştir. Çünkü onlar Allah Rasulü’nün şu sözünü kendilerine şiar edinmişlerdi:

Bir de Hilâfeti ilga edip yerine kurdukları Cumhuriyet’in yöneticilerine bakalım: Mutasım başörtüsü için ordular ayağa kaldırırken, şimdiki yöneticiler başörtüsünü kendi çıkarlarına alet ediyorlar. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Efendimize yapılan hakaretler arşa yükselirken, Müslüman geçinen yöneticiler adeta dilsiz şeytan oluyorlar. Bırakın haykırmayı, efendilerinden korktukları için kınayamıyorlar bile. Đslâm Devleti’nin kâfirler tarafından çeşitli hile ve desiselerle yıkılmasına ramak kaldığı 1913 yılında yüzölçümü Avrupa-i Osmaniye’de 180.000 km, Asya-i Osmaniye’de 1.800.000 km, Afrika-i Osmaniye’de 3.000.000 km. yani toplam 4.980.000 km kareydi. Yönetilecek alan bu kadar büyük iken, tek ve en hızlı ulaşım aracı at iken ve topraklarında her ırk, din ve dilden insan yaşarken yine de huzur hâkimdi. Đnsanlar Devlet’ten öyle

‫ﻪ‬ ‫ﻋﹶﻠﻴ‬  ‫ ﻓﹶﺎﺸﹾ ﹸﻘﻕﹾ‬‫ ﹺﻬﻡ‬‫ﻋﹶﻠﻴ‬  ‫ﻕ‬ ‫ﺸﱠ‬ ‫ﺌًﺎ ﹶﻓ ﹶ‬‫ﺸﻴ‬ ‫ﻲ ﹶ‬‫ﻤﺘ‬ ‫ ﹺﺭ ُﺃ‬‫ َﺃﻤ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﻲ‬  ‫ﻭِﻝ‬ ‫ﻤﻥ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﺍﻝﱠﻠ‬ ‫ﻪ‬ ‫ ﹸﻓﻕﹾ ﹺﺒ‬‫ ﻓﹶﺎﺭ‬‫ﻕ ﹺﺒ ﹺﻬﻡ‬ ‫ﺭ ﹶﻓ ﹶ‬ ‫ﺌًﺎ ﹶﻓ‬‫ﺸﻴ‬ ‫ﻲ ﹶ‬‫ﻤﺘ‬ ‫ ﹺﺭ ُﺃ‬‫ َﺃﻤ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﻲ‬  ‫ﻭِﻝ‬ ‫ﻤﻥ‬ ‫ﻭ‬ “Allah’ım; kim benim ümmetimin işlerinden bir iş üstlenirse ve ona zorluk çektirirse ona zorluk çektir. Kim benim ümmetimin işlerinden bir iş üstlenirse ve ona merhamet gösterirse ona merhamet göster.” (Muslim) köklüdeğişim

34

nisan 2008


tarih yalan söylemez! ama ya,… Laik Devlet’in arasındaki farklar bunlarla sınırlı değil elbette, örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ama burada açığa çıkan ve önemli olan şey, her iki devletin de akideleri, bu akidelerinden çıkan nizamları ve nizamları uygulama keyfiyetleri... Đşimiz kişilerle değil, sistemlerledir. Đnsan fanidir, biri gider öteki gelir. Kısacası bizim ilgilendiğimiz devletlerin ideolojileridir.

memnundular ki, Batı’daki Haçlılar, Đslâm Devletinin tebaası olan Hıristiyanlardan Đslâm Devleti’ni yıkmak için yardım istediklerinde aldıkları şu cevap tarihe geçmiştir: “Bu topraklarda haç görmektense sarık görmeyi tercih ederiz.” Hatta cephede kendi dindaşlarına karşı Đslâm’ın askerleriyle birlikte çarpışmışlardır. - Oysa bu kocaman asırlık çınarı yıkıp, yerine kurdukları TC’nin yüz ölçümü sadece 814.578 km karedir (kâfirlerin parçalayıp-bölüp bize sadaka olarak verdikleri alan). Yönetilecek alan bu kadar küçük iken, teknoloji altın çağını yaşıyor iken, Doğu’da halen elektriği-suyu olmayan köyler mevcut. Bu Devlet, kendi topraklarında yaşayan doğulu ve batılı vatandaşları arasındaki dengeyi bile sağlayamamışken nasıl olur da Yüce Dini’nin, Rahmet Peygamberi’ne dil uzatan kâfirin dilini kopartacak gücü bulur. Tabiî ki buna gücü yetmez.

Bildiğimiz üzere ideoloji, mutlaka bir şahsın zihninde neşet eder. Bu, ya Allah’ın vahy edip emrini tebliğ etmesi ile olur, ya da o şahısta parlayan bir deha ile olur. Kendisine Allah’ın vahy etmesi ile insanın zihninden neşet eden ideoloji, insanın, kâinatın, hayatın yaratıcısı olan Allah’tan geldiği için sahih ideolojidir. Kendisinde parlayan bir deha ile şahsın zihninde neşet eden ideoloji, varlıkları ihata etmekten aciz, sınırlı bir akıldan doğduğu için batıl ve fasittir. “Anlatılmaz yaşanır” kabilinden bu fasitliği 84 yıldır soluyoruz...

- Yine bu Devlet tarafından içinden çıkılmaz bir hal almış olan hastaneleri, bakın sınırları Çin’e kadar uzanmış olan Đslâm Devleti nasıl çözmüş. Seyyar doktorlar, ev ev gezerek insanları evlerinde tedavi ediyorlardı. Hastanelik bir vaka olduğunda onu hastaneye sevk ediyorlardı. Tüm bu işler de ücretsiz yapılıyordu.

Evet, bu anlattıklarımızdan sonra, sizlere tekrar soruyoruz: 23 Nisan günü çocuklarımızın ellerinden tutup, okul meydanlarında, Hilâfet kaldırılıp yerine beşer kaynaklı Laiklik, Demokrasi, Cumhuriyet getirildi diye bayram yapıp alkış mı tutalım, yoksa uyuduğumuz gaflet uykusundan bir an önce uyanıp da boynumuzda farz olarak duran Đslâm Devleti için var gücümüzle çalışalım mı?

- Yine Đslâm Devleti’nde yüksek öğretime kadar eğitim, devlet tarafından ücretsiz karşılanıyordu. Batı’nın şimdilerde yanlışlığını kabul ettiği karma eğitim, Đslâm’ın okullarında asırlardır uygulanmıyordu.

Davet bizden icabet sizden. ‫ﺎ‬‫ﻋﺎﻜﹸﻡ ِﻝﻤ‬  ‫ﺩ‬ ‫ل ِﺇﺫﹶﺍ‬ ِ ‫ﻭ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻭﻝِﻠ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻭﺍﹾ ِﻝﹼﻠ‬‫ ﹶﺘﺠﹺﻴﺒ‬‫ﻤﻨﹸﻭﺍﺴ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﺎ ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻴﻬ‬‫ﺎ ﺍﹾ َﺃ‬‫ﻴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻪ ِﺇﹶﻝﻴ‬ ‫ﻭَﺃﱠﻨ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻭ ﹶﻗﻠﹾ ﹺﺒ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﻤﺭ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﺒﻴ‬ ‫ل‬ ُ ‫ﻭ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻭﺍﹾ َﺃ‬‫ﹶﻠﻤ‬‫ﺍﻋ‬‫ ﻭ‬‫ﻴ ﹸﻜﻡ‬‫ﻴ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﺸﺭ‬ ‫ ﹶ‬‫ﹸﺘﺤ‬

- Yine Đslâm Devleti’nde mülk, ferdi, devlet ve kamu mülkü diye üçe ayrılır. Devlet’in kamuya ait bu mülkleri kişiye ve kişilere özelleştirme adına satması caiz değildir. (Tüpraş, SeKa, Telekom, vs. gibi…)

Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O ‘na döndürüleceksiniz. (el-Enfal 24)

Vahiy kaynaklı Đslâm Devleti’yle, beşer kaynaklı

köklüdeğişim

35

nisan 2008


Ekrem Muakkil

gĂźndem

bilgi@kokludegisim.com

Hilâfet’in YÄąkÄąlÄąĹ&#x; YÄąldĂśnĂźmĂźnde YĂśneticilerin Devam Eden CĂźrĂźmleri (2) SĂśzde MĂźslĂźmanlar, kendilerinin de MĂźslĂźman olduklarÄąnÄą sĂśyleyerek Ä?slâm dÄąĹ&#x;Äą siyaset yaparak, MĂźslĂźmanlara zulmetmekten vazgeçmelidirler!

net ile hĂźkmetmelerini tamamen yasakladÄąlar. Kitap ve SĂźnnet’in emriyle iĹ&#x; yapanlarÄą aÄ&#x;Äąr cezalara çarptÄąrdÄąlar ve halen MĂźslĂźmanlarÄą inancÄąndan dolayÄą çeĹ&#x;itli cezalara çarptÄąrmaktadÄąrlar. Bu zulĂźmler karĹ&#x;ÄąsÄąnda Allah Teâlâ’nÄąn Ĺ&#x;u buyruÄ&#x;unun tecellisini bekliyoruz.

Serbest Ä?radeleriyle Ä?slâm’Ĺ Kabul Edenlerin Dikkatlerine!

ŮŒ Ů? ŮŽ Ů? ‍ ŮŽ ا‏ Ů’ ŮŽ ‍ن‏ Ů‘ ‍ Ů?ؼ‏ ŮŽ ‍َأ‏

Allah SubhanehĂť ve Teâlâ’nÄąn KitabÄą, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in SĂźnneti’yle yĂśnetim yapÄąlÄąp hĂźkmedilmesi DĂźnya MĂźslĂźmanlarÄąnÄąn ortak ihtiyaçlarÄądÄąr. ÇßnkĂź DĂźnya’da 1924’ten bu yana Rasulullah’Ĺn yĂśnetimi ve hĂźkmetmesi gibi yĂśnetim yapÄąlÄąp hĂźkmedilme yoktur. Oysaki aynÄą Ĺ&#x;ekil yĂśnetim yapÄąp hĂźkmetmek MĂźslĂźman toplumuna gereklidir, farzdÄąr. ÇßnkĂź bĂśyle konularda Rasulullah’Ĺ Ăśrnek almak gereklidir. Elzem olan bu ihtiyacÄą karĹ&#x;Äąlamakta mĂźkellef olan bĂźtĂźn MĂźslĂźmanlarÄąn ortak gĂśrevidir.

(Ey MĂźslĂźmanlar) Dikkat edin, agâh olun Allah’Ĺn yardÄąmÄą çok yakÄąndÄąr. (el-Bakara 214) Halen DĂźnya MĂźslĂźmanlarÄąnda Kitap-SĂźnnet hĂźkĂźmleri tatbikatta, uygulanmakta deÄ&#x;ildir. Bunun için Kitap ve SĂźnnet hĂźkĂźmlerini icraata, tatbikata koymak MĂźslĂźmanlar Ăźzerinde farz olan bir gĂśrevdir. Bu dinin kesin bir emirdir. Bu emir Allah Teâlâ’nÄąn KitabĹ’na, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in SĂźnneti’ne inanan MĂźslĂźmanlar tarafÄąndan mutlak ve muhakkak yerine getirmelidir.

Rasulullah takriben 10 yÄąl, Ashab-Äą Kiram, Tabiin, Etba-ut Tabiin ve 1900’lĂź yÄąllara kadar MĂźslĂźmanlar sadece Kitap ve SĂźnnet ile yĂśnetim yapÄąp hĂźkmettikleri, gereken deliller ile tespit edilmiĹ&#x;tir. Aksini ispatlamak mĂźmkĂźn deÄ&#x;il. ÇßnkĂź o zamanlar MĂźslĂźmanlarda Kitap ve SĂźnnet’ten baĹ&#x;ka, Laiklik, Demokrasi, Cumhuriyet diye herhangi bir deyim ve mefhum yoktu. MĂźslĂźmanlara bu mefhumlar AvrupalÄą Kapitalizm akidesine inanan Kapitalistler tarafÄąndan getirildi. Dini devletten ayÄąran Laiklik akidesini ve bu akideden doÄ&#x;an Demokrasi, Cumhuriyet ilkelerini benimseyen, kendilerinin de MĂźslĂźman olduÄ&#x;unu sĂśyleyen bir takÄąm devlet ricali/Demokratlar tarafÄąndan alÄąndÄą, kabul edildi. Ä?Ĺ&#x;te bu menfur akide ve bu akideden doÄ&#x;an kanun ve yasalarÄą kabul edenler Ä?slâm yĂśnetimini, Ä?slâm ĹžeriatĹ’nÄą kaldÄąrdÄąlar, MĂźslĂźmanlara, Kitap ve SĂźn-

Bunun için çalÄąĹ&#x;an bir kitle olan ve 1953’te kurulan Hizb-ut Tahrir’i burada zikretmekte fayda vardÄąr. Zira kurulduÄ&#x;u gĂźnden bu yana Rasulullah’Ĺn metodunun aynÄąyla; kÄąrÄąp-dĂśkmeden, yakÄąp-yÄąkmadan, herhangi bir maddĂŽ eyleme baĹ&#x;vurmadan, Ä?slâmĂŽ fikre dayalÄą olarak yeniden RaĹ&#x;idĂŽ Hilâfet Devleti’nin kurulmasÄąnÄąn mĂźcadelesini veren bu Kitlenin ve Ăźyelerinin karĹ&#x;ÄąsÄąna sĂźrekli olarak Dini devletten ayÄąran Laiklik akidesinden alÄąnmÄąĹ&#x; olan Demokrasiyi benimsemiĹ&#x;, Ä?slâm ĹžeriatĹ’nÄą istemeyen ve fakat MĂźslĂźman olduklarÄąnÄą sĂśyleyen siyasĂŽler çĹkÄąyor. Bu siyasĂŽler, Ä?slâm dÄąĹ&#x;Äą yaptÄąklarÄą faaliyetlerin, yĂźrĂźttĂźkleri siyasetin doÄ&#x;ru olduÄ&#x;unu, Ä?slâm’a uygun, MĂźslĂźmanlara yararlÄą olduÄ&#x;unu sĂśylĂźyorlar. Ä?Ĺ&#x;te bu tutum ve davranÄąĹ&#x;larÄąyla, Ä?slâm’Ĺn hayata gelmesine, Ĺžeriat hĂźkĂźmlerinin tatbikata koyulup uygulanmasÄąna en bĂźyĂźk engeli, Ä?s-

kĂśklĂźdeÄ&#x;iĹ&#x;im

36

mart 2008


hilâfet’in yıkılış… lâm dışı siyaset güden siyasîler teşkil ediyorlar. Bunlar, Kitap ve Sünnet’e inandıklarını kabul ettiklerini fakat Kitap ve Sünnet’ten oluşan Đslâm Şeriatı’nı kabul etmediklerini, Đslâm’ı istediklerini fakat Đslâm Şeriatı’nı istemediklerini ortaya koyuyorlar. Yeniden Raşidî Hilâfet Devleti’ni isteyenlerin karşısına genelde bir ateist, bir dinsiz, bir kâfir çıkmıyor; Laiklik akidesinden doğan Demokrasiyi can-ı gönülden benimseyen, Müslüman olduğunu söyleyenler çıkıyor. Serbest iradeleriyle Đslâm’ı kabul eden samimi Müslümanlar, 1924’ten sonraki siyasîlerin Đslâm dışı siyaset ve faaliyetler yürüterek, her yönden Đslâm’ın hayata hâkim olmasını bütün güçleriyle engellediklerini iyice bilip, görüp, anlamalıdırlar; hiçbir neden göstermeden onları takip etmekten, onların uydusu olmaktan vazgeçmelidirler.

olduğunu da fiilen göstermiştir. Yine Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem Din’in hükümlerinin, Müslümanların hayatlarında hâkim durumda olmadığı zaman nasıl ve ne şekilde bir yol takip edilerek hâkim duruma getirileceğinin de numunesi olmuştur. Özet olarak belirlemeye çalıştığımız husus şudur: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Din’in hayata hâkim kılınmasının değişmeyen tek örneği ve metodudur. O’nun bu husustaki örnekliği şöyledir: Đslâm Medine’de de duyurulup, tanıtıldıktan sonra Risalet-i Nebi’nin 12. Miladî 622. senede, Đnikad Biat’i için Medine’den Mekke’ye gelen 73 erkek 2 kadın, 75 kişi ile Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem gizlice görüşüp, tanışıp anlaştılar ve Akabe Mevkii’nde biatleşme hususunu kararlaştılar. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, biat’e gelenleri tamamen kendi öz iradeleriyle baş başa bırakıp onlara şöyle dedi:

Rasulullah’ın şu hadis-i şerifine kulak vermelidirler:

‫ ﻭﻻ ﺘﻨﺘﻅﺭﻭﺍ ﻏﺎﺌﺒ ﹰﺎ‬،‫ﻻ ﺘﻭﻗﻅﻭﺍ ﻨﺎﺌﻤﺎﹰ‬

“Uyanık mümin aynı bir delikten iki defa ısırılmaz” Artık Müslümanlar gafletten uyanmalıdırlar. Az bir zaman değil 84 yıldır. Avrupalı kâfirlerin Kapitalizm akidesi, Laiklik zehriyle zehirlenmeye son vermelidirler. Şari’ tarafından kendilerine tanınan her türlü dünyevî ve uhrevî meşru haklarını ellerinde tutmalıdırlar. Kendi öz yurtlarında adeta esir muamelesi görmekten kurtulmalıdırlar. Görüp-bildikleri ve kurtulma imkânlarına sahip oldukları halde şu zalimlerin zulümleri altında inim inim inlemeye son vermelidirler. Müslümanlar, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu örneğiyle yeniden Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurma yolunda olmalıdırlar:

“Uyuyanları uyandırmayın, hazırda olmayanları beklemeyin.” O Đkinci Akabe Biati’nde adeta şunlar belirtilip ortaya koyuluyordu: Bu biatle sadece davette bulunup ezaya, cefaya sabretmekle kalınmayacak, bu noktalar aşılıp Müslümanların kendi nefislerini kuvvetle müdafaa edebilecekleri öyle bir noktaya ulaşılacak ki o nokta da, Đslâm’ın Devleti olacak. Đslâm Devleti, yapılması gerekli mühim ve hassas şu hususları yerine getirecek: 1- Toplumda, Đslâmî hükümleri tatbik edip uygulayacak, 2- Cihanşümul bir davet olarak Đslâm’ı bütün insanlara taşıyacak,

Din-i Đslâm’ı bize getiren Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Đslâm’ın ne olduğunu, nelerden ibaret olduğunu, nasıl korunacağını ve nasıl idame ettirilip hayatiyetinin nasıl sürdürüleceğini bütün teferruatıyla bildirmiştir. Bildirip tanıttığı dinin bütününü bir numune-i imtisal olarak yaşamış ve dinin bütününün yaşanmasının mümkün ve gerekli köklüdeğişim

3- Đslâm Akidesini ve Đslâm hükümlerini müdafaa edip koruyacak, Đslâm’ın yayılmasına, uygulanıp tatbik edilmesine karşı çıkan bütün engelleri güçle, kuvvetle ortadan kaldıracak. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, bunları onlara anlattı. Onların hüsnü kabullerini, bu işe

37

nisan 2008


hilâfet’in yıkılış… hazır olduklarını gördü ve anladı. Bayramın ikinci günü gecesinin son üçte birinde Akabe’de buluşmak üzere sözleştiler. Sözleşmeye uygun belirlenen saat ve yerde buluştular. Gereken konuşmalar yapıldı ve şöyle diyerek biatleştiler:

Şeriyye Medine-i Münevvere’de Devlet’in kurulmasıyla hayata geçirilip, her gelen hüküm tedricilik gözetilmeden hemen tatbikata koyulup, akidenin, Şer’î hükümlerin korunması ve Devlet yoluyla Davet’in dünyaya taşınmasına başlanıldı. Devlet’in kurulduğu o günden Devlet’in yıkıldığı 4 Mart 1924’e kadar dünya Müslümanlarının hepsinde, istisnasız devlet ve hayat işlerinin hepsinde vahyin bildirdiği Şer’î hükümlerle yönetim yapılıp hükmedilmiştir. Bilindiği gibi Devlet’in kurulması Şer’î hükümlerin tatbikata koyulması ancak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Ashab-ı Kiram tarafından olmuştur. Bu da, bu işin gerekli ve doğru olduğunu göstermektedir. Bunlar, Yaratan’dan gelen, Rasulullah’ın tatbikata koyduğu Şer’î hükümlerdir. Şer’î hükümler ise Müslümanlar tarafından değiştirilemez ve kaldırılamaz.

‫ ﻭﺃﻥ ﻻ ﻨﻨﺎﺯﻉ‬،‫ ﻓﻲ ﺍﻝﻤﻨﺸﻁ ﻭﺍﻝﻤﻜﺭﻩ‬،‫ﻋﻠﻰ ﺍﻝﺴﻤﻊ ﻭﺍﻝﻁﺎﻋﺔ‬ ‫ ﻻ ﻨﺨﺎﻑ ﻓﻲ ﺍﷲ‬،‫ ﻭﺃﻥ ﻨﻘﻭﻡ ﺃﻭ ﻨﻘﻭل ﺒﺎﻝﺤﻕ ﺤﻴﺜﻤﺎ ﻜﻨﺎ‬،‫ﺍﻷﻤﺭ ﺃﻫﻠﻪ‬ ‫ﻝﻭﻤﺔ ﻻﺌﻡ‬ “… Zorlukta ve kolaylıkta işitip itaat edeceğimize, ehli (yöneticiler) ile yönetim hakkında çekişmeyeceğimize, her nerede olursak olalım, hakkı ikame edeceğimize veya söyleyeceğimize ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dair bey’at ettik.” dediler. Böylece Đslâm’ın hayata hâkim kılınması ve hâkimiyetin sürdürülüp devam ettirilmesi için Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: ‫ﻤ ﹺﻬﻡ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﹶﻗﻭ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻴﻜﹸﻭﻨﹸﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ﻴﺒ‬‫ﺭ ﹶﻨﻘ‬ ‫ﺸ‬ ‫ﻋﹶ‬  ‫ﻡ ﺍﺜﹾ ﹶﻨﻲ‬ ‫ﻤﻨﹾ ﹸﻜ‬ ‫ﻲ‬  ‫ﻭﺍ ِﺇﹶﻝ‬‫َﺃﺨﹾ ﹺﺭﺠ‬

Şer’î hüküm; Şari’in kulların ef’aline müteallik hitabıdır. Đşlerle alakalı Şari’ tarafından belirlenip konulanlar Şer’î hükümdür. Đnsanlar tarafından belirlenip koyulan hükümler -ne hakkında olursa olsun-; düşünceler, tasarılar, tasavvufî ve felsefî meseleler… hiç biri Şer’î hüküm değildir. Şer’î hüküm, Müslümanlar için söz konusudur. Gerçek inanan müminlerle, -sözde- inandıklarını söyleyen Müslümanlar, Şer’î hükümler konusunda birbirlerinden ayrılırlar. Gerçek inananlar, asırlar boyu Şer’î hükümleri geldiği gibi alıp kabul etmişler, inanancında samimi olmayanlar ise çeşitli bahanelerle Şer’î hükümleri geldiği, konduğu gibi alıp kabul etmemişler. Bunun için Müslümanlar Şer’î hükümler konusunda ve hayata hâkim kılınması hususunda iyi düşünüp, son derece hassas davranmalıdırlar. Müslümanların bu dünyada refah ve huzurlu, öbür dünyada mesut ve sürurlu olmaları Şer’î hükümlerin tatbik edilip uygulanmasına bağlıdır. Bunun için Şer’î hükümlerin varlığına inanmakla beraber, Şer’î hükümlerin tatbik edilip uygulanması da bununla birlikte olmalıdır. Günümüzdeki Müslümanlarda çözüme kavuşturulması gereken

“Đçerisinde bulundukları kavimleri temsil etmek üzere aranızdan bana on iki nakip seçiniz.” Onlar da aralarından on iki nakip çıkardılar; bunların dokuzu, Hazreç’ten üçü de Evs’tendi. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem nakiplere şöyle dedi: ‫ ﻜﻜﻔﺎﻝﺔ ﺍﻝﺤﻭﺍﺭﻴﻴﻥ ﻝﻌﻴﺴﻰ ﺒﻥ‬،‫ﺃﻨﺘﻡ ﻋﻠﻰ ﻗﻭﻤﻜﻡ ﺒﻤﺎ ﻓﻴﻬﻡ ﻜﻔﻼﺀ‬ ‫ ﻭﺃﻨﺎ ﻜﻔﻴل ﻋﻠﻰ ﻗﻭﻤﻲ‬،‫ﻤﺭﻴﻡ‬ “Siz, kavminizin kefillerisiniz. Havarilerin Đsa b. Meryem için kefillikleri gibi. Ben de, kavmimin (yani Müslümanların) üzerine kefilim.” dedi. Đşte bu Đkinci Akabe Biati ile Đslâm Devleti’nin temeli atılmış ve Devlet Reisi de belirlenmiş oldu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Medine’ye hicret etmesiyle Devlet’in başına geçip devlet ve hayatla ilgili bütün işleri vahyin, dinin, Đslâm Şeriatı’nın bildirdiğine uygun olarak yaptı ve yürüttü. Böylece Din hayata hâkim kılınmış oldu. Artık her şey Din’in buyruğuyla yapılır yürütülür oldu. Özet olarak belirlemeye çalıştığımız, bu yapıyla Mekke’yi Mükerreme’de gelen vahy-i Đlahi, Ahkâm-ı köklüdeğişim

38

nisan 2008


hilâfet’in yıkılış… ra Müslümanlar her yönden (iktisadî, içtimai ve ahlakî v.b.) zulme uğratılmaktadırlar. Şer’î hükümlerin uygulamadan kaldırıldığı dönemlere dikkatle bakıldığı zaman uygulanan zulüm bütün çıplaklığıyla görülmektedir. 4 Mart 1924’ten bu yana, Şer’î hükümler Laik-Demokratlar tarafından hayattan kaldırılmıştır. Dünyanın her yerinde bulunan bütün Müslümanlara apaçık en büyük zulümler yapılmaktadır. Yapılmakta olan zulümler aşikârdır, gizli kapaklı değildir. Laik-Demokratların yapmakta oldukları zulümleri bütün dünya bilip-görmektedir. Burada en ilginç, en iğrenç ve en çok dikkatleri çeken şey; Şer’î hükümleri hayattan kaldıranların ve tekrar yeniden hayata getirilmesine engel olanların, kendilerinin de Müslüman olduklarını söyleyen siyasîlerin olmasıdır. Konuya derin ve aydın bakan herkes -hiçbir izaha gerek kalmadan-, pekâlâ anlar ve bilir ki, dini devletten ve hayattan ayıranlar ve kaldıranlar, Müslümanlara bu büyük zulmü yapanlar, kendilerinin de Müslüman olduklarını, içinde bulundukları siyasî çalışmaları Đslâm adına yaptıklarını söyleyen ve fakat Đslâm Şeriatı’nın, hayat nizamı olmasını kabul etmeyen, Laiklik akidesini benimseyen siyasîlerdir. Bu konuda bizi ilgilendiren ve derinden üzen, serbest iradeleriyle Đslâm’ı kabul edenlerin bunları tanıyamamaları, bunlara tabi olmaları, destek verip arkalarından gitmeleridir. Bu olayda özür beyan edilmez. Zira Şer’î hükümlerin hayattan kaldırılması (unutularak, yanılarak ve zorlanarak) yapılan bir iş değildir. Bunun için Şer’î hükümleri hayattan kaldıranların ve bunlara yardımcı olanların, Müslüman olduklarını söylemeleri düşündürücüdür.

en büyük problemlerden biri de, Şer’î hükümlerin icraata, tatbikata koyulması meselesidir. Şu anda üzerinde durduğumuz, izahına çalıştığımız konu da Şer’î hükümlerin tatbikata koyulması meselesidir. Şari’ tarafından belirlenen Şer’î hükümler, hayata hâkim kılınmadıkça Müslümanların işleri Din’e uygun olarak yürütülemez. Şu anda da Müslümanların hiçbir işi Din’in emriyle, Din’e uygun yürütülmemektedir. Örneğin, dünya hiçbir yerinde Allah Teâlâ’nın emriyle yapılan bir yönetim yoktur. Krallıkta, Cumhuriyette Đslâm’ı yönetim değildir; tartışmaya gerek yok! Muamelatlar, giyinme ve cezalar konularının hiçbiri Dinin emriyle ve Dine uygun yapılmamaktadır. Yaratan’ın belirleyip koyduğu Şer’î hükümlerin Müslümanların hayatlarından kaldırılması, ölçülemeyecek kadar büyük zulümdür. Đslâm da, en büyük zalimin, serbest iradesiyle Allah Teâlâ’nın ayetlerini, Şer’î hükümleri yalanlayan ve onların uygulanıp tatbik edilmesinden yüz çevirenin olduğunu bildiriyor. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyuruyor: ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﺯﹺﻱ ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﺴ ﹶﻨﺠ‬  ‫ﺎ‬‫ﻋﻨﹾﻬ‬  ‫ﻑ‬ ‫ﺩ ﹶ‬ ‫ﺼ‬  ‫ﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺕ ﺍﻝﱠﻠ‬  ‫ﺎ‬‫ﺏ ﺒﹺﺂﻴ‬  ‫ ﹶﻜ ﱠﺫ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻡ‬ ‫ َﺃﻅﹾﹶﻠ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﹶﻓ‬ ‫ﻑ‬ ‫ﺩ ﹸ‬ ‫ﻴﺼ‬ ‫ﺎ ﻜﹶﺎﻨﹸﻭﺍ‬‫ﺏ ﹺﺒﻤ‬ ‫ﻌﺫﹶﺍ ﹺ‬ ‫ﺀ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻭ‬‫ﺘﻨﹶﺎ ﺴ‬ ‫ﺎ‬‫ ﺁﻴ‬‫ﻋﻥ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﺩﻓﹸﻭ‬ ‫ﻴﺼ‬ Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle yakında çok kötü bir azapla cezalandıracağız. (el-En’am 157) Đşte böylece bu ayet-i kerimede, ayetleri (Şer’î hükümleri) yalanlayan, hayattan kaldıran ve uygulanmasından yüz çevirenlerin en büyük zalim olduğu bildiriliyor. Müslümanlar nezdinde de en büyük zulüm, kutsadıkları Şer’î hükümlerin hayatlarından kaldırılmasıdır. Bununla beraber Şer’î hükümler hayattan kaldırıldıktan son-

köklüdeğişim

Selam hak yolda olanların üzerine olsun…

39

nisan 2008


Selim Metin

gündem

bilgi@kokludegisim.com

Đslâmî Beldelerdeki Hain Yöneticilerin Efendileri Kerim Rasul’e ve Müslümanlara Saldırıyorlar! ‫ﻬﻡ‬ ‫ﺴ ﹶﻨ ﹶﺘ‬  ‫ﻭَﺃﻝﹾ‬ ‫ﻬﻡ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺩ‬ ‫ َﺃﻴ‬‫ ﹸﻜﻡ‬‫ﺴﻁﹸﻭﺍ ِﺇﹶﻝﻴ‬  ‫ﻴﺒ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺍ‬‫ﺩ‬‫ َﺃﻋ‬‫ﻴﻜﹸﻭﻨﹸﻭﺍ ﹶﻝ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﻴﺜﹾ ﹶﻘﻔﹸﻭ ﹸﻜﻡ‬ ‫ِﺇﻥ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ ﹶﺘﻜﹾ ﹸﻔﺭ‬‫ﻭﺍ ﹶﻝﻭ‬‫ﻭﺩ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﻭ‬‫ﺒﹺﺎﻝﺴ‬

peşi sıra zanlılardan ikisinin “terörizmle mücadele” kanunlarına göre “devletin güvenliğine karşı tehlike” teşkil etmelerinden dolayı derhâl sınır dışı edilmesini kararlaştırdığını ve üçüncü zanlının da hakkındaki soruşturmanın ardından kuvvetle muhtemelen serbest bırakılacağını açıklamıştır. Nitekim öyle de olmuştur. Zira üçüncü zanlı, serbest bırakılmıştır! Böylece ne yargılamaya, ne deliller sunmaya, ne adlî yargıya, ne savunma makamına, ne de herhangi bir hukukî muameleye ihtiyaç duyulmamıştır. Aksine, egemen olan orman kanunudur ve maksat, Müslümanların beldelerindeki fasit “polisiye” nizamları ve şerrin elebaşı Amerika’yı örnek alarak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e dil uzatmada haddi aşmak, Müslümanlara zulmetmek, Đslâmlarına ve mukaddeslerine saldırmaktır.

Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler de ellerini ve dillerini size kötülükle uzatırlar. Zaten onlar, sizin küfre sapmanızı arzu ederler. (el-Mumtehine 2) Danimarka’da bazı gazeteler, 12 Şubat 2008 günü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret dolu karikatürleri yeniden yayınlama kararı aldıklarını beyan ettiler. Bu beyanat, Danimarka Đstihbarat Teşkilatı’nın, karikatüristlerden birinin suikasta uğramasının engellendiği ve üç zanlının tutuklandığı şeklindeki beyanatından birkaç saat sonra yapılmıştır. Nitekim en az on yedi Danimarka gazetesi Kerim Nebi Aleyhi’s-Salatu ve’s-Selam’ı hâşâ- “terörist” gibi gösteren karikatür başta olmak üzere kindarlık yüklü karikatürleri yayınladı ve gazetelerin genel yayın yönetmenleri bu menfur eylemlerini “ifade özgürlüğünü savunmak”, karikatüristler ve “Jyllands-Posten Gazetesi ile tam bir dayanışma halinde olmak” olarak gösterdiler. Kimileri karikatürlerin yayınlanmasını “zorunlu bir çıkış” olarak değerlendirdiği gibi, Hükümet ve Muhalefet içerisinden birçok ünlü lider, “ifade özgürlüğünü” ve “Demokrasiyi” savunmak amacıyla Đslâm’a karşı kindar beyanatlarda bulundular ve bazıları da “siyasal Đslâm’a” karşı savaşın tırmandırılmasına ve “terörizmle mücadele” kanunlarının ağırlaştırılmasına çağrıda bulundular.

Danimarkalı liderlerin tepkileri, gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin haysiyet kırıcı karikatürlerin yeniden yayınlaması üzerindeki sürpriz ittifakları ve Danimarka Đstihbarat Bürosu’na dikkat çekici bir şekilde resmî destek verilmesi ve övülmesi… bütünüyle, bu iğrenç karikatürlerin ilk kez yayınlandığı iki sene öncesinde gerçekleştirilemeyip şimdi devreye sokulan önceden tezgâhlanmış bir hususa delâlet etmektedir. Bu da korkutmak, zulmetmek ve saldırmak suretiyle Müslümanları, başta Laiklik, Demokrasi ve “ifade özgürlüğü” gibi mefhumlar olmak üzere kokuşmuş Batı Hadaratı’nı kabule zorlamak, Đslâm’dan, Kur’an-ı Kerim’den, Aziz Nebi, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i tazim etmekten ve Đslâm Şeriatı’na bağlılıktan saptırmak maksadıyla Müslümanları terörize etmektir. Zaten bunlar da Danimarka Hüküme-

Dikkat çekicidir ki -ister liderler, isterse basın kesimi olsun- her kesim, sözde “suikast teşebbüsünün” henüz kesinleşmediği ve soruşturmanın tamamlanmadığı gerçeğini görmezden gelmiştir. Dahası Danimarka Đstihbarat Bürosu, tutuklamanın köklüdeğişim

40

mart 2008


islâmî beldelerdeki hain… ti’nin resmî olarak entegrasyon politikasının gerçekleşmesi önünde başlıca engel olarak gördüğü şeylerdir. Bir yönden böyledir, diğer yönden ise; bu, Müslümanlara karşı uygulamalarının hukukîliği hakkında kuşkuların artmasıyla ve kaynaklarının Amerikan ve “Đsrail” istihbarat birimleri olduğu kanıtlanan “terörizm meseleleri” iddialarında sık sık başarısızlığa uğramasıyla, kamuoyunun büyük ölçüde güvenini yitirdiği Danimarka Đstihbarat Bürosu’nun iade-i itibar çabasıdır.

lerde Đslâm ve Müslümanlar aleyhinde düzenlenen komplolara karşı bilinçli olmaya, Đslâm’a, Rasulullah’a ve müminlere karşı bu kindar politik, güvenlik ve medyatik kampanyalar karşısında, Allahu Teâlâ’nın emrettiği şekilde; birbirine kenetlenmiş, bir binanın tuğlaları gibi tek saf olmaya bugünlerde daha çok ihtiyaçları vardır. Ayrıca Müslümanların, Kerim Nebi’miz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e dil uzatılmasına karşı Đslâmî Davet’i taşımada ve Müslümanların beldelerinde Raşidî Hilâfet Devleti gölgesinde Đslâm Şeriatı’nın ikame edilmesinde samimiyetle çalışarak sömürgeci kâfir Batı’ya ve Müslümanların beldelerindeki Batı uşak ve ajanlarına karşı kesin bir cevap verme ihtiyacı da had safhaya ulaşmıştır.

Öte yandan maksat, Danimarka emniyet birimlerinin tutuklama, hapsetme ve hiç kimsenin, zanlıların bile bilmeye hakkı olmayan “gizli” delillere göre, hatta delilsiz, sorgusuz, sualsiz herhangi bir Müslüman’ı sınır dışı etmek şeklindeki uygulamaları kabul edilsin diye kamuoyunu ve Müslümanları alıştırmak için emsal teşkil etmektedir. Zira Batılı Demokratik nizamlarda emniyet teşkilatları, aynen Đslâmî Âlem’deki Batı yanlısı diktatör nizamlarda olduğu gibi hem davacı, hem davalı, hem hâkim, hem de infazcı konumundadır. Dolayısıyla “suikast teşebbüsü” iddiası; meselenin aslını, etkenlerini ve hedeflerini örtbas etmeye yönelik düzmece bir teşebbüsten öte bir şey değildir. Oysa bu suikast girişimi olayının, -doğru olduğunu varsayarsak bilene -sözde- “terörizm” ile ilgilidir, ne de “devletin güvenliği” ile alâkalı olan bir suç meselesidir.

Đslâmî Ümmet’in Halifesiz kaldığı uzun seneler ve son senelerde sömürgeci kâfirlerin ellerini ve dillerini ordularıyla, ölümcül silahlarıyla kuşanarak Đslâmî Beldelerde yaptığı alçakça ve hunharca katliamlar da vakıay-ı adiye dönüşmüş iken, ayrıca Kerim Rasul’e olan saldırılar da artık mutat olarak yaptıkları saldırılara ilave olarak yapılmaktadır. Yeter artık! Đslâm ile Müslümanları izzetlendirecek, lafla değil, amelle Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şanını yüceltecek ve Đslâm düşmanlarına, Şeytan’ın vesveselerini unutturacak güçlü, muktedir ve izzetli bir devleti, Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmanın zamanı artık gelmiştir!

Đğrenç karikatürleri ilk defa yayınladığında “Jyllands-Posten Gazetesi”ni şiddetle müdafaa eden Danimarka Başbakanı’na gelince; o da şöyle diyordu: “Hükümet, ifade özgürlüğünün bekçisi olarak kalacaktır… Mesele, Danimarka halkına, yönetimin dayandığı temel ilkelere saygı duymayan ve kabullenmeyen Danimarka’da bir grup aşırının var olduğunu göstermektedir.” Binaenaleyh Danimarka Başbakanı Müslümanlardan, Nebileri Aleyhi’sSalatu ve’s-Selâm’a dil uzatılmasını ve Dinlerine saldırılmasını kabullenmeleri gerektiğini, aksi takdirde “aşırılık” ile suçlanacaklarını ima etmektedir!

Zira yalnızca Hilâfet, Đslâm’ın Nebisi’ne uzanan sivri dilleri koparır, yalnızca Hilâfet, Müslümanlara ve ezilip sömürülen dünyanın mustaz’af halklarına sahip çıkar, sömürgeci kâfire şimşek olup çakar! Evet, yalnızca Hilâfet Devleti, dünyanın bu kadar iğrenç bir cehennem çukuruna ve sömürgeci kâfirlerin kanlı otlağı olmasına “dur artık” diyebilir! Sömürgeci kâfir yöneticiler birbirlerine bakarak ve meydanda, içinde beyin taşımadıkları boş kafalarını bulacak taşlardan emin itler gibi saldırı kam-

Müslümanların,, Danimarka ve diğer tüm ülkeköklüdeğişim

41

nisan 2008


islâmî beldelerdeki hain… panyalarına peş peşe katılıyorlar. Đşte bu nokta da Danimarka’dan başlatılan menfur kampanyaya 27.02.2008 çarşamba günü Almanya Đçişleri Bakanı da katılarak, tüm Avrupa gazetelerine, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yönelik hakaret içeren karikatürlerin yeniden yayınlanması çağrısında bulundu. Đslâm’a karşı yürütülen bu kindar kampanya, daha önce iddia edildiği gibi, Batılı yöneticiler ile alâkası olmayan sırf bir kısım basın-yayın organları tarafından yürütülen bir kampanya değildir. Bilakis, Đslâm’a ve ehline karşı kapkara bir kin kusan, irili-ufaklı tüm Batılı kâfir devletlerin yürüttüğü bir kampanyadır; kalplerinde gizledikleri kin ve nefret ise çok daha büyüktür!

lâm’ın Nebisi’ne dil uzatmanın “külfeti”, Kâfir Batı nezdinde yok denecek kadar az bir “külfettir”. Öyle ki onların ne siyasî, ne iktisadî, hatta ne de askerî herhangi tasası vardır! Danimarka gazeteleri bu iğrenç karikatürleri yayınlıyor ve bu Bakan böyle bir çağrıda bulunuyor… ancak bu devletler ile kesilen hiçbir alâka yoktur. Aksine elçileri Müslümanların topraklarında onurlu ve saygın bir halde durmaktadır. Elçilerinden herhangi bir elçinin saygınlığına hiç halel gelmiş değildir. Nitekim henüz hiçbiri kötü bir kovma ile hatta sırf kovma ile kovulmuş değildir ve halen bakanları memnuniyetle karşılanmaktadır. Bu Alman Bakan’ın da böyle karşılanması hiç de uzak değildir! Bu iğrenç karikatürler yayınlanıyor ve bu Bakan böyle bir çağrıda bulunuyor… ancak Müslümanların beldelerindeki petrol, Batı’nın damarlarına kan pompalamaya devam etmekte, petrol sevkiyatı azalmaksızın sürmekte, üstelik yöneticiler ve kuyrukları, bu devletlerin ekonomilerini ayakta tutan bankalardaki mevduatlarını geri çekmemektedir! Bu iğrenç karikatürler yayınlanıyor ve bu Bakan böyle bir çağrıda bulunuyor… ancak Đslâm’ın ve Müslümanların düşmanlarına ait askerî üsler gelişmekte, sayıları artmakta, orduları oralarda güvenli ve huzurlu bir halde yatmakta, Müslümanların beldelerinde katliamlar işlemek üzere oralardan bombardıman uçakları havalanmakta… ne kapatılan bir üs, ne de kovulan bir asker bulunmakta, onları incitecek tek bir söz dahi işitilmemektedir!

2 sene önce bu karikatürleri kınamaktan Müslümanların sesleri kısılmış, avazlarının çıktığı kadar haykırmışlardı ki, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yardım edebilsinler… Lâkin netice, yöneticilerin bu sesleri bastırması ve etkinliğini boşa çıkarması oldu. Böylelikle Danimarka gazeteleri, bu karikatürleri tekrar yayınlamaya yöneldiler, hem de bir değil, on yedi gazetede birden! Bununla da yetinmediler, bu kez Alman Bakan devreye girip, ifade özgürlüğü gerekçesiyle bu haysiyet kırıcı karikatürlerin yayınlanmasına hep birlikte ortak olmaları için Avrupa gazetelerine çağrıda bulundu. Şurası muhakkak ki, onlar yalancıların ta kendileridir! Bilakis bu, Đslâm’a ve Müslümanlara karşı içlerinde sakladıkları azgın bir kin ve nefretin tezahürüdür; yoksa onların fikir özgürlüğü sevdalısı olduklarının değil… Madem öyle, ne diye Yahudilerin “Holokost” dedikleri toplu katliamı Yahudiler aleyhine kötü bir şekilde anmaya da cüret etmiyorlar, ağızlarının içinde geviş getirdikleri, çıkarıp çıkarıp yuttukları sözde ifade özgürlüğü palavrasına rağmen?! O halde Müslümanları zayıf görmelerine, binalarına sokulmalarına, duvarlarına tırmanmalarına ve korkmadan-sakınmadan açıkça meydan okuyarak ve aşırı bir provokasyon ile mukaddeslerine dil uzatmalarına sebep nedir? Đslâm’a ve Đsköklüdeğişim

O halde kâfir Batı, Đslâm’a, Đslâm’ın Kur’anı’na ve Đslâm’ın Nebisi’ne dil uzatırken kimden korkacak ki?! Müslümanların beldelerindeki yöneticilerden mi korkacak?! Oysa onlardır, Đslâm’ı arkalarına atanlar; onlardır, Đslâm’ın hadlerini kaldıranlar; onlardır, Đslâm’ın zirve sütunu Cihad’ı durduranlar! Onlardır, sömürgeci Kâfirleri uykusuz bırakan Hilâfet’e karşı savaşanlar; onlardır, Hilâfet’in karşısında gözetler halde dikilip duranlar; onlardır, onu kurmak için çalışanlara savaş açanlar, onları tutukla-

42

nisan 2008


islâmî beldelerdeki hain… yanlar, onları hapislere atanlar, şehadete varan işkencelere uğratanlar! Muhakkak ki bu yöneticilerin meselesi, tahtları, taçları ve koltuklarıdır; Đslâm’ın ve Müslümanların beldelerinin emin bekçileri olmak değildir. Hayır, onların derdi tahtlarıdır, taçlarıdır ve koltuklarıdır; Dini ve dünyayı helak etmek, ülkeleri ve halkları aşağılamak pahasına da olsa! Allah onları kahretsin, katletsin, nasıl da döndürülüyorlar! Sömürgeci Kâfir bunlara hiç değer veriyor mu ki, öfkeli yüzlerinden veya hatta edepli azarlarından korksunlar da, Đslâm’a yahut Đslâm’ın Kur’anı’na yahut Đslâm’ın Nebisi’ne dil uzatmaktan çekinsinler?!

nında Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kabrine kötülük etmeye çalışan iki Nasranî’nin kıssası ki, o zaman H. 557 yılında eş-Şam Valisi Nurettin Zengi idi, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yardım etmek üzere Abbasi Halifesinin bilgisi dâhilinde Medine-i Münevvere’ye giderek o iki Nasranî’yi yakalayıp öldürdü. Nitekim onlar, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in mescidinin yakınında kiraladıkları bir evden Salâvâtullahi ve Selâmuhu Aleyh’in kabrine giden bir tünel kazıyorlardı. Hatta Hilâfet, en zayıf dönemlerinde bile, Đslâm’ın ve Müslümanların emin bekçiliğini yapıyor, sömürgeci Kâfirlerin kalplerine korku salıyordu. Bernard Shaw hatıratında, 1913 yılında yani Osmanlı Hilâfeti’nin zayıf bir döneminde, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hafifçe dokunan bir hikâyenin yayınının, Osmanlı Hilâfet Devleti’nin Londra’daki sefirinden korkarak Lord Chamberlain tarafından engellendiğinden bahsetmiştir.

Muhakkak ki yalnızca Hilâfet, sivri dilleri koparacak da Đslâm’ın koruyucu kalesi olarak duracak, süvarileri canları ve malları pahasına onun emin bekçileri olacak, hiçbir düşman, duvarlarına tırmanmak şöyle dursun, onun binasına yaklaşmaya dahi asla cüret edemeyecektir. Şüphesiz ki Hilâfet’in meselesi Đslâm’dır; tahtlar, taçlar ve koltuklar değildir! Đslâm’a dil uzatmak; Đslâm’a dil uzatanlara Şeytan’ın vesveselerini unutturacak şekilde, uğrunda orduları seferber ederek, füzeler yağdırarak, bombardıman uçakları kaldırarak Hilâfet’in yerinden fırlayacağı bir savaş ilanıdır. Bütün bunlar bir yana, sömürgeci Kâfirler, hatta orduların seferber edilmesine dahi gerek kalmadan, sırf Hilâfet’ten ve tepkisinden duydukları korkudan bile Đslâm’a dil uzatmaya asla cüret edemeyeceklerdir.

Ey Müslümanlar, Allah Subhanehû, Kur’an ile engellemediğini, Sultan (devlet) ile engellemiştir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e dil uzatanlara yönelik binlerce öğüt üstüne öğüt, binlerce çığlık üstüne çığlık, binlerce beyanat üstüne beyanat… ‫ﺓ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺨ‬  ‫ﺍﻵ‬‫ﺎ ﻭ‬‫ﺩﻨﹾﻴ‬ ‫ﻲ ﺍﻝ‬‫ﻪ ﻓ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﱠﻠ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻌ ﹶﻨ‬ ‫ﻪ ﹶﻝ‬ ‫ﻭﹶﻝ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﱠﻠ‬  ‫ﻴﺅْﺫﹸﻭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﻥ ﺍﱠﻝﺫ‬  ‫ِﺇ‬ ‫ﻤﻬﹺﻴﻨﹰﺎ‬ ‫ﺎ‬‫ﻋﺫﹶﺍﺒ‬  ‫ﻬﻡ‬ ‫ﺩ ﹶﻝ‬ ‫ﻋ‬  ‫ﻭَﺃ‬ Muhakkak ki Allah; Allah’ı ve Rasulü’nü incitenleri dünyada ve Ahirette lânetlemiş ve onlar için muhîn (horlayıcı) bir azap hazırlamıştır. (el-Ahzâb 57) kavliyle Allah’ın, Rasulü’nün ve müminlerin lânetlediği böylesi bir kötülüğün kökünü kesecek ordulara sahip mümin bir Halife’nin iki dudağı arasından çıkacak bir sözün onda biri kadar dahi onları caydırmayacaktır.

Hilâfet’in tarihi, Đslâm’a ve Müslümanlara düşkünlüğü dillere destandır. Sırf Đslâm’ın Kur’anı’na ve Đslâm’ın Nebisine kötülük edenlere karşı değil, bundan daha hafif kötülüklerde bile meşhurdur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanında Yahudilerin kendi çarşılarında kötülük ettikleri bir kadının kıssası ki, Müslümanlar bu uğurda savaşıp Yahudileri sürgün ettiler… Rumların kötülük ettikleri bir kadının kıssası ki, onları cezalandırmak için Halife, bizatihi orduya komuta edip Amûriye’yi (Ankara) fethetti… Sonra Abbasi Hilâfet’i zamaköklüdeğişim

Ey Müslümanlar, yardım edileceklerin en hayırlısı olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yardım etmek üzere artık Hilâfetimizi kuralım ve acilen Salavatullahi ve Selamuhu Aleyh’e yönelik bu

43

nisan 2008


islâmî beldelerdeki hain… larına” yol verenler ya da eleştirip kınayanlar, Güvenlik Konseyi’nin bir açıklama veya karar yayınlaması için toplanmasını isteyenler de onlar gibidir!

kötülüğü engelleyelim. Ey Đslâmî Ümmet! Hilâfet’ten başka kim bu kötülüğü ve üzerimize yağdırılan kötülükleri engelleyebilir? Hilâfet ki kalkandır, korunaktır!

Batı’daki ülkelerde Đslâm’ın Kerim Nebisi’ne hakaret edenler ile Müslümanların beldelerinde Müslümanları katledenler el-ele ve kol-kola… Böylesi bir vakıada ne Kerim Nebi’ye, ne de cesetleri paramparça edilenlere yardım; eleştiriyle, kınamayla, açıklamayla, hatta yürüyüşlerle ve gösterilerle olmaz. Muhakkak ki yardım, cepheler açarak, orduları harekete geçirerek olur. Aksi takdirde bu asker, sayıları milyonları aşan ordular ne için vardır? Allah’a ve Rasulü’ne hıyanet edip müminleri yüzüstü bırakanların tahtlarını, taçlarını ve koltuklarını korumak için mi vardır, yoksa Kerim Nebi’ye hakaretleri ve masum yavrucakların akan nezih kanlarının dökülüşünü “izleyenler” için mi vardır? Sanki bunlar, başımızdaki yöneticilerin hiç umurunda olmayan bambaşka bir âlemde meydana geliyormuşçasına! Onlar ki kördürler, sağırdırlar, dilsizdirler, hiç mi hiç akletmezler!

‫ﺍﺌِﻪ‬‫ﻭﺭ‬ ‫ﻤﻥ‬ ‫ل‬ ُ ‫ﻴﻘﹶﺎ ﹶﺘ‬‫ﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻴﱠﺘﻘﹶﻰ ﹺﺒ‬ ‫ﺠﱠﻨﺔﹲ‬  - ‫ﻴ ﹶﻔ ﹸﺔ‬‫ﺨﻠ‬ ‫ ﺍﻝ ﹶ‬- ‫ﻡ‬ ‫ﺎ‬‫ﺍﻹﻤ‬ “Đmam (Halife) bir kalkandır. Onunla korunulur ve onun arkasında savaşılır.” Mesele, Müslümanlar için ölüm-kalım mesesidir. Görülen odur ki; sömürgeci kâfir efendilerinin ellerine bakan Batı uşağı-ajanı aylak yöneticilerden Ümmete ulaşacak hiçbir hayır yoktur. Ayrıca Đslâm’a kötülüğü engelleyecek şey, öyle gizli bir sır değil, açık ve nettir. Đşte bu, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidî Hilâfet’tir. O ki, Arzın ve ırzın koruyucusudur; herhangi bir farz gibi farzdır ve kaçınılmazdır. O halde çalışanlar, ey Müslümanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar! ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﺎ ﹺﺒﺩ‬‫ ﹴﻡ ﻋ‬‫ﻼﻏﹰﺎ ﱢﻝ ﹶﻘﻭ‬ ‫ﺒ ﹶ‬ ‫ﻫﺫﹶﺍ ﹶﻝ‬ ‫ﻲ‬‫ﻥ ﻓ‬  ‫ِﺇ‬ Muhakkak ki bunda, (Allah’a) kulluk eden bir toplum için bir bildiri vardır. (el-Enbiya 106) Ey Müslümanlar, sömürgeci kâfir, asrın tağutu Amerika ve onun kuyrukları mesabesinde olan devletler ve sapkın Yahudiler tüm azgınlıklarını Müslümanların üzerine yağdırılıyorlar. Onlar Filistin, Irak, Afganistan ve Çeçenistan’da menfur cürümleriyle Müslümanları katlediyorlar, yaşlıların, kadınların ve çocukların kanlarını döküp, seller gibi akıtıyorlar. Öyle ki bombalanan yerlerdeki süt çocuklarının cesetleri paramparça etrafa saçılıyor… Kâfirin, Müslümanların beldelerinde işlediği bu korkunç katliamları bütün dehşeti ile canlı yayınlarla naklen tüm dünyaya izlettiriliyor da ajan-uşak yöneticilerin kılı kıpırdamıyor ve de bütün bunlara rağmen başımızdaki bu yöneticiler, ne bir cephe açıyorlar, ne bir ordu gönderiyorlar, hatta blöf olsun bir savaş açma tehdidinde bile bulunmuyorlar! Aksine şehitlerin ve yaralıların sayısını sayıyorlar, âdeta şahit olduklarından haz alırcasına! Yürüyüşler ve gösteriler ile insanların öfkelerini “boşaltmaköklüdeğişim

Bir yandan dünyanın ve Ahiretin izzetini ve her iki cihanda kurtuluşu getiren Kerim Nebimize hakareti artırdıkça artıran kâfirler ile, bir yandan da insanın tüylerini ürperten vahşi katliamları artırdıkça artıran kâfirleri görecekleri kadar gördükleri, öte yandan modern silahlarla donatılmış, saldırganlığa bürünmüş düşman karşısında hafif silahlarla gösterilen yüce kahramanlıkları gördükleri halde, nasıl olur da kışlalarına kapatılmış bu orduların kanları kaynamaz?! Bütün bunları gördükleri halde nasıl olur da Kerim Nebi’nin ve mustaz’af ve mazlum kardeşlerinin imdadına koşmadan yerlerine çakılır kalırlar, önlerine dikilen her yöneticiyi ezip geçmezler?! işte bu kadar hakaret ve işlenen bunca katliam, bu orduların zafere yahut şehadete, dünyada ve Ahirette konumlarını yükseltecek pırıl pırıl ak sayfaların açılması için koşmalarına yetmez mi?! Bu ordular, Allah’a, Rasulü’ne ve müminlere nusret vermiyorlarsa, olmaz olsunlar! Uçaklarımız,

44

nisan 2008


islâmî beldelerdeki hain… Nebilerin ve müminlerin katillerini vurmuyorlarsa, olmaz olsunlar! Tanklarımız, mustaz’afların kanlarını yerde bırakmamak için bombalar yağdırmıyorlarsa, olmaz olsunlar! Füzelerimiz, bir mümin hakkında ne bir ahit ne de bir zimmet gözeten kâfirlerin kalbine çarpmıyorlarsa, olmaz olsunlar!

geçirsinler. Onlar bunu yapmazlarsa, öfkenizi ordulara yöneltiniz ki, harekete geçip küfre karşı savaşsınlar ve kendilerini engelleyen yöneticileri ezip geçsinler. Onlar da bunu yapmazlarsa, köklü değişim yoluyla adaletli ve mücahit Hilâfet’i kurmak için azimlerinizi keskince bileyiniz.

Ey Müslümanların Beldelerindeki Ordular! Doğrusu bu yöneticiler,

Hilâfet’i kurmak için çalışınız; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i ve müminleri sevenler...

‫ﻭ ﹺﺭ‬‫ﺏ ﺍﻝﹾ ﹸﻘﺒ‬ ‫ﺎ ﹺ‬‫ﺤ‬‫ َﺃﺼ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺱ ﺍﻝﹾ ﹸﻜﻔﱠﺎ‬  ‫ﻴ ِﺌ‬ ‫ﺎ‬‫ ﹶﻜﻤ‬‫ﺭﺓ‬ ‫ﺨ‬  ‫ﻥ ﺍﻵ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻭﺍ‬‫ﻴ ِﺌﺴ‬ ‫ﹶﻗﺩ‬

Hilâfet’i kurmak için çalışınız; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret edenlere, Müslümanların kanını heder edenlere öfkeyle dolanlar...

Onlar, Kâfirlerin kabir ehlinden (dirilmelerinden) ümit kestikleri gibi, Ahiret’ten ümit kesmişlerdir. (el-Mumtehine 13) Ancak sizler, bu yaşananlar karşısında kâfirlere cepheler açmaya nasıl güç yetiremezsiniz? Sonra uzun menzilli füzeler ve savaş uçakları sahibi olarak nasıl olur da bunları Kerim Nebinin ve katledilen Müslüman halkların yardımına seferber etmezsiniz? Savaşmadan kuru laf kalabalığı yapmak, riyakârlık yapmak Batı işbirlikçisi yöneticilerin amelleri değil de nedir? Karnından konuşan bu yöneticilerin amelleri ile orduların küffara silah çekmesi aynı kefede olabilir mi hiç?

Hilâfet’i kurmak için çalışınız; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem için öfkelenenler... Hilâfet’i kurmak için çalışınız; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e dil uzatanlar karşısında Allah’ın mümin toplumun gönüllerine şifa vermesini arzulayanlar... Hilâfet’i kurmak için çalışınız; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ittiba edenler… Biat edeceğiniz Halifeyi ortaya çıkarmak için çalışın ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in;

Ey Müslümanlar! Kerim Nebinize ve katledilen Müslüman halkına yardım etmek ve Müslümanları mihnetlerinden kurtarmak, muhakkak ki cepheler açmak ve orduları harekete geçirmek ile olur… Üstelik topraklarımızdaki azgın saldırgan Amerika ve onun mızrak ucu yahudi varlığının işini bitirmek ancak Đslâmî Ümmeti bir bütün olarak Diyar-ul Đslâm’da Hilâfet Rayesi altında toplanmaya çalışmakla olur. Gerçek şu ki bu yöneticiler; yürüyüşler ve gösteriler yoluyla öfkelerinizi “dindirmek” ve Karikatür meselesini ve Müslümanların akan kanları meselesini kapatmak isterler. Her ne kadar bunlar, öfkenizi lisan-ı sıdk ile dile getirmenizin vesilesi olsalar da, asıl olan bu öfkenizi doğru ve etkin istikamete yönlendirmenizdir.

‫ﻴ ﹰﺔ‬‫ﻠ‬‫ﻫ‬ ‫ﺠﺎ‬  ‫ﻴ ﹶﺘ ﹰﺔ‬‫ﺕ ﻤ‬ ‫ﺎ ﹶ‬‫ﻌﺔﹲ ﻤ‬ ‫ﺒﻴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻘ‬ ‫ﻋﹸﻨ‬  ‫ﻲ‬‫ﺱ ﻓ‬  ‫ﻭﹶﻝﻴ‬ ‫ﺕ‬ ‫ﺎ ﹶ‬‫ ﻤ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﻭ‬ “Ve her kim boynunda bey’at olmadan ölürse, cahiliye ölümü ile ölür.” kavlini dikkate alın! Sonra her kim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte haşrolunmak istiyorsa, Hilâfet’i kurmak için çalışsın. Artık sizler de bunu yapmazsanız, ey Đnsanlar, Allah emrini getirinceye kadar bekleyedurun! ‫ﺜﹶﺎﹶﻝ ﹸﻜﻡ‬‫ﻴﻜﹸﻭﻨﹸﻭﺍ َﺃﻤ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻡ ﹶ‬ ‫ ﹸﺜ‬‫ﺭ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﻏﻴ‬ ‫ﺎ ﹶ‬‫ﻤ‬‫ﺩلْ ﹶﻗﻭ‬ ‫ ﹶﺘﺒ‬‫ﻴﺴ‬ ‫ﺍ‬‫ﻭﱠﻝﻭ‬ ‫ﻭﺇِﻥ ﹶﺘ ﹶﺘ‬ Eğer yüz çevirirseniz, (Allah) sizi, sizden başka bir toplum ile değiştirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar. (Muhammed 38)

Müslümanlar olarak öfkelerimizi yöneticilere yöneltelim ki, savaşmaları için orduları harekete köklüdeğişim

45

nisan 2008


Yasin Yavuz

gündem

bilgi@kokludegisim.com

Filistin Kanser Olmuş, Ağrı Kesici mi Verelim? Filistin meselesi, çözümsüz bir halde sürmeye devam etmektedir. Köklü çözüm şöyle dursun, statüko dâhilinde tarafların rıza göstereceği bir ara çözüme dahi varılamamaktadır. Önce 1948’de Yahudi varlığının kurulmasıyla başlayan süreçte Filistin meselesi; “Müslümanların meselesi” iken, meşum 1967 Savaşı’ndan sonra “Arapların meselesi”, Birinci Đntifada akabinde Oslo süreci sonrasında “Filistinlilerin meselesi” haline geldi. Bu giderek daralan çember, son dönemde iyice daraldı.

le yeterli görülmediğini göstermektedir.

Son daralmayı tetikleyen etken, Yahudi varlığı Başbakan’ı Şaron’un 2005 yılında Gazze’den geri çekilmeyi öngören plânı idi. Bu plân, Filistin meselesini; “Gazze meselesi” ve “Batı Şeria meselesi” olarak ikiye, hatta “Kudüs meselesi” de eklenirse üçe parçalamayı öngörüyordu.

Ayrıca gerek Hamas bünyesindeki iç çekişmeler, gerekse Hamas ile Fetih arasındaki çekişmeler, Hamas’ın Gazze’ye hapsedilmesi sürecine götüren neden olan başlıca etkendi. Nitekim Gazze’deki olaylar dikkatle incelendiğinde, çatışmaların çoğunlukla Fetih’in körüklediği tahrikler sonucu alevlendiği görülür. Meselâ; Hamas Hükümeti’nin kurulmasından sonra çatışmaların dinmemesi üzerine Abbas’ın erken genel seçim çağrısı yapması, ateşe benzin dökmek mesabesindeydi. Her ne kadar Hamas Hükümeti’nin, hükümet organları ve bilhassa güvenlik güçleri içerisinde kadrolaşmaya gitmesinin bu çatışmada önemli bir etken olduğu kabul edilse bile, bu tahrikin belirli bir plânlama dâhilinde Hamas’ın Gazze’ye hapsedilmesine matuf olduğu söylenebilir.

Nitekim Hamas’ın iktidara gelmesinden sonra Hamas Hükümeti üzerinde başlatılan siyasî, ekonomik ve diplomatik baskı; hem Hamas’ı Filistin halkı nezdinde küçük düşürmekte, hem siyasî beceriksizliğini açığa vurmakta, hem liderlik ve strateji bakımından hareket içerisinde hararetli tartışmaları ateşlemekte, hem söz konusu muvafakati kabule zorlamakta, hem de -en önemlisi- onu Gazze’ye sürüklemekteydi.

Olaylara geniş bir perspektiften bakıldığında görülmektedir ki, Şaron Plânı’nın infazı ile 2006 yılı Ocak ayında yapılan Filistin genel seçimlerinden Hamas’ın zaferle çıkması arasında şaşırtıcı bir paralellik vardır. Görünen o ki, Hamas’ın iktidara getirilmesi, Şaron Plânı’nın bir parçası idi. Filistin meselesinin kapsamlı barış yoluyla çözümü için, Fetih tarafından temsil edilen Laik Filistin liderliğinin yaptığı gibi, Hamas tarafından temsil edilen Đslâmcı Filistin liderliğinin de devletlerarası çevrelerin Yahudi varlığının maslahatlarına paralel olarak koştuğu şartları sağlaması ve bu bağlamda, Yahudi varlığının ve ilgili devletlerarası anlaşmaların ve kararların tanınmasına, Kudüs’ten vazgeçilmesine, mültecilerin geri dönüş hakkından feragat edilmesine ve benzeri hususlara muvafakat vermesi gerektiği doğrudur. Bununla birlikte, Hamas iktidarından sonra yaşanan süreç, bu muvafakatin biköklüdeğişim

Hamas içerisindeki iç çekişmeler ise, daha vahimdir. Bilhassa Şeyh Yâsin ile AbdulAzîz Rantisi’nin katlinden sonra liderlik krizi yaşayan Hamas, iktidara ulaştıktan sonra, bir de strateji krizi yaşamaya başladı. Liderlik krizinin sebebi, hareket içerisinde herkesçe kabul görebilecek etkin bir şahsın bulunmamasıdır. Meş’al, Heniye, Zahar ve diğerleri gibi birçok liderin varlığı ve her kafadan

46

mart 2008


filistin kanser olmuş, ağrı… bir ses çıkması, Hamas’ın ortak karar alma ve ortak hareket etme kabiliyetine zarar verdi ve hareketin disiplinsizleşmesine ve kontrolsüzlüğüne neden oldu. Đktidar tuzağına düşmesinden sonra karşı karşıya kaldığı strateji krizi ise, hareketi “ılımlılar” ve “radikaller” biçimde ikiye, hatta daha fazla parçaya ayırdı.

Gazze krizini sürdürmek için Fetih’e bağlı 500 kişinin Gazze’ye geçmesini sağladı. Fakat dikkate şayandır ki Hamas, bir bütün olarak Fetih’i hedef almadı. Bilakis Hamas’ın plânı; Abbas ile aralarında sorun teşkil ettiğini düşündüğü Muhammed Dahlan ve Raşid Ebu Şebek gibi liderleri devre dışı bırakmak, Fetih ile “israil” arasındaki ilişkiyi deşifre ederek popülarite kazanmak, halk nezdinde gücünü pekiştirdikten sonra Abbas ile yola devam etmekti. Gelişmelerin ardından Abbas’ın Heniye Hükümeti’ni görevden aldığını açıklamasına rağmen Hamas, Abbas’ı meşru lider olarak tanımaya devam ettiğini açıklaması bunu göstermekteydi. Hamas’ın Fetih ile bağları koparmak istemediği açıktı. Zira bir bütün olarak Fetih’e karşı değil, Fetih içerisinde “işbirlikçi” denilen belirli bir gruba karşı harekete geçildi. Tüm Fetih üyeleri değil, sadece bir kısmı tutuklandı ve daha sonra öldürüldü. Bu nedenle, kendilerine karşı savaşmış elFetih liderleri için bir af ilan ettiler. Ayrıca Fetih, bir bütün olarak Hamas ile çatışmadı. Fetih’in önemli bir kesimi Hamas ile çatışmaktan imtina etti ve kaçmayı tercih etti. Hatta muhtemelen kasıtlı olarak silahlarını bırakarak Hamas’ın bu silahlarla dehşet saçmasına ve Gazze’deki kontrolünü güçlendirmesine olanak tanındı. Nitekim “dünyanın en büyük açık cezaevi” olarak tanımlanan Gazze’ye egemen olan son derece meşakkatli yaşam koşulları, dışlanmışlık ve ümitsizlik içerisinde Hamas’ın Gazze’de istikrar sağlaması varlığı için kaçınılmaz hale geldi. Hamas, Gazze’de bu sorunlar ile cebelleşmenin ötesine gidemeyecek, bunun yerine Gazze’deki otoritesini pekiştirmeye çalışacaktır. Bu nedenle Hamas, gerek kaçakçılık yoluyla ekonomik güçleri bulunan, gerekse silahlı gruplarıyla askerî etkinlikleri bulunan büyük aileler ile karşı karşıya gelmiştir. Ayrıca yabancıları kaçırarak ya da kaçırılanları kurtararak dünya çapında sesini duyurmaya çalışmaktadır. Bu da Gazze’deki krizi daha da derinleştirmektedir. Bir de son gelen haberlere göre

Çatışmaların sona erdirilmesi ve Hamas’ın “yola getirilmesi” için Kral Abdullah’ın himayesinde Mekke’de yapılan anlaşma sonrasında Birlik Hükümeti kurulması da krizin çözümüne yetmedi. Buna Hamas ile Fetih arasında çatışmaların bir türlü sona erdirilememesi neden olduğu gibi, Yahudi varlığı içerisinde baş gösteren siyasî kriz de belirgin bir etken olarak rol oynadı. Zira Olmert Hükümeti, Hizbullah karşında Yahudi varlığının uğradığı Temmuz hezimetini soruşturmak için kurulan Winograd Komisyonu’nun raporunda ağır bir dille suçlandı. O kadar ki Olmert Hükümeti neredeyse düşecekti. Aynı partiden oldukları halde Dışişleri Bakanı Tzipi Livni bile Olmert’i istifaya çağırdı. Olmert ise istifa etmemekte direndi ve Genelkurmay Başkanı Dan Halutz ile diğer bazı yetkilileri görevden alarak ve Đşçi Partisi kongresinde Başkanlığı ve dolayısıyla Savunma Bakanlığı’nı kaybeden Amir Peretz’in yerine Ehud Barak’ın gelmesiyle, krizi bir nebze olsun atlatabildi. Olmert’in bu krizi atlatmasına yardımcı olan faktörlerden biri de Gazze’ye operasyon düzenleyerek dikkatleri dağıtmaktı. Olmert’in iç hesaplarla giriştiği bu operasyon ve şiddetlendirdiği abluka, Gazze’deki krizi daha derinleştirdi. Ayrıca Fetih’e bağlı güvenlik güçlerinin Gazze’ye yönelik yeni bir güvenlik plânını uygulamaya sokarak Gazze’deki adamlarını sokağa dökmesiyle işler iyice kızıştı ve Hamas, ağırlığını Gazze’ye verip geniş çaplı bir operasyonla Gazze’yi tümüyle kontrol altına aldı. Fetih’e bağlı güvenlik ve istihbarat binalarını ve mevcut cephaneleri ele geçirdi ve Fetih’in Gazze’deki varlığını neredeyse tümüyle ortadan kaldırdı. Ama Yahudi, köklüdeğişim

47

nisan 2008


filistin kanser olmuş, ağrı… Fetih, Batı Şeria’daki Hamas liderleri ile temas kurmaktadır. Nitekim 2 Kasım günü Abbas, Hamas’ın Batı Şeria’daki liderlerini birlikte Cuma namazı kılmaya çağırmıştır. Böylece Hamas iyice köşeye sıkıştırılmaktadır. Batı Şeria güçlendirilirken Gazze’nin zayıflatılması, muhakkak ki GazzeŞeria ayrımını pekiştirmektedir. Bu da Hamas’ın iyice tecrit edilmesi, zelil kılınması ve teslim alınması için elverişli bir ortam hazırlamaktadır. Yine de Hamas, henüz halk nezdinde nispeten güvenilir görülebilir. Her ne kadar başvurduğu acımasız şiddet imajını sarsmış olsa da, halk nezdinde Hamas’a yeterince yönetim fırsatı verilmediğini düşünenlerin sayısı az değildir. Buna mukabil Fetih de henüz aklanıp paklanmamıştır. Ne yolsuzluklarla kötüleşen imajı, ne de hareket içerisindeki tutarsızlık giderilmiştir. Bilhassa liderlik sıkıntısını çözememiş, kitlesel toparlanmayı sağlayamamıştır. “Eski nesil””yeni nesil” çekişmesi halen barizdir. Bir diğer ifadeyle 2006 seçimlerinden hezimetle çıkmasından sonra yeniden yapılanma içerisine girmesi beklenen Fetih, bunu henüz gerçekleştirememiştir. Üstelik iş dünyasından gelen Abbas, Arafat gibi karizmatik ve güçlü bir lider değildir. Aksine tüm gücünü Amerika, Yahudi varlığı ve devletlerarası kamuoyunun desteğinden almaktadır.

rasyonuna böylesine sert bir tepki göstereceğini beklemiyordu. Zira Hamas, Fetih’in bazı gruplarına karşı çatıştığı halde, Abbas’ı Filistin’in “meşru” “Devlet Başkanı” olarak tanımayı sürdürüyor, bir bütün olarak Fetih’i hedef almadığını gösteriyordu. Buna rağmen Abbas, Heniye Hükümeti’ni feshetmiş, yerine Selam Feyyad Başkanlığında bir Geçiş Hükümeti’nin kurulmasını sağlamıştı. Hamas’ın kısa vadede “ıslah edilmesi” mümkün görünmediği için, Yahudi varlığı Abbas’ı güçlendirme yoluna gitmektedir. Bunun için aşağıdaki adımlar atılmaktadır: - Batı Şeria şehirlerinin güvenliğinin, Filistin güvenlik güçlerine teslim edilerek Yahudi varlığının perde arkasına gizlenmesi. Nitekim kısa bir süre önce, -genel güvenlik Yahudi’de kalmak üzereNablus’taki güvenlik, Filistin emniyet güçlerine devredildi. Ayrıca iki Amerikalı General bu yeni güvenlik düzenlemesinden sorumlu kılındı. - Kontrol noktalarının azaltılması, - Filistinli tutukluların serbest bırakılması. Bilhassa Fetih’e bağlı bazı tutuklular serbest bırakılmıştır. - Finansal destek sonucu ekonomik durumun düzeltilmesi, - Dondurulan Filistin paralarının serbest bırakılması,

Fetih ile çekişme ve Yahudi ablukasının yanı sıra Gazze’nin tek çıkışı olarak kalan Mısır da Hamas üzerindeki baskının şiddetlenmesine destek verdi. Nitekim Mübarek rejimi, her fırsatta Hamas’ın iktidara gelmesinden duyduğu rahatsızlığı açığa vurdu ve Gazze olayından sonra bu nefretini fiilen gösterdi. Hatta Mübarek, 17 Mayıs 2007’de görüştüğü üst düzey Yahudilere, Hamas konusunda tedirgin olduğunu, örgütün hiçbir zaman “israil” ile barış anlaşması imzalamayacağını, Gazze’nin geleceğinden endişe ettiğini, daha da ötesi Hamas’ın iktidardan düşürülmesi için her şeyin yapıldığını söyledi.

- Batı Şeria’daki bazı Yahudi yerleşimlerinin kaldırılması. Bunların önemli bir kısmı şu anda gerçekleşmiş durumdadır. Yahudi varlığının Gazze’ye bakışındaki en önemli yön, hiç kuşkusuz güvenlik problemidir. Şaron Planı’nın bir parçası da Gazze’de geri çekilmeyi sağlayıp mukabelelerin önünü kesmekti. Öyle de oldu ve Yahudi Ordusu, dilediği zaman havadan nokta vuruşlarıyla, dilediği zaman da karadan vurarak Gazze’yi harap etti. Bazı kaynakların “israil”in 20.000 kişilik bir güçle Gazze’ye girmeye hazırlandığını iddia etmesine rağmen, artık eskisi

Gerçekte Hamas, Başkan Abbas’ın Gazze opeköklüdeğişim

48

nisan 2008


filistin kanser olmuş, ağrı… gibi Yahudi varlığının Gazze’yi tamamen işgal etmesi, görünür gelecekte zayıf bir ihtimaldir. Çünkü hem Yahudi varlığı buna ihtiyaç duymamaktadır, hem de ikinci bir Temmuz hezimetine “israil” kamuoyunda tahammül yoktur. Zira bilhassa Winograd Raporu ile zora düşen Olmert Hükümeti, bazı görev değişiklikleri ile bu krizi atlatmış olsa da, benzer bir hezimet doğrudan Hükümetin yıkılması ile sonuçlanabilecektir. Bunun yerine -kısa bir süre önce Gazze’yi “düşman bölge” ilan etmesine paralel olarak- havadan ve karadan operasyonlar sürecektir.

dara gelmesinden beri, zaten tek bir liderlikten mahrum olmasının yanı sıra, strateji ve yöntem anlaşmazlıkları ekseninde dönen hararetli bir tartışma vardır. Bu tartışmalar içerisinde, Yahudi varlığını tanımaya meyilli, Abbas ile uyumlu çalışabilecek ve “ılımlı” kabul edilen kesimlerin önümüzdeki dönemde etkin bir rol oynayıp hareket içerisindeki diğer kesimleri bertaraf etmeye çalışacakları öngörülebilir. Gerek Gazze’yi kontrol eden Hamassız bir müzakerenin sonuçsuz kalacak olmasından, gerek Fetih’in Gazze üzerinde etkin olmamasından, gerekse Olmert Hükümeti’nin zayıflığından dolayı, Yahudi varlığının Abdullah Planı’na dayalı Arap Barış Girişimi’ni müzakere ederek Arap ülkelerine karşı topluca politika değişikliğine gitmesi, yani normalleştirme sağlaması beklenmemektedir. Đlk kez Arap Birliği’nin 2002 Beyrut Zirvesi’nde ortaya atılan ve geçen Mart ayındaki Riyad Zirvesi’nde bir kez daha gündeme getirilen Abdullah Plânı, Hamas’ın Gazze’ye hapsedilmesi sonrasında önemli bir darbe almıştır. Çünkü plânın en önemli ayağı, daha önce kazanılmış Laik Filistin liderliğinin yanına, Hamas’ın temsil ettiği Đslâmcı Filistin liderliğini katmaktı. Oysa Hamas, artık Gazze’ye hapsedilmiştir. Burada ise, gerek ambargodan kaynaklanan ekonomik çöküntü, yönetim boşluğundan kaynaklanan siyasî istikrarsızlık ve değişik silahlı grupların varlığından ve Yahudi saldırılarından kaynaklanan güvenlik zafiyeti mevcuttur.

Öte yandan Yahudi varlığı, Hamas’ın Gazze’yi tümüyle ele geçirmesinden sonra da tam bir abluka altına alarak baskısını şiddetlendirdi. Şimdi Yahudi’nin Gazze politikası, Gazze’yi abluka altına alıp boğazını sıkmak ama boğulmasına engel olacak şekilde ipleri biraz gevşek bırakmaktır. Böylece hem Gazze’nin zayıflamasını sağlamakta, hem de Gazze’deki güç unsurlarını birbirlerine düşürerek dikkatleri kendi üzerinden çekmektedir. Nitekim o zamandan beri, Gazze içindeki çatışmalar, çoğunlukla kardeş çatışmalardan ibarettir. Son dönemde gerçekleşen küçük çaplı eylemler dışında, Yahudi varlığına karşı yapılmış hiçbir dikkate değer saldırı söz konusu değildir. Zaten teknik olarak da böylesi saldırılar mümkün değildir. Çünkü Gazze’de ciddi bir silah potansiyeli yoktur. Yahudi varlığına ara sıra atılan Kassam füzeleri bile, demir atölyelerinde basit yöntemlerle üretilen, etkinliği birkaç metrekareyi geçmeyen, teknik olarak füze diye tanımlanması mümkün olmayan ilkel silahlardır. Başlangıçta Hamas ile Fetih arasındaki çatışma, şimdilerde Hamas ile diğerleri arasındaki çatışmaya dönüşmüş durumdadır. Ayrıca Abbas’ın Şeria’daki Hamas liderleri ile temas kurması, Hamas liderliği için ağır bir darbedir. Bununla birlikte Şeria’daki liderlerin, Hamas liderliğini karşısına alması zayıf bir ihtimaldir. Fakat Hamas’ın yakın gelecekte parçalanması uzak bir ihtimal değildir. Hamas’ın iktiköklüdeğişim

Ayrıca öncekine nazaran bu parçalanmışlık sonucu, Yahudi varlığının kozları arttığı gibi, daha fazla taviz verme ihtiyacı da kalmamıştır. Bunun yerine Mısır ve Ürdün ile olduğu gibi ikili anlaşmalar yapmayı tercih etmektedir. Dolayısıyla Yahudi varlığı, geçen Kasım ayında Washington’da düzenlenen Annapolis Konferansı’nda, Bush yönetiminin arzuladığı yönde bir adım atmadı. Zaten Bush yönetimi de bu konferansı bir seçim yatırımı olarak plânlamıştı. Dikkat edilirse artık ‘Annapolis’ keli-

49

nisan 2008


filistin kanser olmuş, ağrı… cektir. Ancak Yahudi varlığının geçen sene sonunda Suriye’deki bazı hedefleri havadan vurması, Suriye’nin müzakereler için Golan’ı şart koşması ve Yahudi varlığındaki iç siyasî kriz gibi nedenlerle, görünür gelecekte bu tür anlaşmaların imzalanması beklenmemektedir. Benzer durum, iç krizlerden kurtulamayan Lübnan için de geçerlidir. Aksine Filistin meselesi, uzun süre Hamas problemi ile aşındırılmaya devam edecektir.

mesi bile, hafızalardan silinmeye yüz tutmuş gibidir. Bununla birlikte Amerikan yönetimi, Arap Barış Girişimi’ni desteklemekte ve bu yönde yoğun bir diplomatik çaba harcamaktadır. Amerikan Dışişleri Bakanı Rice, bölgeye defalarca gelip zemin yoklamaktadır. Görünen o ki Rice’ın, “israil’in güvenliği, Filistin Devleti’nin kurulmasından daha önceliklidir.” sözü, sarsıntı içerisindeki Yahudi varlığı Hükümeti’nin Amerikan plânı yönünde somut adımlar atmasını sağlamamıştır, sağlamayacaktır da. Bunun için Rice, önceki ziyaretinin üzerinden henüz iki ay geçmemişken, Kasım ayı başında bir kez daha bölgeye gelmek zorunda kalmıştır. Annapolis sonrasında gelmeye de devam etmiştir.

Muhakkak ki Filistin meselesi, tüm Đslâm Ümmeti’nin meselesidir. Ne yalnızca Arapların, ne de yalnızca Filistinlilerin meselesidir. Meseleyi, Araplara ve Filistinlilere ait kılmak, yarım asrı aşan bir süreç sonunda Sömürgeciliğin ulaştığı bizim için trajik bir sonuçtur. Bundan daha vahimi, Müslümanların ilk kıblesi ve Harameyn-iş Şerifeyn’in üçüncüsüne karşı takınılan tutumdur. Bugün görüyoruz ki, bazı duyarlı kesimler, Kudüs geceleri ya da Filistin ile dayanışma faaliyetleri düzenlemektedirler. Bunların meseleyi canlı tutmada faydası olsa da, muhtevalarındaki içeriksizlik ölümcüldür. Çünkü meseleyi Araplara veya Filistinlilere ait kılmakla, meseleyi Kudüs’ten ibaret hale getirmek veya Filistin’le dayanışmayı erzak yardımı sanmak arasında asıl itibariyle bir fark yoktur.

Seçim sürecine giren Bush yönetimi, Clinton yönetiminin son dönemlerindeki çabalarına benzer bir çaba ile “Ortadoğu Krizi” denilen şey üzerinde belirgin adımlar atmaya yoğunlaşmış gibi görünse de Filistin’deki bu parçalanmışlık devam ettiği sürece Amerika’nın “iki devletli çözümü” yönünde belirgin ilerleme kaydedilmesi söz konusu değildir. Son olarak; ileride muhtemel gelişmeler arasında; Batı Şeria’da Fetih’in eski gücüne kavuşmasından sonra Filistin’de yeni bir genel seçim yapılması, Olmert Hükümeti’nin çürük yapısı sonucu dağılması ve yeni bir genel seçime gidilmesi, Hamas’ın -bilhassa Batı Şeria’daki kesimin ayrılması sonucu- parçalanması ve ayrıca Fetih içerisinde “eski nesil” liderlerin işinin bitmesi halinde egemen olacak “yeni nesil”e lider olarak Mervan elBarguti’nin getirilmesi mümkündür. Amerika’nın planlaması ve dolayısıyla Arap Barış Girişimi’nin başarısı için ise, öncelikli olarak Yahudi varlığı ile Suriye ve Lübnan arasında, Ürdün ve Mısır arasında yapılan anlaşmalara benzer anlaşmalar gereke-

köklüdeğişim

Bilakis Filistin’e yardım, Yahudi varlığını kökünden kazımak ve Filistin’i Diyar-ul Đslâm’a katmak üzere cepheler açmak ve orduları harekete geçirmekle mümkündür. Bunun dışındaki diğer tüm çözümler, kanser hastasına ağrı kesici vermekten öte geçmez. Siz ona merhamet edip o kanserli dokuyu kesmekten kaçınır, ağrı kesicilerle acılarını dindirmeye kalkarsanız, ona iyilik etmiş olmazsınız, aksine onu öldürmüş olursunuz. Đşte bugün Filistin’e Yahudi kanseri bulaşmıştır ve bizler ağrı kesiciler peşindeyiz!

50

nisan 2008


Gültekin Ercan

gündem

bilgi@kokludegisim.com

Fransa, Almanya Đle Akdeniz Birliği Üzerinde Anlaştı gelerini korumayı başardı. Zira mesela, Amerikan dış ticaretinin % 2’si ve dış yatırımlarının %1’inden azı bu bölgeye yöneliktir. Bununla beraber Amerikan sömürgelerine yeteri kadar nüfuz edemedi. Lübnan’a nüfuz etti ama Mısır ve Suriye’de nüfuz edemedi.

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Almanya’nın Hannover şehrindeki CEBIT’in açılışını yapmalarının ardından gerçekleştirdikleri görüşmede, “Akdeniz Birliği” maddelerinde anlaştılar. Akabinde Sarkozy, anlaşmayla ilgili olarak, “Esas ve detaylar konusunda anlaşma sağladık” açıklamasını yaparken, Angela Merkel de “Đyi çalıştık” şeklinde demeç verdi. Gazetelere daha önce yansıdığına göre Fransa, Akdeniz Birliği’ne sadece Akdeniz’e sahili olan ülkelerin alınmasını savunmuş, Almanya da bu projeye tüm AB ülkelerinin dâhil edilmelerini talep etmişti. Bu yüzden aralarında bir anlaşmazlık yaşanmıştı. Üzerinde uzlaşılan projenin detaylarının, Haziran ayında toplanacak AB zirvesinde tartışılacağı belirtildi.

Sonra 2007’de Sarkozy’nin “Akdeniz Birliği” projesi geldi. AB üyeleri Fransa, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Đtalya, Malta, Portekiz, Đspanya zikrediliyor. Kuzey Afrika’dan Cezayir, Mısır, Libya, Fas, Tunus. Ortadoğu’dan “Đsrail”, Ürdün, Lübnan hatta Suriye. Bakıldığında bu devletler, ya Đngiliz sömürgesi olan devletler ya da Amerikan sömürgesi olan devletlerdir. Nerdeyse içlerinde hâlihazırda Fransız ve Almanya sömürüsü olan devletler yok gibidir. Öyleyse bu proje Fransa’nın sömürü emelini mi ifade etmekte yoksa göçmen akımını önlemeye yönelik sıradan bir birlik düşüncesini mi?

“Akdeniz Birliği” projesinin aslı ve menşei şudur: Amerika, 1994’te, NATO vasıtasıyla Akdeniz’deki Đngiliz ve eski Fransa sömürgelerine “Akdeniz Diyalogu” adı altında sızmak için bazı girişimlerde bulundu. Bu Diyalog, NATO üyesi olmayan ama Akdeniz’e kıyısı olan devletleri kapsamıştı. Cezayir, Mısır, “israil”, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus gibi.

Yoksa arkasında Đngilizlerin olduğu Amerika’yı kendi sömürge devletlerinden uzak tutmak için atılmış bir proje mi? Yahut Fransa’nın eski sömürgelerine kültürel olarak tekrar dönmek için ortaya attığı ve peşinden de Almanya’yı sürüklediği bir proje midir? Yahut Amerika’nın Đngiliz sömürülerine nüfuz etmek amacıyla Fransa ve Almanya’yı kullandığı bir proje midir?

Bu hamleye karşılık olarak Avrupa Birliği, Kasım 1995’te “EUROMED” projesi adı altında Cezayir, Mısır, “israil”, Ürdün, Lübnan, Fas, Suriye, Tunus, Türkiye, Filistin Otoritesi gibi Akdeniz’e havzası olan devletleri Barselona Süreci ile bir araya getirdi. Avrupa Birliği, sadece 1995-2000 yılları arasında bu projeye 9 milyar Euro ayırdı. Böylece Avrupa Birliği (Đngiltere ve Fransa) bu projeyle hem kendi sömürgelerini koruma altına almak, hem de Amerikan sömürgelerine sızmak amacını güttü. Sömürköklüdeğişim

Bunun bilinmesi için kısaca Fransız halkının yapısına ve sömürgeci bir devlet olup olmadığına bir göz atmak gerekiyor: Fransız halkı, Avrupa’nın kalbinde köklü bir devlet oluşturmuş bir halktır. Hürriyet, adalet ve eşitlik gibi idealist fikirler getirmek, siyaset ve düşüncede büyük adamlar yetiştirmek düşüncesiyle diğer halklara karşı iftihar eder. Yalnız ideal birey-

51

mart 2008


fransa, almanya ile akdeniz… sel nitelik vasfıyla özgürlük fikirleri ile diğer halklardan temayüz eder. Bu özgürlük fikirleri, Fransızlarda bir karakteristik özellik hatta onlarda tabiatlardan bir tabiattır. Özgürlük fikrini benimsemesinden beri Fransız halkında parçalanmışlık, bölünmüşlük köklüdür. Bu yüzden Fransız halkı, bir ümmet veya bir halk veya bir topluluk olmaktan ziyade bireyler bütününe daha yakındır. Yine bu özgürlük fikrinden dolayı Fransa’da kuvvetli hükümetlerin ve güçlü yönetimin bulunması nadirdir. Bunun için Đngilizler, Fransızları birkaç kez kullanmıştır. Fransa, Napolyon’un ölümü ardından hatta De Gaule döneminde bile Đngilizlerin peşinden sürüklenmiştir. Bunun sebebi ise yukarıda da beyan ettiğimiz gibi özgürlük fikrinin kendisinde kökleşmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Öyle ki Fransa, Amerika, Asya ve Afrika’ya sömürmek için yola çıktığında bile Đngilizler onu kendisiyle güçlenmek için çıkarmıştır. Her ne kadar tarih sayfalarına bu iki devlet çatışan taraflar olarak geçse de.

tadan küçük bir pay vermekle peşinden sürükleyebilmiştir. Görünüşte bu proje Sarkozy’nin düşüncesidir. Sömürme veya göç akımını önlemek hedefine matuftur. Ama bu projesinin arkasında Đngilizlerin olma ihtimali var. Ya da Đngilizler bu birliğe yeşil ışık yakmaktadır. Yahut siyaseten sömürülerine zarar dokunmadığı için Fransızlara yol vermektedir. Zira bu birlik projesi, kültürel ve ekonomik sömürü ve göç politikası hedefi gütmektedir. Siyaseten Akdeniz havzası devletlerine egemen olma amacı yoktur. Belki uzun vadede bu sömürgecilik üslupları, o devletler üzerinde siyaseten tahakküme yol açabilir. Böyle bir sezginin varlığından Đngilizler çekinse de en azından kısa vadede böyle bir olasılık yok. Bilakis Đngilizler bu yola başvurmakla sömürülerini siyasî olarak Amerikalılardan korumuş oluyor. Çünkü Fransa’nın Đngilizlerin sömürü devletleriyle bir ittifak kurması çatışma aracı değil, sömürü veya nüfuzu yerleştirme vesilesidir. Đşte Đngilizler siyaseten sömürü hedefi gütmeyen Fransızlara kültürel ve ekonomik olarak yol vermekle Akdeniz’e kıyısı olan devletler, Fas, Cezayir, Libya, Tunus, Ürdün, Kuzey Kıbrıs Rum kesimi üzerindeki nüfuzunu pekiştirmek arzusundadır.

Fransız dış siyaseti, dışarıda kendisine nüfuz icat etmek temeline dayalıdır. Bunun kültürel veya ekonomik olması fark etmez. Büyük devletlere karşı siyasî amelleri, şahsiyetini ibraz etmek, hegemonya ve kahramanlık sergilemekte ortak olmak olarak söylenebilir. Siyasî manevralarda öyle mahir biri değildir. Bilakis çoğu zaman basitlik kendisinde tezahür eder. Bunun için Lübnan gibi yerlerde Amerika ile çatışmasını keşfetmek çok kolaydır. Hâlbuki başka devletlerin bilhassa Đngilizlerin, Amerika ile çatışmasını deşifre etmek çok zordur.

Buradan hareketle şöyle diyebiliriz: Fransa bu “Akdeniz Birliği” fikriyle kültürel, ekonomik ve göçü önleme politikasını hedeflemektedir. Eğer Fransa, bu birlik fikrini siyaseten bir sömürü aracı olarak kullanmak istese, Đngilizler buna müsaade etmezdi. Zira o devletler üzerinde Đngilizler egemendir. Yok, bu birlik fikriyle nüfuzunu yerleştirmek istese bu devletler sömürüsü olan devletler değil ki, bunu söylemek mümkün olsun. Öyleyse geriye bunun Fransız kültürel nüfuzunun güçlendirmek ve göçmen akımını önlemek için olduğu fikri kalıyor.

Fransız halkı kendisinde bireysel özgürlüğün neticesi olarak bölünmüşlük bariz ise de ve meşhur düşünürler çıkarmışsa da, siyasette Đngilizler gibi dâhiliğe sahip olmasalar da sömürgeci bir devlettir. Çünkü Kapitalizm ideolojisini benimsemiştir. Sömürgecilik Kapitalizm ideolojinin yayılma metodudur. Bu emelini gerçekleştirmek için tabii ki başka büyük devletler özellikle Đngilizler tarafından kullanmış, Đngilizler onu istediği yere sadece pasköklüdeğişim

Çünkü Sarkozy Đçişleri Bakanı iken azınlıklara, bilhassa Müslümanlara karşı sert politika yürütmesi, göç politikasını zorlaştırması, şehir banliyölerin-

52

nisan 2008


fransa, almanya ile akdeniz… de birçoklarının öfkesini kabartmıştı. Gösteriler ve kundaklanan araçların görüntüleri henüz belleğimizden silinmiş değildir. Bu banliyölerde meydana gelenler, Fransa gibi gelişmiş bir devlette değil de, adeta büyümekte olan bir devlette meydana geldiği hissi veriyordu. Fransa böyle bir olayın bir daha tekerrür etmemesi için önlem almak peşindedir.

sürmesi düşünülemez. Sadece tek bir halde bu mümkündür. O da o devletteki maslahatları ciddi tehlike içerisindeyse böyle bir projenin ileri sürülmesi olasılıktır. Böyle bir durum da söz konusu olmadığına göre bu projenin Fransa tarafından Türkiye’yi razı etmeye yönelik olması uzaktır. Velhasıl “Akdeniz Birliği” projesinin, zalim, gaddar yöneticilerin yaptığı zulüm neticesinde ülkelerini terk etmeye mecbur kalan göçmenlerin göçünü önlemeye yönelik bir proje olması muhtemeldir. Ama projenin asıl niyeti, sömürüdür. Đster bu sömürü kültürel olsun, ister ekonomik olsun... Bu projenin niyeti ne olursa olsun, ister göç, ister sömürü için olsun, onun yegâne kaynağı Kapitalizmdir. Onun için göç ve sömürünün tek ve köklü çözümü, Kapitalizm ideolojisine mukavemet etmek ve onu varlıktan silmekle mümkündür. Dolayısıyla bütün Müslümanların hatta bütün insanlığın Kapitalizm ideolojisini izale etmek ve onu varlıktan silmek için bütün güçlerini sarf etmeleri gerekir. Bunun yolu, Komünizm değildir. Çünkü o Kapitalizmle mücadele etmekte başarısız olmuştur. “Kapitalizmi yok edeyim” derken kendisi yok olmuştur. Kapitalizmle mukavemet etmekte ve sömürgeciliğe öldürücü hamleyi indirmekte başarılı olamamıştır.

Diğer taraftan Sarkozy, Avrupa dışındaki ilk ziyaretini Kuzey Afrika ülkelerine gerçekleştirdi. Ama Sarkozy’nin bu ziyaretinin, bu ülkelerin otoritelerinin değişimi üzerinde somut bir tesiri bulunmadı. Zira onun ziyareti, “Akdeniz Đşbirliği” üzerinde yoğunlaştı. O kadar ki, Fas bile Sarkozy’nin ziyaretini sudan sebepler ile reddetti. Dolayısıyla bu da gösteriyor ki, “Akdeniz Birliği” fikri Fransız kültürel nüfuzunun takviyesi için ortaya atılmış bir fikirdir. Yoksa bu birlik fikri o ülkeler üzerinde siyasî nüfuz için değildir. Üstelik Sarkozy’nin bu ziyaretleri, bizzat Đngilizler ile koordinasyon içerisinde yapılmış bir ziyarettir. Ortaya atılan bu birlik fikri de yine Đngilizlerin bilgisi dâhilinde olmaktadır. Bu açıklamalardan sonra Đngiltere’nin “Bir kuruşumu dahi vermem.” dediği açıklama salt söylemden öteye geçmemektedir. Bu projeyi bizzat destekleyen kendisidir. AB zirvesinde bu projenin AB üyesi devletler tarafından kabul görmesi bunu göstermektedir. Yahut bu projenin uzun vadede sömürdüğü devletlere zarar vermesinden korkmaktadır. Bundan emin olursa bu projeyi destekleyeceği kesindir.

Kapitalizme mukavemet edecek ve sömürgeciliğe öldürücü hamleyi indirecek yegâne ideoloji Đslâm’dır. Bunun metodu da Hilâfet’tir. Öyleyse haydi Müslümanlar! Yegâne kurtuluş yolu olan Hilâfete ikame etmeye… ‫ﺎ‬‫ﺎﻜﹸﻡ ِﻝﻤ‬‫ﺩﻋ‬ ‫ل ِﺇ ﹶﺫﺍ‬ ِ ‫ﻭ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻭﻝِﻠ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻭﺍﹾ ِﻝﹼﻠ‬‫ ﹶﺘﺠﹺﻴﺒ‬‫ﻤﻨﹸﻭﺍﺴ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﺎ ﺍﻝﱠﺫ‬‫ﻴﻬ‬‫ﺎ ﺍﹾ َﺃ‬‫ﻴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻪ ِﺇﹶﻝﻴ‬ ‫ﻭَﺃﱠﻨ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻭ ﹶﻗﻠﹾ ﹺﺒ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﻤﺭ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﺒﻴ‬ ‫ل‬ ُ ‫ﻭ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﻭﺍﹾ َﺃ‬‫ﹶﻠﻤ‬‫ﺍﻋ‬‫ ﻭ‬‫ﻴ ﹸﻜﻡ‬‫ﻴ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﺸﺭ‬ ‫ ﹶ‬‫ﹸﺘﺤ‬

Bu proje, kimi basında geçtiği gibi Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Türkiye’yi AB’den dışlamak için ileri sürdüğü bir proje değildir. Bu söylemler hamasetle söylenmiş söylemlerdir. Realiteden uzaktır. Evet, Sarkozy’nin Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakmadığı bilinmektedir. Fransa’nın sömürülen devletleri razı etmek için bir proje ileri

köklüdeğişim

Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O ‘na döndürüleceksiniz. (el-Enfal 24)

53

nisan 2008


Süleyman Uğurlu

medrese-i yusufiye’den

s.ugurlu@kokludegisim.com

Esaret Altındaki Zihinlerin Mahsulleri Kolay değil, biz Müslümanlar yaklaşık yüzyıldır

yerde söylenmez” safsatası “Haksızlık karşısında

(Đttihat ve Terakki yönetimi dâhil) şiddetli bir baskı

susan dilsiz şeytandır.” Hadis-i şerifini unuttu-

altında yaşamaktayız. Geçen süre zarfında inançla-

rup onun tahtına oturdu.

rımız “irtica” bahanesiyle hep aşağılandı. Yaşam

Tüm bu yozlaşmalara bir de Diyanet eli ile türe-

tarzımız, kılık kıyafetimiz hep horlandı. Bizimle

tilen “Laik din” anlayışının Müslümanlara enjekte

aynı havayı solumaktan utanç duyanlar Yozgat’ı esir

edilmesi eklenince, inandığı gibi yaşamayan, yaşa-

kampına dönüştürüp bizim orada yaşamamızı, tec-

dıklarına sahip çıkamayan, Hak sözü ancak kimse-

rit edilmemizi teklif ettiler. Batının fötr şapkasını

nin göremeyeceği, kimsenin duyamayacağı karanlık

giymediğimiz için önümüze darağaçları kurdular.

ve kuytu köşelerde fısıldayabilen bunu yaparken de

Kendimizi ve inançlarımızı tarif etmek istediğimiz-

ürkek gözlerle etrafına bakmayı ihmal etmeyen

de zindanların kapılarını açtılar. Neticede iki seçe-

ucube bir yığın zuhur etti.

nekle karşı karşıya bırakıldık; ya Laik zebanilerin

Bu halinden rahatsızlık duymayanlar Cemil Çi-

her türlü hakaretlerine, zulümlerine göz yumacak-

çek’te ifadesini bulduğu gibi kendilerini “Cumhu-

tık ya da yağlı urgan boynumuza geçecekti. Ve biz

riyet Çocukları” olarak adlandırdılar. (Anayasa ko-

yaşamayı tercih ettik. Buna yaşam denilirse!

misyonunda başörtüsü değişikliği ile alakalı kaygıla-

Zamanla Laik Cumhuriyet ve onun azgın taife-

rı gidermek için yaptığı konuşmada Çiçek; “Ben

siyle birlikte yaşamayı da iyice öğrenmeye başladık.

Cumhuriyet çocuğuyum. Bugün buradaysam bunu

Mutabakat basitti; biz onun çirkin yüzünü, Đslâm

Cumhuriyete borçluyum.” demişti.)

ile olan kan uyuşmazlığını gizlemeye devam ede-

Hal böyle olmasına rağmen azgın Laik taife bu

cektik o da bize yaşama fırsatı verecekti…

yığından hiçbir zaman memnun olmadı. Ona hep

Laik Cumhuriyet ile varılan bu gizli mutabakata

üvey evlat muamelesini reva görüldü. Şairin dediği

rağmen istibdat ve tedhiş keskin bir kılıç misali ba-

gibi “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” olarak

şımızın üstünde nöbet tutmaya devam etti. Bu

yaşamaya devam edildi.

keskin kılıcın ölümcül soluğunu ensemizde her

Bir zaman geldi sömürgeci kâfir ABD, merha-

hissedişimiz bir takım kıymetlerimizden vazgeç-

met ve şefkat maskesi yüzünde olduğu halde hep

memizi sağladı. Nihayetinde; “Ümmetin işlerini

itilen-kakılan üvey evlada elini uzattı. Ona acınası

dâhilde ve hariçte bir fikir (Đslâm Đdeolojisi) üzerine

durumunu hatırlattı ve kurtuluş reçetesi olarak

yürütmek” olarak tarif edilen “siyaset” ile “şeytan”

Demokrasiyi altın tepside ikram etti. Demokrasi,

aynı kefeye oturtuldu. “Takiyye” hortlayıp ikiyüzlü-

sessiz çoğunluğun sesi olacak ve otoriteyi gasp

lüğü tetikledi ve meşrulaştırdı. Günah işlemeyi ha-

eden bir avuç azgın Laik taifenin tahakkümüne son

fifletip vicdanları rahatlatan “ehven-i şer” Şer-î bir

verecekti.

kaide gibi başvuru kaynağı yapıldı. “Her doğru her köklüdeğişim

54

mart 2008


esaret altındaki zihinlerin… Aşağılanmadan ve horlanmadan bıkmış olan

için kullandığı Demokrasi ve özgürlükler fikrini

üvey evlat, kendisine ikram edilen Demokrasiye ve

Müslümanlar kalkan olarak görmektedirler. Despot

uzatılan ele sımsıkı sarıldı. Aranan can simidi bu-

yönetimlerden kendilerini ve kıymetlerini koruyan

lunmuştu.

bir kalkan!

Bu tarihsel süreci hafızanızda tutun. Keza bu

Demokrasi ve özgürlükler fikri Müslümanlar

zihniyetin bizi nerelere sürüklediğini ve ne durum-

için bir kalkan; başörtüsünü Demokratik hak ya da

lara düşürdüğünü ilerleyen bölümlerde birlikte gö-

inanç özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmek fasit

receğiz. Şimdi bugüne dönelim.

bir anlayıştır.

Hepimizin şahit olduğu üzere 22 Temmuz se-

Keza Đslâm, kişinin kendisiyle, Yaratıcısıyla ve

çimlerinden evvel yapay bir şekilde oluşturulan ku-

diğer insanlarla alakasını düzenleyen bir dindir.

tuplaşma tekrar sahne almış vaziyettedir. Bu tür

Hem ferdi, hem de toplumu koruma altına alan

keskin kutuplaşma ve yüksek yoğunluklu çatışma-

hükümler mevcuttur. Mesela; Müslümanların içki

ların yaşandığı puslu ortamlarda “ya bizdensiniz ya

içmesi haramdır ve devlet, bu cürümü işleyen

onlardan” anlayışı taraflarda hâkimiyet kazanır. Do-

Müslüman’a had cezasını uygular. Kâfirlere -

layısıyla bu gibi olağandışı durumlarda dost-düşman

Tebaadan ise- ise sadece kamuya açık alanlarda içki

tanımlamasının isabetli bir şekilde yapılabilmesi

içmesini yasaklar. Onlara had uygulamaz.

imkânsızdır. Gözler ve kulaklar kapatılır. Nasihat-

Bu Şer-î uygulama, Demokrasiye, insan hakları-

ler ihanet kabul edilir. Kısacası bu bir kör dövüşü-

na ve özgürlükler fikrine muhaliftir. Aynı durum

dür ve başlatanların bitiş düdüğünü çalışına kadar

başörtüsü içinde geçerlidir. Toplumsal alanlarda

devam eder gider.

herkes başörtüsü takmak zorundadır. Başörtüsü

Bizim için acı olan ve kabullenmekte direndi-

takmayanlar cezalandırılır. Bu ferdi ve toplumu

ğimiz; Müslümanların bu kör dövüşüne alet edil-

muhafaza altına alan Şer-î bir hükümdür ve De-

meleridir. Đşin bir diğer boyutu da çeşitli menfaat-

mokrasiye muhaliftir.

ler için taraf edilen Müslümanların kimin dost, ki-

Bugün başörtüsünü Demokrasi ve özgürlükler

min düşman olduğundan bihaber vaziyette düşma-

dairesinde savunan Müslümanlar yarın böyle bir

nın zehirli silahını kendisine kalkan olarak kullan-

durumla karşılaştıklarında nasıl bir tavır takınacak-

makta bir beis görmemesidir.

lar; Şer-î hükümleri mi savunacaklar yoksa Demok-

Evet, başörtüsü tartışmalarında Müslümanlar

rasinin insanlara sunduğu özgürlükleri mi? Kimi ra-

maalesef, Demokrasi ve özgürlükler gibi kâfir Batı-

zı etmek için çalışacaklar; Allah Subhanehû ve Teâ-

dan ithal küfür fikirlerinin sloganlarını dillerine pe-

lâ’yı mı yoksa Demokrasiden nasiplenmek isteyen-

lesenk edip koruyucu kalkan olarak kullanmış vazi-

leri mi?

yettedirler. Bu vahim halin baş müsebbibi ise yuka-

Meselenin bir başka boyutu ise Demokrasi ve

rıda doğuşunu izah etmeye gayret ettiğim kesim-

özgürlükler fikrinin Đlahî hükümleri hakikatinden

den başkası değildir.

kopartıp sekülerleştirdiği gerçeğidir.

Ne garip değil mi?

Başörtüsü Kur’an-il Kerim ile sabit, Müslüman

Sömürgeci kâfirlerin Müslümanların zihinlerini,

kadına farz kılınmış Şer-î bir hükümdür. Onu De-

bedenlerini, yaşamlarını, topraklarını işgal etmek

mokrasi ile tanımlamak ya da onu inanç özgürlüğü

köklüdeğişim

55

nisan 2008


esaret altındaki zihinlerin… şemsiyesinin altına dâhil etmek Đslâmî bir mefhu-

avanelerinden hakkı gizledikçe erime ve yozlaşma

mu sekülerleştirmek anlamını da taşımaktadır. Bu-

devam edecektir. Bunun önüne geçebilmek için

nun Müslümanlardan sadır olması ise, işin en acı

de, hayatlarıyla karanlık yolumuza ışık tutan Efen-

kısmını oluşturmaktadır.

dimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ve O’nun seç-

Şimdi iki parçayı bir araya getirirseniz, yani yoz-

kin Sahabelerinin Hak sözdeki ısrarları ve Hakk’ı

laşmanın tarihsel sürecini ve bugün Müslümanların

yaşamak uğrundaki fedakârlıkları bir an olsun ya-

başörtüsü meselesini ele alırken silik, tutarsız, ür-

nımızdan ayrılmamalıdır.

kek ve gayri-Đslâmî mefhumlara sarıldığını, ortada

Đslâmî Ümmetin asaleti, onun temellerinde sar-

dik duruş kısırlığı olduğu açık bir şekilde görüle-

sılmaz bir şekilde durmaktadır. Her kim bu temel-

cektir.

leri esas alırsa Đslâmî Ümmetteki asaleti de üzerinde taşıyacaktır. Her kim de bu asaletten uzaklaşırsa

Erdoğan’ın son çıkışlarını tarihsel bir intikam

onu bekleyen ancak zillettir.

gibi idrak etmek bir yanılgıdan ibarettir. Kendisinin gerçek tavırlarını yakın bir zamanda görmek şaşı-

Asalet mi, zillet mi?

rılmaması gereken bir durumdur.

Tercih sizin!

Hülasa;

‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﹶﻠﻤ‬‫ﻴﻌ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻥ ﹶ‬  ‫ﻴ‬‫ﻓﻘ‬ ‫ﻤﻨﹶﺎ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻜ‬ ‫ﻭﹶﻝ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﻤﻨ‬ ْ‫ﻤﺅ‬ ‫ﻭِﻝﻠﹾ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻭِﻝ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻭِﻝ‬ ‫ﺯ ﹸﺓ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻪ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻭِﻝﱠﻠ‬

Đslâmî meseleleri, Đslâmî mefhumlarla açıklama-

Đzzet Allah’a, Rasulüne ve Müminlere ait-

dıkça kâfirlerden ithal fikirlerin ardına sığınmaya

tir.” Velâkin Munafıklar bunu bilmezler.

devam ettiğimiz müddetçe zalimlerden ve onların

Munafikûn 8)

(el-

Teşekkür Şimdi isim belirtmeden çeşitli yerlerden gelen mektuplardan bir kaçının bazı bölümleri ile sizi baş başa bırakıyorum:

Bizleri Đslâm ile şereflendirip, Hakikat ile izzetlendiren Allah Subhanehû’ya Hamd olsun. Medrese-i Yusufiye’de ikamet ettiğimizi öğrenip bizi mektupları ile destekleyen sevgi, öfke, dua ve temennilerini paylaşan Müslüman kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum. Her ne kadar şahsım adına yazılmış olsa da mektuplardaki dua ve temennilerin tüm Müslümanlara ait olduğunu biliyorum. Bu vesileyle gelen mektuplardan birkaç satır iktibas ederek gür sedayı sahiplerine ulaştırmak istedim ki dostlar, yalnız olmadıklarını hatırlasın, yiğitlerin Allah’ın dinini hâkim kılmak için azimle çalıştıklarını unutmasın… Đstedim ki, düşman bir binanın tuğlaları, bir vücudun azaları gibi olduğumuzu görsün. Gayretlerinin beyhude olduğunu anlasın...

köklüdeğişim

“Geçen ayki sayıda büyük bir üzüntü ile haksız ve keyfi bir uygulamaya maruz kaldığınızı ve tutuklandığınızı öğrendim. Đslâm Ümmetine düşkün, dertleri ile dertlenen Müslümanların toplumdan tecrit edilerek tutuklanmasına üzülmekle birlikte aynı oranda şaşırmadım. Đslâm’ı hayatlarında tatbik etmek isteyen, bunu en büyük korku olarak yüreklerinde taşıyan kesimlerin Müslümanları engellemeye çalışmaları Sünnetullah gereği her ümmete vaki olmuştur. Bu bağlamda yaşadığımız süreç çok da şaşırtıcı değildir. Her zaman için davasına sarılan kullarını koruyan âlemlerin Rabbi sabır ihsanıyla kullarını bu zorlu imtihanda asla yalnız bırakmamıştır. Sizle orada bu-

56

nisan 2008


esaret altındaki zihinlerin… biriniz dağlar aşıp, ovalar geçip, insanlara o ovaların ve dağların arkasında güzelliklerin olduğunu bildiren umudun elçilerisiniz. Bu elçilere kulak veren ve o dağları aşmaya azmedenlere… Onlar bilmiyorlar sırtına indikçe Firavun’un kırbaçları, her birimizin isyan kraliçesi birer Asiye olacağımızı onlar bilmiyorlar. Zindanlara koydukça ileride onların başına gelecek birer Yusuf olacağımızı onlar bilmiyorlar. Çektiğimiz ‘ah’ların Nuh’un tufanına dönüşüp onları yutacağını onlar bilmiyorlar. Sahip olduğumuz akidemizle bir gömülür, her biri yedi veren başaklara dönüşeceğimizi ama yakında görecekler! Kisralar, saraylarında tevhit erlerinin atlarının nal seslerini gördülerse onlar da görecekler…”

lunan tüm Müslümanları da Rabbimin gözetip koruyacağına inancım tamdır…” “Emin olunki, tüm canı gönlümle esaretinize üzüldüm. ĐnşaAllah Cenab-ı Hak, bir an evvel ailenize ve sevdiklerinize kavuşmayı nasip eder. Ancak unutmayınız ki asla yalnız değilsiniz. Bende kendimi sizin bir kardeşiniz olarak görüyorum. Elimden hiçbir şey gelmese dahi tek yürek olarak üzüntünüzü üzüntüm olarak kabul edip yaşıyorum. … Đnsanların sizlere yıldırma, ceza, yok etme, sindirme gibi verdikleri zulümlerin aslında bizlere verilen ilahi bir nimet olduklarını bilemiyorlar. Rabbimiz ne büyük el-Hamdulillah! Bizleri hiç yalnız bırakmıyor ve art arda nimetlerini türlü türlü tattırıyor. Tıpkı acının gıda olduğu gibi, Rabbimizin bu lütuflarından, nimetlerinden dolayı olgunlaşması en zor bozulması en kolay olan iman meyvemizi biraz daha tatlandırıp olgunlaştırıyoruz.

“Kerim kardeşim; biliyorum şuan sizin yerinizde olmayı dilemek haramdır. Ama sizin bu amelinizin karşılığı olarak Rabbimin size vereceği mükâfattan dolayı da sizi kıskanıyorum. Allah Rasulü’nün “Kişi sevdiği ile beraberdir” sözü tesellimizdir. Yine Allah Rasulü şöyle buyuruyor:

Daima şükür; içeride veya dışarıda veya toprağın bağrında hayat devam ediyor.”

“Her kim birini sever de “Ben seni Allah için seviyorum” derse, sonra ikisi cennete girerlerse sevgisini ifade edenin derecesi diğerinden üstün olur.”

“Kerim kardeşim sizin varlığınızı bilmek, davanıza sımsıkı sarıldığınızı görmek Allah’ın dostunu dost bilip düşmanını düşman edinmeniz, zalimin suratına zulmünü haykırmanız, keferelerin rahatını bozmanız bizim yarına umutla bakmamızı sağlıyor. Her

köklüdeğişim

Kerim kardeşim; Ben sizi Allah için seviyorum.”

57

nisan 2008


Bayram Sağnak

medrese-i yusufiye’den

bilgi@kokludegisim.com

Dönüşü Olmayan Yolda ABD Burada ABD halkı ile Sovyet Rusya halklarını karşılaştırmakta yarar vardır. Bilindiği üzere Sovyet Rusya 1960’lı yıllardan itibaren özellikle taşıdığı ideolojinin insan fıtratına aykırılığının iyice gün yüzüne çıkması ve Kapitalizmin de bu ideolojisinde kendisine saldırdığı noktaları iyi tespit edip (sosyal güvenlik yasaları gibi) müdahale etmesi ile sanki yıkılma sinyallerini veriyor gibiydi. Zira Sovyet halkı bu Đdeolojiyi (Komünizmi) benimseyip her ne olursa olsun onu koruyacak ve evrensel mesajını dünyaya taşıyacak bir halk değildi. Hali hazırda Sosyalizm sadece bir kitle (Komünist Parti) tarafından zorla tatbik ediliyordu. Nitekim Doğu Avrupa, Kafkasya ve Asya’dan büyük toprak kayıpları ile yıkılmış olmasına rağmen tam bir yok oluş yaşanmamış ve Rusya, günümüzde tüm dünya siyasetinde olmasa da yeniden bölgede sözü geçen bir devlet olabilmiştir. Ancak ABD halkının yapısı çok farklıdır ve ABD attığı her adımının hesabını halkına vermek zorundadır. Dolayısıyla ABD’nin dünya siyasetinden çekilip kabuğuna dönmesi onun sonunu hazırlayan unsurlardan olacaktır.

Geçen yazımızda ABD’nin siyasî geçmişine kısa bir göz atmıştık. Özellikle de ABD’nin Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki siyasetinde meydana gelen esaslı değişime dikkat çekmiştik. Zira bu önemlidir. Çünkü devletler hakkında özellikle şu anda dünyada birinci devlet konumunda olan ABD’nin izlemekte olduğu siyaseti anlamada bu malumatlar, bilinmesi elzem konulardandır. Sovyet Rusya’nın parçalanmasından sonra, ABD siyasetindeki bükülme dikkat çekicidir. Đki bloklu dünyada ve sonrasında gerek ABD gerekse Sovyet Rusya adımlarını dikkatli atmaya özen gösteriyorlardı. Her ne kadar bu dönemde de ABD birinci devlet olmasına rağmen, bu güçler dengesi ikisini de dikkat etme hususunda zorlamıştır. Ancak 90’lı yılların başından itibaren ABD’nin dünya siyasetinde yalnız kalması, yani güçler dengesinin aşırı bozulması, hiç şüphesiz onun kibrini daha da arttırdı. ABD’nin siyasî, iktisadî, kültürel ve ideolojik yapısı gereği dünya siyasetini yönlendirmek amaçlı aldığı kararlarda, onu geri dönülmez bir konuma getirdi. Şimdi kısaca bu konulara değinelim.

Siyasî Yapısı

Kültürel Yapısı

Bu konunun sermaye sahipleri ile ilişkisi büyüktür. Zira ABD halkı her ne kadar yöneticilerini kendilerinin seçtiklerini zannetseler de işin aslı öyle değildir. Başkan adaylarını belirleyen ve seçen sermaye sahipleridir. Dolayısı ile Başkan’ın yani ABD’nin siyasetini belirleyen esasî unsur, işte bu sermaye sahipleridir. Ancak burada şu hususu vurgulamakta fayda var ki, bu sermayedarları Türkiye’deki sermayedarlar ile karıştırmamak gerekir. ABD’de onlarca ülkenin millî gelirlerinde fazla gelire sahip birçok şirketten bahsediyoruz. On binler-

Amerikan halkının yapısıdır. ABD hürriyetler fikrine, özgürlükler düşüncesine âşıktır. Hayata bakışı bu zaviyedendir. Kendi bağımsızlığını kazanma yolundaki mücadelesi ve sonrasında devletlerinin bu fikirleri tüm dünyaya yayma çabaları neticesi oluşan kamuoyu onlara, dünyanın kalanına bağımsızlık ve özgürlükler fikrini taşıyan bir devletleri olduğu fikrini nakşettirdi. ABD, halkını her savaştan önce böyle ikna edebilmiştir. Tabii ki sömürgeci bir devlet olan ABD’nin gerçek niyetini halkı hâlâ tam olarak anlayabilmiş değildir. köklüdeğişim

58

mart 2008


dönüşü olmayan yolda abd ce insanın çalıştığı dev şirketlerden bahsediyoruz. Sadece Exxon Mobil’in dakika kârının yaklaşık yetmiş yedi bin dolar olduğu düşünülürse durum daha iyi anlaşılır sanırım. Petrol fiyatlarının varil başına 110 doları aştığı bu günlerde tüm kamuoyunun ABD’nin yeni enerji kaynaklarına yönelmesinin zamanının geldiğini telkin etmelerine rağmen ABD Hükümeti’nin, petrol şirketlerinden alınacak vergileri azaltarak hâlâ durumu kurtarmaya çalıştığı düşünülürse, bu dev sermayedarlarının yapısının hiçte şaşırtıcı olmadı görülür. Sadece Irak’ta ABD’nin maliyetinin üç trilyon dolar olduğu da düşünülürse bunca sıkıntıya rağmen ABD siyasetinde esasî unsurların kimler olduğu ayan beyan ortada olacaktır. Bu nedenle ABD’nin, bu yönü ile de dünya siyasetinden çekilmesi söz konusu değildir. Dünyanın dahi doyurmadığı bu dev şirketlerin yeniden kendi kıtasına dönmeye zorlayacak her siyasetin karşısında kesinlikle ABD olacaktır.

lerdendir. Çünkü tüm dünya devletlerinin sömürgeci olsun veya olmasın- ihtiyacı olan bir konudur. Devletlerin, savaşı göze almasına hatta Dünya Savaşları’nın çıkmasına neden olabilmektedir. Almanya’nın -Irak başta olmak üzere-, Ortadoğu petrol yataklarını ele geçirmesini önlemek için Đngiltere, Birinci Dünya Savaşı’nı başlatmıştır. Yine ABD’nin Đkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya uyguladığı petrol ve hammadde ambargosu -bu hususta ABD’ye bağımlı olan- Japonya’nın savaşa katılmasının esaslı sebebini oluşturmuştur. Şuan Avrupa, petrol ve doğalgaz bakımından Rusya’nın tekelinden kurtulma çabalarını sürdürürken, ABD Ortadoğu ve Orta Asya petrol rezervlerinin kontrolünü tamamen ele geçirmek için çaba sarf etmektedir. Kim ne derse desin petrol, günümüzde ve görünür gelecekte ana enerji kaynağı olmayı yani stratejik önemini devam ettirecektir. Bu amaçla aslan payını kimseye kaptırmak niyetinde olmayan ABD’nin başka alternatifi de yoktur. Yani yakın gelecekte petrol siyasetinde de bir değişiklik ön görülmemektedir.

Đktisadi Yapısı Esasında bu konu yukarda bahsini yaptığımız konu ile iç içe olmakla birlikte, hem sermayedarları hem de Amerikan halkını içine alan bir konudur. Ekonomik yapısı, askerî silah sanayi olsun, IMF ve Dünya Bankası aracılığı ile devletlere verdiği borçlandırma hususu üzerine olsun, gerekse dünya enerji kaynaklarının (ki özellikle petroldür) kontrolü olsun bu konular, kendi topraklarından ziyade dış siyaseti ile ilgilidir. Özellikle son elli yılda bağımsızlık yaygaraları ile diğer sömürgeci devletlerden koparmaya çalıştığı halklara çıkarttığı karışıklıklar ve savaşlar neticesi, yüz milyarlarca dolarlık silah satabilmeyi başardı. Bu, o halkların daha da fakirleşmesine sebebiyet verdi. Sonrasında bağımsızlığını kazanan bu yoksullaşmış devletlere, ajan yöneticilerin vasıtasıyla para yardımları yaparak hem servetine servet katmış, hem de o devletlerin kalkınmasını engelleyen, her işlerine karışan bir balyoz olmuştur.

Đdeolojik Yapısı ABD, hiç şüphesiz Kapitalist sömürgeci bir devlettir. Dini hayattan ayırma (Laiklik) akidesi onun hayata bakışıdır. Đdeolojisinin yayılma esası, sömürü üzeredir. Sömürgeci devletler, Đslâm’a ve Müslümanlara kinde ortak olmalarına rağmen, menfaatleri söz konusu olduğu zaman en yakın müttefikleri bile onlar için düşman olurlar. Sömürüde, gücü nispetinde ortak kabul etmez. Bu amaçla ABD, Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok sömürgeci devletin kaynaklarını kendine çevirebilmeyi başarmıştır. Hâlâ bunu koruyabilmek, hatta arttırabilmek amacıyla kendi isteği doğrultusunda bir dünya şekillendirme peşindedir. Buradan, en göze batan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’ne küçük bir bakış elzemdir: B.O.P.

Enerji kaynakları meselesi ise, en esasî meseleköklüdeğişim

ABD’nin bu bölgedeki siyasetinin temel taşını

59

nisan 2008


dönüşü olmayan yolda abd teşkil etmektedir. Yani Kuzey Afrika’nın tamamını, -Türkiye dâhil- Ortadoğu ve Orta Asya’yı içine alan geniş bir projedir. Yukarıda saydığımız dört hususu da içine alan, olmazsa olmaz bir siyasettir. Yakın gelecekte de bu siyasetin değişmeden devam edeceği açıktır. Seçimlerle gelecek yeni ABD Başkanı ve Komitesinde -kendi içinde ufak tefek ayarlamalar hariç- ana ekseninde bir oynama yapması düşünülemez. Bölge haritalarının ABD’nin istediği gibi değişmesi ve buna bağlı; ajan yöneticilerinin konumu, enerji kaynaklarının ve koridorların kontrol altında tutulması, kendisine yeni düşman olarak adlandırdığı Đslâm Đdeolojisini kalplerinde barındıran Đslâm Ümmeti’nin kontrolü için olmazsa olmaz bir projedir.

gel Đslâmî Ümmet’in ayağa kalkmasıdır ki, bu olduğu zaman -ki kesinlikle olacaktır ve ABD bunun farkındadır- tüm planları suya düşecektir. Bu amaçla Ümmet’in tepesindeki demirini Müslümanların üzerindeki ajan yöneticilerin, sapını ise Kapitalist fikirlerin oluşturduğu bir balyoz olmaya devam etmektedir ve edecektir. Çünkü kalbindeki kin hissedilenden çok daha fazladır. Bu amaçla B.O.P., onun için çok önemlidir. Görüldüğü üzere ABD, dönüşü olmayan bir yoldadır. Afganistan’da siyasî başarısızlığın yanında NATO çatırdamıştır; Irak’ta onların tabiri ile bataklığa saplanmış ve on binlerce asker, trilyonlarca dolar kayba uğramıştır. Burada da koalisyon güçleri başta Đngiltere olmak üzere- askerî ve siyasî yönden yardımlarını azaltmıştır. Pakistan’daki siyasî belirsizliği ve Ümmet’in uyanışını endişeli gözlerle seyretmektedir. Tutunduğu en önemli dal ise, Ümmet’in başındaki işbirlikçi yöneticilerdir. Onlar olmasaydı, Ümmet’in uyanışı ne kadar da hızlı olurdu…

Başta Đngiltere olmak üzere diğer sömürgeci devletlerin belirlediği etnik ve siyasî yapının değişmesi için yeni haritaların yani yeni etnik ve siyasî yapıların oluşturulması elzemdir. Bunun uzun soluklu bir iş olduğu ortadadır. Bu artık gündemdedir. Bu amaçla günümüzdeki bazı tavırları bunun oluşumuna da zemin hazırlamaktadır. Mesela, Kosova’nın bağımsızlığı bu minvalde düşünülebilir. Her ne kadar bu ABD’nin, Sırbistan üzerinden Rusya’ya küçük bir darbe vurmak kastı için olsa da tek taraflı bağımsızlık, ABD’nin B.O.P. ile değiştirmeyi düşündüğü haritalar için emsal teşkil edecektir. Yoksa onun Kosova’yı ilk tanıyan devlet olması ve bağımsızlık öncesi çabaları, %90’ı Müslüman olan Kosova halkını düşündüğünden değildir. Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni model göstermesi ve bu amaçla öne çıkararak bölgede etkin halde kullanmaya çalışması, bölgede çıban başı olan Yahudi varlığını koruma altına alması, askerî ve siyasî müdahaleler yapması, insanî yardımlarda bulunması ve Demokrasiyi Ümmet’e empoze etmek amacı ile yaptığı tüm çalışmalar, daha da parçalamaya çalıştığı Ümmet’in yeniden bir araya gelmesini engellemek için yaptığı amellerdir. Çünkü bunca amaca hizmet edecek bu projenin önündeki en büyük enköklüdeğişim

ABD, Büyük Roma Devleti gibi batmanın eşiğindedir. Tabi ki büyük devletin batışı veya gerilemesi öyle bir anda olmaz, bunun zamanını yüce Allah Subhanehû ve Teâlâ bilir. Ancak müminler kurtuluş için onun batışını eli-kolu bağlı, oturup bekleyemez. Dün Đngiltere, bugün ABD, yarın başka bir kâfir devlet, ama hepsi Đslâm’a ve müminlere düşmandırlar; Müminler zaman kaybetmeden kâfirlere ve işbirlikçilerine karşı Allah Rasulü’nün gösterdiği şekilde mücadele etmek zorundadır. Yoksa bir Müslüman, kâfirler birbirine düşecek ve Đslâm hayata hâkim olacak diye bir bakış sahibi olamaz. O, yaşadığı her an için Allah Subhanehû ve Teâlâ’ya hesap verecektir. Bunun bilincinde olarak siyasî çalışmalara hız vermeli ve kâfirlerin oyunları deşifre edilmelidir. Bu ise ancak siyasî çalışma ile mümkündür. Şüphesiz Allah Teâlâ her şeyi bilen ve görendir. (En doğrusunu Allah bilir.)

60

nisan 2008


Musa Bayoğlu

tefekkür

bilgi@kokludegisim.com

Nasıl Bir Rasul’e Đman Ettik? ka gazetesi, yaklaşık iki sene önce bir Danimarka gazetesinin yayınladığı bu iğrenç karikatürleri yeniden yayınlamıştı. Çünkü Đslâm’ın değerlerini, mukaddesatını, hükümlerini koruyan mekanizma yok olmuş, Ümmetin yöneticileri olduklarını iddia eden kişiler ise, kınamakla veya Büyükelçiliklerini çağırarak ilgili kişilere, devletlere protesto mektubu sunmakla yetinmişlerdir. Oysa elinde orduları harekete geçirerek Đslâm’a hakaret eden kişileri yerle bir etme, bulundukları yeri kendilerine mezar etme imkânı olduğu halde, bu kişileri veya devletleri kınama, protesto etme acizliğin ifadesidir. Bu kişiler tarafından serzenişte bulunmak yetmez, hadlerini bildirmek gerekir. Tıpkı Đslâm aleyhine tiyatro oynatmak isteyen Fransa’ya, bu oyunu sahnelememesi gerektiğini aksi halde bedelini ağır ödeyeceğini söyleyerek Đslâm Ordusu ile tehdit eden Halife AbdulHamid gibi. Kınamak, protesto etmek acizliktir, korkaklıktır, çaresizliktir. Evet, belki bu fertler için kabul edilebilir, ama devletler için, ehli kuvvet için asla kabul edilemez.

Rasul-il Ekrem SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Rasul olarak gönderilmesinden itibaren Đslâm ile küfür arasındaki çatışma başlamıştır. Đlk etapta fikrî olarak başlayan bu çatışma, daha sonra Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’de Đslâm Devleti’ni ikame etmesinin ardından maddî alana kaymıştır. Maddî alandaki bu çatışma, 3 Mart 1924 senesine yani Hilâfet’in ilgasına kadar sürmüş, bu tarihten itibaren Hilâfet’in ilgasıyla birlikte Müslümanlar başsız kalmış, kendilerini koruyan kalkan kırılmış ve arkasında savaştıkları komutan öldürülmüştür. Serveti yağmalanan yetim bir çocuk misali, servetini, yeraltı kaynaklarını tarumar etmek, talan etmek ve çalıp çırpmak için aynen aç kurtların sofraya üşüştükleri gibi kafir devletler, bu Ümmet’in başına üşüşmüşlerdir. Kâfirler, Ümmetin servetlerini tarumar etmekle yetinmemişler Müslümanların kalplerinin derinliklerindeki Đslâmî mefhumlara, hükümlere, fikirlere, değerlere saldırmışlar ve zihinlerinde bir nebze olsun yok ettikleri Đslâm’ı Müslümanların vicdanlarından bir daha geri dönmemek üzere silip atmaya çalışmışlar ve hâlâ da bu çabalarına devam etmektedirler. Bununla da iktifa etmemişler, Ümmetin çocuklarının ağzıyla Đslâm’ın mukaddesatlarına harp açmışlar; Salman Rüşdi ile Kur’an ayetlerine, Kaddafi ve Edip Yüksel ile hadislere, sonra Afganistan’da Kur’an’a, şimdi de bu Risaleti getiren şanlı, yüce Rasul-il Ekrem SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e kinlerini bir türlü kusmuşlardır. Bunlar ilk değil, son da olmayacak... 27.02.2008 Çarşamba günü Almanya Đçişleri Bakanı’nın, tüm Avrupa gazetelerine, Rasul-il Ekrem SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yönelik hakaret içerikli karikatürlerin yeniden yayınlanması çağrısında bulunması da yine bu kinin açığa çıkartılmasıdır. Bundan birkaç gün önce de 17 Danimarköklüdeğişim

Bütün bu saldırılardan sonra karikatürleri kınayan Müslümanların haykırışlarına şahit olmuştuk ki onlar, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yardım edebilmek için seslerini yükseltiyorlardı… Bütün bu yaşananlar, artık Ümmete sahih bir Đslâm anlayışı ve Đslâmî hayatı başlatma özlemi doğurmuş ve artık bu yolda çalışmalar insanların fevç fevç akını ile bereketlenmiştir. Ancak hâlâ bazı Đslâmî mefhumlar, tam anlaşılamamış durumdadır. En bariz örneği, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e iman, bu konulardandır. Hâlâ Đslâm’ı anlamamış insanlarca vahyin kuşandığı bir Rasul anlatılmamakta. Rasulullah’ı, doğup yaşamış ve ölmüş bir insan kim-

61

mart 2008


nasıl bir rasul’e iman ettik? liğiyle kabul ettirme gayretleri günümüzde ön plana çıkartılmakta. Tarihte yaşamış ancak bugüne taşınmayan, bugün bize yol göstermeyen, örnek ve şahit olmayan, hikâyelerdeki kahramanlar misali anlatılan, yaptığı bugün yapılamayacak olan bir Rasul anlayışı Ümmete dayatılmakta. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e inanmak ile iman etmenin farklı şeyler olduğunu unutmamalıyız. Tarihsel kimlik olarak Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem yaşamamıştır, diyen bir kişi var mıdır? Gerek Đslâmî, gerekse gayri Đslâmî tüm tarih kaynakları, Muhammed Đbni Abdullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) adında bir insanın 63 seneye yakın bir süre yaşadığını yazar. Bu inkâr edilemez bir tarihî gerçektir. Bu, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem isminde bir insanın zatına inanmaktır. Đman etmek ise; Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e zatıyla birlikte O SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Allahu Teâlâ tarafından gönderilmiş bir Rasul olduğunu dil ve kalp ile tasdik etmektir. Böylelikle Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in zatına ve sıfatına iman etmektir. Đnanma ve iman etme arasındaki bu fark, Asr-ı Saadet ile günümüz “Rasul” anlayışı açısından en büyük farklılıktır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in zatından hiç kimse rahatsız değildir. Hatta o dönemin müşrikleri O’na “el-Emin” diyerek zatı ile ilgili kanaatlerini künyeleştirmiştir. Ama Rasulullah’ın getirdiği vahiy gündeme geldiğinde, davası açığa çıktığında mümin, münafık, müşrik, kâfir ayrımı başlamıştır, bugün de başlayacaktır.

hi ve Sellem, sadece insanlarla iyi geçinmeyi öğretmek için değil, kâfirlerle de dost olmamayı öğretmek için de gönderilmiştir. Müminlere karşı yumuşak ve güler yüzlü olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, kâfirlere karşı sert ve katı da olmuştur.

Özellikle “Mevlid Kandili” diye nitelendirilen günlerde, Kutlu Doğum Haftalarında tıpkı babalar günü, anneler günü gibi, yılbaşı, noel baba gibi, senenin bir günü veya bir haftasında hatırlanan bir Rasul anlayışı ile kandırılmak istenmekte, bu Ümmet… Herkese mavi boncuk dağıtan, herkesle iyi geçinen, kimseyi kırmayan bir Rasul! Sadece ruhî yönü ile örnek alınan, şeklen takip edilen bir Rasulullah anlayışı. Çocukları seven, kadınlara iyi davranan Rasul anlayışı... Rasulullah SallAllahu Aley-

‫ل‬ َ ‫ﺎ‬‫ﺩﺠ‬ ‫ﻲ ﺍﻝ‬‫ﻤﺘ‬ ‫ﺭ ُﺃ‬ ‫ﺨ‬ ‫لﺁ‬ َ ‫ﺘ‬‫ﻴﻘﹶﺎ‬ ‫ﻪ ِﺇﻝﹶﻰ َﺃﻥ‬ ‫ﻲ ﺍﻝﱠﻠ‬‫ﻌ ﹶﺜﻨ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻤﻨﹾ ﹸﺫ‬ ‫ﺽ‬ ‫ﺎ ﹴ‬‫ﺩ ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫ﺠﻬ‬ ‫ﺍﻝﹾ ﹺ‬‫ﻭ‬ ‫ل‬ ٍ ‫ﺩ‬ ‫ﺎ‬‫ل ﻋ‬ ُ ‫ﻋﺩ‬  ‫ﻻ‬‫ﺎِﺌ ﹴﺭ ﻭ‬‫ﺭ ﺠ‬ ‫ﺠﻭ‬  ‫ﻪ‬ ‫ﻁﹸﻠ‬  ‫ﻴﺒ‬ ‫ﻻ‬

köklüdeğişim

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in adil bir Kadı olduğu, Yahudi’yle münafığın mahkemesinde Yahudi’nin lehine hükmettiği anlatılırken, hain Medine Yahudilerini muhasara edip, Yahudi erkeklerin tümünün boynunu vurdurttuğu hiç anlatılmıyor. Taif’te, kendisine zulmedenlere dua eden Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem anlatılırken, Hendek’te, savaş meşakkatinden dolayı namazını kazaya bırakmak zorunda kalıp da bu ıstırabından dolayı kâfirlere “Ya Rabbi onların evlerini ateşle doldur, onların evlerini başlarına yık” diye beddua etmesi anlatılmıyor. Bugün Ümmeti namazdan uzaklaştıranlara -eğer hayatta olsaydı-, Rasul’ün düşman olacağı anlatılmıyor. Đslâm’ın ilk düğümünün Hilâfet, son düğümünün ise namaz olduğu ve bu düğümleri çözmeye çalışanlara karşı -sonu ölüm dahi olsa- Đsa Aleyhi’s-Selam’ın havarilerini örnek vererek “Allah’a isyan içinde yaşamaktansa itaat içinde ölmek daha hayırlıdır” bilinciyle mücadele etmek gerektiğini söyleyen Rasulümüzün mesajı hep saklanmaya çalışılıyor... Savaşta esirlere merhamet eden Rasulullah örnek gösterilirken fitneyi ortadan kaldırmak, dini yalnız Allah’a ait kılmak için cihat eden Bedir’in komutanı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem örnek gösterilmiyor.

“Allah beni gönderdiği zamandan beri, ümmetimin son ferdi Deccal ile savaşasıya kadar cihad geçerlidir. Zalimin zulmü ve adilin adli onu iptal etmez.” diyen Rasulullah’ın fiili, cihadı değil lafzının dahi yasaklandığı bir yönetimde Ümmetin ne yapması gerektiği bilinmiyor. Đyi aile reisi olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve

62

nisan 2008


nasıl bir rasul’e iman ettik? Sellem’in Đslâm Devleti kuruduğu, bu Devleti yönettiği inkâr edilmeye çalışılıyor. Kendinden istenildiğinde kimseyi boş çevirmeyen Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in mümin kadının feryadına da aynen icabet ettiği ve edilmesi gerektiği malum zevat tarafından hiç söylenmiyor. Bugün Ümmetin namusu saldırıda iken hâlâ ibadetten bahseden, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın misali, duyarsız insanlar acaba Mahşer’de ne diyecekler?

tıbbi faydalarını yüzyıllar önce ifade ettiği için müthiş insan oluyor da; zina edene recm uygulayan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, niçin sorun oluyor? Ehli Kitap’a ve müşriklere benzememek için bir takım ahkâmlar ortaya koyan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem neden sorun oluyor? Bizler, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in zatından mı razıyız, sıfatından mı ya da hem zatından hem sıfatından mı? Ehli Tevhid olabilmenin yolu Allahu Teâlâ’ya imandan sonra Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e her yönü ile iman etmektir. Đman, ibadet, muamelat ve ukubat (ceza) hukuklarından müteşekkil mutlak Đslâm Dini, kayıtsız ve şartsız, eksiltme ve çıkarılma yapılmaksızın kabul edilecek bir dindir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de, bu nizamı tebliğ etmek ve icra etmek için gönderilmiştir. Bu dört temel Đslâm hukukundan herhangi bir yönü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den ayrı görmek Rasul tanımlamasını bozacaktır. Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in gerçek takipçileri, önderlerini sadece gül koktuğu için değil, sadece gül yüzlü olduğu için değil aynı zamanda dikenli yollarda gül ahkâmıyla nasıl yürüyeceğini öğrettiği için, Nemrud’a kıyam edip Đbrahim Aleyhi’s-Selam gibi olmadan, ateşin gül bahçesine dönüşemeyeceğini öğrettiği için takip ederler. Maymunlaştırılmış Đsrail oğulları gibi taklidî değil, tahkikî iman ile tabi olurlar. Đman ehli, kanun koyucu ve terbiye edici olarak Allahu Teâlâ’dan Dünya ve Ahiret nizamını düzenleyen Đslâm Nizamı’ndan, önder ve örnek şahsiyet olarak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den razı olanlardır. Kitap’ın ve Sünnet’in (Rasulullah’ın) bir kısmını kabul edip, bir kısmını reddetmek imansızlığın ilanıdır. Doğumundan hoşnut olunan ancak yaşamasından hoşnut olunmayan bir Rasul’den bahsetmek; “Emin” Rasulullah’tan razı olup, “Emir” Rasulullah’a düşman olmaktır.

Allahu Teâlâ’nın Nizamı’na verilen önem, ganimet dağıtımında anlatılırken ‫ﺩ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺕ‬ ‫ﻤ ﹸﺔ ﹺﺒﻨﹾ ﹸ‬ ‫ﻁ‬  ‫ ﻜﹶﺎﹶﻨﺕﹾ ﻓﹶﺎ‬‫ﹶﻝﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺩﻫ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺕ‬ ‫ ﹸ‬‫ﻁﻌ‬ ‫“ ﹶﻝ ﹶﻘ ﹶ‬Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim.” diyen Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem anlatılmıyor. Allah’ın Nizamlarının iptal edildiği, yerine küfür nizamları getirildiği ve Kur’an ve Sünnet’in bu nizamlara savaş açtığı gizleniyor. Kur’an, güzel sesli hafızlardan dinleniyor ama Kur’an’ın bir ayetinin ahkâmını yaşamaya, hayatta var etmeye davet edince neden kimse kıpırdamıyor? Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in zatını anlatmaya ve dinlemeye halk coşkuyla katılmakta, ama “Haydi, Rasul’ün zatını ve sıfatını yaşamaya diyelim!”, bakalım kimler bu davete iştirak edecek, ya da kaç kişi bunu anlatmaya cesaret edecek acaba? Kur’an ziyafetini dinlemek için salonlar doluyor, boyalı basında bir kaç yıldır Kur’an’ın mucizevî bir kitap olduğu anlatılıyor, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in gerçek bir Nebi olduğu anlatılıyor… O halde haydi Kitap’ın ve Sünnet’in ahkâmından bahsedelim… Kur’an, yaratılış ile ilgili konularda tarihsel ve astronomik ya da tıbbî konularda yanılmayan Kitap, mucizevî oluyor da, “faiz, içki, kumar, domuz eti haramdır; namazı kılın, zekâtı verin, başınızı örtün, haksız yere cana kıymayın, ırkçılık yapmayın…” deyince çağdışı, anlaşılmaz bir Kitap oluyor, öyle mi?

‫ل‬ ُ ‫ﻌ‬ ‫ﻴﻔﹾ‬ ‫ﻥ‬‫ﺍﺀ ﻤ‬‫ﺠﺯ‬  ‫ﺎ‬‫ﺽ ﹶﻓﻤ‬ ‫ ﹴ‬‫ﺒﻌ‬‫ﻥ ﹺﺒ‬  ‫ﻭ‬‫ﻭﹶﺘﻜﹾ ﹸﻔﺭ‬ ‫ﺏ‬ ‫ﻜﺘﹶﺎ ﹺ‬ ‫ﺽ ﺍﻝﹾ‬ ‫ ﹺ‬‫ﺒﻌ‬‫ﻥ ﹺﺒ‬  ‫ﻤﻨﹸﻭ‬ ْ‫َﺃ ﹶﻓﹸﺘﺅ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺸ‬ ‫ﻥ ِﺇﻝﹶﻰ َﺃ ﹶ‬  ‫ﻭ‬‫ﺭﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﺔ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫ﻘﻴ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻴﻭ‬‫ﻭ‬ ‫ﺎ‬‫ﺩﻨﹾﻴ‬ ‫ﺓ ﺍﻝ‬ ‫ﺎ‬‫ﺤﻴ‬  ‫ﻲ ﺍﻝﹾ‬‫ ﻓ‬‫ﻱ‬‫ﺨﺯ‬  ‫ﻻ‬ ‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻨ ﹸﻜﻡ‬‫ﻙ ﻤ‬  ‫ﹶﺫِﻝ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻤﻠﹸﻭ‬ ‫ﺎ ﹶﺘﻌ‬‫ﻋﻤ‬  ‫ل‬ ٍ ‫ﻓ‬ ‫ﻪ ﹺﺒﻐﹶﺎ‬ ‫ﺎ ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﺏ‬ ‫ﻌﺫﹶﺍ ﹺ‬ ‫ﺍﻝﹾ‬

Temizlik, komşu hakları, yemekten önce ve sonra elleri yıkamaktan bahseden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem sorunsuz kimlik oluyor, misvakın köklüdeğişim

63

nisan 2008


nasıl bir rasul’e iman ettik? Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezillik, Kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisine uğratılmaktır. Çünkü Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. (el-Bakara 85)

meydan okumasıdır. Bu namaz, tüm zalimlere “Hiçbir gerçek mümini ölümle korkutamazsınız!” mesajıdır. Bu namaz, “Ölüme giderken dahi Rabbime karşı esas duruşumu bozmadım” mesajıdır. Đşte bu, ayetin tabiriyle ‘içinde yakınlık bulunan’ sevgidir. Zira bedeli ödenmiş, hesabı verilmiş, lafta kalmamıştır. Akla şöyle bir soru gelebilir: Allah Rasulü vefat edip gitmiştir. Şimdi biz Ona sevgimizi bu şekilde ifade etmeye kalksak bile edemeyiz. O halde, bizim sevgimizin de “yakın” vasfını kazanması için ne yapmamız gerekir? Bu sualde yanlış bir mantık var: Sahabe-i Kiram, durduk yerde sevgi edebiyatı yapmadı ki… Mesela; Zeyd ve Hubeyb, din öğretmek için Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in görevlendirmesiyle yola düştü ve şehit edildi. O, “Asılayım da sevgimi ispat edeyim” de demedi. Yaptığı, Đslâm’ı öğretmek için ölümü göze almaktı. O da onu yaptı. Peki, şimdi Đslâm Daveti’ni taşımak Müslümanlara farz değil mi? O halde, Hubeyb’in sevgisinin çağımızdaki karşılığı, ucunda ölüm dahi olsa, Đslâm’ı âleme taşımak için hiçbir fedakârlıktan çekinmemektir. Bu, Hubeyb’in yolunu izlemektir. Bu, Rasulullah’ı sevmenin bedelini ödemektir.

Rasulullah’ı sevmenin en güzel örneğini onun Ashabı verdi. Onlar ‘Rasul, müminlere kendi öz canlarından daha önceliklidir’ ayetinin ilk muhatabıydılar. Bunu yaşayarak O’na yardımcı olarak gösterdiler: Hicret’in 3., Miladın 625. senesidir; Uhud’un yaraları henüz tazedir. Medine civarındaki kabilelerden biri, içlerinden yeni Müslüman olanlar için Đslâm’ı öğretecek bir muallim kadrosu istemektedir. Allah Rasulü, öz elleriyle yetiştirdiği seçkin öğretmen kadrosu arasından 6 kişilik bir ekibi gönderir. Kafile bir subaşında mola verince haince bir saldırıya uğrar. Saldıran Huzeyl kabilesinin eşkıyasıdır. Öldürmek için değil, Kurayş’e satıp para kazanmak için bu tuzağı kurduklarını söylerler. Buna rağmen kafileden üçü şehit oluncaya kadar çarpışır. Geri kalan üçünü esir edip Mekke’ye götürürler. Abdullah b. Tarık, yolda eline bağlanan ipi keserek ellerinden kaçar. Geride Zeyd b. Desinne ve Hubeyb kalmıştır. Hain Haramîler, Zeyd’i, Saffan b. Ümeyye’ye satarlar. O, Müslümanlar tarafından öldürülen babası Ümeyye b. Halef’e karşılık olarak Zeyd’i öldürmek için satın alır. Zeyd asılmaya götürülürken, yolda Ebu Süfyan bunlarla karşılaşır ve Zeyd’e sorar: “Şu anda senin yerinde onun (Rasulullah) olup; asılmasını, senin de ailenin yanında olmanı ister miydin?” Zeyd’in cevabı açıktır: “Değil onun asılması, ayağına diken batmasına dahi gönlüm razı olmaz!” Ebu Süfyan, bunun üzerine şu itirafta bulunur: “VAllahi böylesine bir bağlılık ve sevgiyi dünyanın hiçbir tarafında görmedim.” Sıra Hubeyb b. Adiyy’e gelmiştir. Yirmili yaşlarının başlarında, fidan gibi bir gençtir Hubeyb. Kendisinden sonrasına muhteşem bir sünnet bırakmıştır: Đdamdan önce kılınan iki rekât namaz… Bu namaz, imanın ölüme köklüdeğişim

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bize en büyük emaneti şüphesiz ki, 23 yıllık hareket metodu ile kurduğu Đslâm Devleti’dir. O Devlet ile Din hayata hâkim kılınmış ve tatbik edilmiş, davet ve cihad yolu ile âleme Risalet olarak taşınmıştır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Đslâm Devleti’ni kurmak için canı ile malı ile gece gündüz çalışmış ve Allah’ın nusreti ile felah bulmuştur. Bu yolda karşılaştığı tüm sıkıntılara sabretmiş, sebat göstermiş ve Đslâm’ın hayata hâkimiyeti için çalışmayı ölüm-kalım meselesi yapmıştır. Peki, bugün O’nun Ümmeti olan bizler hangi durumdayız? Đslâm’ı hayata hâkim kılma çalışması bizim için ne kadar önemli; olmazsa olmazlarımızdan mı? O’nun emanetine sahip çıkamadık maalesef, ancak O’na yapılan bunca hakaret ve saldırıya “Dur!” demenin zamanı geldi, hatta geçiyor…

64

nisan 2008


Cuma Canpolat

tefekkür

bilgi@kokludegisim.com

Muhammed SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in Risalet Hayatına Bir Bakış ‫ ﹴﺭ‬‫ﺸﻬ‬ ‫ﻑ ﹶ‬  ‫ َﺃﻝﹾ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﺭ‬‫ﺨﻴ‬ ‫ﹶ‬

Malum olduğu gibi, içinde bulunduğumuz Kamerî (Hicrî) takvime göre Rabi’ul-Evvel ayının 12’sinde, Güneş (Miladî) takvimine göre 20 Nisan 570 senesinde, Abdullah’ın oğlu Muhammed Mekke beldesinde, annesi Amine’den doğmuştu. Ve onun çocukluğu, dedesi olan AbdulMuttalib’in gözetimi altında ve onun himayesinde geçirilmişti. Çünkü babası olan Abdullah, henüz oğul Muhammed anasının karnında 6 aylık iken vefat etmişti. Böylece Abdullah’ın oğlu Muhammed fıtrat (yaratılış) üzere 40 yaşına kadar yaşadıktan sonra Allah tarafından Nebi ve Allah’ın Rasulü olarak vazifelendirilmiştir (seçilmiştir). Ve kendisine mucize olarak da Allah’ın Kitabı olan Kur’an-ı Kerim vahyedilmeye başlamıştı. Đşte biz bu münasebetle Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Risalet hayatına Kur’an-ı Kerim’in ışığı altında, şöyle bir bakmak istiyoruz.

Biz O’nu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde inzal eyledik ve Sen (Rasul’üm) Kadir gecesinin nasıl olduğunu nereden idrak edeceksin ki! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. (el-Kadir 1-3) 2- Kur’an-ı Kerim Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ne için vahyedilmiştir? Kur’an-ı Kerim’in ne için vahyedilişine gelince; onunla alakalı olan çeşitli ayetler vardır. Đşte onlardan bir kısmı şöyledir: ‫ﺎ‬‫ﹶﻝﻬ‬‫ﺤﻭ‬  ‫ﻤﻥ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻯ‬‫ﻡ ﺍﻝﹾ ﹸﻘﺭ‬ ‫ﺭ ُﺃ‬ ‫ﺫ‬ ‫ﺎ ﱢﻝﺘﹸﻨ‬‫ﺭ ﹺﺒﻴ‬ ‫ﻋ‬  ‫ﺁﻨﹰﺎ‬‫ﻙ ﹸﻗﺭ‬  ‫ﻨﹶﺎ ِﺇﹶﻝﻴ‬‫ﺤﻴ‬  ‫ﻙ َﺃﻭ‬  ‫ﻭ ﹶﻜ ﹶﺫِﻝ‬ ‫ﻴ ﹺﺭ‬‫ﺴﻌ‬  ‫ﻲ ﺍﻝ‬‫ﻭ ﹶﻓﺭﹺﻴﻕﹲ ﻓ‬ ‫ﺔ‬ ‫ﺠﱠﻨ‬  ‫ﻲ ﺍﻝﹾ‬‫ﻪ ﹶﻓﺭﹺﻴﻕﹲ ﻓ‬ ‫ﻴ‬‫ﺏ ﻓ‬  ‫ﺭﻴ‬ ‫ﻻ‬ ‫ ﹺﻊ ﹶ‬‫ﺠﻤ‬  ‫ﻡ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻴﻭ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺫ‬ ‫ﻭﺘﹸﻨ‬ Ve böylece Biz, sana (Rasul’üm) Arapça Kur’an’ı vahyettik ki senin, beldelerin anası (Mekke) olanı ve onun çevresinde bulunanları inzar (ihtar) etmen içindir. Ve kendisinde (Hesap Günü’nde) şüphe olmayan içtima gününde (Ahiret Günü) inzar etmen içindir. Zira onların (yeniden dirilmiş olan insanların) bir bölümü Cennette olacak ve diğer bir bölümü de ateşte (Cehennemde) olacaktır. (eş-Şura 7) Başka bir sûrede Allahu Teâlâ şöyle diyor:

1- Kur’an-ı Kerim Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ne zaman vahyedilmeye başlamıştır? Bizlerin (Đslâm Ümmeti) elimizde bulunan ve Allah’ın Kitabı olan Kur’an-ı Kerim, Miladî takvime göre 610 yılı itibarı ile Kamerî olan Ramazan ayında, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e vahyedilmeye başlamıştı. Bunun delili ise Allahu Teâlâ’nın şu ayetidir:

‫ﻪ‬ ‫ﺭﻜﹸﻡ ﹺﺒ‬ ‫ﺫ‬ ‫ﻥ ﻷُﻨ‬  ‫ﺁ‬‫ﻫﺫﹶﺍ ﺍﻝﹾ ﹸﻘﺭ‬ ‫ﻲ‬  ‫ﻲ ِﺇﹶﻝ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻭﺃُﻭ‬ ‫ ﹶﻨ ﹸﻜﻡ‬‫ﺒﻴ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻲ‬‫ﻨ‬‫ ﹺﺒﻴ‬‫ﺸﻬﹺﻴﺩ‬ ‫ﻪ ﹶ‬ ‫ل ﺍﻝﹼﻠ‬ ِ ‫ﹸﻗ‬ ‫ﺒﹶﻠ ﹶﻎ‬ ‫ﻥ‬‫ﻭﻤ‬ Sen (Rasul’üm) de ki: ‘Allah benim ve sizin aranızda şahittir ve bu Kur’an bana vahyedildi ki benim, onunla sizi inzar (ihtar) etmem içindir. (el-En’am 19)

‫ﻥ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺕ‬  ‫ﻴﻨﹶﺎ‬‫ﺒ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺱ‬ ‫ﻯ ﻝﱢﻠﻨﱠﺎ ﹺ‬‫ﻫﺩ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﺁ‬‫ﻪ ﺍﻝﹾ ﹸﻘﺭ‬ ‫ﻴ‬‫ل ﻓ‬ َ ‫ﻱ ﺃُﻨ ﹺﺯ‬  ‫ﺫ‬ ‫ﻥ ﺍﱠﻝ‬  ‫ﺎ‬‫ﻤﻀ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺸﻬ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﻥ‬ ‫ﻗﹶﺎ ﹺ‬‫ﺍﻝﹾ ﹸﻔﺭ‬‫ﻯ ﻭ‬‫ﻬﺩ‬ ‫ﺍﻝﹾ‬ O Ramazan ayı ki, onda Kur’an nazil olmuştur (indirilmeye başlamıştır). O insanlar için hidayettir. Ve O (Kur’an) hidayeti beyan edendir ve (Kur’an) Furkan’dır (hakkı batıldan ayırandır). (el-Bakara 185) Diğer bir delil ise:

3- Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem Allah’ın Rasulü’dür: Bu husus hakkında Allahu Teâlâ şöyle diyor: ‫ﻴ ﹴﻡ‬‫ ﹶﺘﻘ‬‫ﻤﺴ‬ ‫ﻁ‬  ‫ﺍ‬‫ﺼﺭ‬  ‫ﻋﻠﹶﻰ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﺴﻠ‬  ‫ﻤﺭ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻙ ﹶﻝ‬  ‫ﻴ ﹺﻡ ِﺇﱠﻨ‬‫ﺤﻜ‬  ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﺁ ﹺ‬‫ﺍﻝﹾ ﹸﻘﺭ‬‫ﻴﺱ ﻭ‬

‫ ﹺﺭ‬‫ﹶﻠ ﹸﺔ ﺍﻝﹾ ﹶﻘﺩ‬‫ ﹺﺭﹶﻝﻴ‬‫ﹶﻠ ﹸﺔ ﺍﻝﹾ ﹶﻘﺩ‬‫ﺎ ﹶﻝﻴ‬‫ﻙ ﻤ‬  ‫ﺍ‬‫ﺭ‬‫ﺎ َﺃﺩ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ ﹺﺭ‬‫ﺔ ﺍﻝﹾ ﹶﻘﺩ‬ ‫ﹶﻠ‬‫ﻲ ﹶﻝﻴ‬‫ﻩ ﻓ‬ ‫ﺯﻝﹾﻨﹶﺎ‬ ‫ِﺇﱠﻨﺎ ﺃَﻨ‬ köklüdeğişim

Yâ-Sîn ve muhkem olan Kur’an’a yemin ol-

65

mart 2008


muhammed sallAllahu aleyhi… sun ki, şüphesiz sen Rasullerdensin (Đslâm Risaleti ile gönderildin) sırat-ı müstakim üzeresin. (Yâ-Sîn 1-4) Yine Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

Böylece Kur’an-ı Kerim Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e vahyedildi ve okutuldu ki kendisi de onu diğer insanlara okusun diye. Đşte bunun delili şu ayet-i kerimedir:

‫ل‬ ُ‫ﺴ‬  ‫ﺭ‬ ‫ﻪ ﺍﻝ‬ ‫ﻠ‬‫ﻥ ﹶﻗﺒ‬‫ﺨﹶﻠﺕﹾ ﻤ‬ ‫ ﹶ‬‫ﻭلٌ ﹶﻗﺩ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻻ‬ ‫ ِﺇ ﱠ‬‫ﻤﺩ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﻤ‬ Muhammed ancak Rasul’dür. Ondan evvel de Rasuller gelip geçmiştir. (Âl-i Đmran 144)

‫ﺍ‬‫ﻴﺭ‬‫ﻭ ﹶﻨﺫ‬ ‫ﺍ‬‫ﺸﺭ‬ ‫ﺒ ﱢ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻙ ِﺇ ﱠ‬  ‫ﺴﻠﹾﻨﹶﺎ‬  ‫ﺎ َﺃﺭ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ل‬ َ ‫ﺯ‬ ‫ﻕ ﹶﻨ‬ ‫ﺤﱢ‬  ‫ﻭﺒﹺﺎﻝﹾ‬ ‫ﻩ‬ ‫ﺯﻝﹾﻨﹶﺎ‬ ‫ﻕ ﺃَﻨ‬ ‫ﺤﱢ‬  ‫ﻭﺒﹺﺎﻝﹾ‬ ‫ﻼ‬ ‫ﻩ ﺘﹶﻨﺯﹺﻴ ﹰ‬ ‫ﺯﻝﹾﻨﹶﺎ‬ ‫ﻭ ﹶﻨ‬ ‫ﺙ‬  ‫ﻤﻜﹾ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ‬  ‫ﺱ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻝﻨﱠﺎ ﹺ‬  ‫ﺭَﺃﻩ‬ ‫ﻩ ِﻝ ﹶﺘﻘﹾ‬ ‫ﺭﻗﹾﻨﹶﺎ‬ ‫ﺁﻨﹰﺎ ﹶﻓ‬‫ﻭ ﹸﻗﺭ‬

4- Ümmi olan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e nazil olan Kur’an-ı Kerim, peyderpey öğretilmiştir.

Ve Biz (Allah) O’nu (Kur’an-ı Kerim’i) hak ile inzal eyledik ve O (Kur’an) hak ile nazil oldu. Biz, Seni (ey Muhammed), ancak beşir (müjdeci) ve nezir (ihtar edici) olarak gönderdik ve Biz Kur’an’ı (surelere ve ayetlere) tefrik ettik ki, sen (Rasul’üm) onu, insanlara dura dura okuyasın diye ve Biz O’nu tedricen (peyderpey) inzal eyledik (indirdik). (el-Đsra 105-106)

Kur’an-ı Kerim’den ilk nazil olan ayetlerde Allahu Teâlâ Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e şöyle hitap ediyor: ‫ﻙ‬  ‫ﺒ‬‫ﺭ‬ ‫ﻭ‬ ْ‫ﺭﺃ‬ ‫ﻋﻠﹶﻕ ﺍﻗﹾ‬  ‫ﻤﻥ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﺎ‬‫ﻕ ﺍﻝﹾﺈِﻨﺴ‬ ‫ﺨﹶﻠ ﹶ‬ ‫ﺨﻠﹶﻕ ﹶ‬ ‫ﻱ ﹶ‬‫ﻙ ﺍﱠﻝﺫ‬  ‫ﺒ‬‫ﺭ‬ ‫ﻡﹺ‬‫ﺭﺃْ ﺒﹺﺎﺴ‬ ‫ﺍﻗﹾ‬ ‫ﹶﻠﻡ‬‫ﻴﻌ‬ ‫ﺎ ﹶﻝﻡ‬‫ﻥ ﻤ‬  ‫ﺎ‬‫ﻡ ﺍﻝﹾﺈِﻨﺴ‬ ‫ﻋﱠﻠ‬  ‫ﻡ ﺒﹺﺎﻝﹾ ﹶﻘﹶﻠ ﹺﻡ‬ ‫ﻋﱠﻠ‬  ‫ﻱ‬‫ﻡ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺍﻝﹾَﺄﻜﹾ‬

5- Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem Allah’ın son nebisidir.

Sen (ey Muhammed), yaratan Rabbinin ismiyle oku. O (Allah), insanı alakadan (pıhtılaşmış kandan) yarattı. Sen oku ve senin Rabbin ekremdir (üstündür). O kalem ile öğretti. O insana bilmediklerini öğretti. (el-Alak 1-5)

Allah Subhanehû ve Teâlâ insanlara çeşitli Nebiler göndermiştir. Bunun delili ise şu ayetlerdir: ‫ﻲ ِﺇﻝﱠﺎ ﻜﹶﺎﻨﹸﻭﺍ‬  ‫ﻥ ﱠﻨ ﹺﺒ‬‫ﻴﻬﹺﻡ ﻤ‬‫ﻴﺄْﺘ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭﻝِﻴ‬ ‫ﻲ ﺍﻝﹾَﺄ‬‫ﻲ ﻓ‬  ‫ﻥ ﱠﻨ ﹺﺒ‬‫ﺴﻠﹾﻨﹶﺎ ﻤ‬  ‫ َﺃﺭ‬‫ﻭ ﹶﻜﻡ‬ ‫ﺒﻁﹾﺸﹰﺎ‬ ‫ﻡ‬‫ﻤﻨﹾﻬ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺸ‬ ‫ﹶﻠﻜﹾﻨﹶﺎ َﺃ ﹶ‬‫ ﹺﺯﺌُﻭﻥ ﹶﻓَﺄﻫ‬‫ ﹶﺘﻬ‬‫ﻴﺴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﹺﺒ‬

Đşte bu Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, tedricen nazil oldukça ilahi vahiy meleği Cebrail Aleyhi’s Selam tarafından ümmi, Nebi, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e öğretildi. Bunun delili ise;

Ve Biz (Allah), evvelce (insanlara) nice Nebiler gönderdik. Hâlbuki onlara (insan toplumuna) hangi Nebi geldiyse onlar onunla mutlaka alay etmişlerdir! Ve Biz onlardan (insanlardan) en şiddetli olanları helak ettik. (ez-Zuhruf 6-8)

‫ﻪ ﹶﻓِﺈﺫﹶﺍ‬ ‫ﺁ ﹶﻨ‬‫ﻭ ﹸﻗﺭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺠﻤ‬  ‫ﻨﹶﺎ‬‫ﻋﹶﻠﻴ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻪ ِﺇ‬ ‫ﺠلَ ﹺﺒ‬  ‫ﻙ ِﻝ ﹶﺘﻌ‬  ‫ﺎ ﹶﻨ‬‫ﻪ ِﻝﺴ‬ ‫ ﹺﺒ‬‫ﺭﻙ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻻ ﹸﺘ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺁ ﹶﻨ‬‫ ﹸﻗﺭ‬‫ﻩ ﹶﻓﺎﱠﺘ ﹺﺒﻊ‬ ‫ﺭﺃْﻨﹶﺎ‬ ‫ﹶﻗ‬

Ve Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem Nebilerin en sonuncusudur. Bunun delili ise şu ayeti kerimedir:

Sen (ey Muhammed), onu (Kur’an’ı) acilen almak (öğrenebilmek) için, dilini onunla (Kur’anı Kerim’le) hareket ettirme, şüphesiz onu toplamak ve onu okutmak Bize (Allah’a) aittir. Ve Biz onu okuyunca sen onun okunuşunu takip et. (el-Kıyame 16-18) Başka bir surede ise Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

‫ﻡ‬ ‫ﻭﺨﹶﺎ ﹶﺘ‬ ‫ﻪ‬ ‫ل ﺍﻝﱠﻠ‬ َ ‫ﻭ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻥ‬‫ﻭﹶﻝﻜ‬ ‫ﺎِﻝ ﹸﻜﻡ‬‫ﺭﺠ‬ ‫ﻥ‬‫ﺩ ﻤ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﺎ َﺃ‬‫ َﺃﺒ‬‫ﻤﺩ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﺎ ﻜﹶﺎ‬‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﺍﻝﱠﻨ ﹺﺒﻴ‬ Muhammed, sizin (ey insanlar) erkeklerinizden hiçbirisinin babası değildir. Velâkin O (Muhammed), Allah’ın Rasulü’dür ve Nebilerin sonuncusudur. (el-Ahzab 40) Nebiyullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Allah tarafından şöyle değerlendirilmektedir:

‫ﺏ‬  ‫ﺭ‬ ‫ﻭﻗﹸل‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻴ‬‫ﻭﺤ‬ ‫ﻙ‬  ‫ﻰ ِﺇﹶﻝﻴ‬‫ﻴﻘﹾﻀ‬ ‫ل ﺃَﻥ‬ ِ ‫ﻥ ﹶﻗﺒ‬‫ﻥ ﻤ‬ ‫ﺁ ﹺ‬‫ﺠلْ ﺒﹺﺎﻝﹾ ﹸﻘﺭ‬  ‫ﻻ ﹶﺘﻌ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﺎ‬‫ﻋﻠﹾﻤ‬  ‫ﻲ‬‫ﻨ‬‫ﹺﺯﺩ‬ Ve Sana (Rasul’üm) O’nun (Kur’an-ı Kerim’in) vahyedilişi tamamlanmadan sen Kur’an’da (okumada) acele etme ve sen de ki: ‘Rabbim sen benim ilmimi artır.’ (Ta-Hâ 114) köklüdeğişim

‫ﻬﻡ‬ ‫ﺎﹸﺘ‬‫ﻤﻬ‬ ‫ﻪ ُﺃ‬ ‫ﺠ‬  ‫ﺍ‬‫ﻭ‬‫ﻭَﺃﺯ‬ ‫ﺴ ﹺﻬﻡ‬  ‫ ﺃَﻨ ﹸﻔ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﻨ‬‫ﻤﺅْﻤ‬ ‫ﻝﹶﻰ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬‫ﻲ َﺃﻭ‬  ‫ﺍﻝﱠﻨ ﹺﺒ‬ en-Nebi (Muhammed) müminlere kendi ne-

66

nisan 2008


muhammed sallAllahu aleyhi… fislerinden (canlarından) daha evladır (kıymetlidir). Ve Onun (Muhammed’in) zevceleri onların (iman edenlerin) analarıdır. (el-Ahzab 6)

lah’ın Risaletini tebliğ ederler (bütün insanlara ulaştırırlar) ve ondan (Allah’ın azabından) korkarlar. Onlar (Đslâm’a iman edenler) hiçbir kimseden korkmazlar, ancak Allah istisnadır. (el-Ahzab 39) Ve Đslâm’ın tebliğ edilmesi mükellef olanların üzerinde elbette farzdır. Đşte bunun delili şudur:

Böylece Allah’ın son Nebisi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e aklen iman etmek Đslâm’ın iman konularından, esaslı olan bir unsurudur. Ve bunun delili şöyledir:

‫ﺎ‬‫ﻌلْ ﹶﻓﻤ‬ ‫ ﹶﺘﻔﹾ‬‫ﻭﺇِﻥ ﱠﻝﻡ‬ ‫ﻙ‬  ‫ﺒ‬‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬‫ﻙ ﻤ‬  ‫ل ِﺇﹶﻝﻴ‬ َ ‫ﺎ ﺃُﻨ ﹺﺯ‬‫ﺒﱢﻠﻎﹾ ﻤ‬ ‫ل‬ ُ ‫ﻭ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﺎ ﺍﻝ‬‫ﻴﻬ‬‫ﺎ َﺃ‬‫ﻴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺎﹶﻝ ﹶﺘ‬‫ﺕ ﹺﺭﺴ‬ ‫ﺒﱠﻠﻐﹾ ﹶ‬

‫ﻙ‬  ‫ﻤﻠﹾ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻱ ﹶﻝ‬‫ﺎ ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻴﻌ‬‫ﺠﻤ‬  ‫ ﹸﻜﻡ‬‫ﻪ ِﺇﹶﻝﻴ‬ ‫ل ﺍﻝﹼﻠ‬ ُ ‫ﻭ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﺱ ِﺇﻨﱢﻲ‬  ‫ﺎ ﺍﻝﻨﱠﺎ‬‫ﻴﻬ‬‫ﺎ َﺃ‬‫ﹸﻗلْ ﻴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻤﻨﹸﻭﺍﹾ ﺒﹺﺎﻝﹼﻠ‬ ‫ﺕ ﻓﹶﺂ‬ ‫ﻴ ﹸ‬‫ﻴﻤ‬‫ﻭ‬ ‫ﻲ‬‫ﻴ‬‫ﻴﺤ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻪ ِﺇ ﱠ‬ ‫ﺽ ﻻ ِﺇﹶﻝ‬ ‫ ﹺ‬‫ﻷﺭ‬ َ ‫ﺍ‬‫ﺕ ﻭ‬  ‫ﺍ‬‫ﺎﻭ‬‫ﺴﻤ‬  ‫ﺍﻝ‬ ‫ﻌﱠﻠ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﻩ ﹶﻝ‬ ‫ﻭ‬‫ﺍﱠﺘ ﹺﺒﻌ‬‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﺘ‬ ‫ﺎ‬‫ﻠﻤ‬‫ﻭ ﹶﻜ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺒﹺﺎﻝﹼﻠ‬  ‫ﻴﺅْﻤ‬ ‫ﻱ‬‫ﻲ ﺍﱠﻝﺫ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻷ‬ ُ‫ﻲ ﺍ‬  ‫ﻪ ﺍﻝﱠﻨ ﹺﺒ‬ ‫ﻭِﻝ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ ﹶﺘﺩ‬‫ﹶﺘﻬ‬

Ey Rasul, Rabbinden sana nazil (indirilmiş) olanı tebliğ et ve eğer sen onu fiilen yapmaz isen O’nun (Allah’ın) Risaletini (elçiliğini) tebliğ etmemiş olursun. (el-Mâide 67)

Sen (Rasul’üm) de ki: ‘Ey insanlar şüphesiz ben hepiniz için Allah’ın Rasulü’yüm (elçisiyim). Zaten semaların ve yerin mülkü Onundur (Allah’ındır) ondan başka ilah yoktur. O (Allah) ihya edendir (hayat verendir) ve öldürendir (hayata son verendir). Siz, Allah’a ve O’nun (Allah’ın) Kelamına (Kur’an-ı Kerim’e) iman ediniz ve ümmi olan, Nebi olan ve O’nun (Allah’ın) Rasulü’ne de iman ediniz ve O’na (Rasulullah’a) tabi olunuz ki, belki siz hidayete kavuşursunuz. (el-Araf 158) Ve başka bir sûrede Allahu Teâlâ Nebilerinin sonuncusu olan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i değerlendirirken şöyle diyor:

Ve Đslâm’ı tebliğ eden her Müslüman (ister erkek veya kadın olsun) kimse tebliğ edilen kimselerden müspet sonuç almak mecburiyetinde değildir. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle diyor: ‫ﺩ‬ ‫ﻭﺍﹾ ﹶﻓ ﹶﻘ‬‫ﹶﻠﻤ‬‫ َﺃﺴ‬‫ ﹶﻓِﺈﻥ‬‫ﹸﺘﻡ‬‫ﹶﻠﻤ‬‫ﻥ َﺃَﺃﺴ‬  ‫ﻴ‬‫ﻤﻴ‬ ‫ﻷ‬ ُ ‫ﺍ‬‫ﺏ ﻭ‬  ‫ﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﺘﹸﻭﺍﹾ ﺍﻝﹾ‬‫ﻥ ُﺃﻭ‬  ‫ﻴ‬‫ﻭﻗﹸل ﱢﻝﱠﻠﺫ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺎ‬‫ﻌﺒ‬ ‫ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬‫ﻴﺭ‬‫ﺒﺼ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻍ ﻭ‬ ‫ﻼﹸ‬ ‫ﺒ ﹶ‬ ‫ﻙ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻋﹶﻠﻴ‬  ‫ﺎ‬‫ﺍﹾ ﹶﻓِﺈﱠﻨﻤ‬‫ﻭﱠﻝﻭ‬ ‫ﻭﺇِﻥ ﹶﺘ‬ ‫ﻭﺍﹾ‬‫ ﹶﺘﺩ‬‫ﺍﻫ‬ Ve Sen (Rasul’üm Muhammed) kendilerine kitap verilenlere (Yahudilere ve Nasranîlere) ve ümmilere (Mekke müşriklerine) de ki: ‘Siz (Đslâm Risaleti’ne) teslim oldunuz mu?’ Eğer onlar Müslüman oldularsa, onlar hakikaten hidayet etmiş olurlar ve eğer onlar yüz çevirirlerse ancak sana düşen tebliğdir. Ve Allah, kulları (mahlûkatı) görmektedir. (Âl-i Đmran 20) Başka bir surede ise Allahu Teâlâ şöyle diyor:

‫ﻤﻨﹸﻭﺍ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﺎ ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻴﻬ‬‫ﺎ َﺃ‬‫ﻲ ﻴ‬  ‫ﻋﻠﹶﻰ ﺍﻝﱠﻨ ﹺﺒ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻠﱡﻭ‬‫ﻴﺼ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻼ ِﺌ ﹶﻜ ﹶﺘ‬ ‫ﻤ ﹶ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﱠﻠ‬  ‫ِﺇ‬ ‫ﺎ‬‫ﻴﻤ‬‫ﻠ‬‫ﻭﺍ ﹶﺘﺴ‬‫ﺴﱢﻠﻤ‬  ‫ﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻋﹶﻠﻴ‬  ‫ﺼﻠﱡﻭﺍ‬  Şüphesiz Allah ve onun Melekleri Nebiye (Muhammed’e) salâvat getirirler. Ey iman edenler sizde ona salâvat getirin ve siz tam bir teslimiyetle O’na selam veriniz. (el-Ahzab 56)

‫ﻥ‬  ‫ﻤﺒﹺﻴ‬ ‫ﻍ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻼﹸ‬ ‫ﺒ ﹶ‬ ‫ﻭِﻝﻨﹶﺎ ﺍﻝﹾ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ‬  ‫ﺎ‬‫ﻭﺍﹾ َﺃﱠﻨﻤ‬‫ﹶﻠﻤ‬‫ ﻓﹶﺎﻋ‬‫ﹸﺘﻡ‬‫ﻭﱠﻝﻴ‬ ‫ﹶﻓﺈِﻥ ﹶﺘ‬ Ve eğer siz yüz çevirirseniz bilin ki Bizim (Allah’ın) Rasulümüzün vazifesi ancak apaçık olanı tebliğ etmesidir. (el-Mâide 92)

6- Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem Đslâm Risaletini tebliğ ederek vaktinde Sahabe-i Kiram’ı (Hizbullah’ın üyelerini) Đslâmî şahsiyetin metoduna göre onları en iyi bir şekilde yetiştirmiştir.

Böylece Allah’ın Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve onunla beraber olanlar (Hizbullah’ın/Allah’ın Hizbi’nin üyeleri) gece gündüz demeden on üç sene boyunca Mekke’de ve onun çevresinde, yoğunlaştırılmış faaliyeti göstererek Đslâm Risaletini tebliğ etmişlerdir. Velâkin Đslâm’ın hâkimiyeti için efkâr-ı umum Mekke’de değil de ancak Medine’de elde edilebilmiştir ve bundan do-

Đşte Đslâm Risaleti’nin Rasulullah ve ona iman edenler tarafından tebliğ edilişine dair deliller şöyledir: ‫ﻪ‬ ‫ﺍ ِﺇﻝﱠﺎ ﺍﻝﱠﻠ‬‫ﺤﺩ‬  ‫ﻥ َﺃ‬  ‫ﺸﻭ‬ ‫ﻴﺨﹾ ﹶ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻪ‬ ‫ ﹶﻨ‬‫ﺸﻭ‬ ‫ﻴﺨﹾ ﹶ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺕ ﺍﻝﱠﻠ‬  ‫ﻻ‬ ‫ﺎ ﹶ‬‫ﻥ ﹺﺭﺴ‬  ‫ﺒﱢﻠﻐﹸﻭ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﺍﱠﻝﺫ‬ Onlar ki (Rasulullah ve O’na iman edenler) Alköklüdeğişim

67

nisan 2008


muhammed sallAllahu aleyhi… Şüphesiz Allah, (Đslâm’a) iman edenleri müdafaa eder. Şüphesiz Allah her hain olanı, her kâfir olanı asla sevmez. Kendilerine kıtal edilenlere (Đslâm’a iman etmeyenlere) zulme uğramış olmaları sebebi ile (kıtal konusunda) izin verildi ve şüphesiz Allah onlara (muhacirlere) mansur etmekte elbette Kadirdir. Onlar kendi diyarlarından (Mekke’den) haksız yere çıkarılmışlardır. Ancak onlar ‘Rabbimiz Allah’tır’ diyorlardı. (el-Hac 38-40)

layı Mekke’den Medine’ye hicret edilmiştir. Ve Hicret’in birinci senesinde Rabi’ul-Evvel ayının 12’sinde Đslâm Devleti, Đslâm Akidesi’nin esası olan “La Đlahe ĐllAllah Muhammeden Rasulullah” üzerine kurulmuştur. Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu Devlet’in ilk Başkanı olmuştur. 7- Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine’de kurulan Đslâm Devleti’nin dâhilî siyasetinin de Đslâm’ın hükümlerini bilfiil tatbik etmiştir. Çünkü Đslâm’da hâkimiyet kayıtsız ve şartsız Allah’ındır.

Böylece Đslâm için kıtal (savaş) cihadın son aşamasını oluşturmaktadır. Çünkü kıtale (savaşa) başlamadan önce onları Đslâm’a dikkat çekici bir şekilde davet etmek icap etmektedir ve bunun delili şu ayetlerdir:

Bunun delilleri ise şöyledir. Allah Subhanehû ve Teâlâ diyor ki: ‫ﻥ‬  ‫ﺠﻠﹸﻭ‬ ‫ ﹺ‬‫ ﹶﺘﻌ‬‫ﺎ ﹶﺘﺴ‬‫ﻱ ﻤ‬‫ﻨﺩ‬‫ﺎ ﻋ‬‫ﻪ ﻤ‬ ‫ﺘﹸﻡ ﹺﺒ‬‫ﻭ ﹶﻜ ﱠﺫﺒ‬ ‫ﻲ‬‫ﺭﺒ‬ ‫ﻥ‬‫ﺔ ﻤ‬ ‫ﻴ ﹶﻨ‬‫ﺒ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ‬  ‫ﹸﻗلْ ِﺇﻨﱢﻲ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﺼﻠ‬  ‫ﺭ ﺍﻝﹾﻔﹶﺎ‬ ‫ﺨﻴ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻕ‬ ‫ﺤﱠ‬  ‫ﺹ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻴ ﹸﻘ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻡ ِﺇﻻﱠ ِﻝﹼﻠ‬ ‫ﺤﻜﹾ‬  ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻪ ِﺇ ﹺ‬ ‫ﹺﺒ‬

‫ﻲ‬‫ﻌﻨ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻥ ﺍ ﱠﺘ‬ ‫ﻤ ﹺ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺓ َﺃ ﹶﻨﺎﹾ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﻴ‬‫ﺒﺼ‬ ‫ﻋﻠﹶﻰ‬  ‫ﻪ‬ ‫ﻭ ِﺇﻝﹶﻰ ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻋ‬‫ﻲ َﺃﺩ‬‫ﺴﺒﹺﻴﻠ‬  ‫ﻩ‬ ‫ﺫ‬ ‫ﻫ‬ ْ‫ﹸﻗل‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﻤﺸﹾ ﹺﺭﻜ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﺎ َﺃ ﹶﻨﺎﹾ‬‫ﻭﻤ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠ‬  ‫ﺎ‬‫ﺤ‬‫ﺴﺒ‬  ‫ﻭ‬

Sen (Rasul’üm) de ki: ‘Şüphesiz ben Rabbimden gelen ve apaçık olan beyan (Kur’an-ı Kerim) üzereyim. Hâlbuki siz onu (Kur’an-ı Kerimin hâkimiyetini) tekzip ettiniz! Sizin acele ettiğiniz (ilahi azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah’ındır. O (Allah) hakkı beyan eder.’ (el-En’am 57) Başka bir ayette Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle diyor:

Sen (Rasul’üm) de ki: ‘Benim yolum (Risaletim) budur (sırat-ı müstakim olan Đslâm’dır). Ben Allah’a (vahdaniyetine) davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar (uyanlara) basiret (aydın fikir) üzereyiz ve Allah (başkalarından) münezzehtir ve ben müşriklerden değilim.’ (Yusuf 108) Đslâm’a davetin nasıl olacağını Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle beyan etmektedir:

‫ﻼ‬ ‫ﺼﹰ‬  ‫ﻤ ﹶﻔ‬ ‫ﺏ‬  ‫ﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹾ‬ ‫ ﹸﻜ‬‫ل ِﺇﹶﻝﻴ‬ َ ‫ﺯ‬ ‫ﻱ َﺃ ﹶﻨ‬‫ﻭ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﻭﻫ‬ ‫ﺎ‬‫ﺤ ﹶﻜﻤ‬  ‫ﻲ‬‫ ﹶﺘﻐ‬‫ﻪ َﺃﺒ‬ ‫ﺭ ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫َﺃ ﹶﻓ ﹶﻐﻴ‬ ‫ﻼ‬ ‫ﻕ ﹶﻓ ﹶ‬ ‫ﺤﱢ‬  ‫ﻙ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬  ‫ﺒ‬‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬‫ﺯلٌ ﻤ‬ ‫ﻤ ﹶﻨ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ َﺃﱠﻨ‬  ‫ﻭ‬‫ﹶﻠﻤ‬‫ﻴﻌ‬ ‫ﺏ‬  ‫ﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻨﹶﺎ‬‫ﻥ ﺁ ﹶﺘﻴ‬  ‫ﻴ‬‫ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ ﹶﺘﺭﹺﻴ‬‫ﻤﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﹶﺘﻜﹸﻭ ﹶﻨ‬

‫ﻡ‬‫ﺩﻝﹾﻬ‬ ‫ﺎ‬‫ﻭﺠ‬ ‫ﺔ‬ ‫ﺴﹶﻨ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﺔ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻅ‬ ‫ﻋﹶ‬  ‫ﻤﻭ‬ ‫ﺍﻝﹾ‬‫ﺔ ﻭ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﺤﻜﹾ‬  ‫ﻙ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬  ‫ﺒ‬‫ﺭ‬ ‫ل‬ ِ ‫ﺴﺒﹺﻴ‬  ‫ﻉ ِﺇﻝِﻰ‬  ‫ﺍﺩ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﹶﻠ‬‫ﻭ َﺃﻋ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻠ‬‫ﺴﺒﹺﻴ‬  ‫ﻥ‬‫ل ﻋ‬ ‫ﻀﱠ‬  ‫ﻥ‬‫ﻡ ﹺﺒﻤ‬ ‫ﹶﻠ‬‫ﻭ َﺃﻋ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻙ‬  ‫ﺒ‬‫ﺭ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻥ ِﺇ‬ ‫ﺴ‬  ‫ﻲ َﺃﺤ‬  ‫ﻫ‬ ‫ﻲ‬‫ﺒﹺﺎﱠﻝﺘ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ ﹶﺘﺩ‬‫ﻤﻬ‬ ‫ﺒﹺﺎﻝﹾ‬

Yoksa Ben (Rasulullah) Allah’tan başka bir hakem mi talep edeyim. Hâlbuki O (Allah) size (ey insanlar) Kitabı (Kur’an-ı Kerim’i) tafsilatlı olarak nazil kıldı. (el-En’am 114)

Sen (Rasul’üm) Rabbinin yoluna (Đslâm’a) hikmetle (akla hitap ederek) iyi meviza (öğüt) ile davet et ve onlarla en iyi bir şekilde mücadele et. (en-Nahl 125)

Böylece Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine halkından akit biati alınca ve 12 Rabi’ul-Evvel tarihinde kurulan Đslâm Devleti’nin Başkanı olunca Đslâmî hükümlere göre Đslâm Devleti’nin dâhilî siyasetini yürütüyordu.

Böylece kâfirlerle harp etmeden önce onlar Đslâm’a davet edilecekler. Eğer onlar Đslâm’a icabet ederlerse Müslümanların sahip oldukları bütün haklara onlarda sahip olurlar ve Müslümanların mükellef oldukları vazifelerden onlarda mesul olurlar.

Đslâm Devleti’nin haricî siyasetine cihad için kıtal meşru kılınmıştır. Bunun delili ise şöyledir: ‫ﻥ‬ ‫ﺍ ﹴ‬‫ﺨﻭ‬ ‫ل ﹶ‬ ‫ﺏ ﹸﻜ ﱠ‬  ‫ﺤ‬  ‫ﻴ‬ ‫ﻪ ﻝﹶﺎ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﱠﻠ‬  ‫ﻤﻨﹸﻭﺍ ِﺇ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﻥ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﻋﹺ‬  ‫ﻊ‬ ‫ﻓ‬ ‫ﺍ‬‫ﻴﺩ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﱠﻠ‬  ‫ِﺇ‬ ‫ﹶﻜﻔﹸﻭ ﹴﺭ‬ köklüdeğişim

Eğer onlar Đslâm’a icabet etmezlerse onlarla sa-

68

nisan 2008


muhammed sallAllahu aleyhi… vaşılır. Hatta onlar, Đslâm Devleti’ne teslim olacaklar ve cizye ödeyecekler. Çünkü Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle diyor:

ret’in onuncu senesinde Miladî 632’de vefat etmesiyle son buldu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in vefatının akabinde henüz cenazesi defnedilmeden önce 12 Rabi’ul-Evvel’de Ebu Bekir esSıddık RadiyAllahu Anh Đslâm Ümmeti tarafından Devlet’in ilk Halifeliği için seçilmişti ve kendisine biat edildi. Böylece Raşidî Đslâm Hilâfet Devleti kuruldu. Ancak bu Đslâm Hilâfet Devleti, Hicrî 28 Recep 1342, Miladî 03 Mart 1924 yılında Osmanlı Hilâfet Devleti’nin o günkü merkezi olan Türkiye’de maalesef Devlet’in zirvesinden kaldırıldı. Dolayısıyla günümüzdeki bütün Đslâm Ümmeti bir an önce yeniden Đslâm Hilâfet Devleti’nin ikinci bir defa tekrar kurmakla mükelleftir. Çünkü nasslar, bu hususun önemini ortaya koyar mahiyettedir. Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle diyor:

‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﺭﻤ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﻴ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﺨ ﹺﺭ‬  ‫ ﹺﻡ ﺍﻵ‬‫ﻴﻭ‬ ‫ﻻ ﺒﹺﺎﻝﹾ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻥ ﺒﹺﺎﻝﹼﻠ‬  ‫ﻤﻨﹸﻭ‬ ْ‫ﻴﺅ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻥ ﹶ‬  ‫ﻴ‬‫ﺘﻠﹸﻭﺍﹾ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﻗﹶﺎ‬ ‫ﻥ ﺃُﻭﺘﹸﻭﺍﹾ‬  ‫ﻴ‬‫ﻥ ﺍﱠﻝﺫ‬  ‫ﻤ‬ ‫ﻕ‬ ‫ﺤﱢ‬  ‫ﻥ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻴ‬‫ﻥ ﺩ‬  ‫ﻴﻨﹸﻭ‬‫ﻴﺩ‬ ‫ﻻ‬ ‫ﻭ ﹶ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻭﹸﻝ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻡ ﺍﻝﹼﻠ‬ ‫ﺭ‬ ‫ﺤ‬  ‫ﺎ‬‫ﻤ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻭ‬‫ﻏﺭ‬  ‫ﺎ‬‫ ﺼ‬‫ﻫﻡ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻥ‬‫ﻴ ﹶﺔ ﻋ‬ ‫ﺠﺯ‬ ‫ﻁﹸﻭﺍﹾ ﺍﻝﹾ ﹺ‬‫ﻴﻌ‬ ‫ﺤﺘﱠﻰ‬  ‫ﺏ‬  ‫ﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﺍﻝﹾ‬ Kendilerine kitap verilenlerden (Yahudilerden ve Nasranîlerden) olup Allah’a ve Ahiret Gününe iman etmeyenlerle ve Allah’ın, O’nun Rasulü’nün haram kıldıklarını yasaklamayanlarla ve hak dini (Đslâm’ı) din edinmeyenlerle siz (Đslâm Ümmeti’ni temsil eden Đslâm Devleti) kıtal ediniz (savaşınız). Hatta onlar teslim olduklarını göstererek cizye vermelerine kadar. (et-Tevbe 29)

Böylece Đslâm’da cihad icap eden Đslâm’a daveti yaptıktan sonra kıtal (savaş) için taarruza (operasyona) geçmektir.

‫ﻴ ﹰﺔ‬‫ﻠ‬‫ﻫ‬ ‫ﺎ‬‫ﻴ ﹶﺘ ﹰﺔ ﺠ‬‫ﺕ ﻤ‬ ‫ﺎ ﹶ‬‫ﻌﺔﹲ ﻤ‬ ‫ﺒﻴ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻘ‬ ‫ﻋﹸﻨ‬  ‫ﻲ‬‫ﺱ ﻓ‬  ‫ﻭﹶﻝﻴ‬ ‫ﺕ‬ ‫ﺎ ﹶ‬‫ ﻤ‬‫ﻤﻥ‬ ‫ﻭ‬ “Her kim ölür ve onun boynunda biat (Đslâm’da biat yalnız halife için yapılır) yok ise onun ölümü cahiliye ölümü ile ölmüş olur.”

Evet, Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, 23 yıllık Risalet hayatı (Đslâm’ı), dikkat çekici bir şekilde tebliğ ederek, binlerce Sahabeleri yetiştirerek Đslâm Devleti’ni kurarak ve bütün Arap Yarımadası’nı Đslâm’ın hâkimiyeti altına alarak Hic-

köklüdeğişim

Đşte buradaki biatten maksat Đslâm Hilâfet Devleti’nin Halifesi’nin ikame edilmesi içindir.

69

nisan 2008


Nafiz Bayramalioğlu

tefekkür

bilgi@kokludegisim.com

Evet, Đslâmî Ümmet Vardır! (5) (geçen sayıdan devam...) 46. Kanun, ıstılahî bir kelimedir. Đnsanları üzerinde yürütmek için sultanın (otoritenin) çıkardığı emir manasını taşır. Nitekim kanun şöyle tarif edilmiştir: “Sultanın, insanları kendi aralarındaki ilişkilerinde uymaya mecbur tuttuğu kaideler topluluğudur.” Her devletin Kanun-i Esasî’si (Temel Kanunu), “Anayasa” kelimesi ile ifade edilir. Kanun-i Esasî’nin dışındaki diğer kanunlar için “kanun” kelimesi kullanılmıştır. Anayasa ise şu şekilde ifade edilmiştir: “Devletin idare şeklini ve orada uygulanacak hükmetme nizamını belirleyen, her otoritenin özelliklerini ve vazifelerini açıklayan kanundur.” Đşte “Anayasa” ve “kanun” kelimesinin ifade ettikleri manalar bundan ibarettir.

kâfir devletler, Đslâm Devleti üzerinde baskılarını kurmaya başlayınca onları, kanun, sonra da Anayasa yapmaya zorlamışlardır. 47. Allahu Teâlâ, sultana itaati ve onun emirlerini yerine getirmeyi emrediyor. Nitekim Allahu Teâlâ buyurdu ki: ‫ ﹺﺭ‬‫ﻝِﻲ ﺍﻵﻤ‬‫ﻭُﺃﻭ‬ ‫ل‬ َ ‫ﻭ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻭﺍ ﺍﻝ‬‫ﻴﻌ‬‫ﻭَﺃﻁ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻭﺍ ﺍﻝﱠﻠ‬‫ﻴﻌ‬‫ﻤﻨﹸﻭﺍ َﺃﻁ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﺎ ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻴﻬ‬‫ﺎَﺃ‬‫ﻴ‬ ‫ﻤﻨﹾ ﹸﻜﻡ‬ Ey iman edenler! Allah’a, Rasulü’ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz. (en-Nisa 59) Rasulullah Aleyhi’s-Salatu ve’s-Selam ise bir hadisinde şöyle buyurdu: ‫ﻲ‬‫ﺎﻨ‬‫ﻋﺼ‬  ‫ﺭ ﹶﻓ ﹶﻘﺩ‬ ‫ﻴ‬‫ﺹ ﺍﻵﻤ‬ ‫ ﹺ‬‫ﻴﻌ‬ ‫ﻤﻥ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻲ‬‫ﻋﻨ‬  ‫ َﺃﻁﹶﺎ‬‫ﺭ ﹶﻓ ﹶﻘﺩ‬ ‫ﻴ‬‫ﻁ ﹺﻊ ﺍﻵﻤ‬  ‫ﻴ‬ ‫ﻤﻥ‬ ‫ﻭ‬ “Kim Emîre itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim Emîre isyan ederse bana isyan etmiş olur.” (Ahmed b. Hanbel, Mükessirin, 7786)

Anayasa ve kanunun her biri, sultanın emrindendir. Müslümanlar ise, ancak Allah’ın emirlerine ve nehiylerine bağlıdır. Zira onlar Kitap ve Sünnet ile mukayyettirler. Sultanın kendisi de Allah’ın emir ve nehiyleriyle yani Kitap ve Sünnet ile mukayyettir. Bundan dolayı Müslümanların, Anayasa ve kanunların konmasına fazla ihtiyaçları yoktur. Çünkü Şer’î hükümler, Müslümanların arasındaki ilişkilerinde uymaları gerekli olan kaideleri açıkladığı gibi, devletin şeklini, hükmetme nizamını ve her otoritenin özelliklerini de beyan etmiştir. Böylece onların Anayasa ve kanunları, Şer’î hükümler yani Şari’in hitabıdır. Müslümanlar yalnızca buna bağlanırlar. Bütün ilişkilerini yalnız bununla yürütürler. Đster devlet hakkında olsun, ister toplum hakkında olsun, bütün işlerinde ve tasarruflarında Şer’î hükümlere göre yürürler. Bundan dolayı Raşid Halifeler döneminden Đslâm Hilâfet Devleti yıkılıncaya kadar Müslümanların Anayasa ve kanunları olmamıştır. Ancak Osmanlıların son dönemlerinde köklüdeğişim

Ancak sultana itaat, onun rey ve içtihadıyla ortaya koyduklarıyla sınırlıdır. Yoksa her şeyde itaat olmaz. Sultan, bir helâli haram yapamayacağı gibi bir haramı da helâl yaparak kendisine itaat edilmesini emredemez. Halifenin vazifesi ancak Şer’î hükümleri insanlara uygulamaktır. Bu durumda ona itaat Şer’î itaattir. Ve Allah’ın hükümlerini kendi rey ve içtihadına göre uygulama yetkisine sahiptir. Bundan dolayı ona bu hususta itaat farzdır. Bunun dışında ise itaat sultana olmayıp Allah ve Rasulü’nedir. Sultan ancak Allah’ın Şeriatını uygular. Bununla beraber Şer’î hükümlerde Sahabe ve müçtehitler ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmının Şer’î nasslardan anladıklarını diğer bir kısmı da daha farklı anlamışlardır. Bu farklı anlayıştan dolayı hükümlerin farklı anlaşılması meydana gelmiştir. Şari’ bu farklı görüşlerden birisini benimseme yetkisini Halifeye vermiştir. Ve Hali-

70

mart 2008


evet, islâmî ümmet vardır! benzer şeylerde, Halifenin rey ve içtihadıyla çeşitli görüşlerden belirli bir görüşü benimseyip uygulaması konusunda Halife, insanları zorlama yetkisine sahiptir. Bu hususta Halifeye Anayasa ve kanun koyma ve tercih ettiği ve koyduğu kanunlara tâbi olmalarını sağlamak için halkı zorlayabilme yetkisi verilmiştir. Buna binaen, Müslümanlar için Şer’î hükümlerden alınmış Anayasa ve kanunların olması caiz olur. Şer’î hükümler, Halifeye bunları kendi rey ve içtihadıyla uygulama yetkisini vermiştir.

fenin benimsemiş olduğu görüşe insanların itaat etmesi farz olur. Halifenin istediği ve uygun gördüğü hükümleri benimsemesi hakkında Sahabenin icmaı vardır. Halife herhangi bir hükmü benimserse, o hususta Halifeye itaat farz olur ve bu hüküm, bütün Müslümanların hakkında Allah’ın hükmü olur. O halde, Halifenin Şer’î hükümlerden benimsediğinde, Halifeye itaat farzdır. Halifenin muayyen hükümler benimseyip halkı benimsediği hükme itaat etmeye zorlaması hakkıdır. Ancak o hükme uymak; Halifenin emrini yerine getirmek değil, Allah’ın emrini yerine getirmek olur. Halifenin vazifesi ise, çeşitli hükümler taşıyan Şer’î nassdan belli bir hükmü benimsemektir. Bundan dolayı Halifenin benimsediğiyle amel, Halifenin emriyle değil Şer’î hükümle amel etmektir. Zira eğer Halife, Şer’î hükmün dışında bir hükmü benimserse Halifeye bu hususta itaat etmek farz olmayıp bilâkis haram olur. Bundan dolayı Halifenin benimsediğine uymaya zorlamak, Halifenin emirlerinden herhangi bir emrine itaat olmaz, o ancak, Allah’ın emrettiği hususta Allah’a itaat olur. Böylece o itaat, Allah’ın emrini tatbik etmektir, Halifenin emrini tatbik etmek değil. Bu nedenle Halife, insanlar için belli kurallar koyup insanları ona uymaya zorlayamaz. Halifenin halkı uymaya mecbur kıldığı tek husus, Allah’ın ona hak kıldığı kendi reyi ve içtihadıyla kaim olacağı husustur.

Halifenin Şer’î hükümleri tercih etmesi konusuna gelince, bakılır: Eğer Halife, kendisi üzerine farz olan herhangi bir işi, o hususta belli bir hükmü benimsemeden yapamıyorsa, devletin ve idarenin yani otoritenin birliğini veya Ümmetin veya beldelerin birliğini ya da onların muhafazasını sağlaması ancak belirli Şer’î hükümleri benimsemekle mümkün oluyorsa “Bir farzı yerine getirmek için gerekenler de farzdır.” fıkhî kaidesine göre bu iki halde belli bir reyi (Şer’î hükmü) tercih etmek Halifenin üzerine farzdır. Bu iki durumun dışında ise, Halifenin belli bir görüşü benimsemesi farz olmayıp caizdir. Halifenin kendi rey ve içtihadını ortaya koymasına gelince; Halife, yapılmasını uygun gördüğü bir iş hakkında kendi reyini ortaya koyabilir. Bu esnada onun için geçmiş herhangi bir üslubu tayin etmek zarurî değildir. Bu durumda, bir işi yerine getirebilmek için doğrudan doğruya kendi reyini açıklaması caiz olduğu gibi açıklamaması da caizdir. Yani bir Şer’î hükmü kanun yapması caiz olduğu gibi kanun yapmaması da caizdir.

48. Müslümanların Anayasa ve kanunlara ihtiyaç duymamalarının sebebi, beşerin koyduğu ve sultanın da onunla emredeceği hükümlere ihtiyaç olmayışındandır. Zira Đslâm Şeriatı her şeyi açıklamıştır. Nitekim Allahu Teâlâ buyurdu ki:

Eğer herhangi bir işin yapılması, eski ve yeni bazı kaide ve üslupların ortaya konmasıyla mümkün oluyorsa, bu kaideler konmadığı takdirde o işin yapılması mümkün olmayacaksa ve bundan dolayı bir dağınıklık meydana gelecekse, o takdirde bir takım kanunların çıkarılması farz olur. Bu halde, kanunları çıkartmamak ise haram olur. Binaenaleyh, insanları uygulamaya mecbur edecek belli kanunları çıkartmak bazı hususlarda farz iken, bazı

‫ﺀ‬ ‫ﺸﻲ‬ ‫ل ﹶ‬ ‫ﺎﻨﹰﺎ ِﻝ ﹸﻜ ﱢ‬‫ﻴ‬‫ﺘﺒ‬ ‫ﺏ‬  ‫ﻜﺘﹶﺎ‬ ‫ﻙ ﺍﻝﹾ‬  ‫ﻋﹶﻠﻴ‬  ‫ﺯﻝﹾﻨﹶﺎ‬ ‫ﻭ ﹶﻨ‬ Biz sana Kitabı her şeyi beyan etmek için indirdik. (en-Nahl 89) Bu ilahî beyan karşısında Müslümanların, beşerin koyacakları Anayasa ve kanunlara ihtiyacı yoktur. Ancak Şeriat Halifeye, müçtehitlerin ihtilâf eden reylerinden belirli hükümleri benimseme yetkisini vermiştir. Orduyu idare etmek, Beyt-ul Mal’a ait gelirler, harcamalar ve buna köklüdeğişim

71

nisan 2008


evet, islâmî ümmet vardır! hususlarda da caizdir. Bütün bu farz ve caiz olan hususları tek bir Anayasa’da ve tek bir kanunda toplamak farz olamayıp caizdir. Bundan dolayı Müslümanların Anayasa ve kanunlar yapmaları caizdir. Ancak bunları Şer’î hükümlerden ve Halife için bir hak olarak belirlenen onun kendi rey ve içtihadı ile yürüteceği hususlardan olmalıdır.

benimsemesini talep eder. Đmam Malik de bu isteği kabul etmez ve yukarıdaki cevabı verir. Çünkü insanların kendi görüşleriyle amel etmelerini serbest bırakmak, yenilikleri çoğaltacağı gibi müçtehitleri içtihada teşvik eder. Fikrî ve teşrî serveti çoğaltır ve düşünenleri teşvik eder. Ümmette icat edicilerin ve müçtehitlerin bulunmasına ve çoğalmasına neden olur. Bu nedenle Anayasa ve kanunlar yapıldığı zaman Halife tarafından benimsenen Şer’î hükümlere az yer verilmelidir.

49. Şer’î hükümlerin Halife tarafından benimsenip yürürlüğe konması, araştırma ve icat ediciliğe engel olabileceği gibi, içtihat etmeye de teşvik etmez. Zira böyle bir durum, halkı benimsenen görüşü kabule zorlar. Zira başka bir görüşle amel etmeleri caiz olmaz. Hüküm kendisi ile amel edilmesi için çıkartılır. Mücerret bilgi ve ilim için değil. Eğer bir hükmün kendisi ile amel etmek caiz olmazsa, o zaman müçtehit hüküm çıkartmaya gerek görmez. Bundan dolayı âlimler de içtihadı bırakmak mecburiyetinde kalırlar. Çünkü delilinden hüküm çıkarmak onunla amel etmek içindir. Yoksa mücerret ilim ve bilgi için içtihat yapılmaz. Halifenin benimsediğinden başkasıyla amel etmek caiz olmadığına göre müçtehitlerin de istinbat yapmalarına lüzum kalmaz. Zira amel içtihat yapmaya teşvik ettiği gibi, mücerret ilim, içtihat yapmaya teşvik etmez. Böyle bir durum ise, araştırma ve yeni şeylerin ortaya çıkmasına engel olabildiği gibi, müçtehitleri içtihat yapmaya sevkten de alıkoyar. Bundan dolayı Hulefâ-i Raşidîn’in benimseyip uygulamaya koydukları içtihat ürünü olan hükümler cidden çok azdır. Hatta nadir denecek derece azdır. Yine bu nedenle Đmam Malik, Halife Ebu Cafer el-Mansur’a yazmış olduğu “elMuvatta” isimli hadis kitabını devlet görüşü olarak benimsememesi ve insanları kendi görüşleriyle serbest bırakması için nasihat etmiştir. Đbni Mukaffa, Halife Ebu Cafer el-Mansur’dan, insanların uymaya mecbur oldukları ve kadıların da onunla hükmedecekleri muayyen Şer’î hükümleri benimsemelerini teklif edince; Halife Ebu Cafer el-Mansur da Đmam Malik’in yazmış olduğu “el-Muvatta” isimli kitabını

köklüdeğişim

50. Toplum; aralarında daimi alakalar (ilişkiler) bulunan insanlar topluluğudur. Bir kaç ferdin bir araya gelmesi cemaati (topluluğu) oluşturur. Yani fertlerden meydana gelen topluluğa cemaat denir. O fertler arasında daimi ilişkiler meydana geldiği zaman toplum oluşur. Aralarında daimi ilişkiler meydana gelmemiş fertler bir toplumu meydana getirmeyip cemaat olarak kalırlar. Đnsan topluluklarını toplum haline getiren tek unsur aralarındaki daimi ilişkilerdir. Bu ilişkiler ise, o insanların maslahatlarının (karşılıklı menfaatlerinin) itmesiyle oluşur. Maslahat, alakaları oluşturan demektir. Maslahat, bulunmadığı zaman alaka da bulunmaz. Ancak bu çıkarların (maslahatların) gerçekten çıkar veya zarar olduğunu belirleyen tek şey insanın maslahatla ilgili mefhumudur (anlayışıdır). Eğer kişi bir işin maslahat olduğunu görürse alaka meydana gelir. Eğer bir işin maslahat olmadığına inanırsa alaka meydana gelmez. O halde maslahatı belirleyen (tayin eden) mefhumdur. Buna bağlı olarak alakayı meydana getiren de mefhum olmaktadır. Mefhumlar, fikirlerin manaları olduğuna göre maslahatı belirleyen fikirler olmaktadır. Buna bağlı olarak da, alakayı oluşturan fikirler olmaktadır. Zira insanlar arasındaki fikir birliği bakış birliğini sağlar. Dolayısıyla ilişkiyi sağlar. Ancak yalnız başına fikirlerdeki birlik alakaların bulunmasına yetmez. Bununla birlikte duygu birliğinin de bulunması gerekir. Yani ilişkilerin oluşması için, o maslahat iki şahsı da sevindirmelidir.

72

nisan 2008


Sümeyye Avcı

röportaj

bilgi@kokludegisim.com

“…Đstiyorlar ki; Müslümanlar, -Sözde- Terörist Rolüne, Kâfirler Đse Kurban Rolüne Girsinler...” lara “dur!” diyecek ve tek çözüm olan Đslâm Devletin kurulması içinde çalışmamız gerekmektedir.

“Müslümanlar karikatürleri veya genel olarak Danimarka’nın siyasetini eleştirecekleri yerde, kendilerini savunmakla meşgul oluyorlar. Böylece suçlu olan ve sorunları başlatan kâfirler değil de, Müslümanların kendileriymiş gibi atmosfer oluşturuluyor...”

Değerli Kardeşimiz Yahya Turan’la yaptığımız röportajda, kâfirlerin sinsi planlarını, Rasulullah’a nasıl hakaret ettiklerini, bunun sebepleri ve çözüm yollarını bulacaksınız. Böylece bu Kutlu Doğum Haftası’nı kutlama ve şenliklerle mi, yoksa tefekkür ve çözüm için çalışmayla mı geçireceğimiz hususunda bir kez daha düşünmüş oluruz.

Rasulullah, biz Müslümanlar için Kur’an’ın adeta yaşayan bir örneğidir. Kur’an, bizleri O’nu örnek almaya çağırmaktadır. O’nu bugüne kadar önder olarak görüp, örnek alanlar zilletten izzete yükselmiş hem dünyada huzura kavuşmuş hem de Ahirette -inşaAllah- O’nunla birlikte Firdevs’te yaşamayı hak etmişlerdir. Ama ne zaman Müslümanlar Rasulullah’ın gösterdiği yoldan saptılar, başkalarını örnek aldılar, o zaman kafirler cesaretlenip, Rasulullah’a dahi hakaret edebilecek cüreti kendilerinde buldular...

Sümeyye Avcı: Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullah Değerli Kardeşim. Bildiğiniz gibi kâfirler Rasulullah zamanından bu yana, Đslâm’a daima saldırılarda bulunmuşlardır. En son Danimarka’da belki de en büyük hakaret diyebileceğimiz, canımızı yoluna feda ettiğimiz Rasulullah’a hakaret içeren karikatürler çizdiler. Belirli bir zaman geçtikten sonra bu karikatürler tekrar gündeme getirildi. Bu tam olarak ne zaman başladı ve kâfirlerin bu konudaki amaçları nelerdir? Bunlardan biraz bahseder misiniz?

Kutlu Doğum Haftası’na girdiğimiz şu günlerde Müslümanlar Rasulullah’ı hatırlamaya başlarlar; Rasulullah’ı sevdiklerini, O’nun yolunda olduklarını göstermek adına bir takım kutlamalara girişirler. Birçok ibadette bulunup gecelere kadar salâvat getirirler. Ama Kutlu Doğum Haftası’nın bitimiyle birlikte eski yaşamlarına devam ederler. Ne acı durum, ne büyük gaflet…

Yahya Turan: Aleykum Selam ve Rahmetullah Kıymetli Bacım. Son zamanlarda, Batı’da genel olarak, Đslâmiyet’e ve Müslümanlara karşı kin ve nefret artarak şiddetlendi. Bugünün Müslümanları 1960 ve 1970’lerdeki gibi değiller. Artık Müslümanların ekseriyeti, Sosyalizme, Kapitalizme, milliyetçiliğe ve Batı’da üretilmiş bu gibi kokuşmuş küfür fikirlerine sırt çeviriyor. Kâfirler ise, bundan haberdardırlar ve bu durumdan büyük bir endişe içindedirler. Müslümanlar 1970’lerden itibaren, yani Batı’ya ilk ayak basmalarından bu yana, durmaksızın entegrasyona çağırılmaktalar. Demokrasi, özgürlük, eşitlik, eşcinselliğe hoşgörü ve liberalizm gibi Batı değerlere, Müslümanları entegre etmek,

Kâfirler ortalıkta cirit atıp Rasulullah’a hakaret ederken, bizler neyin kutlamasını, şenliğini yapabiliriz? Kutlu Doğum Haftası’nda boynumuz bükük, gözümüz yaşlı olmalıdır. “Ya Rasulullah, girdiğimiz Kutlu Doğum Haftası’na, kâfirlerin Sana yaptıkları hakaretleri engellemeden giriyoruz. Biz bunun önüne geçemedik. Hele başımızdaki hain olan güç sahipleri onlara karşı çıkacaklarına o necis kâfirlerin ellerini sıktılar.” diye üzülmemiz gerekiyor ve bunköklüdeğişim

73

mart 2008


istiyorlar ki; müslümanlar… yani bunları Müslümanlara kabullendirmek için, kafirler yoğun bir mücadele içinde. Buna karşılık Müslümanlar ise, Batı değerlerini reddettiklerinde, yani entegrasyonu geri çevirdiklerinde, kâfirlerin Müslümanlara karşı kini ve nefreti gittikçe artıyor.

“Đfade özgürlüğü, fanatik Müslümanlar tarafından baskı altında” diye manşetler atarak, o nefret dolu karikatürleri tekrar basıp balon haberlerle lanse ettiler. Avcı: Rasulullah’a yapılan bu hakaretler Đslâm’a ve Müslümanlara yapılmış olan bir hakarettir. Bundan dolayı Müslümanlar, tepkilerini yürüyüş yaparak, sloganlar atarak ve Danimarka bayraklarını yakarak gösterdiler. Müslümanların tepkileri böyle mi olmalıydı? Bu konuda takip etmemiz gereken metot nedir?

Artık öyle bir aşamaya geldik ki, 2005 yılının Eylül ayında, Danimarka Kültür Bakanı Brian Mikkelsen, entegre olmak istemeyen Müslümanlara karşı bir kültür savaşı açmak gerektiğini belirti. Jyllandsposten Gazetesi, Mikkelsen’ın bu düşmanca sözünden beş gün sonra, yüce Rasulümüze yönelik aşağılayıcı ve barbarca olan 12 karikatürü yayınlamış, -sözde- Rasulümüze atfedilen bu birbirinden adi çizimleri Müslümanların -hoş karşılamasalar da-, güya ifade özgürlüğünün varlığı adına, kabul etmeleri gerektiğini lanse etmişti. Müslümanların, başlangıçta tepkileri bir hayli yoğundu, ama kısa süre zarfında unutuldu gitti..

Turan: Müslümanların Đslâm’a yapılan saldırılara karşı tepki göstermeleri ve faaliyetlerde bulunmaları elbette ki güzel ve zarurî bir durumdur. Fakat bu reaksiyonların Đslâm’ın emrettiği şekilde olması lazım. Ne yazık ki bazı Müslümanlar, sorunlarını çözmek için, BM’ye şikayette bulunuyorlar veya Đnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorlar yahut bahsettiğimiz gibi eylemlerde Danimarka bayrağı yakarak, deşarj oluyorlar. Yani Ümmetin evlatları, karikatür krizi gibi olaylar meydana geldiğinde, Allah’ın indirdiği Şeriat’a değil de, küfür sisteminin unsurları olan BM ve Đnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorlar. Zaten kâfirler de bundan tabii ki memnuniyet duyuyorlar ve Müslümanlara, “Karikatürler sizi rahatsız ediyorsa, o zaman Demokratik yollarla çözün” diyorlar. Bazı Müslümanlarda maalesef bu hataya düşerek, hiç bir fayda vermeyen bu Demokratik yollara başvuruyor. Lakin gittiği yerden sorunuyla beraber hep geri dönüyorlar. Mesela, Danimarka’da 11 Đslâmî Organizasyon, karikatürleri suç kabul edip polise vererek, Jyllandsposten Gazetesi’ne dava açmak istemişlerdi, fakat Yüksek Mahkeme Savcısı, ifade özgürlüğü adına dava açılmasını reddetmişti. Strausburg’daki Đnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuran Fransa’daki Müslümanlar ise, aynı cevapla reddedilmişti. Ve yine karikatürlerden dolayı alev gibi yanan Pakistan’daki Müslümanların davasını, sözde taşıyacak olan Pakistan Dışişleri Bakanı Tasnim Aslam,

12 Şubat 2008’de, Danimarka Millî Đstihbarat Teşkilatı (PET), ikisi Tunuslu ve biri Faslı olan Müslümanların evlerini gece yarısı basarak tutukladı. PET’in yapmış olduğu bu asılsız tutuklamaların sebebi için yapmış olduğu açıklama ise, “Bu üç Müslüman, Karikatüristlerden birine suikast planı düzenlemiştir” şeklindedir. Lakin buna rağmen bir tane delil dahi sunulmadı hatta PET’in bildirdiklerine göre, ellerinde bulunan suç delileri o kadar zayıf ve güçsüzmüş ki, bu Müslümanlara dava dahi açılsa, mahkemeden suçsuz salıverilebilirlermiş. Bundan ötürü Danimarka vatandaşı olan Faslı serbest bırakıldı ve sadece Danimarka’da Oturum Đzni olan iki Tunuslu hakkında yargılanmadan yurtdışı edilme kararı alındı. Yani tutuklamalar ve yurt dışı edilme kararı, delil ve kanıtlar doğrultusunda değil de, sadece PET’in sözde şüphesine bağlı olarak sonuçlandırıldı. Bu olayın enteresan yönü ise, Danimarka’daki elit tabaka, bu üç Müslüman’ın suikast girişimi ispatlanmış gibi muamelede bulunup, olayı abartarak Müslümanlara, yine alçakça bir siyaset başlattılar. Danimarka’nın bütün büyük medyası, köklüdeğişim

74

nisan 2008


istiyorlar ki; müslümanlar… 2006’da bu sorunu sadece BM’ye şikayet etmekle yetindi… Bu ve benzeri teşebbüsler neticesinde şimdiye kadar hiç bir çözüme varılmadı. Müslümanların başında bulunan diğer devlet yöneticileri ise, hafif dille karikatürleri eleştirmeyle yetindi. Bütün bu hain yöneticilerin, karikatür krizinin aşırı derecede zayıf ve çürük bir şekilde çözülme girişimlerini gören kâfirler ise, Đslâm’ı daha çok aşağılamaya meylettiler. Şimdi sırada başka projeler var. Mesela şuan Hollanda da, Rabbimizin bize hitabı olan yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i, çok alçak ve berbat bir kitapmışçasına tanıtan bir filmi yayınlamak için hazırlık aşamasında.

lâmî fikrî çözümlere göre davranılırsa, o zaman faaliyetler de düzgün ve sabit olur, çünkü fikirler, duygular gibi sürekli eksilip çoğalmaz. Batı’da önde gelen gayri-Müslim siyasetçiler ve medya unsurları, aslına bakılırsa Müslümanların duygusal, reaksiyoner ve fevrî davranmalarına bayılıyorlar. Đstiyorlar ki, Müslümanlar karikatürlerden provoke olup, dehşet ve vahşet içinde sağa sola saldırsınlar; yine Müslümanlar, -sözde- terörist rolüne, kâfirler ise kurban rolüne girsinler. Yani – sözde- Đslâmiyet’in zayıflığının ve Batı kültürünün üstünlüğünün ortaya çıkmasını istiyorlar. Ayrıca Batı ülkelerindeki bütün halkın, Đslâmiyet’e korku dolu bakmalarını istiyorlar ki, asla Müslümanlığı seçmesinler.

Bazı Müslümanlar Şeriat’taki çözümü bırakıp, BM ve Đnsan Hakları Mahkemesi gibi kurumlara başvurmayı tercih ediyorlar. BM ve Đnsan Hakları Mahkemesi gibi kurumlar veya Ümmetin başında olan zorba devletler, Müslümanların sorunlarını nasıl çözsün ki? Elbette ki, Müslümanların sorunlarına çözüm getiremezler. Çünkü bu kurum ve kuruluşlar Laiklik fikrine göre bina edilmiştir. O yüzden ifade özgürlüğünü savunuyorlar ve karikatürleri Müslümanlar gibi sorun görmüyorlar. Ortaya çıkan krizleri her zaman Laiklik fikrine, yani Kapitalizmin akidesine göre çözmeye çalışacaklar.

Müslümanların krizleri unutmaları ve krizlere Đslâmî çözümler aramamaları için, kâfirler farklı yöntemler kullanıyorlar. Siyasetçiler ve medya, Batı’da yabancı olan Müslümanları sürekli bir sorunmuş gibi göstererek, Müslümanları komplekslere sokuyorlar. Mesela, Müslümanların arasında çok nadir olan, kız evlatlarını zorla evlendirmek, namus cinayeti veya kriminal çete gibi olaylar sürekli manşetlere sürüklenip, akıl almaz şekilde şişiriliyor. Böyle olunca da Müslümanlar, karikatürleri veya genel olarak Danimarka’nın siyasetini eleştirecekleri yerde, kendilerini savunmakla meşgul oluyorlar. Böylece suçlu olan ve sorunları başlatan kâfirler değil de, Müslümanların kendileriymiş gibi atmosfer oluşturuluyor. Hatta artık Batı’da, genel olarak, toplumdaki sorunların sebebinin, Müslümanların entegre olamamaları ve Ortaçağ karanlığından kalmış(!) Đslâm anlayışı olduğu dillendiriliyor. Bundan dolayı Müslümanların çoğu, Batı’nın kokuşmuş kültürünü ve Müslümanlara yapılan adi siyaseti, açık ve sesli şekilde eleştireceklerine, komplekslerinden dolayı sadece savunma pozisyonunda kalıyorlar ve neticede de karikatür krizi gibi sorunları unutuyorlar.

Avcı: Şu bir gerçek ki, buna benzer olaylar olduğu zaman Müslümanlar aniden ayaklanıp, aradan uzun bir süre geçmeden çok çabuk tekrar çökebiliyorlar. Hatta öyle bir duruma geliniyor ki bütün olaylar unutulabiliyor veya unutturuluyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Bu konuda kâfirlerin rolü nedir? Turan: Müslümanların, Đslâmiyet’e karşı duyguları çok yoğun… Bu da elbette güzel bir şey... Fakat tepkiler ve faaliyetler, sadece duygusal olursa, yani sabit, yerleşmiş Đslâmî fikirlere dayalı olmazsa, o zaman gördüğümüz gibi, Müslümanlar şiddetli tepkilerle ayağa kalkarlar fakat bu tepki ve faaliyetler uzun soluklu ve bilinçli olmaz. Eylemlerde bağırıp-çağırıp ve Danimarka bayrakları yaktıktan sonra, sinirlerini boşaltmış olurlar. Duygusal değil de, Đsköklüdeğişim

Avcı: Peki Kardeşim, Đslâm’a yapılan saldırıları

75

nisan 2008


istiyorlar ki; müslümanlar… gücü ve izzeti arttı, ayrıca kâfirler arasında saygı kazandılar. Daha sonra bu Đslâm Devleti, bir süpergüç oldu ve Đslâm’ı yayıp küfrü kökünden koparıp yok etmeye başladı. O zaman Avrupa’da küfür merkezi ve süper-güç olan, Müslümanlara düşmanlık gösteren, Rum Đmparatorluğunu bile devirdi. Müslümanların tarihimizdeki gerçekleri hatırlayıp, bunu şuan içinde bulunduğumuz vakıaya indirgemeleri gerekir.

nasıl durdurabiliriz? Yani Şeriat’ın bizlere bildirdiği köklü çözüm nedir? Turan: Müslümanlar öncelikle şunu bilmeli ki, bugün sevgili Rasulümüze yapılan saldırılar, bir ilk değildir. Tarihte kâfirlerin Đslâmiyet’e nefret kusmaları hayli çok… Fakat önceki zamanlarla bugünün farkı şu: O zaman Đslâm Akidesi’ni koruyan bir Devlet gücü vardı. Kâfirler, Đslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık göstermekten çekinip, cesaret gösteremiyorlardı. Mesela, Đkinci AbdulHamid döneminde Fransızlar, Rasulullah ve kızı Fatıma’yla ilgili dalga geçen bir tiyatro gösterisi sergilemek istemişlerdi. Halife AbdulHamid’in kulağına bu olay gelir gelmez, derhal tiyatro gösterisini iptal ettirmek için, Paris’e elçilerini yollamıştı. Müslümanların gücünden korkan Fransızlar, hemen boyun eğip gösteriyi iptal ettiler. Bugün ise Müslümanları hiçe sayarak adam yerine bile koymuyorlar. Çünkü bugün, ne acıdır ki Müslümanların inancını, kanını, mülkünü ve namusunu koruyan bir Đslâm Devleti yok. O yüzden Müslümanların üzerine yüzlerce faklı sorunlar yağıyor.

Avcı: Rabbim sizden Razı olsun Kardeşim. Dilerim bu anlattıklarınız, Müslümanlara yollarını aydınlatıcı bir ışık olacaktır. Peki, Kardeşim, son olarak bu konuda Müslümanlara neler tavsiye edersiniz?

Bugün Müslümanlar sadece ve sadece karikatür krizini yaşamıyor. Şu çağda, asırlar boyu yaşamadığımız bir sürü farklı krizler var. Muazzam bir şekilde fakirlik, işsizlik ve eğitimsizlik var. Bunun ötesinde Müslümanların Irak’ta, Filistin’de ve Afganistan’da kanı akıyor, ayrıca Müslüman ülkelerinde genel olarak fitne ve fesat hâkim. Ve daha çok büyük nice sorunlarımız mevcut. Bütün bu krizleri sadece Allah’ın izni ve keremiyle, Raşidî Hilâfet, köklü bir şekilde yeryüzünden kaldırabilir. Değerli Rasulümüz ve Sahabeler -Allah onlardan razı olsun-, Mekke döneminde farklı sorunlar yaşıyorlardı. O zaman kâfirler bugünkü gibi Rasulümüze hakaret, Müslümanlara zulüm ve işkence yapılıyorlardı. Hatta Müslümanlar, bir ara boykota maruz kaldıklarında, üç sene açlık susuzluk çektiler. Medine’de Đslâm Devleti kurulduğunda ise sorunlar çözülmeye başladı. Müslümanların

Turan: Ecmain inşaAllah. Öncelikle, Ümmet hiç bir zaman şunu unutmamalı ki, iman ve küfrün arasında bir çatışma var. Kafirler çoktandır bu çatışmayı ele alıp, Đslâm’a karşı global bir mücadelede bulunuyorlar. Ve bugün kızdığımız karikatürler, bu global mücadelenin sadece bir parçası! Kâfirlerin amacı, Đslâmiyet’i, Şeriat’ı ve Hilâfet’i, en korkunç şekilde dünyaya sergilemek ki, Đslâmiyet hiç bir zaman kâfirlerin Kapitalist ideolojisine bir alternatif olmasın. Hiç bir zaman Đslâmiyet, Batı yaşam tarzına alternatif bir seçenek olmasın ve Müslümanlar, eski Đslâm anlayışına dönüp ayağa kalkmasınlar diye, gece gündüz planlar kurup çaba sarf ediyorlar. Kâfirlerin Đslâmiyet’e karşı gösterdikleri bu mücadelenin, Müslümanların Đslâmiyet’e bağlılıklarını sadece daha da güçlendirmesi lazım... Müslümanlar her zaman ver her yerde -Batı’da yaşasalar bile-, Allah’a sığınarak, ortaya çıkan sorunlarını Đslâm

köklüdeğişim

BM, Đnsan Hakları Mahkemesi, IMF ve Dünya Bankası gibi bozuk kurumlar veya boykot, eylem ve bayrak yakma gibi yöntemler, Müslümanların sorunlarını ve krizlerini asla çözemez. O yüzden böylesi krizler gündeme geldiği zaman daha büyük bir azimle, Allah’a sığınıp, Hilâfet’i tekrar hayata getirmek için mücadele etmemiz lazım. Allah’ın haram kıldığı bir şekilde sorunlarımızı çözmeye atılırsak, asla felaha eremeyiz.

76

nisan 2008


istiyorlar ki; müslümanlar… Müslümanların Hilâfet’in altında toplanmasını bir ütopya olarak kesinlikle görmüyorlar. Son zamanlarda, Batı dünyasında çok sayıdaki etkili olan şahıslar, Hilâfet’in Batı için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu ve Müslümanların zihninde Hilâfet’in gittikçe belirginleştiğini kaç defa dile getirdiler. Mesela, Ocak 2005’te, CIA’nin Stratejik Araştırma Merkezi olan National Intelligence Council, Hilâfet’in 2020 yıllından önce dünyaya tekrar gelmesinin çok güçlü bir olanak olduğunu, raporlarla yazdılar. ABD Başkanı George Bush bile, Hilâfet Devleti’ni tekrar kurup, Batıda Fas’tan, doğuda Endonezya’ya kadar bütün Müslümanları toplamak için uğraşanların olduğunu açıklayarak, Batı dünyasını uyarmıştı. Yani Soğuk Savaş zamanındaki gibi, Đslâmiyet’e artık sadece ruhanî olan Hıristiyanlık ve Budizm gibi sıradan bir din olarak bakılmıyor. Kâfirler Đslâmiyet’teki ve Müslümanlardaki potansiyelin şuurundalar ve artık Ümmetin uyanmasının farkındalar ve güçlü ayak seslerini duyuyorlar.

Akidesine göre çözerek hayatlarını idame ettirmek bir zorundadırlar. Müslüman vahiy kaynaklı hareket eder, reaksiyoner ve fevrî şekilde değil. Reaksiyoner bir şekilde davranmak veya sadece savunma pozisyonuna girmek bir facia olur. ĐnşaAllahu Teâlâ, artık “ifade özgürlüğü veya Batı kültürü Đslâmiyet ile bağdaşıyor...” diyen fikir sahiplerine, bu karikatür krizi bir ibret olmuştur. Bizim ve kâfirlerin kültürünün ne kadar çelişkili ve taban tabana zıt olduğunu artık herkesin görebilmesi lazım. Ayrıca sorunlarımızın yamalı çözümlere değil de, köklü bir çözüme muhtaç olduğu herkes için aydın ve berrak olması lazım. Gerçekleri görmek istemeyen Müslümanlara şunu sormak lazım: Kâfirlerin, kaç defa daha Rasul’e veya Kur’an-ı Kerim’e saldırmaları yahut daha ne kadar Müslüman’ın kanını akıtılmaları ve daha ne kadar küfür, fitne ve fesadı Müslümanların beldelerine taşımaları lazımdır ki, Đslâm’ın doğru ve köklü çözümü görülüp ve bunun ikamesi için çaba sarf edebilmek için yerimizden kalkıp üzerimizdeki ölü toprağı atılabilsin?

ĐnşaAllah Ümmet artık kanatlarını tam açarak Đslâm’a yüzünü dönüp, bırakmamacasına sımsıkı sarılır. ĐnşaAllah Allah’ın Müslümanlara nusreti çok yakındır. Gayret bizden, tevfik Allah’tan.

Köklü çözüm olan Hilâfet’in tekrar döneceğinden umudumuzu kesmeyerek, asla bir ütopya olmadığını görmemiz lazım. Artık kâfirler bile bütün

köklüdeğişim

el-Hamdulillahi Rabbil Alemin.

77

nisan 2008


Sümeyye Avcı

aile kaledir

bilgi@kokludegisim.com

Eşlerin Allah’ın Davasında Birbirlerine Destekçi Olmaları “Mümine bir hastalık, bir ağrı, bir keder, bir hüzün, bir gam hatta kendisine batan bir dikene varıncaya kadar herhangi bir şey isabet ederse, Allah günahlarından bir kısmını yok eder.” Bir dava taşıyıcısının yargılandığında ve kendisine ölüm cezası verildiğinde ona; “Hâkimi son defa görmek ister misin?” diye sorulduğunda Dava taşıyıcısı şöyle yanıt verir: “Şaka mı yapıyorsunuz! Hâkimle görüşüp zaman mı kaybedeyim? Allah Azze ve Celle ve Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam ile olan randevuma geç mi kalayım?!” Allahu Ekber... Đşte samimiyet, ciddiyet ve teslimiyet!

Daveti taşıma esnasında, belalar ve işkence kaçınılmaz bir olaydır. Böylesi bir durumda sabırlı olmak ve bütün bunlara tahammül etmek de daveti taşıyan için en büyük işlerinden sayılır. Daveti taşıyan, ne kadar ihlâslı olursa, ne kadar aktif ve canlı olursa; üzerindeki belalar ve işkenceler de o kadar şiddetlenir, sabırlı olmaya ve sıkıntılara dayanmaya olan ihtiyacı daha da artar. Yani bu tür musibet ve belaların derecesi ya da dozajı, bizim davetteki çalışmamız oranına göredir. Bilelim ki ne kadar çok musibetlere maruz kalıyorsak, o oranda da davamızda, davetimizde hareket ediyoruz demektir. Rasuller ve Nebiler birinci, muhlis, sadık ve aktif olarak daveti yüklenenler ikinci olarak ve sonra da diğer Müslümanlar, ihlâsları ve samimiyetleri oranında belaların, sıkıntıların, sabrın ve tahammülün zirvesinde yer alırlar. Sa’d b. Ebu Vakkas’tan:

Allah Azze ve Celle bela/engel takdir etmediği sürece bütün Đslâm düşmanları bir araya gelseler dahi bunu başaramazlar.

‫ ﺍﻷﻨﺒﻴﺎﺀ ﺜﻡ‬:‫ﻗﻠﺕ ﻴﺎ ﺭﺴﻭل ﺍﷲ ﺃﻱ ﺍﻝﻨﺎﺱ ﺃﺸﺩ ﺒﻼﺀ؟ ﻗﺎل‬ ‫ﺍﻝﺼﺎﻝﺤﻭﻥ ﺜﻡ ﺍﻷﻤﺜل ﻓﺎﻷﻤﺜل ﻤﻥ ﺍﻝﻨﺎﺱ ﻴﺒﺘﻠﻰ ﺍﻝﺭﺠل ﻋﻠﻰ ﺤﺴﺏ‬ ‫ﺩﻴﻨﻪ ﻓﺈﻥ ﻜﺎﻥ ﻓﻲ ﺩﻴﻨﻪ ﺼﻼﺒﺔ ﺯﻴﺩ ﻓﻲ ﺒﻼﺌﻪ ﻭﺇﻥ ﻜﺎﻥ ﻓﻲ ﺩﻴﻨﻪ‬ ‫ﺭﻗﺔ ﺨﻔﻑ ﻋﻨﻪ ﻭﻤﺎ ﻴﺯﺍل ﺍﻝﺒﻼﺀ ﺒﺎﻝﻌﺒﺩ ﺤﺘﻰ ﻴﻤﺸﻲ ﻋﻠﻰ ﻅﻬﺭ‬ ‫ﺍﻷﺭﺽ ﻝﻴﺱ ﻋﻠﻴﻪ ﺨﻁﻴﺌﺔ‬

“Bil ki, tüm insanlar sana bir yarar sağlamak için bir araya gelseler, Allah’ın sana yazdığından başka hiçbir yarar sağlayamazlar. Ve yine bil ki, tüm insanlar sana bir zarar vermek için bir araya gelseler, Allah’ın sana yazdığından başka sana hiçbir zarar veremezler. Kalemler kaldırıldı, sayfalar dürüldü.” (Tirmizi)

“Dedim ki: “Yâ RasulAllah! Đnsanların hangisi daha şiddetli belâya maruz kalır?” Dedi ki: “Nebiler, sonra salih kimseler, sonra da insanlardan sırasıyla onlara benzeyenlerdir. Bir kişi, dinine göre belâya tabi tutulacaktır. Eğer dininde dayanıklı ise belâsı artırılacaktır. Yok, eğer dininde nazik ise, belâsı hafifletilecektir. Böylece belâ, kul yeryüzünde günahsız olarak yürüyünceye kadar sürecektir.” (Nesei, Đbn Mace)

Öyle ki; ölümden korkmayan bir Sahabe, savaş meydanlarında göğsünü siper edip şehit olmak için tüm imkânlarını kullandığı halde Allah Azze ve Celle ona savaş meydanında ölmeyi nasip etmemiştir. Yine bir kaçı ölümden korktukları için savaş meydanlarından kaçarken başlarına ölüm gelmiştir. Ölümden kaçış yoktur. Đnsan elbet bir gün ölecektir ama bu Allah’ın davasını taşımakla veya dünya hayatına dalıp boş işlerle meşgul olmakla da gerçekleşebilir.

‫ﻤﺎ ﻴﺼﻴﺏ ﺍﻝﻤﺅﻤﻥ ﻤﻥ ﻨﺼﺏ ﻭ ﻻ ﻭﺼﺏ ﻭﻻ ﻫﻡ ﻭﻻ ﺤﺯﻥ‬ ‫ﻭﻻ ﻏﻡ ﺤﺘﻰ ﺍﻝﺸﻭﻜﺔ ﻴﺸﺎﻜﻬﺎ ﺇﻻ ﻜﻔﺭ ﺍﷲ ﻤﻥ ﺨﻁﺎﻴﺎﻩ‬

Bu yüzden bizim başımıza hapse girmek, ceza almak veya işkence görmek yazılmışsa bizler kor-

köklüdeğişim

78

mart 2008


eşlerin Allah’ın davasında… Đman etmekte olanlara yardım etmek ise, Bizim üzerimize bir haktır. (er-Rum 47)

kumuzdan Allah’ın davasını taşımazsak dahi bu başımıza mutlaka gelecektir. Mademki bunlar başımıza gelecek o halde bu neden Allah için olmasın veya mademki bir gün öleceğiz, bu ölüm neden Allah Azze ve Celle için olmasın?

Bu konuda eşlerin titizlik göstermeleri, destek ve yardımcı olmaları kaçınılmazdır. Unutulmamalıdır ki erkek, hanımına veya kadın, kocasına destekçi olduğu zaman bu, bizzat kişinin kendisine değil, Allah’ın davasına yardımcı olmak demektir. Bu yüzden Allah’ın davasına yardımcı olmak tüm Müslümanlara farzdır.

Bütün Müslümanlar üç şeye hiç bir şüpheye yer vermeden tastamam iman ettikleri sürece onların tek korkacakları Rabbi olur. Bunlar; ecelin, rızkın, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna iman etmektir. Günün Müslümanları bunların Allah’tan olduklarını her ne kadar dilleri ile söyleseler de, insanları Đslâm’a davet etmeye çağrıldıkları vakit rızık endişesi, ölüm ve başlarına bir belanın gelebileceği korkusu ile bu davetten uzak dururlar. Bu fikir ve fiil de onların bu akidevî konuları anlamadıklarını göstermektedir. Bu yüzden Müslümanlarda öncelikle bu üç akidevî konunun netleştirilmesi zorunludur.

Erkeğin ve kadının birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarını daha önceki konularımızda görmüştük. En güzel, hayırlı ve örnek aile, birbirlerinin hakkını tastamam verip, taşıdıkları davada da birbirlerine destekçi olanlardır. Tabi burada hem kadının, hem erkeğin dava taşıyor olması kaçınılmazdır. Erkek, Allah’ın Davasında Hanımına Nasıl Destekçi olabilir?

Đmam Ahmed ve Ebu Ya’la’nın rivayetinde Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam şöyle dedi:

Erkek, emir sahibi olduğu için büyük sorumluluk ona aittir. Kadın, erkeği davaya elbette teşvik edebilir, hakkı bildirir ve fikirlerini anlatabilir. Hatta nasihatte ve tavsiyelerde de bulunabilir ama hiç bir zaman bir şeyi emretme hakkı yoktur. Ortada emir olsa dahi, erkeğin bu emre itaat etme gibi bir farziyeti de yoktur. Ama erkek emrettiği zaman kadının itaat etmesi farzdır. Kadının erkeğine karşı çıkması ise haramdır. Bu yüzden erkek, hanımını daha rahat ve daha kolay birçok hayırlı iş yapmaya teşvik edebilir.

“Allah’ın sınırlarını koru, O’nu önünde bulursun. Bollukta Allah’ı tanı ki, O da sıkıntıda seni tanısın. Bil ki, başına gelen musibet senin doğruluktan ayrılman veya hata yapman için değildir. Bil ki, sabırla birlikte zafer, zorlukla birlikte kolaylık ve sıkıntının ardından kurtuluş vardır.” Şüphesiz kim Allah’la birlikte olur ve O’nun yolunda yürürse, Allah da onunla birlikte olur ve onu korur. Bizler Allah’ın indirdiklerine şeksiz/şüphesiz iman eder ve O’nun davasını taviz vermeden taşırsak o vakit yardımcımız Allah Azze ve Celle’dir. O bizim yardımcımız olduğu vakit, artık kim bizi korkutabilir? Asıl korkmaları gerekenler kâfirlerdir. Çünkü Allah’ın emirlerine sadık kaldığımız sürece Rabbimizin yardımı vardır; onların ise ne güvenecekleri biri ne de yardımcıları vardır.

Erkek, öncelikle Đslâm Davası’nı taşımanın kadına da farz olduğunu ve bu farziyet hususunda hiç bir şekilde ‘yapma’ gibi emir veremeyeceğini ve onu bu konuda kesinlikle engellemesinin caiz olmadığını açık ve net olarak kavramalıdır. Kendisine Đslâm Davası’nı taşımak ne kadar farzsa bu, hanımına da aynı derecede farzdır. Erkeğin, hanımına nasıl ki, “Namaz kılamazsın” diye bir emirde bulunma hakkı yoksa, aynı şekilde davasına da engel olma hakkı yoktur. Bunu yapan erkek ve bu konuda kocasına itaat eden kadın günahkârlardır. Çünkü Allah Azze ve Celle bir işte hüküm verdiği zaman kadın ve erkeğin yapacakları tek iş, o hükme

‫ﻥ‬  ‫ﺴﻨﹸﻭ‬  ‫ﻤﺤ‬ ‫ﻡ‬‫ﻥ ﻫ‬  ‫ﻴ‬‫ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻥ ﺍﱠﺘﻘﹶﻭﺍﹾ ﻭ‬  ‫ﻴ‬‫ﻊ ﺍﱠﻝﺫ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻥ ﺍﻝﹼﻠﻪ‬  ‫ِﺇ‬ Şüphe yok ki, Allah, korkup sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (en-Nahl 128) ‫ﻥ‬  ‫ﻴ‬‫ﻤﻨ‬ ْ‫ﻤﺅ‬ ‫ﺭ ﺍﻝﹾ‬ ‫ﻨﹶﺎ ﹶﻨﺼ‬‫ﻋﹶﻠﻴ‬  ‫ﺎ‬‫ﺤﻘ‬  ‫ﻥ‬  ‫ﻭﻜﹶﺎ‬ köklüdeğişim

79

nisan 2008


eşlerin Allah’ın davasında… uymaktır, karşı çıkmak veya engellemek değildir.

etmiş olur, hem de aralarında konuşabilecekleri, tartışabilecekleri hayırlı bir ilme vesile olmuş olur.

Erkeğin dışarıdaki insanlara davayı taşıması farz olduğu gibi, aynı şekilde ev halkına da iyiliği emredip, kötülükten alıkoyması da farzdır. Birçok erkek dışarıdaki insanlara davayı taşıdığı kadar hanımına veya çocuklarına taşımaz. Veya dışarıdaki insanlarla ilgilendiği ve zaman geçirdiği kadar hanımıyla Hak Dava’da ilgilenmez. Oysa bu büyük bir hatadır. Allah Rasulü Aleyhi’s-Salatu ve’s-Selam tebliğ ile vazifelendirildiğinde, anlatmaya ilk yakınlarından, hatta hanımı Hatice RadiyAllahu Anha’dan başlamıştı.

Đslâm Davası’nı taşıyan çiftlerin birçoğu erkeğin anne ve babasıyla birlikte yaşamaktadırlar. Erkeğin ailesi, Đslâm’ı yaşamayan Đslâm’a karşı soğuk duran birileri ise; bu durum, davayı taşımayı biraz zorlaştırır. Özelikle de kadın, bu konuda biraz daha fazla zorluk çeker. Şayet erkeğin desteği yoksa iş gittikçe zorlaşır ve evde büyük bir huzursuzluğa sebebiyet verir. Böylesi bir durumda erkeğin, tavrını ortaya koyması kaçınılmazdır. Ailesi, hanımının Đslâmî derslere gitmesini istemiyor, kitap okumasını, davayı taşımasını engelliyorsa, erkek gerekirse sert bir şekilde tavrını ortaya koyup, bu konuna hanımına asla engel olmamalarını açıkça belirtmelidir. Burada ailesinin hanımını engellemesine asla destek vermemelidir. Böyle yaparsa Allah’ın davasına yardımcı olmamış olur ki, bu da insanı günaha sürükler.

Đnsan hata yapabilir, yanlışa düşebilir. Đnsanın ayağının kayması an meselesidir. Bunun için birazcık Đslâmî Atmosferden uzaklaşmak dahi yeterlidir. Bu yüzden erkek her zaman hanımını gözetlemelidir. Kadınının bir günü Allah’ın davasından uzak, boş işlerle geçirdiğini gördüğü vakit erkek, hanımına hemen nasihat ve tavsiyelerde bulunmalıdır.

Kısaca şöyle diyebiliriz ki; koca, ilk etapta davayı taşımanın kadına da farz olduğunu net kavramalıdır. Buna karşı çıkmak Allah’ın indirdiği hükme karşı çıkmak demektir.

Erkek, dışarıda işlerinin güzel gitmesini, davasında başarılı olmasını istiyorsa, öncelikle evinde huzuru sağlamalıdır. Huzur da ancak evde Đslâmî Atmosferin olmasıyla ve hanımının da aynı davaya baş koymasıyla gerçekleşebilir. Unutulmamalıdır ki, kalpler ancak Đslâm’la huzur bulur. Erkek evinde huzur bulmazsa, dışarıdaki işleri sağlıklı bir şekilde yolunda gitmesi neredeyse imkânsızdır.

Hanımını daima hayırlı işler yapmaya teşvik etmelidir. Hanımı kendisinden yardım istediği zaman ‘zamanım yok’ deyip geçiştirmemelidir. O an vakti olmasa dahi ve kadının istediği yardım ertelenebilecek bir şeyse başka bir gün buna özel zaman ayırmalıdır. Hanımının sorduğu soruları yanıtlamalı, bilmiyorsa da araştırıp anlatmalıdır. Sonuçta kadın yarının neslini yetiştirendir. Eğer kadın doğru bilgilere sahip olmazsa yarınki nesil nasıl yetiştirilebilir?

Erkeğin en azından haftada bir defa hanımına ders vermesi gereklidir. Tabi bu davada çok aktif, yoğunluğu çok fazla olan bir erkek için böyledir. Eğer erkeğin davada çok fazla bir yoğunluğu yoksa bu ders haftada iki, hatta üçe çıkartılabilir. Hanımını daima tefekkür etmeye sevk etmelidir. Yemek yerken, dışarıda gezerken, hatta televizyon seyrederken dahi sorular sorup, onu düşünmeye teşvik etmelidir. Hatta sorduğu soruyu araştırmasını ve belirli bir tarihte yanıtlamasını isteyebilir. Böylece kadın o tarihe kadar yanıtını biliyorsa üzerinde biraz daha düşünmüş olur, bilmediği bir soruysa yanıtını bulmak için birçok kaynaktan araştırabilir. Böylece erkek, hem hanımını hayırlı bir işe teşvik köklüdeğişim

Ayrıca şunu söylemekte yarar var ki; Erkek, hanımına farzlarının dışında yük yüklememelidir. Örneğin; evin alış-verişini yapmak, çalışmak (ticaret) gibi... Bunları yapmayı Allah Subhanehû ve Teâlâ erkeğe farz kılmıştır. Erkeğin bunları kadına emretmeye, yaptırmaya hakkı yoktur. Kadının zaten itaat edeceği eşi, yetiştireceği çocukları ve yüklenmesi gereken davası vardır. Bir de bunların üstüne erkek kendi görevlerini kadına yüklerse, bu

80

nisan 2008


eşlerin Allah’ın davasında… da benim farziyetim’ gibi konuşmalara yer vermemelidir. Elbette kadın ve erkek farziyetlerini bilmeli ve bunları birbirlerine yüklememelidirler ama yardımcı olmak açısından yeri geldi mi, erkeğin yoğunluğundan ötürü (erkeğe farz kılınan) alış verişi kadın yapmalı; yeri geldi mi de, kadının davadaki yoğunluğundan ötürü erkek (kadının görevi olan) ev işlerinde yardımcı olmalıdır. Bu durumda her ikisi için de ecir vardır. Đşte yardımlaşmak budur.

durum, kadına farz kılınan görevleri aksatmaya sebebiyet verebilir. Bu yüzden erkek, acımasız değil merhametli olup kadınının haklarını gözetmelidir. Kadın Kocasına Nasıl Destekçi olabilir? Kadına da bu konuda çok büyük görevler düşmektedir. Birçok kadın, eşinin davada çok aktif olması ve bu durumda kendilerine ayıracak zamanlarının olmamasından şikâyetçidirler. Kadının nasıl ki eşinin namaz kılmasından şikâyetçi olması düşünülemezse aynı şekilde davayla meşgul olmasından da şikâyetçi olması düşünülemez. Kadının eşine destekçi olması eşinin şahsına yönelik bir iş değil, aksine Allah’ın davasında yardımcı olması demektir.

‫ﻥ‬  ‫ﻤﻨﹸﻭ‬ ْ‫ﻤﺅ‬ ‫ﺍﻝﹾ‬‫ﻪ ﻭ‬ ‫ﻭﹸﻝ‬‫ﺭﺴ‬ ‫ﻭ‬ ‫ﻤﹶﻠ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﻋ‬  ‫ﻪ‬ ‫ﻯ ﺍﻝﹼﻠ‬‫ﻴﺭ‬ ‫ﺴ‬  ‫ﻤﻠﹸﻭﺍﹾ ﹶﻓ‬ ‫ل ﺍﻋ‬ ِ ‫ﻭ ﹸﻗ‬ ‫ﻥ‬  ‫ﻤﻠﹸﻭ‬ ‫ ﹶﺘﻌ‬‫ﺎ ﻜﹸﻨﹸﺘﻡ‬‫ﺒُﺌﻜﹸﻡ ﹺﺒﻤ‬‫ﻴ ﹶﻨ‬‫ﺓ ﹶﻓ‬ ‫ﺩ‬ ‫ﺎ‬‫ﺸﻬ‬ ‫ﺍﻝ ﱠ‬‫ﺏ ﻭ‬ ‫ ﹺ‬‫ﺎِﻝ ﹺﻡ ﺍﻝﹾ ﹶﻐﻴ‬‫ﻥ ِﺇﻝﹶﻰ ﻋ‬  ‫ﻭ‬‫ﺭﺩ‬ ‫ﺴﹸﺘ‬  ‫ﻭ‬ De ki: ‘Çalışın, Çalışmanızı Allah da, Rasulü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.’ (et-Tevbe 105)

Kadın, eşinin Đslâm Davası’nı taşıyan biri olduğu için Rabbine şükretmelidir. Her vakit namazlarında eşine dua etmelidir. Eşinin eve gelmesinin veya geç gelmesinin sebebi, kumar oynamak, alkol almak veya zina yapmaktan ötürü değildir. Onun eve geç gelmesinin sebebi veya hanımıyla fazla ilgilenememe sebebi, Allah’ın davasını taşımada çok fazla yoğun olmasındandır. Bundan daha güzel ne iş olabilir ki? Bu konuda Müslüman kadına şikâyet etmek değil, sabırla eşine destek olması yaraşır ki kadın, eşinin bu durumundan çok mutlu olmalıdır. Eşi bir gün haber takip etmeyi, kitap okumayı aksatırsa, eşini gözetleyip bu konuda ona nasihatlerde bulunmalıdır. Hatta onu hesaba çekmelidir. Her kim ki Allah’ın davasına yardımda bulunursa, Allah’ta ona yardım eder.

Kıymetli Dava Taşıyıcısı Kardeşlerim! Yaptığınız her iyilik Allah katında yazılı tutulacaktır. Yaptığınız her kötülük de Allah katında yazılı tutulacaktır. Ve bunlar Hesap Günü’nde tek tek açıklanacaktır. Bu yüzden yarına hazırlığımızı bugünden yapalım. Eşler aralarındaki kibri, gururu yıkıp, daima Allah rızasını gözetmelidirler. “Daha çok eşime nasıl yardımcı olabilirim de Allah Azze ve Celle’nin rızasına nail olabilirim” diye düşünülmelidir. Ancak böylesi bir anlayış bizleri hayırlı işler yapmaya ve birbirimize yardımcı olmaya sevk eder. Yapacağımız iyilikleri eşimiz hatta kendimiz dahi unutabiliriz. Ama bunları gören, şahit olan Rabbimiz var. O Azze ve Celle, yaptığımız en küçük amelin dahi mükâfatını ve cezasını verecek olandır.

‫ﻤ ﹸﻜﻡ‬ ‫ﺍ‬‫ﺒﺕﹾ َﺃﻗﹾﺩ‬‫ﻴ ﹶﺜ‬‫ﻭ‬ ‫ ﹸﻜﻡ‬‫ﺼﺭ‬  ‫ﻨ‬‫ﻪ ﻴ‬ ‫ﻭﺍ ﺍﻝﱠﻠ‬‫ﺼﺭ‬  ‫ﻤﻨﹸﻭﺍ ﺇِﻥ ﺘﹶﻨ‬ ‫ﻥ ﺁ‬  ‫ﻴ‬‫ﺎ ﺍﱠﻝﺫ‬‫ﻴﻬ‬‫ﺎ َﺃ‬‫ﻴ‬ Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da sizlere yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz. (Muhammed 7)

Bu yüzden Değerli Kardeşlerim; bizler Allah’ın cezasını alacağımız değil, mükâfatını alabileceğimiz işlere yönelelim ve bunları yaparken de eşlerimizle adeta yarış içinde olalım. Eşlerin huzur ve kurtuluş kaynağının tek yolu davada birbirlerine karşı yardımcı ve destek olmalarıdır.

Ayrıca kadın, her ne kadar kendisine farz kılınmış olmasa da, kocasının o gün yoğun olmasından ötürü, eşine yardımcı olmak için evin alış verişini yapabilir. Üstelik bundan ötürü hasenat kazanır. Kadın ve erkek arasında ‘bu senin farziyetin, bu

köklüdeğişim

Ve’l-Hamdulillahi Rabbil-Âlemin.

81

nisan 2008


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.