YANKI



Sevgi kainatın sebeb-i vücududur, demiş sözün üstadı. İnsanın var olma sebebi de bir nevi budur aslında. Sevgi öyle bir iksirdir ki, girdiği her kalbin rengini değiştirdiği gibi, muhatap olduğu, dokunduğu her şeyi de kendi rengine boyar.
İşte böyle efsunlu bir renge boyandı geçen hafta beldemiz. Kocaman bir kalbe sahip birini misafir ettik. Sevgiyi tam anlamıyla içselleştirmiş, ondan aldığı ışığı adeta bir prizma gibi yedi renge boyayarak etrafına saçmayı hayatının gayesi edinmiş, üstelik bunu dil, din, ırk farkı gözetmeksizin cömertçe insanlığa sunmayı görev edinmiş derin bir yürek o.
Evet Enes Kanter'den bahsediyoruz. Kariyerinin en parlak döneminde, sahip olabileceği her şeyi elinin tersiyle itip, dünya çapında zulüm gören herkesin hakkını savunmaya hayatını adamış bir aktivistten…
Yakından gördüğünüzde kalbindeki insan sevgisini tüm zerrelerinizde hissedebilir, tevazusuna hayran olabilir, hedeflerinin büyüklüğü ve ilginçliği karşısında hayrete düşebilir, sonra kendi küçük dünyanızda varlık amacınızı yeniden sorgulayabilir, onu dinleyince "Allah için sevmek" tabirini içinizde yeniden tanımlayabilirsiniz..
Dünyada böyle insanların olduğunu bilmek, gelecek adına ümit bahşediyor insana. Böylesi karanlık günlerde rengarenk ruhuyla,kalbimize ümit tomurcukları eken koca yürekli dev adama çok teşekkür ediyoruz.
Allah yolunuzu açık eylesin, sizi her daim korusun Enes Kanter...
Yankı Yayın Heyeti
Göç etmenin ve yeni ekosistemlere yelken açmanın rutin haline geldiği hayatlarımızda, bulunduğumuz ortama ne kadar uyum sağlıyoruz? Özümüzden uzaklaşıp, benliğimizi mi kaybediyoruz, yoksa özümüzün parçalarını farklı topraklarda bütünleştirip kendi rengimizde çiçek mi açıyoruz? Kimileri yeni bir çevreye atılmak için heyecana kapılırken bazıları da depresyona sürüklenir ve bu oluşuma izin verir. Bu nedenle herkes için kesin ve net bir entegrasyon süresi vardır diyemeyiz ancak entegrasyonu kolaylaştıracak faktörlerden bahsedebiliriz.
"Asimilasyon, bireylerin kendi kültürel kimliklerini kaybetmelerine neden olabilir, ancak bu süreç aynı zamanda kültürler arası etkileşimi ve zenginliği de teşvik edebilir." demiş ünlü Amerikan sosyolog Mary Waters. Eğer ki kişi kendisini ortamda kabul görmemiş hissederse, kendini etrafındaki standartlara uymaya zorlar, şartlar ve zamanla benliğinden uzaklaşmak durumunda kalır. Veyahutta Kanada’ya yeni gelen gençler bu topraklarda büyümüş olan diğer gençleri gördüğünde ve onların “aile” kavramına şahit olduklarında, kendi ailesinden uzaklaşıp daha özgür ve bireysel bir yaşama özenebilirler. Bu onların maruz kaldıkları yeni kültüre asimile olduklarını gösterir.
Dilini unutmak, inancını kaybetmek, kültürel faaliyetlerden uzaklaşmak hepsi birer asimilasyon örneğidir, bunun tam tersi ise entegrasyondur. Entegre olmak bulunulan ortam ile bütünleşmek ve özünü kaybetmeden uyum sağlamaktır, bu da kabulleniş ile mümkündür. Öz Değerinin farkında olan, değerlerinin temellerini sağlam inşaa eden ve kültürel ritüelleri neden yaptıklarının bilincinde olanlar, yaşadığı beldenin dilini kendi dilini unutmadan öğrenirler, kendi kültürünü ve önemli günlerini kutlamaya ve anmaya devam ederler. Kısacası kendi inançlarından taviz vermeden çevrelerine de karışırlar.
Farklılıklarını Kutlamak
Entegrasyonun bir kısmı da farklılıkları kutlamak, toplumun çeşitliliğinin zenginlik olduğunu kavramaktır. Bireylerin farklı deneyimleri, geçmişleri, kültürel arka planları ve perspektifleri fikir çeşitliliği birlikte hoş bir ahenk oluşturur. Farklılıkları kutlamak, insanların kendi özgün kimliklerini ifade etmelerine olanak tanırken aynı zamanda birbirimizi daha iyi anlama ve saygı duyma yeteneğimizi de artırır.
Özgüven, hayatımızın her yönünü etkileyen bir güçtür. Kişinin kendine olan güvenini gösterir. Bireyleri risk alma ve zorlukları kucaklama konusunda güçlendiren, kendilerine ve yeteneklerine olan inançları ve güçlü olmalarıdır Özgüven eksiği olan insanlar; karar vermekte, fikirlerini ifade etmekte ve hayır demekte güçlük çekerler Bu düşünceye kapılarak hiç bir şeyi başaramadım düşüncesine girerler.
Özgüvenimiz eksik olduğunda sorunlarla baş edebilme yeteneğimizden şüphe duyarız.
1 Gerekli yeteneklerle donanımlı olduğumuzu bildiğimiz halde daha önce hiç yapmadığımızı bir işle karşılaştığımızda , o işi yapamayacağız diye kaygı duyarız. Hayatın birçok zamanında, özellikle inisiyatif almamız veya yeni insanları işin içine katmamız gereken durumlarda rahatsız ve huzursuz oluruz
Olumlu geçmiş deneyimler ve başarılar, güven oluşturmaya önemli ölçüde katkıda bulunur.
2 Özgüven eksikliği söz konusu olduğunda, bu durumu gidermek için çocukların erken yaşlardan itibaren saygı görmeleri önemlidir. Bu açıdan, ‘ yapamazsın ’ demek yerine, bunun nasıl yapılacağı öğretilmeli ve her zaman bu dil kullanmalıdırlar Çocukların başarısız olma durumunda, değerini kaybetmediklerini söylemek ve sevildiklerini hissettirmek, çocuklar üzerinde iyileştirici bir etkiye sahiptir. Aynı zamanda sağlıklı bir düşünce sistemi kurabilmek için çocuklara başarısızlığın gerçek adının ‘deneyim kazanma’ olduğunun söylenmesi gerekmektedir.
Özgüven kazanma süreci, hayatın önemli sorunlu yaşantıları ile başa çıkma iradesine sahip olmaktır Bu süreç, özeleştiri yapmadan güçlü ve zayıf yönleri kabul etmekle başlar Küçük başarıları bile kutlamak benlik saygısını artırabilir ve güveni kazandırabilir Gerçekçi ve ulaşılabilir hedefler belirlemek, güven oluşturmakta yardımcı olabilir. Bireyler; bu hedeflere ulaştıkça, daha önemli zorlukların üstesinden gelme duyguları gelişir, kendilerine güvenleri daha da artar ve böylece başarabilme motivasyonu kazanırlar Başarısızlığın öğrenme sürecinin doğal bir parçası olduğunu kabul etmek, bireylerin başarılı olmak için daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde yol almalarını sağlar. Güven, her bireyin içindeki tüm potansiyeli ortaya çıkarabilen güçlü bir duygudur.
KAYNAKLAR
"Geçtiğimiz günlerde ünlü , eski NBA Basketbol oyuncusu Enes Kanter yaz okulumuzu ziyarete geldi. Biz de Yankı ekibi olarak bu fırsatı bir röportaj ile değerlendirmenin heyecanıyla, Enes Kanter'i yaz okulunda ekibimizle karşıladık Sizlerden gelen bazı soruları Enes Kanter'e sorup merak ettiğiniz cevapları aldık Aynı zamanda bunu videoya bile çektik. Enes Kanter'e tam olarak 7 tane soru soruldu, hepsine karşı cevapları çok açık, detaylı ve ufuk açıcı bir şekildeydi
Enes Kanter' e, kariyerinin en başarılı döneminde her şeyi kaybetmeyi göze alarak onu aktivist olmaya iten sebebin ne olduğu sorulduğunda da cevabı şu şekildeydi: 'Benim motivasyonumun kaynağı gençlerdi, dünyanın her tarafında zulüm altında olan gençler '
Enes Kanter sadece Türkler tarafından bilinmiyor, dünyadaki çoğu kişi tarafından bilinen ve sevilen bir insan Bunu çok güzel bir hikayeyle örneklemek istersek size şu hikayeyi önerebilirim:
Topluluk üyelerimizden biri, dört yıl önce bir gece plaka etiketi eksik olduğu için bir polis memuru tarafından kenara çekildi. ‘Seni neden kenara çektiğimi biliyor musun?’ diye memur sorunca arkadaşımız 'Evet, neden yaptığını biliyorum Çıkartmam yok ama burada yeniyim ve kanunları bilmiyorum Çıkartmamı almak için doğru zamanı kaçırdım ' dedi Memur ona 'Nerden geldin?' diye sorunca arkadaşımız, 'Türkiye'den geldim' dedi Memur ona 'Enes Kanter'i tanıyor musun, aynı amaçla mı buraya geldin?' diye sordu. Türkiye'deki durum hakkında arkadaşımız ona 'evet' dedi, o bizim kardeşimiz Görevli kocaman gülümsedi ve Enes Kanter'in tüm dünya için bir Özgürlük Savaşçısı olduğunu söyledi ve arkadaşımızla 45 dakika sohbet etti. Arkadaşımıza 'KANADA'YA HOŞ GELDİNİZ' diyerek sohbeti bitirdi ve aynı zamanda o memur arkadaşımıza ceza verdi ama ceza puanı vermedi
Bu hikaye sayesinde olduğu kadarıyla dünyada bir şeyler değiştirmeye çalışmanın diğer insanlar üzerindeki etkisinin aslında ne kadar olduğunu görüyoruz Lütfen bu kara dünyada azıcık da olsa zulüm altındaki herkesin görülmesini sağlamaya çalışalım. Ne bilirsiniz, belki de özgürlük için savaşan biri olarak tanındığınız için farkında olmadan yoldaki birisini ceza almaktan kurtarırsınız :)
Röportajı izlemek için tıklayınız...
Satranç oyunu milattan sonra 600 - 700 yıllarında ilk başta Gumpta krallığında bulunup “tahta üzerinde çok sevilip oynanan” bir zeka ve strateji oyunu olarak günümüze kadar gelmiştir Ancak bu tabii ki teknolojinin gelişim yılları olan 1957’ye kadardır. Bilgisayar üzerinden oynanan ilk satranç maçı 1957’de oynanır O günden itibaren, özellikle 2020’li yıllardan sonra çokça popülerleşen “Online Satranç” olarak adlandırılan internet üzerinden satranç oynama, dünyada birçok kişi tarafından tercih edilir ve yaygınlaşmaya başlar
Online satrancın son senelerde ünlenmesinin sebeplerinden birkaçı ise 2020 yılında çıkan Netflix dizisinde Queen’s Gambit ve 2022’de Magnus Carlsen ve Hans Niemann maçında olan bir hile skandalıdır. Online Satrançın en çok oynandıgı siteler ise Chess com ve LiChess gibi sitelerdir Satrancın en ünlü olduğu 2022 yılında ise Chess.com da yaklaşık 20 milyon tane aktif kullanıcı olduğu görülmüştür.
Online Satrancın güzel yanlarından birkaçı ise her maç sonrası Satranç botları olarak adlandırılan yapay zekaların yardımıyla maçtaki hataların, güzel hamlelerin, ve pozisyonel puanlamanın gösterildiği bir sistemin olmasıdır. Bu yapay zekalar o kadar çok gelişmiştir ki şu anda dünyanın en iyi oyuncusu olan Magnus Carlsen"in satranç puanı 2882 iken şu anda en güçlü satranç robotu olan “Stockfish”’in satranç puanı 3550 dir. Bu satranç robotları okadar gelişmiştir ki bir pozisyondan sonraki 10 ila 20 hamleye kadar oynanabilecek en güzel hamleleri saniyesinde hesaplayabilir Bu sayı küçük görünse de satranç tahtasında 20 hamleyi ileriyi görmek yaklaşık 10,000,000,000,000 (10 trilyon) tane farklı pozisyon demektir.
Temmuz Ayının bulmaca cevabı Cevabı Eylül ayında yayınlancak bulmaca
Yatağınızın altında bir canavar va koyu kırmızı pullarla kaplı Elleri yerine her perdesinden keskin mızraklar çıkan iki yüzgeci var. Kafası bir ejderhaya ait. Ağzı kapalıyken bile bir piranayı andıran dişlerini fark edebiliyorsunuz Yatağınızda saklanırken kıpırdamanızı engelleyen tek şey, sizi kaç saniyede parçalayabileceğini öğrenmek istememek. Mitolojik bir canavar olan ejderhanın özelliklerine sahip, bu da kavurucu bir ateşi muhtemel kılıyor Arkasındaki zehirli yılan kuyruğu ise başka bir mesele, ya ağzını açarsa ve zehirli dili ile yüzyüze gelirseniz? Ancak en kötü senaryoyu asla öğrenmiyorsunuz çünkü cesaretinizi toplayıp yatağın altına baksanız bile hiçbir şey göremeyeceksiniz Bu hayal ürünü yaratık kafanızın içinde, size asla zarar veremeyecek bir yerde Yatağınızın altındaki canavar, bütün korkularınızın bir araya toplanmış hali. Belki de sizin için yılanlar, piranalar, başka deniz yaratıkları ve ateş korkutucu, ancak hiçbir gerçek hayat senaryosunda hepsi bir araya gelemeyecek. Canavarlar muhtemelen birçoğunuz için hiç var olmamış yahut eskide kalmış basit bir çocukluk endişesi Lakin bana göre bu, korkularımızın artık tek bir yaratığa sığamamasından kaynaklı. Hayvanlara ya da karanlığa değil, çok daha soyut şeylere odaklandıkça yok olur bu canavarlar Artık sınavlardan, ay sonundan, diğer insanlardan, kendimizden, sevdiklerimizi ve özgürlüğümüzü kaybetmekten ve bunun gibi uzayıp giden başka şeylerden korkmaya başlarız
Stephen King’in “Gerçek korkularla başa çıkmak için uydurma korkulara sığınırız.” sözü, bu yazı için araştırma yaparken karşıma çıktı İnsanların korku temalı film ve kitaplar izlemesinin elbette bir nedeni olmalıydı, değil mi? Biraz daha derinden bakınca cevap hiç de zor değildi. Okunan onca korku ve gerilim, bizi geceleri uyanık tutan canavarları kapattığımız karanlık bir kutuydu Hikayeye ne kadar yakın hissedersek o kadar işlevseldi. Mesela yazarlar için Stephen King’in “Misery” kitabı iş görürdü. Çok sevilen kitap serisini sonlandıran bir yazarın, hayranı tarafından kaçırılıp zorla kitap yazdırılması sıkça görülmeyen orijinal bir kurgu Korku kitaplarını zevkli kılan şey yazılışından çok, beyne nasıl hitap ettiği. “Misery’i” okuyan bir yazarın aklından sıradan yazar endişeleri değil, gerçekleşmesi çok zor olan uydurma korkular geçer
Ne yaşanırsa yaşansın, en kötü senaryoda bile bir çıkış yolunun olduğunu gösterir. Korktuğunuz herhangi bir şey olabilir Palyançolar, kediler, iş, okul, kapalı alan, yalnızlık, oyuncak bebekler
Bunlarla ilgili kitaplar okumak korkunuzu tetikleyebileceği gibi, bakış açınızı değiştirmenize de yardımcı olabilir Korku temalı bir içerik tüketirken akılda tutulması gereken şey, tehlikenin gerçek olmadığı ve aslında güvende olduğumuzdur Kimse kimseye saldırmıyordur, ve bu hissedilen şey yoğun bir duygudan başkası değildir. Herkes tarafından hissedilen yedi evrensel duygudan biri olan korkuyu günlük hayatta içte tutmak yerine sadece kapağı açıldığında devam eden bir kurguyla tatmin etmek bence oldukça mantıklıdır. Herkes korku filmlerini ve kitaplarını sevmeyebilir, korku evlerine gitmekten
zevk almayabilir ve bu oldukça normaldir, ancak zevk alan kesimde de sıradan olmayan hiçbir şey yoktur. Sonuç olarak, eğer kendinizi korkutmaktan zevk alıyor ya da insanların neden bundan zevk aldığını sorguluyorsanız artık nedenini biliyorsunuz
Okurken aklınızla mı okuyorsunuz yoksa gözlerinizle mi?
Büşra Subaşı
Merhaba değerli Yankı okurları, bu ay sizi düşüncelere daldırmak istiyorum. Bu amaçla size birkaç sorum olacak. Ancak lütfen tüm soruları cevaplamadan önce okuyunuz;
Soru 1: Çocukluğunuzla ilgili en çok neyi özlüyorsunuz?
Soru 2: Hayatta keşke daha önce öğrenmiş olsaydım dediğiniz bir şey var mıydı?
Soru 3: Kendinizin ve çevrenizdeki insanların ne zaman farkına varıyorsunuz?
Soru 4: Sizin için en çok huzuru sağlayan şey nedir?
Soru 5: Hayatınızda pişmanlık duyduğunuz en büyük şey nedir?
Soru 6: Genel olarak kendinizi nasıl geliştirebilirsiniz?
Soru 7: Bu hayatta en çok başarmak veya görmek istediğiniz şey nedir?
Soru 8: Tüm sorular arasında sadece 1., 3., 6. ve 7. sorulara cevap vermeniz gerekmektedir.
Evet değerli okurlar eğer açıklamayı dikkatli okumadıysanız ve sadece 1., 3., 6. ve 7. sorularına cevap vermediyseniz daha fazla kitap okumanızı tavsiye ederim ve en önemlisi okuduğunuzu dikkatli okumayı unutmayınız.
Son olarak size benimle alakalı küçük bir şey paylaşmak istiyorum. Ben kitap okumayı çok severim, çok sevmemin sebeplerinden biri ise bir kitap okuduğumda film izliyormuş gibi herşey aklımda canlanıyor. Bu da kitap okumayı benim için çok keyifli bir hobi yapıyor.
“Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resulüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir. (affı, merhamet ve ihsanı boldur)” (Nisa Suresi 100. Ayet)
Yunanistan’da kampta tanıştığı Pakistanlı çocuklara da Meriç’i yol edinenlere de dizeleriyle umut olan ve “Gülerek Geçtim Meriç’ten” şiiriyle tanınan, Atina’da hayatını kaybeden eğitimci Dr Halil Dinç’i anlatmaya çalışacağım. 1972 Trabzon doğumlu olan Halil Dinç abimiz, Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi mezunudur. Halil abimizin zorlu imtihanı 15 Temmuz’dan sonra zulümler arttıkça daha da artmıştır. Her gün öğretmen arkadaşlarından, dostlarından birileri tutuklanır ve o; “Hapiste olan her arkadaşımın çilesi sanki boynumda ” diye inlemektedir O zor zamanlarda hiç durmaz, elinden geldiği kadar bütün mağdurlara yardımda bulunur. Yapılan zulümlere karşı duyduğu hayal kırıklığını, “Halkım Beni Tanımadı” adli şiirini kaleme alarak gösterir.
Bu süreçte çektiklerinden dolayı 15 kilo verir, elleri egzama olur, parmaklarından kan gelmeye başlar Bir süre sonra Halil abi için de tutuklama emri çıkar ve gaybubet yolu ona da gözükür Bir süre ayrı kalır ailesinden. Ama durumlar her gün daha da kötüleşmektedir; tek çare, canı gibi sevdiği vatanını terk etmektir. Yunanistan’a ailesiyle Meriç’ten geçerek ulaşır Yunanistan'da da Halil abi yine durmaz ve hizmetine devam eder. Oradaki abi ve ablalara moral vermeye çalışır Saçları hep aktır. O yüzden herkes ona abi diye hitap eder.
Kampta Pakistanlı çocuklar vardır Halil abi içlerinden birisine ezan okuma görevi verir.
Namazlari hep beraber cemaatle kılarlar
Yola çıkmadan 3 gün önce yazmıştır “Gülerek Geçtim Meriç’ten” şiirini Halil abi Yunanistan’a geçişi anlatan bu şiirini zaman zaman okur ve ağlar Çocuklar bile bu şiiri ezberlemiştir “Ben bu şiirimi oradaki şehitlerin hissiyatını düşünerek yazdım Bana bir şey olursa bunu yayınlayın”, der Halil abi, eşi Nihayet ablaya. İşte o şiirinden bir kaç mısra:
“Dünyam bir el çantasında.
Yok oldu bir mazi hiçten.
Acı, zorlu talihime, Gülerek geçtim Meriç’ten.”
Azra Ergün
Hayatının son anına kadar hizmet için koşturan ve Rabbine sonsuz imanı olan Halil abi için de göç zamanı gelip çatar. Son derece samimi, hizmet aşkıyla hayatını geçiren ve ümit dolu olan kıymetli abimizi, 16 Ağustos 2018’te kalp krizinden kaybettik “Halkım Beni Tanımadı ” şiirinde halkının “Peygamber aşığı olan kendisi gibi hizmet erlerini” yeterince tanımadığını sitem dolu mısralarıyla ifade eder Halil abi Yazımı aşağıdaki mısralarıyla tamamlamak istiyorum Ruhun şad olsun can abim.
Örnek aldım döndüm ona
Görsünler diye iyiyi..
Yetmedim ben yetemedim..
Bir hiç uğruna aldandı.
Halkım beni tanımadı.”
Değerli Yankı severler bu ayki konumuz dua olacak inşallah. Dua; Rabbimize yalvarmak, yakarmak, niyaz etmek ve yardım dilemek manalarına gelmektedir. İnsan dua ile Allah’a yakınlaşır, ruhen ve kalben rahatlayıp huzura erer
Üstadımız duanın manası ve hikmeti hususunda şöyle buyurmuştur:
“Dua, ubudiyetin ruhudur ve halis bir imanın neticesidir Çünkü dua eden adam, duası ile anlıyor ki: Bütün kainata hükmeden birisi var; en küçük işlerimden haberi var ve neye ihtiyacım olduğunu bilir, en uzak maksatlarımı ve isteklerimi yerine getirebilir, benim her halimi görür sesimi işitir. Öyle ise bütün mevcudatın seslerini işitiyor ki benim sesimi de işitiyor. Bütün şeyleri o yapıyor ki en küçük işlerimi dahi ben ondan bekliyorum. İşte duanın verdiği halis, tevhidin genişliğine ve gösterdiği nur-u imanın halavet ve safiliğine bak, ‘Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin?’ (1) ayetinin sırrını anla ve ‘Bana dua edin cevap vereyim’. (2) fermanını dinle.”
Eğer Rabbimiz bize dualarımız ile isteklerimizi vermeyecek olsaydı bize isteme duygusunu vermezdi
“Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi neticesi şudur ki: Dua eden adam bilir ve birisi var ki; onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder, onun kudret eli her şeye yetişir Bu büyük dünya hanında o yalnız değildir Bir kerim zaat var, ona bakar, rahatlar. Hem onun hadsiz ihtiyaçlarını yerine getirebilir ve hadsiz düşmanlarını def edebilecek bir zatın huzurunda, kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp ‘Elhamdülillahi Rabbil
Alemin’der ” (3)
Üstadımız duanın vakti, neden yapıldığı, kabul olup olmadığı ile alakalı bize şunları söylüyor:
“Dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semereleri uhreviyedir. Dünyevi maksatlar ise o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar gayeleri değil. Mesela yağmur namazı ve duası bir ibadettir Yağmursuzluk o ibadetin vaktidir Yoksa o ibadet ve dua yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf yağmur yağsın diye o ibadet ve dua yapılırsa halis olmadığından kabule layık olmaz.
Hem Güneş'in ve Ay'ın tutulmaları küsuf ve husuf namazları iki hususi ibadetlerin
vakitleridir Yoksa o namaz Ay ve Güneş tutulmasını ne kadar ve ne zaman olacağı belli olan bu olayın neticelenmesi için değildir. Aynı onun gibi belaların istilası bazı duaların mahsus vakitleridir ki insan o vakitlerde aczini anlar niyaz ile Rabbimizin dergahına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde belalar def olunmazsa denilmeyecek ki: ‘Dua kabul olmadı ’ Belki denilecek ki ‘Yapılan duanın, kabul vakti gelmedi,’” Rabbimiz de bizden duaya ve kulluğa devam etmemizi istiyor.
Ayet de ifade edildiği gibi (Kullarım dua edin duanıza icabet edeyim). Öyle ise Allah her duaya mutlaka cevap veriyor Ancak her duayı kabul etmek Cenab-ı Hakk'ın sonsuz
hikmetine uygun düşmez Allah yapılan duanın karşılığını ya aynen verir ya da daha güzelini verir veya o kulun hakkında hayırlı olmadığını bildiği için vermez. Bu hakikati Üstadımız bir çocuğun doktordan belli bir ilacı istemesi ile izah ediyor. Doktor, o isteği ya aynen kabul eder veyahut daha faydalı bir ilaç verir ya da çocuğun isteğinin kendisi için zararlı olduğunu bildiğinden hiç vermez Biz de hakkımızda neyin daha hayırlı olduğunu bilmeme noktasında o hasta çocuk gibiyiz.
Duamızı bir ibadet şuuru ile yapmalı ve netice için Rabbimizin hikmetine ve rahmetine itimat etmeliyiz diyerekten bu ayki yazımızı burada neticelendiriyorum Önümüzdeki
yazıda hangi dualar, ne zaman, nerede ve nasıl yapılırsa kabul olur bunları sizler ile paylaşmaya çalışacağım.
Karl Polanyi bilinçaltımıza yerleşmiş/yerleştirilmiş ve artık aksini zor iddia edebileceğimiz bilgilerin aslında doğru olmadığını iddia eder. Polanyi liberallerin günümüze kadar işleyen ekonomik olayları yanlış yorumladıklarını ve kendi bakış açılarını doğrulayacak şekilde
büktüğünü söyler
Polanyi’ye göre liberaller bizleri şu ana kadar kandırmış. Bunu ortaya atmasında elbette göz ardı edilemeyecek analizler var Polanyi’nin, ilk fark ettiği şey bir serbest piyasa ideali var; çünkü görüyor ki gün geçtikçe piyasalar serbestleşiyor ve bu durum hızlanarak devam ediyor Bu şekilde de ekonominin yönetiminin kontrolü serbest piyasaya kalıyor İnsanlara her şeyin kendi haline bırakıldığında zaten piyasanın kendi kendini en iyi şekilde regüle edeceği inancı empoze ediliyor. Yani liberallerin ütopik inancı.
Polanyi işte bu noktada karşı çıkıyor bu düşünceye Onun savunduğu ise liberalizmin insanın doğasında olmadığı düşüncesidir Ve bu görüşü öne sürerken de ontolojik çalışmalardan faydalanıyor. Örneğin diyor ki; primitiv toplumlarda önemli olan kişisel çıkar değil, toplum ve toplum ilişkilerinin korunmasıdır. Ekonomi aslında kişisel çıkar olmayan motivasyonlarla yönetilir O tür toplumlarda önemli olan kişinin servetini sürekli artırmaya çalışması değildir Birbirini korumaya yönelik takas/yardımlaşmadır Bütün ekonominin piyasa tarafından kontrol edilmesi, doğal gelişen bir süreç değildir; organize bir plan ile serbest piyasa oluşturulmuştur. Serbest piyasanın yaratılmış birşey olduğunu iddia ediyor kısaca
Şimdi liberal ekonominin en büyük yapı taşına bakalım; toprağın mülkiyet haline gelmesi. İşte burada da görebiliyoruz ki ilkel çağlarda toprağın ifade ettiği mana ve şu zamanda Homo economicus’un toprağa bakış açısı oldukça farklı Ve bunun bu şekilde gelişmesinin nedeni; Enclosure Movement yani devletin kendi toprağını belirli insanlara satması
Yalnızca Enclosure Movement, tek başına varsaydığımızda, liberalizmin bize anlattığı “Her şeyi serbest bırak piyasa en iyisini bulur.” mantığının ütopik bir düşünce olduğunu bize gösteriyor Devlet müdahelesi olmadan liberalizmin ana taşı bile olamazdı Şu anda bile bazı gruplar sömürülmesin diye devlet bazı şeylere müdahale etmekte Asgari ücret, çocuk işgücünü engelleme, çalışma şartlarını düzenleme kanunu, denetimlerin yapılması, sosyal güvenlik sistemi, gıdaların/eczane ürünlerinin kontrol edilmesi, gramajların kontrolü vs Yani kısacası serbest piyasa idealine hiçbir zaman ulaşılamadı, çünkü ulaşılsa liberalizm düşüncesinin tam tersine bazı gruplar mağduriyete terk edilecekti
Önceki yazımda; “klonlama nedir? Ve nasıl oluşur?” hakkında bilgi vermiştim Şimdi ise, klonlamanın etik olup olmadığından ve dini açıdan da bu konuya nasıl bakıldığından bahsedeceğim İnsan klonlamayı 30’dan fazla ülke tamamen yasakladı, sadece 15 ülke terapötik klonlamaya izin verdi Bu yasaklarının sebebi, insan klonlamanın etik ve dini açıdan uygun olmayışıdır
Öncelikle, klon bir robot değildir bu yüzden de onun da bir ruhu olup, akıl, bilgi ve iradesi olacaktır Klon da olsa o da bir insanın genel düşüncelerine sahip olacaktır. Ve ona “ sen bir başkasının kopyasının, sen sadece bir deneksin, sen öz değilsin” gibi sözler söylendiğini düşünsenize.. İşte bu sözleri duyduktan sonra kendisini değersiz hissetmeye başlayayıp, bazı insanlar tarafindan 2. sınıf insan muamelesi gormesi çok yüksek ihtimal Hiçbir zaman kendini özel hissedemeyecektir. Bu, tek yumurta ikizleriyle aynı kefeye konulamaz, çünkü ikizler aynı anda doğar ve “Ondan sonra dünyaya geldim, 2 sınıfım ” algısı olmaz İnsan böyle bir varlıktır
Klonlanan kişi de insan olduğuna göre, kendini kıyaslamak ile beraber yalnızlığını da sorgulayacaktır. Dünyada sahiplenecek aile kısıtlı olduğundan dolayı bir zaman sonra sahiplenecek aile yetmezliği olacaktır
Ailesinin olmaması çok büyük bir eksiklik olacaktır, çünkü aile hem sosyalleşme, öğrenme, bağımsızlık, güven, edep vb. değerlerin kazanılması yönünden çok önemlidir Ailenin olması hem yalnızlık hissini giderme hem de bazı bilmediği davranışları ileriki zamanlarda düzeltme açısından çok önemlidir. Çünkü çoğu insanın en çok öğrendiği yer ve huzur/güven bulduğu ortam aile ortamıdır
Önceki yazımda da belirttiğim gibi klonlamanın getirdiği hastalıklar çok fazla Erken yaşlanma ve bağışıklı sisteminde de zayıflıklar gibi Kimse sağlıklı olacağının garantisini veremez Ayrıca, hayvanları klonlama konusunda bile bir sürü başarısızlık varken insanlar için deney yapılması kabul edilemez
Sonuç olarak klonlama etik değildir ve ayrıca dini açıdan da doğru değildir. İnsanları kötü/negatif düşüncelere/yalnızlığa ve hastalıklara bile bile sürüklemek yanlış olduğu için klonlama doğru değildir.
Yaratmak Allah’a mahsustur, insanlara genlerle oynayıp başka bir varlık yapma hükmü verilmemiştir.
Türk şiirinin önderlerinden biri olan Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 yılında Çemberlitaş, İstanbul’da dünyaya geldi. Üstad, şiirin yanı sıra öykü, roman, tiyatro, fıkra ve hatıra gibi çeşitli sanat dallarını kaleme almıştır. Üstad’ı okurlarına tanıtan ikinci şiir kitabı Kaldırımlar kendisi 24 yaşındayken yayımlandı. Şiirlerinde Yaratıcıya ve şahsi takvasına sıkça yer veren şair, aynı zamanda, Örümcek Ağı, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile ve Şiirlerim gibi eserleriyle adını şiir severlerin aklına kazımıştır.
Tutkulu inancına binaen yazdığı şiirlerinden bir örnek verecek olursak;
Ölüm güzel; budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber? (1977)
Üstad’ın şiirlerinde sıkça rastlanılan ölüm konseptinin inanç çerçevesinden bakıp Hz Muhammed ile süslendiği bu şiir, Çile kitabının 151. sayfasından bir alıntıdır.
Gelin hep birlikte konsept penceresini genişletelim ve Üstad’ın çeşitli konularda söylediği pek değerli sözlere ve eserlerine bakalım;
“Sevdiğini belli et Gizlemek başkalarına fırsat vermektir ”
“Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım.”
“Ne kervan kaldı, ne at, hepsi silinip gitti. İyi insanlar iyi atlara binip gitti.” (1978)
Necip Fazıl şiir ve fikir dünyasıyla adeta bir okyanus; ben en azından onun dünyasıdan bir iki damlayı alarak sizlerle paylaşmak istedim
Zümra Tufan
Türk müziği, köklü bir geleneğe sahip olan zengin bir hazinedir. Yüzyıllardır tezene ve saz eşliğinde icra edilerek büyülü bir atmosfer sunarken, zamanla yeni bir soluk arayışına girmiştir. İşte tam da bu noktada Türk müziği, "polifonik müzik" adıyla muhteşem bir evrim geçirmiştir.
Polifonik müzik, birden fazla sesin bağımsız ve uyumlu bir biçimde bir araya gelerek karmaşık ve etkileyici bir müzik eseri oluşturduğu bir türdür Bu müzikal yapı, farklı melodilerin ahenk içinde bütünleşmesiyle derinlikli bir müzik deneyimi sunar. Polifonik müziğin Türk müziğiyle tanışması, 19. yüzyılın sonlarına doğru Batı müziğinin Osmanlı İmparatorluğu'nda etkisini arttırmasıyla gerçekleşti. Dönemin öncü bestecileri, Batı müziğinin tekniklerini Türk müziğine uyarlayarak yeni bir müzikal zenginlik yarattılar. Hüseyin Saadettin Arel ve Cemal Reşit Rey gibi isimler, polifonik Türk müziğinin temellerini attı.
Polifonik müziğin Türk müziğine etkisi günümüzde de sürmektedir. Çok sesli yapılar, Türk müziğinin çeşitliliğini arttırarak müziğin evrensel bir dil olmasına katkı sağlar. Polifonik düzenlemeler, geleneksel eserlere modern bir yorum katarken günümüz bestecileri de yeni polifonik eserlere imza atmaktadır. Türk polifonik müziği, pek çok unutulmaz esere ev sahipliği yapmaktadır. Örneğin, "Uzun İnce Bir Yoldayım" gibi Türk halk müziğinin polifonik düzenlemesi, bu müziğin gücünü gösteren diğer örnekler arasındadır.
Polifonik müzik, sanat ve kültür dünyasında farklı bir boyut sunar. Birden fazla sesin uyumu, müziği duyan herkesi ruhsal bir yolculuğa çıkararak büyüler. Türk polifonik müziğinin geliştirilmesi, müziğimizi daha da zenginleştirerek gelecek nesillere unutulmaz bir miras bırakmak için önemlidir. Koroların ve müzisyenlerin daha fazla desteklenmesi, polifonik müziğin gelişimine katkı sağlar.
Polifonik müzik, Türk müziğinin evrilen yüzüdür ve geleneksel mirasımızı modern dünyayla buluşturarak yeni bir kimlik kazandırır. Gelecekte de polifonik müziğin gelişimine önem vererek, Türk müziğini dünya sahnesinde daha güçlü bir şekilde temsil edebiliriz. Bu yolda attığımız adımlar, müziğimizi daha da parlak bir geleceğe taşıyacaktır.
Unutmayalım ki polifonik Türk müziği, müziğimizin köklerinden aldığı ilhamla, duygularımıza tercüman olan büyülü bir yolculuktur. Ona olan ilgimizi ve sevgimizi hiç eksiltmeyelim.
Merhaba dostlar, “Çiçeklerin olmadığı yerde insanlar yaşayamaz” diyen Napoleon’dan da yola çıkarak yazı serimde sizlere çiçekleri anlatacağım. Aynı kaynaktan beslenen binlerce ayrı çiçek; beslendikleri kaynaklar toprak, güneş ve su ama her biri ayrı bir yaratılış harikası...
İlk anlatacağım çiçek lavanta. Lavanta hayatımızda sıklıkla ismini duyduğumuz bir bitkidir ve yüzyıllardır çeşitli amaçlarla da kullanılmaktadır. Her şeyden önce, günümüze kadar gelen lavanta, eski zamanlarda birbirlerini seven insanların sadakat ve bağlılıklarını temsil etmek adına birbirlerine vermeleri ile bilinmeye başlamıştır.
Diğer bir yandan da, lavanta kokusunun stres ve kaygı düzeylerini düşürerek rahatlama hissini arttırdığını biliyoruz. Lavanta çiçeğinin o meşhur yağı; stresi azaltır, uyku kalitesini artırır ve sakin bir atmosfer oluşturmaya yardımcı olur. Bu harika çiçeğin bu özelliklerini
bilen bir çok kişi, hem güzel bir koku olduğu için hem de huzur verici yönünü bildiği için lavanta kullanmayı tercih eder.
Ayrıca lavanta; içindeki özellikler sayesinde, cilt tahrişlerini ve küçük yaraları tedavi etmede de sıkça kullanılır. Ayrıca güzellik ürünlerinde de sıkça kullanılan lavanta, rahatlatıcı bir etkiye sahiptir. Ancak, herhangi bir sağlık sorunu için lavanta yağı kullanmadan önce bir uzmana danışmak gerekir.
Peki arka bahçenizde lavanta yetiştirebilir misiniz? Evet, lavanta az bakım gerektiren bir bitkidir ve bu yüzden bahçenizde yetiştirmeniz mümkündür. Lavantanın bir çok türü var, o yüzden ilk olarak hangi lavanta türünü yetiştireceğinize karar vererek başlamalısınız. Örneğin, İngiliz lavantası; insanlar tarafından daha fazla tercih edilen bir türdür.
Dayanıklılığı ve güzel kokusuyla bahçeler de yetiştirilebilir.
Güneş ışığını seven lavantalar için günde 6-8 saat güneş ışığı alabilecekleri bir yer seçmeniz önemlidir. Ayrıca lavantalarınızı toprağa dikerken, iki lavanta arasında en az 30 cm ara olması da bir diğer önemli bilgidir. Son olarak, sıcağı seven lavantaları sıklıkla sulamanıza gerek yok. Tüm bu adımları uyguladığınız zaman, bahçenizde; etrafına güzel kokular yayan, harika görünümlü ve bir çok faydaları olan lavantalarınız olacaktır.
Quokkalar, sevimli yüz ifadeleri nedeniyle genellikle en mutlu hayvan olarak adlandırılırlar ve internet üzerinde bir fenomen haline gelmişlerdir. 2012 yılında #Quokkaselfie etiketi popülerlik kazanır, binlerce kişi Quokkalar ile çekilen selfielerini paylaşır ve bu da Avustralya'daki
Rottnest Adası'na milyonlarca yeni ziyaretçi çeker Ada, Hollandalı kaptan Willem de Vlamingh tarafından 1696'da keşfedilmiştir ve adaya Quokka'yı kemirgen zanneden Hollandalı kaptan tarafından "Sıçan Yuvası Adası" olarak tercüme edilen "'t Eylandt 't Rottenest" adı verilir Ancak Quokkalar başlangıçta yanlış etiketlense de, şimdi kangurular gibi keseliler olarak sınıflandırılırlar, yani torbaları vardır!
Quokkalar küçük boyutları ve yetenekli yapıları sayesinde ağaçlara tırmanabilen nadir keselilerden biridir ve çok az doğal düşmanları olduğu için tüm Rottnest Adası onların oyun alanı haline gelmiştir 3 ila 5 kilograma ulaşan ağırlıkları ve bir kediden daha büyük olmayan boyutları onlara hem avantaj hem de dezavantaj getirir Ancak nüfuslarının artmasına rağmen, Quokkalar hala kediler, köpekler ve tilkiler tarafından avlanma tehdidi nedeniyle nesli tehlikedeki türler arasında kabul edilmektedir Genellikle insanlarin hayvanların sayısını azalttığı düşünülür, ancak Quokkalar bu konuda istisnadır Aslında onların popülasyonunun artmasına yardımcı olmuşuzdur ve bazıları onların yaşam kalitesini bile artırdığımızı iddia edebilir. Yıllar boyunca turistlerin Quokkalara gösterdiği sürekli ilgi ve bakım, onları insan varlığına alıştırmış, hatta mağazalara ve evlere yiyecek istemek için sık sık girerek rahatsızlık vermeye başlamışlardır.
Tüm bunlara, yüzlerindeki sonsuz gülümsemeleri yardımcı olmuş olabilir, ancak ifade genellikle yüz yapılarına ve serinlemek için dillerini dışarı çıkarmalarına bağlanır. Aynı zamanda dokunulduğunda saldırgan olabilirler, çünkü bu onlar için bir savunma mekanizmasıdır ve bugune kadar birkaç düzine quokka ısırığına neden olan vakalar rapor edilmiştir. Bu, onların mutlu olmadığı anlamına gelmez Sadece gülümsemeleri ile değil, oyunculukları ve rahatlık seviyeleri nedeniyle de hala en mutlu hayvan unvanını taşımaktadırlar. Bir bebek quokka, aynı zamanda joey olarak da bilinir, annenin kesesine girmek için yaklaşık 28 günlük bir gebelik sürecinden geçer ve orada 6 ay boyunca kalır. Daha sonra keseden çıkarak annenin yanında kalmaya devam eder ve ortalama olarak 8 aylık süt emme dönemini tamamlar. Anne quokkaların bir avcı veya tehlike ile karşılaştıklarında kendilerini kurtarmak için yavruların keseden düşmesine izin vermeleri tartışmalara neden olabilmektedir. Evet, anneliklerinde biraz sıkıntı var gibi görünüyor :)
Günlük hayatımızda kullandığımız teknolojik aletleri hiç hareket etmeden sadece düşünerek kullanmayı ister miydiniz? Mesela telefonu hiç elinize almadan mesajlaşmak veya kumandayla uğraşmadan Netflixte filmleri seyretmek. Beyin-Bilgisayar Arayüzü olarak adlandırılan bu teknoloji kulağa hoş gelse de ne olduğunu bilenlerde endişe oluşturuyor Günümüzde hala yapım aşamasında olan bu teknolojinin en büyük destekçilerinden biri olan Elon Musk, Neuralink şirketinin kurucu ortaklarından biridir
Neuralınk, Elon Musk ve birkaç kişi tarafından ortaklaşa kurulan bir nöroteknoloji şirketidir Bu şirketin hedefi implante edilebilir BeyinBilgisayar Arayüzü (BCI) teknolojileri geliştirmek. Bu teknolojilerin amacı, insan beyni ile bilgisayarlar veya diğer dijital arayüzler gibi harici cihazlar arasında doğrudan bir iletişim yolu oluşturmaktır. Kısacası insan beynine çip takarak vücutlarımızın kabiliyetini artırmak için araştırmalar yapan bir şirkettir Neuralink.
Beyin-Bilgisayar Arayüzleri (BCI) insan beyni ile harici cihazlar arasında doğrudan iletişim ve etkileşimi kolaylaştıran bir teknolojidir. Bu arayüzler, beyinsel aktivite ile dijital bilgi arasındaki boşluğu kapatmayı amaçlayarak insanların makineleri, bilgisayarları veya diğer cihazları, düşüncelerini kullanarak kontrol etmelerini veya doğrudan beyinlerine duygusal geri bildirim almalarını sağlıyor.
Beyin-Bilgisayar Arayüzleri (BCI) düşündüğümüzde; noral aktiviteleri kaydederek beyin ve harici cihazlar (telefon, bulaşık makinesi, vs ) arasında doğrudan iletişim kurar. Noral sinyaller, kullanıcının niyetlerini veya düşüncelerini yorumlamak için genellikle Makine Öğrenimini içeren algoritmalar kullanılarak işlenir ve kodu çözülür. Bu kodu çözülmüş komutlar, protezler, bilgisayarlar veya iletişim araçları gibi cihazları kontrol etmek için kullanılır. BCI'ler tıbbi uygulamaları ve insan-makine etkileşimini geliştirme potansiyeline sahiptir, ancak “yüksek sinyal doğruluğu, uzun vadeli istikrar, etik ve mahremiyet endişelerini” ele alma konusunda zorluklar devam etmektedir
Bır sonraki yazılarımda kaleme almamı istediğiniz konuları burdan iletebilirsiniz
Modern Motosiklet
Fiat 124
Mehmet Sami Gökçe
Her şey Vehbi Koç'un bir rüyasıyla başladı ve onun otomobil hakkındaki vizyonu şuydu: "Araba bir ihtiyaçtır. Arabayı ben bir ayakkabı gibi addederim. Lüks arabadan bahsetmiyorum. Ayaklarının gireceğini seçmek, işine gücüne gidip gelmekte rahat olarak yetişecek bir vasıtadır "
60'lı yıllarda Koç Holding, ünlü İtalyan otomobil üreticisi "Fiat" ile Türkiye'de bazı araçlarının üretimi için müzakerelere başladı Anlaşma yapıldıktan sonra, pek çok sorundan biri hala geçerliliğini koruyordu.. ona isim vermek. İtalyan üretici o dönemde markasının itibarının riske girmesini istemediği için, İtalyan yapımı olmayan araçların "Fiat" adını taşımasını onaylamadı Bu nedenle, Sultan I Murad'a ithafen "Murat" adı verildi, daha sonra 1974 yılında özel araçlarla hacca gitme imkanı doğduğunda "Hacı Murat" lakabını kazandı. Birçok kişi "Murat 124"leriyle hacca gitmek için bu fırsattan yararlandı. "Murat 124"ün üretim hatları, Bursa'da Tofaş fabrikasının inşasına başlanarak kuruldu 1971-1976 yılları arasındaki 5 yıllık dönemde 134.867 "Murat 124" ve koca bir tarih inşa edildi.
Nil Aksu
İnsanlar, özellikle gençler, antidepresan kullanırken neden dikkatle izlenmelidir?
Antidepresanlar, kişinin kendini yorgun, korkmuş, gergin ve çaresiz hissettiği ruh halini ve sağlığını ciddi şekilde etkileyen depresyonu tedavi etmek için kullanılan reçeteli ilaçlardır. Depresyon ve kaygıyı azaltmaya, ruh halini ve duyguları geliştirmeye yardımcı olur Beyindeki dopamin, norepinefrin ve serotonin(İyi olma hissini sağlayan başlıca hormonlar) gibi nörotransmitterlerin (bir nöron ile başka tür bir hücre arasında iletişimi sağlayan kimyasallar) etkisini artırarak sinirler tarafından iletilen ağrı sinyallerini bozmaya yardım eder 1 Ancak antidepresanların özellikle 25 yaş altı gençler üzerinde bir sürü yan etkileri vardır.
En yaygın antidepresan olan Fluoksetin, depresif bozukluk, OKB, bulimia, adet öncesi disforik bozukluk ve panik bozukluğunu tedavi etmek için kullanılır. Fluoksetin, hoş olmayan düşünceleri, endişeyi, panik atakları ve saplantılı tekrarlayan görevleri azaltarak iştahı, tutumu, uykuyu ve günlük hayata ilgiyi artırabilir.2
Fluoksetin, zihinsel dengeyi sürdürmek için ve depresyonu azaltmak için vücuttaki serotonin miktarını yükseltir ve bu da insan sağlığını olumsuz etkileyebilir. Vücutta çok fazla serotonin biriktiğinde serotonin sendromuna neden olabilir. Serotonin sendromlu insanlar hızlı kalp atışı, halüsinasyonlar, aşırı aktif refleksler, ishal ve ajitasyon yaşayabilir 3
Fluoksetin ayrıca, bir kişinin artan enerji, uyku sorunları ve çok fazla düşünce yoğunluğu yaşadığı hipomaniye (bipolar bozukluk) neden olabilir.4 Fluoksetin, sürekli mutsuz olma, panik atak geçirme ve hayatta bir amaç bulamama gibi belirtilerle ruh sağlığını hızla değiştirdiği için çocuklarda ve gençlerde intihar düşüncesine bile neden olabilir Ezberleme, konsantrasyon, baş ağrısı ve kafa karışıklığı gibi problemlerin beklenen belirtileri ile kandaki tuz seviyesini düşürebilir.3 Ayrıca fluoksetin hiperglisemiyi (yüksek kan şekeri) azaltır ve insülin duyarlılığını artırır Eğer bir hasta diyabet hastası ve fluoksetin kullanıyorsa, vücuttaki denge bozulur Bu yüzden hastanın kan şekerini sabit tutmak daha zor olacaktır (kullandığında düşürür, kullanmayı bıraktığında yükseltir).5
Bunun yaninda, Fluoksetin su ortamına zararlıdır ve tatlı sularda 1 μg/L kadar düşük konsantrasyonları bulunur. Fluoksetinin genellikle suda yaşayan makroomurgasızların yaşamında değişikliklere yol açar 6 Fluoksetin, su yüzeylerinde bulunan ve sucul ortamda yaşayan organizmaları tüketen yaban hayatı için potansiyel toksisiteye neden olabilir. Sucul ekosistemde birikebilir ve dolayısıyla çevre için olumsuz etkilere yol açabilir. Tortuda (sıvının dibine çöken bir madde) birikebilir ve tortuda yaşayan organizmalar üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir.7
Sonuç olarak Fluoksetin aşındırıcıdır, akut olarak toksiktir, tahriş edicidir, sağlık ve çevre için tehlikelidir. Araştırmacılar, sudaki ilaçları temizlemek için mikropları kullanarak daha iyi su arıtma planları üzerinde çalışıp, ilaçları kanalizasyondan çıkarma yeteneğini geliştirmeyi umuyorlar. Ancak bu işlem oldukça maliyetli ve tüm ilaçları ortadan kaldırmak için yeterli değildir.6 Sudaki çevre kirleticilerinden kaçınmak için Prozac alternatifleri kullanılabilir. Hypericum perforatum bitkisinden oluşan St John's Wort, Fluoksetin'den daha az yan etkiye sahiptir ve hafif ila orta dereceli depresyon semptomlarını hafifletebilir.8 Ayrıca ilaçların geri dönüştürülmesi ve atılmaması fluoksetin kirliliğinin azaltılmasına yardımcı olabilir İnsanlar, çevreyi korumak için Fluoksetin'i çöpe atmaktan kaçınmalı ve güvenli bir şekilde kazılmış atık alanlarına teslim etmelidir.Bilim adamlarının tavsiyelerini dinleyerek de çok ihtiyaç hissedilmediği sürece kullanılmamalı ve alternatif aranmalıdır
KAYNAKLAR
Türkiye kadın milli voleybol takımı, finalde Çin'i 3-1 yenerek 2023't ki ilk FIVB Voleybol Kadınlar Uluslar Ligi şampiyonluğunu ak tarihi bir başarıya imza attı Turnuva boyunca dünyanın kımlarından bazılarını yenerek güçlerini ve becerilerini
ler Başlarında koçları Daniela Santarelli ve yıldız oyuncuları arakurt, Hande Baladin, Eda Erdem Dündar ve Simge Aköz
i aynı zamanda dünya sıralamasındaki yerlerini ve Paris 2024 atlarına katılma şanslarını da arttırdı. Turnuvanın ardından adınlar Voleybol Dünya Sıralamasında ABD'yi 7 19 puan eçerek birinci sıraya yükseldiler ve toplamda 365.64 puana Uluslararası arenada hesaba katılması gereken bir güç rını kanıtladılar ve dünyanın dört bir yanındaki voleybol n saygı ve hayranlığını kazandılar. Kararlılık, takım ı ve beceriyle her şeyin mümkün olduğunu gösterdiler yi 2023 FIVB Voleybol Kadınlar Uluslar Ligi'ndeki stü başarısından dolayı tebrik ediyoruz!
Cirit atma, kökenleri antik çağlara kadar uzanan bir atletizm sporudur. Antik Olimpiyat Oyunlarında önemli bir etkinliktir ve çeşitli uygarlıklarda mızrak atma için askeri bir egzersiz olarak kullanılmıştır. Spor, sporcuların metal veya fiberglastan yapılmış mızrak benzeri bir alet olan ciriti belli mesafeye fırlatmasını içerir
Modern cirit atma yarışmalarında sporcular belirlenmiş bir atış alanından başlar ve bir pistte koşarak ivme kazanırlar Daha sonra maksimum mesafeye ulaşmayı hedefleyerek ciriti belirli bir teknikle omuzlarının üzerinden fırlatırlar Atışın mesafesini ve doğruluğunu optimize etmek için doğru teknik çok önemlidir. Cirit, sahada işaretlenmiş bir bölgeye inmelidir ve en uzun atışı yapan sporcu kazanan ilan edilir. Cirit atıcıları güç, hız ve hassasiyetin bir kombinasyonuna ihtiyaç duyarlar, bu da onu dünya çapındaki atletizm yarışmalarında zorlu ve büyüleyici bir etkinlik haline getirir.
Arda Güler, futbol dünyasının en yeni fenomeni 18 yaşındaki Türk yıldızı, tarihin en prestijli ve başarılı kulüplerinden biri olan Real Madrid'e transferini yeni tamamladı Taraftarlar ve medya tarafından 'Türk Messi' olarak anılan Güler, Real Madrid'in ezeli rakibi
Barcelona'nın İspanyol devlerine katılma teklifini reddetti.
Güler'in Barcelona'yı küçümseme kararında, geçen yıl Paris
Saint-Germain'e katılmak için Katalan kulübünden ayrılan Arjantinli efsane Lionel Messi'ye olan hayranlığından etkilenmiş olabilir. Güler, tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olarak kabul edilen Messi'yi taklit etme arzusunu sık sık dile getirdi. Güler, Messi ile düşük ağırlık merkezi, sol ayaklılığı, top sürme becerileri, gol atma ve gol yaratma yeteneği gibi pek çok benzerliği paylaşıyor
Güler, kariyerine memleketi Ankara merkezli bir Türk kulübü olan Gençlerbirliği'nde başladı. Daha sonra Türkiye'nin en büyük kulüplerinden biri olan Fenerbahçe'ye taşındı ve burada 16 yaşında A takımla ilk maçına çıktı. Hızlı bir şekilde kendisini düzenli bir başlangıç ve taraftar favorisi haline getirdi ve Fenerbahçe'nin geçen sezon Türkiye Kupası'nı kazanmasına yardımcı oldu ve finalde Maçın Adamı ödülünü kazandı. Ayrıca Avrupa Şampiyonası elemelerinde Galler'e karşı bir gol atarak Türk milli takımı için gol atan en genç oyuncu oldu.
Güler'in etkileyici performansı birçok Avrupa kulübünün dikkatini çekti, ancak Real Madrid, bildirilen 40 milyon avroluk bir ücret karşılığında imzalama yarışını kazandı. Real Madrid ile 6 yıllık sözleşme imzalayan Güler, Real Madrid City'de düzenlenen törenle yeni futbolcusu oldu Kulübe katılmaktan duyduğu heyecanı ve şükranı dile getirerek, "Ben de Real Madrid efsanesi olmak istiyorum Her şey için teşekkürler ” dedi
Güler, Real Madrid'de 24 numaralı forma giyecek Ayrıca bu yaz Borussia Dortmund'dan Real Madrid'e transfer olan 18 yaşındaki dahi Jude Bellingham ile de takım olacak Birlikte, La Liga'yı ikinci bitirip Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalde kaybetmeleriyle hayal kırıklığı yaratan bir sezonun ardından Real Madrid'e zaferi geri getirmeyi amaçlayan yeni nesil bir y ği l kl G 1 T m o b
Sayı
10
Yayın Tarihi
15 Ağustos 2023
Yer
Waterloo, ON, Canada
Yayın Yönetmeni
M. Fethullah Güneş
Sanat Departmanı Sorumlusu
Emrehan Kılıç
Dil Editörü
Sümeyra Nurcan
Yayın ve Haber Sorumluları
Ahmet Selim Culfa
Ahsen U.
Ala Akarsu
Azra Ergün
Büşra Subaşı
Elif Sude Ay
Esma Arslan
Esma Ekinci
Esra Anduse
Faruk Efe Genç
Handan Çelebi
Mehmet Sami Gökçe
Meliha Ekinci
İletişim Bilgileri
@yankı grfs
Nil Aksu
Safiye Şirin
Salih Esad Şahiner
Selim Berke Çatman
Yavuz Selim Akpınar
Zişan Baştemur
Zümra Tufan
@yankı media yanki@grfsociety ca
Not: YANKI, bir GRFS gençleri yayınıdır.