KARALAMA FANZİN 8. SAYI

Page 1


DÜŞÜNMEYECEKSİN

simon

YALNIZLIĞA KARŞI FETVA "Üçüncü bir yolda ilerlemek istiyorum. Sana ya da ona değil, yalnızlığa çıkan yolda..." F. Kafka ‘Yaz’ demeliydi, ‘Oku’ yerine… Kimin adına olduğu önemli değil. Sadece ‘Yaz’. Yoksa Adem’in merhameti bahşedilmeyecek sana. Sen, öteki, diğeri, hepiniz cennetteki yeryüzü halifesinin seleflerisiniz. Sen, öteki, diğeri, hepiniz, hepimiz: yalnız… O hariç. O, duvara kireçtaşı sürterek başlayan yolculuğuna. O büyük kalabalık, o yalnızlıklar sürüsü… Fiil yanlış… Boşuna uğraşma insan ve onun gereksizlikleriyle. Ki zaruri olsa kovulmazdı huzurdan. Duymaz, görmez, fark etmez, tanımazlar asla… Kim anlayabilir ki seni kağıda bıraktığın mürekkep izlerinden daha fazla? Minberdeki bir vaiz gibi fetvalarını versin bırak, kalemin serbestçe parşömenin üzerinde. Ve iki aşığın sevişmesi kadar ateşli, ıslak. Bırak! Hisset etrafından yalnızlığının rüzgarın önündeki bacalardan tüten kasvetli kömür dumanları gibi dağılışını. Beyaz üzerindeki siyah lekelerin griyi yok edişini, Adem’e bahşedilen merhameti hisset. Kendini çoğalttın işte onu eksiltirken. Kendini paylaştın taşla, deriyle, ipek, pamuk, selülozla… Ki sen tarihi başlattın, böylece kovarak yalnızlığını. Ne duruyorsun? Kimin adına olduğu önemli değil. Onun adına oku istersen, ama kendi adına ‘Yaz’…

simon


ÖLÜYORUM

Ölmek için güzel bir gece aslında...Tenim yabancı bir tene emanet, başucumda bir kadeh şarap ve kalbim; bu gecenin başrol oyuncuları.Korkaklığımla yüzleştiğim gece.Zamana bırak geçer dediler, geçmedi.Geçirmeye çalıştıkça battım ve en dibe vurdum.Kendimi kaybettim.Ve herseferinde bir şişe başında uyandım ama yine de geçmedi.Çivi çiviyi söker dediler, denedim.Sökmediği gibi her gece ömrümün bir yılı oldu a dostlar.Gördükçe hatırladım, kokladıkça kokusunu hatırladım, duydukça sesi kulağımda çınladı, tattıkça tuzlu dudaklarını hatırladım, dokundukça hissedemez oldum.Ve sonunda anladım ki; ne başka biri ne de boşluk varlığının verebildiklerini veremez.İşte bundandır ki nefes alamıyorum, çığlık atıyorum, boğuluyorum ve ölüyorum.Görüyorum, duyuyorum, kalbim atıyor ama ölüyorum.Gel kurtar diye son nefesimi tüketmiyorum.Son nefesimde "seni özledim" diyorum ve ölüyorum..

yeşilfare


öyle düştüm ki hayaline üstüm başım sen oldun boğazıma kadar aşkına batıyorum;batıyorum da çıkmıyor gıkım iliklerime kadar sarıyorsun bedenimi,yanıyorum ama önümüz kış. mevsimler kayıp gidiyor önümden kayıp gidiyor ömrüm milim milim ben bir senin varlığına sabitlendim,nerede nefes alsan orada biterim dilimin pusulası seni kuzey bilir,bir seni gösterir. içtiğim su da mı sensin! nedir bu adına,aslına,cismine hayranlık? nedir bu bir senin varlığına gün gün artan susamışlık? ah! etsem de yıkılsa engeller,yıkılsalar da bir sen gelsen. ben beklerim,beklerin ki sen gel getir hasret kaldığım taze baharı yine seni içerim bardaktan, içtikçe yudum yudumanarım seni ben isminle de yetinirim geçer mevsim geçer de ben seni beklerim.

ekimşairi


GELECEK HABER SonEkber gazetesinin 20.06.2023 günkü Haber manşetlerinden alıntıdır. ***YAP( Ya Allah Partisi )Genel başkanı TakuyetkinKırmızıpantolonoğlu Gezi Parkı olayları hakkında gazetecilerin sorularını yanıtladı.Şuçluların bir an önce yargılanıp cezalarını çekmesini gerektiğini söyleyen Kırmızıpantolonoğlu olayda ihmali olan herkesin adalete teslim edilmesi gerektiğini fakat sanıkların yaşlı olması nedeniyle ev hapsinin de söz konusu olabileceğini söyledi. ***Minik serçe olarak bilinen Sezen Aksu(Öldürmeyen Allah öldürmüyor) Gezi Parkında yaşananlar ve ülkenin dört bir yanına sıçrayan eylemlerde hayatını kaybedenler anısına tekerlekli sandalyesinden kalkıp konser vermek istediğini söylüyor. Sanatçının bu tutumu aynı yıllarda Cunta Anayasasına karşı yapılan referandurumda ki fedakarlığını akıllara getirdi. ***Antik Yunan filozofların hayallerinin ötesinde yeniliklere bir yenisi eklendi. İlahiyat-ı Fen Cemiyeti yönetim kurulu üyesi TomallahSarıleblebici önderliğinde yapılan araştımalarda suyun (Haşa) yüz derece değil Allah ın doksandokuz ismi olması sebebiyle doksandokuz derecede kaynadığını klinik deneylerle kanıtlayan ve Kelamda da bunun müjdelendiğini belirti. Buna rağmen bir takım çevrelerin tepkisi üzerinde yapılan haksız eylemlere son vermek için konuyu yüce halkın takdirine bırakmak üzere referanduruma taşınması gerektiğini söyledi. Ayrıca yurtdışındaki bilim adamlarının büyük tepkisine cevaben "Sizi gidi kendini bilmezler bizleri yıllardır kandırıyorsunuz...Bizler aydınlık geleceğin azınlık insanları olarak bu kara düzene son vereceğiz. Tarih elbet gerçekleri yazacaktır" dedi. ***Geçtiğimiz haftaki üç günlük Reyhanlı yastındaReyhanlıyı ziyaret eden Bayan Kırmızıpantolonoğlunun konuşması bütün ülkede bir hüzün fırtınası yarattı...Ve Reyhanlıda ölen yurtaşlarımıza Allahtan rahmet ,sakatlananlara sabır ...Son olarak Bayan Kırmızıpontolonoğlunun Reyhanlıdaki çocuklara oyuncak dağıtırken yürek burkan görüntüler kaydedildi ."ALLAH bize o günleri bir daha yaşatmasın" ... ALLAH … Ne oluyor lan bana öyle.. Dejavu mü

bu?.. Hassiktir...

sanrı


YOKÜLKE NOTLARIM

...Maddeyi atom atom parçalamak değil, hayatı nefes nefes algılamak olmuş ey erenler bizim topyekün gayemiz! Temelden kabul etmişiz ölümü ve huzur aramamışız dünyada! Afili, rahat yuvalar bina etmemişiz...Buna karşılık biz, hep hazır görmek istemişiz kendimizi sonsuz bir hayata...Bu orucu, bu susuzluğu, bu hasreti çekmişiz sinemize nefes nefes...ve ölüm küçülmüş gözümüzde, küçülmüş ve yok olmuş...Dünya içinde küçük bir dünyadır olmuş ruhumuzun tımarhanesi...ve ruh illaki tutulmuş bu beden içinde bir esir, bedenimse bir alem içinde... Ben sonsuza uçmak istiyorum...ahh enseme yapışmış bu çamur, biraz birazcık kurur.. Ahh! Bu et, bu kemik bir tutuşsa kabir ateşiyle de...sen,ben kafesinden kurtulur... Tek yolu çürütmekle mi mümkündür bu zilletin? Bir dem bırakmaz mı beni, bir dem! Görem ne ilen avunur...

gaws


SEVGİLİYE

Küçük bir kiraz çekirdeği gibiydi sevgimiz. Küçük bir tohumdu sadece. Atıldı toprağa. Suyunu buldu. Büyüdü günden güne. Günler, aylar, yıllar geçti. Büyüdü. Büyümeye devam etti. Ağaç oldu, dal oldu; çiçek oldu, meyve oldu; yemek oldu. Sürekli üretti. Daha çok, daha çok üretti. Sürekli üretti. İçimdeki sevgi de bir kiraz çekirdeği gibi sevgilim. Günden güne büyüyor, günden güne üretiyor. Hayata bağlıyor beni. Ufkumu açıyor. İnsan olmanın zevkini yaşatıyor. Delice bir huzur, çılgınca bir haz gibi tüm bedenimi kaplıyor. Güneşin batışındaki, hani o yakıcı olmayan, hafif ısıtan, hafif göz kamaştıran altın sarısı bir ışık gibi dünyamı aydınlatıyor.

doğa


PRANGALI RUHLAR

İnsanların, kişiyi ‘yanlış yola itmek’ ve ‘doğru yola çekmek’ sayısının insan sayısını aştığını düşünürsek ) büyük ölçüde ayırt ayırt edemedikleri bir ülkede yaşıyorum ve bu (aslında var olmayan) ölçüde bencilliğe ve önyargıya dönüştürdüklerini ve dönüştürmek görüyorum.

kavramlarını (hele doğru edemedikleri bir dönemde, kavramları ne kadar büyük zorunda bırakıldıklarını

Ruhun ta derininden kopup gelen, somutlaşmak için can atan, sanat arzusunun üzerine oturmak için büyük çaba sarfeden koca popolar görüyorum. İnsanın kendini keşfetmesi için en güzel araç sanatken… İçindeki derin sanat arzusunu somutlaştıramayan ve içinde bir ukde olarak yaşatan insanların, dış görüşünüşündeki maskelere rağmen, onlar için sözde imkânsız hale getirilen sanat arzularını, 'giz’ dedikleri yerde nasıl da ebediyete tuttuklarını görüyorum. İşin aksi; ‘Gizli tutulmak’ için zorlananlar, her seferinde, ‘Gizli tutturmak’ için zorlayanlar oluyor. Tıpkı tanıdığım, tiyatro aşığı, oyuncu olmak isteyen genç bir babanın kendi babasından izin alamadığı için bu arzusunu bastırması ve kızının da sanatçı olmasına engel olması gibi… Hissetmek, sonuna kadar algılamak varken ruhlarınıza bu hapis niye? Gören göz olmak varken, ruhlara dokunabilmek varken, kalbin göğe yükselmesini hissetmek varken ve en güzeli bunları ifade edebilme farkındalığı varken, sanat tüm bunlar için kollarını açmış sizi beklerken, boş boş bakan gözler, samimiyetsiz dokunan eller niye? Demem o ki; Siz, sizi yaşayabildiğiniz, tanıyabildiğiniz kadar güzelsiniz gözümde… Siz, ancak varoluşunuzun bir damlalık zaman dilimi kadar taşarsınız yüreğimde… Siz, bizi tanıyabildiğiniz kadar özelsiniz Ve Sen, hissedebildiğin kadar dolup, taşarsın gözlerimde… Başka da kimseye yer yok benim. ÖZEL DÜŞLERİMDE…

frida


ağladı senden sonra tüm o aşk şarkıları ne güneş doğdu tepemde ne ay gecelerimi bekledi susuz kaldım kurudu her dalım kesildi yaşam pınarım sen ey ışığım neden yoksun artık ? çöllerde tutsak kalmaktı hakkı filizlenen duyguların metalik akşamlar var şimdi şehrimin başında yağmuru bekliyorum kurumuş dudaklarımla çorak topraklarımda fidanlar bekliyor seni doğmamış çocuklar bekliyor eşsiz masallarını gün batıyor artık, yarınlar bekliyor umutlar Ey tanrıça heykeli! artık yeni şarkılar var dilimde bestelenmeyi bekleyen betonarme dünyamda bir saksı çiçeği var senin yokluğunda adınla büyüyor saksıda yasemin büyüyor ruhum dar geliyor bu etten kemikten bedenim....

ekimşairi


HASRET Canlanırken ruhumda hatıran İlk aşk gibi saf ve temiz Ve çalarken o şarkı hani beraber söylediğimiz... Uyuklarken geçmişin gölgesinde rüya değil hayal değil, Ey akşam gözlü yâr ! Sanki, her pencerenin ardında gözlerin var...

şizoşems


BİLE BİLE BAŞLAMACALAR Kendime kızgın,ona kırgındım aslında...Bile bile başlamıştım. Ama sürprizin,sürprizim olmayacağını bilmeyecek kadar saftım.Belki de benim suçumdur; o kadar saf olmak,sorgulamadan ona inanmak.Evet evet benim suçumdu.Bu masaldan uyanmak için işaretler vardı ama ben görmek istemedim,kafamda soru işaretioluşmasına dahi izin vermedim.Neden mi?Ben de bilmiyorum aslında...Hazırlıklar aylar öncesinden başlamıştı.Bana sunulan ödülleri hiç düşünmeden onun mutluluğu için harcamıştım.Herşey mükemmel olmalı fikriyle aylarca uğraştım ve çevremdekileri uğraştırdım.Ve sürprize bir hafta kala felaketimle yüzleştim.Bu yüzleşme bu kadar geç mi olmalıydı diye sorup durdum kendime.Ne sormak ne de dökülen gözyaşlarım çareydi derdime...Elimden düşüp parçalanan kaçıncı kadehten sonra kandırıldığımı kendime itiraf ettiğimi hatırlamıyorum bile.Evet kandırılmıştım.Tüm çıplaklığımla karşısında durduğum adam tarafından bir yalana inandırılmıştım.İnanmayı ben mi istemiştim acaba?Ya da herşey tüm sahteliğiyle ortadayken inanmak işime mi gelmişti?Hayır hayır ben aciz değildim.Sadece saftım.Ya da onun korkaklığını gizleyecek en iyi figürandım.Karşısına dikilip "Neden ben?" diye sormayı çok istedim ama yapamadım.Ne mi yaptım?Sustum sadece sustum ve kendini ele vermesini bekledim.Ne mi yaptı?Sustu sadece sustu ve oyuna devam etti.

yeşilfare


Bir Mektup: SEVGİ BİR İLAHE (1 Şubat 2012 Çarşamba, 17:08) Tanıdım seni sevgili!.….kimselerin aşkına gıpta etmiyordum artık, sevgiye sebep o kutsi iksiri bende yudumlamıştım bir kez. İnançlıydım artık. Evet, kelimeler de sevilebilir, o soytarı şairler de, yazarlar da dürüst olabilirdi. İsa'nın ayaklarını gözyaşlarıyla yıkayan, saçlarıyla silen Santa Maria’nın da varlığı mümkün. Henüz kırkında bir Hatice, yirmi beşinde bir delikanlının aklını başından alabilir… Bir kadın, bedeni delik deşik hummalı bir Eyyub’e terennüm edebilir… Kıskandım seni sevgili,sebebini bilmeden! Asla geçemedim şüphelerden. ‛Acaba‛lar, ‛ya öyleyse‛ler… tereddüt, ilmek ilmek kemirdi ruhumu. Merhamet mi, sevgi mi? İlgi mi, cazibe mi. Bir bilmek istedim ki Ahh seni, neler vermezdim görmek için, duymak için, okuyabilmek için sendeki beni! Senin gözünden seyrettim evreni. Sevgim dedin, takar seni peşine, gururuna düşman olursun, tevazuna hayran. Benden başka bir şey düşünemez, düşleyemezsin dedin. Sanki ben hep seninleymişim gibi, olur olmaz yerlerde, kendi kendine gülen bir figuran çalımıyla söylenirsin...Beni yad ederken içtiğin her kola, her soda, her su,çay seni bana getirir dedin... Seninleyken ölümdü tek korkum, o pembecik yanaklarını bir daha görememek, o mis kokunu sineme çekememekti. O küçük parmaklarının yumuşaklığını hissedememekti kabusum. Şimdiyse… ** seni unutmak, Tek korkum! Her bakışın, her gülüşün hücrelerime isabet atılmış sayısız kementti. Minnacık bir tersyüzün, beni yakmaya, yıkmaya yeterdi. Nasıl oldu da kovdun, öylece salıverdin beni… sanma ki unuturum seni, sanma ki, aklımda tutmaya kalkışacak kadar ahmak da değilim seni. Eşyalarıma taşıdım, onlara nakşettim, geleceğime taşıdım seni….hep seni!

gaws


senden önce de böyle miydi yeşiller, böylesine can taşır mıydı doğa. ya o çiçeklerin cezbedici kokusu. kelimeler böylesi dökülmüş müydü özümden... yaratılmışlar arasında kim vardı bana böylesine sahip nefes alan hangi varlık kesti nefesimi? yalnız sensin doğan güneş zihnime sensin,sensin,sensin...yalnız sen...

ekimşairi


500 DAYS OF SUMMER Gerçek aşkın varlığını sorgulayan biriyseniz ya da bu konudan diliniz yanmışsa sarsılmaya hazırlanın bu film tam size göre valla.Kadın erkek ilişkilerine çok farklı bir açıyla yaklaşılmış izlerken bazı şeyleri daha iyi göreceğinize ve ilişkiler hakkında yeni şeyler fark edeceğinize emin olabilirsiniz.İnsanlar olayların baş rolü olunca bazı şeyleri ister istemez gözden kaçırıyor. Olayların bütününü göremiyor, olmasını istediğimiz şeylerle olanları karıştırıyoruz.Sonrada akıp giden zamanın içinde bir yerlere takılıp kalıyoruz.Orda(ya da burada) takılmak yerine bu filmle hayatımızın gerçek aşkıyla ilgili ipuçları bulmaya çağırıyorum.Heyhat zaman akıp geçiyor..Bi şey yapmalı.. Filmin hikayesi genç bir adamın genç bir kızla tanışma hikayesidir daha fazlası değil ona göre.Genç adam doğru insanı bulacağı güne kadar asla mutlu olamayacağına inanarak büyüyor.Bu düşüncesi küçüklük çağlarında dinlediği şarkıları ve izlediği filmleri yalnış yorumlamasında kaynaklanıyordu.Kız ise baskabaska alemlerde tabi.Neyse gibi, gibi ...Herşeyi anlatmayım dimi ...Hımm unutmadan bu asla bir aşk hikayesi değilmiş. "Kesinleşti galiba aşık oldum ne bileyim onun gülüşünü seviyorum, şaçlarını seviyorum ,dizlerini seviyorum, boynundaki kalp şeklindeki doğum lekesini seviyorum , uyurkenki halini,bana hissetiklerini seviyorum." Aşkın bahanesi bu herhalde.Adamımız aşık olduğunu anladığında aptal bir surat ifadesiyle böyle diyor.Ve dahası da var. Filmimizdeki kız <<Summer>>ın hiç arkadaşı yokmuş gibi bir hava var.Ama aslında film bize kız erkek ilişkilerini erkeğin tarafından anlatmak istiyor. Bu yüzdenden Summer aksine Tom 'un üç garip arkadaşı gösteriliyor ikiside filozof gibi mübarek.Film deki mesajları da bu karekterler veriyor.Buyrun " Bence teknik olarak hayallerimin kadınını oldukça büyük gözlere, daha farklı saçlara muhtelemen spora düşkün olurdu ama doğrusu Robin hayallerimin kadınından daha iyi o gerçek" Diğer bir arkadaşı "Onun senin için doğru kişi olduğunu düşündüğünü biliyorum..ama bence değil.Bence sen sadece iyi şeyleri hatırlıyorsun.Bir daha ki sefere geçmişe döndüğünde tekrar bakmalısın bence" Ve dahası;Yaşamak istediklerimizle yaşadıklarımızı gerçek anlamda ayırıp geçmişe ve geçmiştekilere tekrar bakarsak "Ondan nefret ediyorum, gülerken çıkardığı sesten, 1960 ’lardan kalma şaç kesiminden,kemikli dizlerinden,boynundaki ezilmiş hamam böceğine benziyen lekeden nefret ediyorum,konuşmadan önce dudaklarını yalamasından nefret ediyorum"<< Aşk >>nefrette dönüşüyor, Tom için. "Yılın birçok günü alen acele geçer.Başlar ve biter.Hakkında hiçbir şey hatırlanmaz. Birçok günün hayatın akışına etkisi yoktur" inanın hayatımızda ki birçok kişi de öyle.Ama en önemlisi hatırlanmaya değer insanlar tanımak.Hatırlanmaya değer günler yaşamaya çalışmak elimizden gelen tek şey bu galiba.Ve gerçek aşk mı? Yok öyle şey diyenler için... Bir garip olacak ama<< neden BEN görmedim>> belki bakmadığın içindir.

sanrı


KARIŞIK KAFA YA DA PEYGAMBER DİYE BİRİ

Zenci bir kadın öldü bugün kollarımda. Ve sen çok güzeldin. Baudelaire’in bir şiiri, Bir albatros kanadı, Ya da bir Van Gogh tablosu: Yüzünü güneşe dönmüş, Bir ay çiçeği kadar… Spotların şavkıyla kamaşırken gözlerim, Pervanelerin dansını seyrettim uzun uzun… Biraz içtim, yalan yok. Acıdan midem kalkacak kadar biraz… Şamanın ruhlara kavuşması kadar… Tamtam gürültüsü, Ve basık atmosferi arasında Tütsülerin. Sonra yürüdüm biraz… Sıcak kaldırımlarında Bir Orta Doğu kentinin. Belki Beyrut, Bağdat ya da Kudüs belki… Mesih’in çarmıhına omuz vermiş gibiydi insanlar, -Otomobil farlarıyla aydınlanırken dünyaÇelimsiz bacaklarında evrenin yükü. Bir titan haşmeti bile dayanamazdı bu kadarına dostum! Treplev’in sahnesindeydi Çayka. Yemin etmeyeceğim, Gözlerimle gördüm.

Bir revolver patladı… Semah sustu, Kuşların göçü başladı, bu mevsimde.


Sahi hangi mevsimdeyiz? Yapraklar sarı, Güneş parlak, Dudaklar kuru… ‚Sevmeyi bilmiyorsun!‛ diye bağırdı biri Beynimin içinde. Beynimin içinde, erişemeyeceğim kadar uzakta Arsız bir şeytan… Bünyemde lüzumsuz seremoni… Kapanır bir kitap, Bir defter yaprağı bükülür, Sayfalara tecavüz eder birkaç damla mürekkep… Bangbang! Namus ölür. Musa parçalar kile kazıdığı amentüsünü Kahrolmuşluk içinde. Sinirli bir tanrının sesi duyulur… İsyan büyür. Kollarımda zenci kadınlar ölür Kahrolmuşluk içinde, Kaybolmuşluk içinde… ‚İçinde, içinde…‛ Sayıklamaya başlar kekeme bir çocuk… Çarkını döndürür çömlek ustası, Çamurunu gözyaşlarımla yoğurur, Ak ellerine yüz sürer, ağlarım… Ben de canım ey pirim, Ben de boynunda kementle doğarım…

simon


YALNIZLIĞA DAİR

Bir dehlizin ortasında; geri dönüşü yok, ilerlemek istiyor takatı yok, önü, arkası kimsecikler yok…bir serzeniş bir nara doğuracak ,habersiz ,biliyorsan sus, yoksa deyiverir şuursuz ‘’ al götüne sok!’’. Yalnızlık; Edebiyatta bir trajedi, Felsefe de yokluk problemi,ama lügatte kimsesizlik.Kısaca nevi bir‘–sizlik’.Şamatanın uzağında, bir inziva mağarasındaki sessizlik. Amansızca bir içe kapanış, muallak bir tecessüsün akabindeki o deruni seziş. Yalnızlık, ya sinsi bir naz ve aptal bir kibrin izdivacından fırlayan bir prometelik, yada kendisine babalar yaratmaya muktedir, tanrılar öldürmeye mütehayyir olmak gibi bir piçlik. Yalnızlık yoklukla gelen bir elem mi? Yoksa; sağır kör ve dilsiz birinin tüm sahiplikleri mi? Bilen yok, yalnızlık bilgisizlik mi? korkumu? arayış mı? ikilik mi? Kim bilebilir belki de,mühürlenmiş bir kalbin can çekişmesi, Kuran misali. Arles ‘teki sarı odalardır belki timsali! Yalnızlık tüm gözyaşlarının, tüm can çekişmelerin, tüm sevişmelerin tek gerçek sebebi. Yalnızlık, bir anda vuku bulan bir ihtirasın, bir tutkunun, bir heyecanın yokluğunda kendini avutma mücadelesi, dövünmenin eşiğinden bitişine kadarki o muhakeme, o dur durak bilmeyen kavga, çatışma…hicranla başlayan, göz yaşlarıyla biten bir esrime, yegane çözüm, ağlamak yerine, vecdi bir düzüşme! İşte bu yalnızlık böyle bir şey işte! Kimi sahiplenmeye meftun bu hayatta kimi kaçmaya! İşte Kaçanların kaderi yalnızlık! Onlar tamahkardırlar zaaflarıyla karışık. Dağlara, gemilere, mağaralara, sığınmaz onlar, daima araftadırlar ve en nihai mükafatları Golgothalar’dır. Peki ya yalnız; işte o hercai yaratık, o kibrine, hasetine yenik, şevkin ve şehvetin peşindeki ezik, biçare aklıyla duyguların savaşını veren zavallı yenik…Karamsarlık ikliminde hüsnü hayaller kuran o muzdarip, kaçık münzevi! gel gör ki; yalnız da böyle bir nevi!

gaws


SESLİ MASALAR Her yerdeler. Maalesef burada da karşımıza çıktılar. Dolmuştan inmek isterken şoföre sesini duyuramayanlar gibi her seferinde daha şiddetli ve bezdirici bir sesle aramıza sızıyorlar. En sesliler ‘Biz buradayız, buraya bakın!’ diye bağırıyorlar. Belki de tek başlarına çekingen insanlardan oluşan bu grup, bir araya gelince çevreyi yüksek desibelleriyle kirleten umursamazlardan oluşuyor. Etraftaki masaların kınayan bakışlarına aldırmayan en sesliler etraftan soyutlanmış –veya etrafa öyle görünmek isteyen-, -sözde- eğlenen tiplerdir. Daha sonraları bu günü anlatırlarken ‘Millet dönmüş bize bakıyor, ama biz nasıl eğleniyoruz, çok eğlenceliyiz.’ havası vereceklerdir. Bu masaların tek cinsten oluşanlarında ise konuştuğunu etrafa duyurma isteği daha da artmaktadır. Kızlı masalar birbirini dinlemeyenlerden, birbirinden alakasız sohbetler ve sırf kahkaha olsun diye atılan kahkahalardan oluşurken, erkekli masalarda birbirini ezme, haklı çıkma isteği ve övünme daha fazladır. Bir süre sonra herkes duymalı ses tonu bütün kafeye yayılmış, bu durumdan diğer masalar da olumsuz etkilenmiştir. Çünkü onlar da sohbet etmek yerine bu masanın büyüsüne kapılmışlardır. Kafenin çalışanları da aynı şekilde bu masayı dinlemeyi işlerini yapmaya tercih ederler. Diğer masaların siparişleri gelmez. Yanisi, dikkatleri çektikten sonra sigarayı dudak ucuyla içip havaya doğru üfleyen ve çevredeki insanları göz ucuyla süzen masadan uzak durmalı. Yoksa sohbet falan yalan olur.

bezzaka


YIKIM

Savaş doğar soğuk gecelerde çocuk parkalarına Kesilir sesi paslanmış oyuncakların Ürker gri gökyüzü birikir şehrin ufuklarında Korkar öyle bir korkar ki damla damla düşer kaldırımlara Toplanır birer birer tellerle çevrili meydanlara Öksüzlerin birikmiş yasemin kokulu umutları. Kör olur insanların nasırlaşmış vicdanları Sağırdır kulaklar duymaz bacalardan yükselen ağıtları. Duruyorken kanlı botlarla üzerinde masumların Titremez yağdırırken bombalar yağlı parmakları Sırıtır sivri dişleriyle keskin nefsi Bilmez ki umutlar doğdu ve gecelerde tükendi..

ekimşairi


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.